1916 Ankara Yangını: Felaketin Mantığı [1 ed.]
 9789750517006

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Taylan E sin /Zeliha Etöz

1916 Ankara Yangini FELAKETİN MANTIĞI

TAYLAN ESİN 1986’da ODTÜ’den mezun oldu. 2007’den beri tarihle ilgileniyor. 2011’den beri yazılan dergilerde yayımlanıyor. ZELİHA ETÖZ 1985 yılında Ege Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. ODTÜ’de sosyoloji yüksek lisansı yaptı. 1998’de Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde siyaset bilimi alanında doktorasını tamamladı. 2006’da sosyoloji doçenti oldu. Halen SBF’de öğretim üyesidir.

İletişim Yayınlan 2121 • Tarih Dizisi 91 ISBN-13: 978-975-05-1700-6 © 2015 İletişim Yayıncılık A. Ş. 1. BASKI 2015, İstanbul EDİTÖR Tanıl Bora KAPAK Suat Aysu KAPAK FOTOĞRAFI Hisarönü’nde yanmış bir bina

(VEKAM arşivi)

UYGULAMA Hüsnü Abbas

Remzi Abbas Sena Ofset s e r t if ik a n o . 12064 Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-11 Topkapı 34010 tstanbul Tel: 212.613 38 46 DÜZELTİ

BASKI ve CİLT

İletişim Yayınlan sertifika no. 10721 Binbirdirek Meydanı Sokak, İletişim Han 3, Fatih 34122 tstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62 • Faks: 212.516 12 58 e-mail: [email protected] • web: www.iletisim.com.tr

TAYLAN ESİN - ZELİHA ETÖZ

1916 Ankara Yangını Felaketin Mantığı

iletişim

Bu kitap, arşiv aşamasında da emeği geçen, Ankara’nın hüsn-i mütemekkini, kadim ve müstakbel sakini, Cavlaklardan Mehmet Fevzi Esin’in hatırasına ithaf edilmiştir.

İÇ İN D EK İLER

KISALTMALAR.....................................................................................................11 SUNUŞ

B İR İmha Y öntem ! Olarak Y angin...................................13 1915-1922 Türkiye pratiğinde yangın....................................................23 BİRİNCİ BÖLÜM

G İR İŞ ..............................................................................................................43 Am aç............................................................................................................... 43 Kaynaklar.......................................................................................................50 Kitabın planı.................................................................................................. 53 İKİNCİ BÖLÜM

ŞEH ÎR YANGINLARI (1 9 1 4 -1 8 )......................................................... 57 Amasya, “Selağzı”, 12.3.1914 ve 2 1 .7 .1 9 1 5 .........................................57 Kastamonu, Cebrail Mahallesi, 3.5 .1 9 1 4 .............................................. 62 Tokat, Çarşı, Mayıs 1914 ve Ocak 1 9 1 6 ...............................................63 Diyarbakır, Hububat Pazarı, 19.8.1914................................................. 64 Edime, Kaleiçi, 24.8.1914.......................................................................... 69 Bandırma, Preme karyesi (“nam-ı diğer Kapudağ”), 30.6.191 5......70 Bursa, Orhangazi, Yeniköy karyesi, 23/24.8.1915............................. 71 İzmit, Ermeni Mahallesi, 27.8.1915........................................................ 72 Haçin (Saimbeyli), 3.10.1915.................................................................... 74 Tire, Rum Mahallesi, 2.7 .1 9 1 6 .................................................................75

Ankara, Hıristiyan Mahallesi, Eylül 1916............................................. 76 Bandırma, Ermeni Karyesi, Mart 1917 (21 Şubat 1332)...................78 Ayvalık, Nisan-Ağustos 1917................................................................... 79 Gelibolu, 1 8.4 .1 9 1 7 ..................................................................................... 80 Erdek, 2 7 .8.1917...........................................................................................80 Tirebolu, 1917, 1918 ve Espiye, 1 9 1 6 ....................................................82 Sinop, Varoş Mahallesi, 17.12.1917........................................................84 İstanbul, Fatih, 31.5.1918.......................................................................... 85 Samsun, Kaleiçi, 18.7 .1 9 1 8 ....................................................................... 88 Bafra, 1917; Havza, Aralık 1 9 1 8 ..............................................................90 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

M EHM ED REŞİD (ŞAHÎNGİRAY)....................................................93 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

M

u sta fa

D u r a k (S a k a r y a ).................................................... 109

BEŞİNCİ BÖLÜM

R e f i k H a l î d (K a r a y ) ..................................................................... 135 ALTINCI BÖLÜM

A n k a r a (1 9 1 5 -1 9 1 6 ).......................................................................... 155 YEDİNCİ BÖLÜM

A n k a r a Y a n g i n i ..............................................................................175 SEKİZİNCİ BÖLÜM

N e d e n l e r .................................................................................................i89 DOKUZUNCU BÖLÜM

TA RTIŞM A ................................................................................................211 E k l e r ..........................................................................................................221 EK A: 1916’dan önceki Ankara Yangınları....................................... 223 EK B: Ankara Yangım............................................................................... 225 EK C: Öç M arşı......................................................................................... 229 EK D: Kendi Seslerinden Katolikler..................................................... 231 EK E: Tehcir/Taktil İnceleme/Yargılamalan.......................................235 EK F: Yakınlaşmanın Şafağı: 1922 Sovyet Elçiliği Yangım............. 239 EK G: Hüzünlü Yıllar: 1 9 1 5-1921......................................................... 259

B

e l g e l e r ................................................................................................. 269

B elge 1: (F.O. 383/228 no. 245839, 5 .1 2 .1 9 1 6 )................................271 B elge 2: (F.O. 608/243 no. 8109, 23.4.1919)......................................273 BELGE 3: (A l e m d a r , 15 Kanun-ı Evvel 1918)....................................... 275 BELGE 4: ( A le m d a r , 16 Kanun-ı Evvel 1918)........................................277 B elge 5: (KA 157/221)..............................................................................280 B elge 6=(KA 157/222).............................................................................. 281 H A R İTA LA R ............................................................................................ 283 A

lbüm

.......................................................................................................289

KISALTMALAR

BOA FO

Başbakanlık Osmanlı Arşivi Foreign Office (İngiliz Dışişleri Arşivi)

HA

Hilal-i Ahmer

İT

ittihat ve Terakki

KA KAAM

Kızılay Arşivi Küçük Asya Araştırmaları Merkezi

THİF

Türk Halk Iştirakiyyun Fırkası

Tl

Terakki ve İttihat Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti

TŞAM

11

SU N U Ş

BİR İMHA YÖNTEMİ OLARAK YANGIN

Yangın çıkarmak tarihte en sık başvurulan tedhiş ve yok etme araçlarının başında gelir. İstilacıların yaptıkları kötü işlerin iz­ lerini silmek, yağmaladıktan sonra “ortalığı temizlemek”,1 bir isyan veya darbenin kıvılcımını ateşlemek, iktidar mevkiinden 1

Arkeolojik kazıların pek çoğunda hâfirler, kazı alanının tabakalaşmasını çıka­ rırken bir veya birden fazla “yangın tabakası” ile karşılaşırlar. Büyük çoğun­ lukla bu yangın tabakaları istikrarlı bir dönemin ardından gelen istilâ dönem­ leriyle örtüşür. Örneğin Keban Barajı’nın sulan altında kalan ünlü Tepecik Höyügü’nde Geç Tunç Çağı tabakası ile Demir Çağı tabakası arasında bir yan­ gın tabakası yer almaktaydı. Yangının delâlet ettiği bu geçiş aynı zamanda Ya­ kındoğu’da Tunç Çağı uygarlıklannı ortadan kaldıran büyük atlı-göçebe ka­ vimler istilâsı ile örtüşmekteydi (bkz. “Tepecik/Makaraz Tepe”, TAY Projesi). Bu büyük istilânın yakıp yıktığı Yakındoğu, Ege ve Mısır’da yapılan kazılara ilişkin raporların hemen hepsinde Tunç Çagı’ndan Demir Çağı’na geçişin bir “yangın tabakası” ile örtüşmesi bir tesadüf değildir. Etnik antiteler olarak ör­ gütlenmiş savaşçı halkların (Assurlar hariç) yerleşik ve tarımcı Tunç Çağı uy­ garlıklarını neredeyse tamamen tarihten sildiği bu geçiş döneminde söz konu­ su kavimlerin bu kent ve yerleşimleri “yakması” bir tesadüf ya da savaş kazası değil, sadece etnik temizliğe ve kültür kırımına ilişkin kadim örneklerdir. Zi­ ra önemli tarihsel geçiş evrelerinde yerleşimlerin sistematik biçimde yangın­ la tahrip edildiği görülmektedir. Bunlar arasında en çarpıcı örnek ünlü Troia Vlla tabakasının hazin sonudur. Troia’yı kazan hâfirler Troia Tunç Çagı’mn son evresine (Vlla) tekabül eden tabakanın büyük bir yangınla tahrip olduğu­ nu bulgulamışlardı (bkz. Peter Jablonka ve C. Brian Rose, “Late Bronze Age Troy: A Response to Frank Kolb”, American Journal o f Archaeology, 108,2004, s. 6 1 6 ,6 1 9 ,6 2 1 ; D. F. Easton vd., “Troy in Recent Perspective", Anatolian Studies, 52, 2002, s. 90).

13

indirilmiş bir iktidar kliğinin kendi “kötü işlerine” dair bel­ ge ve kanıtları ortadan kaldırmak veya istilacıların fethettikle­ ri yerlerdeki hükümranlıklarını ve hükmetme meşruiyetleri­ ni tehlikeye düşürecek belge ve bilgi birikimini ortadan kaldır­ mak, yasal ve meşru yoldan boşaltılamayan bir alanı kundakla­ yarak boşaltmak, en nihayet istenmeyen bir grubun, etnik ve/ veya etno-dinsel topluluğun maddi varlığını topyekûn ortadan kaldırarak maddi kültüre yansıyan izlerini silmek ve bu yol­ la söz konusu topluluğun hayat alanını ve hayatta kalma im­ kânlarım toptan tahrip etmek amacıyla genellikle yangın çı­ kartılır. “Sürmek” ve “temizlemek”ten “korkutarak kaçırma­ ya” uzanan farklı alt amaçların hemhal olduğu ana stratejik he­ def “öteki”nin istenmediği coğrafyadan, orada bulunma meşru­ iyetini yeniden kurabileceği bütün izlerle birlikte, temizlenme­ sidir. Simon Shema’nın veciz anlatımıyla, “...Yangını bir imha aracı olarak düşünebiliriz. Gerçi mitoloji yazarlan da doğa ta­ rihçileri de hakkında daha iyisini bilir ya! Odun yığınları ara­ sından bir anka kuşu [küllerinden] doğarken, öte yandan kül­ den bir örtünün içinden restore edilmiş bir hayat fışkırabilir”.2 Yangın çıkarmanın veya “ateşle oynamanın” insanlık tari­ hinde daha masum görünümleri de vardır. Örnekse yağmur or­ manlarının yak-aç (slash-atıd-bum) tarımcısı kabilelerin yaka­ rak orman içinde açtıkları tarlaların verimliliği azalınca orayı terk ederek başka bir kesimi yakmaları ve o arada terk ettikleri sahanın tropikal iklim ortamında yeniden ormanlaşması dön­ güsü, doğanın belli ölçülerde sömürülmesine dayanan bir ya­ şam biçimi örneği olsa da, doğanın kendini yenilemesi ile bu yaşam biçimi arasında kurulan uyum, bu yak-aççılan kendi ha­ yatlarının İktisadî temelini gözeterek yürüttükleri bu faaliyet açısından masum kılar. Öte yandan daha eski devirlerde bü­ yük yabanî hayvan sürülerini küçük yangınlar çıkararak veya ateşle ürküterek sevk ettikleri yar ve çukurlarda bu hayvanla­ rı telef ederek besin elde eden Paleolitik insan ataları da, bir ye­ 2

14

Simon Shema, Landscape and Memory (New York, 1995, s. 9)’den aktaran Biray Kolluoğlu Kırlı, “Forgetting the Smyma Fire”, History W orkshop Journal, 60, 2005, s. 25.

re kadar tüketemeyecekleri kadar hayvan telef etseler de, yine bugünkü et tüketimiyle karşılaştırıldığında çok makul bir faa­ liyetin yürütücüleri olarak görülür ve bu faaliyetlerinin hiçbir biçimde söz konusu hayvan türlerini yok etmeyecek ölçüler­ de bulunması vesilesiyle doğanın döngüsüne zarar vermedikle­ ri ortaya çıkar. Ne zaman yerleşik hayata geçildi ve “mülkiyet” olgusu ortaya çıktı ve buna bağlı olarak nüfus artışına ve arazi kullanımına bağlı olarak kaynaklar üzerindeki rekabet arttı, iş­ te o zamandan beri yok edici yangın biçimleriyle karşılaşmaya başladık. Bu tarihsel değişme çerçevesinde, perspektifin “do­ ğanın sömürüsü”nden “insanın sömürüsü”ne doğru kaydığını da not etmeliyiz. Dolayısıyla söz konusu tarihin başlangıcı Ne­ olitik hayatın başlangıcıdır. Hayat karmaşıklaşıp modern dev­ letler kurulurken ya da bu devlet biçimi yerleşikleşirken ve bu yolda kendi toprakları üzerindeki “pürüzleri” ortadan kaldır­ maya yönelik teknikleri araştırırken, yangının önemli bir araç olarak daha “mükemmel biçimde” kullanıma açıldığını da çok açık biçimde görürüz. Zira ulus-devletleşme süreci, aynı zamanda bir “etnik temiz­ leme” sürecidir. Ulus-devlet aygıtı, dünyanın pek çok yerin­ de kendisi açısından istenmeyen/kendi tasarımladığı “ulus” ta­ hayyülüne uymayan etnik, dinsel veya etno-dinsel gruplan çe­ şitli biçimlerde ortadan kaldırmaya veya eritmeye girişmiştir. Ulus tahayyülüne uygun vatandaşlar imal etmek üzere başvu­ rulan çeşitli yolların ve temizlik hareketlerinin denenmesi ya­ nında, bir taraftan da bu ulusun kendi içinden bir burjuva sını­ fı yaratılmak için uğraşılmıştır. “Millî burjuva” yaratılırken ve­ ya “millî sayılanlar” sermaye kesiminin efendisi haline getiri­ lirken, doğal olarak “gayrimillî” burjuvazinin veya iş çevresi­ nin varlığı kötücüllenir, şeytanlaştmlır ve onların elindeki ta­ şınır ve taşınmaz sermaye birikiminin el değiştirmesini sağla­ yacak ideolojik ve pratik girişimler devreye sokulur.3 Tarihsel 3

1915 Tehciri sonrasında, bu pratiğin tipik bir örneği ortaya çıkmıştır. “Emvâl-i metrûke” olarak sınıflandırılan ve önce Maliye hazinesince temellük edi­ len sürülmüş gayrimüslimlere ait mal varlığı, daha sonra parça parça özel ki­ şilere satılmıştır (Konunun yasal gelişimini izlemek için bkz. T. Akçam ve Ü. Kurt, Kanunların Ruhu: Emval-i M etruke Kanunlarında Soykırımın izini Sür-

15

tecrübe bize “homojen ulus yaratma” projesinin çeşitli yollar­ dan uygulandığım göstermektedir. “Homojen ulus” kültürel ve ekonomik olarak kurulur. Kültürel kurgu, bir yandan ulusun özüne ilişkin kanonu hazırlarken öte yandan “istenmeyenleri” şeytanlaştıran literatürü de yaratır ve bu yöndeki popüler algıyı köpürtür. Bu köpürtme, “istenmeyen”e mensup olanların ora­ dan kaçarak “büyük toplum”a kültürel olarak da dahil olmala­ rını teşvik eder. Antropoloji literatüründe kültürel açıdan fark­ lı bir topluluğu, demografik varlığına dokunmadan ama kültü­ ründen tamamen arındırarak “büyük toplum” içine katma giri­ şiminin iki yolu gösterilir: Zorla kültürleme (transculturation) ve asimilasyon. Zorla kültürleme belirli bir topluluğun ken­ di rızası olmadan dışsal zor araçlarıyla kültüründen vazgeçme­ ye zorlanmasıdır. Adlar değiştirilir, dinler değiştirilir, yer isim­ leri değiştirilir, dönüştürülmek istenen çocuklar “büyük top­ lum” içindeki ailelere evlâtlık verilir veya yetimhane ya da ya­ tılı okullara alınır vs...4 Kavram, Femando Ortiz’in ilk kullanımek, iletişim Yayınlan, İstanbul, 2012). Bunu 1936 Beyannamesi uygulaması izlemiştir. Bu beyannamede yer almayan gayrimüslim vakıf taşınmazlan, önce Vakıflar idaresinin eline bırakılmış, ardından da üçüncü şahıslara satış yoluy­ la devredilmiştir. Zaman zaman açılan davalar sonucunda 1974 yılında Yar­ gıtay, 1935 tarih ve 3027 sayılı Kanun’un bu beyannameyi nihai bir “vakıf se­ nedi” sayan hükmünü esas alarak bu vakıflann beyannamede yer almayan ve veraset yoluyla intikal etmiş bütün mal varlığının ellerinden alınmasının hu­ kukî zeminini hazırlamıştı (bkz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 8 Mayıs 1974 Tarih ve 1971/2-820 E., 1974/505 Sayılı Karar). Bu el değiştirme süreci, ba­ şından itibaren ideolojik desteğini organik aydınlar eliyle üretmeyi de ihmal etmemiştir. İzmir Yangını konusunda, bir yandan yangına yazıklanmakla bir­ likte Falih Rıfkı, aynı metnin içinde gayrimüslimlere yüklenmeden de ede­ mez örneğin: “İzmir yanmakta, şehrin içinden ve savaş boyundan akıp gelen Rumluk, ilk medeniyetlerin halkı, orta çağı Müslümanlarla beraber geçirerek, yurtlarında yuvalarında rahatça yaşıyan, İzmir’in ve Batı Anadolu’nun ziraatini, ticaretini ve bütün ekonomisini ellerinde tutan, saraylar, konaklar, çift­ likler içinde ömür süren halk 20. asnn yirmi ikinci yılında bir daha dönme­ mek üzere ayrılıp gitmek için bir tekne parçasına can atmakta idi” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya: Atatürk Devri Hatıraları, c. I, Dünya Yayınlan, İstanbul, 1958, s. 210). Aynı kuvvetli vurguyu Ömer Seyfettin ve Attila İlhan gibi edebiyatçı­ ların eserlerinde de görürüz. Bu yargı, ders kitaplanna, popüler tarih metinle­ rine sirayet etmiş ve giderek genel geçer bir yargı (stereotype) halini almıştır. 4

16

Kavramı ilk kullanan Femando Ortiz’dir. Küba’da yaptığı alan araştırmasın­ da karşılaştığı durumlan anlamak için “kültürleşme”den (acculturation) fark­ lı bir kavram aramış ve “zorla kültürleme” ya da “kültür değişimine zorlama”

mmdan bu yana epeyce geliştirilmiştir. Özellikle Latin Amerika üzerine yapılan sömürgecilik sonrası çalışmaları içinde bu kav­ ram önemli bir kavrama/anlama aracı haline gelir. Bugün özel­ likle zorla kültürleme süreçlerinin tek taraflı başarısından zi­ yade Latin Amerika’da yarattığı senkretik etkiler üzerinde du­ rulmaktadır.*5 Asimilasyon ise yine o topluluğa dışsal olmakla birlikte zor araçları kullanılmadan ekonomik ve sosyal zorun­ lulukların etkisiyle o topluluğun kendi kimliğinden vazgeçe­ rek “büyük toplum” kimliği içinde erimeyi seçişini anlatan bir kavramdır.6 Bu iki yol, belirli bir coğrafya içinde yaşayan nü­ olarak çevirebileceğimiz transculturation kavramını önermişti. Ona göre Kü­ ba’da, Küba’nın kendi kültürel evrimi üzerinden anlamanın mümkün olma­ dığı, uç noktada karmaşık dönüşümler vuku bulmuştu. Ortiz burada ani ve şiddetli kültür değişmelerini kasteder. Ona göre bu dönüşümler adaya gelen farklı bir kültürün adalılarca edinilmesi ya da kültürleşme yoluyla adaya sız­ ması biçiminde olmamış, aksine bu süreç bir önceki kültürün yok olmasına veya kökünün kazınmasına yol açmıştı (bkz. Femando Ortiz, Cubaıt Counterpoint: Tobacco and Sugar, çev. H. de Onıs, Duke University Press, Durham ve Londra, 1995, s. 97-103). 5

Özellikle Zapatist hareket pratiğindeki ters işleyişlerle ve meydan okumalar­ la ilgili olarak bkz. W . D. Mignolo ve F. Schivvy, “Transculturation and the Colonial Difference: Double Translation”, Translation and Ethnograpy, der. T. Maranhâo ve B. Streck, University of Arizona Press, Tucson, AZ, 2003, s. 3-27. Kavramı, özellikle medya araştırmaları içinden, kültürlerin karşılıklı et­ kileşimini izleyen bir melezlenme süreci gibi görenler de vardır: Örneğin bkz. J. Lull, Media, Communication, Culture: A G lobal Approach (2. Baskı), Columbia, University Press, New York, 2000, s. 242-5. Oysa biz antropolojide bu ya­ yında kastedilen süreci “transculturation” yerine “kültürleşme” olarak adlan­ dırmayı tercih ederiz.

