Amerikan Anayasası Ne Kadar Demokratik? [1 ed.]
 9786055077112

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Sakarya Üniversitesi Kültür Yayınlan -10Etik, Siyaset ve Ekonomi Üzerine Dersler Amerikan Anayasası Ne Kadar Demokratik? Robert A. Dahi Eserin Orjinal adı: How Democratic is !he American Constitution? Çeviren: Cenap Çakmak Yayın Editörü ve Koordinatörü NebiMiş Sakarya Üniversitesi Kültür Yayınlan Sakarya Üniversitesi Esentepe Kampüsü, Ortadoğu Enstitüsü 54187 Serdivan Sakarya Tel: O 264 295 36 02 /Faks: O 264 295 55 62 Sertifika No: 27377 Web: www.ormer.sakarya.edu.tr E-Posta: [email protected] 1. Basım Kasım 2015 - Sakarya ISBN: 978-605-5077-11-2 Yayın Koordinatör Yardımcıları: Ömer Behram Özdemir -Mustafa Caner Kapak Tasarımı: Sadullah Hatam Tasarım - Baskı Hazırlık: Uluslararası Piri Reis Kültür Ajansı Rabat Sokak 27/2 Gaziosmanpaşa - Ankara Tel: O 312 431 21 55 Baskı: Mega Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. CihangirMah. Güvencin Cad. No: 3/1 Baha İşMerkezi A Blok Kat: 2 3431 O Harammidere/İstanbul

Tel: O 212 412 17 OD Sertifika No: 12026 Bu kitabın Türkiye yayın haklan Sakarya Üniversitesi Kültür Yayınlanna aittir. İzinsiz yayınlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.

içindekiler

Teşekkür v

1. Bölüm. Giriş: Temel Sorular 7 2. Bölüm. Anayasacılar Neyi Bilemediler? 11 3. Bölüm. Bir Model Olarak Anayasa: Bir Amerikan Yanılsaması 37 4. Bölüm. Başkanı Seçmek 61 5. Bölüm. Anayasal Sistem Ne Kadar İyi İşliyor? 73 6. Bölüm. Daha Demokratik Bir Anayasa: Neden Olmasın? 93 7. Bölüm. Daha Demokratik Bir Anayasa İhtimali Üzerine Bazı Düşünceler 107

8. bölüm. Bazı Düşünceler: Yazılmayan Anayasayı Değiştirmek 119 EKA:

Demokrasi ve Cumhuriyet Kavramları Üzerine 133

EKB:

Tablolar ve Şekiller 137

Notlar 143 İlave Okumalar 161 Dizin 163

Etik, Siyaset ve Ekonomi U zerine Dersler •

AMERiKAN ANAYASASI NE KADAR DEMOKRATiK? •



ROBERT A. DAHL Çeviren: Cenap Çakmak



SAKARYA ÜNİVERSİTESİ KÜLTÜR YAYINLARI

ı Teşekkür

"'\Tale Üniversitesi'nde Castle derslerini vermek üzere davet edilmem l. bana Amerikan anayasası ile ilgili olarak yıllar içinde geliştirmiş olduğum görüşlerimi başka insanlara iletme ve gündeme getirme fırsatı verdi. Her ne kadar bu konudaki bazı fikirlerimi daha önce bazı kitap ve makalelerimde dile getirmişsem de bu fikirlerin önemli bir kısmı dersleri hazırlayıncaya kadar büyük ölçüde gizli veya gelişmemiş olarak kaldı. Bu kitap, 2000 yılının Sonbaharında verdiğim Castle derslerinin bir miktar değişmiş ve genişletilmiş içeriğine dayanmaktadır. Söz konusu dersleri vermek üzere beni davetinden ötürü Etik, Si­ yaset ve Ekonomi Programı Müdürü Geoffrey Garrett' e minnettarım. Geoffrey'ye ve lan Shapiro'ya, ders konusu olarak önerdiğim içerikleri onayladıkları ve benimsedikleri için teşekl{ürlerimi ifade etmek isterim. Pek değerli araştırma asistanlığı için Jennifer Smith' e de minnet­ tarım. Değerli soruları, düzeltmeleri ve katkıları için Wendell Beli, Kai Erikson, Fred Greenstein, Steven H ill, Malcolm Jewell, Joseph LaPa­ lombara, Rogers Smith' e ve Yale Üniversitesi Yayınları' ndan Ali Peter­ son' a da dikkatli incelemesinden ötürü teşekkür etmek istiyorum. La­ risa Heimert de basım sürecindeki enerjik tavrı ve katkılarından dolayı teşekkürü hak ediyor. Son olarak da yorumları ve soruları bana ışık tutan ve yol gösteren izleyici ve dinleyicilere de şükranlarımı ifade etmek istiyorum.

v

..

..

1. BOLUM Giriş : Temel Sorular

B

u kısa kitapta amacım, Amerikan Anayasasında değişiklikler öner­ mek değil; fakat anayasamızla ilgili düşünce şeklimizde değişiklik­

ler tavsiye etmektir. Bu çerçevede basit bir soru yöneltmekle başlayaca­ ğım: Biz Amerikalılar neden anayasamızı tutmak ve kullanmaya devam etmek zorundayız? Herhangi bir Amerikan vatandaşı buna şu cevabı verebilir: Şu an elimizde bulunan anayasa, l 787'de çok zeki ve erdemli bir grup insan tarafından yazıldığından ve daha sonra da tüm eyaletlerdeki kurultay­ larda kabul edildiğinden beri anayasamız olma özelliğini taşıyor. 1 An­

cak, böyle bir cevap sadece başka bir sorunun sorulmasına neden olur. Bu bir sonraki sorunun arkasında ne yattığını anlamak için 1 787 yazında Philadelphia'da toplanan Anayasa Konvansiyonu'nun nasıl oluştuğunu hatırlatmak istiyorum. Her ne kadar on üç eyaletin tümü­ nün delege gönderdiğini varsayma eğiliminde olsak da aslında Rhode Island eyaleti toplantıya katılmayı reddetti. Ve New Hampshire dele­ geleri Konvansiyon açıldıktan ancak birkaç hafta sonra toplantı yerine ulaştılar. Sonuç olarak Haziran ve Temmuz'daki birçok hayati karar sadece on bir delegasyonun katılımıyla alındı. Üstelik oylar, eyaletler dikkate alınarak sayıldı; ve birçok kez, eyalet temsilcileri birçok konuda ortak 7

8 J Amerikan Anayasası Ne Ktıdar Demokratik'

tavır ortaya koydularsa da zaman zaman çok ciddi görüş ayrılıklarına düştüler. Bu nedenle benim sorum şu: Bugün biz niçin iki yüz küsur yıl önce önemli bir kısmı köle sahibi olan ve şimdi aramızda olmayan elli beş kişiden müteşekkil bir grup tarafından yapılan (aslında bunların sadece otuz dokuzu imzaladı) ve sadece on üç eyalette hepsi uzun zaman önce ölen ve neredeyse unutulmuş bulunan iki binden daha az kişinin oyla­ rıyla kabul edilen bir belge ile kendimizi bağlı hissetmek zorundayız? 2 Vatandaşlarımızın buna cevabı şu olabilir: her şeyden öte biz Ame­ rikalılar, düzeltmeler ve eklemeler yoluyla Anayasamızı değiştirme öz­ gürlüğüne sahibiz ve nitekim de bu yola sıklıkla başvurduk. Bu nedenle şu anki anayasamız, sonuç olarak bugün yaşayan bizlerin rızasına da­ yalıdır. Ancak bu cevabı kabul etmeden önce başka bir soru yönelteyim: biz Amerikalılar hiç anayasal sistemimizle ilgili kendi irademizi ve istek­ lerimizi ifade etme fırsatı bulabildik mi? Örneğin, bu satırları okuyan kaç kişi kendisine mevcut anayasaya göre yönetilmeyi isteyip istemedi­ ğini soran bir referanduma katıldı? Cevap, tabi ki hiç. Şimdi de vatandaşımız şunu sorabilir: Neden şimdiye değin bize iyi bir şekilde hizmet eden ve aynı şekilde hizmet ermeye devam eden bir anayasayı değiştirelim ki? Her ne kadar bu mantıklı bir soru olsa da yine de önemli bir me­ selemiz var: hangi "standarclarda" anayasamız bize iyi bir şekilde hizmet verdi? Özellikle de anayasal sistemimiz günümüz "demokratik" stan­ dartlarına ne derece uymaktadır? Bu soruya bir sonraki bölümde dö­ neceğim. Ve de şayet anayasamız çoğu Amerikalının düşündüğü kadar iyi ise, niçin diğer demokratik ülkeler onu kopya etmedi? 3. Bölüm' d e göreceğimiz gibi tüm ileri demokratik ülkeler bizimkinden çok farklı anayasal sistemleri benimsediler. Niçin? Eğer tüm ileri demokratik ülkelerin anayasaları içinde bizim ana­ yasal sistemimiz kendine has özelliklere sahipse, acaba bu farklılıklar

Giriş:

Temel Somlar l 9

bizimkini daha iyi mi yoksa daha kötü mü yapıyor? Yoksa bu farklılık­ ların bir önemi yok mu? Bu zor sorunun cevabını dördüncü bölümde araştıracağım. Farz edin ki anayasal sistemimizin diğer karşılaştırılabilir demok­ ratik ülkelerin sistemlerinden üstün olduğu ya da bazı yönleriyle onlar­ dan daha kötü işlediği görüşünü destekleyecek herhangi bir delil bula­ madık? Ne sonuca varacağız? Cevabın bir parçası olarak Amerikan Anayasasını, demokratik de­ ğerlere ulaşma amacı ile yeteneklerimizin en iyisi için tasarlanmış bir dizi temel kurum ve uygulamalardan başka bir şey olarak görmemekle başlamamızı önereceğim . Ancak, eğer ki siyasi eşitlik önemli demok­ ratik değerlerden biri ise, acaba bu değer bizim övünüp durduğumuz bireysel hak ve özgürlükleri tehdit etmeyecek midir? 5. Bölüm'de bu görüşün -ki Tocqueville tarafından savunulduğu düşüncesi yaygındır­ demokrasi ve temel haklar arasında bir ilişki olduğu şeklindeki bir yan­ lış anlamaya dayandığını iddia edeceğim. Soru halen muallakta: Şayet anayasamız demokratik standartlar açısından ciddi eksiklikler taşıyorsa onu değiştirmeli miyiz? Ve nasıl? Söylediğim gibi burada amacım, mevcut anayasada değişiklik yapma­ yı önermek değil; mevcut anayasamızın tadil edilmiş bir versiyonunun mu yoksa yeni ve çok daha demokratik bir anayasanın mı gerekli ol­ duğu üzerinde düşünmeyi teşvik etmektir. Son bölümde kısaca bazı muhtemel değişiklikler ve bu değişikliklerin önündeki engeller üzerin­ de duracağım. ***

Bu sorulara dönmeden önce iki hususu belirtmem gerekir. Biri tamamen terminoloji ile ilgili. 1 787'deki Konvansiyon'da anayasanın oluşturulmasını tartışırken delegeleri, daha yaygın şekliyle Kurucu Ata­ lar (the Founding Fathers) olarak değil de Anayasacılar (The Framers) olarak isimlendireceğim. Böyle yapıyorum çünkü John Adams, Samuel Adams, Tom Paine, TI1omas Jefferson gibi ünlü isimler de dahil olmak üzere mantıken isimleri Kurucu Atalar arasında listelenebilecek olan ki-

l O 1 Amerikan Anayasası Ne Kadar Demokratik>

şilerin çoğu Konvansiyonda değildi. (Konvansiyon metnini imzalayan elli beş delegenin sadece sekizi aynı zamanda Bağımsızlık Bildirgesi'ni de imzalamıştı.) İkinci mesele ise terminolojik olmakla birlikte ilkinden daha da önemli. Okuyucuların bir kısmı Kurucu Ataların ("Anayasacılar" da­ hil) bir demokrasi değil de bir cumhuriyet kurma niyetinde olduklarını iddia edebilirler. Amerikalılar arasında epeyce yaygın olan bu inanışa göre, Birleşik Devletler bir demokrasi değil bir cumhuriyettir. Her ne kadar bu inanış zaman zaman anayasanın mimarlarından James Madi­ son'ın otoritesince de desteklenmişse de, Ek A'da açıklayacağım neden­ lerden ötürü bu yanlış bir inanıştır. Ancak daha da önemlisi sonuç bu inanışı takip etmiyor ve destek­ lemiyor. Anayasa yapıcılarının niyetleri ne olursa olsun şayet onların ahlaki ve siyasi olarak yanlış olduklarına inanmış olsaydık bugün ken­ dimizi onlara pek de bağlı hissetmeyecektik. Hatta iki asrı aşkın tecrübe göstermektedir ki ne zaman yeterli sayıdaki Amerikalı Anayasacıların bir zamanlar yanlış yaptıkları sonucuna varırsa, Anayasayı değiştire­ ceklerdir. Anayasacılar hazırladıkları anayasanın köleliği yasaklamasını düşünmemiş olsalar bile sonra gelen nesiller, köleliğin artık hoş görü­ lemeyeceği ve dolayısıyla kaldırılması gerektiği sonucuna vardıklarında anayasayı kendi inançları doğrultusunda değiştirmişlerdir. Anayasacıların bir kısmı demokratik bir cumhuriyetten ziyade aris­ tokratik bir cumhuriyet fikrini benimsemişlerse de kısa bir süre sonra James Madison ve diğerlerinin önderliğinde, Amerikalıların hızlı bir şe­ kilde daha demokratik bir cumhuriyet yaratacaklarını ve Anayasacıların yaptığı anayasal sistemi kısa bir süre sonra değiştirmeye başlayacaklarını keşfettiler.

