Alman İdeolojisi[Feuerbach] [3 ed.]
 9757399035

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

K.Marx E Engels S150N5 'd ‘XÜVI/M '>i •

[FEUERBACH] ALMAN İDEOLOJİSİ [FEUERBACH]

ALMAN İDEOLOjİSİ

SOL

a l m a n id e o l o jis i FEUERBACH

K. M A R X -F . ENGELS

^ to /d e

Atm/i stoAibiiuib ¿dA~ oacajIm) I n te iA ,

A '/e s /W

&*■ iu w ^ ü tu ¿ /A A asuhteJiL e d im

.)

(J

V sOisurtAri AjpJanA^jL^ awb*. I

A ü fM A

m

M

, J &

c jm -

n e U

Q rrt at Cc f/aa S U u C Q

üdi/ru^ La^LidJ^UcL

V L -.

r ,.

ÜÇÜ NCÜ BASKI

ALMAN İDEOLOJİSİ FEUERBACH KARL MARX - FRIEDRICH ENGELS ÇEVİREN

SEVlM BELLI

K arl Marx - F rie d ric h Engels'in Die deutsche Idéologie (1845-46 [1932]) adh yapıtının Feuerbach başlıklı birinci kısımını S ev im B e lli

Fransızcasından (L'Idéologie allemande, Editions Sociales, Paris 1975), [K. Marx'in "Feuerbach Üzerine Tezler'ini, A h m et K ardam

Almancasindan ("Thesen Über Feuerbach" (1845 [1932]), Werke, III, Dietz Verlag, Berlin 1969)] dilimize çevirdiler ve kitap Almancasıyla (Die deutsche Idéologie, Dietz Verlag, Berlin 1969) ve İngilizcesiyle (The German Ideology, Progress Publishers, Moscow 1968) karşılaştırıldıktan sonra Alman ideolojisi - Feuerbach adı ile S o l Y a y ın la rı

tarafından Temmuz 1992 (Birinci Baskı: Eylül 1976; İkinci Baskı: Kasım 1987) tarihinde, Ankara'da Şahin M atbaasında bastırıldı. ISBN 975-7399-03-5

İÇİNDEKİLER

7 20 23

S unuş, Jacques M ilhau [Feuerbach Ü zerine Tezler] — 1. F euerbach'a ilişk in , K arl M arx [Feuerbach Ü zerine Tezler] — 1. F euerbach'a ilişk in , K arl M arx ALMAN İD EOLOJİSİ 27

29

Önsöz BİRİNCİ KISIM

FEUERBACH MATERYALİST VE İDEALİST ANLAYIŞLARIN KARŞITLIĞI 32 32 34 36 37

[I]

[4.

41 44 44 46 49

[1. [2. [3.

[II]

[1. [2. [3.

54

[4.

57

[5.

59

[6.

63 65

[7. [8.

68

[9.

70 70

[III] [1.

74 74 76

[IV] [1. [2.

Genel Olarak İdeoloji ve Özel Olarak Alman ideolojisi] M ateryalist Tarih Anlayışının Öncülleri] Üretim ve Bireylerin ilişkileri, işbölümü ve Mülkiyet Biçimleri: Aşiretsel, Antik, Feodal] M ateryalist Tarih Anlayışının özü. Toplumsal Varlık ve Toplum­ sal Bilinç] İnsanların Gerçek Kurtuluşunun Koşullan] Feuerbach'ın Sezgisel ve Tutarsız Materyalizminin Eleştirisi] Başlangıçtaki Tarihsel İlişkiler Ya da Toplumsal Faaliyetin Esas Yönleri: Geçim Araçlarının Üretimi, Yani Gereksinmelerin Üreti­ mi, İnsanlann Üremesi (Aile), Toplumsal iletişim, Bilinç] Toplumsal İşbölümü ve Sonuçlan: özel Mülkiyet, Devlet, Toplum­ sal Faaliyetin "Yabancılaşmansı] Komünizmin Maddi Bir önkoşulu Olarak Üretici Güçlerin Geliş­ mesi] M ateryalist Tarih Anlayışının Sonuçlan: Tarihsel Sürecin Sürek­ liliği, Tarihin Dünya Tarihine Dönüşmesi, Bir Komünist Devrim Zorunluluğu] M ateryalist Tarih Anlayışının Özeti] Genel Olarak idealist Tarih Anlayışının ve Özel Olarak da Hegel Sonrası Alman Felsefesinin Tutarsızlığı] Feuerbach'ın İdealist Tarih Anlayışının Tamamlayıcı Eleştirisi] Egemen Sınıf ve Egemen Bilinç. Hegel in T arihte Tin in Egemenli­ ği Anlayışının Oluşumu] Üretim Aletleri ve Mülkiyet Biçimleri] Maddi Emek ile Zihinsel Emek Arasında İşbölümü, Kent ile Kınn Ayrılması. Loncalar]

79

[3.

86 88

[4. [5.

89

[6.

97

[7.

99 101

[8. [9.

104

[10.

106 109

[11. [12.

112

117 118

İşbölümünün Genişlemesi. Sanayi ile Ticaretin Ayrılması. Çeşitli Kentler Arasında İşbölümü. Manüfaktür] En Karmaşık İşbölümü, Büyük Sanayi] Toplumsal Bir Devrimin Temeli Olarak Üretici Güçler ile Karşı­ lıklı İlişki Tarzı Arasındaki Çelişki] Bireylerin Rekabeti ve Sınıfların Oluşması. Bireyler ile Geçim Ko­ şullan Arasındaki Çelişkinin Gelişmesi. Buıjuva Toplum Koşullan İçinde Bireylerin Aldatıcı Ortak Topluluğu ve Komünizmde Bi­ reylerin Gerçek Birliği. Toplumun Yaşam Koşullannın Birleşmiş Bireylerin Gücüne Bağlı Kılınması] Üretici Güçler ile İlişki Tarzı Arasındaki Çelişki Olarak, Bireyler ile O Bireylerin İçinde Bulunduklan Varoluş Koşullan Arasında­ ki Çelişki. Üretici Güçlerin Gelişimi ve İlişki Tarzlannın Değiş­ mesi] Tarihte Zorun (Fethin) Rolü] Büyük Sanayi ve Serbest Rekabet Koşullannda Üretici Güçlerle İlişki Tarzı Arasında Gittikçe Büyüyen Çelişki. Emek ve Sermaye Karşıtlığı] Özel Mülkiyetin Ortadan Kaldınlmasımn Zorunluluğu, Koşulu ve Sonuçlan] Devletin ve Hukukun Mülkiyet ile İlişkileri] Toplumsal Bilinç Biçimleri]

Açıklayıcı Notlar Adlar Dizini Konu Dizini

SUNUŞ

X

f& u d tY L O A t£- k * r -

$ ¡motK-

'İ o r jJ i

Î^ J jîcU rr

/

./

/

D i]akrıktlisi ' h a k a n .f^ j/n A 'L j f w A * e t İ lk

k ıt

d i s A ’ -U p 1 *

o r ta ^ -

'¡¿ëû'UÆcktÿV- n u k n 'U f i? ¿ jtk h )

M #J< U K /a r o b tj

r jv p k m i \ / M

Ü fa d ttK

m u . ffln e k U c

e e, L e v a n t) ¡¿¿-U rltyU A ¡ot Un 4 d ^ , sûoU rj f a r y i . eleri ile k a rşıla şıy o ru z.