6

Asimilasyonun en kısa tanımı şudur: “Asimilasyon bir gruba üye olmayan ki­ şileri o grubun üyeleri yapar” (Christian Joppke, Citizenship and Immigration, Polity Press, Malden, Mass., 2010, s. vii, 3). Tarımsal artığa dayanan iktidar yapılarının hâkim olduğu dönemlerde asimilasyon yavaş, sanayi toplumlannda ise hızlı cereyan etmiş bir süreçtir. Emest Gellner’in altım çizdiği gibi, periferide yaşayan farklı kültürlerden insanların egemen dili öğrenmenin ve ge­ nel bir formasyon edinmenin toplumsal tabakalaşma içinde yükselmelerini ve iktidar ilişkileri içinde güçlü bir konuma gelmelerini sağlayacak bir koşul ol­ duğunu görmeleriyle birlikte, eğitim sistemi içine girmeleri hızlanmış ve bu insanlar da “ulus inşa sürecine” dahil olarak “kültürel homojenleşme” yolu­ na girmişlerdir (bkz. E. Gellner, Nation and Nationalism, Comell University Press, İthaca, N.Y., 1983). Gellner’in burada tarif ettiği durum, asimilasyonun ta kendisidir. Bu çerçevede asimilasyon diğerlerinin egemen kültürle doğru­ dan temasını (kültürleşmeyi) gerektirir. Asimilasyon süreci, bu temas sonu­ cunda bir gruba mensup bireylerin kendilerini güçlü bir biçimde kendi grup-

17

fusun fizikî varlığına dokunmadan o varlığın sosyal ve kültü­ rel dönüşümünü hedefler. Oysa tarihte doğrudan doğruya de­ mografik varlığı tehdit eden ve belirlenmiş coğrafyaların “arın­ dırılmasına” hizmet eden etnik temizlik yollanna sıklıkla baş­ vurulduğu görülür. Tehcir, nüfus mübadelesi ve soykırım baş­ vurulan somut yöntemlerdir. Her üçüne de eşlik eden ve onla­ rı izleyen “temizlik” ve “ortalığı süpürme” faaliyeti sahneye ko­ nulduğunda ise ekseri karşımıza yangınlar çıkar. Bu üç “klasik” etnik temizlik yöntemi içinde en ağır sonuçları olan, kuşkusuz soykırımdır.7 Soykırım, tarih içindeki özgül bir eylemi tanım­ lamak için kullanılmış bir terimdir. Nazilerin Yahudilere kar­ şı uyguladığı ve Holocaust adıyla anılan büyük toplu kırım gi­ rişimi üzerine Birleşmiş Milletler tarafından 1948’de kabul edi­ lip 1951 yılında yürürlüğe giren “Soykırım Suçunun Önlen­ mesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme”de (Konvansi­ yon) bu terimle tanımlanan eylemin sınırları, zaman içinde, da­ ha sonra ortaya çıkan pratiklerin gösterdiği farklı yönleri içer­ mekten uzak hale gelmiş ve adeta bu pratikleri dışanda bırakan (bu yüzden de failleri bu suçun kapsamı dışına atan) bir mahi­ yet arz etmiştir. Sözleşme’ye göre soykırım, “ulusal, etnik, ırk­ sal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldır­ mak amacıyla; o gruba mensup olanların öldürülmesi, grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar veril­ larınm dışında tanımlamaya başlamaları, değer sistemlerini ve dillerini kay­ bederek diğer grup içinde erimeleriyle açıklanabilir (geniş bir analiz için bkz. R. H. C. Teske ve B. H. Nelson, “Acculturation and Assimilation: A Clarification”, American Ethnologist, 1 1 2 ,1974, s. 351-67). 7

18

Burada “yöntem” sözcüğünü tercih edişimin nedeni, soykırımın “nihai ama­ ca”, yani “istenmeyenlerden” kurtulmaya hizmet eden yollardan birisi -m a­ mafih sonuçlan itibariyle en trajik ve korkunç y o l- olmasıdır. Hitler’in gaz odalan “çözümü" bu bakımdan “nihaî çözüm”dür (endlûsung). Bu, Yahudi­ lere yönelik siyasetin doruk noktasıdır. Nazi ırkçılığının Avrupa’yı “Arileştirme” siyaseti, önce Yahudi karşıtı yasalarla, ardından boykotlarla, Yahudileri “kovmak” için uygulanan “kristal gece” (kristalnacht) gibi pogromlarla yürü­ müş ve nihayet toplama kamplan ve imha ile sonuçlanmışa. Bu yüzden “yön­ tem” sözcüğünün yanı sıra, soykınma bir “olay”dan ziyade “süreç" gözüyle bakmayı tercih edenler de vardır (örneğin bkz. Ben Kieman, Blood and Soil: A World History o f Genoctde and Exterm inationfrom Sparta to Darfur, Yale University Press, New Haven, Conn., 2007).

mesi, grubun fiziksel varlığının tamamen veya kısmen ortadan kalkacağı hesaplanarak hayat şartlarına kasten müdahale edil­ mesi, grup içinde doğumların engellenmesi amacıyla tedbir­ ler alınması ve gruba mensup çocukların zorla bir başka gru­ ba nakledilmesi” eylemidir.8 Bu tanım, içine aldığı (açıkça ta­ nımlanmış) dört grubun dışında bırakılmış, ama ötekileştirilmekten ve kötü muameleden belirli ortak özellikleri nedeniy­ le kurtulamamış başkaca grupları (ekonomik, politik ve kültü­ rel gruplan) içine almaması ve kültürel boyutunun yoksun bu­ lunması nedeniyle, soykınm çalışmalan yürütenlerce bazı ekle­ melerle ve yeni kavramlar yaratılarak genişletilmeye çalışılmış­ tır. Yeni yaratılan kavramlar arasında etnik kırım (ethnocide) ve kültürel soykırım (cultural genocide) dikkati çeker. Jean-Michel Chaumont’a göre emik kırım, öncelikle bireyleri hedef al­ masa da, esas olarak grup kimliğinin kurucu öğelerini ortadan kaldırmaya yönelen bir eylemdir. Buna göre doğrudan doğru­ ya kitlesel öldürme eylemine veya kişilere bedensel olarak zarar veren eylemlere girişmeye gerek kalmaz. Failin, grubun önem­ li bir kısmının, örneğin seçkinlerinin öldürülmesi halinde, en etkin yıkımın sağlanacağına inanması etnik kırımın bir “soykı­ rım” haline sokulmasına veya aynı anlama gelmesine yetecek­ tir. Böylelikle grubun tutunumunu sağlayan kültürel değerle­ 8

Convention on the Prevention and Punishment o f the Crime o f Genocide. Adopted by the General Assembly o f the United Nations on 9 D ecember 1948, No. 1021, 12.01.1951, Article II. Şu bir gerçektir ki, Soykırım Sözleşmesi’nin çerçeve­ si içinde bile, en azından zorla kültürleme pratiklerinin bir kısmının soykı­ rım eylemine dahil edildiği görülür. Özellikle “hedeflenen grubun çocukları­ nın zorla başka bir gruba nakledilmesi” açık bir zorla kültürleme fiilidir. Böy­ lelikle çocuklann başka bir kültürün içinde yetiştirilmesi suretiyle kimlikleri­ nin yeniden biçimlendirilmesi sağlanmış olmakta ve hedeflenen grubun ken­ disini kültürel olarak yeniden-üretmesi imkânsız hale getirilmek istenmekte­ dir. Kuzey Amerika’da yerli çocuklann Protestan rahiplerce alıkonularak yatı­ lı okullara ve yetimhanelere yerleştirilmeleri, Güney Amerika’da yerli çocuk­ lann bu kez Katolik din adamlan tarafından misyoner okullanna kaçınlmalan veya 1915 Tehciri sırasında yetim kalan Ermeni çocuklann yetimhaneler­ de toplanması veya Müslüman ailelerce Ermenilerin çocuklarına zorla el ko­ nulması, Dersim Harekâtı sırasında yetim çocuklann Türkiye’nin batısındaki yatılı okullara götürülmesi, bu tür eylemin örnekleridir. Soykınm Sözleşme­ sinde tanımlanan üçüncü eylem türü ise, yerinden-yurdundan etme eylemi­ nin fizikî şartlannı tanımlar.

19

ri, kolektif kimliği ve kolektif eylem gücü, kolayca onarılamayacak ve yeniden üretilemeyecek biçimde zarar görmüş olacak­ tır.9 Burada, bir ileri aşamaya geçebilmek için şu sorunun ce­ vabını bulmamız gerekiyor: Kültürel varlığı ayakta tutan sade­ ce grubun kolektif kimliğini temsil eden kişiler ve bu kimliğin soyut kültürel mirasının kaynakları mıdır? Elbette hayır! Zira kimliği ve kültürü taşıyan, kolektif hafızayı canlı tutan, grubun kendisini yeniden üretmesini ve sürekliliğini temin eden mad­ di zemin (maddi kültür) ve geçim/üretim araçları hesaba katıl­ madan, hiçbir tanımlama bütün içeriği kapsayıcı bir nitelik ta­ şıyamaz ve olan-biteni tarihsel sonuçlan itibariyle anlamlandır­ ma çabamız eksik kalır. Bu unsurlar Chamont’un “kurucu öğe” dediği şeyler arasındadır. Etnik temizliğe maruz kalan toplu­ luğun maddi varlığı ve kendisini yeniden-üretim araçlan da, bu yüzden fail tarafından hedef alınır. Çünkü söz konusu “te­ mizlik” sadece yaşayan insanların yok edilmesi veya sürülme­ si ile tamamlanmış olmayacaktır. Onların “geridönüşünü” (ethnic retumism) 10 veya “etnik yeniden canlanışımı (ethnic revivalism) mümkün kılacak maddi varlığın da ortadan kaldırılması gerekir. Coğrafya, hedef grubun hiçbir şekilde ilişki kuramaya­ cağı, hedef grup lehine hayatın yeniden “fışkırması”na imkân vermeyecek şekilde yabancılaştırılmalıdır. Toprağın ve coğraf­ yanın yabancılaştınlması, bu coğrafyanın hedef grup açısından 9

Bkz. Jean-M ichel Chaumont, D ie K onkurrenz der Opfer: Genozid, Identitdt, Anerkennung, Zu Klampen Verlag, Lûneburg, 2001, s. 181-6.

10

Etnik geridönüş fikri, etnik hareketler arasında yer yer ayrışmalara ve fikir ayrılıklarına yol açan, romantik bir meydan okumayı temsil eder. Bunun ti­ pik örneklerinden birisi Türkiye’deki Kuzey KafkasyalIların siyasî tarihi için­ de Çerkeş diasporasının Kuzey Kafkasya’ya yeniden dönüşü fikrini canlı tu­ tan ve bunu belli ölçülerde hayata geçiren harekettir (bu konuda bkz. Zeynel Abidin Besleney, The Circassian Diaspora in Turkey: A Political History, Oxon ve New York, 2014: Routledge). Yalnız bu siyasî dönüş hareketi yanında, geridönüşün hafıza boyutu ihmal edilmemelidir. Unutulmuş kimliklerin geri ça­ ğırılması da bir tür “geridönüş hareketi” olarak değerlendirilebilir. İnsanların bireysel kimlik arayışları ya da yakaladıkları bir ipucu üzerinden geçmişleri­ ne yolculuk etmeleri yoluyla unutulmuş/unutturulmuş geçmişin bilince ta­ şınması, zamanla bu insanların bir araya gelmeleri ile toplumsal/örgütsel bir boyuta taşınabilir. Dolayısıyla bu durum, esasen tamamlanmış sayılan “zorla kültürleme” veya “kültür değiştirme’’ sürecinin o noktada iflası ve aksi bir et­ kiyle etnometodolojik bozuluma uğraması halini temsil eder.

20

hiçbir anlam ve hatıra üretmeyecek şekilde yeniden tasarlan­ masını ve işlenmesini gerektirir. Grubun kendisini maddi açı­ dan yeniden üretmesini sağlayacak koşullar, yani geçim ve ba­ rınma araçları da, anlam üreten ve hatırayı canlı tutan maddi varlıklar kadar hedef olacak, geri dönüşü güvence altına alma­ yacak şekilde tahrip olmaları veya el değiştirmeleri temin edil­ meye çalışılacaktır. Bu pratiğin güncel uygulamaları genellikle “terörle müca­ dele” veya “kontrgerilla operasyonları” şeklinde karşımıza çı­ kar. Guatemala’da 1982 Mart’ında yapılan askerî darbenin ar­ dından uygulamaya konulan “Güvenlik ve Kalkınma Ulusal Planı”nm (SEGEPLAN) hükümete verdiği ilk görev hükümet güçlerinin gerillalarla çatıştığı alanlarda “çöküşün önlenmesi” görevi idi. Bu görev çerçevesinde ordu “yakıp yıkma politika­ sı” uygulayarak kontrolü yeniden eline alacaktı. Böylelikle ha­ ritada kırmızı ile işaretlenen, yani “gerilla kontrolünde” sayı­ lan kırsal merkezler hedef haline getirilmiş ve gerçekten yakı­ lıp yıkılmıştı.11 Kezâ 1990’lar boyunca Türkiye’nin güneydo­ ğusunda “terörle mücadele” adı altında benzer bir askerî yön­ temin uygulandığını görmekteyiz.12 ABD ordusu Vietnam’da aynı taktiği Kuzey yanlısı saydığı köylerin mahsul ve tarlaları­ nı yakarak veya yakıcı gazlar atarak defalarca uyguladı.13 Ye­ li

Anika Oettler, “Guatemala in the 1980s: A Genocide Turned into Ethnocide?”, German Institute o f Global and Area Studies (GIGA) Working Papers, No. 19, Mart 2006, s. 20 vd.

12

Bu vaka türüne uluslararası literatürde “çatışma kökenli yerinden edilme” (conflict-induced replacem ent) adı verilmektedir. 1984-1999 yıllan arasında Türkiye’nin “olağanüstü hal” uygulanan güneydoğu ve doğu illerinde, İçişleri Bakanlığı rakamlarına göre 945 köy ve 2.021 mezra boşaltıldı. Boşaltmalar sı­ rasında evlerin münferiden veya köylerin tümden yakılıp-yıkılması veya ekin­ lerin yakılması gibi eylemlerle de sıkça karşılaşıldı. Bu göçler sırasında yaşa­ nan insan hakları ihlâllerine ilişkin AtHM kararlannda bu köy yakma ve yık­ ma eylemlerinin oluşturduğu suçlar da tespit edilmiş ve bunlar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlâli sayılarak Türkiye hükümeti birçok kez mahkûm edilmişti (bkz. D. Kurban, D. Yükseker, A. B. Çelik, T. Ünalan ve A. T. Aker, “Zorunlu Göç" ile Yüzleşmek: Türkiye’de Yerinden Edilme Sonrası Vatandaşlığın İnşası, Tesev Yayınları, İstanbul, 2008, s. 72-260).

13

Buna “Ranch Hand (rençber) harekâtı” adı verilmişti. Bu operasyonlarda galonlarca (76 bin m3) portakal gazı ve ot öldürücü kullanılmıştı. Kullanılan bu kimyasallar yüzünden 400 bin VietnamlI sivil yetişkin öldü veya sakat kaldı,

21

rinden-yurdundan etme ve bununla da yetinmeyerek toplu­ luğun geri dönmesini ve kendisini orada yeniden-üretmesini kat’iyen engelleyecek biçimde kültürel ve doğal mekâna za­ rar verme, bu pratiklere yön veren temel düşünceydi. Bu yüz­ den bu uygulama ortaklığı şaşırtıcı değildir. Zira devlet ref­ leksi (raison d ’E tat)14 dünyanın birbirine çok uzak noktala­ rında bile benzer taktiklerin geliştirilmesine yol açıyor. Tıp­ kı ABD Başkanı Kennedy’yi öldüren Lee Osıvald’ın olaydan kı­ sa bir süre sonra nezaret altındayken öldürülmesi ile Erol Sabancı’nm katili Mustafa Duyar’m cezaevinde öldürülmesi ey­ lemindeki “tesadüf!” paralellik gibi... Ancak kundaklama ey­ lemiyle, askerî bir uygulama olarak karşımıza çıkan bu olay­ lar arasında temel bir fark bulunduğunu da gözden kaçırma­ mak gerekir. Kundaklama failin kendisini gizlediği/gizlemeye çalıştığı bir eylemken, İkincilerde fail bellidir ve failin uygula­ dığı pratik, çeşitli kaynaklar üzerinden erişilebilir bir progra­ ma bağlıdır. Dolayısıyla biz, ikinci tür uygulamaları teşhis et­ mekte ve yargılamakta çok zorluk çekmezken, birinci türün sadece eylemin niteliği gereği küllenmiş olmakla kalmayıp ay­ nı zamanda kasten karartılmış zemininde faili bulmaya çalışı­ rız. Araştırmacı bu noktada âdeta bir tür itfaiye dedektifi kim­ liğine bürünecek, ancak bu sefer kanıtları ve “gerçekte ne ol­ du” sorusunun cevabını küllerin içinde değil, azaltılmış ve dü­ zensiz hatta bulunması tesadüf! hale gelmiş belge ve tanıklık yığını içinde arayacaktır. Şu halde yangın ve benzeri imha pratiklerinin failler bakı500 bin çocuk sakat doğdu ve savaştan sonra pek çok çevre sorunu ortaya çık­ tı (Bu konuda bkz.J. G. Lewis, “Smokey Bear in Vietnam”, Environmental History, 11/3, 2006, s. 598-603 ve J. M. Stellman vd., “The Extent and Pattems of Usage o f Agent Orange and other Herbicides in Vietnam”, Nature, 422, 17 Nisan 2003, s. 681-7). 14

22

Devlet refleksi kavramıyla raison d ’Etat kavramının yakınlığı dikkat çekicidir. Bu kavramın Türkçeye “devlet aklı” olarak çevrilmesi genel olarak tercih edil­ miştir. Bu çevirideki “akıl” sözcüğünün çağrıştırdığı Kantçı anlam aslında öz­ gün terimin gerçek anlamıyla pek örtüşmez. Buradaki raison, daha çok devle­ tin “kendini korumak”la ilgilenen önceliğini hesaba alan kerameti kendinden menkul bir “akıl”dır ve bu yüzden kendini korumakla ilgili olarak anında tep­ ki üretmeye programlanmış bir öznenin refleksine daha yakındır.

mından üç temel amacı güttüğünü söylemek mümkün: 1) He­ def grubu, yakıp-yıkmanın gerçekleştirildiği mevkiye bir daha dönmemesini sağlayacak şekilde yerinden etmek; 2) Muhalif gruplan coğrafi dayanak noktalarından mahrum kılacak biçim­ de ve silahlı muhalefetin lojistik ve manevi desteğini tamamen kesmek amacıyla dağıtmak; 3) Potansiyel tehdit olarak görülen gruplan yerinden-yurdundan ederek ve buraları geri dönülmez biçimde tahrip ederek, hedef grubun sürüldükleri ve içine itil­ dikleri şartlar itibariyle kimliklerini yeniden-üretemeyecekleri yerlerde çözülmelerini ve asimile olmasını sağlamak veya bu yolla onları içine bırakıldıkları “büyük toplum” lehine kültür değiştirmeye zorlamak. Sonuçta devlet eliyle, kurumsal veya paramiliter güçlerin kullanılması yoluyla gerçekleştirilen yangınlar ve yakıp-yıkma fiilleri, esas olarak “yerinden etme” politikalannın bir parçası olarak değerlendirilmelidir.