..

..

2. BOLUM

Anayasacılar Neyi Bilemediler?

A nayasacılar kesinlikle çok akıllı ve erdemli insanlardı. Ancak yine .rı.cıe açık bir şekilde cehaletleri ile sınırlıydılar. Bunu saygısızlık olsun diye söylemiyorum. D iğer birçokları için olduğu gibi, Anayasacılar arasında da istisnai yeteneklere ve kamusal erdemlere sahip birçok kişi olduğuna inanıyorum. Hatta James Madi­ son'ın en büyük siyaset bilimcimiz ve onun kuşağının siyasi liderlerini de akıl, erdem ve halka adanmışlık hisleriyle donatılmış olarak kabul ediyorum. "M.S. 14 Mayıs 1 787 tarihinde, Pazartesi günü düzenlenen Anayasa Konvansiyonu'ndan önceki aylarda ve haftalarda ve de Ameri­ ka Birleşik Devletleri'nin on birinci bağımsızlık yıldönümünde, Phila­ delphia şehrindeki eyalet sarayında" 3 , Madison, çok önemli bir sınava hazırlanan üst düzey bir öğrenci gibi en iyi kaynaklar üzerinde dikkatli bir şekilde çalıştı.4 Ancak, James Madison b ile ne Amerikan cumhuri­ yetinin geleceğini öngörebildi ne de Amerika'da veya başka bir yerde demokrasi tecrübelerinden elde edilebilecek olan bilgiyi edinebildi. Bir dahi olan Leonardo da Vinci, muhtemelen kendi zamanında­ ki mevcut bilgiyle, çalışabilir bir uçak dizayn edemeyeceğini söylerdi. Aynı şekilde 1 903'te var olan bilgiyle Wright kardeşler Boeing 707'yi imal edemezlerdi. Her ne kadar Benjamin Franklin ve diğer birçokla­ rına hayran olsam da O'nun elektrik bilgisinin üniversitede elektrik mühendisliğindeki bir öğrencinin ilk senesindeki bilgisine kıyasla ol­ dukça az olduğunun farkındayım. Aslında uçurtma ile yaptığı o meşhur ilk deneyimde, Franklin sağ olarak kaçabildiği için şanslıydı. Sanırım 11

1 2 I Amerikaıı Anayasası Ne Kıdar Demokratik>

hiçbirimiz ne elektrik ve kablo ile ilgili işlerimizi yapması için yalnızca Franklin'in bilgisine sahip bir elektrikçiyi çağırırız; ne de New York'tan Londra'ya Wright kardeşlerin uçağı ile bir yolculuk yapmayı göze alabi­ liriz. Leonardo, Franklin, Wright kardeşler kendi zamanlarında büyük mucit idiler. Ancak yüzyıllar boyunca biriktirilecek olan bilgiyi kulla­ namazlardı. Anayasacıların -en azından bazılarının- bilgisi 1 787'de mevcut ola­ nın en iyisiydi. Fakat geniş bir temsili cumhuriyete lazım olan anaya­ salar ile ilgili güvenilir bilgi çok zayıftı. Tarih, yıllar geçtikçe ulaşacağı ölçek bir tarafa Birleşik Devletlerinki ölçeğinde uygun temsili hükümet modelleri üretmedi. Delegelerin birçoğu İngiliz Anayasasına hayranlık duyuyordu; ancak, bu anayasa model olmaktan oldukça uzaktı. Roma Cumhuriyeti de bir rehber olamazdı. Meşhur Venedik Cumhuriyeti, iki binden daha az "erkek"lerden müteşekkil, yönetim hakkı ailede ka­ lan bir aristokrasi tarafından yönetiliyordu ve zaten o tarihlerde o da çatırdamaktaydı: Konvansiyondan 1 O yıl sonra bir Korsikalı, tüysıklet bir askeri atakla onu yerle bir etti. Dolayısıyla delegelerin tarihsel tecrü­ belerden edindikleri bilgi en iyi ihtimalle, sadece marjinal olarak konu ile ilgiliydi.

Bilinmeyene Doğru Öngörülemeyen bir geleceğin önemli özellikleri arasındaki dört önemli tarihi gelişme, anayasacılarda olmayan ve ona sahip olmaları durumun­ da onları farklı bir anayasal tasarıma götürebilecek olan potansiyel bir bilgiyi ortaya çıkaracaktı. İlki, barışçıl bir demokratik devrim kısa bir süre sonra anayasal sistemin işleyeceği şartları temelden değiştirecektir. İkincisi, bu devam eden devrime kısmi bir cevap olarak, yeni de­ mokratik siyasal kurumlar anayasacıların o kadar dikkatle tasarladıkları çerçeveyi temelden değiştirip yeniden inşa edeceklerdi.

Anarsacılar Neyi Bilemediler? !

13

Üçüncü gelişme, sonraki iki yüzyılda, Avrupa'da ve diğer İngilizce konuşan ülkelerde demokratikleşme kendini gösterince, anayasal dü­ zenlemeler Amerikan sisteminden tamamen farklı düzenler doğuracak­ tır. Bir veya iki kuşak içinde Anayasacıların bildiği -yahut bildiklerini zannettikleri- ve birçok açıdan taklit etmeyi umdukları ve hayranlık duydukları tek anayasa ile İngiliz Anayasası bile çok az benzerlik gös­ terecektir. Dördüncüsü, demokrasinin, daha doğrusu demokratik bir cumhu­ riyetin nelere ihtiyacı olduğu ile ilgili fıkir ve inanışlar günümüze doğru gelişmeye devam etti ve muhtemelen bundan sonra da devam edecektir. Hem demokrasinin kelime anlamından, hem de demokrasi için gerekli olduğunu düşündüğümüz uygulama ve kurumlardan anladığımız şek­ liyle demokrasi durağan bir sistem değildir. Amerikan Anayasa Konvan­ siyonundan sonraki iki yüzyıl içinde ortaya çıktığı şekliyle demokratik fıkir ve kurumlar, Anayasacıların düşündüğü ve anladığından çok daha öteye gidip daha demokratik bir cumhuriyete doğru hamleleri başlatan ilk demokratlar Jefferson ve Madison gibilerinin görüşlerini dahi aştı. Bu gelişmelerin her birini sonraki bölümlerde inceleyeceğim. Fa­ kat öncelikle Anayasacıların önündeki pratik sınırlamaların bazılarını belirtmek ve tartışmak istiyorum.

''Anayasacılar" Neyi Yapamazlardı? Anayasacılar sadece nihai olarak cahil değildiler. Onlar ayrıca önemli ölçüde kendileri için mevcut olan imkanlarla da sınırlı idiler. Onlar sa­ dece bir cumhuriyet hükümetinin diğerlerine göre üstün olduğuna dair kendi inançları ile değil, ayrıca onların cumhuriyetçilik ile ilgili öne sür­ düklerinin tüm eyaletlerdeki Amerikan vatandaşlarınca paylaşılması ile de sınırlanmış durumda idiler. Anayasacılar, yapmakta özgür oldukları ne olursa olsun, bir monarşi ya da bir aristokrasi tarafından yönetilen bir hükümeti önermeyeceklerinin pekala farkındaydılar. Massachusetts delegesi Elbridge Gerry'nin belirttiği gibi "monarşik yaklaşımların hiç-

1 4 I Amerikan Anayasası Ne Kadar Deınokmrik>

birine karşı olmayan vatandaşlarımız, toplumun binde birlik bir kısmı bile değildi."5 Madison'un6 kaydettiğine göre, monarşiye iyimser bakan tek delege Alexander Hamilton idi. Hamilton'un bu hiç de popüler olmayan kuruma açıkça ifade ettiği pek de akıllıca olmayan desteği, onun konvansiyondaki etkisini çok büyük ölçüde azaltmış olmalıdır.� Aristokratik fikirlerin Amerikan anayasasına derç edilmesi de kab ul edilemezdi. Senato ile ilgili tartışmalar sırasında Pensylvania delegesi Gouverneur Morris, senato üyelerinin İ ngiliz aristokrasisinin bir Ame­ rikan eşdeğerinden seçilmesi olasılığını keşfetti. 8 Ancak çok kısa bir süre sonra delegelerin, bu Amerikan aristokratlarının kimler olacaklarına karar veremeyecekleri açıkça ortaya çıktı ve bu durumda her halükarda Amerikan vatandaşlarının böyle bir hükümere tolerans göstermeyeceği­ ni net bir şekilde anladılar. İ kinci önemli limit ise var olan on üç eyalete başka eyaletlerin de büyük olasılıkla karılacağı idi. İngiltere ve İsveç'te olduğu gibi tüm ege­ menliğin merkezi hükümette olduğu ünirer sisteme sahip, olgun ve is­ tikrarlı demokrasiler geliştirmek durumunda olan ülkelerin birçoğunda mevcut olacak bir anayasal çözüm imkansızdı. Bu nedenle üniter bir cumhuriyetten ziyade federal bir s isteme duyulan ihtiyaç, genel b ir tari­ hi prensibin veya politik teorinin bu ihtiyacın gerekliliğini ispat ermesi nedeniyle meşrulaştırılmış değildi. Bu ihtiyaç apaçık bir gerçeklikti. Şa­ yet Amerikalıların tek bir ülke içinde toplanmaları gerekiyor idiyse; bir federe veya konfedere sistemin kaçınılmaz olduğu herkesçe malumdu. Dolayısıyla eyalederin, devlerin ana bileşenleri olarak kalıp kalmaya­ cakları konvansiyonda ciddi bir konu değildi. Üzerinde tartışılan tek konu, şayet merkezi hükümere kısmi otonomi devredilecekse bunun ne kadar olacağı idi.9 Delegeler hala inatçı bir limitle baş ermek zorundaydılar: herhangi bir anayasa üzerinde bir karara varmayı güvence altına almak için köklü uzlaşılarla uğraşma ihtiyacı. Uzlaşmaya duyulan ihtiyaç ve bu ihtiyacın koalisyonların oluşturulması için sunduğu fırsatlar, Anayasanın muhte­ melen kendi içinde tutarlı bir hükümet teorisi yansıtamadığı anlamına

A11ayasrıc1Uır Neyi Bilemediler?l 1 5

geliyordu. Uzlaşma zorunluydu; zira bu genişlikte b i r ülkede konvan­ siyondaki üyelerin bazı çok temel konularda çok farklı görüşleri vardı.

Kölelik: Biri tabii ki köleliğin geleceği idi. Beş güney eyaletinden gelen delegelerin çoğu, kölelik kurumunu tehlikeye atacak herhangi bir anayasal düzenlemeye çok sert bir şekilde karşı koydu. Her ne kadar diğer yedi eyalet delegeleri, kölelik konusunda hemen hemen aynı fikir­ de idilerse de güney eyaletleri delegelerinin bir arada var olmayı kabul etmelerinin köleliğin korunması şartına bağlı olduğunu çok iyi biliyor­ lardı. Sonuç olarak şayet bu delegeler federal bir anayasa istiyorlarsa, kölelikle ilgili düşünceleri ne olursa olsun, bu düşüncelerinden ödün vermek zorundaydılar. Ve öyle de yaptılar. Her ne kadar nihai belgeyi imzalayan bazı delegeler kölelikten nefret ediyor idilerse de, yine de daha güçlü bir federal hükümetin bedeli olarak bu kurumun devamını kabul ettiler. Senatoda Temsil: Taraflardan biri taviz vermedikçe halledilemeye­ cek olan diğer bir fikir çatışması da küçük eyalet delegelerinin Senatoda eşit temsili sağlamayan herhangi bir anayasayı kabul etmeyi şiddetle reddetmelerinden kaynaklandı. Eşit temsil karşıtları arasında konvan­ siyonun en önemli iki üyesi, aynı zamanda Anayasanın baş mimarları da olan James Madison ve James Wilson da yer alıyordu. Her ikisi de kendilerine ulusal çoğunluklar üzerindeki gereksiz ve haksız bir limit olarak gözüken bu uygulamaya karşıydılar. Alexander Hamilron'un bu çatışma ile ilgili olarak belirttiği gibi "Eyaletler, kendilerine çok saygı göstermemiz gereken kişiler, onları oluşturan insanların hakları ya da birleşmeden kaynaklanan yapay şeylerin bir bileşimi oldukları için hiç­ bir şey, onları insanlara feda ermekten daha saçma olamaz. Şayet küçük eyaletler eşitliklerinden vazgeçerlerse, aynı zamanda özgürlüklerinden vazgeçecekleri söylenip durdu. Gerçek şu ki bu özgürlük için değil, güç için bir yarıştır. Küçük eyaletleri oluşturan kişiler, büyük eyaletleri oluş­ turanlardan daha mı az özgür olacaklar?"1 0

1 6 I Amerikan Anayasası Ne Kadar Demokratik'