39

azlığıydı. Yunan ve Roma nın tersine, feodal gelişme, demek ki, tarımda, Roma fetihleriyle ve ilk defa bu fetihlerin neden olduğu yayılmayla hazırlanan çok daha geniş bir alan üze­ rinde başlıyor. Gerileme halindeki Roma imparatorluğu'nun son yüzyılları ve barbarların fetihleri, bir yığın üretici gücü tahrip etti: tanm gerilemişti, sanayi, pazar yokluğundan do­ layı gerilemişti, ticaret uykudaydı ya da-zor yoluyla kesinti­ ye uğramıştı, lursal ve kentsel nüfus azalmıştı. Bu koşullar ve fetihin bu koşullarca belirlenen örgütleniş tarzı, Cermenlerin askerî örgütlenişlerinin etkisi altında, feodal mülkiyeti geliştirdi. Aşiret mülkiyeti ve komün mülkiyeti gibi, bu mül­ kiyet biçimi de yine bir ortaklığa dayanır^ ama, bu ortaklığın karşısında artık, antik sistemde olduğu gibi, doğrudan üreti­ ciler sınıfını meydana getiren köleler değil,} serileştirilme küçük köylüler vardır.) Feodalizmin eksiksiz gelişmesine ko­ şut olarak', ayrıca, kentlerle bir karşıtlık ortaya çıkar. Top­ rak mülkiyetinin hiyerarşik yapışı ve bu yapıya eşlik eden silahlı yükümlülükler, soyluları, seriler üzerinde egemen kıl­ mıştı. Bu feodal yapı, tıpkı eski komünal mülkiyet gibi, hük­ medilen üretici sınıfa karşı bir ortaklıktı, şu farkla ki, ortak­ lık biçimi ve doğrudan üreticilerle olan ilişkiler değişikti, çünkü üretim koşulları değişikti. \ Toprak mülkiyetinin bu feodal yapısına, kentlerde, lonca mülkiyeti, elzanaatlanmn feodal örgütlenmesi tekabül edi­ yordu. ^ fâ3a7m u îln vet. fv 41 usa« nlaralr hpr hirpvin kim­ di emeBne bağlı bulunuvordy. Birleşmiş soyguncu soylulara karşı birlik zorunluluğu, sanayicinin aynı zamanda tüccarlık da yaptığı bir sırada, kapalı çarşıları ortaklaşa yürütme ge­ reksinimi, gönenç içindeki kentlere yığınlar halinde kaçıp gelen serilerin yarattıkları artan rekabet, bütün ülkenin feo­ dal yapısı, loncaları doğurdu; tek tek zanaatçılar tarafından azar azar bınKtımen kuçülT sermayeler ve durmadan art­ makta olan nüfus içinde bunların sayılarının değişmezliği, kentlerde de, köydekine benzer bir hiyerarşi doğuran kalfa­ lık ve çıraklık ilişkilerini geliştirdi. Başlıca mülkiyet, feodal çağ boyunca, demek ki, bir yan­ dan serilerin emeğinin boyunduruk altına sokulduğu toprak mülkiyetine, öte yandan da küçük bir sermaye yardımıyla kalfaların emeğini yöneten kişisel emeğe dayanıyordu Bu iki biçimin de yapısı sınırlı üretim koşullarıyla —ilkel ve kü-' 40

çük tarımla ve el emeğine dayalı sanayi ile— belirleniyordu. Feodalizmin doruğunda bile, işbölümü pek az gelişmişti. Kent-kır karşıtlığını her ülke yaşıyordu; zümreleşme elbette çok belirgindi, ama kırda prensler, soylular, din adamları ve köylüler biçimindeki ve kentlerde de usta, kalfa, çırak ve az sonra da gündelikçinin pleb biçimindeki ayrışması bir yana, önemli bir işbölümü olmadı. Tarımda, köylülerin kendi el za­ naatlarına ek olarak gelişen küçük parçalı işletmecilik, işbö­ lümünü daha da güçleştirmişti; sanayide, her zanaat kolu­ nun kendi içinde katiyen işbölümü yoktu ve birbirleri ara­ sında ise pek azdı. Ticaret ile sanayiin ayrılması, eski kent­ lerde daha önce de vardı, ama yeni kentlerde, ancak daha sonraları, kentlerin birbirleriyle ilişki kurmalarıyla gelişti. Büyükçe ülkelerin feodal krallıklar halinde birleşmeleri, toprak soyluTan için olduğu kadar, kentler için de bir gerek- " sinmeydi. Bu bakımdan, egemen sınıf, yani soylular, her yer­ de, başlarında bir monarkOıükümdar) Eül unmaküzere Ör­ gütlendiler. * .4 v Q f " [4. MATERYALİST TARİH ANLAYIŞININ ÖZÜ. TOPLUMSAL VARLIK VE TOPLUMSAL BlLlNÇ]

[y. 5] Demek ki, sözkonusu olgu şudur: belirli bir tarza göre üretici faaliyette bulunan12 belirli bireyler, bu belirli toplumsal ve siyasal ilişkilerin içine girerler. Her ayrı du­ rumda, ampirik gözlemin13 toplumsal ve siyasal yapı ile üre­ tim arasındaki bağı, ampirik olarak ve herhangi bir kurgu (.spéculation) ve aldatmaca olmaksızın ortaya koyması gerekir.| Toplumsal yapı ve devlet, durmadan belirli bireylerin yaşam süreçlerinin sonücp olarak meydana gelmektedir; ama bu bireyler kendilerinin ya da başkalarınınKaîalanhda canlandırdıkları bireyler değil, gerçek bireyler, yani etkide bulunan maddi üretim yapan, dolayısıyla belirli maddi ve kendi iradelerinden bağımsız sınırlılıklar, verili temeller ve koşullar altında faaliyet gösteren bireylerdir.14 Fikirlerin, anlayışların, ve bilincin üretimi, her şeyden önce doğrudan doğraya insanların maddi faaliyetine ve kar12 [E lyazm asında çizili pasaj:] belirli üretim ilişkileri içindeki 13 [E lyazm asında çizili pasaj:] sadece gerçek verilerle yetinen 14 [Elyazm asında çizili pasaj:] Bu bireylerin zihinlerindeki fikirler, ge-

41

şılıklı maddi ilişkilerine (Verkehr), gerçek yaşamın diline bağlıdır. İnsanların anlayışları, düşünceleri, karşılıklı zihin­ sel ilişkileri (geistige Verkehr), bu noktada onların maddi davranışlarının dolaysız ürünü olarak ortaya çıkar. Bir hal­ kın siyasal dilinde, yasalarının, ahlakının, dininin, metafizi­ ğinin vb. dilinde ifadesini bulan zihinsel üretim için de aynı şey geçerlidir. Sahip oldukları anlayışları, fikirleri, vb. üre­ tenler insanların kendileridir,15 ama bu insanlar, sahip ol­ dukları üretici güçlerin belirli düzeydeki gelişmişliğinin ve bu gelişkinlik düzeyine tekabül eden —ve alabilecekleri en geniş biçimlere varıncaya kadar— karşılıklı ilişkilerinin (Verkehr) koşullandırdığı gerçek, faal insanlardır. Bilinç hiç­ bir zaman bilinçli varlıktan (das bewusste Sein) başka bir şey olamaz ve insanların varlığı, onların gerçek yaşam sü­ reçleridir. İnsanlar ve sahip oldukları ilişkiler tüm ideolojile­ rinde sanki camera obscura'daymış* gibi başaşağı çevrilmiş bir biçimde görülüyorsa, nesnelerin gözün ağtabakası üze­ rinde ters durmalarının onların dolaysız fiziksel yaşam sü­ reçlerinin yansıması olması gibi, bu olgu da, insanların ta­ rihsel yaşam süreçlerine aynı şeyin olmasından ileri gelmek­ tedir. Gökten yeryüzüne inen Alman felsefesinin tam tersine, burada, yerden gökyüzüne çıkılır. Başka deyişle, etten ve ke­ mikten insanlara varmak için, ne insanların söylediklerin­ den, imgelerinden, kavradıklarından ve ne de anlatıldığı, düşünüldüğü, imgelendiği ve kavrandığı biçimiyle insandan yola çıkılır; gerçek faal insanlardan yola çıkılır ve bu yaşam rek onların doğa ile olan ilişkileri hakkındaki, gerek kendi araların d ak i iliş­ kileri hakkındaki, gerekse kendi öz doğalan hakk ın d ak i fikirlerdir. Ş urası besbellidir ki, b ü tü n bu d urum ların hepsinde, bu fikirler onların gerçek iliş­ kilerinin, gerçek eylem lerinin üretim lerininin, karşılıklı ilişkilerinin (Ver­ kehr), siyasal ve toplum sal örgütlülüklerinin —iste r gerçek olsun, ister h a ­ yalî— bilinçli ¡ladesidirler. B unun te rsi bir varsayım ı ileri sürm ek, ancak m addi olarak koşullandırılm ış gerçek bireylerin tin i dışında daha başka bir tini, özel bir tin i varsaym akla m üm kündür. E ğer bu bireylerin gerçek y a­ şam koşullarının bilinçli ifadesi hayal ü rü n ü ise, eğer kendi k afalarında gerçeği başaşağı ediyorlarsa, bu olay da gene o nların sınırlı faaliyet biçimle­ rinin ve b undan doğan sınırlı toplum sal ilişkilerinin b ir sonucudur. 15 [E lyazm asında çizili p a sa j ] daha kesin söylem ek gerekirse, m addi y aşam larının ü retim tarzı ile, karşılıklı m addi ilişkileri ile ve toplum sal ve siyasal yapı içinde onun daha sonraki gelişm esi ile koşullandırılan in sa n la r­ dır. * K aranlık oda. —ç.