1915-1922 Türkiye pratiğinde yangın Tarihte yangınlar yoluyla yaratılan pratiklere ilişkin örnekler çok olduğu gibi, Türkiye’de de özellikle 1915’ten 1922 yılına kadar devam eden savaş yıllarında yangın çıkartmak çokça baş­ vurulmuş bir yol olmuştur. Bunların en ünlüsü ve en çok ses getireni 1922 Eylülü’ndeki “İzmir Yangmı”dır. İzmir’in Büyük Millet Meclisi ordulannca Yunan işgalinden kurtanlmasım ta­ kiben, özellikle Ermeni ve Rum mahallelerinde çıkan/çıkartılan yangınlar bu bakımdan şaibelidir.15 İzmir’i terk eden sivil 15

Ermeni kaynaklan yangının faili olarak Türkleri suçlarken, resmî görüşe ya­ kın Türk kaynaklan bazı Batılı gözlemcilerin yazdıklarına dayanarak yangı­ nın İzmirli Taşnaklann veya Rum komitacılann eseri olduğunu iddia eder­ ler. Ancak en iyimser yorum, bu olayda her iki tarafın da parmağı olabilece­ ği yönündedir. Zira hem komitacı pratiklere hiç yabancı olmayan ve İttihat­ çı geleneği içselleştirmiş askerî unsurlanyla bazı ordu kademeleri ve milisler, hem de bu pratiğin yaratıcılanndan Taşnaklar, neden karartılmış kanıtlanyla üstü örtülmüş İzmir Yangını’nın ortak failleri olmasın? Öte yandan, ne ka­ dar inkâr edilirse edilsin, Büyük Millet Meclisi ordusu İzmir’e girdiğinde İz­ mir’de olup olaylan bizzat gören Kemalist gazeteci Falih Rıfkı’nm bu yangın­ daki “Türk rolü” ile ilgili tanıklığını hiçbir şekilde bir kenara bırakamayız. Bu tanıklığı ve aslında daha geniş bir itirafın parçası olan yazıklanmayı Falih Rıf-

23

Ermeni ve Rumların geriye dönüp baktıklarında gördükleri ve anılarında yaşattıkları bu yangın, olaya şahit olan pek çok ya­ bancı gazeteci ve İtilaf devletleri gözlemcisinin gözünün önün­ de cereyan etmesine bağlı olarak epeyce ses getirmiş ve yankı bulmuştur.16 Ancak 1915 Tehciri’ni izleyen dönemde Anado­ lu’nun pek çok yerinde çıkan/çıkartılan yangınlar, şahit ve ma­ ruzlarının pek çoğunun kamuoyu yaratmalarına fırsat tanıma­ yan koşullar altında cereyan ettiği için tarihin karanlıklan için­ de kaybolup gitmiş; ancak bu kitapta olduğu gibi belgelerden satır aralan okunarak, iğneyle kuyu kazarcasına, az sayıda bel­ ge deşifre edilerek, tek tük anılardan devşirilerek ve çok az şa­ hidin tanıklığına başvurularak yeniden gündeme getirilebil­ miştir. Elinizde tuttuğunuz kitabın müellifleri, bu “iğneyle kuyu kazma” işlemine daha önce girişmişler ve bu konuda geniş bir makale yazmışlardı.17 Bu makalede Amasya Selağzı Mahallesi, kı’nın Çankaya’sında o günleri anlatan paragraflardan izleyebiliyoruz: “Gâvur İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte yanıp bitti. Yangından sorumlu olanlar, o zaman bize söylendiğine göre, sadece Ermeni kundakçılar mı idi? Bu işte Ordu kumandanı Nureddin Paşa’nın hayli marifeti olduğunu da söyliyenler çoktu... Yağmacılar da ateşin büyümesine yardım ettiler. En çok esef ettiğim şeylerden biri, bir fotoğrafçı dükkânını yağmaya giden subay, bütün taarruz harbleri boyunca çekmiş olduğu filmleri otelde bıraktığı için, bu tarihî vesikalann yanıp gitmesi olmuştur. İzmir’i niçin yakıyorduk? Kordon konak­ ları, oteller ve kazinolar kalırsa, azlıklardan kurtulamayacağımızdan mı kor­ kuyorduk. Birinci Dünya Harbinde Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anado­ lu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, yine bu korku ile yakmıştık. Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelen bir şey de­ ğildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da tesiri var. Bir Avrupa parçasına ben­ zeyen her köşe, sanki Hıristiyan veya yabancı olmak, mutlaka bizim olmamak kaderinde idi. Bir harb daha olsa da yenilmiş olsak, İzmir’i arsalar hâlinde bı­ rakmış olmak, şehrin Türklüğünü korumağa kâfi mi gelecekti?’’ (F. R. Atay, Çankaya... s. 212-213). 16

Muhtelif Batı basınının yorumlan için bkz. Orhan Koloğlu, “İzmir Yangınının Ardındaki Gerçek”, Popüler Tarih, Eylül 2003, s. 32-7. Olayın o günkü Fran­ sız basınına ve Fransız belgelerine yansıması hakkında bkz. Oktay Gökdemir, “Fransız Kaynaklannm Işığında 1922 İzmir Yangını”, ÇTTAD, Vl/15, 2007, s. 19-38. Amerikan basını için bkz. T. Bülent Göktürk, “Amerikan Basınında tzmir Yangım ve Yangın Sonrası Durum (Eylül-Aralık 1922)”, ÇTTAD, Xll/24, 2012, s. 123-47.

17

Bkz. Zeliha Etöz ve Taylan Esin, “Osmanh Şehir Yangınları, 1914-1918”, Ta­ rih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar, 14 (2012), s. 9-52.

24

Kastamonu Cebrail Mahallesi, Tokat Çarşısı, Diyarbakır Hu­ bubat Pazarı, Edirne Kaleiçi, Bandırma Preme köyü,18 Orhan­ gazi Yeniköy, İzmit Ermeni Mahallesi, Adana Haçin (Saimbey­ li), Tire Rum Mahallesi, Ankara Hıristiyan Mahallesi, Bandır­ ma Ermeni köyü,19 Ayvalık, Erdek, Sinop Varoş Mahallesi, İs­ tanbul Fatih, Samsun Kaleiçi yangınları büyük ölçüde Osmanlı arşiv belgelerinden ve münferit bazı kaynaklardan istifade edi­ lerek incelenmişti. Ayrıca aynı yazarlar, 2011 yılında Diyarba­ kır’da düzenlenen “Diyarbakır ve Çevresi Toplumsal ve Eko­ nomik Tarihi Toplantısı”nda Diyarbakır yangını hakkında söz konusu makalede yer alan kısmı genişleterek bir bildiri sun­ muşlar ve bu bildiri Toplantı Bildirileri kitabında yayımlanmış­ tı.20 Bu kitabın “Giriş” bölümünde bu yangın olaylarına ek ola­ rak Gelibolu, Tirebolu, Bafra ve Havza yangınlarının da eklen­ diği görülüyor. Ben bunlardan başka yangınların varlığım gösteren başka­ ca bilgilere de rastladım. Almanya’nın Trabzon’daki Konsolosu Bergfeld İmparatorluk Şansölyesi’ne (Reichskanzler Holhveg’e) yazdığı 9 Temmuz 1915 tarihli raporunda, Haziran ayında Teh­ cir işleminin tamamlanmasının hemen ardından şehirde “yan­ gın çıkartıldığını” açıkça belirtir.21 Türk resmî tarih kaynakla­ rı bu yangını görmezden gelmekte ve Birinci Dünya Savaşı sı­ rasında Trabzon’da Rus donanmasının bombardımanına bağlı olarak çıkan yangınlardan bahsetmekle yetinmektedir. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı belgeler içinde ise sadece “sevk”e razı gelmeyen bir Ermeninin kendi evini yaka­ 18

Doğrusu Perama/Peramos’tur. Osmanhca yer adları okunurken bu tür yan­ lış okumalara çokça rastlanmaktadır. Şimdiki adı “Karşıyaka” olan bu köy 20. yüzyılın başında bölgenin en büyük köyü ve nahiye merkeziydi.

19

Bu köy Bandırma yöresindeki tek Ermeni köyüydü. Şimdiki adı “Tatlısu”dur. Yakın zamanlara kadar yaşklar arasında hâlâ “Ermeni köyü" olarak amkyordu.

20

Bkz. Z. Etöz ve T. Esin, “Diyarbakır Yangınları: 1895, 1914”, D iyarbakır Teb­ liğleri: D iyarbakır ve Çevresi Toplumsal ve Ekonom ik Tarih Konferansı (der. Bü­ lent Doğan), Hrant Dink Vakfı Yayınlan, İstanbul, 2013, s. 262-80.

21

“...Der Abtransport aus der Stadt Trapezunt und der nâchsten Umgegend ist beendet. Einige Selbstmorde und eine Brandstiftung (a.b.ç.) karnen vor...” Dokumente aus dem Politischen Archiv des deutschen Auswârtigen Amts, DE/PAAA/R 14086, DuA Dok. 109 (gk.), 1915-A-22559, 29/07/1915.

25

rak giriştiği “mel’anet” sonucunda evin tamamen yandığı bilgi­ si bulunur. İşin ilginç yanı ev sahibinin oğlu “Topçu zâbiti”dir ve bu olaydan sonra her ikisi de hapse atılmıştır.22 Osman­ lI devlet evrakı içinde temas edilen ikinci yangın İzmit livası içinde zuhur eden yangınlardır. Bir belgeye göre “...Ermenilerin hicretlerinden sonra livanın her tarafından müdhiş harîkler vukû’a gelmiş..,”tir. Geyve Kazası dışında yangın çıkmayan yer yoktur. Ancak aynı belge bu yangınları kaçak Ermenilere mal eder: “... [Bjunlann fâ’illerinin yine bu Ermeniler olduğuna şübhe kalmamışdır...”23 Genel Müdürlüğün yayınladığı vesika içinde bunlardan başka bir yangın bahsine rastlanmaz. 1910 yı­ lından itibaren Sivas’ta yayımlanmaya başlanan, 1917 yılma ka­ dar aralıklı olarak yayın hayatını sürdüren ve 1925-1940 dö­ neminde yeniden çıkarılan İttihat ve Terakki çizgisindeki ye­ rel Kızılırmak gazetesi hakkında uzun bir değerlendirme yazan Horst Unbehaun,24 gazetenin 1915 ve 1916 yıllarına ait kolek­ siyonlarını hiçbir yerde bulamadığını söylüyor. 1915 öncesine ve 1916 sonrasına ait bütün nüshalarına ulaşılabilen bu gaze­ tenin Tehcir yıllarına denk gelen dönemdeki nüshalarının sır­ ra kadem basması nasıl açıklanabilir? Sivas’ta da bir yangın çık­ 22

“Trabzon Valisi Cemal Azmi’den Dahiliye Nezareti’ne”, BOA, DH.EUM., 2. Şb. 68/41, 18 Haziran 1331 (1 Temmuz 1915). (Akt. Osmanlı Belgelerinde Erm eniler (1915-1920), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Ya­ yınlan, Ankara, 1995, s. 55). Belgede Vali’nin Tehcir’e direnişi bir “ikâ-yı m elanet” olarak tanımlaması oldukça ironiktir. Kendisine “kötülük” yapı­ lacağını hisseden bir kişinin buna direnmesinden daha doğal bir şey yoktur ama Vali bu eylemi “devlete karşı gelme”, yani “isyan” olarak görmekte ve Ermenilerin kendilerine uygulanacak karara boyun eğmesini beklemektedir. Aslında “ikâ-yı mel’anet” burada devlete ait bir fiildir ama fütursuzca karşı tarafa maledilir. Tıpkı ortada kaybolmuş, koca bir coğrafyadan varlıkları ne­ redeyse tamamen silinmiş bir halk dururken, “aslında onlar bize soykırım yaptılar” demek gibi...

23

“Geyve Kaymakam Vekilinden Emniyyet-i Umûmiyye Müdüriyeti’ne”, BOA, DH. EUM., 2/227, 21 Mayıs 1333 (21 Mayıs 1917), akt. Osmanlı Belgelerin­ de..., s. 170.

24

Bkz. Horst Unbehaun, “The Neıvspaper Kızılırm ak (Sivas) in the Years 19101914”, The Middle E astem Press as a Forum fa r Literatüre, ed. H. Unbehaun, Peter Lang Verlag, Frankfurt a. M., 2004, s. 79-100 (makalenin genişletilmiş Türkçe basımı için bkz. Horst Unbehaun, “1910-1914 Yılları Arasında Kızılır­ m ak Gazetesi (Sivas): Anadolu Taşrasında Kültürel ve Edebi bir Forum”, Kebikeç, 17, 2004, s. 5-26).

26

tığından bahis olmakla birlikte, bunu belgeleyen hiçbir vesi­ kaya rastlanmaması ile Kızılırmak gazetesinin o dönemki nüs­ halarının bulunmaması arasında bir ilişki olabilir mi? 7 Ağus­ tos 1914 tarihli Başkumandanlık Vekâleti tebliğiyle getirilen ve her türlü felâket haberlerini de kapsayacak genişlikte getirilen basın-yayın sansürü, Sivas gibi Ermeni nüfusun yoğun olduğu bir vilâyette gazetenin toptan ortadan kaldırılmasını da içere­ cek idari veya paramiliter bir tasarrufa doğru genişletilmiş ola­ bilir mi? Yıllarca gerek devlet gerekse olaylara fiilen iştirak et­ miş kişiler tarafından üzeri karartılmaya çalışılmış bir dönemle karşı karşıya olduğumuzu bildiğimizden, doğal olarak insanın akima bu sorular geliyor. Anadolu’daki yangınlar hakkında çok kısıtlı bir literatür ol­ makla birlikte, anlaşılan o ki, deştikçe Türkiye’nin pek çok ye­ rinde meydana gelmiş yangın felâketleriyle karşılaşmak, özel­ likle de gayrimüslimlerin yaşadığı yerlerin külliyen yanma­ sıyla sonuçlanan olaylara rastlamak artık şaşırtıcı olmaktan çıkmıştır. Bu bölük pörçük bilgiler dahi 1915’te, 1916’da ve 1917’de İstanbul’da ve Osmanlı Asyası’ndaki şehirlerde çok sayıda yangın çıktığını göstermeye yetiyor. Bunların hemen hepsi tabii ayrıntılı olarak araştırılmaya muhtaç; ama küçük bir döküm vermek mümkün... Örneğin İstanbul’da 1916 ve 1917’de neredeyse tamamen gayrimüslimlerin oturduğu Hasköy, Kandilli, Kumkapı ve Yenikapı’da çıkan yangınlarda 700 civarında binanın yandığı bilinmektedir.25 1916 yılında çıkan Tire yangınında sadece Rum mahallesinin değil, aynı zaman­ da Tire Yahudilerine ait ev, işyeri ve havraların zarar gördü­ ğü de belgelenebiliyor.26 Öte yandan 1914 ve 1916 yılların­ da Kastamonu’nun Tosya kasabasında iki büyük yangın vu­ ku bulmuş ve kasabaya büyük zarar vermiştir.27 Yine yangın­ larla ilgili malûmata ulaşabildiğimiz kısıtlı kaynaklardan biri­ 25

Bu bilgilere İstanbul İtfaiyesi’nin resmî sitesinden ulaşılabiliyor: http://www. ibb.gov.tr/sites/itfaiye/workarea/Pages/istanbul_yanginlari.aspx. Ancak bu yangınlarla ilgili raporlara ulaşmak henüz mümkün değil.

26

Bkz. A. Munis Armağan, Anadolu Tarihinde Tire Yahudileri, İzmir, 2005, s. 16, 35, 83-88.

27

Mehmet Taşdemir, “Tosya”, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. IV, s. 270.

27

si Alman İmparatorluk arşivleridir. Burada bazı büyük yangın­ larla ilgili havadisleri yakalamak mümkün. Örneğin bir Alman belgesi Urfa’da tehcire direnen Ermenilerin 1915 yılının Ekim ayında Ermeni mahallesinde çıkardığı ayaklanmayı bastırmak için sevk edilen birliklerin açtığı makineli tüfek ve topçu ate­ şi sonucunda, Ermeni mahallesindeki evlerin büyük bir bölü­ münün tahrip olduğunu, bir kısmında yangın çıktığını, Ame­ rikan Misyonu’nun bir bölümünün isabet alarak yandığını ve ciddi insan kayıplan ortaya çıktığını söylüyor.28 Urfa yangını, esasen bu kitabın konusu olan “sistematik yangınlar” cümle­ sinden olmamakla birlikte, savaş yıllannda ortaya çıkan sivil kayıplarda yangınlann oynadığı rolü göstermesi bakımından anlamlı görünüyor. Türkiye’de ve mücavir sahada yangının bir “etnik temizlik” aracı olarak kullanımının 1915-1922 dönemine münhasır bir faaliyet olmadığını da biliyoruz. Cumhuriyet dönemi boyun­ ca, “istenmeyenler”in tarihsel varlığını ve bu coğrafyaya aidi­ yetini işaret edecek her türlü taşınır ve taşınmaz belgenin yan­ gınlara ve benzer yıkımlara tâbi tutulduğunu görmekteyiz. Ör­ neğin Ortodoks nüfusun Müslüman nüfusla mübadele edildiği Ürgüp’te, 1946’da Hükümet Binası’nın “bilinmeyen bir neden­ le” yandığını ve bu binada mahfuz tapu, nüfus kaydı ve benzeri evrakın yanıp kül olduğunu,29 yine Ürgüp’te 1948-1952 yılları arasında kasabanın merkezinde bulunan ve 19. yüzyılda yapıl­ mış en büyük kilise olan Aziz Yuannis Kilisesi’nin yerle bir edi­ lerek buradaki 19. yüzyıla ait Hıristiyanlık izlerinin tamamen 28

“İstanbul Fevkalâde Misyonu Reisi Sefir W olff-M etternich’ten İmparator­ luk Şansölyesi (R eichskanzler) Hollweg’e”, Dokum ente aus dem Politischen Archiv des deutschen Auswârtigen Amts, DE/PA-AA/R 14089, 1915-A-35268, 29/07/1915, No. 701, Zu. A, 29/11/1915.

29

Yangın sırasında “Davili” Recep adında biri, canını tehlikeye atıp binaya birkaç defa girerek bir kısım tapu ve nüfus evrakını kurtarabilmiş, o arada ilçe Jan­ darma Komutanı silah zoruyla Recep’in bu “evrak kurtarma” çabalarını engel­ lemişti. İşin ilginç yanı yangını bizzat çıkardıktan gerekçesiyle tutuklananlann Hükümet Konağı’nda çalışan bir memur, bir onbaşı ve iki jandarma eri ol­ masıydı. Ne var ki bu kişiler neticede “delil yetersizliğinden” beraat etmişlerdi (Bu olayı Ürgüplü Em. Albay Ali Akuzun’dan dinlemiştim. Akuzun bu olayın aynntılannı sonradan kendi web sitesinde de yayımladı: http://www.akuzun. com/?pnum=62&pt=ÜRGÛP+HÜKUMET+KONAĞI+YANGINI++).

28

silindiğini,30 12 Eylül darbesini izleyenin dönemde Mardin 11 Halk Kütüphanesi müdürünün içinde pek çok emlâk-ı metru­ ke ilânının yer aldığı kıymetli yerel gazete koleksiyonunu “SEKA’ya gönderdiğini”, ilh. biliyoruz. Üstelik bu vandalizm sade­ ce “öteki”ne ilişkin hedeflerle de sınırlı kalmamıştır. Örneğin yine 12 Eylül’ü izleyen süreçte Karadeniz Ereğli’nin tescil edil­ miş Osmanlı döneminden kalma Hükümet Konağı, buraya “ye­ ni” ve “modern” bir Hükümet binası yapmayı arzu eden ama tescil engeline takılan asker! yönetimin gözü önünde bir ge­ ce esrarengiz biçimde yandı.31 Bu yangının kendiliğinden çık­ ma olasılığı pek düşüktür. Dolayısıyla yangın iktidar pratiğinin ayrılmaz unsurlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu pratik kâh “sakıncalı” gayrimenkullerin bir gece ansızın yanmasıyla kâh orman arazisi olup imara açılması mümkün olmayan yer­ lerin göz göre göre kundaklanması ile buraların “orman vasfın­ dan çıkarılması” yolunda ateşli bir adım atılmasıyla tecelli ede­ biliyor. Irak Kürtlerinin Kerkük’e ilk girdiklerinde tapu ve nü­ fus dairelerine yönelmeleri ve buranın ateşe verilmesi,32 bu ne­ 30

Ürgüp’te anlatılana göre bu yıkım, Yunanistan’ın Anadolu’daki Rum eserleri­ nin tescili için Birleşmiş Milletler’e başvurması üzerine, bir Hükümet emriyle gerçekleşmişti (bilgi için bkz. Mustafa Kaya, “Aziz Yuannis Kilisesi -Ürgüp”, Cappadocia Peribacası: Kııpadokya Kültür ve Tanıtım Dergisi, 1/4, Ekim 2007; bu makaleye şu linkten de ulaşılabilmektedir: http://www.cappadociaexplorer.com/detay.php?id=81&cid=45).

31

12 Eylül’den hemen sonra Ereğli’de idareye “vaziyet eden” Deniz Kuvvetleri’ne bağlı Karadeniz Bölge Komutanlığı, nedense bu binaya “takmıştı”. Her­ halde darbeci askerî yönetimin “çağdaşlık” vizyonuyla II. Abdülhamid dev­ rinden kalma bu eski-püskü ahşap binayı bir türlü bağdaştıramıyorlar ve Ereğli’ye mutlaka “çağdaş” bir yönetim binası “kazandırmayı” istiyorlardı! Oysa II. Abdülhamid döneminde inşa edilmiş olan bu bina ay-yıldız bezemeli üçgen alınlığıyla ve dönemin hükümet binalarına özgü ortadan geniş merdi­ ven girişli yüksek tavanlı ahşap yapısıyla özgün ve sevimli bir mimarlık tarihi anıtı gibiydi. Şu anda yerinde yeller esiyor! Orası “park” oldu!

32

Saddam birlikleri bozguna uğrayıp Musul ve Kerkük’ten çekildiği 11 Nisan 2003 sabahı KDP birlikleri Musul ve Kerkük’e girerek bu iki şehri işgale baş­ ladılar. Uluslararası ajanslar bu işgal sırasında, Musul ve Kerkük’e giren peşmergelerin öncelikle tapu ve nüfus dairelerini hedef aldıklarını bildirmişti. Oysa Bağdat’ta ve diğer kentlerde Merkez Bankası, elçilik binaları, BAAS ön­ derlerinin ve Irak hükümet görevlilerinin evleri, Arkeoloji Müzesi gibi yer­ lere yönelmiş yağmalamalar ağırlıktaydı (bkz. http://arsiv.ntvmsnbc.com/ news/210249.asp).

