Atatürk'ün Kurduğu Türkiye Komünist Partisi ve Sonrası

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

kurduqu TÜRKİYE K O M Ü N İS T

PA R T İSİ

i

FERİDUN KANDEMİR

ATATÜRK’ÜNKURDUĞU Türkiye Komünist Partisi ve Sonrası

Yayınlayan

Nejat Ağbaba

Yakın Tarihimiz Yayınları — İstanbul P.K- 4 Telefon 55 30 29

Erenköy

ÖNCE......... ürk’ün Millî Mücadelesi, baştan başa ufukları kararmış ve ağır bir üm itsizlik havasile bunalmış harap v e perişan va­ tanda, ilk adımdan itibaren, son derece m üşkil şartlar içinde, aşılması imkânsız görünen engelleri, mânileri yenm e gücünü kendinde bulanların azim ve imanile başlamıştı. Daha Samsunda Anadolu toprağına ayak basıp da, Havza’da ilk molasını verip, Amasya’da ideal arkadaşları ile baş başa, giri­ şecekleri M illî Mücadele davasını çeşitli imkânsızlıklar v e yok­ sulluklar içinde yürütmek için nereden, kimlerden ve ne suret­ le yardım beklenebileceğini uzun uzadıya düşündükleri o cid­ den m üşkil ve tarihî karar günlerinde, bilhassa maddî yardı­ m ın olsa olsa ancak, Doğuda muazzam bir inkilâpla Çarlığı

T

yıktıktan sonra varlığını korumak yolunda Batı Emperyalist­ leri ile yaman bir savaşa girişmiş olması itibarile, bir nevi ka­ der birliğinin tabiî müttefikimiz haline getirmiş olduğu Bol­ şevik Rusya’dan sağlanabileceği üm idine varmışlardı. Ondan sonraki günlerde, bu ümidi tahakkuk ettirmek için girişilen çeşitli teşebbüsler neticesinde Sovyet Rusya'nın da, durumu aynen bizim gibi görerek, kendi çıkarının da Batı Em­ peryalizmine karşı istiklâl ve hürriyetini koruma yolunda dişi ile tırnağı ile boğuşmak azminde olan Anadolu M illî Hareketini destekleyerek kuvvetlendirm ekte olduğu kanaatine vardığı an­ laşılınca. doğrudan doğruya temaslarla bir an evvel anlaşıp müsbet bir neticeye varılması için esaslı çalışmalar başlamıştı. Fakat isin işte bu safhasında, Sovyet Rusya’nın, müşterek düşman Batı Emperyalizmine karşı, kendisi gibi m ücadeleye girişmiş olduğundan dolayı, son derece samimi duygularla ya­ kınlık göstererek her türlü yardım vaitlerindc bulunduğu Ana­ dolu’ya bir başka gözle de bakarak, gizli açık çeşitli teşebbüs­ lerle dört bir taraftan sızdırdığı ajanlanile halk ve m ünevver­ ler arasında sinsi sinsi propagandalarla teşkilâtlar yaparak, Bolşcvizm yolu ile fiilen hâkim olmak istediği görülmüştür. Böylcce karşılıklı çıkarlarımızın bizi biribirimize yaklaştır­ dığı gerçeğini takdir ettiğini zannettiğimiz Sovyet Rusya’dan sam im iyet ve dostlukla silâh, mühimmat ve hatta para ve saire yardımı göreceğimizi beklerken, memleketin elden gitme tehli­ kesi ile karşı karşıya kalmışdık. Birdenbire pek feci şekilde kendini gösteren bu durum kar­ şısında: «İngilizler nasıl dahili propagandalarla mem leketim izi kısm en ellerine geçirmişler v e geçirmek istiyorlarsa, Ruslar da her şeyden evvel dahilî sademelerle mem leketim izi ele geçirmek istiyorlar. Gerek Batı’ya ve gereh Doğu’ya karşı biz dahilde« yıkılm ağa mani olarak Yunan taarruzunu her hangi bir noktada tevkife m uvaffak olabilirsek, davamızı hal edecek istiklâl karan bulacağımız muhakkaktır.

Mustafa Kemal 1920 günlerinde. Kayıtsız şartsız Rus tabiiyeti demek olan dahilden Komü­ nizm Teşkilâtı, gaye itibarile tamamen bizim aleyhimizdedir. Gizli Komünist Teşkilâtını her surette tevkif ve teb’it etm ek mecburiyetindeyiz.» diyen Atatürk’ün, işte o günlerde nasıl ça­ resizlikler içinde bunalarak, yalnız politika hayatının değil, hatta belki ömrünün en buhranlı, en müşkil safhasını yaşadığım anlamak mümkündür. Yunan taarruzunu, bir noktada durdurabilirsek!-.. Lâkin ne ile? Silâh yok, mühimmat yok Para yok... Öte yanda hattâ de­ ğil bu taarruzu, yer yer patlak veren ayaklanmaları ve bilhassa Ankarayı doğrudan doğruya tehdit eden son Yozgat İsyanım bile güç halle bastırabilen Millî K uvvetler dediğimiz başı bo­

zuk çetelerin derli toplu, hatun sayılır görüneninin başındaki Çerkez Ethem, yâni (Um um K uvayı M illiye Kumandam) bile çoktan komünist olmuş, ve yeni (Yoldaş Ethem) hüviyetile, kadrolar kurmuş, gazeteler yayınlyarak, ne Mustafa Kemal, ne Büyük M illet Meclisi, ne hükümet dinliyor. Peşine taktığı bir takım mebuslarla hüküm sürdüğü cephe boylarından, Kütah­ ya lara, Eskişehirlere, hattâ Ankaralara kadar —kendi tabiri ile (Üstadâne bir zevkle bestelenm iş)— marşını dillerde dolaştırı­ yor: Güneş, ay gibi ülkeyi parlattı Kahraman Ethem, cihadın senin Garbı, cihanı yerinden oynattı Kahraman Ethem, nejadm senin!.

t

Yurdun Kafkastır, uludur oymağm Kalplerde böyle yadların vardır! Gönlün yücedir, dünyadır oynağın Alem de böyle ad’lann vardır. İşte, bu vaziyet karşısında, daha bir kaç ay evveline kadar m em lekete ıkarlannı hakkile takdir edip kendisine bağlılıkla­ rından hiç şüphe etm ediği bazı yakın arkadaşları da dahil ol­ m ak üzere, bir çoklarını artık dış tesirlere kapılıp sürüklendik­ leri a şın cereyanlardan kurtaramıyarak, ipin ucunu elinden kaçırmak üzere olduğunu tam vaktinde anlayan Atatürk: «Komünistliğin m em leketim izde değil, henüz Rusya’da bile tatbik kabiliyeti hakkında sarih kanaatler hasıl olmadığı an­ laşılmakla beraber, dahilden ve hariçten m uhtelif maksatlarla bu cereyanın mem leketim iz içine gelm ekte olduğu v e buna karşı makul tedbir alınmadığı takdirde, m illetin pek ziyâde muhtaç olduğu birlik ve sükûneti ihlâl edici hallerin çıkması imkân dahilinde görülmüştür. En m akul ve tabii tedbir olarak aklı başmda arkadaşlardan hüküm etin m alûmatı altında bir (Türkiye Komünist Fırkası) teşkil ettirm ek olcağı düşünüldü. B u takdirde m em lekette bu fikre m üteallik bütün cereyanları bir muhassalaya irca etm ek mümkün olabilecektir.» diyerek

zamanın, dunım un gerektirdiği en isabetli karan vermiş ve 1920 E k im in in İS nci Cumartesi günü, gerektiği şekilde Dahi­ liye Vekâletine resmen müracaatla, ususlü dairesinde kaydını yaptınp müsaadesini alarak «doğrudan doğruya Üçüncü Enter­ nasyonale bağlı ve onun programına dayanan «Türkiye Komü­ nist Fırkası» nı kurmuş v e başmda bulunduğu fırkanın m üte­ şebbis hey’eti ile umumî merkezine «aklı başmda güzide arka­ daşlar» diye aldığı Fevzi (Çakmak) Kâzım (Özalp), Ali Fuat (Cebesoy) paşalar ve Refet (B ele), İsmet (İnönü) ve eski Da­ h iliye Vekili Hakkı Behiç beylerle birlikte derhal faaliyete g e ­ çerek, bütün ordu k u m a n d a n la r ın a da «Yoldaşlar» hitabı ile yazdırdığı bildirilerle, hepsinin bu fırkaya bizzat çalışarak yar. dımcı olmalarını istemişti. Yarım yüz yıla yakın bir zman sonra bugün, biliyorum buna kolay kolay inanılmayacaktır. Hatta Yakın Tarihimiz ko­ nusunda durmadan yazan ve konuşan bir çoklarınca da belki yadırganacaktır. Fakat yukarıdan beri anlattığım gibi, gerçek budur. Ve eminim Atatürk ömrü vefaedip de, sükûn ve huzur içinde iste­ diği gibi hatıralarım yazmak imkânım bulabilseydi, politika hayatının bu ay n ve pek çetin safhasını da bizzat kendi elile ta­ rihe tevdi etmek lüzumunu duyacaktı. Çünki bu, o büyük ve eşsiz önderin, Türke dişbiler kesi­ len bütün bir cihanın yer yer üstümüze saldırttığı tepeden tırnağa silahlı sürülerle ya ölüm, ya kalım boğuşmasına ko­ yulduğum uz 1920 nin o anababa günlerinde, tek m edet um u­ lur, komşu, dost düşüncesile elini uzattıklarının da, gerçi can ciğer dost nikabı altmda, fakat bir başka hırs v e telâş içinde, bizi bir hamlede yaman bir tuzakla biribirimize düşürüp yok etm ek teşebbüslerine, tam vaktinde — o kendine hâs öngörüş cesaret v e ustalıkla — set çekip, bu vatan ve m illeti, tarihinin belki en korkunç badiresinden kurtarışının — şim diye kadar nedense aydınlatılm ası cihetine gidilm em iş — öylesine önem­ li ve o nisbette de ibret verici hikâyesidir ki, artık herkesçe

