Bilgi Felsefesi [4 ed.]
 9786055790158

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview



• •

A.KADIR ÇUÇEN

Bilgi Felsefesi

Sentez Felsefe Kitapları: Referanslar Dizisi:

8

3

Bilgi Felsefesi

© A. Kadir Çüçen

Sentez Yayıncılık 2012

ISBN 978-605-5790-15-8 1-3. Basım Asa Kitabevi

4. Basım Sentez Yayıncılık

İstanbul Ocak 2012 Kapak ve İç Düzen

Uludağ

(224) 223 72 10 Baskı

Kayhan Matbaacılık

Davutpaşa ca. Güven Sanayi Sitesi O blok No: Tel:

(O 212) 576 01 36

244

Topkapı/ İstanbul

SENTEZ YAYIN VE DAGITIM EGİTİM ve ÖGRETİM KURUMLAR! TİC.ve SAN. A.Ş. Cumhuriyet mah. Eski Ta hıl İçi no: l 38 BURSA TEL:(O 2 24)225 1180(pbx) & FAX:225 02 00 b ilgi@se n tezdagi ti m.com. tr

Prof. Dr. A. •



• •

IRÇUÇEN



SENTEZY A YINCILIK



.

. .

A. KAD i R ÇUÇEN kadir@ultıdag.edu.tr www20.tıltıdag.edtı.tr/-kadir P rof. Dr. A. Kadir Ç ÜÇEN, 1 9 6 1 yılında Erzurun1'da doğdu. İ lk, orta ve lise tahsiliııi İ zmit'te ta mamladı. 1 9 85 yıl ında Ankara (i 11iversitesi, Dil ve Tarih-Ccığrafya Fakültesi'niıı Felsefe Bölümü'nü bitirdikteı1 so11ra YLi ksek Lisans ve Doktora çalışınalarını A merika Birleşik Devletleri'nde tamamla­ dı. Doktora çalışmasını Almaı1 felsefeci Martin Heidegger'in varlık ktıraını üzerinde yaptı. 1 9 9 3 yılında Türkiye'ye döndLi. 1 99 5'de Yardımcı Doçeı1t, 1 997'de Doçent ve 2 00 3'te profesör oldu. Yazarın Mantık, Heideggeı·'de Varlık ve Zaman, Felsefeye Giriş, Mantık, Orta Çağ Felsefesi Tarihi, Kla.çik Mantık, Li.çeler İçin Fel.çefe Deı·,ç Kitabı ve Li.çeler İçin Mantık Der.ç Kitabı, Oı·ta Çağ ve Röne.çan.ç'ta Fel.çefe, Varlık Fel.çefesi, İıı.çan Haklaı·ı adlı kita pları vardır. Yurt içiı1de çok sayıda suı1duğu bildiri ve yazdığı ınakalelerinin yanı sıra Rusya ve AB D'inde Heidegger üzeriııe iki bildirisi; Rusya, Fraı1sa ve ABD'inde yayıı1laı1mış lıirer makalesi htıltıı1maktadır. 1999 yaz dö11emi TÜ BA btırslusu olarak AB D'nin Dtıqtıesne Üı1ive rsitesi'nde teknoloji felse­ fesi üzerine araştırma yaptı. "Kültiirlerarası Diyalog ve Eğitiın" lıaşlıklı Avrupa Birliği projesi11i 2 008-2009 tarihleri arasında yürütücülüğLinü yaparak tamamladı. Halen Uludağ Üniversitesi, !-'en-Edebiyat Fakiiltesi, Felsefe Bölümü'nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Evli ve hir çocuk babasıdır.







IÇINDEICILER

4. Baskıya Ö nsöz O nsöz GiRiŞ

........................................................................

.

..

. . ..

9 10 11

..............

••

••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••





..................................................................................................................

1.

BÖLÜM •

FELSEFE NED iR? 15 1 . Felsefenin Anlamı . .. .. 15 2. Bilgi11in Tanımı 16 3 . Bilgi Türl erı 17 a. Gi.iııdelik Bilgı ........................................................................................ 1. EJ b. Dinsel Bil �) 18 c. 'reknik Bilgi . . .. . . .. . . . . . ...... ... . . . ... 1 9 d. Sa11atsal Bilgı �() e. Bilim sel Bilgı ...................................................................... � 1. 1) Forınel Biliınler.... . . .... . ... . . . ... ... . ... . ...... .. . . . .. ... . . . . . . .... . . .. .. . . ..... .. .... .... .. 2 1 2) Doğa Bilinıleri ...... . . . .. . . . ... . . ... ... . . .. ..... . . .. . . . .. .. . . ... . ........... . . ..... . ........... 2 2 3) lnsa11 Bilimleri................................................................................. 2 3 f. f''elsefı Bilgi 23 4. Felsefe Bilgi sının Özellikleri 24 5. Felsefenin Konula (") 25 •••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

......................................... ' .

.'

.

............

' ••• ' ••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••• 1 ••• 1

.............. .

1

•••••••••••••••



•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••• •



••...•..............•...........................................................•...•....••.•.

........... ..

.........

.

......

.....

.......

..... ....

.....

...

.

..

.

.

.

.



·•··•·•·••········•···································································••·



••••••••••••••••••••



••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••





•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

..•........................................................................

Z.

BÖLÜM •









B i LGi FELSEFESiNE GiRiŞ 3.

•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

29

BOLUM ••



••







B i LG i FELSEFES i N i N TEMEL KAVRAM LARI 1 . Bilgi : Bilen ve Bilinen . . ... . .. . 2. Doğruluk ve Gerçeklik .................................................................... 3 . Doğruluk ve Anlamlılık .................................................................. 4. Bilgi ve Bilginin Gerekçelendiril ınesı 5. Doğruluk, Tutarlılık ve Geçerlilik 6. Apriori ve Aposteriori Bilgi 7. Analitik ve Sentetik Bilgi 8. Bilme Çeşitleri

••••••••••••••••••••••••••••••••••

. ,.......................................

...

...

.....

.

..

...... .

.

.



••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

35 35 36 38 39 40 43 45 47

9. Apodiktik - Assertorik - Problematik Bilgi/Önerme

50 10. Temel Bilgi - Çıkarımsal Bilgi .................................................... 5 1

4.

.......

BÖLÜM •









B i LG i FELSEFESi N i N PRO B L E M LE R i . . .. .. .. .. ...... ....... ... . . . . 5 5 1 . Doğru Bilginin Olanağı Problemi ...... . . ... .... . . .. . . . . 56 .

.

.

.

a. Dogmatikler b. Kuşkucular .

.

.

...

..

..

.

.

.

.

.

..

......................................................................

.

..............................

.

...................

.

...... .

.

. . .... ... .....

. ... .

.

.

...........

.

.

. ... .

..

.

.

..

.

........ . ..

..

.

..... ..........

1) Kuşkuculuğa Yol Açan Genel İlkeler 2) Kuşkuculuk Çeşitleri .

..

.

. . ..

56 . .57

... . ..

..............

.

. ....... .........

.. .... . ......................... . . . . . . . .... .... ........ ........

57 59

. . . . . .. ... . 66 2. Doğru Bilginin Kaynağı Problemi . . a. Bilginin Kaynağı Deneydir . . 66 :............................................... 67 b. Bilgini n Kaynağı Akıldır c. Bilginin Kaynağı H em Deney Hem de Akıldır -.................... 68 . . . . 68 d. Bilginin Kaynağı Sezgidir 3 . Doğru Bilginin Ö lçütü Problemi . 69 a. Doğru Bilginin Ölçütü Uygunluktur . . . . . 70 b. Doğru Bilginin Ölçütü Tutarlılıktır . .. 73 c. Doğru Bilginin Ölçütü Tümel Uzlaşımdır . . . 77 d. Doğru Bilginin Ölçütü Apaçıklıktır .............................................. 78 79 e. Doğru Bilgini n Ölçütü Verdiği Yarardı r 4. Doğru Bilginin Sınırı veya Kapsamı Problemi . . 80 a. içkin idealizm . . . . . 80 b. Transendental (Aşkın) İ dealizm . . 81 c. Realizm 82 d. Pozi tivizm . . . . 83 e. Neo-Pozitivizm . . . . . . . . 83 . 84 f. Akılcılık . . 85 . . ... . g. Deneycilik . . h. Sezgicilik . .. . . 86 i . Pragmatizm . . . 86 ...

....

.......

........................

.....

.

.

......

...

.

..

.

.....................................

....................

....

............... ................................ ..........

......................

..

...

.

.........

..

..

...........................

.................

..........

......

.

............

.....

.......................

.........

..............

..

.....................................

...



...

..............



.

.

......

.

..

........................................................................

.. ...............................

...............

.

.....................................................................................................

...........

..

................

.

.

.

...................

..........

....

...........

................................................ ..

...

........... ........

.....

......

.... ............ . ......................

................

...

....

.....................

.....................

. .................

...............................................

..................................

............... . .

........

. ............................

............. .............

........

.

.

......... .........

.. .

.......

.... .......

........................................

.......

5. BÖLÜM

FELSEFi AKIM LAR VE B İ LG İ F E LS E FES İ . 87 1 . Deneycilik ve Bilgi Felsefesi . . . . 87 2. Akılcılık ve Bilgi Felsefesi . . .. 89 3 . Kritisizm ve Bilgi Felsefesi . . . . 90 . . .. . . . . . . 4. Pragmatizm ve B ilgi Felsefesi ... . 90 ... . ... . 92 5. Sezgicilik ve Bilgi Felsefesi . .. 6. Kuşkuculuk ve Bilgi Felsefesi ....................................................... 92 7. Pozitivizm ve Bilgi Felsefesi .......................................................... 94 . . . . . . . . . . . .......................

. . . . . . ..................

......

.

.

....

.

.

. . . ................

. . . . . . . . . . . . ......................

.................

.............

.............

.

.....

..

.

.

..

.

..

..

........

.......

..............

.

.

. ..... ....

.................... .............

....... . ...

.

......

..

............

....

.....

8. Fenomenoloji ve Bilgi Felsefesi 9. Analitik Felsefe ve Bilgi Felsefesi 10. Temelcilik ve B ilgi Felsefesi

...................... . ...................

.

........

...... ............................... .......... .

.................................... ...................

6.

94 95 96

BÖLÜM

HAKLILAND I RMA KURA M LARI Içselcilik • • Dışsalcılık . . Temelcilik . Bağdaşımcılık (Tutarlılık) - Anti-Temelcilik . Bağlamcılık (Contextuallsm) .. . . .. . I şlevselcilik . G üvenirlilik . . . .. . Bilinemezcilik (Agnostisizm) . . .. . GETTIER VE B i LG i N i N TAN I M I SORUNU . . GEREKÇELEND İ R İ LM İ Ş DOGRU İ NANÇ B İ LG İ M İ D İ R?

101 103· 104 106 107 l 08 108 . 108 . 110 119

..................................... ... .................



.... .... .... ............

..

............. .... ................

...........

..................................... ......... ....... ....... .................. .... ...........

.. ................. .

.................................................

........

........



....

.......

...... . ....

........

........... ..

.

..........

.................. .... . ..... .............. ...... .......

...............

................

.............





.

......

........

..

.....

..... . .. ...............

......

....... .... .......... . .

.



.

7.

............................

.......

BÖLÜM •





F i LOZOFLAR VE B i LGi KURAM LARl 1. Antik Çağ' da Bilgi Felsefesi

..

.

123 123 a. Doğa Felsefesinde Bilgi Kuramı 124 . 126 b. İ nsan Felsefesinde Bilgi Kuramı c. Septikler ... . . . . . . . 153 155 d. Yeni-Platonculuk ve Bilgi Kuramı 2. Orta Çağ'da Bilgi Felsefesi . 158 a. Hrıstiyan Felsefesinde Bilgi Kuramı ......................................... 158 180 b. İslam Felsefesinde Bilgi Felsefesi 3. 17. Yüzyılda Bilgi Felsefesi ve Akılcılık 187 ... 210 4. 18. Yüzyılda Bilgi Felsefesi a. Ingi liz Deneycileri . . 210 234 b. Eleşti ı·el Felsefe ve lmmanuel Kant . . . . ... . 243 5. 19. Yüzyılda Alman İ dealizmi ve Bilgi Felsefesi . .... 250 6. Geç 19. Yüzyılda Bilgi Felsefesi 7. Erken 20. Yüzyılda Bilgi Felsefesi . .. . ..... 253 8. 20. Yüzyılda Bilgi Felsefesi . . . . . . 260 a. Yeni-Realizm ve Bilgi Kuramı . . . 261 268 b. Ma ntıkçı Pozitivizm, Viyana Çevresi ve Eleştirisi c. Ontolojik-Varoluşçu Felsefede Bilgi Kuramı 279 d. Post-Mod ern Bilgi Felsefesi . . . 284 . . . 286 KAYNAKÇA . . 293 D iZiN ..............

..........

........... ........ . .

................................... ......................

.................. ................................

..............

.......................

.

....

...

..

.................................

.................. ..............

. ..

......

............

.................................. ....... ....

...........................................................

. ............. .... ....... . ........ ............

..................................

........... ............................................



...

..

....................................................... . ....... .......

..

.

.... .

.

..... ........................

...........

. ............ ...... ...... . ........

........

... .........

..

..

.

.............

.....................

. ....... . ...

......

.......... ..... ...

.

.........

..

..... .....

.

.....

....

..

..

... ...... ..........

..............

.........................

...

. ......................



..........

............

.

.......

..

.... .. .......... ....... ..................

....... ............. ...........

..

................



...............................................................................................................

•• ••



Felsefenin en temel konularından biri olan ''bilgi", her ne kadar modern felsefe ile bir felsefi disiplin haline gelmiş olsa da, İlk Çağ'dan itibaren filozofların ele alıp irdeledikleri bir problemdir. "Ne bil iyoruz? Ne kadar bil iyoruz? Nasıl biliyoruz'? B ilme süreçleri ve yeti leri nel erdir? Doğru bilgi nedi r?" ve benzeri sorular bilgi felsefes inin ana sorularıdır. Farklı dönemlerde farklı filozoflar bu sorulara bazen birbirini des tekleyen bazen de çok fa rklı yaklaşım­ larla yanıt vermişlerdir. Bu çalışma hem felsefe tarihi sürecinde bilgi probl eminin ele al ınışını hem de sistematik açıdan bilgiye verilen yanıtları kapsamaktadır. Son zamanlarda çağdaş bilgi felsefesine olan ilgiııin arttı ğını yayı nlanan tel if ve çeviri kitap ya da makalelerden görmekteyiz. Bu tür çalışmaların çoğalması bir kez daha "bilgi'' konusunun felse­ fedeki önemini artı rmış tır. B u nedenle bu baskıda özellikle ''Haklı­ landırma Kuramları" bölümü ile çağdaş bilgi kuramlarına yer ver­ meye çalıştım. Haklılandırma kuramlarının yanı sıra Sayın Hasan Yücel Başdemir'in katkısıyla "Gettier Probl emi'' diye bilinen bir inancın ya da önermenin bilgi konu muna yükselmesi için gerekli koşulların neleı· olduğu ya da olabileceği problemine yeı· verildi. Ayrıca 3. ve 4. bölümlere de bazı ekler yapılarak genişleti ldi. Genişletilıniş ve gel iştirilmiş bu haliyle Bilgi f'e/sefesi'nin basıl­ masında gösterdiği özveri için Sentez Yayıncılık adına Sayın Tekin Çanga'ya teşekkür eder ve ayrıca bu çalışmanın tüm felsefe okuyu­ cularına felsefe serüvenlerinde bir yol açacağı umuduyla saygılarımı sunarım. Prof. Dr. A. Kadir ÇUÇEN Ocak 2 0 1 2 Bursa ••

•• ••

Bu kitap, uzun yıllar yaptığım çalışmaların ve verdiğim bilgi felsefesi derslerinin bir ürünüdür. ''Felsefe Tartışmaları'', ''Fel­ sefe Dünyası'' ve ''Uludağ Ü niversitesi Sosyal Bilimler Dergisi'' adlı dergilerde ve yayınladığım Felsefeye Giriş (Asa Kitabevi, 2001), Mantık (Asa Kitabevi, 2. baskı, 1999), Heideg,qer'de Var­ lık ve Zaman (Asa Kitabevi, 2. baskı, 2000) ve Orta Çağ Felsefesi Tarihi ( İ nkılap Kitabevi, 2000) adlı kitaplarımda işlemeye çalış­ tığım bazı bilgi felsefesi problemleri ve düşünürlerini de kata­ rak burada bilgi felsefesini daha sistematik bir bütünlük içinde ele almaya çalıştım. Felsefeye yeni başlayanları ve ilgi duyanları göz önünde tu­ tarak, ''Felsefe Nedir?'' konusunu ilk bölümde sunmak suretiyle bilgi felsefesine bir ön hazırlık yaptım. B ilgi felsefesine giriş amacı taşıyan bu çalışmada kavramlar, konular, akımlar, prob­ lemler ve filozoflar hem sistematik, hem de tarihsel bir yöntem­ le okuyucuya sunulmaktadır. Bu açıdan çalışma bilgi felsefesine değişik bir bakış olanağı sağlamaktır. Felsefeniıı temel problemlerinden biri olan ''Bilgi nedir?'' so­ rusunu cevaplamayı dened iğim bu kitabın kendi alanında Türkçe literatürde bir eksikliği gidereceğini umuyorum. Bu ve diğer çalışmalarımın ortaya çıkması için bana zaman tanıyan eşime ve oğluma bir kez daha sevgiyle teşekkürlerimi sunarım. A. Kadir Çüçen Bursa, Haziran 2001





Epistemoloji olarak da adlandırılan bilgi felsefesi, bilginin ola­ naklı olmasına, doğruluğuna, geçerliliğine, kaynağına, doğasına ilişkin araştırmayı kendine konu edinen bir felsefe disiplinidir. ''Bilgi nedir?'', ''Nasıl biliyoruz?'', ''Nereye kadar biliyoruz?'', ''Bilgimizin kaynağı nedir?'', ''Bilgiyi doğru yapan koşul nedir?'', ''Kuşkucu argümanlara karşı b ildiğimizi nasıl savunabiliriz?'' ilk defa bu sorular açıkça Platon'un Theaetetus'unda ortaya konul­ sa da en az felsefe kadar eski olduğu oldukça açıktır. Fakat bilgi felsefesinin, yani epistemolojinin felsefi bir araştırma alanı olması, modern dönemin başlatıcısı olan Descartes'ın felsefesi­ ne dayanır. Descartes'la başlayan ve İ ngiliz deneyci filozoflarla devam eden bilgi felsefesi, felsefe tarihinde önemli bir yeri işgal etmiştir. Descartes'tan günümüze kadar modern felsefe döne­ minin çoğu düşünürü için, epistemoloji temel felsefi d isiplin olmuştur. Bilginin sınırları, kapsamı, kaynağı, ölçütleri, temel­ lendirilmesi, bilgi ve haklılandırılmış inanca ilişkin soruları konu edinir. Ö ncelikle epistemolojinin ne olduğunu tanımlamalıyız. İ lk standart tanım, haklılandırılmış doğru iı1anç olduğudur. Bu tanım kabul edilebilir gibi gözükmektedir; çünkü en azından bir şeyi bilmek için ona inanmamız gerektiğini öne sürmekte­ dir; çünkü bilginin oluşması için önce bir şeyin bilgisi olması gerekir ve buna olan inancımız da doğru olmalıdır; bu doğru inancımızı yeterli gerekçelerle desteklememiz gerekir. Böylece rastlantısal ve yanlış inançların bilgi olmasına olanak verilmez.