29

denle basit bir savaş veya çatışma kazası olarak görülemez; ak­ sine bu olay ve benzerleri yüksek bir tarih bilincinin tezahürle­ ri olarak görülmelidir. Bu negatif bir tarih bilincidir. Tarihin ve meşruiyetin mülkiyet üzerinden kurulduğunu ya da bir halkın, zümrenin veya kültürün maddi varlığının mülkiyet üzerinden tezahür ettiğini “bilen” bir öznenin, bu bağlamdaki yüksek farkındalıgınm sonucudur bu tür yangınlar... Son söz olarak şunları söylemek mümkün: Öncelikle ihtiya­ cımız olan şey, Birinci Dünya Savaşı yıllarında bu ülkenin top­ raklarında “bir ülkenin iç işleri” cümlesinden sayılamayacak cürümlerin sahneye konduğu ortada olduğuna göre, ne olupbittiğinin somut ve kapsayıcı bilgisini elde etmek ve bunla­ rın tarih metodolojisi çerçevesinde analizini yapmaktır. Bu yo­ la girilmesi önünde, devletin ve organik aydmlann-devletli ta­ rihçilerin büyük bir obstrüksiyonu olmakla birlikte, 2005’teki Ermeni Konferansı’ndan bu yana, bu yolda epeyce ileri adım­ lar atıldığını söylemek mümkün. En azından akademik merak sahipleri, korkmadan bu meseleleri ele almaya başlayabildiler. İkinci entelektüel ihtiyacımız ise ön kabullerimizden tamamen kurtulmak gereğidir. Bunun içinde “Türk ve Müslüman öyle şey yapmaz!”dan, “herşeyi İttihatçılar yaptı!”ya veya “olan bi­ ten Batılı emperyalistlerin tezgâhıydı !”ya ve oradan “bütün Ermeniler masumdu !”ya kadar uzanan geniş bir ön yargılar liste­ si var. Tarihçinin ödevi bunlardan kurtulmak ve işini yapmak­ tır. Elimizdeki kitap, bu çerçevede önemli bir adımı ve katkı­ yı temsil ediyor. Ülkemizde tarihçilik alanında eleştirel bakış açısının ne ka­ dar “azgelişmiş” olduğu ve tarihçiliğin esasen resmî tezlere ar­ güman ve kanıt üretmekten, başkalarının tezlerine karşı savun­ ma metinleri veya karşı-savlar üretmekten ibaret bir etkinlik olarak anlaşıldığı düşünülürse, bu kitap ve benzerlerinin tarih­ çiliğimize yaptığı katkının büyüklüğü ortaya çıkmaktadır. Ta­ rihçilik mesleğinin devletçi, daha doğrusu “devlet refleksi” ile müttefik ve devletin olaylar karşısında aldığı tutuma paralel ça­ lışma geleneği yüzünden, tarihçiliğimizin 1915 ile 1918 yılla­ rı arasında özellikle Anadolu taşrasındaki yangın ve insan hak­ 30

lan ihlâlleri hakkında suskun kalmasının nedenlerini de anla­ yabiliyoruz. Zira olan-bitenin bir “cürüm” olarak tescil edilme­ si durumunda insanı ve hukukî yaptırımları oldukça ağır! Bu olaylar, bütün insan hakları yaklaşımlarının üzerinde birleşti­ ği ve birinci önceliği verdiği “yaşam hakkı” ihlâllerini, “barın­ ma hakkı” ihlâllerini ve “mal emniyetine” saldırıyı bünyesinde barındırıyor; ayrıca bu olaylar sadece hak ihlâllerini muhtevi olmakla kalmıyor, çağdaş soykırım yaklaşımları içinde önemli bir yer tutan ve “kültürel soykırım” olarak tanımlanan “bir hal­ kın belirli bir yerdeki yerleşikliğinin göstergesi olan maddi kül­ tür unsurlarının ve onlara bitişik kültürel varlığın (yer isimle­ ri, o yerlerle ilgili anlatılar vs.) ortadan kaldırılması” eylemiy­ le de örtüşüyor.33 Tarihçiliğin işi, bu cürmü işleyenlerin ve ey­ lemlerinin bir “dava dosyası” hazırlar gibi irdelenip ortaya ko­ nulması değil elbette... Tarihçi savcı veya avukat değildir. An­ cak tarihçinin işi, her türlü önyargıdan uzak biçimde, geçmiş­ te olan her olayı anlamaya ve kendi elleriyle ve ahlâkî tutu­ muyla paralel bir ayıklamaya tâbi tutmadan geçmişi mümkün olan bütün yanlarıyla görmeye çalışmaktır. Diğer sosyal ve be­ şerî bilimlerin kavramsal ve kuramsal katkılarına ve ortak in­ sanlık aklının biriktirdiği sağduyu kanallarına açık bir tarihçi­ lik bu görevi çok daha hakkıyla yerine getirebilecektir. Bu yüz­ den, “yangın meselesi”ni sadece geçmişe ait olaylar dizisi için­ de yerine koymak da yetmiyor ve insanı ve toplumu anlama ça­ bamızın önemli bir ayağını teşkil eden tarih analizinin içine bu anlama araçlarını katarak görümüzü zenginleştirmek, eleştirel bakış açımızı geliştirmek ve tarih araştırmasını entelektüel bir seviyeye yükseltmek mümkün oluyor. 33

Günümüzde soykırım tanımının “kültürel soykırım" (cultural getıocide) ya da “etnik kınm ” (ethnocide) gibi kavramlar yardımıyla genişletildigine tanık ol­ maktayız. Soykırım kavramının 1948 tarihli BM Konvansiyonu’nda vurgula­ nan “bir halkın fiziksel olarak yok edilmesi” tanımı böylelikle daha geniş bir çerçevede yeniden yorumlanmış olur. Örneğin Jean-Michael Chaumont’a gö­ re, etnik kınm doğrudan doğruya bireyleri değil, onlann grup kimliğinin ku­ rucu öğelerini hedef alır (J-M. Chaumont, Die Konkurrenz der O pfer, Lineburg, 2001, s. 183). Chaumont, burada soykırım eyleminin daha “dar” görü­ len içeriğini genişletmekle kalmaz; aynı zamanda etnik kırım kavramını kül­ türel soykmm kavramına yaklaştırmış olur.

31

Bu açıdan “etnik temizlik” kavramının görümüzü açan bir katkısının olduğunu söyleyebiliriz. Bu kavram Bosna-Hersek ve Hırvatistan’daki katliamlar ve insan hakları ihlâlleri üzeri­ ne yaygınlık kazandı ve Birleşmiş Milletler belgelerine girdi. Kavram eski Yugoslav Halk Ordusu kurmaylarının uyguladığı bir savaş taktiğinden mülhem olarak ortaya çıktı. Askerî termi­ nolojide işgal edilmiş bölgede düşmana karşı bütün kontrolün ele geçirilmesine yönelik uygulamayı anlatan “bölge temizli­ ği” ya da “düşmandan arındırma” terimi, Yugoslav ordusunun “düşman”ı öteki etnik gruplarla özdeşleştirmesine bağlı olarak sivil halkı da hedef almasıyla birlikte “düşman” ile “etnik”in yer değiştirdiği yeni bir nosyona dönüştü ve böylece “etnik te­ mizlik” biçimini aldı.34 BM raporlarına yansıyan biçimiyle “etnik temizlik” eylemi, failin dört ana grupta toplanan işlemleri devreye sokmasıy­ la ilişkilendiriliyordu. “Îdarî-bürokratik uygulamalar” kapsa­ mında seçilmiş meşru yöneticilerin zorla yerinden edilmesi ya da işten el çektirilmesi, İnsanî yardımların dağıtımının engel­ lenmesi, azınlık etnik gruplara mensup kişilerin sürekli olarak kimlik kontrolüne tâbi tutulmaları, başka tâbiyetlere mensup kişilerin güvenliğinin garanti edilmemesi, bölgeye “uygun” ve “bizden” sayılan bir nüfusun yerleştirilmesi, ayrımcı bir mev­ zuatın uygulanması, tedavi isteğinin reddedilmesi, bir kişinin yer değiştirme isteğinin bütün ailesinin de yer değiştirmesi ko­ şuluna bağlanması, telefon bağlantısının kesilmesi veya yasak­ lanması, kişilerin silahlı çatışmanın vuku bulduğu ön cephe­ lerde çalışmayı da içerecek şekilde çalışmaya zorlanması, be­ lirli etnik gruba mensup kadınların hastanede doğum yapma­ sının yasaklanması, kişilerin mülklerini “gönüllü” olarak dev­ rettiklerine ilişkin belgeleri imzalamaya zorlanması bu birinci eylem grubunu oluşturuyordu. İkinci eylem grubu yerel med­ yanın korku ve dehşet yayması, ölüm tehditleri de dahil olmak üzere telefon tacizleri ve kişilerin etnik kökenlerini gösteren listelerin yayınlanması gibi “doğrudan şiddet içermeyen” di34

32

Drazen Petrovic, “Ethnic Cleansing: An Attempt at Methodology”, European Journal o f International Law, 5 (1994), s. 342-3.

ger uygulamalar grubunu meydana getirmekteydi. “Dehşet ya­ yan uygulamalar” başlığı altında toplanan üçüncü grupta, doğ­ rudan doğruya askerî operasyonlarla ilişkili olmamakla birlik­ te asker kişilerin veya paramiliter grupların karıştığı eylem tip­ leri yer almaktaydı. Yağmalar; sokak ortasında tahkir, tehdit ve dehşete düşürmeler; sivil halkın kitle halinde göçe zorlanma­ sı (Tehcir), insanlık dışı davranışlara maruz bırakılması veya tutuklanması, kitleler halinde toplama kamplarına sevk edil­ meleri, seçilmiş sivil hedeflerin vurulması ve evlerinin, dükkân ve işyerlerinin yakılm ası, kültürel ve dinî anıtların, ibadetha­ nelerin ve ziyaret yerlerinin tahrip edilmesi; etnik farklılıkla­ ra göre mültecilere ayrımcılık uygulanması; tecavüz, hadım et­ me ve diğer cinsel istismarlar bu bağlamda değerlendirilmek­ tedir. Dördüncü eylem grubu “askerî operasyonlarla bağlantı­ lı uygulamalardır. Bu kategoride dinî ve siyasî liderlerin, en­ telektüellerin, emniyet görevlilerinin ve iş dünyasına mensup seçkin kişilerin idam edilmesi, kasten öldürülmeleri ve ağır iş­ kenceye maruz bırakılmaları; kent, kasaba ve köylerin kuşat­ ma altında tutulması; İnsanî yardım konvoylanna kasten saldırılması veya bu tür yardımların askerî birliklerce engellenme­ si; özellikle fırınlar, altyapı tesisleri, iletişim araçları, postane­ ler, kültürel anıtlar ve dinî yapılar, hastaneler ve benzeri sağlık tesisleri gibi sivil hedeflerin topçu ateşine tutulması veya bu gi­ bi yerlere ağır silahlarla ateş açılması;35 sivil hedeflere ve hal­ ka karşı misilleme uygulanması; değiş-tokuş için sivillerin re­ hin alınması veya tutuklanması; sivillerin kalkan olarak kul­ lanılması ve mülteci kamplarına yönelik saldırılar yer almak­ tadır.36 Özetle, bütün bu eylemlerin birkaçının veya tamamı­ nın uygulanması halinde orada “etnik temizlik” uygulamasının varlığına işaret edilmektedir. Hedef açıktır: Bir veya birkaç et­ nik ve/veya dinî grubun belirli bir bölgeden tamamen atılması ve bölgenin istenen etnik ve/veya dinî grup lehine homojenize edilmesi... Nitekim, Bosna Savaşı’nda uygulanan savaş suçları­ nı yargılayan Uluslararası Adalet Divanı, “etnik temizlik” kav­ 35

Örneğin 1915 Ekim’inde Urfa’da yaşanan aynen budur.

36

Petrovic, “Ethnic Cleansing...", s. 344-8.

33

ramını bir bölgenin etnik bakımdan homojenleştirilmesi ama­ cıyla “ötekilerin” güç kullanılarak Tehcir’e tâbi tutulması ola­ rak tanımlamış ve savaş suçlularını bu kavram etrafında yargı­ lamıştı.37 Divan, Bosna örneğinde Srebrenica’da yaşanan katli­ am ile savaş sırasında Sırp hükümetinin Boşnaklara uyguladı­ ğı Tehcir girişimleri arasında ayrım yapmayı da gerekli görmüş, böylelikle 1948 tarihli Soykırım Konvansiyonu’na da gönder­ me yapmıştı. Uluslararası Ceza Mahkemesi ise doğrudan doğ­ ruya Srebrenica’da yaşananları soykırım olarak tanımlamış;38 kendi kurucu belgesinde (Roma Tüzügü’nde) yargılamaya yetkilendirildiği konular arasında yer almamasına rağmen, 2004 yılında Abhaz yönetiminin Abhazya’daki Gürcülere karşı gi­ riştiği eylemi de “etnik temizlik eylemi” olarak tanımlamıştı.39 Bu hukuk! sonuçlar yanında, ilgili literatür de bazı uygulama­ ların “soykırım” olarak değerlendirilmesine olanak vermekte­ dir. Saddam Hüseyin yönetiminin 1988 yılında Irak Kürdistanı’ndaki Anfal harekâtı, pek çok yazar tarafından “soykırım” eylemi içinde görülmüştür.40 Kezâ Ruanda’da 1994 yılında ya­ şanan ve 800.000’in üzerinde Tutsi’nin öldürülmesiyle sonuç­ lanan kıyımı, her halükârda “soykırım” kavramı dışında adlandırabilecek başka bir kavram da yoktur.41 Böylelikle 20. yüzyı­ 37

A. Murat Necip, “The Concept of Ethnic Cleansing: A Cautious Quest for Justice”, Journal o f La w, Policy and G lobalization, 1 (2011), s. 9-10.

38

Mahkemenin bu olaya ilişkin soykırım nitelemesini destekleyen temellendirmelerden biri, daha sonra sosyolog Leo Kuper tarafından yapılmıştı. Kuper “soykırımcı katliam” (genocidal massacres) kavramını önermiş ve bu kavramı, “belirli bir yerel ya da bölgesel topluluğa yöneltilmiş, kısa ve sınırlı bölümler halinde uygulanan öldürme eylemleri” biçiminde tanımlamıştı. Böyle bir top­ luluğun hedef alınmasındaki temel gerekçe ise, failin onlan daha büyük bir grubun parçası saymasıydı (akt. Peter Van Arsdale vd., “Genocide, Ethnocide, and Ethnic Cleansing: An Exploratory Review”, Applied Anthropology, 29/1, 2009, s. 49 ).

39

Necip, “The Concept of...”, s. 10-11.

40

Bkz. Adam jon es, “Case Study: Anfal Campaign (lraqi Kurdistan), 1988”, Defining the Horrific: Readings on Genocide and Holocaust in the Twentieth Century, (der. W . L. Hewitt), Upper Saddle River, N.J., 2004: Pearson Education İne., s. 320-328.

41

Bu katliam, hem devlet destekli hem de devlet tarafından üstü örtülen bir kat­ liam olmaklığı bakımından da hem Nazi eylemine hem Saddam’ın Anfal’ma çok benzer.

34

lın ortalarında yürürlüğe sokulan ve münhasıran İkinci Dün­ ya Savaşı sırasında Yahudilere ve diğer bazı gruplara uygulanan yok etme eylemlerini tanımlayan soykırım kavramı, en azın­ dan insancıl hukuk, insan hakları hareketi ve uluslararası ceza hukuku düzleminde hem başka etnik ve dinî grupların yaşadı­ ğı deneyimler ışığında yeniden değerlendirilmiş hem de içeriği genişletilmiş oldu. Üstelik bu kavrama eşlik eden “etnik kınm” (ethnocide) kavramının da yaygınlık kazanmasıyla birlikte, dünyanın en uzak köşelerine kadar yayılan modem devlet ta­ sarımına yardım ve yataklık eden “totalleştirici patolojiye” kar­ şı, bilhassa antropoloji içinde genişleyen ve derinleşen bir ilgi­ nin ortaya çıkması da mümkün oldu.42 Örneğin o zamana ka­ dar Amazonların kadim halkı Yanamamö’lerin üzerinde yapı­ lan etnografya çalışmalarını eleştirel bir gözle değerlendiren ve değerlendirmesinde “etnik kırım” (ethnocide) kavramına baş­ vuran Rifkin, teknolojinin, kapitalizmin ve modem devlet ay­ gıtının “yerli kalmış dünya”ya karşı başlattığı istilâ seferinin yı­ kıcı sonuçlarını da “etnik kırım” kavramının içine yerleştirmiş­ tir. 1990-1994 yılları arasında hız kazanan ve “yerli halklar”ın topraklarını da tüketim portföyü içine alan bu “küresel teknoekonomik gelişme” süreci içinde “arşivler ‘temizlenmiş’ ve hak­ larından mahrum bırakılmış yoksul halklar yerinden edilmiş ve katledilmişti”.43 Rifkin’e göre, dünyanın modernleşme süre­ cinden azade kalmış son köşelerine yönelik nihaî saldırıyla ge­ len bu etnik kırımın “bilimsel meşruiyetini” Napoleon Chagnon’la başlayan Yanamamö ve benzeri etnografiler hazırlamış­ tı. Bir başka antropolog, Pierre Clastres’in tanımına göre “etnik kırım”, bir halkın düşünce ve yaşam biçiminin imha edilmesi eylemidir. Clastres’in tanımından yola çıkıldığında, etnik kırı­ mın bir halkın toptan ve doğrudan yok edilmesine girişilmeksizin de hayata geçirilebileceği görülür.44 1948 Konvansiyonu, bu açıdan eksik bulunmuştur. 42

Jeffrey Rifkin, “Ethnography and Ethnocide: A Case Study of the Yanomami”, DialecticalAnthropology, 19 (1994), s. 296.

43

Rifkin, a.g.e., s. 321-2.

44

Arsdale vd„ “Genocide, Ethnocide...”, s. 58.

35

Fransız tarihçi Leon Poliakov’un vurguladığı gibi, Soykırım kavramının varlık sebebi olan Holocaust Naziler ve sempatizan­ ları tarafından Batı uygarlığının bir zaferi olarak meşrulaştınlmıştı. Onlara göre bu, Batı uygarlığının içinde yaşayıp bir virüs gibi onu zehirleyerek nihaî bir yıkılışa doğru sürükleyen “Do­ ğulu” (ya da “Batılı-olmayan”) etkilere karşı, bu yıkılıştan onu kurtarmak üzere yürürlüğe konmuş, ırksal üstünlüğün kaçınıl­ maz bir sonucu ve gereğiydi. Soykırım eylemi bu yüzden Av­ rupa devletleri arasındaki rekabetle, genişleme dürtüsüyle, em­ peryalist iştahla veya devletin merkezî iktidan sağlamlaştırarak özel alana müdahalesiyle sıkı sıkıya ilişkili görülmüştür.45 Bu özel ilişki kavramı sınırlar. Bu yüzden “etnik kırım” bu kavra­ mı genişletmek bakımından gerekli bulunmuştur. Buna ek ola­ rak İsrail’in ve Musevi kuruluşlarının tarihteki yegâne soykı­ rım fiilinin Holocaust olduğu konusundaki ısrarı ve kıskançlı­ ğı pek çok çevreyi kavramı yaygın biçimde kullanmaktan alıko­ yan Soykırım fiilinin esas itibariyle kitlesel öldürmeyi çağrıştı­ ran yanı da,46 bizi bu kavramı aşan ve kitle halinde öldürme fi­ ilini de içeren daha geniş bir çerçeve arayışına itmektedir. Aksi takdirde şu soru meşru hale gelir: Kitlesel öldürme fiili olmadı­ ğı halde, kısmen öldürmelerin veya hiç öldürme eylemi olmasa da, kastî yangınlar da dahil olmak üzere, yukarıda pek çok ör­ neği verilen, maddi ve manevi bakımdan tanımlı bir insan top­ luluğunu geri dönülmez zararlara uğratan uygulamaların söz konusu olduğu durumlarda “burada soykırım fiili yoktur”! di­ yerek bütün olan biteni insanlık ve hukuk nezdinde tahfif ede­ cek bir mazuriyet kılıfına razı olmaya hazır mıyız? 45

Daniele Conversi, “Genocide, Ethnic Cleansing and Nationalism”, The Sage Hatıdbook ofN ations and Nationalism (der. G. Delanty ve K. Kumar), Londra, 2006: Sage Publications, s. 321.

46

Örneğin Frank Chalk ve Kurt Jonassohn soykırımı, “devletin veya başka bir otoritenin bir grubu yok etmek amacıyla uyguladığı tek taraflı kitlesel öldür­ me fiili” olarak tanımlar (F. Chalk ve K. Jonassohn, The History and Sociology o f Genocide: Analyses and Case Studies, New Haven, Conn., 1990: Yale University Press, s. 4). Yukarıda da belirtildiği gibi her ne kadar 1948 Konvansiyonu öldür­ me yarımda diğer bazı fiilleri de soykırım tanımının içine taşımış olsa da, Kon­ vansiyonum merkeze aldığı ve odaklandığı esas eylem biçimi, kitlesel öldürme ve onunla bağlantılı biçimde grubun soyunun devamının önlenmesiydi.