bilinm esi zamanının çoktan geldiğine şüphe yoktur. Bu hikâye, aynı zamanda tarihin birbirine amansız düş­ man kıldığı Çarlık Rusyası ile Osmanlı İmparatorluğunun, ka­ derin bir garip cilvesile hemen ayni zamanda yıkılışlarından sonra, yerlerinde her ikiside inkilâpçı olarak kurulan Sovyet Sosyalist Rusya ile M illi Mücadeleci ve Halkçı Türkiye’nin,, en halis niyetlerle birbirine sokulup, mukadderatlarını birleş­ tirmeyi hayatî bir zaruret sayarak gaye edinir gibi oldukları günden itibaren, karşılıklı davranışlarile bir nevi deneme dev­ resi geçirirken, birinin yıktığı Çarlık idaresinin miras bı­ raktığı birtakım insanlık şeref ve haklarını tanımaz fikir v e em elleri dört elle sanlırcasm a benimsediği kadar, diğerinin yıktığı Osmanlı Saltanatının hiç bir kötü düşünce ve em elini benimsemiyerek, yepyeni ve tamamen halkçı ve demokrat bir Türkiye halinde göründüğünü safha safha bütün delilleri ve olaylarile açıkça ortaya koymaktadır ki bu cihetin de, yakın tarihimizin şimdiye kadar pek ele alınmamış bir önemli faslım aydmlatması bakımından faydasız soyılmayacağını zannederiz. Bu kitap, işte bu zan ile ve bilhassa emsalsiz kurtarıcının» şim diye kadar içyüzü lâyıkile bilinm eyen bir başka büyük (kurtarış olayını) gözlerde canlandırmak amacile yazılmıştır. Sarf edilen gayretle bütün dikkat ve itinaya rağmen kusurları varsa, amacm saflığına, kudsiyetine bağışlanması lûtfunum esirgenmemesini dileriz. Erenköy 15 Aralık 1965 F. KANDEMR

Meclise yardımcı bir Cemiyet

A

nkara’da, Türkiye Büyük M illet Meclisinin, yurdun on bin­ lerce minaresinden yükselen ezan v e salavat nidaları orta­ sında yeşil sancaklı alaylar, İlâhiler, tütsüler, tekbirler ve dua­ larla açılışının ikinci ayında, artık m illet vekillerinin de, diğer, m eclis mensuplarının da başlarını kaşıyacak vakit bulamıyarak pek sıkı ve devamlı bir çalışma havasında geceli gündüzlü, uğraşıp didindikleri günlerde, bir sabah Meclis Matbaasının müdürlük odasında, masamın başmda acele yetiştirilm esi ge­ reken işlerle meşgûl olduğum sırada, kapım vuruldu ve içeri­ y e yüzlerini ilk defa gördüğüm üç kişi girdi. Selâm vererek, kendilerini tanıttılar: — M ülkiye kaymakamlarından Vakkas... Baytar Binbaşısı Sa lih... Elindeki çanta ile yardımcıları durumunda görünen üçüncüsü sessizce bir kenarda durdu. — Buyurun, diye gelişlerinin sebebini anlamak isteyen biz nazarla yüzlerine bakarak, yer gösterdim. Oturmadılar, masa­ mın önüne yaklaştılar, biraz mütereddit, ikisi de ayakta: — Sizi rahatsız ediyoruz, fakat m ühim bir m esele için ar­ kadaşlar nâmına geldik. Yeşil Ordu cem iyeti nâmına. ..

Böyle bir cem iyetten haberim yoktu. Yalnız doğudan, o zamanın en güçlü kuvvetli kumandalarından Kâzım Karabekir Paşadan sızan haberlerle «Yeşil Ordu» diye büyük bir yardım­ cı kuvvet geleceğinden bahis edilip durulduğunu biliyordum. Demek, bu isimde bir de cem iyet kurulmuş... V e her halde Ce­ m iyet nâmına bir şeyler bastırmak istiyorlar. — Evet, dedim, emriniz? — Estağfurullah, em ir değil, arkadaşlar yanı Y eşil Ordu Ankara H eyet-i M erkeziyesi nâmına ricamız, aramıza katılmanızdır.

— Yani?... — Cem iyete aza olarak kayd edilm enizi... Hiç tereddüt etmeden, derhal şu cevabı verdim: — Beni mazur görünüz. Şim diye kadar Türk Ocağından başka hiç bir yere girmedim. Pek sevdiğim babamın vasiyet ma­ hiyetindeki öğüdüne uyarak da, hiç bir siyasî cem iyete gire­ mem.. Esasen memur olmam dolayısiyle de böyle bir şey yap­ m am a imkân yoktur. — Y eşil Ordu Cemiyeti, Avrupa em peryalizm iyle mücade­ le, yani vatan v e m illeti kurtarmak gayesini takip eden bir mukaddes cemiyettir. Memur olmanızın ehem m iyeti yok. Zira azalanınız kam ilen mebuslarla memurlardan mürekkeptir. Esasen sizi de Mustafa Kem al Paşa Hazretlerinin tensip ve tas­ vib iyle davet ediyoruz. — Anlamadım?... — Evet, Paşa Hazretleri, Cemiyete kaydedilmenizi tensip buyurmuşlardır. — Ama, bana bu hususta bir emirleri olmadı... — Öyledir efendim... Karşımdakiler kat’î konuşuyorlardı. «Paşanın tensip ve tasvibini» uydurmak cesaretini gösteremezlerdi. İçime bir şüpHfe girdi. Her şeyin üstünde bilerek, her işaretini, her arzusunu bin bir tehlike ve m usibetle çevrilm iş bahtsız yurdun kurtuluş v e selâm eti için, hayatımız bahasına da olsa tereddütsüz yerine getirm eyi kudsî bir vazife saydığım ız Paşa’nın, hakikaten böy­ le bir tasvip ve tensibi varsa... îşte bu şüphe ile, karşımdaki­ lere: — O halde, dedim, bana yarma kadar müsaade buyurun, bir kere sorup anlayayım... Onlar yanımdan ayrıldıktan sonra, kalktım M eclis’e git­ tim. Paşa yerinde yoktu. Belki o da bilir diye Meclis Başkâtibi Recep beyi (Peker) ararken, doktor Adnan (Adıvar) beyle karşılaştım. Kendisine m eseleyi anlatmağa başladım. Daha sö­

zümü bitirmeden: — Tabii tabii ., dedi, gireceksin... Paşanın haberi var. Hat­ tâ Cem iyete girm elerini istediklerinin listesini beraber yaptık. Seni de bu listeye koyan O’dur... Ben yine tereddütle: — Ama, Adnan Amca dedim, matbaadaki işleri biliyorsu­ nuz. Sabahlara kadar nasıl çalıştığım ızı Paşa da biliyor. Bir de bu Cemiyet araya girerse, korkarım ki asıl işler aksar... B e­ ni bu işe sokmasalar daha iy i olurdu... — Bu da vazife... M emleket hizmeti... Zaten kaç kişiyiz? Ben girm iyeyim, sen girme... Kim girecek? Hep girdik... Ocak­ lılar m em leket işlerinden yorulmazlar... Doktor Adnan beyi -babamın da pek samimi, yakın dostu olarak- amca diye pek sayar, severdim. Ü stelik burada, Mustafa K em al gibi âmirimdi de... Çaresiz, susup boynumu bükerek matbaaya döndüm. Matbaada o günlerde hakikaten Türkiyenin hiç bir basım evinde görülmiyecek derecede kesif bir çalışma vardı. Doğru dürüst gazetesi, ajansı ve hele radyo gibi vasıtası hiç bulunmayan M illî Hükümetin, sesi olan M eclis müzakere­ lerini günü gününe derleyip toplayarak, basıp her tarafa yay­ m ağı sağlayan tek başına bu matbaa id i Ertesi günü, Vakkas ve Salih beyler cevap almak üzere yi­ ne matbaaya geldiler ve bu sefer oturup, hem en oracıkta, çan­ talarından çıkardıkları kara kaplı bir deftere, kaydımı yaptı­ lar. Bana da, teşekkürler ve hayırlı olması tem ennileriyle Y e­ şil Ordu Cemiyeti azâsı olduğumu belirten, bir kâğıt verdiler. V e iki gün sonraki toplantılarında bulunmamı rica ederek, ay­ rılıp gittiler. Tarif edişleri üzerine gittiğim —v e sonraları Bursa Mebu­ su Şeyh Servet efendinin evi olduğunu anladığım— yerdeki ilk toplantımıza Vakkas, Salih beylerden başka, yine yüzünü ilk defa gördüğüm Arif Oruç beyle, öğretmen Nuri bey ism inde biri v e sonlarına doğru gelen Hüsrev Sami bey ve şimdi ism i­ n i iy i hatırlıyamadığım sarıklı bir zat vardı. —

11



Evvelâ «Usulen...» diye bana bir şeyler tekrar ettirerek^ kısaca bir yem in ettirdiler v e sonra müzakere başladı. Müzake­ reyi Arif Oruç bey idare ediyordu. Bütün dâvâ, azâ sayısını çoğaltmaktı. Bu arada bana da, evvelâ matbaadaki mürettip, makinist, musahhih gibi kimseleri irşat ile bir an evvel Ce­ m iyete kaydetm ek görevi düşüyordu. Ama, hâlâ cem iyetin maksat ve gayesinin ne olduğunu anlayabilm iş değildim. Bilmem neden, sormaya da dilim var­ mıyordu. Bu layıkiyle tanımadığım insanlar ortasında bir şaş­ kınlık, pısırıklık içinde idim- Bu hâlim i m i farkettiler, yoksa kendileri için de lüzumlu, m u gördüler, Öğretmen Nuri efendiyi Taşhan’daki Hacı Şükrü beye göndererek onda bulunduğu ve henüz yeni hazırlandığı anlaşılan Yeşil Ordu Cem iyeti Beyan­ nam esini getirtm ek istediler. Bu arada Hüsrev Sami bey de Ankara’dan başka E skişe­ hir’de de teşkilât yapılm ağa başlandığını v e Mustafa Kemal Paşanın buna son derece ehem m iyet vererek, kendisine bu hu­ susta yakından ilgilenm esi için talimat da verdiğini anlattık­ tan sonra, hatırımda kaldığına göre, Eskişehirden sonra teş­ kilât yapılm asını düşündükleri diğer bazı yerlere giden vali ve mutasarrıflara da talimat verildiğini, hattâ bazılarına ye­ m in ettirildiğini de söyledi. Bu konuşma esnasında, cem iyetin Ankaradaki Umumî Merkezinde azâ olarak Sıhhiye Vekili Doktor Adnan (Adıvar), M aliye Vekili Hakkı Behiç, eski D ahiliye V ekili Tokat Mebusu Nâzım, Muğla Mebusu Yunus Nadi, Saruhan Mebusu İbrahim Süreyya, Eskişehir Mebusu Eyyüp Sabri, İzm it Mebusu Hamdi Namık, Saruhan Mebusu Reşit, İzmit Mebusu Sırrı, Dersim M ebusu Doktor Mustafa beylerle Bursa Mebusu Şeyh Servet efendinin bulunduğunu öğrenip bunlar arasında, en faal v e her şey ü e meşgûl olarak Hakkı Behiç, Yunus Nadi, Eyyüp Sabri, Çerkeş Reşit beylerin adı geçtiğini gördüm. Reşit bey, Çerkeş Ethem ’in ağabeyi olduğundan, «Acaba Ethem de bu işin içinde mi?» diye bir ara m erakla şüphelene­ rek, anlamak istedim.

