Anahatlarda Tüze Felsefesi ya da Doğal Hak ve Politik Bilim [2 ed.]
 9789753970921

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

HE GEL

Tüze Felsefesi ANAHATLARDA TÜZE FELSEFESİ YA DA DOGAL HAK VE POLİTİK BİLİM Grundlinien der Philosophie des &chts oder Naturrecht und Staatswissenschaft im Grundrisse Hegel'in kendi elinden Notlar ve sözel Ekler ile

Bir Arkasöz ile çeviren Aziz Yardımlı

.

iDEA

.



ISTANBUL

İdea Yayınevi Şarap İskelesi Sk. 2/106-7 Karaköy, Beyoğlu - İstanbul [email protected] / www.ideayayinevi.com / www. ideasatis.com Bu çeviri için© AZİZ YARDIMLI 201 3 Anahatlarda Tüze Felsefesi ya da Doğal Hak ve Politik Bilim

G. W. F. Hegel (Berlin 1821)

Gnındlinien der Plıilosoplıie des Rechls oder Naturreclıt und Staatswis.senschaft im Grundrüse

Türkçe-Almanca Arkasöz: Modern Tin© AZİZ YARDIMLI 2013 Birinci baskı 2006; İkinci baskı 2013 Tüm hakları saklıdır. Bu yayımın hiçbir bölümü İdea Yayınevinin ön izni olmaksızın yeniden üretilemez.

Baskı: Umut Matbaacılık Fatih Cad. Yüksek Sok. No 11, Merter- İstanbul Printed in Türkiye

ISBN 978 975 397 092-1 Hegel'in Tüze Felsefe.fi üzerine aynntılı bir çalışma için bkz: www.ideayayinevi.com "Modern Tin"

İÇİNDEKİLER

I HALT

Vorrcdc

Eirıkiıurıg. Bcgıiff der l'hilosophic dcs Rclııs, des Wıllens, der Freiheit und des

Retlırs. §1-2 3

Einıeilung. § 3 3

ERSTERTEIL

DAS ABSTRAKTE RECHT § 43 I04

Emer Abschniıt. DasEigenıum.§ 41-71 A. Bcsitznahmc. §54-58

B. Gebrauch der S achc. §59-64

C. Enıfüı8erungdes Eigeıııums. §65-70 Übcrg;ıng vomEigcnıum zum Verıragc. §71

7.weiter AbschnitL Der Vcrırag. §72-81 Dritter Abschnitt. Das Unrcchı. §82-104

A. Unbcfangcncs Unrecht§84-86

B. Beırug. §87-89

C. Zwang und Verbrechen. §90.103 Übcrgang vom Rcchı in Moralitıit. §104

ZVEITERTEIL DIE MORALITAT §105-141

Enter Abschrıitt. Der Vorsatz und dic S chuld. § 105-118

'hvriter AbschnitL Die Absichı und das Wohl. §119-128

Driıter AbschnitL Das Guıe und das Gewisscn.

�129-140

Önsöz9 Giriş. Ttıze Felsefesi, İstenç, Özgiirlük ve

Hak Kavramları 27

Bölürııleme 66

BİRİNCİ BÖLÜM

SOYUT HAK 70 Birinci Kesim. Mülkiyet 75

A. İyeliğe Alma 87 B. Şeyin Kullanımı 92 C. Mülkiyetin Devredilmesi 98 Mülkiyetten Sözleşmeye Geçiş 106 İkinci Kesim. Sözleşme 107 Üçüncü Kesim. Haksızlık 118 A.. Kasıtsız Haksızlık 119 B. Dolandıncılık 121 C. Zor ve Suç 122 Haktan Ahlaka Geçiş 134 İKİNCİ BÖ LÜM

AHLAK136 Birinci Kesim. Amaç ve Sorumluluk 143

�inci Kesim. Niyet ve Gönenç 146

Uçüncü Kesim. iyilik ve Duyunç 156

Ahlaktan Törelliğe Geçiş 186

Ubcrgang von der Moralit.aı in SitılichkciL §141 DRITTERTEIL DIE SITILICHKEIT§142-360

Erster Abschııiıt. Die Familic.§158-181

A. Dic Ehe.§161-169 B. Das Vcrmôgcn der Familic.§ 170.2 C. Dic Erziehung der Kinder und dic Auflôsung der Familie. §173-180 Übcrgang der Familie in die bürgerliche GesellschafL § 181

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÖRELLİK 189 Birinci Kesim. Aile 198 A. Evlilik 200 B. Aile Anamalı 208 C. Çocuklann Eğitimi ve Ailenin Çözülüşü 210 Ailenin YurttaŞ Toplumuna Geçişi 218

İkinci Kesim. YurttaŞ Toplumu 219

A. Gereksinimler Dizgesi 226 a. Gereksinimin Türü ve Doyum 227

b. Emeğin Türü 230

c. Anamal 232 B. Türe Uygulaması 239 a. Yasa Olarak Hak 240 b. Yasanın Belirli-Varlığı 246 c. Mahkeme 251 C. Polis ve Korporasyon 260 a. Polis 260 b. Korporasyon 271 .. Uçüncü Kesim. Devlet 275 A. Anayasa (İç Devlet Tüzesi) 282 1. Kendi için Anayasa 308 a. Prenslik Gücü 317 b. Hükümet Gücü 333 c. Yasama Gücü 340 2. Dışa Karşı Egemenlik 364 B. Uluslararas ı Tüze 371 C. Dünya Tarihi 377 EKLER Arkasöz: Modem Tin / Aziz Yardımlı 387 TÜRKÇ�ALMANCASÖZLÜK397 ALMANCA-TÜRKÇE SÖZLÜK 399 KISA AÇIKLAMALAR 401 DİZİN 405

7.ıvnh!r Abschnitt. Die biirgerliche

Gesellschafı. § 182-256

A. Das System der Bediirfnisse.

§ 189-208

a. Die An des Bediirfnisses und der Befriedigung. § 190-5 b. Die Arı der Arbeiı. § 196-8 c. Das Vennôgen. § 199-208 B. Dic RechıspHege. § 209-229 a. Das Reclıı als Geseız. § 21 1-214 b. Das Dasein des Geseızcs. §21!'>-218 c. Das GcrichL § 219-229 C. Die Polizei und Korporaıion.

§ 230-256

a. Die Polizei. § 231-249 b. Die Korporaıion. § 250-256 Driller Abschııitt Der St.aaL § 257-360 A. Das innerc Sı:ıaısrechı. § 260-329 1. Inncrc Verfassung fiir sich.

§ 272-320

a. Die fiirsıliche Gewalı. § 27!'>-286 b. Die Regierungsgcw.ılı.

§ 287-297

c. Die gcseızgebende Gewalt.

§ 298-320

il. Die Souvcrinitat gegen aullcn.

§ 321-329

B. Das iiuOere Sı:ıaısrcchı. § 330-340 C. Dic Wchgeschichıe. § 341-360

GRUNDLINIEN DER PHILOSOPHIE DES RECHTS ODER NATIJRRECHT UNO STMT SWISSENSCHAFT

iM GRUN DRISSE

TÜZE FELSEFESİNİN ANAHATLARI YA DA ANAHATLARDA DOGAL HAK VE POLİTİK BİLİM Hegel'in kendi elinden Notlar ve sözel Ekler ile

Vorrede Die unmiuelbare Veranlassung zur Herausgabe dieses Grundrisses isl das Bedürfnis, meinen Zuhörern einen Leitfaden zu den Vorlcsungen in die Hinde zu geben, welche ich meinem Anne gemill über die Philosophie iks &chts halte. Dieses Lehrbuch ist eine weitere, insbesondere mehr systema­ tische Ausfüh rungderselben Grundbe­ grilfe, welche über diesen Teil der Phi­ losophie in der von mir sonst ffir meine Vorlesungen bcstimmten Enzyhtopadie derphilosophischen Wissenschaften (Hei­ delberg ısı 7) bereits enthalten sind. DaB dieser GrundriB aber im Druck erscheinen sollte. hiermiL auch vor das gröBere Publikum kommt, wurde die Veranlassung, die Amnerkungen, die zun3.chst in kurzer Env3hnung die verwa.ndten oder ab­ weichenden Vorstellungcn, weitercn Folgen und dergleichen andeuten sollten, was in den Vorlesungen seine gehörige Erliiuıerung erhalten würde, manchmal schon hicr weiter auszufüh­ ren, um den abstrakteren Inhalt des Textes zuweilen zu verdeuüichcn und auf naheliegende, in dermaliger Zeit gang und giibe Vorstellungen eine aus­ gedehntere Rücksichı zu nehmen. Sa ist eine Anzahl weitl3ufigerer .Anmer­ kungen entstanden, als der Zweck und Stil eines Kompendiums sonst mit sich bringı. Ein eigentliches Kompendium jedoch hat den für fertig angesehenen Umkreis einer Wissenschaft zum Ge­ genstande, und das ihm Eigentüm­ liche ist, vielleicht einen kleinen Zu­ satz hier und da ausgenommen, vor­ nehmlich die Zusammenstellung und Ordnung der wesentlichen Momente eines lnhalts, der liingııt ebenso zuge­ geben und bekannt isı, als jene Form ibre liingııı ausgemachten Regeln und Manieren haL Von einem philosophi­ schen Grundri8 eıwartet man diesen

Önsöz Bu anahatlan yayımlamanın doğrudan ne­ deni görevim gereği Tüze Felsefesi üzerine verdiğim dersler için dinleyicilerime bir el kitabı sunma gereksinimidir. Bu ders kitabı felsefenin bu bölümü üzerine benim tara­ fımdan derslerim için tasarlanan Felsefi Bi­ limler AnsikWpedm nde* (Heidelberg, 1817) daha önce kapsanmış olan aynı temel kav­ ramların daha geniş ve özellikle daha diz­ gesel işlenişidir. Ama bu anahatların yayımlanarak daha geniş bir kamuya sunulacak olması düşün­ celerime yakın ya da onlardan uzak görüş­ lere, daha öte sonuçlara ve benzerlerine, eş deyişle asıl açıklamalarını ancak dersle­ rimde kazanacak olan noktalara ilkin kısa­ ca değinmeyi amaçlayan Notlann burada zaman zaman daha öte genişletilmesine, böylece metnin daha soyut içeriğinin yer yer açılmasına ve günün alışıldık ve yaygın tasanmlannın daha geniş bir bakış açısı al­ nna getirilmesine götürdü. Bu nedenle özet bir çalışmanın amaç ve biçeminin başka du­ rumlarda kendisi ile birlikte getireceğinden daha kapsamlı bir dizi Not ortaya çıkn. Ama sözcüğün asıl anlamında bir özet bir bilimin tamamlanmış olarak görülen alanını konu alır ve ona uygun olan şey, belki de şura­ da burada küçük bir iki ekleme yapmanın dışında, başlıca çoktandır verili ve tanıdık olan bir içeriğin özsel kıpılannın toparlanıp düzenlenmesidir, upkı o içinde sunulduğu biçimin de çok önceden saptanmış kural­ larının ve yollarının olması gibi. Felsefi bir '

*[Hegel'in Ansiklopedı'nin birinci yayımına yapuğt göndermelere 3'üncü (1830) yayım­ da karşılık düşen paragraflar bu çeviride köşeli ayraçlar içinde gösterildi.]

9

10

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIE DES RECHTS

anahatlar çalışması söz konusu olduğunda bugün böyle bir düzenleme beklenmez, çünkü felsefenin önüne aldığı işin, tıpkı Penelope'nin her gün başından örmeye başladığı örgüsü gibi, gelip geçici birşey ol­ ması gerektiği düşünülür. Hiç kuşkusuz bu anahatları sıradan bir el kitabından ayıran şey ilk olarak onda yol gösterici çizgiyi oluşturan yöntemdir. Ama bir konudan bir başkasına ilerlemenin ve bilimsel tanıtlamanın felsefi biçiminin, ge­ nel olarak bu kurgu] bilgi biçiminin özsel olarak başka bilgi biçimlerinden ayrılığı burada yalnızca varsayılan bir noktadır. Za­ manımızda felsefeyi içine düştüğü utanç ve­ rici bozulmadan ancak böyle bir ayrılığın zorunluğu üzerine kavrayış çekip çıkarabi­ lir. Hiç kuşkusuz eski mantığın biçim ve ku­ rallarının, Anlak-bilgisinin kurallarını kap­ sayan tanımlama, sınıflandırma ve tasımın kurgu] bilim için yetersizliği kabul edilmiş, ya da daha doğrusu kabul edilmekten çok duyumsanmış, ve sonra bu kurallar yalnızca yürekten, düşlemden, raslantısal sezgiden keyfi yollarda konuşabilmeyi önleyen zincir­ ler olarak bir yana atılmıştır; ve gene de de­ rin-düşüncenin ve düşünce ilişkilerinin or­ taya çıkmaları gerektiği için, bilinçsizce bü­ tünüyle sıradan çıkarsamanın ve sıradan us­ lamlamanın o küçümsenen yöntemine geri dönülmüştür. - Kurgu! bilmenin doğasını Mantık Bilimi başlıklı çalışmamda ayrıntılı olarak geliştirdim; bu nedenle bu anahat­ larda yalnızca şurada ya da burada ilerleyiş ve yöntem üzerine küçük açıklamalar ekle­ mekle yetindim. Konunun somut ve kendi içinde büyük ölçüde karmaşık doğası kar­ şısında mantıksal ilerlemenin tek tek tüm noktalarda tanıtlanması ve çıkarsanması gözardı edildi. Bir yandan bilimsel yöntem ile tanışıklığın varsayılması bu işin gerek­ sizliğini gösterirken, öte yandan bütünün de tıpkı bileşenlerinin oluşumu gibi man­ tıksal tin üzerine dayandığı kendiliğinden

Zuschnitt schon etwa darum nicht, weil man sich vorstellt, das, was die Philosophie vor sich bringe. sei ein 50 übemachıige5 Werk aJs das Gewe­ be der Penelope, das jeden Tag von vome angefangen werde. Allerdings weichı die5er Grundri8 zunichst von einem gewöhnlichen Kompendium durch die Meıhode ab, die darin das Leitende ausmachL Da8 aber die philosophi5che Arı de5 Forrschreitens von einer Materie zu einer andem und des wissenschaftli­ chen Beweisens, diese spekulative Er­ kenntnisweise überhaupt, wesentlich sich von anderer Erkenntnisweise unterscheidet, wird hier vorausge­ sctzt. Die Einsicht in die Notwen­ digkeiı einer 5olchen Verschieden­ heit kann es allein sein, was die Philo5ophie au5 dem schmahlichen Verfall, in welchen sie in unseren ZeiLen versunken ist, herauszurei8en vermôgen wird. Man hat wohl die Unzulanglichkeiı der Formen und Regeln der vormaligen Logik, de5 Definierens, EinLeilens und Schlie­ Bens, welche die Regeln der Verstan· de5erkenntnis enıhalıen, für die spe­ kulative Wissenschaft erkannt, oder mehr nur gefühlı als erkannı, und dann die5e Regeln nur als Fe55eln weggeworfen, um aus dem Herzen, der Phanta5ie, der zufiilligen An· schauung willkU.rlich zu sprechen; und da denn doch auch Reflexion tmd Gedankenverhiluıisse eintreten müssen, verfihrt man bewuBtlos in der verachıeıen Meıhode des ganz gewôhnlichen Folgems und Rason­ nements. - Die Natur des speku­ lativen Wissens habe ich in meiner

Wissenschaft der Logik

ausführlich

entwickelt; in diesem Grundri6 ist darum nur hier und da eine Erliu­ ıenıng über Fortgang und Meıhode hinzugefügt worden. Bei der kon· kreten und in sich 50 mannigfalıigen Beschaffenheiı de5 Gegensıande5 ist es zwar vernachliissigt worden, in ailen und jeden Einzelheiıen die logische Fort.leitung nachzuweisen und herauszuheben. Teils konnte dies, bei vorausgesetzter Bekannt­ schaft mit der wissenschaftlichen Meıhode, für iıberflü5sig gehalıen werden, teils wird aber es von selbst auffallen, da8 das Ganze wie die Au5bildung 5einer Glieder auf dem logischen Geiste beruht. Von dieser

VORREDE / ÖNSÖZ Seiıe möchıe ich auch vomehmlich, daB diese Abhandlung gefaBt und beurteilt würde. Denn das, um was es in derselben zu tun ist, ist die Wis­

sımsclıaft. und in der Wissenschafı isı Fonn

der lnhalı wesenılich an die gebunden.

Man kano zwar von denen, die es am gründlichsten zu nehmen scheinen, hören, die Form sei etwas AuDeres und für die Sache Gleich­ gültiges, es komme nur auf diese ani man kano weiter das Gesch:ift des Schrifısıellers, insbesondere des philosophischen, dasein seızen,

Wahrluiten zu enıdecken, Wahrluiten Wahrheiten und richtige

zu sagen,

Begriffe zu verbreiten. Wenn man nun beırachıeı. wie solches Geschafı wirklich betrieben zu werden pOegı. so sieht man einesteils denselben alıen Kohl immer wieder aulkochen und nach ailen Seiıen hin ausgeben - ein Geschafı, das wohl auch sein Verdiensı um die Bildung und Er­ weckung der Gemüter haben wird, wenn es gleich mehr als ein vielge­ schaftiger Über0u8 angesehen wer­ den kônnte, - "denn sie haben Mo­ sen und die Propheıen, laD sie diesel­ bigen hören." Vomehmlich haı man vielfaltige Gelegenheiı, sich iıber den Ton und die Pr.iıention, die sich dabei zu erkennen gibt. zu verwun­ dem, namlich

als ob es der Welı nur

noch an diesen eifrigen Verbreitem

von Wahrheiten gefehlı hatte und als

ob der aufgewii.rnıte Kohl neue und unerhörte Wahrheiıen br.ichte und

vomehmlich immer "injettiger Zeiı" haupısachlich zu beherzigen wii.re. Andemteils aber sieht man, was von .solchen Wahrheiten von der einen Seiıe her ausgegeben wird, durch eben dergleichen von andem Sei­ ten her ausgespendece Wahrheilen verdri.ngt und weggeschwemml wer­ den. Was nun in diesem Gedrcinge von Wahrheilen weder Alles noch Neues, sondem Bleibendes sei, wie soll dieses aus diesen formlos hin­ und hergehenden Beırachıungen sich herausheben - wie anders sich uncerscheiden und bew:ihren als durch die

Wusımscha.ft? &chı, Siıtlichheiı, Sıaaı ise die WahTh ei't ebensosehT alı, als in den öffenılichen Geseızen, der öffenılichen Moral und &ligion offen darg!legt und bekannL Was bedarfdieOhnehin iıber

11 ortaya çıkacakur. Bu irdelemenin özellik.le bu yandan da anlaşılmasını ve yargılanması­ nı isterim. Çünkü burada da sonunda herşe­ yin gelip dayandığı nokta Bilimdir, ve Bilimde içerik özsel olarak biçime bağlıdır. Hiç kuşkusuz en temel noktalar ile ilgile­ niyor görünenlerden biçimin dışsal birşey ve olguya ilgisiz olduğu, oysa herşeyin yalnızca gelip olguya dayandığı sözleri duyulabilir; da­ hası, yazarın, özellik.le felsefe yazarının göre­ vinin gerçekliffe ortaya çıkarmak, gerçekliffe dile getirmek ve gerçekliffe ve doğru kavranılan or­ taya sermek olduğu söylenebilir. Ama böyle bir görevin genellik.le edimsel olarak nasıl ye­ rine getirildiği düşünülürse, bir yandan sü­ rekli olarak aynı eski saçmalıkların yeniden pişirilip her yanda dağıuldığı görülür - bir görev ki, hiç kuşkusuz yüreklerin eğitim ve uyandırılmasında kendi yaran vardır, gerçi gereksiz görülebilse de, "çünkü Musaları ve Peygamberleri vardır, bırakın onları dinle­ sinler." Ö zel olarak, kendini bu işgüzarlar­ da gösteren yüksekten aucı ton karşısında hayrete düşmek için bol bol fırsaumız var­ dır - sanki dünyanın gerçekliklerin bu coş­ kuyla yayılmasından başka hiçbir eksiği yok­ muş gibi, ve sanki yeniden ısıulan saçmalıklar yeni ve işitilmemiş gerçeklikler getirecek ve özellik.le "bu gün" ve her zaman herşeyden önce dikkate alınacaklannış gibi. Ama bu tür gerçeklikler konusunda bir yanın ortaya sür­ düklerinin başkaları tarafından yayılan bü­ tünüyle aynı türden gerçeklikler tarafından püskürtülüp uzaklaşunldığı görülür. Peki bu gerçeklikler kalabalığında ne eski ne de yeni ama kalıcı olan nedir, ve bu biçimsizce ile­ ri geri gidip gelen irdelemelerden nasıl çı­ kacakur - ve Bilim yoluyla olmanın dışın­ da başka türlü kendini nasıl ayırdedecek ve doğrulayacakur? Herşey bir yana, Hak, Törellik ve Devl.et üze­ rine gerçeklik tıpkı kamu yasalannda, kamu ah­

lakında ve dinde açıkça sergilendiffe ve tanındığı kadar eskidir. Düşünen Tin bu gerçekliği bu

12

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIE DFS RECHTS

en yakın yolda elde eunekle yetinemediğine göre, bu gerçekliğin daha öte neye gereksi­ nimi vardır? Kavranması da gerekmez mi? Ve kendinde şimdiden ussal olan içeriğin ussal biçimi de kazanması ve böylelikle özgür dü­ şünme için aklanmış görünmesi gerekmez mi? Özgür düşünme verili olanda durup ka­ lamaz - bu ister Devletin dış pozitif yetkesi ya da insanlann uylaşımlan tarafından, ister­ se iç duygunun ve yüreğin yetkesi ve tinin onunla dolaysızca bağdaşan tanıklığı tara­ fından desteklensin. Tersine, özgür düşünce kendi kaynaklanndan ilerler ve tam olarak böylelikle kendini en iç varlığında gerçeklik ile birleşmiş bilmeyi ister. Saf yüreğin yalın tutumu açıkça tanınmış gerçekliğe tam bir güvenle sarılmak ve ya­ şamdaki davranış yolunu ve sağlam konumu­ nu bu sağlam temel üzerine dayandırmakur. Bu yalın tutumun karşısına hemen sonsuz türlülükteki görüşler arasında evrensel olarak tanınmış ve geçerli olanı ayırdetme ve bu­ lup çıkarma gibi sözde bir güçlük çıkar; ve bu şaşkınlık kolayca sorun üzerine haklı ve gerçekten ciddi bir tutum olarak alınabilir. Ama gerçekte bu şaşkınlık ile gurur duyan­ lar ağaçlar nedeniyle ormanı görmeyenle­ rin durumundadırlar ve ortada olan yalnız­ ca kendilerinin neden olduğu şaşkınlık ve güçlüktür; giderek bu şaşkınlık ve güi;lükle­ ri aslında evrensel olarak tanınan ve geçerli olandan başka birşeyi haklı olanın ve törel olanın tözü olarak istediklerinin tanıudır. Çünkü eğer görüşlerin ve varlıkların boşlu­ ğu ve tikelliği ile değil de gerçek olan ile ilgi­ lenselerdi, o zaman tözsel Hakka, eş deyişle Törelliğin ve Devletin buyruklanna sarılır ve yaşamlannı onlara göre yönlendirirlerdi. Gene de, insanın düşünmesinden ve özgürlu­ ğünü ve törelliğin temelini düşünmede ara­ masından daha öte bir güçlük doğar. Eğer düşünce kendini ancak evrensel olarak tanı­ nan ve geçerli ol,andan saptığı ve kendi için tikel birşey icadeunenin bilincinde olduğu ölçüde

se Wahrheit weiter, insofem der den­ kende Geist sie in dieser nichsten Weise zu besitzen nicht zufrieden ist, als sie auch zu begreifen und dem schon an sich selbst vemünftigen Inhalt auch die vernünftige Form zu gewinnen, damit er für das freie Denken gerechtfertigt erscheine, welches nicht bei dem Gegııbenen, es sei durch die ciu8ere positive Autori­ tit des St.aats oder der Übereinstim­ mung der Menschen, oder durch die Autorilit des inneren Gefühls und Herzens und das unmiuelbar beistimmende Zeugnis des Geistes unterstützt, stehenbleibt, sondern von sich ausgeht und eben damit fordert, sich im lnnersten mit der \Vahrheit geeint zu wissen? Das einfache Verhalten des un· bef.mgenen GemUtes ist, sich mit zutrauensvoller

Überzeugung

an

die öffentlich bekannıe Wahrheit zu halten und auf diese feste Grundlage seine Handlungsweise und feste Stel­ lung im Leben zu bauen. Gegen dic­ ses einfache Verhahen tut sich enva schon die vermeinte Schwierigkeit auf, wie aus den unendlich

denen Meinungen

vmchie­

sich das, was darin

das allgemein Anerkannte und Gül­ tige sei, untencheiden und heraus­ finden lasse; und man kann diese Verlegenheit leicht für einen rechten und wahrhaften Emst um die Sache nehmen. in der Tit sind aber die, welche sich auf diese Verlegenheit erwas zugute tun, in dem Faile, den Wald vor den Biumen nicht zu se­ hen, und es ist nur die Verlegenheit und Schwierigkeit vorhanden, wel· ehe sie selbst veranstalten; ja diese ihre Verlegenheit und Schwierigkeit ist vielmehr der Beweis, da8 sie etwas anderes

als das allgemein Anerkann­

te und Geltende, als ılie Subsıanz des Rechten und Sitılichen wollen. Denn ist es darum wahrhaft und nicht um die

Eitellu!Ü und

Besonılerheit des Mei­

nens und Seins zu tun, so hielten sie sich an

das substantielle

Rechte,

niirnlich an ılie Gebote der Sitılich· keit und des Staats, und richteten ihr Leben danach ein. - Die wei­ tere Schwierigkeit aber kommt von der Seite, dal! der Mensch denJıJ und im Denken seine Freiheit und den Grund der Sittlichkeit suchL Dieses Rechı. so hoch, so götılich es isı. wird aber in Unrecht verkehrt, wenn nur

13

VORREDE / ÖNSÖZ dies lür Denken gilı und das Denken nur d.aıın sich frei weiB, insofem es vom

tigeTı

A/Jgımıein-Anerluınnım uml

GüJ­

abweicM und sich eıwas Beson­

deres zu erfinden gewuBı habe. Am festesten konnte in unserer Zeit die Vorsıellung, als ob die Frei­ heit des Denkens und des Geistes überhaupı sich nur durch die Ab­ weichung,ja Feindschaft gegen das öffentlich Anerkannte beweise, in

Ber.U!hung aufden Staııt eingewurıelt [sein] und hiernach absonderlich eine Philosophie über den Sıaaı wesentlich die Aufgabe zu haben scheinen, auch cine

Theorie

und

eben eine neue und besondere zu erfınden und zu geben. Wenn man diese Vorsıellung und das ihr ge­ miBe Treiben sieht, so sollte man meinen, als oh noch kein Sıaaı und Sıaaısverfassung in der Welı gewe­ sen noch gegenw:irtig vorhanden sei, sondem als ob man jeW - und dies je/7-t dauerı immer forı - ganz von vome anzufangen und die siu­ liche Welt nur auf ein solches jetzigr!s Ausdenken und Ergründen und Be­ gründen gewartet habe. Von der Nt>­ ııırgibı man zu, daB die Philosophie sie zu erkennen habe, wie sie ist, daO der Stein der Weisen

frgtmdwo, aber in der Natur selbst verborgen liege, daB sie in sich vernünflig sei und das Wissen diese in ihr gegenwdrtige, wirlılicM Vemunfı, nichı die auf der Oberfüiche sich zeigenden Gesıal­ nıngen und Zufiilligkeiten, sondem ihre ewige Hannonie, aber als ihr

immanentes Gesetz und Wesen zu er­ forschen und begreifend zu fassen habe. Die sittlicM

WeU dagegen, der

Staat, sie, die Vemunft, wie sie sich ·im Elemente des Selbstbewu8ıseins verwirklicht, soll nicht des Glücks genie8en, daB es die Vemunft ist, welche in der Tat in diesem Ele­ mente sich zur Kraft und Gewalı gebracht habe, darin behaupıe und inwohne."' Das geistige Universum soll vielmehr dem Zufall und der •zwaız.. Es gibı zweierlei Anen von Gcsct� zen, Geııetze der Namr und des Rechsts: die GcsclZe der Natur sind schlcchıhin und gelten

so,

wie sie sind: sie leiden an

kciner Vcrkümmenıng, obglcich man sich in cinzclncn Fillen dagcgen vergchcn

düşünce olarak geçerli görür ve özgür sayar­ sa, bu Hak ne denli yüksek ve ne denli tanrı­ sal da olsa haksız birşeye dönecektir. Zamanımızda sanki düşünce özgürlüğü ve genel olarak Tinin özgürlüğü kendini ancak kamusal olarak tanınandan saparak, giderek ona karşı düşmanca bir tutuma girerek tanıt­ layabilirmiş görüşü en katı biçiminde Devkt ik ilişkide kökleşmiştir, ve başlıca bu neden­ ledir ki Devlet üzerine bir felsefe özsel olarak bir kuram, dahası yeni ve özel bir kuram daha bulma ve sunma görevini taşıyor görünür. Bu görüşe ve ona uygun eylemlere bakıldığında, sanki dünyada hiçbir Devlet ve hiçbir Anaya­ sa varolmamış ve günümüzde de bulunmu­ yormuş, tersine sanki şimdi- ki bu Şimdi hep sürer - en başından başlamak gerekiyormuş ve törel dünya yalnızca böyle güncel tasarlan ve temelleri ve tanıtları bekliyormuş sanıla­ bilir. Doğa söz konusu olduğunda, insan fel­ sefenin onu olduğ;u gibi tanıması gerektiğini, bilgelik taşının bir yerlerde ama gene de Do­ ğanın kendi içinde gizli yattığını, onun kendi içinde ussal olduğunu, bilginin Doğayı onun bu şimdideki, edimsel Usunda - yüzeyde kendini gösteren şekillenmelerde ve olum­ sallıklarda değil, ama onun içkin yasaları ve özü olarak ilksiz-sonsuz uyumunda - araş­ tırması ve kavramsal olarak saptaması gerek­ tiğini kabul eder. Buna karşı törel dünyanın, Devletin - kendini özbilinç öğesinde edim­ selleştirdiği biçimiyle Usun - gerçekte ken­ dine bu öğede kuwet ve güç kazandıranın, kendini onda ileri sürenin ve onda yaşayanın Us olması olgusundan doğan talihten yarar­ lanmaması gerekir.* Tinsel evren dahaçok olumsal ve ilineksel olanın eline bırakılmalı, *Ek. İki tür yasa vardır, Doğa Yasaları. ve Tüze Yasaları: Doğa Yasaları salnknr ve oldukları gibi geçerlidir: Çiğ­ nenmeye açık değildirler, gerçi tek tek durumlarda onlara uyulmayabilse de. Doğa Yasasının ne olduğu-

* [Edward Gans'a ait olan bu not 1822-23 luş yan-yılında Naturreclıt und Staatswissenscha.ft üzerine bir derste tutulmuşnır.].

14

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHJE DES RECHI'S

Tannnın terk ettiği birşey olmalıdır, öyle ki bu tanntanımazlığa göre törel dünya gerçek ola­ nı kendi dışında bulmalı ve aynı zamanda gene de Usun da orada olması gerektiği için - gerçek olan salt bir problem olmalıdır. Ama burada her dıişıincenin kendi yolunu tutmasının bir aklanışı, giderek bunun için bir yükıimlıilüğü.n bile getirilmesi yatar, gerçi bilgelik taşını aramak için olmasa da, çünkü zamanımızın [eleştirel] felsefeciliği tarafın­ dan arama işinden bağışlanmışur ve herkes bu taşı dosdoğru kendi elinin alunda buldu­ ğundan emindir. Şimdi hiç kuşkusuz Devletin bu edimselliğinde yaşayan ve bilgi ve istekleri nu bilebilmek için Doğa ile tanışmalıyız, çünkü bu yasalar sağındır; ancak onlara ilişkin tasanmlanmız yanlış olabilir. Bu yasaların ölçütü bizim dışımız­ dadır, ve bilgimiz onlara hiçbirşey kaunaz, onlara yardımcı olmaz; ancak onlara ilişkin bilgimiz geniş­ leyebilir. Tüzenin bilgisi de bir yandan böyledir, bir başka yandan değildir. Benzer olarak bu yasalan da benzer olarak olduklan gibi biliriz; yurttaş onlan az çok bu yolda bilir, ve pozitif tüzeci de benzer olarak verili olanda durup kalır. Ama ayrım tüze yasalan durumunda irdeleme tininin doğması ve yasalann türlülüğünün onlann saluk olmadıklan olgusuna dikkati çekmesidir. Tüze yasalan koyulan, insanlar tarafından türetilen şeylerdir. İnsanın iç sesi kaçınıl­ maz olarak onlarla çauşmaya girebilir ya da anlaşa­ bilir. İnsan dışsal olarak varolanda durup kalmaz, tersine haklı olan için ölçüyü kendi içinde taşı­ dığını ileri sürer; dışsal yetkenin zorunluğuna ve zoruna altgüdümlü olabilir, ama bu hiçbir zaman Doğanın zorunluğu karşısında olduğu gibi değil­ dir, çünkü içi ona her zaman neyin nasıl olması gerektiğini söyler, geçerli olanın doğrulanmasını ya da yadsınmasını kendi içinde bulur. Doğada en yüksek gerçeklik genel olarak bir yasanın olmasıdır; tüze yasasında şey salt var olduğu için geçerli de­ ğildir, tersine, herkes onun kendi ölçütüne karşılık düşmesini ister. Burada öyleyse var olan ile olması gereken arasında, kendinde ve kendi için varolan ve değişmeden kalan Hak ile hak olarak geçerli olması gerekenin belirleniminin keyfiliği arasında bir çaUş­ ma olanaklıdır. Böyle bölünme ve böyle kavga ancak tinin alanında yer alır, ve tinin ayncalığı böylelikle geçimsizliğe ve mutsuzluğa götürüyor göründüğü

Willkür preisgegeben, es soll gott· verlassen sein, so

daB nach

diesem

Atheismus der sittlichen Welt das Wahre sich aujler ihr befınde und zugleich, weil doch auch Vemunfı darin sein soll, das Wahre nur ein Problema sei. Hierin aber liege die Berechıigung,ja die Verpflichtung für jedes Denken, auch seinen An­ lauf zu nehmen, doch nicht um den Stein der Weisen zu suchen, denn durch das Philosophieren unserer Zeiı isı das Suchen erspart und jeder gewill, so wie er sthet und geht, diesen Stein in seiner Gewalt zu haben. Nun geschieht es freilich, dall diejenigen, welche in dieser Wirklichkeit des Staaıs leben und ihr Wissen und Wollen darin

kann. Um zu wisscn, was das Gesetı der Na­ tur ist, mılsscn wir diesclbe kennenlernen, denn diesc Gesetze sind richtig: nur unsere Vorstellungcn davon können falsch sein. Der Ma&tab elle.ser Gesetze ist au8er uns, und un· ser Erkennen tut nichts zu ihnen hinzu, beför· den sie nicht: nur unsere Erkennblis über sie kann sieh enveitem. Die Kenntnis des Rechrs ist einerseits cbenso, andercrseiu nicht. Wir lemen die Gcseut ebenso kennen, wie sie schlecthin da sind; so hat sie mehr oder weniger der Bürger, und der positive jurist bleibt nicht minder bei dem, was gegcben ist, stehen. Aber der Unterschied ist. daD bei den Rechtsgesetzen sich der Geist der Betrach· tung erhebt und schon die Verschiedenheit der Gesetz.e danıu( aufmerksam macht, daB sie nicht absolut sind. Die Rechtsgesctzc sind

GutlzW, von Mensehen Hnlwmmenüs. Mit diesem kann notwendig die inncre Stimme in Kollision Lreten oder sich ihm anschlieOen. Der Mensch bleibt bei dem Daseienden nicht stehen, sondem behauptet. in sich den MalJ.. stab zu haben von dem, was recht ist; er kann der Notwendigkeit und der Gewalt iuOerer Autoritit unteA""orfen sein, aber niemals wie der Norwendigkeit der Natur, denn ihm sagt immer sein lnneres, wie es sein solle, und in sich selbst findeı er die Bcw.ilmıng od.er Nichtbı:wihrung dcsscn, was gilL in der Na· wr ist die höchste Wahrheil, daD cin Gesetz

übntıaupı ist; in den Geseaen des Rechts gill die Sache nichı, weil sie İsl, sondemjeder for· dert, sie solle seinem eigenen Kriterium ent· sprcchen. Hier also ist cin Widentreit mög· lich dcssen, was ist. und dcssen, was sein soll, des an und für sieh scienden Reches, welches unverinden bleibt. und der Willlc.ürlichkeit der Bestimmung dcuen, was aJs Recht geltcn solle. Solche Trennung und solcher Kampf fındet sich nur auf dem Boden des Geistes, und weil der Vorzug des Gcistes somit zum Unfriedcn und zur Unseligkeit zu führen scheint. so wird man hiufig zur BcU'ilchcung

VORREDE / ÖNSÖZ

15

befrigidigt !inden-und deren sind viele, ja mehr als es meinen und wissen, denn im

Grunde sind

es

aile-, daB also wenigstens dieje­ nigen, welche mit Bewu8tsein ibre Befriedigung im Staate haben, je­ ner Anliufe und Versicherungen lachen und sie ffir ein bald lusti­ geres oder emsteres, ergôtzliches oder gefiihrliches, leeres Spiel nehmen.Jenes unruhige Treiben der Reflexion und Eitelkeit. sowie die Aufnahme und Begegnung, welche sie erfiihrt. wire nun cine Sache fiir sich, die sich auf ibre Weise in sich entwickelt; aber es ist

die Philosophie ıiberhaupt, wel­

che sich durch jenes Getreibe in

mannigfaltige Verachtung und

der Nawr aus der Willkür des Lebens zu­ rückvenviesen und soll sich an denclben cin Mwter nehmen. Gerade in diesen Ge­ gensitzcn aber des an und für sich seien· den Rcchts und dC\SCn, waa die Willkür als Rccht gcltcnd macht, liegt das Bediirfnis, gnindlich das Rechte erkennen zu lemen. Seine Vemunft mu8 dem Menschen im Rechte entgcgenkommen; er muB a1so dic Vemünfı:igkeit des RechlS betrachten, und dies ist die Sache unserer WwenschaCt. im Cegensatz der positivenjurisprudenz, dic es o(l nur miı Widenprüchen zu tun haL Die gegenwin.ige Welt hal dazu noch cin dringenderes Bedürfnis, denn vor ahen Zeiten

war

noch Achtung und Ehrförcht

vor dem bestehenden Geseu da; jetzt aber hat die Bildung der Zeil eine andere Wendung genommen, und der Gcdanke hal sich an die Spitzc alles dessen gesteUt. was

gelten soll. Theorien stcllen sich dem

Oaseiendcn gegcnüber und Weheinungen vorsich hat, so möclıte man beinahe dem Gedanken

VORREDE / ÖNSÖZ

21

Raum geben, daJl von dieser Seiıe die Tradition nicht mehr ehrwür­ dig noch hinreichend wire, dem philosophischen Sıudium die To­ leranz und die öffenıliche Existenz zu sichem.* - Die zu un serer Zeit gang und gaben Deklamationen und AnmaJlungen gegen die Phi­ losophie bieten das sonderbare Schauspiel dar, daJl sie durch jene Seichtigkei� zu der cliese Wıssenschaft degradiert worden ist, einerseits ihr Recht hahen und andererseits selbst in diesem Elemente wurzcln, gegen das sie undankbar geıichıeı sind. Denn indemjenes sich so nen­ nende Philosophieren clie Erkennt­ nis der Wahrheit ffir einen törichten Versuch erk.13.rt hat, hat es, wie der Despotismus der Kaiser Roms Adel und Sklaven, Tugend und Laster, Ehre und Unehre, Kenntnis und Unwissenheiı gleich gemacht haı, aile Gedanken und aile Sıolfe ni­ vellierı, - so daJl die Begıilfe des Wahren, die Geseıze des Sitılichen auch weiter nichts sind als Meinun­ gen und subjektive Überzeugungen und clie verbrecheıischslen Grund­ saıze als Ü/Jerzeugungen mit jenen Geseızen in gleiche Würde gesıellt sind, und dall ebenso jede noch so kahlen und panikularen Objekte und noch so strohemen Materien in gleicheWürde gesıellt sind mit dem, was das Interesse aller denkenden Menschen und die Binder der siu­ lichen Welt ausmacht.

Es ist darum als ein Glück für clie Wissenschaft zu achten - in der Tat ist es, wie bemerkt.. die Notwen­

diglıeiı der Saclıe -, daJl jenes

Phi-

•oergleichcn Ansichten nelen mir bci cinem Bridc Joh.

v.

