Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler [1 ed.]

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

0 0

E 0 0

ü Ç

0

C

" l—I

(D

M

Eski Türk Toplumu Üzerine İnceiemeler n A * * ‘v} *

i

KAYNAK r W r

1YAYINLARI

i.

W

v

i t '

'

' f

Üm it Hassan Eski Türk Toplumu Üzerine İncelem eler

Bu kitabın yayın haklan Sistem Ofset Matbaacılık Yayıncılık ve Ticaret Limited Şirketi’nindir Birinci Baskı M art 1985 Kapak: Sungu Çapan Kapak Baskı: Matbaa 70 Dizgi: Bilgiç Matbaası Baskı: Gümüş Matbaası KAYNAK YAYINLARI: 46

KAYNAK

YAYINLARI SİSTEM OFSET MATBAACILIK YAYINCILIK ve TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ Nuruosmaniye Cad. 3Ğ2 Cağaloğlu — İSTANBUL/5206627 Konur Sok. 14/24 Kızılay - ANKARA/254401

ÜMİT HASSAN .. Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler

İÇİNDEKİLER

SUNUŞ ÖNSÖZ Birinci Bölüm ESKİ TÜRKLERDE KABİLE ÖRGÜTLENMESİ: ABDÜLKADİR İNAN VE SADRİ MAKSUDİ ARSALÜZERİNE 1. Kapsam 2. Anahanlık Kökeninin ve Kabile Örgütlenmesinin İncelenmesinde Metod Sorunları 3. Gens Örgütü ve Türkler 4. Türk Etnolojisini İlgilendiren Terimler Üzerine İkinci Bölüm ÖRGÜT - İNANÇ İLİŞKİSİ AÇISINDAN ESKİ TÜRKLERDE ŞAMANLK I. SOMUT TARİHTE ŞAMANLK A. GİRİŞ 1. Köken ve Değişim 2. Göçebe Hayat Tarzı ve Şamanlık B. TARİH ÖNCESİNDEN YAZILI TARİHE ŞAMANLK 1. Özet Gelişim 2. Tarihöncesi Temeli ve Uygarlık n . TÜRKLERDE VE ASYA KANDAŞLIĞINDA ŞAMANI İNANÇ SİSTEMİ A. GENEL NİTELİKLER 1. Hayat Tarzının Kavimler Arası Genelliği 2. Şaman Tipleri 3. Anahanlık Kökeni B. İNANÇLAR VE DEĞİŞİM 1. Efsaneler 2. Yer ve Gök Kavrayışı

11 13

27 29 31 38 43

49

51 53 59 65

76 84 91 97 102

C. KÜLTLER: ÖRGÜT KUTSALLIĞININ TEMELLERİ 1. Genel 107 2. Orman Kültü: İnanç Temeli ve Boyutları 109 3. Dağ Kültü: İnanç Temeli, Uzantıları ve YönetimeAçılış 120 D. ŞAMANI KALINTILAR 1. Geleneklerin Görenekleşmesi 126 2. Çağdaş Kalıntıların Tarihsel Anlamı 128 3. Örgüt Temeline Dayalı Bir Kalıntı: Rakı İçmeÖrneği 134 Üçüncü Bölüm KABİLEDEN DEVLETE GEÇİŞTE TÖRE VE DEĞİŞİM 1. TÖR KAVRAMI TÖRENİN KÖKENLERİ A. TÖZ GENEL NİTELİĞİ 1. İnanç-Örgüt İlişkisinin Kavram-Terimlerde Odaklaşması 2. Esıki İnanç Sisteminin Değişik Biçimlerde Yeniden Canlanışı 3. Değişim Boyutları B. TÖZ VE TÖRE 1. Totem-Kökenlilik 2. Babahanlığın Onşartlan 3. Töre Ceddi Ala İle Soy Kültünün Örgütsel Sonuçlan 4. Göçebe Fetihçiliğinin Simgel Değerleri

139

141 143 146 152 156 159 168

H.

ALAMETLER VE URAN POTANSİYEL EYLEM VE EYLEM A. ALAMETLER YÖNETİM TEKNİKLERİNİN TEMELLERİ 1. Eski Geleneklerden Yararlanma İnanç Sisteminin Yeni Formu 171 2. Ant ve Kergiş Kandaşlık Töreninde Örgütsellik 173 3. Alp: Örgüt Kişisi-Savaş-İşi Uzmanı 179 4. Beçkem ve Tuğ: Kandaşlığın Askeri Alametleri 183 B. URANIN KLASİK ÖRNEĞİ: ŞİAR 1. Göçebelerde Eylem ve Parola: Şiar 191 2. Klasik Şiar: Arap Örneği 193 C. URAN: TÜRKLERDE ŞİAR 1. Töre ve Uran 197 2. Uran : Kabile Toplumunda Toplu EylemSimgesi 201 Dördüncü Bölüm KHAN BAŞTAN İTİBAREN DEVLET YÖNETİCİSİ Mİ, YOKSA KANDAŞLIĞIN ŞAMAN-ÜDERİ Mİ, YOKSA KANDAŞLIK BAĞININ KENDİSİ Mİ?

207

1.

DİLSEL ÖZELLİKLER VE KHAN’IN TEMELLERİ A. DİLSEL ÖZELLİKLERİN TEORİK BOYUTLARI

1. 2. 3.

Giriş Lehçelerin Yayılma Tarzı ve Tasnifi Metodolojik Konum B. KHAN’IN TEMELLERİ 1. Anahanlık Kökeni 2. Örgütsellik 3. Değişkenlik

II.

209 211 220 222 224 227

KHANTN MAHİYETİ

A. TEMEL GÖRÜNÜM Hayat Tarzı İlişkisi Manevi Esas B. BOYUTLAR 1. Kültler ve Örgüt 2. Kavramsal Düzey C. SOMUT TARİHTE- KONFEDERATİF PLATFORM III. ARAŞTIRMA VE YORUMLARDA KHAN 1. 2.

231 234 237 241 247

A. UNVAN OLARAK SINIRLAMALAR 1. 2. 3.

1. 2. 1. 2. 3.

Konum Sırf Unvana İndirgeme (Shiratori) Zamanca Tesbit (Laszlo) B. FİLOLOJİ VE TARİH ARAŞTIRMALARINDA KHAN TERİMİ Konum Çin Kaynaklarında Khan (Eberhard) C. YÖNETİM VE- KHAN Konum Bir Tarih Çerçevesi (Ögel) Shan-yü ve Khan

254 256 259

272 276 286 291 296

D. TARKHANDAN KHAN’A ÖRGÜTSEL GELİŞİM 1. Tarkhan ve Kabile 2. Kandaş Birliklerden Devlete Geçiş Tartışması (Togan) SONSÖZ DERGİ İSİMLERİ KISALTMALARI BİBLİYOGRAFYA

303 307 319 325 329

S U N U Ş Eşim Süheylâ, uzun b ir öyküsü olan bu çalışm anın h e r evresinde, inanılm az direncini b an a da sevgiyle aşı­ lam aya çalıştı; y ılla r boyu sabır ve anlayışla dinledi. Y a­ pılabilen, sayesinde yapılm ıştır. B abam F a ru k H assan’m m addî-m anevî k a tk ıla rın ı ifâdeden âcizim. U zakta ve h e r an yanıbaşım daydı, «H erşeyini kaybedebilirsin, m aneviyatını asla!» şiârıyla. A tilâ T ürk, Sina A kşin, Y avuz Sabuncu, Fâzıl Sağ­ lam , Ş ük rü Sina G ü re l’in destek ve k a tk ıla rın ı şü k ran la anıyorum . Bu em eğin gün yüzüne çıkm asını ve özgün m etnin bu form içerisinde toparlanabilm esini sağlayan, çalışm a­ n ın b ü tü n ü için aslî önem i olan d eğerlendirm elerini e sir­ gem eyen, m etni — olabildiğince— ıslah edebilm em için çok önem li işaretlerd e b u lu n an H alil B e rk ta y ’a sonsuz teşek k ü r borçluyum . Ü. H.

11

ÖNS ÖZ Toplum sal h a y a tı nedensellik ilişkisi dışında k u rg u ­ lam ak ve böylelikle bilim sel düşünceyi perdelem ek için b irb irin e çıkan iki yol var: Ya, toplum sal yasaların ol­ m adığını, olam ayacağını ve dolayısıyla aranm am ak ge­ rek tiğ in i h e r çeşit bilinem ezcilikle öne sürm ek; ya da, bilim sel düşünceyi g izem leştirerek onu teleolojik cende­ re le re sıkıştırm aya koyulm ak. Bilim , gözlem lenen olay lard an h a re k e t eder. O layla­ rın b a sitte n karm aşığa gidişini, k arm aşık tan b asite örgülenişini, ilişkileri esas a la rak inceler. Toplum sal bilim, tek n ik gelişm e ile doğa üzerindeki egem enlik savaşının sarm allığını izleyerek değişim i k a v ra r. Böylelikle, son tahlilde, b ir insanlık ahlâkının doğuşuna h izm ette b u lu ­ n u r. İnsan lık T arih i (tarihöncesi - ö n tarih - ta rih k esin ti­ sizliği v e değişim i), b a sitte n karm aşığa doğru gelişm iş­ tir. H er som ut gelişm enin T arihsel anlam ı, toplum un ilk ö rg ü tlenişiyle ilişkilidir. Asıl olan, gelişim -değişim ’d ir; teori, b u değişim -gelişim ’in incelenm esinin sürekliliği ile oluşur. H erhangi b ir olayı tan ım lam ak için geliştirilm iş olan ölçütler, öner­ m elerin sınanm asıyla varılm ış olan sonuçlardır; bu b a ­ kım dan teorik-m etodolojik b ir kapsam içerisinde y e r alırTar. Ne v a r ki, ölçütler b elirli b ir anda sa b ittirle r; bu C sitsel özellikleriyle teorinin ancak b ir ifadesi olurlar. ^ ’in zam an-m ekânlar için geçerli olan, teo rik olan, utu ^tin, değişkenliğin bütünselliğidir, flârsltt

23

Bu anlam da, b u çalışm am ızda, ilk toplum ö rgütleni­ şinin tanım lanm asında iki ölçüt ku llan m ak d u ru m u n d a­ yız. B u n lard an birincisi, eşitlik / eşitsizlik; diğeri anah a n lık / b ab ahanlık (anaerklilik / ataerklilik) tır. İlk top­ lum sal örgütlenm enin, birinci ölçüt açısından, eşitlikçisınıfsızlık’ta n başlay arak çözüldüğünü; ikinci ölçüt açı­ sından da, an ahanlık k a ra k te rlilik te n babahanlığa doğru olduğunu — yeniden— önerm e olarak kabul ediyoruz. M odem antropolojide, sım fsız-eşitlikçi b ir ilk ö rg ü t­ lenm enin varlığ ın ı dolaylı olarak reddetm e eğilim i b u ­ lunuyor. Bu eğilim , çoğu halde, ilk gens ö rg ü tü n ü n v a r­ lığını tarihöncesinin m üphem b ir geçm işinde, v ah şet dö­ nem inden sonra «bir ara» yaşanm ış, pek sınırlı b ir «öm r»e sığdırm ak şeklinde o rtay a çıkıyor. K an esasına bağlı yaşayan ve eylem de b u lu n an toplum u — fiilen— yok saym a zihniyeti, sonuçta, b ir oluşum dan diğer oluşu­ m a geçiş’i, yani, gerçekliğin ta kendisi olan ilişki’yi ortad an k ald ırm ak la başbaşa kalıyor. G erçekten de, toplum sal h a ­ y a tın sınıflıhk öncesi yaşadığı eşitlik (örgütlenm e) ve k a tm anlılık (yönetim) dönem leri de, böylelikle, dolaylı olarak T arihsel anlam ından soyutlanm ış oluyor. Y ine böyle­ likle, aynı zam anda, sınıflı toplum un u y g a rlık ’ı, gerilere doğru taşınm ak isteniyor. Sınıflı toplum öncesinin h ay at tarzı olan kandaşlığın ve onun değişm esinin ü rü n ü olan u y g arlık la ilişkilerinin doğru olarak k avranm ası m üm kün olm uyor. (Bu konuda, a y rın tılı ö rneklem eler için bkz.: «İlk D evlet Neye Y arar?», Yapıt (Dergisi), Sayı: 4, Nisan-M ayıs 1984.) İlk toplum örgütlenişi ve k andaşlık konusundaki öner­ m em izin gerisinde y a ta n teorik-m etodolojik konum um u­ zu da açıklayacak b ir ön-değerlendirm e yapm alıyız. K andaş örgütlenm e, ü retim in ön-şartıdır. A yrı ayrı veya k arışık ve k atışık biçim lerdeki b ü tü n toplayıcılık, av­ cılık, devşiricilik-gelgeç tarım , çobanlık ve tarım ın b ü tü n aşam alarının (ve tab iatıy la sonrasının) tek n ik gelişkinli­ ğinin araştırılm asın a girişm enin de ön-şartı, «ilk kandaş ö rg ü tü n ö n -şa rt oluşu» key fiy etin in anlaşılm asıdır. Bu in­ 14

san faktörü, sadece b ir başlangıç teşkil etm ez; ü retim aşa­ m aların ın tam am ında da d eğ iştirerek-değişerek işlevsel­ lik gösterir. İnsandaki bu ü retici gücün, tekniği taşıdığı unutulm azsa, geç zam anlara gelindikçe insanın niçin «kay­ bolm uş» gibi göründüğü fak a t tekniğin ön p lan a çıktığı k av ranabilir. Ö zellikle sanayiin gelişim iyle tek n ik üretici gücün insan üretici gücünü sayısız defa büyütm esi, insan eylem inin gücünü ad eta saydam laştırm ıştır. Ancak, «başlangıç»a doğru dönüldükçe, insan’ın gücünün kökenleri da­ h a iyi b ir biçim de yakalanabilir. Toplum sallık, başlangıçta, sırf beşerî gibi d u ran insa­ n ın kollektif aksiyonunun doğrultusunda m eydana gelir. İlk k u tsa llık la r ve isim -sim ge’le r daha çok kend in i-ü retm e etkisiyle vü cu t b u lu r. K utsal isim -sim ge’ler, ü retim in sis­ tem leşm esiyle b irlik te b ire r kan d aş-ö rg ü t adı olm aya baş­ larlar. Ü retici güçler doğrultusundaki gelişm eler, «son k a ­ ra rı veren» tek n ik ü retici gücün yönünde o luşurlar. A n­ cak, tarihöncesine, te k n ik ’in çok sınırlı gelişim düzeyine doğru inildikçe in san ’ın ro lü n ü n iyice belirginleştiği m a­ lûm . K andaşlık ile ö rg ü tsellik ’in ayırdedilm ezliği kendi­ ni b u noktada o rta y a koyuyor. Ü retici güçlerin biçim len­ m esi ve değişim i tem eli hiç ihm âl edilm eksizin toplum işbölüm leri gözlem lendiğinde, ö rg ü t’ü n nisbî o larak b a­ ğımsız b ir görünüm e bü rü n m esin in sebepleri anlaşılabilm ektedir. İlk kand aş-ö rg ü tlen m e’nin, kandaşlık ile örgütlenm e tan ım la rın a uygun b ir ayrışm aya uğram ası, zam anla ger­ çekleşecektir. B abanın (erkeğin) etkinliğini sosyal ola­ ra k pekiştirm esi ve örg ü ttek i farklılaşm a / katm anlaşm a’nın belirgin hâle gelm esiyle, «örgüt», önce b ir y a rıbağım sız görünüm kazanır. Ö rgüt içerisindeki b irlik te ey­ lem e geçme olayının gittikçe b ir yönetim ’e payanda ol­ m aya başlam ası, siy aset’in ö n -şa rt’ını o lu ştu ru r. Ö rgüt, b u şekilde, bağım sız b ir görünüm e b ü rü n ü r. S iyaset’e doğru yönelen gelişim de devlet için b ir ö n -şa rt’tır. D evle t’in v ü c u t bulm asıyla b irlik te b ir devlet-içre-siyaset m eydana gelecek, d ev letten ayrı b ir siyaset m üm kün ol­ 15

m ayacaktır. D em ek ki, toplum dan (topluluklardaki h a ­ y a t tarz ın ın bütünselliğinden oluşan toplum ’dan) doğan, toplum un b ir biçim lenm esi olan ö rg ü t’ün, toplum -üstü b ir biçim e erişm esi d ev let’e varılm asıyla gerçekleşecek­ tir. Ö zetin özeti olarak b elirtirsek, d ev let’e yaklaşıldık­ ça, önceleri ayrılm az b ir b ü tü n olan kandaşlık ve ö rgüt­ lenm e, ayrılm aya - h a ttâ , b ir bakım a «ayrışm a» ya b aş­ lar. K andaşlığı sü rd ü re n örgütlenm e, onu o rtad an kaldı­ racak gelişm enin tâ kendisi olur. K andaş ö rg ü tle rin te k te k çözülm elerinin a ra ştırıl­ m ası ile kom ünal h a y a tın değişm e-parçalanm a sürecinin soyut düzeyde algılanm ası, b ir b ü tü n o lu ştu ru r. Bu ilişki b ir kez k a v ra n d ık ta n sonra, kandaş-örgüt u n b ir ’liğinden çıkan ö rg ü tü n zam anla «ayrışm a»sı (örgüt işleyişinin kam usallıktan uzaklaşm ası) konusunun neden hep soyut düzeyde ele alınıyorm uş gibi d urduğu anlaşılır. M odern antropolojide, sınıfsız-eşitlikçi b ir ilk ö rg ü t­ lenm enin varlığını dolaylı olarak reddetm e eğilim inden başka, an ah an lık ’ın yaşanm ışlığını ve önceliğini de red ­ detm e eğilim i m evcut. Bu ikinci eğilim , daha açık, daha doğrudan b ir biçim de kendini o rta y a koyuyor. A ntropolojide, çok kabaca, iki tarz izlenebilir. B un­ lard a n ilki, antropolojinin hem en b ü tü n d allarını sırf alan araştırm asın a hasreden, disiplinlerini sadece v e riler yığm ağı hâline getiren h e r çeşit indirgeyici ve am pirisist y aklaşım lar küm esi. İkinci tarz antropolojik a raştırm a ve incelem eler ise, kendi içerisinde ikiye ayrılabilir. Bu ikinci tarz ın ilk ayırım ı, antropolojiye epistem olojik dü­ zeyde yaklaşm ak şeklinde beliriyor. İkinci ayırım ise, zam an zam an sözkonusu epistem olojik yaklaşım ı içerdik­ te n başka, bizatihi antropolojinin varlığını, olup olm am a­ sı gerektiğini gündem e getiriyor. Bu iki tarz antropolojinin ilk tarz ı içerisinde anahanlık ’m evrenselliğinin ve öncelikli oluşunun kabul edilm e­ si, zâten yaklaşım ları gereği m üm kün değil. İkinci tarz 16

antropolojide ise, anahanlığa red d iy e çeşitli biçim lerde gerçekleştirilm ekte. A nahanlığa itirazlar, anahanlığm b ir erkinlik ola­ ra k yaşanm ışlığına k arşı çıkm akla; toplum larda görülen an a soy çizgisinin b ir a k rab alık sistem i olduğu, bu soy çizgisinin ana soy zinciri veya dayı soy zinciri gibi biçim ­ lerin in ta rih te kadının erk ek üzerindeki erkinliği olarak yorum lanam ayacağını söylem ekle başlar. Buna, asıl canalıcı no k ta olarak, ana soy çizgili veya kadının belirgin b ir astlığm ın bulunm adığı to plum ların m evcut olm asının, ana soy çizgililiğin b a b ah an lık tan önce yaşanm ış olm ası­ nın b ir k anıtı olarak yorum lanam ayacağı itirazı eklenir. D em ek ki, vülgarize edersek, itirazlar, y a «anahanlık yoktur» şeklindedir, ya da «anahanlık y o k tu r am a ana soy çizgililik ve h a ttâ kadının pek de ikincil olm adığı ö r­ gütlen m eler vard ır, ancak b u n la r öncelikli değildir; b a ­ zı y e rd e hep babahanlık olm uştur, bazı y e rd e h e r iki e r­ k inlik aynı zam anda m evcut olm uştur, bazı y e rle rd e iç­ ice geçm işlerdir» şeklindedir. (B u konuda a y rın tılı bilgi için bkz «Evrim T eorisi ve A nahanlık T artışm aları», A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, X X X IX - 1, 1984, ss. 157 165 ve «A nahanlık ve ‘M odern’ A ntropolojinin çıkm azı : G odelier Örneği», Yapıt, S a y ı: 2 A ralık - Ocak 1983, ss. 55 - 62.) A nahanlık konusundaki teorik-m etodolojik konum u­ m uzu açıklam alıyız. Totem , ilk cinsel yasakla başlam ış ve bü tü n sel bir ku tsallık y a ra tm ıştır. Bu kutsallık, k u tsal olm ayan b ir şe­ yin olam azlığını b erab erin d e getirm iş, h e r «olan»a k u t­ sallık izâfe edilmiş; k a d ın -a n a ’nın erkinliği bu oluşum içerisinde vücut b u lm uştur. A nahanlığm ilk ve öncelikli sayılm ası, ö rgütlenm elerin gelişim ve değişim e uğram ası anlam ına gelir. Kanım ızca, b u n d an başka b ir oluşum u ku rg u lam ay a çalışm ak, son tahlilde, arızilik, tesadüfîlik, indirgeyicilik tu tsak lığ ın a doğru adım atm ak dem ektir. A nahanlık - b ab ahanlık ilişkisi, ilk olarak, «öncelik» sorunu ile içiçe geçer. K om ünal hayat, ü retim in ön -şartı 17

o lara k kendini teslim ettiğine göre, kadının erkinliğini, anahanlığı, bu doğal h a y a tın toplu eylem ine uygun ola­ ra k düşünm ek g erek tir. B abahanlığın an ah an lık tan daha önce belirm esi v ey a iki erkinliğin insanlık tarih in in ilk zam an ların d an b eri b irlik te m evcut olm aları ihtim âli ay­ n ı d oğrultuda sonuç v erir; bu da, geriye dönük b ir e v ri­ m i, b ir tersin e-ev rim i kabul etm ek dem ektir. Zira, anahan lığ ın (ya da, b ir ân için, an ahanlık kav ram ın ın g er­ çekliğini kabul etm eyenlerle b e ra b e r; ana soy çizgili ve kadının örgütleyici olarak bulunabildiği toplum un) babah an lık la b irlik te arızî olarak m evcudiyeti hâlin i veya babahanlığı daha eski olarak kabul ettiğim izde, başlangıç­ ta n itib are n k arm aşık b ir örgütlenm eden daha basit, do­ ğaya daha yakın b ir örgütlenm eye doğru gidildiğini v a r­ saym am ız gerekecektir. Böyle b ir varsayım , toplum sal olanı tarih sel bakım dan ele alm anın b ü tü n im kân ve il­ kelerin i o rtad an kald ırır, h a ttâ T a rih ’i de! K uşakların doğal bağ larla b irb irin e bağlanm ası, b aş­ langıçtan b eri kandaşıyla cinsel ilişki k u rm a yasağı ve (Reich’m terim iyle) em ek dem okrasisi, ana soy çizgisi ve ana erkiyle b irlik te görüldüğü için; anahanlığm öncelikli olduğunu yadsım a, b ü tü n bu h u su sların yadsınm ası an la­ m ına gelir. Oysa, bu yadsım aya rağm en «babahanlığın öncelikli olduğu» v ey a «anahanlık (ya da, yine, k a r ş ı görüş alanının terim leriy le, ana soy çizgili ve kadının ast olm adığı toplum örneği) ile babahanlığın aynı gelişm e evresinde arızî olarak b irlik te m evcud olduğu» iddiası­ n ın sahipleri, aynı zam anda, eşitlikçi - dayanışm acı - do­ ğaya yakın örgütlenm enin, kadının ast olm adığı ve h a ttâ ü st olduğu toplum larda klasik şekline daha u y g u n biçim ­ de yaşandığını kabul edebilirler! «M antıksal» olarak bu, h erhalde, «erkeğin eşitlikçisi, erkeğin eşitlikçi olm ayanın­ dan eskidir; kadının eşitlikçisi de, kadının eşitlikçi olm a­ yan ın d an eskidir» gibi b ir form ülle özetlenebilir. E rk ölçütü açısından, «ilkel ve eşitlikçi h içbir top­ lum da kadının erkeğe nazaran d ah a fazla güç sahibi ol­ m uş bulunam ayacağı» önerm esine de (G odelier’de de gö­ 18

rü ld ü ğ ü üzere) sık rastlan ab ilm ek ted ir. B u önerm e, anah an lık ve babahanlığın T arih-dışı o larak algılanm asını gösterir. Ö nerm enin içerdiği varsayım , «babahanlıkta e r­ k ek kadını nasıl baskı altın d a tu tu y o rsa (ve yine, u y g a r­ lığın babahanlığm da e rk e k k ad ın a nasıl tah ak k ü m edi­ yorsa), anahanlığm da yaşanm ış olabilm esi için, aynen, kadının da erk ek üzerinde baskı / zor / h ü k ü m uygulam ış olm ası gerekir» şeklinde özetlenebilir. Bu ise T arihsel olgulardan sözederken T arih -d ışm a düşm ek dem ektir. Zira, anahanlık, babahanlığın öncülü olarak kabul edile­ b ilir; m ekanik b ir te rsi olarak değil. A nahanlığm yaşan­ m ışlığına karşı çıkılırken, «anahanlık, b ab ahanlık (gibi) değildir» sözde k anıtı ileri sü rülm ektedir, ki tautology’dir. Sözünü ettiğim iz önerm eye p aralel anlam da, soy çiz­ gisinin e rk ’i gösterm ediği, an a soy çizgisinin anahanlık sayılam ayacağı öne sü rü lü r. B unun b ü tü n dayanakları, b elirli b ir antropolojizm süzgecinden geçirilm iş sözde k a ­ n ıtlard ır. Özetle, ana soy çizgisinin anahanlıkla örtüşm eyebileceği iddiası, çağdaş antropolojik gözlem lerin belirli bir yo ru m u n a d ayandırılır. Bu yorum , sürekli olarak, belirli b ir yerd e m evcut olan ana soy çizgisine rağm en, aynı y erd e k a d m ’ın, «olması lâzım gelen m ertebede olmadığı» teşhisine dayandırılır. K adının, bu sözde «olması lâzım geldiği yer», yine, evet yine, (değişmiş, yeni, sonraki, b ir diğer h a y a t tarzın d a oluşm uş bu lu n an b ir ilişkinin es­ ki, özgün ilişkinin yerin e geçirilm esine dayanılarak) e r­ keğin kadın üzerindeki baskı v ey a tah ak k ü m ü n e p a ra ­ lel olarak çıkarsanm aya çalışılır. A na soy çizgisi ile anah a n lık arasındaki ilişki konusundaki değerlendirm em izi m ahfuz tu ta ra k diyebiliriz ki, b elirli bir zam an - m ekân­ da (ve özellikle çağdaş, hâlihazırda yaşanan b ir topluluk örneğinde) ana soy çizgisinin, anahanlığm y e te r şa rtı ola­ ra k görülm esi başka, tarihöncesinde klasik ve sistem li biçim de anahanlığm izdüşüm ü olarak m eydana gelm esi başka b ir olaydır. Bu farkın, babahanlık « taraftar» ların ca h ip o tetik olarak dikkate alınm ış olm ası gerekirdi. K ı19

saçası, u y g a r / sınıflı toplum ölçüleri k av ram sallaştırıl­ m a y a ve tarihöncesi - ö n tarih - ta rih gelişim inin ta h li­ linde m u tlak değ erler o larak kullanılm aktadır. K adının gens’deki kendini - ü retm e ve ü re tim faali­ yeti, k ad ın ile erk e k arasında m ekanik k a rşılaştırm alar yapılm asını engellem elidir. K adın erkinliğinin vü cu t b u l­ m ası biriciktir, öncüldür ve ü retim - te k n ik ’in gelişim iyle sarm allaşır; bu gelişim inin belli b ir aşam asında doğan erk ek erkinliğiyle açıklanam az. (B urada, kısaca, anahanlığm değişik coğrafyalardaki form lar içerisinde değişik ve nisbî «donuş» 1ar yaşadığını ve h a ttâ bu açıdan, A yhan Y am an’m, «bütün k ü ltü r - din ve Süm er, M ısır vb. som ut u y g arlık platfo rm ları tarih in in , geniş ölçüde yeniden y a­ zılm ası gerek»tiği görüşünü paylaştığım ızı belirtelim .) B abahanlığa hangi zam an m ekân boyutunda rastla n ırsa rastlansın, bu hâl, onun, kandaşlığın kökenine an ahanlık k a d a r yakın olduğunu gösterm ez. Bu konum içerisinde tek tek am pirik v e rilerin serg i­ lenm esi cihetine gitm eyerek m evcut v e rilerin soyutlam a yoluyla eriştirdiği teorik düzeyde h a re k e t etm eye izin verilirse, doğrudan am pirik gözlem lere ilişkin te k bir değerlendirm em izi sunalım . Önce, v arsayalım ki, belirli b ir toplulukta, toplum sal ilişkinin (her biçim kandaş sos­ yallik; sihir yeteneğini devretm e, bilgi iletm e, topluluk b irliği sağlam a, ü retim in örgütlenm esi, özetle h e r çeşit toplu eylem veya toplu eylem sim gesi y a ra tm a ve k u lla n ­ m a faaliyetinin) tü m ü n ü y a da, bilinebildiği kadarıyla, yaklaşık tü m ü n ü k arşılay an b ir söz olsun. Bu söz, aynı zam anda, ana veya bab an ın çocukla olan bağını y a n sıt­ sın. Bu durum da, örneklersek, kandaşlık ilişkilerini k ap ­ sayan söz (örneğin, T robriand adalarında «veiola») sade­ ce ana-çocuk ilişkisini y ansıtm aktadır. F ak at aynı söz, baba-çocuk ilişkisini k arşılam am aktadır; baba ile çocuk «veiola» bağı taşım azlar. Bu, sadece, hâm ileliğin nasıl o luştuğunun bilinem ezliğiyle veya som ut olarak te k tek b ab aların belirsizliğiyle açıklanabilir b ir olay değildir. B abanın kim liğinin bilindiği topluluklarda, hem kan d aş­ 20

lık bağını karşılayan, ve aynı zam anda, hem de, baba ile çocuk ilişkisini kapsayan te k b ir sözün an a ile çocuk iliş­ kisini karşılam am ası v â rit değildir. Bu örneklem eye, babahanlık « tara fta r» la n , belki, an a cihetinden akrabalığın aslî ve daha eski olduğunu kabul ed erek ve fak at bunun anahanlıkla ilgisinin bulunm adığını söyleyerek karşı çı­ k ab ilirler. Ne v a r ki, işte ta m b u noktada, (o çok sevdik­ leri paralellik leri k u rarak ) an ahanlıkla zorunlu bağ lan tı­ sını in k âr e ttik le ri an a soy çizgisinin, (veya neyin,) nasıl olup ta, ana cihetinden ilişkiyi baba cihetinde ilişkiden daha ast b ir m ertebeye indirem ediğini, yani, babalık b a ­ ğı dile g e tirilirk e n analık bağının söz konusu olm adığı b ir d u ru m u n o rta y a çıkam adığını izah etm elidirler! Ekonom ik ü retim öncesinde insanı h a y v an d an farklı kılan tem el fak tö rle r arasında, çocuğun büyüm e süresi­ n in uzunluğu ön plâna çıkar. B u sebepledir ki, daha «baş­ la n g ıç la , topluluğun ilk örgütselliğini sağlam a, bu örgütselliğin sürdürülm esi görevi kadına d üşm üştür. Top­ lu lu ğ u n alışkanlıkları, davranış biçim leri, giderek gele­ nekleri, kısacası eylem inin b ü tü n form ları, k ü ltü rü n «rüşeym»i, k a d ın lar tara fın d a n o luşturulm uş ve sonraki k u ­ şak lara iletilm iştir. İlkel toplum un kesitsel varolm a ş a rt­ ların ı sağlam a olayı ile bu ş a rtla r h ak kındaki bilginin sonraki k u şak lara in tikali tam anlam ıyla içiçe geçm iştir. B u da, anahanlığın biçim lenm e ve yaşam a sebeplerin­ dendir. A nahanlığın doğuşu, ü retim tem elindeki gelişm e­ si, değişik form lara bürünm esi, «donma»sı, gerilem esi, g erilerken başka ikincil fo rm larla yeniden canlanm ası yönündeki ipuçlarını yakalam ak, T arihin kavranm asına çalışm ak dem ektir. K an akrabalığı, çoğu zam an, baba tara fın d a n a k ra ­ balık gibi gösterilm ek isten irse de, esas itibariyle, ana tara fın d a n akrabalıkla başlam ış ve kam u vicdanında öyle y e r etm iştir. A ynı şekilde, kan akrabalığı v a r im işçesine işleyen topluca eylem ve onu çevreleyen T arih ortam ı da, ana kökenliliğin bağrında biçim lenm iştir. B u husus, so­ m u t zam an-m ekânların incelenm esinde açıklayıcı b ir n i­ 21

telik gösterir. Ö rgütlenm e ve sosyal değerlere, özellikle inanç sistem ine ilişkin a ra ştırm a lard a da, yine sözkonusu h u su su n sağladığı teo rik im k ân lar sonuna k a d a r k u lla ­ nılm alı, yeniden sınanm alı ve geliştirilm elidir. Çok özet biçim de ifâde etm eye çalıştığım ız m etodo­ lojik - teo rik konum ’un, b ir «hipotez» olarak, T ü rk le rin tarih in d e yeniden sınanm ası, diğer b ir deyişle, T ü rk le rin örgütlenm esi gelişim ine bu açıdan bakılıp bakılam ayaca­ ğının araştırılm ası görevini benim siyoruz. B u b ir u y arlam a v e sınam a girişim idir. B u görevin, daha önceleri, başka y azarlarca, çok-boyutlu ö lçütler çerçevesinde, değişik ve çok önem li çalışm alarla y erin e getirildiğini hem en kay detm eliyiz. Ne v a r ki, bizim vurguladığım ız ölçütlerin yeniden sınanm ası gerekm ektedir. «Eski T ü rk Toplum u Ü zerine İncelem eler», d a r an­ lam da b ir İktisadî ve sosyal a ra ştırm a değildir. Periodizasyon postü latın ın içerdiği evrim -değişm e anlayışına uy g u n b ir yaklaşım da bulu n m ak la b irlikte, bu yolla b ir «yeniden ta rih yazm a» am acıyla h a re k e t etm edik. Bu çalışm a, b ir Siyaset Teorisi denem esidir. B u b a ­ kım dan, öncelikle, siyaset teorisi anlayışının çoğu zam an yapıldığı üzere, devlet / siyasal sistem evresiyle ilişkili olarak sınırlandırılm asını aşm ak gerektiğini ve daha ev­ velki ev re leri de sosyal bilim ilkeleri doğrultusunda k ap ­ sayabileceğini (kapsam ası gerektiğini), uygulam alı ola­ ra k gösterm ek eğilim indeyiz; bu n a bağlı olarak, siyasal teorinin, yine, fik ir tarih in d e n daha ötelerde, fik ir ta ­ rih in in bazı öncüllerini de gösterebileceği, değerlendirm e alanına alabileceğini d ü şünüyor ve uygulam alı o larak da gösterm ek istiyoruz. Çalışm ada, som ut olarak, örg ü tlen m e’ye, ö rgütlenm e­ n in katm anlı b ir toplum yoluyla yönetim ’e dönüşm esine ve n ih ay et (devlet - içi) siyaset’e varm asına, (konu insan olduğuna göre, organik analojiye izin verilirse) A sya ve T ü rk kandaşlığı dolaşım sistem inde inanç sistem i «— » örgütlenm e dam arından giderek b ir «katater» yapm ak istiyoruz. 22

Y urdum uzda, özel so ru n la r sebebiyle, «nev-i şahsına m ü n h asır’cılık» yeniden boy atm ay a başlam ıştır. B u eği­ lim , nihaî noktada, to p lu m ların T arih in i araştırab ilm en in m etod ve ilkelerini çiğnem ek pahasına geliştirilm ektedir. H attâ, birçok yazarın, böyle b ir eğilim içerisinde olduk­ ların ın bilincine bile v arm ad an aynı d oğrultuda h a re k e t e ttik le ri söylenebilir. Sui generis’çi sosyal bilim ciliğim iz, bazen de insanlık T arih in in evrenselliğini, «herkes için belki, am a T ü rk le rin ta rih i için aslâ» parolasına sığdır­ m aktadır. «O rijinalliğim iz» m erakı, tu tk u y a dönüştükçe ev­ rensellik içerisindeki gerçek orijinalliğim iz, özgüllüğüm üz de, h a sıra ltı edilm iş olm aktadır. G erçekten de, özenle vurgulayalım , T ü rk iy e ’yi tam b ir m addî-m anevî m u tlu ­ luğa eriştirm en in yolu, onun özgüllüklerinin bilim sel tesb itin d en geçer; am a bu, T arih y asalarını k avram aya ve b u n u n sağlayacağı teorik-m etodolojik im kânları k u lla n ­ m aya set çekm ekle, h içb ir v a k it gerçekleştirilem ez. B u bağlam ada, A ta tü rk dönem inde y a ra tıla n b ü y ü k im k ân ların sonradan nasıl kısa yoldan tıkanm asına ça­ lışıldığına kısaca değinm eliyiz. A kadem ik eserlere gitm eye gerek yok. A ta tü rk dö­ nem inin o rta eğitim k itap ların a b a k a lım : (Som ut ola­ ra k te k te k b elirli nedensellik a ray ışların ın üzerinde d u r­ m ayı bilim in ta k d ir ve eleştirisine tab iatıy la kapam adan v e fak at asıl) N edensellik aram a fikrinin « C um huriyet’i y ükseltecek nesiller» e nasıl verildiğini görebiliriz. B u nedensellik ilişkisi kavrayışını y a ra tm a y a çalışm anın a r­ k asında b e liren b ir düşünce yok m udur? V ardır, b e lirt­ m ekle yetinelim ; bu b ir çağdaş (kelim enin b ü tü n y üklenim iyle) C um huriyetçiliktir. H alil B e rk ta y ’ın deyişiyle, «Tarihçiliğim izin (sonradan) k ab aran saflarının b ü y ü k kısm ı ise, ih tiy atlı b ir yavanlığa göm üldü... tık a n m a la r... kişisel m izaçlardan değil... yol gösterici teori konusunda düşülen bunalım dan doğ(du)... Bizce, b ü tü n bu eğilim ler, C um huriyetin esas ideolojisini değil, çık arları K em alist 23

D evrim in ana yönleriyle çatışan toplum sal güçlerin y e r­ leşm e ve restorasyon g ay retlerin i yansıtm aktadır.» Şim dilerde ise, sistem li teori olmayışı, giderek, p a­ radoksal biçim de, tasvirci tarihçiliğin de za ra rın a işle­ m ekte; m odern indirgeyici görüşler çoğalm akta ya da klasik reaksiyoner y aklaşım lar hız kazanm aktadır. G eçm işte de, bazı uzm an tarih çilerin , T a rih ’i zam an zam an kronolojik b ir h iy era rşi içerisinde düşünm eleri; T arihsel (tarihöncesi ö n tarih ta rih ’e ilişkin) anlam bakım ından «geç yıllar»ın, «eski tarih» olm adığı gerçe­ ğini v u rg u lam ak tan kaçınm aları, özellikle T ü rk tarih in in dinam iklerini a ra ştırm a içinde büyük talihsizliklere se­ bep olm uştur. P ro to -T ü rk lerin pek çoğunun ve T ürklerin h a y a t tarzın ın özellikleri, sistem li yazı aşam asına n isbeten geç girm eleri, M edeniyet (1er) le tem aslarının bilhassa eskilere gidildikçe gelgeç ve -fe tih / yağm a eko­ nom isi dışında- sınırlı olması, onların T arihsel anlam b a ­ kım ından eski’nin ipuçlarını verdiklerini, en azından, ço­ ğu zam an ilk bak ışta k avranıldığından daha «eski» ol­ d u k ların ı bilince çıkarm akta güçlük çekildiğine ta n ık olu­ nabilir. T ü rk T arihinde izlenebilen, doğruluk - eşitlik yiğitlik - vefalılık - yalan ve k o rk u bilm ezlik - sözünde d u rm a gibi b ir h a y a t tarzı içerisindeki önem li ve insanlığın «tez» ini o lu ştu ran o «güzel» u n su rla rın vurgulanm ası ikinci plâna b ırak ılırk en toplum sal örg ü tlen m eler ve olayların su n ’i b ir şekilde «geriye» götürülm eye çalışıl­ ması, tek tek örnek verilm esini gereksiz kılacak derecede yaygın b ir eğilim dir. Diyelim ki, b ir Oğuz k o n fed eratif k a­ bile örgütünün, O sm anlılığa giden yoldaki önem li yeri, b ir G öktürk H akanlığının ta rih içerisindeki yönetim ve h ayli gelişkin siyaset potansiyeli açısından T arihteki y eri v urg u lan m ak gerekirken, bu örg ü tlen m eler içerisindeki k u ru m sallaşm alar m odern devletin işleyişine benzetilm e­ ye çalışılm ış; böyle d a v ra n ıla rak elde edildiği v arsayılan «kazanç» pahasına, yalnız T ü rk le r ve T ü rk iy e için değil A sya ve D ünya için anlam lı olan ipuçlarının ard ı b ıra ­ kılm ıştır. 24

T ü rk lerin k u rd u k la rı ve devlet olduğuna hiç kim se­ n in şüphesi olm ayan (U ygur, K arah an lı...) siyasal teşki­ lâ tla rın ın öncesine v a ra n gelişim i ve bu gelişm enin u zan ­ dığı son aşam alardaki potansiyeli de araştırıyoruz. G österm eye çalıştık ki, belli b ir aşam ada, diyelim ki X - X I. yüzyıla gelindiğinde, o tarih sel an d a gözlendiği şek­ liyle, a rtık devlet - siyaset form asyonuna bağlanm ış b u ­ lu n an terim lerin geriye doğru izlenm esi gerekir. Bu iz­ leyiş sonucunda, görülüyor ki, bu terim ler aslında hiç de siyasete ve h a ttâ yönetim e ilişkin te rim le r olarak ortaya çıkm ış değildir; b u n ların ardında, kandaş toplum un ve ü stelik anahanlığın sosyal işlevleriyle y ü k lü uzun b ir geç­ m iş yatm ak tad ır. T ersten söyleyecek olursak, diğer kavim ­ le r gibi O rta A sya T ü rk le rin in de anahanlık — babah a n lık — babahanlığın değişik form ları gelişim ini h a y a t tarzın d ak i değişm elerin zorunlu b ir sonucu olarak yaşa­ dığını, bu evrelerdeki geçişlerin kollektif inanç b o y u tla­ rın ın göreli özerkliğini taşıdıklarını, bu göreli özerkliğin göçebe ve yarı-göçebe çoban ve fetih-yağm a savaş-işine sahip topluluklarda aldığı özgül fo rm ların dikkate alınm a­ sının açıklayıcı olabileceğini, gösterm eye çalıştık. Kısaca ; insanlık tarih in in insan üretici gücünün b e ­ lirgin ü stü n lü ğ ü dönem inde, an ah an lık tan babahanlığa geçiş ve h a y a t ta rz la rı arasındaki ilişkinin gelişm esi, k a n ­ daşlığın aşılm ası yolundaki gelişim e p aralellik göster­ m ektedir. Bu m odel dışında hiçbir hipotez, ne terim -u n v an ların ardında y a ta n anlam k atm anlarını, ne de b u n ların v a r­ lığını açıklayabilm ektedir. Şim di; öncelikle, b ir «Giriş» çerçevesinde İnan ve A rsal’ın evrensellik içerisinde T ü rk le rin yerin e ilişkin yaklaşım larını; sonra, örgütlenm enin şam anîlik’e yansı­ m a ve onunla etkileşim biçim lerini; daha sonra «töre» k avram ını ve onun etrafın d a gelişen diğer oluşum ve b i­ çim lenm eleri; ve nihayet, -sanırız ‘bilinm eyen se rü v e n ’i ilk kez b ü tü n ü y le değerlendirilm eye çalışılan- «khan» terim / unvanını yakından görebiliriz. 25

Birinci Bölüm ; ESKİ TÜRKLERDE KABİLE ÖRGÜTLENMESİ ABDÜLKADİR İNAN VE SADRİ MAKSUDÎ ARSAL ÜZERİNE

1.

Kapsam

T ü rk le rin örg ü tlen m elerin in kökenini araştırm aya, iki bilim adam ının üç em eğinin gözden geçirilm esinden h a re k e tle girişm ek m üm kündür. Hacim itib ariy le küçük olan bu üç eserin öncelikle ele alacağım ız ilk ikisi, «tesa­ düf» ki, hem en aynı zam anda kalem e alınm ış ve tebliğ edilm iştir. İkisi de 1948 tarih lid ir. Sözkonusu e tü d le rd e n birincisi, A bdülkadir İn a n ’ındır ve «Göçebe T ü rk B oylarında E vlâtlık M üesseseleriy­ le İlgili G elenekler»' adını taşıy an b ir m akaledir. Diğeri, Sadri M aksudî A rsa l’ın b ir bildirisidir. Şu başlığı taşır: «Eski T ü rk ’lerdeki soy-oym ak teşk ilâtının istin at ettiği esaslarla K adîm Y unanlıların genos-fratria teşkilâtında ve K adîm R om alıların gens-curia teşkilâtında hâkim olan esasların ayniyetine dair.»2 Profesör A bdülkadir İnan ve O rdinaryüs P rofesör Sadri M aksudi A rsa l’ın değerlendirm eleri, kandaş toplum un bütünselliğine iki ay rı cih etten bakışı içer­ m ektedir. «Akl-ı küll»de b irleştirilirlerse, spesifik olarak T ü rk kandaşlığının k av ranılm asının tem el n o k taları s e r­ gilenm iş olur. Ancak, şu n u da hem en kaydedelim ki İn a n ’m m akalesi, değerlendirm eye yöneldiği h u su sla r iti' DTCFD, VI, 3 (1948,) ss. 127-137. 2 IV. Türk Tarih Kongresi : Ankara 10-14 Kasım 1948. Kongreye Sunulan Tebliğler, T.T.K. Yay., Ankara 1952, ss. 109-121 («Tebliğ hak­ kında yapılan münakaşalar»: ss. 121-124).

29

bariy le, ayrıca açıklam a gerektirm eyecek ölçüde n et ve açıktır. A rsa l’m bildirisi de sarih h ü k ü m ler içerm ekle b ir­ likte, bazı day an ak ları bakım ından yanlıştır, vuzuha ka^ v u ştu ru lm a k g erek tir. B u açıklığın sağlanm ası, İn an 'in sözünü ettiğim iz ve öncelikle ele alacağım ız etüdüyle, önem li ölçüde m üm kün olabilm ektedir. B u sebeple, önce, «A nahanlık K ökeninin ve K abile Ö rgütlenm esinin İnce­ lenm esinde M etod S orunları» başlığı altın d a İn a n ’ın m a­ kalesini ele alacağız ve b u n u tak ib en de «Gens Ö rgütü ve T ürkler» başlığıyla A rsal’m bildirisine geçeceğiz. A rsal’ın bildirisinden sonra, İn a n ’m b ir diğer m akalesi, «T ürk E t­ nolojisini ilgilendiren B irkaç K elim e T erim Ü zerine»3 gündem e gelm ektedir. H a ttâ öyle ki, 1948 K ongresinde A rsal’ın bildirisi ü zerin e y ap ılan tartışm a la rd a son sözü İn an alm ış ve sekiz yıl sonra yayınlayacağı kendi e tü d ü ­ n e âd eta b ir girişte b u lu n m u ştu r; ta rtışm a n ın ve genel olarak kon u n u n tabiî uzantısı da budur. Çalışm am ızın «G enel Giriş» niteliği taşıy an bu bö­ lüm ünde sözü ilke olarak başka y a z arla ra bırakm akla, b irb iriy le ilişkili birkaç am acım ız var. Öncelikle, bu ki­ ta b ın alt-başlığında y er alan konulara, konu itib ariy ­ le yaklaşm ış olacağız. F akat aynı zam anda, bu konulara eğilm enin doğurduğu bazı m etod soru n ların ı da dolaylı o larak dile getireceğiz. Bu so ru n lard an birine, «reel» ola­ n ın araştırılm ası sırasında ortay a çıkan ideolojik m üda­ h a le lere de b ir girişte bulunm uş olacağız4.

TDAYE 1956, T.D.K. Yay., Ankara 1956, ss. 179-195. Şunu da yeri gelmişken belirtmeliyiz ki, çalışmamızın ta­ mamı boyunca, «reel» olanı araştırma gayreti, «reel» olduğu varsa­ yılan olgular hakkındaki yargıların ve bu iki olayın birbirini tamam­ ladığı ya da tamamlamadığı konusundaki yargıların nasıl örtüştüğünii (ya da özel görünümlere büründüğünü) izleme çabası içerisin­ de olacağız. Tabiatıyla, bu çaba, en azından belirli bir teorik ko­ numu gerektirir.

30

2.

Anahanlık Kökeninin ve Kabile Örgütlenmesinin İncelenm esinde Metod Sorunları

A bdülkadir İnan, evlâtlık k u ru m u n u n kökenlerini açığa çık artm ak am acıyla kalem e aldığı 1948 m akalesin­ de, göçebe T ü rk b o ylarının bazı tem el özelliklerini de o rtay a koyuyor. B unu g e rçek leştirirk en de, kandaş top­ lu lu k ların örgütlenm elerine ilişkin incelem elerde günde­ m e gelen tem el m etod so ru n la rın a değinm ektedir. İnan, oym aklarda k o ru n m a k ta olan çok «m ahrem » geleneklere nüfuz etm enin fevkalâde zor olduğunu b e lirt­ m ektedir. Y ak u tların örgütlenm esi h ak k ın d a Seroşevski tara fın d a n kalem e alm an eserin (Yakutlar) b ir zam anlar önem li k ay n ak sayıldığını h a tırla ta n İnan, b u eserin y a ­ yınlanm asından 18 yıl geçtikten sonra, Seroşevski’nin verdiği bilgilerin çoğunun yanlış olduğunun İonov ta ra fın ­ dan ortay a konulm uş b u lu n d u ğ u n u kaydediyor5. E tnografya ve folklora ilişkin bilgilerin yanlış a k ta ­ rılm asındaki en önem li sebeplerden biri, göçebe kavim lerd en y etişen ay d ın ların tu tu m u n d an k ay n ak lan ır. A y­ dınlar, «... bugünkü cem iyetlerin ahlâk telâk k ilerin e ay­ k ırı olan örf ve gelenekleri tesb it etm ek ten çekinirler; ırk d aşların m ‘gülünç’ v eya ‘gayri ahlâkî’ âd etlerin i y a ­ b ancılara bildirm eye ‘m illî duygu’ları m ani oluyor. M ese­ lâ G rodekov’un m uh b irlerin d en b iri (‘S ırderya E yaleti K ırgızları ve K a ra-K ırg ızlar’, sahife 98) sexual hospita­ lité h ak kında sorulan suale ‘böyle şey olm ak değil, dü­ şünülem ez b ile’ dem iştir. (G rodekov’dan n ak len A lfred H udson, Kazak Social Structure, New H aven 1938, s. 48). Çokan Velihanov, K azak-K ırgız ve K ara -K ırg ız lar’m örf ve âd etlerin d en bahsederken K ara-K ırg ızlar’ın h e r tü rlü ’uygunsuz’ geleneklerini tesb it ettiği hâlde, kendi k ab i­ lesi olan K azak-K ırgızlar’ın ‘uygunsuz’ âd etlerin i açığa ç ık a rtm a k ta n çekinm iştir. M eselâ, ‘K ızoynak’, ‘K urdaşlık h a k k ı’, ‘yenge ile küçük k a y ın b irad e r arasındaki m üna5 A. İnan, «Göçebe Türk Boylarında Evlâtlık Müesseseleriyle İlgili Gelenekler», ss. 127-128.