12







BiLGi FELSEFESi

Tanımda ortaya konulan bu üç ölçüt (doğru, inanç ve gerekçe/endirme), bilgi için zorunlu şartlardır. ''Uçünün birlikteliği bilgi için yeterlidir." anlayışı da geleneksel standart bilgi tanımının temelini oluşturur. Fakat bu tanımla birl ikte birçok problem de ortaya çıkar; özellikle bilginin açıklanmasında doğru inancın haklılandırılması gerekmektedir. Bu nedenle, daha iyi temel­ lendirme için birbirleriyle yarış içinde olan başka öneriler öne sürülmektedir. Bilginin ta nımı üzerine tartışmalar olduğu kadar bilginin el­ de edilişi üzerine de tartışmalar vardır. İ ki temel okulun bilgi felsefesi tarihinde, bilginin doğasını, yapısını, kapsamını ve kaynağını ele alıp incelediğini görmekteyiz: ilki, usun önemli bir yeri olduğunu söyleyen usçu okul; ikincisi, bilimsel araçları ve duyumları temele alarak deneyi bilginin a 11a koşulu olarak gören deneyci okuldur. (Bu iki okul ilerideki bölü ınlerde daha ayrıntılı açıklanacaktır.) Bilgi felsefesinin incelediği bilgi, diğer bilıne ve bilgi türle­ rinden farkııdır. Bilgiye sahip olma111n ve tanımlamanın birçok yolu vardır: 1 . Yerleri ve kişileri haber alma yoluyla biliriz. Örneğin, ''Babam, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'i tanıyor." dediğimizde böyle bir bilgiye sahibizdir. 2. Bilmenin d iğer bir şekli de, bir yetenek, kabiliyet veya meslek olarak bir şeyi yapmayı bilmektir. Orneğin, ''Briç oynamasını biliyorum." veya ''Kağıttan gemi yapmasını biliyorum." dediğimizde bir şey yapmayı bilınek olarak bilmeyi tanımlıyoruzdur. 3. Diğer bir bilme çeşidi, bir durumu, olayı ve olguyu bilmek olarak bilmektir.1 Orneğin, ''Türkiye'nin en uzun nehri Kızılırmak'tır." önermesiyle ''Kızılıı·ınak'ın Türki­ ye'nin en uzun nehri olduğunu biliyoruz." dernek iste­ mekteyiz. ••



••

••

Son bilme çeşidi, önerme türünden bir bilgiyi ve bilmeyi içe­ rir; bu tür bilme, bilgi felsefecilerinin anlamaya ve araştırınaya çalıştıkları bilme türüdür. ı

Grayling, A. G., "Epistemolcıgy", The Blackwe/J Companicın t 1

gelişen felset·i tartışmalarıı1 ve bu dönemde üretileı1 kuramların epistemolojinin altın çağını oluşturduğudur ... Burada ''altın çağ'' deyimi, bilginin olanaklılığı, kaynakları ve doğası koı1ularının adı geçen dönemde t"e lsefi düşüncenin ınerkezine yerleşmiş olduğu anla­ mına gelmektedir."] •

Bu süreçte John Locke ( 163 2-1704), David H ume (17111776) ve l mmanuel Kant ( 1724-1804), bizim dışımızda var olduğu kabul edilen varlığı bilmeden önce, insanın böyle bir varlığı bilip bilemeyeceğini ele almışlardır. Böylece modern felsefeyle birlikte insanın bilme olanağı ve kapasitesi felsefenin temel !yııncıılarının o sözüne inan­ mamalı, bu gibi sözler bizi tembelleştirir; bunlar taban­ sızların hoşuna gider. Benim sözümse, çalışmaya, araş­ tırmaya götiirür. Bunun için ben, gerçekliğine inandığım erdemi seninle araştırmaya karar verdim. Menon - Peki Sokrates, senin dediğin gibi olsun. Yalnız bizim öğrenmediğimizi, öğrenme dediğimiz şeyin bir hatırlayış olduğunu söyledin. Bu nasıl oluycır, bunu öğre­ tebilir misin? Sokrates - Senin ne kadar kurnaz olduğunu bcış yere söylememiştim. İşte şimdi de (iğrenme yoktıır, yalnız be-

-

142







BiLGi FELSEFESi

lirsiz hatırlayışlar vardır diyen bana ders verdirmek isti­ yorsun. Anlaşılan, niyetin beni kendimle çelişmeye dii­ şürmek. Menon - Zeus hakkı için böyle bir niyetim yok, Sok­ rates! Beni böyle konuşturan sadece alışkanlık. Ama söy­ lediğinin doğru olduğunu bana açıkça gösterebilirsen, bunu benden esirgeme. Sokrates - Bu kcılay bir iş değil. Ama dostluğumuzun hatırı için elimden geldiği kadar çalışacağım. Yanındaki hizmetçilerden birini çağır da istediğin şeyi onun iizerin­ de sana göstereyim. ııı

Bilgi Dereceleri 1 1 - Dediğim gibi, iki şey düşün şimdi : Bunlardan biri kavranan dünyanın başında olsun; öteki, göriilen dünya­ nın başında. Göğün demiyorum; çiinkü o zaman güneş kelimesinin kaynakları üzerindeki bilgimi ortaya dökmek istediğimi sanırsın. Bıı iki çeşidi , görülen ve kavranan iki dünyayı iyice anlıyorsun değil mi? - Evet. - Şimdi iki ayrı uzıınlukta, ortasından kesilmiş bir çizgi diişiin. Bu iki parçadan biri görülen dünya, ()teki de kavra11a11 dünya olsıın. Parçalardan her birini aynı oran­ tıyla yeniden ikiye bi>l. Nesnelerin aydınlık ve karanlık derecelerine göre gi>rülen dünyada bir parça elde ede­ ceksin: Yansılar parçası. Yansı dediğim şey, önce gölge­ ler, sonra suda ya lia parlak diizeylerde görülen şekiller ve cınlara benzer bütün daha başka görüntülerdir, anlıycır musun? - Evet, anlıycırum. - Şimdi bir taraf111a yansı dediğim çizginin i>bür yanını al. Orada canlı varlıklar, bitkiler ve insanın yaptığı bütün nesneler bıılıınsıın. - Evet, - Şuna da bir diyeceğin var ın ı ? Gi\rünen dünya sahte 10

ı

ı

S okrates oktıma-yazma Lıilmeyen bir köleye bir geometri prolılemi çözdürerek, Menon'a bel irsiz hatırlayış; yani anımsama kuramını kanıt­ lıyor. Daha fazla bilgi için Menon diyaloğunuıı 8 2 b'sinden 86 b'ye ka­ dar okuyunıız. Platon, Devlet, Remzi Kitabevi, İ stanbııl 1993, s.: 1 86-198.







FiLOZOFLAR V E BiLGi K U R AM L A R I

ve gerçek diye ikiye ayrılır. Bir şeyin yansısı, kopyası, ondan ne kadar ayrıysa, sanıyla bilgi de birbirinden o kadar ayrıdır, Lieğil mi? - Evet. - Ş imdi kavranan dünyanın çizgisini nasıl keseceğiz, onu düşün. - Nasıl? - Şöyle: Böldüğümüz çizginin ilk parçasında ruh, deminki parçaya asıllarını koyduğumuz nesneleri birer yan­ sı olarak ele aldığı için, araştırmalarına varsayımlardan gitmek zorunda kalır; ilkeye değil, sonuca götüren bir yola girer. İ kinci parçada ruh, yansılara baş vurmadan varsayımdan ilkeye gc>re, araştırmalarını yalnız kavram­ larla yapar. - Bu dediğini iyi anlayamadım. - Peki, baştan alalım. Belki şciyle daha iyi anlarsın: Bilirsin ki, gecıınetri, aritmetik ve onlara benzer bilimlerle ıığraşanlar tek çift diye, iiçgen, dcirtgen diye, üç çeşit açı diye birçcık şeyleri varsayarlar. Btınları bilinen şeyler gibi ele alırlar. B1ınlardaı1 11e kendilerine, ne de başkalarına hesap vermeyi gerekli bıılmazlar artık. Scınra, bu varsa­ yım lardan kalkıp basamak basamak yiikselir, bir sontıç­ tan titeki11e geçerek, tiı1ceden k;ıf;ılarına koyduklarını is­ pat ederler. - Evet, biliycırıım. - Ş ıınıı da bili rsi11 ki, bu adamlar gtiriinen şeyleri ele alıp bıınlar iizerinde fikir yiirütürken asıl düşündükleri bu şekiller değil, btınların benzediği başka şeki llerdir. Asıl düşiindükleri scıyııt dörtgen, scıyut köşegendir, kendi çizdikleri kcişegenler değil. Kendi çizdikleri şekilleri birer yansı cılarak kullanır, yalnız diişiincenin gtirebildiği üstiin şekillere varırlar. - Dc>ğrtı. - İ ştt: kavramlar bciliimii Llerken bunları anlıycırdum. Düşiince bıınları ararken, ilkt:ye gitmeden varsayımlar k1ılla111nak zc>rtıı1dadır; çiiı1kü, varsayımların üsti.i ne yiik­ st:lemez. Ö bür btilümdeki gtilgeleri dcığuran nesneleri bi­ rt:r yaı1sı ıılarak t:le alır. Bunları gcilgelerden daha ışıklı, Liaha değerli sayarlar. - Anlıycırıım. Gecımetride ve tına benzer bili mlerde •

1 43

1 44







BiLGi FELSEFESi

yapılanı söylemek istiyorsun. - Ş imdi kavramlar çizgisinin ikinci bölümüne gelelim. Burada aklın kendiliğinden diyalektik gücüyle kavradığı şeyler vardır. Burada akıl, varsayımları birer ilke diye de­ ğil, sadece varsayım olarak, birer basamak, dayanak ola­ rak alır. Bütün varsayımların üstündeki bütünün ilkesine yükselir. Bu ilkeye yükselince, ondan çıkan bütün sonuç­ lara dayanarak varacağı son yere varır. Bu arada görülen, duyulan hiçbir şeye baş vurmaz. Kavramdan kavrama ge­ çerek, sonunda gene bir kavrama varır. - Anlıyorum, ama pek o kadar da değil. Çünkü bu sö­ zünü ettiğin araştırma pek kolay bir iş olmasa gerek. Ba­ na öyle geliyor ki, senin ortaya koymak istediğin şıı: Di­ yalektik yoluyla ulaşılan varlık ve kavram bilgisi, varsa­ yımlara dayanan bilimler yoluyla elde edilen bilgiden da­ ha açıktır. Ş üphesiz bilim konularını inceleyenler, du­ yumlarını değil, düşüncelerini kullanmak zorundadırlar. Ama onları ilkeye çıkmadan varsayımlara dayanarak in­ celedikleri için, sence ancak bu ilkeyle anlaşılabilecek olan bu nesneleri anlayamazlar. Anladığıma göre sen, ge­ ometri ve ona benzer bilimlere kavrama değil, çıkarma bilgi diyorsıın. Çünkü çıkarma bilgi, sanıyla kavrama bil­ gi arasında ortalama bir yerdedir. - Çok iyi anlamışsın. Şimdi bizim çizgi üzerinde yap­ tığımız dört bölüme, dört türlü düşünüş yolunu uygula. En yüksek bölüme ''kavrayış'' diyelim. İ kincisine ''çıka­ rış'', üçüncüsüne ''inanç'', dördüncüsüne de ''sanı''. Sonra bunları aydınlık derecesine göre sıralayalım. Bunu ya­ parken de bir şeyin gerçeğe ne kadar yakın olursa o ka­ dar aydınlık olduğunu unutmayalım.







l -15

Fi LOZOFLAR VE B i LGi KURAl\1LARI

4) Aristoteles (M.O. 384-3 22) Sofistlerin kuşkucu tutumundan etkilenen Aristoteles, Pla­ ton'un Theaetetus diyaloğunda ya nıt veremediği önerme türü bilgi konusunu ele alıp açıklamaya çalıştı. Çalışmalarını iki ko­ nu üzerinde yoğunlaştırdı: Bilim kuramı ve akıl kuramı içinde bilgi kuramını araştırdı. Bilgi tümeldir: Platon gibi, Aristoteles de tekilin bilgisini değil de, tümelin bilgisini araştırdı; çünkü bilgi ancak tümelin bilgisidir. Tekillerin bilgisini biliyoruz derken, tümellerin ör­ neklemesi olarak onları biliyoruz demektir. Tikeller, tümellerin kendisini gösterdiği yerdir. Aristoteles'e göre, tümeller veya evrenseller tikelde veya tekilde bilinir. Bu görüşüyle Platoncu­ luktan ayrılan Aristoteles, tümellerin tekil veya tikel içinde ya da varlıkta var olduğunu da kabul etmektedir. Plato11'un i dealar ve görünüşler dünyası ayırımını reddeder; çünkü madde ve form bir arada olduğu sürece cisim var olur. Dört neden ilkesiy­ Jeız varlığı açıklayan Aristoteles, Platon'un formlarının kendi başına bir varlığa sahip olmadıklarını ileri sürer. Formlar ancak şekilsiz maddeye şekil verdikleri sürece bir cisimde var olurlar. Bir Formlar veya İ dealar dünyası zihinden bağımsız olarak yoktur. (Aristoteles'e göre, Tanrı ve insan aklı var olmanın 4 neden ilkesine bağlı değildir; çünkü Tanrı maddesiz bir mutlak Form olarak vardır. Akıl da maddesiz bir varlıktır. İ kisinin dı­ şında her tür varlık dört neden ilkesine tabi olarak vardırlar.) Bilgi, tümelin bilgisi olarak insan ruhunun veya aklının şeylerin form bilgisidir. O halde, bilgi aklın şeylerden elde ettiği tümel formların bilgisidir. Bilgi araçları: (1) Duyular: Duyu algıları, duyu organları tarafından algılanır. Bu yetimizle duyu nesnel�rinin formları, maddesinden ayrılarak algılanır. Aristoteles'e göre, duyu or­ ganları potansiyel olarak sahip oldukları duyuları etkin hale getirirler. Her bir duyu organım ız kendine has duyu nesnesine sahiptir. Elimizi sıcak bir cisme değdirirsek, elimiz sıcaktan yanar. Sıcaklık nerededir? Gözümüz renkleri görür. Renkler nerededir? Gözümüz renklere potansiyel olarak sahiptir ve ne • •



ız

Bkz., Aristoteles, Metafizik, çev.: Ahmet Arslan, 10 42a - 1 0 44a.







BiLGi FELSEFESi

zaınan bir renkli cisim görürse, potansiyel olarak va r olan renk­ ler, edimsel hale gel ir. ı :ı Aristoteles'e göre beş duyumuza karşı­ lık beş tane de potansiyel gücümüz vardır. Bu duyulardan baş­ ka bir de sağduyu vardır ki bunun duyu orga nı belli değildir. Beş duyu organını da kullanarak şekil ve hacim gibi algılama yaparız. Aristoteles, duyularla yapılan algılardan elde edilen yargıların aktif hale gelmeleri nedeniyle yanlış veya doğru ola­ bildiklerini ileri sürmektedir. Potansiyel haldeki duyu organları bir yargı oluşturmadıkları için yanlışa yol açmazlar. Edilgin izlenimler ve etkin yargı konusunu Aristoteles, hayal etmede, anımsamada ve anlıkta da mevcut olduğunu söylemek­ tedir. Duyu organlarının duyu algısı gerçekleştirmesiyle elde edilen algılar, (2) hayal gücü (imgeleme) ile imgeler haline dönüşür. İmgeler kendi başlarına tam olarak var olamazlar; ancak bazı yargı formlarıyla birlikte vardırlar. (3) Anımsama gücü, imgelere dayanmanın yanı sıra geçmişi hatırlamak zo­ rundadır. 1 4 Aristoteles'e göre, (4) anlık (intellekt) önce zihinsel formu kavrar. Bu forma karşılık bir kavram gelir. İ kinci olarak anlık yargıda kavramları bir araya getirir. İ şte yanlış burada ortaya çıkar. Çünkü daha yüksek değere sahip olan anlık, daha alttaki­ lere dayanarak yargı işlevinde bulunur. Anlığın işlevi kendi kendine değil, ancak duyu algıları, imgelere ve belleğe dayana­ rak olur. Bu nedenle Aristoteles'e göre, ruh imgesiz düşünemez. Bu anlayışı Orta Çağ'da Aziz Thomas Aquinas daha da geliştire­ rek, anlığın nasıl bir işleve sahip olduğunu açıklar. Aristoteles bu konuyu fazla irdelememiştir. Aristoteles ayrıca edilgin15 ve etkin anlıkI6 ayırımından bahseder. Etkin anlık h içbir potansi­ yel içeriğe sahip olmadan her zaman edimseli içeren anlıktır. Bilgi nedir? Eğer bilgi tümelin veya evrenselin bilgisi ise Aristoteles'e göre böyle bir bilgiyi bilmek için cins, tür ve ayı­ rımı bilmek zorunludur. Aristoteles için bilgi, bilimsel bilgidir. Böyle bir bilgi de düzen içinde gerçekleşir. Bilgi d üzeyinden daha az olan duyu algısı, Platon'un /ogos'una benzer bir düzen ı1

Aristoteles, Ruh Ü.çtüne, çev.: Zeki Ö zcan, İ stanbul, Alfa Yayınları, 1999, s.: 1 0 2 1 4 A.g.e., s.: 1 5 7. ı s A.g.e., s.: 167. 1 6 A.g.e., s.: 1 74.







FILC)ZOFLAR VE B I LLI

l -l 7

K U J{A�1 L �RI .

.

ile bilgi haline gelir. Böyle bir bilgi, cinsi, türü ve bu formlarıı1 arası ndaki temel farkı gösteren ayırımın o rtaya konu lmasıyla mümkündüı·. O halde, Aristoteles'e göre, bilmek bir şeyi ta nıın­ lamaktır. Taı1ım nedir? Bilgi ve Tanım: Cins, tür ve ayı rım sıı1ıflan1ası ve bilgi aı·a­ sındaki ilişki, bilgi ve tanım arasındaki ilişkiye day;ıı1 ır. Aristo­ teles ad ve gerçek tanımın ne olduğtınu beliı·leycı·ek llman''dır. Bıı şeylerden biri 11cisi daima yanlı�tır; diğeri bazen yanlıştır. Onlar bıı iki a11lamJa var-deği ldirler. -''Sahte yanlış'' bir de gerçektcı1 var l>lan, ancak doğaları olduğundan farklı giiriinmek lılan şeylerde (iirneğiıı; de rinlik duygııstı veren bir resim) diipediiz var cılmaya11 şeyle r (iirneğin di.işler) hakkında da kıılla11ılır. Evet, bunların bir gerçekliği vardı r; ancak cınlar bizde giiriintiilerini uyantlırllıkları şeyler değildir­ ler. O halde, bu anlamda şeyleri ''sahte yanlış'' diye ad­ landırmamızın nedeni ya cınların var lJlmamalarıdır, ya da uyandırdıkları giiriintüniin var-cılmayan bir şeyin gii­ riintüsü olmasıdır. (2) Yanlış bir ''beyan'', yanlış cılmak bakımından, var­ olmayan bir şeyi ifade eden bir beyandır. Bundan dolayı kendisi hakkıı1da doğru cJ!duğıı bir nesneden başka bir şey hakkında ifade edilen her beyan yanlıştır. Ö rneğin; dairenin beyanı, üçgen hakkında her zaman yanlıştır. Bir anlamda, her şeyin ancak tek bir beyanı, yani mahiyeti­ nin beyanı vardır. Bir başka anlamda ise, şeyin kendisi ile bir nitelikle birlikte bulunan şeyin (örneğin ; Sokrates'le miizisyen Sokrates'in) bir bakıma aynı şey olmamaların­ dan dolayı, onun birçok beyanı vardır. Ancak yanlış bir beyan, dar anlamda hiçbir şeyin beyanı değildir. -Bu söy­ lediklerimiz bir yüklemin ancak tek bir özne hakkında tasdik edilmesinden dolayı, bir varlığa ancak kendi beya­ nının yüklenebileceğini düşünen Antisthenes'in öğretisi­ nin niteliğini göstermektedir. Antisthenes bıından, çeliş­ kinin mevcut olmadığı ve hemen hemen hiçbir şeyin yan­ lış olmadığı scınucunu çıkarmaktaydı. Oysa gerçekte her şeyi yalnız kendi beyanı değil, bir başka şeyin beyanı ile de açıklamak mümkündür. Hiç şüphesiz o zaman bu açıklama tamamen yanlış olabilir. Örneğin; ikinin açık­ lanmasından yararlanarak sekizin bir çift sayı lılduğu söy­ lenebilir. (3) O halde ''sahta yanlış'' kelimesinin çeşitli anlamla­ rı bunlardır. Ancak onun bir başka anlaını daha vardır: Nasıl ki yanlı§ bir gtirüntü :uyandıran şeylerin yanlış ol­ duğunu söylüycırsak aynı şekilde bu tür beyanları başka herhangi bir nedenle değil, sırf yanlış olduklarından ötü­ rü seven ve tercih eden veya cınları başka insanların zi-

F i LOZOFLAR VE BiLGi K U R A 1\1Lf\ l{I •





hinleri nde tıyandıran insan da ''yanlış yalancı'' bir insan­ dır. Böylece aynı insanın hem doğrııyıı st>y leyen, hem de yalancı olduğunıı ileri süren Hippias'taki kanıtın ne ka­ dar aldatıcı oldtığu görülmektedir . . . . •

Doğru ve Yanlış 20 . . . O zaman dcığru ve yanlış nedir? Dcığru, kavranan şeyi kavrama ve beyan etme (çünkü tasdik ve beyan aynı şeyler değildirler), bilgisizlik ise kavramamadır. Çünkü bir şeyin doğası üzerine -ilineksel bir anlamda olmak dı­ şında- yanlışlık miimkün değildir . . O halde bir öz olan ve bir fiil var olaı1 her şeyle ilgili cılarak yanlış mümkün değildir, yalnızca onların ya bilgisi vardır veya yoktur. Ancak cınlarla ilgili cılarak onların ne oldtıklarını, yani fi­ lanca tür bir doğaya sahip olup olmadıklarını araştırmak gerekir. Doğrıı olarak göz önüne alınan Varlık'la, yanlış ola­ rak göz önüne alınan var-cılmamaya gelince, bir durum­ da, özne ile yüklem gerçekten bileşik cılduğunda doğru, bileşik olmadıklarınlia ise yanlış söz konusudur. Bir baş­ ka .durumda ise eğer nesne varsa, belli bir tarzda vardır ve eğer bir tarzda var değilse kesinlikle var değildir. Doğ­ ru da bu varlıkları bilmektir. Bu dtırtımda onlarla ilgili olarak ne yanlış, ne doğru söz kcınusudur. Sadece bilgi­ sizlik vardır. Ancak, bu körlüğe benzer olan bir bilgisizlik değildir; çünkü burada ki>rlük, düşiinme yetisinin tam bir yokluğu anlamına gelecektir. .

20

Aristoteles, A.g.e.,

IX.

Kitap 1 0 5 1 a 25 s.: 4 1 7-4 1 8.

1 51

152







BiLGi FELSEFESi

4) Epiküros (M .Ö. 341-271) Helenistik felsefeyi temsil eden Epiküros, döneminin diğer filo­ zofları gibi Sokrates'in ahlak öğretisi üzerine yoğunlaşmıştır. Kendisi atomcu evren anlayışını kabul eden deneyci bir filozof­ tur. Epiküros'a göre tüm bilgimiz, ruhumuzun bizim dışımızda var olan atomlarla ilişkisi sonucu elde edilmiştir. Her ne kadar ona göre, atomlar duyumları kullanmadan ruhumuza doğrudan etki etse de, bilgilerimizin çoğunluğu duyularla oluşur. Atomlar, duyu organlarına etki ederek duyu verilerini meydana getirir­ ler. Duyu organları, kaba uyarılar biçimindeki görünüşlerin temsillerini ruha iletirler. Duyumların yinelenmesiyle genel bir kavram veya idea oluştuğu zaman duyu deneyimleri genel an­ lamda ortaya çıkar. Epiküros'a göre, tüm duyumlar doğrudur ve onlar hemen hemen tüm yargılarımızın tek kaynağıdır; çün­ kü başka bir kaynak yoktur. Epiküros, Platon ve Aristoteles'in bilgi kuramlarının teme­ linde olan metafiziksel ve mantıksal ilke ve kavramlardan vaz­ geçerek tümel ve tikel varlıkları farklı tanımlar. Tümeller tikel­ lerden farklı bir gerçekliğe sahip değildir, diyerek Platon'a karşı çıktığı gibi, Aristoteles'in cins-tür sınıflamasına ve madde-form analizine de karşı çıkar. Kavramsal ve dilsel analizler yerine, doğru bilginin ancak bize açık ve doğrudan verilen duyu verile­ riyle kavranabileceğini öne sürer. İ nsan bilgisinin temelinde olan tüm duyumların kaynağı, in­ sandan bağımsız olan nesnelerdir, yani atomlardır. Nesnelerin suretleri bedene girer ve algılanır. Bu nedenle, duyumlar her zaman doğrudur. Buna karşın yanlış, önermede veya yargıda ortaya çıkar. Epiküros, bilginin doğruluğunu sağlayan diğer ölçütlerin de, kavram ve duygular olduğunu söyler. Kavram, bir şeye karşılık gelen açık bir tasarımdır. Tasarım ise açık ve seçik hatırlanan bir anımsamaya dayanır. Örneğin; ''masa'' sözcüğünü duydu­ ğumuzda, masa ile ilgili genel bir imge anımsarız. Duyular ve kavramlarımızın yanı sıra duygularımızda davranış ve bilgile­ rimiz için bir ölçüttür. Epiküros'a göre, acı duygusu nelerden kaçıp uzak durmamızı sağlarken, haz duygusu nelere yönel­ memiz gerektiğini gösterir.