42

sürecinin ideolojik yansı ve yankılarının gelişmesi de, insan­ ların bu gerçek yaşam süreçlerinden hareketle ortaya konu­ labilir. Ve hatta insan beyninin olağanüstü hayalleri (Nebelbildungen) bile deneysel olarak saptanabilen ve maddi te­ mellere dayanan, insanların yaşam süreçlerinin zorunlu yü­ celtmeleridir. Bu bakımdan ahlak, din, metafizik ve ideolojinin tüm geri kalan kısmı ve bunlara tekabül eden bi­ linç biçimleri, artık o özerk görünümlerini yitirirler. Bunla­ rın tarihi yoktur, gelişmeleri yoktur; tersine, maddi üretim­ lerini ve karşılıklı maddi ilişkilerini (Verkehr) geliştiren in­ sanlar, kendilerine özgü olan bu gerçek ile birlikte hem dü­ şüncelerini, hem de düşüncelerinin ürünlerini değiştirirler. Yaşamı belirleyen bilinç değil, tersine, bilinci belirleyen ya­ şamdır. Birinci durumda, sanki canlı bir bireymiş gibi bilinç­ ten yola çıkılmaktadır; gerçek yaşama tekabül eden ikinci durumda ise, gerçek yaşayan bireyin kendisinden yola çıkılır ve bilince de o bireyin bilinci olarak bakılır.16 Bu bakış tarzı, öncüllerden yoksun değildir. Bu tarz ger­ çek öncüllerden yola çıkar ve onları bir an için bile olsa terketmez. Bu öncüller insanlardır, ama herhangi bir düşlemsel yalıtılmıştık ve değişmezlik içindeki değil, belirli koşullar altındaki gerçek, ampirik olarak gözlemlenebilir gelişme sü­ reci içindeki insanlardır. Bu faal yaşam süreci bir kez ortaya kondu mu, tarih, kendileri daha da soyut olan ampiristlerinki gibi bir cansız olgular derlemesi olmaktan, ya da idealist­ lerinki gibi hayalî öznelerin hayalî eylemi olmaktan çıkar. Demek ki, gerçek yaşamda, kurguculuğun bittiği yerde pozitif bilim; insanların pratik faaliyetinin, gösterdikleri pratik gelişme süreçlerinin ortaya konuluşu başlar. Bilinç konusundaki boş sözler biter, onların yerini gerçek bilgi al­ malıdır. Gerçeğin kendisi ortaya konduğunda, özerk felsefe varlık ortamını yitirir. Onun yerini, olsa olsa insanların gös­ terdikleri tarihsel gelişmenin gözlemlenmesinden çıkartıla­ bilecek en genel sonuçların bir sentezi alabilir. Bu soyutla­ malar, gerçek tarihten kopartılarak kendi başlarına ele alın­ dıklarında hiçbir değer taşımazlar. Olsa olsa tarihsel malze­ menin daha kolay sınıflandırılmasını, ayrı ayrı 16 [Elyazmasında ilk biçinı:] p ra tik eylem de bulunan o bireyin bilinci o larak bakılır.

43

tabakalarının sıralanışını göstermeye yarar. Ama hiçbir bi­ çimde, felsefenin yaptığı gibi, tarihsel çağları güzelce düzen­ lemeyi sağlayabilecek bir reçete, bir şema veremezler. Tersi­ ne, güçlük, ancak bu materyal, ister tamamlanmış bir çağ sözkonusu olsun, ister içinde bulunulan zaman olsun, incele­ meye,17 sınıflandırmaya ve onu gerçek bir biçimde ortaya koymaya konulduğu zaman başlar. Bu güçlüklerin aşılması burada ele almamıza olanak bulunmayan ve ancak gerçek yaşam sürecinin ve her çağın bireylerinin faaliyetlerinin in­ celenmesiyle anlaşılabilecek öncüllere bağlıdır. Biz, burada, ideoloji karşısında kullandığımız bu soyutlamaların birkaçı­ nı alıp, onları tarihsel örneklerle açıklayacağız. [H] [1. İNSANLARIN GERÇEK KURTULUŞUNUN KOŞULLARI*]

[1] 18Felsefeyi, tanrıbilimi, tözü ve bütün öteki boş şeyle­ ri "öz-bilinç"e indirgemekle, "insanları" hiçbir zaman kölesi olmadıkları bu sözlerin egemenliğinden kurtarmakla "insan'ın "kurtuluşu" yolunda tek bir adım bile atılmış olmaya­ cağını; gerçek dünyanın dışında ve gerçek araçları kullan­ madan gerçek bir kurtuluşu gerçekleştirmenin mümkün ol­ madığını,19 buharlı makine ve mulejenny** olmadan köleli­ ğin, tarımı iyileştirmeksizin sertliğin kaldırılamayacağını; daha genel olarak, insanlar, yeterli nicelik ve nitelikte yiye­ 17 [Elyazm asında çizili pasaj:] bu ayrı ay rı ta b ak a ların birbirleri a ra ­ sındaki, gerçek, p ratik bağları araştırm aya.. 18 [E lyazm asında çizili pasaj:] [..K u tsa l A] ile'de, bu aziz filozof ve tanrıbilim cilerin, m utlak tin üzerine birkaç yavan şey y azarak güya "bireylerin özerksizliğini" y aratm ış oldukları fikri te k ra r te k ra r çürütülm üştü. Sanki "birey", y an i her insan varlığı, —bu felsefe ta k ın tıla rın a "bireyin özerksizliği" gereğince değil de toplum sal durum un zavallılığı yüzünden v aran — k u r­ gucu (spéculation) birkaç küçük-esnafın, "B irey'e, derhal ve d u raksam adan "m utlak Tin içinde” erim e em rini vererek bu saçm alıkları a n latm aları üze­ rine hem en "özerk olm aktan çıkıyordu", gerçekten "m utlak Tin içinde" e ri­ yordu! * Bu bölüm , İdeoloji'n in daha önceki b ask ıların d a yer alm am aktadır. Çok tah rib e uğradığı için, okunm ası ve dolayısıyla anlaşılm ası güçtür. — Ed. ** ilk otom atik iplik m akinesi. —ç.

44

cek, içecek, barınak ve giyecek tedarik edecek durumda ol­ madıkları sürece, onları kurtarmanın mümkün olmadığını, bilgiç filozoflarımıza anlatmak zahmetine20 girmeyeceğiz. "Kurtuluş", zihinsel değil, tarihsel bir iştir, ve bu tarihsel ko­ şullar, sanayiin, ticatretin,] [tanjmın, [karşılıklı ilişkinin (Verkehr) durumu] tarafından gerçekleştirilir [...]* [2] sonra farklı gelişme aşamalarına göre, şu saçmalıklara [meydan verirler**]: töz, özne, öz-bilinç ve katıksız eleştiri, tıpkı din­ sel ve tannbilimsel saçmalıklar gibi, bunları da yeteri kadar geliştirildikleri zaman bir yana atarlar.21 Ancak önemsiz bir tarihsel gelişmenin meydana geldiği Almanya gibi bir ülke­ de bu fikir gelişmeleri, bu idealize edilmiş etkisiz ıvır zıvırlar, doğal olarak mevcut olmayan tarihsel gelişmelerin yeri­ ni alır, yer edinir ve onlarla savaşmak gerekir.22 Ama bu ye­ rel önemde bir savaştır.23