«Hayır, dediler, içimizde silâhlı hiç kimse yok.-, bugünkü vaziyette de böyle olması lâzımdır. Bu, doğrudan doğruya or­ du v e m illî kuvvetlerin dışında bir m illî teşkilâttır.» O sırada, beyanname dedikleri kâğıt da geldi. Arif Oruç aldı: t- Bu henüz m üsvedde halindedir. Umumî Merkezde son şeklini alacaktır. Arkadaşlarca bir fikir edinilip icap ederse Um um î Merkeze aksettirilm esi için okuyorum diye, ağır ağır okumağa başladı:

YEŞİLORDU BEYANNAMESİ «Eski dünya bir kaç zenginin milyonlarca insanları esir gi­ bi çalıştırarak bu milyonlarca insanın açlık v e sefaletine karşı kendi rahatlıklarını tem in etm esinden başka birşey değildir. Köylüler, çiftçiler, bağcılar, bahçeciler, kunduracılar, ye­ meniciler, duvarcılar, marangozlar, arabacılar, velhasıl ayağı ile v e kolu ile çalışan bütün işçiler, geceyi gündüze katarak çalışır çabalarlar, pek zorlukla ancak karıhlannı kuru ekm ek­ le doyurabilirler. Hasta olurlar, aç, ilâçsız kalırlar, onlara ne ekm ek veren olur, ne de ilâç veren ve ne de hekim getiren bu­ lunur. Dünyada yenen, giyilen her şeyi fukara meydana ,getirir. Evleri konaklan, saraylan am ele çalışarak yapar. Fakat kendi aç, çıplak, sefil, evsiz, yurdsuzdur. Aşar diye alırlar, vergi di­ y e alırlar, iane diye alırlar. Zavallı köylü, her türlü vergilere katlanır, ne yolu yapılır, ne mektebi yapılır, ne çocuğu oku­ tulur... Fukaranın hayrına hiç bir iş görülmez. Ne dâvasına bakan olur, nede kimse ona, insan diye bakar. Sanki A llah köylüyü, am eleyi, fukarayı, zenginlere kul köle olmak için yaratmıştır. Ey köylüler, fukaralar, ey çalışkan çiftçiler, nam uslu ır­ gatlar ve am eleler gözlerini açınız, etrafınıza dikkatle bakı­ nız!.. Etrafınızda bulunan beyler, ağalar kimlerdir bilir misi­ niz? Onlar da, sizin gibi insandır. Allahın indinde aranızda

hiç bir fark yoktur. Allah insanları hep eşit yaratmıştır. S izi fukara yapan, cahil yapan bu zalim adamların şerrinden kur­ tulm ak için, başınızı biraz kaldırınız, sesinizi yükseltiniz, on­ lardan korkmayınız! Onlar kendi kendilerine size bir şey yapa­ mazlar. Busyadan gelen haberlerden, Busyada çiftçi v e aske­ rin yaptıkları işleri herkes yavaş yavaş öğreniyor. Onlar yen i bir dünya yapıyorlar. Eski idareleri, eski hüküm etleri tamamen değiştirilişler, yeni idare, yen i hüküm etler yapıyorlar. Y en i dünya bambaşka oluyor. Y eni dünyada hükümet hep fukara­ nın eline geçti. Hükümet adamlarını fukara intihap ediyor. Va­ liler, mutasarrıflar, kaymakamlar hep ortadan kalktı. Zengin, fakir, büyük, küçük, bey, ağa hep eşit oldu. Bütbeler hep lağvoldu. Bütün insanlar kardeş v e arkadaş gibi çalışıyor, geçiniyor. Döğmek, söğmek gibi şeyler ortadan kalktı. Hep kardeş v e ar­ kadaş oldu- Nefer, neferliğini v e vazifesini biliyor. Zabitinden ne emir alırsa derhal ifa ediyor. Çünkü o emri nefer’in ifa et­ mesi,vazifedir. Zabitin vazifesi söylemek, neferin de yapmaktır. İşte o kadar... Vazifesini yapmayan her kim olursa olsun, mutlaka şiddetle cezalandırılıyor. Mal, m ülk sahibi olmak da yasak olduğu için rüşvet, anafor, hırsızlık, yalancılık, dolan­ dırıcılık, kamilen ortadan kalkmıştır. Herkes insanlığı anla­ mış, herkes birbirine eşit olmuş... biz de böyle olacağız, biz de bu yola gidiyoruz.» Başımızda gene O var! 1 / atıldığım bu ilk toplantıdan matbaayadönüşümde, kendi ken *^ dime şöyle bir düşüncelere daldım. Üç dört saat aralık­ sız sürüp giden bir konuşmalar gürültüsü içinde evvelâ bir otomat gibi karşımdakilerin dediklerini kelim e kelim e tekrar etm ek suretile ettiğim yem inle (Y eşil Ordu Cem iyeti) arâst olduktan sonra, tebrilker v e başan dileklerde üstüme yükle­ nen «başkalarım da kendim gibi olmağa teşvik» görevini ka­ bul edip, bir anda içine düşdüğüm bir acaip ve yepyeni ortam­

da yalnızlığım ı hissederek, birçok şeyler öğrenmiştim. M us­ tafa Kem al Paşamn da em rile azâ kaydedilip teşkilât sür’atle genişletilecek. Bir çok kalbur üstü m illet vekilleri, hattâ memur v e valiler bu işlerin başındadırlar v e bütün bu hum­ m alı faaliyet gizli kapaklı yürütülmektedir. Hedef v e gaye de beyannamede açıklanmışdır. Lâkin itiraf ederim ki, ben bu beyannameden birşey anla­ yabilm iş değildim. N e diyordu, n e yapılm asını istiyordu? Kı­ saca yeni bir dünya yaratmak!.. Biz içinde bulunduğumuz, ufukları daraldığı kadar da ka­ rarmış bu son derece kasvetli v e sıkıntılı günlerde, tek düşün­ cemiz olan «yurdu düşmandan kurtarmak» işinde henüz mu­ vaffak olmuş mu idik ki, şim di bir yeni dünya yaratmak heve­ sine kapılıyorduk, Her iş bitmiş, dört bir tarafımızı sarmış olan biribirinden güçlü kuvvetli düşmanlar def ile, m illetçe hürri­ yet ve istiklâle kavuşulup, selâm ete erişilm işdi de sıra «sen ağa­ sın, beysin, ben emekçiyim, köylüyüm» »diye biribirimizi yem e­ ğe mi gelmişdi? Bunu benim havsalam almıyordu. H ele şuracıkta Büyük M illet M eclisi varken, onun dışında v e onun m emleketi, m illeti kurtarmak gayesi uğrunda son ne­ feslerine kadar çalışmağa andiçmiş olan azâlannın, şim di bam­ başka yolda, bir yeni dünya yaratmak sevdasına kapılm ış ol­ malarım gözlerim le gördüğüm halde, yine aklıma sığdıranayarak; «acaba bütün bunlardan hakikaten Mustafa K em al Paşanın haberi var mı? Hele beyanname taslağı denen şeyi görmüş, okumuş mudur?» diyordum. Ben bu düşünceler ve şüpheler içinde bunalırken, toplantının ikinci günü idi, bak­ tım Yunus Nadi beyle İbrahim Süreyya bey matbaaya geldiler. Bir çok m illet vekilleri, hattâ bizzat M ustafa Kem al Paşa da, m eclisteki konuşmalarını, basılmadan evvel son bir defa görüp gereken düzeltmeleri yapmak üzere zaman zaman matbaaya uğrarlardı. Trabzon meb’usu A li Şükrü, A fyon m eb ­ usu Meb’"04- Şükrü beyler gibi gazeteci olan Yunus Nadi bey

de ayrıca, matbaaya lüzumlu olduğu halde daima kıtlığını çek­ tiğim iz kâğıt, mürekkep, tutkal gibi şeyleri Kastamonu, Kon­ ya, Eskişehir gibi yerlerden buldurup bize getirmek hususun­ da âdeta biribirlerile yarlş ederlerdi. Yunus Nadi bey yine bir kaç top kâğıt getirmişdi. Ben hele pek samimi dostum olan İbrahim Süreyya beyle birlikte geliş­ lerini iyi bir fırsat sayarak, zihnimi kurcalayıp duran düşünce v e şüpheleri münasip bir dille kendilerine açmak için, Yeşil Ordu Cem iyetine kaydedilmiş olduğumu fakat bu cem iyetin maksat v e gayesinin ne olduğunu halâ lâyıkile bilmediğim için, iy i edip etm ediğim i sordum. İbrahim Süreyya bey, o kendine has tatlı gülüm seyişiyle h iç tereddüt etmeden; — iy i ettin, iyi ettin Feridun, dedi, biz de zaten oradayız. Hatta umumî merkez âzasıyız. Demek orada da beraber çalı­ şacağız, ço kiyi oldu. Maksat ve gayesi, Avrupa emperyalizmde mücadeledir. Cemiyet, bir bakıma Büyük M illet Meclisinin yardımcısıdır. Çekinecek bir tarafı yok. Reisimiz, yine Musta­ fa Kem al Paşadır. Yalnız bu işde dışarıya karşı, perde arkasın­ dadır. Siyasî zaruretle böyle olması icap ediyor... Burada Yunus Nadi bey; — Sen hele birer kahve ısmarla... Yorgunuz yohu!.. » »diye söze kanştı: — Canım efendim, m eclisin içinden çıktığı ayanbeyan m ey­ danda olan bir cem iyetin maksat ve gayesi üzerinde uzun boylu durmağa ne hacet? Böyle bir cemiyet, mem leketin hayrından başka bir yol tâkip edemez. Hepimiz el birliği ile çalışıyoruz. Sen de Tunalı gibi şu bu kaygusunu bırak, âza kaydetmeğe bak. Şimdi bütün maksat ve gaye bundan ibarettir. Ondan sonrası­ nı büyükler düşünür. — Bir beyânname var da... — N e beyannamesi? — Toplantıda okudular. Yeşilordu beyannamesi taslağı di­ y e...