MU.llcr.; (Wcrke [TU­

bingcn 1810-19], Tcil Vlll, S. 56) cin, wo es

vom Zwl3ll.de Rom.s imjahre 1803, als

diese Smdt unter französischcr Hcrrschaft stand, unıer anderem heillt: "Befragt. wie es um die öffentlichcn

I...chranscıhen stehe,

antwortetc cin Professor: On la tolirtamune

la bordels." - Die sogenann1e Vernu11flkhn:. mimlich dic Logik, kann man wohl sogar noch mıpfehlrn hörcn, etwa mil der Über­ zcugung, daD man sich mit ihr als ırockener und unfruchtbarcr WiMCnschaft entwedcr ohnchin nicht mchr bcschaftigc odcr, wenn dics hin und wicdcr gcschehe. man in ihr nur inhaltslose, also nichtsgcbcndc und nichlSVerderbendc Fomıcln crhalte, daB somit dic Empfchlung aufkcincn Fail schadcn sowic nichts nutzen werde.

ki, böyle görüngüleri önünde bulan biri onlar karşısında pekala düşünmeye başlayabilir ki, ne gelenek bundan böyle saygıya değerdir, ne de felsefi çalışmaya bir hoşgörü ve kamusal varoluş güvencesi sağlamak için yeterlidir.* Zamanımızda felsefeye karşı moda olan bildi­ rimler ve suçlamalar öylesine tuhaf bir görü­ nüş sergiler ki, bu bilimin içine düşürüldüğü o sığlık yoluyla bir yandan kendilerini aklar­ ken, öte yandan kendileri köklerini ona karşı iyilik bilmez bir biçimde döndükleri bu öğede bulurlar. Çünkü o sözde felsefecilik gerçekli­ ğin bilgisinin aptalca bir araştırma olduğunu bildirirken, tıpkı Roma İmparatorunun des­ potizminin soyluluğu ve köleliği, erdemi ve erdemsizliği, onuru ve onursuzluğu, bilgiyi ve bilgisizliği eşitlemiş olması gibi, tüm dü­ şünceleri ve tüm içeriği aynı düzeye indirmiştir, öyle ki gerçek olanın kavramları, törel olanın yasaları da görüşlerden ve öznel kanılardan daha öte birşey değildir ve en kötü suçluların ilkeleri kanılar olmakla o yasalar ile eşit değer­ de görülür, ve benzer olarak ne denli boş ve tikel olursa olsun her nesne, ve ne denli kuru olursa olsun her türden gereç tüm düşünen insanların ilgilerini ve törel dünyanın bağları­ nı oluşturan şey ile eşit değerde görülür. Bu nedenle kendini tıpkı skolastik bilgelik gibi kendi içinde dokuyan o felsefecilik şimdi tüzenin ilkelerini ve ödevleri ciddiye alan ve *Böyle bir görüş ilejoh. v. Müller'in mektubunda karşı­ laşnm ( Werke [Tübingen, 181G-19], Teil Vlll, s. 56). 1803'te Fransız egemenliği altında bulunan Roma'nın durumu üzerine konuşurken başka şeyler arasında şunları da söyler: "Kamu öğretim kurumlarında işlerin nasıl gittiği soruldu­ ğunda, bir profesörün yanın 'On fes totere comme /es bordels ' [ 'Genelevler gibi göz. yumulur'] oldu." - Us-Öğretisi denilen şeyin, yani Mantığın salık verildiği işitilebilse de, buna eşlik eden kanı belki de onun bundan böyle hiç kimsenin uğ­ raşmayacağı denli kuru ve yarasız bir bilim olduğu, ya da eğer şurada burada biri tarafından ele alınsa bile, kişinin ondan yalnızca içeriksiz ve dolayısıyla hiçbirşey vermeyen ve hiçbirşeyi bozmayan formüller kazanabileceği, ve böy­ lece il sprichı ebendaselbsı die ein lür allemal fertige Erwiderung aur sol­ che Behandlung in dem Gnınde aus, "weil Favorinw die zwôlfTafeln eben­ sowcnig als die Philosophcn das po-

karşıtını yapar. Bir kurumun doğuşu kendi belirli koşulları altında kendini bütünüyle amaca uygun ve zorunlu olarak gösterdiği ve böylelikle tarihsel bakış açı­ sının istediklerini yerine getirdiğinde eğer bu olgunun kendisinin genel bir aklanışı sayılırsa, o zaman tam karşıu çıkar, çünkü artık böyle koşullar bulunmadığı için kurum, tam tersine, anlam ve hakkını yitirmiş olur.* Böylece, örneğin manastır­ lann sürdürülmesi için çorak yerlere yer­ leşip oralan ekip biçmedeki, yazılar yazıp dersler vererek öğrenimi diri tutmadaki yararlık.lan vb_ geçerli sayıldığı ve bu yarar­ lık ayakta kalmaları için zemin ve belirle­ nim olarak görüldüğü zaman, bundan çıkan sonuç dahaçok bütünüyle değişen koşullar alunda en azından bu düzeye dek gereksiz ve uygunsuz olmuş olduk.landır. - Şimdi, 'ortaya çıkış'ın tarihsel anlamı, tarihsel betimlemesi ve kavranabilir kılı­ nışı, ve öte yandan olgunun ortaya çıkış ve Kavramına ilişkin felsefi bakış açısı yerle­ rini ayn ayn alanlarda bulduk.lan için, bu düzeye dek birbirlerine karşı ilgisiz bir konumu koruyabilirler. Ama bilimsel çev­ relerde bile bu banş durumunu sürekli koruyamadık.lan için, ilişkileri ile ilgili ola­ rak Herr [Gustav] Hugo'nun Lehrbuch der Geschichte des römischen Rechts [l 799] baş­ lıklı çalışmasında görünen ve aynı zamanda karşıtlığın havası üzerine daha öte ışık düşürebilecek bir iki noktaya deği­ neceğim. Herr Hugo orada der ki (5. basım [1818] , § 53) , " Cicero filozoflara yan bir bakışla on iki Tableti** över," "filozof Favorinus ise onları tam olarak pek çok büyük filozofun o günden bu yana pozitif tüzeyi ele aldıkları gibi ele alır." Herr Hugo, yine aynı yerde, "Favorinus on iki Tableti filozofların pozitif tüzeyi anladık­ ları kadar yetersiz anladı" diyerek böyle bir

* [Elyaıısı ile: Engl[and] - Weisheit der Vorfahren :: İngiltere - atalann bilgeliği.) **[Roma yurttaşlık, suç ve din y.ısalannın İÖ 451-450'de yapılan en erken düzenlenmesi.]

34

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIE DES RECHTS

yaklaşıma karşı en son yanın verir. - Favo­ rinus'un felsefesinin tüze bilgini Sextus Cae­ cilius tarafından düzeltilmesine gelince Gellius, Noctes Atticae, XX, i (22 vs] -, bu ilk olarak içeriğine göre salt pozitif olanı aklamak için kalıcı ve gerçek ilkenin bir anlaumıdır. "Non ignoras," diyordu Caeci­ lius, Favorinus için sevindirici bir yolda, "legum opportunitates et medelas pro tempo­ rum moribus et pro rerum publicarum generibus, ac pro utilitatum praesentium rati­ onibus, proque vitiorum, quibus meden­ dum est, feroori.bu, mutan ac fiecti, neque uno statu consistere, quin, ut facies coeli et maris, ita rerum atque jortunae tempestatibus vari­ entur. Quid salubirus visum est rogatione illa Stolonis ... , quid utilius plebiscito Voco­ nio .. ., quid tam necessarium existimanım est . . ., quam lex Licinia . . . ? Omnia tamen haec obliterata et operta sunt civitatis opulen­ tia ..."* Bu yasalar anlam ve amaca uygun­ luklarını koşullarda buldukları ölçüde pozi­ tiftir, ve dolayısıyla genel olarak ancak tarihsel bir değer taşırlar; bu nedenle geçici bir doğadadırlar. Yasamanın ve hükümetlerin yürürlükteki koşullar için yapmış ve günün ilişkileri açısından sapta­ mış olduğu şeyde yatan bilgelik ayrı bir olgudur ve tarihin değerlendirmesine ait­ tir; ama orada kazanacağı tanınma böyle bir değerlendirmenin felsefi bakış açısı tarafından desteklenmesi ölçüsünde derin olacakur. - Ama on iki Tabletin Favori­ nus' a karşı daha öte aklanışı üzerine bir * [Çok iyi biliyorsunuz ki etkili olacaklarsa, yasaların getirdiği üstünliikler ve çareler zamanın törelerine, ana­ yasa tiplerine, o sıradaki gereksinim ve koşullara, gideril­ mesi gereken eksikliğe göre değişir ve döner. Yasalar tek bir durumu siirdiirmede diretemez; tersine, olayların ve durumların fırunaları onları upkı göklerin ve denizlerin yiizü gibi değiştirir. Ne Stolo'nun önergesinden daha sağlıklı olabilirdi .. ., ne Voconius'un ortak kararından daha yararlı olabilirdi .. ., ne Licinia yasası denli zorunlu görülebilirdi ... ? Ama devletin gönencinin aruşıyla tümü de silinmiş ve gömiilmiiştiir . .."]

sitive Recht ventanden." - Was die Zurechtweisung des Philosophen Favorinus durch den Rechtsge­ lehnen Sexıus Caecilius bei Gellius, Noctes Atticae, XX, i (22 f.], beırilfı, so spricht sie zunachst das bleibende und wahrhafte Prinzip der Rechtfer­ tigung des seinem Gehalte nach bloB Positiven aus. "Non ignoras," sagı Caecilius sehr gut zu Favorinus, "legum opporıuniıaJ,es et medelas pro temparum moribus et pro rerum pu­ blicarum gımeribus. ac pro utiliıatum prQi!Sentium rationibus, proque viti­ orum, quibus medendum est, ferv­ ribus, mutari ac jlect� neque uno stalu consistere, quin, ut facies coeli et maris, ita mıımatque fortunae tem­ pesıatibus varientur. Quid salubrius viswn est rogad.one illa Stolonis ... . quid utilius plebiscito Voconio ... , quid tam necessarium existimatum es ... , quam lex Licinia .. . ? Omnia tamen haec obliterata et operta sunt civitatis opulentia ... "* Diese Ge­ setze sind insofern positiv, als sie ibre Bedeuıung und ZweckmaBig­ keit in den Umstönden. somit nur einen historischen Wert überhaupt haben; deswegen sind sie auch ver­ ganglicher Naıur. Die Weisheit der Gesetzgeber und Regierungen in dem, was sie rür vorhandene Um­ stiinde geıan und ffir Zeiıverhiilt­ nisse festgesetzt haben, ist eine Sa­ che ffir sich und gehört der Würdi­ gung der Geschichte an, von der sie um so tiefer anerkannt werden wird, je mehr eine solche WUrdi­ gung von philosophischen Gesichıs­ punkten unterstützt ist. -Von den ferneren Rechtfertigungen der "["Du wei8L sehr wohl, daB dic Hilfs.. und Hcilmiuel der Geseıze, wenn sie wirksam .sein sollen, .sich immer wieder umwandeln und ver.indem miisscn,je nach den Sitten der Zeit und den Art.en der StaatsVerfassung sowie nach den Erfordemissen und Umstan­ den der Gegenwan und den Mangcln, denen abgcholfcn werden muD, und daD sie nicht in einem Zuscmd verharren dfırfen, ohne durch dic Shirme der Ercignisse und des Zu­ fallsso derVer.indenıng unterworfcn zu sein

""ie die Gestah und das Awsehen des Him­ mels und der Meerc. Was konnle heilsamer sein alsjener Gcseıze:svorschlag dcs Stolo ... , was

nfıtzlicher als der GemeinbeschluD dcs

Voconius ... , was hielt man ffır so nolwendig

wie das Llcinische Geseız ...? Und doch sind sie aile in Vergessenlıeit geraten und in den Schauen gesteUt durch die auilerordenlliche Wohlhabenheit des Staate.. ..."]

EINLEITUNG / GİRİŞ zwölf Tafeln gegen den Favorinus aber will ich ein Beispiel anfiihren, weil Caecilius dabei den unsterb­ lichen Betrug der Methode des Verstandes und seines Rasonierens anbringt. namlich für eine sclıkclıle Sadıe einen guten Gnınd anzugtben und zu meinen. sie damit gerecht­ fertigt zu haben. Flır das abscheu­ liche Geseız, welches dem Glii.ubi­ ger nach den verlaufenen Frlsten das Rechı gab, den Schuldner zu tôten oder ihn als Sklaven zu ver­ kaufen, ja, wenn der Gliubiger mehrere waren, von ihm sich Stücke

abzuschneiden und ihn so unler sich zu teilen, und zwar so, da8, wenn einer zu viel oder zu wenig obgeschnit­ ıen halle, ikm kırin Rlchtsan/eil da­ raus enlslehen solUe ( eine Klausel,

welche Shakespeares Shylock im Kaufmann von Venedig, zugute gekommen und von ihm dankbarst akzepıiert worden wii.re) , führt Cae­ cilius den guten Gnından, daJl Treu und Glauben dadurch um so mehr gesichert [seien] und es eben, um der Abscheulichkeit des Geseızes willen, nie zur Anwendung dessel­ ben habe kommen solJen. Seiner Gedankenlosigkeit enıgehı dabei nicht bloB die Reflexion, daJl eben durch diese Bestimmungjene Ab­ sicht, die Sicherung der Treu und des Glaubens, vernichtet wird, sondern da8 er selbst unmittelbar darauf ein Beispiel von der durch seine unmi.llige Strafe verfehlten Wirkung des Geseızes über die falschen Zeugnisse anführt. Was aber Herr Hugo damiı will, da8 Favorinus das Gesetz nicht ventanden habe, ist nicht abzuse­ hen;jeder Schulknabe ist wohl ra­ hig, es zu verstehen, und am be­ sten würde der genannte Shylock auch noch die angeführıe, für ihn so vorteilhafıe Klausel verstanden haben; - unter Verstehen müBte Herr Hugo nur diejenige Bildung des Verstandes meinen, welche sich bei einem solchen Gesetze durch einen guten Gnınd beru­ higt. - Ein anderes ebendaselbst dem Favcninus vom Caeciliw: nach­ gewiesenes Nichtverstehen kann übrigens ein Philosoph schon, ohne eben schamrot zu werden, eingestehen, - daO nimlich iu­ menlum, welches nur, "und nicht

35

örnek daha vereceğim, çünkü Caecilius burada Anlağın yönteminin ve sıradan uslamlama yolunun ölümsüz aldanmaca­ sını getirerek kötü bir olgu için iyi bir zemin ileri sürerve böylelikle onu aklamış olduğu sanısına kapılır. Ca,ecilius alacaklıya belli bir sürenin dolmasından sonra borçluyu öldürme ya da köle olarak satma, ya da eğer birden çok alacaklı varsa, barçluyu kesip

parçalara ayırma ve böylece aralarında pay­ laşma hakkını veren, dahası eğer alacaklılar­ dan biri çok fazla ya da çok az kesmişse, bun­ dan ötürü ona karşı bir suçlama getirilmesini gerektirmeyen korkunç yasayı tarnşır (bu son koşul Shakespeare'in Venedik Taciri'ndeki Shylock'a yarayacak ve onun tarafından minnettarlık ile kabul edilecektir) . Bu yasa için Ca,ecilius onun güven ve inancı büyük ölçüde sağlama bağladığı ve korkunçlu­ ğundan ötürü uygulamasına hiçbir zaman gerek kalmadığı yolundaki iyi zemini ileri sürer. Düşüncesizliği nedeniyle, tam olarak böylesine [ağır] bir belirlenimden ötürü söz konusu niyetin, e.d. güven ve inancın sağlama bağlanmasının boşa çıkacağı gibi bir gözlemi kaçırmak.la kalmaz, ama gide­ rek doğrudan doğruya yalancı tanıklara iliş­ kin yasanın ölçüsüz cezalardan ötürü zayıf­ layan etkisi konusunda bir örnek sunmaya geçer. - Ama Herr Hugo'nun Favori­ nus'un yasayı anlamadığını söylerken ne demek istediğini çıkarmak güçtür; her okul çocuğu bunu anlamaya bütünüyle yetenek­ lidir ve Shylock ona öylesine yararlı olacak olan bu önermeyi herkesten daha iyi anlayacaktı; - 'anlama ' ile Herr Hugo ancak böyle bir yasa durumunda kendini iyi bir zemin yoluyla yatıştırabilen anlak düzeyini demek istemiş olmalıdır. - Yine aynı bağlamda Ca,ecilius tarafından Favori­ nus' a yüklenen bir başka anlamama suçla­ ması hiç kuşkusuz bir filozofun yüzünü kızarunaksızın üstlenmesi gereken türde­ dir. Şöyle. Jumentumun - ki, bir arcera.dan

36

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIEDES RECHTS

ayrı olarak, yasaya göre bir hastayı tanık olarak mahkeme önüne getirebilmek için sağlanacak biricik araçur, - yalnızca bir at değil, ama bir araba ya da vagon anlamına gelecek bir yolda yorumlanması gerekir. Caecilius bu yasal belirlenimden eski yasa­ ların eşsizlik ve sağınlığı konusunda daha öte bir tanıt göstermeyi başarabildi, ve böy­ lece hasta bir tanığın mahkeme önüne çıkarılabilmesi için koşullan yalnızca bir at ve bir vagon arasındaki ayrıma değil ama bir vagon ve bir vagon, kendi deyimiyle örtülü ve döşeli olan ve bunun kadar rahat olmayan bir başkası arasındaki aynına dek götürdü. Böylelikle söz konusu yasanın sertliği ile böyle belirlenimlerin önemsiz­ liği arasında bir seçim yapılabilecekti, ama böyle şeylerin ve bir de bunların bil­ gince yorumlanışlarının önemsizliğini belirtmek bu ve daha başka bilginliklere karşı en büyük kabalık olacakur. Ama sözü edilen ders kitabında Herr Hugo Roma tüzesi açısından ussallık konu­ sunda da birşeyler söylemeye geçer. Aşa­ ğıda bu konuda bana çarpıcı gelen nok­ talan ele alacağım. Devktin doğ;uşundan on iki Tabl,ete dek süren dönemi incelerken (§ 38 ve 39) der ki, Roma' da "insanların sayı­ sız gereksinimleri vardı ve çalışmak zorun­ luydu, böylece yardımcı olarak çekme ve yük hayvanlarını kullanıyorlardı, tıpkı bizim durumumuzda olduğu gibi. Toprak tepeler­ den vadilere ve vadilerden tepelere geçiyor ve kent bir tepede uzanıyordu vb." - Bu alınular belki de Montesquieu nün düşün­ celerini yerine getirmek üzere amaçlan­ mışur, ama onun tinini yakalamış olduk­ larını söylemek güçtür. Daha sonra (§ 40) şunlar söylenir: "Tüzenin durumu usun en yüksek istemlerine doyum vermekten çok uzaku" (bütünüyle doğru; Roma aile tüzesi, kölelik vb. usun en küçük istemle­ rini doyurmaktan bile uzaktı) , ama Herr Hugo daha sonraki dönemler için Roma '

eine aTcera, ' nach dem Gesetze einem Kranken, um ihn als Zeugen vor Gericht zu bringcn, zu leisten sei, nicht nur ein Pferd, sondern auch eine Kmsche oder \ı\7agen be­ deuıeı haben soll. Caecilius konnıe aus dieser gesetılichen Bcstimmung einen weiteren Beweis von der Vor­ treffiichkeiı und Genauigkeiı der alten Gesetze zichen, da6 sie sich nii.mlich sogar darauf einlieBen, für die Sistienmg eines kranken Zeu­ gen vor Gericht die Bestimmung nichı bloB bis zum Unıerschiede von einem Pferde und einem Wa­ gen, sondcrn von Wagen und Wa­ gen, einem bedeckten und ausge­ füuerten, wie Caedlius erl3utert, und einem, der nicht so bequem ist, zu treiben. Man h3ue hiennit die Wahl zwischen der H3rte jenes Ge­ setzes oder der Unbedeutendheit solcher Bestimmungen, - aber die Unbedeuıendheiı von solchen Sa­ chen und vollends von den ge­ lehrtcn Erliuterungen dersclbcn auszusagen, \\-Urde einer der gröB­ ten VerstöBe gegen diesc und ande­ re Gelehrsamkeit sein. Hcrr Hugo kommı aber auch im angeführıen Lehrbuche auf die Vemiinfligkeit in Ansehung dcs römischen Rechts zu sprechen; was mir davon aufgestoBen ist, ist

folgcndes. Nachdem dersclbe in der Abhandlung des Zeitraums von

Entsll!hung des Sıaaıs bis aufdrezwölf Tafeln § 38 und 39 gesagt, "daB man (in Rom) viele Bedürfnisse gehabı und genôtigt war, zu arbeiten, wo­ bei man a1s Gehilfen Zug- und 1.ası­ tiere brauchte, wie sie bei uns vor­ kommen, daB der Boden eine Ab­ wechslung von Hfıgeln und Talem war und die Stadı auf einem Hügel lag usw.• - Anführungen, durch welche vielleichı der Sinn Monıes­ quieus hat erfüllt sein sollen, wo­ durch man aber schwerlich seincn Geist getroffen Cinden wird -, so führı er nun §40 zw:ır an, "daB der m:hllicheZustand noch sehr weit da­ van entfernt war, den höchsten For­ derungen der Vemunftein Genüge zu tun" (ganz ıichtig; das römische Familienrecht, die Sklaverei u.sf. tut auch sehr gcringen Forderungen der Vernunfı kein Genüge), abcr bei den folgenden Zeitraumen \"ergiBt Hcrr Hugo anzugeben, in

EINLEITUNG / GİRİŞ welchem ·und ob in irgendeinem derselben das rômische Recht den höchsten Fordenmgen der Vernunft Geniige geleistet habe. Jedoch von den juıistischen Klas­ sikern, in dem Zeiucıume der hbch­

sten A usbildung des romisclıen Rechıs als Wis.,.nsclıaji, wird § 289 gesagt, "da.6 man schon lange beıncrkı, daB die juristischen K.1assiker durch Philosophie gebildet wa­ ren"; aber "wenige wissen (durch die vielen Aııllagen des Lehr­ buchs des Herm Hugo wissen es nun doch mehrere) , daB es kcine Art von Scariftstellem gibt, die im konsequcnten SchlicBen aus Grunds:itzen so sehr verdienten, den Mathematikern und, in ciner ganz auffallenden Eigcnheit der Entwicklııng der Begriffc, dem neueren Schöpfer der Metaphy­ sik an die SeitegeseU.t zu werden, aJs gcrade die römischen Recht.sge­ Jchrten: Jeızteres bclege der merk­ würdige Umstand, da.6 nirgend so viele Triclıolomien vorkommen als bei den juristischen Klassikern und bei Kant." -Jene von L.eib­ niz gerühmte Konsequenz ist ge­ wi6 cine wesentJiche Eigenschaft der Rechtswissenschaft, wie der Maıhematik und jetler anderen ·verst3.ndigen Wissenschaft; aber mit der Befıiedigung der Forde­ rungcn der Vemunft und mit der philosopbischen Wisscnschaft hat diese Verstandeskonsequenz noch nichts zu tun. AuOerdem ist aber wohl die Jnkonsequenz. der rômischen Rechtsgelehrten und der Pri.toren als eine ihrer grôBten Tugenden zu achten, als durch weJche sic von un­ gerechten und abscheulichen lnstitutionen abwichen, aber sich genötigt sahen, callide Jeere Wortunterschiede (\vie das, was doch auch Erbschaft war, eine Bonorum possessio zu nennen) und eine selbst alberne Ausllucht (und Albernheiı ist gleichfalls eine In­ konsequenz) zu ersinnen. um den Buchstaben der Tafeln zu retten, wie durch die fictio, Vır6Kpıaı), einefilia sei ein filius (Heineccius, Anliquitatum Romanarum . .. liber 1 [Frankfurt 177 1 ) . tiı. il, § 24). - Possierlich aber ist es, die ju­ ristischen Klassiker wegen einiger tricholomischer Einteilungen -

37

tüzesinin usun en yüksek istemlerine doyum verebildiği. dönemlerin olup olmadığını, olmuşsa hangilerinde olduğunu söylemeyi unutur. Gene de Roma tüzesinin bilim ola­ rak en yüksek gelişim dönemindeki klasik tüzecilere ilişkin olarak şunlar söylenir (§ 289): "Klasik tüzecilerin felsefe tarafından eğitilmiş o�duk.ları çoktandır gözden kaç­ mayan bir olgudur"; ama "çok az kimse­ nin bildiği gibi (gene de, Herr Hugo nun ders kitabının birbirini izleyen baskıları yoluyla şimdi daha çok kimsenin bildiği gibi), Roma tüze bilginlerinden başka, ilke­ lerden tutarlı tasımlar türetmede öylesine yararlı olan matematikçilerin ve kavram­ ları geliştirmedeki çarpıcı özgünlükleri ile metafiziğin yeni yaratıcısının yanına koyula­ cak hiçbir yazarlar sınıfı daha yoktur: Klasik tüzecilerden ve Kant'tan başka hiçbir yerde böylesine çok üçleme ile karşılaşılama­ ması gibi dikkate değer bir olgu bu yorumu doğrular." - Leibniz tarafından övülen o tutarlılık hiç kuşkusuz tüze biliminin özsel bir özelliğidir, tıpkı matematiğin ve daha başka Anlak bilimlerinin de olduğu gibi; ama gene de bu Anlak tutarlılığının Usun istemlerinin doyumu ve felsefi bilim ile hiç­ bir ilgisi yoktur. Bundan başka, Roma tüze bilimcilerinin ve praetorlannın mantıksız­ lıktan hiç kuşkusuz en büyük erdemlerin­ den biri sayılmalıdır, çünkü bu mantıksız­ lık onlara haksız ve korkunç yasalardan kaçınma olanağını sağlıyordu -, gerçi cal­ lide [kurnazca] boş sözel ayrımlar (örne­ ğin bir kalıt olmuş olan şeye gene de bir Bonorum possesio demek) ve giderek aptalca bahaneler (ve aptallık da benzer olarak bir mantıksızlıktır) uydurmak zorunda olduk­ larını görüyor, çünkü Tabletlerin ruhunu ancak örneğin bir .filianın bir .filius olduğu biçimindeki .fictio, ıin6Kpıaıç, yoluyla kur­ tarabiliyorlardı. (Heineccius, Antiquitatum Rnmanarum . . . liber1 [Basel 1 752, Frankfurt 1 771 ] , tit. il, § 24) . - Klasik tüzecilerin '

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIE DF.S RECHTS

38

kimi üçlü bölümlemelerden ötürü - aynı yerde 5. notta verilen örneğe göre - Kant ile karşılaştınldığını ve öyle birşeye kavram­ lann gelişimi dendiğini görmek gülünçtür.

vollencls nach den daselbst Anm.

5 angeführten Beispielen - mit

Kanı

zusammengestellt und so

eıwas Ennvicklung der Begriffe geheillen zu sehen.

§4 Hakkın temeli genel olarak tinsel olandır ve daha tam yeri ve başlangıç noktası İstençtir. İstenç özgürdür, ve böylece özgürlük Hakkın tözünü ve belirlenimini oloşturur ve Hak Diz­ gesi edimselleşmiş özgürlüğün ülkesi, Tinin bir ikinci doğa olarak kendi içinden türettiği dünyasıdır. Ek. İstencin özgürlüğünü açıklamanın en iyi yolu fizik­ sel doğaya başvurmaktır. Özgürlük buna göre İstencin temel belirlenimidir, tıpkı ağırlığın cisimlerin temel bir belirlenimi olması gibi. Özdek ağırdır dendiği za­ man bu yüklemin yalnızca olumsal olduğu sanılabilir; ama bu böyle değildir çünkü özdekte ağır olmayan hiçbirşey yoktur. Tersine, özdek ağırlığın kendisidir. Ağırlık cismi oluşturur ve cisimdir. Özgürlük ve İstenç açısından da durum böyledir, çünkü özgür olan İstenç­ tir. Özgürlüksüz İstenç boş bir söz iken, Özgürlük ise yalnızca İstenç olarak, Özne olarak edimseldir. Ama İstencin düşünce ile bağıntısına gelince, bu noktada şunları belirtmek gerekir. Tin genel olarak düşünce­ dir, ve insan kendini hayvandan düşünce yoluyla ayırır. Ama insanın bir yandan düşünen ve öte yandan iste­ yen olduğu, bir cebinde düşünceyi ötekinde ise isteği taşıdığı düşünülmemelidir, çünkü bu boş bir düşünce olacaktır. Düşünme ve isteme arasındaki aynın yalnız­ ca kuramsal ve kılgısal tutumlar arasındaki ayrımdır. Ama bunlar hiç kuşkusuz iki yeti değildir, tersine İs­ tenç tikel bir düşünme kipidir: Kendini varoluşa çe­ viren düşünme, kendine belirli-varlık verme dürtüsü olarak düşünmedir. Düşünce ve İstenç arasındaki bu aynın şöyle anlatılabilir. Bir nesneyi düşünürken, onu düşünce yapar ve ondan duyusal olanı uzaklaştınnm; onu özsel olarak ve dolaysızca benim olan birşey yapa­ nın: Çünkü ancak düşünürken kendimdeyimdir, an­ cak kavrama edimi nesnenin içine işleyiştir ki, nesne bundan böyle bana karşı durmaya son verir ve ondan bana karşı kendi için taşımış olduğu özünü almış olu­ rum. Adem'in Havva'ya "Sen benim etimin eti ve ke­ miğimin kemiğisin" sözleri gibi, Tin de "Bu benim ti­ nimin tinidir" der, ve yabancılık yitmiştir. Her tasanın bir evrenselleştirmedir, ve bu sonuncusu düşünmeye

§4 Der Boden des Rechıs ist ıibcrhaupt das Geistig. und seine niihere Stel­ le und Ausgangspunkı der

Wille,

welcher feri isı, so daJl die Freiheiı seine Substanz und Bestimmung

ausmacht und das Rechıssystem das

Reich der venvirklichten Freiheit,

die Welt des Geisıes aus ihm selbsı henrorgebracht. als eine zweite Natur, ist.

Zwatz. Dic Freiheil des WiUcns ist am bc­ sıcn durch einc Hinweisung auf dic phy· sische Natur zu erkliren. Die Freiheit ist nimlich ebenso cine Grundbcstimmung des Willens, wie die Schwere eine Grund­ bestimmung der Körper ist. Wenn man sagt., die Materic ist schwer, so könnte man meinen, dieses Pri.dikat sei nur zurallig; es ist es abcr nich1, denn nichts ist unschwer an der Matcrie: diese ist vielmehr die Schwcre selbst. Das Schwcrc macht den Körper aus und ist der Körper. Ebenso ist es mit der Freiheit und dem Willen, denn das Freie ist der Wille. Wille ohne Freiheit ist ein leercs Won, so wie die Frciheit nur als Wille, ats Subjckı wirklich İSL Was aber den Zusammenhang des Willcns mit dem Denken betrifrl, so ist darüber folgendes zu bemerken. Der Geist ist das Denken überhaupt, und der Mensch unterschei­ det sich vom Tier durch das Denken. Aber man muO sich nicht vorstellen, daJ) der Mensch einerseils dcnkend, anderersehs wollend sei und da8 er in der einen Tasche das Denken, in der anderen das Wollen habe, denn dies wice cine leere Vonıel­ lung. Der Unterschied zwischen Denken und 'Willen ist nur der zwischen dem theo­ retischen und prnktischen Verhaltcn, abcr es sind nicht eı:wa zwei Vennögen, sondem der Willc ist cine besondere Weise des Denkens: das Denken als sich übenetzend ins Dasein. a1s Trieb, sich Dasein zu geben. Dieser Unterschied zwischcn Denken und Willen kann so ausgedrückt werden. ln­ dcm ich einen Gegensıand denke, mache ich ihn zum Gedanken und nchme ihm das Sinnliche; ich mache ihn zu etwas, das wesenıJich und unmiuelbar das Meinige ist: denn erst im Denken bin ich bei mir, erst das Begreifen ist das Durchbohrcn des Gegensıandes, der nicht mehr mir gegenübcrsteht und dem ich das Eigenc gcnommen habe, das er für sich gegen mich hane. Wie Adam zu [va sagt, du bist Fleisch von mcincm Fleiseh und Bcin

EINLEITUNG / GİRİŞ von mcinem-Bein, so sagt der Geist, dics isı Geist von meinem Gcist. und die Frcmdheit ist venchwunden.Jede Vorstellung isı cine Verallgemeinerung, und diese gehOrt dem Denken an. Etwas allgemein machen hei8t. es denken. leh isı das Denken und ebenso das Allgemcine. Wenn ich leh sage, so las­ se ich darin jede Bcsonderheit fallen, den Charakter. das Naıurell, die Kenmnisse, das Aher. leh ist ganz leer, punktµell, einCach, abcr titig in dieser Einfachhciı. Das bunte Gemiilde der Welt ist vor mir: ich sıehe ihm gegenüber und bebe bei dicsem Verhahen den GegensalZ auf, mache diesen lnhalt zu dem meinigen. leh isı in der Welı zu Hause, wenn es sie kennı, noch mehr, wenn es sie begriffcn hat. Soweit das Lheorctische Vcr­ hahen. Das praktische Vcrhalten ffi.ngt dage­ gcn bcim Denken, beim leh selbstan und er­ scheint zuvôrderst a1s entgegcngcsetzt, weil es n:imlich glcich cine Trennung aurstellt. lndcm ich praktisch, t:itig bin, das hciOı handele, bestimme ich mich, und mich be­ stimmen heiBt, eben einen Unterschied set­ zcn. Aber diese Unterschicdc, die ich setze, sind dann wiedcr die meinigen, dic Bestim­ mungen kommen mir zu. und die Zwecke, wozu ich geuieben bin, gchôren mir an. Wcnn ich nun auch dicse Bestimmungcn und Unterschiede herawlasse, das heiOt in die sogenannte AuOcnwelt setze, so blciben sie doch die meinigcn: sie sind das, was ich gcı.an, gemacht habe, sie U"agen die Spur meines Gcistes. Wenn dieses nun der Un­ tcrschied des theoretischen und praktischen Verhaltens ist, so ist nunmehr das Verhiltnis beider anzugeben. Das Theoretischc isl we­ sentlich im Pr.ıktischen enthalıen: es geht gegen die Vorstellung, dail beide getrennt sind, denn man kano keincn Willen haben ohne Intelligenz. im Gegenıeil, der Wille ha.J.t das Theoretische in sich: der Wille be­ stimmt sich; diese Bcsı:immung ist zumichn ein lnneres: was ich will. stelle ich mirvor, ist Gegenstand ffi:r mich. Das Tier handelı nach lnstinkt, wird durch cin lnneres gelrieben und ist so auch praktisch, abcr es hat keinen Willen, weil es sich das nichı vorstellt, was es begehn. Ebensowenig kann man sich abcr ohne W-ıJlcn theoretisch verhalten oder den­ ken, denn indem wir denken, sind wir eben titig. Der lnhalt des Gcdachıen erhilt wohl die Form des Seienden, aber dies Seiende ist cin Venniueltcs, durch unsere Tatigkeh Gcseı:ztcs. Dicse Unterschicde sind a1so un­ trennbar: sie sind eines und dassclbc, und injeder T:itigkeit, sowohl des Denkens als Wollens. finden sich beide Momente.

in Ansehung der Freiheiı des Wil­ lens kann an die vormalige Ver· fahrensart des Erkennens erinnerı werden. Man setztc nimlich die Vorsıellung des Willens voraus und versuchte, aus ihr eine Defınition desselben herauszubringen und festtusetzen; dann wurde nach der

39 aittir. Birşeyi evrensel yapmak onu düşünmek de­ mektir. 'Ben' düşünmedir ve o denli de evrenseldir. 'Ben' dediğim zaman, orada tüm tikelliği - karakter, doğallık, bilgi, yaş - bir yana bırakırım. 'Ben' bütü­ nüyle boş, noktasal, yalın, ama gene de bu yalınlık içinde etkin olandır. Dünyanın rengarenk tablosu önümdedir: Onun karşısında durur ve bu tutumda karşıtlığı ortadan kaldım, bu içeriği benim içeriğim yapanın. 'Ben' dünyayı tanımışsa, daha da ötesi, onu kavramışsa, orada kendi evindedir. Kuramsal tutum konusunda bu kadar. Öte yandan kılgısal tutum dü­ şünmede, 'Ben'in kendisinde başlar ve önce karşıt tutum olarak görünür, çünkü bir tür bölünme yara­ ur. Kılgısal ya da etkin olduğumda - ki davranmak­ ta olduğum anlamına gelir - kendimi belirlerim, ve kendimi belirlemem yalnızca bir ayrım koymam de­ mektir. Ama koyduğum bu ayrımlar da yine benim aynmlanmdır, belirlenimler bana döner, ve uğruna çabaladığım amaçlar bana aittir. Şimdi bu belirlenim ve aynmlan dışarıya bırakacak olursam, eş deyişle dış dünya denilen alana koyacak olursam, gene de benim olarak kalırlar: Benim yapuklanm, benim ettiklerim­ dirler, benim tinimin izini taşırlar. Eğer bu yalnızca kuramsal ve kılgısal tutumlar arasındaki ayrım ise, şimdi aralarındaki ilişkiyi vermeye geçebiliriz. Ku­ ramsal özsel olarak kılgısalda kapsanır: İkisinin ayn oldukları düşüncesinin karşısında olmalıyız, çünkü Anlık olmaksızın hiçbir İstenç olamaz. Karşıt olarak, İstenç kuramsalı kendi içinde taşır: İstenç kendini belirler; bu belirlenim ilk olarak içsel birşeydir: İs­ tediğim şeyi kendi 'önüme koyarım' [= tasarlarım] . benim için nesne olur. Hayvan içgüdüye göre davra­ nır, içsel birşey tarafından güdülür ve böylece o da kılgısaldır, ama bir İstenci yoktur, çünkü istemekte olduğunu düşünmez. Öte yandan bir insanın İstenç olmaksızın kuramsal olarak davranması ya da düşün­ mesi eşit ölçüde olanaksızdır, çünkü düşünürken ayru zamanda o denli de etkinizdir. Düşünülenin içeriği hiç kuşkusuz varolan birşey biçimini kazanır, ama bu varolan bizim etkinliğimiz yoluyla koyulmuş dolaylı birşeydir. Bu ayn tutumlar öyleyse aynlamazdır: Bir ve aynıdırlar, ve ister düşünme, isterse isteme olsun, tüm etkinliklerde her iki kıpı da bulunur.

İstenç Özgürlüğü ile ilgili olarak eski bil­ me yöntemi anımsanabilir. Buna göre İs­ tencin bir tasarımı varsayılır ve bundan onun bir tanımı üretilmeye ve saptanma­ ya çalışılırdı; sonra eski görgül ruhbilimin yordamına göre sıradan bilincin pişman-

40

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHJEDES RECHTS

lık, suç ve benzerleri gibi çeşitli duyum ve görüngülerinden bunların yalnızca öı.gür istenç yoluyla açıklanmaları gerektiği ileri sürülerek İstencin özgür olduğu yolunda­ ki sözde tanıt elde edilirdi. Ama özgürlü­ ğün bilincin bir olgusu olarak verili olduğu ve buna inanılması gerektiği biçimindeki kısa yolu tutmak daha uygundur. İstencin özgür oldıığ;u ve İstenç ve Özgürlüğün ne oldukları - bunları tümdengelim yoluyla çıkarsamak, daha önce belirtilmiş olduğu gibi (§ 2 ) , ancak bütünün bağlamı için­ de yer alabilir. Bu öncüllerin temel çiz­ gilerini - Tinin ilk olarak Anlık olduğu ve duygudan tasarıma ve ondan düşünce­ ye dek gelişiminde içlerinden geçtiği be­ lirlenimlerin onun kendini İstenç olarak üretiş yolunu oluşturduğu ve İstencin ge­ nelde kılgısal Tin olarak Anlığın en yakın gerçekliği olduğu - Felsefi Bilimler Ansik­ lopedisi başlıklı çalışmamda (Heidelberg 1817) § 363-399'da [§ 440-82] açımlamış­ um ve gelecekte daha öte işlenişlerini ve­ rebilmeyi umuyorum. Bu yolla Tinin do­ ğasının umudettiğim daha temel bir bil­ gisine kendi katkımı yapabilmek benim için çok büyük bir gereksinimdir, çünkü aynı yerde (§ 367 [§ 444] , Not} belirtildiği gibi, hiçbir felsefi bilim genellikle Ruhbi­ lim adı verilen Tin Öğretisi kadar göz ardı edilmiş ve kötü bir duruma düşmüş değil­ dir. - İ stenç Kavramının Girişin bu ve izleyen paragraflarında verilen ve o ön­ cüllerin sonucu olan kıpıları söz konusu olduğunda. herkes özbilincine başvura­ rak onların bir tasarımını oluşturabilir. Herkes ilk olarak ne olursa olsun her­ şeyi soyutlayabilme, benzer olarak ken­ di kendisini belirleyebilme, her içeriği kendi çabasıyla kendi içinde koyabilme ve aynı yolda daha öte belirlenimler için örnekleri özbilincinde bulma yeteneğini kendisinde görebilir.

Weise der vonnaligen empirischen Psychologie aw den verschiedenen Empfındungen und Erscheinungen des gewöhnlichen BewuOıseins als Reue, Schuld und dergleichen, als welche sich nur aus dem jreien Willen sollen

erklnren

lassen, der

sogenannıe IJeweis gefiihrt, daO der Wille frei sei. Bequemer isı es aber. sich kurzweg daran zu halıen, daO die Freiheit als eine Talsaclıe des BewuBtseins

gegehen sei

und an sie

geglaubtwerden müsse. Dajder Wil­ le frei und was Wille und Freiheit ise - die Deduktion hiervon kann, wie schon bemerkt ist

(§ 2),

a\lein im

Zusammenhange des Ganzen stau­ finden. Die Grundzllge dieser Prii­ misse - daB der

ligeıız und daB

Geisı zuniichsı Jntel­

die Destimmungen.

durch welche sie in ihrer Ennvick­ lung forıgeht, vom Gefühl durch Vtmtellen zum Denke" der Weg sind, sich als

«'illk hen>orzubringcn, wel­

cher, als der praktischc Geist iiber­ haupt, die n:ichsle WahrheiL der Imclligenz ist - habe ich in mei­ ner

Enıyhlopiidie der /ıhi/osoplıisc/ıen

Wissenschaften (Heidelberg

§ 363-399

1857)

dargesıellt uııd hoffe,

deren weitere Ausfli hrung dcr­ einst geben zu können. Es ist mir um so mehr Bcdlırfnis, dadurch, wie ich hoffe , zu grfındlicherer Erkennmis der Natur des Geistes das Meinige beizutragen, da sich,

wie daselbst, §

367 [3. Aun. § 444 ]

Anm., bemerkt ist, nicht leicht eine philosophische Wissenschaft in so vernachlissigtcm und schlechtem Zusıande belindeı als die Lehre vom

Geiste, die man gewöhnlich Psycho­ logie nennı. - in Ansehung der in diesem und in den folgenden Paragraphen der Einleiıung ange­ gebenen Momente des Begriffes des Willens, welche das Resul tal jener Primisse sind, kann sich übrigens zum Behuf des Vorsıellens auf das SelbsıbewuJltsein eines jeden beru­ fen werden. jeder wird zumkhst in sich finden, von ailem, was es sei, ab­ stra.hieren zu können, und ebenso sich selbst bestimmen, jeden lnhalt durch sich in sich setzen zu können, und ebenso fii.r die weiteren Be­ stimmungen das Beispiel in seinem SelbsıbewuOtsein haben.

