124 98 13MB
Turkish Pages [629] Year 2013
Bilim Felsefesinde Metinler
Ernest Nagel Bili ' sı
Bilimsel Açıklama Mantığında Problemler
Çeviren Aziz Yardımlı
idea
CO m
g ın>
3
r\
ö f ÛJ
■aS M
—
idea
BİLİMİN YAPISI BİLİMSEL ARAŞTIRMA MANTIĞINDA PROBLEMLER
Ernest Nagel BİLİMİN YAPISI BİLİMSEL ARAŞTIRMA MANTIĞINDA PROBLEMLER
Çeviren Aziz Yardımlı
İdea • İstanbul
İd e a Yayınevi Ş arap İskelesi Sk. 2/106-107 34425 K araköy — İstan b u l iletisim @ ideayayinevi.com / www.ideayayinevi.com / www.ideasatis.com Bu çeviri için © AZİZ YARDIMLI 2012 The Structure o f Science Problems in the Logic o f Scientific Explanation C opyright © 1979 E m s t N agel B ilim in Yapısı Bilimsel Araştırma M antığında Problemler B irinci basım 2013 Tüm haklan saklıdır. B u yayımın hiçbir bölümü Idea Yayınevinin ön izni olmaksızın yeniden üretilemez. Baskı: U m u t M atbaacılık F atih Cad. Yüksek Sok. N o 11, M e rte r — İstan b u l Printed in Türkiye ISBN 978-975-397-116-4
Edith ’e
Önsöz
Bilimin kurum sallaşm ış bir araştırm a sanatı olarak değişik meyveleri vardır. G ünüm üzde en iyi tanıtılan ü rü n leri hiç kuşkusuz insan eko nom isinin geleneksel biçimlerini ivm elenen bir oranda değiştirmekte olan teknolojik becerilerdir. Ama bilim henüz şimdiki kamu dikkatinin odağında olmayan başka birçok şeyden de sorumludur, üstelik bunların bir bölüm ü sık sık bilimsel girişimin en değerli hasadı olarak ödüllendi rilmiş ve ödüllendirilmeyi sürdürüyor olsa da. Bunlar arasında en önde gelenler şunlardır: Çeşitli tiplerde olay ve süreçler için temel belirleyici koşullan ilgilendiren genelleştirilmiş kuramsal bilginin elde edilmesi; insanların bilinçlerinin barbarca edim lere ve ezici korkulara kaynak lık eden eski boşinançlardan kurtarılması; ahlaksal ve dinsel dogm alar için entellektüel tem ellerin yıkılması ve b u n a bağlı olarak toplum sal türesizliklerin sürmesi için usdışı törenin sert kabuğu yoluyla sağlanan koruyucu ö rtüde bir zayıflama; ve, daha genel olarak, nüfusun giderek büyüyen b ir kesim inde geleneksel inançlara karşı sorgulayıcı bir en tellektüel tutum un aşamalı gelişimi—bir gelişim ki, sık sık daha önce dizgesel eleştirel düşünceye kapalı alanlarda m antıksal yöntem lerin benim senm esinin eşliğinde yer alır. Bu yöntem ler, güvenilir gözlem verileri tem elinde, olgu sorunlarını ya da istenebilir politik çözümleri ilgilendiren almaşık sayıltıların değerini ölçer. Kısa da olsa bu bölüm sel liste bilimsel girişimin genel olarak özgür lükçü b ir uygarlık düşüncesi ile bağlanan özlem lerin d uruluk içinde anlatılmasına olduğu gibi gerçekleşm esine de ne denli katkıda bulun duğunu açığa serm ek için yeterlidir. Yalnızca bu nedenle, olaylar üze rinde yetkin entellektüel ve pratik denetim sağlam anın bir yolu olarak bilimin özenli incelem e uğruna sona ermeyen bir konu olması şaşırtıcı değildir. Ama bu ne olursa olsun, bilimsel araştırm anın doğası ve insan yaşamı için önem i üzerine düşüncenin kayıtları geriye, kuramsal bili m in Yunan antikçağındaki başlangıçlarına gider; ve Batı felsefesinin
tarihinde kendi günlerindeki bilim in ortaya çıkardığı problem ler üze rine ciddi olarak kafa yormamış dikkate değer çok az d ü şünür vardır. Sonuç olarak, ‘bilim felsefesi’ terim inin özel bir incelem e dalı için ad olarak kullanım ının göreli olarak yeni olm asına karşın, ad felsefenin ‘m antık,’ ‘bilgi kuram ı,’ ‘m etafizik,’ ve ‘ahlaksal ve toplum sal felsefe’ gibi geleneksel bölüm leri için başlıklar altında yüzyıllar boyunca sür dürülm üş olan araştırm alar ile süreklilik içinde duran araştırmaları be lirtir. Dahası, zaman zaman terim in kitaplara, eğitim kurslarına ve bilgi toplum lanna verilen başlıklarda yaygın olarak kullanılmasının yarattığı izlenim e—kendi aralarında yakından ilişkili bir sorular küm esini ele alan açıkça sınırlı bir disiplini belirttiği izlenimine—karşın, günüm üzde geliştirildiği biçimiyle bilim felsefesi iyi tanım lanm ış b ir çözüm lem e alanı değildir. Tersine, alana katkıda b u lu n an lar sık sık keskin karşıt lıklar içindeki amaç ve yöntem ler sergiler; ve genellikle ona ait olarak sınıflandırılan tartışmalar toplu olarak felsefenin geleneksel ilgisi olmuş olan problem lerin heterojen küm esinin büyük bölüm ü ile örtüşür. Bu kitap, bilim felsefesinde b ir d enem e olm asına karşın, gene de daha tümleşik bir sorular küm esini ele alır, ve kapsadığı alan bilimsel araştırm anın m antığını ve entellektüel ürünlerinin mantıksal yapısını çözümlem e hedefi yoluyla denetlenir. Birincil olarak bilimsel bilginin örgütlenm esinde olduğu gibi kullanım ları (özel tekniklerdeki sık de ğişimlere ve tözsel kuram daki devrim lere karşın) m odern bilimin en dayanıklı özelliği olan mantıksal yöntem lerin örgütlenm esinde de ser gilenen mantıksal kalıpların bir gözden geçirilmesidir. Kitap buna göre bilim felsefesi üzerijıe ölçün çalışma ve derslerde sık sık ve uzunlamasına tartışılan ama bana onun hedefi ile ilgili görünmeyen birçok sorunu göz ardı eder—örneğin duyu algısının epistemolojisi ile, ya da özelleşmiş bilimsel bulguların b ü tü n lü ğ ü n ü “anlaşılır” kılma amacıyla önerilen kozmik sentezler ile ilgili sorunlar gibi. Ö te yandan, eğer tartışılmaları bilimsel yöntem in ve meyvelerinin d u ru olarak anlaşılm asına katkıda bulunabilecek ise, bilimin edimsel uygulaması ile ancak uzaktan ilgili görünebilecek sorunları irdelem ede duraksam adım—örneğin bilimsel kuramların duyusal gözlem verilerine ilişkin bildirimlere çevrilebilirliği ni, ya da ahlaksal sorum luluğun yüklenmesi için evrensel determinizme inancın anlam ını ele alan sorular gibi. Bu kitapta problem leri tartışm a düzeni bir ölçüde önem li ve ayırdedici bir bilimsel ideal olarak kapsayıcı ve sağlam-temelli açıklamaların elde edilmesi üzerine getirdiğim vurguyu yansıtır. Ama bu vurguya ba kılmaksızın, bilim m anüğının incelemesi uygun çözüm leme ve açımla m a uğruna üç birincil bölüm e ayrılabilir. Birinci bölüm başlıca bilim- , sel açıklam aların doğasını—m antıksal yapılarını, karşılıklı ilişkilerini, araştırmadaki işlevlerini ve bilgiyi dizgeselleştirmek için aygıtlarını—ele alan problem lere ayrılmıştır, ikinci bölüm bilimsel kavramların manük- . sal vapılan— değişik tanım ve ölçüm teknikleri yoluyla eklemlenişleri,
gözlem verilerine bağlanm aları, ve bilimsel olarak anlam lı olm alarının koşullan— ile ilgili sorular üzerinde yoğunlaşır. Ü çüncü bölüm çeşitli bilim lerdeki bilgi savlarının değerlendirilm esini—olası çıkarsamanın yapısını, kanıtın tartılm asında kullanılan ilkeleri, ve tüm evanm lı uslam lam aların geçerliğini— ele alan problem lere ayrılmıştır. Bu bölüm sel olarak çakışan üç p roblem küm esi bilim m antığının dizgesel olarak birleşm iş incelem esini oluşturur; gene de, soruların h e r bir kümesi ancak zaman zaman başka küm eler altına alm an sorunlara yapılan gön derm eler ile irdelenebilir. Buna göre, bu kitap başlıca yukarıdaki üçlü bölüm lem eden birincisi altına düşen sorulara ayrılmış olsa da—öteki iki bölüm deki problem ler şu günlerde hazırlanm akta olan bir kitapta ayrıntılı olarak tartışmak üzere ayrılmıştır—, kitap kendi içinde gereken herşeyi kapsar; ve öteki bölüm lerin özeğinde yatan am a bu kitapta doğ rudan belirtilm eleri gereken sorunlar onda en azından kısaca dikkate alınmıştır. Bu kitabı m eslekten felsefe öğrencilerinden daha geniş bir okuyucu kitlesi için yazmaya çalıştım, ve b u n u onda tartışılan kimi soruların belki de başkaları için çok az ilgi çekici olm alarına karşın bir bü tü n olarak kitabın dar sınırlı profesyonel ilgiden daha çoğunu hak eden sorunlun ele aldığı kanısı ile yaptım. B una göre, sağın form alizm belli teknik problem lerin çözümü için ne denli yararlı olsa da, çözümlemelerin yük sek düzeyde formalize edilmiş sunum larından ya da m odern biçimsel mantığın özel simgesel notasyonunun kullanım ından kaçındım. Bilimin özel dallarında kullanılan güç teknik kavramlara değinmeyi bütünüy le dışlamak kitabın özsel amacı açısından tutarsız olurdu; öte yandan, kitap böyle kavramların kendilerine ulaşmayı istediğim birçok okur için tanıdık olmaları olası olmadığı zaman onları açıklama girişiminde bulu nur. Ayrıca bir dizi som ut alanda—fizikte olduğu gibi toplumbilimde ve yaşambilimde de—işleyen bilimsel yöntem lerin karakterini sergilemeye de çalıştım. Başlangıçta çalışmanın kapsam ına almayı istediğim başka birçok özel disiplinin atlanması pahasına da olsa, b u n u yapmamın ne deni bir yandan değişik alanlardan gelen okuyuculara açıkça önem li ayrımlara karşın bilimsel usun işlemlerinde temel bir mantıksal süreklili ğin olduğunu gösterebilmek, ve öte yandan böyle bir okuyucu alanının üyeleri için bilimsel usun çalışmalarına karşı yöneltilen (sık sık belli bir “yüksek bilgelik” adına) yürürlükteki eleştiri dalgasını haktanır bir tinde değerlendirm ek için geniş bir tem el sunmaktı. Bu kitaptaki birçok bölüm önem li ölçüde gözden geçirilmiş biçim de d ah a ö n ced en yayımlanmış gereci kapsar. Aşağıdaki m akalelerin yayımcılarına onları bu kitapta kullanm ak için verdikleri izinden ötü rü teşekkür etm ek isterim: “T he Causal Character o f M odern Physical Theory,” Freedom and Reason’da (yay. haz. S. Baron, E. Nagel ve K. S. Pinson), T he Free Press, Glencoe, 111., 1951; “T he M eaning of Deduction, in the N atural Sciences,” Science and CÂvilization ’da (yay. haz. B.
C. Stauffer), T h e University o f W isconsin Press, 1949; “Teleological Explanation an d Teleological Systems,” Vision and Action ’da (yay. haz. S. B atner), Butgers University Press, 1953; “Science, With and W ithout W isdom,” The Saturday Revietu o f Literatüre, 1945; “W holes, Sums and Organic U nities,” Philosophical Studies, 1952; “Mechanistic Explanation and Organism ic Biology” ve “D eterm inism in History,” Philosophy and Phenomenological Research, 1951 ve 1960; ve “Some Issues in the Logic of Historical Analysis,” Scientific Monthly, 1952, A merican Association for the A dvancem ent o f Science’m izniyle. Kitabını yazarken üsdendiği kişisel borçlan kabul etm ek bir yazarın ayncalığıdır, ve tüm ünü sıralamam olanaklı olmasa da, kendilerine borçlu olduğum başlıca adları m em nuniyetle belirtiyorum . Bilim felsefesine ilgim in yaratıcısı öğretm enim m erhum M orris B. C o h e n ’dir, ve ona düşüncem e verdiği yön için olduğu gibi öğrettiklerinden gelen sürekli uyan için de m innettanm . Ne Rudolf Carnap ne de Philipp Frank resmi olarak öğretm enlerim oldular, ama kendileri ile 1934’ten bu yana bilim m antığı üzerine yaptığım sayısız söyleşiden büyük yararlar sağladım; ve görgül toplum sal araştırm anın yöntem bilim sel problem leri üzeri ne Paul. F. Lazarsfeld ile yıllarca süren aydınlatıcı konuşm alarım dan eşit ölçüde paha biçilmez bilgiler edindim . Beni yüreklendiren başka dostlardan da değerli yardım lar gördüm : A braham Edel, Albert Hofstadter ve Sidney H ook ile gençlik günlerim izden bu yana sürdürm ekte olduğum uz yüksek felsefi söylemden ve elyazmasının tam am lanışının değişik aşam alarında çeşitli bölüm ler üzerine eleştirilerinden büyük yarar sağladım. Jo h n C. Cooley, Paul Edwards, H erb ert Feigl, Charles Frankel, Jo h n G rîgg, Cari G. H em pel, Sidney M orgenbesser, Meyer Schapiro ve Patrick Suppes kendileri ile yaptığım birçok tartışma sırasın da düşüncelerim in durulaşm asına önem li ölçüde katkıda bulundular. Bu kitabı kendisine adadığım kanm onda söylediğim şeylerin çoğunun anlaşılırlığı için bir denek taşı olarak hizm etini dayançla sundu. Jo h n Simon Guggenheim M emorial Foundation, Rockefeller Foundation ve Ç enter for Advanced Study in the Behavioral Sciences gibi kurum lara çalışmak ve yazmak için bana kazandırdıklan boş zam andan ötürü de rinden m innettanm . E. N. South VVardsboro, Vermont Ağustos, 1960
İçindekiler
Önsöz 1. Giriş: Bilim ve Sağ Duyu 17 2. Bilimsel Açıklamanın Kalıpları 30 I. Bilimsel Açıklama Örnekleri — 3 0 II. Dört Açıklama Tipi — 35 III. Bilimler Açıklar M ı ? — 40
3. Tüm dengelim li Açıklamanın Kalıbı 43 I. II. III. IV.
Bireysel Olayların Açıklamaları — 44 Yasaların A çıklam ası— 47 Açıklamalarda Genellik — 51 Açıklamaların Epistemik Gerektirimleri — 56
4. Bilimsel Yasaların Mantıksal Karakteri 61 I. II. III. IV. V.
ilineksel ve Nomik Evrensellik— 63 Yasalar M antıksal Olarak Zorunlu M u d u r?— 66 Nomik Evrenselliğin Doğası — 70 Olguya-Aykm Evrenseller— 81 Nedensel Yasalar— 87
5. Deneysel Yasalar ve Kuramlar 93 I. Ayrım için Zeminler— 95 II. Kuramlarda Uç B üyük Bileşen — 104 III. Karşılık-Düşme Kuralları — 111
6. Kuramların Bilişsel Konumu 120 I. II. III. IV.
A n d ın m m R o lü — 121 K uram ların Betimlemeci Görüşü— 131 K uram ların Araçsakı G örüşü— 142 K uram ların Realist Görüşü— 154
7. Mekanik Açıklamalar ve Mekanik Bilimi 165 I. M ekanik Açıklama N edir? — 165 II. Mekanik B ilim inin M antıksal K o n u m u — 185
8. Uzay ve Geometri 213 I. Newtoncu Çözüm— 213 II. A n ve Uygulamalı Geometri — 224
9. G eometri ve Fizik 243 I. Alm aşık Geometriler ve Karşılıklı İlişkileri — 243 II. Geometrinin Seçimi — 261 III. Geometri ve Görelilik K uram ı — 274
10. Fiziksel Kuramda Nedensellik ve Belirlenimsizcilik 284 I. Klasik M ekaniğin Deterministik Yapısı — 285 ■» II. Fiziksel D urum un Almaşık Betimlemeleri — 292 III. Q uantum M ekaniğinin D ili — 300 IV. Q uantum K uram ının İndeterminizm i— 311 V. Nedensellik İlkesi — 322 VI. Şans ve indeterminizm — 330
11. Kuramların indirgenm esi 341 I. II. III. IV. V.
Termodinamiğin istatistiksel Mekaniğe İndirgenmesi — 343 indirgeme için Biçimsel K oşullar— 34 9 indirgeme İçin Biçimsel-Olmayan K oşullar— 362 Doğuş Öğretişi— 370 Bütünler, Toplamlar, ve Örgensel Birlikler— 383
12. Mekanistik Açıklama ve Orgenlik Yaşambilimi 401 I. Teleolojik A çıklam alann Yapısı — 404 II. Orgenlik Yaşambiliminin D uruş Noktası — 430
13. Toplumsal Bilimlerin Yöntembilimsel Problemleri 448 I. II. III. IV. V.
Denetlenen Araştırma Biçimleri — 451 Kültürel Görelilik ve Toplumsal Yasalar— 460 Toplumsal Bir Değişken Olarak Toplumsal Fenomenin B ilgisi— 466 Toplumsal Bilimin içeriğinin Öznel Karakteri— 474 Toplumsal Araştırm anın Değer-Yönelimli Yanlılığı— 485
14. Toplumsal Bilimlerde Açıklama ve Anlama 502 I. istatistiksel Genellemeler ve Açıklamalan — 502 II. Toplumsal Bilimde Işlevseleilik— 518 III. Yöntembilimsel Bireycilik ve Yorumlayıcı Toplumsal Bilim — 533
15. Tarihsel Araştırma Mantığında Problem ler 545 I. II. III. IV.
Tarihsel incelemenin Ozeksel Odağı — 545 Olasılıklı ve Türeyişsel Açıklam alar— 5 4 9 Tarihsel Araştırmada Yineleyen Sorunlar— 572 Tarihte Determinizm — 5 8 9
S Ö Z L Ü K — 603 D İZİN — 609
B İL İM İN YAPISI Bilimsel Açıklama Mantığında Problemler
Giriş: Bilim ve Sağ Duyu
M odern uygarlığın başlangıçlarından çok önce, insanlar çev releri hakkında geniş bilgi birikimleri kazandılar. Bedenlerini besleyen tözleri tanımayı öğrendiler. Ateşi keşfettiler ve ham gereçleri bannak, giysi ve aletlere dönüştürm ek için beceriler geliştirdiler. Toprağı işleme, iletişim kurm a ve kendilerini yö netm e sanatlarım yarattılar. Kimileri nesnelerin tekerlekli arabalara k yulunca daha kolay taşındığını, tarlaların büyüklüklerinin standart ölçü birim leri kullanıldığı zaman daha güvenilir bir yolda karşılaştırıldığını, ve yılın mevsimlerinin ve birçok gök fenom eninin birbirini belli bir kurallılık içinde izlediğini buldular. Jo h n Locke’un Aristoteles’e takılma sı—Tanrının insanlara karşı onları yalnızca iki-ayaklı yaratıklar yapacak kadar eli sıkı olmasa da onları ussal yaratıklar yapma işini Aristoteles’e bıraktığı—m odern bilime açıkça uygulanabilir görünür. Dünyaya ilişkin pekçok noktada güvenilir bilginin kazanılması hiç kuşkusuz m odern bilim in gelmesini ve o n u n yöntem lerinin öz-bilinçli kullanım ını beklemeyecekti. G erçekten de, b u bakım dan h e r kuşakta pekçok insan kendi yaşamında soyun tarihini yineler: Bilimlerde eğitilmiş olm a gibi bir üstünlükten yararlanmaksızın ve bilimsel yöntem lerin bilinçli olarak uygulanması söz konusu olmaksızın, kendi başına beceriler ve yetkin bilgiler elde etmeyi başarır. Eğer bilgi olarak bu kadar çok şey doğuştan yeteneklerin ve “sağ-duyu” yöntem lerinin ustaca uygulaması yoluyla kazanılabiliyorsa, bilim lere özgü özel üstünlük nedir, ve onların karmaşık entellektüel ve fiziksel aygıtlarının bilgi kazam m ına katkıları nedir? Eğer ‘bilim ’ sözcüğüne belirli bir anlam yüklenecekse, soru dikkatli bir yanıtı gerektirir.
1
Sözcük ve dilbilimsel olarak değişik biçimleri hiç kuşkusuz h er zaman ayrımına varılarak kullanılmaz, ve sık sık yalnızca şuna ya da buna onur landırıcı bir ayrıcalık yüklemek için kullanılır. Birçok insan inançlarında “bilim sel” olm aktan ve b ir “bilim çağında” yaşam aktan g u ru r duyar. B ununla birlikte, çok sık olm ak üzere g u ru rlan u ğruna keşfedilebilecek biricik zemin, atalarının ya da kom şularının tersine, ellerinde son olduğu ileri sürülen bir gerçekliğin bulunduğu kanısıdır. Bu tindedir ki fizikte ya da yaşambilimde günüm üzde kabul edilen kuram lar zaman zaman bilimsel olarak betimlenir, ve bu arada o alanlarda daha önceleri savunulan am a b u n d an böyle güvenilm eyen tüm kuram lara o etiket kesinlikle yadsınır. Benzer olarak, yürürlükteki fiziksel ve toplumsal ko şullar altında büyük ölçüde başarılı olan uygulama yolları, örneğin belli çiftçilik ya da işleyim teknikleri, arada bir başka zam anların ve yerlerin sözde “bilimsel-olmayan” uygulam aları ile karşı karşıya getirilir. Belki de ‘bilim sel’ terim ini tüm belirli içeriğinden sıyırma eğilim inin aşırı bir biçimi reklamcıların zaman zaman ‘bilimsel saç tıraşı,’ ‘bilimsel halı temizliği’ ve giderek ‘bilimsel astroloji’ gibi deyimleri içtenlikle kullan m alarında örneklenir. B ununla birlikte, yukarıdaki ö rn ek lerd en hiç birinin sözcüğe bağlanan inançların ya da uygulamaların kolayca tanına bilir ve ayırdedici karakteristiği olmadığı açığa çıkacaktır. Hiç kuşkusuz, ilk örnekte örtük olarak bulunan-öneriyi, ‘bilim sel’ sıfatının geçersiz kılınamayacak bir yolda doğru olan inançlara uygulamaya sınırlamasını kabul etm ek düşüncesizlik olacaktır—çünkü tüm ünde olmasa da çok sayıda araştırm a alanında doğruluğun yanılmaz güvenceleri eksiktir, ve bu nedenle böyle-bir ö nerinin kâbul edilmesi sonuçta sıfatı herhangi bir düzgün kullanım dan yoksun bırakacaktır. ‘Bilim’ ve ‘bilim sel’ sözcükleri gene de belirli içerikten sık sık değersizleştirilmiş kullanımlarının belirtebileceği kadar yoksun değildir. Çün kü gerçekte sözcükler ya tanınabilir, sürekli bir araştırm a girişimini ya da onun entellektüel ürünlerini belirten etiketlerdir, ve sık sık o ü rü n leri başka şeylerden ayırdeden özellikleri im lem ek için kullanılırlar. Buna göre bu bölüm de kısaca “ön-bilimsel” bilginin ya da “sağ-duyu” bilgisinin m odern bilim in entellektüel ü rü n lerin d en ayrılma yolların dan bir bölüm ünü inceleyeceğiz. Hiç kuşkusuz genellikle tanıdık ama bulanık “sağ duyu” başlığı altında toplanan inançları “bilimsel” olarak kabul edilen bilişsel savlardan ayıran keskin bir çizgi yoktur. G ene de, kendileri için am açlanan uygulama alanları açıkça puslu sınırlar taşı yan başka sözcükler (örneğin ‘dem okrasi’ terim i) d u ru m unda olduğu gibi, sağın ayırma çizgilerinin bulunmayışı bu sözcüklerden h er biri için sağlam bir anlam çekirdeğinin bulunuşu ile bağdaşmaz değildir. H er ne olursa olsun, d ah a ölçülü kullanım larında bu sözcükler gerçekte önem li ve tanınabilir ayrımları imler. Tanımaya çalışmamız gereken şey bu ayrımlardır, üstelik bunlardan kimilerini açımlayıcı vurgu ve du ru lu k , uğruna keskinleştirmeye zorlansak bile. /
1. Hiç kimse varolan özel bilim lerden birçoğunun gündelik yaşamın kılgısal kaygılarından gelişmiş olduğu olgusunu ciddi olarak tartışmaz: Geometri tarlaları ölçme ve inceleme problem lerinden, mekanik mima ri ve askeri sanatların yarattığı problem lerden, yaşambilim insan sağlığı nın ve hayvan beslem enin problem lerinden, kimya metaluıji ve boyama işleyimleri tarafından yaratılan problem lerden, ekonom i ev yönetimi ve politika yönetim inin problem lerinden vb. gelişmiştir. Hiç kuşkusuz, bilimlerin gelişimi için kılgısal sanadann problem lerinin getirdiği uyan lardan başka uyanlar da olmuştur; gene de, birinciler bilimsel soruştur m anın tarihinde önem li roller oynamışlar ve oynamayı sürdürecekler dir. H er ne olursa olsun, bilimin doğası üzerine sağ-duyu kanılannın ve bilimsel vargılann tarihsel sürekliliğinden etkilenen yorumcular zaman zaman onları bilim lerin yalnızca “örgütlü” ya da “sınıflandırılmış” sağ duyu olduklan form ülü ile ayırdetmeyi önerm işlerdir. Hiç kuşkusuz bilim lerin örgütlü bilgi kütleleri olduğu ve tüm ünde gereçlerinin belirli tiplere ya da tü rlere sınıflandırılm asının (yaşambilim de olduğu gibi, dirim li şeylerin türlere sınıflandırılm ası) vazge çilmez bir görev olduğu ortadadır. G ene de açıktır ki, önerilen form ül bilim ve sağ duyu arasındaki karakteristik ayrımlan yeterli olarak anlat maz. Bir konuşm acının Afrika gezileri üzerine tuttuğu notlar bilgileri ilginç ve etkili olarak iletme am açlan için çok iyi örgütlenm iş olabilir, am a bu nedenle o bilgiler tarihsel olarak bir bilim adını kazanmış olan şeye çevrilmiş değildir. Bir k ü tü p h an ecin in k art katalogu kitapların paha biçilmez bir sınıflandırm asını temsil eder, am a sözcüğün tarihsel çağrışım ının anlam ını bilen hiç kimse kataloğun bir bilim olduğunu söylemeyecektir. Açıkta yatan güçlük önerilen form ülün ne tür örgüt lenm enin ya da sınıflandırm anın bilim lerin karakteristiği olduğunu belirlememesidir. Öyleyse bu soruya dönelim . Sıradan deneyim in sürecinde kazanılan bilginin çoğunun belirgin bir özelliği bu bilginin belli sınırlar içerisinde doğru olabilmesine karşın, niçin olgulann ileri sürüldüğü gibi olduklan konusunda herhangi bir açıklamanın eşliğinde seyrek olarak bulunm a sıdır. Böylece tekerleğin yararını keşfetmiş olan toplum lar genellikle sürtünm e güçleri ile ilgili hiçbirşey bilmez; ne de niçin tekerlekli taşıtlar üzerine yüklenen eşyalann yerde çekilen eşyalardan daha kolay taşındı ğını bilirler. Birçok halk tan m alanlannı gübrelem enin uygunluğunu öğrenmiş, am a ancak çok azı b u n u n yapılmasının nedenleri ile ilgilen miştir. Yüksükotu gibi şifalı bitkilerin ilaç özellikleri yüzyıllar boyun ca kabul edilmiş, am a genellikle yararlı güçlerinin zemini konusunda hiçbir açıklama verilmemiştir. Dahası, “sağ duyu” kendi olguları için açıklama verm e girişim inde bulu n d u ğ u zam an—örneğin yüksükotunun bir kalp uyancısı olarak değeri çiçeğin şekli ile insan kalbinin şekli arasındaki benzerliğin terim lerinde açıklandığı zaman—açıklamalar sık sık olgular ile ilgileri üzerine eleştirel sınam alar olmaksızın kabul edilir.
Sağ duyunun sık sık L ord M ansfıeld’ın bir koloninin yeni atanan ve tüzede eğitimsiz valisine verdiği o iyi-bilinen öğüdü dinlemesi gerekir: “Bir dava hakkında karar verm ede hiçbir güçlük yoktur—yalnızca h er iki yanı dayançla dinle, sonra türenin gereği olarak düşündüğün şeyi gözden geçir, ve b una göre karar ver; am a hiçbir zaman nedenlerini açıklama, çünkü yargın büyük olasılıkla haklı, ama nedenlerin kesinlikle yanlış olacaktır.” Bilimi yaratan şey olguların kanıtı yoluyla denetlenebilir dizgesel açık lam alar için duyulan istektir; ve bilim lerin ayırdedici hedefi bilginin açıklayıcı ilkeler tem elinde örgütlenm esi ve sınıflandırılmasıdır. Daha belirli olarak, bilim ler çeşitli türlerd en olayların yer alm a koşullarını keşfetmeye ve genel terim lerde form üle etm eye çalışırlar, ve burada böyle belirleyici koşulların bildirim leri karşılık düşen olayların açıkla malarıdır. Bu hedefe ancak incelenen nesnedeki belli özellikleri ayırdetm e ya da yalıtma yoluyla ve bu özellikler arasındaki yinelenebilir bağımlılık kalıplarını saptam a yoluyla erişilebilir. Sonuçta, araştırm a başarılı olduğu zaman, şimdiye dek bütünüyle ilişkisiz olarak görünen önerm eler bir açıklam alar dizgesindeki yerlerinden ö türü belirli yol larda birbirine bağlı olarak sergilenir. Kimi durum larda araştırm a ger çekten de dikkate değer uzunluklara dek götürülebilir. O lgunun geniş erim inde yaygın olan ilişki kalıpları keşfedilebilir, ve böylece küçük bir sayıda açıklayıcı ilkenin yardımı ile bu olgulara ilişkin belirsiz olarak büyük sayıda ö n erm en in m antıksal olarak birleşm iş b ir bilgi kütlesi oluşturduğu gösterilebilir. Birleştirme zaman zaman tüm dengelimli bir dizge biçimini alır, örneğin tanıtlamalı geom etri ya da m ekanik bilimi du ru m u n d a olduğu gibi. Böylece Newton tarafından form üle edilen ilkeler gibi birkaç ilke ayın devimini, gel git dalgalarının davranışını, fırlatılan cisim lerinyollannı ve ince tüplerde sıvıların yükselişini ilgilen diren önerm eleriruyakından ilişkili olduklarını ve tüm bu önerm elerin olgulara ilişkin çeşidi özel sayıltılar ile birleşmiş ilkelerden sağın olarak çıkarsanabileceğini göstermek için yeterlidir. Bu yolda mantıksal olarak türetilm iş önerm elerin bildirdikleri değişik fenom enler için dizgesel bir açıklama elde edilir. Varolan tüm bilimlerin mekanik biliminin sergilediği yüksek düzeyde bütünleşmiş dizgesel açıklama biçimini sunması söz konusu değildir, ve gene de—doğa bilim inin çeşitli bölüm lerinde olduğu gibi toplumsal araştırma alanlarında da—başka birçok bilim için böyle sağın bir m an tıksal dizgeselleştirme bir ideal olarak işlev görmeyi sürdürür. Ama bö lüm lere ayrılmış araştırm anın bu ideali genellikle izlemeyen dallarında bile, örneğin tarihsel araştırm anın çoğunda olduğu gibi, olgular için açıklamalar bulm a hedefi genellikle h er zaman oradadır, insanlar niçin on üç A m erikan kolonisinin In g iltere’ye başkaldırırken K anada’nın bunu yapmadığını, niçin eski Yunanlıların Persleri püskürtebilm işken Rom a ord u ların a yenik düştüklerini, ya da niçin kentsel ve tecimse!