Gelin size küçük eyaletlerin zaferiyle sonuçlanan hararetli tartışma­ lardan küçük bir kesit sunayım. İşte 30 Haziran'da Delaware'den Gun­ ning Bedford'un söyledikleri:

Büyük eyaletle1; Konfederasyonu çözmeye ve dağıtmaya cesaret edemezler. Şayet cesaret ederlerse küçük eyaletler, ellerinden tuta­ cak ve onlara adaletli davranacak olan daha onurlu ve iyi niyetli birkaç yabancı müttefik bulacaklardu: Massachusetts'den Rufus King'in buna karşılığı ise şöyle oldu:

Delaware'li saygıdeğer beyefendinin kullandığı dile bir miktar dikkat çekmeden oturamayacağım . . . ô'nceden tahmin edilemeye­ cek bir hiddet ve heyecanla, umutlarını bizim ortak ülkemizden çevirmeye veyabancı bir elin korumasını talep etmeye hazır oldu­ ğunu beyan eden ben değildim; bizzat kendis�ydi. . . bôyle bir dü­ şüncenin kalbime girmesinden ziyadesiyle müteessirim . .. Kendi adıma, aksi bana ne kadar zorluk getirirse getirsin, yabancı bir güçten asla bir destek dilemeyeceğim. 11 Daha azını kabule yanaşmayan küçük eyaletlerin reddiyle karşıla­ şan Madison, W ilson, Hamilron ve eşit temsile karşı olan diğerleri, so­ nunda bir anayasanın bedeli olarak uzlaşmayı kabul ettiler. Dolayısıyla eşit temsil çözümü, anayasal teori, yüksek prensipler veya olağanüstü tasarımın bir ürünü olarak ortaya çıkmadı. Ona karşı çıkanların, bir anayasaya kavuşmak amacıyla sonunda taviz verdikleri sıkı bir pazarlı­ ğın pratik bir sonucundan başka bir şey değildi. 12 Bu arada bu çatışma, şaşırtıcı bir şekilde beraber hareket eden dört kişiyi içeren, Senato'da eşit temsile muhalif grup için Anayasa Konvan­ siyonu' ndaki oylama koalisyonlarının karmaşıklıklarından bazılarını ortaya koymaktadır. Her ne kadar dördü de genel olarak federal hü­ kümeti güçlendirecek hamleleri destekledilerse de, Madison ve W ilson genelde daha demokratik bir cumhuriyet lehinde bir tasarı sunarken,

A1111yas11cılllr Neyi Bilemediler> l I 7

Hamilton ve Morris daha aristokratik bir cumhuriyeti destekleme eği­ limi göstermişlerdir.

Kurucuların Anayasasındaki Anti-demokratik Unsurlar Kurucuların anayasayı yaparken karşılaştıkları temel sorunlar bunlardı. Pek de sürpriz olmayan bir biçimde ilk anayasa, sonraki nesillerin de­ mokratik bir anayasanın sağlamasını istedikleri şartların oldukça uza­ ğında kaldı. Sonradan daha demokratik bir perspektifle tekrar gözden geçirilen Kurucuların Anayasasının en azından yedi önemli eksikliği vardı.

Kölelik: Birincisi, bu anayasa ne köleliği kaldırdı ve ne de bunu yap­ ması için Kongreyi güçlendirdi. Aslında anayasanın kölelik konusunda­ ki tavrı yalnızca Kongrenin 1 808'den 13 önce, köle ithalini yasaklamak için gerekli etkili güce sahip olmasını önlemedi, ayrıca ahlaki açıdan oldukça sevimsiz bir kurumun en çok itiraz edilen yan ürünlerinden bi­ rine anayasal bir zemin hazırladı: Özgür bir eyalete kaçmayı başarabilen bir kölenin, köle mülkiyetini elinde bulunduran köle sahibine iadesini zorunlu kılan "Kaçak Köle Kanunları." 14 Köleliğin yasaklanmasının bir yüzyılın dörtte üçü bir zaman alması ve bir iç savaşa mal olması, bizi en azından Anayasacıların temel belgesinin kutsal bir metin olarak görül­ mesinin gerekip gerekmediği üzerinde düşünmeye sevk etmelidir.

Oy Verme Hakkı: İkincisi, anayasa oy verme ile ilgili niteliklerin belirlenmesini eyaletlere bırakmakla oy verme hakkını garanti altına almada başarısız olmuşrur. 1 5 Dolaylı bir şekilde nüfusun yarısını, yani kadınları ve ayrıca Afrika kökenli Amerikalılar (African-Americans: zen­ ciler) ile Yerli Amerikalıları bu haktan mahrum etmiştir. 16 Bildiğimiz gibi kadınların oy verme hakkının anayasal garanti altına alınması bir buçuk yüzyıl ve ayrıca Başkan ile Kongrenin, zenci Amerikalıların oy verme haklarını garanti altına almayı hedefleyen yasal düzenlemesinin sayıca azınlıkta kalan eyaletlerin etkili vetolarını aşabilmesi de yaklaşık iki yüzyıl aldı.

1 8 J Amerikan Anavasası Ne Kadar Demokratik>

Başkanın Seçimi: Üçüncüsü, yürütme gücü Anayasacıların niyet ve tasarımlarına göre, seçimi hem halk çoğunluğu hem de Kongre kont­ rolünden yalıtılan bir başkana verildi. Göreceğimiz gibi Anayasacıların, bu amaca ulaşma yolundaki ana tasarımları -halk görüşünün, seçilme­ sinde hiç etkili olmayacağı bir baş icracıyı seçecek olan istisnai özel­ liklere sahip bir grup adamdan oluşturduğu yapı- Amerikan halkının gittikçe büyüyen demokrasi dalgalarına sempati ile bakan ve aralarında bizzat James Madison'ın da bulunduğu liderlerce çoktan belli olmuştu. Muhtemelen Anayasacıların yaptığı hiçbir şey, siyasetin bir demokratik cumhuriyette alacağı şekli görmedeki kabiliyetsizliklerini daha keskin bir biçimde gözler önüne sermemiştir. (Sonraki bir bölümde Seçmenler Kolejinden daha fazla bahsedeceğim).

Senatörlerin Seçilmesi: Dördüncüsü, Senatörlerin halk tarafından değil altı yıllık bir görev süresi için eyalet meclislerince seçilmeleridir. 17 Her ne kadar bu düzenleme, aristokratik bir üst meclis oluşturmak iste­ yen Gouverneur Morris gibi delegelerin hırslarının ve isteklerinin geri­ sine düşmüşse de Senatörlerin halk kitlelerinden daha uzak ve belki de mülk sahiplerinin ihtiyaçlarına karşı daha hassas olmalarını sağlamaya yardımcı olmuştur. Dolayısıyla, Senato üyeleri tümü iki yılda bir se­ çimlere konu olan Temsilciler üzerinde bir kontrol mercii olarak hizmet verir hale gelmiştir. 18

Senato'da Eşit Temsil: Aristokratik Lordlar Kamarası'nın cumhuri­ yetçi bir versiyonu olacak olan bir Senato yaratma girişimi, daha önce gördüğümüz gibi tümüyle farklı bir soru üzerindeki uzun ve sert tar­ tışma ile bertaraf edildi: Eyaletler, Kongre'de eşit bir biçimde mi temsil edilmeli yoksa her iki meclisin üyeleri nüfusa göre mi belirlenmeli? Bu soru Konvansiyonun en sorunlu konularından birinin ortaya çıkmasına neden olmakla kalmadı; ayrıca anayasaya demokratik olmayan bir özel­ lik ekledi. Meşhur -ya da demokratik bir bakış açısından "kötü ün yap­ mış"- "Connecticut Uzlaşması" nın bir sonucu olarak her eyalet, daha önce gördüğümüz gibi nüfusuna bakılmaksızın, aynı sayıda senatörle temsil edilme hakkını elde etti. Her ne kadar bu düzenleme, hakları

Anayasacılar Neyi Bilemediler' / 1 9

e n çok çiğnenen azınlıkların temel haklarını ve çıkarlarını korumada başarısız olmuşsa da, birtakım stratejik ve hayli ayrıcalıklı azınlıklar örneğin köle sahipleri- daha az ayrıcalıklı azınlıkların tersine hükümet politikaları üzerinde orantısız bir güç elde ettiler. (Anayasadaki bu un­ sura daha sonraki bir bölümde tekrar döneceğim).

Yargı Gücü: Altıncısı, Kurucuların anayasası yargının, Kongre'den usulüne uygun olarak geçip başkan tarafından da imzalanan kanunları anayasaya aykırı ilan etme yetkisini sınırlamada başarısız oldu. Yargının işleyişinin nasıl olacağı hakkında delegelerin ne düşündükleri sonsuza dek belirsiz kalacak. Belki kafaları karışıktı; belki de sorunu tartıştık­ larında tam bir karara varamadılar. Fakat muhtemelen çoğunluk, fe­ deral mahkemelerin, federal mahkemelere gelmesi durumunda federal kanunların ve eyalet kanunlarının anayasallığı üzerinde karar vermesi gerektiği görüşünü benimsemişti. Yine de büyük bir ihtimalle ezici bir çoğunluk, federal yargıçların açık bir şekilde yargıya değil de yasama erkine ait olan bir sorumluluk olan hükümet yasaları ve politikalarını yapma işine katılmamaları gerektiği düşüncesindeydi. Ulusal Yargı'nın icracı ve yeter sayıdaki üyelerinin yargının politika yapma rolüne mu­ halefetleri, Ulusal Meclis eylemlerini veto etme yetkisine sahip bir göz­ den geçirme konseyi oluşturulması gerektiğini söyleyen ve Virginia Pla­ nı olarak bilinen teklife verdikleri karşılıkta güçlü bir şekilde görülür. Bu görüş Madison ve Mason tarafından savunulduysa da altı eyalete karşı üç eyaletin oyuyla reddedildi. 1 9 Yargısal veto başka, yargısal yasama ise bambaşka bir şey. Kong­ reden geçen kanunları veto etme yetkisini yürütme erkiyle paylaşan adaletin geçerliliği ve meşruiyeti hak.landa delegelerin bir kısmı ne düşünmüş olursa olsun, yargıçların bizzat kendilerinin, yasa-yapma ve ulusal politika belirleme yetkisine sahip olmaları gerektiği yönündeki bir öneriye en ufak bir destek vermeyeceğinden eminim. Ancak dele­ gelerin çalışmalarının sonucu eyaletin ve kongrenin eylem veya eylem­ sizliklerinin anayasallığını inceleme adı altında, federal yargının, daha sonra bazı durumlarda sadece yargısal politika yapma - veya isterseniz

20 [ Anıerika11 A11ayasası Ne Kadar Demokratik'

yargısal yasama deyin - olarak adlandırılabilecek şeylerle uğraşmasına zemin hazırlamak olmuştur.20

Kongreye Ait Yetkiler: Son olarak, Kongre'nin yetkileri federal hü­ kümetin ekonomiyi, tüm modern demokratik hükümetlerin benimse­ miş olduğu araçlarla düzenleme ve kontrol etmesini engelleyecek şekil­ de sınırlandı. Örneğin, vergi gelirleri üzerinde bir yetki olmadan değil sosyal güvence gibi önlemler, mali politikalar bile imkansız olur. Ve düzenleyici eylemlerin - demiryolu ücretleri, hava güvenliği, gıda ve ilaçlar, bankacılık, asgari ücret ve diğer birçok politika - kesin bir ana­ yasal dayanağı yoktu. Her ne kadar Kurucuları bu meselelerde öngörü­ süzlük ve basiretsizlikle suçlamak "aristokratik" bir tavır ise de21 anayasa değişmedikçe veya anayasa hükümleri kahramanca yorumlanmadıkça - mahkemelerin benim daha önce "yargısal yasama" diye adlandırdığım rolünü hatırlayın - bu anayasa daha sonra gelecek olan ve çoğunluğu elinde bulunduran grubun temsilcilerinin, karmaşık bir tarım-sonrası toplumundaki verimlilik, yeterlilik ve güvenliği başarmak için gerekli olduklarına inandıkları politikaları üretmelerini önleyecektir. Kurucuların anayasası on sekizinci yüzyıl standartları ile değerlen­ dirildiğinde ilerici bir anayasa olabilir. Ancak demokratik yönelimleri olan gelecek nesiller, bu anayasanın bazı demokratik olmayan özellikle­ rini itiraz edilebilir ve hatta kabul edilemez bulacaklardır. Madison bile sessiz ve demokratik bir devrimin başlamak üzere olduğunu tahmin etmiyordu -aslında belki de edememişti. Amerikan devrimi kısa bir süre içinde yeni ve öngörülemeyen bir safhaya giriyor­ du.