EINLEITUNG / GİRİŞ

41

§5

Der Wille enthfilt cı) das Element der

11!i11en Unbestimmtheit oder der reinen

Reflexion des leh in sich, in welcher jede Beschriinkung, jeder durch die Naıur, die Bediırfnisse, Begierden und Triebe unmiuelbar vorhandene oder, wodurch es sei, gegebene und bestimmte Inhalt aufgelöst ist; die schrankenlose Unendlichkeit der nl>­

.mt...ten Ab.­ sta11:1. ebensosehr als Wirlılichkeiı und Notwendigluiı exisıiert wie als subjektiver Wille;- die /dnin ih­ rer an und für sich allgemeinen Existenz; die SiııüchlreiL Die sittliche Substanz aber isı gleich falls

a) natürlicher Geist; - die Familie, b) in ihrer Entzweiung und Er.rclın­ nung; - die bürgorliclıe Gese/J.schaft, c) der Staat, als die in der freien Selbsıindigkeit des besonderen Willens ebenso allgemeine und objekıive Freiheiı; - welcher wirkliche und organische Geisı a) eines Volks sich p) durch das Verhalınis der besonderen Volksgeisıer hindurch y) in der Welıgeschichıe zum allgemeinen Welıgeisıe wirklich wird und of­ fenbarı, dessen Reclıı das höcluu İSL Dall eine Sache oder lnhalı, der ersı seinem Begriffenach, oder wie er an sich ist, gesetzt ist, die Gestalı der Unmitıelbarlıeiı oder des Seins hat, isı aus der speku­ lativen Logik vorausgeseut; ein anderes ist der Begriff, der in der Furm ths Begriffs für sich ist; dieser ist nicht mehr ein Unmittelbares. - GleichentJeise ist das die Ein­ teilung bestimmende Prinzip vo­ r.msgesetzL Die Einteilung kann auch als eine historischeVorawan­ gabe derTeile angesehen werden, denn die verschiedenen Stufen müssen als Entwicklungsmo­ mente der ldee sich aus der Natur des Inhalts selbsı hervorbıingen. Eine philosophische Einıeilung ise Uberhaupt nicht eine 3.uBer­ liche, nach irgendeinem oder mehreren aufgenommenen Ein­ ıeilungsgründen gemachıe auDere Klassifizierung eines vorhandenen Stoffes, sondem das immanente Un ıerscheiden des Begriffes selbsL - Moraüıiil und Silıüchkeil, die gewöhnlich eıwa als gleich­ bedeutend gehen, sind hier in wesentlich verschiedenem Sinne genommen. Inzwischen scheint auch d.ie Vorstellung sie zu unter­ scheiden; der Kanıische Sprachge­ brauch bed.ient sich vorzugsweise des Ausdrucks Moralitii4 wie denn die praktischen Prinzipien dieser

67

laşmışur; - öyle bir yolda ki, Töz olarak Özgürlük hem Edimsellik ve Zorunluk ola­ rak hem de öznel İstenç olarak varolur; kendinde ve kendi için evrensel varoluşu içindeki İdea; Törellik_ Ama Törel Töz benzer olarak (a) doğal Tindir, - Aile; (b) bölünmüşlüğü ve görüngüsü içinde, Yurttaş Toplumu; (c) Devlet, ki tikel İstencin özgür kendine­ bağımlılığında eşit ölçüde evrensel ve nes­ nel özgürlük olarak vardır; ( a) bir ulusun bu edimsel ve örgensel tini kendini (13) tikel ulusal tinlerin ilişkisi yoluyla (y) dün­ ya tarihinde evrensel Dünya-Tinine edim­ selleştirir ve ortaya serer ki, Hakkı en yük­ sek Hakur. İlkin Kavramına göre ya da kendinde ol­ duğu gibi koyulan bir şeyin ya da içeriğin dolaysızlık ya da varlık şeklini taşıması ol­ gusunu burada kurgul Manukta tanıtlan­ mış olarak varsayıyoruz; Kavramın biçimin­ de kendi için olan Kavram başka birşeydir ve bundan böyle dolaysız birşey değildir. - Benzer olarak Bölümlemeyi belirleyen ilke de yalnızca varsayılmışur_ Bölümleme bölümlerin tarihsel bir ön-bildirimi olarak da görülebilir, çünkü değişik basamaklar kendilerini İdeanın açınımının kıpıları ola­ rak içeriğin kendisinin doğasından üret­ melidir. Felsefi bir bölümleme genel ola­ rak verili bir gereç üzerine önceden kabul edilmiş bir ya da daha çok dışsal bölümle­ me zeminine göre getirilen dışsal bir sınıf­ landırma değil, ama Kavramın kendisinin içkin aynmlaşmasıdır_ Ahlak ve Törellik [Moralitatve Sittlichkeit olarak. Almanca'da] genellikle eş-anlamlı olarak geçerli olsalar da, burada özsel olarak ayrı anlamlarda alınmışlardır. Gene de, tasarımsal düşün­ ce bile bunları ayınyor görünür; Kantçı dil kullanımı 'Moralitat ' anlatımından yarar­ lanır, çünkü bu felsefenin kılgısal ilkeleri kendilerini baştan sona bu Kavrama sınır-

68

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIE. DES RECHTS

larken, 'Sittlichkeit 'ın duruş noktasını bü­ tünüyle olanaksızlaşnnr, giderek onu ke­ sinlikle hiçe indirir ve küçümserler. Ama gene de, 'Moralitat ' ve 'Sittlichkeit ' köken­ bilimsel olarak eşanlamlı olsalardı bile, bu durum bu ayn sözcüklerin ayn Kavranılan belirtmek için kullanılmasının önüne geçemezdi. Ek. Burada Haktan söz ettiğimiz zaman sözcük yalnız­ ca ondan genellikle anlaşılan Yurttaşlık Tüzesini de­ ğil, ama benzer olarak buraya ait olan Ahlak, Törellik ve Dünya Tarihini de imler, çünkü Kavram düşün­ celeri gerçekliğe göre bir araya toplar. Özgür istenç soyut kalmamak için kendine ilk olarak bir belirli­ varlık vermelidir, ve bu belirli-varlığın ilk duyusal ge­ reci 'nesneler,' eş deyişle dışsal Şeylerdir. Özgürlü­ ğün bu ilk kipi MüDıiyet olarak da tanımamız gereken kiptir, biçimsel ve soyut Hak alanıdır; yine, dolaylı şekli içindeki Mlılkiyet SözleşT1111 olarak ve bozulmuş­ luğu ya da çiğnenmişliği içindeki Hak i�e Suç ve Ceza olarak bu alana aittir. iye olduğumuz Ozgürllık Kişi olarak adlandırdığımız şeydir, eş deyişle özgür olan ve dahası kendi için özgür olan ve kendine şeylerde bir belirli-varlık veren Öznedir. Ama belirli-varlığın bu yalın dolaysızlığı Özgürlüğe uymaz, ve bu belirle­ nimin olumsuzlanması Ahlak alanıdır. Bundan böyle yalnızca bu dolaysız şeyde özgür değilimdir; tersine, ortadan kaldınlmış dolaysızlıkta da özgürumdlır ki, kendi içimde, öznel olanda özgür olduğum anlamı­ na gelir. Bu alanda herşeyin gelip dayandığı nokta benim içgörum, benim niyetim, benim amacımdır, çünkü dışsallık ilgisiz olarak koyulmuştur. Ama bura­ da evrensel erek olan İyinin yalnızca benim içimde kalmaması, tersine kendini olgusallaşnrması gerekir. Eş deyişle, öznel istenç kendi İçinin, e.d. ereğinin dış­ sal varlık kazanmasını, böylece İyinin dışsal varoluşta tamamlanmasını ister. Ahlak ve daha önceki biçim­ sel Hak kıpısı, ikisi de soyutlamalardır ki gerçeklik­ leri ilkin Tiirelliktir. Törellik böylece kendi Kavramı içindeki istencin ve bireyin istencinin, e.d. öznenin istencinin birliğidir. Törelliğin ilk belirli-varlığı sev­ gi ve duygu biçimi içinde yine doğal birşeydir: Aile; birey burada kapalı kişiselliğini ortadan kaldınr ve kendini bilinci ile birlikte bir bütünün içinde bulur. Ama sonraki basamakta asıl törelliğin ve tözsel birli­ ğin yitişini görürüz: Aile dağılır, ve üyeler birbirlerine karşı bağımsız olarak davranır, çünkü onları yalnızca karşılıklı gereksinim bağı kuşanr. Bu Yurttaş Toplumu

Philosophie sich durchaus auf diesen Begrilf beschr.inken, den Sıandpunkt der Siıtlichkeit sogar unmöglich machen. ja selbsL sie ausdrücklich zemichten und em­ pören. Wenn aber Moralilit und Sittlichkeiı ihrer El}'Illologie nach auch gleichbedeutend wiren, so hinderte dies nicht, diese einmal venchiedenen Wone fürverschie­ dene Begrilfe zu benuızen.

Zusalz.. Wenn wir hier vom Rechte sprechen, so mcincn wir nicht bloB das blırgcrlichc Rccht., das man gcwöhnlich darunıcr \'Cr­ stcht, sondern Moralitiit, Sittlichkeiı und Wchgcschichtc, dic ebcnfall"I hicrhcr gc­ hôrcn, weil der Begriff dic Gedanken der Wahrheit nach zusammenbringt. Der frcie Willc muB sich zunichst, um nicht abstrakı zu blcibcn, cin Dasein geben. und das e�ıe sinnliche Maıcrial dicscs Dascins sind die Sachcn, das hciBt dic 3u8crcn Dinge. Dicsc crste Wcise der Freihciı ist die, welche wir als

Eigmtum kennen

sollcn, dic Sphirc dcs for­

mcllcn und abstr.ı.kıen Rechts, wozu nichı minder das Eigcntum in seiner vcnniuchen Gestalt als Vertrag und das Recht in scincr Vcrlcızung als Verlnulıen und Straft gchôrcn. Dic Freiheiı. die wir hier habcn, ist das, w.ı.s wir Pcrson ncnncn, das heiill das Subjekı, das frci und zwar für sich frci ist und sich in den Sachen cin Dascin gibL Dicsc bloBc Unmiuelbarkciı des Daseim aber ist der Freihcit nicht angcmessen, und die Nega­ tion dicser Bcstimmung ist die Sphirc der

Moraliliil. leh bin nicht mehr bloD frei in die­ ser unmittclbaren Sache, sondcm ich bin es auch in der aufgehobencn Unmiuclbarkcil., das heiDt ich bin es in mir selbst, im Su!> jcktiven. in diescr Sphire ist es, wo es auf meine Einsicht und Absicht und aufmeinen Zwcck ankommı, indem die AuOcrlichkeit

als glcichgültig �czı wird. Das Gute, das hier der allgemeine Zwcck ist, soll abcr nichı bloB in meinem lnneren bleibcn, sondcm es soll sich rcalisieren. Der subjektive Wille n3mlidı forden, daO sein lnnen:s, das heiBı sein Zwcck, iuBeres Dasein erhalte, daB also das GUle in der iuBerlichen Existenz solle vollbr.ıcht werden. Die Mor.ılitit, wie das frühcre Moment des formellen Rcchts, sind beide Abstraktionen, deren Wahrheit cnı dic

Siuliı:hlteit isL Die Sittlichkeil i!l so

die Einheit des \\'illens in seinem Begriffc

und des Willem des Einzelncn, das heiBı dcs Subjekts. lhr entes Dascin sit wicderum cin Naıürliches, in Form der Llebe und Empfin· dung: die

Farnili�

scinc sprôdc

das lndividuum hat hier

Persônlichkcit aufgchoben

und bclindct sich mil seinem BewuDtsein in cinem Ganzen. Aber auf der folgenden Stu­ fe ist der Vcrlust der cigcntlichcn Sittlichkcit und der substanriellcn Einheit zn schcn: dic Familie zcrf.illt, und die Glicder verhalten sich als selbstindige zucinandcr, indem mır

EINLEITUNG / GİRİŞ das Band des gegenscitigcn Bcdürfnisses sic umschlingt. Diese Slufe der

bıiıgn'liclıen �U­

scluıft hat man h3ufig für den Sıaat angcschcn.

Aber der Staal ist erst das Driue, dic Sittlichkeiı und der Geist, in wclchem die ungchcure Ver­ einigung der Selbstirıdigkeiı der Individualitat und der allgcmeincn Subswıtialitit stauündcL Das Rcchl dcs Staaıcs isı daher hôher als an­ dere Snıfen: es ist dic Frciheit in ihrer konkre­ tcsten Gesı.altung, welchc nur noch unter die höchste absoluıe Wahrheit des Weltgcistes ffillL

69 basamağı sık sık Devlet olarak görülmüştür. Ama

Deukt ilkin üçüncü basamak olarak, Törellik ve Tin

olarak varolur ki, onda bireyselliğin bağımsızlığının ve evrensel tözselliğin muazzam birleşmesi yer alır. Devletin Hakkı buna göre önceki evrelerin üzerin­ de durur: En somut şekillenişi içindeki Özgürlük­ tür ve böylece yalnızca Dünya-Tininin en yüksek saltık gerçekliğine altgüdümlü olur.

Birinci Bölüm Soyut Hak

Das abstrakte Recht

§ 34 Kendinde ve kendi için özgür İstenç soyut Kavramında olduğu gibi alındığında dolay­ sızlık belirliliğindedir. Bu belirliliğe göre İs­ tenç kendisinin olgusallığa karşı olumsuz, yal­ nızca soyut olarak kendi ile bağıntılı edimsel­ liğidir - bir öznenin kendi içinde tekil İstenci. Tikellik kıpısına göre alındığında, istencin belirli ereklerden oluşan daha öte bir içeriği vardır ve dışlayıcı tekillik olarak bu içeriği aynı zamanda dolaysızca verili dışsal bir dünya ola­ rak önünde bulur.

§ 34 Der an und ffir sich freie Wille, wie er in seinem abstralıten Begriffe ist, ist in der Bestimmtheit der Unmil­ telbarkeit. Nach dieser ist er seine gegen die Realitit negative, nur sich abstrakt aur sich beziehende Wirklichkeit - in sich einzelnerWille eines Subjekıs. Nach dem Momente der Besonderlıeiı des Willens hat er einen weiteren Inhalt bestimmter Zwecke und als ausschlieftende Einze/,. heit diesen Inhalı zugleich als eine 3.uBere, unmiıtelbar vorgefundene Welt vor sich.

Ek. Soyut Kavramında olduğu gibi alınan kendinde ve kendi için özgiir İstencin dolaysızlık belirliliğinde olduğu söylendiği zaman bununla şunlar anlaşılma­ lıdır. İstencin tamamlanmış İdeası Kavramın kendini bütünüyle olgusallaşurdığı ve belirli-varlığının onun kendi kendisinin açınımından başka birşey olmadığı bir durum olacaknr. Ama başlangıçta Kavram soyuttur, başka bir deyişle, tüm belirlenimler onda kapsanıyor olsa da, ancak kapsanmaktadırlar: Yalnızca kendilerin­ dedirler ve henüz kendi içlerindeki bütünlüğe geliş­ memişlerdir. 'Özgiirüm' dediğimde, 'Ben' henüz bu karşıtlıksız kendi-içinde-varlıknr; buna karşı, ahlaksal alanda daha şimdiden bir karşıtlık vardır, çünkü ora­ da ben tekil İstenç olarak bulunurken, İyi ise evren­ sel olandır, üstelik benim kendimde olmasına karşın. Burada istenç öyleyse daha şimdiden tekillik ve evren­ sellik aynmını kendi içinde taşır ve böylece belirlidir. Ama başlangıçta böyle bir aynm yoktur, çünkü ilk so­ yut birlikte henüz hiçbir ilerleme ve hiçbir dolaylılık yoktur: İstenç böylece dolaysızlığın, varlığın biçimin­ dedir. Burada kazanılacak özsel içgörü şimdi bu ilk belirsizliğin kendisinin bir belirlilik olduğudur. Çünkü belirsizlik istenç ve içeriği arasında henüz hiçbir ayn­ ının bulunmamasında yatar; ama belirsizliğin kendisi, belirli olana karşıt olarak, belirli birşey olma belirlili­ ğine düşer; burada belirliliği oluşturan şey soyut özdeş­ liktir; istenç bu yolla tekil istenç olur, - Kişi. 70

Enter Teil

Zusal%.. Wcnn gcsagt wird, der an

und für

sich freie Wille, wic er in scincm abstrakıen Begriffe ist, sei in der Bestimmlheit der Un­ miuelbarkeit, so mu8 darunter folgendes verstanden werden. Die vollendete ldee des Willens wire der Zustand, in welchem der Begriff' sich völlig realisien h.iiue und in welchem das Dasein desselben nidıts als die Enrwicklung seiner selbsL wire. im Anfang ist der Begriff aber abstr.ıkt, das heiOt allc Bestimmungen sind zwar in ihm cnlhalten, aber auch nur enthahcn: sie sind nur an sich und noch nicht zur Totalitit in sich selbst ennrickelL Wenn ich sage, ich bin frei, so ist leh noch dicscs gegcnsalZlose lnsichsein, dagegen im Moralischen schon cin Gegen­ satz ist. denn da bin ich als einzelner Wille, und das Gute ist das Allgemeine, obgleich es in mir selbst isL Hier hat der Wille also schon die UnteBchiede von Einzelheiı und Allgemeinheit in sich selbst und ist somit bcstimmL Aber im Anfang ist cin solcher Unterschied nicht vorhanden, denn in der ersten abstrakten Einheiı ist noch kein Fortgang und kcine Vennittlung: der Wille ist so in der Form der Unmittelbarkeiı. dcs Scins. Dic wesentliche Einsicht, dic hicr

zu

erlangen wire, ist nun, daB diese crste Un­ bestimmlheit sclbst cine Destimmtheit isL Denn die Unbestimmtheit licgt darin, daB zwischen dem Willen und scincm lnhalt noch kein Unıcnchied ist; abcr sie selbsı. dem Bestimmıcn cntgcgengesctzt, fiillt in die Bestimmung, ein Bestimmtes zu sein; die absuakte ldcntilit İsl es, wclche hier dic Bestimmtheit ausmacht; der \r\'ille winl dadurch cinzclncr Wille - die Pmun.

DAS ABSTRAKTE RECHI' / SOYUT HAK § 35 Die Allgemeinheiı dieses für sich freien Willens ist die fonnelle, die selbstbewuOte, sonSL inhaltslose ei.nfache Beziehung auf sich in sei­ ner Einzelheit, - das Subjekt ist insofem Pmon. in der Pmönlichkeiı liegt, dall ich als Die.rervollkommen nach allen Seiten (in innerlicher Willkür, Trieb und Begierde, sowie nach unmiuelbarem iuBerlichen Dasein) bestimmte und endliche, doch schlechıhin reine Beziehung auf mich bin und in der Endlichkeiı mich so als das Unendliche, Alıg.me;­ ne und Freie weiB. Die Persônlichkeit fiingt erst da an, insofern das Subjekı nicht bloll ein Selbstbewulltsein über­ haupt von sich hat als konkretem, auf irgendeine Weise beslimmtem, sondern vielmehr ein Selbstbe­ wu8tsein von sich als vollkommen abstrakıem leh, in welchem aile konkrete Beschri.nkıheit und Gül­ tigkeiı negierı und ungültig ist. in der Persönlichkeit ist daher das Wısscn seinerals Gegensıanıks, aber als durch das Denken in die ein­ fache Unendlichkeit erhobenen und dadurch mit sich rein-iden­ tischen Gegenstandes. lndividuen und Völker haben noch keine Persönlichkeit. insofem sie noch nicht zu diesem reinen Denken und Wissen von sich gekommen sind. Der an und für sich seiende Geist unterscheidet sich dadurch von dem erscheinenden Geiste, dal! in derselben Bestimmung, worin dieser nur Selbstbewujtsein. Bewulltsein von sich, aber nur nach dem natürlichen Willen und des­ sen noch i.uOerlichen Gegensi.t­ zen ist (Plıiinomenowgİ$ ıks Geistes, Bamberg und Würzburg 1807, s. 101 u.f. und Emyklop. der philos. Wissensch., § 344), der Geist sich als absuaktes und zwar freies leh zum Gegenstande und Zwecke hat und so Pmon isL

71

§ 35 Bu kendi için özgür istencin evrenselliffe biçim­ sel evrenselliktir; ya da tekilliği içinde kendi ile yalın bağıntıdır ki, özbilinçli ama bunun dışında içeriksizdir; - özne bu düzeye dek Kişidir. Kişilikte benim tikel bir 'bu' olarak tüm yanlara göre (içsel özenç, dürtü ve istekte, ve aynca dolaysız dışsal belirli-varlığa göre) bütü­ nüyle belirli ve sonlu olduğum, ama gene de baştan sona kendim ile an bağıntı olduğum ve böylece sonlulukta kendimi sonsuz, evrensel ve özgür birşey olarak bildiğim imlenir. Kişilik ilk olarak öznenin yalnızca genel olarak özbilincini herhangi bir yolda belir­ lenmiş somut bir 'Ben' olarak değil, ama tersine içinde tüm somut kısıtlanmışlık ve geçerliğin olumsuzlandığı ve geçersiz kı­ lındığı bütünüyle soyut bir ' Ben' olarak alması ile başlar. Buna göre Kişilikte ken­ dinin nesne olarak, ama düşünce yoluyla yalın sonsuzluğa dek yükseltilmiş olarak ve bu yolla salt kendi ile özdeş nesne olarak bilgisi vardır. Bireylerin ve ulusların henüz kendi Üzerlerine bu arı düşünceye ve bil­ giye ulaşmadık.lan sürece hiçbir Kişilikleri yoktur. Kendinde ve kendi için var olan tini görüngüsel tinden ayıran şey bu ikinci belirlenimde Tinin yalnızca öz-bilinç, ama ancak doğal istence ve bunun henüz dışsal karşıtlıklarına göre kendinin bilinci olması­ na karşın (Phanomenologi,e des Geistes, Barn­ berg ve Würzburg 1 807, s. 1 0 1 vs. [ Tinin Görüngübilimi, B - Özbilinç, iV, §§ 1 66 vss.] ve Felsefi Bilimler Ansiklopedisi, § 344 [§ 424] ) , birincinin kendini soyut ve dahası özgür 'Ben' olarak nesne ve erek alması ve böylece Kişi olmasıdır.

Zwaız.. Der ffır sich seicnde oder abstrakte Ek. Kendi için varolan ya da soyut istenç Kişidir. İnsan için en yüksek şey Kişi olınakur, ama gene de salt Kişi schen ist, Person zu sein, aber trotzdem soyutlaması anlaumında bile biraz küçümsenen birşey­ ist die bloDe Abstraktion Pcrson schon im dir. Kişi Özneden özsel olarak ayndır, çünkü Özne yal­ Ausdruck envas Velichtliches. Vom Subjekte ist die Pcrmn we.sendich veıschieden, denn nızca Kişiliğin olanağıdır ve genel olarak her dirimli das Subjekt ist nur die Môglichkeit der Per­ şey bir Öznedir. Kişi öyleyse bu öznelliğin onun için sönlichkei1, dajedes Lcbendige Ubcrhaupt belirtik olduğu Öznedir, çünkü Kişilikte saluk olarak cin Subjekt isL Die Penon ist also das SubWillc ist dic Person. Das Höchste des Mcn­

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHJE DES RECHTS

72

kendim içinimdir: Kişi an kendi-için-varlıkta özgürlü­ ğün tekilliğidir. Bu Kişi olarak kendimi kendi içimde özgür bilirim ve herşeyi soyutlayabilirim, çünkü an Kişilikten başka hiçbir şey önümde durmaz, ve gene de bu tikel Kişi olarak bütünüyle belirli birşeyimdir: Şu yaşta, bu boyda, bu yerde, ve olanaklı başka her tür tikellik içinde. Kişi öyleyse aynı zamanda hem yüksek hem de bütünüyle önemsiz birşeydir; onda sonsuzun ve baştan sona sonlu olanın, belirli sınırın ve bütünüyle sınırsız olanın bu birliği yatar. Kişiliğin yüksekliği doğal hiçbir şeyin kendi içinde taşıyama­ yacağı ya da katlanamayacağı bu çelişkiye dayanabil­ mesinde yatar.

§ 36

1. Kişilik genel olarak Hak yeteneğini kapsar

ve soyut ve dolayısıyla biçimsel Hakkın Kav­ ramını ve onun kendisi soyut olan temelini oluşturur. Buna göre Tüzenin buyruğu şu­ dur: Bir Kişi ol ve başkalarına Kişiler olarak saygı duy. § 37

2. İstencin tikelliği hiç kuşkusuz istencin bü­

tün bilincinin bir kıpısıdır (§ 34 ) , ama ge­ nel olarak soyut Kişilikte henüz kapsanmaz. Buna göre, bulunmasına karşın, gene de he­ nüz Kişilikten, özgürlük belirleniminden ayrı olarak, istek, gereksinim, itkiler, olumsal he­ vesler vb. olarak bulunur. - Biçimsel Hakta buna göre tikel çıkarlar, kazançlarını ya da gönencim söz konusu değildir - upkı isten­ cimin tikel belirlenim zemininin, içgörü ve niyetimin de olmaması gibi. Ek. Tikellik Kişide henüz özgürlük olarak bulunmadı­

ğı için, tikelliğe bağlı herşey burada ilgisiz. bir nokta­ dır. Eğer biri kendi biçimsel hakkından başka hiçbir­ şey ile ilgilenmiyorsa, bu kanksız dikkafalılık olabilir, tıpkı kısıtlanmış bir duygu ve yürek durumunda sık sık olduğu gibi; kaba ve eğitimsiz insanların üzerinde en çok direttikleri şey kendi haklan iken, soylu insanlar olgunun daha başka yanlan olduğunu da görürler. Böylece soyut Hak ilkin salt bir olanakur ve bu düzeye dek bütün bir ilişkiler alanına karşı biçimsel birşeydir. Bu nedenle tüzel bir belirlenim bir yetki verir, ama

jckı.. tür das di�e Subjckıi\.iıaı ist. denn in der Persop bin ich schlechthin ffır mich: sic ist dic Einzclheiı der Freihcit im rcinen Fünichscin. Als diesc Pcrson wciO ich mich frei in mir selbst und kann von ailem al> strahiercn, da nichlS vor mir als dic reinc Penönlicbkcit steht, und doch bin ich als Diescr cin ganz Bestimmıes: so all,. so groO, in dicsem Raume, und was alles C\ır Parti­ kulariıiten noch sein mögen. Die Person isl also in einem das Hohe und das ganz Niedrige; es licgt in ihr dicse Einhcit dcs Unendlichcn und schlechthin Endlichcn, der bestimmten Grenze und des durchaw Grenzcnlosen. Die Hoheit der Pcrson ist es, wclchc dicscn Widcrspruch aushalten kann, den nichts Natürliches in sich hat odcr crtragcn kônnle.

§ 36 1. Die Persônlichkeit enthiilt über­ lıaupt die Rechtsfiih igkeit und macht den Begriff und die selbst abstrakte Grundlage des abstrakteıı und daher fOT71U!llm Rechtes aus. Das Rechtsgebot ist daher: sei eine Pers01ı und rospektim die andımm a/.s Personım.

§ 37 2. Die Besonderlıeit des Willens isı wohl Moment des ganzen Bewullt­ seins des Willens (§ 34) , aber in der abstrakten Persônlichkeit als solcher noch nicht enthaltcn. Sie ist daher zwar vorhanden, aber als von der Persônliclıkeit, der Bestimmung der Freiheiı, noch verschieden, Begier­ de, Bedürfnis, Triebe, zufiiltiges Be­ lieben usf. - im fonnellen Rechte kommt es claher nicht auf das beson­ dere lnteresse, meinen Nutzen oder mein Wohl an - ebensowenig auf den besonderen Bestimmungsgrund meine.s Wıllens, auf die Einsicht und AbsichL Zwal:r- Weil dic Bcsonderheit in der Penon noch nichı als Frciheit vorhandcn isı. so isl alles,

was

hier ein

auf die Besonderheit ankommt,

Gleichgülligts. Hat jcmand kein

lntcresse als sein IonneUes RcchL. so kann dieses rciner Eigcnsinn scin, wie es einem beschr.inktcn Herzen und Gcmiile ort zu· kommı; denn der rohc Mensch [vcr]steift sich am meisten auf scin Rcchl, indes der groOartige Sinn darauf siehL. was die Sache sonst noch ffir Scilcn hat. Das abscraktc Rechı ist also nur erst bloOe Möglichkeiı und insofem gcgcn den ganzcn Umfang des Vcrhiltnisses elWilS Fonnelles. Ocshalb gibt dic rechtliche Bcslimmung cine Bcfug·

DAS ABSTRAKTE RECHT / SOYUT HAK nis, aber es isl nicht absolul notwendig, daD ich mein Recht verfolge, weil es nur cine Scitc des ganzcn Vcrh;ihnisses ist. Môglichkcit isı nimlich Sein, das dic Be­ deurung haı.. auch nicht zu sein.

§ 38 in Beziehung auf die konlmıte Hand­ lung und moralische und sittliche Verhfilmisse İsl gegen deren weiteren ınbalt das abstrakte Recht nur cine

Mögliclıheiı, die

rechtliche Bestim·

mung daher nur cine E.Tl.aubnis oder

Befugni.s.

Die Notwendigkeiı dieses

Rechts beschrinkı sich aus dem· selben Grunde seiner Abstraktion auf das Negative, die Persönlichkeiı und dasdaraus Folgende niduzu verfeızen.

Es gibı daher nur &chlsverlıote, und die posiıive Fonn von Rechtsgeboten hat ibrem Ietzten ınhalıe nach das

73

hakkım üzerinde direunem salcık olarak zorunlu de­ ğildir, çünkü bu bütün durumun salt bir yanıdır. Baş­ ka bir deyişle, olanak aynı zamanda olmama imlemini de taŞıyan varlıkur.

§ 38 Somut eylem ile ve ahlaksal ve törel ilişkiler ile bağıntı içinde, bunların daha öte içerik­ lerine karşı soyut Hak salt bir olanaktır; buna göre tüzel belirlenim salt bir izin ya da yetkidir. Bu Hakkın zorunluğu kendini aynı soyutluk zemininde olumsuz olana kısıtlar: Kişilik ve ondan doğan sonuçlar çiğnenmeyecektir. Buna göre yalnızca tüzel Yasaklar vardır, ve tüzel Buyruğun pozitif biçimi enson içeriği açısın­ dan Yasağı temel alır.

Verboı zugrunde liegen.

§ 39 3. Die beschliellende und unmittel· bare Einzelheit der Person verhilt sich zu einer vorgefundenen Natur, welcher hiermit die Pcnönlichkeit des Willens als ein

Subjehlives ge·

genübersteht, aber dicscr, als in sich unendlich und allgemein, ist die Beschrankung, nur subjektiv zu sein, widersprechend und

nich/jg.

Sie ist das Titige, sie aufzuheben und sich Realiılit zu geben oder, was dasselbe ist, jenes Dasein als das ihrige zu setzen.

§ 40 Das Recht ist zuerst das unmittel­ bare Dasein, welches sich die Frei­ heit auf unmittelbare Weise gibt. a)

Besitz,

welcher

Eigenıum

ist; - die Freiheit ist hier die des

überhaupt oder einer einzelnen, sich nur

abstrakten Willens eben da.mit

zu sich verhaltenden Person. b) Die Person, sich von sich un­ terscheidend. verhilt sich zu einer

andemı Penon. und zwar haben bei­

de nur als Eigentümer füreinandcr Dasein. Ihre an sich seiende ldenti­ tıit erhiilı Existenz durch das Über­ gehen des Eigentums des einen in das des anderen mit gemeinsamen Wtllen und Erhaltung ihres Rechts - im

Vertrag.

§ 39 3. Kişinin karar veren ve dolaysız tekilliği

önünde bulunan bir doğa ile ilişkilidir ki, böylelikle istencin Kişiselliği öznel birşey ola­ rak onun karşısında durur; ama kendi içinde sonsuz ve evrensel olarak Kişilik için salt öznel olma gibi bir sınırlama onun için çelişkili ve geçersizdir. Kişilik bu sınırlamayı ortadan kal­ dırma ve kendine olgusallık verme, ya da yine aynı şey, o belirli-varlığı kendisine ait olarak koyma etkinliğidir. § 40 Hak ilk olarak özgürlüğün kendine dolaysız bir kipte verdiği dolaysız belirli-varlıkur, ( a) İyelik, ki Mülkiyettir; - özgürlük burada genel olarak soyut istencin ya da tam olarak bu nedenle salt kendi ile ilişkili tekil bir Kişinin özgürlüğüdür. (b) Kişi kendini kendisinden ayırdeunede kendini bir başka Kişi ile ilişkilendirir, ve da­ hası ikisi de birbiri için salt Mülkiyet iyeleri olarak belirli-varlık taşır. Kendinde varolan öz­ deşlikleri ortak istenç ile ve iki yanın hakları­ nın korunması ile birinin mülkiyetinin baı;ıka­ sının mülkiyetine geçişi yoluyla varoluş kaza­ nır - Sözl,eşmede.

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIEDES RECHTS

74

(c) Bir başka Kişiden ayırdedilmiş (b) ola­ rak değil ama kendi ile bağmtısında kendi içinde ayırdedilmiş (a) olarak İstenç, tikel istenç olarak kendinde ve kendi için varolan istenç olarak kendisinden ayn ve kendisine karşıtur Haksızlık ve Suç. Tüzenin Kişi ve Seykr (Eşya) Tüzesi ve Ey­ lemkrTüzesi olarak sınıflandırılması, upkı buna benzer başka pekçok sınıflandırma durumunda olduğu gibi, ilk olarak ortada bulunan örgütlenmemiş gerecin dışsal bir düzen içine getirilmesini amaçlar. Bu sınıf­ landırmada göze çarpan birincil nokta bir yanda söz gelimi Aile ve Devlet gibi tözsel ilişkileri varsayımları olarak alan hakların, ve öte yanda yalnızca soyut Kişilik ile ilgili hakların düzensiz olarak bir araya yığılma­ sında yatan kanşıklıknr. Kant ve daha sonra başkaları tarafından da kabul edildiği gibi, şey, kişi ve şey-kişi tüzeleri olarak sınıflan­ dırma yalnızca bu karışıklığı yansıur. Roma tüzesinin temelinde yatan kişi tüzesi ve şey­ kr tüzesi sınıflamasının çarpıklık ve kavram­ sızlığını açındırmak (eylemler tüzesi türe uygulamasını ilgilendirir ve bu düzenle­ meye ait değildir) bizi konudan çok fazla uzaklaşuracakur. Burada şu kadarı açıkur ki, ancak kişilik şeykr üzerinde hak verebi­ lir, ve buna göre kişisel tüze özsel olarak şeykr tüzesidir (burada Şey genel anlamda alınır ve bütününde özgürlüğe dışsal herşe­ yi, giderek beden ve yaşamımı da kapsar) . Bu şeyler tüzesi genel olarak kişilik tüzesi­ dir. Ama Roma tüzesinde kişi tüzesi deni­ len şeye gelince, burada insan ancak belli bir status ile bir Kişi sayılabilir (Heineccius, Elementa]uris civilis, [1728) , § 75) ; böylece Roma tüzesinde kişiliğin kendisi bile, köle­ lik ile karşıtlık içinde, ancak bir konum, bir durumdur. Roma kişi tüzesi denilen şeyin içeriği, aşağı yukarı çocukları da kapsamı­ na almak üzere kölekrüzerindeki hakkın ve aynca 'hak yitimi ' durumunun ( capitis dimi­ nutio) dışında, Aile ilişkileri ile ilgilidir. Bu -

c) Der Wille als (a) in seiner Beziehung auf sich. nicht von ei­ ner anderen Person (b). sondern in sich selbst unterschieden. ist er, als besonderer Wille von sich als an und /ÜT sic/ı seiendem verschieden und enıgegengeseızı, Unrecht und Verlmchen. Die Einıeilung des Rechıs in Per­ sonen-Sachenrecht und das Rechı zu Aktionen hat, so wie die vielen an­ deren dergleichen Einteilungen, zunichst den Zweck, die Menge des vorliegenden unorganischen Stoffs in eine auBerliche Ordnung zu bringen. Es liegt in diesem Einteilen vornehmlich die Ver­ wirrung, Rechte, welche substan­ tielle Verh:iltnisse, wie Familie und Staat, zu ihrer Voraussetzung haben, und solche, die sich auf die blo8e absırakte Per.;önlichkeiı beziehen, kunterbunt zu vermi­ schen. in diese Venvim.mg gehört die Kantische und sonst beliebt gewordene Einteilung in sllch­ liche, persönliche und dinglichper­ sönliche Rechte. Das Schiefe und Begriffiose der Einıeilung in Per­ sımen- und Sachenrech� das in dem römischen Rechte zugrunde liegt, zu entwickeln (das Rechı zu Akti­ onen betriffı die RechıspJiege und gehörı nichı in diese Ordnung), würde zu weit führen. Hier erhellı schon so viel, dail nur die Persön­ lichkeit ein Rechı an Sachen gibı und daher das per.;önliche Rechı wesenılich Sachenrechı isı- Sache im allgemeinen Sinne als das der Freiheiı überhaupı Au8erliche, wozu auch mein Körper, mein Leben gehorı. Dies Sachenrechı isl das Rechı der Persönliclıkeit als so/&her. Was aber das im römischen Rechte sogenannte Personenrecht betrifft, so soll der Mensch erst mit einem gewWen slatw betrach­ tet eine Person sein (Heineccius, Elementa]uru civiüs, [ ı 728], § 75); im römischen Rechte ist hiermit sogar die Persönlichkeit selbst, als gegenüber der Sklaverei, nur ein Sıand, Zusıand. Der Inhalı des rö­ mischen sogenannten Personen­ rechtes betrifft dann auBer dem Recht an Sklaven, wozu ungefiihr auch die Kinder gehören, und dem Zusıande der Rechtlosigkeit (capitis diminutio) die Familien-

75

DAS ABSTRAKTE RECHT / SOYUT HAK verlıiUlnisse. Bei Kant sind vollencls die Familienverh:iltnisse die auf dingliche Weire pmönlichen Rechte. -Das römische Personenrecht ist daher nicht das Recht der Person als sokher, sondern wenigstens der besonderen Person; - sp3terhin wird sich zeigen, daB das Familienverh:iltnis vielmehr das Aufgeben der Persönlichkeiı zu seiner substantiellen Grundlage haL Es kann nun nichı anders als verkehrt erscheinen, das Recht der besonders beslimmten Person vor dem allgemeinen Rechte der Persönlichkeiı abzuhandeln. Die personlichen Rechte bei Kanı sind die Rechte, die aus einem Vertrage enıstehen, da6 leh etwas gebe, leiste - das ius ad "'m im römischen Recht, das aus einer ob­ ligatio enıspringt. Es isı allerdings nur cine Person, die aus einem Veruage zu leisten hat, sowie auch nur eine Person, die das Recht an cine salebe Leistung erwirbt, aber ein solches Recht kann man da­ rum nicht cin persönliches nen­ nen; jetk Art von Rechten kommt nur einer Person zu, und objektiv ist ein Recht aus dem Vertrage nicht Recht an eine Person, son· dern nur an ein ihr Au8erliches oder etwas von ihr zu Ver3u8ern· des, immer an eine Sache.

Erster Abschnitt Das Eigentum

§ 41 Die Person mu8 sich eine ciu8ere Sphare ihrer Freiheit geben, um als ldee zu sein. Weil die Person der an und filr sich seiende unendliche Wılle in dieser ersten, noch ganz ab­ st:rnkten Besdmmung ist, so ist dies von ihm Unterschiedene, was die Sphcire seiner Freiheit ausmachen kann, gleichfalls als das von ihm un­ mittelhar Verschiedene und Tnmnbare bestimmı. Zwaı:ı. Oas VcrnU.nftige des Eigenmms liegt nicht in der Befriedigung der Bedlırf­ nisse, sondem darin, daO sich die bloOe Subjektivit.it der Persönlic:hkeit aufhebt. Erst im Eigentumc ist dic Pcrson als Ver-

arada Kant'ta da Aile ilişkileri şeykr düzle­ minde kişisel tüze sorunlarıdır. - Roma kişi tüzesi buna göre kişi olarak kişinin değil ama olsa olsa tikel kişinin tüzesidir; - daha sonra Aile ilişkilerinin dahaçok kişilikten vazgeçmeyi tözsel temelleri olarak aldığını göreceğiz. Tikel olarak belirli kişilik tüzesini evrensel kişilik tüzesinden önce ele almak ancak sapık bir yaklaşım olarak görünebi­ lir. - Kant'ta kişisel haklarbirşeyi vermem, yerine getirmem üzerine bir sözleşmeden doğan haklardır - Roma tüzesinde bir ob­ ligatio tarafından verilen jus ad rem [şey üze­ rinde hak] . Hiç kuşkusuz bir sözleşme nede­ niyle birşeyi yerine getirmesi gereken yal­ nızca bir Kişidir, tıpkı onu yerine getirme hakkını kazananın da bir Kişi olması gibi; ama böyle bir hakka bu nedenle kişisel bir hak denemez; ne tür olursa olsun her hak ancak bir Kişiye aittir; ve nesnel olarak dü­ şünüldüğünde, sözleşmeden doğan bir hak hiçbir zaman bir Kişi üzerindeki hak değil, ama yalnızca Kişiye dışsal olan ya da onun devredebileceği birşey üzerindeki, kısaca her zaman bir Şey üzerindeki bir haktır. Birinci Kesim

Mülkiyet

§ 41 Kişi İdea olarak var olabilmek için kendine özg;ürlüf;ünün dış bir alanını vermelidir. Kişi, henüz bütünüyle soyut olan bu ilk belirle­ nimde kendinde ve kendi için var olan son­ suz İstenç olduğu için, bu ondan ayn olan ve onun özgürlük alanını oluşturabilen alan da benzer olarak ondan dolaysızca ayn ve ayınla­ bilir birşey olarak belirlenir. Ek. Mülkiyetin ussal yanı gereksinimlerin doyumun­ da değil, ama Kişiliğin salt öznelliğinin kendini orta­ dan kaldırmasında yatar. İlkin Mülkiyettedir ki Kişi us olarak vardır. Özgürlüğümün bu ilk olgusallığı

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIE DES RECfITS

76

dışsal bir Şeyde ve dolayısıyla kötü bir olgusallık olsa da, salt dolaysızlığı içindeki soyut Kişilik dolaysızlık belirleniminde olmanın dışında başka hiçbir belirli­ varlık taşıyamaz.