etkinliğin ortaçağ Avrupasında daha önce değil ama onuncu yüzyılda geliştiğini bilmeye çalışırlar. Yüzeysel olarak ilişkisiz önerm eler arasına belli bir bağımlılık ilişkisi getirm ek ve onu açıklamak, g örünürde da ğınık bilgi parçaları arasındaki bağıntıları dizgesel olarak sergilemek bilimsel araştırm anın ayırdedici göstergeleridir. 2. Sağ duyu ve bilimsel bilgi arasındaki bir dizi d ah a öte ayrım aşa ğı yukarı İkincilerin dizgesel karakterinin doğrudan sonuçlandır. Sağ duyunun iyi bilinen bir özelliği de, ileri sürdüğü bilginin doğru olabil mesine karşın, içerisinde inançlannın geçerli ya da kılgılarının başarılı olduğu sınırlan seyrek olarak algılayabilmesidir. G übre serpm enin to p rağın verimini koruduğu kuralı üzerine davranan bir topluluk birçok d urum da tarım tarzını başarılı olarak sürdürebilir. B ununla birlikte, toprağın açıkça kötüleşmesine karşın, kuralı kör gibi izlemeyi sürdürü yor olabilir ve dolayısıyla besin sağlanması ile ilgili kritik bir problem karşısında çaresiz olabilir. Öte yandan, toprağı güçlendirme aracı olarak g ü b ren in etkerliği için n e d e n le r anlaşıldığı ve böylece kural yaşambilim in ve toprak kimyasının ilkeleri ile bağıntılandığı zaman, kural yalnızca kısıtlı b ir geçerlik taşıyor olarak kabul edilmeye başlar, çün kü gübrenin etkerliği sağ duyunun genellikle algılamadığı koşulların sürm esine bağım lı olarak görülür. O nları bilen çok az kişi çok fazla biçimsel eğitim almış olmaksızın doğrudan çevrelerini etkileyen konu larda hem en hem en sonsuz bir beceriler türlülüğü ve sağlam bilgiler ile donatılı olan çiftçilerin güçlü bağımsızlıklarına duyduğu hayranlığı gizlemeyi başarabilir. G ene de, çiftçinin geleneksel becerisinin sınırlan dardır: Sık sık gündelik yaşam d ö n g ü sü n ü n sürekliliğinde bir kopuş olduğu zaman etkisizleşir, çünkü becerileri genellikle geleneğin ve yi neleyen alışkanlığın ü rü n lerid ir ve başarılı işleyişleri için nedenlerin anlaşılması yoluyla şekillendirilmiş değildir. Daha genel olarak, sağ-duyu bilgisi en çok belli bir sayıda etm enin aşağı yukarı değişm eden kaldığı durum larda yeterlidir. Ama norm al olarak bu yeterliğin böyle etm en lerin değişmezliği üzerine bağımlı olduğu anlaşılmadığı için—aslında, ilgili etm enlerin varoluşunun kendisi bile anlaşılmamış olabilir—, sağ duyu bilgisi ciddi bir tamamlanmamışlık gösterir. Bu tamamlanmamışlığı giderm ek dizgesel bilimin amacıdır, üstelik bu sık sık ancak bölümsel olarak gerçekleşen bir amaç olsa bile. Bilimler böylece sıradan bilgi sorunlanna ilişkin önerm elerin dizgesel bağıntılarını sergilem e sürecinin kendisi yoluyla sıradan tasarım lara incelikler getirir. Böylelikle yalnızca tanıdık kılgılann geniş olgu alanlanndaki öğeler arasındaki ilişkileri form üle eden ilkelerin terim lerinde açıklanabilir olarak gösterilmesi söz konusu değildir; o ilkeler ayrıca alışkısal davranış kiplerini değiştirme ve düzeltme için ipuçlan da sağlar ve böylece o n lan tanıdık bağlam larda daha etkili ve yeni olanlara daha uyarlanabilir kılar. B ununla birlikte, bu sıradan inançlann zorunlu ola
rak yanlış olduklan, ya da giderek deneyimin baskısı altında değişmeye özünlü olarak bilimin önerm elerinin olduğundan daha açık oldukları dem ek değildir. G erçekten de, örneğin m eşelerin palam utlardan bir gecede gelişm edikleri ya da suyun yeterince soğutulunca katılaştığı gibi sağ-duyu kanılannın asırlık ve aklanmış sağlamlıklan birçok bilim kuram ının göreli olarak kısa yaşam süreleri ile karşılaştırıldığında ağır basar. Gözlenecek özsel nokta, sağ duyu dikkatine çarpan olguları diz gesel olarak açıklama konusuna çok az ilgi gösterdiği için, inançlannın geçerli uygulamasının erim inin, gerçekte dar sınırlar içine alınmış olsa da, onun için önem li bir sorun olmadığıdır. 3. Sıradan insan gibi iş adam ının da bağdaşm az ve giderek tutarsız inançlar taşım ada gösterdiği rahatlık sık sık ironik yorum lara konu ol muştur. Böylece insanlar zaman zaman dolaşımdaki para miktannın çok büyük ölçüde arttınlm asından yana çıkacak ve aynı zam anda kararlı bir para isteyeceklerdir; dış borçların geri ödenm esinde diretecek ve aynı zamanda yabancı m allann dışalımını önlem ek için adım lar atacaklardır; ve tükettikleri besinlerin etkileri üzerine, gördükleri cisimlerin büyük lükleri üzerine, sıvıların sıcaklıklan ve gürültülerin şiddeti üzerine tu tarsız yargılarda bulunacaklardır. Böyle çatışan yargılar sık sık gözlenen olaylann doğrudan sonuçlan ve nitelikleri üzerine neredeyse dışlayıcı bir yolda takılmanın sonuçlandır. Sağ-duyu bilgileri olarak kabul edilen görüşlerin çoğu hiç kuşkusuz tanıdık şeylerin insanlann değer verdikleri şeyler üzerinde yaptıklan etkilere ilişkindir; olaylann birbiri ile ilişkileri, belirli insan kaygılarını ilgilendirm eleri dışında, dizgesel bir dikkatin ve araştırm anın konusu yapılmaz. Yargılar arasinda çatışm aların olması olgusu bilim in gelişimini gü dülendiren uyaranlardan biridir. O lguların dizgesel bir açımlamasını getirm e yoluyla, olayların koşul ve sonuçlarını saptam a yoluyla, öner m elerin birbiri ile mantıksal ilişkilerini sergileme yoluyla bilim ler böy le çatışm aların kaynaklarına çarpar. G erçekten de, büyük bir sayıda olağanüstü yetenekli kafa çeşitli bilim lerde tem el ilkelerin mantıksal sonuçlannı incelemiştir; ve daha da büyük b ir sayıda araştırmacı yine leyerek böyle sonuçları eleştirel gözlem ve deneyin bir sonucu olarak elde edilen başka ö n erm eler ile denetlem iştir. Bu kaygıya karşın, bu bilim lerde ciddi tutarsızlıkların giderilebilm esi için sağlam hiçbir gü vence yoktur. Tersine, karşılıklı olarak bağdaşmaz sayıltılar zaman za m an aynı bilim in değişik dallanndaki araştırm alar için tem eller olarak hizm et eder. Ö rneğin, fiziğin belli bölüm lerinde atom lar bir zamanlar eksiksiz olarak esnek cisim ler olarak alınırken, aynı bilim inin başka dallannda atom lara eksiksiz esneklik yüklenmiyordu. B ununla birlikte böyle tutarsızlıklar zaman zaman yalnızca görünüşte tutarsızlıklardır ve tutarsızlık izlenimi bütünüyle ayn problem sınıflannm çözümü için de ğişik sayıltıların kullanıldığının gözden kaçınlm asından doğar. Dahası,
tutarsızlıkların gerçekten tutarsızlıklar olduğu yerde bile bunlar sık sık yalnızca geçicidir, çünkü bağdaşmaz sayıltılar yalnızca başlangıçta onlara başvurulm asını gerektiren karm aşık işi yapmak için m antıksal olarak tutarlı bir kuram ın henüz bulunm am ası nedeniyle kullanılıyor olabilir. H er ne olursa olsun, sıradan inançları öylesine sık damgalayan apaçık tutarsızlıklar birleşik açıklama dizgelerini izlemede önem li ölçüde öne geçen bilim lerde yoklukları ile dikkati çekerler. 4. Daha önce belirtildiği gibi, birçok gündelik inanç yüzyılların dene yimine karşın sürm üştür ve bu durum m odern bilim in çeşitli dalların da ileri sürülen vargıların sık sık yazgısı olan göreli olarak kısa yaşam süreleri ile karşıtlık içinde durur. Bu d u ru m u n bölüm sel nedenlerin d e n biri özel olarak dikkati çekicidir. Suyun yeterince soğutulunca katılaştığı biçim indeki sağ-duyu inançlarından birini irdeleyelim; ve o önesürüm de ‘su’ ve ‘yeterince’ terim leri ile neyin im lendiğini soralım. ‘Su’ sözcüğünün, m odern bilim ile tanışık olmayanlar tarafından kul lanılırken genellikle açıkça belirli bir anlam ının olm adığı bilinen bir olgudur. O zaman sık sık aralanndaki önemli fıziksel-kimyasal ayrımlara karşın çeşitli sıvılar için bir ad olarak kullanılırken, başka sıvılar için sık sık bir etiket olarak yadsınır, üstelik bu İkinciler kendi aralarında özsel fıziksel-kimyasal karakteristiklerinde b irincilerden daha büyük bir düzeyde ayrım göstermese de. Böylece sözcük belki de yağmur gibi gökten düşen, baharda topraktan çıkan, ırm aklarda ve yol kenarındaki hendeklerde akan ve denizleri ve okyanusları oluşturan sıvıları belirt m ek için kullanılabilir; am a sözcük d ah a az sık olsa da m eyvelerden sıkılan, çorbalarda ve başka içeceklerde kapsanan, ya da insan derisi nin gözeneklerinden boşalan sıvılar için de kullanılıyor olabilir. Benzer olarak, ‘yeterince’ sözcüğü bir soğutm a sürecini karakterize etm ek için kullanılırken kimi zaman yaz ortasındaki bir günün en yüksek sıcaklığı ile kış ortasındaki bir günün en düşük sıcaklığı arasındaki kadar büyük bir ayrımı imleyebilir; başka zamanlarda, sözcük bir kış gününde öğle sonrası ve şafak zamanı sıcaklıkları arasındakinden daha büyük olmayan bir ayrımı imleyebilir. Kısaca, sıcaklık değişimlerini karakterize etm ek için sağ-duyu tarafından kullanım ında ‘yeterince’ sözcüğü o sıcaklıkla rın düzeylerinin sağın olarak belirtilmesi ile bağlı değildir. Eğer bu örnek tipik olarak alınabilirse, sağ-duyu bilgisinin form üle edilmesini ve iletilmesini sağlayan dil iki önem li belirsizlik türü sergile yebilir. ilk olarak, sıradan konuşm anın terim leri bir terim ile belirtilen şeylerin sınıfının böyle belirtilm eyen şeylerin sınıfından keskin olarak ve açık olarak sınırlanmaması (ve gerçekte onunla önem li bir düzeyde çakışabilmesi) anlam ında bütünüyle bulanık olabilir. Buna göre, böyle terim leri kullanan bildirim ler için varsayılan geçerliğin erim inin hiçbir belirli sının yoktur, ikinci olarak, sıradan konuşm anın terimleri belirgin bir özgüllük derecesinden yoksun olabilir, çünkü terim ler yoluyla imle-
nen geniş ayrımlar yine bu terim ler ile belirtilen şeyler arasındaki daha dar çizili am a önem li ayrımları karakterize etm ek için yeterli olmayabi lir. Buna göre, olaylar arasındaki bağımlılık ilişkileri böyle terimleri kap sayan bildirim ler yoluyla tam olarak belirli bir tarzda form üle edilmez. Sıradan konuşm anın bu özelliklerinin b ir sonucu olarak, sağ-duyu inançlarının deneysel den etim i sık sık güçtür, çünkü böyle inançlar için onları doğrulayan kanıtlar ve onlarla çelişen kanıtlar arasındaki ayrım kolay saptanamaz. Böylece, “genel olarak” suyun yeterince soğu tulduğunda katılaştığı inancı donm a fenom enine yönelik ilgileri gün delik yaşamlarının alışıldık hedeflerine ulaşma kaygılan ile belirlenen insanlann gereksinimlerine yanıt verebilir, üstelik bu inancı kodlamada kullanılan dilin bulanık ve özgüllükten yoksun olmasına karşın. Böyle insanlar bu n ed en le inançlarında b ir değişki için n e d en görm eyebi lirler, üstelik okyanus suyunun sıcaklığının donm aya başlayan kuyu suyunun sıcaklığı ile açıkça aynı olmasına karşın donam adığını, ya da kimi sıvılann katı durum a değişm eden önce başkalanndan daha büyük bir düzeyde soğutulm asının zorunlu olduğunu görebilseler bile. Eğer inançlannı böyle olgular karşısında aklamaya zorlanırlarsa, bu insanlar belki de keyfi olarak okyanusları su olarak adlandırdıktan şeylerin sını fından dışlayabilirler; ya da, almaşık olarak, in ançlanna duydukları ye nilenmiş bir güveni anlatabilirler,.ve bunu, gerekli olabilen soğutmanın düzeyine bakılmaksızın, su olarak sınıflandırılan sıvıların soğutulunca gerçekten de katılaştığı zem ininde yapabilirler. Ö te yandan, dizgesel açıklamalar için arayışlannda bilim ler sıradan dilin belirtilen belirsizliğini onu yeniden şekillendirerek hafıfletmelidir. Ö rneğin fiziksel kimya suyun eğer yeterince soğutulursa katılaştığı biçi m indeki gevşek olarak form üle edilmiş genellem e ile yetinmez, çünkü bu disiplinin amacı, başka şeyler arasında, içme suyunun ve sütün niçin belli sıcaklıklarda d o n d u ğ u n u açıklamaktır, üstelik o sıcaklıklarda ok yanus suyunun donm am asına karşın. Bu am aca ulaşm ak için, fiziksel kimya öyleyse çeşitli su türleri ve çeşitli soğutm a m iktarları arasına açık aynmlar getirmelidir. Çeşitli aygıtlar dilbilimsel anlatım lardaki bulanık lığı azaltır ve özgüllüğü arttırır. Sayma ve ölçm e birçok amaç için bu tekniklerin en etkili olanları, ve belki de en tanıdık olanlandır. Şairler görülür gökyüzüne saçılmış yıldızların sonsuzluğu için şiirler yazabilir, am a gökbilimci onların sağın sayılarını saptamayı isteyecektir. Metal zanaatçısı dem irin kurşundan daha sert o lduğunu bilm ekle yetinebi lir, am a bu olguyu açıklamayı isteyen fizikçi sertlikteki ayrımın sağın bir ölçüsünü isteyecektir. Buna göre, böyle getirilen sağınlığm apaçık am a önemli bir sonucu bildirim lerin deneyim yoluyla daha tam ve eleş-ı tirel sınamaya yetenekli olmasıdır. Ön-bilimsel inançlar sık sık b e lirli' deneysel sınam alardan geçirilm eye yeteneksizdir, çünkü o inançlar çözümlenm em iş olgulann belirsiz bir sınıfı ile bulanık olarak bağdaşa bilir. Bilimsel bildirimler, daha yakından özgülleştirilmiş gözlem geçeç-
leri ile anlaşma içinde olmaları istendiği için, böyle veriler tarafından çürütülm e açısından daha büyük riskler taşır. Sıradan ve bilimsel bilgiler arasındaki bu ayrım kabaca ateşli silahları kullanm ak için saptanabilecek ustalık ölçünlerindeki ayrımlara andırımlıdır. Eğer ustalık ölçünü yüz ayak uzaktan bir samanlığın duvarını vurma yeteneği olsaydı, pekçok insan usta nişancı olarak nitelendirilir di. Ama o uzaklığın iki katı kadar uzaklıktan üç parm aklık bir hedefi düzgün olarak vurmaları istendiğinde ancak çok daha küçük bir sayıda birey bu gerektirimi yerine getirebilir. Benzer olarak, güneşin sonbahar ayları sırasında tutulacağı tahm ininin doğru çıkması tutulm anın yılın sonbahannda verili bir günde belirli bir kıpıda olacağı tahm ininin doğ ru çıkm asından daha olasıdır. İlk tahm in tutulm a yaklaşık olarak yüz günün herhangi biri sırasında yer alırsa doğrulanacaktır; ikinci tahmin tutulm a verili zamanın bir dakikanın küçük bir kesri gibi birşey içerisin de yer almazsa çürütülecektir. ikinci tahm in birincisi yanlış olmaksızın yanlış olabilir, am a tersi olamaz; ve ikinci tahm in öyleyse birincisi için varsayılanlardan daha sağın deneysel denetim ölçünlerini doyurmalıdır. Bilimsel dilin bu d ah a büyük belirliliği niçin o kadar çok sağ-duyu inancının sık sık yüzyıllarca süren ve bilimin az sayıda kuram ında görü len türde bir sağlamlığının olduğunu açıkça göstermeye yardım eder. Çok dikkatli deneysel gözlemin sonucu ile yineleyen yüzleşmeler karşı sında sarsılmadan kalan bir kuramı geliştirmek ölçünler böyle deneysel veriler ve kuram dan türetilen tahm inler arasında geçerli olması gereken anlaşma için yüksek olduğu zaman güç iken, bu iş böyle ölçünler gevşek olduğu ve kabul edilebilir deneysel kanıtın dikkatli olarak denetlenen yordam lar ile doğrulanm ası istenm ediği zam an d ah a kolaydır. Daha ileri bilim ler gerçekte hem en hem en h e r d urum da bir kuram üzerine dayalı tahm inlerin deney sonuçlarından kuramı geçersiz kılmaksızm sa pabilmesinin düzeyini belirler. Böyle izin verilebilir sapmaların sınırlan genellikle oldukça dardır, öyle ki kuram ve deney arasında sağ-duyunun genellikle önemsiz olarak göreceği uyumsuzluklar sık sık kuram ın ye terliği için ölüm cül olarak yargılanır. Ö te yandan, bilimsel bildirim lerin daha büyük belirliliğinin onları yanlış çıkma açısından daha az sağın olarak bildirilmiş sağ-duyu inançlannm karşılaştığından daha büyük riskler karşısında bırakmasına kar şın, birincilerin İkinciler üzerinde daha önem li bir üstünlüğü vardır. Kapsamlı am a açıkça eklem lenm iş açıklama dizgeleri içine katılmak için daha büyük bir sığaları vardır. Böyle dizgeler deneysel veriler tara fından yeterli olarak doğrulandığı zaman, deneysel olarak tanınabilir am a ayn tü rd en birçok olgu arasında sık sık beklenm edik bağımlılık ilişkileri kodlarlar. Sonuçta, böyle bir dizgeye ait bildirim ler için doğ rulayıcı kanıt sık sık böyle bir dizgeye ait olmayan bildirim ler (örneğin sağ-duyu inançlarını anlatanlar gibi) için olduğundan daha büyük bir hızla ve dah a büyük niceliklerde birikebilir. B unun n ed eni böyle bir
dizgedeki bildirim ler için kanıtın geniş bir olaylar sınıfının gözlemleri yoluyla elde edilebilir olmasıdır ki, bu olayların birçoğuna o bildirimler belirtik olarak değinmeyebilse de, dizgenin o sınıftaki olaylar arasında bulunduğunu ileri sürdüğü bağımlılık ilişkileri göz ö n ü n e alındığında, b u n lar gene de söz konusu bildirim ler için ilgili kanıt kaynaklarıdır. Ö rneğin izgeölçümsel çözümlem e verileri m odern fizikte çeşitli tözle rin kimyasal yapılarını ilgilendiren sayıltıları sınamak için kullanılır; ve katiların ısıl özellikleri üzerine deneyler ışık kuram larını desteklemek için kullanılır. Kısaca, bildirimlerin belirliliğini arttırarak ve onlan man tıksal olarak tümleşik açıklama dizgeleri içine katarak, m odern bilim sınam a yordam ının ayırdetm e güçlerini keskinleştirir ve vargıları için ilgili kanıtların kaynaklarını arttırır. 5. Daha önce geçerken değinildiği gibi, sağ-duyu bilgisi büyük ölçüde olayların insanlar için özel değeri olan şeyler üzerindeki etkileri ile ilgilenirken, kuramsal bilim genel olarak öyle yerel değildir. Dizgesel açıklamalar için arayış araştırm anın şeyler arasındaki bağımlılık ilişki lerine onların insansal d eğ erler üzerindeki etkilerine bakılmaksızın yöneltilmesini ister. Böylece aşırı bir d urum u alırsak, astroloji yıldızla rın Ve gezegenlerin göreli konum lan ile böyle kavuşumların insanlann yazgıları için ö nem lerini belirleyebilm ek için ilgilenir; karşıt olarak, astronom i gök cisim lerinin göreli konum ve devim lerini insanların talihlerine gönd erm e olmaksızın inceler. B enzer olarak, at ve başka hayvanların yetiştiricileri belli insan am açlarını yerine getirecek soylar geliştirme problem i ile ilgili çok fazla beceri ve bilgi kazanmıştır; öte yandan kuramsal yaşambilimciler böyle problem ler ile yalnızca şöyle bir kaygılanır, ve başka şeyler arasında kalıtım düzeneklerini çözümlemek ve kalıtımsal gelişim yasalarını saptamakla ilgilenir. B ununla birlikte,-kuramsal bilgi ve sağ-duyu bilgisi arasındaki bu yö nelim aynm ının önem li bir sonucu kuramsal bilim in şeylerin dolaysız değerlerini bile bile göz ardı etmesidir, öyle ki bilim in bildirim leri sık sık gündelik yaşamın tanıdık olay ve nitelikleri ile ancak belli belirsiz ilgili görünür. Ö rneğin birçok insana optik fenom enlerin dizgesel bir açıklamasını sağlayan elektrom anyetik kuram ı ve gün batım ında görü lebilecek parlak renkleri aşılamaz bir uçurum ayırıyor gibi görünür; ve dirimli cisimlerin örgütlenm esinin anlaşılmasına katkıda bulunan asıltılar/colloids kimyası insanlann sergilediği çeşitli kişilik özelliklerinden eşit ölçüde olanaksız bir uzaklıkta yatıyor görünür. Hiç kuşkusuz kabul edilm elidir ki bilimsel bildirim ler büyük ölçüde soyut kavram lardan yararlanır, ve bunların şeylerin alışıldık ortamla-, rın d a sergiledikleri tanıdık nitelikler ile ilgileri h içb ir biçim de açık' değildir. G ene de böyle bildirim lerin yaşamın olağan gidişinde karşı laşılan sorunlar ile ilgileri de tartışm a götürm ez. Bilimsel kavramlarııj alışılmadık ölçüde soyut karakterinin, tıpkı o n lan n alışıldık deneyimde
bulunan şeylerin özelliklerinden sözde “uzaklıkları” gibi, dizgesel ve kapsamlı açıklamalar için arayışa kaçınılmaz olarak eşlik ettiklerini göz den kaçırm am ak gerekir. Böyle açıklam aları elde etm ek için şeylerin bireysel nesne ve olayların genellikle tanınm asını ve ayırdedilmesini sağlayan tanıdık nitelik ve ilişkilerinin bulunuşunun geniş bir nesneler ve süreçler sınıfını çeşitli yollarda karakterize eden daha başka yaygın ilişkisel ya da yapısal özelliklerin bulunuşu üzerine bağımlı olduğunun gösterilm esi gerekir. B una göre, nitel olarak tü rlü şeyler açısından açıklam anın genelliğini elde etm ek için, o yapısal özellikler tanıdık deneyimin bireyselleştirici nitelik ve ilişkilerine gönderm e olmaksızın ve onlardan soyutlama içinde form üle edilmelidir. Böyle genelliği elde etm e uğrunadır ki, örneğin cisimlerin sıcaklıkları fizikte doğrudan doğ ruya duyum sanan sıcaklık ayrım larının terim lerinde değil, am a geniş bir tersinir ısıl döngüler sınıfını karakterize eden soyut olarak formüle edilmiş belli ilişkilerin terim lerinde tanımlanır. B ununla birlikte, form ülasyonda soyutluğun bilimsel bilgide kuşku duyulmayan bir özellik olmasına karşın, sağ-duyu bilgisinin soyut kav ramları kapsamadığını sanmak açık bir yanılgı olacaktır. İnsanın ölümlü bir yaratık old u ğ u n a inanan herkes hiç kuşkusuz burada insanlık ve ölüm lülük soyut kavram larını kullanır. Bilimin kavramları sağ duyu n u n kavram larından yalnızca soyut olm ada ayrılmaz. Yaygın yapısal özelliklerin formülasyonları olm ada ayrılırlar, ki b unlar şeylerin sınırlı sınıflarının genellikle ancak yüksek düzeyde özelleşmiş koşullar altın da sergilediği tanıdık özelliklerden soyutlanmıştır, doğrudan gözleme ancak karmaşık mantıksal ve deneysel yordam lar yoluyla açık olan so runlar ile ilgilidir, ve türlü fenom enlerin kapsamlı erim leri için dizgesel açıklamalar geliştirme gibi bir amaç göz önüne alınarak eklemlenmiştir. 6. M odern bilim ve sağ duyu arasında daha önce sözü edilen zıtlık larda örtü k olan önem li bir ayrım vardır ki, bilim in bilişsel savlarını dikkatle d en etlen en koşullar altında elde edilen eleştirel olarak sınayıcı gözlem verilerinin yineleyen meydan okuması karşısında bırakan bilinçli politikasından türer. B ununla birlikte, daha önce değinm e fır satımızın olduğu gibi, bu dem ek değildir ki sağ-duyu inançları kaçınıl maz olarak yanlıştır ya da görgül olarak doğrulanabilir olguda hiçbir temelleri yoktur. Gerçekte, dem ektir ki, sağ-duyu inançları, yerleşik bir ilke sorunu olarak, kendilerinin ve geçerlik erim lerinin doğruluğunu belirlem e u ğ ru n a kazanılan verilerin ışığında dizgesel yoklama altına getirilmez. Ayrıca dem ektir ki bilim de yetkin olarak kabul edilen kanıt bilinen yanılgı kaynaklannın giderilmesi göz önünde tutularak saptanan yordam lar yoluyla elde edilmiş olmalıdır; ve dahası, dem ektir ki araştır ma altındaki problem e yanıt olarak önerilen herhangi bir hipotez için eldeki kanıtın ağırlığı değerlem e kanonlarının (canons of evaluation) yardımıyla değerlendirilm elidir ki, bu kuralların yetkesinin kendisi on
ların geniş bir araştırm alar sınıfındaki perform ansları üzerine dayanır. Buna göre, bilim de açıklama u ğruna arayış yalnızca bulanık bir yolda uylaşımsal deneyim in tanıdık “olguları” için açıklama getirecek prima facie usayatkın kimi “ilk ilkeler” u ğruna bir arayış değildir. Tersine, ger çekten sınanabilir olan açıklayıcı hipotezler uğruna bir arayıştır, çünkü onlardan işlerin hem en hem en tasarlanabilir h er durum u ile bağdaşabi lir olmayacak denli sağın mantıksal sonuçlar taşımaları istenir. Öyleyse hipotezler reddedilm e olanağına açık olmalıdır—bir olanak ki, edimsel olguların neler olduğunu belirlem ek için bilimsel arayışa tamamlayıcı olan eleştirel yordam ların sonucu üzerine dayanacaktır. Tam şimdi betim lenen ayrım bilim in vargılarının, sağ-duyu inanç larından ayrı olarak, bilimsel yöntem in ü rü n leri olduğu deyişi ile de anlatılabilir. Bununla birlikte, bu kısa form ül yanlış yorumlanmamalıdır. Ö rneğin bilimsel yöntem in uygulamasının kabul edilmiş olgu sorunla rına doyurucu açıklamalar getirm e amacıyla deneysel keşifler yapmak için ortaya koyulan kuralları izlemekten oluştuğunu ileri sürüyor olarak anlaşılm am alıdır. Bilim de keşif ve icat için hiçbir kural yoktur, tıpkı sanatlarda da olmaması gibi. Ne de form ül bilimsel yöntem in uygula masının araştırm a altındaki konuya ya da problem e bakılmaksızın tüm araştırm alarda belli bir özel teknikler küm esinin (örneğin fizik bilimin de kullanılan ölçüm tekniklerigibi) kullanılmasından oluştuğunu ileri sürüyor olarak yorumlanmalıdır. Deyişin böyle bir yorum u am acının bir karikatürüdür; ve h er ne olursa olsun, deyiş o yorum üzerine saçmadır. Ve ne de, son olarak, form ül bilimsel yöntem in uygulamasının başka türlü araştırm am a sonucunu bozabilecek kişisel eğilimin ya da yanılgı kaynağının h e r biçimini etkili olarak giderdiğini ya da daha genel ola rak yöntemi kullanan araştırm aların ulaştığı h e r vargının doğruluğunu sağlama bağladığını ileri sürüyor olarak okunm alıdır. Ama gerçekte böyle hiçbir güvence verilemez; ve önceden saptanmış hiçbir kurallar kümesi araştırm anın gidişini zararlı olarak etkileyebilecek um ulm adık önyargılara ve başka yanılgı nedenlerine karşı otom atik bir koruyucu olarak hizm et edemez. Bilimsel yöntem in uygulaması kanıt değerindeki verilerin elde edil mesini sağlayan yordamların güvenilirliğini yargılamak için, ve vargılara tem el olan kanıtın tanıtlayıcı gücünü değerlendirm ek için, denenm iş kanonlann ışığı altında uslamlamaların diretken eleştirisidir. O kanonla rın belirlediği ölçünlere göre değerlendirilm iş olarak, verili bir hipotez bildirilen kanıt yoluyla güçlü olarak desteklenebilir. Ama bu olgu, kanıt değerindeki bildirim ler d oğru olarak kabul edilseler bile, hipotezin do ğ ru lu ğ u n u n güvencesi değildir—eğer, görgül b ilim lerde gözlem verileri için genellikle kabul edilen ölçünlere aykırı olarak, desteğin derecesi geçerli b ir tüm dengelim li uslam lam anın öncüllerinin onun vargısına verdiği derece değilse. Buna göre, bilim in ve sağ duyunun bilişsel savlan arasında birincilerin bilimsel yöntem in ürünleri olması pl-
gusundan doğan ayrım birincilerin kaçınılmaz olarak doğru olduğunu imlemez, im lediği şey sağ-duyu inançları genellikle eldeki kanıtın eleş tirel bir değerlendirm esi olmaksızın kabul edilirken, bilimin vargıları için kanıtın ise benzer olarak yapılanmış kanıtın desteklediği vargıların önem li bir oranının yeni veriler elde edildiği zaman ek olgusal veriler ile iyi bir anlaşma içinde kaldığı bir yolda ölçünlere uyum gösterdiğidir. Bu noktaların daha öte tartışılması ertelenm elidir. B ununla birlikte, burada kısa bir ekleme gerekecektir. Eğer bilimin vargıları kanıt elde et mek ve değerlendirm ek için kesin bir politika ile uyum içinde yürütülen araştırm aların ü rünleri ise, o vargılara geçerli olarak güven duymanın gerekçesi o politikanın değeri üzerine dayanmalıdır. Kabul edilmelidir ki, kanıt ileri sürm ek için politikayı tanımlayan kanonlar en iyisinden ancak bir ölçüde belirtik olarak kodlanm ıştır ve başlıca yalnızca yetkin araştırmacıların araştırm alarının yönetilmesinde sergiledikleri entellek tüel alışkanlıklar olarak işlerler. Ama bu olguya karşın, bu politikanın güvenilebilir ve dizgesel olarak düzenlenm iş bilgi yolunda başarmış olduğu şeylerin tarihsel kaydı politikanın o n a alm aşıklar üzerindeki üstünlüğü açısından ciddi olarak kuşku duymak için çok az yer bırakır. Bilişsel savlan ve m odem bilimin mantıksal yöntemini genel bir yolda ayırdeden özelliklerin b u kısa gözlemi ortaya ayrıntılı incelem e için çeşitli sorular getirir. Bilimin vargıları kurumsallaşmış araştırm a dizge sinin insanların yaşam larında giderek artan bir biçim de önem li bir rol oynayan meyveleridir. Buna göre, o toplum sal kurum un örgütlenmesi, gelişim ve etkisinin koşul ve evreleri, ve genişlem esinin sonuçları top lumbilimciler, ekonomistler, tarihçiler ve ahlakçılar tarafından yinele yerek araştırılmıştır. B ununla birlikte, eğer çağdaş toplum da bilimsel girişimin doğası ve yeri doğru olarak anlaşılacaksa, bilimsel bildirimlerin tip ve eklem lenm eleri gibi bilimsel vargıların saptanm asını sağlayan m antık da dikkatli çözümlemeyi gerektirir. Bu bilim felsefesinin yerine getirmeyi üstlendiği bir görevdir—ve bir görev ki, biricik görev olmasa da büyük bir görevdir. Tam şimdi tam am lanan gözlem yoluyla gerçekte böyle bir çözüm lem e için üç geniş alan önerilmiştir: Açıklamalann bi limlerde sergilediği mantıksal kalıplar; bilimsel kavramların kurulması; ve bilimsel vargılann geçerli kılınması, izleyen bölüm ler dışlayıcı olarak olmasa da birincil olarak bilimsel açıklam aların yapısını ilgilendiren sorunlan ele alacaktır.
Bilimsel Açıklamanın Kalıpları
Önceki bölüm bilimsel girişimin ayırdedici am acının sorum luluk ile desteklenen dizgesel açıklamalar sağlamak olduğunu ileri sürdü. Göreceğimiz gibi, böyle açıklamalar bireysel olay lar için, yineleyen süreçler için, ya da değişmez kurallılıklar için olduğu gibi istatistiksel kurallılıklar için de teklif edilebi lir. Bu görev bilim lerin biricik uğraşı değildir, çünkü çabalarının ço yeni deneyim alanlarında olguların neler olduğunun saptanm asına yö neliktir—olgular-ki, onlar için açıklamalar daha sonra araştınlabilecektir. Gerçekten de açıktır ki verili herhangi bir zam anda değişik bilimler gelişmekte olan dizgesel açıklam alar üzerine getirdikleri vurguda ve ayrıca böyle açıklayıcı dizgeleri elde etm elerindeki tamlık derecesinde de ayrılır. B una karşın, dizgesel açıklam alar için arayış kabul edilen bilimsel disiplinlerin hiç birinde hiçbir zaman bütünüyle eksik değil dir. Bilimsel açıklam alar için bu gerektirim i ve bilimsel açıklamaların yapısını anlam ak öyleyse bilimsel girişimin yaygın bir özelliğini anlamak demektir. Bu bölüm çeşitli bilim lerde karşılaşılan g ö rü n ü rd e değişik açıklama biçimlerini ön bir yolda ele alarak böyle bir anlayış için zemini hazırlamaya çalışacaktır.
2
I. Bilimsel Açıklama Örnekleri Açıklamalar ‘Niçin?’ sorusuna yanıtlardır. B ununla birlikte, ‘niçin’ söz cüğünün ikircimsiz olm adığını ve değişen bağlam lar ile değişik yanıl, türlerinin o n a anlamlı yanıtlar sunduğunu gösterm ek için çok düşün mek gerekmeyecektir, izleyen kısa liste ‘niçin’in kullanım ının örnekle rini kapsar ve bunlardan birçoğu sözcüğün yardımı ile sorulan sorular için kabul edilebilir yanıtlar üzerine ayırdedici kısıtlamalar dayatır,30
1. N içindir ki 1 ile başlam ak üzere herh an g i b ir sayıda ardışık tek tam-sayınm toplam ı h e r zaman eksiksiz bir karedir (örneğin 1 + 3 + 5 + 7 = 16 = 42)? Burada açıklanacak “olgu” (ki b una explicandum denir) tanıdık olan ama tam bir saydamlık içinde d uru olmayan ve yadsınması kendi ile çelişkili olm a anlam ına gelen “zorunlu doğruluk” etiketi için bir istem olarak kabul edilecektir. Soruya uygun bir yanıt öyleyse explicandumun yalnızca evrensel d oğruluğunu değil am a zorunluğunu da ortaya koyan bir tanıtlamadır. Açıklama bunu eğer tanıtlam anın adım lan mantıksal tanıtlam anın biçimsel gerektirim lerine uygun düşüyorsa ve eğer, dahası, tanıtlam anın öncülleri kendileri bir anlam da zorunlu ise başaracaktır. Ö ncüller büyük olasılıkla aritm etiğin konutlam aları olacaktır; ve öncüllerin zorunlu karakteri eğer örneğin öncüller form ülasyonlannda bulunan anlatım lar ile bağlantılı anlam ları dolayısıyla doğru olarak yorumlanabiliyorsa inandıncı olacaktır. 2. Niçin bardak dün buzlu su ile dolu iken dışında nem oluştu? Bura da açıklanacak olgu bireysel bir olayın yer almasıdır. Açıklaması, geniş anahatlarda, şöyle olabilir: Bardağın sıcaklığı, bardak buzlu su ile doldu rulduktan sonra, çevredeki havanın sıcaklığından önem li ölçüde düşük tü; hava su buharı kapsıyordu; ve havadaki su b u h a n genel olarak hava ne zaman yeterince soğuk bir yüzey ile değme durum una gelirse sıvı du rum una yoğunlaşır. Bu örnekte, öncekinde de olduğu gibi, açıklamanın biçimsel kalıbı bir tüm dengelim kalıbı olarak görünür. G erçekten de, eğer açıklayıcı öncüller daha tam olarak ve daha dikkaüi olarak formüle edilseydi, tüm dengelim biçimi su götürm ez olurdu. B ununla birlikte, explicandum bu d urum da bir zorunlu doğruluk değildir, ve görünürde ne de açıklayıcı öncüller öyledir. Tersine, öncüller büyük olasılıkla ilgili gözlemsel ya da deneyimsel kanıt üzerine dayalı bildirimlerdir. 3. Niçin Avrupa ülkelerinde on dokuzuncu yüzyılın son çeyreği sıra sında Katolikler arasında intihar oranı Protestanlar arasında olduğun dan daha küçüktü? Soruya iyi bilinen bir yanıt Katoliklerin altlarında yaşadıkları kurum sal düzenlem elerin P rotestanlann toplum sal örgüt lerinin sağladığından daha büyük bir “toplum sal kohezyon” derecesi sağladığı, ve genel olarak bir topluluğun üyeleri arasında güçlü olarak örülü toplum sal bağların varoluşunun kişisel gerilim dönem leri sıra sında insanlan desteklemeye yardım ettiğidir. Bu durum da explicandum önceki örnekteki bireysel olay ile karşıtlık içinde istatistiksel olarak be tim lenen tarihsel bir fenom endir; ve önerilen açıklama öyleyse tartış ma altındaki d önem deki h erh an g i b ir in tih arı açıklam a girişim inde bulunmaz. Gerçekten de, açıklayıcı öncüller ne sağın olarak ne de tam olarak bildirilm iş olsalar da, açıktır ki kim ilerinin, tıpkı explicandum d u ru m u n d a olduğu gibi, istatistiksel b ir içeriği vardır. Ama öncüller tam olarak form üle edilm ediği için, açıklam anın mantıksal yapısının
ne olduğu bütünüyle açık değildir. B ununla birlikte, örtük öncüllerin belirtik kılınabileceğini, ve dahası açıklam anın o zaman bir tüm denge lim kalıbı sergilediğini varsayacağız. 4. Niçin buz su üzerinde yüzer? Bu örnekte explicandum ister bireysel isterse istatistiksel olsun tarihsel bir olgu değil am a evrensel bir yasadır ki, belli fiziksel özelliklerin değişmez bir bağlantısını ileri sürer. Başka yasaların—buzun yoğunluğunun suyun yoğunluğundan daha az olma sı yasasının, A rşim edes’in bir sıvının o n a batırılan bir cismi yeri cisim tarafından d o ld u ru lan sıvının ağırlığına eşit b ir kuvvet ile kaldırdığı yasasının, ve kuvvetlerin etkisi altındaki cisim lerin dengede olm a ko şullarını ilgilendiren daha öte yasaların—mantıksal sonucu olduğunun sergilenmesi yoluyla tanıdık birşey gibi açıklanır. Belirtmeye değer ki bu durum da, hem en önceleyen iki örnek ile karşıtlık içinde, açıklayıcı öncüller evrensel yasa bildirimleridir. 5. Niçin tu zu n suya eklenm esi suyun d o n m a noktasını düşürür? Explicandum bu d u ru m d a b ir kez d ah a b ir yasadır, öyle ki bu bakım dan şimdiki örnek önceki örnekten ayrı değildir. Dahası, yürürlükteki açıklaması o nu ayrışık karışımların bileşimine ilişkin belli sayıltılar ile birarada term odinam ik ilkelerinden çıkarsamaktan oluşur; ve sonuçta, şimdiki örnek açıklam anın biçimsel kalıbı açısından da önceki örnek ile bağdaşır. B una karşın, ö rn ek gelecekte yapılacak g önderm e için seçilmiştir, çü n k ü açıklayıcı ö n cü ller dikkate d eğ er yöntem bilim sel önem leri olan pjima facie ayırdedici özellikler sergiler. Çünkü şimdiki örnekte açıklayıcı öncü ller arasında kapsanan term odinam ik ilkeler önceki örn ek lerd e alıntılanan yasaların herhangi b irin den çok daha kapsamlı sayıltılardır. O yasaların tersine, bu sayıltılar eneıji ve entropi gibi “kuramsal” kavramlardan yararlanır ki, bunlar o kavramların temsil ettiği kabul edilen fiziksel özelliklerin tanınm ası ya da ölçülmesi için açıkça saptanm ış deneysel yordam lar ile bağlanmış olarak görünm ez. Bu türden sayıltılara sık sık “kuram lar” d en ir ve b unlar zaman zaman “deneysel yasalar”dan keskin olarak ayırdedilir. B ununla birlikte, ayrı m ın herhangi bir değerinin olup olmadığı ve eğer varsa önem inin ne olduğu sorusunu daha sonra tartışmak üzere ertelemeliyiz. Şimdilik, bu örnek yalnızca bilim de tüm dengelim li açıklam anın ayırdedici olduğu ileri sürülen bir tü rü n ü kayda geçirir. 6. Niçindir ki yuvarlak ve buruşuk ebeveynlerden çaprazlama yoluyla elde edilen doğuştan melez bezelyeler d ö lü n d e bezelyelerin yaklaşıp olarak %’ü h e r zaman yuvarlak iken geri kalan !4’ü buruşuktur? Explicandum şimdi o nu bezelyelerin kalıtsal yapılarına ilişkin belli daha öte sayıltılar ile birleşmiş olarak M endel’in kalıtım kuram ının genel ilkele rinden çıkarsayarak açıklanır. Açıktır ki burad a açıklanan olgu istatis
tiksel bir kurallılıktır, yüklem lerin belli bir öğeler küm esinde verili bir özelliğin göreli sıklığı olarak form üle edilen değişmez bir birlikteliği değil. Dahası, açıklayıcı öncüller dikkatle bildirildiği zaman görüldüğü gibi, öncüllerin bir b ölüm ünün istatistiksel bir içeriği de vardır, çünkü ebeveyn bezelyelerin verili kalıtımsal özelliklerin belirleyici etm enleri ni döllerine iletmesi olasılığını (göreli bir sıklık anlam ında) form üle ederler. Şimdiki örnek öncülleri arasında kuramsal sayıltılar kapsayan tümdengelimli bir açıklama kalıbını sergilemede önceki örneğe benzer. B ununla birlikte, hem explicandumun hem de kimi öncüllerin açıkça değişmez kurallılıkları olm aktan çok istatistiksel kurallılıklan form üle eden istatistiksel yasalar olm asında önceki örnekten ayrılır. 7. Niçin Sezar’ın ölüm ü Cassius tarafından planladı? Açıklanacak olgu bir kez daha bireysel bir tarihsel olaydır. Eğer Plutark’a inanabilirsek, açıklama Cassius’u n tiranlara karşı duyduğu doğuştan nefrette buluna caktır. B ununla birlikte, bu yanıt açıktır ki nefretin verili bir kültürde belli bir toplumsal düzeydeki kişilerce sergilenm e yolunu ilgilendiren bir sayıltı gibi bir dizi d ah a öte genel sayıltı olmaksızın tam değildir. Ama böyle sayıltıların, eğer inandırıcı olacaklarsa, sağın evrensellik ile ileri sürülebilmesi olası değildir. Eğer sayıltı bilinen olgular ile anlaşma içinde olacaksa, en iyisinden istatistiksel bir genellem e olacaktır. Ö rne ğin, güvenilir bir genellem e belli bir toplum türü n d e belli bir türdeki insanlann çoğunun (ya da belli bir yüzdesinin) belli bir yolda davrana cağını ileri sürebilir. Buna göre, bu örnekte açıklanacak olgu bireysel bir tarihsel olay olduğu için, ve bu arada belirleyici açıklayıcı sayıltı biçimde istatistiksel iken, explicandum açıklayıcı öncüllerin tüm dengelim li bir sonucu değildir. Tersine, explicandum bu durum da öncüller tarafından yalnızca “olası” kılınır. Bu şimdiki örneğin ayırdedici b ir özelliğidir, ve onu öncekilerden ayırır. Dahası, bu ve önceki örnekler arasında özsel bir ayrım daha vardır, çünkü şimdiki örnekteki açıklayıcı öncüller bir eylemin kaynaklarından biri olarak ruhbilimsel bir yatkınlığa (örneğin duygusal bir duru m a ya da tutum a) değinir. Buna göre, eğer ‘N için’ sorusu ruhbilimsel yatkınlıkların terim lerinde bir yanıt elde edebilm ek için getirilirse, soru ancak böyle yatkınlıkların gerçekte irdelem e altın daki konuda yer almasını varsaymak için bir aklama varsa imlemlidir. 8. Niçin İngiltereli VIII. H enry A ragonlu C atherine ile evliliğini ge çersiz kılmaya çalıştı? Bu tarihsel olay için tanıdık bir açıklama H enry’ye hem en önceki örnek durum unda olduğu gibi ruhbilimsel bir yatkınlık tan çok, bilinçli olarak düşünülen bir hedefi yüklem ekten oluşur. Böy lece tarihçiler sık sık H enry’nin C atherine ile evliliğini geçersiz kılma çabalarını eşinin ona bir oğul doğurm am ası nedeniyle bir erkek kalıtçı elde edebilm ek için yeniden evlenmeyi istediği olgusunu alıntılayarak açıklar. H enry hiç kuşkusuz C atherine’e karşı davranışından bölümsel
olarak sorum lu olm uş olabilecek birçok ruhbilim sel yatkınlık taşıyor du. B ununla birlikte, şimdi bildirildiği biçimiyle açıklamada H enry’nin davranışı için böyle ruhbilim sel “eylem k a y n ak ların d an söz edilmez, ve bir boşanm a kararı elde etm ek için çabaları bilinçli bir hedefi (ya da görünürde-ereği/end-m-vieuj) gerçekleştirm ek için getirilen bilinçli bir araç olarak açıklanır. Buna göre, şimdiki ve önceki örnekler arasın daki ayrım ruhbilim sel b ir yatkınlık ya da eylem kaynağı (ki bir birey ondan eylemlerini denetliyor olm asına karşın habersiz olabilir) ve bi linçli olarak savunulan bir görünürde-erek (ki o n u n u ğ runa bir birey belli araçları kabul edebilir) arasındaki ayrım üzerine bağlıdır. Bu ayrım genel olarak kabul edilir. Bir insanın davranışı zam an zam an eylem kaynaklarının terim lerinde açıklanır, üstelik o davranış için kafasında bir görünürde-erek taşımasa bile. Ö te yandan, insan eylemlerinin belli bir sınıfı için hiçbir açıklama doyurucu görülmeyebilir, çünkü açıklama o eylemlerin gerçekleştirmeyi amaçladığı bilinçli hedefe gönderm ede bulunm uyor olabilir. Sonuçta, belli bağlam larda “Niçin?” tarafından ge tirilen sorunun anlaşılırlığı için bir istem o bağlam larda belirtik olarak göz önüne alm an hedeflerin ileri sürülebilir olmasıdır. D. Niçin insanların akciğerleri vardır? Bu biçimiyle soru ikircimlidir, çünkü ya insan tü rü n ü n tarihsel evrimindeki bir problem i ortaya sürü yor olarak ya da evrimsel gelişimin şimdiki evresinde insan bedeninde akciğerlerin işlevinin b ir açıklam asını istiyor olarak yorum lanabilir. B urada soru bu ikinci anlam da am açlanm ıştır. Böyle anlaşıldığında, şimdiki fizyolojinin sağladığı biçimiyle olağan yanıt bedende besinlerin özünün yakılması için oksijenin vazgeçilmezliğine, akciğerlerin oksi je n i havadan kana iletm edeki araçsal ro lü n e ve böylece en sonunda örgenliğin çeşitli h ü crelerin e dikkati çeker. Buna göre açıklam a ak ciğerlerin işlem ini belli yaşambilimsel etkinliklerin sürdürülm esi için özsel olarak betimler. Açıklama böylece bir prima facie ayırdedici biçim sergiler. Açıklama belirtik olarak “akciğerlerin işlemi” denilen karmaşık olayların yer alm asının koşullarına değinm ez. D aha çok hangi yolda akciğerlerin, insan bedeninin özel olarak örgütlenm iş bölüm ü olarak, b edenin d ah a başka etkinliklerinden kim ilerinin sürm esine katkıda b ulunduğunu bildirir. 10. Niçin İngiliz dili yürürlükteki biçim inde bu kadar çok Latince kökenli sözcük kapsar? Burada kendisi için bir açıklama verilmesi iste n e n tarihsel olgu biraz gevşek olarak sınırlanan tarihsel bir dönem de dünyanın çeşitli bölgelerinde insanların sergilediği karmaşık bir dilbi limsel alışkanlıklar kümesidir. Ayrıca “Niçin?” sorusunun şimdiki örnek te, önceki örneklerdeki sorulardan ayrı olarak, örtük olarak belli bir dizgenin yürürlükteki biçim ine dizgenin d ah a önceki bir evresinden nasıl geliştiğinin bir açıklamasının istediğine dikkat etm ek de önemlidir.