31

se b etler’ den bahsetm iyor. H albuki V elihanov’u n K araK ırg ızlar’da m üşahade ettiği ‘uygunsuz’ âd etlerin hepsi K azak-K ırgızlar’da da vardı. İşte bu m illî veya kavm î gu­ ru rd a n doğan ‘hissiy et’ birçok ö rf ve â d e tlerin b ü tü n çıplaklığı ile tesb it edilm esine m âni oluyor.»4 B u ve benzeri davranışlar, bize göre de bilim sel ça­ lışm anın önündeki engellerin en önem lilerindendir. Biz, İn a n ’m üzerinde d urduğu «hassas» kon u ların gözlem e da­ yalı biçim de doğrudan açıklanm ası ve betim lenm esi gibi spesifik yönelim li a ra ştırm a yapm adığım ız halde, ispat araçlarım ızı seçerken «dikkatli» olmamız gerekli görül­ m ektedir. Yine de, itira f etm ek g erekir ki, sosyal bilim çerçevesinde ve siyasal teori alanındaki herh an g i b ir ça­ lışm anın önündeki engeller, etnografya ve folklor m alze­ m esinin toplanm ası ve kullanılm asında karşılaşılan lar k a ­ d ar b ü y ü k değildir. K onunun bizim açım ızdan önem li noktası, sadece belirli cinsel dav ran ışların betim lenm e­ sinden ötede, genel kuramsal konum açısından toplum ­ sal örgütlenm enin eski biçim inden sözetm ek sırasında o r­ ta y a çıkm aktadır. M evcut düşünce kalıp ları ve etik a n ­ layışlarının, en genel teo rik k onum ların dile getirilm esine nasıl engel olabildiğini, bilim sel konferans ve ta rtışm a ­ lard a bizzat ve defalarca gözlem ledik. Ö rneğin, b ir erk ek şam an’ın kadınlığa öykünm e biçim lerinden b irin i — tab ia­ tıy la edep k u ralları içerisinde— betim lem enin bile zor olduğu kabul edilm elidir. Oysa, b elirli b ir zam an ve m e­ kând a sam anların bu ve benzeri davran ışlarla «otorite» sahibi olm uş olduklarını açıklam aksızın, daha da uzak b ir geçm işin örgütlenm e biçim ini ve dolayısıyla oradan b a ş­ layıp «siyaset»e v a ra n yönetim tercih lerin i tam anlam ıyla açıklam ak m üm kün değildir. Bu kabil engellerin en önem li sonuçlarından b iri de, o uzak geçm işin gereğince açıklanam am asından ötürü, 6 İnan aynı, s. 128.

32

eksik veya güdüm lü yorum ve d eğerlendirm elerin gere­ ğince çürütülem em esi şeklinde «tecelli» etm ektedir. H at­ tâ bu hâl, tem el m etodolojik k onuların ele alınm asına bile siray et edebilm ektedir. Bu noktada, İn a n ’m değerlendirm esine h arfiy en k a ­ tılıyoruz: «... Eski T ü rk ve M oğollar’m İçtim aî m üesseseleri ve bu m üesseselerin m enşeleri h ak kında birçok etü d ler yapılm ış ve tü rlü n a zariy eler o rta y a konulm uştur. Bu etüdrerin çoğunda m etod bakım ından iki tü rlü önem li ak­ saklık görülm ektedir: 1) T espit edilen gelenek ve âdetleri çok eski devirlerden b e ri değiştirilm eden m uhafaza edil­ m iş gibi kabul etm ek; 2) B ir İçtim aî m üessesenin ta rih i ve m enşei te tk ik konusu olarak alındığı zam an, yalnız o m üessese ile sıkı bağlı âdet ve geleneklere önem v e re ­ rek, bu m üessese ile çok eski d ev irlerd e ilgisi olm ası m uh­ tem el olan başka âdetleri, te tk ik konusu çerçevesinden dışarı bırakm ak.»7 E tnografyacılardan çoğunun tö ren ve geleneklerden ziyade k u ru m la rd a n doğan h u k u k ilişkilerine önem v e r­ m eleri de, y anlışlıklara kapı açm ak anlam ına gelm ekte­ dir. K u ru m ların eski şeklinin ipuçlarını, sırf gelenek olaAynı, s. 128. İnan, devamla, metod bakımından birinci nevi akmaklık örneklerinin birçok etiıdde görülebileceğini, konuyla ilgili olan bir - iki örnek göstermekle yetineceğini kaydediyor. N. Haruzin ve Alımet Caferoğlu’nun çalışmalarındaki metodu eleştiren İnan, çağdaş topluluklarda eski kurumların oriijnal tipinin korunmuş ola­ mayacağını belirtiyor. Yakutlarda bile geleneklerin oriinalitelerinin yaşamasına imkan olmadığım; bu arada, evlatlık kurumunun eski ve temel özelliklerinin değişerek yaşamış bulunabileceğini gösteriyor (s. 129). «Mâlım olan bir gerçektir ki ‘en eski Türk hayat tarzını ay­ nen muhafaza eden’ bir Türk boyu mevcut değildir. Çoktan yıkılmış, dağılmış eski içtimai müesseselerin ancak enkazlarım, gelenekle­ rini az veya çok muhafaza etmiş Türk 'boyları bahis konusu olabi­ lir. [Altım biz çizdik.] İnan, Yakutların kurumlarının da bütünü ba­ kımından ayrıcalıklı bir yere sahip olmadığını, ancak şamanbk ge­ leneklerinin buna istisna teşkil ettiğini vurgulamaktadır.

33

ra k devam eden «İçtimaî m üstehase» hâlinde yaşayan u n ­ s u rla ra göre aram ak g e re k tir8. G erçekten de, b ir evlâtlık (ya da «uşak»)edinm ede uygulanan p ra tik le r belirli dö­ n em lerin hem en b ü tü n kandaş geleneklerinin k alın tıla­ rım ihtiva ettiği gibi, daha önceki k a y b o lm u ş/k a y b e ttiril­ m iş kandaş ö rgüt öncüllerini de b u süreçte görm ek veya uslam lam ayla çıkarm ak m üm kün olabilm ektedir. E v lâtlık edinm ede b ü tü n eski şam anı u n su rla r, yer y e r değiştirilm iş ve babahanlığm töresine uygun hâle ge­ tirilm iş olm akla birlik te, an ahanlık k alıntılarım içerir. B ugünkü anlam da «uşak» (sürekli yardım cı) edinm enin usulü bile yine kandaş geleneklere dayanır. A slında, «uşak» kelim esi de b ir değişim sonucunda bugünkü anlam ını k a ­ zanm ıştır. Eski T ü rk lerd e böyle b ir k u ru m olm adığı, ola­ m ayacağı için bu k avram ı k arşılayacak kelim e de b u lu n ­ maz. «Uşak» eski tü rk çed e çocuk dem ektir. Ö rneğin çağ­ daş K azak-K ırgızlar hizm etçi yerin e «yiğit» kelim esini k u llan ırlar. D estanlardaki k a h ra m an la ra yardım cı olan kişiler, «kul» ve «köng»dür. Bazı lehçelerdeki «yalçı»nm çok so n raları m eydana geldiği âşikârdır. Yeni anlam ıyla uşaklık [b ile], b ir törenle o lu ştu ru lu r. Uşak, kem ikten yapılm ış bıçağını çıkaracak, serçe parm ağını kesecek, k a­ yın ağacı kabuğuna dam gasının resm ini yapacaktır; ki b ü ­ tü n b u n la r eski « anda/and» tören in in u n su rla rıd ır9. 8 Aynı, s. 129. İnan, spesifik olarak evlâtlık kurumunu ince, lediği müteakip sayfalarda, töre ve gelenekler içerisinde yer alan ve bunların geniş ölçüde yaratıcısı olan akrabalık ilişkilerini ele al­ maktadır. Çeşitli kandaş topluluklar, Türk boyları ve özellikle Kazak-Kırgızlarm bilinen geleneklerinin değerlendirilmesinde, kabile inanç sistemini dikkate alan bilgin, bu boyların totemcilik gelenek­ leri hesaba katılmadan ve geçim tarzlarının oluşumu gözetilmeden sonuca varılamayacağını göstermektedir (s. 130). Devamla, «miras, şahsı mülk hakları gibi çok mütekâmil değişiklikleri sonrasındaki hu. kukî telâkkilerin etkisinde kalındığında örgüte ilişkin gelişimlerin an. ¡aşılamayacağı örneklerle anlatılmaktadır (s. 133; altını biz çizdik). 9 Bkz: Aynı, s. 134.

34

K abile toplum u olm anın tem el özelliklerini sü rd ü ren b oyların X IX . ve XX. yüzyıl törenleri, h ay li eskinin bir devam ı olarak gözükür. Oysa, kronolojik olarak çok eski olan U ygurlar, h ay at tarzın ın gelişim iyle ölçülebilen ger­ çek T arihsel zam an bakım ından pek y en id irler. U ygur D evletinin sosyal organizasyonunda evlâtlık edinm e için tö re n yapıldığına dair bilgi m evcut değildir. «H er halde U ygur tü ccarları için ‘tö re n ’den ziyade yazılı ve m ü hürlü sen etler daha kıym etli olm uştur.»10 İnan, evlâtlık k u ru m u n u n tem el sebebini ve T arih ( = tarih ö n ce si-ö n tarih -tarih kesintisizliği ve değişimi) içerisindeki oluşum unu değerlendirirken, kaçınılm az so­ nucu b ü tü n açıklığıyla b elirtm ek ted ir: «E tnografya ara ştırm a ların d an edindiğim iz bilgilere day an arak b u m üessesenin çok eski devirlerde, ihtim al ki ANAERKİ ÇAĞINDA, m eşrû sayılan ‘döl alm a’ âdetinde araü n lm ak lazım geldiği kan aatin d ey iz11. 10 İnan, aynı, s. 135. Orada bile, uşaklığı evlâtlık perdesi altın­ da saklamak şeklinde, eski kabile övüncü geleneğinin kalıntısını gör­ mek mümkündür. 11 Aynı, s. 135 (altını biz çizdik). Göktürk efsânesinin kökenleriyle ilgili olarak Bahaeddin Ögel; çocukların annelerinin «soy adları» ile anıldığını naklediyor: Na Tu-liu’nun 10 tane karısı vardı. Bunların doğurdukları erkek çocuk­ ların hepsi aile isimlerini annelerinin soylarından alıyorlardı. A Shih-na ailesi, (Na-tu-liu’nun küçük karısının soyundan geliyordu...» Öge^ «Doğu Göktürkleri Hakkında Vesikalar ve Notlar», TTKB, XXI, 81 (1957), s. 87 : Chou-shu 50 —Vesikalar 1-3. rivayet.) Çinlilerin tesbit etmiş olduğu Göktürklerin ceddi hakkındaki bu efsâneyi Ögel, «Efsânelerde Maderşahî (kognat) unsurlar» (aynı, s. 109) başlıklı paragrafta yorumlamakta ve bunun «çok eski maderşahî bir ana­ nenin izi mahiyetinde» görmektedir. Moğollardaki «eski maderşahî kognat münasebetiyle bakiyesi» olan gelenekler için bkz: B.Y. Vladimirtsov, Moğolların İçtimai Teş­ kilâtı. —1934 nüshasından, rusçadan— çev.: Abdülkadir İnan, T.T.K. Yay., s. 78 vd. Oymakların tek bir büyük anneye bağlanışı (emegen) (s. 75), müstakbel karısının evinde kalmak üzere «güveyliğe» gitme

35

A rap m üelliflerinin verd ik leri bilgiye göre, C ahiliyet dönem inde «döl alm a» geleneğinin bulunduğunu ve u y ­ gulam adan kesin sonuç alınabilm esinin koşullara bağlan­ dığını görüyoruz'2. Eski avcı ve göçebe O rta A sya kavim lerinde bu âdetin m evcut bulunduğu ve daha XIX. yüz­ yılda K azak-K ırgızlarda âdetin devam ettiği hakkında r i­ v a y e tler vardır. Y akutların, zevcelerinin başka b iriyle m ünasebetinden doğan çocuğu öz evlât o larak kabul e t­ m eleri, kocası uzun m üddet evinden a y rılan kad ın ların «gayri m eşru» çocuklarını kendi e v lâtları say m aları'3, «döl alm a» âdetinin m eşru sayıldığı b ir devirden kalm a geleneklere dayanır. «Döl alm a» âdetinin eski T ü rk boylarında b u lu n d u ­ ğunu ortay a koym ak, T ü rk boylarının tarih e girm e dö(s. 78), babası anılmayan ya da belli olmayan büyük kahramanlar (not 31), ana tarafından akrabalık teriminin karı tarafından akra­ balık terim i oluşlu (s. 78), akrabalık sistemi hakkmdaki (törgün) inançların örgütsel yapıyla örtügmesi (ss. 82-85), sadece birkaç ör­ nektir. 12 «Okyanus» müellifinin, döl alma âdetini açıklarken, bu âdeti «dinsiz»lere atfetmesi ve aynı âdetin Araplarda da bulunduğunu sü­ kûtla geçmesi hakkında takz: İnan, aynı, ss. 135-136. Âdet, kandaşlığın en eski izleri bulmduğunda, her yerde görülmekte; babahanlığın ge­ lişkin Roma’sında dahi (medeniyet ahlâksızlıklarıyla ilgili olmayan) bu eski olay tesbit edilebilmektedir. 13 inan, s. 136. Bkz.: A. Caferoğlu, «Türk Teamül Hukukunda Evlâtlık», THİTM, II (1932-1939), 1939, ss. 103-104. Evlât edinmede, çocukların da baş koruyucusu olan büyük dişi kutsallık Umay’m hi­ mâyesi, kadın şamanlarm törenleri için bkz.: Caferoğlu, aynı, ss. 102-103 not 10. Eski kandaş gelenekleri konu alan birçok etüdde, ev­ rensel yâni Tarih bakımından gelişimi içeren ve fakat kalıntı olarak ancak bazı yerlerde sürebilmiş kandaş özelliklerin «mahallî» olarak damgalanmak talihsizliğine uğradığını görebiliyoruz. Bkz. Aynı, s. 113 (Kırgızlarda evlâtlık.) Üstelik, aynı örnekler yorumlandıkların­ da, bu kez, geç dönemlerde ortaya çıkmış unsurların ön plana geçi­ rilmesiyle evrensellikleri de gölgelenmiş olmaktadır («Evlâtlığın ya­ bancı vasfını sürdürmesi»; s. 114.)

36

nem lerindeki esaslı v asıfların ın bu âd etlerin y ü rü rlü ğ ü n ü yansıttığı anlam ına gelm eyeceği gibi, bu âdetin sadece b elirli kavim lerde bulunduğu şeklindeki bilim -dışı söz­ leri de kesinlikle dâvet etm ez. Olay, babahanlığın çok ön­ cesinin k alın tıların ın yansım ası olarak düşünülm eli; «or­ taklaşa ‘aile’» m efhum unun b ir yönü olarak değerlendi­ rilm elidir. N itekim , Dede K o rk u t hik ây elerin d en birinde, S alu r K azan’la b irlik te A b h azlar’a tu tsa k düşen Oğuz ço­ banı, Oğuz M eliki’ne «M ere k â fir... döl alm ak istersen k a ra gözlü kızın v arsa götür, K azan’a ver!» diy erek ola­ yın «kâfir»likle bağdaştığını söylüyor ve bu destanın oluş­ m ası zam anlarında bile âdetin uzak durulacak şey oldu­ ğunu belirtiyor. Yine, âdet, babahanlığın aile anlayışın­ daki T ü rk kadınlarının, İn a n ’ın deyişiyle, «afifliği ve n a ­ m usluluğu» ile de ilişkili d eğildir14. D aha şam anlıktan ayrılm am ış olan Oğuz boylarından bahseden İbn Fadlan, Oğuz kad ın ların ın örtü n m ed ik leri hâlde iffetli oldukla­ rın ı söylüyor15. Yine, G öktürk gelenek-göreneklerinden bahseden Çin vakanüvisleri «m eşru olm ayan» ilişkilerde ölüm cezasına gidebilen cezalandırm aları16 k ay d etm ek te­ dirler. D oğruluğuna şüphe bulunm ayan bu hab erler, «ataerki ailesinin en m ütekâm il safhasında bu lu n an haM Aynı, s. 136. 15 Ayııı, s. 136: A.Z. Velidi Togan, Ibn Fadlan’s Reisebericht, metin s. 11, tere. s. 21, ek paragraf 21, a. 16 «Ceza» yerine özellikle «cezalandırma» olayını \urgulayalım. Kandaş toplumda, bir kabile mensubunun eyleminin sorumluluğunu bütün topluluk taşır. Kişi’nin gerek toplum töresi dışı davranışında mensub olduğu topluluğa karşı durumu, gerekse diğer bir topluluğa karşı davranışı, topluluk veya toplulukların bütününü ilgilendirir. Yazılı ceza olmadığı gibi, ceza fikri öncelik taşımaz; önemli olan, «yasak» kavramıdır. Bu bakımdan uygarlıktaki «ödetmesye benze­ mez. Göktürklerdeki uygulama, töre’nin, toplumun gidişine uygun olarak, yorum farklılıklarına uğradığı bir dönemi simgeler. Zaman­ la, bu yorumlar, törenin derinden derine değişimine yol açacaktır. Konunun genel kapsamı itibariyle tartışılması ve sonraki «medenî» normlarla ilişkisi için bkz: Ümit Hassan, «Ölüm Cezası Sorunu, SBFD, XXVH, 1 (1972); özellikle ss. 85-86,

37

k an ve y abguların k a ra rg â h la rı çevresinde — zam ana göre k ü ltü r m erkezlerinde— b u lu n an boylara a ittir. Bu çevrede b u lu n an boylar asaletli boylar olup ‘ilin sağrısı’ (‘m em leketin belkem iği’) sayılm ışlardır ki, b u n lar ‘döl alm a’ gibi ilkel âd etleri çok eski devirlerde b ırak m ışlar­ d ır... F ak at orm anlık ve dağlık bölgelerde ilkel yaşam a şa rtla rın ı henüz değiştirem eyen bazı oym aklar son d evir­ lere k ad ar çok eski geleneklerin izlerini m uhafaza etm iş­ lerd ir.» 17 3.

Gens Örgütü ve Türkler

S adri M aksudî A rsal’ın etüdündeki «doğru»lar, te ­ m el b ir eksiklik ve dolayısıyla y an lışlıktan h a re k e tle in­ şâ edilm ektedir. A rsal’a nazaran, «Soy-O ym ak teşkilâtı m erkezî hâkim iyete istin at eden ‘D evlet’ler teşekkülün«Törü» kelimesi «örgüt kuralları» anlamını ifâde ettiği gibi «ada­ let» anlamında da kullanılmıştır. «Töre» dışında «adalet» olarak be­ lirtilebilecek ayrı bir kavramın gelişmesi, hayli geç dönemlerin ürü­ nüdür. Devletin yerleşiklik niteliğiyle uygarlık kurumlarım geliştir­ mesi örgütsellik dışında bağımsız bir «adalet» kavramının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Uygur ve Karahanlılar bu gelişmenin öncüsüdürler. Göktürkler öncesinde, Göktünklerde ve sonrası yarı-yerleşiklikte töre, bütün kural ve uygulamaları kapsar. Hattâ, XIII. yüz­ yıl Cengiz gelişiminde bile —«adalet» bir yana— «yasa» ile «töre» birbiri yerine kullanılmıştır. Bu durum, bütün değişimlere rağmen —ve bu değişimlerle birlikte— kandaş toplum bütünselliğinin uzun süre korunmuş olduğunu gösterir. Toplumdaki katmanlaşmanın a rt­ ması halinde bile, bu katmanlaşma dolayısıyla «üst» olanlar, bu üst olmaları gelişimine payanda olarak kandaş gelenekleri sürdürmek zorunda kalmışlardır. 17 İnan, aynı, ss. 136-137. Abdülkadir İnan’ın bir başka etüdü de geleneklerin kökenlerini gösteren verilerle doludur: «Kazak-Kırgizlar’da ‘Yeğenlik Hakkı’ ve 'Konuk Aşı’ Meseleleri», THTD, 1 (1941-1942), Ankara 1944 (İstanbul Cumhuriyet Matbaası), ss. 27-36. Özellikle «yeğenlik hakkımın in­ celenmesi bakımından fevkalâde önemli olan bu çalışmada İnan, içer­ den evlenilmezlik (egzogami) dairesi ile evlenilebilirliğin başladığı

38

den. önceki b ir İçtim aî ve siyasî k u ru lu ş safhasıdır.»'8 «M erkezî hâkim iyet» k avram ını «hükm»e day an arak dü­ zenlem e olarak alırsak ve «siyasî» nitelem esini de geniş anlam da kabul edersek (ki cüm lede böyle b ir anlam v a r­ dır), bilginin yargısına katılm am ak m üm kün değildir. «A ileleri baba riyasetine, akrabalık kan birliğine k u ­ rulm uş b ü tü n m illetlerin siyasî ve m edenî inkişafında soy - oym ak teşkilâtının çok m ühim rolü v ard ır.» '9 Bu y arg ı­ daki genel anlam a da katılıyoruz. A ncak bazı hu su sların açıklığa kav u ştu ru lm ası gerekm ektedir. B ir kere, «aile­ leri baba riyasetine [göre] kurulm uş» olm ayan to p lu lu k ­ ların m illet seviyesine gelm iş olm aları ihtim âli T a rih ’e aydış birimi ele alarak konuya eğilmektedir. (Bkz: ss. 34-35.) «Yeğen» kelimesine hemen bütün Türk lehçelerinde (yeğen, yeğen, yeyen, cihen, ciyen, sien) ve Moğolcada (cıga) rastlanılmaktadır. Yeğenlerin dayılarının malından üç defa «çalma» hakkı vardır (Kazak-Kırgızlarda) ve buna kimse itiraz edemez. Yeğen, anasının kabilesinin dü­ ğününde, aş’mda (ölüler anısına verilen yoğ ziyafeti), kımız bay­ ramında, babasının kabilesinin haiz olduğu mevki (orun) ve pay (üliiş) haklarından daha fazlasını talep edebilir. Olay, anahanlık ka­ lıntılarına paralel ana soy zinciri (çizgisi) gelişiminin değiştirilmiş ve töreleştirilmiş biçiminden başka şey değildir. Hatta öyle ki, anahanlığın, toplayıcılık ve küçük boyutlu avcılıktan sonraki gelişkin avcı­ lıkta ve hayvan ehlileştirilmesiyle başlayan gerileme döneminin ha­ tırası, babahanhkla çakışır ve yeğenin sözkonusu edilen «çalma» hakkı, sadece av konusunda sınırlanır. Dayının mesleği avcılık ise av köpeği ve eşyası çalınamaz. Yeğen bunları çalarsa bile, iade etmeğe mecburdur; ayrıca bir ceza verileceğine dair kayda rastlanmıyor. Zaten, «yol» (töre yol'u) bilen yeğen bunlara dokunmaz. Konuklara yemek vermek, ikram ya da misafirperverlik değil, töre gereğidir. (Bkz: s. 36.) «Konuk/konak aşı» ve «konuk yatağı» töreye göre her­ kesin ortak hakkıdır. Bu işte özel mülkiyet bahse konu olamaz. Zira, bu hak sadece yemek yemek ve yatmak ile sınırlı değildir; hayvan­ larına ot ve yem almak da hak’ka dahildir. Vermeyen, misafir ta ­ rafından dava edilebilir. Ceza olarak alınan «ayıp», misafirin mensup olduğu örgüte devredilir. ,B «Eski Türk’lerdeki Soy-Irmak Teşkilâtı (...), s. 169. 19 Aynı yerde.

39

k ın düşer. B ütün m illetlerin sosyal düzeninde baba riy a­ seti vard ır. A rsal’ın cüm lesi, b ü tü n m illetlerin bu sosyal gelişm eyle oluşm uş bulunduğu keyfiyetini içeriyorsa, y a r­ gı doğrudur. Ancak, cüm lenin tam am ını dikkate alınca, «soy-oym ak teşk ilâtın ın m ühim rolü» olabilm esi için, «ailelerin («aile»yi şim dilik kandaş toplum ü n itesi olarak alıyoruz) baba riyaseti»ne bağlı olm aları zorunluğu do­ ğuyorsa, bu y argı izaha m u h taçtır. Zira, eğer, baba e rk ’i öncesinde ana e rk ’inin hiç m evcut olm adığı kastediliyorsa ve sözkonusu y argının böyle b ir anahanlık dönem i y a ­ şam am ış kabilelere inhisar ettirilm esi sözkonusuysa, y a r ­ gının b ir anlam ı kalm az. Ö te yandan kaydetm ek g erekir ki, değişik m illetlerin geçmiş tarihinde, «baba riyaseti»ne ulaşm adan önce, cüm lede ifâde edildiği gibi «siyasî ve m edenî» b ir «inkişaf»ın belirm esi m üm kün değildir. T a­ biatıyla, babahanlık «m edenî inkişaf»ta rol oynadığı kadar, b u n d an önce ve buna giden yolda kabile toplum unun ge­ lişm esinde rol oynam ıştır20. A rsal’ın sözleriyle, «Son yüz yıl içinde yapılan a ra ş­ tırm a la r isbat e tti ki b ü tü n A vrupa m illetleri m erkezi­ leşm iş hâk im iy etten ib are t olan d ev letler teşkilinden ön­ ce b ir k ab ileler ittih ad ı (C onfédération de tribus) devri geçirm işlerdir.»21 K abileler ve k ab ileler birliğine giden yolda sosyal ö rg ü tü n küçük ü n ite le rin e kadîm Y unanlı­ la rın Genos, R om alıların Gens, G erm enlerin Sippe, eski T ü rk le rin U rug dediklerini b elirten A rsal22, bu birlik leri

20 Nitekim, terminolojiye katılmamakla beraber, kastedilenin bu olduğunun daha sonra (s. 110’daki Maine’e atıfta) anlaşıldığını söyleyebiliriz. 21 Aynı yerde 22 Arsalın s. 109’daki bu sunuşunda( belki de tebliğin tesbiti ya da kısaltılması aşamasında olacak, müphem bir ta ra f vardır. Gens’in temel birim olarak görülmesi ile kabileler birliği arasında zamansa] bir ilişki varmış gibi bir —yanlış— anlamaya sebebiyet verebilen anlatımın arızî olduğu, sonradan anlaşılmaktadır.

40

«soy» kelim esiyle ifade edeceğini k ay d etm ek ted ir23. Tebliğci devam la, «Bizim eski T ü rk le r ve eski T ü rk ananele­ rin i iyi m uhafaza etm iş olan bugünkü T ü rk kavim leri hakkındaki araştırm alarım ız isbat e tti ki bu soy-oym ak şeklinde teşkilâtlanm a ve bu teşk ilâta hâkim olan esaslar A ri ırk ın a m ensup A vrupa m illetlerin e m ahsus olmayıp, T ü rk kavim lerinde de görülm üş hadise ve esaslardır» di­ yor. Gens örg ü tü n ü n evrenselliğini v u rgulayacak b ir ta r ­ tışm aya girm eden, katıldığım ızı belirtelim . A rsal’ı, konu­ n u n evrenselliğine götürm eyen nokta, çoban-göçebe kav im lerin m ed eniyetler ü zerin e yürüm esine ilişkin kısıtlı b ir lite ra tü rle yetinm esinden kaynaklanm aktadır. A rsal, genos-gens (Grek-Rom a) terim lendirm esinden b aşlay arak buna soy dedikten sonra, fra tria-c u ria (oymak) ve file-trib u s (ok= oym aklar ittihadı) sıralam asını b e lirt­ m ektedir. M aine, Fustel de Coulanges24, A. Ja rd e , Th. M omm sen gibi b elirli bazı k ay n a k la ra d a y an arak gelişti­ rilen bu tasnifin içerdiği T arihsel gerçeklik, ne yazık ki, asıl önem li olan gens ö rg ü tü n ü n niteliğinin açıklığa k a ­ vuştu ru lm asın d a kaybolup g itm ektedir25. Zira, «Gens m ü şterek b ir babadan n e ş’e t ettik lerin i iddia eden ferd ve aileler topluluğudur»26 sözü T arih-dışıdır. G ens’in in ­ 23 Arsal, (s. 110 not 2’de) şu açıklamayı yapmaktadır: «İzaha hacet yoktur ki, bizim için kelimenin ehemmiyeti yoktur. Soy yerine ı rug veya oğuş. oymak yerine boy demek de mümkündür.» (Arsal, bu açıklamayı yaptığında, «fratri» karşılığı «oymak» kelimesini kulla­ nacağını belirtmiş bulunmaktadır.) 24 Bu bilginlerin kendi düşünce tarzları konusunda genel bir değerlendirme ve dolayısıyla muhtemel etkileri konusunda bkz: E.E. Evans-Pritchârd, Théories of Primitive Religion, O.O.P. 1972, ss. 50-51. 25 Bkz: ve krş: Ziya Gokalp, Türk Medeniyeti Tarihi * İslâmiyetten Evvel Tiirk Medeniyeti, (1925,) Kültür Bakanlığı Yayınları 1976, s. 169. Düşünür, Türk ili’nin içtimai bünyesini anlamak için, Türk teşkilâtını eski Yunanlılarla Romalıların «medine» teşkilâtı ile karşılaştırmayı önermektedir: «İl (Medine) = la cité. Öz (aşiret) = la tribu, boy (kabile —la phratrie, sop= les gens, so y = la parentéle...»

26 Aynı, s. 113. 41

san topluluğu olm ası dem ek, onun ana tara fın d a n a k ra ­ balıkla o rta y a çıkm asına bağlıdır. Ve gens’in «aile»lerin birleşm esiyle hiçbir ilgisi yoktur. A rsal’ın etüdündeki «doğru»ların tem el b ir eksiklik ve dolayısıyla yanlışlık­ ta n h a rek etle inşâ edilm iş olduğunu söylerken, bunu k ast­ ediyorduk. Bizim için ilgi çekici olan husus, m em leketim iz ak a­ dem ik çevresi içerisinde ilk kez b ir araştırm acının «m il­ le tle rin devlet safhasından önceki devirlerinde»27 ne ol­ duğunu sistem leştirm e ihtiyacı duym uş olm asıdır28. N ite­ kim A rsal, «Y unanlılarda Soy-O ym ak Teşkilâtı». «Roma­ lılard a Soy-O ym ak Teşkilâtı» ve «K adîm C erm enlerde Soy Teşkilâtı»nı özetledikten sonra, «Eski T ü rk lerd e Soy -O ym ak T e ş k ilâ tın a 29 geçm ektedir. B urada, eski T ü rk 27 Arsal, kendi eseri Türk Tarihi ve Hukuk (I)’a atıflarda bulun­ maktadır (İstanbul, İsmail Akgün Matbaası, 1947). Yazarın, Orta Aşya Türk Tarihinin Ana Hatları’m —daha doğrusu bu eserinin müs­ veddelerini— göremedik. S.M. Arsal’ın basılmış eserlerinin listesi için, bkz: TK, V, 53, s. 344. 28 «Eaki Tiirklerdc Soy-Oymak Teşkilâtı (...)», ss. 116-121. 29 Arsal, Türk kavimlerinin «sov-oymak» örgütünü kanıtlayan ve­ rileri sergileyerek Tarihin devletle başlamadığını göstermekte ve fa­ kat bu sefer de babahanlıkla başlatmaktadır (bkz: Aynı, s. 121). Teb­ liğden sonra yapılmış olan tartışm alar içerisinde, hâliyle, bizim için Abdiilkadir İnan'ın açıklaması dikkate değer olmaktadır: «Eski Türk teşkilâtında soy, oymak vs. birbirleri ifade eden terimleri tasnif tec­ rübesi rahmetli Z. Gökalp tarafından yapıldı. Gerek onun ve ge­ rekse S.M. Arsal’ın tasnifi ve bu tasnif için kullandıkları terimler çok karışıktır. TürkJerin boy teşkilâtını ifade eden boy, ulus, il, oğuş (Yakutça us), oba, ok vs. gibi terimler XI. asırda (Mahmud Kâşgari’de) bile ittiradlı değildir. Meselâ boy bir yerde kabile, bir yerde kavim, bir yerde nas diye tercüme edilmiştir. ‘Boy’ kelime­ sine ‘kabile’ dediği gibi ‘Oba’ya da kabile diyor. Bir yerde Yıva kabile, diğer bir yerde batın ile karşılanıyor. Tasnifler ancak muay­ yen bir asır yahut iki üç asır için yapılabilir. Bir asırda oymak yahut soy dediğimiz zümre iki-üç sonra büyük kabile hattâ kavim olur, yeni oymaklar türer.» İnanın konuşmasının ilk bölümü budcr.

42

lerdeki soy, oym ak, ok biçim inde örgütlenm enin G rek Rom a ö rgü tlerine denk düştüğü açıklanıyor. B undan son­ ra söz sırası, kelim e anlam ında da, m ecazî anlam da da yine İn an ’dadır. 4.

«Türk Etnolojisini İlgilendiren Terimler Üzerine»

Başlığım ızda da sadık kaldığım ız ikinci önem li m a­ kalesinde30 İnan, kökenleri itib ariy le kandaş örgüte iliş­ k in te rim le r niteliğindeki bazı tem el kelim eleri açıkla­ m aktadır. B unlar, «budun», «uluş-ulus», «oguş», «urug», «oba», «boy», «bukun», «bag», «soy», «il», «om ak-oym akaym ak», «ocak, ağıl, arıs», «töbe, töbö», «yasa-yasag», «töre-türe»dir. A ncak b u kelim eler doğrudan incelenen ve p a ra g ra f başlığı halinde b elirtilm iş b u lu n an te rim le r­ dir. B u k elim eleri incelerken ele alınan ve h a k la rın d a do­ laylı o larak bilgi v erilen aynı n itelik tek i kelim eler, y u ­ k a rıd a sıraladıklarım ızla b irlik te 100’ü b u lm ak tad ır3'. «Urug» kelim esi hakkındaki b ilgiler toparlandığın­ da32, kelim enin, kan akrabalığına dayalı grubu belirlem ek İkinci bölümü ise çok kısadır: «Prof. S.M. Arsal’ın ortaya koyduğu bu mesele Türk etnolojisi bakımından önemlidir. Çalışılması gereken konudur.» (s. 124) Görülüyor ki, İnan'ın konuşmasının ilk bölümü, Arsal’ın bildirisi ile ancak dolaylı ilgisi olan bir konuya ayrılmış, tır: teknik bir açıklama yapılmaktadır. Ne var ki, bu teknik açık­ lamanın ardında çok dolaylı bir yorum, bir suskunluk da yok de­ ğildir. Hattâ, İnan’ın bu teknik açıklamasının «Bir asırda...» şeklin­ de başlayan son cümlesi, inan'ın kendi söylediklerinin iç bütünlü­ ğüyle de «ittiradlı» değildir. Zira, bir küçük ünitenin birleşerek büyümesi ile orijinal örgütselliğin gelişmesi birbirine —bilerek mi?— karıştırılmaktadır. «İkinci bölüm» diye vurguladığımız son iki cüm­ le ise, akademik nezaketin ötesinde, çok önemli bir zorunluluğu be­ lirtmektedir. 30 TDAYF, 1956 ss. 179-195. Bkz: İnan, aynı, ss. 194-195. 32 Yazıtlar, Divan-ı Lûgat-it Türk, bazı lehçelerdeki kullanım­ lar için bkz: Aynı, ss. 182-183.

43

için kullanılm ış olduğu anlaşılm aktadır. Bu kelim e nesil, nesep, soy, kabile anlam larında kullanılm ıştır. F ak at eski m etin lerd e ve anlam ca eskiye yönelik betim lem elerde «tohum » anlam ına gelm ektedir. «Urug(ğ)» ile «tarıg(ğ)»ın aynı anlam ı v e rir hâle geldikleri de anlaşılm aktadır. «Ok» kelim esi eski T ü rk y azıtların d a boy, soy anla­ m ında kullanılm ıştır. A ltay T ürkçesinde «uk», m e n ş e , soy, kabile anlam ındadır. O ğuzların «Bozok» ve «Üçok» kol adlarının da gösterdiği üzere, soy’a d a ir kelim elerle ö rg ü t’e dair kelim eler aynı k avram a doğru b irleşm ekte­ d irle r33. K âşgarlı M ahm ut’a göre «oba» Oğuzcadır ve kabile dem ektir. Yine biliyoruz ki, A ltay lard a şam anı tö ren lerin yapıldığı tep elere «oba» denir. Doğu T ü rk lehçelerinde «oba-obo» adı verilen yapm a tep elerd e «cedd»ler ve eski k a h ra m an la r anılır. O ba’nm so n raları yaygın şekilde ö r­ güt birim in i karşıladığı ve O sm anlı Türkçesirie de böyle geçm iş olduğu m alum dur. K elim enin çoban geçim ta rz ı­ na ilişkin spesifik k a rşılık la rın ın sonradan b ir anlam d a­ ralm asıyla oluştuğu anlaşılm aktadır34. G örülüyor ki, tek b ir kelim ede, kandaş h a y a t tarzın ın hem zam an itibariyle gelişim ve değişim ini hem de örgütsellik itibariyle, geçim tarzı, inanç sistem i, örgüt b irim leri u n su rla rı bakım ından örtüşm esini izlem ek m üm kün olabilm ektedir. Sözkonusu kandaş h a y a t tarzı bütünselliği, istisnasız b ü tü n diğer k elim elerin kavram sal özelliklerinde de takip edilebilm ektedir. B u d u n ’un «bukun»la eşanlam lı oluşu ve b u k u n ’un geniş-topluluk, kavim sel to pluluk anlam ını al­ m adan önce «ulus’u oym ağı olan kişi» ya da «nesil» a n ­ lam ların a gelm esi35; boy’u n hem kısım , hem kabile, hem de kavim anlam ına gelm esi, giderek b elirli b ir ö rgüt bi­ rim ini karşılam ası36; yine, soy kelim esinin de hem en h e­ 33 34 35 34

44

Bkz: Aynı, ss. 183-184. Bkz: Aynı, s. 184. Aynı, s. 185. Ramstadt ve Orkun için hkz: Aynı, s. 185 ve not 5.

m en aynı özelliklere sahip olm ası37; «il» kelim esinin kö­ keninde taşıdığı «barış» anlam ı itib ariy le terim olarak «devlet» anlam ını alm asında b ir çeşit «zorunlu sosyal barış» anlam sal geçişinin bu lu n m a ihtim âli; oym ak k e­ lim esinin de kabile anlam ı yaygın olm akla b e ra b e r bazı y e rle rd e ve bu ara d a M oğolcada daha küçük b irim le r ve «klan» karşılığı kullanılm ası38; «ocak»m soy, aile an la­ m ında olm ası ve «ağıl» kelim esinin eski d evirlerde kabi­ lenin «küçük b ir bölüm ü» anlam ına gelm esi; yine «ağıl» ın Buretçe, Moğolca, Yakutça, Çuvaşça, Y enisey-A ltay Türk lehçeleri, Kıpçak züm resi lehçelerinin hepsinde küçük söyleyişi olm ası39 aynı doğrultudaki sayısız örnek­ te n sadece b irkaçıdır40. «Oğuş» ve «Uluş» kelim eleri üzerinde biraz daha fazla duralım . «Oguş» kelim esinin b ir kandaşlık -ak rab alık terim i olduğu bilinir. K ül T egin yazıtında h a k a n ’ın h itab ın d a da y e ra la n «... oguşım»41 kelim esinin anlam ı araştırıld ığ ın ­ da soy, hısım , oym ak, aşiret vb. karşılık ların ı görürüz42. K elim enin kökeni konusunda tam b ir vuzuh b u lu n m a­ m ak ta iken, yine İn an ’ın dikkate değer sonuçlar getiren 37 Aynı, s. 186. 36 Aynı, s. 188. 3» Aynı, s. 189. 40 înan’m( örgüt birimlerini hep aynı terimlerle karşılamanın mümkün ol(a)madığına ilişkin düşüncelerini biliyoruz. «Kâşgarlı Mahmut Arap ve Türk dil ve ensap ilimlerinde zamanın en büyük bilgini olduğu halde Türklerin ensap terimlerini, Arap’larda olduğu gibi izah etmemiştir. Meselâ şöyle bir terminoloji yapabilirdi: Bu­ dun ('kavim) boy (şuub), ogış (kabile), oba (fasıla), urug (’imare), bukun (batın) kapkazaş (fahz). Bunu sırf bir misal olarak yazıyo­ rum...» (Aynı, s. 190.) İnan, Ziya Gökalp’in tasnifine de dikkati çek­ mektedir. 41 Blkz: inan, aynı, ss. 181-182. 42 Kâşgarlı Mahmut’un kullanımı ve R. Hulûsi, H.N. Orkun, B. Atalay'ın karşılıkları için bkz: İnan, aynı yerde.

45

b ir açıklam asıyla karşılaşıyoruz43. Y aşayan T ü rk lehçelerin in hiçbirinde terim e «oguş» şeklinde rastlanm ıyor. A n­ cak, Y akutçadaki «ûs» sözünden h a re k e t edilince köken konu suna b ir açıklık getirilm iş oluyor. «Ûs», Y akutçada yaygın b ir isim -terim . Y a k u tla r’ın eski kabile örgütlenm elerinde bu kelim e, evlenm e yasa­ ğının geçerli olduğu egzogami dairesinin çizdiği b irlik an­ lam ında. Y akutlarda «ağa usa» (baba oguşu) içerisinde b irkaç «ije usa» (ana oguşu) bulu n u r. Ö te yandan, «oguş» u n «oguş-^- o v u ş-^ u u ş^ u u s» gelişim ini izlem iş olduğu an­ laşılıyor. İşte bu aşam ada, «ûs» kelim esinin araştırılm ası çok önem li b ir noktada odaklaşm aktadır. İnan, û s ’u n takip edilebilen geçm işte «ağa usa»yı k a r­ şıladığını öne sürüyor. Ancak, ûs (uus) eğer «oguş» ise, o zam an «ağa usa»nm içerisinde y eralan birkaç «ije usa» yani ana oguşu da oguş’tu r; — ve deyim yerindeyse, adı ü zerin d e— û s’tu r. Eğer, örgün ö rgütte içerden evlenm e-1 n in y asak olduğu daire «ije usa» idiyse, bütün kandaş ge­ lişim ve evrim in açıklanm asına önem li b ir adım atılm ış olm aktadır. Ç ünkü, bu hâlde, «ije usa» içerisinde evlen­ m ek yasakken, «ağa usa» içerisinde evlenm ek m ü m k ü n ­ dür. B elirli b ir gens’in tem el niteliği de b u başlangıçtaki «ije usa» olm ak g erektir. «Bazı gens’lerin egzogam b a ­ zılarının endogam olması» görüşü ile «belirli en küçük birim de, gens’te, içerden evlenilm ez, b irim le r arasında evlenilir» görüşü arasındaki ezelî tartışm ay a, Y a k u tla r yoluyla önem li b ir tan ık getirilm iş olunm aktadır. A na ci­ hetin d en akrabalığın ilk yasak olması, «ije usa»nun v a r­ lığıyla destek görm ektedir. N itekim , kaydettiğim iz üzere, birkaç «ana» dairesi bir «baba» dairesi (adıyla) tan ım la n ­ m aktadır44. 43 Bkz: Aynı, s. 182. 44 En dar egzogami dairesi için bkz: Ahmet Caferoğlu, «Altay Türkleri», TK, 23 (1964), s. 49.

46

Ö rgütlenm enin gelişim indeki kandaşlık izinin takip edilm esi bakım ından en tem el b ir birim olan ûs-oguş’un, zam anla ilk anlam ı gözden kaçırıldıkça sonradan nasıl daha «genelleştirildiği» ve «büyük» ya da «geniş» b irim ­ ler için kullanılan isim lerle karşılanm ağa çalışıldığı da böylece görülm ektedir. Bu vesile ile kısaca kaydedelim ki, sosyal örg ü tlen ­ m eye ilişkin sergilem esinde V ladim irtsov, «eski» Moğol toplum unun esas u n su ru n u oym ak (obog=obokh)da, «ya­ ni ‘kan a k rab aların ın kendine m ahsus b irliğ i’»nde b u lu ­ yor45. A bdülkadir İn a n ’m «ulus» kelim esi üzerine k ay d et­ tiği n o tla r44 kelim eye yalnızca etim olojik b ir açıklık ge­ tirm ekle kalm am akta; T ü rk le rin kabile örgütlenm esi h a k ­ kında yeni yorum im kânları sağlayacak k ad ar önem li v e ­ rile r içerm ektedir. İn a n ’a göre, «ulus» kelim esi çoğu ki­ şinin sandığı gibi Moğolca b ir k e lim e /te rim değildir. Eski Türkçede k e n t ve k ary e anlam ına gelen «uluş» kelim esi Moğol istilâsından sonra «ş/s» değişim iyle «ulus» biçi­ m inde yay ılm ıştır ve halk, kavim , m illet — ve h a ttâ , si­ yasal ö r g ü t : devlet— anlam larını karşılam ıştır. «Ulus» kelim esine ilk kez VIII. yüzyılda K ül Tegin bengütaşında (yazıt) rastlanıyor. Y azıtın kuzey yönünde cenaze tö ren in e gelenlerden bahsedilirken, «... k ü n batısıktaki Sogd, B ereçker, B ukarak U lusta M en Sengün, Oğul T ark an kelti» denilm ektedir. V. Thom sen’in 45 Moğolların İçtimai Teşkilâtı, çev. A. İnan, T.T.K. Yay., An­ kara 1944, s. 74; bkz: not 1. Kelime, eski obag şeklinden gelmiştir; etimoloji bakımından aynı anlama gelen omag, omak, obak, oba ke­ limeleriyle «kardeş»tir. Vladimirtsov, Reşideddin’e gönderiyor. «Eski» örgütün, kronolojik (takvimsel) zaman bakımından pek «yeni» ol­ duğunu kaydedelim; incelenen dönem XI. - XIII. yüzyıllardır. «Yasun» («kemik») ve «obuğ» ilişkisi için bkz; Ahmet Temir, «TürkJMjoğol İmparatorluğu Devrinde Sosyal ve Askerî Teşkilât», TK, X, 118, s. 1192. Kemik’in «obağ» içerisinde «aile»ye dönüştüğü görül­ mektedir. 46 inan, «Türk Etnolojisi (...)», ss. 180-181.

47

«stamm»*7 olarak çevirdiği «ulus» kelim esi T ürkçede ço­ ğu zam an yanlış olarak «m illet» ile k arşılanır. K aşgarlı M ahm ut «uluş» kelim esini yerleşm e birim i olarak düşü n ­ m üş; Y usuf Has Hacip ise K utadgu Bilig’de «uluş»u kent anlam ında kullanm ış ve çoğu yerde «uluş kend» şeklinde yazm ıştır. «İl uluş» da denm ektedir. Bu durum da, «Moğolca ulus m u, T ürkçe u lu ş/u lu s m u» tartışm asın d an ziyade, T ürkçe « u lu ş/u lu s» u n bir «soy/birlik» anlam ından «kent»e doğru gelişen b ir a n ­ lam değişikliği — daha doğrusu, uzantısı— içerisinde ol­ m ası önem kazanm aktadır. K andaş kökenli göçebeliğin y erleşm eye başlam ası, otu ru k lu ğ a geçmesi, kendini ko­ ru m a aksiyonundan u zaklaşarak tam b ir teslim iyetçiliğe düşm esi anlam ına gelm ez. H er y erd e olduğu gibi A sya’ daki ilk yerleşik lik birim leri, tarım ekonom isi yolunda biçim lenen, ticaret olayı ile «katışık ilişkiler» dönüşüm ü­ n e u ğ ray an ve yönetim in de siyasete doğru uzandığı fa ­ k a t h â lâ birçok tem el özellikleri itib ariy le kandaşlık ge­ lenek lerin i sü rd ü re n k en tlerd ir. Şu aşam ada bizim özellikle dikkatim izi çeken husus, kandaşlığın, te rim le r yoluyla izdüşüm ü görülen ve eko­ nom i değişikliğinde [bile] sü ren tarihöncesi gelenekleri kalıtım ı ve kalın tılarıd ır. K a lın tıla r için, öncelikle inanç sistem i incelenm elidir. o İnan, aynı, s. 180: Thomsen( ZDMG, NF, III, 1924, s. 156. Kanımızca, «stamm»ın kabile kargılığı kullanılmış bulunmasından ötede; ilk, ilk-sel, ilk’den gelen, ced, köken-birlik, soy vd. karşılık­ larından oluşan anlam bütünlüğü de düşünülmelidir.

48

İkinci Bölüm : ÖRGÜT-İNANÇ İLİŞK İSİ AÇISINDAN ESKİ TÜRKLERDE ŞAMANLIK

I. SOMUT T A R İH T E SA M A N L IK

A.

1.

GİRİŞ

Köken ve Değişim

Şam anlığın eski kandaş toplum inancı olduğu ve gens kaynağına dayandığı anlaşılm aktadır. U ygarlığın G üney A sya’da başgösterm esinden önce, güney coğraf­ yasının şam anı k ü ltü rle rin in u y g arlık din lerin in oluşu­ m undaki etkisi de o rta y a çık m ak tad ır1. T abiatıyla, şam an î u n su rla r, u y g arlık p latfo rm u n d a biçim değ iştirerek k a­ labilm işler, zam anla m otifler düzeyine inm işlerdir. B uda dininin esasen şam anı kökenli olduğu hakkında daha XI. yüzyılda El B irunî tara fın d a n o rta y a atılan görüş, Samanlığın eski Çin kültürü üzerinde nasıl bir etkisi olduğu, Çin kaynaklarından anlaşılmaktadır. Bu konuda Old, Franke, Schmidt ve Zelenin araştırm alar yapmışlardır. (Bkz: Buluç, «Şa­ manizm», «İslâm Ansiklopedisi.) Sonraları, Hunların akınları ve za­ man zaman Çin’e egemen olmaları, kültürel etki yollarını —bir öl­ çüde— açık tutmuştur. * Bu alt başlık «Tarihöncesinden Tarihe Şamanlık» adıyla SBDF, C.: XXXVIII. S.: 1-4 (1983), Ankara 1984’de yayınlanmıştır. Çalışmanın daha önce yayınlanan tek bölümü budur.

51

çağım ızda W. R u ben’in incelem eleriyle tasdik edilm iştir2. El B irim i3, Çin ve H ind budizm ini Tokuzoğuzlarm şam anlığı ile b irleştirm iş ve «insanlar edyanın z u h u ru n ­ dan ve B udasf’in h u ru cu n d a n önce hep şam anî id iler ve arzın şark î kısım larını işgal ediyorlardı, n e th e n ’lere ta ­ p arlard ı; Hind, Çin ve Tokuzoğuzlarda b u n ların bakiye­ le ri v ard ır» dem iştir. G erçekten de, şam anî A sya’nın tarihöncesi özellik­ leri, u y g a rla şan H ind ve Ç in’e b ir «ilk» o rtam olmuş; u y ­ g a rlık potasında gelişen yeni ve gerçek d in ler sözkonusu u y g a rlık la rın genel ve özgül yap ıların ı y a n sıtır b ir h ü v i­ y e te b ü rü n m ü ş v e zam anla k an d aşlık-uygarlık ilişkileri içerisinde yeni inanç sızm aları gerçekleşm iştir. K andaşlık -u y g arlık inanç alışverişlerinde çoğu zam an u n u tu la n 2 Z.V. Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, s. 14. Budizmin kökeninin şamanlıkta aranması gerektiği konusundaki W. Ruben’in etüdünün, birçok unsur ve yorumları bakımından tek­ ra r gündeme getirilmesi gerekir. («Budizmin Menşei ve Özü-Über Ursprung und Wesen des Buddhismus», DTCFD, I, 5 —1943—, ss. 115-131.) Ruben’in üzerinde özenle durduğu husus, Aryalıların Ganj vadisinde Aryalı olmayan halkla karışmasından öncesinin araştırıl­ ması gereğidir. Aryalı olmayan Hind ilkellerindeki şamanî unsurla­ rın, Asya, Avrupa ve Amerika(lar) samanlıklarıyla 'büyük benzer­ likler, hattâ ayrıntılarında aynılıklar gösterdiğini belirten Ruben, Hind coğrafyasının en eski bir kültür tabakasının şamanî olduğu gö­ rüşündedir. Yazar, bu şamanlığm taşıyıcıları olarak, «mezolitik avcı­ larla yeni taş çağı çobanlarını göstermektedir (s. 117). Ruben, etnografik kanıtlar (ss. 117-11G), mitolojik elemanların tahlili (ss. 118121), teknik elemanların (özellikle demir) gözden geçirilmesi ve üretim tarzına bakarak (s. 122), ve yine inanç sisteminin mukayeseli tahliliyle, Budizmin temelde şamanî kökenli olduğunu göstermekte­ dir. Ruben’c nazaran, Buda, pek eski şamanlığm unsurlarından ya­ rarlanarak zıt menfaatli sosyal kesimler arasında ortak bir platform yaratm a çabasına girişmiştir. Etüdün bizi özellikle ilgilendiren yö­ nü, «Budizm kökenli şamanlık» gibi ciddî olmaktan uzak, fakat buna rağmen revaç bulabilmiş görüşlere temelden karşı çıkmasıdır. 3 Togan’ın tesbit etmiş olduğu b ir al-Âthar al-baqiaya yazması; bkz: Togan, aynı, s. 14 not 26 (s. 385).