36

Her ne kadar “etnik temizlik” kavramının soykırım eylemi­ ni hafifleten imaları içeren bir “örtmece” (euphemism) olduğu­ nu söyleyenler bulunsa da,47 kavramın kavramsal gelişmelerin ve ihtiyaçlann sonucunda ortaya çıktığı, öte yandan Soğuk Sa­ vaş döneminde ve sonrasında ortaya çıkan olayların önümü­ ze koyduğu yeni sorunların anlaşılması bakımından aydınlatıcı olduğu açıktır. En önemli katkısı, 1948 Konvansiyonunun sı­ nırlarını ve içerdiği eylem türlerini genişletmesi, dünyanın ge­ ri kalanında gözden kaçan pek çok olaya uygulanabilmesi48 ve geçmişte kalmış pek çok olaya da ışık tutabilmesidir. Örneğin 1988 yılında “Halepçe Katliamı”na yol açan Anfal Harekâtı, ar­ kasındaki fikir, uygulaması ve sonuçları itibariyle içinde “soy­ kırım” fiilini de barındıran bir “etnik temizlik” harekâtı olarak görülmüştür.49 Kezâ Kieman gibi yazarlar da “etnik temizlik”i “soykırım” ve “soykırımcı katliam” kavramlarıyla örtüşen bir kavram olarak görme eğilimindedirler.50 Dolayısıyla bu kav­ ram, soykırım teriminin kavramsal ve hukuk! olarak yetmedi­ ği yerde ortaya çıkmıştır. 47

Örneğin bkz. R. Blum, H. S. Gregory, S. Shira ve D. R. Hlihu, "Ethnic Cleansing Bleaches the Atrocities of Genocide”, European Journal o f Public Health, 18/2 (2008), s. 204-9.

48

Henüz pekâlâ bu kavramın tanımlan içine girebilecek pek çok olay bu gözle değerlendirilmiş değildir. Ancak bu fiilî durum, kavramı gereksiz ve yetersiz kılmaz.

49

Bu harekâtın arkasındaki ana fikir “Araplaştırma”dır. “Etnik temizlik” bu nedenle bu harekâtın mihverini oluşturur. Kürtlere karşı uygulanan harekâ­ tın sonunda Kürt nüfusun petrol bölgeleri civanndan atılması ve yerine Sün­ ni Arapların yerleştirilmesi planlanıyordu (M. J . Kelly, “The Anfal Trial against Saddam Hussein”, Journal o f Genocide, 9/2, 2007, s. 241). Buna bağlı ola­ rak kimyasal silah kullanılması gibi acımasız savaş yöntemleri uygulandı. Bu yolla “binalar” değil, doğrudan doğruya “insanlar” yakıldı. 1,5 milyon Kürt mülteci haline geldi. Kimyasal silahların kullanılması sonucunda binlerce in­ sanın hayatım kaybettiği bir “soykırım” manzarası ortaya çıkmıştı. Kimyasal silah kullanımı, failler açısından kitlesel ölümlerin beklendiğini açıkça gös­ teriyordu.

50

Bkz. Kiem an, B lood and S oil..., s. 16. Amerikan Antropoloji Dernegi’nin (AAA) İnsan Haklan Komitesi, “etnik temizlik”in “normal” bir savaş duru­ munda yaşanan çatışmalar sırasında yaşananlara benzemeyen, öncelikle bir bölgeye etnik olarak hâkim olmayı hedefleyen bir eylem türü olduğunu vur­ gulamıştır (Bkz. AAA, Draft Statement, “The Humanitarian Crisis in Darfur, Sudan”, Arlington, VA, 2001).

37

Hangi kavramla bakılacak olursa olsun, Osmanlı Ermenile­ rinin 1915 ve devamında maruz kaldığı eylemler bir devletin, herhangi bir biçimde, özellikle de uluslararası hukukun vaz et­ tiği belgelerin sınırlayıcı doğasından devşirilmiş gerekçelerle ve “makable gayrışümûl” (ex nunc) ilkesine sığınılarak içinden sıyrılabileceği bir eylem türü değildir. Devletin esas itibariyle koruma yükümlülüğü altında bulunduğu, suç ve cezanın şah­ siliği ilkesine bağlı kalmak zorunda olduğu vatandaşlarına kar­ şı giriştiği her türden kitlesel Tehcir, katliam, mülke el koyma, kültürel değer ve anıtları ortadan kaldırma ve benzeri eylemle­ rinin yolu, açık bir insan hakları ihlâlleri manzumesine çıka­ caktır. Suçları bakımından kişiler yükümlülük altında olmakla birlikte, soykırım ve benzeri eylemleri de ihata eden insan hak­ ları ihlâlleri söz konusu olduğunda sorumluluk doğrudan doğ­ ruya devletindir. Bu bağlamda soykırım eylemi de, devletler ba­ kımından, daha geniş bir çerçeve sunan “etnik temizlik” fiili­ nin parçası haline gelir. Özel olarak Osmanlı Ermenileri söz konusu olduğunda, Os­ manlI Ermenileri ile Müslümanlar ve devlet arasındaki iliş­ kinin, tarımcı imparatorluk dönemi boyunca bir “kültürleş­ me” (acculturation) ilişkisi olduğunun sürdüğünü söyleyemek mümkündür. Osmanlı Ermenilerinin büyük bölümü, Müslü­ man çoğunlukla yoğun ve karşılıklı İktisadî, sosyal ve kültü­ rel ilişkilere girmiş; her iki toplum da birbirlerinin kültürel özelliklerinden etkilenmiş ve İktisadî anlamda sembiyotik bir ilişki ortaya çıkmıştı. Ancak bu kültürleşme asla asimilasyon noktasına varmadı. Pek çok Ermeni, gündelik hayatta Türk­ çe konuşmasına,51 Müslümanlarla ortak kültürel ürünleri pay­ 51

38

Ermenilerin yaygın Türkçe kullanımı, hatta Tûrkçenin yer yer “anadil" hali­ ne gelmiş olması, bugün diaspora Ermenilerinin bir kanadını rahatsız eden bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Amerikalı bir Ermeni olan Jennifer Manoukian’ın Osmanlı Ermenilerinin Türkçe ile ilişkisini irdelediği yazısı bu açıdan unutulmuş veya unutulmak istenen bir gerçeği vurguluyor. New Jersey’de kulak misafiri olduğu bir Türkçe mükâlemeden kulağının seçtiği Türk­ çe kelimelerin çağrıştırmasıyla kaleme aldığı bu yazıda Manoukian, “Ermeni­ lerin ve Türklerin kendi dillerinin kabuklarına çekilip birbirlerine karşı safla­ rı sıkılaştırdıklan etno/dilsel milliyetçilikten önceki bir zaman”ı hafızaya ge­ ri çağırıyor. İmparatorluk topluluklarının kaçınılmaz biçimde egemen sekü-

laşmasına ve hatta Türkçe soyadlar almasına karşın, Ermenicenin Kilise dili olarak korunmasına ve kendilerini diğer Hıristi­ yan gruplardan da ayıran dinlerinden asla kopmamalarına bağ­ lı olarak ayrı grup kimliklerini korumuşlar ve Türkleşmememişlerdir.52 Tabii “Türkleşmeme” halinin tek nedeni din değil­ di; Ermeni halkının tarımcı ve zanaatçi yaşam biçimi ve bu ya­ şam biçiminin etrafında ördükleri özgül ilişkiler de53 bu “di­ renci” güçlendiriyor, sıkı sıkıya uygulanan iç evlilik kuralı da kültürel aktarımın sürekliliğini sağlıyordu. Ancak dünyayı sa­ ran kapitalizm ve kapitalist dünya-sisteminin yarattığı yeni iliş­ kiler çerçevesinde, her ne kadar Osmanlı ülkesi doğrudan sa­ nayileşme sürecine girememişse de, modern ulus-devletlere giden yolda bu farklı kimliğin kendini (homojenleşme süreci içinde yok olmadan özerk mevcudiyetini) koruması ve Osman­ lI büyük toplumu içinde ayrı bir varlık olarak kendisini sürdür­ mesi, bu yazının analizi dışında kalan ve içinde yükselen milli­ yetçiliklerin de bulunduğu pek çok yeni sosyo/kültürel ve ikti­ sadi ağın (ilişkiler yumağının) ortaya çıkmasıyla imkânsız ha­ ler dili öğrenmeleri ve bu bağlamda Türkçenin İmparatorluk sathında bir lingua fratıca haline gelmesi Ermeni toplumunu da bu dille ister istemez rabıtalamış ve “...19. yüzyılda Anadolu’da Ermeniceyi çok az bilen büyük Ermeni topluluklan"mn dogmasına yol açmıştı. “Kilikya, Yozgat ve Ankara bölgele­ rinde bulunan Osmanlı Ermenileri sadece Türkçe konuşuyorlardı ve Türkçeyi anadilleri olarak öğrenmişlerdi”. Manoukiaria göre “...Türkçe başkalarına ait olduğu kadar Ermenilere de ait bir dil olmuştu” (bkz. Jennifer Manoukian, “Diaspora Ermenilerinin Türkçe Mirası”, Repair: Ermeni-Tûrk Platformu, 15/10/2014 (http://www.repairfuture.net/index.php/tr/kimligi-ermeni-diasporas-ndan-bak-s/diaspora-ermenilerinin-turkce-mirasi). 52

Bu toplumun bazı üyelerinin zorla kültürleme araçlarıyla Müslümanlaştınlması ancak Tehcir sırasında ve sonrasında mümkün olabilmişti. Tehcirden veya kaüiamdan kurtulmak isteyen ve bazı yerlerde yerel otoritelerce koru­ nan Ermenilerin Müslümanlaşarak sürülmekten kurtulabildiğini veya çocuk­ ların Müslüman ailelere bırakılması ya da Müslüman kişilerce çocuklara el konulması yoluyla Müslümanlaşmanın sağlandığım biliyoruz (bu konuda ge­ niş bir okuma için bkz. Taner Akçam, Ermenilerin Zorla Müslümonlaşlınlması: Sessizlik, in kâr ve Asimilasyon, İstanbul, 2014: İletişim Yayınlan).

53

Zanaatkârlık bir lonca içi iş olduğu sürece ve bu iş, bilginin belirli aileler için­ de kuşaktan kuşağa aktanldığı kültürleme sürecinin parçası oldukça etnik fark ile zanaat arasında birbirini besleyen bir ilişki ortaya çıkmıştır. Kezâ tanm cı Ermeniler de gerek Türkmenlerle gerekse konar-göçer Kürtlerle üretim ilişkilerine ve ürettikleri şeylerin farkına dayanan sembiyotik ilişkinin besle­ diği bir başka “farklılık bilinci”ni sürdürebildiler.

39

le gelmiş,54 özel tarihsel koşullar içinde asimile olmayan ve bu nedenle zorla kültürleme yoluyla büyük topluma devşirilmesi iktidar sahiplerince imkânsız görülen bu toplum 20. yüzyı­ lın başında tarihin en ağır “etnik temizlik” müdahalelerinden birine maruz kalmıştı. Bunun için devlet ve parti, Ermenilcrin “şeytanlaştırılması” için, toplumun içinde yer etmiş fay hatları­ nı derinleştirmeye girişti55 ve Ermenilerden artakalan “zengin­ liğin” dağıtımını örgütleyerek İmparatorluğun Müslümanlarım kendisinin “suç ortağı” haline getirdi.56 Daha önce birlikte ya­ 54

İmparatorluk içinde milliyetçilik önce Balkanlar’da ortaya çıkmış, sonra bü­ tün İmparatorluğu sarmıştı. Türk seçkinler de bu etkinin içine girdiler. An­ cak diğerlerinden bir farkları vardı: Onlar yönetici-seçkinlerdi ve devlet aygı­ tını modernleştirirken milliyetçiliği de devlet ideolojisinin merkezi haline ge­ tirdiler ve amansız bir homojenleştirme yolunu seçtiler. Bu yolda Ermenilerin en önemli hedef haline gelmesi fazla bir zaman almadı.

55

Elinizdeki kitapta da alıntılandıgı gibi, bu girişimi Eric Jan Zürcher’in İtti­ hatçı milliyetçiliğini tanımlarken yaptığı analizle ilişkilendirmek mümkün­ dür. Zürcher’e göre “İttihatçıların hareket saiki, büyük ölçüde tepkisel olan, özel bir Osmanlı Müslüman milliyetçiliği terkibi idi. [Bu terkip], servet ve ik­ tidarlarını kaybetme noktasına gelmiş Müslümanlarla, kazanan Osmanlı Hıristiyanları arasında gelişen özel ve zıtlaşmacı bir ilişki olarak tanımlanabilir­ di” (Eric Jan Zürcher, “Young Turks, Ottoman Muslims and Turkish Nationalists: Identity Politics 1908-1938”, Ottoman Past and Today’s Turkey (der. K. Karpat), Leiden, 2000: Brill, s. 172-3). İttihatçılar her ne kadar Bâbıâli baskı­ nına kadar Ermeni devrimcileri ile işbirliğini sürdürmüşse de, altta yatan te­ mel his tamamen bu “özel ve zıtlaşmacı ilişkiyi” teşvik edecek biçimde Müs­ lümanların ekonomik hâkimiyetim yeniden tesis edecek bir “yeni hayat” arzusuydu. Müslümanları da Batılılaşma yoluyla eskisi gibi ve “kendi halinde” bırakmamayı amaç edinen bu “yeni hayat”m tasavvur dağarında gayrimüs­ limlere hiç yer yoktu. Aslında ittihatçıların başlangıçta utangaç biçimde sak­ lanmaya çalışılan nihai politik hedeflerini en uç noktalarda telaffuz etmekten çekinmeyen Bahaeddin Şâkir ve Dr. Nâzım’ın düşünce portresi, tam da tahay­ yül edilen bu “yeni Türkiye”nin eskizlerini üzerinde taşımaktaydı. Bu tasav­ vuru hayata geçiren ilk hareket Dünya Savaşı’na iştirâk etmekse, İkincisi Talât Paşa’nın bizzat örgütlediği Ermeni Tehciri idi. Ankara Yangını sırasında va­ li olan Dr. Reşid ise bu fikir dünyasının ve hareketin mükemmel yerel uygu­ layıcılarının başında gelir. Ankara’ya vali olmadan önce Diyarbekir’deki Teh­ cir faaliyetini “başarıyla" büyük bir katliama dönüştürmeyi bilmiş ve vilâyetin “etnik temizliğini” kendi idaresi altında “başarıyla” tamamlamıştı. Bahaeddin Şâkir ve Dr. Nâzım hareketin birer Göbbels’i zaman zaman da Himmler’i gibi davranırken, Dr. Reşid Eichmanriın erken bir habercisiydi.

56

Taktikler pek çok yerde aynıdır. Kamboçya’da rejimin “yeni halk-eski halk” ayrımına dayandırdığı bölücülük, “yeni halk’Tn daha az insan olduğuna inan­ dırmıştır. Devlet uygulamalan da bu inancı pekiştirir. “Yeni halk”a mensup olanlar çalışmaya zorlanır ve onlara daha az yiyecek verilir. Giyim-kuşam ve

40

şamanın koşulları içinde biraz aşağılama biraz kıskançlık ko­ kan ama henüz düşmanlaştırmanm alamet-i farikası haline gel­ memiş bulunan folklorik “gâvur” seslenişi, şimdi artık hedefe konulanların yok edilmeleri için dinî ve ahlâkî meşruluğu ha­ zırlayan bir kötülük atfı haline geliyordu, tıpkı bu kitapta an­ latıldığı gibi Haymana’ya çiftliğine giden Stavros’un yolunu ke­ sen “eşkiyaların” ona “hınzır gâvur, hepinizi temizleyeceğimizi ve hiçbirinize hesap vermeyeceğimizi bilmiyor musunuz?” de­ mesinde olduğu gibi...57 “Geridönüş” fikrinin nihaî olarak tarihe karışması için, başta bu halkın maddî ve manevî dayanağını/güvencesini teşkil eden yerleşim alanlarında çıkarılan yangınların sağladığı “mekânsal temizlik” olmak üzere, kültürel anlamı olan mekânların yok edilmesine ve dönüştürülmesine önem ve öncelik verildi. As­ lında kültürel hafızayı koruyan, geliştiren ve pekiştiren mad­ dî zemin kimliğin en önemli dayanaklarından biridir. Kültü­ rel hafıza bu maddî varlık alanı ile diyalektik bir ilişki içinde­ dir ve bu varlık alanının kaybı hafızanın tazelenmesini (yeni­ sağlık hizmetleri onlar bakımından daha zor ulaşılır hale getirilir. Bu sistema­ tik baskı altında “yeniler” giderek kimliklerini ve kendilerine saygılarını kay­ bederler. Giderek kendilerinin de “daha az insan” olduğuna inanırlar. Bu sü­ reç zaman içinde soykırımın moral koşullannı hazırlar. Sırp yönetiminin Bos­ na Savaşı’nda yürürlüğe koyduğu Ram Planı da benzer öğeler içerir. Sırp yö­ netimi Sırp halkının daha önceden “hazırlıklı” olduğu bir etnik bağnazlık üzerine oynamış, bunu propaganda silahlarıyla kızıştırmıştı. Savaşın başların­ da devlet güdümlü propaganda ekonomik milliyetçiliği desteklemiş; zaman içinde bu siyasî milliyetçiliğe dönüşmüş ve etnik temizliğin moral zeminini oluşturmuştur. Hedef artık “Büyük Sırbistari’ı kurmaktır; Bosna bu hayalî ül­ kenin parçası farz edildiğine göre Bosna Boşnaklardan “arındırılmak” zorun­ dadır (bkz. Arsdale vd., “Genocide, Ethnocide...”, s. 61). Ruanda’da Tutsilerin propaganda yoluyla “insanlık dışı varlıklar” ilân edilmesi de soykırımın teme­ li olmuştur. Bosna’da, Kamboçya’da veya Ruanda’da devletin, özellikle dinî ve ekonomik “nefreti” kışkırtarak sıradan insanları soykırımcılar haline getirdi­ ğini görüyoruz. Ermeni meselesinde ise devlet öncelikle halkı harekete geçir­ me ve kışkırtma yoluna başvurmamış; kendi işini kendi aygıtı ve paramiliter gücü ile halletmiştir. Ancak bu durumun yani Ermenilerin Osmanlı ülkesin­ den ebediyen sürülmelerinin “kalıcı” hale gelebilmesi için dinî ve ekonomik nefretin kışkırtıldığına ve geride kalan malların dağıtımcı bir mantıkla Müslümanlaştınldıgma şahit oluruz. Böylelikle devlet kendi suç ortaklarını da imal etmiş ve Ermenilerin geri dönüşünün önlenmesi bu kez ekonomik nedenler­ le Müslüman mülk sahiplerinin yaratacağı dirence emanet edilmiş oluyordu. 57

Bkz. s. 167.

41

den üretimini) maddî temelden yoksun bırakır. Coğrafya ve mekân bu yüzden kimliğin haritası gibidir. Coğrafya ve mekâ­ nın tanıdık olmaktan çıktığı durumlarda kimlik burada yolunu ve refleksiyon gücünü kaybeder. Bu yok edici süreç içinde Os­ manlI Ermenileri önce II. Abdülhamid reaksiyonizminden za­ rar gördüler, ardından Ittihat-Terakki kadroları öldürücü dar­ beyi vurdu. İşte yangınlar, Tehcir’den soykınma kadar uzanan çeşitli kavramsal araçlarla izah edilmeye çalışılan bu yıkım sü­ recinin önemli bir parçasıdır. Sistematik yangınların varlığı bi­ ze, “mekânsal temizlik” işinin “etnik temizlik” fiilinin hayata geçirilmesinde kaçınılmaz ve stratejik bir rolü olduğunu göste­ riyor. Ankara Yangını’nın bu yıkıcı darbeler içinde önemli bir yeri bulunmaktadır. Zira yangınlar arasında sonuçları en ağır olanlardan biridir. Ankara Ermenilerinin yoğun biçimde ya­ şadığı, dükkânlarının ve ibadethanelerinin bulunduğu büyük bir alan 1916 ve 1917’de çıkan yangınlarla yok edildi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar bu alan boş kaldı, tıpkı 1922’den 1936’ya kadar İzmir “harik yeri”nin boş bırakılması gibi... Son­ ra burada dönemin mimarisine uygun apartmanlar yükseldi. Böylelikle mülkiyet de “temizlenmiş bir zemin” üzerinde el de­ ğiştirmiş oldu. Bu kitap, Ankara tarihine sıkışıp kalamayacak kadar önemli ve geniş bir serinin (Ben Kieman’ın vurguladığı gibi “sürecin”) parçası olan bu olayı bütün ayrıntılarıyla analiz etmeye girişmiş ve bunu büyük ölçüde başarmıştır. Böylelikle bu olayın ışığında, dünyadaki “etnik temizlik” uygulamalarının benzerlik ve farklılıkları içinde bir arada görülebileceği kapsa­ yıcı bir manzaraya daha çok yaklaşmış oluyoruz. Suav I Aydin

42

BİR İN C İ BÖ LÜ M

GİRİŞ

Amaç 1916 Ankara yangım, birkaç açıdan adeta bir milat gibidir: Tarihyazımı açısından çok etnili bir imparatorluk şehrinin sonu­ nu getirmiş ya da sıfırdan inşa edilecek Cumhuriyet başkenti­ ne boş bir sayfa açmış; şehircilik açısından fiziksel çevrede kök­ lü bir dönüşüm yaratarak, kent mekânlarının kullanımlarım değiştirmiş; ekonomi ve sosyoloji açısından, şehir sakinlerin­ den bir kısmının Ankara’daki kadim ve sosyo-ekonomik açıdan mütehakkim varlıklarını sona erdirirken, madunlann önünde bir baht kapısı aralamıştır.’ Bu çalışmanın amacı, 1916 Ankara yangınının nasıl ve ne­ den olduğunu araştırmaktır. Bu nedenle, Ankara yangını, şe­ hir üzerindeki etki ve sonuçlarından çok, dönemin şehir yan­ gınları zincirinin bir halkası olarak ve bu yangınların içinde yer1 1

Zeynep Kezer, “O f Forgotten People and Forgotten Places: Nation-Building and the Dismantling of Ankara’s Non Müslim Spaces”, On Location için­ de, Fairchild Ruggles (ed.), Springer, New York, 2012, s. 169-92 (makalesi­ ni paylaştığı için Sn. Kezer’e, kaynağa işaret eden Sn. Peter Starr’a teşekkür ederiz); François Georgeon, “Keçi Kılından Kalpağa”, Modernleşme Sürecinde Osmanlı Kentleri içinde, Dumont ve Georgeon (ed.), TVYY, İstanbul, 1999, s. 99-115.