Bununla birlikte, irdelem e altındaki dizge için örneğin dönm ekte olan bir gaz kütlesinin gelişimi için fizikte elimizde olan türde genel “di nam ik gelişme yasaları” yoktur. Söz konusu tarihsel olgu için kabul edilebilir bir açıklam anın öyleyse bir zaman dönem i boyunca yer alan ardışık değişimlere değinmesi gerekir, yalnızca önceleyen bir başlama zamanındaki bir olaylar kümesine değil. Buna göre olgu için ölçün açık lama Ingiltere’nin N orm an Fethine, Fetihten önce yenenler ve yenilenler tarafından kullanılan konuşmaya, ve Ingiltere’de ve başka yerlerde Fetihten sonraki gelişmelere gönderm e içerir. Dahası, açıklama değişik dilsel topluluklarda böyle topluluklar birbiri ile bildirilen ilişkilere girdiği zaman konuşm a alışkanlıklarının değişme yollannı ilgilendiren bir dizi az ya da çok bulanık (her zaman belirtik olarak bildirilmiş olmayan ve kimileri hiç kuşkusuz istatistiksel bir içerik taşıyan) genellemeyi kabul eder. Kısaca, şimdiki örnekte istenen açıklama türeyişsel bir açıklamadır ki, yapısı daha önce gösterilen açıklamaların yapısından açıkça çok daha karmaşıktır. Karmaşanın bu explicandumun bir insan davranışı olgusu olması koşuluna yüklenm em esi gerekir. Karşılaştırılabilir bir karmaşa okyanusların tuz içeriğinin şimdi hacım olarak yüzde üç kadar olması olgusu için bir türeyişsel açıklama yoluyla sergilenir.
II. Dört Açıklama Tipi Yukarıdaki liste zaman zaman “açıklam alar” adı verilen yanıtların tüm tiplerini vermez. B ununla birlikte, ‘N için’ tarafından getirilen sınırlı sorular sınıfına tüm yanıtların aynı türden olm am aları gibi önem li bir noktayı doğrulamaya yetecek denli uzundur. G erçekten de, liste açıkça çeşitli bilim lerde böyle sorulara karşılık olarak sunulan açıklamaların açıklayıcı sayıltılarm açıklayacakları şeyler ile ilişki yollarında ayrı ola bildiğini ve böylece açıklam aların ayrı m antıksal kalıplara düştüğünü gösterir. Bu düşünce üzerine ilerleyeceğiz, ve yukarıdaki listeyi sınıflandırmada kullanılabilecek değişik açıklama tipleri olarak görünen şeyleri karakte rize edeceğiz. B ununla birlikte, bu noktada değişik mantıksal açıklama kalıpları olarak g ö rü n e n şeylerin gerçekte yalnızca ortak bir kalıbın eksik olarak form üle edilmiş biçimleri ya da sınırlayıcı durum ları olup olmadığı sorununu ele almayacağız. Şimdilik, h er ne olursa olsun, dört büyük ve görün ü rd e ayrı açıklama kalıbı saptıyoruz. 1. Tümdengelimli model. Doğal bilimlerde sıklıkla raslanan ama yalnızca o dallara sınırlı olm ayan b ir açıklam a tipi tüm dengelim li bir uslam lam anın biçimsel yapısını taşır ki, b u n d a explicandum ya da açıklana cak olgu açıklayıcı öncüllerin mantıksal olarak zorunlu bir sonucudur. Buna göre, bu tip açıklamalarda öncüller explicandumun doğruluğu için yeterli (ve h er zaman olmasa da kimi zaman zorunlu) bir koşulu bildirir.
Bu açıklama tipi antik zamanlardan bu yana yaygın olarak incelenmiştir. Genellikle herhangi bir “gerçek” açıklama için paradigm a olarak gö rülm üş ve sık sık tüm açıklama çabalarının hedeflemesi gereken ideal biçim olarak kabul edilmiştir. Yukarıdaki listede ilk altı örnek bu tipin prima facie örnekleridir. Buna karşın, aralarında yeniden gözden geçirmeye değer önem li ayrımlar vardır. Birinci örnekte, hem explicandum hem de öncüller zorunlu doğ ruluklardır. B ununla birlikte, bu noktanın daha öte tartışmaya gerek sinimi olmasına karşın, bugün olsa olsa çok az sayıda deneysel bilimci explicandamn özünlü olarak zorunlu o ld u ğ u n u n gösterilebileceğine inanacaktır. Gerçekten de, görgül bilimlerin araştırdığı önerm elere (is ter tekil isterse genel olsunlar) mantıksal saçmalık olmaksızın yadsına bildiği içindir ki onları destekleyecek gözlemsel kanıt gereklidir. Buna göre, hem önerm elerin zorunluğuna ilişkin savların aklanması, hem de önerm elerin niçin zorunlu olduğunun açıklanması görgül araştırmanın değil am a m antık ve m atem atik gibi biçimsel disiplinlerin işidir. H em ikinci hem de ü çü n c ü ö rn e k le rd e , explicarıdum tarihsel bir olgudur. B ununla birlikte, İkincide olgu bireysel bir olay, üçüncüde ise istatistiksel b ir fenom endir. H er iki ö rnekte de öncüller biçim de genel olan en az bir “yasa-benzeri” ( “laıolike”) sayıltı, ve en az bir tekil bildirim (bireysel ya da istatistiksel) kapsar. Ö te yandan, istatistiksel fenom enin açıklaması öncüllerde istatistiksel bir genellem enin bulu nuşu ile ayırdedilir. Dört, beş ve altıncı ö rneklerde explicandum bir yasadır—dörd ü n cü ve beşinci d u ru m lard a belli özelliklerin değişm ez birlikteliğini ileri süren katı olarak evrensel b ir bildirim , altıncı d u ru m d a istatistiksel bir yasa. B ununla birlikte, d ö rd ü n cü ö rn ek te yasa sayıltılardan tüm dengelim yoluyla çıkarsanması tem elinde açıklanır ve bu sayıltılardan h e r biri d ah a önce kısaca b elirtilen anlam da bir “deneysel yasa”dır. Ö te yandan, beş ve altıncı ö rneklerde açıklayıcı ö ncüller “kuram sal” d e n ile n b ild irim ler kapsar; altıncı ö rn e k te , explicandum olarak bir istatistiksel yasanın eşliğinde, açıklayıcı kuram ın kendisi istatistiksel biçimli sayıltılar kapsar. T üm dengelim li m odele uygun düşen açıklam alar arasında hem en şimdi belirtilen ayrımlar yalnızca şematik bir yolda betimlenmiştir. Bun ların daha tam bir açıklaması daha sonra verilecektir. Dahası, tüm den gelimli açıklam aların karşılamak zorunda olduğu salt biçimsel gerek tirim ler bu tipin doyurucu açıklam alarından sık sık yerine getirm eleri beklenen koşulların tü m ü n ü anlatm az; ve b ir dizi d ah a öte koşulun tartışılması gerekecektir. Özel olarak, gerçi tüm dengelim li açıklama larda genel yasaların önem li rolüne kısaca değinilmiş olsa da, yasaların yalnızca varsayımsal olarak doğru evrensel bildirimler olarak karakterize edilip edilemeyeceği, ya da doyurucu bir açıklamada b ir öncül olarak hizm et edebilm ek için evrensel bir bildirim in ek olarak ayırdedici bir
ilişkisel yapı tipini taşımasının zorunlu olup olmadığı biçimindeki çok tartışılan soru ortada kalır. Dahası, bilimde “kuramsal” denilen sayıltılan n kullanımı yoluyla yüksek düzeyde bütünleşmiş ve kapsamlı açıklama dizgelerinin elde edilmiş olması olgusuna değinilm işken, kuram ları başka yasalardan ayırdeden özelliklerin n eler old u ğ u n u, onlardaki hangi özelliklerin onların geniş b ir olgular tü rlü lü ğ ü n ü dizgesel bir yolda açıklama gücünden sorum lu olduğunu, ve onlara hangi bilişsel konum un verilebileceğini daha yakından araştırm ak zorunlu olacaktır. 2. Olasılıklı Açıklamalar. Aşağı yukarı h e r bilimsel disiplinde birçok açıklama prima facie tüm dengelim li biçim de değildir, çünkü bunların açıklayıcı öncülleri biçimsel olarak explicandumlanrıı imlemez. Gene de, öncüllerin explicandumun doğrulu ğ u n u sağlama bağlam ak için m an tıksal olarak yetersiz olm asına karşın, explicandumu “olası” kıldıkları söylenir. Olasılıklı açıklam alar ile genellikle açıklayıcı öncüller bir öğeler sı nıfına ilişkin istatistiksel b ir sayıltı kapsadığı ve bu arada explicandum o sınıfın verili bir bireysel üyesine ilişkin tekil bir bildirim olduğu za m an karşılaşılır. Bu tip açıklama yukarıdaki listede hem yedinci hem de onuncu örnek ile, am a daha açık olarak yedinci örnek ile temsil edilir. Bu sonuncusu biraz daha belirtik olarak form üle edildiği zaman şöyle olur: Eski R om a’da toplum un yüksek tabakasına ait olan ve tiranlığa karşı büyük n efret duyan bir bireyin tiranlık gücünü ellerine geçire cek bir konum da olan insanların ölüm ünü planlamasının göreli sıklığı (ya da olasılığı) yüksekti (örneğin yarım dan). Cassius böyle bir Romalı ve Sezar böyle bir gizil tiran idi. Buna göre, gerçi Cassius’un Sezar’ın ölüm ünü planladığı sonucu çıkmasa da, böyle yapmış olması büyük ölçüde olasıdır. Birkaç gözlem yapılabilir. Zaman zaman ileri sürülür ki olasılıklı açık lam alar yalnızca tüm dengelim li ideale giden yolda geçici ara durak lardır ve öyleyse ayrı b ir tip oluşturmazlar. Yapılması gereken tek şey, diye ileri sürülm üştür, olasılıklı açıklamaların öncüllerinde istatistiksel sayıltıların yerine katı olarak evrensel b ir bildirim i geçirm ektir—ör neğin yukarıdaki açıklam ada sınırları dikkatle çizilen belli psiko-sosyolojik özellikler (ki Cassius’ta b u n lar büyük olasılıkla bulunuyordu) ve suikast kom plolarına katılm a arasında değişm ez b ir bağlantı ileri süren bir bildirimi. Ama, öneri zorunlu olarak değersiz olmasa da ve daha öte araştırm a için bir d ü rtü olabilse de, gerçekte birçok konuda giderek ılımlı bir usayatkınlık düzeyinde bile olsa önemsiz olmayan ve bu nedenle boşuna olmayan katı olarak evrensel yasalar ileri sürm ek aşırı ölçüde güçtür. Sık sık belli bir güvence ile sağlanabilecek en iyi şey istatistiksel bir kurallılıktır. Buna göre, olasılıklı açıklamalar açık lam a m antığının tartışm asından önem li araştırm a alanlarını dışlama pahasına göz ardı edilemez.
Bir açıklam anın öncüllerinin d o ğ ru olarak bilinip bilinm ediği so rusunu bir açıklam anın olasılıklı tipte olup olm adığı sorusu ile karış tırm am ak özseldir. O labilir ki hiçbir bilimsel açıklam ada öncüllerde kapsanan genel sayıltılar d o ğ ru olarak bilinm ez, ve böyle h e r sayıltı ancak “olası” olarak ileri sürülebilir. B ununla birlikte, bu böyle olsa bile, tüm dengelim li ve olasılıklı açıklamalar arasındaki ayrımı ortadan kaldırmaz. Ç ünkü ayrım öncüllerin ve explicandanm birbiri ile ilişkili olm a yolundaki apaçık ayrımlar üzerine dayanır, öncüllere ilişkin bil gimizdeki herhangi bir sözde ayrım üzerine değil. Son olarak, belirtm ek gerek ki bir açıklam anın olasılıklı bir açıklama olabilmek için istatistiksel bir sayıltı kapsamak zorunda olup olmadığı ya da istatistiksel-olmayan öncüllerin bir explicandumu sözcüğün istatistiksel-olmayan b ir anlam ında “olası” kılıp kılamayacağı henüz karara bağlanmamış bir sorudur. Ne de konunun öğrencileri öncüllerin istatis tiksel olduğu ve explicandanm belli bir bireye ilişkin bildirim ler olduğu olasılıklı açıklam alarda bile öncüller ve explicanda arasındaki ilişkinin nasıl çözümleneceği konusunda genel bir anlaşma içindedir. Bu sorulan daha sonra ele alacağız. Srîşleuselya da tekolojik açıklamalar. Birçok araştırma bağlamında—dış layıcı olarak olmasa da özel olarak yaşambilimde ve insan sorunlannın incelem esinde—açıklam alar bir birim in ait olduğu b ir dizgenin belli özelliklerini sürdürm ede ya da gerçekleştirm ede yerine getirdiği bir ya da daha çok işlevi (ya da giderek işlev bozukluklannı) belirtm e ya da bir eylemin belli bir hedefi ortaya çıkarmada oynadığı araçsal rolü bildirme biçimini alırlar. Böyle açıklamalara genellikle “işlevsel” ya da “teleolojik/ ereksel” denir. “'(Yapa)bilmek için/m order to, ”“(birşey) uğruna/for the sake o f” ve benzeri tipik deyimleri kullanm aları işlevsel açıklamaların karakteristiğidir. Dahası, birçok işlevsel açıklam ada hen üz gelecekte yatan bir durum a ya da olaya belirtik bir gönderm e vardır ki, bir şeyin varoluşu ya da bir edim in yer alışı b u n u n terim lerinde anlaşılır kılınır. Tam şimdi söylenenlerde işlevsel açıklamanın iki alt d u rum unun ayırdedilebileceği imlenir. Bildirilen bir zam anda yer alan tikel bir edim, durum ya da şey için işlevsel bir açıklama aranabilir. Bu durum yukandaki listede sekizinci örnek ile gösterilir. Ya da almaşık olarak, belli bir türdeki tüm dizgelerde b u lu n an bir özellik için işlevsel bir açıklama verilebilir—b u dizgelerin ne zam an v arolduğuna bakılmaksızın. Bu durum yukarıdaki örneklerden dokuzuncusu ile temsil edilir. H er iki örnek de işlevsel açıklam alann karakteristik özelliklerini sergiler. Böy lece H enry’nin ilk evliliğini geçersiz kılma çabalan gelecekte erkek bir, kalıtçı elde etm e uğruna üstlenildikleri belirtilerek açıklanır; ve insan bedeninde akciğerlerin olması belli bir kimyasal süreci sürdürebilm ek ve böylelikle beden için yaşamın gelecekte de sürm esini sağlayabilmek için belirtilen tarzda işledikleri gösterilerek açıklanır. ::lligibılilıes [e.d. “Daha karışık olguları onlara indirgediğimiz en yalın olgular" (E.N.)] olgular olmalı, ya da, eğer hipotezler iseler, olgular olma yeteneğinde olmalıdırlar. Eğer hipotezler nesnelerinin ( Gegenstand) hiçbir zam an duyulara baş vuramayacağı ve öyleyse ayrı ca hiçbir zam an sınanamayacağı bir yolda seçilirse, ki m ekanik m olekül kuram ının d u ru m u budur, araştırm acı hedefi olgular olan bilim in o n d an istediğinden daha çoğunu yapmıştır—ve bu gereksizlik bir kötülüktür. ... Tam am lanm ış bir kuram da, fenom enlerin ayrıntılarının tüm üne hipotezin ayrıntıları karşılık düşm elidir, ve bu hipotetik şeyler için tüm kurallar ayrıca doğrudan doğruya fenom enlere aktarılabilir olmalıdır. Ama o zaman m oleküller yalnızca değersiz bir im gedir” (s. 57). ‘“M ekaniğin tem el kavram larının d aha ayrıntılı bir açıklaması sonraki bölüm de bulunacaktır.
Soyutlamacı ve hipotetik kuram lar arasındaki ayrım başka bir yerde yatıyor g ö rü n ü r.19 H ipotetik b ir kuram görselleştirilebilir bir m odel tarafından yorum lanıyor olsun ya da olmasın, tem el terim lerinin tüm ü deneysel kavramlar ile karşılık-düşme kuralları yoluyla bağlı değildir. Ö te yandan, soyutlamacı bir kuram da konutlam alı olarak tanım lanan h er terim böyle kurallar yoluyla belli bir deneysel düşünce ile eşgüdüm lü kılınıyor görünür. Böylece, Fourier’nin ısı iletim kuramı, matematik sel notasyonda, şu anlatım ları kapsayan bir bölümsel aynşımlı denklem ile form üle edilir: ‘Sonsuz uzunluktaki bir plaka üzerindeki keyfi bir noktanın koordinatları,’ ‘zam an,’ ‘bir noktadaki sıcaklık,’ ‘bir noktada ki yoğunluk,’ ‘ısıl iletkenlik,’ ve ‘özgül ısı.’20 Bu kuramsal terim lerden h er biri deneysel bir kavrama karşılık düşer. Benzer olarak, Nevvton’ın yerçekimi kuram ı kütle, uzaklık, zaman ve kıpısal ivme düşüncelerini kullanır ki, b u n lard an h e r biri deneysel olarak b elirlenebilir bir bü yüklük ile bağlıdır. Soyutlamacı kuram lara yalnızca deneysel yasalar olm a görünüşünü veren ve onlar için görselleştirilebilir bir m odel sağlamayı göreli olarak kolaylaştıran şey bu durum dur. Dahası, geçmişte soyutlamacı kuram lar genel olarak önceden sınırlı araştırm a alanlarında saptanmış deneysel yasalar ile yakın andırım içinde oluşturulm uştur. Ö rneğin, ısı iletimi üzerine deneysel incelem eler Fourier’nin analitik ısı kuramını önceledi; ve ilkin geliştirilen deneysel düşünceler ve yasalar sonunda kuram ın ku ramsal kavramlarım ve matematiksel biçimini önerdi. Başka soyutlamacı kuram lar (Newton m ekaniği ya da Maxwell’in elektrom anyetik alan kuramı gibi) ve ön deneysel araştırmaların bulgulan arasında benzer bir tarihsel bağıntı geçerlidir. G ene de, soyutlamacı kuram lar ve deneysel yasalar arasındaki böylesine güçlü andınm a karşın, andıranlar o kuram ların yalnızca deneysel yasalar olduğu görüşünü daha önce belirtilen nedenlerden ö türü desteklemez.21 19Bu ayrımı 17’nci d ip n o ta M ach’tan alıntılanan sondan bir önceki tüm ce düşün dürür. N orm an R. Campbell tarafından onun Pkysics, theElements (Chap. 6) ve ayrıca What Is Science? (Londra, 1921, Chaps. 5 and 7) başlıklı çalışm alarında bağımsız ola rak geliştirilmiştir. Biraz daha benzer olan, ama ayrı bir felsefenin arkatasanna karşı geliştirilen bir çözüm lem e için, bkz. H enry M argenau, The Nature of Physical Reality, New York, 1950, Chap. 5. “ Eşitlik şudur:
(ee'ı ,( a 2e a2e a2e PeU t J
^ [ a * 2 + dy2 + 8z2
ki burada p yoğunluk, c özgül ısı, 0 sıcaklık, t zaman, X ısıl iletkenlik ve x, y \ e z bir noktanın koordinatlarıdır. 21Soyutlamacı kuram ların hiçbir “hipotetik” ya da tahm insel sayıltı getirm ediği sa vının güçlü bir eleştirisi, ve soyutlamacı ve hipotetik kuram lann özde kuramlar olarak ayn olmadıkları görüşünün bir savunusu için bkz. Ludwig Boltzmann’ın “Ein W ort der M athem atik an die E nergetik” ve “U ber die U nentbehrlichkeit der Atomistik in der Natunvissenschaft” başlıklı denem eleri, Populare Sckrifteride Leipzig, 1905.
Buna göre, soyutlamacı ve hipotetik kuram lar, gözlem diline çevri lebilirlikleri söz konusu olduğu ölçüde, aynı gemidedir. H er ne olursa olsun, hen ü z hiç kimse h e r iki kuram tipinin, ilkede bile olsa, böyle nasıl çevrilebileceğini göstermeyi başarmış değildir; ve çevrilebilirlik savı h e r ikisi için de herhangi bir edim sel kuram ın yerleşik doğasının bir betimlemesi olarak değil am a kuramsal bildirim lerin çözümlemesi için büyük ölçüde tartışma götürür bir program olarak kalmayı sürdürm ek tedir. B undan şu çıkar ki, kuram ların irdelem ekte olduğum uz bilişsel konum larını ilgilendiren görüş üzerine, doğruluk ve yanlışlık herhangi bir yürürlükteki fiziksel kuram a hiç olmazsa gözlem diline ileri sürülen çevrilebilirliği saptanıncaya dek geçerli olarak yüklenem ez. Öyleyse, sonuç olarak tartışm a altındaki görüş d ah a önce değinilen ikinci ko num ile çakışır ki, bu konum a göre kuram lar en iyisinden araştırmayı yönetm ek için aletler olarak görülür, haklarında doğruluk ve yanlışlık sorularının yararlı olarak ele alınabileceği bildirim ler olarak değil.
III. Kuramların Araçsalcı Görüşü Kısalık uğruna bilimsel kuram ın konum u üzerine “araçsalcı/instrumentat&t”diyeceğimiz görüş çeşidi formülasyonlar kazanmıştır.22Ama, kimi leri arasında önemli ayrımların bulunm asına karşın, formülasyonlan tek tek irdelem ek şimdiki tartışm anın am açlan ile ilgili olmayacaktır. H er ne olursa olsun, konum un değerleri salt bir form ülasyona ait değildir. Gücü bir kuram ın bilimsel araşürmadaki edimsel işlevi için kaygısından, ve bu kaygının sonucu olarak almaşık konum lan rahatsız eden bir dizi güçlüğün arkasından dolaşm a yeteneğinden türer. Araçsalcı görfişün özeksel savı bir kuram ın gözlem lenebilir veriler arasındaki ilişkilerin ne özet bir betim lem esi ne de genelleştirilmiş bir bildirimi olduğudur. Tersine, bir kuram ın kaba deneyimin belli gereçle rini çözümlemek ve simgesel olarak temsil etm ek için bir kural ya da bir ilke, ve aynı zam anda gözlem bildirim lerini böyle başka bildirim lerden çıkarsamak için bir tekniğe ait bir alet olduğu savunulur. Ö rneğin, bir gazın hızla devinen m oleküllerin bir dizgesi olduğu kuram ı gözlenmiş ya da gözlenebilecek herhangi birşeyin bir betimlemesi değildir. Kuram dahaçok bir kuraldır ki, b ir gazın gözlem lenebilir basınç ve sıcaklığı gibi sorunları, belli am açlar için, simgesel olarak temsil etm enin bir yolunu belirler; ve kuram , başka şeyler arasında, bir gaza ilişkin belli 22:Bkz. C. S. Peirce, Coüected Papers, Cambridge, Mass., 1932, Vol. 2, p. 354; 1933, Vol. 3, pp. 104-06; 1934, Vol. 5, pp. 226-28; Frank P. Ramsey, The Foundations o f Mathematics, NewYork, 1931, pp. 194fF., 237-55; Moritz Schlick, Gesammelte Aufsâtze, Viyana, 1938, ss. 67-68; Jo h n Dewey, The Quest fo r Certainty, New York, 1929, Chap. 8; W. H. Watson, On Understanding Physics, Londra, 1938, Chap. 3; Gilbert Ryle, The Concept o fM in d , NevvYork, 1949, ss. 120-25; Stephen Toulmin, The Philosophy o f Science, Londra, 1953, Chaps. 3 and 4.
görgül veriler sağlandığı ve o temsil biçim ine katıldığı zaman, gazın sıcaklığını belirtilen bir derece sayısı kadar yükseltmek için gereken ısı niceliğini nasıl hesaplayabileceğimizi (e.d. bir gazın özgül ısısını nasıl hesaplayabileceğimizi) gösterir. Gazların m oleküler kuram ı böylece ne gözlem soru n ların a ilişkin herh an g i b ir bildirim de m antıksal olarak imlenir, ne de (araçsalcı görüşün kimi savunucularına göre) kendisi mantıksal olarak böyle bildirim leri imler. Kuram için raison d ’etre bir deneysel veriler küm esinden bir başkasına mantıksal geçişler yapmak için bir kural ya da kılavuz olarak hizm et etmesidir. D aha genel olarak, bir kuram onunla uyum içinde gözlemlenebilir olgulara ilişkin vargıların verili olgusal öncüllerden türetilebileceği bir “yol gösterici ilke” ya da “çıkarsama bileti” olarak işlev görür, böyle vargıların ondan türetildiği bir öncül olarak değil. Bu açıklam adan doğrudan doğruya çeşidi sonuçlar çıkar. 1. Bir kuram ın bir gözlem bildirimleri sınıfı (sayıca sonlu ya da sonsuz olsun) için “uygun bir kısaltma” olduğu görüşü, ve bir kuram ın gözlem diline çevrilebilir olması gerektiği biçimindeki bağlılaşık sav h er ikisi de kuram ların rolünü anlam ak için ilgisiz ve yanıltıcı yaklaşımlardır. Eğer raslantısal olarak bir kuram ın belli bir gözlem bildirimleri sınıfına man tıksal olarak eşdeğer olduğu gösterilebilirse, araştırm anın yürütülmesi için değeri artmayacaktır; ve fizikte kuram lar için böyle bir eşdeğerliğin saptanamaması onların som ut deneysel problem leri çözme ve deneysel yasaları dizgesel olarak ilişkilendirme gibi bir amaçla deneyim gereçleri ni çözüm lem ek için araçlar olarak önem ini azaltmaz. Dahası, araçsalcı bakış açısının perspektifinden bir kuram ın araştırm adaki örgütleyici rolü yoluyla açığa çıkarılan anlam ve gönderm esinin üzerinde ve üs tünde bir “artı anlam ” taşıyıp taşımadığını ve “olgusal gönderm e”sinin ne olduğun u sorm ak d ah a az gereksiz değildir. Ç ünkü böyle sorular sonuçta örtük olarak çevrilebilirlik savının değişkiden geçmiş bir biçi m ini kabul e d e r ki, b u n a göre b ir kuram , gerçi anlam da bir gözlem bildirim leri sınıfına eşdeğer olm asa da, o n u n kendisinden ayrı olan başka bir olgusal bildirim ler sınıfına eşdeğer olarak yorumlanmalıdır. Sorular böylece yanıtlar için yanlış yönlendirilmiş bir arayışı yüreklendi rir ve onların bir kuram ın işlevlerini yerini getirmesini sağlayan edimsel araştırm a bağlam ının içerisinde değil am a kuram ların önem inin nasıl saptanacağı konusunda keyfi ön tasarım ların terim lerinde bulunabile ceğini düşündürür. Yalın bir ö rn ek belki de bu nokta üzerine araçsalcı konum u daha açık kılacaktır. Bir çekiç amaçlı olarak tasarlanmış bir alettir ve onun yardımıyla bir “ham gereçler” türlülüğü belli ilişkiler içine getirilebilir, böylece onunla sandıklar, mobilya ve binalar gibi şeyler yapılabilir. Bir çekicin kullanım yolları kesinlik içinde saptanam az ve b una göre kul lanım ının ürü n leri hem sayıda hem de türde artabilir. H er ne olursa
olsun, eğer biri bir çekicin herhangi bir tanıdık anlam da o n u n ara cılığıyla üretilen ya da üretilebilir şeylere “eşdeğer” o lduğunu ortaya sürecek olsaydı, b u n u n saçma o lduğunu düşünürdük; ve bir çekicin daha şim diden o n u n yardımıyla yapılmış ü rünleri yeterli olarak “tem sil edip etm ediği,” ya da, bu ü rü n lere ek olarak, üretim lerine yardım edebileceği daha öte şeylerin “artı” kümesini belirtip belirtmediği gibi soruları da tu h af olarak görürdük. B ununla birlikte, kuram lar üzerine araçsalcı görüşe göre kuram lar önem li bakım lardan çekiçler ve başka fiziksel aletler gibidir, üstelik bu andınm açıkça birçok noktada başarısız olsa bile. Kuramlar entellektüel aleüerdir, fiziksel aletler değil. Gene de deneysel araştırmayı etkili olarak yönetm ek için ve başka türlü ilişkisiz olarak görülecek gözlem sorunları arasındaki bağıntıları sergilem ek için amaçlı olarak tasarlanmış kavramsal çerçevelerdir. Öyleyse bir kuram ı belirli bir gözlem bildirim leri sınıfına çevirmeye girişmek bile anlamsızdır. Ç ünkü bir kuram ın işlevi, fiziksel bir aletin işlevi gibi, “ham verileri” örgütlem eye hizm et etmektir, böyle verileri özetlemek ya da eşlem lem ek değil. Bu görüş üzerine, kuram ların, baş ka araçlar gibi, gerçekten de bir “olgusal/yacfMaZgöndermesi” vardır— onları araştırmak için kurulmuş oldukları ve onlarda etkili bir rollerinin olduğu nesnel içeriğe. Dahası, eğer bir kuram ın daha şim diden sundu ğu özel kullanımlardan ötürü onunla bağlanan anlam ların üzerinde ve üstünde bir “artı anlam ı” varsa, kuram böyle bir anlam ı şu iki yoldan birinde taşır: Ya belli bir tanıdık m odelin terim lerinde yorum lanm a sı anlam ında; ya da, başka araçlar d u ru m u n d a olduğu gibi, daha öte kullanım larının, b u n lar im gelem de yalnızca bulanık olarak bulunsa bile, herhangi bir”verili zam anda ona edim sel olarak yüklenenlerden daha kapsayıcı olabileceği gibi daha doğurgan bir anlam da. Ö rneğin yürürlükteki quantum kuram ı geniş bir fiziksel ve kimyasal fenom enler erim ini dizgesel düzen içine getirir. Ama fizikçiler kuram ın bu feno m enler ile bağıntı içinde kullanım ının o n u n henüz araştırılmamış ge reçleri çözümlemede ve örgütlem ede yol gösterici bir ilke olarak hizmet etm e sığasını tükettiğine inanıyor görünmez. Tersine, fizikçiler kuramın kullanımlarını genişletmeyi sürdürür, ve b u n u kuram ın sağladığı az çok bulanık ö nerilerin tem elinde yaparlar; ve quantum m ekaniğinin for malizmini yorum lam ada kullanılan çeşitli m odellerden ayrı olarak, bu öneriler kuram ın işlemsel “artı anlam larını” oluşturur. 2. Bir kuram için geom etrik doğru çizgi ve daire kavramları gibi ideal kavramların terim lerinde, ya da kıpısal hız, eksiksiz boşluk, sonsuz ölçü de yavaş genleşme, eksiksiz esneklik, ve benzerleri gibi daha belirli ola rak fiziksel kavramların terim lerinde form üle edilm ek norm al olmasa da yaygındır. Böyle “ideal” ya da “sınırlayıcı” kavramlar görgül nesnel içerik tarafından d ü şü n d ü rü leb ilse de, çoğunlukla deneysel olarak gözlemlenebilir herhangi birşeyi betimleyici değildirler. G erçekten de,
kim ilerinin du ru m u n d a, sözel bir anlam da anlaşıldıklarında, varolan herhangi birşeyi karakterize etm ek için kullanılabilm eleri bütünüyle olanaksız görünür. Ö rneğin bir hızı fiziksel bir cisme ancak cisim sonlu ve yitmeyen bir uzaklığı sonlu ve yitmeyen bir zaman aralığı boyunca geçiyorsa yükleyebiliriz. Ama kıpısal hız zaman aralığı sıfıra doğru aza lırken uzaklığın ve zamanın oranlarının sının olarak tanımlanır. Sonuç ta, bu sınırın sayısal değerinin nasıl herhangi bir edimsel hızın ölçüsü olabileceğini anlam ak güçtür. Gene de bir kuram ın kurulm asında böyle sınırlayıcı kavramlar kullan m anın bir gerekçesi vardır. O nların yardımıyla bir kuram kendini göreli olarak yalın—h er ne olursa olsun, o nu eldeki matematiksel çözümleme yöntem leri yoluyla ele alınmaya açık kılacak denli yalın—bir formülasyona ödünç verebilir. Hiç kuşkusuz, yalınlık ölçünleri bulanıktır, bir ölçüde entellektüel m odalar ve genel görüş iklimi tarafından denetlenir ve matematiksel tekniklerdeki gelişmeler ile birlikte değişir. Ama her ne olursa olsun, yalınlık kaygılan hiç kuşkusuz kuram lann formülasyonuna girer. Bir kuram ın yalınlaştıncı kavranılan kullanabilmesi olgusuna kar şın, genel olarak daha “realistik” kavramlar kullanan bir başka kuram a yeğlenecektir—eğer birincisi verili bir araştırm anın am açlarına yanıt veriyorsa ve İkinciden daha uygun olarak kullanılabiliyorsa. Öte yandan, bir kuram ın formülasyonunda böyle sınırlayıcı kavramlan n kullanımı olgusal doğruluk ya da yanlışlığın kuram a anlamlı olarak yüklenebilir olduğu görüşü için güçlükler yaratır. Ç ünkü bir olgusal bildirim in norm al olarak eğer ya varolan (“varolma” sözcüğünün tümzamansal anlam ında) şeyler ve olaylar arasında, ya da varolan şeylerin ve olayların özellikleri arasında belirtilen bir ilişkiyi form üle ediyorsa doğru olduğu söylenir. Bununla birlikte, eğer bir kuram açıkça varolan şeyleri karakterize etmeyen (ya da edem eyen) özellikler arasındaki iliş kileri form üle ediyorsa, kuram ın hangi anlam da olgusal olarak doğru ya da yanlış olabileceği açık değildir. Genel olarak bir kuram ın kendileri için hiçbir karşılık-düşme kuralı verilmeyen terim ler kapsaması bu görüş için andırım lı güçlükler ya ratır, ve kuram için belli bir m odel tem elinde bir yorum un sağlanmış olup olm am ası bu d u ru m u değiştirm ez. Sonuçta, böyle terim ler ile hiçbir deneysel kavram bağlanmaz ve böylece gerçekte o terim ler değiş kenlerin konum unu taşır. B ununla birlikte, böyle terim lerin bildirim le rin gramatik biçimini taşıyan anlatım lara girm esine karşın, bu anlatım ların birçoğu gerçekte hiçbir biçim de bildirim ler değil am a yalnızca bildirim-biçimleridir. Ö rn eğ in , ‘H erhangi bir x için, eğer x bir hayvan ise ve x P ise, o zam an x bir om u rg alıd ır’ anlatım ını irdeleyelim . Bu bir bildirim in gram atik biçimini taşır; ama, başka bakım lardan belirsiz yüklem değişkeni ‘P ’yi kapsadığına göre, bir bildirim -biçim idir, bir bildirim değil, ve doğru ya da yanlış olarak karakterize edilem ez. Bildirim-biçimi eğer yüklem değişkeninin yerine örneğin belirli yüklem
‘m em eli’ geçirilirse (ya da o n u n la bağlanırsa) b ir bildirim verir.23 Bu nokta edim sel fiziksel kuram lardan ö rn ek ler ile aydınlatılabilir. Daha önce belirtm iştik ki, gazların m oleküler kuram ında ‘bireysel bir m o lekülün hızı’ anlatım ı için h içb ir karşılık-düşme kuralı yoktur, üste lik ‘tüm m oleküllerin hızlarının ortalam a d eğ eri’ anlatım ı için böyle bir kuralın olm asına karşın. B enzer olarak, y(jc,i) anlatım ı quantum m ekaniğinde S chrödinger denk lem in d e b ir e lek tro n u n d u ru m u n u karakterize etm ek için kullanılır. G erçekte \|/(x,i)'f,°(^, ve A ’den de bağımsızdır. Öyleyse diyebiliriz ki B 1 ile anlatılan olay bir “şans olayı”dır— Kı ve A yoluyla belirlenen d u rum ların ardışıklığı ile göreli olarak, ve ayrıca K%ve A yoluyla belirlenen durum ların ardışıklığı ile göreli olarak.