Kurucuların Anayasası Acil Demokratik İhtiyaçları Karşılamaktadır Amerikan cumhuriyetinin ve anayasasının olağanüstü düzeyde erdemli ve zeki liderlerin ürünü olduklarını düşünmek isteyebiliriz. Ancak bir yönetimin cumhuriyetçi ilkelerine adanmış ve bu ilkelere uygun bir şe-

Anayasacılar Neyi Bilenıediler? l 2 1

kilde kendilerini yönetme kabiliyeti olan b i r vatandaş topluluğu olmak­ sızın anayasa kısa bir süre sonra bir kağıt parçasından fazla bir şey ifade etmeyecektir. Tarihsel tecrübenin göstereceği gibi demokratik düşünce ve inanışların kırılgan olduğu veya hiç olmadığı ülkelerde anayasalar gerçekten de kısa bir süre sonra birer kağıt parçası haline dönüşmüşler­ dir. Kısa süre sonra ihlal edilmişler veya unutulmuşlardır. Amerikan demokratik cumhuriyeti ne kadar zeki ve ileri görüşlü olurlarsa olsunlar sadece liderler tarafından yaratılmadığı gibi sadece liderler tarafından da ayakta tutulamazdı. Elbette genel çerçevenin bir cumhuriyet için uygun olabileceğini onlar düşünmüşlerdi. Fakat yeni cumhuriyetin hızlı bir biçimde demokratik bir cumhuriyet olmasını sağlayan Amerikan halkı ve Amerikan halkının taleplerine cevap veren liderlerdi.

Erken Cumhuriyet Aşaması. Bir cumhuriyetçi hükümeti ayakta tut­ mak için gerekli olan fikirler, pratik ve uygulamalar ve siyasi kültür Amerikalılara kesinlikle yabancı değildi. Neredeyse bir gecede dikta­ törlükten demokratik biçimlere ve çoğu kere de hemen ardından kaos veya yeniden diktatörlüğe geçmiş bazı ülkelerin aksine 1 787 yılı itibarı ile hükümet konusu üzerinde Amerikalıların 1 50 yıldan beri birikimli oldukları belli bir tecrübesi vardı. Uzun süren sömürge dönemi hem liderlere hem de sıradan insan­ lara kendi kendini yönetmenin gereklilik ve şartlarına alışabilme adına önemli sayılabilecek fırsatlar sağladı. Bu fırsatlar arasında kasaba top­ lantıları formunda doğrudan seçim ve sömürge meclislerine temsilci seçimi gibi seçenekler öne çıkmaktadır.22 Her ne kadar meşhur ilk iki paragrafında Bağımsızlık Bildirgesi bazı yeni ve parlak iddialar sergi­ lemiş ise de bu belgenin geri kalan kısmında-ki bugün çok az insan bu kısımları okuma zahmetine katlanıyor-belgenin yazarlarının bir dönem İngiliz vatandaşı olarak kullandıkları hakları ihlal ettiği gerekçe­ siyle biraz da abartılı bir biçimde İngiliz kralını protesto ettiklerini çok kolayca unutuyoruz.

22 I Amerikan Anayasası Ne Kadar Denıokmtik'

Cumhuriyet Dönemi. Halkoyuna dayalı bir cumhuriyet kurulması­ nı öngören bir sonraki aşama ise 4 Temmuz 1 776 tarihinde son derece iddialı bir beyanname ile başladı: "Bütün insanlar eşit yaratılmışlardır." Beyanname aslında basitçe İngiltere'den bağımsızlığın kazanılmasının çok ötesine giden bir dizi hadisenin başlangıcına da işaret etmektedir. Tarihçi Gordon Wood' un ''Amerikan tarihindeki en ütopik hareket"23 diye isimlendirdiği bu girişim ile Beyanname ayrıca inanış, uygulama ve kurumlarda o tarihten itibaren devam edegelen demokratik bir dev­ rim-daha doğrusu bir evrim-i ateşlemiştir. Bağımsızlıktan sonraki yirmi senelik dönem de halkın kendi kendini yönetebilmesi ile ilgili uygulamalarda daha derin bir tecrübe sağlamıştır. Ayrıca bu tecrübenin son derece dar bir zümreye mahsus olduğunu da düşünmemek gere­ kir. On üç eyaletin bir kısmında çok sayıda yetişkin erkek bu konuda önemli tecrübeler edinmiştir. 24

Demokratik Bir Cumhuriyete Doğru. Uzun kolonyal ve bağımsızlık sonrası tecrübesi, yeni cumhuriyet daha demokratik bir cumhuriyete dönüştüğünde devrimin bir sonraki aşamasında Amerikalıların sarf et­ tiği çabalar için sağlam bir temel oluşturmuştur. Kesin olarak şunu söy­ lemek mümkün: on sekizinci yüzyılın sonunda çok az sayıda Amerikalı Beyanname prensiplerinin ve demokratik vatandaşlık uygulamalarının herkese tekabül ettiğini söyleyebilecek durumdaydı. 25 Amerikalıların, sadece Beyannamede ifade edildiği gibi yalnızca tüm erkeklerin değil bütün kişilerin eşit yaratıldığına inanmaya eğilimli hale gelebilmeleri için demokratik inanışlarda iki yüzyıllık bir evrimin meydana gelmesi gerekmiştir. Fakat yine de son derece büyük ve süregi­ den istisnaları hatırda tutarsak dünyanın başka bölgelerindeki standart­ lara göre Amerikalılar arasındaki eşitlik düzeyi dikl i B I

ince bir iş olabilir. Eğer bir seçmenin partisi koalisyon hükümetinde yer almak istiyorsa, bu hükümette yer bulabilmek için hangi tavizleri ver­ mek zorunda kalacaktır? Buna karşılık çoğunlukçu sistemde seçmen­ lerin genelde iki gerçekçi seçeneği olduğundan hükümetin iki büyük partiden birinin yönetiminde ne tür bir tutum takınacağını kestirmede daha kolay karar verilebilecektir.99 Bu çerçevede yapılacak bir meşrulaştırma çoğunlukçu sistemin ter­ cih edilmesi için önemli bir destek sağlayacaktır. Ancak ne kadar çekici olursa olsun, çoğunlukçu bakış açısı kolayca gerçeğe dönüşmez. Her şeyden evvel, nominal olarak çoğunlukçu sistem uygulayan az sayıdaki ülkede Powell' ın işaret ettiği gibi, seçmenler bir partiye ve hatta seçim öncesi bir koalisyona çoğunluk desteği vermeyi reddederler. Çoğun­ lukçu sisteme sahip altı ülkede 1 969 ile 1 994 tarihleri arasında yapı­ lan kırk-beş seçimde sadece 1 975 yılında Avustralya'da ve 1 9 8 1 yılında Fransa'da bir parti veya seçim öncesi koalisyon seçmen çoğunluğunun desteğini elde etti. Kısacası, Amerikan başkanlık seçimlerinde olduğu gibi, çoğunlukçu sistem sıklıkla seçmenlerin çoğunluğunun seçimleri­ ni yansıtan bir hükümetin kurulmasını sağlama konusunda başarısız­ lığa uğramaktadır. İkincisi, çoğunlukçu sistemde sandalyeler ile oylar arasındaki çarpıklık bazen oyların çoğunu b ile alamayan ve esasında seçimde ikinci gelen bir partiye sandalyelerin çoğunu kazanma fırsa­ tı vermektedir. Bu durumlarda seçmenler arasında azınlık olan parti mecliste çoğunluk partisi haline gelmektedir. Üçüncüsü, çoğunlukçu sistemlerde bile, pratikte iki parti siyaseti son derece nadir görünen bir durumdur. Bu durum göründüğünde de sanılandan daha zayıf bir si­ yasi çerçeve sunmaktadır. Diğer bir ifadeyle, İngiltere'deki Liberal De­ mokratlar gibi, üçüncü bir parti iki büyük partiden herhangi birinin, sandalyelerin çoğunu elde etmiş olsa bile oyların çoğunu kazanmasına engel olmaktadır. 1 00

82 J Amerikan Anayasası Nı· Kadar De111okmıik'

Oyd3_§mayı Teşvik Etmek Orantılı sistem çoğunlukçu sisteme göre daha adil olsa da birçok Ame­ rikalı hakkaniyetin fiyatının çok yüksek olduğunu söyleyecektir. Çok sayıda partinin iktidar için yarıştığı herhangi bir ülkede siyasi bölünme ve tartışmanın olacağını ve nihayetinde istikrarsız ve etkisiz ve verimsiz koalisyonların hakim olacağını varsayarlar. Bu yaygın Amerikan görüşü ne kadar geçerlidir? Bu görüşün tam tersine, demokratik ülkelerde orantılılık ve çoğun­ lukçuluk arasında karşılaştırma yapan incelemenin öncü ismi Arend Lijphart orantılı sisteme "oydaşmacı hükümeder" demektedir. 1 0 1 Ve gayet yerinde bir iddiayla, geçmiş siyasi tecrübenin de gösterdiği üzere orantılı sistem her zaman, örneğin İsrail'de olduğu gibi, derin siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik bölünmüşlükleri ortadan kaldıramasa da orantılı sistem bazen iç barışın kurulmasına yardımcı olabilir, rakipler arasında uzlaşma imkanı sağlayabilir ve yalnızca hükümet politikaları için değil ayrıca ülkenin siyasi düzenlemeleri için de uygun geniş bir uzlaşı üretebilir. Üç örnek vereyim. Hollanda'da, 1 02 dini ve ideolojik farklılıklar ül­ kenin dört önemli gruba bölünmesini de beraberinde getirmiştir: Pro­ testanlar, Katolikler, Liberaller ve Sosyalistler. Bu dört grup, kendi ku­ rumları, gazeteleri, radyoları, okulları, sendikaları, hastaneleri, ikamet yerleri, evlilikler vb. ile birbirlerinden ayrılarak tamamen birbirinden farklı alt kültürler haline gelmişlerdir. Yirminci yüzyılın başlarında nis­ pi temsil sistemi kurulduktan sonra bu grupların her biri ayrıca kendi siyasi partilerini desteklemeye başladı. Bekleneceği üzere ondokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın başında, bu dört alr kültür arasın­ daki bölünmeler, eğitim, oy verme ve kullanma hakkı ve işçilerin hak­ ları gibi konularda ciddi ve sert çatışmalara neden olmuştur.

l 9 l 3'ten

1 9 1 7 yılına kadar bu gruplar kabul edilebilir ödünler üzerinde mü­

zakere yürütmekle kalmadı ayrıca kendilerini temsil eden dört siyasi partinin kabinede de temsil edilmesi üzerinde karar birliğine vardılar.

Ana)'tlsııl Sistem Ne Kadar İyi İşliyor? j 83

Kısaca söylemek gerekirse bir uzlaşı hükümeti kurmuş oldular. Dört alt kültür arasında süregiden bölünme ve ayrışmaya rağmen, yüksek düzeyde kurumsallaşmış kapsayıcı sistem, demografik değişiklikler ve farklılıkların yoğunluğundaki düşüş bütün partilerin her kabinede tem­ sil edilmesi ihtiyacını azaltmaya başladığı zamana kadar yarım yüzyıl boyunca ayakta kaldı. Buna rağmen bugün bile Hollanda hükümetleri hükümette çoğunlukçu kontrolden ziyade kapsayıcılığa ve uzlaşmaya vurgu yapmaya devam etmektedirler. Ya da dört ulusal dili-Almanca, Fransızca, İtalyanca ve küçük Ro­ man dili konuşan topluluk-ondokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar ciddi çatışma kaynağı olan iki büyük dini (Protestan ve Katolik) , din ve dil açısından kendi içinde bile ciddi farklılıklar gösteren bir düzi­ neden fazla kantonu olan İsviçre'yi düşünün. Bu alt kültürler arasında çatışma ihtimalleri üzerinde durmak isterseniz, Balkanlarda olduğu gibi İsviçre'nin de yoğun tartışma ve çatışmalar ile kaynaması gerektiğini ve hatta ulusal çöküşün kenarına geldiğini söyleyebilirdiniz. Ama prag­ matizm, sağduyu ve İsviçrelilik ulusal bağlılığı 1 9 5 9 yılında bu farklı grupların orantılı bir sistem kurmalarını sağladı. Bu orantılı sistemde farklı alt kültürleri temsil eden dört büyük siyasi partinin temsilcileri yürütmenin ana organı olan federal konseyde (Bundesrat) genelde tem­ sil edilmektedir. Çoğunlukçu sistemin İsviçre ve Hollanda'da farklı alt kültürler ara­ sında geniş bir uzlaşıya dayalı hükümet arayışını olağanüstü derecede zor hale getireceğini söylemek gayet yerinde bir saptama olacaktır. Çok farklı bir durum İsveç'te yaşanmaktadır. Son derece homojen bir top­ lum olan (Yakın dönemdeki göçmen akınına kadar) İsveçlilerin uzun ve yerleşik bir uzlaşı siyaseti bulunmaktadır. Her ne kadar İsveç par­ lamentosunun çıkışı yüzyıllar öncesine gidiyorsa da demokratikleşme görece olarak bu topraklara daha geç dönemlerde ulaştı. 1 9 1 7 yılına kadar başbakanı seçme yetkisi parlamentonun değil kralın elinde bu­ lunmaktaydı. Bu anlamda İsveç demokrasisinin 1 9 1 7 yılında başladığı­ nı söyleyebiliriz. Ancak henüz yirminci yüzyılın başlarında parlamento