beyler — Ha, olabilir... Biz daha görmedik- Galiba Hakkı Behiç bey hazırlamış. Elbette getirirler, görürüz. Hakkı Behiç pek faaldir.Hakikaten çok çalışıyor. Herkes öyle çalışsa daha ne istenir Bu iş muhtelif kollardan gösterilecek faaliyetle yürür. Beyan­ name ile do iş bitmez. Daha nizamname ve talimatnamede ya­ pılacak... Ama dedim ya, şimdiki halde asıl dâva, teşkilâtı mümkün olduğu kadar sür’atle geliştirmektir. Sen ona bak ve dediğimi unutma... Lâfla peynir gemisi yürümez, buradaki çocuklardan başlayarak, eş, dost, kafadar, kimi bulursan aza kaydet.» Böyle konuşarak kahvelerimizin son yudumlarını alırken, ben biraz ferahlamış olmakla beraber, yine sordum:

F: 2

— Dem ek Mustafa Kemal paşa yine başımızda... Yunus Nadi bey, bastonuna dayanarak ayağa kalktı: — A efendim dedi, şu avuç içi kadar Ankarada, başında onun bulunmayacağı hangi iş yapılabilir ki?. Bunu düşünmek bile abes... Kaldı ki, şu anda Yeş lordu Cemiyetini teşkil eden kimselerin hepsi, evet istisnasız cümlesi tıpkı meclisde olduğu gibi, paşayı reis bilip, onun etrafında ona sımsıkı bağlanarak toplanmış olan kimselerdir. Bu böyle olunca, artık küçücük bir tereddüt ve endişeye yer kalır mı?» İbrahim Süreyya bey de, hiç ses çıkarmadan, el, baş, göz işaretlerile bu sözleri kamilen tasdik ettiğini belirtiyordu. On­ lar gittikten sonra, kulağında sadece «Reisimiz yine Mustafa Kemal Paşadır» sözü kalmıştı. Paşanın bu iki yakın ve samimi arkadaşı böyle söyledikten sonra, artık yine onlann dediği gi­ bi «üst tarafının düşünülmesini büyüklere bırakıp» işin için­ den çıkmak gerekiyordu. YEŞİL ORDUCULAR ARASINDA Yeşil Ordu Ankara Merkez H ey’eti ikinci toplantısına bi­ raz ferahlamış, huzur içinde hatta beş de yeni âza tem in ede­ rek gitmişdim. Geçen defakinden daha kalabalık ve bu arada. Saruhan mebusu Reşit, İzmit mebusu Hamdi Namık ve Bursa mebusu Şeyh Servet efendinin de katılmış oldukları toplantıya bu sefer Vakkas bey başkanlık ediyordu. Y eni kaydedilen âzalarausulen yeminettirilip, evvelki toplantıdan beri yapıltan. işler hakkında ay n ayrı tafsilât verenler de dinlendikten sonra Vakkas Ferit Bey «Yoldaşlarım:» diye konuşmağa başladı. Üstüne daima bolca gelen kılığı kıyafeti, elinden düşme** yen şem siyesi ve halleri tavırları ile pek babacan, o nisbette* de girgin, konuşkan, cerbe zeli v e cevval bir adam olan Vakkas bey, kabına sığjnaz bir telâş içinde, hoplaya sarsıla, yum ruklan havada, tepeden tırnağa heyecan kesilm iş bir halde ah, v ah larla konuşarak adeta bir açık hava nutku çekiyordu;

«Yoldaşlnm, ben tam on yıldır bu yoldayım, genç yaşımda İstanbulda tahsilde bulunduğum sırada iktisat dersleri arasında merak ederek tekrar tekrar okuduğum bir çok kitaplar meyanın da Kari Marks’ın, (Kap'tal)ı ile de gözlerim açılmağa başladığı zamandan beri, bizim zavallı, perişan ve harap m em leketim i­ zin kurtulup refah v e saadete kavuşması için tek çıkar yolun hangisi olduğunu bulur gibi olmuşdum. Bu yol sosyalizm yolu­ dur. Bilhassa bugün içine düştüğümüz felâketlerden biz sosya­ lizmden başka bir yolla kat’iyyen kurtulamayız. Düşm anlan memleketimizden def edip atsak bile, bu yolda bulunmazsak, kat’iyyen fakr-ü zaruretten v e sefaletten kurtulmamıza imkân yoktur. Esasen, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri de tamamile ay­ nı fikirdedirler. Huzurlarına kabul olunmak şerefine mazhar olduğum Paşa Hazretleri, evet, bizim le aynı fikirde olduklanm sarahaten ifade buyurmuş olduklan gibi, bize çalışmalarımız hususunda m uvaffkiyetler dileyerek, direktifler de vermişlerdir. Yoldaşlarım, bu fikir ve gaye etrafında bu m em leketin bü­ tün m ünevver evlâtlarile köylüsü, çiftçisi, işçisi ve kadım er­ keği birleşip elele vermedikçe, kurtııluş yolu yoktur. V e bugün hamdolsun bu. yolda yalnız da değiliz. Komşumuz v e dünkü biâman düşmanımız Büyük Rusya da, yaptığı Bolşevizm inkı­ lâbından sonra, dost hattâ kardeş gözü ile baktığım açıkça ifârde ettiği Türkiyeye, bu yolda her yardımı yapmağa hazırdır. Bunda nemin olun... Hayaller peşinde koşmuyoruz, evet, Rus Bolşevik yoldaşlarımızla bilfiil elele verip, aynı maksat ve gaya uğrunda, zalim, cabbar, v e kahhar Avrupa emperiyalizmine karşı mücadele edeceğim iz gün yakındır...» Vakkas bey bu tarzda coşa coşa konuştuktan sonra, Bursa mebusu Şeyh Servet efendi söze başladı ve «bugün yaradana sığınarak m illetçe girişdiğimiz muazzam dini m ücadelenin he­ defi olan kurtuluşun ancak Ulu Tannnın gösterdiği yolda y ü ­ rümekle tahakkuk edebileceğini, yoksa her hangi bir harp ve zaferle asıl hedef ve gayeye varılm ış olamıyacağmı, böyle olsa bile bu harp ve zaferin de yine Allahuteâlâ’m n gösterdiği yolda yürümekle elde edilebileceğini »o ana kadar bir çoğumzun bil­ mediği bâzı âyetler v e hadîsler ile anlattıktan sonra: «Dindaşlarım, yoldaşlarım, dedi, bizim bütün kusuruma« din-i mübinimizm esaslarım ihmal etmiş, unutmuş olm anın­ dır. Bu an’a kadar başımıza gelen felâketlerin sebebi de sadese budur. Binaenaleyh, bunca musibetlerden, felâketlerden ibrst

alıp, artık aklımızı başımıza toplayarak bu esaslara dört elle sarılmam ız zamanı gelmişdir. Şu kadar m ilyon nütûsu ile dünyanın en muazzam devle­ tini teşkil eden komşumuz Rusyamn da yaptığı büyük inkilâplarla bu İslâm dini esaslarını kabul etmiş olduğunu görmüyor m uyuz? Bugün Ruslara Bolşevik diyorlar. Bolşevizm ned.r? Bolşevizm in, en kısa ve veciz tarifi Asr-ı Saadetde yaşanmış olan gıllı-gışsız, müşterek samimi hayattan ibarettir. O asırda eğer Bolşevik tabiri malûm olsaydı, Hazreti Ebûbekir Radıyalm iyeti kabul eder etm ez bütün servetini, develerini koyunlan n a kadar varını yoğunu dağıttığı fakir ve kimsesizlerle hem ­ hal olmuştu. Binaenaleyh bir lâhza tereddüde mahal yoktur Biz de öyle yapacak, asrı sadetin samim iyeti - müşterekesini ihya ile hakiki zaferi istihsal edip, bütün musibetlerden, felâ­ ketlerden kurtulacağız...» Vakkas Ferit bey gibi, Şeyh Servet efendiyi de hiç ses çı­ karmadan, sükûnet içinde dikkatle dinleyenlerin, nefes alma­ sına vakit kalmadan Saruhan Mebusu Reşit bey oturduğu yer­ den konuşmağa başladı. Çerkez Etem’iıı ağabeyi olan Reşit bey, birkaç haftadır dolaştığı cephelerden henüz döndüğünü belirterek: — Arkadaşlar, dedi, evvelâ bizzat şahidi olduğum umumi vaz'yetin, benden evvel konuşan kıym etli arkadaşlarımın ile­ ri sürdükleri mütalâaları tamamen haklı gösterecek m ahiyet­ te olduğunu ifâde etmek isterim. Bugün düşman karşısında yer yer silâha sarılarak, Allah Allah nidâlan ile boğuşmağa koşanlann hemen hepsi, pek muhterem arkadaşım Şeyh Ser­ v et Efendi Hazretleri’nin buyurdukları gibi, Asr-ı Saadet sam 'm iyet-i m üşterekesi içinde bulunduklarını hissederek, ya şehit ya gazi diye canlarnı feda edercesine döğüşüyorlar Ara­ larında bey, efendi, ağa, zengin, fakir farkı görmüyorlar. Or­ tada mal diye ne varsa, hepsinin müşterek m alı...V e bunun böyle olacağını, böyle gideceğini bilerek bu uğurda mücadele ediyorlar. N :zamive askeri dediklerimiz ise, gözlerimle gör­ düm, siz de pek âlâ biliyorsunuz ki, kaçak sürüleri halinde dağlarda, ormanlarda dolaşıyorlar. Hakikat budur ve m aalesef bundan ibarettir. Bu da gösteriyor ki, bugün, ordu dediğimiz muntazam kuvvetlerle iş görmek artık mümkün değildir, za­ man ve şartlar çok değişmişdir. Yıllarca süren bitmez tüken­ m ez harplerden bezgin çıkmış olan insanlar, artık şunun bu­ nun kumandası ile ateşe atılmıyorlar. Binaenaleyh, yapmak is­ tediğim iz inkilâbın mânâsını anlayabilecek insanlarla e l ele