19 [M arx'm kenar notu:] Felsefi k u rtu lu ş ve gerçek k u rtu lu ş, in sa n . Birtek. Birey. Jeolojik, hidrogralik, vb. koşullar, in s a n bedeni. G ereksinm e ve emek. 20 [M arx'm kenar notu:] Feuerbach. 21 [M arx'm kenar notu:] Boş sözler ve gerçek hareket. 22 [M arx'm kenar notu:] Sözlerin A lm anya için önemi. 23 [M arx'm kenar notu:] Dil, gerLçeğin] dilidir. [E lyazm asm da ilk biçim.:] Bu, genel tarih sel önem i olm ayan am a sa ­ dece yerel önemi olan bir m ücadeledir, insan yığınlarına, uygarlığın b a rb a r­ lığa karşı m ücadelesinden d ah a fazla sonuç getirm eyen b ir m ücadeledir. [Elyazm asm da çizili pasaj:] Aziz Bruno, bize, "Ludwig F eu erbach'm b ir karakteristiğini", yani N orddeutsche B lätter de daha önce yayınlanm ış olan bir m akalenin yeniden gözden geçirilm iş ve düzeltilm iş b ir şeklini sunuyor. Feuerbach, bauerci "öz bilinç"i, d a h a göze çarpıcı hale getirm ek am acıyla, b ir "Töz" şövalyesi olarak betim leniyor. Z aten bu genel b ir şeydir: b ir sü re ­ den beri Feuerbach, her şey ve h erk es hakkında, o nların "Töz" olduklarını söylemekle yetiniyor. Feuerbach'm bu tözleştirm esi (transsubtantiatıon) sı­ rasında, bizim azizimiz, b ir ham lede, F[euerbach]'ın Leibniz ve Bayie ü z e ri­ ne yazılarından, H ıristiyanlığın Ö zü'ne geçiyor (ve F euerbach'm H öllische Jahrbücherde yayınlanan "olgucu felsefeye karşı m akalesini atlıyor). Bu "dalgınlık" pek de "uygun b ir yerde" yapılıyordu. Feuerbach, orada, ta m da, "Töz"ün pozitif tem silcilerinin önünde, Aziz B runo'nun h âlâ g ünahsız gebe­ lik üzerine [kurgular kurm akla] u ğ raştığ ı bir çağda, "öz bilinç"in b ü tü n b il­ geliğini gözler önüne seriyordu. (Bkz: A ln ıa n İdeolojisi, P aris 1968, E ditions Sociales, s. 115 ve 116.) * Bu kısım elyazm asm da h a ra p olmuş. —Ed. ** E ditions Sociales ta ra fın d a n eklenm iştir. —ç.

45

(2. FEUERBACH'IN SEZGİSEL VE TUTARSIZ MATERYALİZMİNİN ELEŞTİRİSİ]

[...]* [8] gerçekte ve pratik materyalist için, yani komü­ nist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştür­ mek (revolutionieren), varolan duruma pratik olarak saldır­ mak ve onu değiştirmektir.24 Feuerbach’da kimi zaman bu cinsten görüşler bulunsa da, bunlar, hiçbir zaman kopuk ko­ puk sanılardan öteye gitmezler, ve bunların onun genel ba­ kış tarzı üzerinde çok az etkisi vardır ve o nedenle biz, bura­ da, bunları gelişmeye elverişli tohumlardan başka bir şey olarak görmüyoruz. Feuerbach'da duyumsal (Sinnliche) dün­ ya "kavramı",25 bir yandan bu dünyanın basit sezgisiyle (Anschanung) öte yandan da basit algısıyla (Empfindung) sı­ nırlı kalır, "gerçek tarihsel insan" diyeceğine "İnsan" der. "İnsan" dediği, gerçekte "Alman"dır. Birinci durumda, du­ yumsal dünyanın sezgisinde, zorunlu olarak, kendi bilinciyle ve kendi duygusuyla çelişen, kendisinin önceden varsaydığı duyumsal dünyanın bütün parçalarının, özellikle insanın ve doğanın uyumunu bozan şeylere toslar. Bunları safdışı et­ mek için, ikili bir görüş tarzına sığınmak zorunda kalır, yal­ nızca "besbelli olanı" algılayan dünyevi bir görüş tarzı ile, şeylerin "gerçek özü'nü algılayan daha yüksek, felsefi bir gö­ rüş tarzı arasında salınır.26 Çevresindeki duyumsal dünya­ nın nasıl sonsuzluktan bu yana hiç değişmeden kalan bir şey olmayıp, sanayiin ve toplumun durumunun ürünü, hem de tarihsel anlamda ürünü olduğunu, her biri kendinden ön­ ceki kuşağın omuzlan üzerinde yükselen, onun sanayiini, ve karşılıklı ilişkisini yetkinleştiren, ve gereksinmelerdeki de­ ğişikliklere uygun olarak toplumsal düzenini değiştiren bir dizi kuşağın faaliyetinin sonucu olduğunu27 görmez. Feuer24 [Marx'm kenar notu.] Feuerbach. 25 [E lyazm asm da ilk biçim:] teo rik "anlayış". 26 [Engels'in kenar notu:] N. B. F[euerbach]'ın yanlışı, besbelli olanı, duyum sal görünüm ü duyum sal o lguların d ah a derin araştırılm asıyla s a p ta ­ nan duyum sal gerçekliğe tabi kılm ası değil, son tahlilde, duyum sal d ünya­ yı, ona ßlozofun "gözleri yle, yani filozof "gözlükleri'yle bakm adan ele a la ­ m ayışıdır. 27 [E lyazm asm da ilk biçim:] h er ta rih se l çağda bir dizi kuşağın eylem i­ nin sonucu olduğunu * M arx tarafından n u m a ralan a n 3, 4, 5, 6, ve 7. y ap rak lar eksik. —E d.

46

bach, en basit "duyumlu kesinlik" nesnelerini bile ancak top­ lumsal gelişme, sınai ve ticari ilişkiler (Verkehr) sayesinde edinmiştir. Herkes bilir ki, kiraz ağacı, hemen bütün meyve ağaçlan gibi, yalnızca birkaç yüzyıl önce ticaret yoluyla bi­ zim enlemimize nakledilmiş ve [9] belirli bir toplumun, belir­ li bir çağdaki bu eylemi sayesindedir ki, kiraz ağacı Feuer­ bach için "duyumsal kesinlik" haline gelmiştir.28 Kaldı ki, şeyleri gerçekten oldukları gibi ve gerçekten ce­ reyan ettikleri gibi gören bu anlayışta, her derin felsefi so­ run, biraz ilerde daha açık görüleceği gibi, çok basitçe ampi­ rik bir olgu haline geliverir. Örneğin "töz" ve "öz-bilinç" ko­ nusundaki bütün o "sınırsız yücelikteki yapıtlar"a[10] kay­ naklık etmiş insan-doğa ilişkisi (hatta Bruno'nun sözünü ettiği (s. 110)tllJ "doğa ile tarih arasındaki karşıtlıklar" — sanki bu ikisi birbirlerinden ayn "şeyler"miş gibi, sanki in­ san her zaman bir tarihsel doğa ve bir doğa tarihi ile karşı karşıya değilmiş gibi—) konusundaki bu önemli sorun, şu pek ünlü "insan-doğa birliği'nin, tıpkı insanların doğa ile "savaşı" gibi, sanayide hep ve sanayiin gelişmişlik düzeyine bağlı olarak ve üretici güçlerini o düzeye tekabül eden bir te­ mel üzerinde geliştirdikleri noktaya dek her çağda farklı bi­ çimlerde varolageldiği anlaşıldığında, kendiliğinden ortadan kalkar. Sanayi ve ticaret, yaşamsal gereksinmelerin üretimi ve değişimi, dağıtımı, değişik toplumsal sınıfların yapısını belirledikleri gibi, yürütülüş tarzlarına göre kendileri de, bunlar tarafından belirlenirler — ve o nedenledir ki, Feuer­ bach, örneğin Manchester'da yüzyıl önce yalnızca çıkrıkların ve dokuma tezgâhlarının olduğu yerde fabrikalar ve makine­ ler görüyor, ve Roma köyünde, Augustus zamanında yalnız­ ca Romalı kapitalistlerin bağ-bahçelerini ve villalarını bula­ cağı yerde, ancak otlaklar ve bataklıklar buluyor.29 Feuer­ bach, doğa bilimi anlayışından özellikle sözediyor, ancak fi­ zikçinin ve kimyacının görebileceği gizlere değiniyor; ama ticaret ve sanayi olmasaydı doğa biliminin hali nice olurdu? Hatta, bu "katıksız" doğa bilimine amacını gösteren ve ona materyalini sağlayan ticaret ve sanayi, insanların maddi fa­ aliyetleri değil midir? Ve insanların kesintisiz bu faaliyeti, 28 [Marx'm kenar notu.] Feuerbach. 29 [M arx'm kenar notu:] Feuerbach.