43

aldığı süreçler açısından incelenecektir: Bilindiği üzere, Birin­ ci Dünya Savaşı sırasında, Anadolu’da, vuku bulduğu şehirler­ de mahalleleri ortadan kaldıran, sonrasında genellikle geri dö­ nülmez yıkımlara neden olan, bu nedenle “harik-i kebir”olarak adlandırılmayı hak edecek çapta bir dizi yangın çıkmıştır. Bel­ gelendiği kadarıyla bunlar, herhangi bir çatışma ve direniş sıra­ sında oluşmayan, ancak bir kısmının kasıt sonucu çıktığına da­ ir en azından rivayet veya şüpheler olması nedeniyle, doğal da sayılamayacak yangınlardır. Döneme damgasını vuran süreçler, savaş, tehcir ve iskân­ dı. Anadolu, çok girift bir zorunlu göç/iskân trafiğine sahne olurken,2 emval-i metruke özellikle 1916’dan itibaren farklı bir anlam kazanmaya başlamıştı. Bu üç eksenin kesişim nokta­ sında, bu kitabın konusunu oluşturan yangınlar.yer alıyordu. Yangınları anlayabilmek için, dönemin siyasi ve ekonomik bağ­ lamına bu süreçler çerçevesinde bir göz atmak gerekir. Birinci Dünya Savaşı, bir vatandaşlar savaşıydı. Profesyonel muharip birliklerin yerini meslek erbabı orta ve alt sınıflardan müteşekkil ulusal ordu almıştı. Önceki savaşlara kıyasla, üret­ ken nüfusun çok daha geniş kesimlerinin silah altına alınma­ sı ve savaşın beklenenden uzun sürmesi,3 işgücünün üretim­ den çekilmesini zorunlu kılıyordu. Bu nedenle 1914’ten beri savaşan ülkelerde, Birleşik Krallık hariç, tarımsal üretim düş­ müştü.4 Çelişkili bazı veriler olsa da, iaşe kıtlığı, Osmanlı İmparatorluğu’nda daha da vahimdi. Zira savaş öncesinde kontrol edile­ bilen en kritik/kıt unsurun işgücü olduğu düşünülüyordu. Ör­ neğin Parvus Efendi, “Almanya ve İngiltere’de arazinin dört­ te biri, Avrupa Rusyası’nda % 40’ı, Asya-i Osmani’de ise, Zira­ at Nezareti’nin verdiği malumata göre, ancak % 2,8’inin” zira­ 2

Fuat Dündar, İttihat ve T erakki’nin Müslümanları İskân Politikası, 1913-1918, İletişim , İstanbul, 2001 ve Modern T ü rkiye’nin Şifresi, İletişim , İstanbul, 2008.

3

Michael Mann, States, W ar and Capitalism, Blackvvell, Oxford/NY, 1988, s. 171-4.

4

Vedat Eldem, Harp ve M ütareke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekono­ misi, TTK, Ankara, 1994, s. 21.

44

at edilebilmesini, nüfusun seyrekliğine bağlıyordu.5 Bu kıt kay­ nak, seferberlikten Temmuz 1915’e kadar çağrılan yaklaşık iki milyon askerle beraber daha da azalmıştı. 1914-7’deki Rum ve Ermeni tehcir dalgalarından sonra, imparatorluk üretken nüfu­ sunun % 20-25’inden daha mahrum kaldı. Bu, askerler için iaşe ve levazım sıkıntısı, cephe gerisindekiler için fakirlik demekti. Açlık ve hastalık, ortak paydaydı.6 Öte yandan, tehcir sırasında çoğu yolda ölen/öldürülen Hıristiyanlar, yaşadıkları bölgelerin çoğunda, örneğin Ankara’da, nüfuslarıyla orantısız bir sermayeyi kontrol ediyorlardı. Söz konusu tehcirlerden geriye, bu nedenle, önemli miktarda taşınabilir/taşmamaz bir servet kalmıştı. Dolayısıyla, 1915 orta­ sından itibaren, “paradoksal” denilebilecek bir durum ortaya çıktı. Bir yanda sefalet ve açlık, diğer yanda terk edilmiş, sa­ hipsiz bir servet. Bu, doğal olarak, şiddetli bir bölüşüm müca­ delesine neden oldu. Merkezi ve yerel hükümetler, İT parti­ si ve cemiyet, yörenin önde gelenleri, emval-i metruke satış/ tasfiye komisyonları ve yerli halk ile Osmanlı ülkesine 18761920 arasında gelen, resmi kayıtlara göre 1.500.000’den faz­ la muhacir bu mücadelenin taraflarıydı. Emval-i metruke na­ sıl pay edilecekti? Dolayısıyla, İmparatorluk diğer muharip ülkelerle kıyaslandı­ ğında farklı bir noktadaydı: Üretim ve iaşe sorununu daha ağır biçimde yaşamakla kalmadı, diğerlerinden niteliksel açıdan fark­ lı olarak, bir paylaşım mücadelesine de tanık oldu. Bunun bazı yönlerini resmi belgelerden izlemek mümkündür. Bu belgelerde, emval-i metrukenin tasfiyesi sırasında zimmetine para geçiren, sözde müzayedelerle ciddi meblağları suistimal eden vs. birkaç memur ve yerel yöneticinin nasıl cezalandırıldığı anlatılır. An­ cak bu “münferit” vakalar, pastanın büyüklüğünü veya resmin tümünü göstermez: 1916’da Osmanlı Hâzinesi, Berlin’deki Al­ 5

“Türkiye’de Ziraatın İstikbali”, Türk Yurdu, Cilt 5-6, Sayı 49, Tutibay, An­ kara, 2007, s. 22 (= Cihan H arbine Doğru Türkiye, Ayrıntı, İstanbul, 2013, s. 148-54).

6

Guenther Lewy, The Armenian M assacres in Ottoman Turkey, Uni. of Utah Press, Salt Lake City, 2005, s. 54-6.

45

man Merkez Bankası’na 5 milyon lira gönderir.7 Bu, savaşa girer­ ken kasasında 100 bin lira nakdi bile olmayan,8 tek gelir kaynağı olan tanmdan da, işgücü, hayvan ve tohumluk gibi girdilerin kıt­ lığı nedeniyle mahrum olmuş bir ülke için şaşırtıcıdır. Dönemin iktisadını yazan tarihçiler, savaşm masraflarını kar­ şılamak için, İmparatorluğun, diğer muharip ülkeler tarafın­ dan kullanılan vergilendirme ve iç borçlanma araçlarına başvur­ manın yanı sıra, karşılıksız para bastığını belirtir.9 Ancak en az bunlar kadar önemli ve Türkiye’ye özgü bu devasa “artık”ın Sa­ vaş için kullanılmış olma ihtimalinden bahsetmezler. 1909 büt­ çesinde, devlet geliri 25 milyon liradır.10 Maliye Nazırı Cavit Bey’in Şubat-Mart 1918’de Meclis-i Ayan ve Mebusan’da yaptığı konuşmalarda verdiği bilgilere göre, Almanya ve Avusturya’dan Birinci Dünya Savaşı boyunca alınan borç miktarı 200 milyon liradır.11 Oysa Savaş’ın maliyeti en az 300, resmi olmayan he­ saplamalara göre ise 500 milyon olarak verilir.12 Tarımsal hasıla ve dolayısıyla vergilerin savaş döneminde dibe çakıldığı,13 buna rağmen Bağdat, Ankara-Erzurum ve Hicaz demiryolu inşaat ve onarımlannın devam ettiği düşünülürse, gelir ile harcama ara­ sındaki bu uçurum, savaş enflasyonu hesaba katılsa dahi, sade­ ce borçlanma ile kapatılacak bir açık değildir. 7

Andre N. Mandelstam, La Socitti des Nations et les Puissances devatıt le Probleme Armenien, Association Libraise des Universitaires Armeniens, 1970, s. 489-93.

8

Halil Menteşe, Halil Menteşe'nin Anıları, Hürriyet Vakfı, İstanbul, 1986, s. 164.

9

Bkz. örneğin Zafer Toprak, Ittihad-Terakki ve Cihan Harbi, 1914-1918, Homer, İstanbul, 2003.

10

Erik Jan Zürcher, “Osmanlı imparatorluğu 1850-1922” , Savaş, Devrim ve Uluslaşma içinde, tstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul, 2005, s. 63-79.

11

tmparatorluk Ekim 1915 tarihli bir yasa ile müttefiklerinden aldığı hazine bo­ noları karşılığında piyasaya para sürüyordu. Bu tarihe kadarki borçlanma al­ tın üzerinden yapılmıştı (Faruk Yılmaz, Devlet Borçlanması ve OsmanlI’dan Cumhuriyet’e Dış Borçlar, Birleşik, İstanbul, 1996, s. 76).

12

Maurice Larcher, La Cuerre Turque dans la Guerre Mondiale, Paris, Etienne Chiron, 1926, s. 636'da 3.11.1914 ila 31.10.1918 arasındaki harcama 9,1 mil­ yar frank olarak verilir. Philip H. Stoddard, Teşkilat-ı Mahsusa: Osmanlı Hükü­ meti veA raplar 1911-1918, Arba, tstanbul, 1993, s. 163’tebu rakam Türk lira­ sına çevrilmiştir. Nevzat Onaran, OsmanlI'da Ermeni ve Rum Mallarının Türkleştirilmesi, Evrensel, İstanbul, 2013, s. 131-5.

13

Savaşm ilk yılında bile gelirdeki düşüşün 7-8 milyon lira olması öngörülüyor­ du. (Yılmaz (1996), s. 72).

46

Nitekim, tehcir sonrası hanelerden toplanan bakır ev eşya­ larının, abluka altındaki ihtiyaç sahibi müttefiklere, Almanya ve Avusturya-Macaristan’a levazım ve belki de silah karşılığı nasıl satıldığını biliyoruz.14 Emval-i metrukenin bir kısmının savaşın finansmanında kullanıldığı açıktır. Aynı kaynağın, sa­ vaş şehirlerinin imarında, yeni İT kulüp ve yetimhane binala­ rı inşasında kullanıldığına dair kuvvetli bulgular vardır.15 En azından bu nedenlerle hükümet, bu pastanın paylaşımına ya­ naşmayacaktı. İkinci olarak, sözünü ettiğimiz muhacir iskânı sorunu nede­ niyle, Hıristiyanlar tarafından terk edilen çiftlik ve evler büyük bir önem kazanmıştı. Bunların envanteri Talat Paşa tarafından bizzat tutuluyordu. Öte yandan, evlerde kalan veya gasp edilen eşya ve malların paylaşımı ve tasfiye edilmesi yönünde genel bir mutabakat vardı. Bunlara merkezi hükümetin izni olmadan el konulduğu durumlarda, bilançonun gizli kalması için, ya­ ni “hesap verilebilirlik” açısından, evlerin, içindekilerden ge­ riye iz kalmayacak şekilde yok edilmesi gerekiyordu. Yağma­ nın işaretlerini sadece küller silebiliyordu. Metruk evler iskân amaçlı muhafaza edilebilecek mi, yoksa gizlice yağmalanacak ve yakılacak mıydı? Bölüşüm meselesi ile birleştirilirse, örne­ ğin, merkezi hükümet emval-i metrukeden aslan payını almak ya da muhacirleri iskân etmek veya yerel ahali barınmak ya da en azından binaların malzemesinden istifade etmek için, kun­ daklamaları engelleyecek miydi? “Maddi kaynaklara hasarsız erişim” olarak formüle edilebile­ cek bu imkânın karşısında önemli bir engel olduğu anlaşılıyor. Bahsedeceğimiz üçüncü gerilim, azınlıkların statüsü ile ilgiliy­ di. Fetihler döneminden beri koruma altında yaşamanın (zimi olmanın) bedelini, toplumsal hayatın tüm alanlarında be­ lirli hak ve ayrıcalıklardan (silahlanma, şahitlik, vs.) yararlanamayarak ödeyen azınlıklar, Tanzimat’tan sonra en azından kâ­ 14

Taylan Esin, “1. Dünya Savaşı’nda Tehcir ve Almanya-Avusturya’ya Bakır İh­ racı”, Toplumsal Tarih, Mayıs 2014, sayı 233.

15

Etöz ve Esin, “Cem-i İane: Kastamonu’nun Büyük Savaş’ta İman”, Toplumsal Tarih, Sayı 241, Ocak 2014a.

47

ğıt üzerinde ikinci sınıf teba olmaktan kurtuldular. Üstelik 19. yüzyıl da sadece mali değil, teknoloji, zanaat, eğitim, kültür vs. alanında önemli sermayeler oluşturdular. Dolayısıyla, Müslümanlar, çoğunluğunu oluşturdukları ül­ kede, artık ikinci sınıf vatandaşı statüsündeydiler. 19. yüz­ yıldan itibaren, özellikle AvrupalIlara karşı kaybedilen savaş/ topraklar, Balkanlar ve Rusya’dan göçen mülteci/muhacir dal­ galan, ülke içindeki Hıristiyanlara karşı bir tepki yarattı. Dö­ nemin fikir ikliminin Hıristiyanlara ya da genel olarak azın­ lıklara bakış açısı giderek radikalleşti ve İT kadroları, bu ik­ lim ve yönetim pratikleri içinde hızlıca evrildiler. Anayasal bir haklar düzenlemesi olan Meşrutiyet için mücadele edilir­ ken kullanılan dil, “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” sloganı kadar silah, şiddet ve ölüm mecazlan ile doluydu.16 “Devletin kurta­ rılması” meselesi, İmparatorluğun iki asırdır durdurulamayan hezimet ve kayıplannın sorumlularının bulunması faaliyeti­ ne kolaylıkla tahvil ediliyordu. 1905-15, “savaş” mefhumu­ nun ve “düşman” etiketinin hızla yer değiştirdiği, adeta ser­ seri bir kurşun gibi ortalıkta dolaştığı bir dönemdi. Enver Pa­ şa Balkan Savaşı’nda gördüklerini anlatmak için “intikam”dan başka kelime bulamıyordu.17 Müslüman ve Hıristiyanlar ara­ sındaki nüfus ve nüfuz asimetrisi, II. Meşrutiyet’in “hürriyet, eşitlik, kardeşlik” şiarı sayesinde dengelenecek mi, yoksa sos­ yal tabakalaşmadaki bu dönüşüm, Hıristiyan mahallelerini, Savaş’ın yarattığı belirsizlik ortamı içinde derin bir öfkenin hedefi mi kılacaktı? Özellikle bu üçüncü gerilime de konu olması nedeniyle, bu yangınlar, içinden geçilen ve günümüze kadar etkileri görü­ len dönemin temel dinamik ve işleyişlerini kavramada çok el­ verişli, Marcel Mauss’un geliştirdiği bir kavram olan“bütünsel 16

Hans-Lukas Kieser (ed.), Aspects o f the Political Language in Turkey, İsis, İs­ tanbul, 2002.

17

8.5.1913 tarihli mektubunda, Enver, “düşmanın yaptığı... bütün vahşeti si­ ze anlatabilseydim, uzaktaki zavallı Müslümanların başına neler geldiğini an­ lardınız. Ama kimimiz kuvvetleniyoruz: İntikam, intikam, intikam, başka ke­ lime yok” (Şükrü Hanioğlu, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, Der, İstanbul, 1989, s. 242).

48

toplumsal olay”ı hatırlatır:18 Toplumsal olana ait değişik ekonomik, dini, siyasi, vs. gibi- koşulları, bireysel bir tari­ hin değişik -çocukluk, yetişkinlik, evlilik vs. gibi- anları, fiz­ yolojik olgulardan, bilinç-dışı kategorilere, bireysel/kolektif duygulanımlara kadar uzanan değişik biçimleri içeren bu kavramdan hareketle, yangınları belki de “bütünsel toplum­ sal olay” gözüyle görmek, en azından “ekonomi-politik” çer­ çevesinin dışına çıkarmak ve anılan dinamikleri de dikkate al­ mak gerekir. Bu durumda, iki farklı katmanda, birbirine bazen zıt, fayda­ cı ve yıkıcı saikler teşhis edilebilir. Tehcirden istifade ederek maddi kaynaklara erişim arzusu ile hmç/intikam vs. gibi yıkı­ cı “karşı-arzu”lar. Belirli bir yangında, ilki İkincisinden istifade mi etmiş, yoksa İkinciye birinciye rağmen, onun aleyhine mi iş­ lemiştir? Bir sorunun çoğu kez birden fazla cevabı olabilir. Ni­ tekim bu karmaşık kuvvetler vektörü her yerleşimin koşulları­ na göre ayrı ayrı şekillenmiş ve gerilimler iktidar dengelerine bağlı olarak farklı şekillerde çözülmüştür. Belki de bu nedenle, bütün şehirlerdeki Hıristiyan mahalleri (aynı ölçekte) yanma­ mıştır. Kesin olan şu ki, yangınların neden olduğu yıkım, savaşınkinden fazlaydı. Örneğin işgale uğrayan Belçika’da 100 bin ev (toplamın % 6’sı) tahrip olurken,19 Ankara’da şehrin en ba­ kımlı yarısı yok olmuştu. Bu kitabın temel savı, 1914-18 dönemi yangınlarının, savaş, tehcir ve iskânın yarattığı gerilimlerin tam ortasında yer aldığı ve bu niteliğiyle, önceki (örneğin 1894-6 ve 1909 Ermeni kat­ liamları) ve sonraki (1919-23 Kurtuluş Savaşı) yangınlardan ayrıldığıdır. Dönem yangınları, bu üç sürecin ortaya çıkardığı ekonomik ve siyasi meselelerde kilit rol oynayacak ve dolayı­ sıyla birçok Osmanlı şehrinin kaderini çizecekti. Ankara yan­ gını, bu süreçler çerçevesinde düşünüldüğünde, ne basitçe bir yangındı ne de sadece Ankara’ya özgüydü. 18

Marcel Mauss, Sosyoloji ve Antropoloji, Doğubatı, İstanbul, 2005, s. 206. Kav­ ramın ayrıntılı bir değerlendirilmesi için bkz. C. Levi-Strauss’un sunuşu, s. 29-31.

19

I. F. W . Beckett, The Great W ar 1914-1918, Harlow/NY, Pearson/Longman, 2007, s. 346.

49

Kaynaklar Öncelikle kaynakların sınırlılığına değinmek gerekir. Döne­ min gazeteleri henüz savaşın başında sansürlenmiş ve yangın haberleri yasak edilmiştir: 7.8.1914’te gazetelerde resmen ilan olunan Başkumandanlık Vekâleti tebliğinde, o tarihten itiba­ ren basın ve telgraf haberleşmeleri sansür edileceği, aksine ha­ reket eden gazete ve ajansların derhal kapatılacağı bildiriliyor­ du. Sansür, “... içte ve dışta kötü etkisi olabilecek tüm mad­ delerimi] (tren ve vapur kazaları ve yangın haberleri dahil) ...” kapsıyordu.20 Dolayısıyla, eldeki kaynaklar, anlatı ve resmi yazışmalardır. Yazışmalarda da bazı kısıtlamalar vardır: Bazı şehir yangınla­ rıyla ilgili hiçbir belge bulunmadığı gibi, mevcut resmi belge­ ler de oldukça özenli bir dille düzenlenmiştir. Yangınzedelerin etnik aidiyeti, hatta bazı durumlarda yanan mahalleler bi­ le belirtilmemiş; mevki ismiyle geçiştirilmiştir. Bu türden anla­ tım “incelik”lerinin görülebilmesi için, metinler genellikle kı­ saltma ve uyarlanma yapılmadan doğrudan alıntılanmış, az bi­ linen kelimelerin anlamları [ ] içinde verilmiştir. Hakkında en çok belge olan, Ankara yangınıdır. Bunların önemli bir kısmı, Karay’ın Ankara yangını hakkındaki 1939 tarihli yazısı ile be­ raber Ali Birinci tarafından yayınlanmıştır.21 Anı ve tarih çalışmalarına gelince, dönemin yerel tarihçile­ rinin birçoğu yangınları geçiştirme veya konu hakkında sessiz kalma eğilimindedir. Bunlardan örneğin “Türkçülük hareketi­ ne hizmette bulunan ya da Türk Ocağı’na yararlı olan kişiler” listesinde yer alan, TTK ve TDK üyeliklerinde bulunan Amasya tarihçisi Hüsamettin Yaşar ve Türk Ocağı Sarıkamış delegesi, TCF mebusu ve Tokat tarihçisi Cinlioğlu yaşadıkları şehir/döneme ait yangınlara neredeyse hiç yer vermez.22 Anılar da ben­ 20

Kâzım Karabekir, Birinci Cihan H arbine Nasıl Girdik?, Cilt 2, Emre, İstanbul, 1995, s. 170-1.