52

am a hele A sya için çok d ah a açık biçim de izlenebilecek olan olay, u y g arlığın ilk m eydana gelişi sırasındaki k an ­ daşlık inan çların ın silinem em iş izleridir. E l B iru n î’nin, in san ların önce hep şam anı oldukları; «arzın şark î kısım larını işgal ettikleri», yani inanç sis­ tem lerin in b elirgin kökeninin A sya’da aranm ası lâzım gel­ diği; u y g arlık p latfo rm u n u n kandaşlığı etkilem esinden önce «asi» olarak kandaş to p lu lu k la rın bulunduğu, hep şam anî olunduğuna d âir yargısını kalem e alışı, çağdaş a ra ş­ tırm acı ve «düşünür»lerin birçoğunun anlatım ından çok daha sa rih tir. İlginçtir ki, El B iru n î’n in b ü y ü k b ir açık­ lıkla belirtm iş olduğu hususları, şim di biz yeniden k a­ nıtlam a çabasında olacağız. 2.

Göçebe H ay at T arzı ve Şam anlık

Şam anlık4, kandaş toplum un örgütselliğini açıklayan sosyal b ir tem eldir. D iğer b ir ifade ile, örgütsellik ile onun k u tsallık planındaki yansım ası olan şam anlık, karşılıklı «Şamanizm» yerine, terim olarak «şamanlık» (ya da bir süreçkavram’ı özellikle vurgulamak gerektiğinde «şamanîlik») demenin daha doğru oldruğu söylenebilir. «Şamanlık» ve «şamanîllk»i inanç sis­ teminin belirli —uzun— bir evresini karşılamak için kullanmayı te r­ cih etmemiz, birtakım saf anlamda dil gerekçeleri sebebiyle değil. Terim, «şamanizm» biçiminde kullanıldığında, Türkçede, şamanlık sis­ teminin iradî olduğu, toplumsal ya da bireysel «seçim» dolayısıyla meydana geldiği ya da kişi’nin alternatifler arasında şamanîliği se­ çebilmesi keyfiyetini çağrıştırabileceğinden, «şamanizm»i kullanmak istemiyoruz. «İzm»in bir «oluş»tan çok felsefî temeli, iradî olarak seçilmiş bir inancı akla getirmesi ihtimali, bizi terimin «şamanizm» biçimini kullanmamaya şevketti. Kollektif eylem süreciyle toplum bütünselliğinin sağlandığı kandaşlık için, uygarlık döneminin ideo­ lojik araçlarım çağrıştırır terimlerden mümkün olduğu kadar ka­ çınmak gerekir. Hemen belirtelim, konu üzerindeki çalışmaların pek büyüle bir bölümü «şamanizm»i kullanmaktadır. «Şamanîlik»i de iki 6ebeble yeğlemekteyiz. Birincisi, yukarda belirttiğimiz üzere, bir süreç-kavram gerektiğinde; İkincisi, «şamanlık» dediğimizde, inanç sistemi ile kişi olarak şamanın uygulamalarının (işlerinin) kanştı-

53

ve kaçınılm az b ir ilişki içerisindedir. Şam anlığın işleyişi yoluyla sü rd ü rü len b irlik te lik ve kollektif eylem , toplum ­ sal örg ü tlü lü ğ ü n dayanağı olduğu gibi, bu örgütlülüğün sağladığı gelenek-görenek platform u da, şam anlığın iş­ levselliğini sürdürm esini m üm kün k ılm ıştır5. Şam anlık olayı, kandaş to plum ların açıklanm ası ve kavranm asında çok boyutlu b ir işlevselliğe sahiptir. H at­ tâ öyle ki, kandaş toplum b ir bakım a şam anlıkla ve şam anlığın kökeniyle ö rtü ştü ğ ü için, sözkonusu işlevsellik, birçok h a y a tî teo rik problem in çözüm lenm esinde ve — n i­ h a y e tte — çözülm esinde rol oynayacaktır6. Ş am anlık, dün y an ın çeşitli y e rle rin d e ve değişik za­ m an lard a a y rı g ö rünüm lere b ü rü n m ü ştü r. Asıl olan, bu rılması ihtimali belirdiği zaman, Şamanlığın içeriği ve işlevselliği genel olarak saptırılmadığında, «şamanizm» terimine sırf itibarî ola­ rak yer verilmesine itiraz etmek istemiyoruz. Ancak, bu nottaki açık­ lamayı yapmak durumunda kalışımız da terim konusunda fazla has­ sasiyet gösterdiğimiz şeklinde yorumlanmamalı. Nitekim, «şamanizm» in «gizli doktrin» olarak tanımlanışına dahi tanık olabilmekteyiz. (Bkz: Muhadere Nabi Özerdim, «Çin Dininin Menşei Meselesi ve Dinî İnançlar», TTKB, XXVI, 101 —1962—, s. 79-119.) Gerçi burada, Türk Tunguz ve Moğollarla ilgisi bakımından Çin dininin kökeninde şamanîliğin 'bulunup bulunmadığı tartışılmaktadır ve dolayısıyla deni­ lebilir ki, şamanîlik Çin’de boy göstermiş olsaydı, o zaman belki bir «doktrince dönüşebilirdi. Ama kaydetmek gerekir ki, böyle bir du­ rumda, hele geç dönemlerde, mevcuttur denilecek inancın kandaş toplumun inanç sistemindeki üzgün işlevselliği ile hiçbir alâkası kal­ mamış olacaktı. 5 Şamanlığın açıkça insan üretici gücünün 'boyutlarından birini oluşturduğunu izlemenin zorluğu, kaynak eserlerdeki metodolojik ye­ tersizlikten, hattâ zaman zaman verilerin âdeta sistemli denilebile­ cek biçimde çarpıtılmasından doğmaktadır. Defalarca vurguladığı­ mız üzere, gelişim’i zamanca «tesbit» etmekten kurtulamayan açık­ lamalar, Tarihsel (ve antropolojik) zaman hiyerarşisi ile kronolojiyi karıştırmakta, böylece olaylar hiyerarşisini altüst etmekte, somut tarih içerisindeki gelişim ve değişimin izlenmesini engellemektedir. 6 Şamanlık’ın «Türk» olarak adlandırılan kavimler öncesinden başlayarak sosyal örgütlenme içerisinde oynadığı rolü, örgütlenme-

54

biçim lerin gerisinde y a ta n oluşum u k a v ram ak tır. B u nok­ tada, h em en belirtilm esi gerek en b ir tem el olay günde­ m e gelm ekte. Şam anlık, ilk oluşum unu yaşad ık tan son­ ra, kandaş to p lu lu k lara «kandaş toplum » denilebilm esini m üm kün kılan o rta k özelliklerin yaşanm asından son­ ra, «etki» altında kalm aya m ahkûm olm uştur. D iğer b ir deyişle, ilk u y g a rlık la r b aşgösterdikten sonra, bu u y g a r­ lık lard ak i inan çların şam anlığı etkilem esi im kânı ortay a çıkm ıştır. H ernekadar, u y g a rlık la rın inanç biçim lerinin de kökeninde yine kandaş toplum inanç sistem i b u lu n u r­ sa da, u y g a rlık la rın yaşam ış o ldukları uzun gelişm e ve köklü değişim, o nların inanç biçim lerini dünyada sürüp giden kandaş inan çlarla tem elden farklı b ir hâle g e tir­ m iştir. Şim diye k a d a r yapılan bilim sel çalışm aların çok önem li b ir bölüm ü, h a ttâ «kahir ekseriyeti», u y g a rlık la ­ rın «m edenîleşm e» sırasında geçirdikleri değişim e d âir­ dir. Ö zellikle disiplinler-arası işbirliği ü rü n ü olan çalış­ m alarda, bu işbirliği iste r te k kişinin çalışm alarında b ir­ leşm iş olsun, isterse gerçekten a y rı k işiler b ira ra y a gel­ miş olsunlar, tarihöncesine giden yoldaki a ra ştırm a ların çoğu u y g a rlık la r coğrafyasında y ü rü tü lm ü ştü r. G erçek­ ten de, bu durum , Ira k yöresi ilk m edeniyetleri için de, M ısır, H ind ve Çin için de geçerlidir. İlgi alanı özellikle A sya olarak darlaştırılınca, tab iatıy la H ind ve Çin sözkonusu olm aktadır. U ygarlık öncesi ilk el-b arb ar-k an d aş to p lu lu k ların h a y a t tarz ın a ilişkin k a lın tıların birçoğunun ta rih bilgisine intikali, u y g a rlık la r k u ru ld u k ta n sonra gernin hem bir parçası hem de bir yönüyle itici gücü olması keyfiyetini teorik bir bütünsellik içerisinde incelemeyi hedef alan herhangi bir araştırm a görmedik; varsa; olanlara ulaşamadık. Özellikle yüzyılı­ mızdaki Batı literatüründe —ifâdemizin bilincinde olarak söyleyelim— böyle bir kavrayışa hemen hiç rastlanmaz. Sözkonusu incelemelerin sayıca önemli bir bölümünün belirli olgular üzerinde durmakla ye­ tinmiş olmaları, kapsamlı çalışmaların ise Tarih bakışıyla hareket etmiş olmamaları ve ayrıca siyaset bilimcilerinin konuya ancaık «de­ ğinmeler» düzeyinde ilişmiş .bulunmaları, eksikliğin başlıca sebep­ leri arasında zikredilebilir.

55

çekleşm iştir. Böylece, k a lın tılard a k atışık ilişkiler hâkim gibi gözükür. B u bakım dan hangi u n su rla rın n e ölçüde «saf» k a n ­ daşlık kökenli olduğunun araştırılm ası, b ir dizi teo rik ve p ra tik problem in üstesinden gelinm esine bağlıdır. Bu b i­ linen zorluklar, konu b ir inanç sistem i olduğunda, büsb ü ­ tü n g irift ve k arm aşık b ir h âl alm aktadır. Şam anlığm en b a sit b ir görünüm ünde bile kandaş toplum un en eski izlerinin tcsb it edilebileceği de doğru­ dur. Bu «kolaylık» ile y u k a rıd a kısaca özetlediğim iz «zor­ l u k la r ın , aynı olayın kavranm asındaki bilim sel çabanın alanını oluştu rd u ğ u söylenebilir. Zira, öncelikle h alled il­ m esi gereken konu, m etodolojik ve teo rik düzeydedir. K andaş toplum k a lın tıların d an yola çıkılarak «kandaş toplum »a « v a rıla b ile c e ğ in i söylem ek tabiî k i m üm kün. A ncak teo rik birikim , böyle hassas b ir konuda, teorinin canlılığı unutulm aksızın kullanılm alıdır. Bu canlılık da, ancak, am pirik kapsam içerisindeki bulgu ve v e rilerin sü rek li değerlendirilm esiyle ay akta tu tu lab ilir. B u değer­ lendirm enin yine teo rik bütünselliğe «dönm esi» yönün­ deki zihnî çaba da, yine bilim alanını o lu şturm aktadır. Şam anlığm sıradan b ir k alıntısında bile «en eski»nin izlerinin görülebilm esi, m evcut teo rik bilgim ize d ayana­ ra k yaptığım ız soyutlam alar sâyesinde m üm kün olabil­ m ekte. Ancak, inanç sistem i-örgütlenm e ilişkisi açısından b ir d eğerlendirm eye girebilm ek için, kandaşlığa so n ra­ dan sızm ış e tk ile rin teşhis edilm esi şa rttır. Oysa, kandaş­ lık kendi iç gelişim iyle de değişm ekte, ilkel dem okrasiyi değiştirerek ve bozarak yeni fo rm lara u laşm aktadır. Bu form lar, kabaca, u y g a r toplum a benzer n ite lik ler göster­ m ektedir. Tabiatıyla, u y g a rlık la r da b u arad a boş d u r­ m am akta ve tem asa geldiklerinde, bu tem asın niteliği öl­ çüsünde kandaş to p lu lu k ları etkilem ektedirler. İç geliş­ m e ve değişm e, «iç dinam ik», dış etkiler, «dış dinam ik» olarak adlandırılabilir. D em ek ki, b elirli b ir kandaş top­ lu luğ un b elirli b ir gelişm e evresine bakıldığında, b u diğm , içerisinde bulun d u ğ u — u y g arlık kökenli— k atışık 56

n am ikler karm aşası m ü ta lâ a edilecektir. A m a kandaşlı­ ğın, içerisinde bulunduğu — u y g a rlık kökenli— katışık ilişkilerden «ayıklanarak» düşünülm esinin han d ik ap ları b u k ad ar da değildir. E n önem li handikap, k e n t düzeyine çıkm ış — M organ term inolojisiyle, «Y ukarı B arbarlık» düzeyindeki— top­ lu lu k lard a çok yum uşam ış o larak vard ır. Bu en önem li handikap, — ısra rla vurg u lu y o ru z— kendisini b ü tü n en­ gelleyici yönleriyle, k en tlilik ve sistem li yerleşiklik önce­ sinde gösterir. Göçebe h a y a t tarz ın ın ve ondan önceki ta rz la rın incelenm esinde o rtay a çıkan b ir h u su stu r bu. A nlatım kolaylığı sağlayabilm ek ü zere sen tetik biçim de açıklarsak, göçebe (ve avcı) h a y a t tarz la rın ın incelenm e­ sindeki engeli üç noktaya ay rıştırabiliriz. B ir kere, (ön­ cesini de hesaba k a ta ra k kavram laştırıyoruz) «göçebe» h a y a t tarzı, sonraki h a y a t ta rz la rın ın asl’ıdır. İste r kent yoluyla uygarlığa geçiş düşünülsün, iste r göçebelikten doğrudan uygarlığa geçiş dikkate alınsın, v e ri to p lu lu k ­ lard ak i «önceki» ya da «daha önceki» h a y a t tarzı göçe­ b elik tir; göçebe-çoban ekonom isinin platfo rm u aşılarak yeni aşam alara v arılm ıştır. (H em en kaydedelim : Tabiî ki, u ygarlığa geçen a y rı a y rı to p lu lu k ların bazıları için u y ­ g arlıkla k atışık ilişkiler az, b azılarında da böyle katışık ilişkiler çok olm uştur.) İkincisi, «göçebe» h a y a t tarzı oy­ n a k ilişkilere dayalıdır. Çok seri b ir insan üretici gücü; değişken coğrafya üretici gücünün tem ellendirdiği b ir h a ­ y at, yaşanm ıştır. T eknik ü retici gücün en küçük b ir zıp­ lam ası insanın toplu eylem ini k a t ve k a t b ü y ütm üş; an ­ cak «eski» dönem lerde, tek n ik güç fark ı az olduğunda, b elirli b ir topluluğun ilerlem esinde insan gücü çok önem ­ li rol oynam ıştır. Üçüncüsü, özellikle «göçebe» to pluluk­ la rd a «iç dinam ik» ile «dış dinam ik» kateg o rileri sadece tanım layıcı düzeyde b ir anlam ifade edebilirler. B u k a v ­ ra m la rın açıklayıcı düzeyde b ir işlevsellik gösterm esi m üm kün değildir. K ullanılabilm eleri birçok ön-tanım ı ge­ re k tirir. Z ira, b ir fetih-yağm a ekonom isinde, b ir savaşişi’nde, yaşanan olayın «iç» ve «dış» ayırım ına u ğ ra tıl­ 57

m ası yoluyla sağlam adım lar atılm ası m üm kün olam az. Ö nceleri, k ab ilelerarası sistem li k an davaları, b u n u n la içiçe geçen otlak kazanm a çabası ve erk in olm aya daya­ n an h a y a t tarzı; sonraları, u y g a rlık la r üzerine yönlenen akınlar, hep b ir tem el h a y a t tarzın ın işleyiş biçim leridir. S aldıran to pluluk kandaş b ir h a y a t tarzı içerisinde oldu­ ğu içindir ki, «dışarı»ya yönelm iştir. «D ışarı»ya yöneldiği içindir ki «içeri»deki ü retim in i ve kendi kendisinin ü re ti­ m ini, kısacası h ay atın ı sürd ü reb ilm ek ted ir. B u h a y a t ta r ­ zı da, gerekli olduğunda v e gerekli olduğuna inandığında, o topluluğu yine «dışarı»ya sevketm ektedir. Böylelikle «korunm a» ve «saldırm a», «kendini üretm e» ve «üretm e», «savaş» ve «barış», «yaşam » ve «ölüm» içiçe geçm ekte; özellikle de «eylem » ve «inanç» ö rtüşm ektedir. T abiatıy­ la bu örtüşm e, kandaş to pluluğun «saf»lığı oranında pe­ kişm ektedir. K andaş toplum insanına u y g a rlık değerle­ riy le yaklaşm ak, y an ılg ılara kapı açm ak dem ektir. Bazı sanayi toplum larında özellikle antrooplogların dile g e tir­ m eye çalıştıkları açm azların başında y er alan ve « antro­ poloji paradoksu» adını yakıştırabileceğim iz husus, u y ­ garlık öncüllü yaklaşım larda kendini gösterm ektedir. Do­ layısıyla, y u k arıd a sen tetik biçim de üç ay rı u n su r h â lin ­ de belirttiğim iz, aslında tem elde bütünleşen kandaş h a ­ y a t tarzı, «göçebelik» (asıl göçebelik ve öncesi) evresinin kendi gelişim -değişim inin en canlı m om entlerinin y a k a ­ lanm asını g erektirm ektedir. Ö rgütlenm e’n in eylem -inanç b ü tü n lü ğ ü biçim inde tecelli ettiği (dışa vurduğu), yine o kollektif eylem yoluyla b ir ö rg ü tlü lü k ’ü n (örgütlenm e’nin) yaşandığı h a y a t tarzı, b u özellikleri itib ariy le izlenm eli­ dir. Göçebe to p lu lukların, a y rı a y rı yaşadıkları v a k it bile o rta k özellikleri itib ariy le b ir «toplum » biçim i gösterm e­ leri açısından m u tlak a incelenm esi gereken coğrafya, A s­ y a ’dır. K andaşlık h a y a t ve geçim tarz ın ın eylem ini bilim alanında «görebilm e»nin yolu, h a y a t tarz ın ın b ü tü n se lli­ ğinin yansıdığı «inanç sistem i»nden geçm ektedir. B u da, şam anlığın incelenm esini gündem e getirm ektedir. 58

T eorik b irikim in yeni d eğ erlere açık tutulabilm esi için T arih gerçekliğinin a raştırılm ası gerekiyor. B u gerek­ lilik, sadece teo rik düzeyde değil, b u n u n la bağım lı olarak m etodolojik düzeyde de o rta y a çıkm akta. Kısacası, şam anlığın kökeni ve esası itib ariy le kandaş inanç sistem i olduğunu kan ıtlam ak gerekiyor. B unun için de, şam anlığm som ut ta rih a ra ştırm a ları bakım ından ele alınm ası lâzım gelir.

B. 1.

TARİHÖNCESİNDEN YA ZILI TA RİHE ŞAM ANLIK Özet Gelişim

Som ut ta rih te k i gelişim in incelenm esi, en eski «saf» şam anlığm , K uzey-O rta A sya coğrafyasında b e liren şam anlık olduğunu gösterm ektedir. O rta A sya Türk-M oğolların d ak i v e K uzeydoğu S ibirya h alk ındaki şam anlığm da, beraberce, sözünü ettiğim iz en eski b ir «ilk» şam anlığm ü rü n le ri olduğu anlaşılm aktadır. Ş am anlıkta u y g ulanan «teknik»lerin ve bu çerçeve­ de g eliştirilen y o ru m la rın değerlendirilm esi, şam anlığm esaslı b irta k ım etk ilere çok açık olm uş b u lu n duğunu or­ ta y a koym aktadır. Ne v a r ki, şam anlığm m aruz b u lu n d u ­ ğu bu e tk ile rin kökenleri, n ered en ve hangi y ollarla gel­ dikleri, m eydana getird ik leri değişim ler, vb. açıklandı­ ğında, ilk şam anlığm varlığı, tarihöncesinde uy g arlık e t­ k ilerinden m asun ve âzade olarak yaşanm ışlığı, ispat edi­ lebilm ektedir. B elki birçok araştırm acı, kökeni ve ilk iz­ le ri bu k a d a r geri g ötürülen b ir şam anlığa «şam anlık» yerin e «sihir k ü ltle rin in ilk biçim leri» denm esinin daha yerin de olacağını söyleyebilir. Ne v a r ki A sya coğraf­ yasındaki b u ilk inanç-davranış biçim leri, ken d ilerin e «ilk şam anlık» denm esini doğrulayacak şekilde şam anlık içe­ risinde y e r alırlar; şam anlığm oluşum unu m eydana geti­ rirle r ve onunla içiçe geçerler. 59

Önce, vardığım ız sonucu; şam anlığın ilk m eydana gelm esinden b aşlay arak han g i dış e tk ile re potansiyel ola­ ra k açık olm uş bu lu n d u ğ u n u geniş ta rih dilim leri h a lin ­ de belirtm eliyiz. B u dilim ler, u y g arlığın yayılm a alan ­ la rı itib ariy le oluşm uş bu lu n d u k ların d an , b ire r zam anm ekân b o y u tu d u rlar. A ncak, hem en te k ra r v u rg u lam alıyız ki, sözkonusu ta rih dilim lerinin etkileri, kandaşlığın kendi içsel gelişim inde «kabul ettiği» e tk ile r olabilm iştir. Yoksa, h e rh a n g i b ir «tem as» sonucunda kandaş toplulükla rın etk i altında kaldığı, inanç sistem lerinin bu etkilere u y g u n olarak değiştiği, kandaşlık inanç sistem ince özüm ­ len e rek ve değ iştirilerek «rezonans»a girilebilir hale ge­ tirilm ed en bu dış etk ilerin şam anlığı sarabildiği d ü şünü­ lem ez. İlk b ü y ü k dönem, şam anlığın saf halini, kandaş top­ lu m u n doğrudan gelişim ini gösterir. Bu dönem de, E liade’ n in bize çok çekici gelm eyen terim iyle, b ir «Ü stün Y ara­ d an — ya da Y aradılış— » inancı v ard ır. B unu biz, inanç açısından, saf «kutsallık inancı» dönem i olarak a d lan d ır­ m aya eğilim gösteriyoruz. B u dönem, h e r şeyin k u tsal sayılabildiği, to p lu lu k ların ve dolayısıyla toplum biçim in­ deki h a y a t tarzın ın «alt» ve «üst» ayırım ına uğram adığı dönem dir. B unu takip eden dönem, O rta ve K uzey A sya’ da, genel olarak, cedd k ü ltü n ü n , k u tsal ve y arı k u tsal fi­ g ü rlerin m eydana geldiği b ir evredir. B u ikinci b ü y ü k dönem de yol alındıkça, «y eraltın a gitm e», «kötü ‘ru h ’la rla m ücadele», «şam anın vecd ve cezbe halinde7 ‘ru h ’larla 7 Şamanlığın esasının bir nevi »cezbe» (ve «vecd», istiğrak») haline dayandırılması, sihirsel tekniğin biçimlenmesiyle ilgili olarak haklılık payı taşır. Ancak, inanç sisteminin maddî temellerinden so­ yutlanarak bir çeşit gizeme uğratılmaya çalışılmasında, cezbe hali «teorisyensleri baş rolü oynarlar. «Asabî-marazî» «istidat» teorisi Ohlmarks’a dayanır. Şamanlığın temel tekniğini bir nevi cezbe hali teşkil etmekle birlikte, her cezbe halinin şamanlık sayılamayacağının öne sürülmesi (bkz: Sadettin Buluç, «Şaman», İslâm Ansiklopedisi, /s. 321/), Ohlmarks’m teorisini yumuşatmıştır. Oysa, samanlığın

60

buluşm ası» gibi göstergeler; toplum daki bab ah an lık geli­ şim i doğrultusunda «yerü stü -y eraltı» , «ak-kara» ayırım ­ la rı sistem leşm eye başlar. Bu ikinci dönem deki gelişim e ek olarak, dış etkiler, T arihsel olarak u y g a rlık etk ile ri başgösterir. K ısaca ve «esas»ım bir kez, bir çeşit cezbe haline bağlayarak onu Tarihsel şart­ larından soyutladıktan sonra serdedilen, «her cezbe halinin şamanlık sayılamayacağı» görüşü, bir tâvizden öteye geçememektedir. Saman­ lığın içerisinde yer aldığı ilk coğrafya, bu üretici güç yanlış değer­ lendirildiğinde, kavranabilir olmaktan çıkar. Önce, şamardık, sadece —ve sadece— bir coğrafya ürünü imişçesine sunulduğunda; soğuğun, uzun gecelerin yalnızlığının ve h a ttâ vitaminsizliğin (Eliade, Sha­ manism, s. 24) ürünü gibi gösterildiğinde, «marazî köken teorisi» te­ mellendirilmiş sayılmaktadır. Oysa, evrensel boyutlu şamanlık sa­ dece coğrafya ile, hele coğrafyaya birincil yer yererek açıklanamaz. Şamanlık, ancak, coğrafya ile birlikte ele alınabilir. Bu ve ben­ zeri teorilerin hemen akla gelebilecek sözde varsayımlarını açıkla­ mak dahi gereksizdir: Ohlmarks’m; Krivoshapkin, Bogoraz, Vitashevsky ve Czaplica (bkz: Eliade, Shamanism, s. 24) ve diğerlerine (Briklonsky, Jochelson için bkz: Buluç, «Şaman», /s.321/) dayana­ rak böyle bir teoriyi geliştirmesi, kendi kollandığı temel kanıtlarla sarsılmaktadır. Ohlmartys’a nazaran, Yakut, Koryak Yukagir ve Tunguz kabileler topluluklarında, «meryak ve menerik denilen ve daha ziyade kadınların yakalandığı salgın halindeki asabi hastalık­ larla şaman namzedlerinin mesleğe davet olundukları zaman geçirdik­ leri nöbetler arasında büyük bir benzerlik» (Buluç, aynı) göze çarp­ maktadır. «Arktik isteri teorisi»ni kurarken kadın öğesinin temel­ lendirdiği bir bilgiyi esas almak ve fakat «hastalık« kadın-erkek herkes için geçerli saymak, kendi kanıtım ciddiye almamak demek­ tir. Halbuki, işin paradoksal yönü, kanıtın gerçekten dikkate değer oluşudur. Bir hastalık «atfetme»nin kökeninde, aslında Tarihsel bir gerçeklik olabileceğini, topluluk derdijkişisel h astalıkla başedebilmenin totem kutsallığıyla kaynaşmayı mümkün kılacak bir «olağan­ ü stü y ü çağrıştırdığını belirtelim. «Olağan» ile «olağanüstünün ke­ siştiği yerde anahanlık kökenine bakmak gerekir; durum burada da kadın olayında odaklaşmaktadır. Kısacası, geliştirilen herhangi bir teorinin, anahanlık faktörünü ihmâl ettiğinde, dayanaklarından ken­ di kendisini nasıl yoksun bıraktığını vurgulamakla yetinelim.

61

itib arî b ir tanım lam aya rağ b et edilirse, «G üney’den ge­ len etkiler» olarak ifade edilen bu e tk ile r de, kendi içe­ risin d e kadem elenm ektedirler. B u anlam da, en eski «et­ k i l e r i n ilkinin — gerçekten birinci, som ut ta rih te k i ilk— u y g arlığ a sahne olan M ezopotam ya k ay naklı olduğu b e l­ lidir. B unu tak ip eden etki, İra n coğrafyası kaynaklıdır. D iğer b ir deyişle, u y g arlığın İra n ’daki gelişim iyle vücut b u lan inanç u n su rla rın ın şam anlığa «sızma» çabaları b a h ­ se konu olur. En «geç» etki yolları ise, B udizm ve Lam aizm kökenlidir. B irçok araştırm acıların onyıllar boyu sü re n e tü d leri için m âzur görülse bile, çağdaş a raştırm acılar için hiç de öyle addedilem eyecek husus, şam anlığın doğrudan G ü­ n ey kökenli sayılm asıdır. H attâ, bu sözde kökenin B u­ dizm ve Lam aizm olduğunu iddia etm ek, «en son» etk i­ lerin «ilk» vü cu t buluş yerin e geçirilm esi demektir®. T a0 öhknarks’ın, Orta Asya kabilelerinin Kuzey’e göçleri sonrasında şamanî olduklarını kabul etmesiyle açılan yolda, Gahs ve W. Schmidt şamanîliğin çok eskiden Güney’in «maderşahî kültürlerin­ den neş’et ederek» kuzeye intikal etmiş olduğunu öne sürerler. (S. Buhvç, «Şaman», İslâm Ansiklopedisi, [ss. 321-322].) Böylece; Ohlm arks’ın, şamanîliğin kökeninin «kuzey»de aranması gerektiğine dâir teorisinin anahanlık temelini yok sayması eğilimine karşı, Gahs ve onun fikirlerini benimseyen Schmidt tarafından, şamanîliğin «kuzey» de gelişmiş ve fakat buralarda gözüken anahanlık belirtilerinin aslın­ da «güney»den taşınmış bulunduğu öne sürülmüş olunur. Bunu dahi tartışılabilir kabul etmek mümkün olabilirdi; ne var ki, «Güney menşei» teoricilerinden Shirokogoroff, Güney’den Ku­ zey’e naklolunan etkilerin —Güney’de— Bıdizm kökenli olduğu dü­ şüncesindedir. Sergei M. Shirokogoroff (Shirokogorov)un etüdleri, «General Theory of Shamanism among the Tungus» (JRAS, LIV, ss. 246-249) ve «Nothern Tungus Migrations in the F ar East» (JRAS, LVII, ss. 123-183), sırasıyla 1923 ve 1926'da yayınlanmıştır. Öte yan­ dan Alexander Gahs’ın 1926’da başlayan yayını 1928 ve 1930’da devam etmiştir. Görülüyor ki, şamanlığın bir din olduğunu kabul etmeye yatkın olan Ohlmarks’ın «Kuzey» kökenliliğe dayanan görüşünde anahanlık kaale alınmamakta; şamanlığın kültürel önemine büyük yer veren Gahs ise «Güney» kökenliliğe taraftardır fakat Güneyin mat-

62

rih gerçekliğini altü st eden bu kabil yaklaşım lar, sırf tak vim sel zam an kolaylığı ile ifâde edersek, y u v a rla k b ir d eğerlendirm eyle 30 000 y ıllık b ir oynam aya sebebiyet verm ek ted irler. T akdir edilir ki, bu oynam anın en vahim yönü, k a n ­ daş b ir oluşum un yerin e u y g a rlık ’ın geçirilm esidir. Böy­ lelikle, u y g arlık öncesini u y g arlık dönem inin tak ip ettiği vakıası açıkça yok sayılm asa da, som ut ta rih a ra ştırm a ­ ların ın içerisinden çıkılm az b ir h â le getirilm esi yoluyla, dolaylı biçim de, aynı yok saym a zihniyeti egem en k ılın­ m ış olm aktadır. Ç ünkü, şam anîlik H ind kökenli olarak gösterilm ek istenildiğinde, inanç sistem (ler)inin kökeni­ n in u y g arlık olduğu intibaı verilm iş olacaktır. En azından, bu kabil yaklaşım lardaki v e rilerin T arih ve m an tık açı­ sından eleştirilm eden kab u lü hâlinde, b e lirli b ir zam anm ekân incelendiğinde, b u boy u tu n «öncesi» ve «sonra­ s ı n ı n ayırdedilebilm esi im kânsızlaşm aktadır. E tk ilerin ve — etk ilerin gerçekten az olm asını ve kandaş toplum ca «kabul edilebilir» o lanlarının sızm ış ol­ duğunu dikkate alırsak— potansiyel etki odaklarının za­ m anca daha erk en h a re k e te geçmiş olanları gündem e ge­ tirildikçe, b ir bakım a, kandaş-ilkel h a y a t tarzı ile u y g a r­ lık arasındaki tem el T arih fark ın ın gözden kaçırılm asına m eydan verilm esi ihtim âli daha da çoğalm aktadır. B u­ dizm ve L am aizm ’in şam anlığın kökeninde bulun d u ğ u yö­ nündeki güdüm lü9 ve saptırıcı id diaların y erin e daha es­ ki etki o d a k la n geçirilince, «tehlike daha da büyüyor. Bu açıdan ifâde edersek, H ind’den önce İra n v ard ır. Bu kez, şam anlığın kökeninde İra n ’ın y e r aldığı iddiası ortaya riarkalizm temelini öne sürer. Shirokogoroff ise; Gahs’la aynı dö­ nemde, Güney kökenliliği Budizme bağlar (ki çalışmamız boyunca bunu nasıl Tarih —ve gerçek— dışı bir spekülâsyon olduğmu göre­ ceğiz). Halbuki, Ohlmanks’a göre, şamanlığın «cezbe» hâli ilk olarak Kuzey’de yeşerebilmiştir. 9 Köpriilü’ye nazaran, XII. yüzyılda bile Türk-İslâm âleminin serhad mıntıkalarında yaşayan Türk boylarına sızan budist unsurlar

63

çıkar. Ve aynı doğrultuda geriye gidildikçe, asıl kökenin M ezopotam ya olduğu iddia edilir. U ygarlık dizisi h a lk ­ ların ın b ire r — zam an zam an önem li— etki odağı olm ak­ ta n çıkarılarak, âdeta kandaş inanç sistem inin kökeninde y e r alm ış olabileceği gibi b ir iddia, y a da ilk u y g arlık m eydana geldikten sonra saf kandaşlık bulunam ayacağı gibi b ir tasarlam a, veya — en azından— uyg arlık b ir kez b ir y erd e başgösterdikten sonra etki alanının genişlem e­ siyle ilkel to p lu lu k lard a kandaş h a y a t tarz ın ın esaslı özel­ lik lerin in b ir daha hiç egem en olam am ış b ulunduğu gibi b ir faraziye, T arih dinam iğini sâbit kılm ak dem ektir. Bu bakım dan, kendi içerisinde toplum sal katm anlaşm ayı e r­ k en yaşam ış ve özel ş a rtla n dolayısıyla ilk m edeniyeti y a ra tm ış olan M ezopotam ya, ilkel to p lu lu k lara ihraç e t­ tiği m itos u n su rla rın ın — o m itosların önem li bölüm ünün kendi katm anlaşm asının sancılarını aktardığı da çoğu kez hesaba katılm aksızın— ön p lân a çıkarılm ası ve dolayı­ sıyla dünyanın sair kısım larını etkilem esinin belirleyici olduğunun söylenilm esiyle, T a rih ’in neredeyse «milâd»ı d u ru m u n a getirilm eye çalışılır. Böylece, ilkel toplum dan geriye kalan, ya sadece arkeoloji-antropoloji am pirisizm ine konu teşkil eden b ir alandır, ya da, olsa olsa, sırf tek n ik elem anların üzerinde yükselen b ir soyut «sihir» k ü ltü n ü n konu alındığı tekno­ lojik determ inizm «teori»sidir. Şam anlığın som ut ta rih bakım ından «ilk» oluşunu, tarihöncesindeki saf şam anlıktan b aşlay arak özet b ir kadem elendirm e ile gösterm iş bulunuyoruz. Şimdi, v ardığı­ mız sonucun T arihsel u n su rla rı itib ariy le nasıl ö rg ü tlen ­ m iş olduğunu açıklam aya geçebiliriz10. «bozkır nüfuzunun hâkim nüfuzunu sarsacak bir ehemmiyette değil­ di.» (M. Fuad Köprülü, «Uran Kabilesi», s. 239.) 0 Bi' alt başlıktaki veriler, aksi gösterilmedikçe. Mircea Eliade Shamanism : Techniques of Ecstasy, tr. Willard R. Trask. Bo)lingden Series, 2. print., Princeton Univ. Press, 1974, ss. 495-507’den (Orijinal ilk baskı: Le Chamanisme et les techniques archaiques de

64

2.

Tarihöncesi Tem eli ve Uygarlık

T ü rk kavim leri, şam an larm a genellikle kam (gam, ham -kham -) derler. A ltay ’dan b a şlay arak 10’u n üzerin ­ de şivede kam adı ku llan ılır. M oğollardaki biçim karni’ dir. M oğollar, B u ry a tla r ve K alm u k lar erk ek şam anlan n a bö, böge; Y ak u tlar — y e r y e r— oyun; Ç uvaşlar yum; K ırgız-K azaklar bakşı, baksı derler. Y akut ve A ltay lılar kadın şam an için Moğol asıllı udugan (utagan, ubahan, ıduan) tâb irin i k u llan ırlar. Y akutçada esas olarak kamla (hamla -khamla-) «kam lık etm ek» an lam ındadır11. A nla­ şılan, kam usal işlevsellik sözkonusu olduğunda, Y akut­ çada da «kam» deyişi kullan ılag elm iştir12. Tunguzca şaman’ın T ürkçe ve M oğolcadaki kam (gam)’la fonetik olarak aynı olduğu; ark aik T ürkçedeki «k»nın diğer dillerde (Mançu, Tunguz, Moğol dillerinde) değişm esi sonucunda fark lı biçim lerinin gelişm iş b u lu n I’extase) alınmış bulunmaktadır. Eliade’nin yaklaşımı, şamanlığın «tekniklerine dayanarak Tarih içerisindeki en eski —tarihöncesi— izlerinin «yakalanması» ve böylelikle elde edilen bulguların sistemleştirilmesinden oluşmaktadır. Bu yaklaşım, saf şamanlığın sonra, dan almış olduğu etkilerin ayıklanabilmesi, böylece ilk şamanlığın gösterilmesi ve bu ilk şamanlığın temel bazı niteliklerinin —bütün «dış» etkilere rağmen— kandaş hayat tarzında aslî bir unsur ola­ rak yaşayabilmiş olmasının bir ispat vasıtası olmaktadır. Şamanlığın başlangıçta hangi örgütlenme düzeyi ile aynılaştığı (tam olarak te­ dahül ettiği, örtüştüğü) ve zamanla değişim süreci boyunca hangi ör­ gütlenme düzeyleriyle mütekabiliyet halinde oldı ğu; bundan «geç» dönemlerin «örgütlenme—»yönetim (yönetme) «^siyaset» süreci için hangi anlamlı sonuçların çıkarılabileceği, tabiatıyla, asıl konumuz­ dur. Ancak, Tarihin ana gelişim ilişkilerinin soyut düzeyde kavranabilirliklerini, kanuniyetlerini araştırm adan önce, somut tarih ba­ kımından, samanlığın «ilk» ve eski, dolayısıyla «açıklayıcı» olduğunu gösterebilmeliyiz. " Bkz: S. Buluç, «Şaman», İslâm Ansiklopedisi. 12 Yakutların kutsallığı ve «tanrı»ları, nitelikleri itibariyle, înan’ın deyişiyle «ödev ve görevleriyle», Altay kutsallığından ve «tan­ rıla rın d a n farksızdır. (İnan, Şamanizm, s. 41.)

65

duğu yönündeki J. N ém eth ve B. L a u fer’in tez leri'3, daha önce b ü tü n X IX . yüzyıl şark iy atçıların a egem en olmuş teze karşı çıkıyordu. Eski tez, «şam an» kelim esinin Pali dilindeki şam an a’dan ve S a n sk rit’deki sram an a’n ın da Çince şa-m en’den oluşm uş b u lu n duğunu kab u l ediyor­ du. Ne v a r ki, G.J. R am sted t’in, N ém eth’in fonetik esas­ lı tezinin geçerli olm adığını gösterm esinden sonra, Tokh a rc a şam ane (budist rahip), Sogdca sm n ( = şam an) ke­ lim elerin in «keşf» edilişi, H ind kökenliliğe d âir eski teo­ riy i diriltm iş oldu'4. S ırf lengüistik v a sıta la rla k u ru lm a ­ y a çalışılan (ve lengüistik yan lışları da barın d ıran ) bu teori, etnografik ve tarih se l v erilerd en kaçm ıyordu. S ırf dil bakım ından ise, şam an’ın zaten «coşku» yüklenim li olduğu açıklanm ıştı'5. Shirokogoroff’u n sam an-şam an kelim esinin Tunguz diline yabancı olduğunu gösterm esi, paradoksal biçim de, şam anlığın gerçek kökeninin — sonradan— anlaşılm asına doğru önem li b ir adım atılm asını sağlayacaktır16. Shiro13 Bkz: Eliade, aynı, s. 495; Laufer’in, «Origin of the Word Sha­ man» (AA, XIX (1917), ss. 390-395), o zamana kadanki gelişimi özet­ lemektedir. Bkz; Jean-Paul Roux, «Le Nom du chaman dans les textes turco-mongols», Anthropos, L III, 1-2 (1958), ss. 133-142. 14 F.Schlegel, K. Donner, N. Poppe gibi araştırm acılar Sanskrit' deki sram ana’dan hareketle, «Kuzey» kökenli bir oluşumu Hind’e bağ­ lama çabasına öncülük etmişlerdir. Shirokogoroff ve Minorof’un Tunguzlardaki şamanlığı Budizm etkisine bağlaması (bkz: «SramanaShaman: Etymology of the Word ’Shaman’», JRAS, LV (1924), ss. 105-130) da bu arada gelişir. 15 Banzarov şaman kelimesinin Mançuca saman’dan geldiğini (Manç.ca samaambi, Moğolca sam-eromy: sıçramak, dövünmek... Mançv.ca samdambi: oynamak); Nioradze de, bütün bu kelimelerin «coş­ ku, heyecan» ifâde ettiğini ve şaman'm «coşku taşıyan —kişi—» an­ lamım karşıladığını açıklamıştır. (Bkz; S. Buluç, «Şaman», [s. 310]: Nioradze, Der Schamanismus bei den sibirisehen völkem, Stuttgart 1925.) Aslında daha önce Laufer de («Origin of the Word Shaman», American Anthropologist, XIX (1917), ss. 361-371) şaman veya saman’ ın Budizm’den alınmış olamayacağını açıklamış bulunmaktaydı. 16 Burada bu etkiyi vurguluyoruz. Yoksa, «şamamın dil açı-

66

kogoroff, Tunguz şam anlığm daki B udizm -Lam aizm etk i­ sini v urgulam ıştır. B u arada, T unguzlardaki birçok «ruh» adının Moğol ve M ançulardan alınm ış olduğu, o nların da b u n u L am aistlerden alm ış olduğu iddia edilm ektedir. «G ü­ ney» etkisi dışında T unguzlarm Y a k u tlard an da etk ilen ­ m iş olduğu ortaya konm uştur. Shirokogoroff’u n «Güney» etkisine k a n ıt olarak gösterdiği h u su sla r arasında «yılan» (bazı h allerd e boa yılanı) ve «davul» y e r alır. Bu etno­ loga göre, Tunguz şam anm m T unguz tö re n giysisinde gö­ rü n e n yılan, bu ulu su n in an çları arasında y e r alm adığı gibi, bu giysinin olduğu y e rle rd e sü rü n g en dahi b u lu n m a ­ m aktadır. Y azar, «davul»un ise, L am aist dinsel m ûsikî­ sinde aslî b ir y e ri olduğu düşünüldüğünde, b u n u n da «Güney» m enşe’li olduğunun anlaşılacağını belirtm iştir. Böylelikle Shirokogoroff, T unguz şam anlığm m kökenin­ de sosyal sistem e bağlı olduğunu, anim istik «felsefe»nin psikolojisini taşıdığını belirtm ek le birlikte, diğer birçok önem li yönleriyle B udizm ’in K uzey A sya’n ın etn ik g ru p ­ ların a yayılm ası sonucu oluştuğunu söylem iş oluyor. «Güney» e tk ilerin in T unguz şam anlığm ı sardığı k a ­ bul edilebilir olm akla birlik te, T unguz şam anlığı —bile— B udizm tara fın d a n yaratılm ış değildir. B urada, «bile» v u r ­ gulam asını Tunguz sam anlığının «G üney»den en çok etsmdan tahlilinde —belirttiğimiz üzere— kollektif eylemin simgeleş­ tiği 'bir «Coşku hâli» ön plana çıkmaktadır. Bu coşku halinin tören­ sel boyutlardaki form’u «vecd» hâli olarak değerlendirilmektedir. Tabiatıylaj vecd hâlinin en kalıcı biçimleri, Kezey coğrafyası ile bes­ lenmiştir. Bu bakımdan, Shirokogoroff’un üzerinde durduğu ve kı­ saca açıklayacağımız hususlar, Tunguzlarm inançlarındaki katışıklığı gösterir. Şamanlığı Güney kökenine bağlamak isteyen yazarların, bu arada özellikle Shirckcgcroff’un temel başvuruları da Tunguzlar üze­ rindedir. S.M. Shirokogoroff, «General Theory of Shamanism among the Tmgus» —1923—; «Northern Tungıs Migrations in the F ar East» —1926—; Psychomental Complex of the Tungus —1935— için bkz: Eliade, Shamanism, ss. 17-18; 110-113, 149, 165, 172, 236-244, 496.

67

kilenen şam anlık olm ası bakım ından yapm aktayız. Çünkü, görüleceği üzere, diğer şam anîlik biçim leri T unguzlar gi­ bi v e o ölçüde açık etk ilere sahne olm am ışlardır. Budizm etkisi öncesinde T unguzlardaki «Buga» k ü ltü , yan i «gök­ sel ‘ta n rı’»ya geçiş kü ltü , bu y örelerdeki Budizm etkisi­ n in «geç» ve sonradan oluşm uş b ir etk i olduğunu k a n ıt­ la r 17. K aldı ki, T unguzlardaki k u tsa llık biçim leri ve m i­ to sların «evrensel»liği gibi tem el hu su slar, şam anlığın «etkiler-öncesi» oluşum unu açıkça gösterm ektedir. B u ry a t ve Y ak u tların T unguzlara etkisi, kendi etk i­ len m elerin in b ir sonucudur. B u bakım dan, b elirli b ir e t­ k i m ekanizm asını gösterm ek, diyelim ki T unguzların be­ lirli b ir sim geciliği B u ry a tla rd a n a la rak kabul etm iş ol­ d uk ların ı gösterm ek, b u n u B u ry a tla rd a n daha önce edin­ m iş oldukları gerçeğini ihm âl etm ekle sonuçlanm am alıdır. Sim gesel değerleri bakım ından evrensel addedilm ek lâzım gelen bazı m itoslar için d u ru m böyledir. Tunguzla rın şam anlığının değişm iş olm asının, en azından katışık u n su rla rı içerm esinin sebebi, «evrensel» m itosların «sızm a»sı değil, işte asıl bu sefer gerçekten G üney’in etkisidir. G ü n ey ’in u ygarlık-nitelikli e tk ilerin in A sya şam anlığı bakım ından rolünü doğrudan ele alm adan önce, şam anlığm özel niteliğine, şam anlığın k a ra k te ristik yapısı­ n a bakm ak g erek tir. Şamanı olan, «ruh»larm şam an ta ­ 17 Şamanlığın Aryalılar’dan (Aryenler) önce Orta Asya etki­ siyle Kuzey Hindistan’a yayılmış olması hakkında, bkz: W. Ruben, Buddhistlik ve Şamanlık, C.H.P. Konferanslar Serisi, Ankara 1939. Ruben, «Budizmanın Menşei ve Özü - Über Ursprung und Wesen des Buddhismus», DTCFD, I) 5 (1943), ss. 115-131. İlk —erken— Budizm ve Taoizmin şamanlıkla ilişkili görünmesi, Budizmin devlet dini ve halk dini oluşu ikileminin anlamı, zamanla Çin’de «gentry»ye hitap etmeye başlaması, Taoizmin eski Çin kültlerinin devamı ol'1şu ko­ nularında, bkz: Wolfram Eberhard, «Toba Devrinde (385-550) B .ddhist Kilisesinin Ekonomik Önemi», DTCFD, IV (1946), ss. 297-307. Bkz: ve krş: Mukaddere N. Özerdim, «Chou’lar ve Bu Devirde Türklerden Gelen ‘Gök Dini’», TTKB, XXVII, 135 (1963), ss. 1-3; özellikle s. 3.