FİLOZOFLAR VE BİLGİ KURAl\11.ARI

153

Epiküros, tümellerin tikelde var olduğunu savunan nomina­ lizmi temele almasıyla; duyu, kavram ve duyguları bilgiyi belir­ leyen ölçütler olarak kabul etmesiyle katı bir empirik bilgi ku­ ramı ileri sürmüştür. Böylece o, deneyci bilgi kuramlarının ilk öncüsü olarak duyuların dışında h içbir şeyin bulunmadığını söylemiştir. c.

Septikler

Sofistlerin sağlam, kesin ve doğru bilgide nesnelliği ortadan kaldırmaları ve bilgiyi insanın öznel duyu ve algılarına indir­ gemelerini kendilerine örnek alan Pyrrhon (Piron, M. Ö . 3652 75) ve takipçileri kuşkuculuğu bir felsefi akım haline getiren septik düşünürlerdir. Sistemli bir felsefe akımı olarak kuşkucu­ luk, felsefe tarihi içindeki yerine Pyrrhon'la kavuşmuştur. Bu akımın en önemli d iğer temsilcileri Timon (M. Ö . 3 2 5 - 2 3 5), Arkesilaos (M.Ö. 3 16-240), Karneades (M.Ö. 2 19- 1 2 0), Ae­ nesidemos (M.S. 1. yy) ve Sextus Empiricus'tur (M.S. i l i . yy). Bilginin olanağı konusunda dogmatik görüşe karşı çıkan septikler, bilginin olanaksız olduğunu çeşitli argümanlarla sa­ vunmuşlardır. Bu görüşü savunanlar izlenimler ve fanteziler­ den öteye geçip bilgiye temel olacak hiçbir şeyin olmadığını savunurlar. Görünüşlerin verdiği içerikte kalıp, gerçeklik hak­ kında gizli bir hakikat veya doğruluğun olmadığını; bu yüzden de doğruluğu aramaya gerek kalmadığını kabul ederler. Pyrrhon'a göre, genel olarak bilgi olanaklı değildir; çünkü varlıkların kendilerini biz hiçbir zaman bilemeyiz; ancak bize göründükleri şekilleriyle onları bilebiliriz. Varlıkların asıl ger­ çekliği ve bilgisi insan için bilinemez bir konudur. Bildiğimiz şeyler duyumların bize verdikleridir. Duyumlar ise öznel olup kişiden kişiye değişmektedir. Ö znel bilginin ötesindeki nesnel b ilgi insan için kapalıdır. Bu nedenle insan bilme arzusundan vazgeçmelidir ve bir şey hakkında yargıda bulunmamalıdır. Ö znel duyumlar doğruluk ölçü tü olamayacağına göre, doğru yargı da söz konusu değildir. Yargıda bulunmak yerine, yar­ gıyı askıya yani paranteze almak gerekir. Yargıyı paranteze almak, insanı gereksiz korku ve kaygılarından uzaklaştırarak ruhsal arınmaya yol açar. Timon, hocası Pyrrhon'u takip ederek, septisizmi üç cümley•

ı s.ı

.

.

.

B i LGi FELSEFESi

le özetler: 1. Nesnelerin gerçek yapısı ve doğası nedir? Kavrayama­ yız. 2 . Nesnelerin ka rş ısında durumumuz ne olmalıdıı·? Yargı­ dan kaçınmak olmalıdır. 3. Nesnelerin karşısında doğru bir duruştan ne kazanırız? Sarsılmazlık yani en yüksek mutluluk. Timon'un septik bilgi öğretisi, dogmatik bilgi öğretilerinin yeterince temellenemeyeceği görüşüne dayanır. Çünkü ona göre, nesnelerin, objektif, kesin, genel-geçer ve deği şmez .bilgi­ leri elde edilemez. Onların bize nasıl göründüklerini biliyoruz; fakat duyu ve algılarımızın dışında veya ötesinde onların ger­ çekte nasıl olduklarını bilmiyoruz. Bu nedenle, Timon'a göre, birey hayatta mutlu olmak istiyorsa nesneler; yani varlıklar hakkında yargıda bulunmaması gerekir. Yargı vermekten kaçı­ narak, yargılarımızı askıya alarak, doğal olanı; yani doğa yasa­ larını izlemeliyiz. Doğal olan insanı hayatta mutlu kılar ve ruh­ sal arınmayı sağlar. Ö nceleri dogmatizme karşı sistematik bir argüman gelişti­ remeyen kuşkucular, M.Ö. 1 . yüzyılda Aenesindemos'un 8 ya da 1 0 adımdan oluşan akıl yürütmeleriyle bilginin imkansız oldu­ ğunu gösterdiler. Yanılsama ve yanlışın olanaklı olduğunu ileri sürerek, bir şey hakkında bilgi elde etmenin gereksizliğini vur­ guladılar; çünkü algılar her zaman bir şeyle ilişkili olarak ya d iğer nesnelere ya da kavrayana göre kavranmaktadır. M.S 1 . yüzyılda Agrippa adlı diğer bir kuşkucu düşünür, kuşkuculuğu sistemli bir hale getirerek şu şekilde formüle etti: Daha önceki argümanlar doğrultusunda bir şey hiçbir zaman kendi gerçekli­ ğinde bilinemez; ancak hep başkalarıyla olan ilişkisi içinde bili­ nir. Başkalarıyla ilişki içinde bilinenler ise ancak bu başkaları mutlak olarak bilindiği sürece olanaklıdır. Başkalarının mutlak olarak bilinemeyeceği çok aşikardır; o halde, h içbir şey biline­ mez. M.O. 3 . yüzyılda kurulan Yeni-Akademicilerden Arcesilaus kuşkucuların görüşlerini büyük bir cesaretle daha ileri götüre­ rek bilgil)in imkansız olduğunu ileri sürdü. M.S. 2. yüzyılda Ro­ malı kuşkucu düşünür Sextus Empiricus, Sokrates sonrası geli­ şen kuşkuculuğu çalışmalarıyla tam olarak sistemleştirdi. Kuş••







F I LOZOF L.ı\R VE Bl l�G I KURAl\1 L A R I

1 .55

kuculuk dışında elde edilen l1er tü r bilimsel ve felsefi bilgiyi dogmatik olarak kabul edeı1 Sextus En1piricus kuşkucu olan birisinin hiçbir görı'.işe veya bilimsel kuraına veya ilkeye bağ­ lanmaması gerektiğini öne sürdü. Bilimsel bilginin kaynağı olarak Aristotcles'in önerdiği ve döneıninde de kabul gören akıl yürütme biçimi olan tasımsal düşünmenin gerçekte bir kanıt­ lama olmadığ1111 kabul ederek tasımsal düşü11meyi reddetti.

d. Yeni-Platonc11luk ve Bilgi Kuramı M.S 3 . yüzyılda Platonculuk İ skenderiyeli Plotinos tarafından yeniden formüle edilerek, yeni-Platoncu felsefe ve bilgi kuramı ortaya konuldu. Platonculuğu gizemli bir şekilde yorumlayarak, asıl bilginin Bir'in sezgisel kavranışında olduğunu ileri sürdü. Felsefesinde Platon'un varlık hiyerarşisine uygun bir varl ık anlayışı geliştiren Plotinos'a göre, asıl varlık ilk Neden ve en İ yi olan ''Bir''dir. Bir (Hen), akılla kavranılmayan, niteliksiz, zaman ötesinde olan, cisimsiz ve şekilden bağımsızdır. O, her şeyin nedenidir. Bir, hiçbir şeye yönelmediği gibi, her şey ona yönelir. Bir, ne doğa, ne ruh, ne Nous ve ne de maddedir. Bir, her şeyden fazla olandır. Bir, kendine eşittir. Bir, ancak sezgiyle kavranıla­ b ilir; çünkü ona ulaşmak sezgi sevgisiyle olur. Sezgi sevgisi, esrimedir (extasis). Böyle bir esrime yüksek erdemleri istemek­ le olur. Yüksek erdemler bir tür arınma; yani katarsis sonucu elde edilebilir.2 1 Bir'den Nous (us) olmuştur. Nous, birlik ve çokluğun bir arada bulunduğu idealardır. Nous'un altında ve ondan kaynak­ lanan Ruhlar vardır. Ruh, Nous ile dünya arasındaki bir köprü olarak dünyadaki yaşamı sağlar Ruh'tan sonra madde gelir. Madde (doğa), bilinçten yoksun olarak en altta olan varlıktır. Madde, algılayamaz ve bilemez. M adde ile zaman ortaya çıkar. Zaman içinde olan madde akış, oluş, değişim, bozuluş ve yok oluş kapsamındadır. Bu nedenle, madde bölünebilir bir özelliğe de sahiptir. Plotinos'un varlık sıralaması Platon'un Güneş benzetmesi ve i dealar kuramı öğretisinin değişik bir yorumudur. Bu nedenle, bu felsefeye Yeni-Platoncu felsefe denilmiştir. Plotinos'a göre, insan ruh ve bedenden oluşmuş bir varlıktır. Beden yanı bileşik olması bakımından akış ve değişim içinde•

ıı

Çüçen, A. Kadir, Orta Çağ Felsefesi Tarihi, s.: 1 6.

156

BİLGİ FELSEFESİ

dir. Ruh yanı basit ve saf olması nedeniyle bölünmez birliktir. İ nsan doğmadan önce ruh yanı vardı. Ruh, bedenle birleşerek bedene hayat verdi. Bu birleşme ile hayat bulan insan, ruhun gücü sayesinde hareket etme ve düşünme gücüne sahip oldu. Fakat ruh, maddeye gömülmüş; yani kapatılmış bir durumda­ dır. Günahkardır; çünkü Tanrı'dan kopup, bedene düşmüştür. Bu düşüş geçicidir, fakat zorunlu bir düşüştür. İ nsana; yani bedene giren ruh ışıldamamaktadır. Karanlıkta olan ruh, duyu d ünyasının kötülüğünden kurtulmak için akla başvu rmalıdır. Akıl, duyu dünyasını düzenleyebilir ve güzel hale getirebilir. İnsan, ruhundaki akıl gücü ile güzeli, doğruyu ve iyiyi seçerek, duyuların egemenliğinden kurtulabilir. İ nsan, ruhu ile B ir'e ulaşabilir. Bu ulaşma, sezgi sevgisi olan mistik bir esrime ile olanaklıdır. Ruhun maddeden arınması insana saf bir katarsis sezgisi verir. Bu da Bir'e giden yolu açar. Asıl varlık olan Bir'in bilgisi; yani gerçek bilgi sezgi ile olanaklıdır. Akıl bilgisi duyu d ü nyasına aitken sezgi gerçeğin kendisini veren bilgi türüdür. 22

Okuma Parçası

Bilen Üç Unsur ve Varlığın Ö tesinde Olan İ lke Üzerine 2' 1 - Bizzat kendini düşünen varlığın parçaları olmalı mıdır? Eğer olsaydı, onlardan biriyle diğerlerini temaşa edecekti ve bu anlamda kendini düşündüğünü söyleye­ cekti; çünkü mutlak olarak basit varlık kendine dönemez ve kendinin bilgisine sahip olamaz. Veya unsurları olma­ yan bir varlığın kendinin bilgisine sahip olması mümkün müdiir? Çiinkü çeşitli parçalardan birleşmiş olduğu için, kendinin bir parçasıyla diğer parçalarını gördüğü için, bizzat kendini düşündüğünü söylediğimiz varlık, kendi­ nin, bizim dııyularımızla bedenimizin formunu ve diğer niteliklerini algıladığımız zaman edindiğimiz bilgiden da-

zz

A.g.e., s.: 18. z3 Plotinos, Enneadlar, çev.: Zeki Özcan, Asa Kitabevi, Bursa 1996, 54.

s.:

51-







FiLOZOFLAR V E B i LGi K U RA�1LARI

ha gerçek bilgisine sahip l>lınayacaktı. Bıı durıımda kom­ poze varlık, kcııdi biitünlüğiinü bilmeyecekti; çünkü kendinde diğer parçaları bilen bizzat kendini bil mez. Ve, bu durumda, sorııştıırdıığıımıız bu varlığa, kendiııi düşii­ nen bir varlığa değil; fakat başka bir varlığı tanıyan bir varlığa sahip olurıız. 2. Rııhla işe başlayalım ve onıın kendini bilmesinin gerekip gerekmediğini kendim ize soralım. Bu, ruhta ta­ nıyan şeyi ve onun kendini nasıl taıııdığını bilmek anla­ mına gelir. Duyarlılık için şunu diyebiliriz: O kendini sa­ dece dışarıdaki ııesneleri bilen olarak tanır. Akıl yürütıne, yargısını rııhta gerçekleştirir ve du­ yumdan türemiş imajlardan hareket ederek, birleştirme ve ayırma yoluyla hareket eder. Ve zekadan türemiş şey­ lere gelince, akıl yürütme l>nların, Üzerlerinde aynı şekil­ de etkinlik gtisterdiği izlerinin çeşitlerini temsil eder. Ay­ rıca onlar yardımıyla, örneğin Sl>n ve yeni gelmiş imajları ayırarak ve onları kendinde uzun zamandan beri var olan imajlara ekleyerek bir şeyi anlayabilir: Denebilir ki, ruh­ taki hatırlaına budur. Rulııın anlama gücii, kendindeki imajları hatırlamakla kalır m ı ? Veya ruh kendini tanımak için kendine dtiner mi? Sonuç olarak diskursif bilgi kendiııe doğru döner mi ? Evet; fakat l> sadece duyıılardan ve zekadan aldığı etkile­ ri içerir. Bizim önce, onun bu etkileri nasıl içerdiğini in­ celememiz gerekir. 3 . Duyum, bir insanı görür ve elde ettiği insan imajını diskıırsif akla verir. Diskursif akıl neyi açıklayıp bildire­ bilir? Eğer o, onun kim olduğunu kendine sormasaydı, ve daha tinceden ona rastlaması durumıında, hafızasını kullanarak bıı Sokrates'tir cevabını vermeseydi; hiçbir şey söyleyemeyecek ve bu imajııı bilgisinde durup kala­ caktı . . . . 4. Zekaya uygıın davrandığımızda, biz de kendi ça­ pımızda kral l>lurıız. Ve bu uygun davranma iki tarzda olur. Ya biz zekanın, bize kazanınış yasalar gibi olan nite­ likleri sayesinde l>nunla dolarız, ya da lJnu gtirebilir ve onun var olduğıınu hissedebiliriz. O zaman bizzat ken­ dimizi tanırız; çünkü bu geri kalan her şeyi bıı vizyonla öğrendiği mizi biliriz. Ya bizzat bu gücün yardımıyla, bu

157

1 58

.

.

'

BiLGi FEL.SEFESI

diişünüliir objeyi tanıyan giicü tanı111ayı t)ğren i riz; ya da bıı giiç c>lurıız. O l1;'ılLie, kendiı1in iki bilgisi \'ardır: Ya rııhıın diskıırsif diişüı1cesinin mal1iyetini biliriz; ya da Jiskıırs if diişiinmeyi aş;1rı7. ve kendimizi zekaya benzer c>larak b i l iriz.

2. Orta Çağ'da Bilgi Felsefesi

a. Hrıstiyaıı Felsefesinde Bilgi Kuraıııı Antik Çağ genelde bilgiyi ve bilimi ön plana çıkartarak, ussal, soyut ve llur. Hatta kendilerinde en tıfak bir kuşku tı}·andıracak yan olduğunıı diişündüğiimüz tüm nı:: s nı:: l erin, eğer ö11lem al­ dığımızda, içlerinden açıkça doğru gi.>riinen birkaçını bu­ lursak, onları pek kesin ve bilinebilen en kolay nesneler olarak kabul etmemiz için, yanlış diye geri çevirmek ya­ rarlı olacaktır. § 3 . Bıı ktışkuyu hiçbir zaman işlerimizi yönlendirme­ de kullanmamalıyız. Bunıınla birlikte şu nokta gözden ırak tutulmamalıdır ki; btı denli genel bir kuşku biçimini gerçeği gtizlemle­ meye koytılduğumuz zamandan başka anda kullanmamızı ima etmiyorum. Çünkii yaşamımızın yönlendirilmesine ilişkin şeylerde, Ç(>ğıı zaman ancak doğruya yakı11 kanıla­ ra gtirt: hareket etme zc>rtında olduğtıınuz açıktır. Çiinkü işlerimizlle harekete geçme fırsatları hemen her zaman tüm ktışktılarımızda11 sıyrılmadan cince gelip geçer ve bu türlü birçok lanaklar tek bir şey iizerinde toplanırsa, o anda hangi lerinin diğerlerinden daha çok doğruya yakın c>ldtığıınu bilmesek bile, iş uzamaya gel­ miyorsa, seçtikten sc>nra lla pek dc>ğrıı c>lduğuna inanmış gibi inatla izlememizi akıl ve ınantık btıyıırur. 77 § 4. Dııyıılur nesnelerin gerçeğinden kuşkıılanılabilir. Madem ki şimdi, gerçeği aramaya başlamak dışında bir amacımız yc>ktur. O halde ilk i.>nce bu ana değin duy­ duğıımun ya da tasarladığımız nesnelerden bazılarının gerçekte11 dünyada cıltıp olmadığından kuşku dııyacağız, çünkü ilkin, duyularıınızın bir çok kez bizi yanılttığını ·

yaşamımda l> ir kez, btı zamaııa değiıı ediı1diğim düştiı1celerimden ayrı­ larak lıer şeye sil l>aştan, ten1elinde11 l>aşlamaya btiytik L>ir sorumltıltı k duygusu içinde eğilmem gerekiyordu." Biriııci Düşünce, s.: 96. 77 " Nasıl kaldığımız yıkıntıyı yenide11 yapmaya L1aşlamada11 öııce yıkmak, gereç L>i riktirmek ve miınar bulmak ya da eviıı mimarı olııyorsanız, soııra dikkatle plaııını çizmekle yetiıımeyip de, aynı zaınaııda l>tı işle uğraşırkeıı rahatça otıırabilecek başka ev L11ılmanız da gerekiyorsa; tıpkı bu iş gil>i, ustım beııi yaı·gıları mda kararsız ol maya zorlarkeıı, işle­ rimde kararsız kalmamak ve böylelikle elimden geldiğiı1cc mutltı yaşa­ yabilmek için de, kendime, iç ya da dört normdaıı oluşaı1 eğreti bir ahlak beninısedim." Yöııtem Uzerine Koı1uşma, s.: 2 9 .

194







BiLGi FELSEFESi

deneyimlerle gördüğümüz için, onlara, isterse tek bir kez bile yanıltmış olsalar da, fazla inanmak toyluk olur. 7K Sonra hemen her gün düş görüyor ve bu sırada başka yerde olmayan bir siirü şeyi kuvvetle duyumsadığımızı ve onları açıkça kafamızda canlandırdığı mızı sanıyoruz. 79 Her şeyden kuşkulanmaya bu biçimde karar verdiğimiz anda, düşümüzde canlandırdığımız düşüncelerin diğerle­ rinden daha yanlış olduğunu bildirebilecek bir belirti de görünmüyor. K ıı § .'i . Neden matematiğin kanıtlarından da kuşkulanı­ labilir? Eskiden bize doğru gt>rünen tüm şeylerden, hatta kendiliklerinden oldukça açık olmalarına karşın, mate­ matiğin kanıt ve ilkelerinden bile, çoğu kişiler bu konular üzerinde usa vurma yaparken aldanmış oldukları için on­ lardan yine kuşkulanacağız. 8 1 Ancak özellikle bizi yaratan Tanrı'nın hoşuna giden her şeyi yapabildiğini duyduğu­ muz ve bizi belki de en iyi bildiğimizi sandığımız şeyler üzerinde bile her zaman aldanacak biçimde yaratıp ya­ ratmadığını da bu ana değin bilmediğimiz için, tüm bu şeylerden kuşkulanacağız. Çünkü mademki Tanrı, daha önce belirtildiği gibi, bazen aldanmamıza oltır demiştir, o

7e

"Şimdiye değin en doğru ve e n kuşkulanılmaz olarak benimsediğim nesnelerin tümünü duyulardan ya da duyular yoluyla öğrendim. Hal­ buki bu duyuların bazen yanıltıcı olduğunu kendi deneyimlerimle gör­ müştüm. Bunun için bizi bir kez bile aldatanlara hiçbir zaman güven­ memek bir önlem olarak değerlendirilmelidir." Birinci Düşünce, s.: 98. 79 "Nihayet uyanıkken zihnimizde bulunan aynı düşüncelerin hiçbiri ger­ çek olmaksızın, uytırken de usumuza gelebileceğini dikkate alarak, ştı ana kadar zihnime girmiş olan tüm nesnelerin, düşüme girmiş hayal­ lerden daha gerçek olmadığını düşünmeye başladım." Yöntem Ü zerine Konuşma, s.: 4 1 . 0 0 "Bu düşünce üzerinde durarak uyanıklık ve uykuyu birbirinden ayırt eden kesin hiçbir belirti olmadığını çok açık olarak görüyor ve bu du­ rum karşısında dona kalıyorum. Öyle ki, şaşkınlığım neredeyse beni uyuduğuma inandıracaktır." B irinci Düşünce, s.: 99. 0 1 " Geometrinin en yakın kontıları üzerinde bile yargıda bulunurken yanı­ lan ve yanlış yargılara ulaşan kimseler var olduğu için, herkes gibi be­ nim de aldanacağım kanısına vararak, eskiden tanıt olarak benimsedi­ ğim tüm kanıtları yanlış diye geçersiz sayıyorum.'' Yöntem Ü zerine Ko­ nuşma, Dördüncü Bölüm, s.: 40.