vererek yep yeni bir teşkilât içinde çalışmazsak, em in olun, Yunanlılarla değil, hattâ yer yer patlak veren dahili isyanlar­ la bile başa çıkamayız... Nitekim Ankara kapılarına kadar g e ­ len isyan dalgalarını durdurup yok edenlerin kimler olduğunu gürdünüz...» deyip duruyordu. Bu Reşit Bey gibi, Vakkas bey de birer seyyar hatip ha­ linde, hem en münasip gördükleri her yerde ve bilhassa meb’uslarla memurların topluca bulundukları kahvehanelerle. Mec­ lisin karşısındaki Millet Bahçesinde hep böyle konuşup duru­ yorlardıBu arada Hakkı Behiç Bey de, fakat daha ziyâde meb’us arkadaşları ile buluşdukları yerlerde «kendi kuvvetlerim izle başaramıyacağımızı anladığımız M illî Mücadeleyi zafere ulaş­ tırmak için behemehal, milyonlarca müslümanın da kabul e t­ tiği Bolşevizm in yardımını sağlamak gerektiğ'ni, bunun için de Yeşil Orduyu kuvvetlendirmekten bşka çare olmadığını, bu yapıldığı takdirde yalnız Rusyadaki Bolşeviklerin değil hattâ bütün İslâm âleminin de yardımı sağlanarak, Avrupa emperiyalizm'ne indirilecek müthiş darbelerle yer yüzündeki Müslü­ manların hepsinin kurtarılabileceğini» söylüyordu. Hakkı Behiç Beyin bu fikir ve kanaatinin yeni olmadığı, yâni Ankarada Büyük M illet Meclisinin açılışı ile esmeğe başV ladığı görülen Yeşil Ordu rüzgârlarının cereyanına kapılmış olarak değil, çok daha evvelki Sivas Kongresi günlerinden beî merJcezi ilân etmişim ve birlikte çalışmışım. Ortada bu iddiayı is­ pata yarar hiç bir delil yoktur. 4 — Halk İştirakiyun Fırkası namına ben ve diğer arkadaş­ larım, Rusya’daki Mustafa Suphi veya başkalariyle muhabere etmiş ve güya Rusyadan ilk taksit olarak yüz b’n altın almışız.. Bu para Halk İştirakiyun Fırkasına bilhassa benimle Şükrü ve Servet Efendilere verilmiş.. Bu isnatlar o kadar vahidir ki, âdeta kendi kendilerini cerk vereddediyorlar. Eylüle kadar ça­ lıştığım Yeşilordu umumî merkezinden Rusyaya ne adam, ne mektup, ne haber, hiç bir şey gönderilmemiştir. Sonra yüz bin altın Rusya’dan hangi vasıta ile Ankara’ya gönderilmiştir? Hesap edilirse yüz bin altın, yedi yüz eski okka eder. Yedi yüz okka altın o vakitki Gürcistan ve Ermenistan hükümetleri içinden nasıl geçirilmiş, bzim hududa, tâ Ankara’ ya kadar nasıl nakledilmiş? Bunun için bir kere üç araba lâ­ zımdır. Yolların hali icabı, buna hiç olmazsa, yirmi otuz atlı m uhafız lâzımdır. Kars’tan Ankara’ya kadar bir çok hükümet merkezlerin­ den geçecek olan bu kalabalık kafileyi, mahallî hükümetler na­ sıl olmuş da görememiş. Görmüşse niçin elkoymamış? Buraya hükümet merkezine haber vermemişler. Farzedelim ki bu pa­ ralar da mektuplar gibi gene bir sihir ve füsun ile Ankaraya ka­ dar gelmiş olsun, bunlar ne vasıta ile kimlere verilmiştir? Ve­ rildi ise piyasada görülmesi lâzım gelmez mi? Eylülden beri piyasada böyle bir altın bolluğu mu vardı? Varsa altı aydanberi bu mem lekette kimlerin altınla oynadığı hükümetin ne­ den dikkatini çekmemiştir? Ve neden derhal tahkikata geçi­ lerek bu altınlar ve onlarla oymyanlar meydana çıkarılma­ m ıştır?

YEŞİLORDU

NİZAMNAMESİ

1 — Türkiye Yeşil Ordu Teşkilâtı Avrupa emperyalizminin hülûl ve istilâ siyasetini Asya’dan tard etmek üzere teşekkül etmiş bir mücadele teşkilâtıdır. 2 — Yeşil Ordu umum Türkiyede dahi her nevi emperya­ lizm cereyanlarım ve sermayelerin haksız tegallüp ve tehakkümlerini ref ve izale etmıekte tereddüt etmez. 3 — Yeşil Ordu arazi ve umumî servetten bütün efrâd-ı ahâlinin, ancak zati saîleri ve maddi ve manevi kabiliyetleri nisbetinde faydalanmasını temine çalışır. 4 — Su, hava, ışık ve hararet gibi hayatî menfaatlerden sayılan ve umumî olan toprağın hükümetçe idaresini ve hal­ kın meccanen müşterek mesaisine tahsisini esaslı ıslahat cüm­ lesinden sayar. 5 — Menkul ve servet sağlayan sermayelerden hâsıl ola­ cak faydanın şahıslara ve ailelere değil bütün efrâdı ahâliye temini için iktisadi idarede hükümetin şiddetli müdahalesine taraftardır. 6 — Yeşil Ordu servet tevlit etmeyen süs ve kullanma eş­ yasının bugüne kadar devam edipgelen tasarruf haklarına ri­ ayet etmekle beraber bundan sonra birikmesine mâni olacak tedbirleri vazifelerinin en ehemmiyetlisi olarak telâkki eder. 7 — Yeşil Ordu, cemiyet hayatında halk hükümetini ve tam bir «iştirâk-i mesâi» usulünü kabul eder. 8 — Yeşil Ordu harb ve askerlikten, kuvvetin kaynak ol­ duğu temellük hakkı dâvalarından nefret eder. Muharebe ve mücadeleyi, ancak bu dâvalara mâni olmak için emperyaliz­ mi imha edinceye kadar meşru görebilir. 9 — Yeşil Ordu yığılmış veya miras kalmış altınların göl­ gesinde daima âmir ve mütehakkim yaşayan azınlıklara mu­ kabil, zaruri ihtiyaçlarını bile temin edemiyerek mütemadiyen azınlıklar hesabına çalışan esir insanların teşkil edeceği ço­ ğunluk ordusudur ve hedef bu çoğunluğun refah ve saâdeti, hürriyet ve selâmetidir.

1.0 — Yeşil Ordu j^alnız adali ve fikrî emeğinin karşılığı olarak yaşıyan rençber, amele, hademe, me’mur gibi beşeriye­ tin hakiki hadimlerini teşkilâtının en sağlam unsurları olarak bilir. 11 — Yeşil Ordu zatî sa’y ile cemiyet hayatında yer bulamıyacak acezeyi ve ihtiyar, mâlûl ve mariz olanları umumî hayatın müşterek ve mütesavî menfaatlerinden ayıramaz. 12 — Yeşil Ordu aile hayatına hürmetkârdır. 13 — Yeşil" Ordu, İslâmiyetin bütün İçtimaî esaslarına is­ tinat ederek asr-ı saâdetin müşterek samimiyetini iadeye ve Batı’dan gelen kendini beğenmiş ihtirasları Asya’dan atmağa çalışmakla yolunu, hak yolu, Allah yolu bilir. 14 — Yeşil Ordu terbiyede geleceği hazırlama işlerinde, kardeşliği her şeye hâkim kılmak umdesini kabul eder. 15 — Mektep tahsilini, cemiyetin müşterek hayatındaki esaslara göre, parasız mecburî ve yatılı olarak sağlamaya ta­ raftardır. 16 — Yeşil Ordu adâlet esaslarında, neticeler ve hâdiseler ile değil, sebepler ve te’sirlerle mücadelenin verimli ve te’sirli olduğuna inanır. Bu sebeple her nevi ihtiraslarla rüçhan ve tefevvuk iddialarını, ruhî marazları, irsî illetleri ıslah edecek müesseselere mahkemelerden, hapishanelerden ve bunlara müntehi olan bütün cürüm ve ceza hakkmdaki nazariyelerden ziyade ehemmiyet verir. 17 — Yeşil Ordu en a§y cürmü emperyalizm olarak telâk­ ki ve idam cezasını yalnız bunun taraftarları hakkında meşru mukabele olarak kabul eder. 18 — Yeşil Ordu ahlâk işlerinde İçtimaî fayda esasmı tâkip eder. Hayır ve şer ancak cemiyetin ve beşeriyetin müş­ terek saâdeti itiyadiyle kaabil-i tefriktir. 19 — Yeşil Ordu, kızıl inkılâp ordularının samimî bir kar­ deşlik ile ebediyen bağlısı ve müttefikidir. 20 — Yeşil Ordunun fârik alâmeti yeşil bayraktır.. İslâm