68

rafın d an vecd (cezbe, istiğrak) hâlin e geçm esi ve böyle­ likle «kutsal»la buluşm asıdır. B u «teknik», to p lu lu k ö r­ gütselliğinde y a ta n b ü tü n lü ğ ü n sim gesel olarak k u tsallı­ ğa yönelm eşine de u y g u n düşer. Yozlaşm ış bazı çağdaş «şam an» u y g ulam aları b ir y an a bırak ılırsa, kam usal b ir işlevsellik gösteren şam anın vecd hâli, k am u n u n toplu eylem inin sim gesel düzeyde k u tsa llık potasına erişm esi, onunla «hem -âheng» olm ası dem ektir. Şam an, ak -k ara ayırım ının filizlenm esini tak ip eden çeşitli zam an-m ekân bo y u tların d a geçerli tek n ik le re uygun olarak, vecd h â ­ linde «yükselebilir» ya da « y eraltın a doğru» yola çıkabi­ lir. «R uh»ları canlandırm ak, «ru h » larla bütünleşm ek, «ruh»larca «sahip olunm ak», zam an içerisinde yaygın­ laşm ış ve değişik m ek ân lard a evrenselleşm iş b ir olaydır. Şam an, «ruh»larla ilişkiye geçer, fak at ru h la rla ilişkiye geçm ek şam anlığı o lu ştu ran aslî b ir u n su r, b ir şam anı olay değildir. Bu açıdan bakıldığında, T unguz şam anlığın ın zam anım ızda b ü rü n d ü ğ ü biçim , şam anîliğin klasik biçim i değildir ve ayrıca, saf hâlin d en gelen yolda — şam anlığın m ahiyeti bakım ından— anlam lı b ir d u ra k m ey ­ dana getirm ez. Zira, T unguzlarda, şam anlığm kökeninde b u lu n an «kutsal olanla tem asa geçm e»nin tâlî ve fakat «ruh»lara «hayatiyet» k azandırm anın aslî iş olarak b e­ nim senm esi sözkonusudur. B u hâl, kaydettiğim iz üzere, Tunguz şam anlığınm , özellikle çağdaş T unguz şam anlığm ın görm üş bulun d u ğ u yoğun etk ilerin b ir sonucudur. Böyle b ir etkilenm e sürecini m üm kün kılan da, kandaş to p lu lu k ların b ir kez k atışık ilişkiler içerisine girm iş ve b u ilişkiler dolayısıyla kendi b ü n yelerine uygun düşm e­ yen dış etk ilerd en m asun kalabilm e özelliklerinin zayıf­ lam ış bulunm ası keyfiyetidir. Öyleyse, sam anlıkta n e tle ­ şen b ir inanç sistem i tablosunun gens’in bağ rın d an çıkm ış olduğu gerçeğini perdelem ek isteyen b ü tü n y azarların başv u rm ak ta özellikle te re d d ü t gösterm edikleri Tunguz şam anizm i, kadîm K uzey-O rta A sya şam anlığınm katışık, karışık, m elezlenm iş ve «çözülmüş» b ir biçim inden baş­ ka şey değildir. 69

B udizm ’in (Lam aizm ’in) T unguzlar üzerindeki etkisi, zam anla belirleyici b ir düzeye erişm iştir. B u ry at ve Moğollar üzerindeki etkisi de y e r y e r b ir ölçüde kalıcı ola­ bilm iştir. H ind —ve zam an ve derece fark ıy la Çin’8— sistem lerinin, m itoloji, kozm oloji ve dinî ideolojiler yo­ luyla T ürk, Moğol ve B u ry a tla r’a etkide bulunm uş ve e t­ k ile rin özellikle VII. - VIII. yüzyıllardan itib aren yoğun­ laşm ış olduğu, üzerinde çok durulm uş ve k a n ıtla n d ırıl­ m ış b ir vakıadır. G üney’in O rta A sya üzerindeki etk i­ sinde, en çok tesir icra eden, Budizm yoludur. Ancak, bu noktada, şu husus özenle vurgulanm alıdır: H ind, O rta ve K uzey A sya’ya v a ra n ve sızan ne ilk, ne de te k etki zem inidir. Asıl etki, uyg arlık öncesinin gerçek etkisidir. Sözkonusu olan, G üney’in tarih sel etk ileri değil, b ü tü n b ir tarihöncesinin h a y a t tarzın d an gelen inanç sistem i­ n in «etnolojik» anlam daki yayılışıdır. K aldı ki, bu b ü ­ tü n sel anlam daki «kültür»ün oynak ortam ı dem ek olan kandaş h a y a t tarzı ile G üneyin etk ileri arasındaki evrede y e r alan b ir diğer tem el m itos kaynağı da M ezopotamyadır. M ezopotam ya ve H ind-İran e tk ilerin in m itolojik ve kozm olojik düzeyde O rta A sya ve S ibirya’ya k a d a r u zan ­ m ış olduğunu biliyoruz. İra n ’ın A sya’daki etk is' ve a y rı­ ca Çin ile H ellenistik Doğu arasındaki ilişkiler yoluyla A sya’nın etkilenm esi olaylarını zikretm ekle yetinelim . K ı­ sacası, Asya, b elirli gelişm e evrelerinde Çin ve R om a’ dan etkilenm iştir. Şam anlığın yakın zam ana k ad ar süren biçim leri ve ek u n su rla rı (davul, giysiler) ilk bakışta, G üneyin k a tk ıla rın ın ü rü n ü olarak gözükürler. Ancak, kökeni, özü, yapısı bakım ından ve b ü tü n olarak k a v ra 18 Güneyin iç-ilişkileri; Hind’de Buda, Çin’de Lao-tse ve Kon­ füçyüs’ün kıyaslanması; Konfüçyüs’ün düşünceleri ile Gök kültü ara­ sındaki ilişki; Konfüçyüs’ün fikirleri ile Taoizmin yakınlaşması kar­ şısında —üzerinde gereğince durulmayan— Mo Ti’nin «ilk sosyalist» düşüncesi ve M.Ö. II. yüzyıldan itibaren Çin’de Konfüçyüs düşünce­ sinin zaferi süreci konularında, bkz; Wolfram Eberhard «Eski Çin Felsefesinin Esasları»; DTCFD, II, 1 (1943), s. 273.

70

ıııldığm da, şam anlığın G üney ve B atının etk ileriy le y a ­ ratılm ış ve oluşm uş b u lunduğunu, T arihsel m ahiyeti iti­ b ariy le bu etkilere bağlanabileceğini söylem ek, kesinlik­ le m üm kün değildir. Şam anlık inanç sistem i, kökeni ve tem el özellikle­ riyle, tek tek kandaş to p lu lu k la r bakım ından ve h ay at tarzı olarak kandaş toplum bakım ından ark a ik b ir asla dayanır; dünya gelişim i bakım ından tarihöncesi’ne a it­ tir; yeryüzünde h içbir uyg arlığ ın (m edeniyet, hazâret) m evcut olm adığı dönem in ü rü n ü d ü r ve societas’la b ü ­ tü n leşir. H attâ, sam anlığın oluşum serüveni, takvim sel zam an bakım ından, uyg arlığın doğuşundan (Mezopotamya-S üm er) en az 20 000 ilâ 25 000 yıl öncesinde başlar. O rta A sya şam anlığı, b ü tü n ilkel to p lu lu k ların inanç­ larıy la aynı tem ellere dayanan; uyguladığı «teknik»ler itib ariy le K uzey A m erika, G üney A m erika, A v ustralya ve dünyanın b ü tü n yö relerin e yayılm ış ilkel-kandaş top­ lu lu k lard ak i p ratik le rle örtüşen; özel olarak coğrafya üretici gücü doğrultusunda oluşm uş bulunan; avcılığın geçim tarzıy la köklenm iş; gelişim i itibariyle avcılığın m a­ nevî m irasını devralm ış olan A sya göçebeliğinin a y rıl­ m az b ir tam am layıcısı olmuş; kandaşlığın toplu eylemini sim geleştirerek b ir Tarih gücü hâline getirm iş tem el inanç sistem idir. Som ut T arih bakım ından A sya şam anlığının en n et izi, Sibirya avcılığında izlenebilir. Birçok araştırm acı, paleolitik dönem avcılarının inanç sistem lerindeki şam anî u n su rla rı ortay a koym uş b u lu n ­ m aktadır. H orst K irchner, L ascaux’daki ünlü m ağara re s­ m inin şam anî vecd hâlinden başka şey olam ayacağını açıklam aktadır. A ynı yazar, tarihöncesi dönem lere ait —ve çok uzun sü re ne oldukları b ir tü rlü anlaşılam ayan— esrârengiz sopaların da davul sopası (tokmağı) olduğunu gösterm iş b u lu n m a k ta d ır19 Böylece, tarihöncesinin sihirEliade, aynı, s. 503: Kirchner, «Ein archaologischer Beitrag zur Urgeschichte des Schamanismus»; Anthropos, XL VII (1952), s. 271 vd.. A. Gahs, W K.oppers, R. Rahmann için fokz: Eliade, s. 502, not 23.

71

çilerinin, S ibirya şam anlarınkine b en zer davulları, G ü­ n ey etkisinden çok önceleri, h a ttâ u y g arlık anlam ında b ir G üneyin oluşm asından on binlerce yıl önce kullanm ış o ldukları anlaşılm aktadır20. K .J. N a rr’ın, şam anîliğin kökeni ve « k ro n o lo jisin e ilişkin önem li b ir çalışm ası v a rd ır21. N a rr’a göre, paleolitik avcılığın şam anîliği önce gelir. Bu hâl, K uzey Asya avcıları için de geçerlidir. N arr, «Venüs h e y k e lc ik le rin in p aleolitik avcı inançlarını etkilem iş olduğu fak at paleolitik «gelenek»ini «inkıta»a u ğratm adığı kanısındadır. Böyle b ir «inkıta»m n zâten sözkonusu olam ayacağı üzerinde durm am ız gerekir. U ygarlık öncesinin en eski dönem lerinde, to p lu lu k ların sistem li olarak benim seyem eyeceği «nesne»lerin k ü ltü rü n aslî b ir yönü olm ası m üm kün değildir22. A ksi yönde b ir arkeolojik-etnolojik k a n ıtın varlığı tartışılm am ıştır. A nlaşılan N arr, V enüs heykelciklerini sadece b ire r verim lilik -b erek etlilik sim ­ gesi olarak görm ek istediğinden, böyle b ir şerh düşm ek gereğini hissetm ektedir. Böylece, N arr, aslında, çok önem li b ir açıklam ayı k an ıtlan d ırm ak cihetine gitm iş b u ­ lunuyor. B u da, şam anîliğin kökeninin insanlık T arihinin 20 Eliade, s. 503: Karl J. Narr, «Barenzeremoniell und Schamanismus in der Alteren Steinzeit Auropas»; Saecnlmn, X (1959), ss. 233-272. 21 H. Findeisen ve K.J. N arr’ın çalışmaları için, Eliade’nin bibliyografyasına bakılabilir; bkz: Franz Hancar, «The Eurasian Ani­ mal Style and the Altai Complex»; Artibus Asiae, £V (1952), ss. 171-194. 22 Çin’in ve dolayısıyla uygarlığın ürünü sayılan bazı kültür ve özel olarak inanç unsurlarının, aslında çök önceleri, yerli Neolitik kültürler vasıtasıyla Orta Asya’dan Çin coğrafyasına geçmiş olduk­ ları anlaşılmaktadır. Bu, Çin ve Güney’deki uygarlık öncesi kültür­ lerin kökeninde, bu coğrafyaya doğru yayılmış kültürlerin bulundu­ ğunu göstermektedir. İnanç sistemlerinin astral bir karakter gös­ termeye başladığı dönemlerin uygarlık öncesinde geliştiği düşünüldü­ ğünde, bazı «göksel» unsurların Güney dinlerince kendi potalarında eritilmiş olmalarına rağmen, motifler hâlinde «ayıklanabilir» olduğu

72

derin lik lerin d e olduğunu gösterm ektedir. A ncak JNlarr, ilk izleri itib ariy le on binlerce yıl önceye çıkabilen bu geçm iş’in en çok son on bin yılında gözükebilen ve tem el avcılık-şam anlık gelişim ine b u safhada k atılan, yani y a­ zarın kendisince «dış unsur» o larak görülm ek istenen heykelciklerin, gelişm enin kesintisizliğini ispatlam ada b ir eksiklik yaratabileceğini düşünm üş olm alıdır. Oysa, ge­ nellikle erkinlik yönü p e rd e len e re k «doğurgan kadın» im a­ jıy la betim lenen bu hey k ellerin etkisi, sırf v erim lilik ola­ ra k da o rtay a konulsa, bu, zaten, m evcut bu lu n an anahanlığa denk düşebilen b ir oluşum un gerçekliğini o rta ­ dan kaldırm az. A nlatım kolaylığı sağlayabilm ek için v ülgarize ederek diyebiliriz ki, gelişen b ir paleolitik dönem in a rtık neolitiğe açılan g ö rü ntülerinde, b ir yerd ek i «heykelsizlik» diğer yerdéki «heykel»le beslenm işse, bu, heykelsiz y e rin anahanlık dışında olduğunu gösterm ez; tam tersine, heykelsiz yerdeki anahanlık, h eykellerde biçim lenm iş anahan lık ta kendi im gesini b u lu r. Ö te yandan, bizatihi h ey k el­ le rin anahanlıkla ilişkili olm adığı düşünülem ez. Sözkonusu kad m -an a heykelcikleri birçok y a z ar tara fın d a n genellik­ le d ar anlam da b ir iktisadiyat, b ir tek n ik -ü re tim süreci düzeyinde ele alınm akta ve y o ru m ların yüzeyselliğine bu yaklaşım sebep olm aktadır. Oysa, insanın kendini ü re ti­ m i ile ü retim , b irb irle ri itib ariy le gerçekleşirler. Ü re ti­ m in varolabilm esi ile kendini üreteb ilm en in sarm allığı, kendini ü retm en in gerçekliği açısından kavranıldığında, kendini ü retm e, ü retim in önşartı olarak belirir. Bu baanlaşılmaktadır. Bu bakımdan Çin’in ve Güney’inı uygarlaşmaların­ dan sonra ihraç ettikleri inanç unsurları içerisinde, kandaşların «ta­ nıdıkları» motifleri yeniden benimsemeleri sözkonusu olabilir. Bkz: Muhaddere N. Özerdim, «Chou’lar ve Bu Devirde Türklerden Gelen ’Gök Dini’»; TTKB, XXVII, 105 (1963), ss. 1-23, özellikle 1-5. Bkz; ve krş: M.N. Özerdim, «Çin Dininin Menşei Meselesi ve Dinî inançlar»; TTKB, XXVI, 101 (1962), ss. 79-119; «Bazı Çin Kaynaklarına Göre Bugün Çin Türkistan’ında Yaşayan Halklardan Moğolların Örf ve Âdetleri», DTCFD, IX, 3 (1951), ss. 216-220; «The Poems of the Turkish People Who Ruled in Northern China in 4-5 th Centuries A.D.»; TTKB, XXII, 86 (1958), ss. 261-295. 73

kım dan, T a rih ’teki (şu ânda, tarihöncesindeki) doğurgan­ lığı, salt bereketlilik olarak yorum lam ak, indirgeyici maddecilik’in, teknik (birçok yazarın terim iyle, «teknolojik») determ inizmin ve giderek mekanikliğin b ir kez daha te ­ za h ü rü dem ektir. A nahanlığı, b ab ahanlık ölçütleriyle k a v ra m a (araçların kim in elinde durd u ğ u n u gösteren ‘fo­ to ğ ra f la T a rih ’i sözüm ona açıklam a), b ir önceki cüm le­ m izdeki ta n ım la n haklı kılar. N a rr’m, tarihöncesinin som ut gelişim lerine ilişkin de­ ğerlendirm esine dönelim . N a rr’m vardığı sonuçlara göre, A v ru p a paleolitiğinde (en az M.Ö. 30 000 yılları; başlan­ gıç olarak M.Ö. 50 000 — ?— yıllarında) b u lu n an hayvan k afatası ve kem ikleri, tö re n (âyin) «sunu»larıdır. K e­ m ik lerin in u n ların d an h ay v an ların devrevî olarak h a y a ­ ta döndüğü inancıyla oluşan sih ir-in an ç’m, m uhtem elen aynı zam anlara denk düşen ve aynı âyinlerle vücut b u ­ la n b ir biçim inin, A sya ve K uzey A m erika’nın ayı tö re n ­ lerin in kökeni olduğu anlaşılm aktadır. B u gelişm eden bir sü re sonra, tahm inen M.Ö. 25 000’lerde A v ru p a ’da, kuş sim geleriyle, koruyucu «ruh»uyla (kutsallık anlam ında; tek te k «ruh»larla değil) ve «vecd hâli»yle (Lascaux), şam anlığın k a n ıtla rı m ev c u ttu r23. Bu b u lg u ların sam anlığın «ilk» görünüm leri olduğunu kabul edelim . A slında, plas­ tik dışa-v u ru m ları k u llanm ayan in sanların «kutsallık»ı23 Babahanlığın «ezelî» oluşu sonucunu, vermeye yönelik bir şamanlık yorumu için A. Şenel okunabilir; «[Ata kültünün] koruyucu­ ları, geliştiricileri ve yayıcıları olarak, avcılık ve toplayıcılık döne­ minin erkek sihirci sanatçıları, geniş anlamıyla şamanlara dönüş­ müş olmalılar. Şaman giysilerindeki kadınlık işaretleri ve bazı çağ­ daş avcı ve çoban topluluklarda kadın şamanlann da bulunmaları; çoban toplulukların, çiftçi topluluklarda dinsel işlerde önemli bir yeri olan kadın din adamlarına öykünmelerinin bir ürünü olabilir.» (İlkel Topluluktan Uygar Topluma Geçiş Aşamasında Ekonomik Top­ lumsal Düşünsel Yapıların Etkileşimi, S.B.F. Yay., Ankara 1982, s. 172.) Şenel, devamla, «Şamanlığın Hint, Çin, İran gibi ilk uygar­ lıklarla İskitler’de (geçiş toplumlarmda) ve günümüz Türk, Moğol, Tunguz, Lap, Samoyet, Koryak, Eskimo, Mançu, Kuzey Çin ve Afrika

74

nın, «ilk» şam anlık terim iy le özetlediğim iz gelişim den de önce yaşanm ış olabileceği düşünülebilir. H er h alükârda, şam anlığın an tik ta rih kökenli olduğu bellidir. Özetle, O rta ve K uzey A sya’daki şam anîliğin «tek­ n ik le r in e b ak ılarak 24, b irin cil-asıl-ilk inanç sistem i ol­ duğu anlaşılm aktadır. B u noktada, h a y a t tarzın ı ve top­ luluğun eylem ini şam anın «yüklenm e»si ve b u n u «taşı­ yabilm ek» için de vecd h âlin e geçm esi gerçeğini v u rg u ­ lam ak g e re k tir25. Eliade, ö rg ü tü n m ahiyetini, anahanlığı (lâfzen de be­ lirte rek ; matriarchy) sihir-din kom pleksiyle b ir sayıyor. Ancak, kutsallığı te c ritli' b ir biçim de ele alm a ve «ba­ ğım sızlaştırm a» kaygısıyla26 anahanlığı daha d ar ve b e ­ lirli b ir e v re ’nin ü rü n ü olarak gösterm eyi, en azından b u n u im â etm eyi terc ih ediyor. yerlileri gibi çoban topluluklarda görülüşü... onun avcılık ve top­ layıcılık döneminin sihirsel düşünüşünün, tarımcı toplumların dinsel düşünüşünden etkilenmesiyle doğduğu görüşünü desteklemektedir» diyor. (Aynı yerde, not 155). u Tekrar edelim, sırf Tarihsel veriler bakımından bu bir ka­ nıtlama yoludur. Yoksa, bu belirli kanıtlama (tekniklere bakış) ol­ masa dahi, değişimin bütünsel olarak kavranması, şamanlığın antik kökenli old.ğunu gösterir. 25 Eliade’nin, kendine özgü bir yorumla kutsallığı âdeta Tarih dışına «taşırma» eğiliminin, yer yer üslûbuna sinmiş olduğunu kay­ dedelim. Vecd hâlinin bir ispat vasıtası olarak uygarlığa özgü dinsel motiflerin «ayıklanabilmesini ve bu yolla doğru tesbitlerin yapıla­ bilmesini mümkün kılan özelliği bu vecd hâlini Tarih gelişiminden bağımsız ve soyut bir «insanlık hâli» gibi gözükmesine kapı aralayan üslûbu, Eliade’nin tek-tanrılı dindarlığa yönelikliği nedeniyle benim­ semiş olduğunu akla getiriyor. 26 Nitekim, yazar, «yükseklik», «yukarıdaki» ve zamanla ortaya çıkan «gök» kavramlarını, ilkellerde mevcut olduğunu öne sürdüğü «yaratma-yaradan» kavramlarıyla birleştirmek eğilimiyle, bu foirleşikliğin oluşumu ile anahanlık arasına müphem bir zaman farkı ko­ yuyor. Eliade’ye nazaran, ilkellerdeki «yukarıda, yüksekte» kavra­ mı, kültlere bağlı olarak, zamanla, daha «dinamik», daha «tanına­ bilir» hâle gelmiştir. Büyük «tannça»lar, bereket tanrıları, «ruhslar böylece oluşmuştur. Bu konuda bkz: Eliade, aynı, s. 5£5.

75

II. T Ü R K L E R D E V E A S Y A K AN DAŞ LI ĞI NDA ŞA MA N I İ NANÇ SİST EMİ

A. 1.

GENEL N İTELİK LER

Hayat Tarzının Kavim ler-Arası Genelliği

M.Ö. bin yılların d a27 bile, göçebelerin b elirli b ir bö­ lü m ü n ü diğer ilk atlı göçebelerden a y ıra ra k T ü rk le rin «ata»ları saym ak, m evcut antropolojik bilgilerin ışığında m üm kün gözükm em ektedir. M ongoloid denilebilecek ır­ k ın Doğu A sya’dan B atı ve K uzey A sya’ya yayılm ış ol­ duğu anlaşılm aktadır. A ncak, en kuzey bölgelerde eurepeoid denilebilecek — bugünkü europeoidlerden daha ge­ nişçe yüzlü fakat diğer özellikleri itib ariy le A vrupalIlara benzer— b ir ırk, S ib iry a’da K am (Yenisey) ve E rtiş (İrtiş) ırm ak ları kıy ıların d a yaşam ıştı. M.Ö. 2000-1200 yıl­ la rı arasındaki A fanasiev ve A ndronov k ü ltü rle rin in , bu ırk a m ensup boylarca vücuda getirildiği bilinm ektedir. B un ların Doğu kökenli m ongoloidlerle karışm asından, M.Ö. 1200-700 yılların d a K arasuk k ü ltü rü oluşm uştu. Bu k ü ltü r m ensubu b oyların T ü rk ve K ırgızların a ta ları ol­ duğu, bugü n ü n hâkim görüşüdür28. îra n lı ve H indli boy37 Paleolitik ve Neolitik çağlar hakkında bilgi verdikten sonra, özellikle M.Ö. üç bin yıllarından başlayarak Orta Asya Tarihi ve bu Tarih içerisinde Türkler hakkında sistematik bilgi veren ve çözüm­ lemeler yapan eserler arasında, şunlar bilhassa zikredilmelidir: A. Zeki Velidî Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, Cild I: En Eski Devirlerden 16. Asra Kadar, Halk Kitabevi, İstanbul 1946; Bahaeddin Ögcl, İslâmiyetten Önce Türk Kültür Tarihi: Orta Asya Kaynak ve Buluntularına Göre, T.T.K. Yay., Ankara 1962; Emel E6İn, Islâmiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslâma Giriş (Türk Kültürü EIKitabı, II. Cild I/ib’den Ayrı Basım), İstanbul, Edebiyat Fakültesi Mat., 1978. Ayrıca bkz: Emel Esin, «Millî Kültür Tarihi Safhalarına Bakış», İİFD 1977, ss. 237-293’den Ayrı Basım. 38 E. Esin, İslâmiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslâma Giriş, b . 3.

76

la n n A sya’n ın diğer ta ra fla rın a yönelm eleri ve b u rad ak i ırk la rla k arışm aya başlam ası M.Ö. 1000 y ılların d a başlar. T ü rk k av im lerin in h a y a t tarzın a, özellikle ö rgütlenme«-»inanç sistem i ilişkisi açısından siyasetin kökenine işa re t edecek o dakların seçim i sırasında, T ü rk le rin ced­ dini spesifik olarak ayırm aya çalışm ak m addî v e rile r iti­ bariy le h em en hem en im kânsız olduğu gibi, böyle b ir ça­ banın bizim yöneldiğim iz h e d e fler bakım ından açıklayıcı b ir yönü de yoktur. B elli ki, toplayıcı-avcı’lık tan göçebe­ liğe geçiş ev resin d ek iler ve göçebe A sya k ü ltü rle ri, tab iat şa rtla rın ın zorlam aları, göçler ve savaşlarla, b irb irle riy le karışan, örtüşen, a y rılan ve te k ra r k arışan b ir topluluk h ay atı sü rd ü rm ü şle rd ir29. Ö rgütlenm enin h e r alanında göçebe-çoban kavim ler etkileşim inin örn ek leri görülür. M eselâ, A rim asp—M asaget-* İssedon-^İskit—K im m er’lerin b irb iri üzerindeki bas­ kısı, H erodotos kanalıyla öğrendiğim iz eöki k avim ler zin29 E.D. Phillips’in The Royal Hordes: Ncmad Peoples of the Steppes (London 1965) adlı eserinin kronoloji cetvelinin esas alın­ ması ve özellikle Türklerle ilgili bölümlerin genişletilmesiyle hazır­ lanan açıklamalı kronoloji için, bkz: Taner Tarh an) «Bozkır Mede­ niyetlerinin Kısa Kronolojisi», TD, 24 (1970), ss. 17-32. «M.Ö. 40002090: Bozkırlarda Göçebe Toplumların Yayılması»; «M.Ö. 1500-1000: Atlı Göçebeliğin Başlaması»; «M.Ö. 1000-500: Batı Bozkırlarında Atlı Göçebeliğin Tam Olarak Gelişmesi» (bu başlıkta, Sarmat—►İskit—» Kimmer’lerin —birinciden 'başlayarak 'birbirleri üzerine baskısı şek­ linde oluşan— göçleri, özet olarak izlenebilmektedir); «M.Ö. 500- M.S. I. Yüzyıl başı: Doğu Bozkırlarında Yaşayan, Îndo-Avrupalı Olma­ yan Kavimlerde Atlı Göçebeliğin Tam Olarak Gelişmesi»; «M.S. I. Yüzyıl başı - 500: Bozkırlarda İndo-Avrupalıların Son Safhaları ve Mançurya’dan Macaristan’a Kadar Uzanan Geniş Sahadaki Altay Gö­ çebelerinin Hâkimiyeti» başlıkları altında, özlü bir kronoloji veril­ miş, Fhillips’in mehazlarına başka kaynaklar eklenmiştir. F. Hancar, A.M. Tallgren, E.H. Minns, T. Sulimirski, K. Jettmar, G. Borokova, D. Carter, E.A. Golomstck, B.A. Litvinskii, S.I. Kaposhine, M. Rostovtzeff, F. Altheim, J. H arm atta ve kom nun diğer uzmanları­ nın çalışmaları için, aynı etüde bakılabilir. 77

cirini o lu ştu ru r30. F ederasyonların kabileleri etkilem eleri, özellikle b u zincirlem e gidiş içerisinde gerçekleşir. K abi­ lelerd en b irin in öncülüğünde k u ru lacak federasyon —kavim sel b a ğ la n ne olursa olsun— daha önceki federasyon­ la rd a n edinilm iş k ü ltü re l ve yönetim ’e ilişkin u n su rla rı kullanabilecek d u ru m a gelm iş olur31. T arih tek i İskit-»H un T ü r k —Moğol etkileşim i, başlangıçtan itib are n ilk üç kavim de etn ik «geçiş»lerin de sözkonusu olduğu düşü­ nüldüğünde, daha da önem li b ir örnek olarak gösterile­ bilir. T ü rk k avim lerinin h a y a t tarz ın d a görülen « sıçram a > l a n gereğince değerlendirebilm ek için, spesifik olarak İs­ k it ve H siu n g -n u ’lar32 dikkate alınm ak lâzım gelir. 30 Bkz: Abdülkadir inan, «Urartu Yazıtında ve Romalı Plinius’ un Tarihinde ‘Türk’ Adı Var mı?» (P.N. Uşakhov’un, «Urartuların İ.Ö. IX-VII Yüzyıllarda Yaptıkları Seferlere Dair» [Vestnik Drevnoy İstorii] etüdü hakkında). TTKB, XII,, 45 (1948), s. 278. 31 René G roısset’nin derlediği veriler ve kurduğu bazı bağ­ lantılar dikkate alınmalıdır: Bozkır İmparatorluğu-Attila/Cengiz Han/Timur, çev: M. Reşat Üzmen, Ötüken Ya., İstanbul 1980. (L’Em. pire des steppes. Attila, Gengis-Khan, Tamerlan, Payot —Bibliothè­ que historique— Paris 1939. Bkz: «L’Empire... [başlangıç]», çev: Peyami Erman, TDED, I, 1 —1946—, ss. 48-52 ve «Moğol İmparator­ luğu Mıkaddimesi». Önsöz ve çev.: P. Erman, TDED, I, 3-4 —1946—, ss. 196-202. Kimmerler (s. 22 vd.) ve özellikle Iskitlerin (s. 24 vd), adlarını sonra duyuracak olan kavim ve kabile topluluklarıyla kül­ türel ilişkilerine temas edilmiştir. Örneğin bir «üzengi» konusunun gündeme getirilmesi ve üzenginin, icadından sonra, direkt temaslar sonucu göçebe atlılar arasında yayılması; Iskitlerin kullandığı üzen­ ginin, Hunlarda eski dönemlerden beri kullanılması ve yine M.Ö. Altaylarda görülmesi (s. 26, not 11), vurgulanmış olan hususlar a ra­ sında yer almaktadır. (Bu dönemde Roma ve Yunan’da üzengi gö­ rülmemektedir. ) 35 «Hsiung-nu» yazılır; «s» teaffuz sırasında okunmaz, sadece «h»ya bir hafiflik verir [Giles-Wade transkripsiyonu], «Hsiüng-nü» de yazılmaktadır. Krş: T’ang Chi, «Türk Tarihine Âid Çin Kaynakları», TEL), 2 (1971), s. 182 not 7. Kelimenin kökenine ışık tutabilecek not­ lar için bkz: Aynı, ss. 182, 182 not 7, 189 not II, 195, 198 not 36.

78

İsk itlerin genel n ite lik leri33, O rta A sya ve h a ttâ Doğu A v ru p a’yı b ir b ü tü n olarak düşünm ek3“ gereği çerçeve­ sinde önem kazanm aktadır. İsk itle rin şam anı b ir inanç sistem ine sahip olm aları, göçebeler-arası etkileşim in b ir çeşit katalizörü gözükür35. 33 İskitler üzerine yapılan araştırm alar, bibliyografik bir ça­ lışma gerektirecek derecede çok ve çeşitlidir. Betimsel özellikleri ve bölüm bibliyografyaları (referans sistemi kullanılmıyor) itibariyle Tamara Talfoot Rice’m çalışması dikkati çekmektedir: The Scythians, London 1961. İskitlerin âdeta bir kavimler yelpazesi oluşturmuş ola­ bileceğini destekleyen açıklamalara da yer vermiş olması, eserin özellikleri arasında zikredilmelidir. Eserin bir özetini içeren «kitabiyat» için bkz: Taner Tarhan, TD, XVII, 22 (1967) —1968— ss. 202-207. Sakalar ve Masagetlerin köken olarak Türk olmaları yönünde bir görüş için bkz: Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 23 vd. Bu görüşün yaraşıra, özellikle Masagetlerin çok belirgin anahanlık ka­ lıntıları itibariyle dikkate alınarak Tarih bütünlüğü içerisinde ta r­ tışılması düşünülmelidir. 34 Bkz: Abdülkadir İnan, Şamanizm, s. 1. 35 «İskitler ile Göktürkler, Henlar ve Oğuzlar arasında inkâr edilemeyen benzerlik...» yargısıyla sonuçlanan incelemesinde, Taner Tarhan («İskitlerin Dinî inanç ve Âdetleri», TD, 23 —1969—, ss. 145170), kaçınılmaz olarak Herodotos’a ağırlık tanıyan bir yaklaşımla, İskitlerin inanç sistemi hakkında sistematik bilgiler vermektedir. Ne yazık ki, Tarhan’ın verilerini bazı durumlarda aynı sonuçları çıka­ racak şekilde okuyamıyoruz. İskit Ana Tanrıçası’ndan söz edilirken, Tanrıça’nın «anaerkillik» karşısındaki durumunun b ir cümle içerisin­ de gündeme getirilmesi, leyh ve aleyhine bir muhakeme getirilmeksizin yine aynı cümlede yargıya varılmasını (s. 150), pek zengin işa­ retlerin gözden kaçırılması olarak görüyoruz. Tarhan, şamanların ge­ nel nitelikleri, erkekliği gelişmemiş Enareler hakkında da bilgi ve­ riyor (s. 156-157). Altay şamanlığında buna benzer arazın mevc .di­ yeti, Buluç’a da gönderme yapılarak teyid edilmektedir (s. 157 not 42). And ve kankardeşlik törenleri (s. 158-159), evrensel nitelikteki diğer ortaklıklar bir yana, Hsiung-nu’larda ve Ural-Altaylarda tam bir benzerlik göstermektedir. Yine, içki içmenin dinsel bir «fonksi­ yonel olması (ss. 159-160) ve «kımız’ın İskitlerin temel içkisi olması, daha M.Ö. 500’lerde, Greklerde, «ölçüsüz şarap içmek» anlamında 79

A sya’da M.Ö. III. ile M.S. II. y üzyıllar arasına ait k u rg an la rd a k i kalın tılar, k avim ler-arası k ü ltü r o rtak lığınm bazı tan ık la rın ı barın d ırm ışlard ır. Yine, M ilâdın I. yüzyılına ait Talaş kurgan-katakom blarının, H un36 m ezar«İskitçe içmek» deyiminin geçmesi ilgi çekmektedir. Defin törenle­ rine ilişkin motiflerin (s. 164 vd.) de Hun-Türk kültüründe aynen korunduğunu görüyoruz. Iskitler ve Hunlan aralarındaki ilişki i' bariyle de değerlerıdiren çeşitli eserler arasında, W.M. Mc Govern’ın kitabı öncelikle belirti, lebilir: «The Early Empires of Central Asia —A Study of the Scythians and the Huns and the P art they Played in World History with Special Reference to the Chinese Sources—, The University of North Caro­ lina Press, 1939. Kezâ, lskit bunun Tarihsel bir zorunluluk ve gelişme dinamiği oluşturması, sözkonusu gelişmleri izle­ yen «yeni» bir olaydır. Şa kadar ki, «Türkler, hangi dine girmişlerse, onun ateşin müdafii ve mümessili durumuna yükselmişlerdir. Orta-Asya’ da ve Çin’de Budizmin ve Maniheizmin müdafii olan Türkler, İslâm çağma yükselişte İslâmiyetin kılıcı... olacaklardır.» (Şerafettin Turan, «Türk ve Millî Oluş», TK, 6 (1963), s. 10.) 1,0 Orhon nehrinin güneyindeki Hangay (Hangai=Hsün-ohi) da larının Ötüken olması hakkında, bkz: B. ögel, «Doğu Göktürkleri (...)», s. 119. 111 Ötüken/Ötükan adının kabile ilişkileri karşısındaki durumu, Doğu ve Orta Asya’daki birçok dağın kabile adlarıyla aynı olması key­ fiyeti, dağ adının şahıs adı ve kabile adı olarak kullanılmasındaki or­ tak tavır, ve özellikle ilgimizi çeken «Juan-juanların khan'ı» ibaresi için, bkz: Bberhard, aynı, ss. 334-335. «Ötüken, Hunlarm gerilemesinden ve çöküşünden sonra «belirir». Bu efsâneleşme, kavimler arası bir özellik göstermeye başlar. Nitekim, Ötüken/Ötükan ile Moğolcadaki «tanrıça» «Etügen»in ilişkisi ve hattâ ayniyeti sözkonusudur. (Bkz: S. Buluç, «Şamanizm», «İslâm Ansiklope­ disi, [s. 326].) Nikolai Poppe de kelimeyi böyle açıklamıştır. (Bkz: von Gabain, aynı, s. 687.) Kutadgu Bilig’deki «Ötüken’e kulak verme» öğüdü ve yorumu için, bkz: Abdiilkadir İnan, «Türk Yazı Dili Tarihinden Notlar», TK, V, 57 (1968), s. 656. 274

ların yönetim den siyasete sıçram a potansiyeli, h e r aşam a­ da, «efsâne»lere b aşvurm ayı zorunlu k ıla r" 2. N itekim , babahanlığın yönetim ’in in siyasallaşm ası aşam aların ın en d oruk no k taların d a dahi, «ANAM IZ YERSU ÖTÜKAN» b ir ilke gibi d u rm a k tad ır"3. Hepsi b ire r k u tsallık sim gesi olan A ltay - kan, M ordo - kan, O ktu - k an v e diğerleri, ad ları çok geçen K ay ra k a n ’m ve A b a-kan’m y an ısıra y e r alırlar. Bu «tengri»ler ve yiğ itlerin « k an /k h an » laşm aları değişik dönem lerde gerçekleşm iş olabilir; bazıları zâten ötedenberi «kan» ol­ m uş olabilirler; bazıları da «kam un oym ak, kabile b aşk a­ nı «han» olm asından sonra, geriye dönülerek «kan» ola­ rak adlandırılm ış olabilir. Bu, üzerinde asıl durduğum uz gerçeği değiştirm ez. O da, k u tsallık b ü tü n lü ğ ü n ü n sürekli u n su rla rı itibariyle bölünüp o u n su rla rın değiştirilm esi ve yine b ü tü n leştirilerek , yönetim ’e payanda yapılm ası ola­ yıdır. Bu sürecin en belirgin oluşum larından b iri ve -kav1.2 Kut ve Türk hakanlarına verilen «iduk-kut» (kut sahibi) san’ı içn) bkz: İnan, «Yusuf Has Hacib ve Eseri Kntadgu Bilig Üzerine Not­ lar», TK, 98 (1970), ss. 112-126. İsim ve unvanlarda «kut» için, bkz: B. Ögel, «Uygur Devletinin Teşekkülü ve Yükseliş Devri», TTKB, XIX, 22, s. 355 not 81. 1.3 Abdülkadir İnan da «Türk samanlığının akidesi» diyor; ondan esinlendik. Bkz: A. İnan, «Moğolların Gizli Tarihi (S.A. Kozin, Sokrovennoye Skazaniye,—Yuan-çao Bi-şi, I— Moskova-Leningrad 1941) [hak­ kında]», TTKB, VI, 21-22 (1942), s. 122. Bu arada, Asya kandaşlığının en sivrilmiş babahan yönetiminin ilgi çekici hikâyesi, Cengiz Han ile Camuha (Camı ka, Camuga, Camoka) arasındaki çocukluklarından baş­ layan arkadaşlığın nasıl gelişip değişerek sonunda tam bir hasımlığa dönüştüğünün öyküsü, bu etüdde özetleniyor. (Aynı, ss. 124-126.) Ger­ çekten de, siyaset peşine düşen Cengiz karşısında Camuka’mn bir «halk kahramanı» oluşu üzerinde çok tartışılm ıştır. Kendisi de bir soylu olan Camuka’nın, Cengiz’in en büyük hasmı olduğu aşikârdır. 1201'de «Alhuy Bulak»ta toplanan kurultay ile Camuhanın «Gur Han» ilân edilmesiyle gelişen olaylar, Camuha’m ozan kişiliği ve şiirleri, okunmalıdır. Konu, bu dönemdeki yapıyı da yansıtması bakımından önem taşır. Nitekim, Vladimirtsov Moğolların İçtimaî Teşkilâtı’nı ikinci kez kaleme aldığın­ da, kendisini en çok bu konu uğraştırm ışa benzer.

275

ram ın doğrudan yönetim le ilgisi bakım ından- çarpıcı ola­ nı, «khan» kav ram ın d a odaklaşm aktadır. 2.

Çin Kaynaklarında Khan (Eberhard)

E berhard, Çin k a y n a k la rın a dayanarak, «khan» k eli­ m esinin o rta y a çıkışını incelem iştir1H. Y azar, öncelikle, o rta zam anlar telâffu zu n d a «kan» okunan kelim e se rile ri­ ni sergilem ektedir. E berhard, bunu yaparken, Çin tra n s ­ k rip siyonunun özellikleri, h a rfle rin düşm e ihtim âlleri, m etin lerle T ürkçe lehçelerinin k arşılaştırılm ası gibi filo­ lojik a ra ştırm a ve m ukayese m etodlarını k u llanm aktadır. T ’u-chüeh (G öktürk)lerin ilk b ü y ü k k h a n ’ı B um in-khag an ’m un v an ın ı o lu ştu ran b ir dizi kelim e de b u arada İn­ celenm ektedir. B u unvan, C havannes ve başk aları ta r a ­ fından «il-khagan» olarak yorum lanm ıştır. E b erh ard özel­ likle filolojik kan ıtlarla, G ö k tü rk ler öncesinde de «khan» unv an ın ın m evcut olduğunu gösterm ektedir. T obalardan alınan ö rn ek le r b ir kabile başkanm m «il-khan» yada «ilek -khan» u n v anıyla anılm ış olduğuna işaret ediyor. «İlekkhan» (il-khan) u n v an ın ın en geç M.S. 250’den itib aren k ab ileler grubu başkanına verilen unvan olması, «khan» kelim esiyle o lu ştu ru lan u n v a n la rın yazılı ta rih te k i izini biraz daha geriye götürm üş olm aktadır. A slında, E berh a rd ’a göre, «il» kelim esi"5 yoluyla, bu tip unvan oluşum ­ larını M.Ö.’ye de götürm ek m üm kündür. E berhard, ayrı b ir dizi örnekle, «khan»la b ite n k eli­ m eleri sergilem ektedir. B unların b ir bölüm ünün açıkça 114 W. Eberhard, «Bir Kaç Eski Türk Ünvanı Hakkında», TTKB, IX, 34 (1945), ss. 319-337. Eberhard’ın daha sonra tahlil edeceğimiz «Hsiung-nu ve Toba Dilleri» başlığına kadar olan veriler, ss. 319-332 arasında yer almaktadır. "5 Ötüken’deki Türklerin «ilig»i (ilin rehberi —öncüsü—) ; etrafı çitle çeırilen yerde otururdu kit buna «örgün» denirdi. Örgün’ün önüne bir «belgü» (nişan —belki, tuğ—) konurdu. «Yaka» (yönetim) burada sürdürülürdü. Burası, aynı zamanda, kutsal merkezdi: Gök tengri( yersu ve atalarca kutsanmış bir yerdi örgün. (A. v a n Gabain, «Köktürklerin Tarihine Bir Bakış», ss. 687-688.)

276

«tarkan» u n v an ın ın trask rip siy o n u olduğunu b e lirte n E berhard, kullanılm ış b u lu n an işa re tlerin özellikleri yo­ luyla, bu seride y e r alan b ü tü n kelim elerin «khan» sonek ’li olduğunun kesinlik kazanabildiğini, böylelikle de k elim elerin tam am ının «tarkan» olabileceğini b e lirtm ek ­ tedir. Takip ettiğim iz kadarıyla, «khan»ın Çin m etin le ri­ ne sistem li geçişi daha çok «tarkhan» kelim esi dolayısıy­ ladır. İlginç olan husus, E b e rh ard ’m , yine a y rı b ir seri k e ­ lim enin okunuşunu b elirli b ir sistem leştirm eye tâb i tu t­ m ası sırasında ortay a çıkm aktadır. «A r-khan» y a da «ark —khan» veya «arık-khan» o k unuşunun düzenli b ir biçim ­ de k arşısına çıkm ası dolayısıyla, E berhard, böyle b ir «un­ v a n sın kullanılm ış olm ası ihtim âlini gündem e g etirm ek­ tedir. Ne v a r ki, kendisinin de kay d ettiğ i üzere, böyle b ir « u nvansın verilm iş olduğu tev sik edilm iş değildir. A yrıca, daha önce « tar-khan» okunm ası gerektiği b e lirti­ len k elim eler arasında, b ir H un kabile b aşkanm ın yazılı­ şına da rastlan m ak tad ır. E berhard, « tark-khan» olan b ir dizi H un kabile başkanı sıralam aktadır. E b e rh a rd ’m tem as ettiği b ir diğer husus da dikkati çekm ektedir. Bilgin, yine «kam da b ite n b ir seri kelim e­ ye b akarak, «burhan» kelim esini ele alıyor. «B urhan» kelim esinin çoğu zam an «Buddha» ile ilişkili görüldüğü­ nü b e lirte n E berhard, «B uddha = B u rh a n sın etim olo­ jisinin şüpheli olm ayı da aşan b ir d u ru m arzettiğini söy­ lem ektedir. A raştırm acı, «burhan» kelim esinin «Buda» ile bağlantılı olm adığını, « b u rh an sın b ir «yerli», O rta Asya kelim esi olm ak lâzım geldiğini b e lirtm ek te d ir"6.

1,4 Gerçekten de, «Burhan» kelimesi geç dönemde «Buda» karşılı kullanılmış, bir dönem için bu yüklenimi almış bile olsa, kelimenin sırf «Buda» karşılığı türetilmiş olduğunu varsaymak için bir sebep yoktur. Eski bir «burkhan» kelimesinin mevcud olduğu kabul edilmeli­ dir. (Bkz: ve krş: Emel Esin, Türk Kültür Tarihi, ss. 127-133.) Orta Asya Türkmenlerinde «kam»a, «purhan» denildiğini biliyoruz. Eski Uy­ gurların, Budizme yanaşabilmek için, Buda’yı «khanslaştırmış olduk­ ları düşünülebilir. 277

E b erh ard , sergilem iş olduğu b ü tü n ad ların hepsinde son hece «-kan»ın bulunduğunu kesin olarak b e lirtm ek ­ ted ir. Bilgin, Çince yazılışına göre, tablolar halinde sıra ­ ladığı b ü tü n bu kelim elerdeki «kam un, «khan» unvanı olarak düşünülebileceğini de ifâde etm ektedir. E berhard, «ilek-khan» ya da «il-khan»m bildiğim iz «khan» u n v a ­ n ını tem sil etm iş olduğu kesinlik kazanm ıştır, d em ekte­ dir. Ancak, «diğer unv an lard a bu m esele henüz çözüle­ m em iştir». E berhard, sırf yazılı k an ıtlarca desteklenm esi hâlinde bile «khan» unvanının şim diye k ad ar d ü şünül­ düğünden daha gerilere götürülebileceği düşüncesinde­ dir. E b e rh a rd ’a bakılırsa, kendi tahm inine göre daha ön­ celerinden başlayarak, fak at kesin olarak III. yüzyıldan itib aren , «khan» unvanı, « ...h içb ir zam an genel h ü k ü m ­ d a r m ânasına gelm eyip b ir kabile g rubunun şefini ifade eder. Bu ün v an ı taşıy a n la rd a n bazıları b ü y ü k h ü k ü m d ar ailesiyle akraba, başk aları b u ailelerin cedleri ve yine b aşk aları ak rab a değildirler.» G örülüyor ki, E b erh ard , «khan» kelim esine yine b ir «unvan» olarak bakm asına, u n v a n la rın da sadece doğru­ dan kabile ö rgütü çerçevesinde oluşan (kutsallıkla iliş­ k ileri k u rulm ayan, b elirli k ab ilelerin «m evcut» yapısını k esit olarak ele alan) b ire r tan ım olduklarını v arsay an b ir yaklaşım ı benim sem esine rağmen, k h a n «unvam unm kabile düzeyinde ele alınm ası im kânını kabul ve tasd ik etm ektedir. Yazılı belge tarihçiliğinin getirdiği sın ırla­ m ala r düşünüldüğünde, bu, önem li b ir aşam adır. A çıkladığım ız bu yönelm e içerisinde, E berhard, b ir ­ kaç adım daha atabiliyor. «Khan» u n v an ın ın H un kab i­ lelerin d e de olabileceğini gösterm esine rağm en, yazar, aynı «unvan»ı genel olarak tanım ladığında, b u n u n kab i­ le grubu b aşk an ların a verilm iş b ir ad olduğunu b e lirti­ yor. Oysa, şim diye k a d a r değerlendiriliş tarzın ı y a n sıt­ tığım ız kelim elerden başka kelim e dizilerini ele aldığın­ da, araştırm acı, «khan» ve «han»larm kabile şefi (tek kabile şefi) olduğunun k a n ıtla rın ı g etirm ektedir. «K ’u278

han» adıyla ilgili o larak geliştirdiği tahlilinde, E berhard, «K’u-han» ve «K ’o-han» ad ların ın khagan u n v an ın ın y a­ zılışına u y m ak ta olduğunu bild irm ek ted ir. B u n lar kabile şefleridir. Y azar, b u n ların rü tb e le ri yüksek olm am akla b e ra b e r k en d ilerine khagan denm iş olabileceğini açıkça b elirtm ek ted ir. E berhard, bu noktada, aslında T arih m etodu açısın­ dan açıkça belirgin olan fakat lengüistik-filolojik k an ıtlan d ırm ay a ihtiyaç gösteren b ir sonuca v arm ak tad ır. «İlk önce h e r iki hâlde khagan ünv an m ın b ü tü n bozkır kabi­ lelerin in h ü k ü m d arın ın unvanı olarak geçm ediğini, fakat bu ü n v an ın m ürekkep b ir ü n v an m son hecesi olduğu ve tıpkı bu n d an önceki m isallerde olduğu gibi, k ab ilelerden m üteşekkil b ir g ru b u n h ü k ü m d arı m ânasına geldiğini k a­ bul etm ek lâzım dır.» «K abilelerden m üteşekkil b ir grub»un başkanının gerçekte «hüküm dar» ( = hükm — eden) olarak ad landırılam ayacağı keyfiyetini b ir y an a b ırakırsak, E b e rh ard ’m kalem inden, b ü tü n u n su rla rı itib ariy le önem taşıy an b ir değerlendirm eyle k arşı karşıyayız. Böylece, «khagan»ın b ir son ek olarak, ya da b irleşik kelim elerin b ir u n su ru olarak kullanılm ış olduğu tesb it edilm iş bu lu n m ak tad ır. Sonradan E b e rh a rd ’m da belirteceği üzere, bu, «khan» ile «khagan» (kağan, kağan) arasındaki fark ı k ald ırm ak ­ tad ır. Zira, h e r iki kelim e de, b irleşik isim ler m eydana getiren kabile başk an ları olarak g ö rünm ektedirler. H er n e k a d a r E berhard, genel değerlen d irm eler sözkonusu ol­ duğunda, «kabileler şefi» dem eye eğginlik gösteriyorsa da, kelim e serilerin i tek tek d eğ erlen d irirk en vardığı so­ nuçlar, «khan»ın da, «khagan»m da kabile şefi olduğu doğrultusundadır. B unu özellikle v u rg u lam ak tan am acı­ mız, «khan» veya «khagan»ın «önceki» k u llanım ının k r bile başkanı sıfatı olduğunu gösterm ektir. (Tabiatıyla, daha da önceki anlam ları konusundaki düşüncelerim izi m ahfuz tutuyoruz.) Yoksa, aynı terim in sonradan federas­ yon başkanları, konfederasyon başk an ları ve giderek dev­ le t h ü k ü m d arların ca benim senm iş olduğu m alûm dur. 279

D aha sonra E b erh ard , m evcut m alzem esini daha da genişleterek, içlerinde khagan, kan ve benzeri çeşitli oku n u şların y e r aldığı yeni b ir dizi örnek sunm aktadır. Ö rneklerden birincisi açıkça «khagan»dır. İkinci ve ü çü n ­ cü sayılı ö rn ek ler «T ürklerde k h a n la rın a d la n yani k h a n la rm ü n v a n la rıd ır.» "7. Bu arad a b ir diğer örnek (yi­ n e «kan»), Ordos bölgesinde b ir kabile şefinin adıdır. İl­ ginç olan, «kan» ile b iten aynı adın, Toba’la rın «im para­ tor» ailesinde de geçm esidir. K abile şefinin ad-ünvanı, böylesine b ü y ü k ve yetişkin b ir örgütte, yönetici ailenin adı olarak geçebilm ektedir"8. Bu son ö rn ek ler dizisi içerisinde «çöl khan»ı anla­ m ına gelebilecek b ir kelim eye rastlıyoruz. Çince tek ideogram olarak verilen bu kelim enin yazılışı, «çöl» ya da «çöllük»ün Çince tran sk rip siy o n u gibi gözükm ektedir. (Kelim e, O rhon y azıtlarındaki «çülük»e -perişanlaşm akses itib ariy le benzese de anlam bakım ından benzem e­ m ektedir.) M.S. 200’lerd e gözüken benzer k elim elerin ifâ­ de e ttik le ri anlam lara bakıldığında, araların d a, E berh a rd ’ın deyişiyle, «m uayyen b ir derunî bağ da vardır.» Sözkonusu «unvan»lar, ilek-khan'19, tar-khan, çöl-khan’dır. (B urada «han = khan» açıkça bellidir.) E b erh ard

1,7 Eberhard, aynı, s. 330. 1,0 «Chüeh» (=«Kül») unvanına da değinmek gerektir. «Kül «Kağan» ile birleştirilerek kullanılmaktadır. Öte yandan, aynı «kül», «İrkin» ile de birleşmektedir. «İrkin», biliyoruz ki, kabile şefi anlamın­ dadır. Böylelikle, «Kül»ün, hem «Kül Kağan» ve hem de «Kül İrkin» olarak izlenebilmesi, yani hem «kandaşlık» anlamlı kağan ile, hem de «kabilesellik» anlamlı irkin ile birleşebilmesi, kandaş toplumun kabile toplumu olması özelliğini (Veriler için 'bkz: yansıtmaktadır. Bahaeddin Ögel, «Sökellerin Ataları Hakkında», TTKB, IX, 31, ss. 476-477, 476 not 50, 483.) 1,9 «Kara Hamın kutsallık-tannsallık inancının yıldızlarda simge­ leşmesinin bir belirtisi ve gderek «büyük, baş han» olması doğrultu­ sunda bir açıklama ve yorum için; «Karahan»m eşanlamı gözüken «ilek-han» ya da «ilig-han» s an'inin kullanılması hakkında, bkz; Dilâçar, Kntadgn Billg İncelm esi, s. 15.