FiLOZOFLAR





1 95

VE B i LGi KURAl\1LARI ••

halde, neden her zaman aldanmamıza olur demesin? Ustelik, her şeye gücü yeten bir Tanrı ' nın varlığımızın yara­ tanı olmadığını, kendiliğimizden ya da başka bir yolla meydana geldiğimizi varsayarak, o zaman da bu yarata­ nın daha az güçlii olduğunu kabul etmiş olacağımızdan, durmadan aldanmam ıza, olanaksız ölçüde eksiksiz olma­ dığımıza inanmak için, elimizde daha çok neden buluna­ caktır. § 6. Kuşkulu şeylere i nanmaktan sakınmamıza olanak tanıyarak aldanmamıza engel olan özgür bir tutumumuz vardır. Bizi yaratan her istediğini yapsa, hatta aldatmaktan zevk bile duysa, kendimizde özgürlüğün varlığını duy­ maktan geri kalmayız. Bu öyle bir özgürlük anlayışıdır ki, onunla biz, istediğimiz zaman, iyice bilmediğimiz şeylere inanmaktan kaçınarak, aldanmamızın önüne geçebiliriz. H ı § 7. Var olmasaydık kuşku duyamazdık, bu da edine­ bileceğimiz ilk dc>ğru bilgidir. Kendilerinden en ufak bir biçimde kuşkulandığımız her şeyi bu şekilde yanlış göreceğimiz gibi aynı zamanda geride çevirebileceğimizi var sayarken, ne Tanrı, ne gök ne de yerin var olmadığını ve bir bedenimizin de olmadı­ ğını kolayca kalJul ediyoruz; ancak aynı biçimde tüm bu şeylerin gerçeğinden kuşkulanırken var olmadığımızı var sayamayız. Çiinkü düşünen nesnenin, düşüniirken ger­ çekten var olmadığını kavramak b ize o denli aykırı geli­ yor ki, en şaşılası varsayımlara karşın şu, düşünüyorum, o halde varım, sonucunun doğru olduğuna ve bunun, dü­ şüncelerini bir sıra içinde yönlendiren ve yöneten bir kimseye görünen ilk doğru sonuç olduğuna ina11maktan kendimizi alıkoyamıyoruz. x .ı 82

83

"Tanrı'nıı1 saltı k gücüne ilişkin önceleri edindiğim kanının zihnime geldiği her anda, onun istediği koşullarda, pek büyük açıklıkla aı1ladı­ ğımı sandığım şeylere ilişkin olsa bile, beni kolaylıkla ya nılmaya sürük­ leyebileceğini evetlemek zorundayım." Ü çüncü Böliim, s.: 1 2 8. "Ancak bundan sonra her şeyin yanlış olduğunlı bu biçi mde düşünmek istediğim anda, bunu düşünen benim, zorunllı olarak l1ir şey olmanı ge­ rektiğini gördüm. Ve şu düşünüyorum o halde varım, gerçeği nin kuş­ kucuların en şaşırtıcı ödevleri nin bile sarsmaya gücü yetmeyecek ölçü­ de sağlam ve güvenilir olduğunu görerek, bu gerçeği aradığım felsefe-

1 96







BiLGi FELSEFESi

§ 42. Hiç yanılmak istemediğimize karşın, nasıl olu­ yc>r da istencimiz yüzünden yanılıyc>rtız. Ancak yanl ışın istencimizden ileri geldiğini ve hiç kimsede aldanmak isteği bulunmadığını bildiğiıniz içiı1, yargılarımızda yanlış btılunmasına belki şaşıranlar ola­ caktır. Ancak aldanmak istemekle, bazen aldanmamıza neden olan birtakım kanılara inanmamız arasında olduk­ ça büyük bir ayırım vardır. Çünkü bile bile aldanmak is­ teyen bir kimse var olmadığı gibi, nitelikçe açıkça bilme­ diği şeylere inanmak istemeyen bir kimse de hemen he­ men yok gibidir. Hatta çoğu zaman c>lduğu gibi, gerçeği arama y(>ltınu izlemeyi bilmeyenlerin gerçeği bulamayış­ larına ve dolayısıyla aldanmalarına neden de gerçeği bil­ me isteğidir. Çünkü bu istek yüzünden çabucak bir yar­ gıda btıltınmaya ve oldtıkça iyi bilmedikleri şeyleri gerçek c>larak kabtıl etmeye süriikleniycırlar . •••••

• • • •

• ••

§ 4.3 . Ancak açık ve seçik cılarak kavradığımız şeyler üzerine yargıda bultınduğumuzda hiçbir zaman aldan­ mamıza cılanak ycıkttır. Ancak açık ve seçik olarak kavradığımız şeyler iizeri­ ne bir yargıda btıltınduğtımuz siirece, hiçbir zaınan yanlı­ şı dcığrtı yerine kcıymayacağımız kesindir. Çiinkü hiçbir zaman aldatıcı olmadığı için, Tan rı'nın bize verdiği bilme güciiniin yanılsaması olanak dışı c>ldu­ ğıı gibi, istemek giicüniin de, onu bildiğimizden tireye gö­ türmediğimiz siirece, yanılması c>lanağı ycıktıır. Hatta bıı gerçek kanıtlanmamış olsa bile, yine biz açıkça gtirdü­ ğiimiiz şeylerden, onları bu biçiınde gtirdiiğiimüz anda, kuşkt1la11mayız, zira açı kç;ı gtirdüğiimüz şeylere inanma­ ya dcığal cılarak pek eğilimliyiz. § 44. Açıkça gtirmediğiıniz şeyler iizerine anc;ık y;1 11lış bir yargıda btıltınabiliriz, her ne kadar yargımız llc>ğrtı cıl­ sa ve çcığtı zaman belleğiıniz bizi aldatsa da. Ve yine cı de nli açıktır ki, doğrtı cılarak b il111ediğimiz bir kanıra llayaı1arak yargıda bulu nduğumuz her kcresi11-

nin ilk i l kesi olarak l>eııimsemeye hiç çekiıımeden karar verdim." Yö n­ teın Ü zeriııe Koı1uşmalar, Dördüncü Bölüın, s.: 4 1 .







Fll,OZOFl.AR VE BiLGi KURAl\ILARI

de, ya alllanırız, ya da gerçeği bulsak da, ontı anntılmalarına göre aşk, nefret, neşe, acı

q ı Berkeley, George, İnsan Bilgisinin İlkeleri Üzerine, çev.: Halil Turan, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1996, s.: 3 5-39.







FiLOZOFLAR VE BiLGi KURAIVI LARI

ve benzer tutkıılar tıyandırırlar. 2. Ancak bütiin bu sonsuzluk çeşitlikteki ideaların ya da bilgi nesnelerinin yanında , bunları bilen ya da algıla­ yan, istemek, imgelemek, anımsamak gibi çeşitli işlemler tıygulayan bir şey daha vardır. Ben bu algılayan etkin şe­ ye zihin, tin, ruh ya da kendim diyc>rtım. Bu sözcüklerle idealardan herhangi birini değil de , cınlardan büsbütün farklı bir şeyi, ideaların kendisinde var oldukları ya da kendisiyle algılandıkları - bir ideanın varoluşu algılanma­ sından başka bir şey olmadığına göre bunlar aynı anlama gelir- bir şeyi gösteriyorum. 3 . Tin olmaksızın ne düşüncelerimizin, ne tutkuları­ mızın, ne de imgelerimizin biçimlendirdiği idealarımın var olamayacağını herkes kabul edecektir. Dııyuya veri­ len çeşitli duyumların veya ideaların, bunlar nasıl har­ manlanmış, nasıl kaynaşmış olurlarsa olsunlar (yeni oluş­ turdukları nesneler ne oltırsa olsun) kendilerini algılayan bir zihin c>lmaksızın var olamayacakları da bu kadar açık gibi görüniiyor. -Sanırım var teriminin duyulur şeylere tıygu landığında ne anlama geldiğine dikkat eden herkes bunun sezgisel bilgisine tılaşabilir. Üzerinde yazı yazdı­ ğım masanın var c>lduğtınu, yani onu gördüğiimü, du­ yumsadığımı süyliiycırum; eğer çalışma odam ın dışında olsaydım, yine var olduğunu söylerdim. Btı sözlerimle eğer çalışma odamda olsaydım masayı algılayabilirdim ya da şu anda başka bir zihin onu algılamaktadır demek isti­ yorum. Bir koku vardı demek koklandı; bir ses vardı demek işitildi deınektir; bir renk ya da bir beti vardı de­ mek görme ya da dokunma yoluyla algılandı demektir. Benim bunlardan ya da bunlara sözlerden bütün anlaya­ bildiğim bu. Düşünmeyen şeylerin algılanmalarıyla hiçbir bağıntısı olmayan saltık varoluşları üzerine söylenenleri ise anlamak büsbütün c>lanaksız gibi. Bıı şeylerin \'arlığı algılanmaktadır, kendilerini algılayan zihinlerin ya da düşünen şeylerin dışında var olmaları c>lanaksızdır. 4. Doğrusıı insanların evlerin, dağların, ırmakların, kısacası tüm duyulur nesnel erin anlık tarafından algılan­ maktan ayrı doğal ya da gerçek bir varoluşlarının oldıığtı gibi bir sanıya kapılmaları çok şaşırtıcı. Ancak bu ilkeyi herkes büyiik bir güvenle onaylarsa da, benimsese de, sa-

223

22..ı









B i LGi FELSEFESi

nıyrtını scJrgulanıayı giize alabilen biri onun açık bir çe­ lişmeye yc>I açtığını giirecektir. Bıı siizü edilen nesneler dııyuyla algıladığımız şeylerden başka ne c>labilir? Kendi idealarımızdan \'e Lluyıılarıınızdan başka neyi algılarız ki ? Buıılardan haııgisi birinin, ya da bunların herhangi bir karışımının algılanmadan var olması açık bir tutarsızlık değil midir? -� . Enine boyuııa incelersek belki de bu inancın te­ melde soyut idealar öğretisine dayandığı ortaya çıkacak. Algılanmadan var olduklarını kavramak için duyulur ııesııele riıı varltışlarını algılanmalarından ayırt etmekten daha ustaca l1ir sytıtlama c>lal1ilir m i ? Işık ve renkler, sı­ cak ve Sğıık, uzam ve betiler -kısaca gördüklerimiz ve duyumsadı klarımız- dııytımlardaıı, kavramlardan, idea­ lardan ya da dııyuya verilenlerden başka ne olabilirler ? Bunlardan herhangi l1irini, düşüncede bile Isa algıdan ayırmak c>lanaklı ınıdır? Kendi adıma siiylüyc>rum, bu bir şeyi kendinden ayırınak kadar zor olurdu. Duytıyla belki de lıiçbir zaman böyle bıılunmuş olarak algıladığım şey­ leri gerçekten de düşi.i ııcemde bölebilir, ya da birbirinden ayrı diişiinebilirim. Böylece kolsuz bacaksız bir insan gövdesi imgeleyebilirim. Bııraya dek soyutlayabileceğimi -gerçekten birbirinden ayrılmış olarak var olması ya da edimsel larak böyle algılaııması olanaklı nesneleri ayrı ayrı diişiinmekten daha ileri gitmeden yaptığım btı işi so­ yutlama olarak adlaııdırmak uygun düşerse- yadsıyaca­ ğını. Ancak benim düşünce ya da imgeleıne gücüm ger­ çek varoluş ya da algı olanağını aşmaz. Bu nedenle, nasıl ki ediınsel bir duyumu olmaksızın bir şeyi görmem ya da dııyumsamam olanaklı değilse, duyulur bir şeyi ya da bir nesneyi de duyumundan ya da algısından ayrı diişünmem olanaklı değildir. 6 . Bazı gerçeklikler zihne o kadar yakın ve açıktırlar ki onları görmek bakmak yeterlidir. Bütün bu giikyüzü korostınun, bütün bu yeryüzü varlıklarının, kısacası dün­ yaııın devasa çatısını c>ltıştııran biitün cisimlerin bir zihin c>lmaksızın kalıcı olmadıklarını, bunların varlıklarının al­ gılaıımak ya da bilinnıek c>lduğtı ve ben onları algıladı­ ğımda, zihnimde ya da herhangi başka bir yaratılmış ti­ niıı zihninde var olmadıklarını hiç var olmayacaklarını ya

FİLOZOFLAR V E B İ LG İ K U RAt\.fLARI

225

da ancak sonsuz bir tinin zihninde kalıcı olabilecekleri bana gi.ire işte böyle yakın ve açık bir gerçeklik. Btı şeyle­ rin tek bir parçasına bile bir türden bağımsız bir varoluş yüklemek büsbütün anlaşılmaz bir şeydir ve bu soyutla­ ma saçmalıklarını işe karıştırmak demektir. [Okurun bu­ na inanması için kendi kendime düşünüp duyulur bir şe­ yin varlığını algı lan ması nd a n ayırmayı denemesi yeter.] 7. Söylediklerimizden Tin'in ya da algılayan şeyden başka bir töz olmadığı sonucu çıkıyor.

3) David Hume

( 1 7 1 1 - 1 7 76) Locke'a göre, duyularımızın algılayamadığı şeylerin gerçek doğası bilgimizi sınırlamaktaydı; buna karşılık, Berkeley böyle bir sınırlamanın olmadığını çünkü zihnimizin kavrayamayacağı hiçbir şeyin aynı zamanda yok olduğunu ileri sürmüştü. Ona göre, duyu deneyi gerçekliği tam olarak vermekteydi ve hatta kutsal dilin bir türü olarak bizim idelerimiz Tanrı kavramını da içeren manevi kavramlara sahipti. Hume, Berkeley'in duyu algılarımızın dışında nesnelerin gerçek doğası diye bir şeyin olmadığı düşüncesine katılmakla birlikte, ondan farklı olarak bilgimizin sınırlı olduğunu ve bilgi elde etmede kuşkuculuğun tek tutarlı yaklaşım olduğunu kabul etınektedir. Böylece, her ne kadar tartışma konusu olsa bile, Hume'un kuşkucu olduğu or­ taya çıkınaktadır. Fakat bu iddia onun görüşlerinden çıkan tek mantıksal sonuçtur. Hume İ ngiliz deneycilerinin üçüncüsü ve en katısıdır. Onunla deneycilik en kesin ve açık formülasyonuna ulaşmıştır. Hume, doğa bilimcilerin fizikte yaptığı devrimi insan zihni için yapmaya çalışmıştır. Newton'u örnek alan Hume, insan zihninin nasıl çalıştığını ve ilkelerini ortaya koymayı kendisine hedef seçıniştir. İ delerin doğası: Hume keskin bir ayırımla ideleri ikiye ayırmıştır: 1 . Duyu algılarına izlenim derken, 2. İ mgeleme ve bellek algıs ına ideler· deıniştir. İ zlenim ve ideler, zihnimizin temel bilgi kaynaklarıdır. Hume, ide terimini orijinal anlamında kullanarak, her basit idenin bir izlenim sonucu oluştuğunu söy­ ler. Örneğin kırmızı izlenim sonucu kırmızı idesi elde edilir.

22fı







BiLGi FELSEFESi

İ zlenimler, basit idelerle temsil edilir ya da onlarla benzeşim gösterir. Karmaşık ideler de basit idelerin birleşmesi sonucu oluşur. İ zlenimlerin ve idelerin basitliği Locke'unkinden daha az problematiktir. Basit izlenimler tek bir duyu algısının temel fonksiyonu olarak diğer izlenim veya idelere karışmadan yapı­ lan algılamalardır. Hume imgelemenin veya belleğin algısı ola­ rak her basit idenin, bir duyu algısı veya izleniıniyle örtüşmek veya ona tekabül etmek zorunda olduğunu bir ilke olarak kabul etmektedir. Ö rneğin, bir renk serisini görmeksizin de bu ilkenin varlığını kabul etmeliyiz. ''Her basit ide bir izlenimle örtüşmelidir." ilkesi hem akılcılı­ ğa karşı çıkmak için hem de anlama yetisinin resmini çizmek için gereklidir. İ zlenimler ve ideler daha yüksek ve canlı izle­ nimler tarafından bölünebilirken, fizik nesneleri veya akıl tara­ fından bölünemezler; çünkü fizik nesnelerinin bilgisi de yalnız­ ca izlenimlerden gelmektedir. Tümeller kuramı: Berkeley'in soyut kavramlar veya ti.imel­ ler kuraınını takip eden Hume, genelde soyut kavraın ları kabul etmez. İ deler kendi doğaları gereği tekil olurken, temsillerinde genel olurlar. Berkeley'in kuramına Hume yalnızca idelerin 11asıl birleş tiğini eklemiştir. Bir idenin oluşu, aklın diğer ideleri onunla birleşmesi için yaptığı çağrıyla olanaklıdır. Bu nedenle genel bir kelimeyi anlama ancak zihnin bu ide için yaptığı uygu­ lamaya dayanınakla olanaklıdır. Her ne kadar bu duruınu açık­ lamak zor olsa da, Hume'un bu görüşü inanç için öne sürdüğü görüşle de bir paralellik taşımaktadır. Zaman ve mekan: İ ki kavram da deneyce t"elsefeciler için açıklanması en zor olan kavramlardır; çünkü Kant'ın da belirle­ diği gibi tekil fenomenler zaman ve mekanı ön varsayım olarak kabul ederler, tersi doğı·u değildir. O l1alde, bir deneyci şu du­ rumu açıklamalıdır: Eğer tekil fenomenin var olması için zaman ve mekanı bir ön varsayım olarak kabul ediyorsa, nasıl olur da zaman ve mekan idemiz, tekil fenomenlerden çıkar? Çünkü deneyci için her idenin bir duyu izleniminden gelmesi gerek­ mektedir. Locke zaman ve mekan idelerini biçimsel ide olarak sınıfladı; Hume ise uzaysal yayılım algısını ve zamansal sürekli­ lik algıs ını idelerin ve izlenimlerin göründüğü düzenlilik açı­ sından çözmeye çalıştı. Fakat izlenimlerin düzeni ne yayılıınlı







FiLOZOFLAR V E BiLGi KURAMLAR!

227

nesnelerde ne de zamanda kendini açığa çıkartabildi; bu neden­ le H ume'un zaman ve mekan kuramı hep çözülmemiş problem olarak kaldı. Nedensellik ilkesi : Hume'un bilgi ve bilim kuramına en bü­ yük katkısı nedensellik ilkesini eleştirmesidir. Bu eleştirisi aynı zamanda dış dünya ve kendi bilgimize karşı yaptığı eleştiriyle de bir paralellik gösterir. Onun temel eleştirisi farklı ilişki tür­ leri üzerine dayanmaktadır. İ ki tür il işki vardır: Mantıksal ilişki ve olgusal ilişki. Mantıksal ilişkide ideler birbirleriyle ilişkili iken, olgusal ilişkide idelerin ilişkileri değişmese b ile, olgusal ilişki değişebilir. Kısaca olgular, idelerin ilişkisi tarafından be­ lirlenemez. Bu tür ayırım Leibniz'in akıl ve olgu doğruları ayı­ rımını hatırlatmaktadır. Hume nedensel ilişki üzerinde durur; çünkü ona göre, yal­ nızca olgu ilişkileri bizi bir ideden diğer bir ideye yönlendirir. Bundan dolayı nedensellik bir mantıksal ilişki olmadığı gibi apriori bir ilke de değildir. Nedensellik bir bağıntıdır. Bu iddia çok önemlidir; niçin neden-etki bağıntısında bir nedensellik ilkesi araınaktayız? M antıksal nedensellik olınadığı gibi, evren­ sel nedensellik ilkesi tarafından üretilen genel nedensellik de olamaz. Eğer böyle bir nedensellik varsa, o da ancak ola11ak dal1ilindedir ve onun kanıtlanmasında tekil nedeı1sel bağıntı­ lardan kalkarak elde edilen genellemelerden başka bir şey ola­ maz. Hume, nedensellik ilkesinin neden-etki bağıntısı üzerinde temellendiğini söyleyerek, deneylerimizden bir neden varsa onun sonucunda bir de etki olacağını çıkardığımızı söyler. Ne­ denin olduğu yerde etki vardır; etkilenen bir şey varsa bir de onu etkileyen 1eden olmak zorundadır. Neden-etki ya zaman­ sal bir sıra ya da mekansal bir sıra takip eder. Bir şeyin diğer bir şeyden önce veya hemen sonra gelmesi acaba nedenselliğe sebep olabilir mi? Hume'a göre, ne zamaı1sal peş peşelik ne de mekansal ili şki nedenselliğe sebep olamaz. Buna karşılık, ne­ den-etki bağıntısının zorunlu sürekl iliği bizde bir inanç oluştu­ rarak, nedenin olduğu yerde mutlaka bir etki olacağı düşünce­ sini oluşturur. Hume böyle bir inancın hali hazırdaki izlenimle­ rimizin sonucu oluşmuş çok canlı bir ide olduğunu öne sürer; böylece nedensellik ilkesinde idelerin rolü olduğunu düşünür. Bir alışkaı1lığı veya geleneği izlenimden birleşmiş ideye çeviren