84 J Amerikan AnayasaSI Ne Kadar Demokratik'

seçimlerinde nispi temsil halihazırda uygulanıyordu. Ancak ne nispi temsil ve ne de demokratikleşme İsveç'in uzlaşı geleneğini azaltmadı. İsveçli bir siyaset bilimcinin yazdığı gibi, İsveç siyasi geleneğinde "hesap verebilirlik" nadiren bir değer olarak zikredilir. Onun yerine başk bir strateji ile meşruiyet teşvik edilir. Muhalefetteki partiler ile yetkilerini paylaşarak ve onları ülke yönetimine dahil ederek, hükümet bir bütün olarak halkın temsilcisi ve sonuç olarak da herkesin bağlı olduğunu his­ settiği bir güç haline gelmektedir. Uzlaşmayı sağlamak, ortak bir po­ litika benimsemek ve halkın iradesini yakalamak İsveçli politikacıların motifleri olarak ilan edilmiştir. Temsil kabiliyeti siyasi kültürün merkezi normu konumundadır. Hı.> Amerikan perspektifinden bakıldığında bu sonuç inanılmaz gibi görünebilir. Hollanda ve İsviçre'dekinin tam aksine, İsveç kabineleri, parlamentoda aslında sandalyelerin çoğunluğunu elinde bulundurma­ yan bir parti veya koalisyondan oluşur. Geçtiğimiz yüzyılda bu ülke­ de azınlık hükümetleri sıklıkla kurulmuştur. Hükümetlerin 1 920'den 1 994 yılına kadar elde ettiği ortalama parlamento desteği yüzde 4 1 , 5 düzeyindedir. Tabi bu durumda azınlık hükümetlerinin nasıl iş yapabil­ diklerini ve hatta nasıl uzunca bir süre iktidarda kalabildiklerini merak ediyorsunuzdur. Öyle görünüyor ki burada cevap şu: hem parlamento­ da ve hem de ülke çapında geniş bir uzlaşı elde etmek için azınlık hü­ kümetleri bile hükümet dışında kalan partilerin temsilcileri ile müza­ kere etmektedirler. Kısaca söylemek gerekirse, azınlık hükümetleri dahi uzlaşma ile ülkeyi yönetmektedirler. Eğer Hollandalıların, İsviçrelilerin ve İsveçlilerin orantılı sistemi çoğunluk sistemine neden tercih ettiğini sorarsanız, cevap son derece basit ve açık: bu sistem onlara daha adil görünmekle kalmadı ayrıca hükümet politikaları için daha geniş bir uzlaşıya ulaşmalarına da yardımcı oldu. Dahası, orantılı sistem sadece politikalar için değil, demokrasi için de uzlaşmayı güçlendirir. Sebep ise orantılı sistemde daha az kaybedenin olmasıdır. Bu noktayı açıklığa kavuşturmak adına biraz abartıya gitmek pahasına da olsa şu açıkla­ mayı yapayım: çoğunlukçu sistemde tek kazanan, çoğunluk tarafında

Anayasal Sistem Ne Kadar İyi İşliyor> l 85

olan vatandaşlardır. Diğer bütün vatandaşlar, yenilen azınlık tarafın­ da oldukları için kaydeden konumundadır. Buna karşılık uzlaşma hü­ kümederinin olduğu orantılı sistemlerde herkes-yani hemen hemen herkes-kazanabilir. Tabi ki umdukları herşeyi değil; ama en azından hükümederinden tatmin olmalarına yardımcı olacak kadar birşeyler kazanırlar. Farz edelim ki bütün bu yargı ve açıklamalar ilginç spekülasyondan öteye gitmiyor. Bu durumda ikna edici bazı deliller göstereyim size. 1 04 1 990 yılında on bir Avrupa ülkesinde vatandaşların görüşlerinin sorul­ duğu bir ankette katılımcılara kendi ülkelerinde demokrasinin işleyi­ şinden ne kadar memnun oldukları soruldu. Ayrıca aynı katılımcılar kendi ülkelerindeki son seçimde nasıl oy verdiklerini de ifade ettiler. Her ülkedeki seçimin sonuçlarını bilen çalışmanın yazarları katılım­ cıları kazananlar ve kaybedenler şeklinde sınıflandırdı. Sonrasında bu onbir ülke en çoğunlukçu Britanya'dan en uzlaşmacı Hollanda'ya doğru sıralandı. Yazarlarının son derece sağlam diye nitelendirdikleri sonuçlar son derece açıktı: daha uzlaşmacı ülkelerde kaybedenler, kazananların kendi ülkelerinde demokrasinin işleyişinden tatmin oldukları kadar kendilerini tatmin hissetmişlerdir. Buna karşılık, daha çoğunlukçu ül­ kelerde kaybedenler tatmin olmadıklarını ifade ermişlerdir. Bu sonuçla­ rı başka bir şekilde tanımlayacak olursak, bir ülkede kazananların yüzde 70'inin buna karşılık kaybedenlerin ise yüzde 40'ının demokrasinin iş­ leyişinden tatmin olduklarını varsayalım. Diyelim ki bir başka ülkede kazananların yüzde 70'i ve kaybedenlerin de yüzde 6 5 ' i tatmin oldukla­ rını belirtmiş olsun. Biraz evvel bahsini ettiğim onbir Avrupa demokra­ sisi ile ilgili çalışmada demokrasinin işleyişinden duyulan memnuniyet arasındaki fark Britanya gibi en çoğunlukçu ülkelerden en uzlaşmacı Hollanda'ya doğru görünür bir azalma sergilemektedir. İngiltere'de söz konusu fark yüzde 25 iken Hollanda'da yüzde 5 seviyesindedir. 1 05 Üste­ lik bu sonuçlar, ekonomik performans, sosyo-ekonomik statü ve siyasi çıkar gibi faktörler de dikkat alındığında bile değişiklik göstermemiş­ tir. 1 06

86 I Amerika11 A11awısası Ne R;ufar Dmıokrarik'

Kısacası, eğer bir çoğunlukçu ülkede yaşıyorsanız ve sizin partiniz seçimde ikinci geldiyse, büyük bir ihtimalle ülkenizde demokrasinin iş­ leyişinden memnun olmayacaksınız. Ancak daha uzlaşmacı bir sistemi olan demohatik bir ülkede yaşıyorsanız ve partiniz ikinci veya üçün­ cü geldiyse, demokrasinin işleyişinden büyük ihtimalle memnuniyet duyacaksınız zira görüşlerinizin hükümette yine de temsil edileceğini bilirsiniz. Diyebilirsiniz ki bütün bunlar güzel de bir uzlaşma sistemi, vatandaşları ilgilendiren problemleri çözebilen etili bir hükümet ürete­ bilir mi? Çoğunlukçu hükümetler daha etkili ve verimli çalışmaz mı? Özelde de bizim Amerikan anayasal sistemimiz birçok uzlaşma hükü­ metleri kadar etkili ve verimli ve hatta vatandaşların istediklerini yerine getirme konusunda birçoğundan daha başarılı olmadı mı? Bu sorulara birazdan döneceğim. Ama bundan önce anayasal sistemimizin bir önemli özelliğine dik­ katinizi çekmek istiyorum: Amerikan anayasal sistemi çoğunlukçu değil.

Üç çoğunluk. İki partinin herhangi diğer yerleşik demokrasiye göre siyasi yaşantımızda daha hakim olduğu doğrudur. Yine de bir parti sa­ dece başkanlığı değil Senato ve Mecliste de çoğunluğu kazandığında üç farklı çoğunluk aslında artık hayattadır; bu üç çoğunluğunun hiçbiri diğeri ile uyuşmaz. Ve onların temsilcileri aynı kararda olmayacaktır. Bunun arzu edilebilir olmadığını söylemiyorum. Ama sistemimizin di­ ğer özellikleri ile birleştiğinde bu durum istenmeyen sonuçların doğ­ masına neden olur.

Bölünmüş hüküınet. Bir partinin üç alanın tümünde de kontrolü kazanmayabileceğini söyleyebiliriz. Hatta geçtiğimiz yarım yüzyıl bo­ yunca başkanlığın ve Kongrenin her iki kanadının tek bir parti tara­ fından kontrolü nadiren görülen bir olay olmuştur. David Mayhew'in

Divided We Govern isimli kitabında da belirttiği gibi, "İkinci Dünya Savaşından beri Amerikan ulusal hükümetinin bölünmüş parti kont­ rolü normal görülmeye başlamıştır." 107 l 946'dan 2000 yılına kadar bu üç alan her on yılda altı yıl kadar iki parti arasında bölünmüştür. Bizim anayasamız bölünmüş hükümete izin vermekle kalmıyor, ayrıca bölün-

Aıırıwısal Sistem Ne Kadar İyi İşliyor; l 87

müş hükümeti de önleyemiyor. Ve mevcut bölünmeleri yeniden üreten veya başkalarını başlatan ve belli aralıklarla yapılan seçimlerden başka da bir çözüm sağlayamıyor. Bölünmüş yönetim önemli mi? Diğer bir deyişle, bölünmüş yö­ netimin dönemleri, yasamayı gerektiren ulusal politikalar üzerinde üç alanın belli bir karara varmasını daha mı zor hale getirmektedir? Kı­ sacası, bu dönemler, daha kolay mı tıkanıklığa neden olmaktadır? Bu konudaki bulgular karışık. 1 946 ile 1 990 yılları arasında yapılan seçim­ ler ile ilgili önde gelen bir çalışmada David Mayhew, önemli yasalar ile parti kontrolünün bölünmüş olup olmadığı arasında dikkate değer bir ilişki bulamamıştır. 108 Ancak 1 947 ile 1 994 yılları arası dönemin bir başka analizi de önemli yasama girişimlerinin birleşik yönetim dö­ nemlerinde daha kolay yasalaştığını ortaya koymaktadır. Bölünmüş ve birleşik yönetim arasındaki fark özellikle iki partiden daha aktivist olan Demokratların her üç alanı da kontrol ettiği zamanlarda daha belirgin hale gelmektedir. 109

Başkan: uzlaşmacı, çoğunlukçu, hiçbiri, her ikisi? Siyasi kurumların bu karmaşık yapısının zirvesinde Amerikan başkanlığı yer almaktadır. Böylesi bir sistem ya da yapının yerleşik demokrasilerin ve hatta göre­ bildiğim kadarı ile normal demokrasilerin hiçbirinde eşi veya benzeri bulunmamaktadır. Bizdeki başkanlık sistemini uzlaşmacı ya da çoğun­ lukçu kategorilerinden birine sokmak neredeyse imkansızdır. Keskin bir sınıflandırmanın önündeki bir engel, başkanın rollerinin birleşimi­ dir. Her şeyden önce, diğer eski demokrasilerde başbakanın ve sembolik devler başkanının rolleri ayrılmış olsa da bizim sistemimizde bu roller sadece anayasal anlamda değil halk beklentileri anlamında da birbirine karışmıştır. Biz başkanımızın hem yürütmenin başı ve hem de sembo­ lik, törensel, Amerikan tarzı seçilmiş kral ve ahlak önderi olarak hizmet vermesini bekliyoruz. Bu karışık roller başlangıçtan beri varlar. Her ne kadar ilk yıllarda basında başkanların ağız bozukluğu şu anda kabul edilebilir gözüken sınırları sıklıkla aşmışsa da, makamın saygınlığını korumak için baş-

88 \ Amerikan Anayasası Ne Kadar Demokratik!

kanlar nadiren, belki resmi olay ve törenler dışında halka hitap etmiştir. Ve halka hitap ettiklerinde de yine nadiren kendi politikalarını tartış­ mışlardır. Bu açıdan bakıldığında başkanlarımız politikacılardan ziya­ de kral ya da törensel devlet başkanları gibi hareket etmişlerdir. Hatta l 830lara kadar başkan adayları kampanya konuşması dahi yapmamış­

lardır. Ve Woodrow Wilson 1 9 1 2 yılında yüzyıllık bir tabuyu yıkana kadar hiçbir başkan kendi adına meydan okumamıştır. 1 10 Ancak Andrew Jackson'dan başlayarak başkanlar sırf seçildikleri için tek başlarına bütün halkı ya da en azından halkın çoğunluğunu temsil ettikleri iddiasını ileri sürmeye başlamışlardır. Başkanlardan ba­ zıları seçildikleri için kendi politikalarını uygulama hususunda artık görevli olduklarını iddia etmişlerdir. Bu iddianın kabul gördüğü ölçüde halk egemenliğinin sağladığı meşruiyete bürünerek başkanın politika­ larının kabul edilebilirliği artacaktır. Yeni seçilen başkanların görevlen­ dirildikleri iddiasına sıklıkla atıfta bulunmalarına rağmen, bu iddiayı desteklemeniz beklenen varsayım zincirlerine daha yakından baktığı­ nızda aslında aradaki bağlantının giderek zayıfladığını görürsünüz. 1 1 1 Başkan için nasıl oy verdiklerinden başka hiçbir şeyden seçmenlerin görüşlerinden bir sonuç çıkarmak olağanüstü düzeyde bir inancı ge­ rektirmektedir. Her ne kadar sistematik kamuoyu araştırmaları halkın tavırları ve beklentileri ile ilgili sağlam bir zemin elde imkanı sağlıyor olsa da, sadece seçim sonuçlarına dayanarak bir başkanın yönetme ve kendi politikalarını uygulama yetkisi ve görevi elde ettiği iddiası bir yüzyıldan öncesine dayanmaktadır. l 940larda sistematik kamuoyu araştırmalarının başlamasından itibaren bile başkanlar ve takipçileri, bir görevleri olduğu iddialarını, başkanlık politikalarının seçmen tercihleri ile uyuşup uyuşmadığı ile ilgili kesin bir fikir vermeyen seçim sonuç­ larına dayandırmaya devam etmişlerdir. l 940lardan itibaren bu ahenk seçim sonuçlarını okumaktan çok kamuoyuna ve görüşüne yöneltilen vicdanlı bir dikkatten gelmeye başlamıştır. Belli ulusal politikaları teşvik etme çabaları ile birlikte Amerikan halkını temsil etmek ile ilgili başkanların iddiaları Amerikan başkan-