47

bu işi, bu maddi şeylerin yaratılması, bir sözcükle bu üre­ tim, günümüzde olduğu biçimiyle bütün duyumsal dünyanın temelidir, şundan da belli ki, eğer bunlar kesintiye uğratılsaydı, bu kesinti bir yıl için bile olsa, Feuerbach, yalnızca, doğal âlemde muazzam bir değişiklik bulmakla kalmayacak, bütün insanlık âleminin kaybından olduğu kadar kendi sey­ retme yetisinin kaybından, hatta bizzat kendi varlığının kaybından da pek çabuk yakınacaktı. Elbette, dış doğanın önceliği bu yüzden geçerliğinden bir şey yitirmez ve bütün bunlar, doğaldır ki, generatio aeçuivoca* yoluyla üremiş olan ilk insanlara uygulanamazlar; ama bu ayrımın, ancak, insan doğadan ayrı bir şey olarak kabul edildiği takdirde anlamı vardır. Zaten insanların tarihinden önce gelen bu doğa, hiç de Feuerbach'ın içinde yaşadığı doğa değildir; bu doğa, za­ manımızda, belki de yakın zamanda oluşmuş olan Avusturalya atollerinden başka hiçbir yerde mevcut değildir. Dola­ yısıyla Feuerbach için de mevcut değildir. İtiraf edelim ki, Feuerbach'ın, [10] "katıksız" materya­ listlere göre, insanın da bir "duyumsal nesne" olduğunu farketmek gibi büyük bir üstünlüğü vardır; ama burada da yi­ ne teori alanında kalıp, insanları verili toplumsal bağlamları içinde, mevcut yaşam koşulları içinde ele alamadığından ötürü, insanı "duyumsal faaliyet" olarak değil de, yalnızca "duyumsal nesne" olarak ele alıyor olması bir yana, gerçek­ ten varolan, faaliyet halindeki insanlara da hiçbir zaman va­ ramıyor, "insan" soyutlamasını aşamıyor ve bu insanı duyu­ lara sahip "gerçek, bireysel, etten kemikten insah'ın ötesine götüremiyor, yani "insan ile insan" arasında aşk ve dostluk dışında başka bir "insan ilişkisi" tanımıyor, üstelik onu da idealize ediyor.30 Güncel yaşamın koşullarının eleştirisini yapmıyor. Bu yüzden, duyumsal dünyayı, onu meydana geti­ ren bireylerin canlı duyumsal faaliyetinin toplamı olarak kavramaya erişemiyor; ve sözgelimi sağlıklı insanlar yerine bir açlar, sıracalılar, bitkinler, veremliler sürüsü görünce, "yüksek sezgi'ye ve "türlerin" düşünsel "ödeşmesi"ne sığın­ mak zorunda kalıyor; bu yüzden de, komünist materyalistin sanayide olsun, toplumsal yapıda olsun köklü bir dönüşümü­ nün hem zorunluluğunu, hem de koşulunu gördüğü yerde, 30\M arx'm kenar notu.] F[euerbach], * K endiliğinden ürem e. —ç.

48

idealizme düşüyor.31 Feuerbach materyalist olduğu zaman tarihten uzak du­ ruyor, ve tarihi hesaba kattığı zaman da materyalist olmak­ tan çıkıyor. Feuerbach'da tarih ve materyalizm birbirlerin" den tamamen ayrı şeylerdir, zaten bu da daha önce söyledik­ lerimizden anlaşılmaktadır32" " [3. BAŞLANGIÇTAKİ TARİHSEL İLİŞKİLER YA DA TOPLUMSAL FAALİYETİN ESAS YÖNLERİ: GEÇİM ARAÇLARININ ÜRETİMİ, YENİ GEREKSİNMELERİN ÜRETİMİ, İNSANLARIN ÜREMESİ (AİLE), TOPLUMSAL İLETİŞİM, BİLİNÇ] [11] Her türlü öncülden yoksun Almanlar söz konusu ol­ duğundan, her türlü insan varlığının, dolayısıyla her türlü tarihin33 ilk öncülünden,« yani insanların "tarihi yapabil­ mek"34 için yaşamlarını sürdürebilecek durumda olmaları gerektiği öncülünden işe başlamak zorundayız. Ama yaşa­ mak için her şeyden önce içmek, yemek, barınmak, giyinmek ve daha bazı başka şeyler gerekir. Demek ki, ilk tarihsel ey­ lem, bu gereksinmeleri karşılayacak araçların üretimi, mad­ di yaşamın kendisinin üretimidir, ve bu, binlerce yıl önce ol­ duğu gibi, bugün de salt insanlar yaşamlarını sürdürebilsinler diye günbegün, saatbesaat yerine getirilmesi gereken ta­ rihsel bir eylem, bütün tarihin temel bir koşuludur. Duyumsallık, Aziz Bruno'dat12) olduğu gibi, bir sopaya, bu en düşük asgariye indirgendiği zaman bile, bu sopayı üretme eylemini varsayar. Demek ki, bütün tarih anlayışında, başta gelen şey, bu temel olguyu, bütün önemi içinde, ve bütün ge­ nişliği içinde gözlemlemek ve onun hakkını vermektir. Her­ kes bilir ki, Almanlar, bunu hiç bir zaman yapmadılar; târi­ hi hiçbir zaman dünyevi bir temele oturtamadılar ve bu yüz­ 31 [M arx'in kenar notu:] Feuerbach. 32 [Elyazm asında çizili pasaj:] Eğer, gene de, b u rad a ta rih i biraz daha y akından inceliyorsak, bu A lm anların "tarih” ve ''tarihsel'' sözlerini işittik ­ leri zam an özellikle gerçeklikten başka akla gelebilecek h er şeyi tasa rla m a k gibi b ir alışkan lıkları olm asından ötürüdür. Ve Aziz B nıno, "kutsal b elagat­ ta u stalaşm ış bu vaiz" bu alışkanlığın p arlak b ir örneğini verir bize. 33 [M arz’m kenar notu:] Tarih 34 [M a rz'm kenar notu:] Hegel. 1131Jeolojik, hidrografik vb. koşullar, in ­ san bedeni. G ereksinm e, emek.

49

den de hiçbir zaman bir tarihçileri olmadı. Her ne kadar Fransızlar ve İngilizler bu olgunun tarih denilen şeyle bağ­ lantısını, özellikle siyasal ideoloji içinde hapsedilmiş kaldık­ ları ölçüde, ancak en dar bir açıdan gördüyseler de, bu, onla­ rın sivil toplumun (bürgerlichen Gesellscfıaft), ticaretin ve sanayiin tarihini ilkönce yazarak tarihe maddi bir temel ka­ zandırmak için ilk denemelerde bulunmalarına engel olma­ dı. İkinci nokta [12] şudur ki, ilk gereksinmenin kendisi bir kez sağlandığında, sağlama eylemi ve bu sağlama işinden kazanılmış olan alet, yeni gereksinmeler yaratır — ve bu ye­ ni gereksinmelerin yaratılması ilk tarihsel eylemdir. Pozitif malzeme sıkıntısı içine düştüklerinde ve ne dinbilimsel, ne de siyasal ya da edebî saçmalıklara katkıda bulunamadıkla­ rında, bunun tarih değil de "tarih öncesi" olduğunu iddia eden Almanların, tarih konusundaki büyük bilgeliklerinin nemenem bir şey olduğu bu noktada hemen açığa çıkıverir; zaten —her ne kadar tarih konusundaki kurgularında bu tarih-öncesinin kendilerini "çıplak olgular "dan koruduğunu, aynı zamanda da, bu "tarih-öncesi' nde binlerce hipotez yara­ tıp binlercesini de çürütebileceklerini düşündüklerinden, bu "tarih-öncesi’ne özel bir gayretle sanlıyorlarsa da— bu "tarih-öncesi" saçmalığından tarihin kendisine nasıl geçildiğini de açıklamıyorlar. Burada, tarihsel gelişmenin içine daha baştan dahil olan bir üçüncü ilişki de şudur: her gün kendi yaşamlarını yenile­ yen insanlar, başka insanlar yaratmaya, kendi kendilerini yeniden üretmeye koyulurlar; bu, kadınla erkek arasındaki, ana babalarla çocuklar arasındaki ilişkidir; bu ailedir. Baş­ langıçta tek toplumsal ilişki olan bu aile, zamanla, artan ge­ reksinmeler yeni toplumsal ilişkiler doğurduğu ve nüfusun artması yeni gereksinmeler yarattığı zaman (Almanya'dan başka her yerde) ast bir ilişki haline gelir; bu bakımdan, bu aile konusunu, Almanya'da yapılması âdet olduğu üzere "ai­ le kavramı'na göre değil de, mevcut ampirik olaylara göre incelemeli ve geliştirmelidir. Üstelik, toplumsal faaliyetin bu üç yönünü üç farklı aşama olarak anlamamak, yalnızca top­ lumsal faaliyetin üç farklı yönü olarak anlamak gerekir, ya da Almanlar için daha açık bir dil kullanmak gerekirse, tari­ hin başından beri ve ilk insanlardan buyana birarada birlik­ 50