228







BiLGi FELSEFESi

inancın veya düşü ncenin ne olduğunu araştıran Hume, bunun refleksiyon (akıl) izlenimleri olduğunu kabul eder. İşte böyle bir refleksiyon izlenimi nde, neden-etki zorunlu bağıntısının idesinin varlığını görür. Hume'un amacı deneysel yöntemle böyle bir idenin olduğunu veya olmadığını göstermektir. Bu idenin (nedensellik idesinin) neden-etki bağıntısından çıkar­ tılmış bir alışkanlık ya da inanç olduğunu ileri sürer; çünkü bu idenin bir izlenim karşılığı yoktur. Nedensellik, akıl veya reflek­ siyon izlenimlerinin alışkanlık idesine dönüşmesidir. Nedensel bağıntının zorunluluğunda ortaya çıkan bu inancı veya alışkanlığı Hume yargılayamaz veya gerekçelendiremez; sadece o, inancın veya alışkanlığın psikolojik köklerini açıklar; fakat bu bir felsefi açıklama değildir. Nedensellik diye gördü­ ğümüz şey, bir şeyden sonra sürekli bir başka şeyin gelmesidir. Sonuç olarak Hume, nedensellik ilkesine karşılık gelen bir izle­ nimin olmadığına, sadece bireysel inanç ve alışkanlıklarımızın olduğuna inanır. Böyle bir sonuçta insanın kendi zihninden kalkarak ondan bağımsız bir dış d ünyanın bilgisini bilemeyece­ ğini ortaya koyar; hatta dış dünyanın bilgisinin yanı sıra varlığı da ortadan kalkar. Hume kuşkuculuğa varan bir düşünmeye girmiş olur. Dış dünyanın bilgisi: Hume'un dış dünyanın bilgisi üzerine olan görüşlerinde nedensellik ilkesinden kaynaklanan bir kuş­ kucu tavır vardır. Berkeley gibi, sağ duyu inancı ile felsefi sis­ temin inançlarını birbirinden ayırır. Halk sadece algılarının farkında olduğuna inanır, fakat onlar bu algıların bazılarının gerçekten kalıcı varlık olduklarına da inanırlar. Felsefi bir sis­ teın ise algı ile nesne arasındaki farkı belirleyerek yalnızca nes­ nelerin kalıcı olduklarını kabul eder. Hume, halkın tarafını tu­ tar, fakat algılar arasında bir ayırım yapmaz. Akıl, oyuncuların gelip geçtiği bir sahne veya bir tiyatrod ur. Hatta kalıcı nesne­ lerden oluşan bir dünyanın varlığına da inanır. Fakat akıl, bu inancı doğrulayacak bir gerekçelendirme yapamaz. Nedensellik ilkesine yaptığımız psikolojik açıklaınayı dış dünyanın varlığı ve bilgisi üzerine de yapabiliriz. İzleniınlerimiz kesin bir tutarlılık ve düzen içindedir. İmge­ lerimiz inanç ve alışkanlıkla izlenimlere yönelerek gerçekte bir nesnenin sahip olduğu özelliklerden daha çoğunu onlara yük­ ler. Böylece biz kalıcı nesnelerden oluşmuş bir dünyaya inanı-







F ILOZOFI"AR VE BiLGi KURAl\I LARI

229

rız. Akıl, felsefi bir tavırla sağduyunun kabul ettiği inancı eleşti­ rir. Bu farklılık her zaman olacaktır. Hume'un da kabul ettiği gibi dış dünyanın bilgisi ve varlığı felsefi bir yolla verilemez; verilirse Kant'ın dediği gibi bu felsefenin skandalı olur. Hume, insanın kendi zihninin algılarından; yani izlenim ve idelerinin dışında bir şeyi bilemeyeceğini ileri sürerek dış dün­ yanın varlığına ve bilgisine kuşku ile yaklaşmıştır; çünkü bildik­ lerimizin bir izlenimi olması gerekir. Aynı şekilde Tanrı'nın varlığını da bilemeyiz. Tanrı'nın varlığını kanıtlamaya çalışan­ ların çoğunlukla nedensellik ilkesinden yararlandığını görüyo­ ruz, fakat nedensellik diye bir izlenimimiz yoktu. O halde, ne­ densellikten kalkarak yapılan tüm Tanrı kanıtlamaları kendi kendisi ile çelişmektedir. Bireysel kimlik: Kendi kendimizin bilgisini biliyor muyuz? Kendimizin bir izlenimi veya idesi var mıdır? Berkeley'den farklı olarak, Hume'a göre, kendimizin bir izlenimi yoktur. Kişi d iye bir izlenim, ide veya kavram yoktur. Kendimize veya kişi olduğumuza inanmak aynen dış dünyanın varlığına ve bilgisine inanmak gibidir. Zaman açısından kendi kimliğimize inanmak, ide ve izlenimlerimizin arasındaki sürekliliğe ve tutarlılığa bağ­ lıdır. Bunun sonucu olarak, imgeleme izlenim ve idelerin sürek­ liliğini ve tutarlılığını göz önüne alarak, kendi kimliğimizin tek­ liğine ve birliğine ulaşırız. Fakat bu birliğe ve tekliğe olan inancı akılla temellendirmek olanaklı değildir. izlenimlerin ve idelerin sürekliliği ve tutarlılığı nasıl olur da hem kendi bireyselliğimizin hem de dış dünyanın varlığı ve bilgisi hakkında inanç veya alışkanlık sahibi olmamızı sağlar? Örneğin, çalışma odama girdiğimde gördüğüm nesneler hak­ kındaki izlenim ve idelerin daima aynı olması onların süreklili­ ğini sağlamaktır. Her gün çalışma odamdaki varlıklar kaba bir biçimde olsa bile aynı izlenim ve idelerin algılanmasını sağlı­ yorsa, çalışma odaındaki varlıklarıı1 var olduklarına ve onların bilgisine sahip olduğuma inaı1ırım. Her ne kadar çalışma odamdaki varlıklar bir önce gördüğüm varlıklardan farklı da olsa -Herakleitos'un dediği gibi, onlar devamlı bir oluş içinde­ dif"ler - ben onları süreklilik ve tutarlılık bağıntısı içinde dün gördüğüm nesneler olarak algılar ve böyle olduğuna da inanırım. i şte nesneler üzerine olan izlenim ve idelerin sürekliliği ve tutarlılığı bağıntısı sayesinde hem dış dünyanın hem de kendi•



23ll







BiLGi FELSEFESi

mizin var olduğu inancına varırız. Hep aynı izlenim ve ideleri algılayan olarak ben, kendi kendimle özdeş kalmaktayım; o halde, kendiliğim sü rekli bir şekilde kendimle özdeştir ve bu bir inanç olsa da kendimi biliyoru mdur. Okuma Parçası

il. Bölüm İdelerirnizin Kaynağı Üzerine�2 Herkes klılaylıkla kabul edecektir ki, bir insan aşırı sı­ cağın acısını ya da ılıklığın hazzını duyduğunda ve bu duyıımu slınradan belleğine getirdiğinde ya da cınu hayal gücü ile iinceden dııyduğıında, bıı zihin algıları arasında iinemli bir fark vardır. Hayal gücü ve bellek yetileri, dıı­ yııların algılarını taklit ya da kopya ellebilir; aına hiçbir zaman ilk dııyıımıın giiciine ve caı1lılığına ıılaşaınaz. En şiddetli şekilde işlerken bile, cınlar hakkında si)yleyebile­ ceğimiz, olsa olsa şııdıır: Objelerini o kadar canlı temsil ediylırlar ki, neredeyse asıl cıbjeyi dııyııyor ya da giirüylır gibiyizdir. Fakat zil1nin hastalık veya delilik ile çarpılmış olması bir yana, b ıı algıları tümüyle ayırt edilemez kıla­ cak bir canlılık düzeyine varamazlar. Fiilin biitün renkle­ ri, ne kadar pırıl pı rıl olıırlarsa olsıınlar, dlığal nesneleri, tasvirleri bir gerçek manzara yerine geçecek şekilde çiz­ mezler. En canlı düşünce, e n sönük durumdan daha aşağı kalır yine de. Zihnin biitün öbür algılarında da benzer bir ayrım gözleyebiliriz. Tepesi atmış bir kimse ile öfkeyi sadece diişünen bir kimse çok farklı şekillerde etkilenirler. Bana birisinin sevdalı cıldıığunıı söylerseniz, ne kastettiğini ko­ layca anlarım ve o kimsenin durıımu hakkında doğru bir fikir edinirim; ama bıı fikri, hiçbir zaman bir tutkunun gerçek karışıklıkları ve heyecanları ile bir tutamam. Geçmiş duygıı ve heyecanlarımız özerinde düşiindüğü­ müz zaman, düşüncemiz sadık bir aynadır ve cıbjelerini gerçeğe ııygıın biçimde kopya eder, fakat kullandığı 92

Hume, David, İn.çanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma, çev.: Oruç Aruoba, Hacettepe Ü niversitesi Yayınları, Ankara 1975, s.: 1 3 - 1 7 .







FiLOZOFLAR \1 E-. B i LGi KU RAl\l l,Arlan, bunu böyle gerektirir. Yargılar hangi kaynaklardan gelirlerse gelsinler ya da mantıksal biçimleri bakımından nasıl {>lurlarsa {>lsunlar, içerik bakımından aralarında fark vardır; bu içerik saye­ sinde ya sırf açıklayıcı' dırlar ve bilgilerin içeriğine hiçbir şey eklemezler, ya da genişletici'dirl e r ve eldeki bilgiyi artırırlar, birincilere analitik, ikincilere ise sentetik yargı­ lar adı verilebilir. Analitik yargılar yüklemde, öznenin kavramında za­ ten var {>lan, ama pek {> kadar açık ve bilinçli di.i şünül­ memiş olandan başka hiçbir şey söylemezler. '' Bi.itün nesneler yer kaplar." deliiğimde nesne kavraınımı hiçbir şekilde genişletıniş olmam, sadece çözmüş olurum ; çün­ kü yer kaplama o yargıdan i)nce, açıkça söylenmese bile, gerçekte {> kavramda zaten düşünülmüştü; o halde bu yargı analitiktir. Buna karşılık ''Bazı nesneler ağırdı r.'' önermesi, genci olarak cisim kavramında gerçekten di.i­ şünülmeyen bir şeyi yükleminde içerir; dolayısıyla benim kavramıma bir şey ekleyerek bilgimi artırır; o halde sen­ tetik yargı olarak adlandırılmalıdır. b) Tüın Analitik Yargıların Ortak İlkesi Çelişme İlke­ sidir. Büti.i n analitik yargılar tamamıyla çelişme ilkesine da­ yaı11 rlar ve {>nların malzeme c>larak kullandıkları kavramı oo

Kant, ı 01 Kant,

Critique of Pure Reason, s.: 57-58. 1., Pro/egomena, çev.: İ oanna Kuçuradi ve Yustıf Ö rnek, s. 14-16. 1.,

242







BiLGi FELSEFESi

lar deneysel olsa da olmasa da, doğal y;1pıları gereği ap­ rİ iizne hakkı nda çelişmeye düşıneden de­ ğillenemez. Aynı şekilde, çelişıne ilkesinden dlılayı, l>nıın tersi de, analitik fakat değilleyici bir yargıd;ı (izne l1ak­ kında değille11mek zorııııdadır. ''J-Ier cisinı yer kaplar. " ve ''Yer kaplaınayan cisim ycıktur." gibi (yalın) önerme­ lerde bu böyledir. İ şte bu nedenle biitiin analitik önermeler, kavramları de11eysel cılsa da, apriori yargılardır, Ö rneğin ''Altın, sarı bir metaldir. '' iinermesi; çünkü bunu bilmek içi11 benim bu cismin sarı ve metal lıldıığu11u içere11 altı11 kavraının­ dan başka bir şeye ihtiyacım yoktur. Bıı, be11im kafamda­ ki altın kavramını oluşturmaktaydı ve bana l>nu -başka yerlerde aramama gerek kalmadan- t>gelerine ayırmaktan başka yapacak bir şey· kalmıyorc.lıı. c) Sentetik Yargılar, Çelişme ilkesinden Başka I�ir ilkeyi c;ereksinirler Kökenleri de11eysel cılan sentetik aplan tek başına çelişme ilkesi11den kaynaklanamaına klınusıında birleşirler; baınbaşka bir ilke daha -hangisi olursa cılsun- gerektirirler, her ne kadar bıı il keden hep çelişme ilkesine giire tiiretilmeleri gerekiyorsa da. Çünkü her şey bıı ilkeden türetilem iyorsa da, hiçbir şey na aykırı olamaz. Her şeyden önce sente­ tik yargıları sınıflara ayırmak istiyorum: 1 . Deney yargıları her zaman sentetiktirler. Yargıda bulunmak için kavramımın dışına çıkamayacağımdan ötürii, analitik bir yargıyı deney üzerine teınel lendirmek uygun olmaz, dolayısıyla deneyin tanıklığına ihtiyacım Yl>ktur. Bir cismin yer kaplamasına ilişkin önerme apriri olarak kesin olan bir önermedir ve deney yargısı değildir. Çünkü deneye yi)nelmeden önce, kavramtla yargımın tüm koşullarına sahibim; bu kavramdan çelişme ilkesine göre yiiklemi çıkartabilirim ve bu sayede derl1al yargının zorunluluğunun bilincine varabilirim, ki bunu bana de­ ney hiçbir zaman öğretemez. •



FİLOZOFLAR V E B İ LGİ K LJ l{Al\1LARI

243

2. Mateıııatik yargıların

tamamı sentetiktir. Karşı klı­ yıılmaz kesi11liği11e ve Sl>nııçlar bakımındaı1 Çl>k tineınli l>lmasına karşın bıı {inermc, bııgiine kadar insan aklını iigelerinc ayıranların gözünden kaçmış, hatta l>nların tüm tahıninlerine ters diişmiiş gibi giirü11mektedir. Çüı1kii matem;1ti kçilerin bütün çıkarımları nın çelişme ilkesine giire ilerlediği görüliince (ki Zl>rıınlııluklu l1cr kesinliğin yaııısı bıınu gerektirir), ilkelerin de çelişme il kesindeı1 bi­ liı1ebileccğine inanıldı. Bu ise bir yanılgıydı; çiinkü sente­ tik bir önerme gerçi çelişme ilkesine göre kavranabilir, anıa ancak l>nıın çıkarıldığı başka bir sentetik ö11erme varsayılırsa; hiçbir zaman kendi başına lleği l . • • • • • • •

.3. l-lakiki 11ıetafizik yargıların l1epsi seı1tetiktir. Meta­ fiziğe ait olan yargılar, hakiki ıııetafizik yargılardan fark­

lıdır. Metafiziğe ait lan �·,1rgıların pek Çl>ğtı a11alitiktir; aına bıınlar, l>ilimin tüın amacının yiinelmiş cılduğıı ve hep sentetik cı);1n ınetafizik yargılara araç teşkil ellerler. Çiiı1kii, iirı1eğin töz kavraını gibi kavranılar met;1fiziğe aitse, l> halde sadece buııların iigelerine ayrılmasından kay11aklanan yargılar da J\1etafiziğe ait l>ltırlar; iirneğiıı ''Tiiz sadece iizı1e l>larak var cılaıı şeyllir'' ve b unun gibi . . .

5. 1 9 . Yüzyılda Alman İdealizmi

ve Bilgi Felsefesi Kant sonrası bilgi kuramcıları ya Kant'ın görüşlerini daha ileri­ ye götürdüler ya da tam karşı bir görüş ileri sürdüler. Bu açıdan Kant'ın bilgi kuramı ya yeni bir başlangıç noktasına ya da de­ vam ettirilmesi gerekene karşılık geldi. Kant'ın transendental epistemolojik idealizmini daha da geliştiren Fichte, Schelling ve Hegel üçlüsü Alman idealizmini de en uç noktasına taşımışlar­ dır. İ dealizmin p roblemi Kant'ın öne sürdüğü fenomen-numen ayırımı ve bilen insan zihni ile bilinen nesnel gerçeklik arasın­ daki ilişkidir. Kant'la başlayan idealist bilgi kuramı, yalnızca



244





BiLGi FELSEFESi

öznel gibi görü nen fenomen bilgisine nesnel bir gerçeklik yük­ leyebileceğimiz görüşü üzerinde yoğunlaşmıştır. Kant'ın öznel idealizmi, Fichte'de nesnel idealizme, Hegel de ise mutlak idea­ lizme giden yolu açmıştır. a. Johann Fichte (1762-1814) Kant'ın kendinde-şey d iye tanımladığı fakat bilgisini bile­ mediğimiz bir gerçek varlığın olmadığını ileri süren Fichte, tüm gerçekliği Ben'e dayandırır.10 2 Ben'in dışında h içbir gerçeklik ya da kendinde-şey yoktur. Ben'i yalnızca fenomenlerin bilgi­ siyle sınırlamayı reddederek, zihnin d ışında gerçekten var olan kendinde-şey yoktur. Fichte'ye göre, idealizmin problemi, sade­ ce öznel gibi görünen bir şeye nasıl olup da nesnel bir gerçeklik yüklediğimiz problemidir. Kısaca salt öznel olduğunu kabul ettiğimiz deneylerimiz ve nesnel olduğunu kabul ettiğimiz ger­ çeklik arasındaki ilişki, idealizmin çözmesi gereken sorundur. Bu problem ancak, Ben ile Ben-olmayanın; yani akılla ilişkili ve akılla ilişkili-olmayanın açıklanmasıyla sonuçlanabilir. 1 °3 Fichte'ye göre, duyumları, zihne aşkın olan bir şeyle açıkla­ mak yanlıştır. Nesnel dünya, Ben tarafından kendisi için oluştu­ rulmuştur; çünkü fenomenal dü nya Ben ve onu11 içerikleri için varolmuştur; aksi takdirde o hiç bilinemezdi. Fichte'nin amacı, bu dünyayı olduğu gibi kabul edip onu anlamaya çalışmaktır. Bu çaba akıl yoluyla olmalıdır. Akıl, tek gerçekliktir. Fichte'nin Ben'i ve aklı, öznel veya bireysel bir akıl veya Ben değildir. Onun Ben'i evrenseldir.1°4 Bundan dolayı Fichte aynı zamanda nesnel idealizmin de kurucusudur. Evrensel Ben, öznel Ben'in mantıksal temelidir ve aynı zamanda tek gerçekliktir. Ö znel Ben'lerde ortak olan saf etkin evrensel Ben'dir. Oznel Ben'in amacı, kendisinde olan evrensel Ben'i kavramak ve anlamak olmalıdır. 1 0s Fichte ve diğer idealistler, bilgilerin doğruluğunu tutarlılık ölçütü ile değerlendirirler. Onlara göre, deneyler ve yargılar • •

1 oz Ficl1te, J. G., The Science of Know/edge, translated by Peter Heath and J. Laclıes, Cambridge U niversity Press, Cambridge, 1 982, s.: 10. 1 o :ı A.g.e., s.: 3 3 -35. 1 04 A.g.e., s.: 83 1os A.g.e., s.: 75-76. .







FILOZOFLAR VE B I LGI KURAl\1LARI

245

ancak birbirleriyle tutarlı olduğu sürece doğrudurlar. Tutarlı bir sistem içinde deneyler ve önermeler bir diğeriyle olan iliş­ kisi doğrultusunda doğru veya yanlış olabilirler. Tu tarlılık ku­ ramının doğal bir sonucu da doğrular arasında hiyerarşik bir derecelendirme yapmaktır. Önermeler birbirleriyle olan ilişki­ leri doğrultusunda doğruluk derecelerine sahip olurlar. Böyle bir doğruluk a nlayışında duyusal dünyanın önermeleri daha az değerde doğruluğa maruz kalırlar. Buna karşılık, akıl doğruları her zaman daha üst doğruluk değerine sahiptirler. Böylece duyular görünüşleri, akıl ise gerçek dünyayı yansıtır.1 0 6 b. Friedrich Schelling (1775-1854) Alman idealist felsefenin ikinci önemli temsilcisi Friedrich Schelling'dir. Fichte'nin idealist felsefesinden etkilenmesine rağmen, kendine özgü bir idealizm anlayışı ortaya koymuştur. Fichte'nin Mutlak ve Evrensel Ben'inin birer ürünleri olan doğa ve karşıtı olan bireysel bilinç anlayışına karşı çıkmıştır. Schel­ ling'e göre, gerçeklik, insan tinine çok benzer olan ve kendi kendini belirleyen bir süreçtir. Bundan dolayı, doğa cansız ve özgür iradenin karşıtı olan mekanik düzen olarak tanımlamaz. Eğer doğa öyle olsaydı, insan onu anlayamazdı ve bilemezdi. Doğa ve insan arasında bir ilişki vardır; çünkü doğa dinamik bir aklın açılımı olup bir yaşama, akla ve amaca sahiptir. ı o7 Schelling romantik ve idealist anlayışının bir sonucu olarak, tinin veya aklın hem organik dünyada, hem de inorganik dün­ yada kendisini gösterdiğini kabul eder. Bilinçli ve bilinçsiz dün­ yada ortak olan yan salt etkinlik olarak yalnızca kendi kendisini belirleyen enerjidir. Bu nedenle, gerçeklik; yaşam, eylem ve açılımdır, yani her şeyin kaynağı olan yaratıcı enerji, mutlak açılım ya da Ben'dir. Schelling'e göre, ideal olanla gerçek ve düşünceyle varlık aynıdır. İ nsan aklında kendisini açan M utlak ve Evrensel yara­ tıcı enerji, kendini bilinçsiz dünyanın varlıklarında da açar veya gösterir. O halde, her varlıkta yaşam ve akıl vardır; çünkü her 106

Edwards, Paul (Ed.) The Encyc/opedia of Philo.çophy, New York, Macmil­ lan Publ., 1972, cilt 3, s.: 3 1 . 107 Daha fazla bilgi için bakıııız: Schelling, F. W. ) System of Tran.çendental ldealism, University Press of Virginia, Charlottesville, 1981. .,

246







BiLGi FELSEFESi

şeyin kaynağı aynı ve bir olaıı yaratıcı güçtür. Her şeyde kendini açan bu güç, insan akl ında kendi bilincine varır. Böylece kend ini bilinçsiz varlıklardan ayırarak saf tin veya bilinç haline gelir. Evrensel Ben, kendisini insan Ben'lerinde ifade eder; çünkü o nlarda kendini bilir. İ nsan Ben'i kaynağını Evrensel veya Mu tlak Ben'den aldığı sürece gerçek­ tir. Bunun sonucu olarak da Schelling'e göre, bilgi Ben'in Evren­ sel Ben'i ifade etmesiyle ortaya çıkar. Eğer Ben, kendisinde Evrensel Ben'in açılmasına izin vermiyorsa bir yanılsama için­ de gerçekliğini kaybeder. Bilgi, bilinçsiz varlıklardan bilinçli varlıklara yükselmekte olan bir süreçtir. Bu süreç, Evrensel Ben'in ve bizim Ben'iınizin bir amacıdır. Bizim Ben'imiz bilinçaltı hallerden bilinçli hale; Evrensel Ben karanlıktan aydınlığa doğru yükselir. B ilgi, cansız; yani inorganik doğadan organik doğaya giden Ben'in aydınlan­ ması veya bilinçlenmesidir. Aşama aşama yükselen bu bilinç­ lennıe ve bilgilenme etkinliği en tepe noktasına insan Ben'inde varı f. Böylece insan, doğayı anlar ve bilir; çünkü doğa en yük­ sek amacına insanda ulaşır. Böylece insan, tüm doğa yasalarını kendi algı ve düşüncelerinin yasalarına indirgeyerek bilir. 1 00 c.