§ 42 Özgür Tinden dolaysızca ayrı olan birşey onun için ve kendinde genel olarak dışsal olandır - bir Şey, özgür olmayan, kişisel ol­ mayan ve haktan yoksun birşey. 'Şey' [Sache] ' tıpkı 'nesnel olan' [das Objek­ tive] gibi karşıt anlamlar taşır; bir kez, ' das ist die Sache, es kommt auf die Sache, nicht auf die Person an' ('Şey budur, önemli olan kişi değil ama Şeydir'] dendiği zaman, an­ lam tözsel olanı belirtir; ikinci olarak, Kişiye (tikel özneye değil) karşı Şey tözsel olanın kar­ şıtı, e.d. belirlenimine göre salt dışsal olan­ dır. - Hiç kuşkusuz salt bilinçten ayırde­ dilmesi zorunlu olan özgür Tin için dışsal olan kendinde ve kendi için öyledir; bu ne­ denle Doğanın Kavram-belirlenimi kendinde dışsal olmaktır. Ek. Şey öznellikten yoksun olduğu için salt özneye değil

ama kendi kendisine dışgal olandır. Uzay ve Zaman bu yolda dışsaldır. Benim kendim, duyusal olarak, dışsal, uzaysal ve zamansalımdır. Duyusal sezgilerim olduğu için, bunları kendisi dışsal olan birşeyden alının. Hay­ van sezebilir, ama hayvanın ruhu nesne olarak ruhu, kendi kendisini değil, ama clışgal birşeyi alır.

nun(\. Wenn auch diesc cr..\e Real\\i\. mei­ ner Freiheit in einer 3.uDerlichen Sache, somit cine schlcchıe Rcalitit ist, so kann dic abstrakte Persônlichkeit eben in ihrer Unmiuelbarkeit kein andcres Dasein als in der Bcstimmung der Unmittelbarkeit habcn.

§ 42 Das von dem freien Geiste unmit­ telbar Verschiedcnc isı ffır ihn und an sich das AuBerliche iiberhaupt - eine Sade, ein Unfreies, Unper­ sônliches und Rechtloses. Sache hat wic das Objektive die entgegengesetzten Bedeutungeni das eine Mal, wenn man sagt: das i.st die Sache, es kommt auf die Sa­ che, niclıt auf die Person an, die Bedeuıung des Subsıanliel/m; das andere Mal, gcgen die Person (nimlich nicht da., bcsonderc Subjekı), isı die Sache das Gegen­ teil iks Subsıantiellen, das seiner Be­ sdmmung nach nur AuBerliche. - Was für den freien Geist, der vom blollen Bcwullısein wohl un­ terschieden \verden mu8, das Au­ Oerliche ist. ist es an und fii.r sich; darum ist die Begrilfsbestimmung der Nalur dies, das Aujierlic/ıe an ihT selbsl zu sein. lwatı. Da der Sachc die Subjcktivitiil ab­ gehı... isı sie nicht bloD dem Subjektc, son­ dcm sich sclbst das AuDerliche. Raum und Zcit sind auf dicsc Weise iu8erlich. leh, als sinnlich, bin selbst .iiuBerlich, ri.um­ lich und zeidich. leh, indem ich sinnlichc Anschauungen habc, habc sic von ctwas, das sich selbst :iuBerlich isL Das Tıer kann

anschauen, abcr die Seelc des lieres hat nicht die Seele, nicht sich sclbst zum Gc-. genstand, sondem cin A.u8erliches.

§ 43

Kişinin dolaysız Kavram olarak ve böylelikle aynca özünde tekil olarak doğal bir varoluşu vardır; onu bir yandan kendisinde taşır, öte yandan onunla bir dış dünya olarak ilişkili ol­ duğu birşey olarak taşır. - Burada, kendisi henüz ilk dolaysızlığı içinde olan Kişi duru­ munda, bu Şeyler istenç dolayısıyla yetenekli oldukları belirlenimlerde değil ama yalnızca dolaysızlıkları içinde söz konusudur. Entellektüel beceriler, bilimler, sanatlar, gi­ derek dinsel etkinlikler (vaazlar, ayinler, dua­ lar, adanan şeylerin kutsanması) , buluşlar vb.

§ 43 Die Person hat als der unmittelbaTe Begriff und damit auch [als) we­ sentlich einzelne eine na.tilrliche Existenz, teils an ihr selbst, teils als eine solche, zu der sie a1s einer Aullenwelt sich verhii!L - Nur von diesen Sachen, als die es unmitteı.. bar, nicht von Bestimmungen, die es durch die Vermiulung des Wıllens zu werden ffihig sind, ist hier bei der Pcrson, die selbst noch in ihrer er­ sten Unmittelbarkeit ist, die Rede. Geistige Geschicklichkeiıen, Wis­ senschafıen, Künsıe, selbsı Religi­ öses (Predigten, Messen, Gebete, Segen in geweilıten Dingen) .

DAS ABSTRAKTE RECHT / SOYUT HAK Erfındungen usf. werden Gegen­ stinde des VerLrags, anerkannlen Sachen in \Veise des Kaufens. Ver­ kaufens usr. gleichgesetzl. Man kann fragen, ob der Künsıler, der Gelehrte usf. im jurist.ischen Be­ sitze seiner Kunst, Wissenschaft, seiner Fihigkeit, eine Predigt zu hallen, Mcsse zu lesen usw. sci, d.i. ob dergleichen Gegenstiinde Sachen seien. Man wird Anstand nehmen, solche Geschicklich­ keiten, Kenntnisse, F:ihigkeiten usf. Sachen ıu nennen; da über dergleichen Bcsitz einerseits als über Sachcn verhandelL und kontrahiert wird, er andererseits aber cin Innercs und Geistiges ist, kann der Verstand über die juri­ stische Qualifikation desselben in Verlegenhcit sein, da ihm nur der Gegensaız: dall eıwas entıueder Sa­ che odn"Nicht.Sache (wie das Enı­ weder unendlich, Oder endlich), vorschwebt. Kennlnisse, Wissen­ schaftcn, Talente usf. sind freilich dem freien Geiste eigen und ein Innerliches desselben, nicht cin A.uOerliches, aber ebensosehr kann er ihnen durch die Aulle­ rung ein aullerliches Dasein geben und sie veriiuflem (s. unıen), wo­ durch sie unter die Bestimmung von Sachen geseızt werden. Sie sind alsa nicht zuersı ein Unmit­ telbares, sondem werden es erst durch die Vermiıılung des Geisıes, der sein Inneres zur Unmiııelbar­ keiı und Aullerlichkeiı herab­ setzL - Nach der unrechılichen und unsittlichen Bestimmung des römischen Rechts waren die Kinder Sachen für den Vaıer und dieser hiermit im juristischen Besitze seiner Kinder, und doch wohl stand er auch im sittlichen Verhaltnisse der Liebe zu ihnen (das freilich durchjenes Unrechı sehr geschwicht werden muBte). Es fand darin also eine, aber ganz unrechtliche Vereinigung der beiden Bestimmungen von Sa­ chc und Nicht.Sache staıı. - im abstrakten Rechte, das nur die Person als solche, somit auch das Besondere, was zum Dasein und Sphire ihrer Freiheit gehört, nur insofem zum Gcgenstande hat, als es als ein von ihr Trennbares und unmiıtelbar Verschiedenes ist -

77

bile sözleşme nesneleri olur, alım, satım vb. yolunda tanınan Şeyler ile bir düzeye koyu­ lur. Sanatçının, bilginin vb. sanatının, bi­ liminin ya da bir vaaz verme, mas okuma vb. yeteneğinin tüzel iyeliğinde olup ol­ madığı, başka bir deyişle, bu tür nesnele­ rin Şeyler olup olmadığı sorulabilir. Böyle becerileri, bilgileri, yetenekleri vb. Şeyler olarak adlandırmada duraksanır, çünkü bu tür iyelikler bir yandan Şeyler gibi iş anlaşmalarına ve sözleşmelere konu olur­ ken, buna karşı öte yandan içsel ve tinsel bir doğaları da vardır ve Anlak onları tüzel olarak nitelendirmede güçlüğe düşebilir, çünkü göz önüne aldığı yalnızca 'Birşey ya Şey ya da Şey-olmayandır' biçimindeki kar­ şıtlıktır (tıpkı ya sonsuz ya da sonlu örne­ ğinde olduğu gibi) . Bilgiler, bilimler, ye­ tenekler vb. hiç kuşkusuz özgür tinin ken­ disinindir, ona dışsal değil ama içseldir; ama o denli de anlatım [Aujerung] yoluyla onlara dışsal bir belirli-varlık [ iiujerliches Dasein] verebilir ve onları elden çıkarabilir [veriiujem] (aşağıya bkz. [§ 65 vs.] ) , ve bu yolda Şey belirlenimi altına getirilirler. Öy­ leyse ilkin dolaysız kendilikler değildirler, ama ancak kendi içini dolaysızlığa ve dışsal­ lığa indirgeyen tin aracılığıyla öyle olurlar. - Roma tüzesinin hakka ve töreye aykırı bir belirlenimine göre çocuklar babaları için birer Şey konumunda ve baba ise bu yolla çocuklarının tüzel iyesi durumunda idi, üstelik hiç kuşkusuz onlarla törel bir sevgi ilişkisi içinde duruyor olmasına kar­ şın (gene de bu ilişki söz konusu haksızlık nedeniyle oldukça zayıf olmuş olmalıdır) . Böylece burada Şey ve Şey-olmayan belirle­ nimlerinin bütünüyle haksız bir birliği yer alıyordu. - Soyut tüze yalnızca Kişi olarak Kişiyi, böylece aynca özgürlüğünün belirli­ varlığına ve alanına ait olan tikeli - ama ancak kişiden ayrılabilir ve dolaysızca ayn birşey olduğu ölçüde - nesne olarak alır (bu aynlabilirlik ister tikelin özsel belirle-

TÜ ZE FELSEFESİ I PHILOSOPHIEDES RECHTS

78

nimini oluştursun, isterse tikel onu ilkin ancak öznel istenç aracılığıyla kazansın) . Bu nedenle bu alanda entellektüel bece­ riler, bilimler vb. ancak tüzel iyelikler ol­ malan açısından irdelemeye girer; eğitim, çalışma, alışkanlık vb. yoluyla kazanılan ve tinin bir iç mülkiyeti olarak varolan beden ve kafa iyelikleri burada ele alınmayacak­ tır. Ama böyle tinsel bir mülkiyetin dışsal­ lığa geçmesi ve orada tüzel bir belirlenim altına düşmesi olayını ilk kez Devretme ko­ nusunu ele alırken inceleyeceğiz.*

§ 44 Kişinin tözsel ereği olarak her bir Şeye is­ tencini yatırma ve bu yolla onu kendinin yapma hakkı vardır, çünkü Şeyin kendinde böyle bir ereği yoktur ve belirlenim ve ru­ hunu kişinin istencinden elde eder - in­ sanın tüm Şeyler üzerindeki saltık edinim

hakkı. Dolaysız tekil Şeylere, kişisel-olmayana bağımsızlık ve gerçek kendi-için-varlık ve kendi-içinde-varlık anlamında olgusallık yükleyen sözde felsefe, ve yine tinin ger­ çekliği bilemeyeceği ve kendinde Şeyin ne olduğunu bilm�diği inancasını ileri süren felsefe özgür istencin bu Şeylere karşı tutumu tarafından dolaysızca çürütülür. Eğer bilinç için, sezgi ve tasarım için o sözde dışsal şeykr bağımsızlık görünüşü ta­ şıyorsa, o zaman buna karşı özgür İstenç böyle bir edimselliğin idealizmi, onun gerçekliğidir. Ek. Tüm Şeyler insanın mülkiyeti olabilir, çünkü in­ san özgür İstenç ve böyle olarak kendinde ve kendi içindir, oysa onun karşısında olan hiçbirşey bu özel­ liği taşımaz. Öyleyse herkes kendi istencini Şey ya da Şeyi kendi istenci yapma hakkı nı, başka bir deyişle, Şeyi ortadan kaldırma ve kendi Şeyine dönüştürme

dies mache seine wesentliche Bestim� mung aus, oder es könne sie nur erst vennittels des subjektiven Willens erhalten -, kommen geistige Ge­ schicklichkeiten, Wissenschaften usf. allein nach ihremjuristischen Besiıze in Betracht; der Besitı des Körpers und des Geistes, der durch Bildung, Sıudium, Gewöhnung usf. erworben wird und als ein inneres Eigentum des Geistes ise, ist hier nicht abzu� handeln. Von dem Übergange aber eines solchen geistigen Eigentums in die AuBerlichkeiı, in welcher es un­ ter die Bestimmung eines juristisch� rechtlichen Eigenıums ili.Ilı, isı ersı bei der Veraujerung zu sprechen.•

§ 44 Die Person hat das Recht, in jede Sache ihren Willen zu legen, welche dadurch die meinige ist, zu ihrem substantiellen Zwecke, da sie einen sokhen nicht in sich selbst hat, ihrer Bestimmung und Seele meinen Willen erlıiilt, - absolutes Zueignung...cht des Menschen auf aile Sachen. Diejenige sogenannte Philosophie, welche den unmiuelbaren einzel· nen Dingen, dem Unpersönlichen, Realiıiı im Sinne von Selbsıindigkeit und wahrhafıem Für- und Insichsein zuschreibı, ebenso diejenige, welche vemchert, der Geisı könne die Wahr­ heit nicht erkennen und nicht wis· sen, \\138 das Ding an sich ist, wird von dem Verhalten des freien Willens ge­ gen diese Dinge unmiuelbar wider· legı. Wenn fÜr das BewuBısein, für das Anschauen und Vorstellen die sogenannten Aujımdingeden Schein von Selbsıindigkeiı haben, so ist da­ gegen der freie Wılle der Idealismus, die Wahrheiı solcher WırklichkeiL

ZusalZ. Aile Dinge kônnen Eigentum des Menschcn werden, weil dieser rreier Wil· le und als solcher an und rür sich ist, da5 Entgegensıchende aber diese Eigenschafı nicht hat. Jedcr hat also das Recht, seinen Willen zur Sachc zu machen oder die Sache zu !leinem Willen, das hei6t mit anderen Worten, die Sache auhuheben und zu der seinigcn umzuschaffen; denn die Sache als

* [Elyazısı ile: - burada dışsal olanın bir türü olarak söz etmek daha iyi olurdu devretme ilk.in dışsal birşey­ den değil ama benim mülkiyetim ve şimdiden dışsal olan biTşeyden vazgeçmedir.] -

•[bandschrilUicb: - wirc bcsser hicr als An von A.uDcrlichon aufzuflllırcn - Yeröujlenmg isL das Aufgebcn cines schon lujJer/ichen, das mcin Eigc:ntwn isL, - nicht CTSL das i,,Pem.)

DAS ABSTRAKI'E RECHT / SOYUT HAK A.uOcrlichkcit hat keincn Selbstzwcck, ist nicht die unendliche Beziehung ihrer auf sich selbsı, sondern sich sclbıiıt rin AuDer­ liches. Ein solchcs AuOerliche ist auch das Lebendige (das Tier) und insofem selbcr cine Sache. Nur der Wille isl das Unend· liche, �gen alles anderc Absoluıe, wahrend das Andere seineneits nur ırlatiu isL Sich zueignen heiOt im Grunde somit nur die Hoheit meines Willens gegen dic Sache manifestieren und aufwcisen, da.6 diese nichı an und rür sich, nicht Selbstzweck iııt. Diese Manifestation gcschieht dadurch, daD ich in die Sache cinen anderen Zweck lege, als sie unmittelbar hane; ich gebe dem Lebendigen als meincm Eigenıum cine andere Seele, als es halle; ich gebe ihm meine Seefo. Der freie Willc ist somit der ldeali.smw, der die Dinge nicht, wie sie sind, fiır an und ro.r sich hilt.. w.ihrend der Realismus dieselben fiır absolut crklirı, wenn sie sich auch nur in der Form der Endlichkeit befinden. Schon das Tier hat nicht mchr diese rcalistische Philosophie, denn es zehrt die Dinge auf und bewcist dadurch, daB sie nicht absolut selbstin­ dig sind.

§ 45 DaB leh et\YaS in meiner selbst auBe­ ren Gewalt habe, machı den Besiız aus, so wie die besondere Seite, daB leh eıwas aus naıürlichem Bedürf­ nisse, Triebe und der Willkür zu dem Meinigen mache, das besonde­ re lnteresse des Besitzes isL Die Seite aber, daB leh als freier Wille mir im Besiıze gegensıindlich und hienniı auch ersı wirklicher Wille bin, machı das Wahrhafte und Rechtliche darin, die Bestimmung des Eigenıwns aus. Eigentum zu haben, erscheint in Rücksicht aufdas Bedürfuis, indem dieses zum Ersten gemacht wird, als Mittel; die wahrhafte Sıellung aber isı, daB vom Standpunkıe der Freiheit aus das Eigenıum, als das erste Dasein derselben, wesent­ Ucher Zweck für sich isı. § 46 Da mir im Eigentum mein Wille als persönlicher, somit als Wille des Einzelnen objekıiv wird, so er­ halt es den Charakıer von Privat· eigentum, und gemeinschaftliches Eigentum, das seiner Natur nach vereinzell besessen werden kann, die Bestimmung von einer an sich aujlösbaren Gemeinschaft, in der meinen Anteil zu lassen für sich Sache der Willkür ist.

79

hakkını taşır; çünkü dışsallık olarak Şeyin kendinde hiçbir ereği yoktur, kendi ile sonsuz bağınu değildir, tersine kendine dışsal birşeydir. Dirimli varlık (hay­ van) da böyle dışsal birşey ve bu düzeye dek kendisi bir Şeydir. Yalnızca İstenç sonsuz olan, başka herşeye karşı saltık olandır, oysa bu başkası kendi yanından salt görelidir. Kendinin edinmek temelde böylelikle yalnızca istencimin şeye karşı yüksekliğini belirtmek ve Şeyin kendinde ve kendi için olmadığını, kendin­ de bir erek olmadığını tanıtlamak demektir. Bu be­ lirtiş benim Şeye onun dolaysızca taşıdığından başka bir erek koymam yoluyla olur; benim mülkiyetim ol­ duğunda, dirimli varlığa taŞıdığından başka bir erek veririm; ona kendi ruhumu veririm. Özgür İstenç böylelikle idealizmdir ki şeyleri oldukları gibi ken­ dilerinde ve kendileri için geçerli saymazken, buna karşı realizm saluk olduklarını bildirir, üstelik yalnız­ ca sonluluk biçiminde bulunsalar bile. Hayvan bile bu realist felsefeyi kabul etmez, çünkü şeyi yiyip yu­ tar ve böylelikle onun saluk olarak bağımsız olmadı­ ğını tanıtlar.

§ 45

Birşeyi dışsal gücüm altına almam İyeliği, oluş­ tururken, durumun tikel yanı, birşeyi doğal gereksinim, dürtü ve özenç yoluyla 'benim' yapmam ise İyeliğin sağladığı tikel çıkardır. Ama özgür İstenç olarak kendim için İyelikte nesnel olmam ve ilkin böylelikle edimsel İs­ tenç olmam yanı İyelikte gerçek ve tüzel ola­ nı, Mülkiyet belirlenimini oluşturur. Mülkiyete iye olmak, eğer gereksinim bi­ rincil sayılırsa, gereksinim açısından araç olarak görünür; gerçek konum ise özgür­ lüğün bakış açısından Mülkiyetin özgürlü­ ğün ilk belirli-varlığı olarak kendi için özsel erek olmasıdır.

§ 46 Mülkiyette istencim benim için kişisel olarak ve böylece tekil bireyin istenci olarak nesnel­ leştiği için, mülkiyet özel Mülkiyet karakterini kazanır; ve doğasına göre tekil olarak iye olu­ nabilecek ortaklaşa Mülkiyet kendinde çözü­ lebilir bir ortaklık belirlenimini kazanır ki, onda benim payımın sürmesi kendi için bir özenç sorunudur.

80

TÜ ZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIE DES RECHTS

Öğesel nesnelerin kullanımı onların doğa­ sından ötürü özel iyeliklerde tikelleşmeye yetenekli değildir. - Roma' da tarım yasa­ ları toprak iyeliğinde ortaklık ve özel mül­ kiyet arasında bir çatışma kapsıyordu; ikin­ cinin, ama başka haklar pahasına, daha ussal olan kıpı olarak üstün tutulması ge­ rekli oldu. - Kalıtsal aile emaneti * kişilik hakkına ve böylece özel mülkiyet hakkına karşıt bir kıpı kapsar. Ama özel mülkiyeti ilgilendiren belirlenimler daha yüksek tüze alanlarına, bir topluluğa ya da dev­ lete altgüdümlü kılınabilmelidir, örneğin 'ahlaksal kişi'** denilen [yapay] bir kişinin özel mülkiyeti, 'ölü eldeki' [devredilemez] miilkiyet durumunda olduğu gibi. Gene de böyle kuraldışılar şans, kişisel özenç, kişisel yarar gibi şeylerde değil, ama ancak devle­ tin ussal örgenliğinde temellendirilebilir. - Platonik devlet düşüncesi Kişiye karşı özel mülkiyete izin vermeme gibi bir hak­ sızlığı genel ilke olarak alır. Malların ortak­ lığı, ve özel mülkiyet ilkesinin yasaklanması zemininde, dinsel ya da dostça ve giderek zoraki bir insan kardeşliği düşüncesi kendi­ ni tinin özgürlüğünün ve hakkın doğasını· yanlış anlayan ve anlan belirli kıpılannda ayrımsamayan bir eğilime kolayca sunabilir. Sorun üzerine ahlaksal ya da dinsel bakış açısını dikkate alırsak, Epikürü.s şeylerin or­ taklığı için böyle bir birlik kurmayı tasarla­ dıkları zaman dostlarını durdurmuştu; tam şu nedenle ki, böyle bir birlik güvensizliği tanıtlayacak ve birbirlerine güvensizlik du­ yanlar ise dostlar olmayacaklardı (Dioge­ nes Laertius, I, X, n. VI.). Ek. Mülkiyette istencim kişiseldir, ama kişi tikel bir 'Bu'dur; böylece mülkiyet bu istencin kişisel bir yanı olur. İstencime belirli-varlığı mülkiyet yoluyla verdiğim için, mülkiyet 'Bu' olma, 'benim' olma belirlenimini * [Familienfideilıommissarisches: Kalıu doğrudan alama­ yan biri adına kabul edilen bir miılk armağanı.] ** [Moralische Person: Bir kilise ya da bir lonca gibi be­ lirli bir amaç için yaraulan tüzel kişi.]

Die Benurzung eleınentarisclıer Ge­ genst3.nde ist, ihrer Nacur nach, nicht ffihig, zu Prfratbesitz partiku­ larisien zu \'/erden. - Die agrarischen Gesetze in Rom en lhalten eincn Kampf zwischen Gemeinschaft und Pıi\'ateigentlimlichkeit des Gnınd­ besitzes; die letz.tere muBte als das vernünftigere Moment, obgleich auf Kosten andern Rechts, die Oberhand behalten. - Familienfi­ deikommissari.sches Eigentum enth3lt ein Moment, dem das Recht der Persönlichkeil und damit dcs Pri­ vateigentums cntgegensteht. Aber die Bestimmungen, die das Privatei­ gentum betrelfen, können höheren Sphiiren des Rechts, einem Gemein­ wesen, dem Staate, untergeordnet werden mUssen, wie [es] in Rıkk­ sicht auf Privateigentümlichkcit bcim Eigentum einer sogenannten moralischen Person, Eigenmm in toter Hand, der Fail ist. Jedoch können solche Ausnahmen nicht im Zufall, in Privatwillkfır, Privaınutzen, sondern nur in dem vernünftigen Organismus des Staats begründet sein. - Die Idee des Platonisclıen Staats enthiilt das Unrecht gegen dic Person, des Privateigentums unf3.hig zu sein, als allgemeines Prinzip. Dic Vorstellung von einer frommen.oder freundschafllichen und selbst erzwungenen Verbrüde­ ruııg der Menschen mit Gemeinrclıafl

der Güler und der Verbannung des privateigenıümlichen Prinzips kann sich der Gesinnung leicht darbie­ ten, welche die Natur der Frciheic des Geisıes und des Rechts verkennt und sie nicht in ihren bestimmten Momenten erfaBt. Was die mora­ lische oder religiöse Rücksicht be­ trifft, so hielt Epikurseine Freunde, wie sie. einen solchen Bund der Gütergemeinschaft zu errichten, vorhatten, gerade aus dem Grunde davan ab, weil dies ein MiOtrauen beweise und [die, ] die einander miBtrauen, nicht Freunde seien (Diog. lıer. ı, X, n. VI). Zwatz.. i m Ei�nrum isı mcin Willc pcOOn· lich, dic Pcnon isl aber cin Dicscs: also wird das Eigcntum das Pcrsônliche dieses Wil· lens. Da ich mcincm Willen Dascin durch das Eigcnlum gebe, so muU das Eigenıum auch die Bestiınmung haben, das Diese, das Meinc :tu ııcin. Dics İst dic wichıigc

DAS ABSTRAKTE RECHT / SOYUT HAK Lchrc von der Nocwendigkeit dcs Privaı­ eigrntums. Wenn Awnahmen durch den

Surat gemacht werden können,

so ist es

doch diescr allein, der sic machen kamı: hiufig İSl abcr von demselben, namenl­ lich in unserer Zeit, das Privateigcntum wiedcr hergesıcllt worden. So haben :z..B. vielc Staaten mit Recin die Klôstcr auf­ gehoben, weil cin Gemeinwescn lemlich kcin solchcs Rccht am Eigenmm hat als dic Penon.

§ 47

Als Person bin leh selbst unmiltel­ bar Einzelner. dies heiBt in seincr weiteren Bestimmung zun3.chst: leh bin lebendig in diesem orga­ niıchen Körper, welchcr mein dem lnhalıe nach al/gmneines ungeteilıes 3.uBeres Dasein, die reale Mög­ lichkeit altes weiter bestimmten Daseins ist. Aber als Person habe ich zugleich mein /..eben und Körper; wie andere Sachen, nur, in.�ofern es

mein Wi& isL DaB leh nach der Seite, nach wel­ cher leh nicht als der für sich sei­ ende, sondern als der unmittel­ bare Begriff existiere, kbendigbin und einen organischen Kôrper habe, beruht auf dem Begriffe des Lebens und dem des Geistes als Seele - auf Momenten, die aus der Naıurphilosophie (Enı)•

kWp. derphi/os. Wissensclwfl, § 259 ff., vgl. § 16ı, 164 und 298) und der Anıhropologie (ebenda § 3ı8) aufgenommen sind. leh habe diese Glieder, das Leben nur, insofenı ich wil� das Tier kann sich nicht selbst ver­ stümmeln oder umbringen, aber der Mensch. Zusatı.. Die Tiere haben sich zwar im Be­

si12: ihre Seele ist im Besitz ihres Kôrpen; abcr sic haben kein Rechı auf ihr Leben, weil sic es nicht wollen.

§ 48

Der Körper, insofern er unmittel­ bares Dasein ist, ist er dem Geiste nicht angemessen; um williges Organ und beseelıes Miııel dessel­ ben zu sein, muD er erst von ihm in Besiız genommen werden (§ 57). Aberfor andero bin ich wesentlich ein Freies in meinem Körper, wie ich ihn unmittelbar habe. Nur weil leh als Freies im Körper

81

de taşımalıdır. Özel mülkiyetin zorunluğu konusundaki önemli öğreti budur. Devletin kuraldışı uygulamalarda bulunabilmesine karşın de, gene de bunu ancak devlet yapabilir: Ama sık sık, özellikle günılmılzde, özel mıll­ kiyet devlet tarafından yeniden getirilmiştir. Böylece örneğin birçok devlet haklı olarak manasurlan ortadan kaldırmışur, çılnkıl bir topluluğun en sonunda mıllkiyet ılzerinde kişinin taşıdığı hak gibi bir hakkı yoktur.

§ 47 Kişi olarak kendim dolaysızca bireyimdir; daha öte belirlenirninde, bu ilk olarak 'Ben bu ör­ gensel bedende dirimliyim ' dernektir. Beden be­ nim içerik açısından evrensel, bölünmemiş dış­ sal belirli-varlığımdır ki, tüm daha öte belirli­ varlığın olgusal olanağıdır. Ama Kişi olarak aynı zamanda yaşam ve bedenimi de tıpkı başka şeyler gibi ancak istencim onlan taşımak olduğu sürece taşının. Kendi için varolan Kavram olarak değil, ama dolaysız Kavram olarak varolrnarn yanına göre, dirimli olmam ve örgensel bir bede­ nimin olması yaşam Kavramı ve ruh olarak tin Kavramı üzerine dayanır - ki bu kıpılar Doğa Felsefesinden (Felsefi Bilimler Ansiklo­ pedisi, § 259 vs. [§ 366 vs.] , aynca bkz. § 161 [§ 213] , 1 64 [216) ve 298 [376) ) ve İnsan­ bilirnden (aynı yer § 318 [388) ) alınmıştır. Bu bedensel üyeleri, yaşamı ancak iste­ diğim sürece taşırım; hayvan kendi kendini sakatlayarnaz ya da öldüremez, ama insan bunu yapabilir. Ek. Hayvanlar hiç kuşkusuz kendilerinin iyeliğindedir:

Ruhlan bedenlerinin iyeliğindedir; ama yaşamlan ılze­ rinde hiçbir haklan yoktur, çılnkıl onu istemezler.

§ 48 Beden, dolaysız belirli-varlık olduğu sürece, tin ile uyum içinde değildir; tinin isteyen ör­ geni ve ruh-yüklü aracı olabilmek için, ilkin tin tarafından iyeliğe alınmalıdır ( § 57) . - Ama dolaysızca taşımakta olduğum bedenimde baş­ kalan için özsel olarak özgür bir varlığımdır. Yalnızca özgür bir varlık olarak bedenimde

82

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIEDES RECHTS

�adığım içindir ki bu dirimli varlık bir yük hayvanı yapılarak kötüye kullanılmamalı­ dır. Yaşadığım sürece, ruhum (Kavram ve, daha yüksek bir anlaumla, özgür kendilik) ve bedenim ayrılmazdır; bedenim özgürlü­ ğün belirli-varlığıdır ve onda duyumsarım. Buna göre eğer bedene kötü davranılır ya da kişinin varoluşu bir başkasının gücüne altgüdümlü kılınırsa kendinde Şeye, ruha do­ kunulmuş ya da saldırılmış olmaz gibi bir ayrımı yapabilen yalnızca ideasız sofistik Anlaktır. Ben kendimi [bedensel] varolu­ şumdan kendi içime geri çekebilir ve onu kendime dışsal kılabilirim, - tikel duyumu dışımda tutabilir ve zincirlerde özgür olabi­ lirim. Ama bu benim istencimdir; başkaları için, bedenimdeyimdir; başkaları için, ancak belirli-varlıkta özgür olarak özgürümdür ki bir özdeş önermedir (bkz. Wissenschaft der Logik, [1812] Bd. I, s. 49 vss.) . Bedenime başkası tarafından uygulanan şiddet Benime uygulanan şiddettir. .. Duyumsadığım için, bedenime dokunul­ ması ya da şiddet uygulanması bana dolaysız­ ca edimsel olarak ve şimdide dokunulmasıdır; bu olgu kişisel incinme ile dış mülkiyetimin zarar görmesi arasındaki aynını oluşturur, çünkü dış mülkiyette istencim bu dolaysız şimdide ve edimsellikte değildir.

lebendig bin, darf dieses leben­ dige Dasein nicht zum Lasttiere mi8brauchı werden. Insofern leh !ebe, ist meine Seele (der Begriff und höher das Freie) und der Leib nicht geschieden, dieser ist das Dasein der Freiheiı, und leh empfinde in ihm. Es ist daher nur ideeloser, sophistischer Verstand, welcher die Unıerscheidung ma­ chen kann, daJl das Ding an sici� die Seele, nicht berührt oder angegriffen werde, wenn der Körper mi8handelt und die Exi­ stenz. der Person der Gewalt eines anderen unterworfen wird. leh kann mich aus meiner Existenz in mich zurückziehen und sie zur iu8erlichen machen, - die besondere Empfindung aus mir hinaushaltcn und in den Fesseln frei sein. Aber dies ist mein Wille, for den anderen bin leh in meinem Kôrper;Jreijürden anderen bin ich nur als frei im Dasein, ist ein iden­ ıischer Saız (s. meine Wıss. der Lf>. gik, Bd. 1, s. 49 ff.) . Meineın Körper von anderen angetane Gewalt ist Mir angeıane Gewalt. Da8, weil leh empfinde, die Berührung und Gewalı gegen meinen Körper mich unmittel­ bar als wirklich und gegenıoartig berührt, mach t den Un terschied zwischen persönlicher Beleidi­ gung und zwischen Verleızung meines 3.uBeren Eigentums, als in welchem mein Wille nicht in dieser unmittelbaren Gegenwart und Wirklithkeit ist.

§ 49 Dışsal şeyler ile ilişkide ussal yan mülkiyete iye olmamdır; tikelyan ise öznel erekleri, gereksi­ nimleri, özenci, yetenekleri, dış koşullan vb. kapsar (§ 45) ; salt iyelik olarak iyelik bunlara bağımlıdır, ama bu tikel yan bu soyut kişilik alanında henüz özgürlük ile özdeş olarak ko­ yulmuş değildir. Neye ve ne denli iye olduğum buna göre hak açısından bir olumsallık soru­ nudur. Eğer kişilik alanında bir çokluktan, henüz böyle bir ayrımın yer almamasına kar­ şın bir kişiler çokluğundan söz edebilir­ sek, kişiler kişiliklerinde eşittir. Ama bu

§ 49 im Verh:iltnisse zu ciuBerlichen Dingen isı das Vernünftige, daJl leh Eigentum besitze; die Seite des Besonderen aber begreifı die sub­ jektiven Zwecke, Bedürfnisse, die Willkfır, die Talenıe, au8ere Um­ st:inde usf. (§ 45 ) ; hiervon h:ingı der Besiız blo8 als solcher ab, aber diese besondere Seite ist in dieser Sphare der abstrakıen Persön\ich­ keit noch nichL idencisch mit der Freiheit geseızL Was und lllİeuifi/ leh besitze, ist daher eine rechtliche Zullilligkeiı. in der Persönlichkeit sind die mehreren Personen, wenn man hier von mehreren sprechen will, wo noch kein solcher Un�

DAS ABSTRAKI'E RECHT / SOYUT HAK ıerschied sıattfındeı, gleich. Dies ist aber ein leerer tautologischer Satz; denn die Person ist als das Absırakıe eben das noch nichı Besonderte und in bestimmtem Unıerschiede Geseızıe. - Gleich­ lıeit isı die absırakıe ldenıiıiı des Verstandes, auf welche das re­ flektierende Denken, und damit die Mittelmii8igkeit des Geisıes Uberhaupt, zun3.chst verra.Ilt, wenn ihm die Beziehung der Einheiı auf einen Unterschied vorkommL Hier ware die Gleichheiı nur Gleichheiı der abstrakten Personen als sol­ cher, aujler welc/ıereben damiı alles, \YaS den Besitz betrifft, dieser Baden der Ungleiclıhei� rallı. - Die biswei­ Jen gemachıe Forderung der Gleich­ heiı in Ausıeilung des Erdbodens oder gar des weiter vorhandenen Vermögens ist ein um so leererer und oberfliichlicherer Versıand, als in diese Besonderheit nicht nur die iiu8ere Naıurzullilligkeiı, sondern auch der ganze Umfang der gei­ stigen Namr in ihrer unendlichen Besonderheit und Verschiedenheit sowie in ihrer zum Organismus enıwickelıen Vernunfı fallı. Von einer Ungerechtigl (cautio) durr:h Verpfiindung.

• [handsdsrifllich: d.h. nicht wichtige ffi:r die allgemeinen Bestimmungen)

B.

115

Deği,ş-tokuş Sözkşmes� 1 . Genel o/,arak deği,ş-tokuş; (a) genel olarak bir şeyin değişi-tokuşu, e.d. özgül bir şeyin aynı türden bir başkası ile

değiş-tokuşu (j3) Alım ya da satım ( emtio venditio) ; özgül bir şeyin evrensel olarak belirli olan bir başkası ile, e.d. yararlık gibi başka bir özgül belirlenim olmaksızın salt değer olarak geçerli olan bir başkası ile değişti­ rilmesi, - Para karşılığında. 2. Kirawma ( wcatio conductio) , - Kira karşı­ lığında bir mülkiyetin geçici kul/,anımının devredilmesi: (a) özgül bir şeyin Kiralanması, asıl Kira­ lama, ya da (j3) · evrensel bir şeyin Kiralanması, öyle ki kiraya veren yalnızca bu evrenselin, ya da, yine aynı şey, değerin mülkiyet iyesi kalır - Borç ( mutuum, ya da giderek bir faiz ile commodatum); şeyin daha öte görgü! yapısı - örneğin bir daire, mobilya, ev vb., res fungihilisya da nonfungihilis olabilir - (ba­ ğış olarak Kiralamada olduğu gibi, yukarıda No 2) daha başka tikel, ama bunun dışın­ da önemli olmayan* belirlenimler geti­ rir. 3. Ücret Sözksmesi ( wcatio operae) , Üretim ya da Hizmette bulunma yeteneğimin devre­ dilmesi, ama ancak kısıtlı bir zamanda ya da bir başka tür kısıtlamaya göre devre­ dilebilir olduk.lan sürece (bkz. § 67) . Vekillik sözleşmesi ve yerine getirmeyi ka­ rakter ve güven üzerine ya da daha yüksek yetenekler üzerine dayalı olarak kapsayan başka sözleşmeler buna yakındır, ve burada yerine getirilen hizmetlerin dış bir değere (burada ücret değil ama Honorar olacakur) karşı eşök;ümsüzlüğü ortaya çıkar.

C. Bir sözl.eşmenin ( cautio)

lanması.

teminazyoluy/,a tamam­

*[El yazısı ile: e.d. evrensel belirlenimler için önemli olmayan]

116

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIE DES RECHTS

Bir şeyin kullanımını devretmemi kapsayan sözleşmelerde şeyin henüz mülkiyetinde olsam da iyeliğinde değilimdir (kiraya verme durumunda olduğu gibi) . Dahası, değiş-tokuş, saun alma ve giderek bağış söz­ leşmelerinde bile birşeyin henüz iyeliğini olmasa da mülkiyetini kazanmış olabilirim; ve genel olarak herhangi bir yerine getir­ me durumunda, ödemeler hemen yer almı­ yorsa, yine bu ayrılık ortaya çıkar. Henüz ya da çoktandır benim mülkiyetim olan değerin bir durumda edimsel iyeliğinde kalmam ya da bir başka durumda edimsel iyeliğini kazanmam, ve bunun vazgeçtiğim ya da benim olacak olan özgül şeyin iyeli­ ğinde olmaksızın yer alması -, bu R.ehin yoluyla ortaya çıkar. Rehin özgül bir şeydir, ama ancak başkasının iyeliğine bırakuğım mülkiyetin ya da bana düşen mülkiyetimin değerine göre benim mülkiyetimdir; ama öz­ gül yapısına ve değer-fazlasına göre rehin verenin mülkiyeti olarak kalır. Rehinin buna göre kendisi bir sözleşme değil ama salt bir sözleşme-koşulu (§ 77) , bir sözleş­ meyi mülkiyetin iyeliği açısından tamam­ layan kıpıdır. - İpotek, Kefillik bunun tikel biçimleridir. Ek. Sözleşmede anlaşma (sözleşme-koşulu) yoluyla mül­ kiyetin benim olmasına karşın iyeliğin benim olmaması ve iyeliğin ancak kendi payımı yerine-getirme yoluyla kazanılması biçiminde bir ayrım yapıldı. Eğer şeyin mülkiyeti daha şimdiden bütünüyle benim ise, rehi­ nin amacı benim aynı zamanda mülkiyetin değerinin iyeliğini de kazanmam ve böylelikle yerine-getirmenin anlaşmanın kendi içerisinde güvence aluna alınması­ dır. Rehinin tikel bir türü Kefilliktir ki, bunda herhangi bir kimse sözünü, saygınlığını benim birşeyi yerine ge­ tirmemin güvencesi yapar. Burada rehinde ancak Şey yoluyla ortaya çıkan durum Kişi aracılığıyla yaraulır.

§ 81 Dolaysız kişilerin birbirleri ile ilişkilerinde genel olarak istençlerinin kendilerinde özdeş olmasına ve sözleşmede onlar tarafından ortak olarak koyulmasına karşın, bu istençler

Bei den Vertrigen, wo ich die Benutzung einer Sache verciu8ere, bin ich nicht im Besilz, aber noch EigentUmer dersel­ ben (wie bei der Vermietung) . Ferner kann ich bei Tausch-, Kauf-, auch Schenkungsvertr.i­ gen Eigentümer geworden sein, ohne noch im Besicz zu sein, so wie U.berhaupt in Ansehung ir­ gendeiner Leistung, wenn nicht Zug um Zug statılindet, diese Trennung eintritt. DaO ich nun auch im wirklichen Besitze des Werts, als wclcher noch oder be­ reirs mein Eigentum isı, in dem einen Faile bleibc oder in dem anderen Faile darein gesetzt werde, ohne dal\ ich im Besitze der speı.ifı.sc/um Sache bin, die ich Uberlasse oder die mir werden soll, dies wird durch das Pfand bewirkt - cine spezifische Sa­ che, die aber nur nach dem Werte meines zum Besiız fıberlas­ senen oder des mir schuldigen Eigentums mein Eigentum ist, nach ihrer spezifıschen Beschaf­ fenheit und Mehrwerte aber Eigentum des Verplandenden bleibt. Die Verp!lindung iSL da­ her nicht selbst ein Vertrag, son­ dem nur eine Sıipulation (§ 77), das einen Vertrag in Rücksichı auf den Beshz des Eigencums vervollsta.ndigende Moment. Hypoılıek, Bürgschaft sind beson­ dere Formen hiervon. Zusat:.. Bcim Vertrage wurde der Unter­ schied gemacht, da8 durch die Überein­ kunft (Slipulation) zwar das Eigentum mein wird, ich aber den Besitz nicht habe und diescn durch Leistung crst crhalten soll. Bin ich nun schon von Hausc aus Eigentiımer der Sache, so ist die Absicht der Verpfindung, daD ich zu gleicher Zeit auch in den Besitt dc.s Wcrtes dcs Ei­ genıums komme und somit schon in der ÜbereinkunCt die Leistung gesichert wer­ de. Eine besondcre An der Vcrpfindung ist die Bürgschaft, bei wekher jemand sein Venprcchen, scincn Kredit fıir mei­ nc Lcistung einsetzL Hier wird durch die Pcnon bewirkt, 'vas bei der Verplindung nur sachlich gcschiehL § 81

im Verhiiltnis unmiuelbarer Per­ sonen zueinander überhaupt ist ihr Wille ebensosehr wie an sich identisc/J und im Vertrage von ih­ nen gemeinsam geseut, so auch ein

DAS ABSTRAKTE RECHT / SOYUT HAK besonderer. Es ist, weil sie unmitlel­ bare Personen sind, zulallig, oh ihr besonderer Wille mit dem an sich seienden Willen übereinstimmend sei, der durch jenen allein seine Existenz hat. Als besonderer für sich vom allgemeinen vımch�den, tritL er in Willkür und Zuf.illigkeit der Einsich L und des Wollens ge­ gen das auf, was an sich Recht isL, - das UnrechL Den Übergang zum Unrechı machL die logische hôhere Not­ wendigkeit, daJJ die Momente des Begriffs, hier das Recht an sich oder der Wılle aJs allgomeiner, und das Recht in seiner E:cist= welche eben die Besonderheiı des Willens isL, alsJürsich vımchie­ den gesetzt seien, \YaS zur abstralı­ ten &aliıat des Begriffs gehört. - Diese BesonderheiL des Wil­ lens für sich aber isL Willkür und Zuf"alligkeit, die ich im Vertrage nur aJs Willkür über eine einzelne Sache, nicht als die Willkür und Zufli.lligkeit des Willens selbst aufgegeben habe.