te mevcut olmuş ve bugün de hâlâ tarih içinde kendini göste­ ren üç "uğrak" ("Moment") olarak anlamak gerekir. Yaşamı üretmek, işle kendi öz yaşamını olduğu kadar, döl vererek başkasının yaşamını üretmek, demek ki, artık bize çifte bir [13] ilişki olarak görünür, bir yandan bir doğal ilişki olarak, öte yandan da bir toplumsal ilişki olarak — şu anlamda toplumsal ki, bununla, birçok bireyin, hangi koşul­ larda, ne tarzda ve ne amaçla olduğu önemli olmayan elbirli­ ği anlaşılır. Bundan çıkan sonuca göre: bir üretim tarzı ya da belirli bir sanayi aşaması, sürekli olarak bir elbirliği tar­ zına veya belirli bir toplumsal aşamaya bağlıdır; ve bu elbir­ liği tarzının kendisi bir "üretici güçtür"; gene bundan çıkan sonuca göre: insanlarca ulaşılabilir üretici güçler toplamı toplumsal durumu belirler ve dolayısıyla "insanlık tarihi­ nin", sanayi ve değişim (mübadele) tarihi ile kesintisiz bağ­ lantısı içinde incelenmesi ve ele alınması gerekir. Ama gene aynı derecede açıktır ki, Almanya'da böyle bir tarih yazmak olanaklı değildir, çünkü, bunu yapabilmek için Almanlarda eksik olan yalnızca onu kavrama yetisi ve materyal değil, aynı zamanda "duyumsal kesinlik"tir, zira Ren nehrinin öte yanında bu gibi şeyler yaşanamaz, çünkü oralarda tarih ar­ tık durmuştur. Demek ki, insanlar arasında, gereksinmele­ rin ve üretim tarzının koşullandırdığı ve bizzat insanlar ka­ dar eski bir maddi bağlar sisteminin varlığı daha baştan bel­ lidir — öyle bir bağlar sistemi ki, durmaksızın yeni biçimler alır ve insanları gitgide biraraya toplayan herhangi bir siya­ sal ya da dinsel saçmalık henüz mevcut olmadan da, bir "ta­ rih" sunar. Ve ancak şimdi, ta başlangıçtaki tarihsel ilişkilerin dört uğrağını, dört yönünü inceledikten sonradır ki, insanın "bilinç"i de olduğunu görüyoruz.35 Ama, öyle de olsa, bu daha baştan "katıksız" bilinç değildir. "Tin", daha baştan, [14] bu­ rada kendisini titreşim halindeki hava tabakaları, sesler, kı­ sacası dil biçiminde gösteren bir maddeye "yakalanmış" ol­ maktan muzdariptir. Dil, bilinç kadar eskidir, — dil, öteki insanlar için de varolan, ve o halde benim için de varolan 35 [M arx'm kenar notu:] in sa n la rın b ir ta rih i vardır, çünkü in san lar y a ­ şam larını üretm ek zorundadırlar ve bunu fiilen, belirli b ir tarzd a yapm ak zorundadırlar: bu o n lan n fiziksel örgütlenişleri ve aynı zam anda bilinçleri tarafın d an belirlenir.

51

ilk, pratik, gerçek bilinçtir ve, tıpkı bilinç gibi dil de, ancak, diğer insanlarla karşılıklı ilişki [Verkehr] kurma gereksin­ mesiyle, zorunluluğuyla ortaya çıkar.36 Bir ilişkinin mevcut olduğu yerde, o ilişki benim için de mevcuttur, hayvan hiçbir şeyle "ilişki içinde değildir", kısaca hiçbir ilişki bilmez. Hay­ vanın öteki hayvanlarla olan ilişkisi kendisi açısından bir ilişki değildir. Bilinç, demek ki, daha baştan toplumsal bir üründür ve insanlar mevcut oldukları sürece böyle kalır. El­ bette ki, bilinç, herşeyden önce, yalnızca en yakın duyumsal çevrenin bilincidir, ve bilinçlenmekte olan bireyin, kendisi dışında yer alan öteki şeyler ve öteki kişiler ile olan sınırlı bağlantısının bilincidir; bilinç, aynı zamanda, insanların karşısına önceleri baştan aşağı yabancı, mutlak güçlü ve karşı çıkılamaz bir güç olarak dikilen, insanların kendisine karşı düpedüz hayvanca bir davranış içinde bulundukları ve insanları da hayvanlan ürküttüğü kadar ürküten bir doğa bilincidir; o halde salt hayvansal bir doğa bilinci (doğa dini)36a —ve> ¿te yandan, çevresindeki bireylerle ilişki kurmak zorunluluğunun bilinci, toplum halinde yaşamakta olduğu bilincinin başlangıcıdır. Bu başlangıç, hayvansaldır; basit bir sürü bilincidir, ve burada, insan, koyundan, yalnızca bi­ lincin içgüdünün yerini alması olgusuyla ya da içgüdüsünün bilinçli bir içgüdü olması olgusuyla ayırdedilir. Bu sürücül, ya da kabilesel bilinç, üretkenliğin artmasıyla, gereksinme­ lerin çoğalmasıyla ve daha önceki iki unsurun temeli olan nüfusun çoğalmasıyla orantılı olarak gelişir ve yetkinleşir. [15] İlkel durumunda cinse ilişkin eylem içindeki işbölümünden başka bir şey olmayan işbölümü, böylece gelişir ve ar­ dından (örneğin bedensel güç gibi) doğal durumlar yüzün­ den, gereksinmeler, raslantılar vb. yüzünden kendiliğinden ya da "doğal olarak" işbölümü haline gelir.37 İşbölümü, an­ 36 [E lyazm asında çizili tümce:] Benim bilincim beni çevreleyen şey ile ilişkinidir. 36a H em en g örülür ki, bu doğa dinini, y a d a doğaya k arşı bu belirli dav­ ran ış biçim ini belirleyen toplum biçim idir ve vice versa* H er yerde olduğu gibi, b urada da, in san ın ve doğanın özdeşliği, in san la rın doğa k arşısındaki sınırlı d av ran ışla rın ın kendi ara la rın d a k i sınırlı d av ran ışla rın ı belirlem esi biçiminde, ve kendi a raların d a k i sınırlı d a v ran ışla rın ın da, o n ların doğa ile olnn sınırlı ilişkilerini belirlem esi biçiminde kendini gösterir, çünkü doğa, tnrih tarafın d an henüz pek az değişikliğe u ğ ratılm ıştır. * Ve bunun tersi. —ç.

52

cak maddi ve zihinsel bir işbölümü meydana geldiği andan itibaren gerçekten işbölümü halini alır.38 Bu andan itibaren, bilinç, mevcut pratiğin bilincinden başka bir şey olduğunu, gerçek bir şeyi temsil etmeksizin bir şeyi gerçek olarak tem­ sil ettiğini gerçekten sanabilir. Bu andan itibaren, bilinç, dünyadan kurtulma ve "salt" teorinin, tannbilimin, felsefe­ nin, ahlakın vb. oluşmasına geçme durumundadır. Ama bu teori, bu tannbilim, bu felsefe, bu ahlak vb. bile, mevcut iliş­ kilerle çelişki haline girdiklerinde, bu, ancak, mevcut top­ lumsal ilişkilerin mevcut üretici güçlerle çelişki haline gel­ miş olmasından ileri gelebilmektedir; zaten, belirli bir ulusal ilişkiler çemberinde, bu durum, çelişkinin bu ulusal alanın içinde değil, ama bu ulusal bilinç ile öteki ulusların pratiği arasında, yani bir ulusun ulusal bilinci ile evrensel bilinci arasında39 (halen Almanya'da olduğu gibi) meydana gelme­ sinden olabilir, ancak ve o halde, bu ulus için, bu çelişki, an­ cak ulusal bilincin bağrında bir çelişki gibi açıkça kendini gösterdiğinden, savaşım, bu ulusal pislikle sınırlanmış görü­ nür, elbette ki, bu ulus kokuşmanın ta kendisi olduğu için böyle görünür. [16] Üstelik, bilincin tek başına ne yaptığı o kadar önemli değildir; bütün bu çürüme, bize ancak şu sonu­ cu verir: şu üç uğrak, üretici güç, toplumsal durum ve bilinç, birbirleriyle çelişkiye düşebilirler ve düşmek zorundadırlar, çünkü işbölümü sayesinde, faaliyet ile maddi faaliyetin,40 keyif çatma ile çalışmanın, üretim ile tüketimin farklı farklı bireylerin payına düşme olasılığı, hatta olgusu ortaya çıkar ve bunların birbirleriyle çelişkiye düşmemelerinin tek yolu, bizzat işbölümünün kendisinin tekrar kaldırılmasıdır. Ayrı­ ca besbelli ki, "hayaletler", "ayaktakımı", "en yüce varlık", "kavram", "kuşkular"tl4] tekil bireyle sınırlı idealist, tinsel ifadeler, anlayışlardır, yaşamın üretilme tarzının ve ona bağlı karşılıklı ilişki biçiminin (Verkehrsform) içinde hareket ettikleri çok ampirik kısıtlılıklar ve sınırlılıklar anlayışın­ 37 [Marı'm elyazmasırıda çizili kenar notu:] İn san lar, bilinci, gerçek t a ­ rihsel gelişm e çerçevesi içinde geliştirirler. 38 [Marx’m kenar notu:] İdeologların ilk biçimi, din adamları, zam andaştır. 39 \Marx'm kenar notu:] Din. A lm anlar ve b u biçimi ile ideoloji. 40 [Elyazmasırıda çizili pasaj:] eylem ve düşünce, yani düşüncesiz ey­ lem ve eylem siz düşünce. 53