280

bunları, sırasıyla, «m em leketin khanı, ta rla n ın khanı, çöl khanı» o larak yo ru m lam ak ta ve hem en şunu k a y d e t­ m ek ted ir : «B urada tek lif edilen tefsirlerin farazi olduk­ ların ı bildiğim halde b u n lard a yin e b ir m âna v ardır. T ürkologların bu m eseleyi kendi te tk ik sah aların d an ele alıp m ünakaşa etm eğe devam etm elerin i ü m it ediyo­ rum .»120. «Khan» ya da «K hagan» «unvan»ı, yazılı m etinler itib ariy le ilk defa geçtiği v arsay ılan zam anlarda, E berh a rd ’m ispatladığı üzere, bağım sız v e a y rı b ir kelim e ola­ rak geçm em ekte; b irleşik isim veya «unvan»lar içerisin­ de gözükm ektedir. A yrıca, bu k elim eler (dikkat edilm e­ si g e r e k ir : «khagan» dahil), yazılı m etin lerd e ilk b e lir­ dikleri o eski zam anlarda, henüz k av im lerin genel yöne­ ticilerinin (E berhard «hüküm dar» diyor) ad ların d a geç­ m em ektedir. O sıra la rd a bu k elim eler sadece, b ir oym ak «şef»inden b aşlay arak değişik b ü y ü k lü k tek i fak at hepsi kandaş, yani konfederasyon kadem esini içerm eyen ö rg ü t­ lerd e birinci vönetici, ya da b elirli örg ü tte b ir kısım işle­ rin başkanım tan ım lay an b ir sıfat-isim olarak geçm ekte­ dir. E b e rh a rd ’ın «H siung-nu ve Toba D iller i» alt-başlığındaki sergilem esi121 de konum uz bakım ından b ü y ü k önem taşım aktadır. B urada. H un ve Toba dillerinden aktarılan , hepsi Çin ideogram larıyla yazılm ış ad-serilerinde, çeşitli ses/sö y ­ leyiş varyasyonları geçm ektedir. Bu, özellikle «khan» h e ­ ce/kelim esiyle ilgili olarak göze çarpm aktadır. Bu bağ­ lam da, son kelim edeki v a ry a n tla rı E berhard başlıca üç gruba ayırm aktadır. Bu ayırım , «kan» y e rin e «hou», «kan» yerin e «chih» ve «kan» yerin e «yü» gelm esine gö­ redir. B unlardan birincisinin yabancı b ir se s/se d a ’nın tra n s kripsiyonu olm ayıp, aslen Çince b ir kelim esi olm ası m uh­ tem eldir. İkinci son hece «chih», T ürkçedeki «...çi»nin ideal >2» Eberhard, aynı, s. 352. (Altım biz çizdik.) >2> Aynı, ss. 332-334.

281

tra n sk rip siy o n u d u r. B u son hece h içbir zam an Toba, H sienpi y a da J u a n -ju a n ’la rd a geçmeyip, sadece, T ü rk oldukları kesinlikle belli olan kavim lerde geçm ektedir. «P i-techen» (bitiğçi; kâtip), «k’o-p’u-chen» (kapıcı), «hsienchen» (hancı, posta h a tla rı konaklarındaki yetkili) vb. birçok örnek, dikkate alınabilir n iteliktedir. B urada, «ci/ çi» son hecesinin Toba dilinde «cin/cen» olduğu bilindi­ ğinde, «bitiğçi»deki «...çi»nin «çen»e dönüşm esi anlaşılır. B elirtilm esi gereken ikinci b ir husus, «...çi» son eki veya hecesinin Çince köklere eklenebilm esi ve eklenm iş b u lu n ­ m ası k ey fiy e tid ir122. Ö nem li olan, son hecedir. N ihayet üçüncü grup hece, bizi sadece filolojik değer bakım ın­ dan ilgilendirm em ekte; doğrudan taşıdığı anlam b ak ı­ m ından ön plâna çıkm aktadır. G erçekten de, sözkonusu bu üçüncü ve son serideki son hece (ek), «khan» k av ram ın ın ne k a d a r geniş kapsam ­ lı b ir ilkel k u tsallık kategorisinden tü rediği v e /v e y a o kategoriyi yansıttığı husu su n u açığa v u rm a k tad ır. Bu son örnekte, «kan» yerin e «yü» geliyor. «Kan» yerine «yü» yazılm ış olması, Çin k a y n ak ların d an elde edilebile­ cek T arih v erileri, b u n ların değerlendirilm esi ve yine b u n lard a n siyasal teori açısından çıkarılabilecek sonuçlar bakım ından; m evcut bazı «devlet teorileri»ni sarsacak b ir gizli güce sahiptir. Önce, E b e rh ard ’m tek n ik n itelik tek i açıklam asını kelim esi kelim esine okuyalım 123 «Bu (kan ile yü) kelim e­ leri (ni) k a rıştırm a k o k ad ar um um î b ir m ahiyet alm ış­ tır ki, ‘k an ’ yazılan b ü tü n hâllerd e ‘y ü ’ de kullanılm ış olabilir. H er iki işa re t b irb irin e o k a d a r benzem ektedir ki, ancak çok itina ile yaz(ıl)dıkları zam an b irb irle rin d e n ay rılm ak tad ırlar. F akat şayet b u ra d a zikredilen hallerd e ‘y ü ’ doğru im lâ olsaydı o zam an ‘y ü ’n ü n tran sk rip siy o n u ,22 Altay dillerindeki «yazmak» anlamındaki «biti» kelimesinin Çinceden alınmış olması konusunda, bkz: L. Ligeti, «Çin Yazısıyla Ya­ zılmış Barbar Glossalan Meselesi», çev. H. Eren, DTCFD, IX, 3 (1951), s. 308. 123 Aynı, s. 333. 282

için b ir defa da aynı sedayı v e re n başka b ir kelim enin de kullanılacağı beklenebilirdi. D em ek ki doğru im lânın ‘k a n ’ olduğu iddia olunabilir, çünkü bu n d an başka nor­ m al yazı işareti ‘k a n ’ için, sıralarım ızın da gösterdiği gi­ bi, başka im lâlar da tev sik edilm iştir.» E berhard, bu söy­ lediklerinin hem en sonrasında, H un, H sien-pi, Toba ve J u a n -ju a n ’larm tercih e ttik le ri son sedaları sistem atik b ir b ü tü n hâlinde sergilem ektedir. E berhard, devam la, arg ü ­ m anını şöyle g eliştiriyor121: «Eski H siung-nu adlarında son seda ‘k a n ’ hiçbir zam an geçm em ektedir. B una m u­ kabil son seda «...yü» b ir çok m isâllerde görüldüğü gibi birçok v a riy a n tla rd a kavim adlarında, y e r adlarında ve alet ve edevat adlarında geçm ektedir. Bazı h allerd e de bu son hece m odern «ci (cü)»ye tek ab ü l eder görülm ekte­ dir, fak at yine başka h allerd e bu m âna itib ariy le im kân­ sız görülm ektedir. M.S. 4 ’üncü yüzyıla k a d a r bile çöl kavim lerin in en yüksek h ü k ü m d arın a verilen ad ve H siung -n u ünv an ı ‘S h an -y ü ’deki birinci işa re tin im lâsının de­ ğişebileceği fak at İkincisinin değişem eyeceği(ne) Ç inliler tara fın d a n bile işaret edilm ektedir. B unun için ikinci işa­ retin mânası khan gibi olan bir nevi ünvan olacaktır. (Franke, Geschichte III, 179’a bkz.) B unu isbat etm ek için henüz H siung-nu dilindeki bilgim iz yetişem em ektedir. F ak at bu nazariyeyi kuv v etlen d irm ek için şöyle söyleye­ biliriz : H siung-nu kelim elerinde ‘k a n ’ hecesi kh an üm ra­ n ının im lâsı için kullanılm am aktadır. E ğer Hsiung-nu dilinde khan gibi bir ünvan var idiyse, o zam an b u n u n başka ve m uhtem el olarak ‘...y ü ’ y ah u t ‘...hou’ olarak yazılm ış olduğunu kabul etmek icap edecektir. Z aten b u ­ n u n için kh an veya ak rab a ü n v an ların m ünakaşasında hiç b ir zam an M.S. 250 den sonraki (yani, daha önceki) d evire geçm iyoruz, çünkü bu devirden önce H siung-nu dili genel olarak hâkim olan dildi.» E b e rh ard ’ın yukarıd ak i p a ra g ra fta naklettiğim iz söz­ leri, özü itibariyle, fevkalâde önem li b ir değerlendirm eyi 124 Aynı, ss. 333-334. (Altım biz çizdik.)

i

283

içerm ekted ir. «Özü» itib ariy le ve «içerm ektedir» dem eye m ecburuz, zira E b erh ard varm ış olduğu sonuçları hem söylem ekte hem de söylem em ekte ve sa tırla r arasına giz­ lem e k te d ir'25. B ir kere, « ...yü» geçen h e r yerd e aslında « ...kan» da kullanılm ış olabilir. İkincisi, «yü», kavim ad­ larında, y e r ad ların d a ve alet-ed ev at adlarında geçm ek­ tedir. H attâ T ürkçedeki «ci/çi»ye bile tek ab ü l edebil­ m ektedir. Ancak, üçüncüsü, bazı h âllerd e b u n u n böyle olm ası «im kânsız görülm ekte»dir. D ördüncüsü, «yü», kh an gibi b ir «ünvan» olm alıdır. Ve, H u n lard a k h an gibi b ir ü n v a r v a r idiyse, bu «yü» veya «hou» ile yazılm ış ol­ m alıdır. Son olarak, beşincisi, «M.S. 250’den daha gerile­ re gidem iyoruz, çünkü H unca bilm iyoruz.» B ü tü n bu esrârlı hü k ü m lerd ek i şifreleri ve gizem li ifâdeyi çözm ek m ecburiyetindeyiz. B irinci hüküm , şu d em ektir M etinlere tam güven olmaz; «kan» ile «yü» k arıştırılm ış olabilir. Bazı m etin ­ lerd e aslında «kan» denildiği ve «khan» y a da açıkça «kağan» denildiği hâld e «yü» yazılm ış olabilir. İkinci ve üçüncü h ü k ü m leri b irlik te ele alırsak, şu anlam çıkar «Yü»nün, tem elde, sosyal-örgütsel b ir k e ­ lim e olduğu açıktır. S onradan yönetim v e siyaset evrele­ rin in u n v an ları biçim ine b ü rü n ecek kelim eler, «gökten inm ezler». B ütün o kelim eler, aslında, kan-gens şefleri­ nin ad larıd ırlar. T arih boyunca önce ö rgüt adı olan bu kelim eler, zam an zam an kişi adı gibi gözükürler ve o k i­ şilerin adları dönüp dolaşıp yine ö rgüt sim gesi hâlini a lır­ lar. Veya, «kişi»ler «yaratılır» ve böylelikle örgüt sim ge­ sine d ö n ü ştü rü lü rler. Ö rgütlenm enin ilk eleri b ir kez inanç 125 W. Eberhard’in bu malzemeyi ortaya çıkaracak derecede yo­ ğun bir önek sarf etmesine karşılık, herhangi bir Tarihsel yorum yap­ maktan kaçınması, genel «yargıçlarına ve üslûbuna uygun düşer. Ya­ zarın bu üslûbunun, nisbeten «nötr» sayılacak bir konuda kendini daha iyi göstermes sözkonusu olabilmektedir. Bkz: «Bugünkü Avrupa’da E t­ nolojinin Esas Cereyanları», DTCFD, VI, 1 (1948), ss. 1-16. Yazarın yar­ gıları konusunda da, «Toba’ların Hayvancılığı» «TTKB, IX, 36 —1945—, s. 486), iyi bir örnek teşkil eder.

284

sistem i u n su rla rı olarak Z iya G ökalp’in deyişiyle «lâhuta inikas» edince (kutsallığa yansıyınca) inanç sistem i ile örgütlenm e sürekli içiçe geçer ve babahanlığın geç dö­ nem lerine gelininceye k a d a r b u n la rı b irb irin d e n ay ırd etınek âd eta im kânsızlaşır. O nun içindir ki, «yü» kavim adı olarak da gözükür; yer, dağ, ırm ak adı olarak da gö­ zükür; zam anla, (aynen, d em ircilikte uzm anlaşan T ü rk lerde «ana tark h an » anahanlığı kalın tısın ın can lan d ırıla­ rak, «tarkhan» babahanlığm da dem irci-uzm an oluşu ö r­ neğindeki gibi) «...ci» anlam ını da alır; b elirli b ir işle görevli uzm anın ad -terim in e eklenen son ek hâline de b ü rünebilir; ve h a ttâ , zam anla uzm anın uğraştığ ı m aden cevheri ya da âletini tavsif edecek, m erteb ey e de inebi­ lir. G elgelelim , b u n u n böyle olması, «başka hâllerd e im ­ kânsız» addedilir. E b e rh a rd ’ın b u n u n böyle olabileceğini kabullenm eğe gönlünün rıza gösterm ediği hâl, S h an -y ü ’ diir. A lışılm ış tâb irlerle, m uazzam H un «İm paratorluğu» nıın yine o erişilm ez «im parator»unu.n sıfatında, h erşeyi kapsayacak k a d a r genelleştiğini gördüğüm üz «yü»nün ne aradığını açıklam ak, m üşkil b ir iştir. T ürkçe bildiğim iz için, T ürkçede sıradan oym ak b a şk an la rın m sıfatının «khan» olduğunu gizlem ek tam anlam ıyla m üm kün değil­ dir. Oysa, k h a n ’ı gerçek geçm işinden k o p a rta n yo ru m la­ rın zıddına aynı «khan» sıfatı -khan, khakan, kağan, h a ­ kan vb. olarak- dev T ü rk ö rg ü tle rin in bün y elerin d e b aş­ buğların, giderek devlet başk an l^ rm ın sıfatı olacaktır. Bu husus (S hiratori ve y e r y e r Laszlo’n u n yaptığı gibi) ancak «khan» b ir «unvan»dır diyerek geçiştirilebilir. Am a T ürkçe olm ayan b ir dile geçtiğim izde, S h an -y ü ’yü genel olarak «yü»den koparm ada E b erh ard daha serbest olabilm ektedir. H em en burada, dördüncü ve beşinci n o k talara (E berh a rd ’ın hükümlerine) geçiyoruz. «K han» konusunda k a r ­ şılaştığım ız m uğlak bırakış, T arih dışında ele alış, bu kez «vü» için tek ra rla n m a k tad ır. E berhard, y ü ’n ü n uzak geç­ m işine doğru iz sürm eyi reddediyor. Bu kez, gerekçe «inandırıcı»dır : H siung-nu dili yeterin ce bilinm em ekte285

dir. Ne v a r ki, bilgin d ü rü stlü ğ ü şu kad arın ı söylem ekten g eri kalm az : «Hsiung-nu dilinde khan gibi bir ünvan var idiyse, o zaman bunun... yü olarak yazılm ış olduğu­ nu kabul etmek icap edecektir.» B u cüm le dahi, E b er­ h a rd e n kalem inden, pek ih tiy atlı olarak çıkm aktadır. «Henüz H siung-nu dilindeki bilgim iz y e tişm e m e k le b ir­ likte) nazariyeyi k u v v etlen d irm ek için ...» diyor. A s­ lında, H un dilinde «khan» gibi işlevsellik gösteren b ir k elim enin bulunm am asına im kân v a r m ıdır? Sözkonusu «khan gibi» kelim enin «yü» olarak yazıldığını zâten E b e r­ h a rd kendisi kanıtlam ak tad ır. O zam an, «ihtiyatlı dav­ ranm ak» için iki yol k alıyor : B irincisi, «fakat n azariy e­ yi k u v v etlen d irm ek için» gibi yum uşatıcı b ir ifâde ve üslûp kullanm ak; İkincisi de, h â lâ -evet, h â lâ - k h a n k av ­ ram ını geçmişsiz ve h a ttâ b ir bakım a geleceksiz b ir hâle getirerek, sırf b ir «unvan» tanım ıyla geçiştirm ek. «Shan-yü» konusundaki lite ra tü rü n , özellikle E berh a rd ’da görüldüğü gibi, belli olgusal tesb itle rd e n sonra, sonuçlara varm a noktasına gelince suskunlaşm ası, çarpı­ cıdır. Bu lite ra tü rd e n dikkate değer ö rn ek lerin sergilen­ m esi ve bu sergilem edeki v eri ve y arg ıların tahlil edil­ mesi, shan-yü’nün gerisinde y a ta n anlam konusundaki değerlendirm em izi pekiştirecek ve böylelikle k h a n ’m sırf b ir «kelim e» ya da «unvan» o larak ele a lın a ra k izah edi­ lem eyeceği yönündeki düşüncem izi doğrulayacaktır. C. 1.

YÖNETİM VE KHAN

Konum;

A sya’da, tek te k k abilelerin kendi göçebelik alan la­ rındaki sınırlı y e r değiştirm elerinden ziyade ta rih dilim ­ lerindeki b ü y ü k göçleri (geniş çaplı alan değiştirm eleri, değiştirm ek zorunda kalışları) ve b u sebeple k ab ile-üstü b irlik le r k u rm a ları veya k u ram am aları, yönetim açısın­ dan uzun vâdeli değişim lere yol açm ıştır. A sya’n ın -nisb e te n yakından bilinen- yaklaşık 1600 yıllık (M.Ö. VII. 286

yüzyıl ilâ M.S. VIII. yüzyıl); Cengiz «canlanışı»nı da k a ­ tarsak, 2000 yılı aşan, güçlü kandaş b irlik le r serüveni, etn ik kökenleri ne olursa olsun, b ü tü n b ir k av im ler y el­ pazesinin m ensuplarının b irb irle rin i y e n m e — » sürm e — » yönetim leri altına alm ak ve dolayısıyla savaş-işi ve yönetim tek n ik lerin i «öğretm e» süreci d e m e k tir126. İskit — » H un — » T ü rk — » Moğool127 d o ğ rultusundaki etkiler, bu n u n b ire r göstergesidir. İsk itle r ve İsk itlerle çağdaş k avim ler konusundaki bilgilerin dağınık b ir görünüm ü olm asına rağm en, G reklerin onları neden «dünyanın en eski kabilesi» z a n n et­ tik lerin i anlayabiliyoruz. A ncak, A sya’da genel b ir ege­ m enlik kurm a; tek tek kabilelerdeki bab ah an lık erkinin âdeta patlam alarla b ü y ü k federasyonlara -ve giderek konfederasyonlara- dönüşm esi süreci; k abilelerde b eli­ ren soyluluğun ve bu soyluluğa paralel o larak gelişen kişi sivrilm esinin kabileye ü stü n lü k le yetin m ey erek kab ile-ü stü olm ak davranışı; kab ilelerin bağrın d ak i to p ­ lum sal gelişm e adım larını k ab ileler ve h a ttâ k avim ler arası m ekânda yönetim ’e dönüştürm e eylem i, özellikle H u n lard a netleşir. T ü rk le rin Ju a n -ju a n la rd a n (Avar, Cücen) «öğrendikleri», H un ların g erçekleştirdikleri geliş­ m e düzeyinden) «öğrendikleri» yanında tâli k a lır128. 126 Geç konfederasyon örneğinde, syasetin başgöstermesi sürecin­ de bile, yönetim tekniği) kabilelerin —tek tek— kendi birliklerini ko­ rumaları üzerine bina edilir. (Bkz: Mustafa Kafalı, «Cuci Ulusundaki İl ve Kabilelerin Siyasî Rolleri ve Ehemmiyetleri^ TED, 2 (1971), ss. 97 vd.) 127 Türk-Moğol ilişkisi, sadece örgütsel plândaki ilişkiler bakımın­ dan değil, etnik karışımlar veya belirsizlikler sebebiyle de sürekli gün­ deme gelmiştir. Nayman boyu üzerine yapılan tartışm alar (BartholdAristov); tarih ve etnografya verilerinin içiçe geçmesi, Moğol ve Türk nüfusunun bu ulusların nüfuz alanlarının değişmesi karşısındaki durum­ ları hakkında tipik bir örnek oluşturur. Bkz: Abdülkadir inan, «Nayman Boyunun Soyu Meselesi», TTKB, XXIV, 96 (1960), ss. 539-545; özellikle ss. 544-545. ıa «Avar=Juan-juan» konusu oldukça çetrefildir. Sorun, kaynak-

287

Önce, G ö k tü rk lerin «doğuş» ânının hangi toplum sal gelişm e düzeyini ifade ettiğ i b e rra k la ştırılırsa , daha ön­ ceki H un konfederasyonunun erişm iş v e içerm iş b u lu n la n yorumlamada ittifak olmaması kadar, temelde, kaynaklarda mev­ cut kararsızlıktan da meydana gelmektedir. Belirli bir kandaş toplu­ luk ya da topluluklar birliğinin komşu uygarlıklar tarafından tanım­ lanması sırasında onlara verilen ad, zamanla genelleştirilerek bir kavme ya da kavimler bütününe verilebilir veya —daha az oranda— tersi de sözkonusu olabilir. Avarlar konusunda da böyle bir ihtimâl varittir. Avrupa Avarlarının Orta Asyalı Juan-juan’lann nesli oluşu; Asya’daki Juan-juanlardan önce hattâ Yunan kaynaklarında Ava veya Abar (ya da benzeri) yer, kavim ve şahıs adlarının bulunuşu; Avar kelimesinin Orta Avrupa Avarlarını ifade ettiği gibi Hun ve Islavlar için de kul­ lanılmış olması, De Cuignes ve Chavannes’in Juan-juanları Avarlarla birleştirmeleri, Tabgaç’a (Çin'e) kaçan Avarlar sorunu, Theophylact’ın Avrupa Avarlarını «Pseudavars» olarak kabul ederek Avar-Hun birleşik adı ile karşılamış bulunması, Bizans kaynaklarında Avar kelimesinin Hazar denizinin kuzeyi le lgl yer ve kavim isimleriyle olduğu kadar Asya’nın doğusundaki Juan.juanlarla ilgili oluşu konularında, bkz; B. Ögel, «Ortaasya Türk Tarihi Hakkında Bazı Yeni Araştırmaların Ten­ kidi» (II: Hans Wilhelm Haussig, «Die Quellen über die Zentralasia­ tische Herkunft der Europäischen Awaren», CAJ, n , ss. 21-43 [hakkın­ da]), DTCFD, XVII (1959), ss. 264-265. William Samolin ise «On the Avar Problem» (CAJ, III, 1, ss. 62-63) adlı küçük makalesinde Haussig’i esas olarak desteklemekle beraber belirli bazı noktalarda eleştirmek­ tedir. Özel olarak, Göktürk kitabelerinde yer alan «Apar» kelimesinin Juan-juanları karşılayıp karşılamadığının belirsz olduğu yönündeki, Ögel’in açıklamalarına bakılmalıdır. Avarlar; özellikle «Uar-Hun» oymaklar birliği, bu birlğin Çinlilerce Juan-juanlar olarak adlandırılması hakkında, bkz: Hâmit Koşay, «Czeglédy Karoly (...) [hakkında]», TTKB, XXXV, 20, ss. 305-307. Krş: Grousset, Bozkır İmparatorluğu, s. 77; Marquart, Pelliot, Chavannes ve Shiratori «tanık»lı yazar, «Apar hükümdarları ile birlik­ te, ilk defa olarak Han ve Kağan ümranlarının da ortaya çıktığım gör­ mekteyiz; böylece Hunların kullandığı ve dolayısıyla eski bir Türk ünvanı olan Yabgu (şan-yu) yerine bir Moğol unvanı olan bu kelimeler kullanılmaya başlanmıştır» demekte. Yanlışlıklar mecmuasını kaydet­ mekle yetiniyoruz. (Kavim isimler konusunda çıkan tartışm alar, bizi, özellikle uygar-

288

duğu düzeyde daha iyi an laşılab ilir129. B u ortam , «khan» kelim esinin yazılı tarih e geçm esinden önce yazılı tarih e Ç inlileşerek geçmiş (en azından şim diye k a d a r bilim âle­ m ine b u n u n böyle olduğu yönünde bilgi verilm iş) b u lu ­ n a n «shan-yü» kelim esinin ü zerinde d u rm ak yoluyla, büyülteç a ltın a konabilir. «Shan-yü» terim i ve onu çevreleyen o rtam h ak k ın daki hipotezler, bu hipotezler üzerindeki tartışm a la r, T ü rk kandaşlığında yönetim in erkinleşm esini ve siyaset’in ön şa rtla rın ın hazırlanm asını en iyi gösteren «khan» ke­ lim esinin değişim inin öncülerini açıklam ağa yardım cı ola­ bilm ektedir. H em en belirtelim ; «shan-yü» kelim esinin kökeni konusunda ağırlık kazanm ış b ir görüş b u lu n m a­ m aktadır. Çin yazılı tarih in in belgeleri de yorum a açıktır. B ir ön çalışm a bile, konu üzerindeki genel belirsizliğin giderilm em iş olduğunu gösterebilir. A slında, «shan-yü» konusundaki vuzuhsuzluk, üzerine gidilm esi gereken ola­ yın ta kendisidir. lık «rejim»lerinin kandaşlığı niteleyiş ve adlandırışları açısından ilgi­ lendirmektedir. Çünkü, belirli ismlerin aslında bütün bir kavimler yel­ pazesini karşıladığı keyfiyetinin gereğince dikkate alınmaması; veya, hem belirli bir kavmi hem de aynı zamanda kavimler yelpazesini kar­ şıladığı zamanlarda, sözkonusu kavmin özelliklerinin kavimlerin tama­ mına yakıştırılması yoluyla bundan teorik sonuçlar çıkarılması, önemli hatâlara yol açabilmektedir.) 129 Tabiatıyla, «ortamsan, kandaşlığın doğal örgütselliğinden yönetim'e geçişin bilinen genel uğrakları açısından niteliği/düzeyi üze­ rinde duruyoruz. Öte yandan, bilinmektedir ki Bunlarda, sözkonusu yönetim’in gelişim şartları içerisinde, savaş-işi yoluyla —dış— ekono­ mik ilişklerin yoğunlaşması, spesifik olarak «ticaret» imkânlarının ya­ ratılması, önemli ve temel bir muharrik olmuştur. Bu konuda Sechin Jagchid’n çok kapsamlı bir çalışma olduğu anlaşılan eserini B. Aykut’ tan öğreniyoruz: «Sechin Jagchid, Bei - Ya Yoııınıı Mindzu ü Cjüneyüen Nungye Mindzu Ciendi Hıping, Çjancjmg ü Mani Cj Guanşi, (KuzeyAsya Göçebe Ulusları ile Ziraî Çin Ulusu Arasındaki Savaş, Barış ve Ticaret Münasebetleri) Taibei, Cjingcjung Şjucü, 1973», TK, XII, 186137-138, ss. 289-291. Bu eser, Hunlardan başlayarak, Göktürk, Uygur, Kitan ve Moğolların Çinlilerle savaş ve barış ilişkilerini konu edinmek.

289

T ü rk k abileleri b irliğinin sağlanm ası yönündeki gay­ re tle r öncesinde, T ü rk olm ayan k ab ileler arasında oluşan ö rgütlenm e ve yönetim geleneğinin, onları kronolojik b a ­ kım dan izleyen T ü rk örgütlenm eleriyle bağlantısını ele alabilm ek için, dönem hakkm daki m evcut m alzem eyi yitedir. Aykut'un bildirdiğine nazaran, kitap, daha çok bir ticarî ilişkiler tarihidir. Göçebe toplumun «ticarî» ilişkilerinin anlaşılması için, kendi ortak mülkiyet rejiminin anlaşılması gerekmektedir. «Arazi veya ot­ laklar, av bölgeleri br şahsa ait değil, boy veya kabilenin ortak malı­ dır» (s. 289). «Her şeyi ‘hareket' esasına dayanan göçebe cemiyetlerin» yerleşmeme sebepleri, gerek savaşta gerekse barışta kendisini göster­ mektedir. Daha önceki akınları Çin Seddi’nin de durduramadığı anla­ şıldığında, Han Hanedanının M.Ö. 200’de başlayan «taktik»leri; akra­ balık siyaseti (bu arada Çinli bir anadan doğan bir çocuğun ileride kağanlık için Kurultay tarafından desteklenebileceğim ummanın ne kadar saflık olduğu kaydediliyor), bağış ve armağan siyaseti de Çin’e kararlı bir fayda sağlamayacaktır. Sınır kapılarının «ticaret»e açık tutulması, buralarda göçebe ihtiyaçları için pazar kurulması M.Ö. 150’lerde Hun Çin yumuşamasını ve barışım sağlamaya yönelik olmuştur. Ne var ki, Çin memurlarının sınır boylarına gelen Hunları öldürtmesi barış giri­ şimini bozacaktır (ss. 290-291). Çin yetkililerinin «pazar»a gelen kan­ daşları tuzağa düşürmesi ve katletmesi olayı, her yumuşamadan sonra tekrar etmiş gözükmektedir. VII. yüzyılın başlarında Göktürk Kağan­ lığı uyrukları da aynı âkibete uğramışlardır. Çin tarihlerinde, Göktürk kağam Şibi Kağan'ın 615 yılında Sui Hanedanı ile iyi ilişkiler içeri­ sinde iken, kısa sürede ilişkilerin bozulup Göktürklerin Çin im para­ torunu bulunduğu bölgelerde kuşatmasının sebebi, sessizce geçiştiril­ mektedir. Oysa, aynı tarih yazımlarında başka bir konuyla ilgili ola­ rak verilen bilgilerden, bu kuşatmadan önce, pazar yerine gelen Gök­ türklerin katledilmiş bulundukları anlaşılmaktadır. Altaylı uluslar ile Çin arasındaki ticarî ilişkinin işleyiş biçimi de kendine özgüdür. Altaylıların getirdikleri «eşya», Çinliler tarafından «haraç» («çjau-gung») addolunur; oysa, mukabilinde Çin’in verecekleri «armağan» ya da «ba­ ğış» diye adlandırılır. Jagchid, asıl, Çin’in verdiği malların haraç olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtiyor. Çin’in, «unvan verme» ve «mevki bağışlama» siyasetlerinin çoğu zaman kandaşlar indinde pek değer taşımadığı da anlaşılmaktadır. Yazar, Çin’i uzun vâdede üstün kılan faktörün İktisadî olduğunu açıklıkla belirtmektedir. 290

ne aynı ilişki bazında d eğ erlen d iren B ahaeddin Ö gel’den h a re k e t etm ek bize başlıca yol olarak gözüktü. Ö gel’in em ek-yoğun etü d lerindeki v e rile ri130 diğer araştırm acıla­ rın getird ik leri v e ri ve y o ru m la rla b irlik te değ erlen d ir­ m ek gerekiyordu. Bu tem el üzerinde G öktürklerin, «G öktürk (Gök Türk)» olarak an ılm alarını ebedileştiren gelişim in, yani başını T ü rk le rin çektiği b ir konfederasyonun o rta y a çık­ m asının öncülerinin genel panoram asını görm eye ve «khan»ın kronolojik bakım dan öncesinin «shan-yü» te ­ rim ini bu çerçevede irdelem eye geçebiliriz. 2.

Bir Tarih Çerçevesi (Ögel) :

Önce, G ö k tü rk lerin erkinleşm esi olayına eğilm ek ge­ rekm ektedir. B um in K ağan devrinde (M.S. 546) Ç in’den elçi gelin­ ce tö ren yapılır. Ögel’e nazaran, «G öktürkler bu zam an130 Bahaeddin Ögel’in konumuz açısından ele alacağımız çalışma­ larında ilk dikkati çeken husus, kaynakların çok özenli bir şekilde eleştirilmiş olmasıdır. Diyebiliriz ki, Ögel’in karşısında bilhassa dikkatli olunması gereken fikirleri de, özellikle kaynak eleştirisinde bulunduğu satırlarda ortaya çıkmaktadır. Ancak, şunu da kaydetmek zorundayız ki, bu fikirler genellikle başka bölümlerin içine dağılmış bulunmakta, kendi aralarındaki bütünlüğün takip edilmesi ayrı bir çabayı gerektir­ mektedir. Ögel’de, «menşe» fikri, İncelenmekte olan belirli bir konunun te­ kil unsurlarının kökeninin araştırılması olarak ortaya çıkmaktadır. Bu, tabiatıyla, tarih ve kültür kökenlerinin genel olarak dile getirilme­ mesi anlamına gelmez. Ancak, tek tek unsurlar itibariyle o unsurların menşe’inin araştırılmasıyla varılan sonuçlar ile, genel olarak tarih ve kültür kökenlerinn incelendiği bölümler arasında tam bir örtüşme ola­ madığı; unsurlar itibariyle varılan sonuçların, genel tahlillerde dik­ kate alınmayabildiği gözlenmektedir. Bu da, unsurlar itibariyle köke­ nin birleştiği, ortak ve gerçek kökenin anlaşılması ihtimâlini zayıflat­ maktadır. Belli ki, Tarih biliminn kültür tarihi açısından işlenmesi hâ­ linde bile, disiplinler-arası anlayışın ve bütünsel bir sosyal bilim an­ layışının eksikliği giderilmiş olamamaktadır.

291

da b ir O ym aklar F ederasyonu halinde b u lu n u y orlardı. Çin gibi b ü y ü k b ir dev letten elçi gelm esi o nları sevindi­ riy o r ve b ir şenliğe sebebiyet veriyordu. Y akinef, b u te b ­ rik hadisesinin K agan’m ‘o rd a’sında vukubulduğunu söy­ lem ek istiyor. Bu doğru olabilir»'31. G ö k tü rk lerin ilk k u r ­ d u k ları birliğ in b ir oym aklar federasyonu olduğuna k a ­ tılm am ak m üm kün değildir. Ne v a r ki, eğer G öktürkle­ rin Ç in’den elçi gelm esi karşısında «şenlik» yapm aları olayının fazlaca b ir sevinç b elirtisi gibi yorum lanm am ası için «oym aklar federasyonu» terim i terc ih ediliyor ve bu dönem de G ö k tü rk lerin devlet sayılam ayacağı görüşü, G ö k tü rk lerin elçi geldiğinde tö ren yapm ış olm aları k ey ­ fiyetine bağlanıyorsa, bu, açıkça doğru olm am ak lâzım gelir. Şim di Ö gel’den b ir alıntı verm ek istiyoruz : «G öktürklerin sırf efendilerine (G öktürklerin J u a n ju a n ’la ra bağlılığını v u rg u lay an ve b u n u n da sebebi ola­ ra k o nların him ayesinde bulunm uş olm alarını gösteren, C havannes ve F ra n k e ’n in fik irle ri kastediliyor) sadakat gösterm ek için Töleslerle h a rb e tu tu ş tu k la rı nazariyesi tam am en kabul edilem ez fikrindeyiz. G ö k tü rk ler Töles h a rb le rin i A sya hâkim iyetini elde etm ek için m i yoksa efendilerine sadakat gösterm ek için m i yapm ışlardı? H er iki fikri de destekleyecek kâfi delil vard ır. Biz, O, F ra n ke ve C havannes’a rağm en birinci fikri kabul etm ek ta ­ raftarıyız. G ö k tü rk ler b u zam anda Çin ile elçi teatisinde bulunabilecek b ir şö h ret ve ku v v ete sahİD b u lu n u y o rla r­ dı. Bu sebeple E. C havannes’in G öktiirkleri «hordes in ­ fim es assujetties = en aşağı tâbi kabileler) şeklinde ta v ­ sifini de doğru bulm uyoruz (Documents). Bu hü k ü m J u an -ju a n elçisinin G öktürk K ağanına k arşı yaptım h itab a göre v erilm iştir. G öktürk K ağanı da bu k ü stahlığın ce­ vabını elcinin başını kestirm ek su retiv le v erm iştir. «‘G ö k tü rk lerin efendilerine sadakat gösterm e arzu ­ 131 Ögel, «Doğu Göktiirkleri (1957), s. 124 not 150.

292

Hakkında Notlar», TTKR, XXI, 81

l a n ’ nazariyesi daha ziyade De G uignes’in fik irlerin e d a y a n m a k ta d ır... »132 Ö gel’e göre, G ö k tü rk ler A sya h âkim iyetini elde e t­ m ek (ya da böyle b ir girişim in b ir etabm ı gerçek leştir­ m ek) için savaşm ışlardır. B urada üzerinde durduğum uz husus, G ö k tü rk lerin Töles savaşlarındaki esas « s a i r l e ­ rin in ne olduğu değildir. Bizim v u rg u lam ay a çalıştığım ız birinci nokta, G öktürk örgütlenm esinin, önce böyle bir savaşı, ve daha önem lisi, A sya egem enliği gibi b ir «prog­ ram »! hesaplayacak ve gerçekleştirm eye yönelecek b ir k u d reti haiz olm ası keyfiyetidir. Bu noktada Ö gel’e k a tı­ lıyoruz. G elişm e potansiyeli gösteren, kandaşlığın geç aşam alarındaki b ir örgüt, böyle b ir eylem i y ü rü teb ilir; nitekim y ü rü tm ü ş tü r de. B aşka b ir deyişle, b u n u n için, D evlet olm ak -gerçek, bilim sel anlam ıyla- zo runlu de­ ğildir. D aha önce belirttiğim iz üzere, Ögel, bu dönem de G ö ktürklerin b ir oym aklar federasyonu olduğu k a n a a tin ­ dedir. Ö gel’in üzerinde d urduğu Çin kay n ağ ın ı133 okuyo­ ruz : , «G öktürkler kuvvetlenip çoğaldıktan so n ra134, J u -ju (Ju a n -ju a n )la rd an kız alm ak için ricada b u lu n d u lar. (Juan İu an ’larm şefi) A -na-kuei çok kızdı ve (G öktürk’leri) azar­ lam ak için b ir kişiyi (onlara) k asti olarak gönderdi. (Bu su re tle G ö k tü rk ler nezdinde giden J u a n -ju a n elçisi B um in K agan’a) şöyle dedi: ‘Siz, bizim dem ircilik135 yapan adi 132 Ögel, aynı, s. 125 not 151'. Ögel’in özgün metnindeki majiskülleri kaldırdık. 133 Bkz: Aynı, s. 122 vd.: Chou-shu. 134 Ögel, «çoğalma» sözünü şöyle açıklıyor: «Bizce Çin kaynağı bu ‘çoğalma’ tâbiri ile bir nüfus artımı değil de yeni kabilelerin iltihakı suretiyle ‘OYMAKLAR KONFEDERASYONU’nun büyümüş olduğunu kastetmek istemektedir.» (Aynı, s. 125 not 152.) 135 Göktürklerin demirciliklerinden ilk defa olarak Chon-slıa 50’ de efsanevî bir şekilde bahsedilmektedir. Chou-shu şöyle diyor: «Altay dağlarında oturup demir işlediler.» Sni-shu 84 ise, «Altay dağlarının eteğinde oturup Juan-juan’larm demir işçisi oldular» demektedir. (Ögel, aynı, s. 126 not 154.)

293

kölelerim izsiniz! Böyle b ir tek lif yapm ağa nasıl cesaret edebiliyorsunuz?.. ; B u (söz) üzerine T ’u-m en (B um in K a­ ğan) çok asabileşti. Ve (Ju a n -ju a n ’larm ) elçisini derhal ö ld ü rttü . (B um ın Kağan) bu n d an sonra (Ju a n -ju a n ’larla) alâkasını kesti. Ve bizden (yani Ç in’den) b ir kız alm ak için ricada bulundu. (Ç in İm paratoru) T ’a i-tsu 134 (Göktü rk le rle akrabalığa) rıza gösterdi. (...)» Ögel, M.S. 546’da G ö ktürklerin b ir federasyon, -en geç- 551’de b ir konfederasyon olduğu görüşündedir137 Ögel, çalışm asının hem en başlangıcında, «Doğu veya K u­ zey G öktürkleri, G öktürk devletinin esas nüvesini teşkil ediyordu»138 dedikten sonra, G ö k tü rk lerin ne zam an dev­ let olm a aşam asına geldiğinden söz etm em ektedir. O za­ m an, «federasyon» ve «konfederasyon» örgü tlen m eleri­ nin kurum laşm ış b ir devlet olarak düşünülm em iş olduğu­ n u v arsay ab iliriz139. Ne v a r ki, Ö gel’in k ü ltü r/m e d e n iy e t ilişkisi bağlam ında sarfettiğ i şu sözler, aslında b ü tü n tanım layıcı kateg o rilerd en uzak d u ru şu n u n b ir ifâdesi kabul edilebilir «‘K ü ltü r nedir, m edeniyet n e d ir’ m ü n a­ kaşası, m em leketim izde hâlâ devam etm ektedir. Bizi bu boş çekişm eler, hiçbir zam an ilgilendirm em iştir. Bizi il­ gilendiren tek m esele, elim izde bulu n an belgeleri nasıl kullanalım ve nasıl değerlendirelim , olm uştur»140. Y aza­ 136 Bu imparator, bir Hun’dur; bkz: Aynı, s. 127 not 155. Aynı notta, bu «anlaşma»nın sebepleri yorumlanıyor. >37 Bunu kolaylıkla hesaplayabiliyoruz. Göktürklerin, Juan-juanlara saldırmak üzere olan Tölesleri yenilgiye uğratması, Chou-shu'ya nazaran «12. yıl»dır ve bu, 546 yılma isabet eder. «17. yıl»m 6. ayında Bumin Kağan, Chang Lo konçuy'u ile evlenecektir ki, bu da 551 yılı olmaktadır. Ögel, Chou-shıı’daki «kuvvetlenip çoğaldıktan sonra» ibâresini «Konfederasyon» dönemi olarak yorumlamaktadır ve bu dönem Çin’den «kız isteme» olayından hemen önceki görünümdür. 138 Aynı, s. 81. 139 Zâten, sonra ele alacağımız bir yorumunda Ögel, «Bumın Ka­ ğan hiçbir zaman shan-yü ünvanım kullanmadı. Kendisi nihayet bir ka­ bile veya kabileler reisi idi» demektedir. (Aynı, s. 130 not 168.) 140 Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, I: Tüıklerde Köy ve Şehir Hayatı, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1978, s. XV. (Altım biz çizdik.)

294

1

!

rın genel olarak tanım lam a peşinde olm am ası dolayı­ sıyla, G ö k tü rk leri devlet o larak görüp görm ediği h ak k m daki yorum um uzu ih tiy atla yapm aya m ecburuz. K aldı ki Ögel, eserlerin in bazı yerlerin d e, Doğu G ö k tü rk lerin dev­ let sayılm ak gerektiği sonucunun çıkarılabilm esini m üm ­ kün kılan terim ler de k u lla n m a k ta d ır14’. Bu bağlam da, Ö gel’in Eski T ü rk le r’deki «Devlet Teşkilâtı»nı «K avim lere göre kurulm uş» ve «Ş ehirlere göre düzenlenm iş» olarak ikiye ayırm ası ve asıl «önem ­ li» olanın «kavim lere göre k urulm uş» teşkilât olduğunu belirtilm esi142 de dikkati çeker. «Şehirli» lere göre ö rg ü t­ lenm ede, tarım ekonom isinin sağladığı im k ân larla ve tic a re tin sistem leşm esiyle açıkça devletleşm eye gidildiği ve d ev letler ku ru ld u ğ u bilinm ektedir. U ygurlar ve H a­ zarlar ile K arah an lılar143 bu gelişm enin en belirgin ör141 Türk Kültür Tarihine Giriş’in bütün bölümlerini (ciltlerini) ör. nek verebiliriz. (Bundan böyle «Giriş» şeklinde kısaltacağız.) Bkz: Giriş II: Türklerde Ziraat Kültürü; Giriş III: Tiirklerde Ev Kültürü; Giriş IV: Türklerde Yemek Kültürü; Giriş V: Türklerde Giyecek ve Süslenme: Kültür Bak. Yay., Ankara 1978. Kezâ, B. Ögel, Islâmiyetten Önce Türk Kültür Tarihi : Orta Asya Kaynak ve Buluntularına Göre, T.T.K. Yay., Ankara 1962. 142 Giriş, I, s. 207 vd. 143 Hazarların yerleşik bölümünün gelişmesi ve özellikle Sarkel şehrinin iki iskân devresi için, bkz: B. Ögel, Türk Kültür Tarihi, ss. 223-229; özellikle s. 226. Hazarların devletleşmesinin bütün belirtileri için, bkz: Z.V. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1946, ss. 96-99. Yine de, «Hazarların hayatı da, eski Türk yaşayışım olduğu gibi muhafaza etmekle, Uygurlannkine benzemiştir» (s. 96); oysa, «zengin... pazarları, bahçeleri, ziraatleri... tuğladan sarayları» (ss. 97-98) v ar­ dır. Ama, eski «İskit ve Hazar kültür münasebetleri» (s. 98) ihmâl edilmemelidr. Değerli külçelerin İktisadî bünyedeki rolü giderek Uy­ gur ve Karahanlılardaki tağşiş olayları için, bkz: Togan, ss. 122. Ti­ caretin ticaret yollan itbariyle durumu için, bkz: Aynı, ss. 122-123. Karahanlılar hakkında ve doğrudan devlet teşkilâtının irdelenmesi için, bundan böyle Reşat Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtımdan (Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1981) yararlanma imkânına da sahip olabile­ ceğiz.

295

n elerid ir. Dolayısıyla, Ö gel’in «kavim lere göre k u ru l­ m uş» ö rg ü tlere de «devlet» dem esini b ir y an a b ırak a­ rak, bu «kavim lere göre kurulm uş» ö rg ü tlerin esas oldu­ ğuna işaret etm esi de, Eski T ü rk le rin devlet-öncesi b a­ kım ından önem lidir. Ö gel’in «khan - kağan» kavram ıyla ilgili y orum la­ rın a m esnet olan ve böylece «geriye dönerek» shan-yü terim in e eğilm em izi m üm kün kılan tarih sel dönem ko­ nusunda, doğrudan Ögel sayesinde yararlanabildiğim iz k aynak ve görüşlerin de dahil olduğu çerçeve, çok kısa­ ca budur. 3.

«Shan-yü» ve Khan :

«Shan-yü» konusundaki bilgiler olağanüstü dağı­ n ık tır. Kelim e, Çin k ay n ak ların d a bu şekilde geçtiği için, A sya ve T ü rk le r konulu a ra ştırm a ların pek çoğunda «Çince»deki bu form uyla k u llanılır. Bazı y erlerd e de «yabgu» olarak, H u n ların özgün söyleyişi olduğu v a r­ sayılan biçim iyle an ılır1'1'1. «Şen-yü / Şan-yü», T ogan’a göre, «yabgu»durM5. Talnız Togan gibi konum uzun seçkin bilginlerine göre değil, sıradan bir el-kitabm da ya da genel nitelikli b ir ansiklopedide de «yabgu» kelim esinin H un ve zam an zam an T ü rk «hüküm dar»ı karşılığı kullanıldığını göre­ biliriz. D oğru veya yanlış, «khan» sözünün H u n lard a da m evcut olabileceğini, k h a n ’ın Çin kay n ak ların d a «...yü» leşm iş olabileceğini b e lirte n E b e rh ard ’a karşı Togan, b ir itirazı olup olm adığını dahi açıkça söylem eksizin, «Khan lâkabının ise H unlarda, daha M.Ö. m evcut olduğunu ay ­ n ı E b erh ard zannediyor» dem ek ted ir1“14. Togan, yine ay ­ nı sorunla ilgili olarak, Şen-hu y a h u t Ş e n -şu = y ab g u ... 144 «Yabgu» ya da «yabğu» kelimesi arapça kaynaklı metinlerde «cabgu» biçiminde yazılmıştır, MS Bkz: Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, s. 40; «Gerek Hun ve gerekse Yu-e-çi hükümdarları, Yabgu (Çinlilere göre Şen-yu) lâ­ kabı ile tanınmışlardır.» Yabgu=Şan-yıı» için, bkz: ve krş: Grousset, Bozkır İmparatorluğu, ss. 40, 77, 94. 146 Togan, aynı, s. 406 not 160.

296

için... E b e rh ard ... «yü’n ü n ‘h a n ’ kelim esi y erin i tu ttu ­ ğunu zannediyor; o hâlde şan -y u bizim destanlarım ız­ daki Y avguy-han dem ek m i olacak?» sorusunu yönelt­ m ek te d ir147 Bu noktada, Çin k a y n a k la rın a v ukufu ve lite ra tü ­ re olan hâkim iyeti dolayısıyla Ö gel’e m ü racaat etm em iz lâzım gelm ektedir. «Bum in K agan’ın S elefleri»ne dair bölüm ünde Çin kaynağı T ’anb shu şu h a b e ri v e riy o r «Batı G öktürklerin ecdadı, ‘N a -tu -liu ’n u n to ru n u , T ’u-w u idi. Ü nvanı ‘Ta S h ih -h u ’ (yani ‘B üyük Y abgu’) idi. (B üyük Y abgunun) b ü y ü k oğluna ise S hin-chieh-m i (İstem i Kağan) d e n ird i...» 148. Böylece «Ta S hih-hu»nun «B üyük Yabgu» 147 Aslında «yâbgu»nun «shan-yüsden başka bir kelime olmadığı ve Çinceye ya da Çin söyleyişine öyle geçmş bir kelime olduğu anla­ şılmaktadır. E. Esin’in naklettiği bilgiyi özetleyelim. Doğu Hunlan tarafından Çin sınırları civarından sürülen ve Çinlilerin «Yüe-ch’in» diye adlandırdıkları boyların Orta Asya'nın güney kısımlarına ve Hind hudutlarına gelerek burada Kuşan devletini kurmuş oldukları bilin­ mektedir. Kuşan boylan arasında özellikle yönetici boyun Türk olduğu hakkında kanıtlar iler sürülmüştür. Hindlilerin hem Kaşan hükümdar­ larına ve hem de Türklere «Turuşka» demiş olmaları, bu boyun kıya­ fetlerinin Göktürk kıyafetlerine benzemesi, yine bu boyun Türk ol­ dukları anlaşılan Kengeres boyunun yöneticileriyle akraba olmaları, kaydedilen hususlar arasındadır. «Humbach bu mülâhazalara yenile­ rini ilâve etti. Humbach’a göre Kuşân hükümdarı Kujûla'nın sikkesin­ deki yavuga unvanı türkçe ‘yabgu’dur ve her iki kelime çinceden gel­ miş olmalıdır. Kengeres hükümdâr soyunun Çince ‘Chao-wu’ şeklinde bildirilen adının da aslı Humbach’a nazaran, ‘yabgu'dur. Clauson, çince metinlerde ‘shan-yü’ şeklinde geçen Doğu Hun hükümdâr unvanım da ‘yavgu’ sanmaktadır. Doğu Hun Hükümdâr unvânı böylece ‘tengri kutu yaıvgu’ şeklinde, Türkçe bir ibâre idi. Nitekim Humbach da, Kuşân hükümdân Kujlâ sikkelerindeki ‘kiyo' kelimesini, ‘kut’a bağlamakta­ dır.» (Emel Esin, Türk Kültür Tarihi, ss. 44-45; altını biz çizdik.) Bkz: ve krş: Grousset, Bozkır İmparatorluğu, s. 94 not 172: «Yabgu ünvanı Türklere eski Kuşan veya Hint-lskitlerden geçmiş gibidir.(...)» 148 Bahaeddin Ögel, «Doğu Göktürkleri Hakkında Vesikalar ve Notlar», s. 120.