G. W. F. Hegel (1 770-1 8 3 1 ) Kant'tan etkilendiği gibi İ lk Çağ filozoflarından etkilenen Hegel, neyin bilgisine sahip olduğumuz noktasında bilgi felsefesini temellendirir. Kant'a göre, duyarlılığın apriori formlarıyla algı­ lanan içerik zihindeki anlamanın apriori kategoriyle biçimlen­ diğinde bilgi ortaya çıkıyordu. Bilgi için hem zihinden hem de deneyden gelen birleşmekteydi. H egel, Kant'ın bilgi için önerdi­ ği dış dünyadan; yani deneyden gelen içeriğin de zihnin bir ürünü olduğunu iddia eder. Hegel'e göre, bilginin tüm ögeleri zihnin kendisine aittir. B ilgi, zihnin kendisine ait bir üründür veya eserdir derken, Hegel insan zihnini kastetmiyor. Bu zihin evrensel akıldır. O halde, Hegel'in bilgiden ne anladığını anlamak için onun evren­ sel akıldan ne aııladığını bilmek gerekir. Geist adını verdiği ev­ rensel akıl insanın öznel aklından daha kapsamlı olan Tanrısal ı nıı Edwards, Paul (Ed.) The Encyclopedia of Philo.çophy, cilt 7, s.: 3 0 5 -306.







FI LOZOl'l-AR V E BiLGi KURAf\1 LARI

247

akıldır. Evrensel akı l, Geist d;:,,alektik bir gelişme ile önce ken­ dini doğada daha sonra insan aklında açar. Evrensel akıl, Geist, Mutlak varlık ta rihsel süreçte evrim geçirerek kendi kendine yeten ve kendi biliı1cinin bilgisine ulaşmak isteyen bir varlık olmaya çalışmaktadır. Bu diyalektik evrim sürecinde tümel varlık kendisini rasyonel, anlaşılır ve bilinçli bir varlık olarak tanımlamak ister. Bu tanımlamada varlık ve akıl aynıdır. He­ gel'e göre, akılsal olan gerçektir; gerçek olan da akı/saldır. İ şte bu özdeşlik içinde evrensel akıl dış dünyadan bağımsız veya ayrı bir varlık olarak değil de, bu dünyada dinde, sanatta ve felsefede kendi bilincine insan aklında ulaşır. Hegel'e göre, ev­ rensel varlığın bilgisi, kendi diyalektik gelişimi sürecinde ken­ dini insan aklının ürünleri olan sanat, din ve felsefede açığa çıkartır. Felsefenin görevi, evrensel aklın insan zihninde açığa çıkmasına yardım etmektir.1 09 Hegel'de bilgi, kavramsal ve soyuttur. Bilginin kavramsallığı ve soyutluğu düşüncenin diyalektik sürecinde kendini çelişki­ lerden, karşıtlarından, anti-tezlerinden ayırarak senteze doğru giden bir süreçtir. Bu süreçte ortaya çıkan doğrular ancak kısmi doğrudur; çünkü hiçbiri tümeli mutlak olarak veremez. Ancak evrensel akıl kendi bilincine ulaştığı zaman tüm çelişkiler orta­ dan kalkarak, kendi özdeşliği içinde kendi bilgisine ulaşır. Böy­ le bir bilgi de saf akılsal bilgidir. Hegel'in bilgi kuramı akılcı bir kuramdır. Çoğu akılcı 'kuram gibi, o da doğruluğu tutarlılık ölçütü ile özdeşleştirir. En alt duyu bilgisinden en üst kendinde bilinçlilik bilgisine kadar uzanan bilgi nin doğruluk dereceleri sistemle olan tutarlılığına göre belirlenir. Hegel'in sistemi, evrensel akılın, Geist'in öznel bilinçlilikten nesnel bilince ve oradan da mutlak bilince yükse­ len gelişiminin sarmal hareketinden başka bir şey değildir. Sistemin en baştaki varlıktan başlaya rak, e11 son aşamasında kendi bilincinin bilgisine varma sürecinde değişik derecelerde doğru bilgiler açığa çıkar ve bu bilgiler doğruluk derecelerini ne kadar rasyonel ve soyut olduklarına ve sistemle tutarlığına göre kazanırlar.

109

A.g.e., cilt 3 , s.: 3 2 .

2-18







BiLGi FELSEFESi Okuma Parçası

Saltık Bilgi 1 1 11 . . . Tasarımsal düşünmenin içeriği saltık Tindir; ve �ımdi tüm yapılması gereken bu yal111 biçimin ortadan kaldırılmasıdır, ya da daha doğrıısu, bu biçim genelde bi­ lince ait olduğu için, gerekliliği dalıa şimdiden bilincin şekillenişinde ortaya çıkmış olmalıdır. -Bilincin nesnesi­ nin üzerindeki bir üstünlük nesnenin kendisini ''kendi''ye geri döniiyor olarak göstermiş olması biçiminde tek yanlı bir anlamda alınmamalıdır; daha belirli bir anlamda alır­ sak, yalnızca genelde nesnenin kendisini '' kendi''ye yiti­ yor olarak sunmuş olması değil, ama o denli de şeyliği özbilincin dışlaşınasının koyması söz konusııdıır, ve bu dışlaşma yalnızca olumsuz değil ama olumlu bir imlem de taşımaktadır- bir im lem ki bizim için ya da kendinde cılduğu denli de t>zbilincin kendisi içindir. Nesnenin olumsuzu ya da onun kendi kendisini ortadan kaldırması t>zbilinç için cılıımlu bir anlam taşır, e.d. t>zbili nç nesne­ sinin yokluğunu bilmektedir, çünkii bir yandan kendi kendisini dışlamıştır, -çünkü bu dışlamada kendisini nes­ ne olarak ya da kendi, için-varlığın bölünmez bi rliği ne­ deniyle nesneyi kendisi olarak koymaktadır . . . . Nesne öyleyse bir yandan dolaysız varlık ya da genel olarak bir Şeydir, ki dcılaysız bilince karşılık düşmekte­ dir; öte yandan, kendisi nin bir başkalaşınası, ilişkisi ya da başkası-için-var/ığı, ve kendi-için-varlığı, e.d. belirlilik, ki algıya karşılık düşmektedir; ve üçüncüsü öz ya da bir ev­ rensel olarak, tasımdır ya da evrenselin belirlenim yolııy­ la bireyselliğe devimi, ve evrik cılarak bireysellikten orta­ dan kaldırılmış bireysellik ycıluyla ya da belirlenim yo­ luyla evrensele devinimidir. Ö yleyse bıı üç belirle11ime gt>re bilinç nesneyi kendisi olarak bilmelidir. Bunıınla birlikte, söziinü ettiğimiz bu Bilme 11esnesinin arı Kavra­ nışı cılarak Bilme değildir; burada bu Bilme salt oluş sii­ reci içinde ya da genelde bilince ait cılan yanının kıpıla­ rında, özgün Kavramın ya da arı Bilmenin bilincin şekilı ı o Hegel, G, F, W, Tinin Görüngübilimi, çev.: Aziz Yardımlı, İ dea Yayı nları, İ stanbul 1 986, s. 476-480.







F ILOZOFLAI{ VE BiLGi KU RAMLARI

)erinin biçimini alan kıpılarında gi.isterilecektir. Bu ne­ denle nesne henüz gencide bilinçte az i.ince belirtmiş ol­ duğumıız yolda tinsel iizellik olarak göriinmemektedir; ve bilincin cınunla ilişkisi nu bu genelde biitiinliik içinde ya da kendi arı Kavram-biçimi içinde irdelemek değildir; ama o bir yandan genelde bilincin bir şeklidir; ve öte yandan bıı şekillerden bir çcıklııktur ki bizim tarafımız­ dan bir araya getirilmektedir ve bıınlarda nesnenin ve bi­ l incin cınunla ilişkisinin kıpıları nın bütünlüğii yalnızca kıpılarına çözülmüş olarak gösterilebilmektedir . . . . • • • •

Tinin bu son şekli, tam ve gerçek içeriğine aynı za­ manda '' kendi''nin biçimini veren ve bu yolla Kavramını olgusallaştıran ve o denli Lie bıı olgusallaşmada Kavra­ mında kalan Tin -bıı Tin Saltık Bilgidir; bu bilgi kendisi­ ni l"in şeklinde bilen Tin ya da kaı1ramsal bilınedir. Ger­ çeklik yalnızca keııdinde biitünüyle pekinlik ile özdeş ol­ makla kalınamakla, ama ayrıca öz-pekinlik şekline de taşmaktadır, ya da dış varlığında, yani (onu) bilen Tin için, kendi ni bilme biçimindedir. Gerçeklik içeriktir, ki dinde heniiz pekinliği ile i.izdeş değildir. Ama bu özdeşlik içeriğin ''kendi''nin şekl ini kazanmış olmasında imlen­ mektedir. Bıı yolla, özün kendisi olan şey, yani, Kavram, dış varlık i.igesi ya da bilinç için nesnelliğin biçimi olmıış­ tur. Tin ki bıı ögede bilinç için görünmektedir, ya da bıı­ rada gene aynı şey, onda bilinç tarafından üretilm iştir, bu Tin Bilimdir. Bıı bilimin doğası, kıpıları ve devimi bi.iylece kendile­ rini i.iyle bir yolla göstermişlerdir ki, bu bilme özbilincin arı kendisi-için-ı•arlığıdır; ''Ben''dir ki, başka hiçbiri değil ama bıı ''Ben ·· ve cı denli de dolaysızca dolaylı ya da cır­ tadan kaldırılmış evrensel ''Ben''dir. -Bu bilmenin bir içe­ riği varLlır ki kenLiisinLlen ayırt etmektedir; çünkü bu bilme arı cılumsuzluk ya da kendini bilmedir; bilinçtir. Bıı içerik, ayrımı için,{e, kendisi '' Ben''dir, çünkü kendi­ kendisini-cırtadan-kaldırına devimidir ya da '' Ben'' olan aynı arı cılumsuzlııktıır. ''Ben'' ayrımlaşmış cılarak onda kendi içine yansımaktadır; içerik ancak ''Ben'' kendi baş­ kalığında kendi kendisinde olduğu zaman kavranır. Bu içerik, daha belirli cılarak belirtilirse, az önce sözü edil-

249



25()





BiLGi FELSEFESi

miş cılaıı devimiıı kendisiııden başka bir şey lieğildir; çiiııkii içerik Tiııdir ki keııdi içerisiııden ve lıiç ktışkusıız kendi için Tin cılarak geçmektedir, çünkii nesneliği içinde Kavram şeklini taşımaktaliır.

6 . Geç 1 9 . Yüzyılda Bilgi Felsefesi a.

Auguste Comte ve Pozitivizm ilk defa Fransız düşünür Saint-Simon (1 760-1 825) tarafından bilimsel yöntemi ve bu yönteınin felsefedeki karşılığı için kul­ lanılan pozitivizm, Auguste Comte ( 1 798-185 7) tarafından sistemleştirilerek bir felsefi etkinlik haline dönüştürüldü. 19. yüzyılın ikinci yarısından 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar geçen dönemde hem felsefeyi hem de bilimi etkileyen pozitivizm, Batı dünyasının temel görüşü olmuştur. Pozitivizmin başlıca tezi bilimsel bilginin tek geçerli bilgi çe­ şidi ve sadece olguların doğru bilginin nesnesi olduğudur. Bilgi, bilimsel bilgi ve bilginin nesnesi olgular ise felsefe de bilimin yöntemi olan pozitivizmin dışında başka bir yöntem kullana­ maz. Felsefenin amacı, tüm bilimlere ortak olacak genel yasala­ rı bulmak ve bu yasaları toplumsal düzeni oluşturmak için in­ san davranışlarını yönlendirmek için kullanmaktır. Pozitivizm bilgiyi bilimsel bilgiye ve bilgi nesnesini olgulara indirgediği için, bu durumun dışında kalan töz, ruh, Geist, Tanrı, öz, ve benzerleri gibi metafizik ögeleri reddeder. Bilimin haricin­ de h içbir bilginin değeri olmadığını ileri sürerek, en uç noktada bilimciliğe giden yolu açar. Olguların arkasında veya ötesinde bir bilgi nesnesi ve bu nesnenin bilgisi olmadığını ileri sürerek, metafiziği bilgi alanının dışına çıkarır. Bilgiyi olanaklı olarak gören pozitivizm, bilgiyi olguların bilimsel bilgisi olarak sınır­ lar. Bu açıdan, pozi tivizm, b ilgi felsefesinde indirgemeci bir tutum sergileyerek, gerçek ve doğru bilgiyi bilimsel bilgi olarak tanımlar. A. Comte'a göre, bilimsel döneme insanlar uzun bir tarihsel süreçten geçerek ulaşmışlardır. Bu süreci, üç hal yasasıyla açıklar. Birbirini izleyen üç dönem şunlardır: •







25 1

F l l,OZOFLAR VE B l l_GI KURArı.11.Al{l

1.

2.

Teolojik dönem: Bu dönemde insanlar nes neleri, olay­ ları ve olguları, tanrısal güçlerle açıklarlar. Dinsel ögele­ rin ve inançların temele alındığı bu aşamada, her şeyin nedeni, doğa üstü bir güç olan tek Tanrı'ya veya birçok tanrıya bağlanarak açıklanır. Metafizik dönem: Bu dönemde açıklamalar tanrısal boyuttan soyut ve kavramsal boyuta indirgenerek yapı­ lır. İ nsanlar olguları, olayları ve gerçekleri, aklın ürettiği fizik ötesi kavram ve soyut güçlerle açıklar. Örneğin, ba­ zı düşünürlere göre, doğada boşluk yoktur çünkü boşlukta hareket olmaz veya boşluk yoklu ktur. işte, bu düşünceler, metafizik soyut akıl yürütmelerin sonucu or­ taya çıkmıştır. Pozitif dönem: Bu dönemde her şey olgulara indirge­ nerek, olayların nedenleri bilimsel bilgi ile açıklanmıştır. Olgular arasında değişmez ilişkiler ve yasalar olduğu il­ kesinden yola çıkan bilim adamları, doğa ve toplum ya­ salarına varmaya çalışmışlardır. Bu dönemin temel özel­ liği, her şeyin bir nedeni vardır ilkesidir. Nedensellik il­ kesi, bilimsel bilginin temeline konulur. ''Her türlü bilgi, ancak bilimsel yöntemle elde edildiği sürece değerli ve doğru bilgidir." anlayışı pozitif dönemin temel görüşü­ dür. •

3.

A. Comte'a göre, henüz insanoğlu pozitif dönemin başında­ dır. Bilimselliğin tek ölçüt ve değer olmasıyla tüm insanlar po­ zitif dönemi yaşayacaklardır. Sonuç olarak, A. Comte, felsefenin de pozitif dönemin temel ilkesi gereği bilimsel olması gerekti­ ğini öne sürer ve metafizik ve teolojik bilgilerin gerçek ve doğ­ ru bilgi olmadıklarını kabul eder. b. Franz Brentano (1838-19 1 7) Psikolojinin tüm nesneleri zihinsel eylemlerdir. Her bir zihinsel eylem ise içkin nesneye sahiptir. Bu durumu Brentano Skolas­ tik felsefeden aldığı bir kavramla açıklar: Yönelmişlik, bir şeye yönelme. Yönelinen nesneler, her zaman psişik ve zihinsel ey­ lemleri ayırt edici bir özelliğe sahiptirler. B rentano yönelmiş­ likle, zihindeki eylemlerin nesnelerinin özel içsel durumlarının

252







BiLGi FELSEFESi

betimlenebileceğini öne sürer. Her yargı, bir yargı eylemidir ve zihnin yönelmişliğiyle tasvir edilebilir. Yönelmişlik, eylemlerin içeriğini belirler. Fakat yönelmişliğin nesnesinin durumu ve konumu nedir? Brentano'ya göre, bu durum deneysel psikolo­ jinin değil, ancak betimsel psikolojinin açıklama alanına girer. Diğer bir nokta ise varlığı olmayan bir nesneye yönelerek yar­ gıda bulunmak olanaklıdır. Var olmayan bir şey üzerine nasıl olur da gerçek bir eylemde; yani yönelme eyleminde bulunu­ ruz? Brentano bu konuya netlik getirmemiştir. Alexius Meinong ve Edmund Husserl bu problemi çözmeye çalışarak, kendi bilgi felsefelerini oluşturmaya çalışmışlard ı r. c.

J. S. Mili (1806-1873) İ ngiliz deneyci bilgi kuramından etkilenen M ili, tüm bilgiyi te­ mel deneye ve temel duyumlardan gelen kesin idelere indirge­ miştir. Berkeley'in görme kuramından etkilenerek, aynı yön­ temle kalıcı nesneler dünyasının algılanmasını nasıl yapabildi­ ğimizi açıklamaya çalışır. Mill'e göre, maddi şeylerin ideleri, kalıcı ve değişmez duyu olanaklarının basit ideleridir. Hume gibi, bu konuda M ili de probleme psikolojik açıklama getirir: Dış dünyanın var olduğuna dair olan inancımızla bir açıklama yapar. Bu noktaya yalnızca idelerin kalıcı ve değişmez duyu olanaklarının basit ideleri olduğu görüşünü ekler. Böylece bilgi kuramında fenomenal temelli aşırı ve katı bir deneyciliği savu­ nur. ''Maddi şeyler'' dediğimiz tüm şeyler aslında bizim deney­ lerimizin nesneleridir. M ill'in felsefeye gerçek katkısı, mantık, etik ve politika alan­ larında olmuştur. M ill'in tüm görüşleri psikolojik olarak açıkla­ nan deneye ve duyumlara dayanınaktadır. Aynı şekilde zorunlu önerıneleri içeren matematik konusunda da bu görüşleri açıkça kendini göstermektedir. Genellemeler ve nedenselliğin yalnızca psikolojik olduğunu ifade etmektedir. M ill'in bilgi konusundaki görüşleri 19. yüzyılın sonralarında hem İ ngiltere'de hem de başka yerlerde eleştirilmeye başlandı. İ ngiltere'deki en büyük eleştiri idealizme geri dönüş yapan felsefecilerden, özellikle F. H. B radley'den geldi. Bradley, diya­ lektiğe daha az vurgu yapılan Hegelci bir anlayışla, daha çok vurguyu önermelerle ilişkili düşü ncede organize olmuş deney-

FİLOZOFLAR VE BİLGİ KURAt-.1LARI

253

)erden oluşmuş gerçekliği öne süren idealizme yapınıştır. Brad­ ley, M ill'in saf duyumunun bir mit olduğunu öne sürerek, tüm idelerimizin düşünceden geldiğini söylemiştir. Bu nedenle, deney hiçbir şeydir. Asıl olan düşüncede kendini gösteren ide­ lerdir.

7 . Erken 20. Yüzyılda Bilgi Felsefesi a.

Edmund Husserl (1859-1938) H usserl de Brentano'nun problemini ele alarak, Meinong gibi, zihinsel; yani Husserl'in deyimiyle bilincin eylemlerinin özünü ve nesnelerini irdelemeyi felsefenin amacı olarak belirler. O halde, felsefe bilincin değişik açılımlarının özünü ve bu özlerin içeriklerini inceleyen ve betimleyen bir düşünme etkinliğidir. Böyle bir inceleme ancak temelsiz bir başlangıcı varsaymakla olanaklıdır. Temele bir şey koymamak ise indirgeme, para11teze alma, epoche veya redüksiyonla doğrudan apaçık olanı betim­ lemektir. Husserl, Kant ve Fichte'den aldığı mirası Descartesçı kuşku­ culuk (paranteze alma) ile birleştirerek, b ilmenin öznelliğiyle bilinen içeriğinin nesnelliği arasındaki bağıntıyı araştırır. Des­ cartes'ın kuşkuculuğunun yanı sıra öznelciliğini de benimseyen Husserl, bilgi konusunda öznenin önemini vurgular. Ö znenin bilinci içinde doğru, zorunlu ve apaçık bilgiyi arayan Husserl, bilgi nesnesinin gerçekten var olup olmadığını dikkate alma­ dan, şeylerin özünü verecek bir yöntem önerir. Kesin bir bilgi için transendental fenomenoloji yöntemini benimser. l'ra nsen­ dental fenomenolojinin amacı bilincin içeriklerini doğrudan ve dolaysız bir şekilde betimlemek için önce şeylerin kendisi olan özü görülemek gerekir. üzün görülenmesinin ilk koşulu daha önceki bilgi ve inançları bir paranteze (epoche'ye) alarak, şeyle­ rin kendisine dönmek; yani o şeyin salt bilincini tecrübe etmek­ tir. Bilgi konusunda öznenin salt bilinç içeriklerini temele alma­ sı onun bilgide dolaysız sezgiyi aradığını göstermektedir. Ö zle­ re ilişkin dolaysız sezgi ancak kesin ve kuşku duyulmayan ••

254







BiLGi FELSEFESi

önermelerle olur. Sezgide, şeylerin özü, tıpkı duyu deneylerin­ de olduğu gibi, dolaysız ve aracısız olarak veril ir. Öz, nesnenin kendisindedir ve bilinç bu özü görüleyebilir; yani bilebilir. Ö zün bilinmesi demek, nesnenin kendinde-şeyliğinin bilinmesi demektir. O halde, Husserl Kant'ın kendinde-şeylerinin bilinç tarafından bili nebileceğini ileri sürmektedir. Başka bir deyimle, fenomen ve kendinde-şey ayırımını ortadan kaldırarak, ikisini de bilincin içeriği yapar ve bu da kavranabilir bir özdür. Hus­ serl'e göre, özler duyu ve algı nesnelerinin ötesinde ideal var­ lıkların da özünü verir. Ö zü görüleme, bir tür duyu deneyi veya algısı gibi bir deney değildir. Ö zü görüleme bilincin bir şeye yönelmesiyle olanaklıdır. Husserl'in amacı kesin bir bilim ola­ rak felsefeyi kurmaktır. Bunun için de, fenomenolojinin felsefe­ nin bilim olma koşulu ve yönteıni olduğunu söylemiştir; çünkü fenomenolojik yöntem, duyularımızın ve deneylerimizin bilgi fenomenlerinin ötesinde, fenomenlerin kendiliklerindeki özü salt bilinç içeriği olarak bize doğrudan ve aracısız olarak verir.