dan başka bir şey değildir.41 [4. TOPLUMSAL İŞBÖLÜMÜ VE SONUÇLARI: ÖZEL m ü l k iy e t , d e v l e t , t o p l u m s a l f a a l iy e t in "YABANCILAŞMA ”SI]

Bütün bu çelişkileri içinde taşıyan velkendisi de aile için­ deki doğal işbölümünde ve toplumun ayrı ayrı ve birbirine karşıt ailelere ayrılışında yatan bu işbölümü, aynı zamanda, işin ve ürünlerinin üleştirilmesini, aslında nicelik bakımın­ dan olduğu kadar, nitelik bakımından da eşit olmayan dağı­ lımını içeriı\ şu halde, ilk TnŞîmi, tohumu, kadının ve çocuk­ ların erkeğin kölesi oldukları aile içinde bulunan mülkiyeti [17] içerîr.\Aile içindeki, elbet henüz çok ilkel ve gizli olan kölelik ilk mülkiyettir Tu. bu mülkiyet, avrıca modem ikt.isâfcîlârih~lanırrilamasma mükemmelen uymaktadır, bu ta­ nımlamaya göre mülkiyet, başkasının işgücünden serbestçe yararlanma yetkisidir. Kaldı ki, işbölümü ve özel mülkiyet özdeş deyimlerdir — birincisinde faaliyete göre anlatılan şey, İkincisinde bu faaliyetin ürününe göre dile getirilmekte'dir. İşbölümü, ayrıca, tek bireyin ya da tek bir ailenin çıkan ile aralannda birbirleriyle karşılıklı ilişki içinde bulunan bü­ tün bireylerin kolektif çıkan arasındaki çelişkiyi de içerir; kaldı ki, bu kolektif çıkar, "genel çıkar" olarak, yalnızca ha­ yalî olarak değil, her şeyden önce, işin aralannda bölüşüldüğü bireylerin karşılıklı bağımlılığı biçiminde gerçek olarak da mevcuttur. İşte asıl bu çelişki, özel çıkar ile kolektif çıkar arasındaki çelişkidir ki, kolektif çıkan, devlet sıfatıyla, bireyin ve toplu­ luğun gerçek çıkarlarından aynlmış bağımsız bir biçim al­ maya ve aynı zamanda her zaman her aile ve kabile yığışı­ mında mevcut olan, kan, dil, geniş bir ölçüde işbölümü bağ­ ları ve öteki çıkarlar gibi bağlann somut temeli üzerinde, ama aldatıcı bir ortaklaşma görünümü almaya götürür; ve bu çıkarlar arasında, özellikle, daha o zamandan işbölümü tarafından koşullandırılan, bu cinsten bütün gruplaşmalar 41 [E lyazm asm da çizili pasaj:] M evcut ekonom ik sın ırların bu idealist ifadesi, yalnızca sa lt teorik b ir şey değildir, p ratik bilinçte de m evcuttur, y a­ ni özgür olan ve m evcut ü retim tarz ı ile çelişik hale gelen bilinç, yalnız din­ leri ve felsefeleri oluşturm az, devletleri de olu ştu ru r.

içinde farklılaşan sınıf çıkarlarını, içlerinden birinin ötekiler üzerinde egemen olduğu sınıfların çıkarlarını, daha ilerde geliştireceğimiz ü z e r e sınıf yıkarlarını buluyoruz. Bundan çıkan sonuç şudur: devlet içindeki bütün savaşımlar demok­ rasi, aristokrasi ve monarşi arasındaki savasım, oy hakkı uğruna vb. savaşım, çeşitli sınıfların yürüttükleri gerçek sa­ vaşımların büründükleri aldatıcı biçimlerden başka bir şey değildir (her ne kadar bu konuda kendilerine Fransız-Alman Y ıllık la r ın d a ^ ve Kutsal Aile de oldukça yol gösterildiyse de, Alman kuramcıları bunu akıllarından bile geçirmemek­ tedirler); ve dahası.legemen olmak isteyen her sınıf, prole­ taryanın durumunda söz konusu olduğu gibi, kendi egemenliği bütün eski toplum biçiminin ve bizzat egemenliğin orta­ dan kalkması anlamına gelecek olsa bile, kendi çıkarını her­ kesin çıkarıymış gibi gösterebilmek için —ki ilk başta bunu yapmak zorundadır—ısivasal iktidarı ele geçirmesi gerekir. Bireyler yalnızca özel çıkarlarına baktıkları için —özel çıkarlar bireyler açısından, kendi kolektif çıkarlarıyla örtüşmez (aslında kolektif, kolektif yaşamın yanılsatıcı biçimi­ dir)— kolektif çıkar, onlara "yabancı" [18] olan, onlardan "bağımsız" olan ve kendisi de özelliği olan ve özel bir "genel" çıkar olan bir çıkar gibi görünmektedir, ya da bu bireyler, demokraside olduğu gibi, bu ikilik içinde hareket etmek zo­ rundadırlar. Öte yandan kolektif ve kolektif sanılan çıkar­ larla gerçekte durmadan çarpışan bu özel çıkarların partide­ ki kavgası, aldatıcı "genel" çıkarın devlet biçimindeki pratik müdahalesini ve dizginlemesini zorunlu kılar.* [17] Ve ensonu, işbölümünün bize derhal ilk örneğini sunduğu şey şudur: insanlar doğal toplum içinde bulunduk­ ları sürece, şu halde, özel çıkar ile ortak çıkar arasında bö­ lünme olduğu sürece, demek ki, faaliyet gönüllü olarak değil de doğanın gereği olarak bölündüğü sürece, insan kendi işi­ ne hükmedeceğine, insanın bu kendi eylemi, insan için ken­ disine karşı duran ve kendisini köleleştiren yabancı bir güç haline dönüşür. Gerçekten de, iş paylaştırılmaya başlar baş­ lamaz herkesin kendisine dayatılan onun dışına çıkamadığı, yalnızca kendine ait belirli bir faaliyet alanı olur; o kişi avcı­ dır, balıkçıdır ya da çobandır ya da eleştirici eleştirmendir,[16] * Son iki p arag raf k en ara Engels tarafın d an eklenm iştir. —Ed.