21

Refik Halid Karay, Ankara, Ali Birinci (hz.), İnkılap, İstanbul, 2009a.

22

Füsun Üstel, im paratorluktan Ulus-Devlete Türk Milliyetçiliği: Türk O cakları 1912-31, İletişim, İstanbul, 1997, s. 1 5 8 ,1 9 2 .

50

zer durumdadır: Vehbi Koç hatıratında ne tehcir ne de Ankara yangm(lar)mdan söz eder.23 Oysa, örneğin İngiliz arşiv belge­ lerinde, bu üç kentin Savaş’ta nasıl birer facia ve yıkıma uğra­ dığına dair yabancı kaynaklı gazete kupürleri bulunabilir (as­ lı ve tercümesi için, bkz. Belge 1). Resmi belgelerin özel üslu­ bu ve anılardaki sessizlik, başlı başına bir gösterge veya “semp­ tom” olarak yorumlanabileceği gibi, kaynak sınırlılığı, kendile­ rine yöneltilen sorular (örneğin tehcir ve yangınların kronolo­ jik ilişkisi, vs.) üzerinden belgelerin birbirleriyle bağlantılandırılması ile aşılabilir. “Kısacası, zayıf, dağınık ve müphem belge­ lerden bile iyi bir biçimde yararlanılabilir”.24 Ankara yangınıyla ilgili Türkçe yazılmış tek edebi eserin müellifi Refik Halit Karay ise yangını özel bir vurgu ve üs­ lupla anlatır. Hayatına ve anılarına bu nedenle ayrı bir bö­ lüm ayırdık. Kullanılacak diğer anlatılar, Ankaralı Hıristiyan kadınların anılarıdır. Bunlardan ilki Androniki Karasuli-Mastoridu’nun Kayıp Vatanımdan H atıralar: A nkara’daki Hayatım,25 İkinci­ si Evdokya Epeoglu-Bakalaki’nin26 A nkara’daki Hayatımdan Hatıralar,27 başlıklı kitapları, üçüncüsü ise Alice Odian Kaspa23

Vehbi Koç, H ayat H ikâyem , İstanbul, 1973. Kasapyan ailesinden Edward Çuhacı’nın, Soner Yalçın’m bir köşe yazısına cevaben yazdığı ama Hûrriyet’te yayınlanmayan mektubuna göre, Ağustos 1915 sonrası İstanbul’a kaç­ mak zorunda kalan Kasapyan ailesinin, geride bıraktığı emlak içinde Çan­ kaya Köşkü’nün yanı sıra, şimdi VEKAM olarak kullanılan Koçlara ait Ke­ çiören’deki bağevi de vardı, (http://garine.blogcu.com/bir-varmis-bir-yokmus/1431497)

24

Carlo Ginzburg, Peynir ve Kurtlar, Metis, İstanbul, 1996, s. 11; belgelerin ve­ ri kaynağı olarak kullanılmalarının tüm yönleriyle metodolojik açıdan değer­ lendirildiği değerli bir kaynak için bkz. John Scott, A Matter o f Record, Polity Press, Cambridge, 1990.

25

Av5povtıcr| Kapaoou/.t|-Macıopıöou, Avapvtjoeıç rmo rt/ Xap£vrj pov ü atp ıâa:

H faıtj potı mrjv ÂyKDpa, Afhyva, 1966. 26

Özel isimlerin transkripsiyonunda, Herkûl Millas, ‘Yunanca’nın Türkçe Harf­ lerle Yazılışı’, Tarih Araştırm aları, Ankara, www.ankara.edu.tr/kutuphane, 1992, s. 189-97 esas alınmıştır. Kaynağı öneren hocam Sn. Ahmet’e, Yunanca çalışmalarımda bana çok yardımı dokunduğu için teşekkür ederim (TE).

27

EuâoKia EjteoyXou-MıtaKaA.Ti, Avapvrjomç an o rt) Zari] atıjv Aytcvpa, Bavıaç, 0£aaaXoviKTi, 1997. Kitabı sağlayan hocam Sn. Hacıdimitru’ya teşekkür ede­ rim (TE).

51

rian’ın28 makalesidir. Bayan Karasuli, 15.5.1902 Ankara doğumludur. Önsözün­ de yer alan ifadesiyle, “bizzat yaşadığı ve görgü tanığı olduğu” olayları içermesinden de öte, “ruhumdan asla silinmeyen ma­ ziye dair” diye tanımladığı kitabı, “Küçük Asya Araştırmaları Merkezi29 tarafından, hayatıma, yaşadığım olaylara ve vatanım­ dan tehcir edilmeme ilişkin yöneltilen sorulara cevaben” ama bir taraftan da, yine kendi ifadesiyle, “... anımsama ve acı an­ larında gayn-ihtiyari” yazmıştır. El yazması, Küçük Asya Araş­ tırmaları Merkezi’nde 296 no.’da kayıtlıdır. 1922’ye kadar An­ kara’da yaşayan ve Ankara’nın önde gelen bir ailesine mensup olan Bayan Karasuli, anılarım 1966 yılında, anlaşıldığı kadarıy­ la kendi imkânlarıyla yayınlamıştır.30 1913 Ankara doğumlu31 Epeoğlu’nun kitabı, Kayıp Vatanım­ dan Hatıralar'm aksine, bir sözlü tarih çalışmasının ürünü de­ ğildir. Epeoğlu, kızına göre, çektiği onca zahmete değecek ka­ dar değerli olup olmadığı konusunda tereddütler yaşadığı kita­ bını kendi inisiyatifiyle yazmıştır. Küçükesat’taki bağlarıyla il­ gili hatırladığı ayrıntılar ve yangın sırasında hafızasına kazman, Ankara semalarında gördüğü karanlık duman sütunu haricin­ de, Ankara yangını ve cemaati ile ilgili bilgileri, aile ve çevresin­ den öğrenmiştir. Bayan Epeoğlu, yangından sonra ailesiyle be­ 28

Alice Odian Kasparian, “The 1915 Massacres of the Armenians in the State of Angora, Turkey".Journal o f Armenian Studies, Cilt IV, No. 1 ve 2, 1992, s. 119-36.

29

Merkez için bkz. http://www.kms.org.gr. Göç: Rumların Anadolu’dan Mecbu­ ri Ayrılışı (Herkül Millas (der.), Damla Demirözü (çev.), İstanbul, iletişim, 2001), bu merkezin kendi arşivinden yayınladığı iki ciltlik (H E & â o ç , Kevrpo MiKpaaıariKOiv E tcouS cov, A9r|va, 1982) eserden hazırlanmış önemli bir der­ lemedir. Merkez, tarihçesi ve işleyişi hakkında eleştirel bir çalışma için bkz. Penelope Papilias, “Mülteci Belleği veya Bir Yunan Kurumu Üzerine Notlar”, Türkiye’nin Toplumsal Hafızası içinde, Esra Özyürek (der.), İletişim, İstanbul, 2006, s. 267-297. Hocam Sn. Demirözü’ne öncelikle Yunanca çalışmaya baş­ lamamı mümkün kıldığı, ikinci olarak da bu kaynakları önerdiği ve sağladı­ ğı için müteşekkirim. DTCF Yunan ve özellikle Çağdaş Yunan Dili Edebiyatı Bölümü’ndeki hocalarımın hakkı ödenmez (TE).

30

Yazarlarla ilgili diğer ayrıntılar için, bkz. Taylan Esin, “Yunanca Kaynaklara Göre Ankara Yangım”, Toplumsal Tarih, Sayı 227, Kasım 2012.

31

Yangın sırasında üç yaşında olduğunu belirtir (Eıteoylam-MnaKcAıı (1997), s. 43).

52

raber Amasya’ya göç etmek zorunda kalmış,32 oradan da 1922 yılında muhtemelen Yunanistan’a göçmüştür. Kitaptaki ifade­ lerden anlaşıldığı kadarıyla mütevazı bir aileye mensuptu.33 Ankara doğumlu Kasparian’ın, Ankara ve Stanos (Zir) Erme­ nilerinin Tarihi ve geleneksel iğne oyası ve nakış konusunda da bir kitabı vardır.34

Kitabın planı İkinci Bölüm’de, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı kentlerini yakıp kül eden yangınların dökümü verilecektir. Bu bölümün olgu düzeyinde vurguladığı husus, Ankara yangınının, döne­ min şehir yangınlarının oluşturduğu uzun zincirin bir halka­ sından ibaret olduğudur. Dikkat çekilen ikinci nokta, yangın­ larla tehcir arasındaki ilişkidir. Bu ilişkinin, yangınların işlev­ lerini nasıl ayrıştırdığı ilerleyen bölümlerde ele alınacaktır. Üçüncü olarak, belgelerin kapalı hatta “batini” dili ve düzenle­ niş şekline dikkat çekilmektedir. Üçüncü Bölüm’de dönemin Ankara Valisi Dr. Reşid ve Dör­ düncü Bölüm’de dönemin Emniyet Müdürü Mustafa Durak ele alınacaktır. Bu biyografiler, ele aldığımız konu açısından en azından üç noktada önem arz ediyor: Öncelikle, Ermeniler baş­ ta olmak üzere gayrimüslimlere karşı tavırları ve bunların za­ man içinde değişimi. İkinci olarak, görevleri sırasında bulaş­ tıkları yolsuzluk, usulsüzlük ve skandallar. Üçüncüsü, Reşid ve Teşkilat-ı Mahsusa’dan olduğunu ortaya koymaya çalıştığı­ mız Durak’ın sıkça başvurduğu şiddet yöntemi. Yukarıda sözü­ nü ettiğimiz gibi, bu simaların II. Meşrutiyetten önce ve sonra içinde yaşadıkları şiddet atmosferi, maruz kaldıkları dönüşüm­ ler, Ankara’dan önceki ve Durak özelinde sonraki “kariyer’Teri, şiddet, yıkım ve Durak özelinde kundaklama eğilim ve maha­ 32

Yazarın, Amasya’yı anlatan önemli bir kitabı daha vardır: EtıSoKta Ejt£oyXt>ııMıtaKa2tı, H A/jatma, E küotikoç O ikoç Aıpoıv Kı>pıaıaSr|, 0eaaaX.ovııcr|, 1988.

33

Ejt£oy2ou-MjtaKa2rı (1997), s. 19.

34

The History o f ihe Armenians o f Angora and Stanos, Doniguian Press, Lebanon, 1968; Armenian N eedlelace and Embroidery: A Presenıation o f Some o f History’s Oldest and Finest Needlevtork, 1983.

53

reti, Ankara yangınının anlaşılmasını sağlar. Ankara yangını, Ankara’nın yangını değildir: Reşid’in valilik yaptığı Diyarbakır ve Durak’ın polis müdürü olduğu Bitlis’te 1914-15’te yaşanan­ ların, daha genel ifadesiyle, farklı idari konumları işgal eden devlet görevlilerinin tehcir/taktilde oynadığı rolün anlaşılması­ nı gerektirir. Durak’ın rol aldığı anlaşılan Sovyet Elçiliği yangı­ nını ise bir ek olarak sunuyoruz (EK-F). Durak’la ilgili bölümü uzun tutmamızın nedeni, Reşid’e göre daha az bilinmesi ve İT kadrolarının 1905-15 arasında maruz kaldığı dönüşüme açık­ layıcı bir örnek oluşturmasıdır. Bu dönüşümün, güncel siyaset etme ve yönetme biçimlerini açıklayan dikkate değer noktalara işaret ettiğini de eklemeliyiz. Beşinci Bölüm’de, Ankara yangını ile ilgili tüm çalışmaların sorgusuz sualsiz esas aldığı Refik Halid ve onun Ankara yangı­ nı hakkında yazdıkları irdelenecektir. Anlatılmak istenen, Halid’in Ankara anlatısına ihtiyatla yaklaşılması gerektiğidir. Bu­ nu göstermek için, biyografik detaylan çoğaltmayı ve bölümü biraz uzatmayı göze aldık. Altıncı Bölüm’de, 1915-16’da, yani Savaş’ın başından yan­ gına kadarki dönemde, Ankara’da yaşananlar anlatılacaktır. Özellikle tehcir ve sonuçları, yangın açısından hayatidir. Bu bölümde, ayrıca, Ankara Hıristiyanlarının üzerindeki mad­ di ve kutsal mekânlarının üzerindeki manevi taciz ve tasallu­ tu da ele alacak, bunun Savaş sırasında sadece tehcir edilen ve tehcir baskısı altında yaşayan Hıristiyanlarla sınırlı kalma­ yıp, tüm gayrimüslimlere uzandığını da göstermeye çalışaca­ ğız. Yangın, süregiden tehcir ve sistematik baskının bir parça­ sı ve uzantısıdır. Yedinci Bölüm’de Ankara yangınının bazı ayrıntıları irdele­ necektir. Bunların bir kısmı, yangının çıkış şekli ve nedenle­ ri hakkında önemli olduğunu düşündüğümüz veriler taşımak­ tadır. Şehir yangınlarının elbette tek bir nedeni yoktu. Sekizinci Bölüm’de, eldeki verilerden yararlanarak, Savaş dönemi yan­ gınlarının nedenlerini birbirinden ayırmaya ve Ankara yangı­ nına bu çerçeve içinde bir yer bulmaya çalışacağız. Son bölüm 54

ise, bir “bütünsel olay” olarak yangının başka yönlerini tartış­ mak ve bu çalışmada ele alınmayan bir nedensellik katmanına dair sorular geliştirmek üzere yazılmıştır. Kitabın sonuna, 1922’deki Sovyet Elçilik yangını hakkındaki yazı dışında, Refik Halid’in “Ankara Yangını” başlıklı eski ta­ rihli bir gazete makalesi, tehcirin Katoliklerde yarattığı sarsın­ tıyı kendi seslerinden anlatan telgraf/dilekçeler, meraklısı için 1916’dan önceki tespit edilebilen Ankara merkez yangınları ile ilgili bir derleme ve Terziyan’ın Stanos Ermenileri hakkındaki kitabının bir bölümünün çevirisinin de dahil olduğu toplam yedi ek konulmuştur.

55

İKİN Cİ BÖ LÜ M

ŞEHİR YANGINLARI (1914-18)1

Bu dönemde Anadolu şehirlerini harap eden yangınlar krono­ lojik olarak sıralanmıştır. Her yerleşimle ilgili derlenen veriler, üç hususun belirlenmesine dönüktür: 1. Yanan mevki veya mahalleler 2. Kaza yerleşimleri için Hıristiyan/Müslüman nüfus oranı 3. Tehcir ve yangın tarihi Amaçlanan, Hıristiyan mahallelerinin veya Hıristiyan nü­ fus yoğunluklu yerleşimlerin yandığını göstermek ve yangın ile tehcir tarihi arasındaki ilişkiye bakmaktır. Ayrıca, resmi belge­ lerin çevrimyazısı, seçilen üslubun farkedilmesi için mümkün mertebe aynen bırakılmış; anlaşılmayı zorlaştıran kelimelerin karşılıkları, [=] ile metnin içine konulmuştur.

Amasya, “Selağzı”, 12.3.1914 ve 21.7.1915 Sivas Vali Vekilinden Dahiliye Nezareti’ne gönderilen 14.3.1914 tarihli yazıda, 1

İkinci, Sekizinci ve Dokuzuncu Bölümledin ilk hali, Tarih ve Toplum’un 14. (2012 Yaz) sayısında yayınlanmıştır.

57

“Şubat’ın yirmi yedinci gecesi saat yedi buçukta Amasya’nın Selağzı mevkiinde Topçuzade Halil Efendi’nin mutasarrıf ve Çivitcioğlu Karabet’in müstacir bulunduğu tütüncü dükkâ­ nından zuhur eden harikin çarşıda otuz beş dükkânın muhterik olmasına [=yanmasına] sebebiyet verdiği ve yangının bidayet-i vukuunda önü alınmak için her taraftan gayret-i[?] fev­ kalade gösterilmiş ise de hava pek rüzgârlı olduğu cihetle et­ rafa sirayeti [ni] men etmek mümkün olamadığı gibi bir aralık harik mahallinden intişar eden [=sıçrayan] bir şerare ile neh­ rin diğer sahilindeki İttihat Kulübü gazinosunun saçağı tutuş­ muş ise de yetişilerek lehülhamd [=Allah’a şükür] söndürüldüğü ve diğer mahalleler yandıktan sonra sabahleyin ezani sa­ at onbir raddelerinde harikin itfasına [=söndürülmesine] mu­ vafakat hasıl...”

olduğu ve Reji idaresiyle, bir eczahane, bir otel ve köprü başın­ daki gazino ve bir hamamın yanan bina arasında olduğu, mad­ di zararın dokuz on bin lira raddesinde tahmin edildiği ve yan­ gının çıkış nedeni hakkında tahkikat başlatıldığı belirtilmiştir.2 Belgede, kurtarılan İT Kulübünün alev alma şekli için veri­ len ayrıntı düzeyi ile, yanan “diğer mahalleler”deki zarar gören bina sayısı/cinsi bir yana, mahalle isimlerinin bile verilmemesi arasındaki tezat dikkat çekicidir. Acaba yanan “diğer mahalle­ ler”, “diğerlerinin mahalleler”i miydi? Kulübe “yetişildiği” hal­ de, neden yangının itfası “diğer mahalleler yandıktan sonra” mümkün olabilmiştir? Amasya’da “Mayıs ayı sonlarına doğru sokaklarda uçların­ da kasatura takılı tüfekler taşıyan askerler dolaşmaya başla­ tmış]”,3 8.6.1915 akşamı, görevli tellal ertesi gün Ermeni tehci­ rinin başlayacağını bildirmiş;4 ikinci yangın tehcir sırasında ve­ ya hemen ardından olmuştur. Ayrıntılar farklılık gösterse de,5 2

BOA.DH.EUM.EMN 63/8.

3

M. Ajemian Ahnert, Amasya’nın D ikenleri, Belge, İstanbul, 2009, s. 77.

4

Hans-Lukas Kieser, Iskalanm ış Barış, iletişim, İstanbul, 2005, s. 487. Rumla­ rın 1915 itibariyle henüz tehcir edilmediği anlaşılmaktadır (Dündar (2008), s. 158).

5

Menç, kaynak vermeden bazı değişkeler sunar: “...yangın İslâm mahallesi Re-

58

olay, Amasya Tümen Komutanlığı’ndan 22.7.1915 tarihinde bağlı bulundukları Sivas 10. Kolordu Komutanlığına gönderi­ len şifreli telgrafa göre şöyledir:6 “1. Dün öğleden sonra saat 7.30’da Amasya’nın Kuyumcular Çarşısı içerisinde bir dükkânda çıkan yangın, şiddetli rüzgâr­ dan dolayı yayılmış ve bugün öğleden sonra saat 3’e kadar yan­ gın devam etmiştir.

2 . Rüzgârın yönünün batı ve güney-batı olmasından dolayı yangının bir ucu Bayezid ve civarına, bir ucu da Selağzı’ndan, Dere Mahallesi’ne kadar yayılmıştır. 3. 14 mahalleden oluşan 2.000’e yakın dükkân ve ev yan­ mıştır. (...)

7. Yangının ortaya çıkış sebebi henüz anlaşılamamıştır. Bu­ nunla beraber kasıt olduğu ihtimal dahilindedir. Yangın sıra­ sında yağlı paçavra atma cüreti gösterip kaçmaya çalışan ve birkaçı ölü birkaçı da canlı olarak yakalanan ve henüz sevk edilmeyen Ermenilerin bu işe kalkışnkları [sanılmakla birlik­ te] ... doğruluk derecesi araştırılmaya muhtaçtır. Ç..)7 9. Yangından zarar görenler, boş olan Ermeni evlerine nak­ ledilmektedirler. ...”