Okuma Parçası

İkinci Ders 1 1 1 Böylc:ce bilgi c:lc:ştirisi11in başlangıcında, bütiin dünya, yani fiziksel ve ruhsal dünya, sonıında bu nesneleri konu edinen bütiin bilimlerle birlikte insanın kendi beni de sc>rgulanmalıdır. Oı1ların varlığı, geçerliliği bir yana bıra­ kılmıştır. Ö yleyse scırıı şudur: Bilgi eleştirisi nasıl kıırulacak? Bilginin bilimsel bir biçimde kendini anlaşılır kılması cıla­ rak bilgi eleştirisi, eğer gerçek anlamda bilgi olacaksa, bilginin ()zünde ne cılduğunu, cına yüklenen bir nesneyle bağlantısının anlamını ve nesneye ilişkin geçerliliğin veya uygıınlıığıın anlamını, bilimsel ycılu bilerek ve böylece cınu 11esnelleştirerek saptamak dıırıımundadır. Bilgi eleş1 1 1 Husserl, Edmund, Fenomenoloji Üzerine Beş Ders, çev.: Harun Tepe, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1997, s57-60.







FILOZC)FLAR VE Bl l,GI KURA!\1LARI

tiris inin gerçekleştirmek zcırttnda cıldıığu cpylece artık bcış bir kcınuşma veya bir kastetmeyle, algı tasarıyla değil de, adeta bir fiili verilmişlik veya düşlem verilmişliği olarak gözlerinin önünde duran algıyla karşı karşıyıyımdır. Her zihinsel yaşantı, her düşiinme ve bilgi oluşumu için de durum aynıdır . • • •

Her zih i11sel yaşantı ve her tür yaşantı, -gerçekleşir gerçekleşmez- saf bir görme ve kavramının nesnesi yapa­ bilir ve bıınu gi)rınede yaşantı, saltık verilmişliktir. O, varlığından şiiphele11menin hiçbir anlam taşımadığı, bir var olan cılarak, bir cırada, durum olarak verilmiştir. Gerçi ben ontın ne tür varlık olduğu ve bu varlık biçimi­ nin diğer varlık biçiınleriyle ilişkisi üzerine diişiiı1ebili­ rim; hatta bıırada verilınişliğin ne ifade ettiğini de düşü­ nebilirim; refleksiycınıı sürdiirerek, içinde bu verilmişli­ ğin, yani bıı varlık biçiminin kurulduğu giirmeyi görebilirım . . . . Başlangıç c)larak alınacak hiçbir bilgi olmazsa, gelişe­ cek bilgi de cılamaz. Bu durumda bilgi eleştirisi hiç başla­ yamaz. Böyle bir bilim de hiçbir biçimde varolamaz . . . . Söylediklerimi tamamlamak için şunu da ekleyeyi m: Sözde akıl yüriitme şöyledir; bilgiyi sorgulayan bilgi ktı­ ramı nasıl başlayabilir, zira başlangıç noktası olarak alı­ nacak her bilgi, bilgi cılarak, diğerleriyle birlikte sorgu­ lanmaktadır; bilgi kuramına göre her türlü bilgi bir bil­ mece ise, bilgi kuramının kendisiyle başladığı ilk bilgi de öyledir; ben, bıı sözde akıl yüriitmenin, doğal olarak, bir sahte akıl yürütme cılduğunıı siiylüyorum . . . . Bilgi eleştirisinin kendileriyle başlaması gereken bilgi­ ler hiçbi r scırıı ve kıışkıı taşımamalıdırlar; bizi bilgi kıı­ ramsal kafa karışıklıklarına düşebilecek ve tüm bilgi eleş­ tirisini kc>rükleyecek hiçbir şeyi içlerinde barındırmama­ lıdırlar. Btınun cgitatio alanı için söz konusu olduğunu göstermemiz gerekiyor. Ama bunun için bize önemli ka­ zançlar sağlayabilecek cılan, derine inen bir refleksiyona gereksinim vardır. . . . Bilgi kuramı asla ve asla -hangi türden olursa olsun•

FİLOZOFLAR VE BİLGİ KURAMLARI

257

doğal bilim üzerine kurulamaz. . . . Bilgi, bilgi nesnesinde farklı bir şeydir; bilgi verilmiştir; ama bilgi nesnesi ve­ rilmemiştir; ancak yine de bilginin nesnesiyle bağlantı kLırması, c>nu tanıması gerekmektedir.

b. Henri Bergson (1859-1941) Bilgi konusunda 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başla­ rında birçok eleştiri Fransa ve Amerikalı felsefecilerden gelme­ ye başladı. Bunlardan bir tanesi Fransız sezgici felsefeci Henri Bergson'dur. Bradley'in tersine, Bergson düşüncenin egemenli­ ğine karşı çıkarak anti-akılcı bir görüş ortaya koymuştur. Onun görüşlerinin çoğunluğu biyolojiktir. Zaman ve mekanı, biyolojik ihtiyaçlarımıza ilişkin bölümlerden ileri gelen niteliklerin yü­ zünden oluşan süreklilik ve dinamiklilik olarak açıklar. Algıla­ manın da, vücudumuzun nesnelerle girdiği ilişkide olanaklı hareketlerin farkına varılması olarak değerlendirir. Duyumlar da, güdülerin basit tepkilerine karşılık gelir. İ dealizm veya akıl­ cılığın tersine, nesneleri biyolojik gereksinmelerden dolayı algılarız. Her ne kadar vücut olmadan da akıl hatırlasa da, bu hem yararsızdır hem de biyolojik açıdan zararlıdır; vücudumuz bizi bu durumlardan koruyarak yalnızca biyolojik olarak yararlı olanları seçmemize neden olacaktır. Biyolojik temelli görüşlerinden dolayı, Bergson'un görüşle­ rinde bir tür görecelilik bulunmaktadır. Bu açıdan o, Amerikan yararcı filozof William James'e yaklaşmaktadır. Fakat B ergson, yaşam konusu üzerine James'den daha fazla yoğunlaşarak, za­ man konusunu kendine başlangıç noktası yaptı. Yaşamı evrim kuramı etkisiyle ele alan Bergson, evrimi yalnızca mekanik bir tarzda anlamadı, aynı za manda evri mi yaratıcı bir gelişme ve süreklilik olarak yorumladı. Tüm felsefesi, bilgi kuramını da etkileyerek, akılcı bilgi ku­ ramı karşıtı, sezgici bilgi kuramını öne sürer. Aklın direkt ve aracısız olan bilgiyi veremediğini söyleyen Bergson, ancak ara­ cısız, tam ve doğrudan bilgi, bir bilincin bilinci olarak kendisine sezgi yoluyla gelebilir. Çünkü en yetkin ve açık olarak kendi bilincimizin tecrübelerini, akışını ve süresini bilebiliriz. Böyle



258





BiLGi FELSEFESi

bir bilgi akıl yoluyla yapılan bir analizle değil, ancak sezginin doğrudanlığıyla kavra nır. Akıl yoluyla kavramsal ve soyut bil­ ginin elde edildiğini gören Bergson, kavramsal ve soyut bilginin sürekliliği ve dinamikliliği veremediğini, aksine bilgiyi statik yaptığını kabul eder. Bergson bilimsel bilgiyi reddetmez, fakat onu tek b ilgi türü olarak hatta gerçekliğin tek bilgisi olarak hiçbir zaman kabul etmez. Gerçekliğin tek doğru ve aracız bilgisi, dille ifade edile­ meyen fakat l1issedilen sezgi bilgisidir. Böylece Bergson, rasyo­ nel bilimsel bilgi karşısına, kavramsal ve dilsel olmayan sezgiyi koyar. Çünkü sezgi, gerçekliği bir temsil veya bir yapı içinde değil de, olduğu gibi kendisini direkt olarak verir. Sonuçta o, iki tür bilginin olanağını kabul eder: Birinci bilgi nesneleri kav­ ramsal, soyut ve akılsal olarak veren analizci bilimsel bilgidir. Bu tür bilgi nesnelerin özünü değil, onların görünüşlerini verir. ikinci tür bilgi nesnelerin özünü direkt ve aracısız veren sezgidir. Sezgi bilgisini yaşam felsefesiyle birleştiren Bergson, bilimin yalnızca mekanı temele almasına karşılık, sezgi ve yaşam za­ ma111; yani süreyi kendisine temel yaparak, gerçekliği süre ile açıklar. Süre gerçekliği, bilim empirik mekansal değişiklikleri açıklar. Evrim kuramıı11 destekleyerek onu farklı felsefe boyut­ larına taşır. Evrimsel değişimin temelinde sürenin olduğunu belirten bir metafizik kuramı da geliştirmiştir. Gerçekten var olanlar maddi şeyler değil, evrimin hareket ettirici ve yaratıcı gücü süredir. •

c.

William James (1642 - 1 910) Deneyci bir bilgi anlayışını temsil eden James, Bergson'un bilin­ cin sürekliliği kavramının yerine, düşünce akıntısı kavramını koyarak bilgi kuramını açıklar. Psikolojinin İlkeleri adlı eserin­ de, sensüalistlere karşı çıkarak, ne atomik duyumun ne de ide­ nin var olduğunu kabul eder. Çünkü seçik idelerin düşünce akıntısı içinde seçilmiş parçalardır; bu parçalar, her bir idenin komşu ide ile üst üste gelmesi sonucu oluşan bir sürekliliği içerirler. Böylece James, şeylerin her ne olmalarının sonucu idelerimizin belirlendiğini kabul eder. Jaınes, tanışıklık yoluyla elde edilen bilgiyi, şeylerin hakkın-

Fİl .l1ZOFl.AR VE B İ LGİ KU RAl\IL:\RI

259

daki bilgiden ayırır. Örneğin bir çocuk, duyumların çokluğu içinde bir ayırım ya parak, bir şeyi genelleyemez; yani onu isim­ lendiremez, ancak birisinin verdiği isimle nesneleri birbirinden ayırmasını öğrenir. Bu tür bilgi tanışıklık yoluyla elde edilen bilgidir. Tanışıklık yoluyla öğrenilen bilgiler, daha önce var olan bilgilerin öğrenilmesidir. Anne çocuğa, babasını göstererek ''bu baba'' der. Çocuk da tekrarlanan bu terimi ve nesneyi tanışıklık yoluyla öğrenir. Bir şey hakkında bilgi ise ancak duyu algısının akıl yoluyla işlenmesiyle elde edilir. Akıl nesneleri ya birbirin­ den ayırır ya da karşılaştırır. Bilgi, ayırt etme ve karşılaştırma yetisiyle elde edilir. James, düşünce ve nesneler ayırımını reddederek, nötr mo­ nizm adıyla adlandırdığı bir tez kabul eder. Bu teze göre, ger­ çeklik, hem zihinsel hem de fiziksel olandan gelenin bir birle­ şimidir. Deneyin sürekliliğinden düşünce ve nesnenin çokluğu geliştirilebilir. Ruhun; yani aklın bu çokluk üzerine yaptığı tec­ rübe, canlı duyumları verir. Canlı duyumlar üzerine yapılan karşılaştırma ve ayırma ile bilgi elde edilir. O halde, bilgi için önce canlı duyumlar elde edilir; sonra da saf bilgi bu canlı du­ yumların işlenmesiyle ortaya çıkar. d. C. S. Peirce ve John Dewey (1839-19 14 ve 1859-19 52) C. S. Peirce matematikçi ve bilim insanı olması nedeniyle, kar­ tezyen sezgiciliğe karşı çıkarak, Aristoteles ve Kant'ın bir sen­ tezini yapmıştır. Aristoteles'e göre kategoriler hem zihne, heın de varlığa aitken, Kant'a göre, yalnızca zihne aittir. Peirce bu ikis inin ortak noktasını kavram, düşünce ve kuramların doğru­ luklarını verdikleri yararla özdeşleştirmiştir. Peirce anlam ve imge kuramıyla bir şeyi kavramının, o şeyin pratikte verdiği yarar fikri tarafından belirlendiğini öne sürer. Anlamlılık, pra­ tik yararlılığın bir sonucudur; Bir ifadenin veya kavramın an­ lamı, verdiği yarar düşüncesinde yatmaktadır. Peirce'in anlam kura mı James ve diğer yararcı düşünürler tarafından doğruluk kuramına dönüştürülmüştür. Bir düşünce­ nin veya önermenin doğrul uk testi onun yararlılığıyla paralel­ dir. Bir inancın veya önermenin doğru olduğunu söylemek, onun iyi ve yararlı olduğunu söylemek demektir. Bu tür doğru­ luk anlayışına pragmatik (yararcı) doğruluk kuramı denir.

26()







B i LG i FELSEFESi

Amerikalı eğitimci ve aletçi filozof John Dewey, Peirce ve James'in sentezini yaparak, pragmatizmin son şeklini vererek ahlaki ve mantıksal çözümlemesini yapmıştır. Bilgiyi başarı olarak tanımlayan Dewey, önermeyi deneyi doğrulamak ve gerçekleştirmek için bizi amaca götüren bir araç olarak tanım­ lar. Bu nedenle son ve tek doğru yoktur. Buna karşılık bilimsel yöntemle desteklenmiş bilimin soyut amacına yönelen önerme­ ler; yani garanti altına alınmış iddialar vardır. Garantili iddialar, bir amaç için araçlardır. Amaç, bilgidir ya da bir sorunun çözü­ müdür.

8 . 20. Yüzyılda Bilgi Felsefesi 20. yüzyıl felsefesi özellikle de bilgi felsefesinin kapsamı ve alanı tek boyutlu değildir; bu nedenle tek bir şema ile göster­ mek veya anlatmak olanaksızdır. Burada çok temel bir iskelet veya şema çıkartılarak 20. yüzyıl bilgi felsefesi ele alınacakl.ır. 1. 19. yüzyılın bitimiyle başlayan en önemli değişiklik idealizmden realit.;me olan dönüştür. Ingiltere ve Amerika'da yararcı görüşün etkisiyle yeni realizm anlayışı ağırlık kazanarak felsefenin gidişini de değiştirmiştir. Yeni realizmi G. E. M oore ve B. Russell temsil etmekte­ dir. 2 . 20. yüzyılın diğer bir felsefe akımı da yeni realizmi eleş­ tirerek, ortaya çıkan mantıkçı atomizmdir. Wittgens­ tein'in Tractatus eserinin etrat'ında toplanan Viyana çevresi felsefecilerinden biri olan Rudolph Carnap bu . grubun eı1 önemli temsilcilerinden biridir. Kari Popper, Carnap'ın bilgi ve bilim kuramını eleştirerek kendi bilgi ve bilim anlayışını geliştirmiştir. Thomas Kuh ı ı ise Pop­ per'ın görüşlerini eleştirerek, bilgiyi ve bilimi bir etkin­ lik süreci olarak tanımlamıştır. 3. Kıta Avrupa'sında oluşan diğer bir felsefe akımı da onto­ loj i ve fenomenoloji etkisiyle gelişen varoluşçuluktur. Heidegger ve Sartre'ın bilgi problemine yaklaşımları on­ tolojik varlığın kendini doğruluk ve hakikat olarak aç­ masıyla ilişkilidir. •

F İ l.OZOFLAR VE Bİ l.Gİ KURAl\1LARI

4.

261

Çağımızın son 3 0 ve 40 yılında ise bilgi p roblemini daha eleştirel bir yaklaşımla ele alan bir anlayış vardır. Bu an­ layış hem yeni realizmi hem de mantıkçı pozitivizmin eleştirisi üzerine yükselmiştir. Bu gruba post-modern bilgi felsefecileri denilmektedir.

a. Yeni-Realizm ve Bilgi Kuramı 1) G. E. Moore (1873-1958) Bradley'in idealizmini eleştiren M oore'e göre, idealizm bilinç ve bilincin nesnesi ayırımını göremedi. Zihinsel etkinlik formu ile nesnesi arasındaki ayrımının üzerinde ısrarla durarak, önerme­ lerin inançlarımızın bir nesnesi olduğunu ileri sürdü. Algı ile algılanan111 aynı şey olmadığını göstererek, idealizmi çürütmeyi amaçlar. Çünkü algıdaki eylemin kendisi ile eylemin nesnesi iki farklı durumdur; bir şeyi algılamak, onun nesnesinin var oldu­ ğunu ya da algının nes nesine özdeş olduğunu söylemeyi gerek­ tirmez. 1 12 Bir nesne olarak önermenin doğru veya yanlış diye inandı­ ğımız inançlardan geldiği görüşünü sonradan terk eden Moore, yanlış inancı açıklamaya çalışır. Yanlış inancın, öne sürülen bir kuramda önerme bile olmadığını düşünür; çünkü eğer bir şey varsa, yanlış inançla örtüşecek bir şeyin de olması gerekir. O şeyin varlığı sonucu inanç yanlış değil, doğru olur. Bu nedenle, inanç zihnimiz ve nesne arasındaki ilişkide ortaya çıkamaz. Önermeler kuramını reddetmesi onun realizminin temelindeki savlardan kaynaklanmaktadır. Moore, zihinden bağımsız olarak var olan gerçekliğin bilineceğinden vazgeçmeden, ne zaman nesnel biçimde var ola11 önermenin varlığını içeren bir yanlış inanç olsa bile, yine de kavramsal olarak gerçeklikle örtüşecek bir doğrunun olduğu inancından vazgeçmemeliyiz, demektedir. Moore sıradan bir bilgiyle de olsa bile her zaman bizim dı­ şımızda bir gerçekliğin veya dünyanın var olduğunun bilgisin­ den hiç şüphe etmez. Bundan dolayı, kuşkucuların deneyciliğe ı ı � Rtırgess, ) A., "(;. E. Moore On Cılmmon Sense and the External World", Ccınsciııu.çııl'.ç,ç, Kıııııvfec�ge, cınd Truth, Poli, Robeı·tcı ( ed.) Kltıwer Aca­ .

deıııic Ptı lll. Kıı , tı ı ; ı 1 cı .lLAf{I

2fı::\

çalıştı. ''Yuvarlak kare'' gibi bir şeyin varlığı olmad ığı halde bil­ gisinin olması konusu üzerinde durarak, realist bir açıdaıı an­ lam kuramı geliştirmek için Frege'nin matematiksel maııtığı desteğinde bir betimleme kuramı geliştirdi. Bilgi Kuramı: Russell bilgi kuramında tanışıklık ve betiın­ leme yoluyla elde ed ilen iki tür bilgi ayırımı üzerinde durur. Moore gibi, Russell da tanıına ve haber alma yoluyla elde edilen bilgi ile betimleme yoluyla elde edilen bilgilerin birbirinde11 farklı olduğunu ileri sürer. Tüm bilgilerin haber alma veya tanı­ şıklık ile elde edilmesini ister. Çünkü, eğer bilgiler böyle olsaydı yanlış olması imkansız olurdu. Felsefenin Problemleri adlı ese­ rinde tanışıklık yoluyla elde edilen bilgilerin bir listesini de veren Russell (duyu verisi, bellek verisi, kendi ve evrenseller), fizik nesnelerini betimleme yoluyla bildiğimizi söylemektedir. Betimleme ile elde edilen bilgileı·, yanlış da olabilirler Russell'a göre, bildiğimiz her önerme -önermeden nesnel olarak var olan şeyi anlamaktadır- tanışıklık ögeleri içeren bir bütün bileşiktir. Böyle bir bileşik ancak betimlemeyle elde edi­ len bilginin, tanışıklığa indirgenmesiyle oluşur. Fizik nesneleri, duyu verilerine indirgenmelidir. Duyu verileri de mantıksal yapı içinde düşünülmelidir. Mantıksal görüş açısından, fizik nesnelerinin adları betimlemede gizlenmektedir. Betimleme kuramı önermelerin anlamlılığı için bu önermelerin geldikleri fizik nesnelerinin var olmalarını zorunlu olarak var saymamak­ tadır; çünkü biz bir fiziksel nesneden her ne algılıyorsak, onlar duyu verisi serisinden başka bir şey değildir. Fiziksel nesneyi yalnızca betimleme ile biliyoruz. Bir olguyu ifade eden cümle (önerme), betimleme cümlesidir. Betimleme ise tanışıklığın nesnesi olaı1 duyu verisi sonucu ortaya çıkar. Tanışıklığın nes­ nesi ma ntıksal olarak özel bir isime karşılık gelir. Böylece Rus­ sell, fiziksel nesneyi, duyu verisine indirgeyerek, nesnenin bil­ gisini olanaklı yapar. Mantıksal Atomculuk: Russell'a göre, ifadelerimizin en kü­ çük anlamlı cümlelerine çekirdek, atom veya basit öneı·me de­ nir. Atomik veya çekirdek önermelerden daha karmaşık öner­ meler elde edilir. ''v, /\, -t, tt'' gibi önerme eklemleriyle atomik veya çekirdek önermeler birbirine bağlanarak daha karmaşık önermeler elde edilir. Atomik önermeler basittir, fakat mantıksal ve dilsel yapıya

264







B i LGi FELSEFESi

da uygundurlar. Basit önermeler başka önermelerden meydana gelmezler. Atomik önermelerin öznesi her zaman için özel bir isimdir. Yüklemi ise bir eylem, nitelik ya da bir bağıntı içinde olabilir. Ö rneğin; ''Sokrates oturuyor.", ''Sokrates bilgedir.", ''Sokra­ tes, Platon ve Aristoteles'ten önce yaşamıştır ya da doğmuştur.'' Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi, atomik önermelerde özne özel bir isime karşılık gelirken, yüklem bir eylemi, niteliği veya bağıntıyı ifade eder. Her çekirdek veya atom önermesi bir deneyle olan direkt ilişki sonucu bilinir. Bilinenler belli duyu isimleri ve duyu veri­ lerine ilişkin olan duyu 11esnelerin sözcükleridir. Çekirdek önerme birli yükleme veya bağlantılı sözcüklere sahiptir. ''Bu sarıdır.'' ve ''Bu, onun yakasındadır." önermelerinde gö­ rüldüğü gibi, önermeler anlamlarını bağlı oldukları duyu de­ neylerinden ve deney verilerinden alırlar. Böyle i fadeler en küçük durumları verirler. Russell'a göre, tüm bilgilerimiz, ato­ mik önermelerle elde edilir. Doğruluk değeri ise bileşenlerin doğruluk değerlerine bağlıdır. Örneğin; ''Ben gidiyorum ve sen kalıyorsun." önermesinin doğruluk değerinin bileşenleri evet ise doğru; hayır ise yanlış. 2. bileşen ''sen kalıyorsun'', evet ise doğru; hayır ise yanlış. 1 . bileşen ''ben gidiyorum'',