55

ve eğer geçim araçlarını yitirmek istemiyorsa bunu sürdür­ mek zorundadır — oysa herkesin bir başka işe meydan ver­ meyen bir faaliyet alanının içine hapsolmadığı, herkesin ho­ şuna giden faaliyet dalında kendini geliştirebildiği komünist toplumda, toplum genel üretimi düzenler, bu da, benim için, bugün bu işi, yarın başka bir işi yapmak, canımın istediğince, hiçbir zaman avcı, balıkçı ya da eleştirici olmak duru­ munda kalmadan sabahleyin avlanmak, öğleden sonra balık tutmak, akşam hayvan yetiştiriciliği yapmak, yemekten son­ ra eleştiri yapmak olanağını yaratır. [18] Toplumsal faaliye­ tin bu şekilde sabitleşmesi, kendi ürünümüzün, bize hükme­ den, biz^tm denetimimizden kaçan, beklentilerimize karşı ko­ yan, hesaplarımızı boşa çıkaran maddi bir güç halinde bu toplaşması, zamanımıza kadarki tarihsel gelişmenin bellibaşlı uğraklarından biridir.42 Toplumsal güç, yani işbölümü­ nün koşullandırdığı çeşitli bireylerin elbirliğinden doğan on kat büyümüş üretici güç, bu bireylere biraraya gelmiş kendi öz güçleri gibi görünmez, çünkü bu elbirliğinin kendisi de, gönüllü değil, doğaldır; bu güç, bu bireylere, kendilerinin dı­ şında yer alan, nereden geldiğini, nereye gittiğini bilmedik­ leri, bu yüzden de artık hükmedemedikleri, tersine, şimdi in­ sanlığın iradesinden ve gidişinden bağımsız, bir dizi gelişim evrelerinden, aşamalarından geçen, insanlığın bu irade ve gidişini yöneten yabancı bir güç gibi görünür.* Yoksa, sözge­ limi, mülkiyetin bir tarihi nasıl olabilirdi, nasıl değişik bi­ çimler alabilirdi? Diyelim ki, toprak mülkiyeti ortaya çıkan koşullara göre, nasıl Fransa’da parçalı durumdan bazıları­ nın elinde toplanmaya, İngiltere'de ise bazılarının elinde toplanmış bulunmaktan parçalanmış duruma (gerçekte bu­ gün olduğu gibi) geçebilirdi? Ya da, gene nasıl oluyor da baş­ ka başka bireylerin ve başka başka ulusların ürünlerinin de­ ğişiminden başka bir anlamı olmayan ticaret, arz ve. talep ilişkileriyle bütün dünyaya hükmediyor —o ilişki ki, bir tn42 [Elyazm asında çizili pasaj:] ve b aşlan g ıçta in san ların kendilerince k u ru lan b ir kurum olan, k ısa zam anda toplum a başlangıçtaki k u ru cu ları­ nın hiç de istem edikleri, geri çıkm am acasına "öz-bilinç" ya d a "B irtek'e d a­ lıp gitm em iş herhangi bir kim se için som ut o la ra k görülebilir özel b ir gidiş veren m ülkiyet içindeki * Bu pasajın kenarına M arx, bu 'p a ra g ra fta n hem en sonra gelen 5. kesi­ min ilk iki paragrafını eklem iştir. —Ed.

56

giliz iktisatçısına göre yeryüzü üzerinde ilkçağdan kalma bir alınyazısı gibi asılı durur, ve görülmez bir elle insanlar ara­ sında mutluluğu ve mutsuzluğu dağıtır, imparatorluklar ku­ rar, [19] imparatorluklar yıkar, halkları var eder, halkları yok eder— oysa bu temelin, özel mülkiyetin, üretimin komü­ nistçe düzenlenmesiyle (yani insanın kendi ürününe karşı yabancı tutumunun ortadan kalkmasıyla) arz ve talep ilişki­ sinin gücü hiçe iner ve insanlar, değişimi, üretimi ve karşı­ lıklı ilişki tarzlarını (gegenseitigen Verhaltens) yeniden kendi denetimleri altına alırlar. [5. KOMÜNİZMİN MADDİ BlR ÖNKOŞULU OLARAK üretici g üçlerin g elişm esi ]

[18] Filozofların anlayabilecekleri bir terim kullanmak gerekirse, bu "yabancılaşma" doğaldır ki, ancak iki pratik koşulla ortadan kaldırılabilir. Yabancılaşmanın "katlanıl­ maz" bir güç, yani insanın ona karşı devrim yaptığı bir güç haline gelmesi için, onun insanlığın büyük bir çoğunluğunu tamamen "mülkiyetten yoksun" hale, ve aynı zamanda, ger­ çekten mevcut olan bir zenginlik ve kültür dünyasıyla çeliş­ kili hale getirmesi gereklidir, öyle şeyler ki, her ikisi de üre­ tici güçlerin büyük ölçüde artmasını, yani üretici güçlerin gelişiininin yüksek bir evresini varsayarlar. Öte yandan üre­ tici güçlerin bu gelişmesi (daha şimdiden insanların güncel ampirik yaşantısının, yerel düzeyde değil de dünya çapında tarihsel olarak cereyan etmesini içeren gelişmesi) kesinlikle vazgeçilemez, önce yerine gelmesi gereken bir pratik koşul­ dur, çünkü, bu koşul olmadan, kıtlık, genel bir durum alır, ve gereksinmeyle birlikte zorunlu olan için savaşım yeniden başlar ve gene kaçınılmaz olarak aynı eski çirkefîn içine dü­ şülür. j^u .kfişul. gen^^aynı ^ekildej insan cinsinin evrensel ilişkileri, ensonu. üretici güçlerin bu evrensel gelişm esi ile kurulabileceği için velıir pandan Tbütün ülkelerde, aynı za­ man içinde, 'mülkiyetten yoksun' yığın olayını doğurduğu için (evrensel rekabet), sonra bu ülkelerden herbirini öteki ülkelerdeki altüst oluşlara bağımlı kıldığı için ve ensonu am­ pirik olarak evrensel olan, dünya, çapında tarihsel insanları yerel bireylerin yerine koymuş olduğu için Je sine qua non* * O lm azsa olmaz, zorunlu. —ç.

57

bir pratik koşuldurİB u koşul olmadıkı takdirde:!ly komünizm ancak yerel bir olgu olarak varolaDİlirj[ 2 j karşÎÎıklı iliş­ ki güçleri (die Müchte des Verkehrs), evrense^ şu halde, kat­ lanılmaz olan güçler olarak gelişemezler, i^rel batıl inanç­ lardan doğan "koşullar" olarak kalırlar: veQBkarşılıklı ilişki yaygınlaştıkça yerel komünizm ortadan kalkar: [Komünizm, ampirik ¿[¿ırak, ancak egemen halkların "hep birden' ve eşzamanlıVjy hareketi olarak olanaklıdır, bu da üretici gücün evrensel gelişmesini ve buna bağlı olan dünya ilişkilerim (Weltverkehr) varsayar. [18] Bize göre komünizm, ne yaratılması gereken bir du­ rum, ne de gerçeğin ona uydurülmak zorunda olacağı bir ül­ küdür. Biz, bugünkü duruma son verecek gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşullan,43 şu anda varo­ lan öncüllerden doğarlar. 119] Kaldı ki, tümüyle mülkiyetsiz (bloßen) işçiler yığını —sermayeden ya da sınırlı bile olsa her çeşit tatmin olma durumundan uzak muazzam işgücü— dünya pazarını varsa­ yar; nasıl ki, bu işin geçici nitelikte olmayan kaybı, güvenli " geçim kaynağı olarak kaybı, rekabetten doğan iş kaybı da dünya pazannı varsayarsa. Demek ki proletarya44 ancak dünya cavında tarihsel olarak mevcut olabilir, nasıl ki prole­ taryanın işi olan komünizm de, ancak, dünya çapında tarih­ sel olarak varolabilirse. Bireylerin dünya çapında tarihsel varlığı, başka deyişle, bireylerin doğruaan dünya tarihine bağlı varlıkları. [191 İçinde bulunduğumuz aşamadan önceki bütün tarih­ sel aşamalarda mevcut üretici güçlerin koşullandırdığı ve buna karşılık kendisi de bu güçleri koşullandıran karşılıklı ilişki biçimi sivil toplumdur, bundan önce söylediklerimiz­ den de anlaşıldığı gibi sivil toplumun öncülü, ve esas temeli daha kesin tanımlamaları yukarda verilmiş olan basit aile ve, klan da denilen, bileşik ailedir. Demek ki, daha şimdiden de açıkça anlaşılıyor ki, bu sivil toplum, bütün tarihin ger­ çek ocağı, gerçek sahnesidir ve bugüne kadarki tarih anlayı­ şının, nasıl gerçek ilişkileri ihmal edip kendisini yalnızca gü'l:i \ K lya zm a sın d a ç iz ilm iş pasaj:] k e n d ile ri de m addi g e rçe k lik tek i deği­ şik lik le re u y gun o la ra k y a rg ıla n m a lıd ırla r. 11 1E ty a zm a sın d a çizilen pasaj:] d em ek ki, evrensel ta r ih in a m p irik p ra tik b ir varlığı o lm asını v a rsa y a r.

rültülü prens ve devlet öyküleriyle sınırlayan büyük bir saç­ malık olduğu böylece görülüyor. Buraya kadar esas olarak insan faaliyetinin yalnızca bir yönü üzerinde, i doSanın insan tarafından biçimlendirilisi üzerinde durduk! Öteki yön, insanın insan taranndan biçimlendirilisi:..*6 ^ {Devletin kökeni ve devletin sivil toplumla ilişkisi.