Zwatz. im Verıragc hauen wir das Ver­ h:iltnis zweicr Willen als eincs gemein­ samen. Dicser identische Wille ist abcr nur relativ allgemeiner, gesetzter allgc­ meiner Wille und somil noch im Ge­ gensatz gegen den besonderen Willen. in dem Veru-.ıge. in der Ü bcrcinkunrı liegt aJlerdings das Recht, die Leisıung zu verlangcn; diesc İSl aber wiederum Sache dcs besonderen Willens, der als solcher dem an sich seienden Recht zu­ widerhandcln kano. Hier a1so komml die Negation, die fni.hcr schon im an sich seienden Wıllen lag, ıum Vorschein, und diese Negation ist eben das UorechL Der Gang übcrhaupt ist, den Willen von sci· ner Unmiuelbarkeil zu reinigen und so aus der Gemeinsamkeil desselben die Be­ sonderheit hervorzurufcn, die gcgen sic aufuitL im Venrage behalten die Über· einkommenden noch ihren besondercn Willen, der Venrag ist also aus der Stufe der Willkür noch nicht heraus und bleibt somit dem Unrechıe preisgcgeben.

117

o denli de tikeldir. Dolaysız kişiler oldukları için, tikel istençlerinin kendinde varolan istenç ile bağdaşıp bağdaşmayacağı olumsaldır, üste­ lik bu sonuncu varoluşunu ancak birinciler yoluyla taşısa bile. Tikel olarak kendi için evren­ selden ayn olmakla, bu istenç içgörünün ve istemenin özenç ve olumsallığında kendinde hak olana karşı çıkar. Bu Haksızlıktır. Haksızlığa geçiş manuksal olarak daha yük­ sek bir zorunluk tarafından, Kavramın bu­ rada bir yanda kendinde Hak ya da evrensel olarak İstenç, ve öte yanda varoluşu içindeki Hak (ki tam olarak İstencin tikelliğidir) kıpı­ Iannın kendileri için aynmlan içinde koyulma zorunluğu tarafından oluşturulur - bir durum ki Kavramın soyut olgusallığından do­ ğar. - Ama İstencin bu tikelliği kendi için özenç ve olumsallıkur ki, sözleşmede isten­ cin kendisinin özenci ve olumsallığı olarak değil, ama yalnızca tekil bir şey üzerine özenç olarak bir yana bırakılmışlardır. Ek. Sözleşmede iki istencin ilişkisi ortak bir istenç olarak önümüzde bulunuyordu. Ama bu özdeş istenç yalnızca göreli olarak evrensel istenç, koyulmuş evrensel istençtir ve böylelikle henüz tikel istenç ile karşıtlık içindedir. Sözleşmede, anlaşmada hiç kuşkusuz onun yerine geti­ rilmesini isteme hakkı yatar; ama bu yine tikel istencin bir sorunudur ve bu sonuncusu ise böyle tikel olarak kendinde varolan hakka aykın davranabilir. Öyleyse bu­ rada daha önce kendinde varolan istençte yatan olum­ suzlama kendini gösterir, ve bu olumsuzlama sözcüğün tam anlamıyla Haksızlık denilen şeydir. Genel olarak bakıldığında, süreç istenci dolaysızlığından anunak ve böylece onun girdiği ortaklığından kendini o ortaklığa karşı ortaya koyacak olan tikelliğe çağn yapmaknr. Söz­ leşmede ona giren yanlar henüz tikel istençlerini saklı nıtarlar; bu nedenle sözleşme henüz özenç basamağının üzerine yükselmiş değildir ve böylece Haksızlığa açık kalır.

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIE DES RECHTS

118

Üçüncü Kesim

Dritter Abschnit

Das Unrecht

Haksızlık

§ 82

Sözleşmede kendinde Hak koyulmuş birşey ola­ rak, ve iç evrenselliği özenç ve tikel istenç­ lere ortak birşey olarak bulunur. Hakkın bu görüngüsü- ki bunda hak ve onun özsel be­ lirli-varlığı olarak tikel istenç dolaysızca, e.d. olumsal olarak bağdaşır Haksızlıkta bir gii­ rünüş olmaya, bir yanda kendinde Hak ve öte yanda Hakkın onda tikel bir Hak olduğu tikel istenç arasındaki karşıtlığa ilerler. Ama bu gö­ ninüşün gerçekliği bir hiç olması ve Hakkın bu kendi olumsuzlanmasını olumsuzlayarak kendini yeniden ileri sürmesidir. Dolaylılığı­ nın bu süreci yoluyla, olumsuzlanmasından kendine geri dönmesi yoluyla, Hak kendini edimselve geçerli birşey olarak belirlerken, baş­ langıçta ise salt kendinde ve dolaysız birşeydi. -

Ek. Kendinde Hak, evrensel İstenç, özsel olarak tikel istenç yoluyla belirlenmiş olarak özsel olmayan birşey ile bağınu içindedir. Bu özfın görfıngiisfı ile ilişkisi­ dir. Görüngii öze uygun olsa bile, bir başka yandan bakıldığında yine ona uygun olmayacaknr, çfınkfı gö­ rüngii olumsallık basamağı, özsel olmayan ile bağınn içindeki özdfır. Ama Haksızlıkta görüngii [Emlıeinung] görünfışe [Sclıein] geçer. Gôrünfış öze uygun olmayan belirli-varlık, özfın boş koparılışı ve koyulmuşluğudur, öyle ki her ikisinde de ayrım tfırlfılfık olarak vardır. Gôrfınfış buna göre gerçek olmayandır ki, kendi için olmayı isterken yiter, ve bu yitişte öz kendini öz olarak, e.d. görünfış fızerindeki giiç olarak göstermiştir. Ö z olumsuzlanmasını olumsuzlamış ve böylece pekişmiş­ tir. Haksızlık böyle bir görfınfıştfır, ve bu görünfışfın yitişi yoluyladır ki Hak sağlam ve geçerli birşey belir­ lenimini kazanır. Burada öz dediğimiz şey kendinde hakur, ve ona karşıt olarak tikel istenç gerçek olmayan birşey olarak kendini ortadan kaldırır. Daha önce salt dolaysız bir varlığı olmuşken, şimdi edimsel olur, çün­ kü olumsuzlanmasından kendi içine geri döner; çünkü edimsellik etkin olan ve kendini kendi başkalığında saklayandır; dolaysız olan ise henüz olumsuzlanmaya açık kalandır.

§ 82 im Vertrage ist das Recht an sich als ein Gesetztes, seine innere Allge­ meinheit als ein Gemeinsames der Willkür und besonderen Willens. Diese Erscheinung des Rechts, in welchem dasselbe und sein wesent­ liches Dasein, der besondere Wille, unmittelbar, d.i. zufii.llig überein­ stimmen, geht im Unrechl zum Sclıein forı - zur Entgegensetzung des Rechts an sich und des beson­ deren Willens, als in welchem es ein besonderes Rechı wird. Die Wahrheit dieses Scheins aber ist, da8 er nich­ tig ist und dall das Recht durch das Negieren dieser seiner Negation sich wiederherstellt, durch wel­ chen ProzeB seiner Vermittlung, aus seiner Negation zu sich zurück­ zukehren, es sich als Wirkliches und Geltenda bestimmt, da es zuerst nur an sich und etwas Unmittelbares war. Zwaıı. Das Recht an sich, der allgemeinc Wille, als wesentlich besümmt durch den besonderen, isı in Beziehung auf cin Unwe-. scntliches. Es isı clas Verhfiltnis des Wesens zu seiner Eıxheinung. lst die ErKheinung auch dem Wesen gema8, so ist sie von an­ derer Seite angesehen demselben wieder nicht gcmaD. denn die En:cheinung ist die Stufe der Zufilligkeh, das Wesen in Be­ ziehung auf Unwesenı.liches. Im Unrechl abcr geht die En:chcinung zum Schcine fort. Schein isl Dasein, das dem Wesen unangemesscn isı, das lecrc Abtrennen und GesetzlSein des Wesens, so daD an beiden der Unterschied als Verschieden­ heit İSL Der Schein ist daher das Umrahre, welches vcrschwindct, indem es fiır sich sein will, und an diesem Verschwinden haı das Wesen sich als Wcsen, das heiOt a1s Macht des Scheins gczeigı. Das Wesen hat die NegaUon seiner ncgien und ist so das Bekriftigte. Das Unrecht ist cin solcher Schcin, und durch das Verschwinden des­ selben erhilt das Rechı die Bestimmung eines Festen und Gcllenden. Was wir eben

Wescn nannten, ist das Recht an sich, dem

gcgenUber der bcsondere Wille als un­ wahr sich aulbebL Wenn es früher nur eiın unmiuclbares Sein haue, so l'-i rd esjctzt wirklich, indem es aus seiner Negaıion zurückkehrt; denn Wirklichkeiı ist das, \\chen.

§ 83 Kendindevarolan evrenselliğine ve yalınlığına karşı tikelve böylelikle çoklu birşey olarak bir görünüş biçimini kazanan Hak bir yandan ken­ dinde ya da dolaysızca böyle bir görünüştür; öte yandan, özne tarafından bir görünüş yapılır; ve son olarak baştan sona bir hiçlik olarak ko­ yulur: Sırasıyla kasıtsız Haksızlık ya da yurttaşlık Haksızlığı, Dolandıncılık, ve Suç.

Zusah. Das Unrechı ist also der Schein

Ek. Haksızlık öyleyse özün kendini bağımsız olarak ko­

des Wesens, der sich als selbstandig setzt. Ist der Schein nur an sich und nichı auch fiır sich, das heiBl, gih mir das Unrccht flir Rccht, so ist dassclbe hier unbefan­ gen. Der Schein ist hier fiır das Recht, nicht aber rür mich. Das zweiıe Unrecht

İSi der Betrug. Hier ist das Unrecht kein Schein für das Recht an sich, sondem es findct so statl. da8 ich dem anderen einen Schein vonnache. lndem ich beırüge, ist ffir mich das Rechı cin Schein. im enten Faile war für das Recht das Unrechı cin Schein. im zweiıen isı mir selber, als dem Unrcchı, das Rechl nur ein Schein. Das driue Unrecht isı end.lich das Verbrechen. Dies ist an sich und für mich Unrechc ich will aber hier das Unrecht und gebrauche auch den Schein des Rechu nichı. Der andere, gegen den das Verbrechen ge· schieht, soll das an und für sich seiende Unrechı nichı als Rcchı ansehen. Der Unterschied zwischen Verbrechen und Betrug ist, dall in die:sem in der Form des Tuns noch cine Anerkennung des Rechrs liegt,

was

bci dem Verbrcchen ebcnfalls

fehlL

yan görünüşüdür. Eğer görünüş salt kendinde ise ve aynca kendi için de değilse, b�ka bir deyişle, benim için haksızlık hak olarak geçerli ise, o zaman haksızlık burada kasıtsızdır. Burada görünüş tüze için belirtiktir, ama benim için değil. İkinci Haksızlık Dolandıncılık­ ar. Haksızlığın burada kendinde hak için bir görünü­ şü yoktur, tersine söz konusu olan şey bir başkasına bir görünüşün yuttunılmasıdır. Dolandmcılık yapar­ sam, benim için hak bir görünüştür. İlk durumda tüze için haksızlık bir görünüş idi. İkincide benim kendim için, haksızlık bakış açısı için hak salt bir görünüştür. Son olarak üçüncü haksızlık Suçtur. Bu kendinde ve benim için Haksızlıkar: Burada Haksızlığı isterim ve hakkın görünüşünü bile kullanmam. Kendisine karşı Suçun işlendiği kişinin kendinde ve kendi için varolan haksızlığı hak olarak görmesi gerekmez. Suç ve Dolan­ dıncılık arasındaki aynm ikincide edimin biçiminde henüz hakkın bir tanınması yatarken, birincide eksik olan şeyin tam olarak bu olmasıdır.

A. UNBEFANGEı'\!ES UNRECITT

A. KAsrrsız HAKsızı..ıK

§ 84 Die Besitznahme (§ 54) und der Vertrag für sich und nach ihren besonderen Arten, zunichst ver­ schiedene Auilerungen und Folgen meines Wıllens überhaupt, sind, weil der Wille das in sich Allgemeine is� in Beziehung auf das Anerkennen Anderer /Uchtsgründe. in ihrer Au­ Berlichkeit gegeneinander und Mannigfaltigkeiı liegt es, dal! sie in Beziehung auf eine und dieselbe Sachc verschiedenen Personen an­ gehôren können, deren jede aus ibrem hesonderen RechlSgrunde die Sache lür ihr Eigentum ansieh� womiı &clıtsko/lirionen enıstehen.

§ 84 İyeliğe alma (§ 54) ve sözleşme kendileri için ve tikel türlerine göre ilk olarak genelde is­ tencimin değişik anlatım ve sonuçlarıdır; ama istenç kendi içinde evrensel olduğu için, başkaları tarafından tanınma ile ilişki içinde hak-zeminleridir/er. Bu zeminlerin birbirlerine karşı dışsallık ve çokluklannda bir ve aynı şey ile bağınu içinde değişik kişilere ait olabilme­ leri imlenir. Bu kişilerin her biri kendi tikel hak-zeminine göre şeyi kendi mülkiyeti olarak görebilir ve böylece hak çarpışmalan doğar.

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIE DES RECHTS

120

§ 85 Bir şey bir hak-zemininde istem konusu edilin­ ce ortaya çıkan ve yurttaşlık davaları alanını oluşturan bu çarpışma evrensel ve karar ve­ rici etmen olarak Hakkın tanınmasını kapsar ve buna göre şeyin ona hakkı olana ait olması gerekir. Dava yalnızca şeyin birinin ya da bir başkasının mülkiyeti altına alınmasını ilgi­ lendirir; açıkça olumsuz bir yargı ki, onda 'benim' yükleminde yalnızca tikel olumsuz­ lanır.

Diese Kollision, in der die Sache aus einem Rechtsgrunde angesprochen wird und welche die Sphire des bürgerlichen Rechtssımıs ausmacht, enthalt die Anerl ta.le Ncgaı:ion dcs Daseins der Frciheit;-das

bnıeflcium c:omptlenti« hat hier seine Stellc, indem in verwand1SChaftlichen Beziehungen oder in andcren Verhiltnisscn der Na.he das Recht liegt, zu verlangen. daB man nicht. ginzlich dem Rechte hingeopfen werde.

§ 128 Die Not offenbarı sowohl die End­ lichkeiı und damiı die Zullilligkeit des Rechıs als [auch] des Wohls des abstra.k.ten Daseins der Freiheit, ohne daJl es als Exisıenz der beson­ deren Person isı, und der Sphare des besonderen Wıllens ohne die Allge­ meinheit des Rechts. Ihre Einseitig­ keiı und idealital isı damit gosetzt, wie sie an ihnen selbst im Begriffe schon bestimmt isı; das Rechı hat bereiıs (§ 106) sein Daaroluşlardır ki, kendi Üzerlerine

die cine grOOere oder geringere Abweisung

büyük ya da küçük bir yadsıma düzeyi çekebilirler.

nach sich ziehen kOnnen.

c. Das Gericht § 219 Das Recht, in der Form des Geseızes in das Dasein gea-eıen, ist für sich. steht dem bc.sondm:n WoUen und Meinen vom Rechıe selbsıandig gegeniiber und hat sich als allgemeines gelıend zu ma­ chen. Diese Erlıenntnis und Verwirkli­ chungdes Rechts iın besonderen Fai­ le, ohne die subjektive Empfindung des besonderen lnteresses, kommt einer öffentlichen Machı, dem Ge­ richtl!, zu. Die hisıorische Enısıehung des Rich­ ters wıd der Gerichte mag dic Fonn des pacriarchalischen Verh.ii.lınisses oder der Gewalt oder der freiwilli­ gen Wahl gehalıı haben; für den Be­ griff der Sache isı dies gleichgiiltig. Die Einführung des Rechısprechens von seiten der Fürsten und Regie­ nıngen als blo6e Sache einer l>elie­ bigen Ge) alligfıeit und Gnade anzuse­ hen, wie Herr von Haller (in seiner

Resıauration

der

Sıaatswissenschaft)

c. Mahkeme § 219 Hak yasa biçiminde belirli-varlığa geçtiği zaman kendi içindir; hakka ilişkin tikel istek ve görüş karşısında bağımsız olarak durur ve kendini evrensel olarak geçerli kılması gere­ kir. Tikel durumlarda tikel çıkarların öznel duygusu olmaksızın hakkın bu bilgisi ve edimselleştirilmesi kamusal bir güce, Mahke­ meye düşer. Yargıcın ve Mahkemenin tarihsel olarak ortaya çıkışı ataerkil ilişkinin ya da şid­ detin ya da özgür seçimin biçimini almış olabilir; olgunun Kavramı açısından bü­ tün bunlar ilgisizdir. Tüze dilinin getiri­ lişini prensler ya da hükumetler payına salt keyfi bir incelik ve kayra sorunu olarak görmek (örneğin Restauration der Staats­ wissenschaft 'da* Herr von Halld in yapuğı

* [Cari Ludwig von Haller, Resıauration der Staaıswissensclıafl oder Tlıeorie des natürlic/ı­ geselligen Zusıands; der Chimiire des künstliclı-bürgerlichen entgegengeseızt, 6 Bde., Winterthur 1816-34.)

252

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIEDES RECHTS

gibi) , yasa ve devlet söz konusu olduğunda onların kurumsallaşmalarının genel olarak kendinde ve kendi için ussal ve zorunlu olduğu ve ortaya çıkış ve getiriliş biçimleri­ nin onların ussal zeminlerinin irdelemesine bütünüyle ilgisiz kaldığı konusunda hiçbir anlayışı olmayan bir düşüncesizliğe aittir. - Bu görüşün karşı ucu ise türe uygulama­ sını sopa yasası zamanlarında olduğu gibi uygunsuz bir şiddet etkinliği, özgürlüğün basunlması ve despotizm olarak alan ham­ lıkur. Türe uygulaması kamu gücünün öde­ vi olduğu gibi hakkı olarak da görülmelidir ki, bir hak olarak bireylerin onu belli bir yetkeye teslim edip etmeme konusundaki keyfi kararları üzerine dayanmamalıdır.

tut, gehört zu der Gedankenlo­

sigkei� die davon nichıs ahn� claB

beim Geseız und Sıaaıe davon die Rede sei, daB ibre Institutionen ıiberhaupt als vemıinfıig an und für sich notwendig sind und die Form, wie sie entstanden und eingefühn worden, das nicht ist, um das es sich bei Betrachıung ihres vemünftigen Grundes han­ deh. - Das andere Extrem zu dieser Ansicht isı die Roheit, die Rechıspllege wie in den Zeiıen des Faustrechıs fii r ung�hörige Gewaltı:iıigkeit, Unıerdrıickung der Freiheit und Despoti.smw zu achten. Die Rechıspllege ist so sehr als Pllichı wie als Recht der ôffentlichen Maclu anzusehen, das ebensowenig auf einem Be­ lieben der Individuen, eine Macht damit zu beauftra.gen oder nichl, beruhc

§ 220 Suça karşı öç biçimindeki hak (§ 102) salt ken­ dinde haktır; haklı olanın biçimini taşımaz, e.d. varoluşunda haklı değildir. Zarar gören yanın yerine ortaya zarar gören evrensel çıkar ki, kendine özgü edimselliğini mahkemede bularak suçun kovuşturulmasını ve öcünün alınmasını üstlenir; kovuşturma böylelikle öç yoluyla yalnızca öznel ve olumsal kısas olma­ ya son verir ve kendini hakkın kendi kendisi ile gerçek uzlaşmasına, Cezaya dönüştürür. Bu, nesnel bakış açısından, suçun ortadan kaldırılması yoluyla kendi kendisini yeniden onaran ve böylelikle geçerli olarak edimselleşti­ ren yasanın kendi ile uzlaşmasıdır; öznel bakış açısından, suçlunun kendi kendisi ile uzlaşma­ sıdır, öyle ki yasa onun tarafından onun yasası olarak bilinir, onun için ve onun korunması için geçerlidir, ve ona uygulanmasında böylelikle türenin doyumunu, yalnızca onun kendisinin olan edimi bulur. § 221 Yurttaş toplumunun üyesinin mahkemeye gitme hakkı vardır, npkı mahkeme önüne çıkma ve taru­ şılan hakkını yalnızca mahkemeden kazanma ödeuinin olması gibi.

§ 220 Das Recht gegen das Verbrechen in der Form der

Raclıe (§ 102)

ist nur Recht an sidı, nicht in der Form Rechtens, d. i. nicht in sei­ ner Existenz gerecht. Statt der verletzten Parcei triu das verletzte

Allgroıeine auf, das im Gerichte ei­ genrumliche Wırklichkeit hat, und iibernimmt die Verfolgung und Ahndung des Verbrechens, welche damiı die nur subjektive und zural­ lige Wıedervergelnıng durch Rache zu sein aufhört und sich in die wahrhafte Versöhnung des Rechıs mit sich selbst, in

Strafe verwan­

delt, - in objektiver Rıicksicht als Versöhnung des durch Aulheben des Verbrechens sich selbst �ieder­ hersıellenden und dantlt als güllig

verwiTklichenden Gesetzes, und in subjekıiver Riicksicht des Verbre­

seines von ihm getJJujten seinem Schulze gülligm Gesetus, in dessen Vollstre­ chers als

und für ihn und zu

ckung an ihm er somit selbst die Befriedigung der Gerechtigkeit, nur die Tat des Seinigm findet.

§ 221 Das Miıglied der biirgerlichen Ge­ sellschaft hat das &c/ıJ,

im Geridu zu

sWıen, sowie die Pj/idıl, sich wr GeridıJ zu sfl!/Jen tınd sein streitiges Recht nur von dem Gericht zu nehmen.

DIE SrITUCHKEIT /

TÖRELLİK

253

Ek.

Her birey mahkemeye gitme hakkını taşıdığı için,

Zwatz. Weiljedes Individuum das Rechı hat, im Gericht ıu stehen, muO es auch dic Ge­ setze kennen, denn sonst würde ihm diese Befugnis nichlS helfen. Aber da.s lndividu­ um hat auch die Pflicht, sich vor Gcrichl zu stellen. im Fcudalzustande stellte oft der M:.ichtigc sich nicht, fordcne das Gericht

yasayı da biliyor olmalıdır, çünkü yoksa bu yetkinin ona bir yararı olmayacakur. Ama bireyin o denli de mahkeme önünde çıkma ödevi vardır. Feodal düzende egemenler sık sık mahkeme önüne çıkmaz, onu tanı­

hcraus und behandehe es als cin Unrecht

maz ve onun önüne çıkmaları istemini mahkemenin

des Gerichts, den Michtigen vor sich :ıu

bir haksızlığı sayarlardı. Feodal düzen mahkeme ol­

fordcm. Dics sind aber Zuscindc, die dem,

was cin Gericht sein soll, widcrsprcchen.

ması gereken şey ile çelişiyordu. Bugünlerde prensler

in der neucrcn Zeit muB der Fürst in Pri­

özel sorunlarında mahkemenin Üzerlerindeki yetkesi­

vaısachcn die Gcrichtc ıiber sich crkcnncn, und gewôhnlich gehcn in frcicn Staaten dic

ni tanırlar ve özgür devletlerde genellikle davalarını

Prozesse dcssclben vcrloren.

yitirirler.

§ 222 Vor den Gerichten erhalı das Rechı die Bestimmung, ein erweisbares sein zu müssen. Der Redıt.sgangsetzL die Parteien in den Stand, ihre Beweis­ miuel und Rechısgııinde gelıend zu machen, und den Rkhter, sich in die Kenntnis der Sache zu setzen. Dicse Sclıritıe sind .re/bst &clıte; ihr Gang muB somit geseczlich bescimnıt sein. und sie machen auch einen wesentlichen Teil der theorelischen Rechtswissenschaft aus.

§ 222 Mahkeme önünde hak kanıtlanabilir bir hak olmak zorunda olma belirlenimini kazanır. Tüzel süreçte yanlann tanıtlama araçlarını ve haklılık zeminlerini geçerli kılmalan ve yar­ gıca olgulann bir bilgisini sunmalan gerekir. Bu adımlann kendileri haklardır, süreçleri böy­ lelikle yasal olarak belirlenmelidir, ve aynca kuramsal tüze biliminin özsel bir bölümünü oluştururlar.

Zruat:.. Es mag den

Mcnschen cmpôrcn,

daO er wei6, ein Recht zu habcn, das ihm als ein uncrwcisbares abgesprochcn wird;

Ek.

Bir hakkının olduğunu ama bunun tanıtlanamaz

bir hak olduğu için ona yadsındığını bilen bir insan

abcr das Recht, das ich habc, muO zuglcich

öfkeye kapılabilir; ama hakkım aynı zamanda ortaya

cin gesetztes scin: ich muO es darstellen,

koyulmuş bir hak olmalıdır: Onu betimleyebilmeli,

cnveiscn können, und nur dadurch, daO

das Ansichseicndc auch gesctzt wird, kann es in der Gesellschaft gelten.

tanıtlayabilmeliyimdir, ve kendinde varolan birşey ancak o denli de koyulmuş olmakla bir toplumda ge­ çerli olabilir.

§ 223 Durch die Zerspliıterung dieser Handlungen in immer mehr verein­ zelıe Handlungen und deren Rech­ le, die in sich keine Grenze enthilt. triu der Rechcsgang, an sich schon Miuel, als etwas Au8erliches seinem Zwecke gegeniiber. - Indem den Parceien das Recht, solchen weic­ liufi.gen Fonnalismus durchzuma­ chen, der ihT Rechc ist, zusteht, so ist, indem er ebenso zu einem Übel und selbsı Werkzeuge des Unrechıs gemacht werden kano, es ihnen von Gerichts wegen - um die Parteien und das Recht selbsı als die substan­ tielle Sache, worauf es ankommt, gegen den Rechısgang und dessen Mi8brauch in Schutz zu nehmen - zur Pflicht zu machen, einem einfachen Gerichte (Schieds-, Frie-

§ 223 Bu işlemlerin sürekli olarak kendi içlerinde hiçbir sonu gelmeyen daha da tekilleşmiş işlemlere ve bunların haklarına bölünmesi yoluyla kendinde her durumda bir araç cilan tüzel süreç dışsal birşey olarak kendi amacı­ nın karşısına çıkmaya başlar. -Yanlann böy­ le geniş kapsamlı bir biçimselcillik içinden geçme gibi bir hak.lan olduğu için, ama onla­ nn hakkı olan bu biçimselcilik kötü birşeye ve giderek bir haksızlık aracına çevrilebileceği için, yanlan ve giderek herşeyin çevresinde döndüğü tözsel olgu olarak tüzenin kendisini yasal süreçlere ve bunların kötüye kullanıl­ masına karşı koruma amacıyla yanlann ilkin yalın bir mahkemeye (hakemlik mahkemesi,

254

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIE DES RECHTS

barış mahkemesi) dönmeleri ve ayrılıkları mahkeme dışında uzlaştırma girişimini kabul etmeleri mahkeme aracılığıyla onlar için bir ödev yapılır. Denkserlik ahlaksal ya da başka bakımlardan biçimsel haklardan bir kopuşu kapsar ve ön­ celikle davanın içeriği ile ilgilidir. Ama bir denkserlik mahkemesi öyle bir anlam kazanır ki, bir dava sürecinin biçimsellikleri üzerin­ de ve özel olarak yasanın yorumlayabileceği türden nesnel kanıtlar üzerinde durmaksı­ zın tek bir durum ile ilgili olarak karar ve­ rir; yine, evrensel bir karakter kazanacak yasal bir eğilimden yana değil, ama bu tekil durum olarak tekil durumun kendi çıkarına göre karar verir. § 224 Tıpkı yasaların kamuya bilinir kılınmasının öznel bilincin haklan arasında bulunması gibi (§ 215), yasanın tikel bir durumdaki edimsell,eş­ mesini, eş deyişle dışsal tüzel işlemlerin, yasal zeminlerin vb. sürecini bilme olanağı da bun­ ların arasına düşer, çünkü bir mahkeme süre­ ci kendinde evrensel olarak geçerli bir olaydır ve durum tikel içeriğine göre hiç kuşkusuz yalnızca yanların çıkarını ilgilendirse de, ilgili hak ve bu konuda verilen karar evrensel içerik olarak herkesin çıkarını ilgilendirir -, türe iş­

lerinin kamuya açıklığı.

Mahkeme üyelerinin verilecek yargı üzerine kendi aralarında yaptıkları görüşmeler he­ nüz tikel sanıların ve görüşlerin anlatımıdır ve dolayısıyla doğalarına göre kamuya açık değildir.

Ek.

Türe işlerinin kamuya açıklığını haklı ve doğru

saymak tam olarak bir sağduyu tutumudur. Herkesin arasına kanşmayı yadsıyan ve kendilerini yasanın sı­ radan insanlığın girişine kapalı sığınağı olarak gören yargıçlann üstünlük konumlan bu açıklığa karşı her zaman güçlü bir gerekçe sağlamışur. Ama yurttaŞlann Tüzeye duydukları güven tam olarak onun özsel bir parçasıdır ve davaların kamuya açıklığını gerektiren yan budur. Açıklık hakkı mahkemenin ereğinin bir

densgerichc) und dem Versuche des Vergleichs sich zu untenverfen, ehe sie zu jenem schreiten. Die Billigkeiı enchah einen dem formellen Rechte aus mora­ lischen oder anderen Rii.ck­ sichcen geschehenden Abbruch und bezieht sich zun:ichst auf den lnlıalı des Rechtsscreits. Ein Billiglıeit.sgmchtshofaber wird die Bedeutung haben. da8 er über den einzelnen Fail. ohne sich an die Formalil.3ten des Rechcs­ ganges und insbesondere an die objekliven Beweismiuel. wie sie geseızlich gefa8t werden können, zu halten, sowie nach dem eige­ nen lnteresse des einzelnen Falles als dieses, nicht im lnteresse einer allgemeinen zu machenden ge­ setzlichen Disposition, entschei­ deL

§ 224 Wie die öffentliche Bekanncma­ chung der Gesetze unıer die Rech­ te des subjektiven Bewu8tseins fiil lt (§ 215), so auch die Möglichkeit. die Verwirlılichung des Gesetzes im besonderen Faile, namlich den Ver­ lauf von au8erlichen Handlungen, von Rechtsgründen usf. zu kenncn, indem dieser Verlauf an sich cine allgemein gülcige Geschichte ist und der Fail seinem besonderen lnhahe nach zwar nur das lnceres­ se der Parteien, der allgemeine lnhalt aber das Recht darin und dessen Enıscheidung das lnteresse aller betrifft, - Öffentlichheit der Rechı.spflege. Deliberationen der Miıglieder des Gerichıs über das zu ffillende Ur­ ceil un ter sich sind AuBerungen der noch besonderen Meinungen und Ansichten, also ihrer Natur nach nichıs Öffencliches. Zwat:. Die Ôffemlichkeit der Rechts­ pOege nimmı der gerade Menschensinn n-ır das Rechte und Richtige. Ein groBer Grund dagegen war ewig die Vomehm­ heil der Gerichuherren, die sich nichl jedem zcigcn wollen und sich als Hone des RechlS ansehen. in das die Laien nichı eindringen sollen. Es gehön zum Rechte aber namenllich das Zuunucn, das die Bıirger ıu demselbcn haben, und diese Seite isl es, welche die Öffentlichkeit des RechlSprechens förderL Das Rccht der Öf-

255

DIE SIITUCHKEIT / TÖRELLİK fontlichkeit beruht darauf, da8 der Zweck des Gerichts das Recht ist, welches

al.ı cine Allge­

nıcinheit auch vor die Allgemeinhcit gehôrt;

evrensellik olarak o denli de evrenselliğe ait olan hak olmasına, ama bir de yurttaşların gerçekten de

dann aber auch dara.uf, daO die 8Urgcr dic

hakkın yerini bulduğu kanısını edinmeleri üzerine

Überzeugung gell.innen, daO wirklich Recht

dayanır.

gesprochen wird.

§ 225 in dem Geschafte des Rechısprechens als der Anwendung des Gesetzes aur den einz.elnen Fall unterscheiden sich die zwei Seiten: mlem die Erkenntnis der Beschaffenheiı des Falls nach sei­ ner unmittelbaren Einz.ellıeiı. ob ein Ver­ Lrag usf. vorhanden, eine verletzende Handlung begangen und wer deren T3ter sei, und im peinlichen Rechte die Reflexion als Beslimmung der Handlung nach ihrem substanliellm, verbrecherischen Charakıer (§ I I9 Anın.), - zweitens die Subsumtion des Falles unıer das Gesetz der \\'ieder­ herstellung des Rechts, worunter im Peinlichen die Strafe begrilfen isı. Die Enıscheidungen iiber diese beiden verschiedenen Seiten sind verschie­ dene Funktionen. in der römischen Gerichrsverfassung kam die Unterscheidung diescr Funktionen darin vor, da6 der Pra­ ıor seine Enıscheidung gab, im Fail sich die Sache so oder so verhalte, und da.B er zur Unter.iuchung dieses Verhaltens einen besonderen Judex besıellıe. - Die Charakıerisierung einer Handlung nach ihrer be­ sti.mmten verbrecherischen Qualitit (ob z.B. ein Mord oder Tôıung) isı im englischen Rechtsverfahren der Einsichı oder Willkür des Ankliigers iiberlassen, und das Gerichı kann keine andere Bestimmung fassen, wenn esjene unrichti.g findet.

§ 226 Vomehmlich die Leitung des ganzen Ganges der Un te"rsuchung, dann der Rechıshandlungen der Parteien, als welche selbsı Rechıe sind (§ 222), dann auch die zweiıc Seiıe des Rechısurteils (s. vorherg. §) isı ein eigenıiimliches Geschafı des juristi­ schen Richters, riir welchen als Organ des Gesetzes der Fail zur Môglichkeiı der Subsumtion vorbereitet, d. i. aus seiner erscheinenden empirischen Be­ schaffenheit heraus zur anerkanncen Tatsache und zur allgemeinen Qua� lifikation erhoben worden sein mu8.

§ 225 Yasanın tekil duruma uygulanması olarak türenin yerine getirilmesi işinde iki yan kendini ayırdeder: İlk olarak, dolaysız. te­ killiği-ne göre durumun doğasının bilgisi, örneğin bir sözleşmenin vb. yapılmış olup olmadığı, zarar verici bir eylemin yer alıp almadığı ve almışsa onu yapanların kimler oldukları; ve ağır ceza tüzesinde ise eyle­ min töz.selkarakterine, suç olma karakterine göre belirlenmesi amacıyla derin-düşünce (§ 1 19 Not) ; ikinci olarak, durumun hak­ kın onarılması yasası alona alınması, ki ağır ceza tüzesinde ceza bu yasanın alnnda kap­ sanır. Bu iki ayrı yan üzerine kararlar ayrı ayn işlevlerdir. Roma mahkeme yapısında bu işlevlerin aynını Praetorun durumdaki olguların şöy­ le ya da böyle olduğu kararını vermesinde ve işlerin bu durumunu soruşturmak üze­ re özel birfı.ukx atamasında görünürdü_ Bir eylemin belirli suç niteliğine (örneğin bir cinayet ya da kasıtsız öldürme) göre tanımlanması İngiliz tüzesinde savcının içgörü ya da özencine bırakılır ve mahke­ me onu yanlış bulduğu zaman bile başka bir belirlenim saptayamaz. -

§ 226 İlk olarak bütün bir soruşturma süreci, sonra yanların tüzel işlemleri (ki kendile­ ri haklardır, § 222) , sonra aynca hükmün ikinci yanı (bkz. önceki § ) , tümü de tüze yargıcının kendine özgü işleridir ki, yasanın örgeni olarak onun için davanın belli bir ilkenin aluna alınması olanağı hazırlanmış olmalı, e.d. görünürdeki görgü! yapısının dışında genel nitelendirilmesi içinde tanı­ nan bir olguya yükseltilmiş olmalıdır.