Anayasal Sistem Ne Kadar İyi İşl�yor? J 89

lığını ayıran rollerin genel bir karışımında temel unsurlar olup bu da bu sistemin ne çoğunlukçu ve ne de uzlaşmacı olmadığını gösterir. Rollerin bu iç içe geçmesi Amerikalılar tarafından kabul ediliyor gibi görünmektedir. Görünen o ki başkanlarımızın aynı anda hem üstün ye­ tenekli devlet adamları ve hem de kurnaz politikacılar olmalarını istiyo­ ruz. Onların hem gündelik politikaların gerçek dünyasında ve hem de siyaset üstü hayali bir dünyada yaşamalarını bekliyoruz. Birçoğumuz, bir başkanın iktidarda başarılı olmak için aktif ve güçlü bir partili, bir parti lideri, bir görüşmeci ve de vaatlerin ve politikaların gerçekleşmesi için hem oyları ve hem de desteği sağlamak adına Kongreyi tehdit eden, zorlayan, ona rüşvet veren ve aldatan bir kişi olması gerektiğini anlayış­ la karşılıyoruz. Ama aynı zamanda başkanımızın hepimiz için bir ahlak örneği olmasını, zeka, bilgi, anlayış, şefkat ve karakter gibi üstün nitelikleri örnek alabileceğimiz bir ikon olarak görünmesini de bekliyoruz. Ancak hiçbir ölümlü bu muhteşem standartları sağlayamayacağı için de görev­ deyken bir başkana karşı vahşi olabiliyor ve öldükten sonra da hatırasını yüceltebiliyoruz. İktidardayken bir başkanı bir çizgi roman haydudu gibi tasavvur edebiliyoruz. Ancak Beyaz Saraydan ya da bu dünyadan ayrıldıktan sonra ise bu kısmı unutuyor ve oldukça asil ve örnek bir figür imajı çiziyoruz. Başkanlık ile ilgili kafa karışıklığı Amerikan kültüründe çok derin bir şekilde kendini göstermektedir. Çocukken başkanlarımız için dua etmeyi öğreniriz. 1 12 Yetişkin olduğumuzda ise seleflerinin başardıklarını başaramadıkları için onları bolca ve aşırı bir biçimde yereriz. Başkan adayları arasında seçim yaparken mükemmellik ararız; ancak yine de tek gerçekçi seçimimiz, siyaset hayatının gerektirdiği ahlaki belirsiz­ likler ile yaşayan kusurlu insanlar arasındandır. Kısacası, bir Amerikan başkanının oynaması beklenen imkansız karmaşık roller, sadece ikti­ dardaki başkana değil, Amerikan seçmenlerine de büyük ve ağır bir yük yüklemektedir.

90 J Amerikrı11 Aıırıyrısrısı Ne Krıdrır Dmıokmrik;

Hesap verebilirlik. İcraatlarından dolayı bir hükümeti sorumlu tutmak seçmenler için daha da ağır bir yük olabiliyor. Hükümetimi­ zin yaptıkları ile ilgili olarak kimi sorumlu tutabiliriz? Sandığa gitti­ ğimizde, ulusal politikaların başarı veya başarısızlıkları ile ilgili olarak kimden hesap soracağız? Başkan? Temsilciler Meclisi? Senato? Seçimle işbaşına gelmeyen Yüksek Mahkeme? Ya da federal sistemimiz diklrnte alındığında, hükümetlerin ulusal yönetimin bir mikrokozmu olduğu eyaletler mi? Hayatını siyaseti anlamaya ve çalışmaya adamış kimseler için bile bunlar cevaplandırması oldukça güç sorular. Örneğin ben, diğer ileri demokratik ülkelerin siyasi sistemleri ile kıyaslandığında bizimkinin en karmaşık, kafa karıştırıcı ve anlaması zor sistem olduğunu düşünme eğilimindeyim. Bu durumda, ne orantılı ve ne de çoğunlukçu olmayan melez sistemimizin her ikisinin de avantajlarından mahrum olduğunu ve her ikisinin de eksikliklerini taşıdığını görebiliriz. Sistemimiz orantılı vizyonun vadettiği hakkaniyeti sağlayamadığı gibi, çoğunlukçu vizyo­ nun vaat ettiği hesap verilebilirliği de sağlayamamaktadır.

Demokratik Verimlilik Bütün bunlara karşı şunu diyebilirsiniz: karşılaştırmalı bir perspektiften bakıldığında Amerikan hibridinin ve melez örneğinin bazı eksiklikleri varsa da, Amerikan vatandaşlarını ilgilendiren konularda en az diğer hükümetler kadar etkili değil midir? Bir kez daha tekrarlamakta fayda var; bazı ciddi metodolojik prob­ lemlerle yüzleşmeden bu soruya kesin bir cevap vermemiz mümkün değil. Bizim yirmi iki demokratik ülkemiz birbirlerinden o kadar çok konuda farklı ki anayasal sistemlere atfedebileceğimiz özellikleri belir­ lemek imkansız denecek kadar zor bir iş. Örneğin büyüklüğü ele alın. Birleşik Devletlerin nüfusu Norveç' in nüfusunun altmış katı, Dani­ marka'nınkinin elli, İsviçre'ninkinin otuz yedi ve Tampa (Florida) 'nın

Anaı•asal Sistem Ne Kadar fyi İşliyor' l 9 1

nüfusundan daha az nüfusa sahip olan İzlanda'nın nüfusunun neredey­ se bin katı kadar. Nüfus büyüklüğünün demokratik siyasal hayat üzerindeki etkile­ rini ölçmek zor olsa da bu etkilerin göz ardı edilmesi mümkün değil. 1 1 3 Ya da çeşitliliği düşünün: çok genel olarak şunu söylemek müm­ ki.i n: çeşitlilik, büyüklük ile birlikte artma eğilimi gösterir. 1 14 Yine diye­ bilir miyiz ki, ABD İsviçre'den veya komşumuz Kanada'dan daha fazla çeşitlilik arz eder? Bir değişken daha ekleyin: nispi zenginlik. Norveç ve Kosta Rika nüfusları bakımından görece olarak oldukça küçük olsalar da -Nor­ veç'in nüfusu yaklaşık 4 , 5 milyon, Kosta Rika'nın ki ise yaklaşık 3,7 milyon- Norveç'in GSMH'si Kosta Rika'nınkinden on dört kat daha fazla. 1 1 5 Bu büyüklük, çeşitlilik ve görece zenginlikteki farklılıklar siyasi ha­ yatı ve kamu politikalarını ne kadar etkiler? Sözü geçen ulusal farklılık­ ların yarattığı güçlüklere rağmen karşılaştırmalı veriler bize Amerikan performansını diğer gelişmiş demokratik ülkelerin performansları ile karşılaştırmamıza yardımcı olabilir. 1 16 ABD, mahkumların genel nü­ fusa oranı, fakir-zengin oranı, ekonomik büyüme, sosyal güvenlik har­ camaları, enerji verimliliği, dış yardım ve benzeri gibi konularda diğer yerleşik demokrasiler ile karşılaştırıldığında performansının etkileyici olmaktan uzak olduğu görülür. (Bakınız Ek B, Tablo 5 ) . Ülkemizin birinci olduğu iki alan ise gurur duyamayacağımız başarılar. Hapse koyduğumuz kişilerin bütün nüfusumuza oranında açık ara birinci­ yiz. Yine zenginlerimizin fakirlerimize oranı da birçok ülkelerdekinden daha yüksek. Seçimlere katılım oranı, enerji verimliliği ve yasama or­ ganlarında kadınların temsil edilme oranlarında da en son sıralardayız. Dahası ekonomik büyümedeki iyi görüntüye rağmen sosyal güvenlik harcamalarında açık ara sonuncuyuz. Son olarak birçok Amerikalı, di­ ğer ülkelere yapılan dış yardımlarda çok cömert olduğumuza inansa da bu konuda da on dokuz demokratik ülke arasında en sondayız.

92 I Amerikan Anayasası Ne Kadar Demokratik>

Otuz-altı ülkedeki nispi temsil ve çoğunlukçu sistemleri karşılaş­ tırdığı çalışmasında Arend Lijphart şu sonuca varmıştı: "çoğunlukçu demokrasiler, makroekonomik yönetim ve şiddetin kontrolünde nispi temsil demokrasilerinden daha iyi bir performans -aslında küçük bir farkla- göstermemektedir; ancak nispi temsil demokrasileri, demokra­ sinin kalitesi ve demokratik temsilin yanı sıra benim kamu politikası oryantasyonlarının nazikliği ve yumuşaklığı diye adlandırdığım konuda çoğunlukçu demokrasilerden çok daha iyi bir performans sergilemek­ tedir." 1 17 Lijpharr'ın vardığı sonucu başka bir şekilde ifade edecek olursam, bizim hibridimizin tam olarak çoğunlukçu ya da tam olarak nispi tem­ sil esasına dayalı sistemlerden daha iyi b ir performans gösterdiğine dair hiçbir ikna edici delil bulamıyorum. Aksine diğer demokratik ülkelerle karşılaştırıldığında bizim performansımızın çok da iyi olmadığı görün­ mektedir. Performansımızın anayasal sistemimizle ne kadar ilgisi var? Bu bağlantının ölçüsünü bulmak olağanüstü derecede zor, belki de imkan­ sız olduğu için ben bu görevi başkalarına bırakıyorum. 1 1 8 Ancak şu açık görünüyor ki temel hakların korunması, adaletli temsil ve daha fazla uzlaşı gibi demokratik hedeflere ulaşmak için tasar­ lanan bir demokratik sistem mutlaka hükümet verimliliği ve demok­ ratik sistemin kendisinin daha az istikrarlı olması pahasına kurulmak zorunda değildir. Eğer durum böyleyse, mevcut Amerikan Anayasası'na her türlü muhtemel alternatifi ciddi bir şekilde değerlendirmemiz gerekmez mi? Veya en azından anayasamızın kutsal bir metin olduğunu düşünmeye son verip onun iyi veya kötü, demokratik bazı hedeflere ulaşmak için bir araçtan başka bir şey olmadığını düşünmeye başlamanın zamanı değil midir?

..

..

6. BOLUM

Neden Daha Demokratik Bir Anayasa Olmasın?

Ş

u soruyu sorarak başlamıştım: biz Amerikalılar, niçin Anayasamızı tutmak zorundayız? Şimdi soruyu biraz değiştireyim: ne tür bir ana­

yasayı tutmakla kendimizi yükümlü hissetmeliyiz? Tabi ki bir Amerikan anayasası -mutlaka şimdiki anayasamız ol­ mak zorunda olmayan, dikkatli ve uzun bir tartışmadan sonra bizim ve vatandaşlarımızın, temel siyasi hedeflerimize ve değerlerimize en iyi şekilde hizmet edecek şekilde tasarlanmış olduğu sonucuna varacağı bir anayasa- kastediyorum.