kardeşliği bu bayrak altında teessüs ve insanlar arasında kı­ zıl ve yeşil bayrakların ittihadı, mes’ut inkılâba ve gerçek sa­ adete yönelen çalışmaları tamamlıyacaktır. 21 — Yeşil Ordu Türkiyede hafi (gizli) bir umumi merkez ile idare olunur. Umumî merkez bütün Yeşil Ordu teşkilâtına mâlik memleketlerle bağlı olduğu gibi Moskova ve kızıl ordu­ ları merkezi ile de münasebettedir. 22 — Köylere kadar her memlekette Yeşil Ordunun umu­ mî merkezine bağlı hafi (gizli) merkez hey’etleri vardır. 23 — Teşkilâtın şimdilik vazaifesi işbu programdaki esas­ ların halka neşir ve tâmimi ile gelecekteki faliyet zemininin sür’atle hazırlanmasıdır. 24 — Umumî merkez fiilen harekete geçmek zamanını, haricî merkezlerle muhabere ile tesbit ederek büyük faaliyet mrkezlerini tâ’yin ve murahhaslarını izam eyliyecektir. 25 — Yeşil Ordunun inkılâp hareketi tahmin olunduğundan daha yakındır ve beşerin saadet ve istihlâsı bu harekette­ dir. 26 — Yeşil Ordunun teşkilâtına mensup olup da emper­ yalizm lehinde gayemize hıyânet eden derhal idâm olunur. 27 — İdam hükmü umum merkezce verilir ve şimdilik gizli ve hususî vasıtalarla icra edilir. 28 — Yeşil Ordunun umumî masrafları gizli surette topla­ nacak ianelerle, mensuplarının vereceği aidattan tedârik olu­ nur. 29 —İane toplamakta şikâyetlere ve Yeşil Ordunun teşki­ lâtının genişletilmesine mâ’ni olacak tazyikler ile, aleyhtarı cereynlan arttırmağa bâis olacak zor ve tehditler kat’iyyen memnudur. 30 — Umum merkez ve varidatı, merkez hey’etinden gön­ derilecek yüzde yirmi hisse ile kendi hususî teşebbüslerinin te’mln edeceği menfaatlerden terekküp edr. 31 — Yeşil Ordu umdelerinin neşr ve tâmimi için makale, risale ve kitaplar yazan fikir ve kalem erbabı umumî merkez­ ce taltif edilir. 32 — Yeşili Ordu umdelerinin aleyhinde neşriyat ve teşvikâtta bulunanlara, şimdilik beşerin saâdetine râci olan büyük inkılâbın mahiyeti ihtiyatlı bir lisanla anlatılarak fikirlerini düzeltmeğe gayret edilir.

Bir de şu var: Halk İştirakiyun Fırkası nizamnamesinin bir maddesindeki «varidat, iane ve teberruatla daha yüksek teş­ kilâttan gelecek paradan ibarettir.» kaydı hükümetçe de tastilc edilip tanınmıştır. Komünizmin gayesi de dünyada birdir. Ko­ m ünistler bütün dünyada birbirlerine yardımcıdırlar. Bizim karşımızda bugün bir tek düşman mevcuttur ki, doğrudan doğruya garp emperyalizminin şer ve şekavet âleti­ dir Biz Halk İştirakiyun Fırkası, Komünist Partisi, bilmem ne partisi hepimiz onunla çarpışıyoruz. Bu fırkalara Rusya, hat­ tâ İtalya, hattâ Fransa Komünistlerinden yardım gelirse, bunu şerre şekavete ve fesada mı hamledeceğiz? Keşke bütün dünya komünistleri bize el uzatsalar ve yardım etselerdi de biz de yal­ nız garbin değil, bütün beşeriyetin şekavet ocatı olan emper­ yalizmin yıkılmasına hizmet edebilseydik. Binaanaleyh şu yüzbin altm m eselesi bir tasn’iden ibarettir. İsticvabım esnasında bir de hükümet devirmekten, bahsediliyor. Bu evvelâ aklen, mantıken muhaldir. Çünkü Büyük M illet Meclisi bugün garp emperyalizmi ile dövüşüyor. Halk İştirakiyun Fırkasının ça­ lışma hedefi de odur. Şu halde hükümet devirmek fikri nere­ den çıkıyor. Bu fiilen aksi sabit bir şeydir. Halk İştirakiyun Fırkasının kurulduğu günlerde Ethem takımı, muhalefete yö­ nelip isyan eder hale gelmişti. İşte o zaman bütün fırka derhal vaziyetini aldı, hükümete müzaherete karar verdi. Hükümet mahrem surette buna vakıftır. Taklibi hükümet fikri ve iddiası yoktur. Bu iddia tama­ men bâtıldır. Benim bildiğim Anadoludaki bugünkü hükümet tam bir hükümettir. Onun yıkılacak hiçbir tarafı yoktur. Yal­ nız bir şey yıkılm ak lâzım geliyor, ki o da: Anadolu Halk Hü­ kümetinin, hâlâ zincirinden kurtalamadığı sabık hükümet usu­ lüdür. Anadolu, İstanbulla alâkayı kestiği halde, hâlâ Babıâli zihniyeti, hâlâ Tanzimat denilen garp usulü zincirine sim sıkı bağlıyız. Bunların artık yıkılm ası zamanı gelmiştir. Bunu Büyük Millet Meclisi kürsüsünden, muhterem mebus arka­ daşlarıma dadefalarla bağıra bağıra söylemişler, gazeteler aç-ıktan açığa yazmışlardır. Bununla beraber zamanı gelmeden ne yapmak, ne de yıkmak doğru olamıyacağmdan, Halk îştirakiyun Fırkası; hükümetin bu günkü teşkilâtını müsait vak­ ti gelinceye kadar muhafaza etmesini v e ona her türlü müza­ herette bulunmağı, kendisine umde edinmişti. Görülüyor ki hükümeti devirmek m eselesi bir vehim ve hâyâlden ibarettir. Hülâsa; Yeşilordu, hükümetin fiilî kabul ve tasvibine mazhardır. Yeşilordu ile beraber kurulduğu, nizamnamesi tarihinden

anlaşılan Komünist Partisi de öyledir. Birincisine hükümetten üç vekil de dahil, İkincisinin ni­ zamnamesi Eskişehir Liva (Mutasarrıflık) matbaasında basıl­ mıştır ve hükümetin gözü önünde neşredilmiştir. Binaenaleyh hafî (gizli) değillerdir ve ben bunlardan m es’ul ve muhatap olamam. Yeşilordu merkezinden yalnız benim faaliyeti terketmemiş olduğum ise, aklen mantıken ve usulen mezduttur. Komünist Partisi le Yeşilordu Cemiyetinin Halk İştirakiyun Fırkası ha­ line gelişi ise, resmî ruhsatla vukubilmuş olduğundan, kanu­ nîdir ve memleket için hayırlı olmuştur. Benim ise, bu teşki­ lâttan h ç haberim yoktu. Kendi başlarına yapmış oldukları şeylerden de elbette ben mesul olamam. Mustafa Suphi kimdir bilmem. Binaenaleyh, bütün bütün tarihe karışmış olan Yeşilordu ve Komünist Partisi aleyhinde şimdi takibata girişmek bilmemki kanuna ne derecede uyar? İtilâf hükümetlerinin, son kon­ feransa Ankara Millî Hükümetini dâvet etmeleri üzerine Anadioluda Komünizm cereyanlarının artık durması, durdurul­ ması siyaseten lâzımdı. Bu lüzumu derhal takdir eden her iki fırka da faaliyetlerini durdurdular ve bizim murahhaslarımız Avrupa gazetelerine «Anadoluda Komünizm ve Bolşev.'zm yoktur ve yaşayamaz.» diye beyanlârda bulundular. Bunlar kâfi görülmek lâzım gelirken, işi takibata masum­ lar üzerinde te’diplere kadar vardırmak bilmem ki, ne derece maslahata ve insafa m uvafık olur? Şunu itiraf etmeliyim ki, itilâf devletleri bu defa da bizi aldatmışlardır. Bilmiyorum, bizim takdir edemediğiniz daha başka bir hikmet var da, vatanın yüksek siyaseti uğrunda behemehal birkaç ma­ sumun ezilmesi, feda edilm esi hâlâ muktezi ise, o başka... Va­ tan yolunda şehâdet, mutlaka muharebelerde kurşun ve süngii ile ölmekten ibaret olmadığını fikir ve iman sahipleri bilirler. İşte ifademin zübdesi bu olup, birinci günü alınıp okumadan v e imza etmeden, üzerine kararlar verilen ifadelerim hakkındaki iddia ve istidalarda henüz ısrar etmekte olduğumu da arz eylerim.

-

Büyük Millet Meclisi âzasındanTokat Mebusu Nâzım

AFYON MEBUSU M. ŞÜKRÜ BEYİN MUHAKEMESİ Şimdi aynı şekilde sanık olduğu halde tutuk bulunmayan Afyonkarahisar Mebusu Mehmet Şükrü Beyin muhakemesine geliyoruz. Mehmet Şükrü Bey, reisin, .isim ve hüviyetine ait olan sorusunu kısaca cevaplandırdıktan sonra, başka bir soru beklemeden pek heyecanlı bir ifade ile konuşmakta devam etti: — Evvelâ beni buraya sevk için isnat edilen cürüm nedir, bunu anlamak istiyorum.? Ona göre beyanatta bulunacağım. Benim anladığıma göre, ben Mecliste yokken, hakkımda bir karar alınmış. Lâkin banaisnat edilen cürüm, siyasî olduğun­ dan, kararın Kanunî Esasî gereğince Meilis ekseriyeti ve tayi­ ni esâmi ile alınması icabederken, böyle yabılmamıştır. Bu, Kanunu Esasiye bir darbedir. Ben takrirler verdim. Dün bana tezkere tebliğ olunduğu zaman, Reis Paşa Hazretle­ rine «Meclisçe bir karar verilmeden İstiklâl Mahkemesine git­ m ekte mazurum.» demiştim. Zira M ecliste ben yokken konuşul­ muş ve ben müdafaada bulunmamıştım» M emlekette istiklâli temin için, kanunun harfiyen tatbiki lâzımdır. Bunun içindir ki dahili nizamnamemize ve kanuna aykırı olarak verilen kararın, kanunî bir m ahiyeti olmadığını beyan ederek takrir verdim. Bu takrirlerim, Reis Paşa’nın bu­ gün bana söyledikleri veçhile celse-i hafîe’de (gizli oturumda) okunmak üzere havale edilm iş... Buna rağmen burada isbatî vücût ettim. Yalnız söyliyeyim ki Kanunî Esasî’nin 79’uncu maddesi gereğince, çoğunlukla verilen bu karar âdi cürümlere münhasırdır. Âdi cürümlerin rüyet mercii ise, yüksek mahke­ meniz değildir. Yüksek mahkemenizden bugün bana tebliğ olunan cürüm ise bir siyasî cürümdür. Yani ortada kanunî bir karar yoktur. Bu sebeple, Büyük Millet Meclisinde kanuni bir karar ittihaz edilinceye kadar, yüksek mahkemenizde sorula­ cak suallere cevap vermekte mâzurum. Ayrıca şu noktayı da kayt ve işaret etmek isterimki, bu m esele mecliste bahis m ev­ zuu edildiği zaman, sizler de, mebus sıfatile Mecliste hazır bu­ lunmuş v e rey vermiştiniz. Bu suretle lehte olsun, aleyhte ol­ sun reyini ihsas etmiş olan hâkimlerin, hakimliklerini icra et­ m eleri hukukun esâs kavâidine uymaz v e bundan başka, Bü­ yük M illet Meclisi, kabul ettiği «Teşkilât-ı Esasiye» kanunu­ nun birinci maddesinde m em leket mukadderatına fiilen el koymuş olduğunu ve icra ile teşri selâhiyetleri nefsinde top­ ladığını kabul etmiş ve böylece hükümet işlerini de, kendi i­