Böyle bir önermenin doğru olması her iki bileşenin doğru olmasına bağlıdır. Russell'ın anlam kuramı, doğruluk değerleri ve deney veri­ lerine bağlıdır. Geçmişle ilgili önermeleri doğrulamak ve yanlış­ lamak zordur. Ö rneğin, ''Çok maaş önerseydi işi kabul edecek­ ti.'' Böyle bir cümleyi doğrulamak ve yanlışlamak deney verile­ riyle olanaklı değildiı·. Çünkü olmamış bir varsayımdır. Atomik önermeleri, deney doğrulamalı veya yanlışlamalıdır. O zaman, bir doğruluk değeri ve anlamı olacaktır. Fiziksel Dış Dünya: Mantıksal yapı ile matematik arasında­ ki ilişkiyi gören Russell, Whitehead'Ie birlikte Matematiğin İlke­ leri'ni 1 9 1 0-1 3 yılları arasında 3 cilt olarak yazar. M atematiği, mantığa indirgeyerek, matematiğin problemlerini mantıkla

FİLOZOFLAR \i E BİLGİ KURAJ\1LAl{l

265

çözmeye çalışır. Mantıksal yapı ile bilgi kuramı ve dış dünya arasında bir ilişkinin olduğunu ileri sürer. Fiziksel kuramların bazılarının problemli olduğunu gören Russell, bazı olguların ve nesnelerin varlığını kabul etmede güçlük yaşadığını söyler. Örneğin; mıknatıs güç alanı, enerji, p roton gibi şeyleri, algılayarak bildiğimizi söyleyen Russell, bazı objeleri ise algılayamadığımızı söyler. O halde, onları nasıl bilebiliriz? Russell'a göre, Descartes'tan beri bizlerin ''gerçek fizik nesnelerini duyular ile algılayıp, bildiğimiz inancı'' yanlış­ tır. Duyu verileri direkt ve kesin olabilir mi? Fizik nesneler, bir:eyin algılama yetisine ve algılama durumuna göre değişir. Dış Dünya Üstüne adlı çalışmasında algı ve nesneler arasındaki ilişkiyi açık bir biçimde ortaya koyar: Şekil, renk, nitelik vb. özellikler cismin durumuyla algılayan özneye göre farklı olmak­ tadır. Fiziksel nesne, onu gözlemleyen öznenin gerçek deney­ selliğiyle ortaya çıkan bir kurgudur. Fenomenolojik bir anlayış­ la özne, duyu deneyleriyle ancak kendisine verileni algılar ve bilir. Aklın veya zihnin yapısı ile nesnenin yapısı arasında direkt deney verisi ortaktır. ''Bir ağaç gördüm." önermesi ancak aklın ve nesnenin ortak bir yerde yapı benzerliği göstermesiyle ola­ naklıdır. Ö zne, hem aklının hem de nesneı1in farkına varmasıyla ''Bir ağaç gördüın." önermesini söyleyebilir. Ö znelerin aynı şeyi söylemesi ancak duyu deneyinin ortldtığunıı gijrüyorum deriz . . . Biiy­ le bir dıırııında bilgi rııhbilimsel lan her şeydir. Diinya, l>lgıılarıı1 tcıplıılıığııdur, şeylerin değil. Mantıksal ıızamdaki olgıılar dünyadır.

Durıım cılan şey, olgu, şey-durıımlarının var 2 olmasıdır. 2. O 1 Şey-durumıı, objelerin (şeylerin, nesnelerin) bir bağıntısıdır. 2 . 0 1 1 Nesne için asıl lılan, bir şey-durumunıın yapı­ cı-ögesi olabilınektir. 2. 0 1 4 Objeler, tüm şey-durumlarının olanağını içerirler. 2. 063 Tiiın gerçeklik, diinyadır. 2. 1 Biz olguları n resimlerini diişünüyoruz. 2. 1 2 Resim, gerçekliğin bir mcıdelidir. 2. 1 .' 1 Resmin iigeleri, resimde objelerin yerini tutar. 2. 1 8 1 Her resim bir mantıksal resimdir de. 2. 1 9 Mantıksal resim, diinyanın resmini çıkarabilir. Olgııların mantıksal resmi düşüncedir. _, ,00 1 ''Bir şey-dııruınıı düşiinülebilir." demek: Biz onun bir resmini yapabiliriz. ,, , O 1 Doğru düşüııcelerin toplıılıığıı dünya nın bir resmidir. .3 . 1 4 1 Ö nerme bir sözcükler karışımı değildir . .3 . 22 Ad, cümlede l>bjenin yerini tutar. Yalnızca tinermenin anlamı vardır; bir adın ·' · ·3 yalnızca iinerme bağlamında gtisterimi vardır.

.3 .

4. 4 . ()0 l 4.() 1 4. 0.)

Diişünce anlamlı bir önermedir. Ö nermelerin tcıplulıığu dildir. Ö nerme gerçekliğin bir resmidir. Gerçeklik iinerme ile karşılaştırılır.

ı ı r. Wittgenstei11, Lııdwig, Tractatus Logico-Philo.çophicus, çev.: Omer Naci . .

Soykan, alııı tı yap ılan eser Fe/.çefe ve Dil, Kabalcı Yayınları, İ stanbul 1995, s. 3 0 1 -308. Ö zetlenerek ve kısaltılarak alınm ıştır.







F i LOZOFLAR VE B i LGi KURAl\1LARI

27 1

4.0 1 Ö ı1erme, şey-durıımıınun var cılduğıınu ve var olmadığını gösterir. Cümle temel-cümlelerin bir dcığrııluk işlevidir. Temel-cümleler, cümlenin doğrulıık tanıtlama­

5.

.5 . O 1 larıdırlar . Benim dilimin sınırları, benim diinyamın sınır.5 . 6 larını gösterir. 6. Doğruluk işlevinin genel biçimi sudur: [P, ? , N(?) ] Bu önermenin genel biçimidir. 6.1 Mantığın önermeleri özdeşliklerdir. 6 . 1 1 Mantığın önermeleri demek ki bir şey söyle­ mezler. Matematik bir mantıksal yc>ı1temdir. 6.2 6 . .3 7 Bir başka şey oldu diye, bir şeyin cılmasını ge­ rektirecek bir zorlama ycıktur. Yalnızca bir mantıksal zo­ rıınluluk vardır. 6 . 3 7 .3 Dünya benim istencimden bağımsızdır. 6.4 Bütiin önermeler eşdeğerdir. Dile getirileınez bir yanıta yc)nelik scıru da söy6. 5 lenemez. Bilmece yoktıır. 6 ..522 Kuşkusıız st>ylenemeyen vardır. Bıı gösterilir: mistik olandır o. .

.

7.

Ne hakkında kcınuşulamıyorsa, o hususta sus-

malı.

2) Viyana Çevresi ve Rudolph Camap (1 891- 1970) Wittgenstein'in Tractatus adlı eserinden etkilenen birkaç filo­ zof, Ernst Mach'ın deneyci geleneğinden sonra bilim felsefesiyle ilgilenen Viyana Çevresi diye bilinen felsefi ekolu oluşturdular. Viyana Çevresi filozofları, Wittgenstein'ın resim kuramını kabul ederek, ''Cümle, gerçekliğin bir modelidir." önermesi ışığında anlamlı ve doğrulanabilir önermeleri irdelemişlerdir. Onlar. için bir ö11ermeniı1 anlamı, önermenin doğrulanabilir olmasına bağ-

272







BiLGi FEl.SEFESI

lıdır. Viyana Çevresi düşünürleri, doğru b ilgiyi doğrulanabilirlik ölçütü içinde ele aldılar. Anlamın doğrulanabilirlik kuramına göre, anlamlı bir önerme ya analitik olarak ya da deneyce doğ­ rulanabilir olmalıdır. Analitik olarak doğru önermelerin içerisi­ ne matematiğin ve mantığın önermelerini dahil ederken, de­ neyce doğrulanabilir önemelere bilimin önermelerini sokmak­ talar. Bu durumda Viyana Çevresi için metafizik önermeler iki gruba da girmeyen anlamsız önermelerdir; çünkü doğrulanabi­ lirlik koşulu yerine getirememektedir. Doğrulanabilirlik kuramı Viyana Çevresi içinde sürekli geli­ şen bir yorumla bilginin köklerini ve gelişimini açıklayan farklı görüşlerle dile getirildi. Bu ekolun ilk liderlerinden biri olarak Moritz Schlick (1882-1936), bilimsel yasa ve deneyce doğrula­ nabilirlik kavramları üzerinde yorumlar yaptı. Deneyce doğru­ lanabilirliğin ölçütünü direkt olarak tecrübe ile açıklayan Sch­ lick'ten farklı olarak A. J. Ayer, direkt ve kesin olarak doğrula­ nabilir önermeleri temel önermelerin varlığına yaptığı bir in­ dirgeme ile açıkladı. Bu tartışmaların sonucunda doğrulanabi­ lirliğin kuwetli ve zayıf biçimlerde olduğu öne sürüldü. Ru­ dolph Carnap, Schlick gibi düşünerek, temel önermelerin direkt deneyler olduğunu ileri sürerek, doğrulanabilirlik ilkesinin, bilimin dilini geliştirecek en iyi yol olduğunu kabul etti. Daha çok deneyce doğrulanmış önermeler kuwetlendirilmiş doğru önermeler olarak tanımlandı. Carnap'a göre, bilimin tüm anlamlı önermeleri aynı zaman­ da doğrulanabilir önermelerdir. Bu nedenle bilimsel önermeler daha teınel önermelere indirgenmelidir; çünkü temel önerme­ ler doğrudan gözlem ve deneyle doğrulanabilir önermelerdir. Böyle önermelerden kurulmuş bir bilimsel kuram, yalın gözlemlere dayanarak doğrulanmış bir kuram olur. işte bilim felsefecisinin amacı, böyle kuramları ortaya çıkartacak yeni düzen­ lemeler yapmaktır. Böyle bir düzenleme sembolik mantığın yardımıyla ortaya çıkacak bağıntılar üzerinde temellenir. Man­ tıksal bağıııtıların yardımıyla öne sürülen yeni varsayımlar eğer deney ve gözlem tarafından doğrulanırsa kuram geçerli, yanlışlanırsa, geçersiz ve çürütülmüş olur. Viyana Çevresi veya mantıkçı pozitivistlere göre, bir kuram iki yolla doğrulanabilir veya denetlenebilir. 1 . Doğrudan doğrulama: Bir kuramın bir önermesi veya •

FİLOZOFLAR VE BİLGİ KURAMLARI

2.

273

kuramın kendisi, deney ve gözlem yoluyla direkt bir karşılık bulup, destekleniyorsa bu doğrudan doğrula­ madır. Dolaylı doğrulama: Her zaman direkt deney ve gözlem bir önermeyi doğrulamak için yeterli olmayabilir. Yar­ d ımcı alet ve gereç kullanarak yapılan doğrulama, dolay­ lı doğrulamadır. Örneğin, bir telde elektriğin olup olma­ dığın d irekt olarak veya çıplak gözle bilemeyebiliriz. Te­ lin ucuna takılacak bir ampermetre ile elektrik olup ol­ madığı test edilebilir. 1 1 7

Bu yaklaşıma göre, bilim rasyonel bir etkinlik olarak tüme­ varım yöntemini kullanır. Tek tek olguların tümevarım yoluyla genellemesi yapılarak, bilimsel kuram ortaya çıkartılır. Tüme­ varımın kalkış noktası olgular; yani tek tek deneylerimiz oldu­ ğu için, deney ve gözlemden gelmeyen önermeler bilimin dışına itilir. Böylece bilimi bir ürün olarak gören bu yaklaşıma göre, doğruluğu olmayan önerlT'eler anlamsızdır ve anlamsız öner­ meler bilim önermeleri de değildir. Bu nedenle, metafizik önermeleri ile bilim önermeleri arasında kesin bir fark vardır. Çünkü metafiziğin önermeleri deney ve gözleme dayanmazlar; yani olgusal değillerdir. Wittgenstein'dan etkilenen Viyana Çevresi filozofları tüm bu görüşlerini şöyle formüle ederler: Doğru bilgi, bir arada sağla­ ması gereken, üç gerekli ve yeterli koşulla tanımlanır: Doğruluk koşulu, inanma koşulu ve bu inancın haklı çık(arıl) m• .:;ı koşulu. B u na göre, bilebilen özne S'nin P gibi bir önermeyi b ilebilmesi için, P'nin doğru olması, S'nin P'ye inanması ve S'nin bu inan­ cında haklılandırılması gerekli ve yeterlidir. 1 10 Böylece bilgi için inanmayı zorunlu kılan mantıkçı pozitivist (analitik) bilgi kuramcıları inanmayı, akılla elde edilen P gibi bir önermenin S tarafından içselleştirmesi olarak tanımlar. S gibi bir özne, P gibi b i r önermenin doğruluğuna ancak ve ancak onu içselleştirdiği sürece inanabilir. Başka bir deyimle, i nanç koşulu önermenin nesnel doğruluğunu öznel hale getirmekle birlikte nesnel ola­ nın öznel olanın bilgisi olma yolunu da açmaktadır. 1 17

1 ıs

Çüçen, A. Kadir, Felsefeye Giri�. s.: 2 2 3 . Kutlusoy, Zekiye, "Bir Paradoks ve Düşündürdükleri" Felsefe Dünyası, sayı 1 5 Bahar 1995, s. 73.

27.t







BiLGi FELSEFESi

Doğru bilginin oluşması için gerekli ve yeterli diye düşünü­ len bu üç koşulun daha sonra doğru bilgi için yeterli olmadığı Gettier'in verdiği örneklerle gösterildi. Bu durum üzerine anali­ tik bilgi kuramcıları doğru bilgi için haklılandırılmış doğru inanç koşulunu ekleyerek doğru bilginin oluşma koşullarını dörde çıkarmışlardır. Fakat bu koşul da daha sonra eleştirilmiş­ tir. Doğru bilgi için önerilen koşullar halen daha tartışılmakta­ dır ve son şeklini almamıştır. 3) K. R. Popper

(1902- 1994) K. R. Popper ve T. Kuhn tarafından öne sürülen bilginin gelişim süreçleri, temele analitik felsefenin bilgi ve bilim anlayışının eleştirisini koyar. Popper'a göre, analitik felsefenin doğru bilgi­ nin kriteri olarak öne sürdüğü doğrulanabilirlik ilkesi yeterince doğruluğu araştırılmadan ve tartışılmadan kabul edilmiştir. Bu nedenle, doğrulanabilirlik ilkesi kendi içinde ele alınıp, tartı­ şılmalıdır. Doğrulanabilirlik ilkesi, anlamlı önermelerin olgusal gerçeklikle uygunluğunun, deney ve gözlemi temele alan tüme­ varım akıl yürütmesiyle kanıtlanması demektir. Bunun için, öncelikle tümevarım düşünme biçimiııin doğru, kesin ve genel­ geçer bilgiyi verip vermediği tartışılmalıdır. Popper'a göre, tümevarım tam olarak evrensel bilgiyi verecek ne mantıksal ııe de olgusal bir yapıya sahiptir. O halde, doğrulanabilirlik kura­ mı, sınırlı bir olgu evreninde yapılan eksik tümevarımın sonu­ cunda ortaya çıkmaktadır. Doğrulama olanaksız ise Popper'a göre, yanlışlama olanak dahilindedir. Yanlışlanabilirlik ilkesini doğrulanabilirliğin yerine ko�·an Popper, b ilimde veya bilgide evrensel yasaların olmadığını ileri sürer. Çünkü bilimselliğin ölçütü, bir kuramın yanlışlanabilir olmasına bağlıdır. Bir kuram ne kadar yanlışlanabilir ölçütü ve kapsamı içinde öne sürülür­ se, o kadar da bilimsel olmaktadır. Popper özellikle bu görüşü­ nü toplum ve tarih bilimlerine uygulayarak, kapalı toplum ku­ ramlarını reddederek, tarihte belirlenmiş yasalar yoktur de­ mektedir. 4) Thomas Kuhn (1922-1996 ) T. Kuhn ise bilginin gelişim sürecini bilim tarihi açısından ele

FİLOZOFLAR VE B İ LGİ KURAMLARI

275

almış ve bilginin gelişiminin temeline paradigma kavramını yerleştirmiştir. Kuhn'un paradigma kavramıyla ne anlatmak istediğini daha iyi açmak için onun bilim kuramına kısaca bak­ mak -gereklidir. Kuhn'a göre, bilgi veya bilim şu aşamaları takip ederek gelişir veya oluşur: 1. Bilim öncesi dönem: Bilim tarihini incelediğimizde bir bilim öncesi dönemi görmekteyiz. Bu dönem tüm bilim­ ler için bir tür ön hazırlık dönemidir. Bu dönemdeki bi­ lim insanlarının belli bir bilimsel bakışı ve anlayışı yok­ tur. Bu dönemde bilimsel olsun veya olmasın bilgi için çok çeşitli yöntemler ve kuramlar kullanılır. Bu kuram­ lardan birisi zamanla belirgin hale gelerek, değer kaza­ nır; çünkü daha çok açıklama yapmaktadır. Bu kurama veya onu oluşturan bakış açısına Kuhn paradigına der. Paradigma, belli biliın insan topluluğunun kabul ettiği bir bakış açısı olarak, bilimsel kuramların ve yasaların uygulamasını gerçekleştiren yöntem veya bilimsel gö­ rüşlerdir. Kısaca paradigma, bilim insanının dış nesnel gerçekliği açıklamada kullandığı bakış açısıdır; yani ku­ ramdır. Ö rneğin Kopernik'in güneş merkezli sistemi, astronomların evrene bakış açılarını belirleyen para­ digmadır; yani kuraındır. Eğer paradigma yeterli sayıda bilim adamı tarafından kabul edilirse, artık bu paradig­ ma çerçevesinde toplanan bir bilim insanı topluluğu meydana gelir. Bilim topluluğu, kabul ettikleri paradig­ ma ile olguları açıklamaya çalışan ve araştırmalarında bu paradigmayı kullanan bilim insanlarından oluşur. Böylece daha önce çok çeşitli bakış açısı ve yöntem kul­ lanan bilim insanları artık bir paradigma etrafında top­ lanarak, düzenli araştırmalar yapan bir bilim topluluğu oluştururlar. Böylece ikinci dönem olan olağan bilim dönemi başlar. 2. Olağan bilim dönemi: Bir paradigma etrafında topla­ narak araştırma yapan bilim insanları olağan bilim dö­ neminde bir bulmaca çözme yarışına girerler. Kabul edi­ len parad igmayı hemen hemen her tür alanda var olan problemleri çözme denemesi içine gire n bilim insanları, giderek daha ayrıntılı açıklamalar yapmaya başlarlar. Paradigma araştırmaları, çözümleri ve bilim insanların

B i l c;ı Ffl.SF FF.SI .

276

.

.

etkinliklerini belirleyen tek bakış açısıdır. Olağan bilim döneminde, her bilim insanı kendi araştırma alanında daha önce çözülmemiş sorunları çözerek, bilim alanının parçalarını çoğaltır. Bu dönemde bilim kesintisiz olarak bir ilerleme sürecindedir. 3. Bunalımlar: Kuhn'a göre, olağan bilim döneminde yapı­ lan araştırmalar çoğalır, fakat bu arada çözülemeyen p roblemlerin varlığı yine de devam etmektedir. Yavaş yavaş bir takım anomiler, uyuşmazlıklar ve çözümsüz­ l ükler ortaya çıkmaya ve daha belirgin olmaya başlar. Eldeki paradigma, araştırma alanı içinde her şeyi çöze­ mez. Ancak belli sayıda açıklama yapabilir. Anon1iler ve uyuşmazlıklar ortaya çıkınca bilim insanları öncelikle bunları göz ardı ederler. Görmemezlikten gelerek, bir kenara bırakırlar. Bu nedenle Kuhn'a göre, bilimsel et­ kinlik rasyonel değildir. Anomilerin ve uyumsuzlukların artmasıyla bilim topluluğu bir bunalıma girer. Böylece paradigmaya duyulan inanç ve güven sarsılır. Bunalım içindeki bilim insanları bilim öncesi dönemdeki gibi çok çeşitli bakış açısı ve yöntem arayışına girer. Böylece ba­ kış açısı ve yöntem çatışması, bunalımı daha da artırır. 4. Devrim: Bunalım dönemi içinde genç bir bilim insanı çıkar ve yeni bir bakış açısı; yani paradigma öne sürer. Önceleri büyük bir tepki alan genç bilim insanı, sonrala­ rı taraftar bulmaya başlar. Böylece genç bilim insanının yeni paradigmasının etrafında yavaş yavaş yeni bilim i nsanları bir bilim topluluğu kurmaya başlar. B öylece iki bilim topluluğu karşı karşıya gelmiş olur. Ö ncelikle yeni paradigma, eski paradigmayı kabul eden bilim topluluğu tarafından büyük bir tepki ile karşılanır. Eski topluluğun yaşlı üyeleri genç bilim insanının önerdiği yeni para­ digma karşısında büyük bir karşı koyuş yapmalarına rağmen, eski paradigmayı kabul edenler arasından bazı genç bilim insanları topluluktan ayrılarak, yeni para­ digma etrafında toplanırlar. Ne zaman yeni paradigma eski paradigmadan daha çok bilim topluluğuna sahip olursa, devrim gerçekleşir. Devrimin gerçekleşmesi ve eski paradigmanın yaşlı üyelerinin ölmesiyle yeniden olağan bilim dönemine girilir. Bulmaca çözme işlemi de-

Fll,OZ