Ö te yandan, eğer sırasıyla K\ ve AV de sözü edilen C \ ve C2 koşulları fiziksel olarak bağdaşabilir ise, ve eğer B ı’de sözü edilen R ilişkisi yine K\ ve ^ 2 ’de sözü edilen Pve Q durum larının terim lerinde doğru olarak çözüm lenebilir ise, o zaman genel olarak B\ K\ ve D* ve K%ve Dz karma şık bileşim inden çıkarsanabilirdir. Bundan şu çıkar ki B \'d c sözü edilen olay bu karmaşık form ül yoluyla belirlenen * ve y durum larının ardışık lığı açısından bir şans olayı değildir. Ve şu da çıkar ki bir olayın sözcüğün şimdiki anlam ında bir şans olayı olarak nitelendirilm esi olayın nedensiz olmasını, ya da giderek yer almasını belirleyen koşulların bilgisizi ol mamızı bile gerektirmez; ne de bir olaya böyle yüklenen yüklem “öznel” birşey ve böylece yalnızca yüklemi yükleyen birinin ansal durum unun anlatımıdır. Böyle bir yargı tam olarak belirtik kılındığı ve eksiltili dilde anlatılm adığı zam an, ilişkisel am a “n esn el” bir yüklem in kullanım ını gerektirir—bir sokağın bir yanının “öteki yan” olduğu önesürüm ünün ilişkisel ama nesnel bir nitelemeyi gerektirm esi ile aynı anlam da.42 4. “Şans”ın d ö rdüncü bir anlam ı şimdi tartışılan anlam ı ile yakından ilgilidir, am a özel bir dikkate değer. Eğer verili bir araştırm a bağlamın da bir olayın yer aldığını ileri süren bildirim başka h erh an g i birşeyden türetilmemişse, olayın sözcüğün bu anlam ında “şansa bağlı” ya da “olumsal” bir olay olduğu söylenir. Böylece, eğer N ew ton’ın yerçekimi kuram ının yardımı ile Mars gezegeninin gelecekteki bir durum ve hı zını tahm in etmeyi istersek, gezegen için bir başlangıç konum ve hızını bilmemiz gerekir; ve böyle b ir başlangıç zam anında M ars’ın belli bir yerde olması ve belli bir hız ile devinmesi olgusu böyle bir şans olayıdır. Hiç kuşkusuz, uygun sayıltıların yardımı ile, bir bağlam da bir şans olayı olarak nitelenen bir olayın başka bir olayın sonucu olduğunun gösteri lebileceği, ya da, daha tam olarak, birinci olayı doğrulayan bildirim in ayrı olaylara ilişkin başka bild irim lerd en türetilebileceği yadsınmaz (yukarıdaki örnekte, Mars’ın verili bir başlangıç d urum u hiç kuşkusuz Nevvton kuram ı aracılığıyla başka bir başlangıç d u ru m u n d an türetile bilir) . B ununla birlikte, sık sık ileri sürülenlere aykırı olarak, böyle tü retilebileceği olgusu burada am açlanan anlam da b ir şans olayı ve bir şansa-bağlı olmayan olay arasındaki ayrımı silmez. Çünkü ilk olarak, bir olayın verili bir bağlamda bir şans olayı olduğu söylenir; ve bir başka bağ lam da bir şans olayı olmaması verili bağlam da böyle b ir olay olmasını önlemez. Öyleyse açıktır ki bir olayın bir şans olayı olduğunu (şimdiki 42“Şans”ın yukarıdaki tartışması ve Aristoteles’in “ilineği” çözümlemesi arasında açık bir benzerlik vardır. Aristoteles bir yüklemin bir öznenin ilineksel bir özelliğini temsil edip etm ediğinin öznenin tanımı ile göreli olduğu görüşünü de kabul etti. Bununla birlikte, tanımın “saltıkçı” (ya da “özselci”) bir görüşünü benimsedi, çünkü bir tanımın bir tözün değişmez “öz” ya da “doğa”sını bildirdiğini ileri sürdü. Bu son önesürüm şimdiki bilginin ışığında aklanm am ış olduğu ve bu kitapta söylenenlerin çoğu ile bağdaşmayan sayıltılar üzerine dayandığı için, Aristoteles’in ilinekleri çözümlemesi ve yukarıdaki “şans” tartışması arasında temel bir ayrım vardır.
anlam da) söylemek ve gene de yer alması için belirli koşulların ya da nedenlerin olduğunu söylemek arasında hiçbir bağdaşmazlık yoktur. Ve ikinci olarak, bir bağlam da bir şans olayı olan bir olayın ikinci bir bağlamda böyle olmayabilmesine karşın, bu son bağlamda bir şans olayı olan başka bir olay kabul edilmelidir. Çünkü bir olayın yer alması yalın tekil bir bildirim olarak formüle edilir; ve böyle bildirimler kuramlardan ya da yasalardan ancak bu sonuncular için uygun başlangıç koşulları sağlanırsa çıkarsanabilir. Bununla birlikte, anlaüm ın şimdiki anlam ında yalnızca olayların şansa bağlı olarak karakterize edilmesi söz konusu değildir; tersine, doğal bir genişleme yoluyla anlatım zaman zaman yasaları ve kuram ları karakte rize etm ek için kullanılır. Buna karşın bu daha geniş kullanımda küçük bir ikircim vardır. Kimi zaman bir yasanın ya da kuramın, eğer verili bir bağlamda yasa ya da kuram başka öncüllerden türetilmiş değilse, “olum sal” ya da “şansa bağlı” olduğu söylenir; ve burada sözcüğün olaylar ile bağıntı içinde kullanım ına oldukça katı bir koşutluk vardır. Ö rneğin, kaülann doğrusal ısıl genleşmesi yasasının bir zamanlar yalnızca olumsal olarak doğru olduğu söylenirdi, çünkü o sıralar yasanın kabul edilen bir fiziksel kuram ın terim lerinde hiçbir açıklaması yoktu. Bu nedenle yasa genellikle salt “görgül” bir form ül olarak etiketleniyor, çünkü ka bul edilm esi yalnızca bir d o ğ ru d an deneysel kanıtlar kütlesi üzerine dayanıyordu. Ö te yandan, ideal gazlar için Boyle-Charles yasasının bir zam anlar yalnızca raslantısal bir görgül doğruluk olarak görülm esine karşın, şimdi gazların kinetik kuram ının sayıltılarından türetilmesi ne deniyle genellikle öyle nitelenm ez. Yine, gazların kinetik kuramı ya da elektrom anyetik kuram gibi bir kuram ın bir olumsal sayıltılar kütlesi olduğu söylenir, çünkü (hiç olmazsa bugün) daha kapsayıcı bir kuram yoluyla açıklanabilir değildir ve çünkü sağlam tem ellendirilm iş başka öncüllerin mantıksal sonucu olması zem ininde kabul edilmez. Bilimsel gelişimin verili bir durum unda açıklama süreci belirsizce süremeyeceği için, açıktır ki h er zaman bu sözcüğün şimdiki anlam ında olumsal olan kimi kuram lar olmalıdır. Bilimlerin “en so n u n d a” ya da “son çözüm lem ede” herhangi birşey için açıklamalar sağlamadığını ileri süren bi limciler ve felsefeciler sık sık böyle birşeyi göz ö n ü n d e tutarlar; ve ileri sürülen herhangi bir açıklamada öncülleri kabul etm ek için zeminlerin en sonunda salt tanıtlamalı olmadığını söylüyor olarak anlaşılacaklardır. B ununla birlikte, kimi zam an kuram ya da yasa başka sayıltılardan türetilebilir olsun ya da olm asın b ir kuram ın ya da yasanın olumsal olarak doğru olduğu söylenir, çünkü kuram ya da yasa kendisi manüksal olarak zorunlu bir doğruluk değildir ve ancak görgül kanıt tem elinde aklanabilir. Hiç kuşkusuz m antıksal olarak zoru n lu olan ve yalnızca terim lerinin anlam ının irdelenm esi yoluyla doğrulukları aklanabilen kimi bildirim lerin ve böyle olmayan başka bildirim lerin olduğu örtük olarak kabul edilir. ‘H içbir örüm cek böcek değildir,’ ‘Euklides üçgeni
nin açılar toplam ı iki dik açıya eşittir’ ve ‘İkiden büyük tüm asal sayılar tektir’ gibi bildirim ler birinci sınıfın tipik örnekleri iken, ‘H içbir me m elinin solungacı yoktur,’ ‘Elektroliz altında su hidrojen ve oksijene ayrışır,’ ve ‘Elektriksel olarak yüklü devinen bir cisim bir manyetik alan yaratır’ ise ikinci sınıfın sıradan örnekleridir. Mantıksal olarak zorunlu (ya da “analitik”) bildirim ler ve m antıksal olarak belirlenimsiz (ya da “sentetik”) bildirim ler arasındaki ayrımı reddedenler—ister tüm doğru bildirim lerin “en sonunda” mantıksal olarak zorunlu olduklarına inan dıkları için, isterse biçimsel m antığın ve aritm etiğin bildirim lerinin bile yalnızca sağlam kanıtlı görgül genellem eler olduklarını savundukları için, ya da tem elde ayrım ın b ir tü r ayrımı olm aktan çok bir derece ayrımı olduğunu ileri sürdükleri için olsun—hiç kuşkusuz özel bir bildi rim ler kümesini “olumsal” doğruluklar olarak nitelem ede hiçbir anlam görmezler.43Ama edimsel bilimsel kılgıda ayrım genellikle dikkate alınır ve sıkı sıkıya çeşitli araştırm a dallarında bildirimleri doğrulam ada kulla nılan yordam ayrımları üzerine dayanıyor görünür. Buna göre, bilimsel kuram ve yasalann en iyisinden ancak olumsal olarak doğru oldukları varsayıldığına göre, doğadaki hiçbir bireysel olay ve kuram ve yasaların form üle ettiği h içbir birarada-varoluş ya da değişim kalıbı mantıksal olarak zorunlu değildir. Eğer bir “tam olarak ussal” açıklama—sık sık yapıldığı gibi—öncülleri zorunlu doğruluklar olan bir açıklama ile öz deşleştirilirse, o zaman dünyanın ya da ondaki herhangi bir olayın tam olarak ussal hiçbir açıklaması verilemez. 5. ‘Şans’ın geriye kalan b ir anlam ı dikkati gerektirir; bu anlam da sözcük olayların ilişkisel olm aktan çok “saltık” bir karakterine gönder m ede bulunur. Bu anlam da kendisine ‘şans’ yüklenen bir olayın kimi zam an “nedensiz” olduğu ve böylece yalnızca olması için belirleyici koşulları bilm em ekle kalmadığımız, am a, sayıltıya göre, böyle hiçbir koşulun olmadığı savunulur. Atomların kendiliklerinden norm al izleklerinden saptıklarını kabul eden eski Epikürcü atom anlayışı ‘şans’ın bu kullanım ının ö rneklerinden biridir. D aha önce belirtildiği gibi, daha yakınlarda Charles Peirce köktenci bir şansçılık (tycfıism.) sayıl tısı üzerine kurgul bir evrimci kozmogoni geliştirdi. Kabul edilen herhangi bir fizik sel yasadan düzensiz uzaklaşmaların nedenlerini dilediğiniz denli geriye doğru izleyin, diyordu Peirce, “onların h er zaman keyfi belirlenim e ya da şansa bağlı olduklarını kabul etm ek zorunda kalacaksınız.”44 O na göre, türlüleşm e h e r zaman yer almaktadır, ve, “arı kendiliğindenliği” “yasa yoluyla dar sınırlar içerisine kısıtlansa da h er zaman ve h er yerde davranan, sürekli olarak yasadan sonsuz-küçüklükte sapm alar ü reten ” 4sYakınlarda kimi felsefeciler analitik-sentetik ayrımının “düalizmi”ne karşı çıkmış lardır. Krş. W. V. O. Quine, From a LogicalPoint ofView, Cambridge, Mass., 1953, Chap. 2; M orton W hite, Toward Reunion in Philosophy, Cambridge, Mass., 1956, Chap. 8. ^C harles S. Peirce, Collected Papers, Cambridge, Mass., 1935, Vol. 6, p. 37.
evrenin bir karakteri olarak kabul ederek, Peirce “evrenin tüm türlülük ve çeşitliliğini açıklayabileceğine”45 inanıyordu. Ve birçok çağdaş fizikçi de hiç olmazsa atom-altı süreçlerin saltık şans yoluyla karakte rize edildiğini ileri sürüyor görünür, öyle ki örneğin ışınetkin tözlerin parçacıklar yayması “atom larının kendiliğinden bozulmasına bağlı bir süreç”46 olarak görülür. B ununla birlikte zam an zam an b ir olayın “saltık olarak şans olayı” olduğu söylenir ve b u n u n n edeni olayın yer alması için hiçbir belirli koşulun olmaması değil ama, böyle koşulların olm asına karşın olayın koşulların sergilediğinden karşılaştırılamayacak kadar ayrı belli “yeni özellikler” sergilem esidir. B una göre, ‘şans’ın bu anlam ının zam an zam an açıklandığı gibi, şansa bağlı bir olayın yer alması için koşullar en son sağınlık ile bilinse bile, olay onlardan tahm in edilemez—yeter ki, gerçekten de, o tipteki olayların düzenli olarak böyle koşullar ile bağlı olduğu daha önceden edimsel olarak gözlemlenmemiş olsun. Böylece sık sık ileri sürülür ki, sülfürik asit sofra tuzuna ilk kez eklendiği zaman kendine özgü özellikleri ile üretilen gazın edimsel olarak tahm in edil mesi olanaksızdı; ve gazın belirtilen koşullar altında yaratılmasının bir şans olayı olduğu söylenir. Yine olanaklıdır ki Peirce ’ın tykhizmi bu şans kavramını bileşenlerinden biri olarak kapsar. B ununla birlikte, ‘saltık şans’ın bu özel anlam ı “doğuşsal evrim ” üzerine yürürlükteki öğreti lerde özsel bir rol oynar; ve bu nedenle onun daha öte tartışmasını bu öğretilerin sonraki bölüm de yoklanmasına dek erteleyeceğiz. ‘Saltık şans’m bir olayın yer alması için belirleyen koşulların yokluğu olarak ilk anlam ına geri dönelim . Bu şans kavramı aşağıda belirtilecek sınırlam alar dışında iç çelişkilerden özgürdür, ve Bradley’in47 savları gibi buna aykırı savlar hiç kuşkusuz yanlıştır. Ne de bu anlam daki şans olaylarının olanağını dışlamak için başka a priori n ed en ler vardır. Ö te yandan, görünürde böyle olayların sorgulanam ayacak bir asillik göste ren örnekleri yoktur. G erçekten de, d u ru m u n doğası gereği herhangi bir olayın saltık olarak bir şans olayı olduğunu sorgulanamayacak bir yolda doğrulam ak olanaksızdır. Ç ünkü verili bir olayın (örneğin bir atom un bozulm ası) kendiliğinden o ld u ğ u n u ve belirleyici bir d u ru m a dayanm adığını tüm olanaklı kuşkunun ö tesinde gösterm ek için ne olursa olsun o n u n yer almasını sağlayacak hiçbirşeyin olm adığını 45Aynı yer, s. 41. Epikürüs ve birçok çağdaş yazar gibi, Peirce radikal tykhizmini insan özgür istencine izin verebilm ek için konutladı. Böylece şunu ileri sürdü: “Nedensel liğin katı sağınlığının teslim olduğunu kabul ederek, anlığı şemamıza yerleştirm ek ve onu olması gerektiği yere, biricik kendiliğinden anlaşılabilir şey olarak doldurm a hakkının olduğu konum a, varoluş pınarının konum una koymak için kazandığımız yerin ne kadar küçük olduğuna—bu isterse kesin olarak sonsuz-küçüklükte bir miktar olsun— aldırmıyorum; ve b u n u yapmakla ruh ve beden bağıntısına ilişkin problem i çözmüş oluruz.”—Aynı yer, ss. 42-43. 46Max Planck, The Philosophy ofPhysics, NewYork, 1936, s. 52. 4,F. H. Bradley, Appearance and Reality, Londra, 1920, ss. 387-94.
göstermek zorunludur. Ama bu şimdiki kuram lann önceden açıkladık larını açıklamak için, ve ek olarak kendiliğinden olduğu ileri sürülen olayı açıklam ak için hiçbir doyurucu kuram ın geliştirilem eyeceğini göstermeye eşit olacaktır. B ununla birlikte, verili olayın yer almasının belirlenmiş bir etm enler kümesi üzerine bağımlı olmadığını göstermek için herhangi bir kanıt m iktarının üretilebilecek olm asına karşın, en sonunda olayın yer almasını belirleyen başka etm enlerin bulunabilmesi ve sonuçta şimdiki kuram larım ızın yapmayı başaram adığını yapacak bir kuram ın gene de geliştirilebilmesi olanağı böylelikle dışlanmış ol mayacaktır Buna göre, belli bir tipten olayların saltık olarak şans olaylan olduğu sayıltısı kesin olarak geçerli kılınamaz, üstelik eldeki kanıt o sayıltıyı usayatkın kılabilse bile. H er ne olursa olsun kabul edilm elidir ki, atomlann ışıma yoluyla dağılm alannın bugün ancak tikel belirleyici koşullar altında yer aldığı bilinm em ektedir. Öyleyse o olayların ‘saltık olarak şans’ olaylan olm alan pekala olanaklıdır. Öte yandan, yürürlükteki fizik kuram ının atom ik dağılm anın saltık şans yoluyla yer aldığı sayıltısı ile bağdaşmaz olm am asına karşın, kuram ın form ülasyonlannda bu sayıltı belirli bir yolda kullanılmaz. Buna göre, yürürlükteki kuram ‘şans’ın daha önce ayırdedilen anlam lanndan birinde bu olaylann göreli olarak şans olaylan olduğu biçimindeki daha zayıf sayıltı ile de bağdaşabilirdir. Dahası, şans kavramı ile bağlı olan ciddi bir güçlük vardır ki ‘saltık şans’ sayıltısım gereksiz bir önsav yapar. Olaylann genellikle bütünüyle raslantısal bir tarzda yer aldığının söylenmesinin nedeni yer alm alanm n ardışıklığında ne olursa olsun hiçbir “düzen”in görünmemesi, ve sonuçta olaylar ve yer alm a zam anlan arasında hiçbir fonksiyonel ilişkinin bildirilememesidir. Bununla birlikte, olaylann herhangi bir ardışıklığının bir saltık düzensizlik göstermesi savı ancak ‘düzen’ ve ‘düzensizlik’ terimleri seçmeli ya da sınırlı bir anlam da kullanılırsa ve ancak ‘fonksiyonel ilişki’ anlatım ı sınırlı bir matematiksel fonksiyonlar sınıfını olarak anlaşılırsa savunulabilirdir. Düşüncelerimizi toplam ak için, verili bir radyum parçasındaki atom ları irdeleyelim ve h e r bir atom un dağılm a zam anının kaydedildiğini varsayalım. Şimdi hiç kuşkusuz dağılm aların sayısını yer alm alarının zam anlan ile bağıntılayan hiçbir açık form ül olmayacakür. Buna karşın, önsav gereği dağılmalar ve zamanlar arasında bir karşılık-düşme olduğu için, birincileri İkinciler ile bağlayan bir m atematiksel fonksiyon böy lelikle uzam da tanımlanır. Öyleyse b u karşılık-düşmeyi bildiren genel bir form ülün kurulabilm esi mantıksal olarak olanaksız değildir, üstelik form ül ürkütücü bir biçim de karmaşık çıksa bile. Buna göre, atomik parçalanm anın zamandaki dağılımında hiçbir “sal tık” düzensizlik yoktur, çünkü açıktır ki düzenlenişlerinde bir düzen vardır. Kısaca, saltık, sınırsız bir düzensizlik kavramı kendi ile çelişkilidir. Bu dem ek değildir ki bir dizideki her bir olayın saltık olarak bir şans tar
zında olması olanaklı değildir. B ununla birlikte demektir ki bu olayların zamandaki dağılımına yüklenen düzensizlik matematiksel fonksiyonların düzen ya da sınıfının bir (belki de yalnızca bulanık olarak sınırlı) tipi ile göreli olarak anlaşılmalıdır.48 Saltık olarak rasgele bir dağılım gibi manüksal olarak tutarsız bir sayıltı öyleyse göreli düzensizlik (ya da göreli raslanüsallık) gibi tutarlı bir önsav ile değiştirilm elidir ki, bu İkinciye göre bir olaylar ardışıklığı ancak olaylar belirli bir yasalar sınıfına ait herhangi b ir yasadan çıkarsanam ayan b ir düzen içinde yer alırsa bir rasgele ya da düzensiz ardışıklıktır. Ö te yandan, belli tipten olayların yer alması bir yasalar sınıfı ile göreli olarak rasgele olabilse de, yer al maları başka bir yasalar sınıfı ile göreli olarak rasgele olmayabilir. Buna göre, eğer bir olayın “nedensiz” ya da tam olarak raslanüsal olduğu savı o tipten olayların ardışıklığının olayların yer alm asında hiçbir düzen sergilemediği önesürüm ü üzerine dayanıyorsa, sav için bir destek ola rak bu önesürüm ün gücü ileri sürülen düzensizliğin yalnızca göreli bir düzensizlik olması olgusunun ışığında değerlendirilm elidir. Bu tartışm anın ana sonucu bir olay “şansa göre yer alır” dem enin ge nel olarak olayın belirli olduğunu ileri sürmekle bağdaşmaz olmadığıdır — am a “şansa göre yer alm a” anlatım ının olayın yer alması için hiçbir belirleyen koşulun olm adığı biçim inde anlaşılması dışında. B ununla birlikte, gerçekte birçok olay tü rü n ü n yer almasının sağın koşullarını bilmeyiz, üstelik böyle koşulların olduğundan em in olabilsek bile. Böyle bilginin yerine, sık sık bireysel olaylar ya da onların bireysel özellikleri arasında olm aktan çok istatistiksel özellikleri arasında bağımlılık iliş kileri kurabiliriz. G erçekten de, m odern fiziksel kuram larda istatistik sel durum değişkenlerinin kullanımı, kuram ın konutladığı “bireysel” m ikroskopik öğelerin ayrıntılı davranışlarını bilm esek de, o öğelerin çeşidi istatistiksel özelliklerini irdeleyerek bilgisizliğimizi önemli ölçüde giderebileceğimiz sayılüsı üzerine dayanır. Bununla birlikte, klasik fizikte (örneğin klasik istatistiksel mekanikte) konutlanan bireyler için varsayılan “rasgele” davranış o bireylerin de4S01asılık literatüründe “raslantısallık” ya da “düzensizlik” kavramını tam olarak tanım lam ak için girişim lerde bulunulm uştur. Böylece R ichard von Mises şu tanım ı önermiştir: xı, X2, * 3 sonlanmayan bir öğeler dizisi olsun, ve £?bu öğelerden kimilerini karakterize eden bir özellik olsun. O zaman Q ’n u n o dizide yer alması eğer iki koşul yerine getirilirse raslantısaldır: (1) Q ’ııun göreli sıklığı bir p sınırına yakınsaşmalıdır; ve (2) (5’nun göreli sıklığı kökensel diziden seçilebilecek (ümbölümsel ardışıklıklarda aynı p sınırına yakınsaşmalıdır. Krş. Richard von Mises, Probability, Statistics and Truth, NewYork, 1939, ss. 32vs. A m a /)’nin tüm bölümsel ardışıklıklarda (ve bu nedenle bö lümsel ardışıklıkların numaralandmlamayacak denli sonsuz bir sayısında) değişmezliğini gerektiren ikinci koşulun bir çelişkiye götürdüğü gösterilmiştir. Gerektirim öyle bir yolda değişkiden geçirilm elidir ki, p ancak bölüm sel ardışıklıkların num aralandtnlamayacak denli sonsuz bir sınıfında değişmez olmalıdır. Krş. A. Wald, “Die YViderspruchsfreiheit des Kollektivbegriffes d e r W ahrscheinlichkeitsrechnung,” Ergebnisse eines mathematischen Kolloquiums (yay. haz. Kari M enger), H eft 8.
vimlerinin köktenci bir yolda “nedensel-olmayan” ya da “özünlü olarak raslantısal” bir karakterinin sergilenişi olarak alınmaz. Tersine, bireysel devimlerin “şansa bağlı olarak” yer aldığı söylenirken, bun un anlamının belirtik olarak ‘şans’ın göreli olması dem ek olduğu ileri sürülür, ki söz cüğün daha önce saptadığımız ikinci anlamıdır. Ö te yandan, quantum mekaniğinde bir istatistiksel durum-betimlemesinin kullanımının yaygın olarak belli atom-altı süreçlerin özünlü olarak belirlenimsiz ya da saltık olarak şansa bağlı doğasını yansıttığına inanılır. Buna karşın, bu süreç lerin saltık olarak rasgele olup olmadığı sorusu bilimsel önem i olan bir sorun değildir, çünkü, belirtildiği gibi, quantum kuram ı h e r iki alma şık ile de bağdaşabilirdir. Q uantum m ekaniğinin yalnızca göreli şans kavramını gerektirdiğini ileri süren ve saltık şans kavram ına düşm an “bilimsel içgüdüler” taşıyan fizikçiler49 bir gün şimdiki quantum kura m ının yerini almak üzere özsel olarak istatistiksel-olmayan bir kuram geliştirebilirler. Eğer um utları gerçekleşecek olursa, fiziğin atom-altı süreçlerin tam olarak raslantısal karakterini doğrulam ış olduğu yolun daki güncel inanç hiç kuşkusuz tersine dönecektir. Ama böyle almaşık bir kuram bulununcaya dek, saltık şans sorusu sonuçsuz çekişmelerin konusu olarak kalacaktır.
49B om ’a bir m ektupta Einstein şunları bildirdi: “Sen T anrının zar attığına inanır ken, ben reel nesneler olarak varolan şeylerin dünyasında eksiksiz yasalara inanıyo rum ve onları yabanılcasına kurgul bir yolda kavramaya çalışıyorum.”— Albert Einstein, Philosopher-Scientist (yay. haz. Paul A. Schilpp), Evanston, 111., 1949, s. 176; ayrıca Max Born, N atural Philosophy o f Cause and Chance, New York, 1949, s. 122.
Kuramların indirgenm esi
Klasik m ekaniğin b u n d a n böyle evrensel ve tem el doğa bilimi olarak görülm ediği bilinen bir olgudur. Büyük bir fenom enler türlülüğünü açıklama ve diz gesel ilişkiler içine getirm edeki parlak başarısı bir süre için gerçekten de benzersizdi. Ve bir zam anlar fizikçiler ve felsefeciler tarafından yaygın olarak kabul edilen i doğa süreçlerinin en sonunda onun ilkelerinin alanı içerisine düşmeleri gerektiği inancı fiziğin çeşitli alanlarının ona soğrulması yoluyla yinele yerek doğrulandı. Buna karşın, m ekaniğin “emperyalizm” dönem i on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında aşağı yukarı sona erdi. Mekaniğin henüz fethedilm em iş toprağa, ve özel olarak elektrom anyetik feno m enler alanına genişletilmesinin karşısına çıkan güçlüklerin aşılamaz oldukları kabul edilmeye başladı. B ununla birlikte, zam an zaman daha önceleri m ekaniğin savlarını güçlendirm ek için kullanılmış olanlara andınm lı a priori uslamlamaların desteği ile, bir evrensel fizik bilimi konum u için yeni adaylar önerildi. Hiç kuşkusuz, birkaç kuşkulu kuraldışı ile, bugün bilim in hiçbir ciddi öğrencisi herhangi bir fiziksel kuram ın a priori zem inler üzerinde aklanabileceğine ya da böyle uslam lam aların bir kuram ı o yüksek konum a çıkarabileceğine inanm am aktadır. Dahası, birçok ö nde gelen fizikçi doğa bilim inin tüm alanlarını ortak bir ilkeler küm esinin terim lerinde bütünleştirecek ve tüm d ah a az kapsayıcı kuram lar için tem el olarak hizm et edecek kapsamlı bir kuram idealinin gerçekleşmesinin olanaklı olup olmadığı konusunda açıkça kuşkuludur. Buna karşın, o ideal yü rürlükteki bilimsel kurgulan esinlendirmeyi sürdürm ektedir; ve, her ne olursa olsun, göreli olarak özerk bir kuram ın daha kapsayıcı başka bir kuram tarafından soğrulm akta ya da ona indirgenm ekte olması feno meni m odern bilimin tarihinin yadsınamaz ve yineleyen bir özelliğidir. Böyle indirgem elerin gelecekte de yer almayı sürdüreceğini varsaymak için hiçbir n eden eksik değildir.
n
Bu bölüm bu fenom en ile ve onunla bağlı daha geniş sorunların bir bölüm ü ile ilgilidir. Bilimciler gibi felsefeciler de bir kuram ın bir baş kasına hem başarılı hem de başarısız indirgenm elerini bilimin, insan bilgisinin sınırlarının, ve genel olarak şeylerin enson yapısının uzakerimli yorum larını geliştirmek için fırsatlar olarak kullanmışlardır. Bu yorum lar çeşidi biçim ler almıştır, am a burada yalnızca birkaç tipik yo rum dan söz edilmesi yeterli olacaktır. Algının fiziği ve fizyolojisi ile ilgili keşifler sık sık fiziğin bulgulannın köktenci bir biçim de “sağ duyu” denilen şey ile—gündelik deneyimin tanıdık şeylerinin giderek dikkatle d e n e tle n e n gözleme bile sergile diği özellikler taşıdığı biçim indeki alışıldık inançlar ile—bağdaşmaz olduğu savını desteklem ek için kullanılır. Yme, on dokuzuncu yüzyılda term odinam iğin istatistiksel m ekaniğe başarılı indirgenm esi uzaysal yer-değiştirmelerin biricik anlaşılabilir değişim biçimi olduğunu, ya da insanların gündelik yaşam larında karşılaştıkları şeylerin ve olayların çeşitli niteliklerinin dünyanın “enson” özellikleri olm adığını ve belki de giderek “reel” bile olm adığını tanıtlıyor olarak alındı. Ama, evrik olarak, q u an tu m m ekaniğinin m atem atiksel form alizm i için tutarlı olarak görselleştirilebilir m odeller bulm adaki güçlük atom-altı süreç lerin “gizemli” karakteri için ve “fiziğin dünyası”m n opak simgeciliğinin arkasında insan d eğerlerine ilgisiz ya da yabancı olmayan bir yaygın “tinsel realite” olduğu görüşü için kanıt olarak alınmıştır. Ö te yandan, elektrom anyetik fenom enleri m ekaniğin terim lerin d e açıklam adaki başarısızlık, ve mekaniğin evrensel doğa bilimi olarak önceki konum un dan genel düşüşü klasik fiziğin “iflası” için, tüm doğal fenom enlerin in celemesine “örgenselci” açıklama kategorilerini getirm enin zorunluğu için, ve varlık, doğuş, ve yaratıcı yenilik düzlem lerini ilgilendiren geniş bir öğretiler türlülüğü için kanıt olarak yorumlanmıştır. Bu ve benzeri görüşlerde doruklanan ayrıntılı uslamlamaları ele al mayacağız. B ununla birlikte, böyle görüşlerin çoğu için önem li tek bir geniş yorum vardır. Ö nceki b ölüm lerde yineleyerek belirtildiği gibi, tek bir araştırm a bağlam ına yerleşmiş belli kullanım alışkanlık ya da kuralları ile bağlı izlenim ler sık sık çeşitli alanlar arasında olduğu var sayılan andırım lar nedeniyle yeni incelem e alanlarının araştırmasında da kabul edilir. Buna karşın, onları k ullananlar h e r zam an verili bir anlatım ın uygulama erimi böyle genişletilince anlatım ın sık sık yerleşik anlam ında kritik b ir değişim e uğradığına dikkat etm ezler. O zam an anlatım ı o n a yeni bir kullanım biçim i kazandıran özel bağlam a ilgili ve bu bağlam ın gerektirdiği anlam da anlamaya özen gösterilmedikçe, ciddi yanlış anlam aların ve düzmece problem lerin doğması kaçınılmaz dır. Böyle değişiklikler özellikle bir kuram bir başka kuram tarafından açıklandığı ya da ona indirgendiği zaman yer alm a eğilimindedir; ve ta nıdık anlatım ların anlam larında sık sık indirgem enin bir sonucu olarak doğan değişiklikler h e r zam an indirgem enin yer alm asının mantıksal
ve deneysel koşullarının açık bir bilgisinin eşliğinde değildir. Sonuçta indirgemeye yönelik hem başarılı hem de başarısız girişimler fizik bili m inin önem ve doğasının önceki paragrafta alıntılanan yorum lar gibi kapsamlı felsefi yeniden-yorumları için vesileler olmuştur. Bu yorum lar tem elde büyük ölçüde kuşkuludur çünkü genellikle eğer başarılı bir indirgem e elde edilecekse yerine getirilmesi zorunlu olan koşullara çok az dikkat edilerek üstlenilirler. Öyleyse bu koşulların neler olduğunu dikkatle bildirm enin bir önem i vardır, çünkü hem o koşulların tartış ması bilimsel açıklam anın yapısı üzerine ışık düşürür, hem de tartışma yaygın olarak savunulan bilim felsefelerinin bir bölüm ünün yeterli bir değerlendirm esi için yardım sağlayabilir, indirgem e için koşulların ve bilim felsefesindeki kimi tartışmalı sorunların bir yoklaması bu bölü m ün özeksel görevidir.
I. Termodinamiğin istatistiksel Mekaniğe indirgenmesi indirgem e, sözcüğün burad a kullanıldığı anlam da, bir araştırm a ala nında saptanan bir kuram ın ya da bir deneysel yasalar küm esinin her durum da olmasa da pekçok durum da bir başka alan için form üle edil miş bir kuram yoluyla açıklamasıdır. Kısalık uğruna, bir başka kuram a indirgenen kuram lar ya da deneysel yasalar küm esine “ikincil bilim ,” ve indirgem enin ona uygulandığı ya da önerildiği kuram a “birincil bi lim” diyeceğiz. B ununla birlikte, birçok indirgem e durum u bir bilimsel kuram ın ilerleyici genişlemesindeki norm al adım lar olarak g ö rünür ve seyrek olarak ciddi karışıklıklar ya da yanlış anlam alar yaratır. Öyleyse, bir kaç örneğin yardımı ile, iki indirgem e tipi arasında ayrım yapmak uygun olabilir. Bunlardan birincisi genellikle bütünüyle sorunsuz olarak görülür ve o nu sonuçta göz ardı edeceğiz. İkincisi ise sık sık bir entellektüel rahatsızlık kaynağı olarak duyumsanır. 1. Bir kuram başlangıçta biraz sınırlı bir cisimler sınıfının sergilediği bir fenom en tipi için form üle edilebilse de, kuram sonradan daha kap sayıcı bir şeyler sınıfı tarafından sergilendiği zam an bile o fenom eni içerm ek üzere genişletilebilir. Ö rn eğ in m ekanik kuram ı ilkin noktakütlelerin devimleri için (e.d. boyutları cisimler arasındaki uzaklıklar ile karşılaştırıldığında göz ardı edilebilecek denli küçük olan cisimle rin devim leri için) geliştirildi ve so n u n d a sert cisimlerin olduğu gibi yam ulgan cisim lerin devim lerine de genişletildi. Böyle durum larda, eğer yasalar şim diden daha kapsayıcı alanın içerisinde saptanm ış ise (belki de salt deneysel bir tem elde, ve kuram ın gelişim inden önce), bu yasalar o zaman kuram a indirgenir. B ununla birlikte, bu durum larda kuram ın başlangıçtaki ve genişletilmiş alanlarında yer alan fenom enler arasında belirgin b ir nitel benzerlik vardır. Böylece, nokta-kütlelerin devimleri sert cisimlerin devim lerine çok benzer, çünkü devimler her
iki durum da da yalnızca uzaysal konum lardaki değişimleri ilgilendirir, üstelik sert cisimler nokta-kütlelerin sergilemediği bir devim biçimini (dönüş) sergileyebilse de. Böyle indirgem eler genellikle ortaya çıkardığı şeylere ilişkin hiçbir ciddi soru yaratmaz. A ndınm lı olarak, bir makroskopik kuram ın uygulama erimi bir alan dan incelem e altındaki özelliklerde onu n la türdeş olan bir başkasına genişletilebilir, öyle ki h er iki alanda da yasalan form üle etm ede tözsel olarak aynı kavramlar kullanılır. Ö rneğin, Galileo’n u n İki Yeni Bilim’i serbest düşmedeki dünyasal cisimlerin fiziğine bir katkı idi ve bu disiplin onun gününde gök cisimlerinin devimlerinin bilim inden ayn olarak gö rülüyordu. Galileo’n un yasalan sonunda hem gökyüzündeki hem de yeryüzündeki devimleri kapsamak üzere formüle edilen Newton mekaniğine ve yerçekimi kuram ına soğruldu. İki devim sınıfının açıkça ayn olmasına karşın, bir alandaki devimleri betimlemek için ötekinde de kullanılmayan hiçbir kavram gerekli değildir. Buna göre, gökyüzü ve yeryüzü devim lerinin yasalarının tek bir kuramsal ilkeler küm esine indirgenm esinin sonucu yalnızca nitel olarak benzer iki fenom enler sınıfının yine üyeleri nitel olarak türdeş olan daha kapsayıcı bir sınıfa katılmasıdır. Bu durum nedeniyle, indirgem e yine hiçbir mantıksal bilmece yaratmaz, gerçi ger çekte insanlann dünyaya bakışlannda bir devrim üretm iş olsa da. Bu noktaya dek sözü edilen tü rd en indirgem elerde, ikincil bilimin yasaları birincil bilim de de yaklaşık olarak aynı anlam ile kullanılm a yan hiçbir betimleyici terim kullanmaz. Bu tipteki indirgem eler öyleyse türdeş bir sözlük kullanan iki bildirim ler kümesi arasında tüm denge limli ilişkiler kuruyor olarak görülebilir. Böyle “türdeş” indirgem eler genellikle bir bilimin norm al gelişimindeki evreler olarak kabul edildiği ve bir bilimsel kuram ın başardıklarına ilişkin çok az yanlış düşünceye n eden olduğu için, burada onlara daha öte dikkat etmeyeceğiz. 2. D urum ikinci tip indirgem e açısından genellikle başka türlüdür. Bir indirgem enin anlam ını kavramada sık sık yaşanan güçlüklerin bir sonucu olarak, bir nesnel içeriğin kendine özgü özelliklerinin bir kü mesi açıkça bütünüyle benzem ez özelliklerin bir kümesine benzeştirilir. Böyle durum larda, ikincil bilim in nesnel içeriği olan özgül özellikler başlangıçta nitel olarak ayn içeriği ele almak için tasarlanmış olabilen ve ikincil bilim in kimi karakteristik betimleyici terim lerini bile kendi tem el kuram sal ayrımlar küm esine almayan b ir kuram ın alanına dü şer. Birincil bilim böylece tanıdık ayrımları düzm ece olarak siliyor ve şeylerin ilk bakışta tartışma götürm eyecek denli ayn olan özelliklerinin gerçekte özdeş olduklarını ileri sürüyor görünür. Böylelikle yaratılan keskin gizemselleştirme duygusu ikincil bilim makroskopik fenom enleri ele alırken birincil bilim in ise o m akroskopik süreçler için bir mikroskopik yapı konuüadığı bir zam anda özellikle sıktır. Bir örnek yaratılan bilm ecenin tü rü n ü gösterecektir.