çinden ayırdığı vekilleri m arifetile görmekte olduğundan, Mec­ lis âzasından her birinin m es’uliyeti, vekillerin m esul'yetinin aynıdır. Bu da pek tabiidir. Binaanaleyh evvelâ M ecliste bir şu­ bede hakkımda tahkikat yapıldıktan sonra, bir yüksek divân kurulması ve muhakememin orada yapılm ası lâzım gelir. Bu cihetle böylcce hal edilm eden evvel mahkemenizin bana so­ racağı suallere cevap verm em ekte mazurum. Bu kanunî ma­ zeretimi muhtrem heyetiniz elbette takdir eder.» Afyonkarahdsar Mebusu Mehmet Şükrü Bey, işte bu su­ retle kanunî hakkını arayıp aldıktan yani Meclis d le d iğ i şe­ kilde yeni bir karar verdikten- sonra, istiklâl Mahkemesi hu­ zurunda şu suretle sorguya çekilmişti: — Bu Yeşilordu teşkilâtma zatıâliniz dahil misiniz? — Dahil olmadığım gibi, aleyhinde idim. Vakıa bana gelip teklif ettiler. Vakkas geldi; Hakkı Behiç, Doktor Adnan, Mu­ hittin Baha Beylerle yirmi dört kişilik bir teşkilât olduğumu söyledi. Fakat ben girmedim. — Meclisin üçüncü şubesi, bu m eseleyi tahkik ederken muhterem mebuslardan bazılarını dinlemiş. Bunlardan Karasi Mebusu Basri Bey bir ifadede bulunmuş: Hacı Musa mahalle­ sindeki bir evin odasında toplanıp Ankara teşkilâtını yapmağa çalışan kadınlı erkekli davetliler arasında Tokat Mebusu Nâ­ zım B eyle siz de varmışsınız. Mahkemece gizli komünist ce­ m iyetinin Ankara Merkez heyeti azasından bulunduğu tahak­ kuk etmiş olan baytar Binbaşı Salih B ey de orada imiş. A y­ rıca Halime, Rahime, Fatma yoldaşlar denen ve sırtarında pal­ to, yüzleri açık üç tane de islâm kadını varmış.. Bu toplantı ne maksatla, kimlerin tensibile vâki oldu ve neye karar verildi. Lütfen bu hususları tavzih buyurur musunuz? — Bendeniz Teşrinisâni (Kasım) iptidâlarmda buradan, memleketim olan Karahisar’a gitmiştim. Sahibi bulunduğum «ikâz» matbaasını, matbûat ve istihbarat idaresine nakledecek­ tim. A ynı ayın ondokuzunda matbaayı burava getirdim. Fakat matbuat ve istihbarat idaresi almakta taallül gösterdiğinden binbeşyüz lira avansı iade ederek matbaayı geri aldım, iste o sıralarda takriben Kânunuevvel (Aralık) iptidasında hükü­ met tarafmdan teşkil edilip Yeşilordu ile birleştiğini Dahiliye vekâletinin tebliğinden öğrendiğim Komünist Fırkasının içi­ ne, hain Ethemle kardeşi Reşit de girmişti ve Ethem, Eskişe­ hir deki «Yeni Dünya» »matbaasını Anka raya naıkl ederek, bu­ rada Umumî Kâtip Hakkı Behiç Beyin m es’uliyeti altında o m ahut «Yeni Dünya» gazetesini neşre başlamışlardı. Bu ga­

zete, Ethem’i «Millî Kahraman, Kolordu Kumandanı» diye, tavsif etmekte idi ki, bu hâlin iyi olmadığını birçok arkadaşlar .gibi bana söyliyen ve Ethemle kardeşlerini yakından tanıyan Afyonkarahisar mebusu arkadaşım Hulûsi Bey aynı zamanda «Komünistliği ilmi şekilde esaslarımıza tevfik suret'le yeni bir parti teşkilinden» bahsetti ve bu işi görüşmek üzere ben de Nâ­ zım Beyin evine davet edildim. Nâzım Beyin evinde ben. Hu­ lûsi Bey, Şeyh Servet Efendi ve ilk defa tanıştığım (Hacıoğlu) Salih, Hilmi ve Zinetullah Beyler vardı. O gece böyle bir fırka­ nın kurulması bahis mevzuu oldu. Esasen daha evvel Salih Bey. Nâzım Beye müracaatla bu mesele üzerinde mutabık kalmış­ lar, son karar iç'n de bizim gibi bazı zevata müracaat ediyorikp-nıış. Ben bu noktada fikrimi beyan ederken dedim ki, ma­ demki, Komünist Fırkası kurulmuş ve hükümet tarafından da resmen tanınmıştır, o hâlde ancak «âdetlerimize ve şeriatimize uygun esaslara dayanan bir fırka teşkil edilebilir ve ilerle­ dikçe de ilmi propagandalarla faaliyetini arttırarak karşısın­ daki fırkayı günün birinde söndürebilir. İşte ben, böyle bir fırka kurmak prensibime muvafık olduğundan bahisle, müza­ kerelere iştirak ettim ve kurulması muvafık görülen fırkanın programını tetkike koyuldum.» Bu esnada ben. Şeyh Servet, Nâzım ve Hulûsi Bey, dördünüz «asri saadetteki müşterek samimiyet» kaydının programa so­ kulmasında İsrar ile «aile hakları şeriat dairesinde mahfuzdur» kaydını da ilâve ettirdik. Bu suretle komünist partisince vaktile kaleme alınan program üzerinde daha ufak tefek tâdiller d e yapıldıktan sonra hazırladığımız fırka programı ile nizamna­ m eyi Nâzım Bey v e Şeyh Servet Efendi ile birlikte imzalaya­ rak Dahiliye Vekâletine verdik. Hükümet de, programımızın h er sahifesini tasdik ederek fırkayı resmen tanıdığını 7 Kânunu­ evvel (Aralık 19) günü Emniyeti Um um iye Müdürünün imza mührünü taşıyan bir tezkere ile bize bildirdi. Bundan sonra fır­ kanın çalışma şeklini tesbit için arkadaşlar tarafından ZiynetuİLâh’ın evinde bir toplantı tertip edilmiş olduğu bana haber verildi. Oraya gittiğimde isim lerini söylediğiniz kim selerle kar­ şılaştım. Oturduk ve Umumî Merkezin kaç şubeve bölünmesi lâzım geleceğini müzakere ettik ve «Matbuat»,. «İrşat», «Mali­ ye», «Teşkilât» olarak dört şube olmasını kararlaştırdık. Biz ilm i bir surette çalışmak istiyorduk. — Eski ifadenizde, Halk îştiraldvun Fırkasının. Ethem’in kaülmasile m em lekete zararlı olabileceğini’hissederek, Türki­ y e Komünist Fırkasını teşkil ettiğinizi ve isimleri bahis m ev­

zuu, Yeşilordu ve komünist cem iyetleri idare heyetlerini teş­ k il ettiği söylenen Baytar Hacıoğlu ile arkadaşlarının son za­ manlara kadar cemiyetinizle alâkadar olduğunu bilmediğimizi ifade buyurmuşsunuz. Halbuki, Yeşilordu ve Gizli Komünist Partisinin brrleşerek Halk İştirakiyun Fırkasımn vücude geldiğine dair, arka­ daşlarınız Nâzım ve Hacıoğlu Salih Beylerin Yeşilordu ve Gizli Komünist Teşkilâtlarına hitaben yazıp, dağıttırdıkları beyannamede bakınız ne diyorlar: «Umumî merkezleri, Üçüncü Enternasyonalce kabul edilm iş Rusya Bolşevik programını düştür olmak üzere kabulü m uva­ fık görmüş ve ikisi birleşerek m em leket dahilindeki cereyan­ ları birleştirmeye karar vermişdir.» den'ldiğine v e Halk îştirakiyun Fırkası Umumî Merkezi âzalarmdan Nâzım ve Salih Beyler tarafından imzalandığına ve tarihsiz olan beyannam eye numara konulduğuna ve beyanname metninde «Yeşilordu ta­ limatnamesindeki 37 ci m addeyi te’kiden dikkat nazarına va­ zederiz. Yeni Umumî Merkezce ittihaz olunan parola (Emek) chr.» denildiğine göre, bu Halk iştirakiyun Fırkasının, Yeşilor» du gizli cemiyetinin yalnız ism ini değiştirnr'ş bir başka şek li olduğu hissolunmaktadır. Zâtâlinizin bu husustaki malûmatı nedir? — Eski ifademde arzettiğîm gibi, Ethem ile diğer bâzı kim­ selerin girişleri ile, o fırkanın zararlı olacağına kanaat getir­ miştim. Bu kanaatimle, Halk İştirakiyim Fırkası iş birliği yapleri olan «Yeni Dünya»nnn o zamanki yayınlan. V e b un lanh m atı muvafık bulduk ve bu hususta Afyonkarahisar m ebusu Hulûsi Beyle de ilk evvel görüştüm. Tekrar edeyim ki, bu me-< seleyi iki safahada mütalâa etmelisiniz. Birinci safhası, Yeşil Ordu ile Gizli Komünist Partisinin hirbirlerile anlaşıp birleşmesi ve yahut münferiden faaliyette bylunması, şeklidir ki, ben bunların hiç birisi ile alâkadar değilim. Esasen o zaman burada da değildim. İkinci safhası ki; Komünist Fırkası teşekkül ettikten son­ ra, Ethem ile kardeşinin oraya girmesi v e yin e onlann gazete* resmî ve g ayn resmî adamlar göndererek şurada burada sözde teşkilâtta bulunmaları, m em lekette bir terör yapılması, E themin. diktatörlüğe heveslenm esi endişesi, beni bu fırka ile çalış­ mağa sevkeden âmillerdir. B'neanaleyh, 7 K ânunuevvelde (Arahkda) hükûmetden resmî beyannamesini alan Halk İşti­ rakiyun Fırkası Umumî Merkezi, şimdi okuttuğunuz şekkle bir karar vermemiştir. Hayır, böye bir karar yoktur v e hattâ!