256

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIEDES RECHTS

§ 227 İlk yan, dolaysız tekilliği ve nitelendirilmesi içindeki durumun bilg-isi, kendi için hiçbir tüzel bildirim içermez. Bu her eğitimli insa­ nın erişebileceği bir bilgidir. Eylemin nite­ lendirilmesi için eylemde bulunanın içgörü ve niyeti olan öznel kıpının (bkz. il. Bölüm) özsel olduğu düzeye dek, ve tanıtın us ya da soyut anlak nesnelerini değil ama yalnızca duyusal sezginin ve öznel pekinliğin tekil­ lik, durum ve nesnelerini ilgilendirdiği ve buna göre kendi içinde hiçbir saltık nesnel belirlenim kapsamadığı düzeye dek, kararda son etmen öznel kanı ve duyunçtur ( animi sententia) , ve bu arada başkalannın bildirim ve inancalan üzerine dayanan tanıt açısın­ dan yemin hiç kuşkusuz öznel ama enson doğrulamadır. Bu konuyu ele almada başlıca sorun bura­ da söz konusu tanıtın doğasını göz önüne almak ve onu başka türdeki bilgi ve tanıt­ lardan ayırdeunektir. Örneğin hak kavra­ mının kendisi gibi bir us-belirlenimini tanıtlamak, e.d. zorunluğunu bilmek bir geometrik teoremin tanıtlamasından daha başka bir yöntemi gerektirir. Dahası, bu son durumda şekil Anlak tarafından belirlenir ve bir kurala göre önceden so­ yut kılınır; ama örneğin bir olg;u gibi gör­ gü! bir içerik durumunda bilginin gereci verili duyusal algı, duyusal öznel pek.inlik ve bunlara ilişkin bildirim ve inancalardır, - ve daha sonra böyle bildirimlerden, ta­ nıklıklardan, durumlardan vb. çıkarsama­ lar ve bileşimler yapılır. Böyle gereçten ve ona uygun yöntemden ortaya çıkan nesnel gerçek onu kendi için nesnel olarak be­ lirleme girişiminde yarı-tanıtlara, ve aynı zamanda içlerinde biçimsel bir tutarsızlık kapsayan daha öte doğru sonuçlar yoluyla olağandı,şı ceı.alara götürür. Ama böyle nes­ . nel gerçekliğin bir us-belirleniminden, ya da gerecini daha önce Anlağın kendi için soyut olarak belirlediği bir önermeden

§ 227 Die erstere Seite. die Erkenntnis des Falles in seiner umniltelbaren Einzel­ heit und seine Qualifizierung. ent­ hiilt für sich kein Rechtsprechen. Sie ist eine Erkenntnis, w:ie sie jedem gebilrkten Menschen zusıehı. lnsofern für die Qualifıkaıion der Handlung das subjektive Moment der Einsicht und Absichı des Handelnden (s. il. Teil) wesenllich ist und der Beweis oh­ nehin nicht Vcmunft- oder abstrakte Verstandesgegenstcinde, sondem nur Einzelheiten, Umstande und Gegen­ st3.nde sinnlicher Anschauung und subjekıiver GewiOheiı beıriffı, daher keine absolut objektive Bestimmung in sich enlhalt, so ist das Lettte in der Enıscheidung die subjehtive Überzım­ gung und das Gewissen (an imi sen­ tentia), wie in Ansehung des Beweises, der auf Aussagen und Ve13icherungen anderer beruh.t, der Eid die Z\var sub­ jekti\'e, aber leızıe Bewahrung isı. Bei dem in Rede stehenden Gegen­ stand ist es cine Hauptsache, die Natur des Beıueisens, auf welches es hier ankommt, ins Auge zu fassen und es von dem Erkennen und Be­ weisen anderer Art zu unterschei­ den. Eine Vemunftbestimmung, "'"ie der Begriff des Rechıs selbst isı, zu beweisen, d. i. ihre Notwendigkeit zu erkennen, erforden cine andere Methode als der Beweis eines geo­ metrischen Lehrsatzes. Ferner bei letzterem ist die Figur vom Ve13tan­ de bestimmt und einem Gesetze ge­ miiO bereits absırakı gemacht; aber bei einem empirischen Inhalt, wie cine Tatsache ist, ist der Stoff des Erkennens die gegebene sinnliche Anschauung und die sinnliche sub­ jektive GewiOheit und das Ausspre­ chen und Versichern von solcher, - woran nun das SchlieBen und Kombiniercn aus solchen Aussagen, Zeugnissen, Umsıiinden u. dgl. ı.iitig isı. Die objektive Wahrheiı, welche aus solchem Stoffe und der ihm gemiiOen Methede, [die] bei dem Versuche, sie ftir sich objektiv zu bestimmen, auf halbe Beweise und in weiterer wahrhafter Konsequenz, die zugleich cine formelle lnkonse­ quenz in sich enth31t, auf aujeror­ dentliche Strafen führt, hervorgehı, hat cinen ganz anderen Sinn als die Wahrheit einer Vernunftbe-

257

DIE SI7TUCHKEIT / TÖRELLİK slimrnung oder eincs Satzes, des­ sen Stoff sich der Verst.and bereirs abstrakt bestimmt hat. DaB nun solche empirische Wahrheit einer Begebenheit zu erkennen in der ei­ gendich juristischen Bcstimmung cines Gerichts, daB in dieser eine eigenıümliche Qualiıit hierfür und damit cin ausschlieBendc:s Recht an sich und Notwendigkeit liege, dics aufzuzcigen machtc eincn Haupt­ gesichtspunkı bei der Frage aus, in­ wiefem den fönnlichenjuristischen Gerichtshôfen das Urteil iiber das Faktum wie lıber die Rechtsfrage zuzuschreiben sei. Zıuatz.. Es isı

kein Gnmd vorhanden, anzu­

nchmen, daB der juristischc Richtcr alicin den Talbcsıand fesısıcllcn solle, ela dics dic Sachc jeder allgemeinen Bildung ist und nichı ciner blo8juristischcn: dic Bcımeihıng dcs Tatbesıandcs gehı "°" empirischcn Um­ stii.nden aus, von Zeugnis.sen iiber die Hand­ lung und dcrglcichcn Anschauungcn, dann aber wicdcr von TaL'iachen, aus denen man aur die Handlung schlieBcn kann und die sie wahrschcinlich odcr unwahrscheinlich machcn. [.ı;; soll hier cine

Ceıvi)lıt:it crlangı

wcrdcn. keine Wahrheiı im höheren Sinne, welche etwas durchaus Ewiges ist; diesc Ge­ wiOhcit iıııı hicr dic subjeklive Überzeugung,

das Gewis.scn. und die Frage ist.: welche Fonn soll diese Gcwillhcit im Gcrichı erhahen? Die Fordenıng des Eingcstii.ndnisscs von sciıen des Verbreche� wekhe sich gewôhnlich im dcutschen Rechıc vorfindeL. haı das Wahre, daD dem Recht des subjcktivcn SclbsıbewuB­ tseins dadurch cin Gcniige geschieht; denn das,

was

dic Richıer sprechcn, muB im

Be­

wuBlsein nicht verschicden sein. und crsı, wenn der Verbrecher eingcsı.anden hat. ist kein Fremdes mehr gegcn ihn in dem Uneil. Hier ttiu nun abcr dic Sch"';crigkeit cin, daO der Verbrechcr lcugnen kann und dadurch das lntcresse der Gcrcchtigkeit gefiihrdet wird. Soll nun \\;eder die subjektive Über­ zeugung des Richters gehen, so gcschieht abennals cine Hirte, indem der Memch nichı mehr als freier behandeh wird. Die Vermiıtlung isı nun, da1I geforden wird, der Ausspruch der Schuld odcr Unschuld solle aw der Stele des Verbrechenı gegcben scin,

- das Geschwomımgmcht

§ 228

Das Recht des SelbsıbewuBtseins der Panei ist im Richterspruch nach der Seile, da8 er die Sııbsumıion des qualifizierten Falles un ter das Gt>.setz. ist, in Ansehung des Gesetus dadurch bcw:ı.hn, da8 das Geseız bekannt und damit das Geseu der Partci selbst, und in A.nsehung der Subsuınlion, daB

bütünüyle başka bir anlamı vardır. Şimdi bir olayın böyle görgül gerçekliğinin bir mahkemenin kendine özgü tüzel belirle­ nimi içinde saptanacağını, çünkü bu mah­ kemede bunun için ona özgü bir niteliğin ve böylelikle kendinde dışlayıcı bir hakkın ve zorunluğun yatuğını göstermek olgular üzerine olduğu gibi yasaları ilgilendiren sorular üzerine verilen yargının da biçim­ sel tüzel mahkemelere ne düzeyde yükle­ neceği sorusunda ana noktalardan birini oluşturur. Ek. Olguları saptaması gereken

kişinin yalnızca tüze yargıcı olduğu sayıltısının hiçbir zemini yoktur, çün­ kü bu salt tüzel bir sorun değil ama genel bir eğitim sorunudur: Olgular üzerine yargı görgü! koşullardan, eyleme ilişkin kanıtlardan ve benzeri gözlemlerden, ama eylemin onlardan çıkarsanabildiği ve onu ola­ sı ya da olasılık dışı kılabilen olgulardan da doğar. Burada bir pekinliğe ulaşılması gerekir, baştan sona ilksiz-sonsuz birşey olan daha yüksek anlamda bir gerçekliğe değil; bu pekinlik burada öznel kanıdır, duyunçtur, ve böylece soru şudur: Mahkemede bu pekinliğin hangi biçimi kazanması gerekir? Alman mahkemesinde genellikle görüldüğü gibi, suçlunun suçunu kabulü istemi öznel özbilincin hakkının bu yolla bir doyum bulması gibi doğru bir yan ta­ şır, çünkü yargıcın karan olan şeyin bilinçte aykın birşey olmaması gerekir, ve ilkin suçlu suçunu kabul ettiği zamandır ki bundan böyle ona karşı yargıda herhangi bir yabancı öğe kalmaz. Ama şimdi burada suçlunun suçunu yadsıyabilmesi ve bu nedenle türe­ nin çıkarının tehlikeye düşebilmesi gibi bir güçlük doğar. Yıne, eğeryargıcın öznel kanısı geçerli olacak­ sa, benzer olarak belli bir sıkıntı ortaya çıkar, çünkü insana bundan böyle özgür biri olarak davranılmamış olur. Şimdi gerekli olan dolaylılık suçlu ya da suçsuz hükmünün suçlunun ruhundan doğması istemidir, - [suçlunun duyuncu olarak] Jürili-Mahkeme. § 228

Hükümde [suçlanan] yanın özbilincinin hakkı, hükmün niteliği saptanan davanın yasanın altına alınması olması yanına göre, yasa açısından saklı tutulur çünkü yasa bili­ nir ve böylelikle o yanın kendisinin yasasıdır; ve 'alta alma ' açısından saklı tutulur, çünkü

258

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIEDES RECHTS

mahkeme kamuya açıknr. Ama davanın ti­ ke� öznel ve dışsal içeriği üzerine karar açı­ sından - ki bunun bilgisi § 225'te verilen ilk yana düşer -, o hak karar verenlerin öznelliğine duyulan güvende doyumunu bulur. Bu güven başlıca kararı verenlerin tikelliklerine, konumlarına vb. göre suç­ lanan yan ile benzerliği üzerine dayanır. Özbilincin hakkı, öznel özgürlük kıpısı, kamuya açık türe uygulamasının ve jürili mahkemenin zorunluğu üzerine sorudaki tözsel bakış açısı olarak görülebilir. Bu kurumların yararlığı biçiminde ortaya getirilebilen şey kendini özsel olarak bu noktaya indirger. Şu yada bu yarara ya da zarara ilişkin ileri geri daha başka ba­ kış açılan ve zeminler getirilebilir; ama bunlar tüm sıradan uslamlama zeminle­ ri gibi belirleyici değil, ikincildir, ya da daha başka ve belki de daha yüksek alan­ lardan alınmışlardır. Türe uygulaması kendinde yalnızca tüze yargıçları yoluy­ la iyi, belki de başka kurumlar yoluyla olduğundan daha iyi yürütülebilir; ama bu olanak olasılığa, giderek zorunluğa yükselse bile bunun bir önemi yoktur, çünkü öte yanda her zaman özbilincin hakkı vardır ki, istemlerinde diretir ve onları doyurulmamış bulur. - Bütün bir yasalar kütlesini oluşturan şeyin do­ ğasından ötürü, hak olanın bilgisi, daha­ sı mahkeme işlemlerinin gidişinin bilgisi ve birinin haklarını koruma olanağı eğer tüm bunlar kendini haklan söz ko­ nusu olanlara yabancı bir dil gibi gelen bir terminoloji yoluyla dışlayıcı kılan bir sınıfın mülkiyeti olursa, o zaman yurttaş toplumunun geçimleri için etkinlikleri, kendi bilme ve isteme edimleri üzerine ba­ ğımlı olan üyeleri yasanın yalnızca en ki­ şisel ve onları en yakından ilgilendiren yanlarına değil, ama onda tözsel ve ussal olana, hakkın kendisine de yahancı kalır ve o sınıf karşısında vesayet alnna, giderek

der Rechısgang öffendich isı. Aber in Ansehung der Enıscheidung iiber den buımdmm, subjektiven und auDerlichen lnhalı der Sac he, dessen Erkenntnis in die ersten der § 225 angegebenen Seiten Iallt, fındetjenes Rechı in dem Zuıraıırn zu der Subjektiviıii ı der Ent­ scheidenden seine Befriedigung. Dies Zuırauen griindeı sich vornehmlich auf die Gleichheiı der Parıei mit denselben nach ihrer Besonderheiı, dem Stande, und dergleichen. Das Recht des SelbsıbewuDıseins, das Moment deT subjekıivrn Freihei� kann als der subsıanıielle Gesichıspunkı in der Frage iiber Notwendigkeiı der öffendichen Rechıspflege und der so­ genannten Gesclııuorenrngerichte ange­ sehen werden. Auf ihn reduzien sich das Wesendiche, was in der Form der Nül:dichkeit für diese lnstitutionen vor­ gebrachı werden kann. Nach anderen Rücksichten und Grunden von diesen oder jenen Voneilen oder Nachteilen kann herüber und hinllber gesuiuen werden; sie sind wie aile Gründe des Risonnements sekundir und nicht entscheidend oder aber aus anderen, vielleichı höheren Spharen genom­ men. DaD die Rechıspflege an sich von reinjuristischen Gerichten gut, vielleicht besser a1s mit anderen Insti­ tutionen ausgeflbt werden könne: um diese Möglichkeiı handeli es sich in­ sofem nicht, als, wenn sich auch diese Möglichkeiı zur Wahrscheinlichkeit,ja selbsı zur Notwendigkeiı steigern lie­ Be, es von der andem Seite immer das Rechı deJ Selbstbewufttseins isı. welches dabei seine Anspriiche behalı und sie nicht befriedigı fındeı. - Wenn die Kenntnis des Rechtes durch die Beschaffenheiı dessen, was die Ge­ setze in ihrem Umfange ausmacht, ferner des Ganges der gerichdichen Verhandlungen und die Möglichkeit, das Recht zu verfolgen, Eigımıum eines auch durch Terminologie, die fiir die, um deren Rechı es geht, eine fremde Sprache ist, sich ausschlie6end ma­ chenden Standes ist, so sind die Mit­ glieder der biirgerlichen Gesellschaft, die fiir die Subsistenz auf ilıTI! Titiglıeiı, ihT eigımes Wissen und Wollen angewie­ sen sind, gegen das nicht nur Persön­ lichste und Eigenste, sondern auch das Substantielle und Verniinftige darin, das Rec�jmndgehalten und unıer Vor­ mundschaft, selbst in cine Art von Leib-

DIE SITFUCHKEIT / TÖREllİK eigenschaft gegen solchen Sıand geseızt. Wenn sie wohl das Recht haben, im Gerichte leiblich, mit den Füjien, zugegen zu sein (in iu­ dicio slan) , so ist dies wenig, wenn sie nicht geistig. mit ihrem eigenen Wıssen gegenw;irtig sein sollen, und das Recht, das sie erlangen, bleibt ein iiuBerliches Schicksal für sie.

§ 229 in der Rechtspfiege führt sich die biırgerliche Gesellschaft, in der sich die Idee in der Besonderheit verloren [hat] und in die Trennung des lnne­ ren und A.uOeren auseinandergegan­ gen ist, zu deren Begriffe, der Einheit des an sich seienden Allgemeinen mit der subjektiven Besonderheic zurllck, jedoch diese im einzelnen Falle und jenes in der Bedeutung des abstrak­ ten Rec/ıts. Die Verwirklichung dieser Einheit in der Ausdehnung auf den ganzen Umfang der Besonderheit, zunichst als relativer Vereinigung, macht die Bestimmung der Polizei und, in beschrinkter, aber konkreter Totaliıiit, die Kmpuratimı aus. Zusatz. in der bürgerlichen Gescllschaft ist die Allgemeinheit nur Notwendigkeit: im Verhiltni3 der Bedürfnisse ist nur das Rcchl als salches das Feste. Aber dies Recht, cin bloO beschri.nkter Krcis, bezieht sich nur auf die Beschützung dessen, wa.s ich habe: dem Rcchte als solchem İSl das Wohl ein AuJlerliches. Dieses Wohl istjcdoch in dem Synem der Bcdürfnisse eine wesendiche Be­ stimmung. Das Allgemeine also, das zun3.chst nur das ReCht ist, hat sich über das ganze Feld der Besonderheit auszudehnen. Die Ge­ rechtigkcit İJt ein CroOes in der bürgcrlichen Gesellschaft.: gute Cesetze werden den Staat blühen lassen, und freies Eigenrum ist cine Crundbedingung des Clanzes desselben; abcr indem ich ganz in die Besonderhcit verOochten bin, habe ich cin Recht zu for­ dem, daB in diescm Zusammenhang auch mein besonderes Wohl geförden werde. Es soll aufmein Wohl, aufmeine Besonderheit Rücksicht genommen werden, und dies ge­ schieht durch die Polizei und Korporation.

259 bir tür kulluk durumuna düşer. Mahkeme­ ye kişisel olarak çıkma hakkını ( in iudicio stare) taşısalar da, eğer kendi bilgileri ile enteUektüel olarak orada bulunmuyorlarsa, ve eğer kazandık.lan hak onlar için dışsal bir yazf5l olarak kalıyorsa, bu kişisel bulu­ nuş önemsiz birşeydir.

§ 229 İdea yurttaş toplumunda tikellikte yitmiş, için ve dışın ayrılması ile bölünmüştür; ama türenin yerine getirilmesinde yurttaş top­ lumu geriye Kavramına, kendinde varolan evrenselin öznel tikellik ile birliğine döner, üstelik burada öznel tikellik tekil durum­ larda bulunuyor ve evrensel ise soyut hakkın imlemini taşıyor olsa bile. Bu birliğin uzam açısından tikelliğin bütün bir erimine edim­ selleşmesi ilkin göreli birleşme olarak Polis ["kaınu yetkesi"] belirlenimini, ve kısıtlı aına somut bütünlükte ise Loncayı oluşturur. Ek. Yurttaş

toplumunda evrensellik salt zorunluk­

tur: Gereksinimlerin ilişkisinde sağlam nokta yal­ nızca hak olarak haktır. Ama bu hak, salt kısıtlı bir alan olarak, yalnızca benim olanın korunması ile ilgilidir; hak olarak hak için gönenç dışsal birşey· dir. Gene de, bu gönenç gereksinimler dizgesinde özsel bir belirlenimdir. Öyleyse ilk olarak salt hak olan evrenselin bütün bir tikellik alanı üzerine yayılması g-erekir. Türe yurttaş toplumunda büyük birşeydir: iyi yasalar devleti kalkınmaya götürür, ve özgür mülkiyet onun pırıltısının temel bir koşulu­ dur; gene de, tikellik ile baştan sona içiçe geçtiğim için, bu bağlantıda tikel gönencimin de artmasını isteme gibi bir hakkım vardır. Benim gönencimin, benim tikelliğimin dikkate alınması gerekir, ve bu Polis ve Lonca yoluyla olur.

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIE DES RECHTS

260

C. POLİS [KAMU YETKESİ]VE LONCA § 230

C. DıE PouzEı UND KoRPoRAnos

nesnel gereksinimler dizgesi yoluyla olduğu gibi bireyin özenci ve doğal tikelliği yoluyla da koşullandınlır; türenin yerine getirilme­ si yoluyla mülkiyetin ve kişiliğin çiğnenmesi silinir. Ama tikellikte edimsel olan hak şu ya da bu ereği engelleyen olumsallıkların ortadan kaldırılmasını ve kişinin ve mülkiyetin eksiksiz güvenliğinin sağlanmasını olduğu gibi, bire­ yin geçim ve gönencinin güvenceye alınma­ sını da kapsar: Tikel gönenç Hak olarak ele alınmalı ve edimselleştirilmelidir.

§ 230 im S)'stem der Bedürfnisse ist die Subsi­ stenz und das Wohl jedes Einzelnen als eine Möglichkeit, deren Wirklich­ keit durch seine Willkür und natür­ liche Besonderheit ebenso als durch das objektivc System der Bcdürfnisse bedingt ist; durch die Rechıspflege wird die Ver/.eb;ungdes Eigentums und der Persônlichkeiı getilgı. Das in der Besonderheiı ıvirküclıe Recht cnıhiilt aber sowohl. daB die Zufiüligİıeiten gegen den einen und den anderen Zweck aufge­ hoben seien und die ungı!.ration keine geschlossene Zunft: sic ist vielmehr die Versiulichung des einzelnste-­ henden Gewerbes und sein Hinaufnehmen in einen Kreis, in dem es St.3.rke und Ehrc gewinnL

§ 256 Der Zweck der Korporation als be­ schrinkter und endlicher hat seine Wahrheit - sowie die in der poli­ zeilichen aullerlichen Anordnung vorhandene Trennung und deren relative Identitiit - in dem an und für sich a/Jgr?mııinen Z.Wedıeund dessen absoluıer Wırklichkeiı; die Sphiire der bürgerlichen Gesellschaft geht daher in den sıaaı über. Stadı und Land - jene der Sitz des bürgerlichen Gewerbes, der in sich aııfgehenden und [sich] ver­ einzelnden Reflexion, dieses der Sitz der auf der Naıur ruhenden Sittlichkeit -, die im Verha.Iınis zu anderen rechtlichen Personen ihre Selbsıerhalıung vermiııelnden In­ dividuen und die Familie, machen die beiden noch ideellen Momente ıiberhaupt aus, aus denen der Staat als ihr wahrhafıer Grund heroorgMI. - Diese Entwicklung der unmiuel­ baren Siıtlichkeit durch die Entzwei­ ung der bürgerlichen Gesellschaft hindurch zum Staate, der als ihren

DIE SI1TUCHKEJT / TÖRELLİK wahrhaften Grund sich zeigt, und nur eine solche Entwicklung, ise der wissenschafiliche Bewei.r des Begriffs des Sıaats. - Weil im Gange des wis­ senschafdichen Begriffs der Sıaat als Resultat erscheint, indem er sich als wahrhajler Grund ergibt, so hebtjene Vennittlung und jener Schein sich ebensosehr zur Unmittelbarkeit auf in der Wirklichkeit ist darum der Staal überhaupı vielmehr das Erste, innerhalb dessen sich erst die Farni­ lie zur bürgerlichen Gesellschafı au.. bildeı, und es isı die ldee des Sıaates selbst, welche sich in diese beiden Momente dirimiert; in der Entwick­ lung der bürgerlichen Gesellschafı gewinnl die sittliche Subscanz ihre unendliche Form, welche die beiden Momente in sich enthfilt: 1. der un­ endlichen UnteTscheidung bis zum fürsichseienden lnsichsrin des Selbst­ bewuBtseins, und 2. der Form der Altg...einheit, welche in der Bildung is� der Form des Gedanlıms, wodurch der Geist sich in Gesetzen und /nsti­ tutionen, seinem gedachten Willen, als organi.sche Toıaliı.iit objektiv und wirklich ist.

Driıter Abschnitt Der Sıaat

§ 257 Der Staat ist die Wirklichkeit der sittlichen Idee - der sittliche Geist, als der offenbare, sich selbst deutliche, substantielle Wille, der sich denkt und wei8 und das, was er weiO und insofem er es weiB, vollführt. An der Sitte hat er seine unmittelbare und an dem Selbstbewufttsein des Einzelnen, dem Wissen und Tatigkeit desselben, seine vermittelte Existenz, so wie die­ ses durch die Gesinnung in ihm. als seinem Wesen, Zweck und Produkte seiner T3.tigkeit, seine substantielle Freiheit hat. Die Penaten sind die inneren, unt.emı Götter, der Vollısgei.rt (Athene) das sich wisseııde und wollende Göuliche; die Pietö.t die Empfindung und in Empfindung sich benehmende Sittlichkeiı, die poliıische Tugend das Wollen des an und für sich seienden gedachten Zweckes.

275

zemini olarak gösteren Devlete bu geli­ şimi, salt böyle bir gelişim Devlet Kavra­ mının bilimsel tanıtıdır. - Bilimsel Kav­ ramın gidişinde Devlet sonuç olarak göründüğü için, kendini gerçek zemin olarak ortaya koyarken o dolaylılık ve o görünüş o denli de kendini dolaysızlıkta ortadan kaldınr. Edimsellikte bu nedenle genel olarak Devl.et dahaçok i/,k olandır ki, içerisinde ilkin Aile kendini Yurttaş Top­ lumuna biçimlendirir, ve kendini bu iki kıpıya ayıran şey Devletin kendisinin İde­ asıdır. Yurttaş Toplumunun gelişiminde törel töz şu iki kıpıyı kendi içinde kap­ sayan sonsuz biçimini kazanır: ( 1 ) Özbi­ lincin kendi-için-varolan kendi-içinde-var­ lığına dek sonsuz ayrılma, ve (2) eğitimde varolan evrensellik biçimi, düşüncenin biçimi ki, onunla Tin Yasa ve Kurumlarda, düşünsel İstencinde, öıgenselbütünlük ola­ rak kendine nesnel ve edimseldir.

Üçüncü Kesim

Devlet

§ 257 Devlet törel İdeanın edimselliğidir - törel Tindir ki, açıkta yatan, kendi için seçik töz­ sel İstenç olarak kendini düşünür ve bilir, ve bildiğini ve bildiği düzeye dek yerine ge­ tirir. Devlet törede dolaysız varoluşunu, bire­ yin özbilincinde, bilme ve etkinliğinde dolaylı varoluşunu bulur, npkı ôzbilincin duygusal yatkınlığı yoluyla etkinliğinin özü, ereği ve ürünü olarak Devlette tözsel özgürlüğünü bulması gibi. Penatlar içsel tannlar, yeraltı tannlandır; ulus tini (Athena) kendini bil.en ve isteyen tanrısallıktır; dindarlık duygudur ve duygu içinde davranan törelliktir; politik erdem kendinde ve kendi için varolan düşünül­ müş ereğin istenmesidir.

276

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIE DES RECHTS

§ 258 Devlet tözsel İstencin edimselliği olarak - ki bunu evrenselliğine yükselmiş tikel özbilinçte bulur - kendinde ve kendi için ussal olan­ dır. Bu tözsel birlik saltık olarak devimsiz kendinde-erektir ki, onda Özgürlük en yük­ sek hakkına ulaşır, upkı bu son-ereğin de en yüksek ödevi Devletin bir üyesi olmak olan bireye karşı en yüksek hakkı taşıması gibi. Eğer Devlet Yurttaş Toplumu ile karışun­ lır ve belirlenimi mülkiyetin ve kişisel öz­ gürlüğün güvenliği ve korunması olarak saptanırsa, o zaman genel olarak bireylerin çıkartan birleşmelerinin son ereği olur ve bundan Devletin üyesi olmanın keyfi bir­ şey olduğu sonucu çıkar. - Ama Devletin birey ile ilişkisi bundan bütünüyle başka birşeydir; Devlet nesnel Tin olduğu için, bireyin kendisi nesnellik, gerçeklik ve tö­ relliğini ancak onun bir üyesi olarak bulur. Genel olarak birleşmenin kendisi gerçek içerik ve erek, ve bireyin belirlenimi evren­ sel bir yaşam sürdürmektir; daha öte tikel doyumu, etkinliği, davranış yolu bu tözsel ve evrensel olarak geçerli yaşamı başlangıç noktası ve sonucu olarak alır. - Ussallık, soyut olarak görüldüğünde, genel olarak evrenselliğin ve tekilliğin baştan sona yayı­ lan birliğinden oluşur. Burada, somut ola­ rak içerik yanından görüldüğünde, nesnel özgürlüğün (e.d. evrensel tözsel istencin özgürlüğünün) ve öznel özgürlüğün (e.d. bireysel bilmenin ve tikel erekler peşin­ deki istencin özgürlüğünün) birliğinden oluşur; ve bu nedenle, biçim açısından görüldüğünde, düşünsel, e.d. evrensel yasa ve ilkeler ile uyum içinde kendini belirle­ yen bir eylemden oluşur. - Bu İdea Ti­ nin kendinde ve kendi için ilksiz-sonsuz ve zorunlu varlığıdır. - Ama şimdi genel olarak Devletin ya da daha doğrusu her bir tikel Devletin ve onun hak ve belirle­ nimlerinin tarihsel kökenleri nedir ya da ne olmuştur, ilkin ataerkil ilişkilerden mi

§ 258 Der Staat isı als die Wirklichkeiı des substantiellen Wi/lıms, die er in dem zu seiner Allgemeinheit erhobenen besonderen Selbslbewuflt5ein ha� das an und für sich Vımıünp;g.. Diese substan· tielle Einheit ist absolucer unbewegter Selbsızweck, in welchem die Freiheit zu ihrem höchsıen Recht kommt, so wie dieser Endzweck das höchste Rechı gegen die Einzelnen hat, deren höchsıe Pfliclıı es ist, Mitglieder des Staats zu sein. Wenn der Sıaat mit der bfırgerlichen Gesellschaft venvechselt und seine Bestimmung in die Sicherheit und den Schuız des Eigentums und der pcrsönlichen Freiheit gesetzl wird, so isı das Jnteresse derEinzelnen als sol­ cher der leuıe Zweck, zu welchem sie vereinigt sind, und es folgt hieraus ebenso, da8 es etwas Beliebiges ist, Mitglied des Staates zu sein. - Er hat aber ein ganz anderes Verhcilt­ nis zum lndividuum; indem er objek­ tiver Geist ist, so hat das lndividuum selbst nur Objeklivitit, Wahrheit und Sittlichkeit, als es ein Glied des­ selben isı. Die Vemnigung als solche isı selbsı der wahrhafte Inhalı und Zweck, und die Bestimmung der in· dividuen ist, ein allgemeines Leben zu führen; ihre weitere besondere Befriedigung, Tiitigkeit, Weise des Verhaltens hat dies Subsıantielle und Allgemeingfıltige zu seinem Ausgangspunkte und Resultate. Die Vernfınftigkeiı besteht, abstrakı betrachtet, fıberhaupt in der sich durchdringenden Einheit der All­ gemeinheit und der Einzelheit und hier konkret dem lnhalte nach in der Einheit der objektiven Freiheit, d.i. des allgemeinen substantiellen Wil· lens und der subjektiven Freiheit als des individuellen Wissens und seines besondere Zwecke suchenden Wil­ lens- und deswegen der Fonn nach in einem nach grıtku!ııen, d.h. allgımıei­ nen Gesetzen und Grundsitzen sich bestimmenden Handeln. - Diese ldee ist das an und für sich ewige und nonvend.ige Sein des Geistes. Welches nun aber der historische Ur­ sprung des Staates überhaupt oder vielmehr jedes besonderen Staates, seiner Rechte und Bestimmungen sei oder gewesen sei, oh er zuerst aus pauiarchalischen Verhfiluıissen, aus Furcht odcr Zutrauen, aus der

DIE SIITUGHKEIT / TÖREilİK Korporation usf. hen-orgegangen und wie sich das, worauf sich sol­ che Rechte gründen, im BewuBt­ sein als göttliches, positives Recht oder Vertrag, Gewohnheit und so fort gefaBt und befestigt habe, geht die ldee des Staates selbst nicht an, sondern ist in Rfıcksicht auf das wissenschaftliche Erkennen, von dem hier allein die Rede ist, als die Erscheinung eine historische Sa­ che; in Rücksicht auf die Autoriı:it eines wirklichen Staates, insofern sie sich auf Gründe einliBt, sind diese aus den Formen des in ihm gültigen Rechts genommen. Die philosophische Betrachtung hat es nur mit dem lnwendigen von ailem diesem, dem gedaclılen Begriffe zu tun. in Ansehung des Aufsuchens dieses Begriffes hat Rousseau das Verdienst gehabt, ein Prinzip, das nicht nur seiner Form nach (wie enva der Sozialil.3.tslrieb, die göttliche Autoritat), sondern dem lnhalte nach Gedanke ist, und zwar das Denken selbst ist, niimlich den Willen als Prinzip des Staats auf­ gestellt zu haben. Allein indem er den WilJen nur in bestimmter Fonn des einzelnen Willens (wie nachher auch Fichte) und den allgemeinen Willen nicht als das an und fıir sich Vernünftige des Willens, sondern nur als das Gemeinschaftliche, das aus diesem einzelnen Willen a/.s bewujlteın hen-orgehe, faBıe, so wird die Vereinigung der Einzelnen im Staat zu einem Vertrag, der somit ibre Willkür, Meinung und belie­ bige, ausdrückliche Einwilligung zur Grundlage hat, und es folgen die weiteren bloB verst:indigen, das an und für sich seiende Gôtt· liche und dessen absolute Autoritit und Majestit zerstörenden Konse­ quenzen. Zur Gewalt gediehen, ha­ ben diese Abstr.ıktionen deswegen wohl einerseits das, seit wir vom Menschengeschlechte wissen, erste ungeheure Schauspiel hen-orge­ bracht, die Verfassung eines groBen wirklichen Staates mit Umsturz aJles Bestehenden und Gegebenen nun ganz von vome und vom Gedanken anzufangen und ihr bloB das ver· meinle Vemünflige zur Basis geben zu wollen; andererseits, weil es nur ide­ enlose Abstraklionen sind, haben sie den Versuch zur fürchterlichs--

277

yoksa korku ya da gıivenden mi ya da lon­ cadan vb. mi doğmuştur diye sorarsak, ya da böyle hakların üzerine dayandığı şeyin bilinçte tanrısal pozitif hak mı, yoksa söz­ leşme, alışkanlık vb. gibi şeyler olarak mı aynmsandığını ve saptandığını araştırırsak, tüm bunların Devlet İdeası ile hiçbir ilgi­ si yoktur; tersine, burada biricik kaygımız olan bilimsel bilgi açısından tüm bunlar yalnızca bir görüngü, yalnızca tarihsel bir sorundur; edimsel bir Devletin yetkesi söz konusu olduğunda, bu yetkenin zeminlere izin verdiği düzeye dek, bunlar o devlette geçerli olan tüzenin biçimlerinden alınır. - Felsefi irdeleme yalnızca bunlarda içsel olan ile, yalnızca düşünülen Kavram ile ilgi­ lenir. Bu kavram üzerine araştırma açısın­ dan Rousseau'nun değeri yalnızca biçimine göre değil (örneğin toplumsal-içgüdü ya da tanrısal yetke gibi birşeyi) , ama içeriğe göre de Düşünce olan, aslında Düşünmenin kendisi olan bir ilkeyi, yani İstenci Devletin ilkesi olarak saptamış olmasında yatar. Ama Rousseau (daha sonra Fichte'nin de yaptığı gibi) istenci salt bireysel istencin belirli bi­ çiminde aldığı ve evrensel istenci istencin kendinde ve kendi için ussal yanı olarak değil ama yalnızca bilinçli istenç olarak bu bireysel istençten ortaya çıkan ortak yan olarak gördüğü için, bireylerin Devletteki birliğini bir sözleşmeye indirger ki, böyle­ likle onların özenç, görüş ve keyfi olarak verilen açık onaylarını temel alır, ve bunu kendinde ve kendi için olan tanrısal öğeyi ve onun saltık yetke ve görkemini yokeden soyut Anlağın daha öte vargıları izler. Bu nedenle, gıicü ele geçirdiklerinde, bu so­ yutlamalar bir yandan bildiğimiz kadarıy­ la insan soyunun tarihinde ilk kez büyük bir edimsel devletin anayasasının kalıcı ve verili olan herşey ile birlikte devrilmesi ve bundan sonra ona salt sanılannda ussal ola­ nı temel yapmayı isteyenlerin düşünceleri yoluyla tepeden tırnağa yeniden kurulması

278

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIEDES RECHTS

gibi muazzam bir görüntü yaratmıştır; öte yandan, ortada yalnızca İdeasız soyutlamalar bulunduğu için, bunlar [ojacobenci] girişimi korkunun ve en yılgının doruğuna çıkarmışlar­ dır. - Bireysel istencin ilkesine karşı şu temel kavram anımsanmalıdır: Nesnel istenç kendin­ de kendi Kavramında ussal olandır - bireyler tarafından bilinsin ya da bilinmesin, ve onların keyiflerine uygun olsun ya da olmasın; yine anımsanmalıdır ki, karşıt yan, özgürlüğün öznelliği, bilme ve isteme (k.i bireysel isten­ cin ilkesinde kapsanan yalnızca budur) , ussal istencin İdeasının yalnızca bir ve bu nedenle­ re tek-yanlı kıpısını kapsar - ussal istenç ki, ussallığı yalnızca kendinde ne ise kendi için de o olmasına bağlıdır. - Devleti bilgide kendi için ussal birşey olarak kavrayan düşüncenin bir başka karşıtı da görüngünün dışsallığ;ını, e.d. yoksunluk, korunma için gereksinim, güç­ lülük, varsıllık vb. gibi olumsallıkları devletin tarihsel gelişiminin kıpıları olarak değil, ama tözü olarak alma tutumudur. Burada da bilgi­ nin ilkesini oluşturan şey benzer olarak bireyin tekilliğidir, ve gene de bu tekilliğin düşüncesi değil, ama tam tersine güç ve zayıflık, varsıl­ lık ve yoksulluk vb. gibi olumsal özelliklerine göre görgül tekilliklerdir. Devlette kendinde ve kendi için sonsuz ve ussal olanı gözardı etme ve düşünceye onun iç doğasını aynmsamayı ya­ saklama gibi bir tutum hiçbir zaman Herr von Haller'in R.estauration der Staatswissenschaft* başlıklı çalışmasında olduğundan daha katıksız bir biçimde ortaya koyulmuş değildir - katık­ sız, çünkü Devletin özünü aynmsamaya yöne­ lik tüm [başka] girişimlerde, giderek ilkeler henüz bütünüyle tek-yanlı ya da yüzeysel bile olsa, bu devleti kavrama niyetinin kendisi dü­ şünceleri, evrensel belirlenimleri kendisi ile birlikte getirir; ama burada, von Haller'in du­ rumunda, Devlet olan ussal içerik ve düşünce­ nin biçimi yalnızca bilinçli olarak yadsınmakla kalmaz, içeriğe olduğu gibi biçime de ateşli bir tutku ile karşı çıkılır. Herr von Haller'in * [Bkz. § 220 için dipnot.]

ten und grellsten Begebenheit gemacht. - Gegen das Prinzip des einzelnen Willens ist an den Grundbegriff zu erinnem, daO der objektive Wille das an sich in seincm

Begriffe Vemünftige

ist, ob es von Einzelnen erkannt und von ibrem Belieben gewollt werde oder nicht, - daO das Entgegengesetzte, die Subjek­ tivitit der Freiheit, das Wissen und Wollen, das in jenem Prin­ zip

a/Jein fesıgehalten is4 nur das eine, darum einseitige Moment der /dee des vernünfugm Willens enıhalt, der dies nur dadurch ist, daO er ebenso

an sich als daO

erJürsich ist. - Das andere Ge­ genteil von dem Gedanken, den Sıaat in der Erkenntnis als ein für sich Vemünftiges zufassen, is4 dic

J.uflerlichkeit der Erschei­

nung, der Zuflilligkeit der Not,

der Schutzbedürfıigkeit, der Stiirke, des Reichıums usf. nicht als Momente der historischen Entwicklung, sondern für die

Substanz.

des Staates zu neh­

men. Es ist hier gleichfalls die Einzelheit der lndividuen, wel­ che das Prinzip des Erkennens ausmachL,jedoch nicht einmal der

Gedanke dieser

Einzelheit,

sondem im Gegenteil die empi­ rischen Einzelheiten nach ihren zufiilligen Eigenschaften, Kraft und Schwiiche, Reichıum und Armut usf. Solcher Einfall, das an und für sich

Unendliche und Vernünfüge im Staat zu überse­ hen und den Gedanken aus dem Auffassen seiner inneren Natur zu

verbannen.

ist wohl nie so

unvermischt aufgetreten als in

Resıauratiım der Staatswissensclıafl - unvennischt,

Herm v. Hallers

denn in ailen Versuchen. das Wesen des Staats zu fass en, wenn auch die Prinzipien noch so einseitig oder oberfl3.chlich sind, führt diese Absicht selbst, den Staat ztı begreifen, Gedanken, allgemeine Bestimmungen mit sich; hier aber ist mit BewuBtsein auf den vemünftigen in halt, der der Staat ist, und auf die Form des Gedankcns nicht nur Ver­ zicht getan, sondern es wird gegen das eine und gegen das andere mit leidenschafLli cher

DIE SIITUCHKEIT / TÖRELLİK

279

Hitze gestümu. Einen Teil der, wie Herr v. Haller versichen, ausgebrei­ teten Wirkung seiner Grunds3.tze verdankt eliese Restauration wohl dem Umsıande, daJJ er in der Darstellung alkr Gedanlıen sich abzuıun gewullt und das Ganze so aus einem Stücke gedankenlos zu halten gewullt hat; denn auf diese Weise fiillt die Ver­ wirrung und Störung hinweg, wel­ che den Eindruck einer Darstellung schwacht, in der unter das Zuf.illige [cine] Anmahnung an das Substan­ tielle, unter das bloll Empirische und Aullerliche cine Erinnerung an das Allgemeine und Vernünf­ tige gemischt und so in der Sphiire des Dürftigen und Gehaltlosen an das Höhere, Unendliche erinnert wird. - Konsequent isl darum diese Darsıellung gleichfalls, denn indem statt des Substantiellen die Sphiire des Zufiilligen als das Wesen des Staats genommen wird, so besteht die Konsequen>. bei solchem lnhalı eben in der völligen Inkonsequenz einer Gcdankenlosigkeit, die sich ohne Rücksicht fortlaufen liillt und sich in dem Gegenteil dessen, was sie soeben gebilligt, ebensogut zu Hause findet. *

bize inancasını verdiği gibi, bu Restauration kapsadığı ilkelerin bir bölümünün yaygın etkisini hiç kuşkusuz açımlamasında tüm düşüncelerin bilinçli olarak bir yana atıl­ ması ve bütünün böylece yine bilinçli bir düşüncesizlik ile tek bir parça olarak tunıl­ ması olgusuna borçludur; çünkü bu yolda herhangi bir açımlamanın etkisini zayıfla­ tacak olan karışıklık ve düzensizlikten kur­ tulmuş olur - bir açımlama ki, olumsal olanın arasına tözsel olanın bir önsezisini, salt görgü] ve dışsal olanın arasına evrensel ve ussal olanın bir anımsamasını kanşunr ve böylece yoksul ve içeriksiz olanın alanın­ da yüksek olanı, sonsuz olanı anımsatmış olur. -Yine aynı nedenle bu açımlama tu­ tarlıdır, çünkü tözsel olanın yerine olumsal olanın alanı Devletin özü olarak alınırken, bu yolla böyle bir içerik durumunda tu­ tarlık bir düşüncesizliğin tam tutarsızlığı olarak hiçbirşeye aldırmadan ilerler ve az önce onayladığının tam tersini o denli de bütünüyle yerinde bulur.*

•nas genannle Buch ist um des angege­

*Sözü edilen kitap belirtilen nitelikleri ile özgün bir türdendir. Yazann öfkesi kendi içinde soylu birşey­ ler taşıyor olabilir, çünkü az önce değinilen ve özellikle Rousseau'dan kaynaklanan yanlış kuramlar tarafından ve başlıca onları olgusallaşurına girişimleri tarafından tutuşturulmuştur. Ama Herr von Haller kendini bun­ lardan kurtarabilmek için tam bir düşünce yoksunluğu olan ve bu nedenle bir içerikten söz edilmesine izin ver­ meyen karşı uca gitmiştir - yani tüm yasalara, yasamaya, tüm biçimsel ve yasal olaralı belirli hakka karşı en yeğin nef­ ret duygusuna. Yasalardan, yasal olarak belirlenen hak­ lardan nefret paroladır ki, bağnazlık, bunaklık ve iyi niyetlerin ikiyüzlülüğü kendilerini hangi kılığa sokar­ larsa soksunlar onda ne istediklerini açıkça ve yanıl­ gıya yer bırakmayacak bir yolda ele verirler. - Herr von Haller'inki gibi bir özgünlük her zaman dikkate değer bir fenomendir, ve henüz kitabı tanımayan okuyucula­ nm için birkaç örnek alınu yapacağım. Herr von Haller ana ilkesini şöyle koyar (1. Cilt., s. 342 ss.) : "yani dirim­ siz dünyada bıiyüklerin küçükleri, güçlülerin zayıflan ezmesi vb. gibi, hayvanlar ve daha sonra insanlar ara­ sında da aynı yasa daha soylu şekiller alunda (ve hiç kuş­ kusuz sık sık aynca soysuz şekiller altında?) yeniden görıinür," ve "iiyleyse Tannnın ilksiz-sonsuz deği.şmez düzeni

bcnen Charaklcn: willen von origineller An. Der Unmut des Verfassen könme für sich et­ was

Edles haben, indem denelbe sich an den

vorhin erw:ihntcn, von

Rowuau

\'Omehm­

lich ausgegangenen falschen Theorien und hauplSichlich an deren versucher Realisie­ nıng entziındet hat. Aber der Hcrr v. Haller hat .sich, um sich zu retten, in cin Gegenteil geworren. das cin vôlliger Mangel an Gedan­ ken ist und bei dem deswegen von Gehalt nicht dic Rede sein kann, - nıimlich in den

Hajgegen aile Gueıu, Gtset:g!!bung. allesJormlkh mul gt.setzıidı batimmk &cht. Der

bittersten

HaO tks Ge.setw, gt:stt:ılich bestimmten Rttht.s ist das Sc'hibolcth, an dem sich der Fanatis­ mns, der Schwachsinn und die Hcuchelei der gı.uen Absichtcn offenbaren und unrehlbar zu erkenncn geben,

was

sic sind, sie mögen

sonsl Klcider umnehmen, welche sic wollen. - Eine Originafüiı, wie die ''on Hallersche, ist immer cine merk\'ii'ırdige Erscheinung. und für ditjenigcn meincr Lescr. welche das Buch noch nicht kennen, "'ili ich einiges :.ı:ur Probe anführen. Nachdem Hen v. Haller Od., S.