Toplum um uzda yetişkinlerin çoğu sıcaklığın sıradan bir civalı term o m etre ile nasıl ölçüleceğini bilir. Eğer ellerine böyle bir alet verilirse, çeşitli cisimlerin sıcaklıklarının usauygun bir doğruluk ile nasıl belirle neceğini bilirler; ve alet ile yerine getirilen işlemlerin terim lerinde, bir bardak sütün sıcaklığı 10° C ’d ir türündeki bildirim ler ile ne denm ek istendiğini anlarlar. Bu yetişkinlerin büyük bir bölüm ü hiç kuşkusuz ‘sıcaklık’ sözcüğünün anlam ını term odinam ik eğitimi görm üş birine doyum verecek bir yolda açıklamayı başaramaz; ve bu aynı yetişkinler büyük olasılıkla sözcüğü kullanım larım yöneten örtük kuralları belirtik olarak bildirmeyi de başaramaz. Buna karşın, yetişkinlerin çoğu sözcü ğün nasıl kullanılacağını bilir, üstelik belli sınırlı bağlam larda olsa da. Bir kimsenin ‘sıcaklık’ ile ne denm ek istendiğini yalnızca bir civalı ter mometreyi kullanm anın terim lerinde anlamaya başladığını varsayalım. Eğer o bireye on beş bin derecelik sıcaklıkta ergiyen bir tözün olduğu söylenirse, büyük olasılıkla bu bildirim e anlam verm e konusunda ne yapacağını bilemez, ve giderek ona söylenen şeyin bütünüyle anlamsız o lduğunda bile diretebilir. Savını desteklem ek için ileri sürebilir ki, cisimlerin sıcaklığı ancak bir civalı term om etrenin kullanımı tem elin de saptanabileceği için, ve böyle term om etreler sıcaklıkları (bir civalı term om etre ile belirlendiği gibi) 350° C’nin biraz yukarısında olan ci simlerin yakınına getirildiğinde buharlaştığı için, “on beş bin derecelik sıcaklık” deyiminin hiçbir belirli anlam ı yoktur ve öyleyse anlamsızdır. Bununla birlikte, ona verilen bilgi konusunda gösterdiği şaşkınlık temel fizik üzerine yapacağı kısa bir çalışma ile çabucak kalkacaktır. Çünkü o zaman ‘sıcaklık’ sözcüğünün fizikte sözcüğü onun kendisinin kullanımı nı denetf eyen kurallardan daha kapsayıcı bir kullanım kuralları kümesi ile bağlı olduğunu keşfedecektir. Özel olarak, laboratuar bilimcilerinin sözcüğü fiziksel cisimlerin belli bir duru m u n a gönderm ede bulunm ak için kullandıklarını, ve bu durum daki değişmelerin sık sık civanın hacım genleşmesi yoluyla olduğundan başka yollarda sergilendiğini öğrene cektir—örneğin, bir cismin elektriksel direncinin değişim lerinde, ya da belirli koşullar altında elektrik akım larının üretilişinde. Buna göre, örneğin kimi zaman cisimlerin ‘sıcaklıkları’ denilen fiziksel durum la rındaki değişimleri kaydetmek için kullanılan ısı-çiiû/thermocouples gibi aletlerin davranışları arasındaki ilişkileri form üle eden yasalar açıklanır açıklanmaz, kişi sözcüğün nasıl bir civalı term om etrenin kullanılabilece ği durum lardan başka durum larda da anlamlı olarak kullanılabileceğini anlar. Sözcüğün uygulama erim inin büyümesi o zaman ‘uzunluk’ söz cüğünün, uzunlukları belirlem ek için insan ayağının kullanımı yoluyla saptanan ilkel anlam ından, bir ölçm e aleti olarak insan örgenliğinin yerine bir ölçün m etal çubuğu geçiren bağlam lara genişletilm esinin göründüğünden daha şaşırtıcı ya da gizemli görünm ez. B u n u n la birlikte, varsayalım ki ‘sıcaklık’ sö zcüğünü böyle daha genelleşmiş bir anlam da kazanan kimse şimdi fizik incelemesini gazla
rın kinetik eneıjisinde sürdürüyor olsun. Burada bir gazın sıcaklığının önsav gereği gazı oluşturan m oleküllerin ortalam a kinetik eneıjisi ol duğunu keşfeder. Bu yeni bilgi o zaman yeni bir şaşkınlık, ve giderek yeğin bir şaşkınlık yaratabilir. Bir yanda, söz konusu kişi önceki dersini, bir cismin sıcaklığının açık olarak yerine getirilen çeşitli alet işlemleri nin terim lerinde belirlendiğini unutmam ıştır. Ama öte yandan, şimdi kendilerine danıştığı kimi yetkelerden b ir gazın tekil m oleküllerinin bir sıcaklığının olduğunun söylenemeyeceği, ve “tanım gereği” sözcü ğün anlam ının ‘m oleküllerin ortalam a kinetik eneıjisi’nin anlam ı ile özdeş olduğu konusunda güvence de almıştır.1 Böyle görünürde çatışan düşünceler karşısında kalınca, bir dizi tipik olarak “felsefi” soruyu hem ilgili hem de kaçınılmaz bulabilir. Eğer ‘sıcaklık’ sözcüğünün anlam ı gerçekten de ‘m oleküllerin or talam a kinetik enerjisi’nin anlam ı ile aynı ise, sokaktaki adam sütün sıcaklığının 10° C olduğunu söylerken ne hakkında konuşmaktadır? Süt içenlerin çoğu böyle bildirim lerde bulundukları zaman hiç kuşkusuz m oleküllerin eneıj isine ilişkin herhangi birşeyi ileri sürm em ektedirler; çünkü böyle bildirimleri anlam alarına ve nasıl kullanılacaklarını bilme lerine karşın, genellikle fizik eğitimi alm am ışlardır ve sütün m oleküler bileşimi hakkında hiçbir bilgileri yoktur. Buna göre, sokaktaki adam sütteki m olekülleri öğrendiği zaman, neyin asıl “olgusallık” ve neyin yalnızca “görüngü” olduğu konusunda ciddi bir sorun ile karşı karşıya kaldığına inanm aya başlayabilir. O zam an belki de geleneksel bir fel sefi uslamlama tarafından sıcak ve soğuk arasındaki tanıdık ayrımların (aslında giderek cisim lerin alet işlem lerinin terim lerinde belirlenen çeşitli sıcaklıkları arasındaki ayrımların bile) tem elde yatan ama gizemli bir olgusallığm, sözcüğe verilen sıradan sağ-duyu anlam ında sıcaklıklar taşıdığı doğru olarak söylenemeyecek bir olgusallığm “öznel” belirişleri olan şeylere gönderm ede bulund u ğ u n a inandınlabilir. Ya da, ayrı bir uslamlama kipinin desteklediği görüşü, gerçek olgusallığm term om et relerin ve böyle başka aletlerin kullanım ını içeren yordam lar yoluyla tanım landığı gibi sıcaklık olduğu, ve özdeğin kinetik kuram ının sıcak lığı “tanım lam ada” kullandığı m oleküler eneıjilerin salt bir uydurm a olduğu görüşünü kabul edebilir. Almaşık olarak, eğer sokaktaki adam biraz daha gelişmiş b ir düşünce çizgisini kabul ederse, belki de sıcak lığı doğanın örgütlenm esinin “yüksek düzlem lerinde” sergilenen ama fiziksel olgusallığm “alt düzlem lerinde” sergilenm eyen bir “doğuşsal/ emergent”özellik olarak görmeye başlayabilir; ve o zaman açıkça yalnızca o alt düzlem ler ile ilgili olan kinetik kuram ın herşeye karşın sıcaklık gibi doğuşsal özelliklerin yer almasını “gerçekten de açıklamasının” söz konusu olup olm adığını sorabilir. Bu türden kafa karışıklıkları sık sık yukarıdaki örneğin gösterdiği tip'Krş. B ernhard Bavink, TheAnatomy of Science, L ondra, 1932, s. 99.
ten indirgem eler tarafından yaratılır. Böyle indirgem elerde birincil bili min içeriği ikincil bilim yoluyla incelenen gereçler ile nitel olarak sürek siz görünür. Biraz daha sağın olarak anlatırsak, bu tip indirgem elerde ikincil bilim yasa ve kuram ları form üle ederken bir dizi ayırdedici be timleyici yüklem kullanır ki, b u n lar birincil bilim in tem el kuram sal terim lerinde ya da ilgili karşılık-düşme kurallarında kapsanmaz. Birinci ya da “türdeş” tipten indirgem eler ikinci ya da “ayrışık” tipten indirge m elerin özel bir d u ru m u olarak görülebilir. Ama aşağıda ikinci tipten indirgem eler ile ilgileneceğiz. 3. Düşüncelerimizi toplamak için, bu çeşitten bir indirgem enin belirli bir örneğini irdeleyelim. Term odinam iğin m ekaniğin içerisine—daha tam olarak, istatistiksel m ekaniğin ve özdeğin kinetik kuram ının içeri sine—katılması böyle bir indirgem enin klasik ve genellikle tanıdık bir örneğidir. Buna göre indirgem enin gerçekleşmesini sağlayan uslamla m anın küçük bir fragm anını anahatlarda vereceğiz ve b u n u uslamla m anın bu parçasının bu tip indirgem eleri kuramsal bilim de indirgem e m antığının genelleştirilmiş bir tartışması için bir tem el olarak hizm et etm ek üzere yeterli olarak temsil ettiği sayıltısı üzerine yapacağız. Kimi tarihsel olguları kısaca anımsayalım. Isıl fenom enlerin incele mesi m odem zamanlarda geriye Galileo’ya ve on u n çevresine dek gider. Sonraki üç yüzyıl sırasında cisimlerin ısıl davranışlarının özel evrelerini ele alan büyük bir sayıda yasa saptandı; ve so nunda küçük bir sayıda genel ilkenin yardım ı ile bu yasalar arasında belli dizgesel ilişkilerin olduğu gösterildi. Termodinamik adı verilen bu bilim mekanikte de kul lanılan kavramları, ayrımları ve genel yasaları kullanır; örneğin hacım, ağırlık ve basınç kavramlarından ve Hooke yasası ve kaldıraç yasaları gibi yasalardan özgürce yararlanır. B ununla birlikte, ek olarak term odina mik sıcaklık, ısı, ve entropi gibi bir dizi ona özgü kavramı ve mekaniğin temel ilkelerine sonurgular olmayan genel sayıltıları da kullanır. Buna göre, m ekaniğin birçok yasasının ısı fenom enlerini araştırm a ve açıkla mada sürekli kullanılmasına karşın, term odinam ik uzun bir süre boyun ca m ekanikten açıkça ayırdedilebilir olan ve yalnızca o n u n bir bölüm ü olmayan özel bir disiplin olarak görüldü. Aslında term odinam ik bugün bile genellikle göreli olarak özerk bir fizik kuram ı olarak açımlanır; ve kavram, ilke ve yasaları ısıl dizgelerin konutlanm ış herhangi bir mikros kopik yapısına herhangi bir gönderm e olmaksızın ve term odinam iğin örneğin m ekanik gibi başka bir kuram a indirgenebileceği varsayılmaksızm anlaşılabilir ve doğrulanabilir. B ununla birlikte, on dokuzuncu yüzyılın başlarında ısının m ekanik eşdeğeri üzerine deneysel çalışmalar kuramsal araştırmayı ısıl ve mekanik fenom enler arasında ısı yasalarının geleneksel form ülasyonunun ileri sürüyor göründüğünden daha yakın bir bağıntı bulm a konusunda uyardı. Bernoulli’nin bu yöndeki erken girişimleri yeniden diriltildi, ve Maxwell ve Boltzm ann ideal gazların
m oleküler yapısını ilgilendiren ve m ekaniğin tem el kavramlarında bildirilebilen sayıltılara dayanarak Boyle-Charles yasasının daha doyuru cu bir türetilişini vermeyi başardılar. Başka ısı yasaları benzer olarak türetildi; ve Boltzmann entropi ilkesini—belki de term odinam iğin en karakteristik ve o n u m ekanikten en belirgin olarak ayırıyor görünen sayıltısı—moleküllerin bir toplak olarak mekanik davranışını karakterize eden istatistiksel kurallılığın bir anlatım ı olarak yorumlamayı başardı. Sonuçta, term odinam iğin m ekanik açısından özerkliğini yitirmiş ve fi ziğin m ekanik dalm a indirgenm iş olduğu savunuldu. Ama bu indirgem e nasıl gerçekleşir? G ö rünürde hangi uslamlama yoluyla ‘sıcaklık,’ ‘ısı’ ve ‘e n tro p i’ gibi terim leri kapsayan bildirim leri o terim leri kapsamayan bir kuram sal sayıltılar küm esinden türetm ek olanaklıdır? Tam uslamlamayı konu üzerine bir incelemeyi yenidenüretmeksizin sergilem ek olanaklı değildir. Öyleyse dikkatimizi karışık çözüm lem enin yalnızca küçük bir bölüm ü üzerinde, ideal gazlar için Boyle-Charles yasasının özdeğin kinetik kuram ının sayıltılanndan türetilmesi üzerinde yoğunlaştıralım. Eğer ana sorunun durulaştınlm asına katkıda bulunm ayan ayrıntıla rın çoğunu bir yana bırakırsak, türetm enin yalınlaştırılmış bir biçimi anahatlarda şöyledir. Varsayalım ki bir ideal gaz hacmi V olan bir kabı dolduruyor olsun. Gazın büyük bir sayıda eksiksiz olarak esnek küresel moleküllerden oluştuğu, b unlann eşit kütleler ve hacım lar taşıdığı, ama aralanndaki ortalam a uzaklıklar ile karşılaştınldığında göz ardı edilebi lir boyutlarda olduklan varsayılır. Bundan başka, m oleküllerin yalnız ca kendileri ve kabın eksiksiz olarak esnek duvarlan arasında yer alan çarpm a kuvvetleri altında durm ak üzere sürekli göreli devimler içinde olduğu varsayılır. Böylece kapları içerisindeki moleküller, konutlam a gereği, yalıülmış ya da sakınıcı bir dizge oluşturur, ve molekül devimleri Nevvton mekaniğinin ilkelerinin terim lerinde çözümlenebilirdir. Şimdi problem moleküllerin deviminin başka özellikleri ve moleküllerin onlar tarafından sürekli bom bardım an nedeniyle kabın duvarları üzerinde uyguladığı basınç (ya da h er birim alan için kuvvet) arasındaki ilişkiyi hesaplamaktır. Bununla birlikte, bireysel moleküllerin durum unun kıpısal koordinat ları edimsel olarak saptanabilir olmadığı için, klasik m ekaniğin olağan matematiksel yordam lan uygulanamaz. İlerlem e yapabilmek için daha öte bir sayıltı getirilm elidir—m oleküllerin konum ve devinirlikleri ile ilgili istatistiksel bir yasa. Bu istatistiksel sayıltı şu biçimi alır: Gazın V hacm i boyutları kendi aralannda eşit am a m oleküllerin çaplan ile kar şılaştırıldığında büyük olan çok büyük bir sayıda daha küçük hacımlara bölünsün; ve ayrıca m oleküllerin taşıyabileceği hızların maksimum erim ini büyük bir sayıda eşit aralığa bölelim. Şimdi h e r bir küçük ha cım ile tüm olanaklı hız-aralıklarım bağlayalım, ve b ir hacm i bir hızaralığı ile bağlayarak elde edilen h e r bir karmaşaya bir “evre-hücresi/
phase-cell” diyelim. İstatistiksel sayıltı o zam an bir m olekülün atanan bir evre-hücresini dold u rm a olasılığının tüm m oleküller için aynı ve bir m olekülün başka herhangi bir evre-hücresini doldurm a olasılığına eşit olduğu, ve (başka şeyler arasında dizgenin bütünsel eneıjisini de içine alan belli sınırlam alar altında olm ak üzere) bir m olekülün bir evre-hücresini dold u rm a olasılığının o h ü cren in başka herhangi bir molekül yoluyla doldurulm asından bağımsız olduğudur. Eğer bu çeşitli sayıltılara ek olarak m oleküllerin herhangi bir kıpıda kabın duvarları üzerinde uyguladığı p basıncının m oleküllerden duvar lara aktarılan kıpısal devinirliklerin ortalaması olması koşulu getirilirse, p basıncının çok belirli bir yolda m oleküllerin E ortalam a kinetik ener jisi ile ilişkili olduğunu, ve gerçekte p = 2E/3V, ya da p V = 2E /3 oldu ğunu çıkarsamak olanaklıdır. Ama bu denklem in Boyle-Charles yasası (ki ona göre pV= kT, ki burada k verili bir gaz kütlesi için bir değişmez, ve T gazın saltık sıcaklığıdır) ile bir karşılaştırması yasanın sözü edilen sayılülardan eğer sıcaklık belli bir yolda m oleküler devimlerin ortalam a kinetik eneıjisi ile ilişkili ise çıkarsanabileceğini düşündürür. Öyleyse 2 £ /3 = ATkonutlamasım getirelim ve bir ideal gazın saltık sıcaklığının o nu oluşturdukları varsayılan m oleküllerin ortalam a kinetik enerjisi ile orantılı olduğunu kabul edelim. Bu konutlam am n karakterinin ne olduğunu şimdilik araştırmayacağız. Ama son sonucumuz Boyle-Charles yasasının m ekaniğin ilkelerinin b u n lar b ir gazın m oleküler yapısına ilişkin bir önsav, m oleküllerin devim lerini ilgilendiren istatistiksel bir sayıltı, ve sıcaklığın (deneysel) kavramını m oleküllerin ortalam a kinetik eneıjisi ile bağıntılayan bir konutlam a ile tam am landığı zaman mantık sal bir sonucu olduğudur .2 II. indirgeme için Biçimsel Koşullar Boyle-Charles yasasının gazların kinetik k u ram ın d an türetilm esinin yalnızca taslak olarak verilm iş olm asına karşın, g en e de a n a h a tla r bir bilim in b ir başkasına indirgenm esi için yerine getirilm esi gere ken genel koşulları bildirm ek için b ir tem el olarak hizm et edebilir. Tartışmayı birincisi öncelikle biçim sel b ir doğada olan sorunları ve İkincisi olgusal/factual ya da görgül b ir karakterdeki soruları ele alan iki bölüm e ayırm ak y erinde olacaktır. Biçimsel so ru n ları ilk olarak irdeleyeceğiz. 1. Bilimlerin bir indirgem ede içerilen belitlerinin, özel önsavlarının ve deneysel yasalarının belirtik olarak formüle edilmiş bildirimler olarak el altında olması gerektiği açık bir gerektirimdir. Yine açıktır ki bu bildi2Tüm dengelim iıı ayrıntılı bir açımlaması için, bkz. örneğin Jam es Rice, Introduction toStatisticalMechanics, NevvYork, 1930, Chap. 4 ,y ad aJ. H .Jeans, TheDynamicalTheory of Gases, Cambridge, Ingiltere, 1925, Chap. 6 .
tim lerin çeşitli bileşen terim lerinin h er bir disipline uygun kodlanmış kullanım kuralları yoluyla ya da yerleşik yordam lar yoluyla ikircimsiz olarak saptanmış anlam lan olmalıdır. Bu temel gerektirimin doyurulmadığı düzeye dek, bir bilimin (ya da bilim dalının) gerçekte bir başkasına indirgenm iş olup olm adığına güvenle karar verm ek pek olanaklı değil dir. Dahası, kabul etm ek gerek ki etkin gelişim içindeki çeşitli bilimsel disiplinlerin olsa olsa birkaçında bu maksimum belirtiklik gerektirimi tam olarak yerine getirilir, çünkü bilim in norm al gidişinde som ut bir problem üzerine gitm ede gerekli olabilecek tüm sayıltıları ayrıntıda ortaya dökm ek seyrek olarak zorunludur. Bu belirtiklik gerektirim i böylece işlerin verili b ir zam anda geçerli olan edim sel d u ru m u n u n bir betimlemesi olm aktan çok ideal bir istemdir. Buna karşın, her bir özelleşmiş disiplinin içerisindeki bildirim ler disiplindeki bildirim lerin m antıksal rolleri üzerine dayalı ayrı ayrı küm elere sınıflandırılabilir. Böyle bildirim küm elerinin aşağıdaki şematik kataloğu eksiksiz olmak üzere değil, am a şimdiki tartışm a ile ilgili olan daha önem li bildirim tiplerini listelemek için amaçlanmıştır. a. Yüksek düzeyde gelişmiş B bilim inde (örneğin mekanik, elektrodi namik ya da term odinam ik) disiplinin tem el kuramsal konutlam alanndan oluşan bir ^b ild irim ler sınıfı vardır. Bu konutlam alar B içerisindeki tüm tü m d en g elim lerd e ö n c ü lle r (ya da bölüm sel öncüller) olarak görünür. Bilimin verili bir kodlanışındaki başka sayıltılardan türetil mezler, gerçi U ’nin almaşık bir açım lam asında mantıksal olarak ilkel bildirim lerin ayrı bir küm esi kullanılabilse de. K deneysel yasalan ve gözlemlenebilir olaylan açıklamak ve onlar üzerine daha öte araştırmayı yönetm ek için kabul edildiğine göre, Â^’de ya da biçimsel olarak A'cleki bildirim lerden türetilebilir bildirim lerde yer alan kuramsal kavramlann yeterli bir sayısı için eşgüdüm leyici tanım ların (ya da karşılık-düşme kurallarının) bir R sınıfı da olacaktır. Dahası, K büyük olasılıkla yeterli bir bilimsel kuram için olağan gerektirim leri doyuracaktır. Özel olarak, K B ’ye ait deneysel yasalann büyük bir sınıfını dizgesel olarak açıklaya bilecektir; K katılm aları on u n açıklayıcı gücünü önem li ölçüde arttır mayan ama yalnızca belki de bir iki deneysel yasayı açıklamaya hizmet eden herhangi b ir sayıltı kapsamayacaktır; “birlikte-asılı/compendent” olacaktır (K ’deki herh an g i b ir konutlam alar çiftinin ortaklaşa en az bir kuramsal terim lerinin olması anlam ında); ve A^’deki konutlam alar “yalın” olacak ve çok sayıda olmayacaktır. Bölüm 6 ’da belirtildiği gibi, K sayıltılarını öncü ller olarak değil am a çözüm lem enin yol gösterici ilkeleri olarak ya da yöntembilimsel kurallan olarak kullanm ak zaman zaman uygundur. B ununla birlikte, kuram lann öncüller olm aktan çok yol gösterici ilkeler olarak rollerini vurgulamaktan doğan sorunlar daha önce tartışılmıştır, ve o sorunların ne olursa olsun şimdiki bağlam da herhangi bir önem i yoktur.
K ’nin bildirimleri arasında genellikleri (“genelliğin” Bölüm 3’te ince lenen anlam ında) açısından bir hiyerarşi kurm ak sık sık olanaklıdır. Bu yapılabildiği zaman A'cieki en genel kuramsal sayıltılan kapsayan K\ alt sınıfını geri kalan ve daha özelleşmiş olanlan kapsayan K? alt-sınıfından ayırdetmek yararlıdır. ÂVin en genel konutlam alarınm norm al olarak bir b ü tü n olarak alm an K kuram ının alanından d ah a kapsayıcı olan bir uygulam a alanı vardır. Buna göre, ATı’in konutlam aları kapsayıcı konutlam alardır ki, K o n lan n yalnızca özel bir durum udur, ve bu arada Ââ’nin sayıltılan fiziksel dizgelerin belli bir özel tipini ilgilendiren önsavlardır. Ö rneğin, gazlann kinetik kuram ında en genel kuramsal sayıltılar Newton’ın devim belitleridir ve böylece Ki e aittirler; ve alanları açıkça kinetik kuram ın alanının olduğundan daha kapsayıcıdır. Ö te yandan, h er gazın boyutlan göz ardı edilebilir eksiksiz olarak esnek moleküllerin bir dizgesi olduğu konutlaması, ya da tüm m oleküllerin verili bir evrehücresini doldurm ak için aynı olasılığı taşıdığı konutlam ası Newton belitlerinden daha az geneldir ve Ks ye aittir. AVnin sayıltılan böylece Acildekiler için değişken tamamlayıcılar olarak görülebilir, çünkü K\’de olanlann içeriği değiştirilmeksizin değiştirilebilirler, çünkü bu sonun cular değişik dizge tiplerine uygulanır. Ö rn eğ in N ew ton belitlerine bu belitler özdek toplaklarının ayrı durum larının özelliklerine ilişkin kuram larda kullanıldığı zaman gaz, sıvı ve katiların m oleküler yapılan m ilgilendiren ayırdedici sayıltılar eklenebilir. Yine, gazların kinetik kuram ı çeşitli gaz tipleri ile ilgilenirken Newton m ekaniğinin tem el sayıltılannı kullanm asına tutm asına karşın, kuram h er zaman gaz mo leküllerinin göz ardı edilebilir boyutlan olduğunu konutlamaz; daha sı, kuram tarafından m oleküller arasında etkide bulunduğu varsayılan kuvvetler gazın sıvılaşma noktasından çok uzaklaşmış olup olmamasına bağımlıdır. Bir kuram ın d ah a g enel Kı konutlam aları ve o n ların d ah a az ge nel değişken tam am layıcıları arasında keskin olarak ayrım yapm ak h e r zam an olanaklı olm asa da, genellikle bu tü rd e n kimi ayrım lar kabul edilir. Böylece, term o d in am iğ in indirg en d iğ i birincil bilim in klasik m ekaniğin k o n u tlam aların d an başka konu tlam alar kapsam a sı olgusun a karşın, term o d in am iğ in sık sık (yalnızca gevşek olarak da olsa) mekaniğe in d irg en eb ilir o ld u ğ u söylenir, çü n kü N ew ton’ın devim b elitlerin in gazların kinetik k uram ının en genel sayıltılan ol d u ğ u ve böylece k u ram ın özel vargılarını içeren tem el dü şü n celer çerçevesini form üle ettiği kabul edilir. Dahası, eğ er gazların kinetik kuram ı yalnızca d ah a az genel Ki sayıltılarından b ir ya da d ah a ço ğ unu değiştirerek deneysel term odinam ik yasalarının bir bölüm ünü açıklayabilseydi, b u n e d e n le hiç kimse kolay kolay term odinam iğin m ekaniğe in d irg en eb ilirliğ in i tartışm azdı, yeter ki m ekaniğin ilke leri düzeltilm iş k u ram ın en g en el açıklayıcı ö n c ü lle ri olarak elde tutulm uş olsun.
b. Temel bir ^ k u ra m ın ı kapsayan bir B bilimi ayrıca /T nin mantıksal sonuçları olan bir teorem ler sınıfını da kapsayacaktır. T eorem lerden kimileri biçimsel olarak .Kj’den (aslında sık sık en genel K\ konutlamalan n d an ) R karşılık-düşme kurallarından herhangi bir yardım olmaksızın türetilebilir olacaktır, ve bu arada başkaları ancak i î ’nin de kullanılması yoluyla elde edilebilir. Ö rneğin gezegen kuram ında birinci türden ta nıdık bir teorem , eğer bir nokta-kütle tekil bir özeksel kuvvetin etkisi altında deviniyorsa yörüngesinin bir konik kesit olduğudur; ikinci tür den bir teorem , eğer bir gezegen yalnızca güneşin yerçekimi kuvvetinin etkisi altında deviniyorsa alansal hızının değişmez olduğudur. Ama B kapsamlı bir kuram taşıyor olsun ya da olmasın, genel olarak alındığında uylaşımsal olarak B ’nin özel alanı içine düşüyor olarak görü len bir Y deneysel yasalar sınıfını kapsayacaktır. Böylece ışığın yansıma, kırılma ve bükülmesi ile ilgili çeşitli yasalar optik biliminin deneysel içe riğinin parçasını oluşturur. B ’nin verili herhangi bir gelişim evresinde onun Y deneysel yasaları sınıfının ilkede ikircimsiz olarak belirlenebilir olm asına karşın, bu sınıf sık sık araştırm anın ilerlem esi ile büyür (ve kimi zaman giderek küçülebilir). Ne de fi bilim inin tek bir dalm a ait olarak birarada küm elenen Y deneysel yasaları ve ayrı bir dala düşüyor olarak görülen yasalar arasında kalıcı olarak saptanmış bir sınır çizgisi vardır. Böylece, elektriksel ve manyetik fenom enlerin yakından ilişkili oldukları h e r zam an anlaşılmış değildi; ve fizik üzerine yakınlarda çı kan kitapların çoğunda olmasa da daha eski kitaplarda ilk bakışta ayrı fenom enlere ilişkin deneysel yasalar deneysel araştırm anın ayrı bölüm lerine ait olarak sınıflandırılır. Gerçekten de, verili bir bilimin alanı için varsayılan sınırlar ve deneysel yasaları ayrı bilimsel disiplinler altında sınıflandırm ada etkili olan gerekçe sık sık güncel olarak savunulan ku ram ların açıklayıcı alanı üzerine dayandırılır. c. H er pozitif bilim ya bilimin alanı olarak görülen içerik üzerine göz lemlerin sonucunu formüle eden ya da o disiplinin içerisindeki edimsel araştırmayı yürütmek için saptanmış açık yordamları belirleyen büyük bir tekil bildirimler sınıfını kapsar. Böyle tekil bildirimlere “gözlem bildirim leri” diyeceğiz, am a bu etiketi kullanm ada “reel” gözlem verilerinin ne olduğuna ilişkin herhangi bir özel ruhbilimsel ya da felsefi kuram a bağ lanmadığımızı kabul edeceğiz. Özel olarak, gözlem bildirimleri zaman za m an biricik “doğrudan deneyim” nesneleri oldukları ileri sürülen “duyu verileri” üzerine bildirimler ile özdeşleştirilmeyecektir. Böylece, ‘29 Mayıs 1919’da Kuzey Brezilya’da Sabral’da bir tam güneş tutulması yer aldı’ ve ‘Dün ofisimde odanın sıcaklığı 50° F’ye düştüğü zaman düğmeye basıldı’ bildirimlerinin h er ikisi de bu adlandırm anın şimdiki kullanımında göz lem bildirimleri olarak geçerlidir. Gözlem bildirimleri durum a göre bir kuram ya da yasa için başlangıç ve sınır koşullannı formüle eder; kuram ve yasaları doğrulam ak ya da çürütm ek için de kullanılabilir.
d. Verili bir B biliminin birçok gözlem bildirimi B ’de deneyler yapmak için ya da ZTde kabul edilen çeşidi sayıltıları sınam ak için gerekli olan aygıtın düzenleniş ve davranışını betim ler. Buna göre, böyle gözlem bildirim lerinin öne sürülmesi örtük olarak değişik türlerden aletlerin karakteristiklerini ilgilendiren yasaların kullanım ını içerebilir; bu yasa lardan kimileri i?’nin genellikle kabul edilen alanı içine düşmeyebilir ve B ’nin herhangi bir kuram ı yoluyla açıklanmayabilir. Ö rneğin, teles koplara bağlı fotoğraf donatım ı genellikle Newton yerçekimi kuram ını sınam ada kullanılır, öyle ki böyle bir aygıtın yapımı gibi onun yardımı ile elde edilen verilerin yorum u da hem optiğin hem de kimyanın ku ramlarını ve deneysel yasalarını sorgusuzca kabul eder. Bununla birlikte, böyle sorgusuzca alınan genel sayıltılar m ekanik bilim ine ait değildir; ve Newton yerçekimi kuram ı optik ve kimyasal yasaları açıklamayı ya da aklamayı üsdenmez. Mekanik fenom enler üzerine araştırmalarda kame ralar ve teleskoplar kullanıldığı zaman, bu nedenle ayrımlar ve yasalar başka özel disiplinlerden “ödünç alınır.” Bir B bilim inde kullanılan ama B ’nin kendisinin içerisinde doğrulanm ayan ya da açıklanmayan böyle yasalara B ’n'm “ödünç yasaları” olarak değineceğiz. Birçok bilim ayrıca örneğin mantığın ve matematiğin bildirimleri gibi mantıksal olarak doğru oldukları kabul edilebilecek belli bildirim leri de kapsayacaktır. Bunları göz ardı etsek bile, bir B bilimi için başka özel disiplinler ile göreli olarak herhangi bir özerklik derecesi ileri sürülsün ya da sürülmesin o bilimde yer alabilecek dört büyük bildirimler sınıfını tanıdık: (a) f i’nin kuram sal konutlam aları, onlardan türetilebilir teo remler, ve konutlam alardaki ya da teorem lerdeki kuramsal kavramlar ile bağlı eşgüdümleyici tanımlar; (b) ,8 ’nin deneysel yasaları; (c) B ’nin gözlem bildirimleri; ve (d) U ’nin ödünç yasaları. 2. ikinci biçimsel noktaya geliyoruz. Bir B bilim inin h e r bildirim i örtük ya da belirtik kuruluş kuralları ile uyum içinde daha öğesel anla tımların bileşimi olan bir dilbilimsel yapı olarak çözümlenebilir. Varsa yılacaktır ki, bu öğesel anlatım ların değişen derecelerde bulanık olabil m esine karşın, bunlar ya alışkısal kullanım yoluyla ya da belirtik olarak form üle edilmiş kurallar yoluyla saptanan anlam lar ile f i’de ikircimsiz olarak kullanılır. Anlatım lardan kimileri biçimsel m antığın, aritmetiğin ve m atem atiksel çözüm lem enin başka dallarının deyimleri olacaktır. B ununla birlikte, salt biçimsel ya da mantıksal kendilikler ile olmak tan çok, birincil olarak genellikle “görgül” nesneler, özellikler, ilişkiler ya da süreçler olarak görülen şeyleri imleyen “betimleyici anlatım lar” ile ilgileneceğiz. Mantıksal ve betimleyici anlatım lar arasında sağın bir ayrım geliştirm ede güçlükler olsa da, bu güçlükler şimdiki tartışmaya dokunm az. H er ne olursa olsun B ’de B ’nin ödünç yasalarında yer al mayan D betimleyici anlatım ları sınıfını irdeleyelim. Bir bilim in betimleyici anlatım larının birçoğu açıkça sıradan sorun
ların dilinden alınır ve gündelik anlam larını sürdürür. Bu gözlem bil dirim lerinde yer alan anlatım lar için sık sık doğrudur, çünkü giderek dikkatle tasarlanan laboratuar deneylerinde kullanılan açık yordamların büyük bir bölüm ü bile kaba deneyim dilinde betim lenebilir. Ö te yan dan, başka betimleyici anlatım lar verili bir bilime özgül olabilir; yüksek düzeyde özelleşmiş teknik bağlamlara sınırlı bir kullanımları olabilir; ve o bilimde onlara yüklenen anlam lar giderek ya doğrudan ya da dolaylı gözlem yoluyla tanınabilir sorunları betim lem ede kullanılmalarını bile önleyebilir. Bu son türden betimleyici anlatım lar tipik olarak bir bilimin kuramsal sayıltılannda yer alır. Sık sık ö ’deki bir anlatım ın anlam ını D ’de mantıksal anlatım lar yo luyla tam am lanan başka anlatım ların yardımı ile açımlamak olanaklıdır. Böyle açım lam alar zaman zaman uylaşımsal belirtik tanım lar biçiminde sağlanabilir, gerçi terim lerin anlam ını saptam ak için genellikle daha karışık teknikler gerekli olsa da. Ama hangi biçimsel açımlama teknik leri kullanılırsa kullanılsın, D ’de bulunan ve salt mantıksal deyimlerin yardım ı ile D ’deki tüm başka anlatım ların anlam ını açım lam ak için yeterli olan anlatım lar küm esine ü ’nin “ilkel anlatım ları” diyelim. H er zam an en az b ir P ilkel anlatım lar kümesi olacaktır, çünkü, en az uy gun durum larda, hiçbir betimleyici anlatım başkalarının terim lerinde açımlanam adığı zaman, P kümesi D sınıfı ile özdeş olacaktır. Öte yan dan, böyle b ird en çok P küm esi olabilir, çünkü, iyi bilindiği gibi, bir çözüm lem e bağlam ında ilkel olan terim ler bir başka bağlam da ilkel konum larını yitirebilir; am a bu olanak şimdiki tartışmayı etkilemez. B ununla birlikte, eğer B ’nin gözlem bildirim lerinin ve deneysel ya saların yanısıra kapsamlı bir kuram ı da varsa, bir anlatım ın açımlaması belirtilmesi gereken iki yönden birinde ilerleyebilir, çünkü genel olarak her bir yön ayn ilkeller küm esinin kullanım ını içerir. a. D ’de bulunan ve gözlem lenebilm e yeteneğindeki şey, özellik, iliş ki ve süreçlere g ö nderm ede b u lu n an anlatım lara “gözlem anlatım la rı” adını verelim. Gözlem anlatım ları ve başka betimleyici anlatım lar arasındaki ayrım bilindiği gibi bulanıkur, çünkü hangi sorunların göz lem lenebilir sorunlar olarak alınacağına karar verm ede değişik bağ lam larda değişik sağınlık dereceleri kullanılabilir. Ama, bulanıklığına karşın, ayrım yararlıdır ve hem bilimsel araştırm ada hem de gündelik kılgıda kaçınılmazdır. H er ne olursa olsun, birçok açımlama betimleyici anlatım ların anlam larını gözlem anlatım larının terim lerinde belirle meyi amaçlar. Terim lerin anlam lannı bugünlerde onlar için “işlemsel VAnmıVdY/ operational definitıons ”olarak bilinen şeyleri vererek saptamak için (başkalan arasında Peirce ve Bridgman tarafından savunulan) prog ram kendine h ed ef olarak bu tü r açımlamalan alıyor görünür. Bu yolda .D’deki anlatım ların maksimum sayısını açımlamak için gereksinilen P\ gözlem anlatım ları küm esine B ’nin “gözlem ilkelleri” adını verelim.