fırkanın kuruluş maksadına tamamen aykırıdır. Çünkü, (A sn saadet müşterek sam im iyet v e aile haklan mahfuzdur) şeklin­ de v e bilhassa Rusyadaki zararlı şekiüerinm em leketim ize gir­ m em esi şeklinde yazılm ış ve kabul edilmiştir İd, bu fırkanın kararına m uhalif di r. — K end'lerile iş birliği ederek Halk Iştirakiyum Fırkası Umumî Merkezini teşkil eylediğiniz kimselerden bazılarının itiraflarına göre, varlıkları m em leket ahvali ile alâkadar ol­ m ayan bâzı dış teşkilât, paraca yardım vadetmişlerdir. Bu vech ’le dahilden veya hariçten size, yani gazetenize nakdî yardım ­ da bulunuldu mu? — Bunu iki suretle reddederim. Benîm yardıma ihtiyacım yoktur. Fikirlerimi neşreden, m evki tutmuş gazetem var. Bu günkü mücahedelerin başlangıcında yaptığım neşriyat yüzün, den Istanbuidfıkâ Vükelâ Mecl'si kararile üç defa gazetemin kapanması da gösterir ki, rastgele bir gazete sahibi değilim.. M akinelerim var, matbaam var, ailem in serveti var. Ben böyle isnatları kat’-'yen kabul etmem. Bana İngilizler lehlerine pro­ paganda yaralan yazmam için neler vadetmişlerdir, bilenler çoktur. Ben paraya tamâ eden adam değilim. — Birçok ifadelerinizde, memleket için çirkin bir diktatör­ lük tesis edeceğine kanaat getirerek, kendisinden daima kaçın­ dığınızı söylediğin’z âsi Ethem ve kardeşi Tevfik ile filhakika daha evvelce o kadar münasebet ve samim iyetiniz yokken, Et hem in isyanı arifesinde, hükümet ve orduya karşı aldığı m u­ halefet vaziyetini tamamile bel'rttiği bir anda, Reşit ile pek sıkı temasa geldiğiniz ve gizli gizli görüştüğünüz ve Ethemin tedibinden vaz ge.ilm esini vatan v e m illet m enfaatine uygun bulduğunuz kanaatini ihsas ederek, teşebbüslerde bulunduğu­ nuz sövleniyor. Lütfen bu hususu tenvir biyurur musunuz? —Değiniz doğrudur.Ben Ethenrn kardeşi Rçşit ile görüş­ tüm. Bir toplantıda Tokat Mebusu Sait B ey tarafından çağrıl dım. Bizi Yunus Nadi ve Kâzım Beyleri rehin olarak gönderdi­ ler. G;ttik. Paşa vesikaları okuduktan sonra, hey’et giderken bana işaret etti. Geriye kaldım v e kendisine( bunun tepelen­ m esi lâzım geliyor) dedim. Eğer kuvvetlerimiz müsaitse, bu. fırsatı kaçırmayalım. B u­ nu tepeleyelim dedim. Ve bu işe M ecliste müzaheret edeceğimi sövledim . Paşa teşekkür etti. O vakit ben, bu adamların iç yüz lerini anlamak-içm sık görüşmeği lüzumlu gönlüm. Bunu Paşa; da biliyordu B unlan Paşa Hazretlerinden sorabilirsiniz. Vic­ danından eminim. Sizi bu hususta daha ziyade tenvir edebilir-

ŞEYH SERVETİN MUHAKEMESİ Sıra Şeyh Servet Efendiye gelm işti, mahkeme reisi ona da sordu: — Ankara’da teşekkül eden Yeşilordu’nun Merkezi Umu­ m î âzasından bulunduğunuz s ö y l e n i y o r . Bu cem iyetin maksadı v e cem iyette ne gibi vazifeler gördünüz? — Böyle teşekkül denecek derecede bir Yeşilordu cem iyeti bilmiyorum. Hazırlık m ahiyetinde, bazı zevat ile bir kaç defa müzakerede bulunmuştum. Maksat; m em leket içtim aiyatını

YegUardm Cemiyeti erkânın­ dan B u n a Mebnsu Şeyh Servet Efendi.

Yeşil Orda Cemiyeti ve daha sonra Tiirklye Komünist Par­ tisi Umumi Kâtibi Hakkı Belli«.

ıslâh için fikrî v e am elî teçhizatta bulunmak, terbiye-i efkârı çalışmak şarkta çıkan son hâdisei içtim aiyyeye karşı da islân di™ v e mezhebi an’aneleri dairesinde varlığım ızı m u h a fa :v i çalışmaktan ibaretti. Nizamnamenin sarih maddelerinin bir n

tisi: (Asrı saadetin samim iyeti müşterekesine rücu) idi. İkincisi: Hukuku aile vesaire ahkâmına şeriat dairesinde riayetti. Hülâsa Yeşilordu namına teşkilât meşkilât bilmiyorum» duymadım. Çünkü Bursa’da idim, oradan geldikten sonra top­ lantılar da tatili faaliyet etmişti. Bursadan dönüşümde ortada bir şey yoktu. — Tokat Mebusu Nâzım Bey huzuru mahkemedeki ifade­ sinde Yeşilordu cem iyeti Merkezi Umumî âzası olarak ifayi va­ z ife ettiğinizi ifade ediyor. — Yukarıda da söylediğim gibi bir cem iyeti ilm iye ve ten­ vir m ahiyetini geçmemek üzere muayyen bir maksat uğrun­ da çalışmak istemiştik. İşte o kadar. — Demek Yeşilordu nizamnamesinden ve talimatname­ sinden malûmattar değilsiniz?.. Bakınız işte nizamname ve ta­ limatnameler. — Hiçbiri yok. Böyle birşeyler varmış diye haber almış­ tım . Nâzım Beye sordum. Ben Bursada iken birşeyler yapmış olduklarını söyledi. jbo? Bu vasıflan haiz olduklarına emin olduğumuz bazı zevatı alarak yarın bir yerde toplanacağız ve orada birleşeceğiz de­ miştim. Ertesi günü Zinctullah B ey’in evinde toplandık. Fakat ha­ kikaten benim de m üteessir olduğum bir hal karşısında kaldık. Evde her ne kadar mütesettire, olsalar da, o m üzakeie esnasın­ da, İslâm hanımlarının bulunması doğru değildi. Çünkü muh> tim izin an’anelerine m uhalif v e suitefehhüm e çok m üsait bir Haldi. Müteessir olmakla beraber, kuru bir taassuba ham ledilm esini önlemek, o günkü içtim ai da bozmamak için açıktan bir soğukluk göstermedim. Lâkin Basri gibi pek dindar bir adamı dâvet ettiğimden dolayı çok mahçup oldum. Çünkü bü­ tün hayatım dairna karşımdakiler ve muhitimdekilerin her 'türlü hislerine saygı göstermekle gem işti. Her n e ise, oradaki müzakerede, Basri Beye programı okuyalım, dedim. Fakat ha­ zırlanmamış olduğundan okunamadı. Şubeler intihabı m eselesi çıkarıldı; iş münakaşaya dökülünce, zaten m ahcubiyetten bu­ nalm ış olduğumdan artık biz gidelim, d'ye ayağa kalktım ve Basri Beyin evi yakınmış, oraya gittik. Giderken yolda dedim ’ki: (— Birader çok mahçup oldum. LâMn bunları biz kendi hallerine bıraktıkça bu marazî halde yuvarlanır gederler; Biz m etin olalım, bunlara yaklaşarak irşat tecrübelerini yaptiktan sonra silkip atalım. Daha hüsnüniyete, hayra m atuf b ir - çok

ilm i ve dinî düşüncelerim var. Gelin görüşelim, dedim. Gel mediier, ertesi gün ben gittim. — İlmî tetebbüünüz ve derin kanaatinize müstenit İçtimaî akide ve gayelerinizi m em lekette tatbik etmek emelile bir fır­ ka teşkil edilir ve o fırkanın Merkezi Umumî âzası meyamnda bulunur, velev bir müddet gaybubeti müteakip avdetten sinra olsun bu fırkanın derecei mesaisi ve kendisine m uaveneti nâkddyede bulunan zevat veya heyetlerin olup olmadığı hakkın­ da arkadaşlarınızdan istifsarda bulunmaz mısınız? — Bendeniz yolda gelirken bugün için böyle fırkaların d e ­ vamı siyaseti hazıramız içn ancak hayırlı olmıyacağım ahla dıklarından dolayı terki faaliyet ettiklerine dair haberler işi)tmiştim. Esasen benim kanaatim de kat’î surette o merkezde temerküz etmişti. Ancak ferdî ve ilmi irşatlardan başka, bizim fırka ve cemiyet halinde çalışmamız faydasız olduğunu ahla mıştım. Bu sebeple artık böyle şeyleri sormak icap etm edi re bundan böyle de kanaati katiyyem ferdî irşatlarla çalışmak­ tan ibaretti. VAKKAS FERİD’İN MUHAKEMESİ Mahkeme reisi Yeşilordunun kurulmasında en önemli ro­ lü oynamış olan Vakkas Ferid Beyin de hüviyetini tesbit ile, Malatyalı ve kırkbir yaşında, son m emuriyetinin de Alacadağ Kaymakamlığı olduğunu anlayınca, muhakemesine şöyle d e­ vam etti: — Siyasî ve İçtimaî fırkalardan hangisine dahilsiniz? — Siyasî mesleğ'm sosyaldir. Meşrutiyete kadar hiç birisire intisap etmemiştim. Mesleğim ilm i idi. M eşrutiyetten son­ ra siyasî hayat açıldı. İttihat, İtilâf Fırkalarım tetkik ile İttiha­ da intisabım vardı. — Ankara’da Yeşilordu namile bir cemiyet teşekkül etmiş ve sonra bu cemiyet bir istihale geçirmiş bazı beyannameler yapmışlar. Bu husustaki malûmatınız? — Istanbulda iktisat dersine meraklı idim. «Kapital»i ve aksini mütalâa ettim. Ittihat’a muti idim. Sosyalistliği sever