(1. :!142 IT.) seincn Hauptgrundsatz aufge­

stellt, .,daO nimlich wie im Unbeü:bten dasGrö8cre das Kleinere, das M.iichtige das Schwa­ che vcrdr.ingc usr.. so auch untcr den Tierm und danı\ unter den Menschen da.sstlbt Ge­

sctz untcr edlcren Gcsınlten (oft wohl auch untcr uncdlcn?) \\iedcrkomınc", und .da8

280

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIE DES RECHTS

Ek. Devlet kendinde ve kendi için törel bıitündıir, Zusaız. Der Staat an und für sich isl das siu­ liche Ganze, die Venvirklichung der Freihcit özgıirlüğıin edimselleşmesidir ve özgıirlüğıin edim­ und es isı absoluter Zweck der Vcmunft, daO sel olması usun saluk ereğidir. Devlet Tindir ki dıin­ die Freiheit wirklich sei. Der Staat ist der Gcist, yada durur ve kendini bilinçli olarak onda olgusallaş­ der in der Well steht und sich in der.;elbcn mit &wujlUein realisien. wihrend er sich in der Na­ unr; buna karşı Tin Doğada kendini yalnızca kendi tur nur als das Andcre seiner, als schlafender başkası olarak, uyuyan Tin olarak edimselleştirir. Geist verwirklicht. Nur als im BewuDtsein Tin ancak bilinçte bulunduğu zaman, ancak ken­ vorhanden, sich selbst als cxistierender Gegen­ scınd '"issend, ist er der SlaaL Bei der Freiheil dini varolan bir nesne olarak bildiği zaman Devlet­ muB man nicht von der Einzelheit, vom cinzcl· tir. Özgıirlıikte bireysellikten, tekil özbilinçten değil, nen SelbstbewuOtsein ausgehcn, sondcrn nur ama yalnızca özbilincin özıinden yola çıkmalıyız, vom Wcscn dcs SelbstbcwuOtseins, denn der mag es wissen oder nicht, dics Wesen çünkü insan onu bilsin ya da bilmesin, bu öz ken­ Mcnsch realisiert sich als selbstandigc Gewah, in der dini bağımsız güç olarak olgusallaşunr ki, onda tekil die einzelnen lndividuen nur Momente sind: bireyler yalnızca kıpılardır: Devletin olması Tanrının ist der Gang Gottcs in der Welt, daD der Staaı dünyadaki yıirıiyıişü, ve zemini kendini İstenç ola­ ist, scin Grund ist die Gewalt der sich als Wille venvirklichenden Vemunft. Bei der ldce des rak edimselleştiren Usun gıicüdür. Devlet İdeasında Staats muB man nicht besondcrc Staatcn vor göz önüne alınması gereken şey tikel devletler, tikel Augen haben, nicht besondcre lnstitutioncn. kurumlar değildir; tersine, İdea, bu edimsel Tann, man ınuB viclmchr die ldcc, diesen wirklichcn Gott, flır sich bell"3.chtcn.Jeder Staaı.. man mag kendi uğruna irdelenmelidir. Kişinin kendi ilkele­ ihn auch nach den Grundsitzen, dic man hat, rine göre, pekala her Devletin kötü olduğu göste­ für schlecht crklii.ren, man mag dicsc oderjene rilebilir, her Devlette şu ya da bu eksikliğin bulun­ Mangclhaftigkcit daran crkenm:n, hat immcr, wenn er namcntlich zu den ausgcbildctcn un­ duğu saptanabilir; ve gene de bu eğer çağımıza ait serer Zeit gchOrt, die wesentlichen Momente gelişmiş bir Devlet ise, her zaman varoluşunun özsel seincr Existenz in sich. Wcil aber lcicher ist, kıpılarını kendi içinde taşır. Ama eksiklik bulmak Mingcl aufzufindcn, als das Affirmative zu be­ grcifen. verfii.llt man leicht in den Fchler, fiber olumlu olanı kavramaktan daha kolay olduğu için, einı.elnc Scitcn den inwendigen Organismus kolayca Devletin tekil yanlara takılarak iç örgenliğini des Staates selbst zu vergcsscn. Der Staat ist es

es

güçlülerin egemen olduklannı, egemen olmak zorunda dics abo dit ewig2 unabiindeTliclu Ordnung Gottes sei, daO der Mikhtigm hcrrsche. hcrnchcn olduklarını ve her zaman egemen olacaklarını anlaur." mU:ssc und immcr hcnschcn wcrdc" - man Bunlardan ve aynca daha sonrakilerden burada güç söz­ sieht schon hieraus und ebenso aus dem Fol· cüğünün hangi anlamda amaçlanmış olduğu yeterince genden, in welchem Sinne hier die Macht ge­ açıkur: Haklı ve törel olanın gücü değil, ama olum­ mcint isı: nichı die Macht des Gerechten und Siulichcn. sondem die zuralUgc Naıurgewalt sal doğal-güç. Yazar sonra bunu daha öte zeminler ile -, so belegl er dies nun weiıcrhin und untcr desteklemeye girişir ve aralannda şu da vardır (s. 365 andcren Gründen auch damit (S. :!165 r.), daD s.): Doğa hayranlık verici bir bilgelik ile öyle bir düzen dic Nanır es mit bewundemS\vUrdigcr Wcisheit also gcordnct, da8 gerade das Geffihl eigmer yaratmışur ki, birinin kendi üstünlük duygusunun ken­ Übnlqpılıeit unwider.ıtehlich den Charakter disi karşı çıkılamaz bir yolda karakteri soylulaşurır ve veredelt und die 'Entwicklung eben derjenigen Tugenden begUnstigt. welche fiir die Umerge­ tam olarak altgüdümlü olanlara karşı en zorunlu olan benen am notwendigsten sind. Er fragı mit vic­ türde erdemlerin gelişimi gözetilir. Yazar okul diluzlu­ ler sclıulrhetorisc.hcn Ausffihrung. ,.ob es im ğunun bütün bir aynnucılığı ile sorar: "Bilimin ülke­ Reiche der Wissenschafıen die Starken oder sinde kendi aşağılık ve bencil ereklerine ulaşmak ve Schwachen sind, welche Auıoritit und Zuuau­ en mchr zu niedrigen eigennützigen Zwecken inançlı insanları yıkıma uğratmak için yetkelerini ve und zum Verdcrben der gl:iubigen Menschcn onlara duyulan güveni kötüye kullananlar daha çok mi8brauchen, ob unter den Rcchtsgclchncn güçlüler midir, yoksa zayıflar mı? Tüze alanında bu bili­ dic Mcister in der Wwenschaft die Legulejen und Rabulistcn sind, welchc die Hofrnung min bir ustası olmak ona inananların umutlannı boşa ghiubiger Klicnten becrügen, die das Wci8c çıkaran, akı kara ve karayı ak yapan, yasayı haksızlık schwarz, das Schwa.rzc weill machcn, die die aracı olarak kötüye kullanan, onun desteğine gerek­ Gcsetzc zum Vehikel dcs Unreehts millbrau· chen. ihrc Schutzbedürrtigen dem Bettclslab sinimi olanları dilendiren ve onları aç akbabanın suç­ entgcgcnführcn und wic hungrigc Geier das suz kuzuyu parçalaması gibi parçalayan madrabaz ve unschuldige Lomrn zerOeischen", usf. Hier düzenbaz olmak değil midir?" Vb. Burada Herr von vcrgiBt Herr v. Haller, dnjJ er solche Rhetorik gemde zur Untcrstützung des Sa.t.zes anführt, Haller böyle diluzluğunun tam olarak kendi ileri sür­ daD dic Hemchafl da Mathti/rm ewigc Ord­ düğü "Güçlülerin egemenliği Tannnın ilksiz-sonsuz düze­ nung Goues sei, dic Ordnung, nach wclcher nidir" önermesini desteklemesi gerektiğini unutur der Geicr das unschuld.ige L:ımm zerOcischı,

DIE SrITUCHKEJT / TÖRELLİK kein Kunstwerk, er stehı in der Wclt, somit in der Sphire der Willkür, des Zufalls und des Imums; iıbles Benehmen kann ihn nach vielen Sciten deliguriercn. Aber der hiB· lichste Mensch, der Verbrecher, cin Kranker und Krüppel ist immer noch ein lebendcr Mensch; das Affinnativc, das Leben, bcsteht trotz des Mangels, und um dieses AffinnaUve ist es hicr zu mn.

281

gözden kaçırma yanılgısına dılşebiliriz. Devlet bir sanat yapıtı değildir; dılnyada, ama böylelikle özen­ cin, olumsallığın ve yanılgının alanında durur; kötıl davranış onu pekçok yandan biçimsizleştirebilir. Ama en çirkin insan, bir suçlu, bir hasta ve kötıl­ rıim bile her zaman yaşayan bir insandır; olumlu olan, yaşam eksikliklere karşın sılrer, ve burada ilgi­ lendiğimiz şey bu olumlu yandır.

§ 259 Die Idee des Sıaaıs haı: a) unmitte/bare Wirklichkeit und ist der individuelle Staat als sich auf sich beziehender Organismus, Verfassung oder inneres

§ 259 Devlet İdeası (a) dolaysız edimsellik taşır ve bireysel Devlet kendini kendi ile ilişkilendi­ ren örgenlik olarak vardır - Anayasa ya da

Staatsrechl;

iç Devkt Tüzesi;

b) geht sie in das Verhiillnis des einzelnen Staates zu anderen Staaten über, - aujlms Staatsrecht; c) ist sie die allgemeine ldee als Gatıung und absolute Machı gegen die individuellen Staaten. der Geist, der sich im Prozesse dEr Welıgeschichıe seine Wirklichkeit gibt.

(b) bireysel Devletlerin başka Devletler ile ilişkisine geçer, - Uluslararası Tüze; ( c) bireysel Devletlere karşı Cins olarak ve saltık güç olarak evrensel İdeadır, Tin­ dir ki, kendine Dünya Tarihinin sürecinde edimselliğini verir.

Zwalı. Der Staat als wirklich ist wesenılich

Ek. Devlet edimsel olarak özılnde bireysel Devlettir

individueller Staat und weiter hinaus noch bcsonderer StaaL Die Individualitit ist von der

daD also die durch Gcsetzeskennuıis M3.ch­ tigcren ganz recht daran tun, die gl3ubigen Schutzbedtlrftigen als dic Schwachen zu plündem. Es ware aber zuviel geforderı. daB da zwci Gedanken. zusammcngebracht w leh will «

besc/ıliejJl und aile Handlung und Wirklichkeiı anfiingı. - Die Per­ sönlichkeir und dic Subjektivit3t fıberhaupt hat aber ferner, als un­ cndliches sich auf sich Beziehendes, schlechthin nur Walırlıeil, und zwar seine n3.chstc unmiuelbare Wahr­ heil als Pcrson, fıir sich seiendes Subjckı, und das rür sich Scicndc isl ebenso schlcchthin Eines. Die Persönlichkeit des Staa tes isL nur als eine Person, der iWonarc/ı, wirk­

lich. - Persônlichkeiı drückı den Bcgriff als solchen aus, die Pcrson enıhiilı zuglcich die Wirklichkeiı dessclbcn, und der Begriff isı nur mit diescr Bestimmung ldee. Wahr­ heit. - Eine sogenannte moralische Person, Gescllschafı, Gemeindc, Familic, so konkret sie in sich ist, hat die Persönlichkeit nur als Mo­ ment, abstrakt in ihr; sie ist darin nicht zur Wahrheit ihrer Existenz gekommen; der Staat aber ist eben diese Totalitat, in welcher die Mo­ mente des Begriffs zur Wirklich­ keil nach ihrer eigentümlichen

Wahrheiı gclangcn.

-

Aile diese

Bestimmungen sind schon für sich und in ihren Gesıaltungen im ganzen Verlauf diescr Abhandlung erörtert, aber hier danım wieder­ holt worden, weil man sie zwar in ihren besonderen Gestaltungen leicht zugibt,

aber da

sie gerade

nicht wieder erkennt und

auffaBt,

wo sie in ihrer wahrhafıen Stellung, nicht vcreinzelt, sondern nach ih­ rer Wahrheiı, als Momente der ldee vorkommen. - Der Begriff des Mo­ narchen ist deswegen der schwerste

Begrilf für das Rıisonnemenı, d. h. fiir die rcflektierende Verstande.s­ betrachtung, weil es in den vcrein­ zclten Bestimmungcn stehcnbleibt und darum dann auch nur Grün­ dc. cndlichc Gesi ch tspunktc und

321

yoluyla geliştirmiştir ve burada saltık hak alanında, Devlette, İstencin eksiksiz ola­ rak somut nesnelliğinde, Devletin kişiliği, onun kendi öz-pekinliği olmuştur ki, tüm tikellikleri yalın 'Kendi'de ortadan kaldı­ nr, aralarında kendini sürekli olarak ileri geri salınıma bıraktığı zeminlerin ve_karşı­ zeminlerin dengesini bozar, ve bir "istiyo­ rum" yoluyla karar vererek tüm eylemi ve edimselliği başlatır. - Ama dahası, kişi­ lik ve genel olarak öznellik, kendi ile son­ suz bağıntı olarak, yalın gerçekliğini, ve hiç kuşkusuz en yakın ve dolaysız gerçek­ , liğini Kişide, kendi için varolan Oznede bulur, ve kendi için varolan o denli de salt bir Birdir. Devletin kişiliği salt bir Kişi olarak, Tekerk olarak edimseldir. - Kişi­ lik genel olarak Kavramı anlatır; Kişi aynı zamanda Kavramın edimselliğini kapsar, ve Kavram ancak bu belirlenim ile İdea, Gerçekliktir. - Sözde ahlaksal bir kişi, toplum, topluluk, aile, kendi içinde ne denli somut olursa olsun, kişiliği salt kıpı olarak, soyut olarak kendi içinde kapsar; kişilik o ahlaksal kişide varoluşunun ger­ çekliğine ulaşmamıştır; ama Devlet tam olarak bu bütünlüktür ki, onda Kavramın kıpılan kendilerine özgü gerçekliklerine göre edimselliklerine ulaşmıştır. - Tüm bu belirlenimler bu incelemenin bütün gidişinde kendileri için ve şekillenmeleri içinde daha şimdiden tartışılmıştır; burada yinelenmelerinin nedeni tikel şekillen­ meleri içinde kolayca kabul edilmelerine karşın, gerçek konumlannda - yalıtılmış olarak değil ama gerçekliklerine göre İde­ anın kıpılan olarak karşılaşıldıklan yerde - yine öyle doğrudan doğruya tanınma ve aynmsanmalannın söz konusu olmaması­ dır. - Tekerk Kavramı bu nedenle sıradan uslamlama için, eş deyişle derin düşünme düzeyindeki Anlak irdelemesi için en güç Kavramdır, çünkü bu düşünme tekilleşmiş belirlenimlerde takılıp kalır ve bu nedenle

322

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIE DES RECHTS

yalnızca zeminleri, sonlu bakış açılarını ve zeminlerden türetmeyi tanır. Böylece Teker­ kin değerini yalnızca biçime göre değil, ama belirlenimine göre türevsel birşey ola­ rak sunar; ama tekerkin Kavramı türevsel olmak değil, saltık olarak kendisinden başla­ yan olmaktır. Buna göre tekerkin hakkını tanrısal yetke üzerine temellenmiş olarak gören ve bu göıiişünü o hakta koşulsuz ola­ nın tanrısal yetkede kapsanmasına dayan­ dıran tasarım o sıradan uslamlamanın çok yakınında durur. Ama bu tasarıma hangi yanlış anlamaların bağlanmış olduklarını biliriz ve felsefi irdelemenin görevi bu tanrı­ sal öğeyi kavramaktan başka birşey değildir. Halkın egemenli@ bir anlamda bir halkın genel olarak dışa doğru bağımsız olması ve kendi Devletini oluşturması demek olabi­ lir -. örneğin Büyü� Britanya halkı gibi. Ama lngiltere ya da Iskoçya, Irlanda, ya da Venedik, Cenevre, Seylan halkları vb. bun­ dan böyle kendi prenslerinin ya da yüksek hükümetlerinin olmasına son verdikleri için egemen halklar değildirler. Ayrıca içe doğru egemenlik konusunda onun halkta yaşa­ dığı söylenebilir, eğer yalnızca genel olarak bütün üzerine konuşuyorsak ve yukarıda (§ 277, 278) gösterildiği gibi, egemenliğin Dev­ lete ait olduğıınu demek istiyorsak. Ama hal­ kın egemenliği, tekerkte varol,an egemenlik ile karşıtlık içinde alınınca, yakın zamanlarda halkın egemenliği konusunda sözü edil­ meye başlayan olağan anlamı taşır. Teker­ kin egemenliği ile bu karşıtlık içinde, hal­ kın egemenliği halk tasarımını temel alan o yabanıl düşüncelerden biridir. Tekerki olmaksızın ve tam olarak bütünün onunla zorunlu olarak ve dolaysız olarak bağlı olan eklemleşmesi olmaksızın alındığında, halk biçimsiz kitledir ki, bundan böyle bir Devlet değildir ve yalnızca kendi içinde biçim­ lenmiş bütünde bulunan belirlenimlerden - egemenlik, hükümet, mahkemeler, yet­ kililer, sınıflar ve başkaları - hiç biri ona

das Ableitm aus Gründen kennı. So stellt es dann die Wiirde des Monarchen als etwas nicht nur der Form, sondern ihrer Be­ stimmung nach Abgeleitetes dar; vielmehr ist sein Begriff, nicht ein Abgeleitetes, sondern das

schleclıtlıin aus sich Anfangende zu sein. Am nichsten trifft da­ her hiermit die Vorstellung zu. das Recht des Monarchen als auf göttliche Autoritiit gegrün­ det zu betrachten, denn darin ist das U nbedingıe desselben enthalten. Aber es ist bekannt, welche Mi6verstindnisse sich hieran gekniipft haben, und dic Aufgabe der philosophischen Be­ trachtung ist, eben dies Göttliche zu begreifen. Volkssouverliniti.it kann in dem Sinn gesagı werden, daB ein Volk überhaupt naclı au}Jen ein Selb­ st3ndiges sei und einen eigenen Staat ausmache wie das Volk von GroBbritannien, aber das Volk von England oder Schoııland, lrland, oder von Venedig, Ge· nua, Ceylon usf. kein souver.ines Volk mehr sei, seitdem sie aufge­ hört haben, eigene Fürsten oder oberste Regierungen fii.r sich zu haben. Man kann so auch von der Souverii.nitdl nach innen sa­ gen, da8 sie im Volke residiere, wenn man nur überhaupt vom Ganzen spricht, ganz so wie vorhin (§ 277, 278) gezeigt ist, daB dem Staate Souveriinitiit zu­ komme. Aber Volkssouver3.ni tat, als im Gegensatu gegen du im Mo­

narchen e:cistierende Souverdnilii.t

genommen, ist der gewöhnliche Sinn, in welchem man in neu­ eren Zeiten von Volkssouver3.­ nit3.t zu sprechen angefangen hat, - in diesem Gegensatze gehört die Volkssouver:init.3.t zu den verworrenen Gedanken, denen die wilsu Vorstellung des Volkes zugrunde liegt. Das Volk, ohne seinen Monarchen und die eben damit notwendig und un­ miuelbar zusammenhingende Gliederung des Ganzen genom­ men, ist die formlose Masse, die kein Staat mehr ist und der keine der Bestimrnungen, die nur in dem in sich geformten Ganzen vorhanden sind - Souveri.nit:it,

DIE SITTLICHKEIT / TÖRELLİK Regierung, Gerichıe, Obrigkeiı, Si.inde und was es sei -. mehr zu­ kommı; Damit, daB solche auf eine Organisation, das Sıaatsleben, sich beziehende Momente in einem Volke hervortreten, bört es auf, dies unbestimmte Abstraktum zu sein, das in der bloB allgemeinen Vorsıellung . Volk hei6ı. - Wird un­ ter der Volkssouverinit.3.L die Form der &publih, und zwar besıimmıer der Demokratie verstanden (denn unıer Republik begreifı man son­ stige mannigfache empirische Ver­ mischungen, die in cine philoso­ phische Betrachıung ohnchin nichı gehören) , so isı ıeils oben (bei § 273 in der Anmerkung) das Nöıige gesagt, teils kann gegen die entwi­ ckelte Idee nichl mehr von solcher Vorsıellung die Rede sein. - in einem Volke, das weder als ein pa­ triarchalischer Sta11ıın, noch in dem unentwickelten Zustande, in wel­ chem die Formen der Demokratie oder Arisıokratie möglich sind (s. Anm. ebend.), noch sansı in einem willkürlichen und unorganischen Zustandc vorgestellt, sondern als eine in sich enlwickelle, wahrhafL organische Totalitat gedachı wird, ist die Souverinita.L als die Persön­ lichkeit des Ganzen und diese in der ihrem Begri!Ie gemiillen Realitaı, als die Person des Monarchen. Auf der vorhin bemerkıen Sıu­ fe, auf welcher die Einıeilung der Verfassungen in Demokratie, Ari­ stokratie und Monarchie gemacht worden isı, dem Sıandpunkıe der noch in sich bleibenden substan­ liellen Einheit, die noch nicht zu ihrer unendlichen Ünıerscheidung und Verıiefung in sich gekommen ist, triıı das Moment der ktıteıı sich se/bsı hestimmeru/en Wıllensent.sclıeidung nicht als immanentes organisches Moment des Staates für sich in eigen­ tümlichL Wirkliclıkeit heraus. lmmer mu8 zwar auch in jenen unausgebil­ deteren Gestalrungen des Staats eine individuelle Spitze entweder, wie in den dahin gehörenden Monarchien, ffir sich vorhanden sein oder, wie in den Arisıokratien, vomehmlich aber in den Demokratien, sich in den Staatsm3.nnern, Feldherren nach Zuffilligkeiı und dem besondemı Be­ diırfnis der Umstande erheben; denn aile Handlung und Wirklichkeiı haı

323

ait değildir. Bir örgütleniş ile, e.d. Dev­ let yaşamı ile bağıntılı böyle kıpılann bir halkın arasında ortaya çıkışı üzerine, bir halk salt genel tasanmda halk denilen bu belirlenimsiz soyutlama olmaya son verir. - Eğer halkın egemenliği ile cumhuriyet biçimi, ya da daha belirli olarak demok­ rasi biçimi anlaşılırsa (çünkü 'cumhuriyet' anlatımı altında felsefi bir irdelemeye hiç kuşkusuz ait olmayan başka birçok görgü! karışım da kapsanır) , bir yandan gerekli herşey yukarıda (§ 273 Not) söylenmiştir; ve öte yandan, gelişmiş İdea karşısında bundan böyle bu tür bir tasarımdan söz edilemez. - Ataerkil bir klan olmayan, ya da demokrasi ya da aristokrasi biçimle­ rine olanak veren gelişmemiş bir evrede (bkz. aynı yer) ya da daha başka örgütsüz­ lük ve başına buyrukluk durumlannda da bulunmayan, ama kendi içinde gelişmiş gerçekten örgensel bir bütünlük olarak tasarımlanan bir halkta egemenlik bütü­ nün kişiliği olarak vardır ve bu kişilik, Kav­ ramına uygun olgusallıkta, tekerkin ki,şiliği olarak oradadır. Anayasaların demokrasi, aristokrasi ve monarşi olarak bölümlenişinin yapıl­ dığı o daha önce belirtilen basamakta, henüz kendi içinde kalan ve henüz kendi içinde sonsuz ayrımlaşma ve derinleşme­ sine ulaşmamış olan tözsel birliğin bakış açısı için kendi kendini belirleyen en son istenç­ kararı k.ıpısı, Devletin içkin örgensel kıpısı olarak, kendi için kendine özgü edimselliği içinde ortaya çıkmaz. Ama giderek Devle­ tin o daha az gelişmiş şekillenmelerinde bile her zaman bireysel bir doruk kendi için bulunuyor olmalıdır; bu ya o şekil­ lenmeler arasında bulunan tekerkliklerde olduğu gibidir; ya da aristokrasilerde, ama özellikle demokrasilerde, bireyler olumsal­ lığa göre ve durumun tikelgereksinimlerine uygun olarak devlet-adamlıklarına, gene­ ralliklere yükselebilir; çünkü tüm eylemler

324

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPH/E DES RECHTS

ve edimsellikler başlangıçlarını ve tamam­ lanışlarını bir önderin kararının birliğinde bulur. Ama güçlerin sıkı sıkıya birleşme­ sinde kapsanmış olarak, kararın bu öznel­ liği bir yandan doğuş ve ortaya çıkışına göre olumsal, öte yandan bütününde başka şey­ lere altgüdümlü olmalıdır; buna göre katık­ sız, an karar, işleri dışarıdan belirleyen bir fatum böyle koşullu doruklardan başka bir yerde yatıyor olmalıdır. İdeanın kıpısı ola­ rak, varoluşa çıkmış olmalıdır, ama insan özgürlüğünün ve onun Devleti ilgilendiren alanının dışında kökleşmiş olarak. - Devle­ tin büyük olaylan üzerine ve önemli kıpıları için en son karan bilicilerden, 'Daimon �fan (Sokrates'in durumunda) , kuşların bes­ lenme ve uçuş yollarından bulup çıkarma gereksiniminin kaynağı burada yatar - bir karar ki, insanlar henüz özbilincin derinlik­ lerini ayrımsamış ve tözsel birliğin katıksızlı­ ğından bu kendi-için-varlığa ulaşmış olma­ dıkları bir zamanda onu insan varlığının içerisinde arama gücünü taşımıyorlardı. Sokrates'in Daimonunda (bkz. yukarıda § 138) , daha önceleri kendini yalnızca kendi öterineyönelten istencin kendini kendi içine yöneltmeye ve kendini kendi içerisinde tanımaya başladığını görebiliriz kendini bilen ve böylelikle gerçek özgürlüğün baş­ langıcını. İdeanın bu olgusal özgürlüğü tam olarak ussallık kıpılanndan her birine kendi, şimdideki, özbilinçli edimselliğini vermek olduğu için, kendi kendini belir­ leyerek İstenç Kavramının doruğunu oluş­ turan en son pekinliği tek bir bilincin işle­ vine yükleyen etmen bu özgürlüktür. Ama bu son öz-belirlenim ancak kendi başına yalı­ -

tılmış, tüm tikelleşmenin ve koşullandırmanın üzerine yükselmiş doruğun konumunu taşı­ dığı sürece insan özgürlüğünün alanına düşebilir; çünkü ancak böylece kendi Kav­ ramı ile uyum içinde edimseldir.

ihren Anfang und ihre Vollfilhrung in der entschiedenen Einheit eines Anführers. Aber eingeschlossen in die gediegen bleibende Vereinung der Gewalıen mu8 solche Subjekıi­ vir.3.l des EnLScheidens teils ihrem Entstehen und Hervortreten nach zufillig, teils lıberhaupt unterge­ ordnet sein; nicht anderswo da­ her als jenseits solcher bedingten Spirzen konnte das unvermischte, reine Entscheiden, ein von au6en her bcslİmmendes Faıum, liegen. Als Moment der ldee mu8ıe es in die Exisıenz treten, aber auBer­ halb der menschlichen Freihciı und ihres Krcises, den der Sıaat befa8ı, wurzclnd. - Hier liegı der Ursprung des Rediirfnisses,

Orakeln, dem Diiınon (beim Ser krates), aus Eingcweiden der Ticre,

von

dem Fressen und Fluge der Vögel usf. die

ktıte Entsdıeidung iiber die

gro8en Angelegenheiten uııd für die wichtigen Momente des Staats zu holen - eine Entscheidung, welche die Menschen, noch nicht die Tiefc dcs Selbsıbewu8tseins er· fassend und aus der Gediegcnhcit der substantiellen Einheit zu die­ sem Ffırsichsein gekommen, noch nicht

innerhalb des

menschlichcn

Seins zu sehen die Stirke hallen. - im Dii11Wn des

§ 138)

SokraUs (vgl. oben

kônnen wir den Anfang sc­

hen, daB der sich vorher nurjenseits seiner selbst versetzende '\ı\'ille sich in sich verlegte und sich innerhalb sciner erkannte - der Anfang der

sich wissenden und damit wahr­

haften Freiheit. Diese reelle Frei­ heit der ldee, da sie eben dies ist, jedem der Momente der Vemfınf­ tigkeit seine eigene, gegenwirtige,

selbstbewu}Jte Wirklichkeiı zu geben, ist es, welche somit die letzce sich selbst beslimmende GewiBheit, die die Spiıze im Regriffc des Wil­ lens ausmacht, der Funkti.on eines BewuBtseins zuteilt. Diese letzte Selbstbestimmung kann aber nur insofern in die Sph3re der mensch­ lichen Freiheit fallen, als sie die

der für sich abgesonderten, über a/k Besondenırıg und Bedingung

Stellung

erhabenen Spitze hat; denn nur so ist sie nach ihrem Begriffe wirklich.

DIE S/1TUCHKEIT / TÖRELLİK Zwatt. Bci der Organisation dcs Staats, das

325

Devletin örgütlenmesi durumunda, eş deyişle burada anayasal tekerklik durumunda önümüzde kendi içinde İdeanın zorunluğundan başka hiçbir­ NOlwcndigkciı der ldcc in sicb: alle andcrcn Gesichıspunkte müssen verschwinden. Der şey olmamalıdır: Başka her bakış açısı yitip giuneli­ Sraat muB als cin groOes architektonisches dir. Devlet büyük bir arkitektonik yapı olarak, usun Gcb:ıiudc, als cine Hicroglyphe der Ver· kendini edimsellikte sergileyen bir hiyeroglifi olarak nunft, die sich in der Wirklichkeit dan;ıeJJı, beırachıeı werden. Allcs, sich also bloB görülmelidir. Öyleyse yalnızca yararlık, dışsallık vb. auf NLıtzlichkeit. AuOcrlichkcit ıısw. bezichı. ile bağınulı herşey felsefi irdelemeden dışlanmalı­ ist von der philosophischcn Dehandlung dır. Şimdi, Devletin kendi kendisini belirleyen ve auszuschlicOcn. Dafi nun der Staaı der sich sclbst bestin1mcnde und vollkommen souvc­ tamamlayan egemen İstenç, en son karar olduğu riine Willc, das leme Sich·EnıschlieOcn ist, kolayca kavranan bir tasanmdır. Daha güç olan şey begrcirl dic Vorsıcllung lcicht. Das Schwerc­ rc ist, dail dicscs ·leh willc als Person gefaOt bu "İstiyorum"u Kişi olarak aynmsamaktır. Bunun­ werde. Hiennit soll nicht gesagt sein, daB der la tekerkin keyfi olarak davranabileceği söylenmiş Monarclı "'illkiirlich handcln dürre: viclmchr olmaz; tersine, tekerk danışmanlannın öğütlerinin ist er an den konkrelen inhah der Bcramngcn gebunden, und wenn die Konsı.ituı.ion fest ist, somut içeriğine bağlıdır ve böylece sık sık adını im­ so hat er oft nicht ınehr zu tun, als seincn zalamaktan daha öte yapacak birşeyi yoktur. Ama Namen zu unıcrschreiben. Aber dicser Name bu Ad önemlidir: Ötesine geçilemeyecek doruktur. ist ,,;chı.ig: es isı die Spiue, O.ber die nicht hi­ nawgcg:ıngen werden kann. Man kônnıc sa­ Denebilir ki, örgensel bir eklemleniş Atina'nın güzel gen, cine organ ise he Gliederung sci schon in demokrasisinde daha şimdiden bulunuyordu; ama der schöncn Demokratie Alhens vorhanden. Yunanlılann son karan bütünüyle dışsal görüngü­ abcr wir schcn soglcich, daO die Griechcn dic lcute Enlschcidung aus ganz auOercn lerden, kehanetlerden, adakların iç örgenlerinden, Erschcinungen genonımen haben, aus den kuşlann uçuşundan vb. çıkardıklarını ve Doğaya in­ Orakeln, den Eingewcidcn der Opfcrticre, sanlar için neyin iyi olduğunu bildiren ve anlatan bir aus dem Fhıgc der Vögcl, und daO sic sich zur Natur als zu cincr Machı verhalten haben, güç gibi clavrandıklannı görürüz. Özbilinç o günler­ dic da vcrkllndct und awspricht, was den de henüz öznellik soyutlamasına ulaşmış değildi; as­ Mcnschcn gut sei. Das SclbstbcwuOuein ist in dicser Zcit noch nicht zu der Abstraktion lında bir karar verileceği zaman, "İstiyorum"un insa­ der Subjcktivitit gckommcn, noch nicht dazu. nın kendisi tarafından anlaulması gerektiğini görme daB lıbcr das zu Entscheidendc ein 11Ich will.. noktasına bile ulaşmış değildi. Bu "İstiyorum" antik vom Mem;chen selbst ausgesprochen wcrdcn muB. Diescs ..1c1ı will machtden groOen Un­ ve modern dünyalann büyük aynmını oluşturur ve lerschied der alten und modemen Weh aw, öyleyse Devletin büyük yapısında kendine özgü va­ und so muB es in dem groBen Gcb;iude dcs roluşunu taşımalıdır. Ama ne yazık ki bu belirlenim Staats scinc eigentiımliche Existenz haben. Lcider wird abcr dicse Dcstimmung nur als yalnızca dışsal ve keyfi olarak görülür. heiBt hier bci der konstimtioncllen Monar·

Ek.

chie, muO ınan nicht.s vor sich haben als dic

was

..

iuOcre und bcliebigc angesehen.

§ 280 3.

Dieses letzte Selbst des Sıaaıswillens

ist in dieser seiner Abstraktion einfach und daher

unmitlelbare Einzelheiti

in

seinem Begıiffe selbst liegı hiermiı die Bestimmung der Natür/U:hkeit; der Monarch ist daher wesentlich als

d�

ses Individuwn, abstrahien von ailem anderen Inhalte, und dieses lndividu­ um aufunmittelbare natüdiche Weise, durch die natfırliche Geburı, zur Wür­ de des Monarchen bestimmt. Dieser Übergang vom Begriff der reinen Selbstbesdmmung in die Unmittelbarkeit des Seins und damit in die Natfırlichkeit ist rein spekula­ tiver Natur, seine Erkennuıis gehörı daher der logischen Philosophie an.

Es

ist übrigens im ganzen derselbe Übergang, welcher als die Natur des

§ 280 3. Devlet İstencinin bu son 'Kendi'si bu soyutlaması içinde yalın ve öyleyse dolaysız tekilliktir; Kavramının kendisinde böylelikle doğallık belirlenimi yatar; buna göre tekerk özsel olarak bu bireydir ki, başka tüm [kişi­ sel] içerik.ten soyutlanmış olarak, dolaysız ve doğal bir yolda, doğal doğum yoluyla, teker­ kin değerine belirlenir. An kendini-belirleme Kavramından Var­ lığın dolaysızlığına ve böylelikle doğallığa bu geçiş an kurgul bir doğadadır ve öyley­ se bilgisi manuksal felsefeye aittir. Bunun dışında, genelde İstencin doğası olarak bilinen şey de genel olarak aynı geçiştir

326

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIE DES RECHTS

ve bir içeriği öznellikten (tasarımlanmış erek olarak) belirli-varlığa çevirme süreci­ dir (§ 8). Ama İdeanın ve geçişin burada irdelenen kendine özgü biçimi İstencin (yalın Kavramın kendisinin) an kendini­ belirlemesinin bir 'bu'ya ve doğal belir­ li-varlığa tikel bir içerik (eylemdeki bir erek) yoluyla dolaylılık olmaksızın dolay­

sız dönüşümüdür. - Tannnın varoluşunun sözde varlıkbilimsel tanıtlannda saluk Kav­

ramın Varlığa aynı dönüşümü vardır. Bu dönüşüm yakın zamanlarda İdeanın de­ rinliğini oluşturan şeydir ki, en yakın za­ manlarda kavranamaz olduğu bildirilmiş ve böylece, yalnızca Kavramın ve belirli­ Varlığın birliği gerçeklik olduğuna göre (§ 23) , gerçekliğin bilgisinin yokedilmesi gibi bir sonuca götürmüştür. Anlağın bi­ linci bu birliği kendi içinde taşımadığı ve gerçekliğin bu iki kıpısının aynlığında durup kaldığı için, bu nesne durumun­ da belki de henüz o birliğe duyulan bir inancı kabul edebilir. Ama tekerk tasarımı sıradan bilince bütünüyle tanıdık gelen birşey olarak görüldüğü için, Anlak bura­ da bulduğu ayrılığa ve sağgörülü uslam­ lamalarının oradan çıkardığı sonuçlara o denli sıkı sıkıya sarılır ve Devlette en son karar kıpısının kendinde ve kendi için (e.d. Us-Kavramında) tekerkin dolaysız doğallığı ile bağlı olduğunu yadsır; bura­ dan ilk olarak bu bağın olumsallığını ve, o kıpılann saluk türlülüğünü ussal birşey olarak ileri sürdüğü için, böyle bir bağın usdışı olduğunu çıkarsar; ve böylece Dev­ let İdeasını yokeden daha başka sonuçlar da kendilerini buraya bağlar. Ek. Eğer tekerke karşı sık sık Devlette işlerin gidişinin onun tarafından şansa bağlı kılındığı, çünkii tekerk.in

kötii e�tilmiş olabileceği, belki de onun doruğunda durmaya değer olmadığı, ve böyle bir durumun us­ sal bir durum olarak varolması gerektiğinin saçma olduğu ileri siiriiliirse, buna karşı belirtmek gerek ki herşeyin gelip karakterin tikelliğine dayandığı

Willens fıberhaupt bekannt und der ProzeB ist, einen lnhalt aus der Sub­ jektivicat (als vorgestellten Zweck) in das Dasein zu fıberseızen

(§ 8). Aber

die eigentümliche Form der ldee und des Überganges, der hier betrachtet

unmiıtelhare U1nschlagen

wird, ist das

der reinen Selbsıbestiınmung des Wil­ lens (des einfachen Begriffes selbst) in ein Dieses und natürliches Dasein, ohne die Vermiulung durch einen

besonderen Inhalt - {einen Zweck im Hande in). - im sogenannten ontolır gilchm Beweisevom Dasein Goıı.s isl es dasselbe Umschlagen des absoluren Begriffes in das Sein, was clie Tiefe der ldee in der neueren Zeit ausgemacht hat, was aber in der neueslen Zeil für das

Unbegreijlidıe ausgegeben worden

isl, - wodurch man denn, weil nur die Einheiı des Begriffs und dcs Da­ seins

(§ 23)

die Wahrheit ist, auf das

Erkennen der

Walırlıeit Verzicht ge­

leisıet haı. Indem das BewuOtsein des Verstandes diese Einheit nicht in sich hat und bei der Trennungder beiden Momente der Wahrheit stehenbleibt, gibt es etwa bei diesem Gegcnstande noch einen

Glaubtm an jene

Einheit

zu. Aber indcm die Vorstellung des Monarchen als dem gewôhnlichen Bewulll'lein ganz anheirnfallend ange­ sehen wird, so bleibt hier um so mehr der Verstand bei seiner Trennung und den daraus OieBenden Ergebnissen seiner r3.sonierenden Gescheitheit stehen und leugnet dann, daB das Moment der leızten Entscheidung im Sıaate

an undjür sich (d. i. im Ver­

nunftbegrifl) mit der unmiuelbaren Natıirlichkeil verbunden sei; woraus zunachst die

Zıtfiilligkeit dieser Ver­

bindung und, indem die absolute Verschiedenheitjener Momente als das Vernünfıige behauptel wird, weiter die Unvemünftigkeit solcher Verbindung gefolgert wird, so daO hieran sich die anderen, die ldee des Staats zerrüttenden Konsequenzen knüpfen.

Zwotı.. Wcnn man ofl gcgen den Monarchen

behaupıel, da.6 es durch ihn von der Zurallig­ keiı abhinge, wic es im Slaate zugche, da der Monarch übel gcbildet sein kônne, da er vicl­ lcicht nicht wcrt sei, an der Spiue dcssclbcn zu sıehen, und daO es v.idcrsinnig sei, daD cin solchcr Zuslalld als cin \'emi"ınfüger ex.istieren sotle, so ist eben dic Voraussetzung hicr nich­ ı.ig, daO es auC die Besonderheit des Charak-

DIE SrITUCHKEIT / TÖRELLİK ters ankomme. Es isL bei ciner vollendeten Organisar.ion nur um dic Spiue fonnellen Enıschcidens zu tun, und man braucht zu einem Monarchcn nur cincn Mcnschen, der •ja• sagt und den Punkt auf das 1 sctzt; denn die Spitze soll so scin, da8 dic Bcsonderheit des Charakters nichı das Bedcmende ist. • Was der Monarch noch lıbcr diese lctztc Entscheidung hat, isı ctwas, das der Paniku­ laritat anheimrallı, auf die es nicht ankom­ men darr. Es kann wohl Zustinde geben, in denen diesc Parı..ikulariı.at alicin auftriu, aber alsdann ist der Sıaat noch kein vôllig ausgebildcter odcr kcin wohl konstnıicrıcr. in eincr wohlgcordnetcn Monarchic kommt dem Gcsetz alicin die objektivc Seitc zu, wcl­ chcm der Monarch nur das subjcklivc ·leh will• hinzuzusctzen hat.