Ö rneğin, ‘sıcaklığın’ anlam ı fizikte sık sık sıvıların ya da gazların hacım genleşm elerinin terim lerinde ya da cisim lerin başka gözlem lenebilir davranışlarının terim lerinde açıklanır; böyle duru m larda ‘sıcaklığın’ açımlaması gözlem lenebilir ilkeller yoluyla verilir. b. Varsayalım ki, f i ’n in bilim in tüm deneysel yasalarını açıklam a yeteneğindeki bir kuram ı olsun; ve kuram sal konutlam alarda (eşgüdümleyici tanım lan dışlayıcı) ve biçimsel olarak onlardan türetilebilir teo rem lerd e kullanılan betimleyici anlatım ları f i ’nin “kuram sal an latım ları” olarak adlandıralım . Birçok açım lam a anlatım ların anlam larını kuram sal anlatım lar yoluyla belirlem eyi am açlar; ve bu yolda D ’deki m aksim um anlatım sayısını açım lam ak için gereksinilen P 2 kuram sal anlatım ları küm esine f i ’n in “kuram sal ilkelleri” diyeceğiz. Ö rneğin, ‘sıcaklığın’ anlam ına ısı bilim inde C arnot ısı dönüşüm leri döngüsünü betimleyen bildirim lerin yardımı ile, ve dolayısıyla ‘eksiksiz iletken-olmayanlar,’ ‘sonsuz ısı to p 1an akl arı / reseruoirs, ’ve ‘sonsuz ölçüde yavaş hacım genleşm eleri’ gibi kuramsal ilkellerin terim lerinde, kuram sal bir açımlama verilir. Bölüm 6 ’da gördüğüm üz gibi, kuramsal anlaüm lann gözlem anlatımlannın terim lerinde belirtik olarak tanımlanabilir olup olmadığı sorusu çok tartışılmıştır. Eğer kuram sal anlatım lar h e r zaman böyle tanım la nabilir olsaydı, gözlem anlatım lanndan yana onlardan vazgeçilebilir ve böylece aynm m çok az önem i olurdu. Bununla birlikte, soruya olumsuz bir yanıt tanıtlamalı olarak saptanmış olmasa da, eldeki tüm kanıt yanıtı destekler. G erçekten de, belirtik tanım lardan başka açımlama biçimle ri kullanıldığı zaman bile kuramsal anlatım ların genel olarak gözlem anlatım lannın yardımı ile yeterli olarak açımlanamayacağı biçimindeki güçlü savı ileri sürm ek için iyi n e d e n le r vardır. Şimdiki tartışm anın am açlan için bu sorular üzerine bir konum benim sem ek zorunlu de ğildir. Buna karşın P \ gözlem ilkelleri küm esinin tüm D betimleyici anlaüm lannı açımlamak için yeterli olduğunu açık bir olgu olarak varsaymamalıyız; ve f i’nin P ilkel anlatım lar sınıfının genel olarak P\ sınıfı ile çakışmaması olanağına izin vermeliyiz. B una göre, ‘sıcaklığın’ ısı bilim inde hem kuramsal bildirim lerin hem de gözlem bildirim lerinin terim lerinde açım lanm asına karşın, bundan birinci açım lam anın anla m ında anlaşılan sözcüğün İkincinin anlam ında yorum lanan ‘sıcaklık’ sözcüğü ile anlam daş olduğu sonucu çıkmaz. 3. Şimdi indirgem e üzerine üçüncü biçimsel irdelemeye dönebiliriz. Bir indirgem ede içerilen birincil ve ikincil bilim ler genel olarak her iki bilim de de aynı anlam lar ile bağlı olan büyük bir sayıda anlatım ı (bildirim leri de içerm ek üzere) ortaklaşa taşır. Biçimsel m antıkta ve matematikte geçerli kılınabilir bildirim ler açıktır ki böyle ortak anlatım ların örnekleridir, am a genellikle başka birçok betimleyici bildirim de
vardır. Ö rneğin, H ooke’u n yasası ya da kaldıraç yasaları gibi m ekanik bilimine ait birçok yasa ayrıca ısı bilim inde de görünür, üstelik yalnızca ödünç yasalar olarak olsa bile; ve bu son bilim kendi deneysel yasaların da ‘hacım ,’ ‘basınç’ ve ‘iş’ gibi anlatım ları bu sözcüklerin m ekanikteki anlamları ile çakışan anlam larda kullanır. Ö te yandan, indirgenm esin den önce ikincil bilim genellikle birincil bilim de belki de bu İkincinin gözlem bildirim leri ve ödünç yasalan sınıflarında olm anın dışında yer almayan anlatım lan kullanır ve onların yardımı ile form üle edilen de neysel yasaları ileri sürer. Ö rneğin, klasik biçim indeki m ekanik bilimi Boyle-Charles yasasını deneysel yasalanndan biri saymaz; ne de ‘sıcaklık’ terim i m ekaniğin kuram sal sayıltılarında yer alır, gerçi sözcük zaman zam an m ekaniğin deneysel araştırm alarında b u bilim in bir yasasının kullanılma koşullanm betim lem ek için kullanılabilse de. B ununla birlikte, bir bilime ait olan anlatım lann o n u n kendi açımla ma yordamları yoluyla saptanmış anlam ları taşıdığını belirtm enin çok büyük önem i vardır. Özel olarak, verili bir bilimi ayırdeden anlatım lar (örneğin ısı bilim inde kullanıldığı gibi ‘sıcaklık’ anlatımı) o araştırma dalının kural ya da alışkanlıklannın terim lerinde anlaşılabilirdir; ve o anlatım lar o incelem e dalında kullanılırken, onlarla o dalda bağlı olan anlamlarda anlaşılmalıdır—bilimin başka bir disipline indirgenmiş olup olm adığına bakılmaksızın. Hiç kuşkusuz kimi zaman bir bilimdeki bir anlatım ın anlam ı başka bir bilimin ilkellerinin (ister kuramsal isterse gözlemsel olsunlar) yardımı ile açımlanabilir. Örneğin, termodinamikte anlaşıldığı gibi ‘basınç’ sözcüğünün mekaniğin kuramsal ilkelleri yoluy la açım lanan ‘basınç’ terim i ile anlam daş olduğu sayıltısı için sağlam tem eller vardır. G ene de bun d an genel olarak verili bir bilim de kulla nılan h er anlatım ın, o bilimin ayırdedici kurallan ya da yordam ları yo luyla belirlenen anlam da, başka bir disiplinin ilkellerinin terim lerinde açımlanabilir olduğu sonucu çıkmaz. Bu ön açıklamalann tamamlanması ile, şimdi bir bilimin bir başkasına indirgenm esi için yerine getirilmesi zorunlu olan biçimsel gerektirim leri bildirmeliyiz. Bu bölüm de daha önce belirtildiği gibi, bir indirgeme ikincil bilimin deneysel yasaları (ve eğer yeterli bir kuram ı varsa, aynca kuramı) birincil bilimin kuramsal sayıltılannm (eşgüdümleyici tanım lan da kapsamak üzere) mantıksal sonuçlan olarak gösterildiği zaman yerine getirilir. Belirtm ek gerek ki ikincil bilimin ödünç yasalannm da birincil bilim in kuram ından türetilebilir olması gerektiği gibi bir ko şul getirmiyoruz. B ununla birlikte, eğer ikincil bilimin yasalan birincil disiplinin kuram sal sayıltılarında yer almayan terim ler kapsıyorsa (ve bu daha önce tartışmayı ona sınırlam ak için anlaşmış olduğum uz in dirgem e tip id ir), birincinin İkinciden mantıksal olarak türetilm esi ilk bakışta olanaksızdır. T ü retm en in olanaksız olduğu önesürüm ü, kimi özsel olarak ilgisiz kuraldışılar bir yana bırakılmak üzere, hiçbir terimin öncüllerde de görünm edikçe bir biçimsel tanıtlam anın vargısında gö-
Tünemeyeceği biçim indeki tanıdık mantıksal kanon üzerine dayanır .3 Buna göre, ikincil bilimin yasaları birincil bilimin kuramsal sayıltılann3Bu mantıksal kanona olanaklı karşıçıkışlann başlıca temeli, m odem biçimsel m an tıktaki kimi teorem ler göz ö nüne alındığında, geçerli bir tüm dengelim li uslamlama nın öncüllerde yer almayan terim leri kapsayan bir vargısının olabileceği olgusudur. T üm celer m antığında (ya da çözüm lenm em iş önerm eler m antığında) böyle var gıların tüm dengelim ine izin veren en az iki yasa vardır. B unlardan birine göre, ‘Eğer B \ ise, o zaman B \ ya da B2 biçim indeki herhangi bir bildirim —ki burada B \ ve B2 herhangi iki bildirim dir—m antıksal olarak doğrudur, öyle ki B \ ya da B% bildirim i 2?ı*den türetilebilirdir. Ama 5 2 keyfi olarak seçilebileceğine göre, B \ ya da Bo'ye B \d e yer almayan terim ler kapsatılabilir. ikinci bir mantıksal yasaya göre, lB \, ama ancak ve ancak B \ ve ( . 6 2 ya da değil-i^) ise’ biçim indeki herhangi bir bildirim mantıksal olarak doğrudur; bu nedenle ‘B 1 ve (B 2 ya da d eğil-i^)’ ilk durum daki ile aynı genel sonucu verm ek üzere 5 ı ’den türetilebilirdir. B ununla birlikte açıktır ki tüm denge limli adım ların h e r iki tipi de gazların kinetik kuram ından Boyle-Charles yasasını veremez. Eğer verebilseydi (örneğin, sözü edilen iki mantıksal yasanın birincisinde IV n in yerine bu yasanın geçirilmesi yoluyla), o zaman, B 2 bütünüyle keyfi olduğu için, tüm dengelim bu yasanın çelişkilisini de verirdi; ve kinetik kuram ın kendisi kendi ile çelişkili olmadıkça bu olamaz. Bu uslamlama bütünüyle geneldir ve başka indirgem e örnekleri için de geçerlidir. Buna göre, indirgem elerin ikincil bilimin bildirim lerini birincil bilimin kuram ından çıkarsamada yalnızca tüm celer kalkülüsünün manüksal yasalarından yararlanm alan ölçüsünde, m etinde sözü edilen mantıksal kanona karşıçıkışı karşılamak için bu kanonu şöyle okunm ak üzere iyileştirmek yeterlidir: Geçerli b ir tüm dengelim de öncüllerde yer alm ayan hiçbir terim vargıda görünm ez—am a ancak bir terim tüm celer kalkülüsünün herhangi bir keyfi terim in vargıya girmesine izin veren mantıksal yasalan yoluyla vargıya girmedikçe. B ununla birlikte biçimsel m antığın başka bölüm lerinde gelişmiş olan ve yine ön cüllerde olmayan terim ler kapsayan vargıları aklayan başka mantıksal yasalar vardır. Evrensellik anlatan değişkenler için yerine-koyma böyle çıkarsamanın tanıdık bir ti pidir. Ö rneğin “H erhangi bir xiçin, eğer x b ir gezegen ise, o zaman ^yansımış ışık ile parlar” öncülünün ‘Mars’ terim ini kapsamamasına karşın, “Eğer Mars bir gezegen ise, o zam an Mars yansımış ışık ile parlar” bildirimi geçerli olarak ondan çıkarsanabilir. Böyle çıkarsamanın bir başka tipi “Tüm insanlar ölüm lüdür”den “Tüm aç insanlar aç ölüm lülerdir” vargısının türetilm esi ile örneklenir. Gene de Boyle-Charles yasasının türetilm esinin bir yoklaması bu yasada kapsanan am a kinetik kuram da kapsanmayan ‘sıcaklık’ terim inin türetm eye böyle evrensel olarak geçerli tüm dengelim adım lan yoluyla getirilm ediğini ortaya çıkanr; ve birincil bir bilime indirgenebilir olan ikincil bir bilim in ayırdedici terim ler kapsayan başka yasalannın tüm dengelim inde de du rum un bu olması gerektiğini gösterm ek için bu notun önceki paragrafında tüm celer kalkülüsündeki tüm dengelim ler durum u için sunulan uslamlamaya andınm lı b ir us lam lam a kurulabilir. Buna göre, m etnin mantıksal kanonuna bu çeşitli kuraldışılar tartışm a altındaki sorunlara ilgisiz olarak göz ardı edilebilir. Bu kanona yönelik bir başka karşıçıkış da, biçimsel m antık bir yana, sık sık uslamlam alan, kanonu açıkça çiğnem elerine karşın, geçerli olarak tanımamızdır. Böylece, ‘Jo h n Mary’nin bir kuzenidir’in ‘J o h n ’u n amcası Mary’nin babasıdır’dan çıktığı, ve ‘Sm ith’in gömleği renklidir’in ‘Sm ith’in gömleği kınm ızıdır’dan çıktığı söylenir, üste lik karşılık düşen öncülde bulunm ayan bir terim in vargılann h e r birinde görünm esi olgusuna karşın. Ama b u ö rn e k le r ve onlara benzer başkaları özsel olarak enthym emetik çıkarsamalardır ve ya belirtik bir tanım ya da başka türden bir a priori bildirim biçiminde örtük bir sayıltı kapsarlar. Bu bastınlmış sayıltılar belirtik kılınınca, örnekler bundan böyle yoklama altındaki mantıksal kanona kuraldışılar olarak görünm ez.
da bulunm ayan b ir ‘A ’ terim ini kapsadığı zam an, birincinin İkinciye indirgenm esi için iki zorunlu biçimsel koşul vardır: ( 1 ) ‘A 'tarafından im lenen herh an g i birşey ve birincil bilim de daha şim diden bulunan kuramsal terim lerin temsil ettiği özellikler arasında uygun ilişkiler konuüayan bir tü rd en sayıltılar getirilmelidir. Böyle sayıltılann doğasının yoklanması gerekecektir; ama, d ah a öte tartışm anın sonucuna zarar vermeksizin, bu koşula “bağıntılanabilirlik koşulu” olarak değinm ek uygun olacaktır. (2) Bu ek sayıltılann yardım ı ile, ikincil bilim in A ’ terim ini kapsayanlar da aralannda olm ak üzere tüm yasalan mantıksal olarak birincil disiplindeki kuram sal öncüllerden ve onların bağlı eşgüdümleyici tanım lanndan türetilebilir olmalıdır. Buna “türetilebilirlik koşulu” diyelim .4 Bu ek sayıltılann konutladığı bağlantıların doğasına ilişkin olarak görünürd e yalnızca üç olanak vardır: (1) Birincisi bağlantıların anla tım ların yerleşik anlam ları arasındaki mantıksal bağıntılar olmasıdır. Sayıltılar o zam an ‘A ’m n mantıksal olarak (büyük olasılıkla anlamdaşlık yoluyla ya da tek-yönlü analitik gereklilik yoluyla) birincil bilim deki bir ‘f i’kuram sal anlatım ı ile ilişkili o ld u ğ u n u ileri sürer. Bu almaşık üzerine, ikincil bilim in kullanım kuralları ya da alışkanlıkları yoluyla saptandığı gibi ‘A ’nın anlam ı birincil disiplinin kuram sal ilkellerinin yerleşik anlam larının terim lerinde açım lanabilir olmalıdır. ( 2 ) İkinci olanak bağlantıların keyfi bir karar yoluyla yaratılmış uylaşımlar olma sıdır. Sayıltılar o zaman A ’ve birincil bilim in belli bir kuramsal ilkeli ya da o n u n kuram sal ilkellerinden o luşturulan bir yapı arasında bir karşılık-düşme kuran eşgüdümleyici tanım lardır. Bu almaşık üzerine, öncekinin tersine, A ’nın anlam ı kuram sal ilkellerin anlam lannın te rim lerinde açıklanm akta ya da çözüm lenm ekte değildir. Tersine, eğer A ’ ikincil bilimin bir gözlem terim i ise, sayıltılar bu d u rum da birincil bilimin belli b ir kuram sal anlatım ına daha önceden yapılmış olabile cek başka atam alar ile tutarlı deneysel bir imlem atayabilir. (3) Üçüncü olanak bağlantılann olgusal/facAualya da özdeksel/material olmasıdır. Sayıltılar o zaman işlerin birincil bilimdeki belli bir ‘f i'kuram sal anlatımı tarafından im lenen d u ru m u n u n yer almasının işlerin ‘A 'yoluyla belir tilen durum u için yeterli (ya da zorunlu ve yeterli) bir koşul olduğunu ileri süren fiziksel önsavlardır. Bu d urum da işlerin iki d u rum unun her birinin yer alması için bağımsız kanıtın ilkede elde edilebilir olması nın zorunlu olduğu açığa çıkacaktır, ve b una göre iki d urum u belirten 4Bağıntılanabilirlik koşulu birincil bilimin kuramsal terim lerinin bu ek sayıltılann bildirim inde görünm esini gerektirir. Ö rneğin, eğer bu sayıltılar ‘A ’nın bir açımlama sını birincil bilimin gözlem ilkelleri yoluyla form üle etmiş ise, bu yeterli olmayacakür, üstelik kuramsal ilkellerin de gözlem ilkelleri yoluyla açımlanabilmesine karşın. Çünkü böylelikle ‘A ’nın kuramsal ilkeller yoluyla açım lanabildiği sonucu çıkmaz. Böylece, gerçi ‘am ca’ ve ‘büyükbaba’ h e r biri ‘erkek’ ve ‘ebeveyn’in terim lerinde tanımlanabilir olsa da, ‘am ca’ ‘büyükbaba’nın terim lerinde tanımlanabilir değildir. Sonuçta, ek sayılü türetilebilirlik koşulunun yerine gedrilm esine yönelik bir katkıda bulunmayacaktır.
anlatım lar ayrımları saptanabilir anlam lar taşıyor olmalıdır. Öyleyse bu anlatım üzerine ‘A ’nın anlam ı ‘ö ’nin anlam ı ile analitik olarak ilişkili değildir. Buna göre, ek sayıltılar yalnızca mantıksal çözümleme yoluyla doğru olarak geçerlik kazanam az, ve form üle ettikleri önsav görgül kanıt ile desteklenm elidir .5 Bu tartışmanın ışığında şimdi Boyle-Charles yasasının gazların kinetik kuram ından türetilmesini yoklayalım. Yalınlık uğruna ‘sıcaklık’ sözcüğü nün bu yasada o kuram ın konutlam alarında yer almayan biricik terim olduğunu da varsayalım. B ununla birlikte, daha önce belirtildiği gibi, yasanın kuram dan tüm dengelim i bir gazın sıcaklığının m oleküllerinin ortalam a kinetik eneıjisi ile orantılı olduğu biçim indeki ek konutlam a üzerine bağımlıdır. Problem im iz b u k onutlam anın konum u üzerine karar vermek ve tartışmakta olduğum uz üç bağlantı tipinden herhangi birinin konutlam a tarafından ileri sürülüp sürülm ediğini ve eğer sürü lüyorsa b u n u n hangisi olduğunu belirlemektir. Bu bölüm ün birinci kesiminde değinilen n edenlerden ötürü, ‘sıcak lığın’ sözcüğün klasik term odinam ikte taşıdığı anlam da ‘m oleküllerin ortalam a kinetik enerjisi’ ile anlam daş olmadığı ve anlam ının bu son anlatımın anlam ından çıkarılamayacağı vargısına ulaşm ada bir sakınca yoktur. Hiç kuşkusuz, gazların kinetik kuram ının hiçbir ölçün açımla ması konutlamayı o nda yer alan terim lerin anlam larını çözümleyerek doğrulam a savında değildir. Öyleyse konutlamanın koşul olarak getirdiği bağlanüyı mantıksal bir bağlanü olarak görm ek usayatkın olamaz. 5B undan şu çıkar ki bağm tılanabilirlik koşulu genel olarak indirgem e için yeter li değildir ve türetilebilirlik koşulu ile tam am lam alıdır. B ağm tılanabilirlik aslında türetilebilirliği sağlama alacaktır, eğer, Jo h n G. Kemeny ve Paul O ppenheim [“O n R eduction,” Philosophical Studies, Vol. 7 (1956), s. 10] tarafından haklı olarak ileri sürüldüğü gibi, birincil değil am a ikincil bilimdeki her ‘A 'terim i için birincil bilimde bir ‘/i'kuram sal terimi varsa ve böylece A ve B şu iki-koşullu yoluyla bağlı ise: A, ama ancak ve ancak B ise. Eğer bağlantı bu biçimi taşıyorsa, ikincil bilimin ‘A ’yı kapsayan herhangi bir Y yasasında ‘A ’nın yeri 7Î ’tarafından alınabilir ve böylece aklanmış bir Y ' kuramsal konutlam asını verebilir. Eğer Y ' kendisi birincil bilimin eldeki kuram ın dan türetilebilir değilse, kuram ın değişkiye uğramış bir kuram , am a gene de birincil bilimin bir kuramı olmak için yalnızca Y ' yoluyla genişletilmesi gerekir. H er durum da, Y birincil bilim in bir kuram ından iki-koşulluların yardımı ile çıkarsanabilir olacak tır. B ununla birlikte, A ve B arasındaki bağlantı zorunlu olarak biçim de iki-koşullu değildir, ve örneğin yalnızca tek-yönlü bir koşullu olabilir: Eğer B ise, o zam an A. Ama bu d u ru m d a ‘A ’nın yerine ‘B ’geçirilem ez, ve bu n ed en le ikincil bilim genel olarak birincil disiplinin bir kuram ından çıkarsanabilir olmayacaktır. Buna göre, bir indirgem enin birincil bilimin kuram ının görgül olarak doğrulanan ama başlangıçtaki kuram ın açıklayıcı gücüne h em en h em en hiçbir katkıda bulunm ayabilen yeni bir Y ' konutlam ası tarafından büyütülm esi yoluyla elde edildiği zam an doyurucu olup olmadığı sorusunu bir yana atsak bile, bağmtılanabilirlik genel olarak türetilebilirliği sağlama bağlam ak için yeterli değildir. Ö te yandan, türetilebilirlik koşulu indirgem e için hem zorunlu hem de yeterlidir, çünkü türetilebilirlik açıktır ki bağıntılanabilirliği önceden gerektirir. Bağm tılanabilirlik koşulu gene de ayrı olarak bildirilir, çünkü indirgem enin çözüm lem esinde önemlidir.
Ama geriye kalan iki bağlantı tipinden hangisinin konuüam a tarafın dan ileri sürüldüğüne karar verm ek çok daha güçtür, çünkü bu alma şıklardan h er birinden yana usayatkın n ed en ler vardır. K onutlam anın yalnızca eşgüdümleyici bir tanım olduğu savını destekleyen uslamlama özsel olarak şöyledir: Gazların kinetik kuram ı karşılık-düşme kuralları ilkin onun kuramsal kavramlarından bir bölüm ünü deneysel kavramlar ile bağlamadıkça deneysel sınam a altına alınamaz. Ama konutlam anın kendisi deneysel denetim altına alınamaz. Çünkü, bir gazın sıcaklığı nın tanıdık laboratuar yordam ları yoluyla belirlenebilm esine karşın, g ö rü n ü rd e hipotetik gaz m oleküllerinin ortalam a kinetik enerjisini saptam anın hiçbir yolu yoktur—ama, aslında, sıcaklığın bu enerjinin bir ölçüsü olarak kabul edilmesi bir koşul olarak buyrulmadıkça. Buna göre, konuüam a kuramsal ve deneysel kavramlar arasında bir bağ kuran karşılık-düşme kurallarının birinden başka birşey olamaz .6 Öte yandan, konutlam anın bir fiziksel hipotez olduğu önesürüm ü de temelsiz bir önesürüm değildir; ve, gerçekten de, konunun birçok teknik sunum un da konutlam a bu yolda getirilir. Bu önesürüm için gösterilen başlıca neden konutlam anın gaz m oleküllerinin ortalam a kinetik eneıjisi üze rine doğru d an ölçüm ler yoluyla sınanam ayacak olm asına karşın, bu enerjinin değerinin gene de gazlar üzerine sıcaklıkları ölçme yoluyla elde edilen verilerden daha başka deneysel verilerden hesaplam a yo luyla dolaylı olarak saptanabileceğidir. Sonuçta, bir gazın sıcaklığının m oleküllerinin ortalam a kinetik eneıjisi ile orantılı olup olm adığını deneysel olarak belirlem ek olanaklı görünür. Aykırı görünüşlere karşın, bu almaşık önesürüm ler ve onlar için des tekleyici n ed en ler zorunlu olarak bağdaşmaz değildir. G erçekten de, almaşıklar şimdi tanıdık bir nokta olan şeyi örneklendirir—bir sayıltmın bilişsel konum unun sık sık bir kuram ı tikel bir bağlam da eklemlemek için benim senen kip üzerine bağımlı olduğunu. Term odinam iğin me kaniğe indirgenm esi hiç kuşkusuz öyle b ir yolda açım lanabilir ki, gaz moleküllerinin sıcaklığının onların ortalam a kinetik eneıjisi ile orantılılığına ilişkin ek konutlam alar ilkin birincil bilimin kuramsal kavramları ve ikincil bilim in deneysel kavramları arasındaki biricik bağlantı olan şeyi kurar. Böyle bir açımlama bağlamında, konutlam a deneysel sınama altına alınamaz am a bir eşgüdümleyici tanım olarak işlev görür. Bunun la birlikte, başka kuramsal ve deneysel kavram çiftleri için eşgüdümleyici tanım lar getiren değişik açımlama kipleri de olanaklıdır. Ö rneğin, bir kuramsal kavramın deneysel akışmazlık düşüncesine karşılık düşmesi sağlanabilir, ve bir başkası deneysel ısı akışı kavramı ile bağlı kılınabilir. Sonuçta, gaz m oleküllerinin ortalam a kinetik eneıjisi kinetik kuram ın sayıltılan dolayısıyla bu başka kuramsal kavramlar ile ilişkili olduğuna göre, böylece dolaylı olarak sıcaklık ve kinetik enerji arasında bir bağıntı 6 Krş. N orm an R. Cam pbell, Physics, the Elements, C am bridge, İngiltere, 1920, ss. 126vs.
kurulabilir. Buna göre, böyle bir açımlama bağlamında, bir gazın sıcaklı ğının gaz m oleküllerinin ortalam a kinetik eneıjisinin değeri ile orantılı olup olm adığını sorm ak çok anlam lı olacaktır— ki b u rad a bu değer gazın sıcaklığım ölçme yoluyla elde edilenlerden daha başka deneysel verilerden dolaylı b ir tarzda hesaplanır. Bu d u ru m d a konutlam a bir fiziksel hipotez konum unu taşıyacaktır. Öyleyse, term odinam iğin m ekaniğe indirgenm esinin gelişmesinin verili bir bağlam ında olm anın dışında, genel olarak konutlam anm bir eşgüdüm leyici tanım mı, yoksa b ir olgusal sayıltı mı old uğuna karar verm ek olanaklı değildir. B ununla birlikte, bu d urum karşılık-düşme kuralları ve özdeksel önsavlar arasındaki ayrımı silmez, ne de ayrımın önem ini yokeder. Ama h er ne olursa olsun, şimdiki tartışma konudamam n bu almaşık yorum lan arasında bir karar verilmesini gerektirmez. Bu tartışmadaki özsel nokta term odinam iğin m ekaniğe indirgenm esinde gaz moleküllerinin sıcaklığını ve ortalam a kinetik eneıjisini bağmtılayan bir konutlam anm getirilm esi gerektiği, ve bu konutlam anm yalnızca on d a kapsanan anlatım ların an lam larından açım lanm asının aklanamayacağıdır. Bu özeksel sava yönelik bir karşıçıkış kısaca irdelenmelidir. Anlatımlan n araştırm anın gelişimi ile yeniden tanım lanm alan, d er karşıçıkış, bu bilim tarihinde yineleyen bir özelliktir. Buna göre, erken bir kullanımda ‘sıcaklık’ sözcüğünün yalnızca ısı-ölçümünün ve klasik term odinam iğin kural ve yordam lan ile belirlenen bir anlam ı taşıdığının kabul edilmesi gerekse de, sözcük şimdi öyle kullanılm aktadır ki, sıcaklık m oleküler eneıji ile “tanım gereği özdeş”tir. Boyle-Charles yasasının tüm dengeli mi öyleyse ister eşgüdümleyici bir tanım isterse özel bir görgül hipotez biçim inde olsun daha öte bir konuüam anm getirilmesini gerektirmez, ama yalnızca bu tanımsal özdeşlikten yararlanır. Bu karşıçıkış bilm eden kolayca içine düşülen iki-anlamlı konuşm anın bir örneğidir. ‘Sıcaklık’ sözcüğünü ‘m oleküllerin ortalam a kinetik eneıjisi’ ile anlam daş ola cağı bir yolda yeniden tanım lam ak hiç kuşkusuz olanaklıdır. Ama eşit ölçüde kesindir ki bu yeniden tanım lanm ış kullanım üzerine sözcüğün ona klasik ısı bilim inde bağlanan anlam dan ayn bir anlamı, ve öyleyse Boyle-Charles yasasının bildirim inde sözcük ile bağlı olan anlam dan ayn bir anlamı vardır. B ununla birlikte, eğer term odinam ik mekaniğe indirgenecekse, gaz m oleküllerinin ortalam a kinetik eneıjisi ile oran tılı olduğu ileri sürülm esi gereken şey terim in klasik ısı bilim indeki anlam ında sıcaklıktır. Buna göre, eğer ‘sıcaklık’ sözcüğü karşıçıkışın önerdiği yolda yeniden tanım lanırsa, cisimlerin (klasik term odinam ik teki anlam da) ‘sıcaklık’ olarak tanım lanan d u ru m u n u n terim in yeniden-tanım lanan anlam ında ‘sıcaklık’ tarafından da karakterize edildiği önsavma başvurulmalıdır. Bununla birlikte, bu önsav o zaman bir tanım sorunu olarak geçerli olmayan ve o n u n için haklı olarak mantıksal zo runluk savının ileri sürülem eyeceği bir önsav olacaktır. Önsav kabul
edilmedikçe, gazların kinetik kuram ının sayıltılarından türetilebilecek olan şey Boyle-Charles yasası değildir. Onsav olmaksızın türetilebilir olan şey sintaktik yapıda yasanın ölçün form ülasyonuna benzeyen, ama yasanın ileri sürdüğü şeyden hiçbir yanılgıya yer bırakmayacak denli ayn bir anlam taşıyan bir tümcedir.
III. indirgeme için Biçimsel-Olmayan Koşullar Şimdi birincil olarak biçimsel olmayan indirgem e özelliklerine dönmeli yiz, gerçi bu n lan n bir bölüm üne daha şim diden geçerken dokunulm uş olsa da. 1 . İndirgem e için önceki kesimde tartışılan iki biçimsel koşul sıradan bilimsel başarım ı dikkate değer bilimsel başarım dan ayırdetm ek için yeterli değildir. Eğer indirgem e için biricik gerektirim ikincil bilimin keyfi olarak seçilen öncüllerden mantıksal olarak çıkarsanabilir olması olsaydı, gerektirim göreli olarak çok az bir güçlükle yerine getirilebilir di. B ununla birlikte, önem li indirgem elerin tarihinde birincil bilimin öncülleri ad lıoc sayıltılar değildir. Buna göre, öncüllerin doğru olarak bilinmesi koşulu gerektiğinden çok daha güçlü bir koşul olsa da, birincil bilimin kuramsal sayıltılannm belli bir smayıcı güç taşıyan görgül kanıt ile desteklenm esini biçimsel-olmayan bir gerektirim olarak dayatmak usauygun görünür. Kanıt tartm a mantığı ile bağıntılı problem ler güçtür ve birçok belirleyici noktada henüz bir çözüme bağlanmamıştır. Bunun la birlikte, bu problem lerin yarattığı sorunlar yalnızca indirgem enin çözümlemesi ile ilgili değildir; ve, özellikle term odinam iğin m ekaniğe indirgenm esi ile ilgili birkaç kısa yorum dışında, burada yeterli kanıtlayıcı destek kavramını yoklamayacağız. Gazlann kinetik kuram ının çeşidi sayıltılan için kanıt bir araştırmalar türlülüğünden gelir ki, b u nlann ancak bir bölüm ü term odinam iğin ala nına düşer. Böylece, özdeğin m oleküler yapısı önsavı daha term odina mik mekaniğe indirgenm eden önce kimyasal etkileşimlerde sergilenen nicel ilişkiler yoluyla desteklendi; ve m olar fizikte birincil olarak cisimle rin ısıl özelliklerine ilişkin olmayan bir dizi yasa tarafından da doğrulan dı. Gazlann ısıl davranışlanm açıklama yeni görevi için bu önsavın kabul edilm esi öyleyse bilim in başka yerlerde verimli olduğu bulunan yeni öncü düşünce ve andıranlardan yararlanmaya yönelik norm al stratejisi ile uyum içindeydi. Benzer olarak, m ekaniğin term odinam iğin indir gendiği birincil bilimdeki öncüllerinin en genel parçalarını oluşturan belitleri gazların incelem esinden bütünüyle ayn birçok alandan gelen kanıtlar yoluyla desteklenir. Bu belitlerin gazlann hipotetik m oleküler bileşenler için de geçerli olduğu sayıltısı böylece bir kuram ın onu daha şimdiden yeterince doğrulayan alanlardan onlarla önem li bakımlardan türdeş olarak konudanan bir başka alana öte-çıkarsamasmı/extrapolation
içeriyordu. Ama bu bağıntıda en büyük ağırlığı olan nokta ısı biliminin indirgendiği birincil bilimin sayıltılarının bir arada ısı bilim inde oldu ğu gibi fiziğin başka p arçalarında da g ö rü n ü rd e ilişkisiz olan birçok yasanın birleşmiş bir dizgeye katılmasını olanaklı kılmış olmasıdır. Gaz yasalarının bir bölüm ü hiç kuşkusuz indirgem enin yapılmasından önce saptanmıştı. Bununla birlikte, bu yasalardan kimileri dar olarak sınırlayı cı belli koşullan doyurmayan gazlar için yalnızca yaklaşık olarak geçerli idi; ve dahası, yasaların çoğu ancak gazlara ilişkin çok sayıda bağımsız olgu olarak doğrulanabiliyordu. Term odinam iğin m ekaniğe indirgen mesi işlerin bu d u ru m u n u önem li yollarda değiştirdi. Gaz yasalarının onları daha az kısıtlayıcı koşulları doyuran davranışları ile uyum içine getirecek bir yolda yeniden form ülasyonu için zem ini hazırladı; yeni yasalann keşfine götüren yollar sağladı; ve hem gaz yasalannın kendileri arasındaki, hem de gaz yasalan ve başka toplak durum lanndaki cisimle re ilişkin yasalar arasındaki dizgesel bağımlılık ilişkilerinin sergilenmesi için bir tem el sağladı. Bu son nokta kısa b ir açıklamayı hak eder. E ğer Boyle-Charles ya sası gazların kinetik k uram ından çıkarsanabilir biricik deneysel yasa olsaydı, bu sonucu pekçok fizikçinin kuram için ağırlığı olan bir kanıt olarak kabul etmesi güç olurdu. Büyük olasılıkla yalnızca bu tek yasanın tüm dengelim i yoluyla önem li hiçbirşeyin başanlmış olmadığı görüşünü kabul ederlerdi. Çünkü onun tüm dengelim inden önce, diye ileri sürebi lirlerdi, bu yasanın yalnızca “ideal” gazlann, eş deyişle gazların sıvılaşma noktalarının çok üzerindeki sıcaklıklardaki gazlann davranışı ile iyi bir uyum içinde olduğu biliniyordu; ve önsav gereği, kuram dan gazların daha düşük sıcaklıklardaki davranışı konusunda daha öte hiçbir sonuç çıkmaz. Dahası, fizikçiler hiç kuşkusuz b u yasanın tüm dengelim inin bile ancak sıcaklığı gaz m oleküllerinin eneıjisi ile bağlayan özel bir konutlam anın yardımı ile yapılabileceği biçim indeki çarpıcı noktaya dikkati çekeceklerdir—bir konutlam a ki, tasarlanan koşullar altında, Boyle-Charles yasasının kendisini doğrulayan kanıttan başka hiçbir kanıt ile desteklenm eyen bir ad hoc sayıltının kon u m u n u taşır. Kısaca, eğer bu yasa kinetik kuram ın biricik deneysel sonucu olsaydı, kinetik kuram ancak kendisinden ona yapay olarak asılı meyvenin toplanabileceği ölü bir odun olurdu. B ununla birlikte, gerçekte term odinam iğin gazların kinetik kuram ı na indirgenm esi Boyle-Charles yasasının tüm dengelim inden çok daha fazlasını başarır. Birçok fizikçinin kuram için güçlü b ir destek olarak gördüğü ve sıcaklıkları ve m oleküler eneıjiyi bağıntılayan özel konutlam adan g iderek keyfilik g ö rü n ü şü n ü bile uzaklaştıran d ah a başka hazır kanıtlar vardır. G erçekten de, dikkate alınan noktaların ilişkili iki kümesi indirgem eyi imlemli bir bilimsel başarım yapar. Bir küm e kuram dan çıkarsanan deneysel yasalardan oluşur ki, b unlar daha önce doğrulanm am ıştır ya da d ah a geniş bir olgular erim i ile önceden ka
bul edilen yasaların olduğundan daha iyi anlaşma içinde durur. Ö rne ğin, Boyle-Charles yasası yalnızca ideal gazlar için geçerlidir ve kinetik kuram ın daha az genel sayıltılarından bir bölüm ü bir gazın ideal gaz olmasına karşılık düşen sınırlayıcı biçimi taşıdığı zaman kinetik kuram dan çıkarsanabilirdir. B ununla birlikte, bu özel sayıltılar kuram ın temel düşünceleri değiştirilmeksizin başkaları ile, ve özel olarak ideal gazlar için getirilenlerden daha az yalın sayıltılar ile yer değiştirebilir. Böylece, Boyle-Charles yasasının kuram dan türetilebilir olm asına yardım eden koşullar yerine, gaz m oleküllerinin boyutlarının m oleküler arasındaki ortalam a uzaklık ile karşılaştırıldığında göz ardı edilebilir olmadığım, ve çarpm a kuvvetlerine ek olarak ü zerlerinde etkide b u lu n an koheziv kuvvetlerin de o ld u ğ u n u varsayabiliriz. O zaman bu daha karm a şık özel sayıltıları kullanan k u ram dan gazlar için hem ideal hem de ideal-olmayan gazların davranışını Boyle-Charles yasasının yaptığından daha yeterli olarak form üle ed en van d e r Waals yasasını çıkarsamak olanaklıdır. Öyleyse, genel olarak bir in dirgem enin önem li bir entellektüel ilerlem eyi anlatm ası için, ikincil bilim in ö n ced en saptanan yasalarının birincil disiplinin kuram ı içerisinde temsil edilmesi yeterli değildir. Kuram ikincil bilimi geliştirm ek için kullanılabilir önerilerde de verimli olmalı ve ikincil bilim in içeriğine g ö nderm ede bulunan ve o n u n şimdi kabul edilen yasalar kütlesini genişleten ya da düzelten teo rem ler verm elidir. T erm odinam iğin m ekaniğe indirgenm esinin genellikle önem li bir başarım olarak görülm esine götü ren noktaların ikinci küm esi yakın ve sık sık şaşırtıcı bağım lılık ilişkilerinden olu şur ki, bu n lar bu yolla çeşitli deneysel yasalar arasında geçerli olarak gösterilebilir. Böyle bir açık bağımlılık tipi şimdiye dek bağımsız kanıt zeminleri üzerinde ileri sürülen yasalar indirgem enin bir sonucu olarak bütünlenm iş b ir kuram dan çıkarsanabilir olduğu zam an örneklenir. Böylece, hem ikinci term odinam ik yasası (ki ona göre kapalı bir fizik sel dizgenin entropisi hiçbir zaman azalm az), hem de Boyle-Charles yasası istatistiksel m ekanikten türetilebilirdir, gerçi klasik term odina mikte bu yasalar bağımsız ilkel sayıltılar olarak ileri sürülse de. Kimi yollarda daha etkileyici ve incelikli bir bağım lılık tipi ikincil bilim in değişik deneysel yasalarında görü n en kimi sayısal değişm ezler birincil disiplinde kuram sal param etrelerin belirli b ir fonksiyonu olarak ser gilendiği zam an ö rneklenir—b ir sonuç ki, o p aram etreler için uygun sayısal değ erler bağımsız araştırm a çizgilerinde elde edilen deneysel verilerden hesaplanabildiği zam an özellikle çarpıcıdır. Böylece, kine tik kuram ın konutlam alarından birine göre ölçün sıcaklık ve basınç koşulları altın d a b ir gazın eşit hacım ları eşit sayıda m olekül kapsar ve bu d u ru m gazın kimyasal d u ru m u n d an bağımsız olarak böyledir. Ö lçün koşullar altında bir litre gazın m oleküllerinin sayısı böylece tüm gazlar için aynıdır, ve Avagadro sayısı olarak bilinir. Dahası, çeşitli gaz yasalannda (başkaları arasında, Boyle-Charles yasasında ve özgül ısılara
ilişkin yasalarda) görünen belli bir değişmezin bu sayının ve başka ku ramsal param etrelerin bir fonksiyonu olduğu gösterilebilir. Öte yandan, Avagadro sayısı almaşık yollarda değişik araştırm a türlerinde toplanan deneysel verilerden, örneğin ısı fenom enlerinin, Brown devimlerinin, ya da kristal yapıların incelemesindeki ölçüm lerden hesaplanabilir; ve bu değişik veri küm elerinin h e r birinden sayı için elde edilen değerler birbiri ile iyi anlaşma içindedir. Buna göre, görünürde bağımsız yasala n n (ısı yasalarını da kapsamak üzere) ortak bir değişmez bileşen içerdiği gösterilir ki, kuramsal bir param etre ile temsil edilir ve kendi payına sıkı sıkıya birçok deneysel veri türüne bağlanır. Sonuçta, term odinam iğin kinetik kuram a indirgenm esi yalnızca birinci disiplinin yasaları için bir leşik bir açıklama sağlamakla kalmaz; aynca bu yasaları bütünler, öyle ki onlardan herhangi biri için doğrudan ilgili kanıt ötekiler için dolaylı kanıt olarak hizm et edebilir, ve öyle ki yasalardan herh angi biri için eldeki kanıt birincil bilim in çeşitli kuram sal konutlam alarım giderek daha güçlü destekler. 2. Bir indirgem enin bilginin örgütlenm esinde önem li bir ilerleme mi yoksa yalnızca biçimsel bir alışürma mı olduğunu belirleyen irdelem eler üzerine, ve kinetik kuram ı edimsel olarak destekleyen kanıtın karakteri üzerine bu genel yorum lar dikkati etkin gelişme içinde olan bilimle rin önem li bir özelliğine yöneltir. D aha önce belirtildiği gibi, değişik bilim dallannın sınırları zaman zaman kendi ilgili alanlannda açıklayıcı öncüller ve öncü ilkeler olarak kullanılan kuram lar tem elinde çizilebi lir. Buna karşın, kuram lar bir kural olarak araştırm anın ilerlemesi ile değişm eden kalmaz; ve bilim in tarihi yeni kuram tiplerinin çevresinde yeniden örgütlenm ekte olan özel bilgi dallannın birçok örneğini sunar. Dahası, bir disiplin bir kuramsal dizgenin en genel konutlam alannı kap samayı sürdürse bile, daha az genel olanlar yeni problem ler doğarken sık sık başkalan tarafından değiştirilir ya da genişletilir. Buna göre, verili bir bilim in bir başkasına indirgenebilir olup olma dığı sorusu iki disiplinin belli bir gelişim evresine gönderm e olmaksızın soyutta yararlı olarak getirilemez. Indirgenebilirlik üzerine sorular an cak irdelem e altındaki bilim lerin verili bir tarihteki yerleşik içeriğinin özgülleştirilm esi yoluyla belirli kılınırsa kazançlı olarak tartışılabilir. Böylece, hiçbir etkin fizikçi çağdaş n ükleer fizik bilim inin klasik m e kaniğin herhangi bir tü rü n e indirgenebilir olduğu savını kolay kolay ciddiye alamaz—üstelik sav nükleer fiziğin yasalannm salt m ekanik ol duğu kabul edilen sayıltılardan biçimsel bir tüm dengelim inin eşliğinde olsa bile— , eğer bu sayıltılar savın ileri sürüldüğü sırada elde bulunan yeterli kanıt ile desteklenmiyorsa, ve aynca o sırada önerilen bir birincil bilime ait kuram dan norm al olarak beklenecek bulgulatıcı üstünlükleri taşımıyorsa. Yine, term odinam iğin mekaniğe indirgenebilir olduğunu söylemek bu İkincisi m oleküllere ve onların eylem kiplerine ilişkin sa-
yıkıları (istatistiksel olanları da kapsam ak üzere) kendi kabul edilen konutlam aları arasında sayarken bir şeydir; ve term odinam iğin böyle sayılülan desteklemeyen bir mekanik bilimine indirgenebilir olduğunu ileri sürm ek bütünüyle başka bir şey. Özel olarak, çağdaş term odinam i ğin hiç kuşkusuz 1866’dan (Boltzm ann’m belli istatistiksel önsavların yardımı ile term odinam iğin ikinci yasası için istatistiksel bir yorum ver meyi başardığı yıl) sonra gelen bir istatistiksel mekaniğe indirgenebilir olmasına karşın, o ikincil bilim 1700’ü n m ekaniğine indirgenebilir de ğildir. Benzer olarak, on dokuzuncu yüzyıl kimyasının belli bölüm leri (ve belki de bu bilim in b ütünü) 1925 sonrası fiziğe indirgenebilirdir, am a bir yüz yıl öncesinin fiziğine değil. Dahası, gelişm elerinin belli dönem lerinde bir bilimin bir başkasına indirgenm esi yoluyla imlemli araştırm a için az da olsa yeni bir bilgi ya da artmış güç kazanılabilmesi olanağı göz ardı edilm em elidir, üstelik daha sonraki bir zam anda böyle bir indirgem enin gizil üstünlükleri ne denli büyük olursa olsun. Böylece, bir disiplin bir etkin büyüm e evre sinde olabilir ve o sırada belirleyici görev incelem e alanındaki geniş ve türlüleşmiş gereci taramak ve sınıflandırmak olarak belirlenebilir. Bir di siplini bir başka (belki de kuramsal olarak daha ileri) bilime indirgem e girişimleri, başarılı olsalar bile, o sırada gereksinilen eneıjiyi disiplinin gelişmesinin bu dönem in d e belirleyici pro b lem ler olan noktalardan saptırabilir, ve b u n u o n u n d ah a öte araştırm anın yürütülm esi açısın dan açığını birincil bilimin etkili kılavuzluğu ile kapamaksızın yapabilir. Ö rneğin, bitkibilimin birincil gereksinim inin varolan bitkisel yaşamın dizgesel bir tipolojisinin kurulması olduğu bir zamanda, disiplin dirimli örgenliklere ilişkin fıziksel-kimyasal b ir kuram ı benim sem ekten çok az yarar sağlayabilir. Yine, b ir bilim bir başkasına indirgenebilir olsa da, ikincil disiplin kendi özel problem ler sınıfını kesinlikle o disiplinin içeriğini ele almak üzere tasarlanmış bir kuram ın yardımı ile ilerleyici bir yolda çözm ekte olabilir. Bu problem lerin üzerine gitm ek için bir tem el olarak, bu daha az kapsayıcı kuram birincil bilim in daha genel kuram ınd an d ah a doyurucu olabilir—ve b u n u n n ed en i belki de bi rincil bilim in ikincil bilim de incelem e altındaki konular için çok fazla incelikli ve külfetli tekniklerin kullanım ını gerektirmesi, ya da onu bu konulara uygulamak için gereken başlangıç koşullannın bulunmayışı, ya da yalnızca yapısının bu problem leri ele alm ak için verimli andı ranlar sunmaması olabilir. Ö rneğin, yaşambilim yürürlükteki quantum m ekaniğinin fiziğine indirgenebilir olsaydı bile, yaşambilimin şimdiki evresinde genetik kalıtım kuram ı yaşambilimsel kalıtım problem lerini araştırm ak için q uantum kuram ının olacağından d ah a doyurucu bir araç olabilir. Bir birincil bilim in belli bir kapsayıcı kuram ı yoluyla bü tünlenm iş bir açıklama dizgesi en sonunda gerçekleşebilecek bir ideal olabilir. Ama bun d an bu ideali kazanm anın en iyi yolunun bir bilimin kapsamlı ve güçlü olduğu kabul edilen bir kuram yoluyla bir başkasına
indirgenm esi olduğu sonucu çıkmaz, eğer ikincil bilim gelişiminin o evresinde bu kuram ile etkili olarak işlemeye hazır değilse. Özel bilimlerin karşılıklı ilişkileri üzerine, ve kuram larının açıklayıcı gücü üzerine tartışm aların yoğunlaşması bu öğesel irdelem elerin göz ardı edilmesine götürür. Bir bilimin bir başkasına indirgenemezliği (ör neğin yaşambilimin fiziğe) arada bir saltık olarak ve zamansal sınırlama lar olmaksızın ileri sürülür. H er ne olursa olsun, böyle savlardan yana uslam lam alar sık sık bilim lerin bir tarihinin olduğunu, ve bir bilimin bir başkasına indirgenebilirliğinin bildirilen bir zam anda ikinci disiplin tarafından kullanılan belirli kuram üzerine olumsal olduğunu unutuyor görünür. Öte yandan, tikel bir bilimin yeğlenen bir disipline indirgene bilir olduğunu ileri süren evrik savlar da irdelem e altındaki bilimlerin eğer indirgenm elerinin bilimsel önem i olacaksa gelişmelerinin uygun olgunluk düzeylerinde olm aları gerektiği olgusuna yeterince dikkat etmez. Böyle savlar ve karşı savlar belki de çok iyiliksever bir tavırla bir bilim in verili bir evresinde dizgesel araştırm anın tutması gereken en u m ut verici yönün ne olduğu üzerine tartışm alar olarak yorumlanır. Böylece bilim lerinin “özerkliği” üzerinde direten ve yaşambilimsel fe nom enlere ilişkin sözde “mekanistik kuram ları” toptan red d ed en yaşambilimciler zaman zaman bu konum u benim siyor g ö rü n ü rler çün kü fiziksel ve yaşambilimsel kuram ın şimdiki durum unda yaşambilimin araşürm alannı ayrı olarak yaşambilimsel kategorilerde sürdürm e yoluyla o nlan m odern fiziğin tipik çözümleme kiplerinden yana terk etm e yo luyla olacağından daha kazançlı çıkacağına inanırlar. Andırımlı olarak, yaşambilimde m ekanikçiler sık sık yaşambilimin fiziğe indirgenm esini salık veriyor olarak anlaşılabilirler, çünkü onlann görüşünde yaşambilim sel problem ler şimdi geçerli olan fiziksel kuramların çerçevesi içerisinde salt yaşambilimsel kuram ların yardımı ile olacağından daha etkili olarak ele alınabilir. Bununla birlikte, sonraki bölüm de göreceğimiz gibi, böyle tartışm alarda yan tutanların sorunları bildirm ede genellikle tuttukları yol bu değildir. Tersine, büyük ölçüde bir bilimin indirgenebilirliğini ya da indirgenem ezliğini ilgilendiren savların zamansal olarak sınırlandı rılması gerektiğini görm edeki başarısızlık nedeniyle, özünde araştırma stratejisi ile ya da belli bir zam anda oluşturuldukları yolda bilimler ara sındaki mantıksal ilişkiler ile ilgili sorular yaygın olarak sanki evrenin enson ve değişmez bir yapısına ilişkin sorular imiş gibi tartışılır. 3. Bütün bu tartışma boyunca vurgu görgül olarak doğrulanabilir bir bildirimler küm esinin böyle bir başka küm eden tüm dengelim i olarak bir bilimin bir başkasına indirgenm esini kavrama üzerine getirilmiştir. B ununla birlikte, indirgem e sorunları sık indirg em en in bir içeriğin özelliklerinin bir başkasının özelliklerinden türetilm esi olduğu sayıltısı tem elinde tartışılır. Böylece çağdaş bir yazar ruhbilim in fizik ve fizyoloji açısından açıkça özerk b ir bilim o lduğunu ileri sürer, çünkü “bir baş
ağrısı birinin kafatasındaki parçacıkların bir düzenlemesi ya da yenidendüzenlemesi değildir,” ve “m or duyum um uz optik sinirdeki bir değişim değildir.” Buna göre, anlığın fiziksel süreçler ile “gizemli olarak bağıntılı” olduğunun söylenebilmesine karşın, kendisi o süreçlere indirgenemez, ne de o süreçlerin yasaları yoluyla açıklanabilir .” 7 Yakınlarda bir baş ka yazar örgensel olm ayan doğada “gerçek yenilikler”in yer aldığını doğrulayan bir sunum da “bir bileşiğin özelliklerinin tüm ünün yalnızca öğelerinin doğasından çıkarsanabileceğini varsaymak bir yanılgıdır” der. Benzer bir tonda, bir üçüncü çağdaş yazarın ileri sürdüğüne göre, bir kimyasal bileşimin, söz gelimi suyun karakteristik davranışı “giderek kuram da bile ayrı olarak ya da başka bileşim ler içinde alm an bileşenle rinin davranış ve özelliklerinin ve bu bütün içindeki düzenlem elerin en tam bilgisinden çıkarsanamaz,” 8 Şimdi kısaca belirtmeliyiz ki özelliklerin başka özelliklerden tüm dengelim i olarak indirgem e anlayışı yanıltıcıdır ve düzm ece problem ler yaratır. Anlayış yanıltıcıdır çünkü bir bilimin bir başkasına indirgenebilir olup olm adığı sorusunun belirtik olarak form üle edilmiş belli kuramların (eş deyişle, bildirim dizgelerinin) mantıksal sonuçlarının araştırılması yoluyla olm aktan çok şeylerin “özelliklerinin” ya da sözde “doğalarının” incelenm esi yoluyla bir çözüm e bağlanabileceğini ileri sürer. Çünkü anlayış şeylerin, ve özel olarak şeyleri oluşturan “öğesel bileşenlerin” “doğaları”nm doğrudan incelem e için erişilebilir olm adıkları ve imle diklerinin ya da im lem ediklerinin ne o ld u ğ u n u yalnızca gözlem den okuyup çıkaramayacağımız biçimindeki belirleyici noktayı göz ardı eder. Böyle “doğalar” bir kuram olarak bildirilmelidir ve gözlem nesneleri de ğildir; ve kimyasal öğelerin iye olabilecekleri olanaklı “doğaların” erimi atom ik yapılar üzerine geliştirebileceğimiz ayrı kuram lar denli türlülük gösterir. Tıpkı b ir zam anlar elektriğin “tem el doğası”n ın Maxwell’in eşitlikleri yoluyla bildirilmesi gibi, molekül ve atom ların temel doğası da onlar ve yapılan üzerine belirtik olarak eklem lenm iş bir kuram olarak bildirilmelidir. Buna göre, bir bilimi bir başkasına indirgeyebilmek için kimi özelliklerin belli başka özellik ya da “doğalar”dan çıkarsanabilir ol ması gerektiği sayıltısı belirgin olarak mantıksal ve görgül bir soru olan şeyi çözülmesi um utsuz bir kurgul soruya döndürür. Ç ünkü kimyasal öğelerin (ya da ne olursa olsun başka şeylerin) “özsel doğalarını” bu öğeler için belirli karakteristikler konutlayan kuram lar kurma, ve sonra kuram lan onlardan çıkarsanan sonuçlan uygun deneylerin sonuçlan ile karşı karşıya getirerek alışıldık bir biçim de denetlem e yoluyla olm anın dışında nasıl keşfedebiliriz? Ve kimyanın çeşitli yasalannın dizgesel ola rak ondan türetilm esine izin verecek türde bir kuram ın hiçbir zaman kurulamayacağını önceden nasıl bilebiliriz? 7B rand Blanshard, “Fact, Value and Science,” in Science and M an (yay. haz. Ruth N. A nshen), NewYork, 1942, s. 203.