297

o lduğunu öğreniyoruz. Ancak, b u tem el kay n ak ları k u l­ lan m ak d u ru m u n d ak i b ir sosyal/siyasal bilim ci olarak, b u bilgiyi ku llan m ak yolunda cesaret bulm am ız için, bilginin teyid edilm esi gerekiyor. Ne v a r ki, filolojik len g ü istik delilleri geliştirecek pek fazla v e ri bulu n m a­ dığını; zâten, ta rih yoluyla da «B üyük Y abgu»nun kişi­ liğine fazlaca yaklaşam adığım ızı, zira ana k aynak olan C hou-su’da B üyük Y abgu’dan hiç bahsedilm ediğini öğ­ ren iy o ru z149. Ü stelik, yine ta rih yoluyla b ir kan ıt b u la ­ bilm ek ve böylelikle «unvan» sorununa yaklaşabilm ek im kânının da kısıtlı olduğunu, h a ttâ hiç olm adığını; çün­ kü B um in K agan’ın selefleri h ak k ın d a bilgi v eren T ’ang -sh u ’n u n v e rilerin in ta h rif edilm iş bulunduğunu, yine Ö gel’den öğrenm ekteyiz150. Çin k ay n ak ların ı Ögel sayesinde izlem eye devam ediyoruz «T’u-m en (yani B um in Kağan), b u n u m ü tea­ kiben ‘İ-li K ağan’ ünvanım aldı. ‘K ağan’ ünvanı eski (devirlerdeki) Shan-yü (ünvanı) ile aynıdır. (K agan’ın) karısı da K o-ho-tun (ünvanım ) aldı. Bu (ünvan) da eski devirleıin Y en-shih (ünvanı) ile aynıdır.»151. Bu tesb iti üzerine Ögel, özellikle «î-li» ünvanı üze­ rin e yo ru m lar yapm aktadır. Bu ün v an ın en çok tetkike değer T ü rk ü n v an larm d an biri olduğunu b e lirte n yazar, 149 «[On Ok’ların] Her birinin başında ‘bağatur yabğu’ lâkabıyla birer başbuğ duruyordu. Kitabelerde ‘kağan’ diye tesmiye edilen İstemi on ‘bağatur yabğu’nun başı sofatıyle ‘yabğu' (belki de ‘büyük yabğu’) lâkabını almıştı» (Akdes Nimet Kurat, «Gök Türk Kağanlığı», X, 1-2 (1952), s. 14) açıklaması da, «büyük yabgu»nun kullanılıp kullanıl­ madığı konusunda ek bir bilgi getirmiyor. Ayrıca, «Kuzey Shan-yü’sü», «Güney Shan-yü’sü», «Sağ Kuli ‘kral’ inin kendisini Shan-yü ilân etmesi» gbi kavram ve olaylar için, bkz: W. Bberhard, «Muahhar Han Devrinde (M.S. 25-220) Hun Tarihine Kronolojik Bir Bakış», TTKB, IV, ss. 360-361. 150 Ögel, aynı, s. 122. 151 Chou-s'hu'dan: Ögel, aynı, s. 129. «İli-Han - Îlig-han» ilişkis hakkında Yakinef ve von Gabain için, bkz: Akdes Nimet Kurat, «Göktürk Kağanlığı», DTCFD, X, 1-2 (1952), s. 12 not 40.

298

de G uignes’in ilk o larak b u u n v an ın «il-khan» olm ası icap ettiğini söylem iş bulun d u ğ u n u , konu üzerindeki en m odern fik irle rin De G uignes’in sezgisini doğruladığım k a y d e tm ek te d ir152. H irth de, aynı d oğrultuda ve belki de De G uignes’ten esinlenerek «İ-li»nin İL-K H A N olduğu üzerinde d u rm u ştu r153.«İ-li»nin yalnızca «İl Kağan» k a r­ şılığı olduğu; «İl-khan» karşılığı olm adığı gibi b ir h u ­ sus, ileri sürülm üş değildir. D iğer b ir deyişle, İ-li, an­ cak «khan» «kaganlaştıktan» sonra ortay a çıkm ıştır, denilmemektedir. «İlm -i h u rû f» yapıyorm uşuz izlenim ini verm ek istem eyiz; ancak, «khan» ile «kagan»ın b irb iri­ nin aynı olduğunun veya, bu ihtim âli b ir yana bıraksak bile, «khan»ın zam anla «khagan» olduğunun birçok b il­ gin tara fın d a n ifâde edilm ediği de hatırlan m alıd ır. «K han»dan «khan, hakan»a geçiş çok açıktır. «Khan», «hakan» olm adan sırf «kan, khan» olarak kaldığı y e r­ lerde, b ü y ü k «im paratorluk»ların başına verilen sıfat olabilm iştir. G örüyoruz ki, «khan» kelim esinin ait oldu­ ğu toplum birim i geliştikçe, bu kelim e ay rı yüklenim ler kazanm ıştır. Yine bu sebeple, a y rı ve bağım sız olan, «khan» çıkışlı olm ayan b ir «kağan» kelim esi düşünm ek m üm kün değildir. Birçok k aynak «kagan»ı daha büyük kabile b irlik le ri ya da d evletlere lâyık görürlerken, «khan» sıfatını ancak k ab ileler düzeyinde gösterirler. E lbette ki, yalnız söyleyiş özelliklerine bağlı olm ayan b ir biçim de, «kağan» deyişi ünvanlaşm a sürecinin bir sonucu olarak b elirli b ir ö rgüt düzeyine hasredilm iş ola­ bilir. D aha doğru b ir ifâde ile, belirli düzeydeki b ir ö r­ g üt için, «kağan» kelim esinin (khan’dan tü re y e n zincir içinde bu söyleyişin) tercih edilm esi sözkonusu olmuş '52 ögel, aynı, s. 129 not 195. 'a Bunun için ve ayrıca Pelliot’nun «(Eli) était un EI-Kagan, un il-khan» yönündeki açıklama için, aynı yere bakınız. Ögel, P. Pelliot’nun asıl amacının, eski bir Göktürk unvanını «İlhanî»lerle bağ­ lantılı göstermek olduğunu belirtmekte ve bu yaklaşımı haklı olarak eleştirmektedir. Ancak, anladığımız kadarıyla, «Lli»nin «il-khan» kar­ şılığı olduğuna bir itiraz yöneltilmemektedir. 299

olabilir. H attâ, b u n u n böyle olduğu yönünde b e lirtile r de v ard ır. Ancak, «kağan» kelim esini «khan» kökenin­ den başka b ir kelim eye bağlam ak, -bizi şu ân için ilgi­ len d irm ey en dilsel özellikleri b ir ta ra fa bırak ırsak kavram sal olarak m üm kün değildir ve bu yöndeki te ­ red d ü t doğurucu y o ru m la r giderilm elidir. Ögel, «T ürk tarih in d e b ir kabile reisinin ‘k ağ an ’ u n v an ın ı alm asını önem li b ir olay olarak karşılıyor: «Bu ün v an ı ancak A sya’daki kabile ve d ev letlere nüfuz ve varlığını kabul ettirm iş şefler k u llan ab ilird i154. Ögel, S h ira to ri’nin, K ağan unv an ın ı H sien-pi ve J u a n -ju a n gibi aslen Moğol kavim lere bağladığını b e lirttik te n son­ ra, «V akıa G ö k tü rk lerin J u a n -ju a n ’larla uzu n m ünase­ b e tle ri dolayısıyla, G ö k tü rk lere J u a n -ju a n isim ve ünv a n la rm ın te sir etm iş olm ası gayet tabiîdir. N itekim G öktürklerde bazı J u a n -ju a n a d la n da görüyoruz... ‘S h an -y ü ’ ün v an ı kayboluyor ve b u n u n y e rin e ‘K ağan’ geçiyor. M ühim olan bu d u r. Yoksa m enşe değil»455 de­ m ektedir. G erçekten de bu nok tad a m ühim olan, H u n lar için k u llan ılan «Shan-yü» ü n v an ın ın kayboluşu ve «Kağan» ü n v an ın m m eydana çıkışıdır. A ncak, b u olayın kandaş toplum un gelişim i açısından ne anlam a geldiği a ra ştı­ rılm alıd ır ve bu noktada, te k b ir kelim enin lingüistik kökeni değilse bile, olayın b ü tü n ü n ü n toplum sal «m enşe»i «m ühim »dir. V aktiyle içlerinde İsk itlerin b ir bölü­ m ünün erim iş olduğu ala n lard a y aşay an ların daha H un­ la r zam anında T ü rk u su llerin i benim seyip b a şk an la n n a «khagan» lâkabını verm iş b u lu n d u k ların ı öğreniyo­ ru z 156. «K agan»ın «khakan»dan başka b ir kelim e olduğu yönünde herh an g i b ir kelim e olm asında ısra rk â r olm ak bizi b ir y ere götürm ez ve Ögel, b u bakım dan S h ira to ri’y i eleştirm ek te haklıdır. K abile toplum u yapışım bilm ek, 154 Ögel, aynı, s. 129 not 166. 155 Ögel, aynı, s. 129 not 177. 154 Z.V. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 35.

300

ü stü ö rtü lü gibi d u ra n gerçeği açığa çık artm ak için k â ­ fidir. Tek te k kabilelerden b irin in sivrilip diğer «asabiyyet»leri yenilgiye uğratm ası, kısa sürelerde, daha çok yan i etn ik kökenli k ab ileler arasın d a gerçekleşm iş gibi gözükür'57. A ncak, ö rg ü t birim i b ü yüdükçe'56, değişik kat

157 Bıı arada, «Hunlar nezdinde pek çok Türkçe kelimeler [in] var» oluşu ve Pelliot gibi araştırmacıların Hsiung-nu’ların Türk olup olmadıkları hususunda ittifak etmeyişleri hakkında Altheim’in gö­ rüşleri, Maenchen-Helfen'e cevap niteliğindeki tesbitleri ve bunları Ögel’in yorumlayışı hakkında, fokz: «Ortaasya Türk Tarihi Hakkında Bazı Yeni Araştırmaların Tenkidi», DTCFD, XVII, 1-2 (1959), s. 272. 158 «Shan-yü» kelimesinin anlamı ile ilgili görüşlerin sistemli bir özetini Gimpû Uchida’dan öğrenmekteyiz. (Bkz: Pulat Otkan, «UCHIDA Gimpû, Kita Ajia Shi Kenkyu: K yû-do Hen —Kuzey Asya Tarihi A raştırm aları: Hsiung-nular Bölümü—, Döbosya, Ky6t6 1975», TTKB, XLIH, 171 ss. 645-646.) Bu kaynağa göre, «Shan-yü» («Chan-yü» ola­ rak geçiyor) unvanı Hsiung-nu’lardan sonra pek çok ulus tarafından kullanılmıştır. Bizi şu ân özellikle ilgilendrmesi bakımından, «shanyü»nün kelime anlamı ile ilgili görüşleri aktarmak istyoruz: 1. Han Shn’dan, «Shan-yü»nün Hsiung-nu dilinde «geniş, büyük» anlamına gelen bir sözcüğün Çince okunuşu olduğu anlaşılmaktadır. 2. Karlgren'e göre, bu kelimenin eski Çincedeki okunuşu «tângiwo»dur. Hsiung-nu dilindeki asıl söylenişi «targü» olmalıdır. 3. «Shan-yü= targü», Moğol dilinde «yayılmak», «açılmak» an­ lamına gelen «delgüü», eski Çince'de «tân-giwo» biçiminde yazılmak­ tadır. 4. Eğer Hami bölgesinde, Şartlardaki memur unvanı San’yu, Ghuz Türkçesindeki «Jenuyeh», «Shan-yü»nün karşılığı ise, bu, Çincede «tan» iminin «sh’an» Okunuşunun da bulunması, bu sebeple «shan yü»nün asıl okunuşundan saptırılarak okunmasından doğmuştur. Yukarıdaki «görüş»lerin aslında birbirlerini nakzeden bir yönü bulunmamaktadır. ( l ) ’e nazaran, Hun dilindeki «geniş, büyüksün en üst kişiye yansımış olması çak «doğaladır. Zira, büyüyen örgüt, kişiyi de sivriltmektedir. «Büyük» olan, sadece Hun «imparatorsu değildir. (2)'deki bilgi doğru ise, bunun çok boyutlu ve fevkalâde önemli so­ nuçları olabilecektir. Çünkü, «targtt»nün «tar/gü» olarak oluşmuş bulunması ihtimâli doğacaktır. Bundan da, «yayılmak, açılmak» an­ lamının mutlaka kandaşlık örgütünün yayılması ve —«diğerlerisne— açılması yüıklenimini taşıdığı çıkar. «Yayılan» örgütler arasında, ön-

301

vim lerd en oluşan k ab ileler coğrafyasından b elirli b ir ya da birkaç kabilenin sivrilm esi m üm kün olabilm iştir. A s­ y a kandaşlığındaki yönetim geleneğinin b ir uzantısı ola­ rak, yönetim e ilişkin «terim »lerde o rtaklık görülm esi k a d a r tabiî b ir şey olam az. K abilenin -belirli b ir te k k a ­ b ilenin- içerisine nüfuz etm ek ne k a d a r zorsa, b ir kez diğer «asabiyyet»ler yenilgiye u ğ ratıld ık ta n sonra, on­ ları topluca b ir hedefe yöneltm ek o k a d a r kolaydır. Bu süreç içerisinde, egem en olan etn ik topluluğun dilinin inanç sistem inden ödünç alınacak kelim elerin, o kabile­ le r topluluğu için «unvan» hâline gelm esi beklenilir. A var - T ü rk ilişkisi içerisinde terim ve un v an gel-gitlerin in sebeplerini böylece özetleyebiliriz. K aldı ki, «ka­ ğan» unvanını T ü rk le rin sonradan benim sedikleri gibi b ir iddia (S h irato ri’n in m antığı b u n a kapı aralıyor), sırf yazılı ta rih belgeleriyle isp atlan ab ilir b ir olgu değildir. Z ira biliyoruz ki «khan», p ro to -T ü rk le r «— » T ü rk le r etkileşim i içerisinde m ev c u ttu r ve ilk oluşum u bakım ın­ dan da, bu genellik içerisinde, T ürklerce «ithâl» edil­ m iştir denilem ez. K han ve giderek h an ile kağan arasında fark a ra ­ m ak, bir fotoğraf görünüm ünü gerçeklik yerin e geçir­ m ek dem ektir. Eğer, G ö k tü rk lerle birlikte, «khan» deyi­ şi (sesi/sedası) yerine «kağan» denm işse, bu, o bo y u tta b ir «fotoğraf»tır. Ve olsa olsa, b ir dönem, kabile «khan» ların d an siv rilen ler için b ir «seda» fark ı yaratılm ış ola­ bilir. (B unun böyle olduğunu gösteren veya gösterm e­ ye yönelen b ir araştırm a m evcut değildir.) Yoksa, kabi­ le toplum undan sivrilen belirli kabile(ler) başkanınm öyküneceği örnek, kendinden önce bildiği örn ek ten başcelikle akrabalık, İnanç sistemi ve örgütün gelişmesinden doğan «yö­ netimse ilişkin kelimelerin dil «duvar»larını aşması olayına sık olarak rastlıyoruz. «Tar» bir kök olarak alınabilirse, ilk ve eski «tar-khama giden yollar da açılabilr. Ve yine, «güsnün, «yü» ve dolayısıyla «khan» ile ilişkisi (Eberhard) düşünülebilirse, «targü» kelimesine ilişkin var­ sayımlardan —tekrar edelim— fevkalâde önemli sonuçlara ulaşılabilir.

302

k a şey olam az. B u bakım dan, Ç in’e «shan-yü» olarak yansım ış b u lu n an H un lid erin in unvanı, H un etn ik b ü n ­ yesinden T ü rk bünyesine geçildiği için «kağan» un v an olarak ortay a çıkar. K onfederasyon niteliğindeki H unların «shan-yü»sü T arih sahnesinden çekildiğinde, en es­ k i m anevî kökenli «khan»larm sivrilm esi olayı, bu kez kısa sürede, yeniden y aşan m ıştır159. K abile toplum u, T arihteki değişim doğrultusunda incelenm ezse, örgütlenm e — » yönetim — » siyaset sü re ­ ci açıklayıcı olamaz. N itekim , «A çina-oğullannm , ha­ kanların, b id ayette ancak k ab ileler arasında hakem olan, akıl ve tecrü b e ile ve eski tü r e ’lerin hâm ili olm ak sıfatiyle, ahali arasında m anevî b ir nüfuz kazanan de­ mirci tarhanlar olduğunu anlatm ıştık. B u n lar,... kılıç kuvvetine, istih k âm lara dayanm ayacak, m al, m ülk ve sa ra y lara sahip olm ıyacak... h a lk ın m ü rak ab e ve kon­ tro lü n d en kaçınm ayacak ve h a lk ta n uzaklaşm ıyacaktı. Halk onları beğenm ediği v ak it bertaraf etmek ve öldür­ m ek hakkına m âlik olduğu zam an kendi reisi saym ış ve sevm iştir. Cengiz de böyle b ir ideal h ak em -h ü k ü m d ar olarak işe başlam ıştır.»160. Şimdi, bu olaya daha yak ın d an bakalım . D.

«TARKHAN»DAN «HAKAN»A ÖRGÜTSEL GELİŞİM

1.

«Tarkhan» ve Kabile

«T ar-khan» kelim esinin «dem irci tark h an » olm a­ dan önce de b ir geçmişi ve dolayısıyla gelişim i olduğu 159 Açıktır ki, bütün bu söylediklerimiz, Eberhard’m Çin metin­ lerinde bulmuş olduğu, «kan» yerine «yü» gelmesi bulgusunun ve «kan» ile «yü»nün karıştırılmasının, «shan-yü» ile «kagan»ı eşitlemeye gö­ türmediği varsayımına dayanmaktadır. Çünkü, aksi hâlde, Hsiung-nu dilinde «khan»ın yerine geçen kelimenin, «khan» veya khan’la birleşik bir kelime olması icap edecektir. O zaman da, söylediklerimizdeki muhakeme payı dahi kalkmış ve özdeşlik açıkça ortaya çıkmış olur. im Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 288.

303

gibi, giderek değiştiği b e llid ir'6'. Şu ân için önem li olan, «khan»m unvanlaşm ası sürecinde m eydana gelen deği­ şim lerin tem elde dem ircilik olayına dayanm asıdır'62. 161 Bahaeddin Ögel; Franz Altheim - Ruth Stiehl, Das erste aııl treten der Hunnen das Alter der Jesaja Rolle, Nene Urknnden ans Dnra-Eoropos (Baden 1953)'u eleştirirken, şu hususları nakletmekte ve yorumlamaktadır («Ortaasya Türk Tarihi Hakkında Bazı Yeni Araştırmaların Tenkidi», DTCFD, XVIII, 1-2 -1 9 5 » - s. 270): «M.S. III asırda Suriye’de Türk adlan: Şahid olarak verilen şahıslardan biri Romalı, altısı İranh ve altısının da Türk olması çak büyük bir ihti­ mal dahilindedir. Bu Türkçe isimler şunlardan ibarettir: Sili, qubrat, Targanbeg, Topçak, Qapgan (s. 19-23). M.S. III. asrın ortasında bu Türklerin îranlıların içinde ne işi vardı? Bu soruya karşılık Altheim bazı tarihî hadiseler öne sürmektedir. Çok eski Sogd metinlerinde, Hunların adlarının Xwn şeklinde geçtiğini ileri süren müellif, daha muahhar Ermeni tarihçilerinin de M.S. 290 senelerinde Ermeni kralı Tigran’ın maiyetinde Hun ve Alan askerlerinin bulunduğunu kaydet­ tiklerine işaret ediyor (s. 26). M.S. 290 senelerine ait Paikuli Sasanî kitabesinde de châkân (yani ‘Hakan’) ünvanını taşıyan bir prensin mevcudiyetinden bahsedilmektedir. İşte buna benzer delillere istinad eden Prof. Altheim, bu vesikaların yazıldığı I. Şapür devrinde, İran ordusunda Hun askerlerinin bulunabilmesinin tabiî olacağını nazarı itibare alıyor (s. 26). (Dura-Europos Güney-doğu Anadolu'da bir şe­ hirdir.) Tarqan, qagan, qaqpan gibi Türk ünvdnlarını Eftalitlerde veya onlara komşu kavimlerde görebiliyoruz.» «Tar-khan»ın gelişim ve değişiminin nihaî biçimi, soylulaşmanın vardığı evre ve buna ilişkin bir yorum içn, bkz: Grousset, Bozkır İmparatorlv.ğu, s. 219. Bkz: Yukarıda, not 157. 162 Ögel kaydediyor: «Prof. Altheim, tenkidini yaptığımız bu eserinde [aynı] eski Eftalit ve Bulgarlarda Tarkan’ın demirci mana­ sına geldiğini kaydetmektedir. Moğollarda san’atkâr manasma geldi­ ğini biliyoruz. (Sino-Iranica, s. 593 [B. Laufer]) Bu unvanın demirci manası üzerinde titizlikle durmak lazımdır kanaatındayız. Bu husus için bkz: K.H. Menges, The Oriental Elements, s. 57; G. Sandschejev, Anthropos, XXIII, s. 538; Z. v. Gombocz, Mağyar Nyelv, XI, s. 437; P. Pelliot, TP, 1921, s. 323 vd; A. Zeki Velidi Togan Ibn Fadlan, s. 106, 276; K.H. Menges, Byzantion, XXI, s. 93, 99.», (B. Ögel, «Orta­ asya Türk Tarihi Haikkında Bazı Yeni Araştırmaların Tenkidi», DTCFD,

3C4

H er vesile ile belirttiğim iz ü zere : «Kan (khan)» kelim esinin en eski kullanımlarına, inanç sistem ine ilişkin sözlerde rastlamaktayız. En eski kandaş motiflerin (orman ve dağ gibi) ana olarak algılan­ dığım ve bu arada «kan» son ekiyle adlandırıldıklarım görüyoruz. Yine de, anlaşılıyor ki, kandaş geçmişin er­ kekleştirilm esi sürecinde ve bu amaçla, toplum için en dikkate değer kavramlar öncelikle değişime uğratılmış­ tır. Bu kavramlar içerisinde, toplum içerisinde sivrilen babahan'm kişiliğini karşılamak üzere terimleştirilen kelime, «khan» olmuştur. K h an ’ın terim hâline gelm esi, kişiler için kullan ıl­ m aya başlanm ası ve aynı gelişim içerisinde erkekleşti­ rilmesinin dönem ecinin, demircilik dolayısıyla olduğu anlaşılm aktadır. S onradan b ü y ü k federasyon ve devlet­ ler ku racak olan T ürklerin, kabile toplum u düzeyinde sık sık «demirci» olarak sıfatlan d ırıld ık larım görüyoruz. «Dem irci tark h a n » '63 başlangıçta kişi adı değildir. «De­ m irci tarkanlar», bu işte uzm anlaşan kabileyi anlatır. K abile - içi işbölüm ünün belirginleşm esiyle, bazı dem ir­ cilerin kendilerine han lık y a k ıştırd ık ları ve b u n u da k a ­ bul e ttird ik le ri bellidir. A slında gerek to p lu lu k ların ge­ nel gelişim seviyesi, gerekse, özel olarak, dem ircilerin zâten sivrilm iş bulunm ası, kabile üy elerin i bu y a k ıştır­ m ayı kabule götürm üştür. K ökeni ve özellikle «khan» sıfatı itib ariy le çok es­ k ilere uzandığı anlaşılan «tarkhan»ın, dem ircilikle ilgili uzm anlaşm ayla b irlik te değişm iş olabileceği, bu n u n k a ­ bile yapısını zorlayarak kabile birlik lerin e k a d a r sü rXXII, 1-2 —1959—, s. 271 not 30.) H. Beveridge ve F. Thomas'ın «tarkan» konusundaki tartışması için aynı not’a bakılabilir. Kezâ, Wu-k’ung seyahatnamesi ile ilgili olarak Chavannes ve ayrıca İbn Batuta’nın konuya değinişlerini öğreniyoruz. (K.H. Menges’in «TarhanM için —The Oriental Elements in the Vocabulary of the Oldest Russian Epos— s. 33 zikredilmektedir.) 143 Bkz: Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, s. 52. 305

m üş olduğu kabul edilebilir. G erçekten de, yerleşikliğe geçm eden önce kandaşlığın dem ircilik bilgisinin geliş­ m iş olm ası, özellikle T ü rk lerd e b u n u n tam b ir uzm anlaş­ m ay a dönüşm esi, örgütsel değişim i hızlandırdığı gibi, b u değişim in kabile b irlik lerin i sağlam ada ve giderek A sya kandaşlığı geleneğinde «önder» d u ru m u n a y üksel­ m ede belirleyici rolünü ortay a koyar. «Unvan» denilen kelim elerin aslında kandaş kav ray ışlard an süzülerek m eydana gelm iş olduğu an laşılm ak tad ır144. H ayat-geçinm e tarzıy la inanç sistem inin bütünleşm esine bakıldığın­ da, ö rgüt bağrından çıkan ve b elirli b ir «m evki» k a rşı­ lığı kullanılm adan önce kandaş toplum un örgütselliğini an la tan kelim elerin, kökenleri itib ariy le ta rım ’la ilgili olarak doğm uş olam ayacağı belirtilm elidir. N itekim , «ana d a rk h a n khatun» biçim inde kutsallaştrıldığında, kelim enin, en eski kandaşlık h â tıra la rın a a tıfta bulunm ak yoluyla «tanrıça» hüviyetine sokulm ası da görüşüm üzü destek ler145. 164 Şato «imparatorşiarının «demirden mukavele» verdiği kişi­ lerin «ebediyen her nev'i cezadan muaf tutulmuş, rütbeleri [nin] de ebediyen mahfuz kalmış» olması hakkında, bkz: W. Eberhard, «Şato Türklerinin Kültür Tarihine Dair Notlar», TTKB, XI, 41 (1947), s. 21. «Mukavele»nin sırf dayanıklı olması için demirden yapıldığı düşünü­ lemez; babahanlık «demir»i kendisiyle özdeşleştirmeye çalışmıştır. Bütün kutsal motifleri eski gelenek kalıntılarından almak ve onları değiştirerek örgütselleştirmek durumundaki babahanlık, demir ile bir­ likte, kutsallık atfedeceği yeni bir unsur bulmuştur. Demirin kutlu sayılması, tabiidir ki demirin her tür üretim için verdiği imkânlara bağlanır. Ancak eski demirci tarkhan’ların kendi oymakları için birer başkan olmaları yanısıra, demirciliği büyük kandaş federasyonlar için sürdürdükleri de unutulmamalıdır. Önceki federasyonlarla kurulan ilişki bakımından, bu bir büyüme ve gelişme potansiyeli olarak düşünülmelidir. 145 «Yakutlar demirci ile şamanın (oyun’un) bir yuvadan olduk­ larına inanırlar (Us da oyun bir ııyalah). Demircinin karısına da saygı gösterirler, ona ‘darhan’ (yâni, tarhan) diye hitap ederler (Seroşevskiy, Yakut, 631, 638)... Kırgız-Kazaklar demirden kötü ruhların 306

2. Kandaş Birliklerden D evlet’e Geçiş Tartışması (Togan) K h an ’la rın başından b eri «soylulardan b ir kişi» ol­ m adığı anlaşılm alıdır. «K are budun» y a da «kara süyek» olan kitlenin, bu «ast» d u ru m u n a gelm eden önceki dö­ nem lerle m anevî bağlantısı, kabile şefleri vasıtasıyla «yaşatılm ış»tır. A ynı kabile şefleri daha b ü y ü k ü n ite ­ le rin başkanı olduğunda, kandaş to pluluğun «eski» ile bağlantısı, k h a n ’lard a som u tlaştırd ık ları tö re vasıtasıyla k u ru lu r. «Geçmiş» ise, «ast»ın olm adığı örgütlenm edir. G öktürk ve H azarlarda h ak an olabilm ek için, m iiskaçtıklanna inanırlardı. Lahusa kadınlara musallat olduğuna inanı­ lan kötü ruh-al karısı, yahut albastının çelikten korktuğuna dair Ana­ dolu köylerinde bir inanç bulunduğu Dr. Şükrü Elçin tarafından tesbit edilmiştir. (TFA, 5, 193). Kazakların inancma göre al ruhu demir­ ciden korkarmış. Lohusanın yanında bir erkeğin demirciyi temsil ede­ rek çekiçle bir demire vurduğunu bu satırları yazan, Kazakların Ar­ gın ve Turgay Kıpçak boylarında müşahade etmiştir. Başkurtlar ölü­ nün göğsüne bıçak, makas, çekiç gibi bir şey korlar. Bu âdet Dr. Ş. Elçin tarafından Anadolu’da da müşahade edilmiştir... Kırgızların ‘Manas' destanında demirci ustaya ‘darkan’ diye hitap edilmektedir.» (Abdülkadir İnan, «Türklerde Demircilik Sanatı —Tarihte ve Folklor­ da—, s. 544.) İnan, «Gök Girsin, kızıl çıksın» («... sözümü tutmazsam bu kılıç gök girsin, kana bulansın öcünü alsın») kargışının temelinde demir’in yattığını özenle vurgulamaktadır (s. 161-162. Demircinin âletleri, en eski av geleneği doğrultusunda ve o geleneğin bir çeşit uyarlanmasıyla kutlu sayılmıştır. Geç dönemlerde, her âletin ruh’u bulunduğu farzolunmuştur. Babahalığm zaferiyle birlikte, bu zaferi pekiştiren unsurlardan biri olduğu belli olan demir olayında, kutsallığın yeni motiflerle be­ zendiği görülmektedir. Babahanlığın ve babahanlık içerisinde kişi siv­ rilmesinin örgüt bütünselliği içerisnde gerçekleştirilmesi; özellikle kişi’nin toplum-üstü’ne doğru yol almasını ve özel mülkiyetin temel­ lerini atılmasını ve giderek sağlamlaştırılmasını temin etmek üzere «ana hukuku»nun kalıntılarının —değiştirilerek— canlı tutulması ve bu anlamda yer yer «diriltilmesi», yalnızca büyük boyutlu kabile bir­ liklerinin «yönetim» ve «siyaset»e sıçramalarında değil, asıl, kabile içi değişimin «meşrûlaştırılma»sında görülür.

307

takbel hakan, dört u ru ğ beyi tara fın d a n tu tu la n ak k e ­ çenin üzerindeyken, boğazı ipek b ir bağla şiddetle sıkılır ve yönetim i konusünda kendisinden söz alınır. Gens ör­ g ütü n d en geriye kalm ış olanı yoketm ek için, toplum üze­ rin e sivrilm ek gerektir; bu da kolay olm am ıştır1“ . G öktükler ve H azarlardaki örgütlenm e ve yöneti­ m in b elirgin b ir gelişm eyi içerdiği kesindiı. Bu gelişm e çevresinde örgütlenm e ve yönetim ’in niteliğinde b ir de­ ğişm e olur, yönetim olayı itici güç hâline gelir. Yöne­ tim ’in (yönetm e’nin) itici b ir güç hâlini alm asıyla, artık yarı-bağım sız k a ra r m erkezleri oluşm aya başlam ıştır. Oysa, kabile ö rgütünde k a m u ’n u n kararı, tö ren in gere­ ğinin b ü tü n sel b ir uygulanışı, canlı olarak yaşatılm ası d em ektir. Fakat, b ir G öktürk gelişim iyle, gerçek an la­ m ıyla yönetm e’ye ilişkin olarak k a ra r verilebilm esi sü ­ reci başlatılm ıştır. Bu da, tabiatıyla, devletleşm enin ve devlet olabilm enin biı ön koşuludur. Togan, T ü rk lerin G öktürkler zam anında «devletçi­

166 Togan, Radloff ve Barthold'u eleştirirken, uruğların «siyasal» kayıtsızlık içerisinde bulunmuş olamayacağım, yalnız rehberler ta ra ­ fından «devlet kurma» dâvasına sürüklenmiş olamayacağım öne sürer. Togan’a nazaran, «Bilâkis Türk göçebe unsurunun ekseriyeti pek es­ kiden bir askerî devlet ananesi yaşattığına göre, siyasî ve İçtimaî hadiselere daima çabuk intibak etmiş ve devletçilik umdesine uy­ muştur. Türk kavimlemde uruğ (klan) taksimatı da her vakit askerî taksimat (on, yüz, bin, tümen, sağ ve sol) ile muvazi ve ancak ona tâbi olarak yaşamıştır.» (Umumî Türk Tarihine Giriş, s. 291.) Askerî taksimatın ve genel olarak örgütlenmenin «klan» ölçü­ lerine göre belirmesiı ezelî farzedilen bir devlet geleneğini değil, tam tersini ve öncesini gösterir. «Devlet kurma geleneği»nin ortaya çıkı­ şma giden yol için, sözkonusvı «klan» geleneğinin büyük önemi var­ dır. «Klan» örgütlenmesinin ortadan kaldırılabilmesiyledir ki, devlet’ in ön şartları hazırlanmıştır. Ve, bu şartların hazırlanmasında, —or­ tadan kaldırılacak olan— «klan geleneği»nden çek yararlanılmıştır. Ama, sözkonusu iki büyük aşamadan birinin diğeri yerine geçirilmesi mümkün değildir ve Tarh’i yok saymakla eşanlamlıdır.

308

lik» itibariyle ilerlem iş old u k ların d an bah sed erk en ’67. H azarlardaki ve G öktürklerdeki örgütlenm enin y in e de «kam ların B ozkurt (Açina) o ğ ullarının örgütlenm esi ol­ duğunu» v u rg u lu y o r168. İlginç olan nokta şu ki, Togan’ın, teo rik düzeyde, b elirli b ir ö rgütlenm enin devlet olup olm adığm ı araştırılm asın a getirdiği k rite r, şid d et’tir. Da­ h a önce de genel kapsam ı içerisinde ifade etm eye çalış­ tığım ız üzere, bu k rite rin öne çıkarılm ası bizim düşün­ cem izle örtüşm ektedir. Yine y e r y e r kaydettiğim iz üze­ re, şiddet’e (zor, cebir, kahır, tagallub) eklenecek aslî b ir husus v ard ı ki, tarih sel anlam ı itib ariy le tem elde şid d et’le b ü tü n le şir : Silâhlı k işiler - silâhsız k işiler ayı­ rım ı. Z ira, cebir-şiddet-zor’u n to p lu lu k tak i (ya da k a te ­ gorik olarak toplum ’daki) b ir kesim tara fın d a n uygula­ nabilm esinin sistem li kılınm ası için, silâhlı in san lar ile silâhsız in san lar ayırdm ın doğm uş bulunm ası gerekir. 147 A. Zeki Velidî Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, cild I, En Eski Devirlerden 16. Asra Kadar, Hak Kitaıbevi, İstanbul, 1946, s. 52, Buradaki «devletçilik»in bir uygulama, bir «politika» olarak dü­ şünülemeyeceği açık. Aslmda, kandaş toplum gelenekli topluluklarda, özellikle göçebe hayat tarzında, başıkan-hakan'm nisbeten bağımsızca karar verebilmeye başlaması ve bunun sistemli b ir hâl alması, bir siyaset sürecine girilmekte olduğunun belirtisidir. Ancak, buradaki «devletçilik itibariyle derleme» tanımlamasını içeren yaklaşım, kur­ gulanmış bir «devlet» olayını merkez olarak düşünerek, «Tarih'e göre devlet» değil, «devlet’e göre Tarih» anlayışına girizgâh teşkil et­ mektedir. «Devletçilik itibariyle ilerleme»yi dar anlamda, doğrudan belirli devlet’in gelişmesi açısından ele alırsak, bu ölçüt-tanım, «dev­ lete dönük gelişim şartlarının olgunlaştığı» şeklinde, ya da, «devlet» için en hayırhah bir yorumla, «devlet’in, kendi özel şartlarının ya­ rattığı bir doğuş sürecinden çıkması ve kurumlaşan bir bünyeye ka­ vuşması» olarak irdelenebilr. Tabiatıyla, uygulamaya ilişkin «politi­ kalar», ancak böyle bir gelişim sonucunda beliren siyaset sürecinin unsurları olabilecektir. Akla gelen bir üçüncü ihtimâle de değinelim. Bu ibareyi kaleme alan, Togan gibi, proto-Türkleri ve geç dönemlerde de Hunları Türklerden ayırmada titizlik gösteren bir yazar olmasay­ dı, «Türklerin devlet kurma geleneği»nden söz edildiğini de hesaba katabilirdik! 309

M odern devletteki devlet gücünün silâhlı olm ayan ke­ sitlerin d e de «sözünü dinletm esi», tem elde «m eşrû cebir»in yalnızca d ev let’te olduğuna d air k ab u l’e dayanır. B u kabul, gereğinde silâhlı kesim lerdeki «zor»un k u lla ­ nılabilm esini ve bu yolla y a p tırım la rın geçerliğini ko­ rum asını içerir. B u noktada, T ogan’ın T ü rk T arihi gelişim indeki G ö k tü rk ler örneği (veya aşam ası) için ileri sürdüğü en canalıcı önem de b ir m ütalaasını, aynen okuyalım : «... H azar ve G öktürk H ak an ları... eski dem irci ta rh a n la rd an gelm iş (... lerdir). G öktürk H akanları a rtık eski cedleri gibi k ab ileler arasında sadece hakem olan dem irci ta rh a n la r değildi; b u n lar a rtık b ü y ü k d ev letler k u ra n ve b u n ları BAZAN ŞİDDETLE idare eden h ü k ü m d ard ı­ lar» '49. Bu kısa alıntıda, tarih sel doğrularla indî y o rum ların b irb iri içerisine geçmiş b ir görünüm ünü izlem ek m üm ­ k ü n olabiliyor170. «K abileler arasında sadece hakem olan» kategorisi ile «büyük d ev letler kuran» kategorisini, v eri olarak ele alalım . G erek ilgili alıntıda ve gerekse, tabiatıyla, da­ h a önem lisi, ilgili bölüm de veya U m um î T ü rk T arihine G iriş’in bü tü n ü n d e, «kabileler arasında sadece hakem olan» ta rh a n la r ö rgütüyle «büyiik d ev letler k uran» yö­ n etim ler arasında, h e rh an g i b ir a ra kategori yo k tu r. To168 Togan, Giriş, s. 52. Togan’ın «devlet» tanımlamasından çok, düşüncesini inşa edişi ve bıı çaba içerisinde yer alan unsurlar önem kazanmaktadır. (Bir istifhama meydan vermemek için, tartışmamı­ zın şu ândaki gelişimini doğrudan ilgilendirmemekle beraber, Hazar­ ların gerçekten bir devlet kurmuş olduklarını düşündüğümüzü kayde­ delim.) Gerçekten de Togan, «devletçilik» itibariyle ilerlemenin» ‘mo­ dern* anlamda bir devlet» olmadığını ihsas ederek, bu örgütlerin yine de «esld kamların örgütümün bir devamı olduğunu belirtmektedir. 169 Togan, aynı, s. 52. Altını Togan çiziyor; biz sadece «bazan şiddetle»yi majiskülledik. 170 Bundan böyle sözkonusu alıntıdan aldığımız cümle ve cümle parçalarının altım biz çiziyoruz.

310

gan bu iki örgütlenm e - yönetim biçim i araşm a bağım sız b ir a ra örgüt biçim i koym az. B irinci kategorideki ö rg ü t­ lenm eler, «sadece hakem » işlevi gösterdiğinden ve şid­ detle yönetm e» evresine ulaşm adığından, devlet sayıla­ m azlar. D em ek ki, T ogan’a göre ancak İkinciler devlet sayılabiliyor17'. Öyleyse, «kabileler arasında sadece hakem »lik, b ir kere, devlet değildir. İkincisi, «kabileler arasında»ki düzeyde devlet olunm am ışlık, evleviyetle, daha öncesinde, yani tek te k k ab ileler düzeyinde «dev­ let» aram am ızı b ü sb ü tü n anlam sız kılar. D em ek ki, yine T ogan’a göre, «kabileler arasında hakem olan dem irci tarh a n la r» evresi devlet öncesidir. A ncak « artık b ü y ü k d ev letler kurulm ası» halinde, devlet vardır. Çünkü, iki­ si arası için Togan h içb ir şey söylem em ektedir ve zaten «ikisi arası» şeklinde özetlenebilecek ve bağım sız b ir gelişm e evresi olarak betim lenebilecek a y rı b ir örgüt aşam asını som ut ta rih te de bu lm ak m üm kün değildir'72. vı Nitekim Togan, ilk Araplar tarafından «Türk hakanının şa­ man ayinleri yaptırarak Kam’ların kehanetine göre memleketi idare eden kimseler gibi tasvir edilmesi»ne karşı çıkıp, bundan Göktürk hakanlarının hayatının «iptidaîliğini istihraç» etmenin mümkün ola­ mayacağım, Barthold ve M arquart’m bu konuda yanıldıklarını söy­ lerken (bkz: aynı, ss. 50-51), tahliline hep «Göktürkler»le başlamak­ tadır. Diğer bir deyişle, Togan, sözkonusıı tasvirlerin ve bilginlerin görüşlerinin yanılgılı olduğunu belirtirken Göktürkler’den öncesini incelememekte; ancak Göktürkler için böylesi görüş ve yorumların doğru olamayacağım ifade etmektedir. 172 «Demirci tarhanaların zamanla devlet kuracak düzeye eriş-1 melerine ilişkin kayıt için, bkz: Aynı, s. 44. Demirci tanhanların ha­ kemlik dışında silaha sarılmalarının geç dönemi ifade ettiği ve bu­ nun Göktürkler’e varan «yol» olduğu bellidir. (Birer kam olan «Tarkhanslann ilk belirmeleri ve demirciliği geliştirmelerinin eskiliği ko­ nusunda 160 no.'lu not için, bkz: s. 460.) Yoksa, demirci tarhanların, «tarkhan» oldukları dönemde devlet kurmuş bulunmaları Tarih geli­ şimine ay kın düşer. Dikkat edersek, Osmanoğlu Orhan Beğ’in —bile— «bildiği devlet nizamı ve kanunu ANCAK ‘türe’ ve «yasak»a dayanı­ yor. ö te yandan Orhan Beğ’den Tarihsel anlam bakımından çok daha «eski»ye bakalım. Aryanîler M.Ö. 1700 yıllannda «geldikleri»ne (s. 311

K abul edelim ki, «büyük d ev letler kurm a» evresi, T ogan’a göre b ir «devlet kurm a» evresidir. O zam an, b u ev re n ed en «büyük» d ev letler k u rm a evresidir? Doğ­ ru d u r, G öktürk federasyonu m addece ve taşıdığı önem bakım ından, «büyük» sayılm alıdır. A m a burad ak i sıfatlayış «büyük G öktürkler» değil, «büyük devlet» şeklin­ dedir. A caba «devlet», yayıldığı alan bakım ından ya da kuvveti açısından m ı b ü y ü k tü r? H er h âl ve k ârda, «bü­ yük» sıfatı «devlet»e a ittir. «M efhum -u m uhalif»ine b a­ k a rsa k , G öktükler öncesi, «büyük» olm ayan devlet» v ar m ıdır? Togan, böyle b ir hâlden bahsetm iyor. G eliştirdi­ ği ta rih «m antık»ı içerisinde böyle b ir ara kategoriye y e r verm esi de sözkonusu değil. O vakit, Togan’da, k a­ b ul edilebilir olm aktan çok uzak b ir yorum çerçevesi v a r dem ektir. O da, genel olarak A sya kandaşlığının ve T ü rk kandaşlığının insanlık tarih in d ek i o n urlu y erini vu rg u lam ak için -hiç gerekm ediği hâlde- ö rg ü tlerin ve k u ru m la rm gelişim ini yok saym ak, evrim ve değişim i y e r y e r donuklaştırm ak, d ev let’i de zam an dışına taşı­ m ak şeklinde tecelli ediyor. Oysa, felsefî b ir tercih plâ­ nında bile, eşitlikçi-doğru-yiğit-sözünden dönm ez- ya lan ve korku bilm ez yapıdaki insanın da, bu insanların b ü y ü k federasyonlar yoluyla kadîm u y g a rlık la rın «irin» lerini deşerek onlara «neşvünem â» b u ld u ra n örgütlenm e ve yönetim lerinin de «övülm e»si için, h e r zam an - m e­ k ân boyutunda devlet aram aya ihtiyaç y o k tu r173. Kaldı 32) ve Ural-Altay kavimleri daha Aryanî kavimler gelmeden önce usta tarhanlar yetişmiş bulunduğuna (s. 44) göre; Önasya’daki Orhan Beğ' den yaklaşık üç bin yıl önce aynı kavim topluluğunun (ki bu döneme bizzat Togan «tarihten önceki zamanlar» diyor: s. 31) Asya’da «dev­ let» kurmuş olmaları sözkonusu olamaz. Demirci tarhanlann devlet kurmuş olduklarını söyleme yönündeki eğilim, «veriler» ile aynı ve­ rilere dayanılarak geliştirilen «yorumlar» arasında büyük farklar bu­ lunmasına çarpıcı bir örnek teşkil eder. 173 Bu tutum) ilginç bir durum yaratm aktadır. Olayların özellikle «maddî kökeni»ni araştırm ak ve sergilemek yanlısı birçok Marksist yazar da, Türklerdeki ve proto-Türklerdeki devlet oluşumunu ve dev. 312

ki, gelişen ve değişen d ev let’in m odern devlet fo rm ’u ile, b ir H azarlar, b ir U y g u rlar’ın k u rd u k la rı d ev let’in form ’unun «aynı» olduğu yönünde uyanacak b ir kanı, p opüler k ü ltü r yönünden de önem li sakıncaları b erab e­ rin d e getirm ektedir. İncelediğim iz alıntıdaki, «... d ev letler k u ra n ve b u n ­ la rı idare eden hükiim dar(lık)» olayına yakından bak m a­ mız gerekiyor. «Şiddetle idare eden hüküm dar» deyişi, açıktır ki, «hüküm dar’m şiddetle idare etm esi» olarak anlaşılm ak gerektir. A ncak - cebir, zor anlam ında - şid­ det olduğunda, hük n v ü n varlığından söz edilebilir. «M ülk - devlet h ü k m ’e dayanır» ve «m ülk - devlet k a­ h ır ve tag a llu b ’la oluşur» form ülasyonuyla özetleyebile­ ceğimiz -henüz bu genel konum u itibariyle aşılm am ış olan -İb n H ald u n ’u n devlet - siyaset teorisinde, «hükm», d ev let’in varoluşuyla açıkça b ü tü nleşm ektedir. D iğer bir deyişle, hüküm dar, prim us in te r p ares olm aktan çok uzaklardadır. H ükm , u y g arlık içerisinde gelişen ve uygarlığı « tutunduran» b ir siyaset biçim idir. Togan’ın da bu teoriye (ve asabiyyet teorisine) tam b ir v ukufu olduğu m alû m d u r174. Bu teori, sonraki T ü rk -lslâm siyaletin ilk biçimlenişini fazla geriye götürmek eğilimi taşırlar. Öyle ki, Türklerde sosyal sınıf farkının sanıldığından ya da genellikle kabul edildiğinden daha önce meydana getirmiş olduğunu; böylelikle, yara. tüain artı-ürüniin ve diğer toplumsal artı’larm çabşan soylu-olmayan (kara) budun tarafından yaratıldığını ve fakat soylu sınıf tarafından ellerinden alındığını belirterek, bizatihi bu gelişimi devlet olarak yo­ rum larlar. Marksizme kesinlikle karşı olan ve hattâ çalışmalarının önemli bir bölümünde bu doğrultuda uğraşta bulunan birçok Türk yazan ile Marksizm taraftarı bazı Batı ve Sovyet yazarlarının, ta ­ mamıyla ayrı gerekçelerle de olsa benzeri bir eğilim içerisinde olma­ ları, ilgi çekici sayılabilir. (Konuyla ilgili bazı görüşlerimiz, özellikle Khazanov, Godelier ve Krader’e yönelik eleştirilerimiz «Önsöz»de zik­ rettiğimiz etüdlerde yer almaktadır.) ™ Bkz: A.Z.V. Togan, Tarihte Usul, (2. baskı), Î.Ü. Edebiyat Fakültesi Yay., İstanbul 1969, ss. 157-166. Krş: Hassan, İbn Haldun, ss. 35-37. Togan, düşünürün teorilerinin İslâm çerçevesinde kaldığı fikrine temelden karşı çıkar ve «büyük mütefekkirin fikir ve nazari-

313

sal teorisine term inolojik düzeyde dam gasını vurm u ştu r. Bu bakım dan, T ogan’ın «hüküm darlık»ı «hükm uygula­ yan kişi» anlam ından başkaca rastgele b ir anlam da kul­ lanm ası bahse konu olm am ak g erektir. Zâten, hü k ü m ­ dar, h ü k m uygulayan kişi anlam ından başkaca b ir ola­ yı karşılam ak için kullanılm ış ve bu yola yeni b ir k av ­ ram geliştirm ek için b aşvurulm uş olsa, bu husus sarih olarak b elirtilm ek lâzım gelirdi. K aldı ki, kelim enin İbn H ald u n ’u n kavram sallaştırm asına uygun b ir biçim ve içerikle kullanıldığı, «hükm » ve «hüküm dar»la yeni b ir e v re n ’in tanım lanıyor olm asından da anlaşılm aktadır. Bu durum da, «bunlar» (G öktürk hakanları), « artık bü y ü k d ev letler k u ra n ve b u n la rı... şiddetle yöneten h ü ­ k üm darlar» idiyseler, «şiddet»i niçin «bazan» g österir­ ler? T ogan’ın böyle teorik düzeydeki bir tahlilde «şid­ detse, günden güne h a ttâ saatten saate değişen, b u y ­ ru k la rın «sertliği» ya da «yum uşaklığı»m b elirley en k i­ şi psikolojisine ilişkin b ir anlam yüklediği düşünülem ez. Şiddet, b u rad a açıkça teorik b ir a ra ç tır ve kavram sal d ü ­ zeyde ele alınm ıştır. O vakit, «bazan» kelim esini an la­ m anın te k yolu, Togan’ın fik ir ve te sb itle rin in b ü tü n ü ­ nün değerlendirilm esinden geçer. Togan, «... Filhakika G öktürk h a k an ları hakikî şam an istlerd i...» ya da « ...O rtaa sy a ’nın k e n d i... şam anı akideleri(nin) b u devirde h e r şeyden fazla hâkim olduğunu bize G öktürk k itab eleri gösterm ektedir»175, yargısı da, tö re ’nin kaldırıl(a)m am ış olduğunu an latm aktadır. T ore’nin kam usallığına karşı «hükm »ün tekelciliği düşünüldüğünde, kandaş gelenek­ li G ö k tü rk le r’de «şiddet» u y g u lam alarının niçin ancak yelerinin orijinalliğini özenle belirtir. Aynca, Togan’ın şu satırlarını da belirtmeliyiz (aynı, s. 164): «ibn Haldun'un bu fikirlerini ben 1914’ de Bilgi Mecmjnası’nda [Sayı 7, ss. 733-743] ‘İbn Haldûn’un nazarın­ da Islâm hükümetlerinin istikbali’ ünvaniyle neşrettiğm makalede izah etmiş ve Türider için... devlet işlerinde ibn Haldûn gibi düşün­ menin daha hayırlı olacağım kayd... etmiştim.» 173 Togan, Giriş, s. 49.