§ 2Bı Beide Momente in ihrer unge­ trennten Einheit, das letzte grundlose Selbst des Wıllens und die damit eben­ so grundlose Existenz, als der Naıur anheimgestellte Bestimmung, - ellese Idee des von der Willkür Unbewegten macht die Majestiit des Monarchen aus. ln diescr Einheit liegt die wiTh­ lidıe Einheiı des Staaıs, welche nur durch diese ihre innere und iiujere UnmiUelharlıeiJ der Môglichkeit, in die Sphare der &soıukrhei� deren Willkür, Zwecke und Ansichten herabgezogen zu werden, dem Kampf der Faktionen gegen Faktionen um den Thron und der Schwachung und Zertnimmerung der ScaatsgewaJt enuıommen isr. Geburts- und Erbrecht machen den Grund der Legitimitiiı als Grund nicht eines blo6 positiven Rechts, sondern zugleich in der ldee aus. - DaB durch die festbestimmte Thronfolge, d. i. die naıürliche Sukzession, bei der Erledigung des Throns den Faktionen vorgebeugı ist, isr eine Seite, die mit Recht für ı1ı[ln der 2. Aufl. lautet diese Stclle: ·Es ist bei einer vollendeıen Organisation dcs

Staales nur um die Spitze fonnalen Entschci­ dens zu tun und

um

cine natürliche Festig­

keit gegen die leidenschafL Man fordert dahe'r mit Unrechı objekt.ivc Eigenschaften an dem Monarchen: er hat nur ja zu sagen und den Punkt auf das 1 zu setzen. Denn die Spitze soll so sein, daB die Besonderheit des Char.ıkters nicht das Bedeuıendc isL Diese Bcstimmung des Monarchen ist vemünftig, denn sie ist dem Begriffe gemill; weil sie aber schwer nı fasscn ist, gcschieht es oft, da.B man die Vemünfügkeit der Monarchie nichı cinsiehL Die Monarchie mu11 fesı in sich·selbstsein, und was der Monarch

... • )

327

varsayımı burada hiçbir biçimde geçerli değildir. Ta­ mamlanmış bir örgütleniş durumunda önemli olan şey yalnızca biçimsel bir kararın doruğudur, ve bir tekerkin konumu için gerekli olan tek şey "evet" di­ yen ve 'i'nin üzerindeki noktayı koyan bir insandır; çünkü doruğun öyle olması gerekir ki, orada karak­ terin tikelliğinin bir önemi olmamalıdır.* Tekerke bu son kararın ötesinde ait olan herşey onun tikelliğine özgüdür ve önemli olması gerekmez. Hiç kuşkusuz yalnızca bu tikelliğin önem kazandığı durumlar olabi­ lir; ama o zaman Devlet henüz bütünüyle gelişmiş ya da iyi oluşmuş bir Devlet değildir. İyi örgütlenmiş bir tekerklikte nesnel yan yalnızca yasaya aittir, ve onun bu yana yalnızca öznel "İstiyorum"u eklemesi gerekir. § 281 Bölünmemiş birlikleri içindeki iki kıpı - İs­ tencin en son zeminsiz 'Kendi'si ve böylelikle Doğaya teslim edilmiş belirlenim olarak eşit ölçüde zeminsiz varoluşu -, özenç tarafın­ dan devindirilemeyenin bu İdeası tekerkin gör­ kemini oluşturur. Bu birlikte Devletin edimsel birliği, yatar ki, yalnızca bu kendi iç ve dış dola� sızlığı yoluyla tikelliği,n ve bunun özenç, amaç ve görüşlerinin alanına çekilme olanağından, bölüngülerin taht çevresinde kendi araların­ da giriştikleri kavgalardan ve Devlet gücünün zayıflayıp devrilmesinden kurtarılır. Doğum ve kalıt haklan meşruluk zeminini salt pozitif olan değil, ama aynı zamanda İdeada kapsanan bir hakkın zemini ola­ rak oluşturur. - Eğer taht sırası sıkı sıkıya belirlenmişse, eş deyişle doğal ardışıklık yoluyla belirlenmişse, o zaman tahun boş kalması durumunda bölüngüler önlenir ve bu olgu haklı olarak kalıtsal ardışıklık * [2'nci yayımda bu pasaj şöyledir: "Devletin tamamla­ nuş bir örgütlenişi söz konusu olduğunda, önemli olan şey yalnızca biçimsel kararın doruğu ve tutkuya karşı doğal bir sağlamlıkur. Buna göre tekerkten nesnel özel­ likler beklemek haksızdır: Onun yalnızca 'evet' deme­ si ve 'i 'nin üzerindeki noktayı koyması gerekir. Çünkü dorukta karakterin tikelliğinin bir öneminin olmaması gerekir. Tekerkin bu belirlenimi ussaldır, çünkü Kavra­ ma uygundur; ama onu ayrımsamak güç olduğu için, sık sık tekerkliğin ussallığı görüimez. Tekerklik kendi içinde sağlam olmalıdır, ve tekerke ... "]

328

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIE DES RECHTS

için çoktandır onu geçerli kılan bir yan ol­ muştur. Gene de bu yan yalnızca sonuçtur, ve onu kalıtsal ardışıklık için temel yapmak tahtın görkemini sıradan uslamlamanın alanına çekmek olacak, ona (ki karakteri bu zeminsiz dolaysızlık ve bu en son ken­ di-içinde-varlıkur) temeli olarak Devletin ona içkin İdeasını değil, ama onun dışın­ daki birşeyi, söz gelimi Devletin ya da halkın gönenci gibi ondan ayn olan bir düşünceyi verecektir. Kalıtsallık böyle belirlenimden hiç kuşkusuz orta terim yoluyla çıkarsanabi­ lir; ama bu başka orta terimlere ve böylelik­ le başka vargılara da izin verir -, ve halkın bu gönencinden (salut du peuple) hangi var­ gıların çıkarılmış olduğu çok iyi bilinir. Bu nedenle bu görkem sorunu düşünceye dayalı olarak ancak felsefe yoluyla irdele­ nebilir, çünkü kendi içinde temellenmiş sonsuz İdea üzerine kurgu! araştırma yo­ lundan başka her araşurma yolu görkemin doğasını kendinde ve kendi için ortadan kaldırır. - Seçim yoluyla tekerklik kolayca en doğal tasarım olarak görünür, e.d. düşünce­ nin sığlığının en yakınında yatar: Tekerkin tasalanması gereken şey halkın sorunlan ve çıkarları olduğuna göre, gönencinin sağ­ lanması konusunda kimi görevlendirmeyi istediği de halkın seçimine bırakılmalıdır, ve hükümet hakkı salt bu görevlendirme­ den doğar. Bu görüş, upkı en yüksek Devlet görevlisi olarak tekerk tasarımı gibi, onun­ la halk arasındaki bir sözleşme ilişkisi tasa­ nmı vb. gibi, kaynağını Çokluğun keyfiliği, sanısı ve özenci olarak istençte bulur - bir istenç belirlenimi ki, çok önce belirttiğimiz gibi, ancak yurttaş toplumunda geçerlidir ya da kendini geçerli tek şey yapmayı ister, ama Ailenin ilkesi olmadığı gibi Devletin ilkesi ise hiç değildir, ve törellik İdeası ile bütününde karşıtlık içinde durur. - Te­ kerkliğin seçim yoluyla belirlenmesinin as­ lında kurumların en kötüsü olduğu olgusu kendini sıradan uslamlamaya sonuçlanndan

die Erblichkeit desselben liingst geltend gemacht worden ist. Die­ se Seite isıjedoch nur Folge, und zum

Gntnde gemacht zieht sie die

Majestii ı in die Sphiirc des Riison· nements herunter und gibt ihr, deren Charakter diese grundlosc Unmittelbarkei t und dies letzte Insichsein ist, nicht die ihr imma­ nente ldee des Staates, sondern ecwas

aujer iln; einen von

ihr vcr­

schiedenen Gedanken, etwa das Wohl des

Sıaates oder Vollıes zu ihrcr

Begründung. Aus solcher Besıim· mung kann wohl die Erblichkeit durch

medios terminos

gefolgerı

werden; sie laJ1t aber atıch andere

medios tenninos und

dam it andere

Konsequenzen zu, - und es ist nur zu bekannt, welche Konsequenzcn aus diesem Wolı/ des Volkes (salut du peuple) gezogen worden sind. - Deswegen darfauch

nurdie Phi­

losophie diese Majestiiı denkend betrachten, denn jede andere \Vei­ se der Untersuchung als die spe­ kulative der unendlichen, in sich selbst begriındeten Idce hebt an und für sich die Natur der Majest3.L auf. - Das Wahlmclı scheint leicht die

nalüTlichste Vorstellung zu sein,

d. h. sie liegı der Seichıigkeiı dcs Gedankens anı n3.chsıeıı; weil es die Angelegenheiı und das lnteres­ se des Volkes sei, das der Monarch zu besorgen habe, sa mlısse es auch der Wahl des Volkes überlassen blei· ben, wen es mit der Besorgung sei­ nes Wohls beaufıragen wolle, und nur aus dieser Beauftragung entsl­ ehe das Recht zur Regierung. Diese Ansicht., wie die Vorstellungen vom Monarchen als oberstem Staatsbe­ arnten, von einem Vertragsverhil.lt­ nisse zwischen demselben und dem Volke usf., geht von dem Willen als

Belieben, Meinung und Willkür der Vielen aus - einer Bestimmung, die, wie lingst betrachtet worden, in der bürgerlichen Gesellschafl als erste gilt oder vielmehr sich nur geltend machen will, aber weder das Prinzip der Familie, noch we­ niger des St:aats ist, Uberhaupt der ldee der Sitılichkeiı enıgegenstehL - DaJl das Wahlreich vielmehr die schlech teste der lnstitutionen ist, ergibt sich schon für das Rasonne­ menı aus

den Folgen,

die für dassel·

be übrigens nur als envas Mögliches

DIE SFITUCHKEIT / TÖRELLİK

329

und Wahr.sclıeinlic/ıa encheinen, in der Tat aber wesentlich in dieser InstiLution liegen. Die Verfassung wird n3.mlich in einem Wahlreich durch die Natur des Verhıilınisses, da8 in ihm der parıihu/are Wille zum letzten Entscheidenden ge­ macht ist, zu einer Wa/ıUıapitula­ tion, d. h. zu einer Ergebung der Staatsgewah auf die Diskretion des partikularen Willens, woraus die Vcrwandlung der besondcren StaatsgewalLen in Privateigentum, die Schwıichung und der Verlust der Souver3.nhit des Staars und damit seine innere Auflösung und iiu8ere Zeıtrümınerung hervorgehL

gösterir; ama bu uslamlama için böyle so­ nuçlar olanaklı ve olası birşey görünüşünıi taşısa da, gerçekte bu kurumun özünde yatar. Başka bir deyişle, bir seçim yoluyla tekerk.likte son karar yetkisi bu seçme iliş­ kisinin doğası yoluyla tikel istence verilir ve böylece anayasa bir seçim kapitülasyonu olur, e.d. Devlet gücü tikel istencin eline teslim edilir; sonuçta tikel Devlet güçleri birer özel mülkiyet olur, Devletin egemenliği zayıflayıp yiter, böylelikle içeriden çözülen Devlet dış güçler tarafından ezilir.

7.tuafz.. Wcnn man dic ldec dcs Monarchcn

E.'k. Eğer tekerk İdeasını ayrımsayacaksak, o zaman

crfassen will, so kann man sich niclu daııliı bcgnligcn. zu sa.gen, da.D Gou dic Kônigc cingcsetzt habe, dcnn Gou hat alles. auch das Schlcchıestc gemachı. Auch \/om Gc­ sichtspunkı dcs Nuu:ens aus komnn man nichı weit, und es tas.sen sich immcr wicdcr Nachtcilc aurwcisen. Ebcnsowenig hilrı es. wcnn man den Monarclıen als posilivcs

Recin belrnchtel. DaO ich Eigcnıum halle. isl notwendig, abcr diescr lıcsondcre Bcsitz ist zuf.' ,Jlig. und so erscheinl auch das Rcchı,

daB ciner an der Spi12c stehcn muB, wenn man es als abslrakt und posiliv bctrachtct. Aber dicscs Rcchı isl als geffıhhes Bcdürf­ nis und als Bcdürfnis der Sache an und für sich vorhandcn. Die Monarchcn zcichnen sich nicht gcradc durch körperlichc Kr.ifte oder durch Geist aus, und doch lasscn sich Millioncn von ihncn behcrrschcn. Wenn man nun sagı, dic Mcnschcn licBen sich wider ihrc Inıeressen, Zwcckc, Absichıcn rcgiercn, so isl dics ungercimt, dcnn so dumm sind dic Menschcn nicht: es ist ihr Bedlırfnis, es ist clie innere Machl der Idee, dic sic selbsı gegcn ihr anscheinendes Be­ wuBtsein dazu nôtigt und in diescm Vcrhilt­ nis erhilL Wenn so der Monarch a1s Spitze und Teil der Verfassung auftrin, so muO man sa.gen, daB ein erobcnes Volk nicht in der Vcrfassung identisch mit dem Fürstcn ist. Wenn in eincr im Krlegc erobcrten Provinz ein Aufstand geschieh1., so ist dics el\\13S anderes als cine EmpOrung in einem wohlorganisienen Staat. Die Erobenen sind

nidıt im Aufscınde gegen ihren Fürsten, sie begehen kein StaatsVerbrechen, denn sie sind mit dem Herm nicht im Zusammen­ hang der Idee, nicht in der innercn Not­ wcndigkeiı der Verfauung, - es ist nur ein Kontrakı, kcin Sı.aatsverband vorhandcn. •Jc ne suis pas vol.re prince,je suis voue mailre•. erwiderte Napoleon den Erfuner Abgeordneten.

Kralları tahta Tanrının oturttuğunu söylemekle yeti­ nemeyiz, çünkü herşeyi, giderek en kötü olanları bile Tanrı yapmıştır. Yararlık bakış açısı da bizi fazla ileri götürmez, çünkü zararları göstermek de her zaman olanaklıdır. Yine, tekerki pozitif bir hak olarak görmek de eşit ölçüde boşunadır. Mülkiyetimin olması olgusu zorunludur; ama bu tikel iyelik olumsaldır; yine böyle, birinin dorukta durması hakkı da, eğer soyut ve pozitif olarak alınırsa, olumsal görünür. Ama bu hak duyum­ sanan gereksinim olarak ve olgusal durumun gereksi­ nimi olarak kendinde ve keneli için bulunur. Tekerkler tam olarak bedensel ya da düşünsel güçleri ile dikkati çekmezler; ve gene de milyonlar kendilerini onların egemenliğine bırakır. Eğer insanların kendi çıkarla­ rına, amaçlarına, görüşlerine karşı yönetilmeye izin verdikleri söylenirse, bu saçma sapan birşeyclir, çünkü insanlar böyle aptal değildirler; onların kendilerini görüngüsel bilinçlerine karşın buna zorlayan ve on­ ları bu ilişki içinde tutan şey gereksinimleri, İdeanın iç gücüdür. Tekerkin anayasanın doruğu ve bölümü olarak ortaya çıkmasına karşın, anayasa söz konusu olduğunda, yenik düşmüş bir halkın prens ile özdeş olmadığı söylenmelidir. Eğer bir savaşta ele geçirilen bir bölgede bir ayaklanma olursa, bu iyi örgütlenmiş bir Devletteki bir başkaldından başka birşeydir. Yeni­ lenler kendi prenslerine karşı ayaklanmış değildirler, Devlete karşı hiçbir suç işlemiş olmazlar, çünkü efen­ dileri ile bağlan İdeanın bağı, anayasanın iç zorunluğu değildir; bu salt bir sözleşmedir ve burada bir Devlet bağı bulunmaz. - Napoleon Erfurt temsilcilerini ''.Je ne suis pas votre prince,je suis votre maitre" diyerek azarlamıştı.*

* ("Sizin prensiniz değil, efendinizim." - Napoleon 1808'de Erfurt'ta Çar Alexander ile karşılaştığı zaman, birçok Alınan devletinden temsilciler tarafından ziyaret edildi. Bu o sıradaki kabalığına ilişkin öykülerden biridir. - T. M. Knox'un notu.]

330

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHJF. DES RECHTS

§ 282 Baf;ışlama hakkı tekerkin egemenliğinden doğar, çünkü Tinin olmuş olanı olmamış kılma ve bağışlamada ve unutmada suçu silme gücünü edimselleştirmek yalnızca ona düşer. Bağışlama hakkı Tinin görkeminin en yüksek tanınışlanndan biridir. - Dahası, bu hak daha yüksek bir alanın belirlenim­ lerinin daha aşağıdaki bir alan üzerine uy­ gulamalarına ya da yansımalarına aittir. Ama bu tür uygulamalar nesnelerini gör­ gü! erimleri içinde ele alan tikel bilimlere aittir (bkz. § 270 Not, dipnot) . - Genel olarak Devlete ya da prensin egemenlik, görkem ve kişiliğine yönelik saygısızlıkla­ nn daha önce (§ 95-1 02) karşılaşuğımız suç kavramının aluna alınması da bu tür bir uygulamaya aittir; dahası, bunlar en yüksek suçlar olarak belirlenir ve tikel mahkeme işlemlerini vb. gerektirir.

§ 282 Aus der Souverinitac des Monarchen flieBt da
heren Sphare auf eine vorhergehende. - Dergleichcn Anwendungen aber gehören der besonderen Wissenschaft an, die ihren Gegenstand in seinem empirischen Umfange abzuhandeln haı (vgl.

§ 270 Anm. Fn.). - Zu sol­

chen Anwendungen gehörı auch, daB die Verletzungen des Staats überhaupı oder der Souverftnit..3.t, Majestiit und der Persönlichkeit des Fürsten unter den Begriff des Verbrechens. der frü· her

(§ 95 his 102) \'orgekommen isı, höchsten

subsumiert, und zwar als die

Verbrechen, [und] die besondere Verfahrungsarc usf. bestimmt werden.

Ek. Bağışlama cezanın kaldırılmasıdır ki, gene de Zusolı.. Die Bcgnadigung ist die Erlassung der

hakkı ortadan kaldırmaz. Tersine, hak kalır ve ba­ ğışlanan daha önce olduğu gibi bir suçludur; bağış­ lama onun bir suç işlememiş olduğunu anlatmaz. Cezanın bu ortadan kaldırılması din yoluyla yer ala­ bilir, çıinkü olmuş olan birşey tin tarafından tinde olmamış kılınabilir. Ama yeryıizıinde yerine getiril­ mesi ölçıisfınde, yerini yalnızca prensin görkeminde bulur ve yalnızca onun zeminsiz kararına ait olabilir.

§ 283 Prensin gücünde kapsanan ikinci kıpı tikel­ lik ya da belirli içerik ve onun evrenselin altına alınması kıpısıdır. Bu kıpı tikel bir varoluş kazandığı sürece, en yüksek danış­ ma konumudur ve bireylerden oluşur ki, bunlar karşılaşılan Devlet sorunlarını ya da ortadaki gereksinimlerden zorunlu olarak doğan yasal belirlenimleri ve bunlann ka­ rar zemini olarak nesnel yanlarını, onlarla ilgili yasalan, durumları vb. karar için teker­ kin önüne getirirler. Bireylerin bu görevlere seçilmeleri gibi onlardan uzaklaşunlmala­ n da tekerkin kısıtlamasız özencinin aluna

Suafe, die aber das Recht nichı aufhebL Dieses bleibt \ielmehr, und der Bcgnadigtc isl nach

wie vor ein Vcrbrccher; die Gnade sprichl nicht aw, dail er kein Verbrechen begangen habe. Diese Aufhebung der Suafc kann durch die Rcligion

vor

sich gehen, denn das Gescehcn

kann vom Geisı im Gcist ungeschehen gemacht werden. Insofem dieses in der Welt vollbracht

'\ird, hat es seinen On aber nur in der Majestat und kann nur der grundlosen Emscheidung zukommen.

§ 283 zweiıe in der Fürscengewah Ent­ haltene ist das Moment der Besonder­ heit oder des bestimmıen lnhalts und

Das

der Subsumtion desselben uncer das A.Jlgemeine. lnsofern es eine beson­ dere Existenz erh3.lt, sind es oberste beraıende Sıellen und lndi\'iduen, die den lnhalt der vorkommenden Staars­ angelegenheiten oder der aw vorhan­ denen Bedürfnissen nötig werdenden gesetzlichen Bestimmungen mit ihren

objektiven Seiten, den Entscheidungs­ gründen, darauf sich beziehenden Gesetzen, Umstanden usf. zur Entschei­ dung vor den Monarchen bringen. Die Env3.hlung der

Individuen zu diesem

Geschii.fıe wie deren Entfemung fallı, da sie es mh der unmittelbaren Person

DIE SFITUCHKEIT / TÖRELLİK des Monarchen zu mn haben, in sei­ ne unbeschri.nkte Willkür.

§ 284 lnsofern das Objektive der Enıschei­ dung, die Kenntnis des lnhalıs und der Umstande, die geseczlichen und andere Bestimmungsgründe, allein der Verantwortung, d. i. des Beweises der Objektiviı:it llihig ist und daher einer von dem persönlichen Willen dcs Monarchen als solchem unter­ schiedenen Beratung zukommen kann, sind diese beraıenden Sıellen oder Individuen allein der Vcrant­ wortung unternorfen; die eigentüm­ liche Majestiit des Monarchen, als die letzte entschcidende Subjektiviı.iiı, isı aber über aile Verantwortlichkeit für die Regierungshandlungen erhoben.

331

düşer, çünkü bunlar tekerkin dolaysız kişiliği ile ilişki içindedir. § 284 Yalnızca kararın nesnel yanının, içerik ve du­ rumların bilgisinin, yasal ve daha başka be­ lirlenim-zeminlerinin sorumlu tutulmaya, e.d. nesnel tanıtlamaya açık olması ve buna göre genel olarak tekerkin kişisel istencinden ayn bir danışma kurumunun önüne getirilebil­ mesi ölçüsünde, yalnızca bu danışma konum­ ları ya da bireysel danışmanlar sorumluluk altına getirilebilir; son kararı veren öznellik olarak tekerkin kendine özgü görkemi ise hükümetin eylemleri için tüm sorumluluğun üzerine yükseltilir.

§ 285 Das dritte Moment der fürstlichen Gewalt betrifft das an und für sich Allgemeine, welches in subjektiver Rücksicht in dem Gewİ!isen des Mo­ narchen, in objektiver Rücksicht im Ganun der Verfa.ssungund in den Ce­ set.zen besteht; die fUrstliche Gewalt setzt insofern dic anderen Momente voraus, wie jedes von diesen sie vo­ rausseızt.

§ 285 Prenslik gücünün üçüncü kıpısı kendinde ve kendi için evrensel olanı ilgilendirir ki, bu öznel bakımdan tekerkin duyuncundan, nes­ nel bakımdan anayasanın bütününden ve ya­ salardan oluşur; prenslik gücü bu düzeye dek başka kıpıları varsayar, tıpkı onun da bunlar tarafından varsayılması gibi.

§ 286 Die objekıive Garanlie der fürstlichen Gewalt, der rechtlichen Sukzession nach der Erblichkeit des Thrones usf. liegt darin, da.6, wie diese Sphare ihre von den anderen durch die Vemunfl bestimmten Momenten ausgeschi� dene Wirklichkeit hat, ebenso die anderen ffir sich die eigentümlichen Rechıe und Pllichıen ihrer Bestim­ mung haben; jedes Glied, indem es sich für sich erh:ilt. erh:ilı im vemünf­ ıigen Organismus eben damiı die an­ deren in ihrer Eigentümlichkeit. Die monarchische Verfassung zur erblichen, nach Primogenitur festbestimmten Thronfolge he­ rausgearbeitet zu haben, so daB sie hiermit zum pauiarchalischen Prinzip, von dem sie geschichdich ausgegangen ist, aber in der hö� heren Bestimmung als die absolute Spitze eines organisch ennvickelten Staats zuriickgeführt worden, ist

§ 286 Prenslik gücü için, tahtın kalıtıma göre tü­ zel ardışıklığı için vb. nesnel güvence, tıpkı prenslik alanının us yoluyla belirlenen başka kıpılardan ayrı olarak kendi edimselliğinin olması gibi, bu kendilerine özgü daha başka bağımsız hak ve ödevlerin de benzer olarak kendi belirlenimlerinin olması olgusunda ya­ tar; her bir üye, kendini kendi için saklarken, tam bu yolla ussal örgenlikte başkalarını da kendi özgünlükleri içinde saklar. Yakın tarihin sonuçlarından biri de tekerk­ lik anayasasının sıkı sıkıya ilk doğan hakkı­ na göre saptanan kalıtsal taht ardışıklığına gelişmiş olmasıdır. Böylece tekerklik tarih­ sel olarak ondan doğduğu, ama örgensel olarak gelişmiş bir Devletin saltık doruğu olmakla ondan daha yüksek bir belirlenim

332

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIEDES RECHTS

taşıdığı ataerkillik ilkesine geri getirilmiştir. Bunun kamu özgürlüğü ve ussal anayasa için öneminin çok büyük olmasına karşın, daha önce belirtildiği gibi, hiç kuşkusuz saygı gösterilse de, sık sık çok az anlaşılır. Tıpkı bir zamanların an feodal tekerklikleri gibi, despotizmler de tarihte bir değişimler süreci sergiler: Ayaklanmalar, prenslerin şiddet ey­ lemleri, iç savaşlar, prens olabilecek birey ve hanedanların devrilişi ve buna bağlı olarak içeride ve dışarıda yer alan evrensel yıkım ve çöküşler. Tüm bunların nedeni bu tekerklik durumunda bunların bölümlerinin yer yer paşalara, vasallara vb. aktarılması ile Devlet­ teki iş bölümünün yalnızca mekanik olması, bir biçim ve belirlenim ayrımına değil ama yalnızca daha büyük ya da daha küçük bir güç ayrımına bağlanmasıdır. Böylece her bö­ lüm kendini sürdürür ve üretirken yalnızca kendini sürdürür ve üretir, aynı zamanda başkalarını da değil; her biri bağımsız ola­ rak kendi başına dururken, tüm kıpıları bü­ tünüyle kendisinde taşır. Bölümlerin değil ama üyelerin birbirleri ile ilişkilerini içeren örgensel ilişkide her biri kendi alanının gö­ revlerini yerine getirirken başkalarını sürdü­ rür; her birinin kendi öz-sakınımında tözsel amaç ve ürün eşit ölçüde başka üyelerin de sakınımıdır. Tahtın ardışıklığının sağlamlığı için, genel olarak prenslik gücü için, türe, kamusal özgürlük vb. için burada söz konu­ su edilen güvenceler onları kurumlaryoluyla güvenlik altına alma yollarıdır. Halkın sevgi­ si, karakter, yeminler, güç vb. öznel güvence­ ler olarak görülebilir; ama anayasa üzerine konuşurken, söz konusu olan yalnızca nesnel güvenceler, kurumlar, e.d. örgensel olarak birbirini bağlayan ve koşullandıran kıpılar­ dır. Böylece genel olarak kamu özgürlüğü ve kalıtsal tekerklik birbiri için karşılıklı gü­ vencelerdir ve saltık bağlantı içinde durur­ lar, çünkü kamu özgürlüğü ussal anayasadır ve prenslik gücünün kalıtsallığı, gösterildiği gibi, o gücün Kavramında yatan kıpıdır.

eines der sp:iteren Resuhate der Geschichıe, das fiir die öffenıliche Freiheil und vernünftige Verfas­ sung am wichtigsıen isı, obgleich es, wie vorhin bemerkt, wenn schon respekıiert, doch hiiufig arn wenigsc.en begriffen wird. Die ehemaligeıı bloBeıı Feudalmonar­ chien sowie die Despotien zeigen in der Geschichte darum diese Abwcchslung von Empörungen, Gewalttaten der Fürsten, inner­ lichen Kriegen, Unıergang ffırst­ lichcr lndividuen und Dynastien und die daraus hervorgehcnde innere und 3.uBere allgemeine Verwfıstung und Zerstörung, weil in solchem Zusıand die Teilung des Staatsgeschifts, iadem seine Teile Vasallen, Paschas usf. über­ t.ragen sind, nur mechanisch, nicht ein Unterschied der Bestimmung und Form, sondem nur ein Unter· schied gröBerer oder geringerer Gewalt ist. So erhiilt und bıingtje­ der Teil, indem er sich erhi.lt, mır siclı und darin nicht zugleich die andercn heıvor und hat zur unab­ hiingigen Selbstiindigkeit aile M­ mente vollstindig an ihm selbst. lın organischen Verhftltnisse, in welchem Glieder, nichı Teilc, sich zueinander verhalten, erh3.lt jedes die anderen, indem es seine eignıe Sphiire erfii llı;jedem ist fiir die eigene Sellısıerhaltung ebenso die Erhalıung der andemı Glieder substantieller Zweck und Produkı. Die Garantien, nach denen gefragt wird, es sei für die Festigkeit der Thronfolge, der fürstlichen Ge­ walı überhaupt, fiir Gerechıigkeit, öffentliche Freiheiı usf., sind Si· cherungen durch In.stitutümen. Als .rul!iehtive Garantien können Liebe des Volks, Charakıer, Eide, Gewalı usf. angesehen werden, aber sowie von Veıfassunggesprochen wird, isı die Rede nur von objektiven Garan­ tien, den lnstitutionen, d. i. den organisch verschriinkten und sich bedingenden Momenten. So sind sich öffenıliche Freiheiı überhaupt und Erblichkeit des Thrones ge­ genseitige Garantien und stehen im absoluten Zusammenhang, weil die öffentliche Freiheit die vemünftige Verfassung ist und die E.rblichkeiı der fürstlichen Gewalt das, wie gezeigı, in ihrem Begriffe liegende Moment.

DIE SrITUCHKEIT / TÖRELLİK b. Die Regierungsgewalt

§ 287 Von der Entscheidung ist die Aus­ führung und Amvendung der fürst­ lichen Entscheidungen, überhaupı das Fortführen und Imsıanderhalıen des bereirs Entschiedenen, der vor­ handenen Gesetzc, EinrichLungen, Anstalıen fıir gemeinschaftliche Zwecke u. dgl. unterschieden. Dies Gesch3.ft der Subsumtion übcrhaupt begreift die Regierung>geumlt in sich, wonın ter ebenso die riclllnlichen und polizeiliclıen Gewalten begriffen sind, welche unmiuclbarcr auf das Beson­ dere der bürgerlichen Gesellschafl Beziehung haben und das allgemei­ ne Interesse in dicscn Zwecken gel­ tend machen.

§ 288 Die gemeinschaftlichen besonderen lnteressen, die in die bürgerliche Gesellschaft fallen und auBer dem an und für sich seienden AJlgemei­ nen des Sıaaıs selbst liegen (§ 256), haben ihre Venvaltung in den Korpo­ raıionen (§ 251) der Gemeinden uncl sonstiger Gewerhe und Stinde und deren Obrigkeiten, Vorsteher, Ver­ walter u. dgl. Insofern diese Angele­ genheiten, die sie besorgen, einersehs das Privateigrntum und lnlen!sse dieser beımuleren Sphiiren sind und nach die­ ser Seite ihre Autoritat mh auf dem Zutrauen ihrer Standesgenossen und Bürgerschaften beruht, andererseiıs diese Kreise den höheren Interessen des Staats untergeordnet sein müssen, wird sich für die Besetzung dieser Stel­ len im allgemeincn eine Mischung von gemeiner Wahl dieser lnteres-­ senten und von einer höheren Be­ sıiiıigung und Besıimmung ergeben.

§ 289 Die Festhaltung des aUgımıeinen Staat.t­ intemses und des Gesetzlichen in die­ sen besonderen Rechten und die Zurückführung derselben aufjenes erforderL einc Besorgung durch Abgeordnele der Regierungsgewalt, die exekutiven Staatsbeamten und die höheren beratcnden, insofern kollegialisch konstituierten Behôr­ den, ·welchc in den obcrsten, den

333

b. Hükümet Gücü

§ 287 Prensin kararları ile bunların yerine geti­ rilme ve uygulaması arasında, genel olarak onun kararları ile daha önceki kararların, yürürlükteki yasaların, yönergelerin, ortak amaçlara yönelik kuruluşların vb. işleyişinin sürmesi ve işler tutulması arasında bir ayrım vardır. Bu genel olarak alta alma işini hükü­ met gücü kendi içinde kapsar; benzer olarak yarJ51 ve [kamu yetkesi olarak] polis güçleri de onun altında kapsanır ki, bunların yurttaş toplumunun tikel yanları ile daha dolaysız bağıntıları vardır ve evrensel çıkan bu tikel erekler üzerinde geçerli kılarlar.

§ 288

Herkese ortak tikel çıkarlar yurttaş toplu­ munun içine düşer ve Devletin kendisinin kendinde ve kendi için varolan evrenselinin dışında yatar (§ 256) ; bunların yönetimi toplulukların ve çeşitli işleyim dallarının ve sınıfların loncalarına (§ 251 ) , bunların yet­ kililerine, gözetmenlerine, yöneticilerine vb. aittir. İlgilendikleri bu sorunlar bir yandan bu tikel alanların öz.el-müllıiyetve çıkarları iken ve bu bakımdan yetkeleri meslektaş ve yurt­ taşlarının güvenine dayanırken, öte yandan bu alan Devletin daha yüksek çıkarlarına altgüdümlü olmalıdır; tüm bu nedenlerle, bu konumların doldurulmasının bu çıkarla­ ra bağlı genel seçimin daha yüksek bir onay ve belirlenim ile bir karışımı yoluyla yerine getirilmesi gerekecektir.

§ 289 Evrensel Diulet çıkarının ve yasal olanın bu ti­ kel hak alanlarında sürdürülmesi ve bu hak­ ların geriye evrensele bağlanması hükümet gücüne altgüdümlü yetkelerin, eş deyişle hü­ kümet işlerini yürüten devlet memurlarının ve komiteler oluşturan daha yüksek danışman­ ların yapacakları gözetimi gerektirir. Bunlar

334

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIE DES RECHTS

tekerk ile doğrudan ilişki içindeki en yüksek başkanlarda birleşirler. Tıpkı Yurttaş Toplwnunun herkesin bireysel özel çıkarlarının başka herkesin çıkarlarına karşı kavga alam olması gibi, burası da bi­ reysel özel çıkarların ortak tikel sorunlara karşı, ve birlikte bu ikisinin Devletin daha yüksek bakış açılarına ve düzenlemelerine karşı çatışma yeridir. Tikel alanların hakla­ rını kazanmasında ortaya çıkan lonca tini kendi içinde aynı zamanda Devletin tinine dönüşür, çünkü Devlette tikel ereklerini sürdürmenin aracını bulur. Yurttaşların Devleti tözleri olarak bilmeleri yanından bakıldığında, yurtseverliklerinin gizi budur, çünkü onların tikel alanlarını olduğu gibi, bunların haklılık, yetke ve gönençlerini de sakınan Devlettir. Lonca tini tikelin evrenselde kökf,eşmesini dolaysızca kapsadığı için, bu dü­ zeye dek Devletin duygusal eğiiimde taşıdığı derinlik ve güç de o tinde bulunur. Lonca sorunlarının loncanın kendi yet­ kilileri tarafından yönetimi sık sık becerik­ sizcedir, çünkü bunlar kendilerine özgü çı­ karları ve sorunları tanısalar ve göz önünde nıtsalar da, bunların daha uzak koşullar ve evrensel bakış açılan ile bağlantılarını ye­ terince tanımaz ve göz önünde tuunazlar; bu durum daha öte eunenler tarafından ağırlaştırılır - örneğin yetkililerin onlara altgüdümlü olmaları gerekenler ile yakın kişisel ilişkileri ve daha başka eşitlik durum­ ları, sayısız bakımdan bağımlı olmaları vb. gibi. Ama bu kişisel çıkarlar alanına biçimsel özgürlük kıpısı olarak bakılabilir ki, orada birinin kendi bilgileri, kararlan ve uygula­ maları gibi, küçük tutkuları ve düşlemleri de kendilerine oyun alanı bulur; buna peka­ la göz yumulabilir - eğer, Devletin daha evrensel bakış açısından, böylelikle zarar gören ya da verimsiz ya da zahmetli bir yolda yönetilen vb. sorunun iç değeri azsa, ve özellikle eğer böyle önemsiz sorunların bu zahmetli ya da aptalca yönetimi ondan

Monarchen ben1hrenden Sphzen zusammenlaufen. Wie die bfırgerliche Gesellschafı der Kampfplatz des individuellen Privatin teresses aller gegen aile ist. so hat hier der Konflikt dessel­ ben gegen die gemeinschafdichen besonderen Angelegenheiten. und dieser zusammen mitjenem gegen die höheren Gesichtspunkte und Anordnungen des Staats, seinen Sitz. Der Korporationsgeist, der sich in der Berechligung der be­ sonderen Spharen erzeugt, schlagt in sich selbst zugleich in den Geist des Staats um, indem er an dem Staate das Mittcl der Erhaltung der besonderen Zwecke haL Dies ist das Geheimnis des Patriotismus der BU.rger nach dieser Seite, daB sie den Staat als ibre Substanz wissen, weil er ihre besonderen Sph3.ren, deren Berechtigung und Auıoıi­ tat wie deren Wohlfahrt. erhıih. in dem KorporaLionsgeisc, da er die

Einruunelung des Besımdenm in das Allgımıeine umnitte/harenthfilt, istin­ sofem die Tiefe und die Stirke des Sıaaıes. die er in der Gesinnung hat. Die Venvaltung der Koıporali­ onsangelegenheilen durch ihre ei­ genen Vorsteher wird, da sie zwar ihre eigentümlichen Interessen und Angelegenheiten, aber unvoll­ standiger den Zusammcnhang der entfernteren Bedingungen und die allgemeinen Gesichtspunkte kennen und vor sich haben, h3.u­ fig ungeschkkt sein, - au6erdem da.fi weitere Umstinde dazu bei­ tragen, z. B. die nahe Privatbe­ n1hrung und sonstige Gleichheit der Vorsteher mit den ihnen un­ tergeordnet sein Sollenden, ibre mannigfachere Abhiingigkeit usf. Diese eigene Sphare kann aber als dem Moment der fımnellen Fnilıeit überlassen angesehen werden, wo das eigene Erkennen, BeschlieOen und Ausffıhren sowi.e die kleinen Leidenschaften und Einbildungen einen Tummelplatz haben, sich zu ergehen - und dies um so mehr, je weniger der Gehalt der Angele­ genhcit. die dadurch verdorben, weniger gut, mfihseliger usf. be­ sorgt wird, für das Allgemeinerc dcs Staats von Wichtigkeit ist und je mehr die mühseligeoder törichıe Besorgung solcher geıingfügiger Angelegenheit in direktem Ver-

DIE S/TTUCHKEJT / TÖRELLİK

335

hfilınisse mit der Befriedigung und Meinung von sich sreht, dje daraus geschöpfı wird.

sağlanan doyum ve görüş ile doğrudan ilişki içinde duruyorsa.

§ 290 in dem Geschilte der Regierung fın­ det sich gleichfalls die Teilung der Ar­ beit (§ 198) ein. Die Organisalion der Behörden hat insofern die fonnelle, aber schwierige Aufgabe, da8 von unten, wo das bürgerliche Leben kon­ kret ist, dasselbe auf konkrete Weise regiert werde, da8 dies Geschilı aber in seine absırakten Zweige geteilt sei, die von eigentümlichen Behörden als unterschiedencn Mittelpunkten behandelı werden, deren Wirksam­ keit nach unten sowie in der obersten Regierungsgewalt in eine konkrete Übersicht wieder zusammenlaufe.

§ 290 Hükümetin işlerinde de benzer olarak iş bölümü (§ 198) bulunur. Yetkililerin örr;ütle­ nişinin bu düzeye dek biçimsel ama güç bir görevi vardır ki, buna göre yurt�lık yaşamı­ nın somut olduğu yerde bu somut bir yolda aşağıdan yönetilecektir; ama gene de bu işin özel yetkilileri olan değişik yönetim özekleri olarak kendi soyut dallarına bölünmesi gere­ kir ki, bunların etkinlikleri altta olanlardan en yüksek hükümet gücüne dek sürekli bir somut gözetim işinde yeniden birleşmelidir_

Zusau.. Der

hauptsichliche Punkt, woraur

es bei der Regierungsgewalt ankommt, ist die Teilung der Gesch.ifre: sic hat es mit dem Übergang vom Allgemeincn ins Besondere und Einzelne zu tun, und ibre Gcsch3Jte sind nach den venchicdencn Zweigen zu trenncn. Das Schwere ist aber, da8 sie nach oben und unten auch wiedcr zusammenkommen. Dcnn Polizeigewalt und richtcrliche Gewalt z. B. laufen zwar auseinander, abcr sie ı.reJfen in irgendcincm Gcschiift doch \Vİcder zusam­ men. Die Au.olik i unft, die man hier anwendet, besteht hi.ufıg darin, daO man StaalSkanıJer, Prcmierminister, Ministcrkonseils emennı, damit die obere Leicung sich vereinfache. Aber dadurch karın auch aUes wieder von oben und von der ministericllen Cewalt ausgehen und die Ceschi.fte, wie man sich ausdrückt, zentra­ lisicn sein. Hiennit ist die gröBte lıichligt..eit. Schnelligkeit, Wirksımkeit tür das, was für das allgemeine Sr.aatsinleresse geschehen soll, vcrbunden. Dieses Regimcnı wurde \'On der Cranzösischen Revoluı:ion eingeffihrt, \"OD Na­ poleon ausgearbeitet und besreht heute noch in Frankreich. Dagegen entbehrt Frankreich der Korporationen und Kommunen, das heiBt der Krcise, wo die besonderen und allgemci­ nen hıteres&en zusammcnkommen. lm Miuel­

alter haıren freilich diese Kreise eine zu groOe Selbst3ndigkeit gewonncn. v.wcn Staaten im Staate und gerienen sich aur harte Weise al.s ffir sich bestchende Körpcrschaften; abcr wcnn dieses auch nicht der Fail sein mu8, so darf man doch sagen, da8 in den Gemeinden die eigentliche Sciırke der Staaten liegt.. Hier uifft die Regierung auf bercchı:igte Interesscn, die von ihr rcspcktiert werden m\ıssen, und in­ sofem die Administration solchen lnterea.sen nur bcförderlich sein kann, sie aber auch � aufsichtigen muD, findct das lndividuum den Schutz fiır die Awübung seiner Rechte, und so knüpftsich sein

partikularcs lntcrcue an dic

Erhalnıng dcı: Ganzen. Man hat seit einiger Zcit imme-r von oben her organisiert, und dies Or-

Ek. Hükümet gücü durumunda herşeyin gelip dayan­ dığı başlıca nokta işlerin bölünmesidir. Hükümet gücü evrenselden tikele ve tekile geçiş ile ilgilidir, ve işleri değişik dalları ile uyum içinde aynlmalıdır. Ama güç olan şey bu değişik dalların yukarıda ve aşa­ ğıda bir kez daha biraraya gelmesidir. Çünkü örneğin polis gücünün ve yargı gücünün birbirinden ayn yön­ lerde işlemesine karşın, gene de şu ya da bu durumda yeniden biraraya gelmeleri gerekir. Burada uygula­ nan çözüm yolu sık sık üst yönetimi yalınlaşunna gibi bir amaçla bir şansölye, başbakan, bakanlar kurulu atamaktan oluşur. Ama bu yolla herşey bir kez daha yukarıdan ve bakanlık gücünden başlayabilir ve, söy­ lendiği gibi, işler özekselleştirilebilir. Evrensel Devlet çıkarlarının yürütülmesi açısından en büyük kolaylık, çabukluk ve etkerlik bu nokta ile ilgilidir. Bu düzen­ leme Fransız Devrimi tarafından getirilmiş, Napoleon tarafından geliştirilmiş, ve Fransa'da bugün de yürür­ lüktedir. Buna karşı Fransa lonca ve yerel komünler­ den, eş deyişle tikel ve evrensel çıkarların buluştuğu alandan yoksundur. Hiç kuşkusuz Orta Çağlarda bu alan gereğinden daha büyük bir bağımsızlık kazan­ mış, Devlet içinde Devlet olmuşm ve kendi için kalıcı bir örgüt gibi davranmada diretiyordu; ama durumun böyle olmaması gerekse de, denebilir ki Devletin asıl gücü böyle topluluklarda yatar. Hükümet saygı gös­ termesi gerektiği haklı çıkarlar ile burada karşılaşır; ve yönetim böyle çıkartan ancak kollayabilse de, gene de onları gözetim alunda tutmalıdır; ve bu düzeye dek birey haklarından yararlanmak için gerekli koru­ mayı bulur ve böylece tikel çıkarlarını bütünün sakı­ nımına bağlar. Bir zamanlar örgütlenme yukarıdan yapılır, çabalar başlıca bu örgütlenme biçimi üzerinde

336

TÜZE FELSEFESİ / PHILOSOPHIEDES RECHTS

yoğunlaşır, ve buna karşı alttakiler, bütünü oluşturan kitle ise az çok örgütlenmemiş bırakılırdı; ve gene de kitlenin bir güç, bir erk olabilmek için örgütlenmesi­ nin önemi çok büyüktür, yoksa bir yığın olarak, dağı­ nık atomlardan oluşan bir kalabalık olarak kalacakur. Haklı güç yalnızca tikel alanların örgütlü durumla­ nnda bulunur.

ganisicren ist die Hauptbcmühung gewescn, aber da.i Unrerc, das Maaenhafıc des Ganzen ist lciclu mehr odcr weniger unorganisch ge­ lasscn; und doclı i.�ı es hôchst wichı.ig, daO es organisch wcrdc, denn mır so ist es Machl. isı es Gcw.ılt. sonst ist es nur cin Haufcn, cine Mengc von zerspliuerıen Aıomcn. Dic bc­ rcchtigte Gcwalt ist nur im organischen Zu­ suı.nde tlcr hcsondcrcn Sph