8C. D. Broad,
The M in d a n d Its Place in N ature,
Londra, 1925, s. 59.
Buna göre, makroskopik nesnelerin verili bir “özellikler” ya da “dav ranış karakterleri” küm esinin atom ve m oleküllerin “özellikleri” ya da “davranış karakterleri” tarafından açıklanmasının ya da onlara indirgen mesinin olanaklı olup olmadığı bu öğelerin “doğalarım” belirlemek için kabul edilen kuram ın bir işlevidir. Bir bilimin incelediği “özelliklerin” bir başka bilim tarafından tüm dengelim i eğer bu ikinci bilim bu özellik leri tek bir kuram ın terim lerinde konutlarsa olanaksız olabilir, am a ayn bir kuramsal konutlam alar kümesi kabul edilirse indirgem e bütünüyle olanaklı olabilir. Ö rneğin, kimya yasalarının (diyelim ki belli koşullar altında hidrojen ve oksijenin genellikle su olarak bilinen ve kendi payına başka tözlerin bulunuşu d u ru m u n d a belli davranış kipleri sergileyen dayanıklı bir bileşimi oluşturm ak üzere birleştiği yasasının) elli yıl önce kabul edilen fiziksel atom kuram larından tüm dengelim i haklı olarak olanaksız sayılıyordu. Ama bir kuram ile göreli olarak olanaksız olan şe yin bir başka fiziksel kuram ile göreli olarak olanaksız olması gerekmez. Kimyanın çeşidi bölüm lerinin atomik yapı üzerine quantum kuram ına indirgenm esi şimdi yavaş da olsa kararlı bir ilerlem e yapıyor görünür; ve yalnızca quantum kuramsal sayıltılardan ilgili tüm dengelim leri üret m ede içerilen muazzam matematiksel güçlükler görevi çok daha ileriye götürm enin yolunda duruyor görünür. Yine, daha önce bir başkasında vurgulanan bir noktayı şimdiki bağlamda yinelersek, eğer moleküllerin “doğası” klasik istatistiksel m ekaniğin kuramsal ilkellerinin terim lerin de koşul olarak ortaya sürülürse, term odinam iğin indirgenm esi ancak sıcaklığı ve kinetik enerjiyi bağıntılayan ek bir konutlam a getirilirse olanaklıdır. B ununla birlikte, böyle özel önsav olmaksızın indirgem e nin olanaksızlığı salt biçimsel irdelem elerden doğar, m ekanik olan ve term odinam ik olan arasında olduğu ileri sürülen ontolojik bir uçurum dan değil. Laplace böylece tüm özdeksel parçacıkların kıpısal konum ve devinirlikleri gibi aralarında etkide bulunan kuvvetlerin büyüklük ve yönleri de verildiğinde b ir Tanrısal Anlığın geleceği her ayrıntıda önceden bilebileceğine inandığı zaman açıkça yanılgı içindeydi. H er ne olursa olsun, Laplace eğer onun Tannsal Anlığının mantık kanonlan ile uyum içinde çıkarsamalar yaptığı varsayılırsa ve böylece bir bildirimi o bildirim öncüllerde yer almayan terim leri kapsarken bir çıkarsamanın vargısı olarak ileri sürm e gafma açık olmadığı varsayılırsa yanılıyordu. Bu ne olursa olsun, bir bilim in bir İkinciye indirgenm esi—örneğin term odinam iğin istatistiksel m ekaniğe, ya da kim yanın çağdaş fizik kuram ına—ikincil bilim in kabul ettiği ayrımları ve davranış tiplerini silmez ya da o n lan tözsel olmayan ya da “salt g ö rü n ü rd e” olan birşeye dönüştürm ez. Böylece, baş ağrısının olması için ayrıntılı fiziksel, kim yasal ve fizyolojik koşullar saptanırsa ve saptandığı zaman, baş ağrılan böylelikle yanılsam alar olarak gösterilmiş olmayacaktır. Tersine, eğer böyle keşiflerin sonucunda ruhbilim in bir bölüm ü bir başka bilime ya da başka bilim lerin bir bileşimine indirgenecekse, yalnızca ve yalnızca
baş ağrılarının olması için bir açıklama bulunm uş olacaktır. Ama böy le elde edilen açıklama özsel olarak pozitif bilim in başka alanlarında elde edilebilir olanlar ile aynı tü rd en olacaktır. Baş ağrılarının olması ve fizik, kimya ve fizyoloji tarafından belirlenen belli olay ve süreçlerin olması arasında m antıksal olarak zorunlu b ir bağıntı kurmayacaktır. Ne de açıklama ‘baş ağrısı’ terim inin bu disiplinlerin kuramsal ilkelleri aracılığıyla tanım lanan bir anlatım ile anlam daşlığını doğrulam aktan oluşacaktır. Bu ilkeller aracılığıyla formüle edilen koşullan bildirmekten oluşacaktır ki, belirli bir ruhbilim sel fenom en o ilkeller altında ve salt olumsal bir olgu sorunu olarak yer alır. IV. Doğuş Öğretisi indirgem enin çözümlemesi günüm üzde genel felsefede tartışılan bir dizi sav ile, özellikle “doğuşsal evrim/emergent evolution”ya. da “holizm ” olarak bilinen öğreti ile yakından ilgilidir. Aslında, o çözüm lem enin kimi sonuçları d ah a şim diden bu b ölüm ün önceki kesim inde doğuş öğretisinin yarattığı soru n lan n bir bölüm üne uygulanmıştır. Şimdi bu öğretiyi indirgem e tartışmasının sağladığı ışık altında daha belirtik ola rak gözden geçireceğiz. Doğuş öğretisi zaman zaman şeylerin ve süreçlerin hiyerarşik örgüt lenişine ve sonuçta “daha yüksek” düzlem lerde bulunan ve “daha alt” düzlem lerdeki özelliklerden tahm in edilebilir olmayan özelliklerin yer alışına ilişkin bir sav olarak form üle edilir. Ö te yandan, öğreti kimi za m an bir evrimsel kozm ogoninin bölüm ü olarak bildirilir ki, buna göre daha şimdiden varoluşta olan daha yalın örgütlenm e özellik ve biçimleri daha karmaşık ve “indirgenem eyecek denli yeni” özellik ve yapıları do ğurarak doğanın “yaratıcı ilerleyişi”ne katkıda bulunur. H er ne olursa olsun, biçim lerinden birinde doğuşsal evrim evrendeki şeylerin şimdiki türlülüğünün yalnızca ayrımlaşmamış ve yalıtılmış öğeleri (elektronlar, protonlar ve benzerleri gibi) kapsayan kozmozun ilkel bir evresinden ilerleyici b ir gelişm enin sonucu olduğu, ve geleceğin böyle tahm in edilem ez yenilikler getirmeyi sürdüreceği savıdır. Doğuşçu öğretinin bu evrimci türü doğuşun indirgenem ez hiyerarşik örgütleniş kavramı tarafından gerektirilmez, ve öğretinin iki biçimi ayırdedilmelidir. ilkin doğuşu şeylerin belli karakteristiklerinin tahm in edilemezliğine ilişkin bir sav olarak irdeleyeceğiz ve daha sonra zamansal, kozm ogonik bir süreç olarak doğuşunu kısaca yoklayacağız. 1. D oğuşa çok sık olarak toplum sal, ruhbilim sel ve yaşambilimsel fenom enler ile bağıntı içinde açıklayıcı bir kategori olarak başvurulmuş olmasına karşın, kavram genel bir yolda örgensel-olmayana da uygula nacak bir yolda form üle edilebilir. Böylece N birbirleri ile karmaşık bir /ilişkisi içinde d u ran belli a\, . . , a n öğelerinden oluşmuş bir nesne
olsun; ve varsayalım ki Afbelirli bir Ö özellikleri sınıfına iye iken, TV’nin öğeleri sırasıyla A ı , . . , A „ sınıflarına ait özelliklere iye olsunlar. Öğele rin sayısal olarak ayrı olmasına karşın, türde hiç de ayrı olmayabilirler; dahası, birbirleri ile (ya da N ’nin parçaları olmayan başka öğeler ile) N ’den ayn karmaşık bütünler oluşturm ak üzere / ’den ayn olan ilişkilere girebilirler. B ununla birlikte, a\, . . , a„ öğelerinin / ilişkisinde yer al maları önsav gereği O özellikleri ile karakterize edilen N ’nin yer alması için zorunlu ve yeterli koşuldur. Sonra doğuş öğretisinin savunuculannın N ’nin öğeleri ile ilgili olarak “tam bilgi” dedikleri şeyi varsayalım: Ö ğelerin birbirinden “yalıtılma” içinde varolurken iye oldukları özelliklerin tüm ünü biliriz; ve ayrıca TV’den ayn karm aşalar yoluyla sergilenen ve bu öğelerden tüm ü ya da kimileri birbiri ile (ya da ek öğeler ile) / ’den başka ilişkiler içinde du rurken oluşan özelliklerin tümünü olduğu gibi bu karmaşalardaki öğe lerin özelliklerin de tüm ünü biliriz. Doğuş öğretisine göre, iki durum ayırdedilmelidir: İlk durum da, böyle tam bilgiden eğer a \ , . . , a n öğeleri / ilişkisinde yer alırlarsa, o zaman N nesnesinin oluşacağını ve O özellik lerine iye olacağını tahm in etm ek (eş deyişle, çıkarsamak) olanaklıdır. İkinci durum da, O sınıfında en azından bir Öe özelliği vardır, öyle ki, öğelerin tam bilgisine karşın, bu bilgiden, eğer öğeler birbirleri ile /iliş kisinde duruyorsa, Oe’ye iye bir Af nesnesinin oluşacağını tahm in etmek olanaksızdır. İkinci durum da, N nesnesi “doğm akta olan bir nesne” ve Öe N ’nin “doğm akta olan bir özelliği”dir. Bu bölüm ün önceki kesiminde (s. 368) Broad’dan alıntılanan pasajın tem elinde yatan şey doğuş öğretisinin bu biçimidir. Broad doğuşun bu tü rü n ü şöyle örnekler: O ksijenin belli özellikleri vardır ve H id ro jen in belli başka özellikleri vardır. Birlikte suyu o lu ştu ru rla r, ve b u n u y a p m a lan ile ilgili o ra n tıla r değişm ezdir. O ksijenin ken d isin e ya d a H id ro jen dışın d a başka h e rh an g i birşey ile bileşim i içindeki O ksijene ilişkin olarak bildiğim iz hiçbirşey bize n e olursa olsun o n u n H id ro je n ile b ile şe b ile ce ğ in i varsaym ak için en k ü ç ü k b ir n e d e n verem ez. K endi b aşına H id ro je n e ya d a O k sijen d en başka h e rh a n g i birşey ile bileşim i için d e k i H id ro je n e ilişkin o la ra k bildiğim iz hiçbirşey bize n e o lu rsa o lsu n o n u n O ksijen ile bileşebilm esini bek lem ek için e n k üçük b ir n e d e n verem ez. Ve suyun kimyasal ve fiziksel özelliklerinin ç o ğ u n u n O ksijenin ve H id ro jen in özellikleri ile, ister nicel isterse nitel olsun, b ilin e n h iç b ir bağlantısı yoktur. B urada, anlayabildiğim iz kadarıyla, iki b ileşen d en oluşan b ir b ü tü n ü n özellik lerin in ayrı ayrı a lın d ığ ın d a o özelliklerin b ir b ilgisinden, ya d a b u bileşenleri kapsayan başka b ü tü n le rin ö zelliklerinin b ir bilgisi ile bileşm iş o larak b u bil gid en bilinem eyecek olm ası d u ru m u n u n açık b ir ö rn e ğ in i g ö rü rü z . 9
Doğuş öğretisinin şimdiki biçim inin yarattığı çeşitli sorunlar vardır ki, önceki indirgem e tartışm asında bunların çoğuna değinilm iştir ve orada getirilen irdelem elerin tem elinde bir çözüme bağlanabilirler. 9Aynı yer, ss. 62-63.
a. Doğuş kavramının tem elinde yatan sayıltı kimi durum larda bir bü tünün özelliklerini bileşenlerinin özelliklerinden çıkarsamanın olanaklı olmasına karşın, başka durum larda bunu yapm anın olanaksız olduğu dur. Bununla birlikte, gördük ki bu savın hem olum lu hem de olumsuz bölüm leri edimsel olguların tam olmayan ve yanıltıcı formülasyonları üzerine dayanır. Gerçekten de suyun özelliklerini (örneğin akışmazlık ve yan-saydamlık gibi) yalnızca hidrojenin özelliklerinden (belli basınç ve sıcaklık koşullan altında bir gaz d urum unda olması gibi) ya da yalnızca oksijenin ya da bu öğeleri bileşenler olarak kapsayan başka bileşimlerin özelliklerinden (hidroflorik asidin camı çözündürmesi gibi) çıkarsamak olanaksızdır. Ama sık sık ortaya sürülen karşıt önesürüm lere karşın, bir saatin davranışını yalnızca bileşen parçalannın özellik ve örgüüenişlerinden çıkarsamak da olanaksızdır. Bununla birlikte, tüm dengelim iki du rum da da aynı nedenlerle olanaksızdır. Çıkarsanabilecek olanlar özellikler değil am a bildirimlerdir (ya da önerm eler). Dahası, karmaşık bütünlerin özelliklerine ilişkin bildirim ler o n lan n bileşenlerine ilişkin bildirimler den ancak öncüller bu bileşenleri ilgilendiren uygun bir kuramı—böyle bütünlerin davranışını bileşenlerin varsayılan davranışlarının “bileşke leri” olarak çözümlemeyi olanaklı kılan bir kuram ı—kapsıyorsa çıkarsanabilir. Buna göre, kuram dan çıkarsanabilir olduğu ileri sürülen bir bildirim de yer alan tüm betimleyici anlatım lar da kuramı ya da özelleş miş durum lara uygulandığı zam an kuram a katılan sayıltılan form üle etm ek için kullanılan anlaüm lar arasında yer almalıdır. Böylece, ‘Su yan saydam dır’ gibi b ir bildirim gerçekten de hidrojen ve oksijene ilişkin ‘su’ ve ‘yarı saydam’ anlaüm lannı kapsamayan herhangi bir bildirim ler küm esinden çıkarsanamaz; am a bu olanaksızlık bütünüyle salt biçimsel irdelem elerden çıkar ve irdelem e altındaki d u ru m d a öncüller olarak kabul edilen özel bildirim ler kümesi ile görelidir. b. Öyleyse açıktır ki verili bir özelliğe ilişkin olarak o n u n “doğm akta olan” bir özellik olduğunu söylemek ona özelliğin bir kuram ya da sayıltılar kütlesi ile göreli olarak iye olabileceği am a başka bir kuram ile göreli olarak iye olmayabileceği bir karakteri yüklemektir. Buna göre, doğuş öğretisi (şimdi tartışılm akta olan anlam da) bildirim ler arasın daki biçimsel ilişkilere ilişkin belli mantıksal olgulan bildiriyor olarak anlaşılmalıdır, nesnelerin özelliklerinin “özünlü” olduğu ileri sürülen ka rakterlerine ilişkin deneysel ya da giderek “metafıziksel” olgulan değil. Bu bağıntıda, ve özellikle karmaşık b ü tü n lerin birleşenlerinin mikroskop-altı parçacıklar ve süreçler oldukları varsayıldığı zaman, böyle bileşenlerin “özelliklerinin” gözlem yoluyla saptanamayacağı ve “yapılan n ın ” herhangi bir “doğrudan algı” biçimi yoluyla öğrenilemeyeceği yinelemeye değer bir noktadır. Bu özellik ve yapılann ne olduğu ancak o bileşenlerin varoluşunu konutlayan ve onlar için çeşitli karakteris tikleri varsayan b ir kuram yoluyla form üle edilebilir. Dahası, kuram ın
makroskopik kanıtın ışığında belirsiz değişkilere açık olduğu ortadadır. Buna göre, bileşiklerin verili b ir özelliğinin onların atom ik bileşen lerinin özelliklerinden tahm in edilip edilemeyeceği sorusu atom ların önceden taşıdığı bilinen sözde “özünlü doğaları”nı ilgilendiren irde lem eler yoluyla çözüm e bağlanam az. Ç ünkü atom ik yapı üzerine bir kuram verili bir özelliği tahm in etme görevini yerine getirmeyebilirken, atom lar için başka bir yapı konutlayan bir başka kuram bunu yapmayı olanaklı kılabilir. Soruya bu bakış atom kuram ının tarihi tarafından desteklenir. Özdek üzerine antikçağ kuram ı on dokuzuncu yüzyılın ilk çeyreğinde Dalton tarafından sınırlı bir kimyasal olgular—başlangıçta, kimyasal tepkim e lere katılan tözlerin ağırlıklarının bileşim oranlarındaki değişmezlikle re ilişkin olgular—erim ini dizgesel olarak açıklayabilmek için yeniden diriltildi. D alton’ın kuram a verdiği biçim atom lar için göreli olarak az sayıda özellik konutluyordu, ve kuramı kimyasal dönüşüm lerin birçok biçimini açıklama konusunda yetersizdi; örneğin, kimyasal değeri ya da kimyasal dönüşüm lerde sergilenen ısıl değişiklikleri açıklamıyordu. Bu nunla birlikte, sonunda D alton’ın kuram ı bir dizi değişkiden geçti ve sonraki biçimleri hem kimyasal hem de optik, ısıl ve elektromanyetik fe nom enlerin artan bir sayısı ile ilgili yasalar türlülüğünü açıklama gücünü kazandı. Ama kuramın kazandığı bu değişiciler dizisi ile, atomların “özün lü doğası” anlayışı da dönüştü; çünkü kuram ın h e r bir biçimi—daha tam olarak, belli bir sayıda geniş sayıltıyı ortaklaşa taşıyan kuramsal kur guların belli bir dizisi içindeki h er bir kuram —m akroskopik nesneler için, her bir durum da bileşenler için ayırdedici “doğalar” ile, ayırdedici türlerde m ikroskoptaki bileşen konutluyordu (ya da “tanım lıyordu”). Buna göre, Demokritos’un “atomları,” D alton’ın “atom ları,” ve m odem fıziksel-kimyasal kuram ın “atom ları” oldukça değişik parçacık türleri dir; ve ortak “atom ” adı altına alınabilm elerinin başlıca nedeni onları tanımlayan çeşitli kuram lar arasında önem li andırım lann olmasıdır. Öyleyse çeşitli atom kuram lannı değişmez bir mikroskop-alü nesneler kümesi ile ilgili bilgimizde bir ilerlemeyi temsil ediyor olarak düşünm e gibi rahatlatıcı bir alışkanlık tarafından yanıltılmamalıyız. Atom kuram larının tarihsel ardışıklığını betim lem enin bu yolu kolayca atom ların varolduğunun ve atom lann varoluşunu konutlayan ve hangi özellikleri taşıdıklannı belirleyen herhangi bir tikel kuram dan bağımsız olan sap tanabilir “özünlü doğalar” taşıdığının söylenebileceği inancını yaratır. B ununla birlikte, gerçekte belli bir karakteristikler kümesi ile donatılı atom lann olduğunu ileri sürmek fiziksel nesnelerin yapısına ilişkin belli bir kuram ın deneysel kanıt yoluyla aklandığını ileri sürmektir. Bilimin tarihinde ortaya sürülen atom kuram larının ardışıklığı gerçekten de yalnızca makroskopik fenom enlerin düzen ve bağınülannı ilgilendiren bilgide ilerlemeleri değil, am a aynca fiziksel şeylerin atomik yapılannın aşamalı olarak daha yeterli bir anlayışını da temsil ediyor olabilir. Gene
de bundan, tikel bir atom kuram ından ayrı olarak, atomik parçacıkların “doğalan”ndan tam olarak neyin tahm in edilebileceğini ya da edileme yeceğini ileri sürm enin olanaklı olduğu sonucu çıkmaz. H er ne olursa olsun, bileşiklerin atom un yapısına ilişkin belli daha eski kuram lardan tahm in edilebilir olmayan özelliklerinin (örneğin, hidrojen ve oksijen belli koşullar altında bileştiği zaman oluşan kararlı tözün kimyasal ve optik özellikleri gibi) atom ların bileşimine ilişkin yü rürlükteki elektron kuram ından tahm in edilebilmesi olgusu hiç kuşkusuz ortadadır. Öyleyse bundan şu çıkar ki bir bileşiğin verili bir özelliğinin “doğm akta olan” bir özellik olduğu ileri sürüldüğü zaman eksiltili bir formülasyon kullanılmaktadır. Çünkü, bir özelliğin gerçekten de verili bir kuram a göre doğm akta olan bir özellik olabilm esine karşın, başka bir kuram a göre doğm akta olan bir özellik olması gerekmez. c. B ununla birlikte, verili bir özelliğin “özünlü olarak” ya da “saltık olarak” doğmakta olan bir özellik olduğunu ileri sürmek yanlış iken, bir özelliği doğm akta olan bir özellik olarak karakterize ederken yalnızca bilgisizliğimizi onaylam akta olduğum uzu ileri sürm ek de eşit ölçüde yanlıştır. Ö rneğin, ileri sürüldüğü gibi, o lab ilir ki h iç b ir fiziksel-kim yacı H oO ’n u n tü m özellik lerin i o n u in c e le m e d e n ö n ce ta h m in etm iş olam az, ve g e n e d e b u ta h m in e tm e y eteneksizliğinin yalnızca H ve O ’n u n d o ğ a la rın a ilişkin bilgisizliğin b ir an latım ı olm ası olası g ö rü n ü r. Eğer, b ileşm eleri ü z erin e, H ve O su veriyorsa, büyük olasılıkla bir a n la m d a suyu o lu ştu rm a gizilliğini kapsarlar. G erçekte d ışarıd an yeni hiçbirşeyin eklenm em esi, “d oğuş”u n varolan şeyler a rasında yeni ilişkililik tü rlerin in so n u c u olm ası Doğuşsal Evrim in ö z ü n d e yatar. O zam an ileri sü rü le n şey bile şenlerin yeterli bilgisi ile suyun özellikleri k o n u su n d a olasılık düzeyleri yüksek tah m in le rin yapılabilecek o ld u ğ u d u r. G erçekte, kim yacılar bileşiklerin hiçbir zam an gözlem lem em iş o ld u k ları özelliklerini başarıyla ta h m in etm işler ve bu “doğm akta o lan ” şeyleri üretm eye geçm işlerdir. G iderek gözlem lenm em iş olan ö ğ e le rin varoluş ve özelliklerini bile tah m in etm işlerd ir . 10
Bu türden karşıçıkışlar doğuş öğretisinin gücünü gözden kaçırır ve giderek onda açıkça sağlam olanı bile yadsıyor görünür. İlk olarak, öğ reti ‘tahm in etm ek’ deyimini ‘katı mantıksal sağınlık ile tüm dengelim ’ anlam ında kullanır. Doğuş öğredsinin bir savunucusu doğmakta olduğu ileri sürülen bir özelliğin ister h er zaman isterse yalnızca zaman zaman olsun sevindirici bir içgörü ile ya da talihli bir tahm in ile önceden bili nebileceğini kolayca kabul edebilir, am a böylelikle söz konusu özelliğin tahmin edilemeyecek olduğu savından vaz geçmeye zorlanmayacaktır. İkin ci olarak, kimi durum larda verili bir özelliğin belli başka özelliklerden tahm in edilemeyeceğini—ya da, daha sağın olarak, belirtilen bir özel liğin yer almasına ilişkin verili bir bildirim in başka bildirim lerin belirli bir küm esinden çıkarsanamayacağını—gösterm ek olanaklıdır. Çünkü l0WilliamMcDougall, Modem Materialism andEmergentEvolıUion, NewYork, 1029, s. 129.
yerleşik mantıksal tekniklerin yardımı ile ilk özelliğe ilişkin bildirim in başka özelliklere ilişkin bildirim ler tarafından gerektirilmediğini tanıtla mak olanaklı olabilir; ve böyle bir tanıtlam a kolayca üretilir, özellikle birinci bildirim son bildirim ler sınıfında görünm eyen anlatımlar kapsa dığı zaman. Üçüncü ve son olarak, atom ların “doğaları”na ilişkin sözde “bilgisizliğimiz” ya da “tam olmayan bilgim iz” ortadaki soruna b ü tü nüyle ilgisizdir. Çünkü o sorun verili bir bildirim in verili bir bildirim ler küm esinden çıkarsanabilir olup olm adığı biçim indeki yalm sorundur, bildirim in başka bir bildirim ler küm esinden çıkarsanabilir olup olma dığı değil. D aha önce gördüğüm üz gibi, “H ve O ’n u n doğası”nı ilgilen diren bilgimizi geliştirdiğimiz ya da genişlettiğim iz söylendiği zaman yaptığımız şey sonuçta H ve O üzerine bir kuram ı bir başka kuram ile değiştirmektir; ve H ve O ’n u n su oluşturm ak üzere bileşmesinin ikinci kuram dan çıkarsanabilir olması olgusu bildirimin başlangıçtaki öncüller küm esinden çıkarsanamayacağı olgusu ile çelişmez. Term odinam iğin m ekaniğe indirgenm esini tartışırken belirtildiği gibi, Boyle-Charles yasası ‘sıcaklık’ terim ini ‘m oleküllerin ortalam a kinetik eneıjisi’ terimi ile ilişkilendiren bir konutlam a eklenm edikçe istatistiksel m ekaniğin sayıltılarından çıkarsanam az. Bu konutlam anın kendisi klasik biçimi içindeki istatistiksel m ekanikten çıkarsanamaz; ve bu olgu— eğer gaz yasası çıkarsanacaksa bir konutlam anın ( ya da ona eşdeğer birşeyin) istatistiksel m ekaniğe bağımsız b ir sayıltı olarak eklenm esinin gerek mesi—belki de onu yorum lam akta olduğum uz biçimiyle doğuş öğreti sindeki özeksel savdır. d. Böylece belli bildirim ler arasındaki mantıksal ilişkiyi ilgilendiren bir sav olarak yorum landığında doğuş öğretisinin özsel doğruluğunu kabul etmiş olduk. B ununla birlikte, belirtm ek gerek ki böyle anlaşılan öğre tinin o n u n savunucularının genellikle ileri sürdüklerinden çok daha geniş bir uygulam a alanı vardır. Ö ğreti çoğunlukla kimyasal, yaşambilimsel ve ruhbilim sel özellikler ile bağıntı içinde ileri sürülm üştür çünkü bu özellikler “daha yüksek” örgütlenm e düzlem lerindeki dizge leri karakterize eder ve ileri sürüldüğü gibi “daha düşük” düzlem lerde yer alan özelliklere göre “doğm akta olan” özelliklerdir. G erçekten de, öğreti sık sık “mekanik açıklam aların sözde evrenselci savlarına karşıtlık içinde ileri sürülür, çünkü eğer kimi özellikler gerçekte doğm akta ise, yer alm alarının “m ekanik” terim lerde açıklanamaz olduğu savunulur. Doğuş öğretisinin doğruluğunun öyleyse zaman zaman kuvvetlerin bile şimi ilkesini geçerli bir çözümleme ilkesi olarak alan m ekanik bilimine sınırlar getirdiğine, ve o ilkeyi kabul etmeyen başka açıklama dizgelerini m ekanikten ayırdığına inanılır .11 Buna göre, ö ğ retinin savunucuları, nKrş. Mili tarafından “nedenlerin birleşik etkisinin” “m ekanik” ve “kimyasal” kipleri arasına getirilen ayrım; bu ayrım doğuş öğretisinin klasik kaynağıdır. J. S. Mili, A System of Logic, L ondra, 1879, Book 3, Chap. 6 .
açıkça ileri sürm eseler de, genellikle mekaniğe ayrılan alanın içerisinde ya da belki de giderek fiziğin alanı içerisinde bile hiçbir doğm aktaolan özelliğin olmadığını düşünüyor görünürler; ve doğmakta-olmayan bir özelliğin örneği olarak sıklıkla alıntılanan örnek bir saatin bileşen çarklarının ve yaylarının özelliklerinin ve örgütlenişinin bir bilgisinden tahm in edilebilir olduğu ileri sürülen davranışıdır. Ama doğuş öğretisinin özünü oluşturan mantıksal nokta tüm araş tırm a alanlarına uygulanabilirdir ve genel olarak m ekaniğin ve fiziğin içerisindeki açıklamaların çözümlemesi ile tıpkı başka bilimlerin yasa larının tartışmaları ile olduğu gibi ilgilidir. Term odinam iğin mekaniğe indirgenm esinin yukandaki tartışması bunu bütünüyle açığa serer. Ama ek duruluk ve vurgu uğruna, saat örneğini irdeleyelim. Belirtm ek ye rinde olacaktır ki saatin m ekaniğin zem ininde tahm in edilebilir olan “davranışı” saatin davranışının yalnızca bütünüyle m ekaniğin ilkel dü şüncelerinin terim lerinde karakterize edilebilecek evresidir—örneğin, saatin kollarının devimi yoluyla oluşturulan davranış. Davranışının o düşüncelerin alanı içerisine getirilem eyen herhangi bir evresi—örne ğin saatin sıcaklığındaki değişim den ya da m anyetik kuvvetlerde saa tin parçalarının göreli devimleri yoluyla yaratılabilecek değişim lerden oluşan davranış— m ekanik kuram tarafın d an açıklanm az ya da tah m in edilmez. B ununla birlikte, öyle g ö rü n ü r ki saatin davranışının bu “mekanik-olmayan” özelliklerine m ekanik ile göreli olarak “doğm akta olan özellikler” adını verm enin yolunda keyfi alışkanlıktan başka hiç birşey durm az. Ö te yandan, böyle m ekanik-olm ayan özellikler hiç kuşkusuz ısı ve m anyetizma kuram larının yardımı ile açıklanabilirdir, öyle ki, kuramsal sayıltılann daha geniş bir sınıfı ile göreli olarak, saat doğmakta-olan hiçbir özellik sergilemeyebilir. Doğuş öğretisinin savunuculan kimi zaman “ikincil nitelikler” denilen niteliklerin yer almasının fiziksel kuram lar tarafından tahm in edilem e yeceği olgusunu özellikle vurgulama eğilimindedir. Ö rneğin atom lann mikroskopik yapısının tam bir bilgisinden çıkarak m atematikçi bir başm eleğin b ir elektrik boşalması bir azot ve h id ro jen karışımı içinden geçirilirse ikisinin bileşeceğini ve suda-çözünebilir am onyak gazının oluşacağını tahm in edebileceği ileri sürülmüştür. Bununla birlikte, başmeleğin amonyağın sağın m ikroskopik yapısının ne olması gerektiğini çıkarsayabilecek olmasına karşın, b u yapıdaki b ir tö zü n in san b u r n u n a geldiği z am an am o n y ak gibi kokm ası gerek tiğ in i ta h m in etm eye b ü tü n ü y le yeteneksiz olacaktır. Bu k o n u ü z erin e tah m in e d ebileceği e n ç o ğ u n d a n m ukoz m em b ran d a , koku alm a sin irlerin d e ve b e n z e rle rin d e belli değişim lerin yer alacağıdır. A m a b u d eğişim lere g en el o larak b ir k o k u n u n ve özel o larak am onyağın k e n d in e özgü k o k u su n u n gö rü n g ü sü n ü n eşlik edeceğini bilm esi, biri b u n u o n a söylem edikçe ya d a kendisi o n u koklam adıkça, olanaklı değ ild ir . 12
12Broad, aynı yapıt, s. 71.