314

«bazan» olabildiği yolundaki y o ru m u n sebebi o rta y a çık­ m aktadır. A slm da, böyle b ir genellem e yapm a zorunluğu duyulduğunda, «bazan» y erin e «bir ölçüde» denm iş olm ası belki de daha doğru olur; bu yolla, göçebelerin yönetim e v relerin in b elirli T a rih sıçrayışlarıyla nasıl bir «devletleşm e» sürecine g irdiklerini ve b ir U ygur, H a­ zar ve K arahanlı ö rneklerinde -yerleşiklikle- nasıl dev­ let düzeyine varıldığını açıklam aya yönelecek b ir çerçe­ ve çizilebilirdi176. 174 «... Ve bunları bazan şiddetle idare eden hükiimdarlardılar» cümlesini «Fakat Göktürk ve Hazar memleketleri tam bir ademi mer­ keziyet ve feodaller federasyonu tarzında idare edilmiştir» cümlesi takip ediyor. «Adem-i merkeziyet» ile «feodaller federasyonu» arasın­ da zorunlu bir ilişki aram a bakışının gündeme getirebileceği «feod aliam le ilgili genel ve teorik bir tartışm aya girmeden, bu ifâde bize, Tagan’ın kendi yargılarım biraz olsun törpülemek gibi bir endişesi bulunması ihtimâlini; «Göktürkleri idare eden) hükümdarlardır, fakat adem-i merkeziyet de vardı; o hâlde devleti biraz kendine özgü dü­ şünmeli. federatif bünyede olduğunu dikkate almalı...» gibi bir «gizli» yorumu yedekte tutması ihtimalini düşündürtüyor. Bu hısusu, tabia­ tıyla, ihtiyatla kaydediyoruz. Zira, «merkeziyet - adem-i merkeziyet» kriteriyle feodal karakter yönünde yargıda bulunulması yaygın bir tutumdur. Gerçekten de, bu tutum, Türkçe literatürde, özellikle tarih ve iktisat tarih alanında çok rastlanan hatâlı bir yaklaşımdır. P ara­ lel anlamda, —yargı sonuçta doğru olsa bile— salt hukukî kriterlerle de feodalizm teşhisinde bulunulmaktadır: «... Birlik eski feodal dev­ let telâkkilerine göre idi. Filhakika Gök-Türklerde, hânedan âzâsmın müşterek malı sayılıyordu. Bu sebeple... Selçuklu devleti feodal esâs­ la ra göre taksim edildi.» (Osman Taran, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, s. 67.) Burada, tabiatıyla, federatif karakterin önemini azımsamak de­ ğil, tam tersine bu karakteri vurgulamak istiyoruz. Örneğin bir fe­ derasyon mahiyetinde on kabileden meydana gelmiş olan Hazar dev­ letinin yıkılmasıyla birlikte, Hazar ilinin dağılan kabileleri de Dest-i Kıpçak'da kalmışlardı. Bunlar da Kıpçak ilinin bünyesine katılmış­ lardı. «Kıpçak» isminin çeşitli Türk illerini ve topluluklarını içerdiği (bkz: Mustafa Kafalı, «Deşt-i Kıpçak ve Cuci Ulusu», Tarih D, 25 —1971—, s. 181) düşünüldüğünde, devlet öncesindeki önemi zâten bilinen federatif bünyenin devlette ve —örneğimizde görüldüğü ü ıe-

315

B u noktada, özellikle göçebe-çoban topluluklarda yönetm e’n in tekelleşm esini karşılayabilm ek üzere geliş­ tirdiğim iz «örgütlenm e — » yönetim — » siyaset» dina­ m iğiyle kavram sallaştırdığım ız T a rih (tarihöncesi önta rih tarih) anlayışım ızın açıklayıcılığı desteklenm iş olm aktadır. T ürklerde, siyasetin kökenlerini yine siyaset öncesinde ve siyasetin tem ellerinde izlem enin m üm kün olduğu anlaşılm aktadır. Yine, b ir izdüşüm ünü y ak ala­ m ak, b ir «görünüm »den h a re k e t ederek o biçim lenişi m eydana getiren üretici güçler gelişim inin işleyişini k a v ­ ram ak da, b ir ölçüde m üm kün olabilm ektedir. Özellikle, inanç sistem i-örgütlenm e ilişkisinin m ad­ dî tem ellerini ara ştırm a yoluyla gerçekleştirilen y a k la ­ şım, h e r m erhalede ve ö rn ek te '77, anlam lı ipuçları verere— devletin yıkılması sırasında ve sonrasındaki önemine tekrar işa­ ret etmiş oluruz. Nitekim, devletin yıkılmasından sonra bile yeni bir kavim ler/iller yelpazesi oluşmakta ve tek bir isim altında toplanabilmektedir. Göktürklerde yönetime ilişkin gelişmeler için, bkz: ve krş: Akdes Nimet Kuratı «Gök Türk Kağanlığı: Siyasî Tarihinin Ana Hatları (M.S. 552-745)», DTCFD, X, 1-2 (1952), ss. 1-56. Makalenin «Kaynak­ lar ve Bibliyografya»sı ile «Araştırmalar» eki (ss. 54-56) dikkati çek­ mektedir. Bkz: A.N. Kurat, Ortazaman Tarihi tçin Kısa Bir Bibli. yografya, İstanbul 1934. Yerleşen ve devlet kuran Hazarlarda göçebe hayat tarzı unsur­ larının sürdürülmesi ve Hazar beg’inin «intihâb»ı için, bkz: Emel Esin, Türk Kültür Tarihi, ss. 79-80. 177 Meselâ, Türk ikonografisinde proto-Türkler’den esinlenilmiş şekiller, rünik işaretler Asya'daki kut anlayışının eski bir ortaklığa doğru uzandığını, kavimler-arası kültür alışverişlerinin yaygınlık ve eskiliğini gösterir. Kut’un bu somutlanış biçimleri tâ Uygur Kağan­ larının sembollerine kadar gelir. En azından, göksel simgelerin or­ taklığı fikrine götüren kanıtlar vardır. Eski «Kün-ay» remzi, hüküm­ darın remzi olarak meydana çıkar. (Bkz: Emel Esin, «İslâmiyetten Evvelki Türk İkonografisinde, Ay, Güneş ve Yıldız» [Bildiri], VIF. Türk Tarih Kongresi Bildiri Özetleri, Ankara 1970, ss. 16-17.) Ziynet­ ler ve keçelerdeki motif ve desenlerin yaygınlığı ve eski devirlerle irtibatı, Türk elişlerinin tarihsel anlamı konusunda, bkz: ve krş: Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 209.

316

bilm ektedir. N itekim , sözkonusu ilişkiyi teo rik düzeyde ele alm a gibi genel b ir yaklaşım dan u zak ta b u lu n an Togan’ın, irdelediğim iz alın tıların d a «devletleşm e»den bahserken «Açina - oğulları teşkilâtı»nın da iste r iste­ m ez âdeta kaçınılm az biçim de gündem e gelm iş b u lu n ­ ması, görüşüm üzü d oğrular m ah iy etted ir. G erçekten de, eski kan-gens örg ü tü n ü n yokedilm esi sayesinde, fakat yine o örgütlenm enin k a lın tıları yoluyla kitlesel b ir güç y a ra tıla ra k d ev let’e varılabilm esini m üm kün kılan sü re ­ cin, ancak, kandaşlığın b ir yansım ası olan ve başlangıç­ ta onunla ö rtü şen «inanç-kutsallık» ile; örneğim izde b ir ced örgütü ile kıyaslama yap ılarak anlatılabildiğini gör­ m ekteyiz. Ü stelik, böyle b ir bilinçli yaklaşım dan tam anlam ıyla uzak b ir kalem in ü rü n le ri dahi, dolaylı biçim ­ de de olsa, bu gerçekliğin anlatılm asına yardım cı olabil­ m ektedir.

317

SONSÖZ Şam anîliğin, en eski avcılıktan başlayarak, u n su rla rı itib ariy le v e bu u n su rla rın form ve anlam değişikliğine uğram ası sebebiyle, tabakalaşm ış-kadem elenm iş b ir görü­ n üm ü vard ır. Bu bağlam da, şam anlıkta b ir k u tsallık h iy e­ rarşisi olup olm adığı sorusu gündem e geldihi halde, cev ap lan d ın ld ığ ı pek de söylenem ez; k u tsallık u n su rla rı arasm da b ir h iy era rşi olm ası gerektiği görüşünü savunan fak at konu şam anlık olduğunda, cevap b ir yana, soruyu form üle etm eye girişm eyen pek çok yazar b u lu n m a k ta ­ dır. Oysa, şam anlıkta «hiyerarşi» sorununun çözüm ü ola­ ğanüstü b asittir. Çözüm için önce b ir soru sorm ak ge­ re k tir : «Hangi şam anlık?» A nahanlığın to tem lerinden iti­ b a re n coğrafya tem eline ve h ayvan cinslerine u y a ra k za­ m an la sim geleşen ve totem cilikten başka şey olm ayan ilk şam anlık, gens’in hiyerarşisizliğinin ü rü n ü olarak bi­ çim kazanır. A na soy çizgisini, bazan «ev», bazan «gebe­ lik», bazan -ve çoğu zam an- «küçük çapa tarım ı» ile bağ­ lan tılı görm ekle y e tin erek sözde açıklayan görüşler, ü s­ telik, soy çizgisinin erk le ilişkisizliğini de arad a «ortaya koyarak», T arih m eraklısını ya insansız eşya, ya m addesiz insan y ollarından b iriyle olasılıklar lab iren tin e terk e derler. Şam anlığa böyle yaklaşıldığında ortada tu h a f b ir sihirsellikten başka şey kalm az. H albuki, şam anlık, anah a n lık kökeniyle, uzun vâdede, toplum da hem k a tm a n ­ 319

laşm aya set çeker; hem de, toplum -üstü gidişin belirm e­ siyle b irlik te, katm anlaşm anın hızlandırılm asına yönelik çabaların başlıca kaynağıdır. Bu gerçekliğin kav ran m a­ sının yolu, değişim in izlenm esinden geçer. T otem in ta ­ bulaşm ası, tab u n u n bağ rın d an cet k ü ltü n ü n doğması, hep gelişim -değişim in sonucudur. Ancak, m u tlak a anla­ şılm ası gereken husus, kandaşlıkta inanç sistem inin, top­ lum gelişm esine nazaran, bazan biraz yavaş bazan çok y a­ vaş gelişm esidir. B urada kastettiğim iz, inan çların sistem li gelişim idir. Yoksa, b elirli bir zam an kesitinde, inançların «zorlanarak» hızlandırıldığına da sık rastlanabilir. H attâ, yalnızca babahanlığın değil, babahanlığın gelişm esinin k a­ çınılm az sonucu olan kişi sivrilm esinin hızlandırılm asına paralel olarak, geç dönem lerde, töresel yo ru m lara «m uacceliyet» kazandırılabilir. Şam anlıkta, u n su rla r arası «hiyerarşi» sürekli bozu­ lan ve yeniden k u ru la n b ir sarm al görünüm ündedir. Babahanlığm ilk «zafer»leriyle birlikte, efsâne, m enkıbe ve d estan lar yeniden söylenecek; gens kökenli oym ak, kabile başkanı K h a n ’ın toplum üzerine tırm anm ası sürecinde kutsallığa yeniden m üracaat edilecektir. H er yeni geliş­ m ede kollektif aksiyonu diri tu tm ak gerektiğinde «m ane­ vî ortam »a başv u ru lu r. İnsan üretici gücünün tek n ik ü re ­ tici gücü «taşıdığı» dem ir ve savaş teknolojisi ekonom i­ sinde, kandaş geleneklerin eylem e dönüştüğü b ir çobanfetih ekonom isinde, bu dinam iğin canlı tu tu lm ası doğrul­ tusu n d ak i m üdahaleler, iste r istem ez, toplum un m evcut katm anlaşm asını «m eşru»laştırm ak ü zere inanç sistem ini yardım a çağırırlar. Bu gelişim , göçebeliğin -uygarlığın gözlüğüyle bakalım - en «dram atik» olayıdır. Zira, im dâda çağrılan inanç sistem i, örgütselliğin eşitliğini ortad an k al­ dırm ak, yönetim i hızlandırm ak, siyasallaşm ayı destekle­ m ek -ve b ir uyg arlık üzerine y ü rü n d ü ğ ü n d e- yerleşm e ile tarım ı kolaylaştırm ak, ticaretle k atışık ilişkilere girilm e­ sine cevaz verm ek, m ülkiyetin özelleşm esine payanda ol­ m ak, n ihayette, b elirli m edeniyet platfo rm ların d ak i tık a ­ n ık la n g idererek onları yeniden canlandırm ak için gerekli 320

«teknik»leri sağlayacaktır. Bu yönetm e ve -u y g arlık po­ tasın da- siyaset teknikleri, değişim e u y g u n «ham m adde» tem ininde inanç sistem ine başvurunca, inanç sistem i ge­ rekli «m alzem e»yi sağlar; fak at, aynı zam anda, geçici ola­ rak, kandaş gelenekleri de d iriltir. İnanç sistem i «— » ö r­ gütlenm e ilişkisi açısından siy aset’in kökenine bakıldığın­ da, düz m antığa sığm ayan, ancak T a rih ’in birikim li-zıplam alı kendi «m antığı»na uygun düşen oluşum budur. H er konu itibariyle birçok T arihsel örnekle gördü­ ğüm üz üzere; babahanlığın gelişm esi ve sivrilm esi, anahanlığın u n u ttu ru lm ası, kişinin ve kişiselliğin toplum ü stü olması, kam u n u n ve kam usallığın eritilm esi, özel m ülkiyetin doğm ası ve gelişm esi, kam u m ülkiyetinin da­ ğıtılm ası; yönetim ve giderek siyasetin m eydana gelmesi, saf ö rgütlenm enin çözülm esi pahasına gerçekleşm iştir. İkincilerin galebesi yönündeki T arih gelişim ini hızlan d ır­ m ak için, yine İkinciler doğrultusunda h a re k e t eden sos­ yal güçler, birinci k a v ram lard a b u lu n an «öz»ü değiştire­ rek k ullanm ışlardır. Bu k u llan m a biçim leri, zam an içeri­ sinde, önce b ire r yönetim ve n ih ay et siyaset tekniğine dö­ n üşm ü ştü r. K itlenin kollektif eylem i içerisinde tale p k âr olm ası karşısında, onları yönetm ek ve yöneltm enin yolu «vaad»lerden geçm ektedir. V aadler, «eski güzel günler»e yeniden kavuşabileceğine dâirdir. U ygar toplum biçim ve aşam alarında, toplum k a tla rın d a k i ilişkiler çok donuklaş­ mış; sınıfsal fa rk büyüm eye başlam ış ve kesinleşm iş, ya da b elirli zam an / m ekânlarda olduğu gibi kastlaşm ış ise, v a a d le r pek sa tıh ta kalacaktır. Bu du ru m d a dahi «eşitsiz­ ler arası eşitlik»in sağlanm aya çalışılacağı vaadleri rol oy­ n am aya başlar. Y önetim ve siyaset tek n ik leri k e n t toplum unda n et olarak görülm ekle b eraber, oynak ilişkili toplum larda da izlenebilm ektedir. K andaş toplum değiştirilm eye çalışılır­ ken, k itle desteği y a da kitlen in seferb er edilm esi, kandaş toplum «töre»sine d a y an d ırılır ve bu gelenekten ç ık a rtı­ lan «şiâr»larla gerçekleştirilir. Şiâr, açık ya da ü stü kapalı, 321

toplum sal farkı korum aya y a da derinleştirm eye yöneldi­ ği ölçüde, iste r istem ez, sen tetik b ir hâl alır. Ona böyle b ir form verm ek kaçınılm az olur. H edefler «reel» olm ak­ tan çıkar. A ncak bu hâlde dahi, «bizler» fik rin in benim ­ senm esi yoluyla, yine de, «eski»nin, kandaşlığın b ir yö­ n ü n ü n p arçalan arak ve kalıp d eğ iştirerek kitleye su n u l­ m ası sözkonusu olur. Bu ta rz um deler, ilkeler, p arolalar d ah a «yüksek» ve değiştirilm iş b ir platform da, u y g arlık ­ ta da gözükür. Ne v a r ki, sınıfî fark ın artm ası ve toplum fertle rin in «atom »laşm ası, iktisadı k u d retin tekelleşm esi dönem lerine gelin d ik çe, ve top lu m lar arasındaki fark eşit­ siz gelişm e yoluyla büyüyünce, şiârlaştırılan «gelenek» le r daha «yeni» ta rih in ü rü n ü olacaktır. D aha önce kalıp değişim ine uğram ış ve öyle oluşm uş «ilke»ler te k ra r te k ­ ra r gündem e getirilir. Bu hâl, tabiatıyla, «m evcud»u ko­ ru m ak gayesiyle gerçekleştirilir. A rtık, işte bu noktada, «ilk» kandaş «öz» kolaylıkla te frik edilemez. G iderek, T ü rk lerd e «soyluluk» ile h a n -h ak an ın b ir «taraf»ta, k a ra b u d u n ’u n öteki « taraf»ta olduğunu öne sü ren m ekanik görüşler de, bu katm anlaşm anın sınıfsal bölünm eye «kaim » olduğunu düşünen teo rile r de çıkmaz so k a k ta d ırla r* T arihsel realiten in dikbaşlı oluşu k arşısın­ da, «teori»nin gevşetilm esi kaçınılm az olur. N itekim teorik-tanım sal k ateg o rilere g etirilen esneklik, özellikle de­ * I. Türk Dil Kurultayı (1932) açılışından hemen bir gün ön­ ce Sanih Rifat Bey, Kurultay açılış söylevini Atatürk’e okumak d i­ leğinde bulunur. Kntadgu Bilig'den söz ederek «Karahan» adıru açık­ lar : «Karahan adı Türkler arasında hükümdar hanedanlarına men­ sup olmayan ve halk içerisinden yetişen devlet başkanlarına veri, len bir sandır. Bildiğimiz Oğuz Destanı Oğuzun babasını işte böyle b ir Karahan’da bulur...»; «Hanedana mensup olmayan ve halk içeri­ sinden yetişen» sözünü işitince Atatürk duygulanır. (Dilâçar, Kntadgu Bilig İncelemesi, s. 16.) Dilâçar’ın anlatışıyla, «Gözleri parladı, bize baktı. Prof. Ragıp Hulûsi, Kutadgu Bilig’de halk tabakasına kara bu, dun denmiş olduğunu hatırlattı, ben de Cariyle ve Emerson kahra,, m anian arasındaki farkı anlattım...» 322

ğişik sıfatlı «devlet»lerin m eydana getirilm esine sebep ol­ m aktadır. T ü rk ve M oğolların b elirli tek te k örgü tlerin in devlet olup olm adığını «dam ga»layarak ay ırm ak yerine, bu ö rg ü tle rin m ah iy etlerin in araştırılm ası gerekiyor. Bu da, ‘saf’ örgütsellikten katm anlaşm ış ö rg ü tü n y önetim ’ine, oradan da siyasete geçiş potansiyelinin m om entlerini iz­ lem eyi zorunlu kılıyor. B ü tü n toplum lar için geçerli olan yönetim selleşm e ve siyasallaşm anın kökeni, gerçekten g erilere giderek anlaşılabilm ektedir. Bu bakım dan, örg ü tlü lü ğ ü n eylem deki kollektiflik ile tam anlam ıyla ö rtü ştü ğ ü dönem lerin izle­ rine k ad ar «eski»ye yönelm ek ve oradan başlam anın ge­ rekliliği ortay a çıkıyor. İnsanlığı kuşatan, çevreleyen an­ lam da T arih geleneği ile insan çoğulluğu ve eylem le v aro­ labilm esini m üm kün kılan kollektiflik anlaşılm adıkça, Tar ih ’i, sırf tek n ik elem anlar ya da m ekânsal özellikler açıklayam am aktadır. Y akın zam anların «gelişkin» toplum larında, özellikle sınaî gelişim in sağladığı im kânlar, T arih boyunca hep nihaî kadem ede belirlendirici olm uş teknik ü retici gücün bu tem el olm a vasfını çok açık biçim de b elirginleştirm iştir. Belki de bu husus, tarihöncesinin dinam iz­ m ini a ra ştıra n çoğu kişinin, «insan»ı hafife alm alarına yol açıyor.

323

D ergi İsim leri K ısaltm aları — T ürkçe D ergiler — At M Atsız Mecmua A ybk Fikir Mecmuası. DD Diyanet Dergisi. DTCFD (A nkara Ü niversitesi) Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi. EFD : Edebiyat Fakültesi Dergisi. İFD (A nkara Ü niversitesi) İlâhiyat Fakültesi Dergisi. İFM İktsat Fakültesi Mecmuası. İİED (A.Ü. İlâh iy at Fakültesi) İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi. İİFD (A tatürk Ü niversitesi) İslâmî İlim ler Fakültesi Dergisi. İTED İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi. HBH : Halk Bilgisi Haberleri. KS Kültür ve Sanat. MM Mülkiye (M ektebi M ecmuası) İlmî, M eslekî Aylık Mecmua. SBFD (A nkara Ü niversitesi) Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi. SİM Siyasî İlim ler Mecmuası. STY Sanat Tarihi Yıllığı. TA Türk Amacı. TAD Tarih Araştırmaları Dergisi. TAM Türk Antropoloji Mecmuası. Tarih D : (İstanbul Ü niversitesi E debiyat Fakültesi) Ta­ rih Dergisi. 325

Tarih ED (İ. Ü. Edebiyat Fakültesi) Tarih Enstitüsü Dergisi. TD : Türk Düşüncesi. TDAYB Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten. Tar M Tarih Mecmuası. T De Türkoloji Dergisi. TDED (Î.Ü. E debiyat Fakültesi) Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. T Dili Türk Dili. TED Türk Etnografya Dergisi. TEM Tarih ve Edebiyat Mecmuası. TFAY Türk Folkloru Araştırma Yıllığı. THASDD Türk Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi. THİTM Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası. THTD Türk Hukuk Tarihi Dergisi. TK Türk Kültürü. TKA Türk Kültürü Araştırmaları. TM Türkiyat Mecmuası. Töre Töre. TTAED Türk Tarih, Arkeologya ve Etnografya Dergisi. TTBD (T ürk T arih K urum u Belgeler) Türk Tarih B el­ geleri Dergisi. TTKB Türk Tarih Kurumu Belleten. TY Türk Yurdu. Ülkü Ülkü. VF Vakıflar Dergisi. — Yabancı D illerdeki D ergiler — A Ant Açta Antiqus. A As Açta Asiatica. A Arch Açta Archeologica. Am erAnthre American Anthropologist. Anthropos Anthropos. Art A Artibus Asiao. AO : Açta Orientalia. APSR The American Political Science Review. As Ma Asia Majör. 326

ASR : American Sociological Review. BSOAS : Bulletin of the School of Oriental and African Studies. CAJ : Central Asiatic Journal. CMRS Cahiers du monde russe et sovietique. CSSH : Comparative Studies in Society and History. CT Cultura Turcica. DA Dialectical Anthropology. EEQ : East European Quarterly. HJAS : Harvard Journal of Asiatic Studies. HR History of Religions. IAE : Internationales Archives für Etnographie. IJMES International Journal of Middle East Studies. JA Journal Asiatique. JAQS Journal of the American Oriental Society. JRAS : Journal of the Royal Asiatic Society. JTS Journal of Turkish Studies. Oriens Oriens. PSQ Political Science Quarterly. PTF Philologiae Turcicae Fundamenta. KIIR Revue de l ’historie des religions. SAA : Soviet Anthropology and Archaeology. Sacculum Saeculum. SI Studia Islamica. SS Studia septentrionalia. Turcica : Turcica. UAJ Ural - Altaische Jahrbücher.

BİBLİYOGRAFYA AALTO, P . : «G.J. R am sted and A ltaic Linguistigs», CAJ, XIX, 3 (1975), ss. 161 - 193. ACIPAYAM LI, O rhan : Türkiye’de Doğumla İlgili Âdet ve İnanmaların Etnolojik Etüdü, E rzu ru m 1961. — : «A nadolu’da N azarla İlgili Bazı Â det ve İnanm alar», DTCFD, XX, 1-2 (1962), ss. 1-40. — : «İptidaîlerde Ölü Göm m e İle İlgili Bazı P ra tik le r ve İzahları», DTCFD, XX, 3-4 (1962), ss. 245-254, — «T ürkiye’de Y ağm ur Duası (I)», DTCFD, X X I, 1-2 (1963), ss. 1-39. — «T ürkiye’de Y ağm ur Duası (II)», DTCFD, XX II, 1-2 (1964), ss. 221-250. ■ — : «T ürkiye F olklorundan Ö rnekler: I. S arılık H astalı­ ğı», DTCFD, XXVI, 1-2 (1968), ss. 23-38. .— : «T ürkiye Folklorunun Bazı Ö zellikleri», DTCFD, XXVI, 1-2 (1969), ss. 10-21. — : «Türkiye F olklorunda H alk H ekim liği ve Ö zellikleri», DTCFD, XXVI, 1-2 (1969), ss. 1-9. AKALAY, Z. STY, 1966-1968, ss. 102-115. AKHMETYANOV, R.G. «Some N am es of Horses In th e T a ta r Language», ST, 2-3 (1975), ss. 69-76. AKKAYA, M. Ş ükrü «U ygur T ü rk lerin i ve K ü ltü rle rin i Tanıyalım », DTCFD, I, 3 (1943), ss. 75-86. — «Kitab-ı M elik D anişm end G azi-D anişm endnam e», DTCFD, VIII, 1-2 (1950), ss. 131-144. AKURGAL, E krem «İslâm Sanatında T ü rk le rin Rolü», II, 4 (1944), ss. 527-533. ALINGE, C urt Moğol Kanunları, çev. Coşkun Üçok, A.Ü. H ukuk F akültesi Yay., A nkara 1967. ALTUNDAĞ, Şinasi «O sm anlIların İlk D evirlerinde T ü rk le rin K ü ltü r ve Sosyal D urum ları H akkında B ir Kaç Not», DTCFD, II, 4 (1944), ss. 519-526. ANDRIOLO, K arin: «On P ow er in E galitarian Societies», DA, 3, 2 (1978), ss. 191-195. ANOHIN, A.V. «A ltay Şam anlığına A it M addeler», çev. 329

A bdülkadir İnan, Ü lkü, XV, 85 (1940), ss. 54-58; 87, ss. 239-247; 88, ss. 321-323; 89, ss. 395-405; 90, ss. 489494; XVI, 91 (1940), ss. 21-26; 93, ss. 219-222. ARAT, R. R a h m e ti: «Eski T ü rk H ukuk V esikaları», TKA, I, 1 (1964), ss. 5-53. — Eski Türk Şiiri, T.T.K. Yay., A n k ara 1965. — «Among th e U ighur D ocum ents II», UAJ, XXXVI, 3-4 (1965), ss. 263-372. ARSAL, Sadrî M. Türk Tarihi ve Hukuk, I. İstanbul, İs­ m ail A kgün Mat., 1947. — «Eski T ü rk ’lerdeki soy-oymak teşk ilâtının istin at e tti­ ği esaslarla K adîm Y unanlıların g en o s-fratria teşk i­ lâtın d a hâkim olan esasların ayniyetine dair» (teb­ liğ), IV. Türk Tarih Kongresi (1948), T.T.K. Yay., (IX. Seri No. 4), A nkara 1952, ss. 109-124. ARSEVEN, C.E. Türk Sanatı, Cem Yayınevi, İstanbul 1973. ASLANAPA, O. «Türk K ü ltü rü n ü n D eğerlendirilm em iş K aynakları», TK, 1 (1962), ss. 39-40. — «T arih Boyunca T ü rk O rdusuna A it Tasvirler», TK, 118, ss 1092-1095. ATHAR, A.M. «Towards an In te rp re ta tio n of th e Mug­ hal Em pire», JRAS, 1 (1978), ss. 38-49. ATTİLÂ, O sm an «D evlet Beşiğim izin G önül Sesi», TK, X, 109 (1971), ss. 49-54. AYALON, D. «The g reat Y âsa of Chingiz K hân. A R e­ exam ination (P art C 1)», SI, XXXVI (1972), ss. 113158. AYDA, A dile «‘T ü rk ’ K elim esinin M enşei H akkında B ir N azariye», TTKB, XL, 158 (1976), ss. 239-247. AYKUT, B. «Sechin Jagchid, Bei-Ya Youmu Mindzu ü C jüngyüen Nungye Mindzu Ciendı Hiping, Cjancjıng ü Maui Cj Guanşi (Kuzey A sya Göçebe U lus­ ları ile Z iraî Çin U lusu A rasındaki Savaş, Barış ve T icaret M ünasebetleri), 1973 (hakkında)», TK, XII, 136-137-138, ss. 289-291. BACHOFEN, J . J . : Myth, Religion and Mother Right, 330

P rinceton U niversity Press, 1967. (Das Mutterrecht, S tu ttg a rt 1861.) BACON, L. E. «Magic», The Encyclopedia Americana, vol. 18, New Y ork 1963. BALANDIER, G eorges Political Anthropology, trans, by A.M. Sheridan Sm ith, P elican Books 1972. BALKAN, K em âl «At K ü ltü rü ile İlgili M.Ö. 14’üncü Y üzyıldan N ippox’da B ulunm uş A katça M etinlerin Tercüm e ve İzahı», DTCFD, IX, 1-2 (1951), ss. 85104. BANGUOĞLU, Tahsin «K âşgari’den N otlar I U ygurlar ve U ygurca Üzerine», TDAYB 1958, ss. 87-113. BARNES, H a rry E lm er «Sociology B efore Comte», AJS, X X III (1917), ss. 197-198. BARNES, H.E. — H ow ard BECKER Social Thought From Lore to Sci­ ence, 3 vols., D over Publications, New York 1961. (1. print. 1938.) BARTHOLD, W. — (BARTOL’D, Vasilii) Turkestan Down to the Mongol Invasion, (2, ed. trans, from the original R ussian and, revised by author, w ith the assistance of H.A.R. Gibb), 2. print., Luzac, London 1928. — «T ürklerde ve M oğollarda Defin M erasim i M esele­ sine Dair», çev. A bdülkadir İnan, TTKB, XI, 43 (1947), ss. 515-539. — Four Studies on the History of Central Asia, trans, from th e R ussian by V and T. M inorsky, Brill, L ei­ den 1956. BAŞTAV, Ş. «A ttila’nm H ayatı ve Ölümü», TK, 1 (1962), ss. 33-38. BAUMANN, H ans Sons of the Steppe. The Story of How the Conqueror Genghis Khan was Over­ come, tr. by Isabel and Florence M oHugh, O xford U niversity Press, London 1957. BAWDEN, C.R. «Mongol Notes», CAJ, VIII, 2-4 (1963), ss. 281-304. 331

BA /D U R , S u at Y akup Dil ve Kültür, 2. bası, T.D.K. Yay., A n k a ra 1964. BAYKARA, T. : «K ültegin A nıtına D air Bazı N otlar», İTED, V, 1-4 (1973), ss. 223-228. BELAYEF, V iktor «Özbek M usikisi», çev. A bdülkadir (İnan), A t M, I, 2 (1931), ss. 30-33. — : «T ürkm en ve Özbek M usikileri (I)», çev. A bdülkadir (İnan), At M, I, 5 (1931), ss. 103-109. BELLAH, R. : «Religious Evolution», ASR, X X IX (1964), ss. 358-374. BENZING, J. «The Forest-D em on : A T a ta r Poem of G abdullah Tuqaj», BSOAS, XII, 1 (1947). — : «A ltay Filolojisi ve T ürkoloji E tü tle rin e Kılavuz», çev. Sabit S. Paylı, TDAYB 1957, ss. 131-177. «A ltay Filolojisi ve T ürkoloji E tü tle rin e K ılavuz II», çev. Sabit S. Paylı, TDAYB 1958, 215-278. BERNDT, C. — R.M. BERNDT The Barbarians, Penguin, M iddlesex 1973. BESE, L. «An Old M ongolian C alender Fragm ent», AO, XXV, 1-3 (1972), ss. 149-174. BİNARK, İsm et «O rta A sya T ü rk Resim Sanatı», TK, IV, 47 (1966), ss. 1059-1065. BODMER, F rederick «A lfabenin T arihi», çev. V ural Ü l­ kü, DTCFD, XXV, 3-4 (1967), ss. 245-276. BODROGLIGETI, A. «Islam ic Term s in E astern M iddle Turkic», AO, XXV, 1-3 (1972), ss. 355-368. BORATAV, P.N. Türk Halkbilimi II 100 Soruda Türk Folkloru, G erçek Y ayınevi, İstanbul 1973. BOSANQUET, B ern ard The Philosophical Theory of the State, 4. ed„ London 1951. (1. ed. 1899.) BOYLE, J.A . «K irakos of G anjak on th e Mongols», CAJ, VIII, 2-4 (1963), ss. 199-214. _ BROWN, Jo h n P. : The Darvishes or Oriental Spiritu­ alism, F ra n k Cass, London 1968. BULUÇ, Sâdeddin «A ltay T ü rk lerin e G öre D ünyanın Y aradılışı ve Sonu», Ülkü, XVII, 102 (1941). 332

— —

«Şam anizm», TA, I, 1-6 (1942);II, 8 (1943). «Şam anizm ’in M enşei ve İnkişafı H akkında», TDED, II, 3-4 (1948), ss. 275-288. — «Şaman»; «Şam anizm», İslâm Ansiklopedisi. (Cüz 113 -1968-, ss. 310-320; 114 -1968-, ss. 321-335.) CAFEROĞLU, A. : «T ürk T eam ül H ukukunda E vlâtlık M üessesesi», THİTM, II (1932-39), 1939, ss. 97-118. — «Türk O nom astiğinde A t K ültü», TM, X (1953), ss. 201 - 2 1 2 .



«A zerbaycan ve A nadolu Folklorunda S aklanan İki Şam an Tanrısı», İFD , 1-4 (1956), ss. 65-75. — Türk Dili Tarihi I, İ.Ü. E debiyat F akültesi Yay., İs­ tanbul 1958. — «A ltay T ürkleri», TK, 23 (1964), ss. 47-50. — «Sibirya T ürkleri», TK, 24 (1964), ss. 44-48. — «T arihte T ü rk A skerî Benliği», TK, 22 (1964), ss. 22-32. — «K aşgarlı M ahm ut’a G öre A k rab a A dları», TD, 253 (1972), ss. 23-26. — «A nadolu E tnik Y apısının Oğuz - T ürkm en - Y örük Üçlüsü», İTED, V, 1-4 (1973), ss. 75-86. — «O rhun ve Y enisey Y azıtları», KS, 3 (1974), ss. 6466 . CAHEN, C laude Pre-Ottoman Turkey, A General Survey of the Material and Spiritual Culture and Histary 1071-1330, tr. J. Jones-W illiam s, London 1968. CAHEN, C. «Baba İshak, B aba İlyas, Hacı B ektaş ve D iğerleri», çev. İsm et Kayaoğlu, İFD , X V III (1970), ss. 193-202. CAINE, T. A ilen — C hristy A.H. CAINE «The E volution of M aie Dom i­ nance», DA, 4, 1 (1979), ss. 21-31. CANDA, A.A. Ali : Türklüğün Kökleri ve Yayılışı, İsta n ­ bul, Necmi İstikbal Mat., 1934. CANPOLAT, M. «D ivanü L ügati’t-T ürk’te Şam anizm İzleri», TFAY, 1974, ss. 19-34. CARNEIRO, R. «A T heory of th e O rigin of th e State», Science 169 (1970), ss. 733-738. 333

— : «Foreword»; K.F. O tterhein, The Evolution of War, HRAF Press, New H aven 1970. CASSIER, E rn st «F undam ental Form s and Tendencies of H istorical Knowledge», The Problem of Know­ ledge, Yale Univelrsity Press, New H aven 1950. CERRAHOĞLU, İ. «Ye’cüc-m e’cüc ve T ürkler», İFD, XX (1975), ss. 97-126. CEZAR, M ustafa Hun Sanatı Üzerine, İstanbul, B aha Mat., 1974. — Anadolu Öncesi Türklerde Şehir ve Mimarlık, İş B ankası K ü ltü r Yay., İstanbul 1977. CHADW ICK, N ora K. «Sham anism among the T atars of C entral Asia», JER A I, LXVI (1963), ss. 75-112. CHADWICK, M.K. — V. ZHIRM UNSKY Oral Epics of Central Asia, Cam ­ bridge U niversity Press, 1969. CHILDE, G ordon Social Evolution, W atts, London 1951. — «E arly Form s of Society», (eds) Singer, H olm yard, Hall, A History of Technology, vol. I, C larendon, O x­ ford 1956. — Tarihte Neler Oldu, çev. A lâeddin Şenel - M ete T unçay, Odak Yay., A nkara 1974. CLAESSEN, J.M . — P. SK ALN IK (eds) The Early State, M outon Publishers, The H ague 1978. CLARK, J.D.G. «H unting and G athering», Int. Ency. of the Social Sciences (ed. D.L. Shills), 1968. — «P rehistory Since Childe», IAB, X III (1976), ss. 1-24. CLARK, J.D.G. — P STUART P rehistoric Societies, H utchinson, London 1965. CLARK, L.V «The T urkic and Mongol W ords in W il­ liam of R ubruck’s Jo u rn e y (1253-1255)», JAOS, XCIII, 2-3 (1973), ss. 181-189. CLAUSON, G erard An Etymological Dictionary of PreThirteenth Centurii Turkish, C larendon Press, O x­ ford 1972. 334

— : «Tonyukuk  bidesi H akkında Bazı N otlar», TM, X V III (1976), ss. 77-100. CLEAVES, F. W. The Mongolian Names and Terms in tht Archers by Grigor of Akanc, H a rv a rd U niv ersity Press, M assachusetts 1954. — : «U ighuric M oum ing R egulations», JTS, I (1977), ss. 65-94. COLOO, Z. : «Notes on Mongol U riankhai V ocabulary», AO, XXX, l (1976), ss. 59-68. CROCE, B enedetto «Vico’n u n T arih Felsefesi», çev. A. H., Ü lkü, XIV, 80 (1039), ss. 157-161. CZEGLEDY, K. «On th e N um erical Com position of th e A ncient T urkish T ribal Confederation», AO, XXV, 1-3, (1972), ss. 275-282. ÇAĞATAY, N eşet İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, 3. basım , A.Ü. İlâh iy at Fakültesi Yay., A n k ara 1971. — «F ütüvvetçilikle A hiliğin A yrıntıları», TTKB, XL, 159 (1976), ss. 423-438. ÇAĞATAY, Saadet Türk Lehçeleri Örnekleri. VII. Yüz­ yıldan XVIII. Yüzyıla Kadar Yazı Dili, A nkara 1950. — : «Türk H alk E debiyatında G eyiğe D air Bazı M ootifler», TDAYB 1956^ ss. 153-177. — : «A ltay T ürk lerin d e K ıyam et Anlayışı», TD, V II (1977), ss. 1-12. ÇAVDARLI, Rıza İslâm iyetten Evvel Türklerde Atın Ehem m iyeti ve Tarihi, Ö ğretm enler G azetesi Yay., İstanbul 1936. DANİŞMEND, İ.H. Antropoloji ve Lengüistik Vesika­ larına Göre : Türklerle Hind-Avrupalıların Menşe Birliği, 2 cilt, (Birinci K itap Eski T ü rk Tipi; İkinci K itap: H ind-A vrupa G rubunda T ü rk Dili,) İstanbul, D evlet Basım evi, 1935. — Türklük ve Müslümanlık (Türk Irkı Niçin Müslü­ man Olmuştur?), O kat Yay., İstan b u l 1959. — : Garh Menha’Ianna Göre Eski Türk Seciyye ve Ahlâ­ kı, İstanbul, Yeni Mat., 1961. 835:

DEGUIGNES, Joseph Büyük Türk Tarihi, T ü rk K ül­ tü r Yay., İstanbul 1976-1977. DENEY, J e a n «L’E xpansion des T ures en Asie», 1939. (En terre d’Islam, 1939, ss. 191-215’den ayrı basım .) DERRIDA, Jacques «S tructure, Sign and P lay in the D iscourse of th e H um an Sciences»; (eds.) R. M acksey - E. Donato, The Structuralist Coontroversy, Jo h n Hopkins U niversity Press, B altim ore 1972. DIAMOND, S tanley In Search of the Primitive : A Cri­ tique of Civilization, T ransaction Books, New Je rse y 1974. — : «On R eading Vico», DA, 2, 1 (1977), ss. 19-23. DIXON, Roland B. The Building of Cultures, London _1 9 2 8 -

DİLÂÇAR, A. «Lehçelerin Y ayılm a Tarzı ve T ü rk Dil ve L ehçelerinin Tasnifi M eselesi», TDAYB 1954, ss. 39-58. — : Kutadgu Bilig İncelemesi, T.D.K. Yay., A n k ara 1972. DODDS, E. R. The Greek and the Irrational, B erkeley 1951. DOUGLAS, M ary «P rim itive T hought W orlds»; (ed.) R onald Roberson, Sociology of Religion, Penguin, M iddlesex 1972. DÖNMEZ, Y usuf «Y akutistan», TK, 21 (1964), ss. 102107. DUBROVSKY, V. «Sovyet T ü rk istan ı H akkında Bazı K ayıtlar», Dergi, X, 37-38 (1964), ss. 47-55. DURKHEIM , Em ile The Rules of Sociological Method (ed.) G.E.G. Catlin, U niversity of Chicago Press, 1938. — : The Elementary Forms of Religious Life, tr. Joseph W ard Swain, A llen and Unwin, 1964. DURU, Kâzım Nam i Türkün Kitabı, K anaat K ütü p h an e­ si, İstanbul 1931. DUYGU, Süleym an «Türk sosyal H ayatında Kadın», TK, XI, 128 (1973), ss. 612-621. DWYER, K evin «On th e Dialogic of Fieldw ork», DA, 2 (1977), ss. 143-151. 335



«The Dialogic of Ethnology», DA, 4, 3 (1979), ss. 205224. DYRENKOVA, N. P. «B ear W orship am ong T urkish Tribes of Siberia», Proceedings of the 23. Interna­ tional Congress of Americanists (1928), New York 1930, ss. 411-440. EBERHARD, W olfram «Çin K aynaklarına G öre T ürkler ve K om şularında Spor», çev. N im et Tuğluoğlu, Ülkü, XV, 87 (1940), ss. 209-215. — Çin’in Şimâl Komşuları, A nkara 1942. — «Eski Çin Felsefesinin Esasları», DTCFD, II, 1 (1943), ss. 265-274. — ‘«Birkaç Eski T ü rk Ü nvanı H akkında», TTKB, IX, 34 (1945), ss. 319-337. — «Toba’larm H ayvancılığı», TTKB, IX, 36 (1945), ss. 485-508 EBERHARD, W olfram «Sülâleler Nasıl K uru lu rd u ? Çin T arihinin B ir Problem i», Çev. İkbal Berk, DTCFD, III, 4 (1945), ss. 361 -370. — «Toba D evrinde (385 - 550) B udhist K ilisesinin Eko­ nom ik Önemi», DTCFD, IV (1946), ss. 297-307. — «Şato T ü rk lerin in K ü ltü r T arihine D air N otlar», TTKB, XI, 41 (1947), ss. 15-26. — Çin Tarihi, T.T.K. Yay., A nkara 1947. — : «B ugünkü A v ru p a’da E tnolojinin Esas C ereyanları», DTCD, VI, 1 (1948), ss. 1-16. ECKHART, F. Macaristan Tarihi, çev. İbrahim K afesoğlu, T.T.K. Yay., A nkara 1949. ECSEDY, H. «Trade and W ar Relations B etw een th e T urks and China in th e Second H alf of th e 6th Cen­ tury», AO, XXI, 1-2 (1968), ss. 181-224. — «Tribe and T ribal Society in the 6th C entury T urk Em pire», AO, XXV, 1-3 (1972), ss. 245-262. ELÇİN, Ş. «T ürklerde A tın A rm ağan Olması», TKA, I, 1 (1964), ss. 142-147. ELIADE, M ircea Shamanism Archaic Techniques of Ecstasy, tr. W illiam R. T rask, 2. print., Bollingen 337

Sériés, P rinceton Ü niversity P ress 1974. (Le Cha­ manisme et les techniques archaïques de l’extase, Payot, P aris 1951.) ERDENTUĞ, N erm in «İlkel T opluluklarda H ukuk», DTCFD, XXIV, 1-2 (1966), ss. 1-5. — : Sosyal Âdet ve Gelenekler, K ü ltü r B akanlığı Yay., A n k ara 1977. EREN, H. - KUN, T. H. «T ürk Dili ve T arihi H akkında A raştırm alar», Fuad Köprülü (Doğum unun 60. Yıl­ dönüm ü) Armağanı T.T.K. Yay., 1950. EREN, H aşan «O nom atopelere A it N otlar», TM, X (1953), ss. 55-58. — «Sovetskaya Tyurkologia D ergisinin D ivanü L ûgatit-T ü rk Özel Sayısı», TD, 253 (1972), ss. 121-124. ERGİN, M uharrem Orhun Âbideleri, Millî Eğitim Ba­ kanlığı Yay., İstanbul 1978. ERGÜÇ, A rslan «Dede K orkut K itabı’nda Silâh Silâh Ç eşitleri ve Silâhla İlgili Sözler Lügatçesi», TK, IV 46 (1966), ss. 884-897. ERK, Z. «A nadolu’da G elinin Oğlan Evine G etrildiği A ndan İtib a re n Y apılan G elenek ve P ratikler», TFAY 1976, ss. 72-92. EROĞLU, H aşan «Dağbaşı Â bideleri ve Kösedağ Şe­ hitliği», TK, X, 113 (1972), ss. 279-284. — «S uşehri’ndeki Oğuz D am galan ve T ü rk Boyları», TK, XI, 123 (1973), ss. 141-147. ERÖZ, M. «Türk İçtim aî H ayatında Totem izm İzleri», İTED, V, 1-4 (1973), ss. 289-300. — Türkiye’de Alevîlik — Bektaşîlik, İstanbul, Otağ Mat, 1977. — «Türk B oylarında ‘Kansız K u rb a n ’ Geleneği», TK, XVIII, 211-214 (1980), ss. 211-216. ESEM ENLİ, Bilgay «Profesör Sadri M aksudi A rsal’ın ‘T ürk T arihi T elkinatı’ Adlı B ir K onferansı Üzerine», TK, V, 53 (1967) ss. 340-343. ESİN, Em el : «Alp Ş ahsiyetinin Türk S anatında G örünü­ şü», TK, 34 (1965), ss. 769-789. 338



«Alp Şahsiyetinin T ü rk S anatında G örünüşü : Bölüm - II. B uddhist ve M anihai T ü rk S an’atm ın T ü rk ista n '­ daki E serlerinde Alp Şahsiyeti», TK, VI, 70 (1968), ss. 775-803. ESİN, Em el «Türk S anatında Alp Şahsiyetinin G örünü­ şü III. Bölüm. H akanlı T ürkleri», TK, VII, 82 (1966), ss. 770-794. — : «T ürk S anatında Alp Ş ahsiyetinin G örünüşü : IV. Bölüm. Selçuklu D evrinde T ü rk iy e ’de Yapılm ış Üç Alp Tasviri», TK, VIII, 94 (1970), ss. 712-724. — «Orduğ (Başlangıçtan S elçuklulara K adar T ü rk H a­ kan Şehri)», TAD, VI, 10-11 (1968), ss. 137-216. — «Bedük B örk The Iconography of T urkish H onorofic H eadgears», Proceedings of the IXth M eeting of the Permanent International Altaistic Conferance, Naples 1970, ss. 71-138’den ayrı basım. — «Bağdaş ve Çökmek, T ü rk Töresinde İki O ttu ru ş Şeklinin K adîm İkonografisi», Sanat Tarihi Araştır­ maları III, 1970, ss. 231-242’den ay rı hasım . — «G ök-T ürklerin E cdâdından T sü-k’ü M engsün (M. 367-433) D evrinde Sanat», TK, 99-100 (1971), ss. 314 -334. — «‘B utan-ı H alaç’ (M. VII - X. Y üzyıllarda H alaç K ül­ tü rü n ü n Sanat E serlerinde Akisleri)», TM, XVII (1972), ss. 25-67. — «Millî K ü ltü r T arihi S afhalarına Bakış», İİFD, 1977, ss. 237-293’den ayrı basım . — İslâm iyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslama Giriş, Türk Kültürü El-Kitabı, II. Cild l/b , 1978’ den ayrı basım . EVANS, Ivor H. N. «Schebesta on th e Sacerdo-T herapy of the Semang», JRAI, LX (1930), ss. 115-125. EV ANS-PRITCHARD, E. Theories of Primitive Reli­ gion, O xford U niversity Press. O xford 1972. EYİCE, Sem avî « A ta tü rk ’ün B üyük B ir T arih Y azdırm a Teşebbüsü T ürk T arihinin A na H atları», TTKB. XX X II, 127 (1968), ss. 509-526. 339

FA LLERS, Llyod Inequality Social Stratification Re­ considered, U niversity of Chicago Press, 1973. FİŞEK , K u rth an : Yönetim, A.Ü. Siyasal B ilgiler Fakül­ tesi Yay., A n k ara 1975. FORTES, M. — EVANS - PRITCHARD (eds.) African Political System s, O xford U niversity Press, London 1940. FREED, S tanley A. «Changing Wosho Kinship», A nt­ hropological Records, XIV, 6 (1960), ss. 349-418’den ayrı basım . FRID RIK SSO N , G.G. «On Savants, Savages and Civili­ zation», DA, 2, 3 (1977), ss. 245-251. FRIED, M orton H. «On the Evolution of Social S tra ti­ fication and th e State»; (ed.) S tanley Diamond, Cultüre in History, Colum bia U niversity Press, New Y ork 1960. — The Evolution of Political Society, Random House, New Y ork 1967. FRIED, M.H., M. HARRIS, F. R. M URPHY (eds.) War : The Anthropology of Ar­ med Conflict, N atural H istory Press, New Y ork 1968. FRIED, M. H. «The State, th e Chicken, and th e Egg; or, W hat Cam e First?»; (ed.) Ronald Cohen and E lm an R. Service, Origins of the State : The Anthropology of Political Evolution, In stitu te for th e S tudy of H u­ m an Issues, P hiledelphia 1978. FRUM KIN, G régoire Arceology in Soviet Central Asia, B rill, Leiden 1979. von GABAIN, A. «K öktürklerin T arihine B ir Bakış»; DTCFD, II, 5 (1944), ss. 685-695. — «K öktürklerin T arihine Bir Bakış III. Şehir Gözüyle Step», çev. Saadet Ç ağatay, DTCFD, VIII, 3 (1950), ss 373-379. GAFUROV, B. G. — Y. V. GANKOVSKY (Fifty Years of Soviet O riental Studies 1917-1967; Moscow, «Nauka» Publishing 340

Asia; Central Asia and Kazakhistan in Soviet Ori­ ginal Stud; Mongolie Studies; Turkic Philology. GAYRETULLAH, H. B. «K azak T ürk lerin d e K işi Ad­ ları», TK , 10 (1963), ss. 13-17. GAZİM İHÂL, M. R. Ülkelerde Kopuz ve Tezeneli Saz­ larımız, K ü ltü r Bak., M illî F olklor A raştırm a D aire­ si Yay., A nkara 1975. GENCOSMANOĞLU, N. Y. Dede Korkut’tan Salur Ka­ zan Destanı, Ö tüken Yay., İstanbul 1976. GENÇ, R eşat Karahanlı D evlet Teşkilâtı, K ü ltü r Ba­ kanlığı Yay., (İstanbul) 1971. GIBB, H. A. R. The Arab Conquest in Central Asia, Ro­ yal Asiatic Society, VIII, 102, London 1923. GIRAUD, René L’Empire des Turcs Ceêlestes. Les règ­ nes d’Elterich, Qapghan et Bilga (680-734), P aris 1960. GLAUSON, G. «The E arliest T urkish Loan W ords in Mongolian», GAJ, IV, 3, 4 (1959), ss. 174-187. GLUCKMAN, M ax Politics, Law and Ritual in Tribal Society, Blackwell, O xford 1965. GODELIER, M aurice «Modes of Production, K inship and Dem ographic Structures»; (ed.) M aurice Bloch, Marxist Analyses and Social Anthropology, M alaby Press, London 1975, ss. 3-27. — «The O rigins of Male Dom ination», New Left Revi­ ew, 127 (1981), ss. 3-17. GOLDZIHER, Ignaz Muslim Studies, ed. S.M .Stern, tr. C .R .B arber - S.M .Stern, vol I, A llen Unwin, Lon­ don 1947. (Muhammedanische Studien, 1888.) GORDON, C. D. The Age of Atilla Fifth Century B y­ zantium and the Barbarians, The U niversity of Mic­ higan Press, 1960. GÖKALP, C evdet Çin Kaynaklarına Göre Shih-Wei Kabileleri (Proto Mogollar Üzerinde Bir Etüd Dene­ mesi), A ta tü rk Ü niversitesi Yay., (A nkara) 1973. — Göktürk Devletinin Kuruluşundan Çingiz’in Zuhu­ runa Kadar Altaylarda ve İç Moğolistanda Kabile­ ler, A ta tü rk Ü niversitesi Yay., (A nkara) 1973. 341