Bir Ulusal Sembol Olarak Anayasa Şunun çok iyi farkındayım ki, bu kitapta yaptığım gibi, Anayasa hak­ kında çekincelerimi açıklarken ulusal bir ikona taş atmakla suçlanabili­ rim. Bir tarihçinin geçenlerde belirttiği gibi "kurucu ataların zamanın­ dan beri, Anayasa hakkında kendini özellikle siyasi söylemde gösteren kursal bir alan olmuştur." İki dünya savaşı arası dönemde ise Anaya­ saya tapınma "dinsel bir kült haline geldi." 1 19 Anayasaya kursal bir ni­ telik atfeden bu tutum halen devam ediyor. 1 997 yılında bin yetişkin Amerikan vatandaşı ile yapılan telefon anketinde, yüzde 7 1 , "Anayasa ile gurur duyuyorum" ifadesine kesinlikle katılırken, yüzde 20 ise bu ifadeye katıldığını belirtmiştir. 1 20 1 999'daki bir ankette ise yüzde 8 5 , Amerika'nın geçen yüzyılda başarılı olmasının temel nedeninin Anaya­ sa olduğunu düşündüğünü ifade etmiştir. 1 21

93

94 I Amerika11 A11avasası Ne Kadar Demokratik'

İkonların, dini veya siyasi inançları güçlendirmedeki önemini göz ardı ediyor değilim. Ulusal uyumu arttırmada ritüelin ve mitin kul­ lanışlı olduğunu da inkar etmiyorum. Fakat ritüel ve mirlere, -ve de ikonlara- dayanan bir inanış ve fikir birliği bırakın bir demokrasi için, bir ulus için bile oldukça zayıf ve bir kırılgan bir temeldir. Bu nedenle bir alternatif sunmak istiyorum. Bana öyle geliyor ki, bir demokratik halk için tek meşru anaya­ sa, demokratik amaç ve sonuçlara hizmet etmek üzere tasarlanmış bir anayasadır. Bu açıdan bakıldığında, bir Amerikan anayasası, eşit vatan­ daşların, kendi rasyonel rızaları ile kurulan ve benimsenen kanunlar ve hükümet politikaları çerçevesinde kendi kendilerini siyasi olarak yönet­ melerine imkan verecek şekilde tasarlayacağımız bir anayasa olmalıdır. Bu öyle uçuk, gerçekleştirilmesi imkansız ve yeni bir görüş değil. Benim önerdiğim, bir anayasanın, meşruiyetini, iki yüzyıl kadar önce dünyaya ilan edilen moral ve siyasi bir değerlendirmeden almasıdır. Bu değerlendirme (birazcık değiştirilmiş şekliyle) şunu iddia ediyor:

Her insan eşit yaratılmıştır, her insana Yaratıcı tarafindan bazı bölünemez ve devredilemez haklar bahşedilmiştir; ki bu haklar arasında Hayat, Özgürlük ve Mutluluk Arayışını en başta say­ mak mümkün. Bu hakları güvence altına almak için bir halk içinde Hükümetler kurulur ve bu hükümetler adil ve meşru ik­ tidarlarını yô'netilenlerin rızasından alırlaı: Ne zaman ki bir hükümet şekli bu amaçları yerine getirmez, bu hükümeti değiş­ timıek vqa yıkmak ve temelini bu prensiplere dayandırarak ve kendi Güvenlik ve Mutluluklarını en olumlu şekilde etkileyecek şekilde yetkilerini organize ederek )'eni bir hükümet kurmak hal­ kın Hakkıdır. Fakat hemen iki soru ortaya çıkıyor. İlki, siyasi eşitlik gerçekçi bir hedef midir? İkincisi, bu gerçekten arzu edilir bir hedef midir? 122

Neden Daha Demokratik Bir Aıırıyma O/nımm'

l 95

Siyasi Eşitlik Gerçekçi bir Hedef midir? Yukarıda alıntı yaptığım değerlendirmenin açık bir şekilde yanlış oldu­ ğunu düşünebilirsiniz. İnsanların eşit olduğu iddiasına itiraz edebilir ve eşitlik hakkında bir gerçek varsa onun da insanların eşit olmadığıdır di­ yebilirsiniz. Genlerden, doğumdan, şanstan veya başka bir şeyden dola­ yı bizler eğitimde, kültürde, toplumsal ilişkiler ve iletişim becerilerinde, zekada, gelirde, zenginlikte vb. eşit değilizdir. Bu itiraz yaygın olsa da bu itiraz önemli bir noktayı gözden kaçırmamıza neden olabilir. Ame­ rikan Bağımsızlık Bildirgesi'ni yazan ve benimseyen kişilere böylesine temel ve basit meselelerin hatırlatılmasına gerek yoktu. Şurası açık ki, bu kişiler Deklarasyonun sadece bir gerçeğin ifadesi olarak anlaşılması­ nı kastetmemişlerdir. Onların istediği, Deklarasyonun daha çok moral bir ifade olarak anlaşılmasıydı. İnsan eşitliğinin bir ahlaki hatta dini bir standart olduğunda ısrar etmişlerdir. Ancak insan sınırlarının çok ötesine geçen ideal standartlar ilgisiz olabiliyor. S iyasi eşitlik, gerçekleşmekten o kadar uzak mı ki onu unu­ tabiliyoruz? Siyasi eşitlik hatta genel anlamda insan eşitliği önündeki büyük ve sürekli engelleri sizlere hatırlatmaya gerek dahi yok. 12' Erkek ve ka­ dınlara muamele farklıklarından doğan ve yüzyıllardır süren engeli dü­ şünün. Eşitlik hakkında bildik sözlerin biraz önce kendilerinden alıntı yaptığım yazarları ve Temmuz l 776'da Deklarasyonunun benimsen­ mesi yönünde oy veren İkinci Kıtasal Kongre'deki (Second Continen­ tal Congress) elli beş delegenin tümü erkekti. Belirtmek gerekir ki bu erkeklerin hiçbiri oy verme hakkını veya diğer birçok temel siyasi ve medeni hakkı, kadınları - ki kadınlar o dönemdeki ve takip eden yüz­ yıl boyunca geçerli olacak kanunlara göre babalarının veya kocalarının yasal mülkü sayılmaktaydı- kapsayacak şekilde genişletme yönünde en ufak bir niyete sahip değildi. Deklarasyonun değerli destekçileri, köleleri veya bağımsız cumhu­ riyetler olma hakkı iddiasında bulunan hemen hemen bütün koloniler-

96 I Amerikan Anay11Sa.r1 Ne Kadar Demokratik>

de nüfusun önemli bir bölümünü oluşturan Afrika kökenli özgür kişi­ leri dahil etmeyi kastetmiş değildiler. Deklarasyonun ana yazarlarından biri olan Thomas Jefferson'ın yedi yüz kölesi vardı ve yaşadığı sürece bunların hiçbirini serbest bırakmamıştı. 124 Köleliğin ABD'de yasal ola­ rak ordunun güç kullanımı ile kaldırılması ancak doksan yıl kadar son­ ra mümkün oldu. Dahası, Amerika'nın güneyinde zenci Amerikalıların siyasi hayata katılma hakkı kazanmaları için bir yüzyıl daha geçmesi gerekecekti. İki nesil sonra bile şimdi, siyah ya da beyaz, bütün Ame­ rikalılar hala kölelik ve sonrası dönemin insan eşitliği, özgürlüğü ve saygınlığı üzerinde açtığı derin yaraların izlerini taşımaktadır. İçeriği oldukça etkileyici olan Deklarasyon, Avrupalıların işgal edip sömürge haline getirdiği topraklarda binlerce yıldır yaşayan insanları da kapsamamaktadır. Hepimiz, Avrupa'dan gelen ilk yerleşimcilerin Ame­ rika' nın önceki halklarını evlerinden, topraklarından, özgürlüklerinden nasıl mahrum bıraktığını çok iyi biliyoruz. Bu mahrumiyet öylesine et­ kili olmuştur ki bugün bile o mahrum bırakılanların torunları yüzlerce yıl süren mahrumiyetin acısını çekmektedir. Bütün bunlar, Amerikayı ziyaret eden Alexis de Tocqueville gibi Avrupalıların, haklı olarak, başka bir yerde gözlemlediklerinden daha güçlü bir şekilde eşitliğe önem bir yer olarak tanımladıkları bir ülkede oluyordu. Ancak, insanlık tarihi boyunca eşitlik sıklıklar inkar edilmişse de, geçtiğimiz birkaç yüzyıl boyunca, siyasi eşitlik dahil birçok eşitlik id­ diası, kurumlar, uygulamalar ve davranışlar yoluyla güçlendirilmiş ve hayata geçirilmiştir. Her ne kadar bu muhteşem tarihsel eşitlik hareketi bazı yönleriyle dünya çapında olmuşsa da, İngiltere, Fransa, ABD ve Hollanda gibi demokratik ülkelerde çok daha hissedilir olmuştur.

Amerika'da Demokrasi (Democracy in America) adlı kitabının birin­ ci cildinin ilk sayfalarında Tocqueville, on birinci yüzyıldan başlayarak elli yıllık zaman aralıklarında Fransızlar arasında eşitlik şartlarındaki kaçınılmaz artışa işaret etmektedir. Bu devrim yalnızca kendi ülkesinde olmuyordu: "gözümüzü nereye çevirsek bütün Hrıstiyanlık Aleminde aynı devrime şahit oluruz." Şöyle devem ediyor: "eşitlik şartlarındaki

Neden Daha Demokratik Bir Anayasa Olmasın?l 97

dereceli artış . . . . güçlü bir gerçektir ve bu gerçek İlahi bir emrin bütün niteliklerine sahiptir: bu gerçek evrenseldir, dayanıklıdır, bütün insani müdahalelere kapalıdır ve bütün olaylar ve bütün insanlar onun gelişi­ mine katkıda bulunur. " 1 25 Tocqueville'in bu pasajda biraz abarttığını düşünebiliriz. Ayrıca, birkaç yıl yayınladığı ikinci ciltte, demokrasi ve eşitliğin arzu edilmeyen sonuçlarından bahsettiğini de hatırlamak isteyebiliriz. Bunlara biraz­ dan döneceğim. İkinci ciltte bu türden düşünceler ileri sürmüşse de demokrasi ve eşitliğin devamlı bir şeklide gelişmesinin kaçınılmaz ol­ duğu konusunda şüpheye düşmemiştir. Ve eğer o zamandan günümüze değin gerçekleşen değişikliklere bakarsak Tocqueville gibi biz de siyasi eşitliğin dünya çapında bu denli yaygınlaşması karşısında çok şaşırırız herhalde. Siyasi eşitlik ile ilgili olarak, henüz sona eren yüzyıl boyunca hız­ la yayılan demokratik fikirleri, kurumları ve uygulamaları düşünün. 1 900'de yalnızca 48 ülke tam veya kısmen bağımsızdı. Buların sade­ ce sekizinde temsili demokrasinin diğer temel kurumları mevcuttu. Ve sadece Yeni Zelanda'da kadınlar oy verme hakkına sahipti. Üstelik bu sekiz ülke tüm dünya nüfusunun sadece yüzde 1 0- 1 2 kadarını oluştu­ ruyordu. 2 l . yüzyılın başlangıcında 1 90 ülke içinde, yaklaşık 85 ülkede modern temsili demokrasinin siyasi kurum ve uygulamaları, İngiltere, Batı Avrupa ve ABD'dekiler ile karşılaştırılabilir ölçüde işlemektedir. Bugün bu ülkelerde yerkürede yerleşik 1 O kişiden beşi yaşamaktadır. 1 26 İngiltere'de çalışan kesime ve kadınlara oy verme de dahil olmak üzere bazı haklar tanındı. Orta sınıf, alt sınıf ve çalışan sınıfa ait kadın ve erkekler yalnızca Avam Kamarası ve alt kurumlarına değil kabine­ ye girme ve hatta başbakanlık makamına oturma imkarn elde ettiler. ABD 'de de kadınlara oy kullanma hakkı tanındı. Zenci Amerikalılara oy kullanma hakkı veren 1 964 Medeni Haklar Senedi gerçek bir kanun haline geldi; kamın gerçek anlamda uygulandı ve böylece zenci Ameri­ kalılar da Amerikan siyasi hayatında önemli bir güç haline gelmiş oldu. Keşke çok sayıdaki yerli Amerikalının oldukça kötü olan yaşam şartla-

98 J Amerikan An,1yasası Ne Kadar Derııokmtik>

rının iyileştiğini söyleyebilseydim; fakat insan adaletsizliğinin bu üzücü mirası halen bizimle birlikte yaşamaya devam ediyor. Her ne kadar köklü engeller ve sürekli başarısızlıkların varlığını kabul etmek zorunda olsak da eşitlik ile ilgili inanışların eşitsizlik üre­ ten güçler karşısında verilen mücadelede yararsız olduklarını varsayar­ sak geçtiğimiz iki yüzyılda insan eşitliği konusunda elde edilen önemli kazanımları açıklayamayız.

Daha Fazla Siyasi Eşitlik Nasıl Sağlanır? Bu kadar çok engel varken daha fazla eşitlik nasıl sağlanabilir? H içbir özet bilgi eşitliğe doğru gerçekleşen değişimler sürecindeki tarihi var­ yasyon ve karmaşıklıkları açıklamak için yeterli olmasa da en önemli unsurlardan oluşmuş özet bir açıklama şu şekilde olabilir: Kendi güç ve statülerine meşruiyet kazandırmak için ayrıcalıklı elitlerin harcadıkları onca çabaya rağmen alt gruplara ait birçok kim­ se üstünlükleri kendilerinden menkul elitlerin kendilerine atfettikleri alt mevkileri meşru görmede oldukça kuşkulu davranmışlardır. James Scott oldukça ikna edici bir şekilde göstermiştir ki tarih, sosyal yapı ve elitlerin inanç sistemleri tarafından düşük statü verilen halkın baskın ideolojiyi benimseme ihtimali, üst tabaka üyelerinkinden daha düşük­ tür. 1 27 Alt grup üyelerinin elit ideolojisini reddettikleri dikl

!ara rağmen demokratik kurumlarını işletmişse de iki nedenden ötürü bu ülkeyi l iste­ ye dahil etmedim. Birincisi, devamlılık, başbakan lndira Gandhi'nin darbe yaptıktan sonra olağanüstü hal ilan ettiği, medeni hakları askıya aldığı ve binlerce muhalifi hapse attırdığı 1 975-1 977 arası dönemde kesintiye uğradı. İkincisi, Hindistan dünyanın en fakir ülkelerinden biri olduğu için Tablo 5'teki zengin ülkelerle karşılaştırılmasının fazlaca anlamı yoktur.

Tablo 2. ABD'nin Anayasal-Siyasi Sisteminin Diğer 21 Eski Demokrasi İle Karşılaştırılması 21 ülke arasında bu açıdan ABD'ye

benzeyen ülkeler Amerikan sisteminin b'zellikleri

-----------------------------------------

Ülkeler

(sayı)

Federalizm 1.