Ama bu önesürüm en iyisinden kendiliğinden açık bir önesürüm dür, ve şeylerin fiziksel (ya da “birincil”) nitelikleri için ikincil nitelikleri doğrulayan aynı güvence ile doğrulanabilir. Hiç kuşkusuz formülasyonlann d a tözlerin koku özelliklerine gönderm ede bulunan hiçbir anlatımdan yararlanmayan bir kimya kuram ının kokuların yer almasını tahm in ede meyeceği açıktır. Ama bunu yapamamasının nedeni mekaniğin özdeğin optik ya da elektriksel özellikleri için açıklama verem em esinin nedeni ile aynı değildir—yani, bir tüm dengelim biçimsel olarak açık kılınınca, verili bir anlatımı kullanan hiçbir bildirim mantıksal olarak o anlatımı da kapsamayan öncüllerden türetilemez. Buna göre, eğer bir matematikçi baş-melek gerçekten de kokuları atom ların m ikroskopik yapılarının bir bilgisinden tahm in etm e yeteneğinde değilse, güçlerindeki bu sınır yalnızca çıkarsanabilirlik için mantıksal koşulların baş-melekler için de insanlar için olan sınırlam a ile aynı olması olgusunun bir sonucudur. 2. Şimdi kısaca doğuş öğretisini birincil vurgusu doğmakta-olan nite liklerin ileri sürülen ‘yenilikleri’ üzerine düşen bir evrimsel kozmogoni olarak irdeleyelim. Doğuşsal evrim öğretisi böylece geçmişte varolan ya da şimdide bulunan bireylerin ve onların özelliklerinin türlülüğünün tam olmadığını, ve evrende hiçbir yerde daha önce benzerleri sergilen miş olmayan niteliklerin, yapıların ve davranış kiplerinin zaman zaman varoluşa geldiğini ileri sürer. Böylece, öğretinin form ülasyonuna göre, dünyanın şimdiki d urum u (ki buna “Ph.N .” denir) herhangi bir önceki evre (“Ph.A.”) ile karşılaştırıldığında, aşağıdaki özelliklerden Ph.A.’da eksik olan birinin ya da daha çoğunun Ph.N ’de bulunduğu gösterile bilirse, bir doğuşsal evrimin yer almış olduğu söylenir: (1) H e r iki evreye o rta k ... g e n el b ir değişim tip in in ö rn e k le ri (söz gelim i parçacıkların göreli devim i), ki b u ö rn e k le rin yer alm asının tarz ya d a k oşullan Ph.A .’d a yer alan tip te n tü m d eğişim lerin betim lem esi ve ... tah m in edilm esi için yeterli olacak yasalann te rim le rin d e betim len em ez ya d a o n la rd a n tah m in edilem ez. Yasaların b u evrim sel d o ğ u şu n u n tasarlan ab ilecek b ir vesilesi, biri cik vesile olm asa da, b ir yasalar küm esi ile uyum için d e, özdekteki yeni yerel b ü tü n le şm e le rin ü re tim i olacaktır, ki b u n la rın devim leri, ve dolayısıyla bileşen p a rç a la n n ın devim leri, öyleyse tan ım la n an a n la m d a d o ğ m ak ta o lan vektörel, e.d. yönelim sel yasalara u ygun olacaktır. ... (2) P h.A .’daki o ilin e k le r olm ak sızın d a d a h a şim d id e n b u lu n a n k e n d ilik le re b a ğ la n ab ilir ... yeni nitelikler. (3) P h.A .’da b u lu n a n k e n d ilik le rin karak teristiğ i o lan tü m özsel yüklem leri taşımayan ve k e n d i ay ırd e d ic i (yalnızca b e tile n im tip in d e olm ayan) yüklem tiplerini taşıyan tikel kendilikler. (4) Ph.A .’d e yer alan h e rh an g i b irin d e n indirgenem eyecek d e n li ayn tü rd e olan olay ya d a sü re cin b ir tipi ya d a tipleri. (5) H e r iki evreye o rtak olan birincil k endiliğin h e rh an g i b ir tip in in ya d a d a h a çok tip in in dizg en in d ışın d an ak ta rm a yoluyla açıklanabilir olm ayan ö rn e k le rin in d a h a büyük b ir niceliği ya d a sayısı. 13 “Arthur O. Lovejoy, “The Meanings of ‘Emergence’ and Its Modes,” Pmceedings ofthe Sixth International Congress ofPhilosophy (yay. haz. Edgar S. Brightman), NewYork, 1927, ss. 26-27.
Sona erm eyen bir “yaratıcı yenilik” öğretisi olarak doğuşsal evrim öy leyse sık sık özellikle on yedinci yüzyıl bilimine yüklenen ön-oluşum cu/ preformationist görüş ile karşıtlık içine getirilir, çünkü bu son görüşe göre tüm doğa olayları yalnızca bir tem el ve yalın “kendilikler” küm esinin uzaysal yeniden-düzenlem eleridir ki, bunların toplam sayısı, nitelikleri ve davranış yasaları girdikleri çeşitli birleşm eler boyunca değişm eden kalır. B ununla birlikte, kimi yazarlar böyle “yaratıcı yenilik” önesürüm ü n ü n ötesine geçmiş ve yaratıcı evrim in ardışık evreleri olduğuna inandıkları şeyin anahatlarını vermişlerdir; am a bu kozmik kurguların ayrıntıları ile ilgilenmeyeceğiz. a. İlk olarak belirtmek gerek ki yarancı evrim öğretisi çeşidi özelliklerin tahmin-edilemezliği olarak doğuş anlayışını ne gerektiriyor ne de onun tarafından gerektiriliyor görünür. Çünkü pekala olabilir ki bir özellik verili bir kuram ile göreli olarak doğmakta olan bir özellik iken, zamansal bir anlam da yeni değildir. Uç bir örnek alırsak, cisimlerin ağırlıklarının olması özelliği klasik fiziksel geom etri kuram ından çıkarsanabilir değil dir; bununla birlikte, cisimlerin yerçekimi özelliklerini uzaysal özellikler kazandıktan sonra sergilemeye başladıklarına inanm ak için hiçbir neden yoktur. Öte yandan, bir atomik yapı kuram ından azot ve oksijenin suda çözünebilir amonyak gazı oluşturm ak üzere bileşebileceklerini çıkarsamak olanaklı olabilir, gerçi, o sıradaki fiziksel koşullar sıvı durum undaki suyun oluşum una izin vermediği için—diyelim ki yeryüzünün yeterin ce soğuduğu zam andan önce— , amonyağın suda çözünmesi durum u hiçbir zaman edimsel olarak yer almamış olsa da. içinde çözünmüş bir amonyak gazı ile suyun daha sonraki oluşumu o zaman zamansal olarak yeni bir olay olacaktır. Buna göre, herhangi bir özelliğin zamansal ola rak yeni olma anlam ında “doğm akta olan birşey” olup olmadığı sorusu herhangi bir özelliğin tahmin-edilemez olma anlam ında “doğmakta olan birşey” olup olmadığı sorunundan daha değişik düzende bir problemdir. İkincisi yalnızca olmasa da büyük ölçüde bildirim lerin mantıksal ilişkileri ile ilgili bir sorundur; birincisi birincil olarak yalnızca görgül tarihsel araştırma yoluyla bir çözüme bağlanabilecek bir soru. b. Buna göre, bir özellik, süreç ya da davranış kipinin bir doğuşsal evrim durum u olup olmadığı sorusu doğrudan doğruya görgül bir prob lem dir ve en azından ilkede tarihsel araştırmaya başvuru yoluyla çözü lebilir. Buna karşın, o n u yanıtlam a girişim inde kısaca değinmeyi hak eden kimi güçlükler vardır. Bu güçlüklerden biri kılgısal bir güçlüktür ve soruya kesin yanıt verm ek için evrendeki (ya da o n u n bir bölüm ün deki) tüm geçmiş olayları doğmakta olduğu ileri sürülen bir özelliğin ya da sürecin gerçekten de öyle olup olm adığına karar verebilecek bir dü zeyde ayrıntılı olarak bilmek zorunda olmamızdan doğar. Ama geçmişe ilişkin bilgimiz ciddi olarak eksiktir, ve belli özellik ve süreçlerin verili
bir zam andan önce yer alamayacak olduğunu gösterm ek için elimizde durum ların ancak sınırlı bir sınıfında yeterince güvenilir kanıt vardır. Böylece atom ik ve atom-altı düzlem lerde şimdi yer aldığına inanılan çeşitli süreçlerin h er zam an yer almış olup olm adığına, ya da onların şimdiki kozmik evrenin karakteristiği olup olm adığına ılımlı bir kuşku nu n ötesinde karar verebilm ek için elimizde yeterli bir tem el yoktur. Ö te yandan, eğer dirim li örgenliklerin uygun sıcaklık koşullarına ba ğımlılığını sorgusuzca kabul edersek, ve eğer bir zam anlar yeryüzünün sıcaklığının böyle örgenliklerin işlev görm esi için aşırı ölçüde yüksek olduğunu da varsayarsak, dirim li örgenliklerin yeryüzünde (belki de evrendeki h er yerde) belli bir çağdan önce görünm em iş oldukları aşağı yukarı kesinlik kazanır. ikinci bir güçlük kaynağını ‘özellik’ ve ‘süreç’ gibi sözcüklerin bula nıklığında ve iki özelliğin ya da sürecin “aynı” ya da “ayrı” olarak sayılıp sayılmayacağını yargılamak için sağın ölçütlerin yokluğunda bulur. Böy lece bir nesneler küm esinin “salt” uzaysal yeniden-düzenlem esi doğmakta-olan bir özellik d urum u olarak görülmeyecektir, üstelik o belirli yeniden-düzenlem e daha önce yer almamış olsa da. Buna karşın, şey lerin h er uzaysal yeniden-dağılım ının bir “nitel” değişim ile bağlı olup olmadığını ve böylece uzaysal değişimlerin de ipso/acto yeniden-dağılmış şeylerin “özelliklerindeki” başkalaşımlar olup olmadığını sormak önem lidir. Ö rneğin, bir kenarı üzerine dayanan bir karenin oluşturduğu bir kalıp hiç kuşkusuz kare köşelerinden biri üzerinde duracağı bir yolda döndürüldüğü zaman oluşan kalıptan “ayrı görünür.” Eğer ikinci kalıp daha önce varolmamış olsaydı, yer alması yeni bir özelliğin görünüşü olarak kabul edilir miydi? Eğer edilmezse, yeni bir özelliğin göstergesi nedir? Ama eğer yeni birşey olarak görülürse, o zaman hem en hem en h e r değişim in de doğuşsal evrimin b ir örneği olarak görülm esi gere kir. Ç ünkü işlerin verili bir d u ru m u h e r biri geçm işte yer almış olan özelliklerin bir küm esine çözüm lenebilir olabilir. Ö te yandan, şimdiki belirişlerinde özellikler belirli bir ilişkiler bağlam ında yer alır; ve, gerçi bu ilişkilerin belirli kalıbı yinelenebilir b ir kalıp olsa da, o özellikler gerçekte hiçbir zam an tam olarak o kalıpta örneklenm em iş olabilir. Buna göre, işlerin verili du ru m u o zam an doğm akta olan bir özelliği örneklendirecektir; ve, özellikle bir duru m u n uzaysal-zamansal uzamı üzerine hiçbir sınır getirilm ediğinde h e r d u ru m böyle yeni kalıplar sergileyebilse de, doğuş öğretisi şeylerin değiştiği biçim indeki önemsiz bir sav duru m u n a düşm ekten ancak güçlükle kaçabilir. Dahası, yukarıdaki alıntıda kapsanan o sınırlam a ile, tikel bir ken diliğin eğ er evrim in önceki ev relerindeki kendilik lerin “tüm özsel yüklem leri”ni taşımıyorsa bir doğuşsal evrim örneği olarak sayılacağı sınırlaması ile tam olarak ne anlaşılacaktır ? Genel olarak, bir yüklemin “özsel” bir yüklem olarak görülüp görülmeyeceği sorunun bağlamı üze rine ve irdelem e altındaki problem üzerine bağımlıdır. Ama eğer bu
böyleyse, o zaman o koşul göz ö n ü n e alındığında doğuşsal bir özellik ve doğuşsal-olmayan bir başkası arasındaki ayrım bir araştırm anın ilgi sindeki değişim ler ile ve am açlan ile birlikte değişecektir. Bu güçlükler doğuş öğretisine ölüm cül olm aları için alıntılanmış değildir. B ununla birlikte, öğreti alışıldık olandan daha büyük bir özenle form üle edilme dikçe kolayca salt bir apaçıklık olarak yorumlanabilir. c. Doğuşsal evrim anlam ında doğuşsal özelliklerin olduğu önesürüm ü nedensel ilkenin evrenselliğine inanç ile, en azından o nun tüm olay ların yer alması için belirli koşulların o ld u ğ u n u ileri süren biçim ine inanç ile bütünüyle bağdaşabilirdir. Doğuşsal evrimin kimi savunuculan aslında öğretiyi radikal indeterm inizm türleri ile birleştirir; başkaları h e r zam an doğuşu “teleolojik” nedensellik den ilen şey ile bağlar ve böylece amaçlı etm enlerin işleyişine yeni nitelikler ve süreçler yükler. B ununla birlikte, ne indeterm inizm e ne de teleolojik nedenselliğe bir inanç doğuşsal evrim için özseldir. G erçekte örneğin yeni bir kimyasal bileşiğin yer alm asının h e r zam an belli kimyasal öğelerin belirli ama benzersiz betilenim lerinin oluşum u üzerine olumsal olduğunu ileri sü ren birçok doğuşsal evrim yandaşı vardır; ve dahası, bunlar bu öğelerin ister amaçlı yaratıklar isterse raslantısal koşullar aracılığı ile olsun o özel tarzda birleştiği h er keresinde aynı tipten bir bileşimin kaçınılmaz olarak oluşacağını savunur. d. Yine belirtm eye değer ki, yaygın olarak savunulan aykırı görüşe karşın, klasik fiziğin (ve özel olarak m ekaniğin) sayıltı ve yordam ları doğuşsal evrim savını ne im ler ne de o n u n la çelişir. Hiç kuşkusuz, fi zikçilerin şeylerin özelliklerinin “en sonunda” mekaniğe özgü özellik ler olduğunu ve ayrıca doğadaki biricik “gerçek” değişimlerin uzaysal değişim ler o ld u ğ u n u kabul ed en felsefi yorum ları vardır. B ununla birlikte, böyle yorum ların doğruluğu kuşkuludur ve fiziksel kuram ın doğasının yeterli açıklam alan oldukları kabul edilemez. Gördüğüm üz gibi, mekanik bilimi gerçekten de kuramsal kavram lann sınırlı ve seçili bir kümesi ile işler. B ununla birlikte, bu olgu bilim in şeylerin birincil olarak m ekaniğin ilgilendiği özelliklerden başka özelliklerinin edimsel varoluşunu ya da olanaklı doğuşunu yadsımasını gerektirmez. Böyle bir yadsıma aklanmamış olacaktır, üstelik fizikçilerin daha önceki um utlan gerçekleşmiş ve m ekanik evrensel doğa bilimi olarak bir zam anlar taşı dığı üstünlük konum unda kalmayı sürdürm üş olsaydı bile. Çünkü bir olayın ya da sürecin m ekanik açıklaması yalnızca o n u n yer almasının koşullarını mekanik terimlerde bildirm ekten oluşur. Ama böyle açıkla malar hiç kuşkusuz olanaksız olacaktır (kendilerini-çürüten şeyler için açıklama verme girişimleri olmayı göze alm adıklan sü rece), eğer olay ya da süreç ilkin karakteristiklerinin gözlenm esi yoluyla tanınm ış de ğilse—karakteristikler salt m ekanik özellikler olsun ya da olmasın, ve
yeni olsun ya da olmasın. Kısaca, m ekaniğin ya da klasik fiziğin başka herhangi bir kuram ının yapısı çözümlenince, kuram ın işlemsel etkerliğinin zamanın gidişi içinde evrende yeni özelliklerin ve bireylerin ortaya çıktığı biçimindeki tarihsel savın doğrulanm ası ya da yadsınması üzerine bağımlı olmadığı açığa çıkar. e. Belki de doğuşsal evrim öğretisinde kapsanan en ilgi çekici öneri “doğa yasalan”nm kendilerinin değişebileceği, ve değişik kozmik çığır lar boyunca olaylar arasında yeni bağımlılık kalıplarının sergilendiğidir. Hiç kuşkusuz görülecektir ki, am açlanan şey yalnızca olay ve süreçlerin yapılarına ilişkin bizim bilgiye da farmülasyonumuzun gelişime uğraması değil, am a bu yapıların kendilerinin zam anla değişmekte olmasıdır. Böy lece, Boyle-Charles yasası gazların davranışının van d er Waals denkle m inin olduğu kadar yeterli bir form ülasyonu değildir; am a birincinin yerine İkinciyi geçirmiş olmamız olgusu gazlann davranış kalıbının bir değişime uğramış olduğunu imliyor olarak alınmayacaktır. Dahası, öne ri yalnızca belirli bir fiziksel dizgenin davranış kipinin evrimlenmekte olduğu sayıltısından oluşmaz. Ö rneğin, yeryüzünün ekseni çevresinde dönüş dönem inin küçülmekte olduğunu gösteren kanıt vardır. Bununla birlikte, bu özel olgu mekanik yasalannın değişmekte oldukları sayıltısı yoluyla değil, am a dalgaların güneş ve ay tarafın d an büyük olasılık la değişmeyen yasalar ile uyum içinde ü retilen “frenlem e” etkisi gibi etm enlerin terim lerinde açıklanır. Buna göre, ö n erin in göz ö n ü n d e tuttuğu şey yaygın yapı tiplerinin değişmekte olması, ya da şeyler tarafın dan yeni ilişkisel kalıpların sergilenm ekte olması olanağıdır; örneğin, sürekli olarak uzaklığın karesi ile ters orantı içinde kalmak yerine, tüm parçacık çiftleri arasındaki yerçekimi kuvveti bu son etm enin zamanla büyüyeceği bir yolda yavaş yavaş değişiyor olabilir; ya da çeşidi kimyasal öğeler ilerleyici bir yolda yeni özellikler ve birbirleri ile yeni bileşim kipleri sergiliyor olabilir. B ununla birlikte, öneri ciddi güçlükler de taşım aktadır ki, bunların bir bölüm ünü şimdi belirteceğiz. Belki de b unların en açık ve en belirleyici olanı bir yasadaki görü nü rd e bir değişim in gerçekten de öyle mi olduğu, yoksa yalnızca bir yapı tipinin ağır basmasını sağlayan koşullar açısından bilgimizin tam olm adığını mı belirttiği konusunda em in olamayacağımız olgusundan kaynaklanır. Ö rneğin varsayalım ki bir evrensel değişmezin (örneğin ışı ğın boşluktaki hızı gibi) değişmekte olduğunu gösteriyor görünen kanıt bulunm uş ve b una göre ki ışık hızının değeri şimdiki yüzyıl sırasında tarih-öncesi zam anlar sırasındaki değerine göre küçülm üş olsun. Bu nunla birlikte, aradan geçen zaman içinde başka şeyler de değişmiştir: Galaksilerin göreli konum ları bun d an böyle aynı değildir; yıldızlarda ve yaydıkları ışım anın niceliğinde iç değişim ler olm uştur; ve giderek fiziksel cisim lerin şimdiye dek saptanm am ış bir özelliğinde (özdeğin insanlar tarafından ancak göreli olarak yakın zam anlarda keşfedilmiş
elektriksel özelliklerine benzer bir özellik) değişim lerin olmuş olması bile olanaklıdır. Öyleyse en azından düşünülebilir ki ışık hızının değiş mezliği üzerine şimdiye dek ileri sürülen yasa bütünüyle yanlıştır, ve bu hız yukarıda değinilmiş olan etm enlere benzer etm enler nedeniy le değişm ektedir. Hiç kuşkusuz kanıtın b u almaşık yorum unu silmek kolay bir görev değildir; ve gerçekte pekçok bilimci fiziksel olayların yaygın yapılarının evrime uğram akta olduğunu kabul etm ektense, hiç kuşkusuz şimdiye dek kabul edilen yasayı ancak belli ön koşullar yerine getirildiği zaman doğru olarak görm e—ve öyleyse onu yalnızca daha kapsayıcı bir yasasının sınırlayıcı bir durum u olarak görme— eğiliminde olacaktır. H er ne olursa olsun, böyle bir sayıltınm bir gün yaygın olarak kabul edilip edilmeyeceği çok büyük olasılıkla tam olarak kapsayıcı ve bütünlenm iş bir bilgi dizgesi kurm ada ne denli etkili ve uygun çıkaca ğına bağımlı olacaktır. Buna göre, kimi yasalann evrimlenmekte olduğu düşüncesi olanak sınırlarının dışına düşm ese de, en azından oldukça kurgusal bir düşüncedir ve o n u n için usauygun ölçüde güçlü kanıt bul mak çok kolay değildir. Tüm yasaların zam anla değişm ekte oldukları öğretisinin karşısına çıkan ve değişik bir düzene ait ek bir güçlük daha vardır . 14 Ç ünkü bir yasanın değişim e uğradığı savı için kanıt nasıl elde edilir? Yaygın bir ilişkiler kalıbının evrim lendiğini sözel olarak “görm ek” olanaksızdır ve böyle bir vargı için tem el şim dinin geçmiş ile karşılaşmasından elde edilmelidir. B ununla birlikte, geçmiş doğrudan gözleme açık değildir. Ancak şimdide bulunan verilerden yeniden-kurulabilir ve bu en azından o geçmişi ve şimdiyi içeren çığır sırasında değişm edikleri varsayılması gereken yasaların yardımı ile yapılabilir. Ö rneğin, varsayalım ki cisimler arasındaki yerçekimi kuvveti geçmişte dalgalann genel olarak şimdi ol duğundan daha yüksek olması zem ininde yavaş yavaş küçülüyor olsun, üstelik gök cisimlerinin sayı ve göreli konum lannın şimdikiler ile aynı olmasına karşın. Ama o geçmiş olgulan şimdiki verilerden çıkarsayabil mek için değişmemiş olan yasalan kullanm adıkça geçmişin gerçekten de böyle olduğunu nasıl bilebiliriz? Böylece şimdi dalgalann ulaşamaya cağı yüksekliklerde deniz tuzu birikintileri bulabiliriz. B ununla birlikte, karanın dalgaların yüksekliklerindeki azalma nedeniyle olm aktan çok jeolojik eylem yoluyla mı yükseltilmiş olduğu sorusunu bir yana atsak bile, tuzun okyanuslar tarafından biriktirildiği vargısı gel-git suyunun devimlerini ve sıvılann buharlaşmasını ilgilendiren çeşiüi yasalan sorgu suzca kabul eder. Buna göre, tüm yasalann eşzamanlı olarak bir değişim sürecine girdiği sayıltısı kendini çürüten bir sayıltıdır, çünkü, o zaman geçmiş bilgiye tam olarak kapalı olacağı için, o sayıltı için herhangi bir kanıt üretm em iz olanaksız olacaktır. Doğm akta-olan yasalar ö nerisine en usayatkın g ö rü n ü şü n ü veren 14 Bkz. H enri Poincare, “L’Evolution des Lois,” Demieres Pensees'de, Paris, 1926; P ascualjordan, Die Herkunft derSteme, Stuttgart, 1947.
biçim yeni bağımlılık kiplerine uygun düşen yeni davranış tiplerinin özdeğin şimdiye dek varolmayan bileşim ve bütünleşm eleri yer aldığı zaman doğduğu düşüncesidir. Ö rneğin kimyacılar laboratuarda öyle tözler üretm iştir ki bunlar, anlayabildiğimiz kadarıyla, daha önce hiç varolmamıştır ve başka tözler ile ayırdedici ve yeni etkileşim yolları ve özellikler taşırlar. Böylece kimyacıların laboratuarlarında arada bir yer almış olan şey hiç kuşkusuz doğanın daha eski ve daha geniş laboratua rında daha sık yer almıştır. Hiç kuşkusuz denebilir ki böyle yeni bağım lılık tipleri “gerçekten de yeni” değil am a yalnızca “şeylerin doğasında” h e r zam an bulunm uş olan “gizilliklerin” olgusallaşmasıdır; ve ayrıca denebilir ki, bu “doğaların” “yeterli bilgisi” ile, gerekli matem atiksel becerileri taşıyan herhangi biri yenilikleri olgusallaşm alarından önce tahm in edebilir. Bu karşılığın son parçası üzerine daha şim diden yete rince yorum da bulunduk ve öyleyse sözü uzatm adan onu hem geçersiz hem de ilgisiz olarak bir yana bırakabiliriz. Karşıçıkışın birinci parçasına gelince, kabul etm ek gerek ki çürütülemezdir; ama ayrıca açığa çıkacak tır ki, karşıçıkış ortaya hiçbir olgusal içerik sürm ez ve çürütülemezliği bir tanımsal apaçıklığa bağlıdır.
V. Bütünler, Toplamlar, ve Örgensel Birlikler indirgem e ve doğuş konularından ayrılmadan önce, sık sık bu tem alar ile bağlanan tanıdık bir savı tartışm ak yerinde olacaktır. Bu anlayışa göre, bireysel bütünlerin (fiziksel, yaşambilimsel, ruhbilim sel ve ayrıca toplumsal) önem li bir tipi vardır ki, bunlar “örgensel birlikler” olmaları ve yalnızca bağımsız parça ve üyelerin “toplaklan” olm am alan olgusu ile başkalanndan ayırdedilir. Bu tip b ü tü n ler sık sık “b ü tü n ü parçalarının toplam ından daha büyük” yapan bir örgütlenm eye iye olm aları ilkesi ile karakterize edilir. Ö rgensel bütünlerin varoluşunun zaman zaman bilim lerde indirg em en in gerçekleşm esi olanağı üzerine olduğu gibi fiziğin yöntem lerinin alanı üzerine de katı sınırlar getirdiği düşünüldü ğü için, böyle bütünleri dikkatle yoklamak istenebilir birşeydir. İlkin birincil önem de b ir nokta belirtilm elidir. G enel olarak kulla nıldıkları gibi, ‘b ü tü n ,’ ‘toplam ’ sözcükleri ve onların türevleri beklen m edik ölçüde ikircimli, eğretilem eli, ve bulanıktır. Bu nedenle onları kapsayan bildirim lerin bilişsel değerini olduğu gibi anlam ını da değer lendirm ek sık sık olanaksızdır, ve b u n ed en le o sözcüklerin anlam la rından kimileri ayırdedilmeli ve durulaştınlm alıdır. Birkaç örnek böyle durulaştırm a için gereksinimi açığa çıkaracaktır. Bir dörtgen bir alanı çevreler, ve iki köşegeninden h er biri şekli iki bölümsel alana ayırır ki toplam ları başlangıçtaki şeklin alanına eşittir. Bu geom etrik bağlamda, ve ayrıca birçok andırım lı bağlam da, ‘B ütün parçalarının toplam ına eşittir’ bildirimi norm al olarak doğru sayılır. Gerçekten de, bildirim bu bağlamda sık sık yalnızca doğru değil, am a zorunlu olarak doğru sayılır,
öyle ki yadsınması kendi ile çelişkili olarak görülür. Ö te yandan, kurşun asetatın tadını o n u n kimyasal bileşenlerinin tadı ile karşılaştırma içinde tartışırken, kimi yazarlar bu durum da bü tü n ü n parçalarının toplam ına eşit olmadığım ileri sürmüştür. Bu sav açıktır ki tartışılan sorunlar üzeri ne bilgilendirici olarak amaçlanmıştır, ve o n u dosdoğru mantıksal bir saçmalık olarak reddetm ek kabalık olacaktır. G ene de açıktır ki, içinde bu savın getirildiği bağlamda ‘bütün,’ ‘parça,’ ‘toplam ’ ve belki de gide rek ‘eşit’ sözcükleri onlara geom etrik bağlam da yüklenen anlam lardan ayrı anlam larda kullanılmaktadır. Öyleyse bu sözcüklerin anlam larının çeşitli araştırm alarda bir rol oynuyor görünen bir bölüm ü arasında ay rım yapma görevini üstlenmeliyiz. 1. ‘B ütün’ ve ‘parça’ sözcükleri norm al olarak bağlılaşımlı ayrımlar için kullanılır, öyle ki x şu ya da bu anlam da onun bir bileşen parçası olan y şeyi ile ilişki içinde b ü tü n d ü r denir. Öyleyse önüm üzde belli ta nıdık bütün “türleri”nin ve karşılık düşen parçaların kısa bir listesinin bulunm ası elverişli olacaktır. a. ‘B ütü n ’ sözcüğü uzaysal uzamı olan birşeye g ö nderm ede bulun mak için kullanılır, ve o zaman uzaysal olarak o nda kapsanan herhangi birşeye böyle bir bü tü n ü n bir ‘parçası’ denir. B ununla birlikte, ‘b ü tü n ’ ve ‘parça’ sözcüklerinin çeşitli özel anlam lan bu başlık altına düşer. İlk olarak, terim ler belirli olarak uzaysal özelliklere gönderm ede bulunuyor olabilir, öyle ki bütün o zaman parçalar olarak uzunluklar, alanlar ya da hacım lar kapsayan bir uzunluk, alan ya da hacimdir. Bu anlam da, ne bütünlerin ne de parçalann uzaysal olarak sürekli olm alan gerekir; böy lece, Birleşik Devletler ve o n u n toprak iyelikleri uzaysal olarak sürekli bir bütün değildir, ve kıtasal Birleşik Devletler uzaysal parçalanndan biri olarak kendileri de uzaysal olarak sürekli olmayan çöl bölgeler kapsar, ikinci olarak, ‘b ü tü n ’ uzaysal olarak uzamlı bir şeyin uzaysal-olmayan bir özelliğine ya da d urum una gönderm ede bulunuyor olabilir, ve ‘parça’ şeyin bir uzaysal parçasının özdeş bir özelliğini belirtir. Böylece, bir cisim üzerindeki elektrik yükünün kendi parçalan olarak cismin uzaysal parçalan üzerindeki elektrik yüklerini taşıdığı söylenir. Ü çüncü olarak, zaman zaman bir uzaysal b ü tü n ü n parçaları sayılan biricik uzaysal özel likler bütü n ile aynı uzaysal boyutlan taşıyan özellikler olsa da, başka zam anlarda terim lerin kullanım ı daha serbesttir. Böylece bir kürenin yüzeyinin sık sık kürenin bir parçası olduğu söylenirken, başka durum larda ise yalnızca kürenin içerisindeki hacım lar böyle belirtilir. b. ‘B ütü n ’ sözcüğü zamansal bir dönem e gönderm ede bu lu n u r ki, b u nun parçaları ondaki zamansal aralıklardır. Uzaysal b ütünler ve par çalar d u ru m u n d a olduğu gibi, zamansal b ü tü n lerin ve parçaların da sürekli olmaları gerekmez.
c. ‘B ütün’ sözcüğü herhangi bir öğeler sınıfına, küm esine ya da toplağma gönderm ede bulunur, ve ‘parça’ o zaman ya başlangıçtaki küme nin herhangi bir uygun alt-sınıfını ya da küm edeki herhangi bir öğeyi belirtiyor olabilir. Böylece, Birleşik Devletler’de verili b ir yıl sırasında basılan tüm kitaplardan oluşan b ü tü n ü n bir parçası ile ya o yıl basılan tüm rom anlar, ya da bir rom anın tikel bir kopyası anlaşılabilir. d. ‘Bütün’ sözcüğü zaman zaman bir nesnenin ya da sürecin bir özelli ğine, ve ‘parça’ birincisi ile belli özel ilişkiler içinde duran andınm lı bir özelliğe gönderm ede bulunur. Böylece, fizikte bir kuvvetin genellikle parçaları ya da bileşenleri olarak başka kuvvetleri aldığı söylenir ki, birincisi tanıdık bir kurala göre onlara çözümlenebilir. Benzer olarak, iki ışık kaynağı ile aydınlatılan bir yüzeyin fiziksel parlaklığının zaman zaman parçalarından biri olarak kaynaklardan biri ile bağlanan parlak lığı aldığı söylenir. Sözcüklerin şimdiki anlam ında, bir parça bütünün uzaysal bir parçası değildir. e. ‘B ütün’ sözcüğü belli özel türlerden nesne ya da olaylar arasındaki bir ilişkiler kalıbına gönderm ede bulunuyor olabilir—kalıp çeşitli vesi leler üzerin e ve çeşitli değişkiler ile som utlaşm aya yetenekli olm ak üzere. B ununla birlikte, ‘p arça’ o zam an değişik bağlam larda değişik şeyleri belirtebilir. O kalıpta o n u n somutlaşmasının bir vesilesi üzerine ilişkili olan öğelerden herhangi birine gönderm ede bulunuyor olabilir. Böylece, eğer bir melodi (diyelim ki “Auld Lang Syne”) böyle bir bütün ise, parçalarından biri o zaman melodi tikel bir tarihte çalındığı zaman çıkan ilk notadır. Ya da som utlaşm asının belirli bir kipindeki kalıpta karşılık düşen konum ları dolduran öğelerin bir sınıfına gönderm ede bulunuyor olabilir. Böylece, bu durum da m elodinin parçalarından biri “Auld Lang Syne” Mi bem ol anahtarında çalındığı zaman ilk notaların sınıfı olacaktır. Ya da ‘p arça’ sözcüğü b ü tü n kalıptaki altgüdüm lü bir bölüm e gönderm ede bulunuyor olabilir. Bu durum da, m elodinin bir parçası ilk d ö rt ölçü çizgisi arasında yer alan notaların kalıbı olabilir. f. ‘B ütün’ sözcüğü bir sürece gönderm ede bulunabilir ve bunun par çalarından biri daha kapsayıcı bir sürecin ayırdedilmiş bir evresi olan bir başka süreç olabilir. Böylece yutma süreci yeme sürecinin parçasıdır. g. ‘B ütün’ sözcüğü som ut bir nesneye, ve ‘parça’ onun özelliklerinden herhangi birine gönderm ede bulunabilir. Bu anlamda, silindirik şekilde olm a ya da dövülgen olm a karakteri verili bir bakır tel parçasının bir parçasıdır. h. Son olarak, ‘b ü tü n ’ sözcüğü sık sık uzaysal parçaları birbiri ile çeşitli dinam ik bağımlılık ilişkileri içinde duran herhangi bir dizgeye
gönderm ede bulunm ak için kullanılır. “Örgensel birlik” denilen birlikler den birçoğu bu tipten dizgeler olarak görünür. Bununla birlikte, ‘b ü tün’ sözcüğünün şimdiki anlam ında bir şeyler türlülüğü alışkanlıkla onun parçalan olarak belirtilir. Böylece bir kabın içindeki iki gazın kanşımından oluşan bir dizgenin sık sık, ama h er zaman aynı bağlamda olmamak üzere, aşağıdakilerden birini ya da daha çoğunu parçalan olarak taşıdığı söylenir: Uzaysal olarak uzamlı bileşenleri, örneğin iki gaz ve kap; diz genin ya da uzaysal parçalannm özellik ya da durum lan, örneğin dizge nin kütlesi ya da gazlardan birinin özgül ışılan; dizgenin termodinamik dengeye ulaşm ada ya da o nu sürdürm ede içinden geçtiği süreçler; ve onun uzaysal parçalannı altına alan uzaysal ya da dinam ik örgütlenm e. ‘B ütün’ ve ‘p arça’nın anlam larının bu listesi, gerçi hiçbir biçim de tam olmasa da, bu sözcüklerin ikircimini belirtm ek için yeterli olacaktır. Ama daha önem lisi, bu sözcükleri içeren b ir dizi bağlam da ‘toplam ’ sözcüğü de kullanıldığı için, liste onun da andırım lı bir ikircim ile yük lü olduğunu düşündürür. Öyleyse bu sözcüğün tipik anlam larının bir bölüm ünü yoklayalım. 2. ‘Toplam ’ sözcüğünün edimsel olarak ‘b ü tü n ’ ve ‘parça’ sözcükle rinin ayırdedilen anlam larından h e r biri ile bağıntı içinde kullanılıp kullanılmadığını, ve eğer böyle ise, onunla tam olarak hangi anlam ın bağlı olduğunu araştırmayacağız. Gerçekte, sözcüğün insanlar tarafın dan kullanım ının birçok bağlamındaki açık anlam ını belirlem ek kolay değildir. Buna göre kendimizi yalnızca ‘toplam ’ın kullanım lannın sıkı sıkıya yerleşmiş küçük bir sayısını belirtmeye ve onun için anlam ını bu lanık ve kullanım ını aldatıcı kılan birkaç bağlamda yorum lar önermeye sınırlayacağız. a. ‘T oplam ’ ve ‘to p lam a’nın en büyük dikkatle tanım lanm ış kulla nım larının m atem atikte ve biçimsel m antıkta yer alması pek şaşırtıcı değildir. Ama bu bağlam larda bile sözcüğün ne tipten m atem atiksel ve m antıksal “n esn e le rin ” toplanm akta o ld u ğ u n a bağım lı olan özel b ir anlam lar türlülüğü vardır. Böylece, doğal tamsayılar için tanıdık b ir toplam a işlemi vardır; ve ayrıca oranlar, gerçek sayılar, karmaşık sayılar, m atriksler, sınıflar, ilişkiler ve daha başka matem atiksel ya da mantıksal “kendilikler” için özdeş olarak adlandm lan ama gerçekte ayn olan işlemler de vardır. Niçin tüm bu işlemlerin ortak ‘toplam a’ adını taşıdığı bütünüyle açık değildir, gerçi birçoğunun arasında hiç olmazsa belli biçimsel andıranlar olsa da; örneğin, aralarından çoğu değişm eli/ commutative ve bir\eşme\ı/associative işlemlerdir. B ununla birlikte, bu örnekteki örtük genel kurala uymayan kimi önem li d u rum lar vardır, çünkü düzenli küm elerin toplaması biçimdeş olarak değişmeli değildir, gerçi birleşmeli olsa da. Ö te yandan, matematikte iki kendiliğin toplamı her durum da toplananlar ile aynı tipte olan benzersiz bir kendiliktir;—
böylece iki tamsayının toplam ı bir tamsayı, iki m atriksin toplam ı bir matrikstir, ve bu böyle gider. Dahası, ‘parça’ sözcüğü h e r zaman m ate matiksel “nesneler” ile bağıntı içinde tanımlanmıyor ya da kullanılmıyor olsa da, ne zam an hem o hem de ‘to p lam ’ kullanılsa öyle bir yolda kullanılır ki ‘B ütün parçalarının toplam ına eşittir’ bildirimi analitik ya da zorunlu bir doğruluktur. B ununla birlikte, bu son sav için görünürde bir karşı-durum oluştur mak kolaydır. K* tamsayıların aşağıdaki tarzda belirlenm iş bir düzenli kümesi olsun: İlk olarak, artan büyüklük düzeninde tek tamsayılar, ve sonra o düzende çift tamsayılar. K ° o zaman şu notasyonda temsil edile bilir: (1, 3, 5 , . . . , 2, 4, 6 , . . . ) . Sonra K \ tek tamsayıların sınıfı ve K gerçekleştiği zaman yer alacak olsa da, eğer K i koşulunun daha şimdi den doyurulduğunu varsayarsak K\ £ ’nin yer alması için vazgeçilmez bir koşuldur. K 2 ile göreli olarak, K