GÖ KA LP, T ürükoğlu: «T ürük Bengü T aşları Ü zerine İn­ celem eler I», «II», «III», TK, XVII; 195, ss. 131134; 200-201-202, ss. 385-390; 203-204, ss. 261-272. GÖKALP, Ziya Türk M edeniyeti Tarihi İslâm iyetten Evvel Türk M edeniyeti, (Haz. İ. Aka, K. Y. K opram an,) K ü ltü r B akanlığı Y ayınları, 1976. — Türk Töresi, (Haz. H. Dizdaroğlu,) Kültür B akanh Y ayınları, 1976. GROUSSET, René : Le face de L’Asie, Payot, P aris 1955. — «Moğul İm p arato rlu ğ u M ukaddim esi», çev. Peyam i Erm an, TDED, I, 3-4 (1946), ss. 196-202. — Bozkır İmparatorluğu Atilla / Cengiz Han / Timur, çev. M. Reşat Üzmen, Ö tüken Yay., İstanbul 1980. (L ’E m pire des steppes. Attila, Gengis-Khan, Tamerlan, Payot -B ibliothèque historique-, Paris 1939.) «L’E m pire des steppes [başlangıcı]», çev. Peyam i Erm an, TDED, I, 1 (1946), ss. 48-52. GÜLENSOY, T uncer «K utadgu B ilig’den H ikm etler», TK, Kutadgu Bilig Sayısı, 98 (1970), ss. 157-175. — «A ltay D illerindeki A krabalık A d ları Ü zerine R ot­ lar», TDAYB 1973-74, ss. 283-318. — «A ltan Topçi», TTKB, XX X V III, 152 (1974), ss. 597634. GÜLENSOY, T uncer «Eski ve O rta T ü rk çe’de Moğolca K elim eler ve Moğolca - T ürkçe M üşterek K elim eler Ü zerine N otlar», TD, VI, 1 (1974), ss. 235-259. — «Türk D ünyası A tasözlerinin A nlam Y önünden B en­ zerlikleri Üzerine», TFAYB 1974, ss. 93-101. — «T ürklerde Dokuz Sayısı», I. Uluslararası Türk Folk­ lor Kongresi Bildirileri IV (1976), ss. 111-121’den ayh basım . — «‘Cebe’ Adı H akkında», Atsız A rm ağanı (1976), ss. 257-265’den ayrı basım . GÜNALTAY, M.Ş. «Türk T arihinin A na K a y n ak ların ­ dan Cami ü tte v a ri ve Fazlullah Reşidüddin», TTKB, I, 1 (1937), ss. 165-179. — «Abbas O ğulları İm p arato rlu ğ u ’n u n K uruluş ve 342

Yükselişinde Türklerin Rolü», TTKB, VI, 23-24, ss. 177-205. von HAGEN, V. W .: The Aztec : Man and Tribe, M en­ tor, New Y ork 1962. HALLOWELL, A. I. «Bear Ceremonialism in the N o rt­ her H em isphere», Amer Anthro, X X V III (1926), ss. 1-175. HANCAR, Franz «The E urasian A nim al Style and the A ltai Complex», Art A, XV (1952), ss. 171-194. HASSAN, Ü m it İbn Haldun’un Metodu ve Siyaset Teo­ risi, 2. basım , S.B.F. Yay., A n k ara 1982. von HASSELL, M. «Johann G ottfried H erder, A Lost Ancestor», DA, 5 4 (1981), ss. 331-339. HATİBOĞLU, Vecihe «‘A ğaç’ ve ‘S u ’», TDAYB 1972, ss. 267-273. HATTO, A. T. «A lm anbet, E r Kökcö and A k Erkeç» CAJ, X III, 3 (1969), ss. 161-198. — «K ukotay and Bok M urun A Com parison of Two R elated Heroic Poem s of th e Kırgız», BSOAS, 2, 3 (1969)’dan a y rı basım . — Shamanism and Epic Pectry in Northern Asia, Luzac, London 1979. — «Köz-Kam an», CAJ, XV, 2, 4 (1971, 1972)’den ayrı basm u HEIDER, M. «The Sovereign in the T im urud S tate (XIV XVth Centuries)», Turcica, VIII, 2 (1976), ss. 61-82. HEREDOTOS Heredot Tarihi, çev. M üntekim Ökmen, Remzi K itabevi, İstanbul 1973. HEYKEL, M. H üseyin Hazreti Muhammed Mustafa, çev. Ö m er Rıza Doğrul, 2. basılış, A hm et H alit K itabevi, İstanbul 1948. HOEBEL, E. H. The Law of Primitive Man, H arvard U niversity Press, C am bridge 1954. HRDLICKA, Ales The Coming of Man from Asia in the Light of Recent Discoveries, W ashington 1935. HYMES, Dell (ed.) Reinventing Anthropology, V intage Books, New Yoork 1974. (1. ed. 1969.) 343

INOSTRANTSEV, K. «Eski T ü rk le rin İnançları H ak­ kında B ir Kaç Söz», çev. A bdülkadir İnan, TTKB, XIV, 53 (1950), ss. 45-47. (Sbornik Muzeya Antropologii i Etnog dergisinin 1918 yılı V. cildinin 1. fas. ss. 152-153’den.) İBN HALDUN Mukaddime, çev. Z âkir K adiri Ugan, 3 cilt, Millî E ğitim B akanlığı Yay., 2. baskı, İstanbul 1968-1970. (1. baskı 1954-1957.) İBN HASSUL [T ü rk le r H akkında] Risale, çev. Ş erefeddin Y altkaya «İbni H assul’ü n T ü rk ler H akkında B ir Eseri», (Abbas A zzavî’nin M ukaddim esi ile), TTKB, IV, 14-15 (1940), ss. 235-266. İNALCIK, H. «O sm anlIlarda S altan at V eraseti U sulü ve T ü rk H âkim iyet Telâkkisiyle İlgisi», SBFD, IV, 1 (1959), ss. 69-95. [İN A N ] A bdülkadir «Y ağm ur Duası, Çömçe Gelin», HBH, II, 14 (1930). — «‘Orun’ ve ‘Ü lüş’ M eselesi», THİTM, I (1931), ss. 121-133. İNAN, A bdülkadir «Al R uhu H akkında», TTAED, I, 1 (1933), ss. 161-162. — «A. Samoiloviç A ltay T ü rk lerin d e K adınlar Diline M ahsus Sözler [h akkında]», TM, IV (1934), ss. 303305. — : «A. Samoiloviç Cuci U lusunda K ullanılan Bayza ve Baysa K elim eleri [h ak k ın d a]» TM, IV (1934), ss. 305306. — «Ali Rıza Y ılm an Yalgın : Cenubda Türkmen Oy­ makları [h akkında]», TM, III (1935), ss. 306-307. — «A. J a k u b o o v sk iy : Doğuda Feodalizm. Altınordu Payitahtı [hakkında]», TM, III (1935), ss. 307-310. — «N. I. A şm erin Çuvaş Dili Lügati [h akkında]», TM, III (1935), ss. 300-301. — : «P ekarskiy Yakut Dili Lügati [h akkında]», TM, III (1935), ss. 293-300. — «D. K. ZELEN İN ’in Kult ongonov v Sibîre. Perejitki totemizma v ideologii sîbirskix inorodtsev adlı 344

eseri h a k k ın d a :] S ibirya’da Ongon K ültü», TTKB, VI, 23-24 (1942), ss. 311-315. : «Moğolların Gizli Tarihi [hakkında]», TTKB, VI, 21-22 (1942), ss. 121-126. : «O rta A sya’da M uğkale H afriy atın d a B ulunan V e­ sikalar [hakkında]» (Soğdiyskiy Shornik, Lening­ rad, 1934’den), TTKB, VII, 28 (1943) ss. 615-619. «Sovyetskoye Vostokovedeniye (Sovyet O rientalistiği), C. I [h akkında]», TTKB, VII, 29 (1943), ss. 375380. «Doğu T ü rk ve Moğol F olklorundaki ‘E d ren e’ K eli­ m esine Dair», DTCFD, I, 5 (1943), ss. 133-135. «Radloff’un P ro b en ’leri Ü zerine Bazı D üzeltm eler», DTCFD, II, 3 (1944), ss. 488-490. «K azak-K ırgızlar’da 'Y eğenlik H ak k ı’ ve ‘K onuk Aşı’ M eseleleri», THTD, I (1941-1942), 1944, ss. 27-36. «Altay D ağlarında B ulunan Eski T ü rk M ezarları», TTKB, XI, 43 (1947), ss. 569-570. «U rartu Y azıtında ve Rom alı P linius T arihinde ‘T ü rk ’ Adı V ar Mı?» (P.N .U şakov’un « U rartu ların İ.Ö. IX VII Y üzyıllarda Y aptıkları Seferlere Dair» [Vestnik Drevnoy İstorii, cilt II, 1946] etüdü hakkında), TTKB, XII, 45 (1948), ss. 277-278. «Göçebe T ü rk B oylarında E vlâtlık M üesseseleriyle İlgili G elenekler», DTCFD, VI, 3 (1948), ss. 127-137. «T ürkistan’da ve A ltay la r’da Son Y ıllarda Yapılan Arkeoloji A raştırm aları», TTKB, XII, 45 (1948), ss. 275-276. «Eski T ü rk lerd e ve Folklorda ‘A n t’», DTCFD, VI, 4 (1948), ss. 279-290. «İt Başlı Ulus Efsanesi», TTKB, XIII, 49 (1949), ss. 149-150. «B arak Efsanesi», TTKB, X III, 49 (1949), ss. 151-153. «İskitlerin Savaş Belgesi ve XI. Yüzyıl T ürklerinde Beçkem», TTKB, XIII, 49 (1949), ss. 150-151. «Güvey», TM, IX (1951), ss. 139-144. 345

«İkinci P azırık K urganı», TTKB, XVI, 61 (1952), ss. 137-139. «Y akut Şam anizm indeki İja Kııl», TM, X (1953), ss. 213-216. «X III-X V . Y üzyıllarda M ısır’da O ğuz-T ürkm en ve K ıpçak L ehçeleri ve ‘Halis T ürkçe’», TDAYB 1953, ss. 53-71. «T ürk D estanlarına G enel B ir Bakış», TDAYB 1954, ss. 189-206. «T ürk Etnolojisini İlgilendiren B irkaç T erim - K eli­ m e Üzerine», TDAYB 1956, ss. 179-195. «Ebülgazi B ahadır H an ve Türkçesi», TDAYB 1957, ss. 29-39. «S.S. M ayzel izafet v Turetskom Yazke (Sov. Cum ­ h u riy e ti İlim ler A kadem isi y ay ınlarından M.-L. 1957) [h akkında],» TDAYB 1958, ss. 279-313. « K ayıtbay’m T ürkçe Duaları», Jean Deny Armağanı, A nkara, T.T.K. Basım evi, 1958, ss. 91-94’den ayrı basım . «N aym an Boyunun Soyu M eselesi», TTKB, XXIV, 96 (1960), ss. 539-545. «XIII. Yüzyıla A it T ü rk H arfleriyle Yazılı B ir Yazı» (: A. L ubsangdendüb’ün Ural-AItaische Jahrbücher, X X X II -1960-, s. 122’de yayım ladığı not hakkında), TTKB, XXIV, 96 (1960), s. 699. «Millî D estanlar Ü zerine İncelem eler ve A raştırm a­ lar», TK, 7 (1963), ss. 24-27. «D ağıstanlı M ehm et Efendi Osm anoğlu ve Eseri. Do­ ğum unun 120. Y ıldönüm ü Dolayısiyle», TK, 10 (1963), ss. 32-35. «Eski K aynaklarda T ü rk O rdusu», TK, 22 (1964), ss. 125-128. «O rta Asya M üslüm anları H akkında İki M akale», TK, 20 (1964), ss. 19-22. «Yasa, T ö re-tü re ve Şeriat», TK, I, 1 (1964), ss. 104110.

«N. N.

M iklaşevskaya

K.

boprosu

ob

udel.

vese S redne - A ziat, elem en ta v obrozovannii antropoİogiçeskogo tip a K ırgız (Kırgız A ntropolik T ipinin T eşekkülünde O rta A sya U n su ru n u n İzafî Sikleti M eselesi Ü zerine), (T. K irgizkoy A.-E. Eksp. II, 1959) [hakkında]», TK, 16 (1964), ss. 60-63. — «T uğ-B ayrak (Sancak)», TK , 46 (1966), ss. 871-875. — : «T ürklerde D em ircilik S anatı -T arih te- ve Folklor­ da-» TK, 4, 42 (1966), ss. 542-544. — : «Türk Yazı Dili T arihinden N otlar», TK, 5, 57 (1967), ss. 653-659. — «Bazı Yeni K elim eler Ü zerine D üşünceler», TK, VI, 71 (1968), ss. 825-830. — «Yusuf Has Hacib ve E seri K utadgu Bilig Ü zerine Notlar», TK, 98 (1970), ss. 112-126. — «D ivan-ü L ûgat-it T ü rk ’de Şam anizm e A it K elim e­ ler», TK, 99-100 (1971), ss. 286-292, 293-297. York 1933. — T arihte ve B ugün Şam anizm : M ateryaller ve A raş­ tırm alar, 2. basım , T.T.K. Yay., A nkara 1972. (1. b a ­ sım 1954.) •— «Şark K lasik E debiyatında T ü rk ler ve T ürk Ordusu», TK, 118, ss. 1106-1109. JANSKY, H erb ert «Ahm ed Zeki Velidi Togan and His Works», Zeki Velidi Togan A rm ağanı, İstanbul 1955, ss. 17-50. JIRM UNSKY, V. M. «S irderya B oyunda O ğuzlara D air İzler» (Turgologçeskiy Sbornik I -1951-), çev. İsm ail K aynak, TTKB, XXV, 99 (1961), ss. 471-483. JTSL. L um ir «K ültegin A nıtında 1958’de Y apılan A rke­ oloji A raştırm aların ın Sonuçları», TTKB, XXVII, 107 (1963), ss. 387-410. JOCHELSON, W. The Y akut, A m erican M useum of N a­ tu ra l H istory A nthropological P ap ers X X X III, N e v Y ork 1933. KAEGI Jr., W. E. «The C ontribution of A rchery to the T urish C onquest of A natolia», Speculum , X X XIX, 1 (1964), ss. 96-108 347

K AFALI, M ustafa «Cuci Sülalesi ve Şubeleri», TED, 1 (1970), ss. 103-120. — : «Cuci U lusu’ndaki İl ve K abilelerin Siyasî Rololeri ve E hem m iyetleri», TED, 2 (1971), ss. 99-100. — «D eşt-i Kıpçak ve Cuci Ulusu», TD, 25 (1971), ss. 179188. KAFESOĞLU, İ. «Türk F ü tu h a t Felsefesi ve M alazgirt m uharebesi», TED, 2 (1971), ss. 1-16. — «Eski T ü rk Dini», TED, 3 (1972), ss. 1-34. KANSU, Şevket Aziz: « K ü ltü r T eorileri H akkında», Ülkü, XIV, 82 (1939), ss. 310-314. KAPLAN, M ehm et «Dede K orkut K itabında Kadın» TM, IX (1951), ss. 99-112. KAŞGARLI, M ahm ut D ivan-ı L ûgat-it T ürk, çev. Besim A talay, 3 cilt + Dizin T.D.K. Y ayınları KAY ABALI İ. — C. ASLANOĞLU TK : T ü rk K ara K uvvetleri Özel Sa­ yısı, XI, 130 (1973), ss. 811-1639. KHAZANOV, A.M. «‘M ilitary D em ocracy’ and the Epoch of Class Form ation»; Soviet Ethology and Anthropology Today, (ed.) Y. Brom ley, ss. 133-14 The H ague 1974. — «Some Theoretical Problem s of th e S tudy of th e E arly State»; (eds.) H.J.M . Claessen - P. Skalnik, The Early State, M outon Publishers, The Plague 1978, ss. 77 92. — «The E arly S tate Am ong the Scythians», tr. P. Skal­ nik; The Eraly State, ss. 425^439. KHERTEK, S.H. «On Phraseological P arallels in Some T urkic and M odern M ongolian Languages», ST 4 (1974), ss. 12-24. KLYASTORNIY, S.G. «O rhon  bidelerinde K engü’nün K avm î - Y er Adı (Etno-Toponimiği)», çev. İsm ail K ay­ nak, TTKB, X V III, 69 (1954), ss. 89-104. KO PPERS, W ilhelm : «E tnolojiye D ayanan C ihan T arih i­ nin Işığı A ltında İlk T ü rk lü k ve İlk İhdo-G erm enlik», TTKB, V, 20 (1941), ss. 439-480. 348

KOROGLY, K. H. «Stylistic P eculiarities of ‘K itabi De­ dem K o rk u t’», ST, 2-3 (1975), ss. 50-68. KOŞAY, H âm it Z. «M unda D illerindeki T ürkçe U n su r­ lar», TTKB, III, 9 (1939), ss. 107-126. — «Dil M ukayeselerine G öre B asklarla T ü rk le rin Te­ m asları Göç Y ollan ve Zam anı H akkında», TTKB, XX I, 84 (1957), ss. 521-554. — «Elam and C entral Asian Relations», CT, III, 1-2 (1966), ss. 190-195. — Czeglédy K aroly Nomàd nepek vàndorlàsa N apk elettöl N apnyugatig (Göçebe K avim lerin Doğu’dan B atı’ya Göçleri), B udapeşt 1969 [hakkında]», TTKB, XXXV, 138 (1971), ss. 303-308. — «T ürk Dili ile İlgili P reh isto rik İzler», TTKB, XXXVI, 141 (1972), ss. 71-77. KÖPRÜLÜ, M. Fuad «O rtazam an T ü rk H ukukî M üesseseleri. İslâm Am m e H ukukundan A yrı B ir T ü rk Am ­ m e H ukuku Yok m udur?», TTKB, II, 5-6 (1938), ss. 39-72. — «Eski T ü rk U n v a n la n n a A it N otlar», THİTM, II (1932 -39), 1939, ss. 17-31. — : «Osm anlı İm p a rato rlu ğ u ’nun E tnik M enşei M es’eleleri», TTKB, VII, 27 (1943), ss. 219-303. — : «U ran Kabilesi», TTKB, VII, 26 (1943), ss. 227-243. — : «Türk ve Moğol Sülâlelerinde H anedan  zasının İdam ında K an Dökme M em nuiyeti», THTD, I (1941 1942), 1944, ss. 1-9. — «O rta-A sya T ü rk D ervişliği H akkında N otlar», TM, XIV (1965), ss. 259-262. — «İslâm Sûfî T arik atlerin d e Türk-M oğol Şam anlığının Te’siri», çev. Y aşar A ltan, İFD, X V III (1970), ss. 141-152. KÖYMEN, M.A. «Büyük Selçuklular İm p arato rlu ğ u ’nda Oğuz İsyanı (1153)», DTCFD, V (1947), ss. 159-189. — : «B üyük Selçuklu İm paratorluğu T arihinde Oğuz İs­ tilâsı», DTCFD, V (1947), ss. 563-617. KÖYMEN, M ustafa : «H siung-N u’ların T uku (T’u-ko) Kabilesi», DTCFD, III, 1 (1944), ss. 51-59. 349

KRADER, L aw rence : «The C ultural and H istorical Po­ sition of the Mongols», As Ma, III (1952), ss. 169-183. — : «B uryat Religion and Society», SJA, X, 3 (1954), ss. 222-251. — : «Q an-Q aqan and th e Beginnings of Mongol Kingship», CAJ, 1 (1955), ss. 17-35. — «Feudalism and th e T a ta r P olity of th e M iddle Ages», CSSH, I, 1 (1958), ss. 76-99. — Social Organizations of the Mongol-Turkic Pastoral Nomads, H um anities and th e Hague, New York 1963. — : Peoples of Central Asia, U ralic and A ltaic Series, Indiana 1963. — Formation of the State, Foundations of M odern A nthropology Series, Prentice-H all, Englewood Cliffs, New Je rse y 1968. — : The Asiatic Mode of Production, van Gorcum , Assen 1975. — : The Asiatic Mode of Production, van Corcum, Assen 1975. — «The O rigins of th e S tate Am ong the Nomads of Asia»; (eds.) H.J.M . Claessen - P. Skalnik, The Early State, M outon Publishers, The H ague 1978, ss. 93-107. KULIYEV, G.K. «C om parative H istorical A nalysis of Lexical Sem antic D evelopm ent of V erba V idiendi in T urkic Languages of Oguz Group», ST, 4 (1974), ss. 3-11. KURAT, Akdes N im et «Eski İslavcadaki T ürkçe Sözlere Dair», TM, IV (1934), ss. 89-97. — «Gök T ü rk K ağanlığı. Birinci Bölüm. Siyasî T arihinin A na H atları (M.S. 552-745)», DTCFD, X, 1-2 (1952), ss. 1-56. LANE, W arren «Classical M oral Paradigm s and the M eaning of K inship: A Philosophical Exam ination», DA, 5, 3 (1980), ss. 193-214. LASKI, H .J. The State in Theory and Practice, Viking P ress, New Y ork 1935. LASZLO, F. «K ağan ve Ailesi», çev. Ş erif Baştav, THTD, I (1941-1942), İstanbul 1944, ss. 37-50. 350

LATTIMORE, Owen : Inner Asian Frontiers of China, Beacon Press, Boston 1962. (London-N ew Y ork 1940). LEVI-STRAUSS, C. «Rousseau: The F a th er of A n th ro ­ pology», Unesco Courier, 16, 5 (1963), ss. 10-14. — : Totemism, tr. Roger C. Poole, Penguin, M iddlesex 1973. LIENHARDT, G odfrey : Social Anthropology, O xford U niversity Press, London 1969. LIGETI, L. : «Çin Yazısiyle Yazılm ış B arb ar G lossalan Meselesi», çev. H. Eren, DTCFD, IX, 3 (1951), ss. 301-327. LOT-FALCK, Eveline : «À propos d ’À tügân, déesse m ongole de la terre», RHR, CXLIX, 2 (1969), ss. 157 196. MAIR, Lucy : Primitive Government, Penguin, 1964. M ALINOW SKI, B.: Magic, Science and Religion [and O ther Essays by Bronislaw M alinow skr]; Doubleday, New Y ork 1498. deMAN, Paul «On Reading Rousseau», DA, 2. 1. (1977), ss. 1-18. Manas Destanı, çev. A bdülkadir în an , B aşbakanlık K ültü rk M üsteşarlığı K ü ltü r Yay., İstanbul 1972. M cGovern, W.M. The Early Empires of Central Asia, The U niversity of N orth C arolina Press, 1939. M IKHAILOVSKI, V.M. : «Sham anism in Siberia and E uropean Russia», tr. O liver W ardrop, JRAI, XX IV (1984), ss. 62-100, 126-158. MIKLOS, K. «‘Y urt K u rm a’ H akkında», TM, XVII (1972), ss. 13-20. MORGAN, L.H. Ancient Society or Researches in the Lines of Human Progress from Savagery Through Barbarism to Civilization, 1877. (-ed. - E.B. Leacock, M eridian Books, New York 1969 -3. p rin t.- -éd.- L.A. W hite, H arw ard U niversity Press, 1964.) NÈMETH, Ju liu s «H un K itabelerinin İzahı», çev. Sâdeddin Buluç, TDED, I, 1 (1946), ss. 53-61. NETTL, B runo Music in Primitive Culture, H arvard U niversity Press, Cam bridge 1956. NEUMANN, F.E. «The Flayed God and His R attle Stick : A Sham anic E lem ent in P re-H ispanic M esoa351

m erican Religion», HR, XV, 3 (1976), ss. 251-263. OLLMAN, B e r te li: «Social R evolution and Sexual Re­ volution», MR, XXV, 4 (1973), ss. 37-72. ONK, K. «Aras Boyu Ö rf ve  detleri: N evrus B ay ra­ mı», TK, 119 (1972), ss. 42-56. OPPENH EIM ER, F ranz The State, tr. Jo h n G itterm an, F ree Life Editions, New Y ork 1975. (New Y ork 1936.) ORAL, Z e k i: «Anadolu K öylerinde G ençler D erneği y a ­ h u t A hiliğin Devamı», TED, 3 (1959) dan ay rı basım . ORANSOY, B. Sıtkı : «Shikogoroff: Ethnological and Linguistical Aspects of the Ural-Altaic Hypothesis, and Tungûs Materials (The N etherlands, 1970) [h ak ­ kında]», TTKB, XXXV, 139 (1971), ss. 457-466. ORKUN, H.N. Eski Türk Yazıtları, 4 cilt, T.D.K. Yay., 1936-1941. — «İstan b u l’da O rhon Yazısı ile B ir K itabe», TEM, I, 5 (1979), ss. 45-47. OTKAN, P u lat «Uchida Gim pû: Kita Ajia Shi Kenkyu: Kyö-do Hen (Kuzey A sya T arihi A raştırm aları: H siung-nu’lar Bölüm ü), Döbösya, Kyoto 1975 [h ak ­ kında]», TTKB, X LIII, 171 (1979), ss. 643-648. ÖGEL, B a h a e d d in : «G öktürk Y azıtlarının ‘A pu rım ’ları ve ‘F u -L in ’ Problem i», TTKB, IX, 33 (1945), ss. 63-87. — «Sekel’lerin A taları H akkında (Sikil, Esgil Boyları)», TTKB, IX, 36 (1945), ss. 469-483. — : Erzurum Anıtlarında Eski Altay-Türk San’atının İz­ leri, E rzurum , İl Basım evi, 1947. — : «Çin K aynaklarına Göre W u-sun’lar ve Siyasî S ınır­ ları H akkında Bazı Problem ler», DTCFD, VI, 4 (1948), ss. 259-278. — : «İlk Töles Boyları: Uğur, T ing-ling ve K ao-ch’é ’ler», TTKB, XII, 48 (1948), ss. 795-831. — : «B üyük H un D evletinin K u ruluşundan Önce Kuzey Ç in’in Etnolojisi H akkında», DTCFD, VII (1949), ss. 663-679. — : «Şine Usu Y azıtının T arihî Önemi, K utluk Bilge K ülkagan ve M oyunçur», TTKB, XV (1951), ss. 361-379. 352



«Doğu G ö ktürkleri H akkında V esikalar ve N otlar», TTKB, XX I, 81 (1957), ss. 81-137. — «O rtaasya T ü rk T arihi H akkında Bazı Yeni A ra ştır­ m aların Tenkidi», DTCFD, X V II, 1-2 (1959), ss. 261 273. — İslâm iyetten Önce Türk Kültür Tarihi. Orta Asya Kaynak ve Buluntularına Göre, T.T.K. Yay., A nkara 1962. — «T ürklerde K artal ve K a rta l Arm ası», TK, X, 118 (1972), ss. 1128-1146. — : Türk Kültür Tarihine Giriş, 5 cilt, K ü ltü r Bakanlığı Yay., A nkara 1978. ÖNEY, Gönül : Anadolu Selçuklu Mimarisinde Süsleme ve El Sanatları, T ürkiye İş B ankası K ü ltü r Y ayınları, A nkara 1978. ÖRNEK, Sedat Veyis : «İlkellerde D insel Tem el K avram ­ lara G enel Bir Bakış», DTCFD, XX, 3-4 (1962), ss. 255-261. ÖZBARAN, Salih «Tarihçilik Ü zerine Bazı Çağdaş Gö­ rüşler», TD -Ord. Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı Hâtıra Sayısı- X X X II (1979). ÖZDER, M.A. «Türk H alkbilim inde Düğün, Evlilik, A k­ rabalık G elenekleri ve T erim leri Sözlüğü», ZG, III, 10 (1978), ss. 117-128. ÖZERDİM, M.N. «Bazı Çin K aynaklarına G öre Bugün Çin T ü rk ista n ’ında Y aşayan H alklardan M oğolların Ö rf ve  detleri», DTCFD, IX, 3 (1951), ss. 215-220. — : «Çin K aynaklarına G öre Çin T ü rk ista n ’ın Şehirleri», DTCFD, IX, 1-2 (1951), ss. 105-110. ÖZERDİM, M.N. «The Poem s of th e T urkish People Who R uled in N o rthern C hina in 4-5th C enturies A.D.», TTKB, XXII, 86 (1958), ss. 261-295. — : «Çin D ininin M enşei M eselesi ve Dinî İnançlar», TTKB, XXVI, 101 (1962), ss. 79-119. — : «Chou’lar ve Bu D evirde T ü rk lerd en G elen ‘Gök D ini’», TTKB, XXVII, 105 (1963), ss. 1-23. ÖZKIRIM LI, A. «K aşgarlı’ya G öre T ü rk lerd e A skerlik», TD, 253 (1972), ss. 87-95. 353

ÖZÖNDER, H aşan : «Türk M edeniyeti T arihi M es’elesi», TK, X, 120 (1972), ss. 269-273; XI, 125 (1973), ss. 269-273. PAO, K. «Fam ily and K inship S tru c tu re of K orchin Mongols», CAJ, IX, 3-4 (1964), ss. 277-312. PEK A R SK İY , E.K. Yakut Dili Sözlüğü (D. Popov ve V. M. Ionov’u n en yakın iştirakiyle), İstanbul, Ebbuzziya M at., 1945. PERRY, C h arn er : «The Sem antics of Political Science», APSR, XLIV (1950), ss. 394-397. PETRUSHEVSKY, I.P. «Rashid al-D in’s Conception of th e State», CAJ, XIV, 1-4 (1970), ss. 148-162. P H IL L IPS , E.D. «The Legend of A risteas: Fact and Fancy in E arly G reek Notions of E ast Russia, Siberia and In n er Asia», Art A, X V III, 2 (1955), ss. 176-177. — : The Royal Hordes: Nomad Peoples of the Steppes, M cGraw -H ill, New Y ork 1965. PLO TKIN, V ladim ir «R itual Coordination and Sym bo­ lic R epresentation in P rim itiv e Society», DA, 3, 4 (1978), ss. 279-314. POEWE, C arla O. «U niversal Male Dom inance: An Ethnological Illusion», DA, 5, 2 (1980), ss. 117-121. PO PPE, Nicholas: The Mongolian Monuments in Hp’Agspa, 2. ed. ed. -tr. John R. K rieger, O. H arrasow itz, W iesbaden 1957. POTAPOV, L.P. «Göçebelerin Îbtidaî Cem aat H ayatla­ rın ı A nlatan Çok Eski B ir Âdet», çev. R asim e Uygun, T. Dili, XI, 15 (1960), ss., 71-84. PRITSAK, O. «K ara H anlılar», «İslâm Ansiklopedisi. (Cüz 58.) RADIN, Paul Primitive Religion. Its Nature and Origin, Dover Publications, New Y ork 1957. (1. pub. 1937.) RA PP, R ayna : «G ender and Class: An A rchaeology of Know ledge C oncerning the O rigin of th e State», DA, 2, 4 (1977), ss. 309-316. RASONYI, Laslo : Dünya Tarihinde Türklük, A nkara, İdeal Mat., 1942. 354

— : «Les nom s de no m b re dans l ’A nthroponym ie turque» Acta Orient. Hung. XII, 1-3, ss. 45-71’den ayrı basım . (Budapest 1961.) — : «B aşkurt ve M acar Y u rtların d ak i O rtak Coğrafî A d­ la r Üzerine», X. Türk Dil K urultayı’nda Okunan Bi­ lim sel Bildiriler (1963), ss. 105-112’den ayrı basım . — : «T ürklükte K adın A dları», TDAYB 1963, ss. 63-87. — «Türk Özel A dlarının K aynakları», TD, I, 1 (1964), ss. 71-102. — «Les Tures non-Islam isées en Occident (Pégénéques, Ouzes et Qiptchaqs, et leu rs rap p o rts avec lesH ongrois)», Philologiae Turcicae Fundamenta, III, 1 (1970)’den ayrı basım . — «Sekeller ve A dlarının Menşei», çev. Öksel Göçmen, TK, X, 113 (1972), ss. 289-294. REICH, W ilhelm The Invasion of Compulsory Sex Morality, Penguin Books, 1975. (Der Einbruch der Sexualmoral, 1932; 1935.) Cinsel Ahlâkın Boygöstermesi. çev. B ertan O naran, Payel Y ayınları, İstanbul 1976. REITER, R ayna R. «Toward an A nthropology of Wo­ m en», DA, 2, 2 (1977), ss. 168-173. RICE, T am ara T a lb o t: The Scythians, A ncient Peoples and Places, London 1961. (1. p rin t 1957.) RINTCHEN, Y. «M anuscrits mogols de la collection du professeur I. Kowálewski â Vilnius», CAJ, XIX, 1-2 (1975), ss. 105-117. RITTER, H. «Ata Binm ek, Ok A tm ak», TM, IV (1934), ss. 45-47. ROGERS, J.M . «The B urial Rites of the T urks and Mongols», CAJ, XIV, 1-4 (1970), ss. 195-227. ROHDE, E rw in : Psyche : The Cult of Souls and Relief in Immortality among the Greeks, tr. W.B. Hills, New Y ork 1925. RONA-TAS, A. «Dream, Magic Pow er and D ivination in th e A ltaic World», AO, XXV, 1-3 (1972), ss. 227236. 355

ROUX, Je a n -P a u l : «Tangri: Essai su r le ciel-dieu des peuples altaïques», RHR, CXLIX (1956), ss. 49-82, 197-230; CL (1956), ss. 27-54, 173-231. — : «Le nom du cham an dans les textes turco-m ongols», Anthropos, LUI, 1-2 (1958), ss. 133-142. — : «Elém ents cham aniques dans les tex te s pré-m ongols», Anthropos, LUI, 1-2 (1958), ss. 440-456. — «Le lait e t le sein dans les traditions Turques», L’Homme, VII (1967), ss. 48-63’den ayrı basım . — : Les Traditions des nomads de la Turquie, P aris 1970. — : «Dieu dans le K itâb-i Dede Qorqût», REI, XLIII, 1 (1975), ss. 123-140. RUBEN, W. Buddhistlik ve Şamanlık, C.H.P. K onfe­ ra n sla r Serisi, A nkara 1939. — : «B udizm a’n m M enşei ve Özü Ü ber U rsprung und W esen des Buddhism us», DTCFD, I, 5 (1943), ss. 115-131. RUITENBEEK, H.M. (ed.) Varieties of Classic Social Theory, D utton, New Y ork 1963. RUNCIMAN, S. «O rta Ç ağların B aşlarında A vrupa ve Türkler», TTKB, VII, 25 (1943), ss. 45-57. SARKÖZİ, A. «A M ongolian C alendar: H unting Ritual», AO, XXV, 1-3 (1972), ss. 191-208. — : «A M ongolian Picture-B ook of Molon Toyin’s Des­ cent into Hell», AO, XXX, 2-3 (1976), ss. 273-308. SCHNEIDER, David W hat is K inship All About»; P. R eining (ed.), Kinship in the Morgan Centennial Year, A nthropological Society of W ashington, 1972. SCHUYLER, R.L. «The U sefulness of Useless History», PSQ, LVI, 1 (1941), ss. 23-31. SELEN, H. Hadi : «T arihte Ş ark ve G arp M efhum ları», TTKB, VII, 27(1943), ss. 543-547. SELEN, Nevin «N esnelerle, O nlara V erilen İsim ler A rasında, O N esnenin Özelliğine U ygun B ir Ses U yu­ şum u V ar m ıdır?», DTCFD, XXV, 3-4 (1967), ss. 115-120. — : «Ses Dili», DTCFD, XX V III, 1-2 (1970), ss. 67-73. 356

SEMENOV, A.A. : «‘G ûr-i E m îr’ T ürbesinde T im u r’un ve A hfadının M ezar K itabeleri», [Epigrafica Vostoka’ dan] çev. A bdülkadir İnan, TTKB, XX IV , 93 (1960), ss. 139-162. SERRUYS, H. : «Two M ongolian Docum ents», HJAS, X X XIV (1974), ss. 187-201. — : «Two R em arkable W oman in M ongolia: The T hird Lady E rk etü Q atun and D ayicing - B eyiji» As Ma, XIX, 2 (1975), ss. 191-245. — : «The Office of Tayisi in Mongolia, in the F ifteenth C entury», HJAS, XX XV II, 2 (1977), ss. 353-380. SERVICE, E.A. : Origins of the State and Civilization: The Process of Cultural Evolution, N orton, New York 1975. SHEN, W ei-hsien: «M uahhar H an D evrinde (M.S. 25 M.S. 220) H un T arihine K ronolojik B ir Bakış», çev. W. E berhard, TTKB, IV, 16 (1940), ss. 337-385. SHIM KIN, B.D. : «A Sketch of th e K et, o r Yenisei* ‘O styak’», Ethnos, IV (1939), ss. 147-176. SHINDER, J. : «Early O ttom an A dm inistration in the W ild e rn e ss: Some Lim its on Com parison», IJMES, IX, 4 (1978), ss. 497-517. SHIRATORI, K. : «K aghan U nvanının Menşei», çev. İb­ rahim G ökbakar, TTKB, IX, 36 (1945), ss. 497-504. SHIROKOGOROFF, S.M. «G eneral T heory of Sham a­ nism am ong th e Tungus», JR A S, LIV (1923), ss. 246-249. SOYKUT, R efik H. Ahi Evran, A nkara, San. Mat., 1976. SPU LER, B ertold : «A hm et Zeki Velidi Togan; Tarihte Usul», Oriens, IV, 2 (1951), ss. 300-301. — İran M oğollan. Siyaset, İdare ve Kültür. İlhanlılar Devri, 1220-1350, çev. Cemal K öprülü, T.T.K. Yay., A n k ara 1957. STEBLEVA, I.V. «Towards the Problem s of Com plex S tudy of A ncient T urkic C ulture», ST, 4 (1974), ss. 25-30. STRIKA, V. : «The T urbah of Z u m u rru d K hâtûn in 357

Bagdad. Some A spects of the F u n e rary Ideology in Islam ic A rt», Annali, 1-3 (1978), ss. 283-296. SÜMER, F a ru k : «Yıva Oğuz Boyuna Dair», TM, IX (1951), ss. 151-166. — «Osm anlı D evrinde A nadolu’da Yaşayan Bazı Üçoklu B oylarına M ensup T eşekküller», İFM , XI (1952), ss. 437-508. — «X. Y üzyılda Oğuzlar», DTCFD, XVI, 3-4 (1958), ss. 131-162. — «O ğuzlara A it D estanı M ahiyetde Eserler», DTCFD, XVII, 1-2 (1959), ss. 358-456; 3-4 (1960), ss. 359-455. «A ğaç-Eriler», TTKB, XXVI, 103 (1962), ss. 521-528. — : « İra n ’da Y aşayan T ü rk O ym akları: K aşkaylar», TK, X, 119 (1972), ss. 14-17; «... II K aragözlüler», TK, XI, 122 (1973), ss. 102-103. — «Bozoklu Oğuz B oylarına Dair», DTCFD, XI, 1 ss. 65-103. ŞENEL, A lâeddin : İlkel Topluluktan Uygar Topluma Geçiş Aşamasında Ekonomik Toplumsal Düşünsel Yapıların Etkileşimi, S.B.F. Yay., A nkara 1982. ŞEŞEN, R. «Eski A ra p la r’a G öre T ürkler», TM, XV (1968), ss. 11-36. ŞEHSUVAROĞLU, B.N. «Anadolu T ürk lerin d e H asta Bakım ı ve H em şirelik T arihçesine B ir Bakış», İ.Ü. Tıb Fakültesi Mecmuası, X X III, 1 (1960), ss. 240-250 den ayrı basım . TAESCHNER, Franz : «İslâm ’da F ü tü v v et T eşkilâtının Doğuşu M es’elesi ve T arihî A na Çizgileri», çev. Se­ m ah at Yüksel, TTKB, XXXVI, 142 (1972), ss. 203-235. TAMURA, J. «The Legend of th e O rigin of the Mongols and Problem s Concerning T h eir M igration», AA, 24 (1973), ss. 1-19. TAN, N. «T ürkiye’de Evlenm eyen K ızların K ısm etle­ rini Açma P ratikleri», TFAY 1976, ss. 213-246. TANERİ, A ydın : Türk D evlet Geleneği -Dün ve Bugün-, D.T.C.F. Yay., A n k ara 1975. T ’ANG CHI «Türk T arihine Âid Çin K aynakları», TED, 2 (1971), ss. 181-210. TANJU, H alûk Cemil «T ürkler ve K ıt’alararası B üyük 358

Göçler» «Atatürk Konferansları IV, 1970, ss. 193-205’ den ayrı basım . TANSUĞ, K adriye : «K im m er’lerin A nadolu’y a G irişleri ve M.Ö. 7’nci Yüzyılda A sur D evletinin A nadolu ile M ünasebetleri», DTCFD, VII, 4 (1949), ss. 535-550. TANYU, H ik m e t: «T ürkler A rasında D inlerin T a rih ­ çesi», Töre, 45 (1975), ss. 16-22. — «T ürklerde Ağaçla İlgili İnançlar», TFAY 1975, ss. 129-142. — : Türklerin Din! Tarihçesi, T ü rk K ü ltü r Y ayınlan, 1978. TARHAN, T aner : «İskitlerin Dinî İnanç ve  detleri», TD, 23 (1969), ss. 143-170. — «Bozkır M edeniyetlerinin Kısa Kronolojisi», TD, 24 (1970), ss. 17-32. TATAR, M. : «Two Mongol T exts Concerning the C ult of th e M ountains», AO, XXX, 1 (1976), ss. 1-58. TEKİNDAĞ, M.Ş. «XIII. Yüzyıl A nadolu T arihine Aid A ra ş tırm a la r: Şem süddin M ehm ed Bey D evrinde K aram anlılar», TD, XIV, 19 (1964), ss. 81-98. — «Eski T ü rk O rdularının Savaşlarda T atbik E ttik leri T aktik ve K ullandıkları S ilâhlar ve B ununla İlgili Eserler», TK, 34 (1965), ss. 766-768. TEK İN ER, S. «Sovyet T ürkologlarm ın Baku K onfe­ ransı», Dergi, 50 (1967), ss. 32-43. TEM İR, A h m e t: «M oğolların Gizli Tarihi», TM, VII, 1 (1942), ss. 349-351. — : «Trudı K irgizskoy A rcheologo-etnografiçeskoy Ekspeditsii (I) (A rkeolojik-etnografik K ırgız E kspedisyonu Ç alışm aları I), Izd atel’stvo A kadem ii N auk SSSR, M oskova 1956 [hakkında]», TTKB, X X III, 90 (1959), ss. 333-334. — A nadolu’da U ygur Yazısı ile Yazılmış Belgeler», TD, I, 1 (1964), ss. 143-148. — «Eski T ü rk Y azıtlarında Savaş Tasvirleri», TK, 34 (1965), ss. 642-646. 359

TEM İR, A h m e t: «Dilimiz ve Dil İn k ılâ b ı: T ü rk D ilinin Tarihi, B ugünü ve Geleceği I», TK, IV, 40 (1966), ss. 355-364. — : «Türk-M oğol İm paratorluğu D evrinde Sosyal ve A s­ k erî Teşkilât», TK, 118 (1972), ss. 190-207. THOMSEN, W ilhelm : «M oğolistan’daki T ürkçe K itabe­ ler», («Methal»), çev. Ragıp H ulusi, TM, III (1929 1933), 1935, ss. 81-92. THOMSON, George : Studies in Ancient Greek Society: The Prehistoric Aegean, The Citadel Press, New Y ork 1965. (1. ed. 1949.) TİM URTAŞ, F aru k K. : «T ürk D estanları», TK, 33 (1965), ss. 577-582. [TOGAN] A. - Z. Valîdî : «T ürk D estanının Tasnifi [I, II, III, IV ]», At M, I, 1 (1931), ss. 4-7; I, 2 (1931), ss. 27-30; I, 3 (1931), ss. 51-55; I, 5 (1931), ss. 99-102. TOGAN, Zeki Velidir Moğollar, Cingiz ve Türklük, Is­ tan b u l 1941. — ; Umumî Türk Tarihine Giriş Cild I: En Eski Devirler­ den 16. Asra Kadar, H alk K itabevi, İstanbul 1946. — : «İbn A l-F ak ih ’in T ü rk le re A it H aberleri», TTKB, X II, 45 (1948), ss. 11-16. — : «‘F u n d am en ta’ K itabının İkinci Cildi H akkında (Philologiae Turcicae Fundamenta, tom: II. W iesbaden, 1964)», TK, IV, 47 (1966), ss. 1066-1071. — : Tarihte Usûl, 2. baskı, İ.Ü. E debiyat F akültesi Yay., T ü rk A raştırm aları No. 1, İstanbul 1969. — : Oğuz Destanı. Reşideddin Oğuznâmesi, Tercüme ve Tahlili, İstanbul, A hm et Sait Mat., 1972. TOGAN, N. : «Tem ür Z am anında A risto k rat T ü rk K adı­ nı», İTED, V, 1-4 (1973), ss. 3-14. TOGAY, M.F. : Turanî Kavimler ve Siyasî Tarihlerinin Esas Hatları, T ü rk istan T ü rk G ençler Birliği Yay., İstanbul 1938. TOMKA, P. «Horse B urials am ong the M ongolians», A Arch, XX I, 1-2 (1969), ss. 149-154. TUGUSEVA, L .J «T hree L etters of U ighur Princes»., AO, XXIV, 1-2 (1971), ss. 173-188. 360

TUNA, O.N. «O sm anlıcada Moğolca K elim eler», TM, X V III (1976), ss. 281-314. TUNAYA, T arık Z afer : Türkiye’nin Siyasî Gelişmeleri: Eski Türkler, İslâm Devleti, Osmanlı Devletinin Ku­ ruluşu, İstanbul 1970. TURAN, Osm an : «Önsöz»; K erîm üddin M ahm ud, Müsâmeret ül-Ahbâr, T.T.K. Yay., A nkara 1944. — : «Eski T ü rk lerd e O kun H ukukî B ir Senbol O larak K ullanılm ası», TTKB, IX, 34 (1945), ss. 305-318. — : «T ürkler ve İslâm iyet», DTCFD, IV (1946), ss. 457 485. — : «M illiyet ve İnsanlık M efkûrelerinin T arih T edrisa­ tında A henkleştirilm esi», DTCFD, X (1952), ss. 209 225. TURAN, Ş erafettin «Türk ve Millî Oluş», TK, 6 (1963), ss. 10-14. TÜMER, G. «B irunî’nin T ürkoloji ile İlgili O larak V er­ diği Bilgiler», İFD, X X II (1978), ss. 361-366. UCHIDA, G im pu «Two Notes on th e T ing-ling and the J o u -Ja n Peoples», Oriental Studies in Honour of J. Ishihama, on the Occasion of His Seventieth Birthday, 1958’den a y n basım . — «A S tudy in th e H istory of E ast T u rk estan in the F ifth C en tu ry A.D. w ith Special R eference to the Fall of th e S tate Shan-shan», Palaeologia, X, 1 (1961), ss. 56-65’den ayrı basım. UNAT, Faik R e ş it: «Neşrî T arihi Ü zerinde Y apılan Ça­ lışm alara Toplu B ir Bakış», TTKB, VII, 25 (1943), ss. 177-201. U niversidad del Salvador F acultad de Filosopie: Ethno­ graphical Map of Turanians (Uralo-Altainas), Buenos A ires 1967. UZUNÇARŞILI, H. Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu Karakoyunlu Devletleri, A nkara 1937. (2. baskı, A n­ k a ra 1969.) ÜLKÜSAL, M üstecib : Dobruca ve Türkler, T ü rk K ü ltü ­ rü n ü A raştırm a E nstitüsü Yay., A nkara 1966. 361

ÜLKÜTAŞIR, M.Ş. : «T ürklerde A dverm e ile İlgili  det ve İnanm alar», TK, 10 (1963), ss. 7-12. — : «Söğüt Beyliği Ü zerinde B ir A raştırm a», TK, 95 (1970), ss. 769-775. — «Çeşitli H alk G elenek ve İnançları Ü zerine K üçük B ir A raştırm a», TFAY 1976, ss. 305-328. ÜNAL, Tahsin Türk’ün Sosyo Ekonomik Tarihi, A nka­ ra, Em el Mat., 1977. ÜNVER, A. Süheyl «Les bases du folklore m edical m ystique chez la Tures», Lijecnicki Vjesnik, LX, 9 (1938), ss. 522-524’den ay rı basım . VALIUDDIN M ir : «M u’tazilism »; A History of Muslim Philosophy, (ed.) M.M. Sharif, vol. I, W iesbaden 1963, ss. 421-434. VERM EULEN, C.J.J., A. RU IJTER : «D om inant Epistem ological Presuppositions in th e Use of th e C ross-C ul­ tu ra l Survey M ethod», CA, 16 (1975), ss. 29-52. VERNADSKY, George : «Cengiz H an Yasası», THTD, I, (1941-1942), 1944, ss. 107-131. VLADIM IRTSOV, B.Y. : Moğolların İçtimaî Teşkilâtı, çev. A bdülkadir İnan, T.T.K. Yay.r A nkara 1944. (Obshchestvennyi stroy Mongolov. Kochevoyfeodalism, Leningrad 1934.) [Fransızcaya çevirisi:] M. Carsow, Le régime social des Mongols. Le féodalisme nómade, A drien-M isonneuve, P aris 1948. WEBER, M ax : The Sociology of Religion («Religionssoziologie», Wirtschaft und Gesellschaft, 1922), tr. E. Fischoff, Beacon Press, 1964. WEBSTER, David W arfare and th e Evoluton of the State, a R econsideration», American Antiquity, 40 (1975), ss. 464-470. W ESTERM ARCK, E .A .: Pagan Survivals in Mohemmedan Civilization, M acm illan, London 1933. WHITE Leslie A., DILLINGHAM , B. : The Concept of Culture, Burgess, M inneapolis, 1973. W HITE Leslie A. : The Evolution of Culture: The D eve­ lopment of Civilization to the Fall of Rome, M cGraw Hill, New Y ork 1959. 362

W ILLIS, J r. W.S. «Skeletons in the A nthropological Closet»; Reinventing Anthropology, (ed.) Dell Hym es, V intage Books, New Y ork 1974. (1. ed. 1969.) W INCH, P e ter The Idea of a Social Science and Its Relation to Philosophy, Routledge, London 1958. W ITTEK, P aul The Rise of the Ottoman Em pire, Royal A siatic Society Monographs, vol. X X III, London 1963. (1938.) Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu, çev. F. A rık, İstanbul 1947. WOOLEY, L e o n a rd : The Beginnings of Civilization, History of Mankind I, 2 (ss. 359-863), A llen-U nw in, London 1963. YAKUBOVSKİ, A.J. «IX ve X. A sırlarda İtil ve B ul­ g a r’ın T arihî Topografisi M eselesine Dair», çev. Abd ülkad ir İnan, TTKB, XVI, 62 (1952), ss. 273-297. YALTKAYA, M.Ş. : «T ürklere D âir A rapça Şiirler», TM, V (1936), ss, 307-326. YAMADA, N. «A B rief H istory of M ongolian Studies in Ja p a n 1905-1945», A As, 24 (1973), ss. 57-84. YAVUZ, Edip : Tarih Boyunca Türk Kavimleri, A nkara, K u rtu lu ş Mat., 1968. YILDIZ, H.D. İslâm iyet ve Türkler, İ.Ü. E debiyat F a­ kültesi Yay., İstanbul 1976. YUND, K e r im : «T ürklerin K utlu Ağacı K ayın (Huş) Adı Üzerine», TK, X, 120 (1972), ss. 1260-1264. Y USUF HAS HÂCİB Kutadgu Bilig, çev. Reşid R ahm eti A rat, T.T.K. Yay., A nkara 1959.

363

ÜMİT HASSAN Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler

A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi ö ğ re tim üyesi; D e v le t Teorileri, İslâm D ü şü n ce Tarihi, O sm anlı İktisadi-S osyal-S iyasal Yapısı, Sosyoloji d ersleri veriyor,

ibn Haldun'un M etodu ve Siyaset Teorisi (1977, 1982) adlı bir kitabı; fikir ta rih i, siyasa! a n tro p o lo ji, h uku k ta rih i, T ürkiye'nin sosyal yapısı a la n la rın d a in c e le m e le ri var,

^

" ’O rijinalliğ im iz' m e ra k ı tu tk u y a d ö n ü ş tü k ç e , evre n se llik iç e ris in d e k i g e rç e k o rijin a lliğ im iz hasıraltı e d ilm iş o lm a k ta d ır.,." G e rç e k te n d e , ö z e n le v u rg u la y a lım , Türkiye'yi ta m bir m a d d î-m a n e v î m u tlu lu ğ a e riş tirm e n in y o lu ; o n u n ö zg ü llü k le rin in bilim sel te s b itin d e n g e ç e r; a m a bu, Tarih ya sa la rın ı k a v ra m a y a v e b u n u n s a ğ la y a c a ğ ı te o rik -m e to d o lo jlk im k â n la rı k u lla n m a y a s e t ç e k m e k le , h iç b ir v a k it g e rç e k le ş tirile m e z ."