Güçlü Federalizm

2. İki Meclisli Güçlü Yasama

3. Üst mecliste aşırı adaletsiz temsil

5

Avusualya, Kanada, Almanya, İsviçre, Belçika (l 993'ten beri)

3

Tümü federal: Avustralya, Almanya, İsviçre

1

Tümü federal: Avustralya, Kanada, Almanya, İsviçre

1

4

Federal Olmayan Özellikler

1

i

4. Ulusal meclis üzerinde güçlü yargı denetimi

2

5. Seçim sistemi: tek üyeli bo'fgelerde

2

çoğunluk seçimleri 6. Güçlü iki-parti sistemi: üçüncü partiler zayıf

1

'

7 Başkanlık sistemi: önemli anayasal yetkileri olan ve halk oyuyla seçilen tek üst düzey yönetici

1

3

ı

Kanada, Almanya Britanya, Kanada

1 Avustralya, Yen i

1 Zelanda, Kosra Rika Hiç

1

1

EK B Tablolar ve Şekiller l 1 39

Tablo 3. Gelişmiş Demokrasilerin Seçim Sistemleri Orantılı: Karışık

Orantılı: Liste sistemi

Tek Üyeli Bölgelerde Çoğunluk

Karışık

Fransa (iki tur)

1 . Avusturya

1 . Avustralya (AÜ)

1 . Kanada

2. Belçika

2. Almanya (ÇTO)

2. Birleşik Krallık

3. Kosta Rika

3. İ rlanda (TTO)

3. Birleşik Devletler

4. Danimarka

5 . Finlandiya

4. İ talya (ÇTO)

5 . Japonya (yarı orantılı)

6. İzlanda

6. Yen i Zelanda

(ÇTO)

7. İsrail 8. Lüksemburg

9. Hollanda

1

, 1 O . İsveç

1 1 . İsviçre

Kaynak:

Andrew Reynolds ve Ben Reilly,

The International IDEA Handbook of

Electoral System Design ( 1 997) Not: AO: Alternatif oy; ÇTO: Çok temsilcili orantılı; TTO: Tek Transfer edile­ bilir oy.

Tablo 4. Orantılılık vs. Çoğunlukçuluk: 20 Demokratik Ülke Ağırlıklı olarak Orantılı

Karışık

Avusturya

İ rlanda

Belçika

Japonya

kanada

Danimarka

ispanya

Fransa

Finlandiya

ABD

Yunanistan

Almanya

Ağırlıklı olarak Çoğunlukçu

1 Avustralya

Yeni Zelanda ( 1 993' e kadar)

1 40 J Amerikan Anayasası Nt' Kadar Demokratik'

Hollanda

1

Birleşik Krallık

1

1

Yeni Zelanda ( 1 993)

1 1

Norveç İsveç İsviçre

1

KaJınak:

1

1 1 1

Powell, Elections as lnstruments of Democracy (2000), s. 4 1 . Yeni Ze­

landa'da 1 993're oranrılı sistemin benimsendiğini göstermek için Powell'ın tablosunu değiştirdim. Not:

Bu lisre Tablo 1 'dekinden biraz farklıdır. Bu liste, 1 950'den beri demokratik

olan İspanya ve Yunanistan'ı içermekte ve Kasta Rika, İzlanda, İsrail ve Lüksemburg'u içermemektedir.

Tablo 5. ABD'nin Demokratik Ülkeler Arasında Peiformansı Değişken

ABD'nin derecesi

i

ı

1

!

i

i 1

Ülke sayısı

Performansı ABD'den daha iyi ülkelerin yüzdesi ( 1 )

EN İYİ üç kategorisinde ABD

Ekonomik büyüme, 1 98 0-95

1 beşinci en 1 iyi

18

24

ORTA üçlü kategorisinde ABD

ı

Kadınların , kabinede temsili: 1 993-95

1 sekizinci !

1 1 Yöneticilere halk i onuncu desteği: 1 94 5-96 (2) 1 /

Bütçe açıkları: 1 970-95

1

Enflasyon: 1 970-95

sekizinci

en yüksek sekizinci

1 en iyi on ikinci

[ en yüksek 1

on ikinci

22

16

1

1

1 33

1

1 1 22

\ en yüksek

İşsizlik: 1 97 1 -95 (3) Aile politikası: 1 976-82

1

! 43 47

18

59

18

65

11 1 8 1

65

1

EK B

Tablolar ve Şekiller l 1 4 1

E N KÖTÜ ü ç karegorisinde ABD

1 Kadınların parlamenroda remsili: 1 97 1 -9 5

'

ı

ı '

Enerji verimliliği: 1 990-94

1

Kaynak:

82

'

1

1

1 22

86

en düşük on yedinci

18

94

en düşük on yedinci

18

94

en düşük yirmi birinci

22

95

18

1 00

19

1 00

1

95

18

i en düşük on dokuzuncu

' harcamaları, 1 992 i Seçimlere kanlım ı oranı, 1 97 1 -96

Dış yardım, 1 992-

en büyük

!

1 9 8 1 -93

Refah devleri endeksi, 1 980

Mahpusların nüfusa oranı, 1 992-95

81

dördüncü

i Sosyal güvenlik

i

22

1

1 Zengin-fakir oranı: 1 1 9 8 1 -93 1

en düşük on sekizinci

1 ·

en yüksek birinci en düşük On dokuzuncu

[

1

1

1 1

----ı

1

1

Arend Lijpharr, Patterns of Democraq (New Haven: Yale Universiry

Press, 1 999) . Lijpharr'a, gelişrirmiş olduğu veri serini kullanmama izin verdiği için reşekkür borçluyum. Yüzdelikler, ABD ile eşir performansı olmayan ve ABD'den daha iyi olan ülkelere ainir. Sıralamanın daha yüksek, ülke performansının daha körü olduğu değişkenler iralik gösrerilmişrir. "Kabineyi oluşnıran parti veya parrilere seçmenlerin verdiği oy yüzdesi, veya baş­ kanlık sisremlerinde, kazanan başkanlık adayına oy veren seçmenlerin yüzdesi." Lijp­ harr

1 999, s. 290. Srandartlaşrırılmamış.

Notlar

Her ne kadar üç eyalette -New Jersey, Delaware ve Georgia- delegeler ana­ yasayı oy b i rliği ile kabul etmişken, geri kalanlarda oylar bölünmüştü. Ör­ neğin, Massachusetts'te 1 87 kabul oyuna karşılık 1 68 , New Hampshire'da 57'ye karşı 46 ret oyu verilmişken, Anayasayı yazanlardan birkaçının geldiği Virginia'da Anayasayı destekleyenler sadece bir oy farkla kazanmıştı: 80-79. 2

Anayasayı destekleme kararının oy birliği ile alınmadığı on eyalette 1 540 de­ legenin 964'ü Anayasa lehinde oy vermişken 5 76'sı karşı oy kullandı.

3

Burada şu kaynaktan alıntı yaptım: the Journal of the Convenrion, Max Far­ randa, der.,

7he Records ofthe Federal Convention of1 787, 3 cilt (New Haven:

Yal e University Pres, 1 966) , 1 : ! , içinde. Farrand'ın derlediği üç cilt 1 987'de bir dördüncü ciltle birlikte yeniden basıldı. James H . Hutson, der., Supp­

lement

(New Haven: Yale University Pres, 1 987) . Konvansiyon kayıtlarına

yaptığım atıflar bu dört ciltten alınmış olup bundan sonra

Records

olarak

geçecektir. 4

William Miller,

7he Bıısiness ofMay Next: james Madison and the Foımding

(Chartlottesville: University Pres of Virginia, 1 992), 4 1 vd. Lance Banning şöyle yazıyor: "Madison, Federal Konvansiyon için toplananlar arasında en iyi hazırlanan olarak Philadelphia'ya gelmişti . . . İ lk olarak diğer eski ve mo­ dern konfedere birimlerin tarih ve yapıları ile ilgili araştırma notlarını bir araya getirdi.", 1 1 5 . 5

Records,

1 : 425.

1 43

1 44 ) Amerikan Anayasası Ne Kadar Demokratik' 6

Madison Konvansiyon sırasında, daha sonra düzelteceği ve 1 8 l 9 'da basılan Journal of Convenrion'ın çok kısa bir sayısı ile karşılaştırdığı notlar almıştı. Bu notlar daha sonra 1 840 yılında basıldı. Bu notlar, yukarıda dipnot 3're belirttiğim serinin bir kısmını oluşturmaktadır. Madison'ın noktalama ve he­ celemelerini aynen kullandım.

7

Madison'ın aktardığı 1 8 Haziran'daki konuşması.

Records,

1 : 282 vd. Hamil­

ton bu konuşmasında İ ngiliz Hükümetinin dünyada en iyisi olduğundan hiç şüphesi olmadığını belirtmişti. Yürütme konusunda ise Cumhuriyetçi pren­ siplere dayanarak etkili bir hükümer elde edilemeyeceğini, bu konudaki tek taklit edilebilir modelin İ ngiliz modeli olduğunu ifade etmiştir. 2 8 8 , 289. 8

Ulusal yasamanın halk meclisi kanadı üzerinde bir kontrol rolü oynaması için ikinci meclisin "büyük miktarda kişisel mülkiyetinin ve aristokratik bir ruhunun olması gereklidir . . . . aristokratik organ bağımsız olduğu kadar demokratik de olmalıdır . . . . bu organı bağımsız yapabilmek için bu organ ömürlük olmalıdır." Ibid . , 1 : 5 1 2. İ ngiliz sistemine duyduğu hayranlık ken­ dini Hamilton'ın Konvansiyon'daki ilk konuşmasında da kendini göstermiş­ tir: "Lordlar Kamarası çok asil bir kurumdur. Hiçbir değişim ihtimalinin olmayışı ve mülkiyetleri aracılığı ile yeterli ilgiye sahip olmalarıyla, ulusal çıkara bağlı olan Lordlar her türlü zararlı icada karşı sürekli ve etkili bir engel oluşturmuşlardır." 1 : 2 8 8 ( 1 8 Haziran).

9

Az sayıdaki delege, bir şekilde eyaletleri lağıv ederek gücün ulusal hükümette toplanmasından yana tavır koymuştur. Delaware delegesi George Read, "ülke garanti erme" fikrinden hoşlanmamıştır. Çünkü bu fikir, sonsuz bir tartışma­ nın kaynağı haline gelecek olan ayrı Eyaletler fikrinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. "Bu canavardan kurtulmanın, Eyaletleri bütünüyle birleştirip tek bir Toplum haline getirmekten başka bir çaresi yoktur."

Records,

1 : 202 (1 1

Haziran) . Birkaç gün önce de (6 Haziran) benzer bir teklif vermişti. Yukarıda atıf yapılan konuşmasında Hamilton şunu teklif etmişti: "Her eyaletin Val i veya Başkanı Genel Hükümet tarafından atanacakm v e Valisi veya Başkanı olduğu Eyalene yapılacak kanunlar üzerinde bir etkisi olacaktır" 293. 1O

Records,

1:

466.

Not!arl 1 45

11

Records,

1 : 492-493. Alınn yapnğım bu bölümde birinci şahıs kipi kullan­

dım. Madison'ın basılmış notlarında aynı kısımlar üçüncü şahıs şeklinde yer almaktadır. 12

Mecliste eşit temsili savunanlar, 2 9 Haziran'da alnya karşı dört eyaletin oyuy­ la kaybetti. Maryland oylamada çekimser kaldı. Senaro'da eşitlik yönündeki teklill.eri ise 2 Temmuz'daki oylamada berabere kalmış (Georgia'nın çekimser kaldığı oylamada teklifin lehine ve aleyhine beşer oy verilmiştir. ) , 7 Tem­ muz'daki oylamada ise teklife aln evet, üç hayır çıkmışnr. Bu oylamada Mas­ saxhusens ve Georgia çekimser kalmışnr.

13

Records,

1 : 549.

Madde I , Bölüm 9 . Kölelik sorunu hakkındaki tek bütün kamu tartışması için bakınız Joseph J. Ellis,

Founding Brothers: 1he Revolutionary Generation

(New York: Alfred A. Knopf, 2000) , 8 1 - 1 1 9. Tartışma Mart 1 790'da Tem­ silciler Meclisi'nde gerçekleşti. Tartışma, New York ve Philadelphia Quaker­ ler'inin dilekçelerine karşılık yapılmıştır. Dilekçe sahipleri, federal hükümete Afrika köle ticaretine acilen son verilmesi çağrısında bulunmuşlardır. (8 1 ) . 14

Madde IV, Bölüm 2 .

15

Madde I , Bölümler 2, 3 .

16

Amerikan vatandaşlığının nasıl evrildiği ile ilgili bir çalışma için bakınız: Rogers Smith,

Civic !deas: Conflicting Visions of Citizenship in

U S.

Histoı)'

(New Haven: Yale University Press, 1 997) . Anayasanın kadınlar, Yerli Ameri­ kalılar ve zenciler için vatandaşlık hakkını nasıl ihmal ettiği ile ilgili tartışma için bakınız 1 30-34. 17

Madde I , Bölüm 3 .

18

Madde I , Bölüm 2.

19

Records,

20

Yüksek Mahkemenin böylesi roller üstlenmesi ile ilgili delil ve tamşm