Sivas Vilayeti’nden gönderilen 25.7.1915 tarihli bir şifrede “Amasya harikzedegânmm boş kalan hanelere yerleştirilmek suretiyle...” iskânlarının temin edildiği bildirilmektedir.8 “Boş cep’te gece başlamış; diğer tslâm mahallelerine sıçramış; Selagzı’ndan üçler mahallesine kadar uzanan büyük bir alan tamamen yok olmuştur” (Hüseyin Menç, Amasya Tarihinden Sayfalar, Olaylar ve Belgeler, Eser Matbaası, Amas­ ya, 1987, s. 196). “Yangında bin beş yüz mebani yanmıştır. Yine yangından evvel bin beşyüzü mütecaviz dükkân ve mağazayı muhtevi iken bugün ancak altı yüzü mevcuttur” (Hüseyin Menç, Tarih içinde Amasya: Kuruluşundan Os­ manlI Devleti’nin Sonuna Kadar, Net Ofset, Ankara, 2000, s. 404). 6

http:/ / hu seyinm enc.blogcu.com /erm en iler-1915-te-am asya-yi-yaktilar/9553987 (Ağustos 2011) Aynı belge için, bkz. Alan Gülbadi, M erzifon Amerikan Koleji ve Anadolu’daki Etkileri, doktora tezi, Erciyes Üniversitesi, Tarih Anabilim Dalı, 2002, s. 73.

7

Bu belirsiz suçlama ( “yangın sırasında yağlı paçavra atma”, ama “yangın çı­ karma” değil), ne anlama gelmektedir?

8

BOA.DH.EUM.2.Şb 9/44.

59

kalan haneler” ifadesinden anlaşılan, yangının tehcirden son­ ra olduğudur. Anlaşılan, Amasya’da, incelenen dönem içinde, biri 1914’te tehcirden önce, diğeri ise tehcir başladıktan sonra (“boş olan Ermeni evleri”), aynı mevkide iki yangın çıkmıştır.9 İlk yan­ gının Selağzı’nda10 çıktığı ve “diğer mahallelerin” de yandığı, İkincinin ise bir taraftan “Bayezid ve civarı”na, diğer taraftan Dere Mahallesi’ne kadar yayıldığı ve 14 mahallede 2.000 evin yandığı belirtilmesine rağmen, mahalle isimleri verilmediği gi­ bi, elimizde dönemin mahallelerini gösteren bir harita buluna­ mamıştır; ancak Yaşar’ın11 tarifleri ve eski tarihli haritalardan12 yola çıkarak ve tarifleri Gabrid’in13 1930’larda çizdiği ve üze­ rinde o tarihte hâlâ boş olan yangın yerlerinin belirtildiği hari­ tanın üzerinde işaretleyerek, mahallelerin yerini, elbette belir­ li bir yanılma payı ile belirlemek mümkündür (bkz. Harita 1). 22.7.1915 tarihli belgede yazıldığı gibi, Gabriel’in haritasın­ daki yanmış mahallelerin bulunduğu noktadan, Bayezid’e ve Selağzı’na (Pazar Camii) birer çizgi çekilirse, yanan mahallele­ rin bu çizgiler ve Yeşilırmak arasındaki alanda yer aldığı düşü­ nülebilir. Bu üçgende yer alan mahalleler, Devehane, Eski Ket­ hüda, Bozahane, Çeribaşı, Acem Ali, Kazancı, Uzun Mustafa, Kocacık, Fethiye, Saraçhane, Pervane Bey, Hoca Süleyman ve 9

1900 Amasya doğumlu annesinin anılarım nakleden Ahnert’e göre, yangın tehcirin akşamı olur. Haziran 1915’te kafilelerin Amasya’yı terk ettiği günün “günbatımında ... Amasya’da yanan evler[in] duman ve... korlar[ı] havayı dol­ durdu.” (s. 93).

10

Bugün, Ermeni katliamının mücrimi Gabaş Ali’nin de aralarında bulunduğu bir dizi figüre ait heykelin olduğu Yavuz Sultan Selim adıyla bilinen meydan­ dır. (Ahmet Demirel, “Amasya’da Baltalı bir Anıt Heykel”, Taraf, 19.1.2014).

11

Abdizade Hüseyin Hüsameddin Yaşar, Amasya Tarihi I: Mukaddime, A. Yılmaz ve M. Akkuş (haz.), Amasya Belediyesi, Ankara, 1986.

12

Mahalleleri gösteren eski tarihli haritalarla mukayese için bkz. Kani Kuzucu­ lar, “Amasya Kenti’nin 16-19. Yüzyıllar Arasındaki Fiziksel Yapısının Osman­ lI Arşiv Belgelerine Göre İrdelenmesi”, Prof. Doğan Kuban’a Armağan içinde, Zeynep Ahunbay ve diğerleri (haz.), İstanbul, Eren, 1996, s. 137-57.

13

Albert Gabriel, Monuments Turcs dAnatolie, Cilt II: Amasya-Tokat-Sivas, Libraire des Ecoles Françaises d’Athenes et de Rome, Paris, 1934, s. 12. Aynı ha­ rita için bkz. Ali Tuzcu, Seyahatnam elerde Amasya, Amasya Belediyesi Kül­ tür Yayınlan, Ankara, 2007, s. 354. Ekteki haritanın orijinal lejantında, ikinci kaynak esas alınmıştır.

60

Köprübaşı’dır.14 Bu on üç mahalleden bir kısmı, Gabriel’in ha­ ritayı hazırladığı tarihte yeniden inşa edilmemişti.15 Şeriye sicillerine dayanarak, 18. yüzyılda müslim ve gayri­ müslimlerin “beraber yaşadığı” mahalleler, “Eşlem [=lslâm], Sa­ raçhane, Çeribaşı, Eski Kethüda,16 Kurşunlu, Suadiye [=Sevadiye=?Savakça], Gümüşlüzade, Acem Ali, Fethiye, Yakutiye, Gazgancı [=Kazancı]” olarak sıralanmaktadır. Ayrıca, “Saraçhane ve Yahudiyan mahallesinde Yahudilerin,... Bayezid Paşa,... Bozahan e ,... Hoca Süleyman ... mahallelerinde de birçok ziminin ... ol­ duğunu görmekteyiz.”17 19. yüzyılda bu listeye birkaç yeni ma­ halle eklenir: “... 1844-1845 ... cizye defterine göre, Hıristiyan Ermeni milletine mensup olan kişiler, Suvadiye, Dere, Acem Ali, Bayezid Paşa, Devehane, Çırakçı, Mehmet Pasa, Temenna, Bozahane, Saraçhane, Yakutiye, Köprübaşı, Kazancı, Kalaycı, Sofuzade, Kocacık, Uzun Mustafa, Süfli Bazaar, Gümüşlüzade, Hoca Süleyman, Sofulu, Çörekçi, Darüsselam, İslâm, Helkis, Eski Ket­ hüda, Hacı Hamza, Saray, Küpçeğiz, Pervane Bey[’de] ... Rum milletine mensup olanlar ise Hacı Hamza, Kocacık, Köprüba­ şı, Kazancı, Bozahane, İslâm, Eski Kethüda, Devehane, Çırakçı, Acem Ali, Saraçhane, Uzun Mustafa, Pervane Bey, Hoca Süley­ man, Darüsselam, Kalaycımda]... yaşamaktaydı.”18 Yanan on üç mahalleden, Sevadiye'nin Ermeni mahallesi ol­ duğu bilinmektedir.19 Çeribaşı ve Fethiye hariç diğerleri hem Ermeni hem de Rumların yaşadığı mahallelerdi. Bu ikisinin de 14

Menç, bunlara, Bayezid Paşa, Şehirüstü ve kısmen Dere Mahallesini de ekler (a.g.web sayfası).

15

Şimdi 100 Evler’in bulunduğu, “yangın yeri” denilen nokta (Ahmet Demiray, Resimli Amasya: Tarih, Coğrafya, Salname-Kılavuz ve K azalar, Güney Matbaa­ sı, Ankara, 1954, s. 122), Menç’e göre 1945 yılına kadar imar görmedi.

16

Bu mahalleler daha önceki yıllarda da sık sık yangın geçirmiştir. Örneğin, Es­ ki Kethüda ve Bozahane, Devehane mahallesi ile beraber 1912’de tamamen yanmıştır (Demiray, s. 122). Amasya’nın 19 ve 20. yüzyıl içindeki en büyük yangınları “Ermeni olayları” ile eşzamanlı olarak 1898 ve 2 Temmuz 1908 ta­ rihinde olmuştur (Menç (1987), s. 196).

17

Amasya 11 Yıllığı, TC Amasya Valiliği, Ankara, 2007, s. 217-8. Mahallelerdeki isim benzerlik/farklıhk/özdeşlikleri için, bkz. Yaşar (1986), s. 85-142.

18

Ahmet Caner Çatal, 19. Yüzyılın 2. Yarısında Amasya Şehrinin Dem ografik Ya­ pısı ve İskân Siyaseti, yüksek lisans tezi, Niğde Üni., Tarih ABD, 2009, s. 75.

19

Ahnert, s. 25.

61

en azından bir zamanlar Hıristiyan yerleşimi olduğunu, Amas­ ya’da Hıristiyan varlığından neredeyse hiç söz etmeyen Yaşar’ın camilerle ilgili verdiği bilgiden dolaylı olarak teyit etmek müm­ kündür.20 Buna göre, on üç mahalleden en az on bir tanesi “Selağzı” yangınında yanmış olmalıdır. Kurşunlu, Gümüşlüzade, Yakutiye, Eşlem mahalleleri yangın alanı sınırında veya dışında kal­ mış görünmektedir. Amasya Rumlarının çoğu, Ermeni tehciri ve yangından sonra, kaybettikleri mülklerinden kalanla, dağın eteğindeki, görece ucuz evlerin olduğu Dere Mahallesi’ne, daha azı da Ahırönü ve Helkis Bahçe’ye taşınır.21

Kastamonu, Cebrail Mahallesi, 3.5.1914 Dahiliye Nezareti’ne Kastamonu Valisi’nce gönderilen 4.5.1914 tarihli yazıyla, Nisan’ın 20. Pazar gecesi Kastamonu’nun Cebra­ il Mahallesinde “meşhed [=mezarlık] yakası mevkiinde” bir ha­ neden ateş çıkması üzerine yangın mahalline koşulmuş; gerek­ li önlemler alınmış ve “... tulumbacılar ve saire tarafından itfa-i harike [=söndürülmeye] fevkalade gayret ve ikdam kılınmış ise de civarındaki hanelerin yekdiğerine mülasık [=bitişik] ve rüz­ gârın o sırada vezan olması [=esmesi] ve suyun da muvakkaten mebzul [=çok] bulunmaması gibi esbab ikasıyla etrafa sirayet ederek on sekiz hanenin muhterik olduğu ve lehülhamd nüfus­ ça zayiat olmadığı ...”22 bildirilmiştir. Cebrail, Kastamonu’nun gayrimüslim mahallesidir.23 1896 20

Fethiye, Yaşar’ın belirttiği ve adından da anlaşılacağı üzere, kiliseden çevril­ medir; Çeribaşı ve Saraçhane camilerinin “tarih taşı sökülmüş” ve İkincinin de “vakfiyesi bulunamamış”tır (Yaşar (1986), s. 99, 118 ve 125). Kadim gay­ rimüslim mahalleleri, Sevadiye, Bozahane, Yahudiyan, Bayezid Paşa, Devehane, Gökmedrese, Yakutiyye ve Kocacık’dır (Sibel Kavaklı, XVII. Yüzyılın 2. Ya­ nsında Amasya, Doktora Tezi, Gazi Üni., Tarih ABD, Ankara, 2011, s. 67, 243.

21

ErooyXou-M7taKaA.rı (1988), s. 15.

22

BOA.DH.EUM.EMN 81/17

23

1949 doğumlu bir Kastamonulunun sözlü ifadesine dayanarak, Cebrail, Kas­ tamonu’da gayrimüslimlerin yaşadığı mahallelerden başlıcasıdır. Ermeniler, Kevser Mahallesi’nde yaşıyordu. Mahallelerin bulunduğu tepenin üstünde maşatlık yer alıyordu.

62

Vilayet salnamesine göre, merkezdeki 34 mahalle arasında, ha­ ne sayısı açısından, ikinci büyük mahalledir.24 Yangın sırasında Kastamonu Hıristiyanları henüz tehcir edil­ memişti.25 Kastamonu Cebrail yangını, Amasya, Diyarbakır ya da An­ kara gibi ardında büyük bir tahribat bırakmamıştır. Nitekim 1941’de kenti ziyaret eden Örik, Hıristiyan mahallesini tesbit eder ama bir “yangın yeri”nden söz etmez.26

Tokat, Çarşı, Mayıs 1914 ve Ocak 1916 Cinlioglu, olayı bir yangın destanına dayanarak tarihler ve di­ ğer ayrıntıları verir: “[Bjugünkü Cumhuriyet meydanını kapla­ yan mahalle ve çarşı yandı.... [Yİangın Sulusokak ağzından Ali Sabri kışlık sinemasına kadar geniş alanı, Tokat’ın en güzel çar­ şısını yaktı. ...”27 Sözü edilen Sulu Sokak’ın, Ermeni yerleşimi­ ne yakın ve Ermeni zanaatkârlann çoğunlukta olduğu bir tica­ 24

Burhan Şahin, Cumhuriyet öncesinde Kastamonu’nun İdari-Nüjus ve Etnik Ya­ pısı (1839-1903), yayımlanmamış doktora tezi, AÜ Türk İnkılap Tarihi Ensti­ tüsü, 1992, s. 103-4.

25

“Kastamonu vilayetindeki Ermeni nüfusu ... Şubat 1916’da oradan ayrılmak zorunda kaldı. Ama bankanın Kastamonu ve İnebolu şubelerinin personeli­ nin kalmasına Vali tarafından izin verildi” (Andre Autheman, B ank - 1 Osmani-i Şahane, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, İstanbul, 2002, s. 231). Samsun’daki Alman vizkonsülü Kuckhoff, Sinop’un bütün ve Kastamo­ nu’nun kıyı bölgelerindeki Rumların sürgün edildiğini Berlin’e 15.7.1916’da rapor eder (Wilhelm Baum, The Christian Minorities in Turkey, Klagenfurt, Kitab, tarihsiz, s. 125). 1916’da 18-44 yaşlan arasındaki Rum erkekler askere alınır ve çoğu amele taburlanna gönderilir; Rumlar Kastamonu’yu Yunan or­ dusunun ricatı ertesinde terk etmeye başlar (Avuyovr; Apacvr), Kacno.povr\: To Kcunpo Tcov Kofjrjvcov, Zı^ra, AOı^va, 1997, s. 132-6). Kastamonu’daki Ermeni tehciri için bkz. Etöz ve Esin (2014a).

26

‘“Rum, Ermeni mahallesiydi’ denilen kale eteklerine kadar vardığım kıs[ım] ..." (Nahid Sim Örik, Anadolu'da Yol N otlan: Kayseri, Kırşehir, Kastamonu-Bir E dim e Seyahatnamesi, Arma, İstanbul, 2000, s. 150).

27

Yangında üç han, iki eczahane ve doksanbir dükkân yanmıştır. “Çarşıda şim­ diki vitrinli mağazalar gibi büyük ticaretevleri vardı. Hele bugünkü Hükü­ met konağının bulunduğu yönde çevresi işyerleriyle çevrili ve ortasında bü­ yük bir havuz olan bir alanın ön kısmındaki Han dillere destandı" (Halis Cinlioglu, “Tokat’ta Büyük Yangın Destanı”, Sivas Folkloru, sayı 48, Ocak 1977, s. 7).

63

ret merkezi olduğu anlaşılmaktadır:28 “Kent merkezindeki mahallelerde daha çok Ermeniler otur­ makta ve sanayi üretimi işlerinde de daha fazla onların ça­ lıştıkları görülmektedir. Örneğin, Sulu Sokak’taki Ermenilerin birçoğu bakırcı, satenci, boyacı ve ipek ticareti yapan esnaflardı.”29

2.1.1916’da “İki kapılı basmacı hanı, iki ev ve bazı dükkân­ lar” yanar.30 Tahribat çok daha büyüktür (bkz. Ek 1).

Diyarbakır, Hububat Pazarı, 19.8.1914 En iyi belgelenmiş ve en büyük yıkıma neden olmuş yangınlar­ dan birisidir. Yangın yeri, olaydan iki sene sonrasında bile temizlenememiş; bu durum hem lojistik hem de halk sağlığı açı­ sından ciddi sorunlar yaratmış;31 “... sevkiyat-ı askeriye[nin] ... kısm-ı mühimmi otomobillerle yapılmak münasebetiy­ le kasabanın tar ü mar olan ... caddelerinden geçmek imkânı kalma[mış] esasen 330 senesi[nde] muhterik olan çarşı da sıhhat-ı umumiyeyi tehdid edecek bir mezbele halini almıştı bin­ lerce lira masraf ve aylarca mesaiye muhtaç olan harik mahal­ linin ordu vasıtasıyla ve amelesiyle az zamanda bilabedel tathir ettirilme[si] [= ücretsiz temizlenmesi]” istenmişti.32 28

Yahudi mahallesi de buradadır (Agop Arslanyan, Adım Agop, Memleketim To­ kat, Araş, İstanbul, 2008, s. 80).

29

Mehmet Beşirli, Orta Karadeniz Kentleri Tarihi -I- Tokat, Gaziosmanpaşa Üni­ versitesi, Tokat, 2005, s. 300. Kent krokisi için bkz. Gabriel (1934), s. 82-3 ve Arslanyan (2008), s. 214-5.

30

Halis Turgut Cinlioğlu, Osmanlılar Zamanında Tokat, 4. Kısım, Tokat Matba­ ası, Tokat, 1950, s. 66.

31

“1914 yılında çıkan büyük bir yangın ve 1916 yılında çıkan tifüs ve kolera sal­ gını sebebiyle halkın büyük bölümü ölmüştür.” (Pars Tuğlacı, Osmanlı Şehir­ leri, Milliyet, İstanbul, 1985, s. 99). Şevket Beysanoğlu, bölgenin ileriki yıllar­ da da harap kaldığını yazar (Anıtları ve Kitabeleri ile D iyarbakır Tarihi, II. Cilt, Diyarbakır Belediyesi, Ankara, 1990, s. 762).

32

Yangın sonrasındaki diğer bir önemli sorunun emval-i metrukenin istimla­ ki olduğu anlaşılmaktadır: Vilayete gönderilen 1917 tarihli telgrafta “istimlak muamelatında belediye istimlak kanunu ahkâmına tamamıyla riayet edilme­ si” istenmektedir (BOA.DH.UMVM 102/44).

64

Bu yangında devlet görevlilerinin ihmal, suistimal, hatta kas­ tı olması ihtimali, hükümetçe sorgulanmış; vilayete Dahili­ ye Nezareti’nden gönderilen 3.9.1914 tarihli telgrafta, yangı­ nın çıktığı Hububat Pazarı’ndaki gece bekçilerinin vazifeleri­ ni yapmamaları yüzünden yangının yayıldığı, mallarını kurtar­ mak için Müslümanlara kolaylık gösterildiği halde Hıristiyan mağaza sahiplerine müsaade olunmadığı, polis komiseri Memduh Bey’in bilhassa Ermenilerin mallarını emniyete almaları­ nı men ettiği ve Kürdlerle Müslümanların Ermeni mağazaları­ nı yağma etmelerine müsaade olunduğu ve nizami ordu asker­ lerinin de buna iştirak ettikleri halde zabitleri tarafından engel olunmadığı bildirildiğinden yangının çıkış biçimi ile devam et­ tiği esnada ihbar olunan ahvalin vuku bulup bulmadığına tah­ kikatı istenmişti.33 Tahkikatın sonucu Osmanlı arşivinde bulunamamıştır. Peki ne olmuştu? Vali Celal Bey’in beklenmedik tayini ve veda tö­ reni sırasında söyledikleri, aslında olacakların işaretidir. İT’nin ılımlı kanadından olan ve o zamana kadar Hıristiyan karşıtı ey­ lemleri denetim altında tutmaya çalışan Celal, ayrılışından ön­ ce, 17 Ağustos’ta kendisini ziyaret eden Ermeni cemaati tem­ silcilerine, müstakbel vali adayı Reşid’in iyi niyetli ve modern bir demokrat olduğunu, göreve başlamasına kadar herhangi bir “istismar” olmazsa, ondan sonra korkulacak bir şey kalmayaca­ ğını söyler ve 18 Ağustos’ta kentten ayrılır. 19 Ağustos gece ya­ nsı, muhtemelen Ermeni Pazarı da denilen çarşının kuzeyinde­ ki Hububat Pazan’nda yangın çıkar. Aslında Ağustos ayının henüz başında, Almanya’nın Rus­ ya’ya savaş ilanından bir gün sonra, seferberlik ilan edilmiş ve bunun sonuçları hemen görülmeye başlamıştı. 8.2.1914 tari­ hinde imzalanan Vilayat-ı Şarkiyye İslahatı anlaşmasına göre altı vilayeti ve Trabzon’u kapsayan bölgenin iki yabancı genel müfettişin sorumluluğuna verilmesi kararı, henüz devreye gir­ meden geçerliliğini kaybetmiş; geriye sadece tepki ve hınç kal­ mıştı. Boyacıyan’m ifadesine göre, “Ağustos’un 7’sinde ... altı doğu vilayetini teftiş görevi emanet edilmiş [uluslararası mü­ 33

BOA.DH.ŞFR 44/234.

65

fettişler]in yetkilerinin alındığını duyunca, ... Fevzi [Pirinççizade] Bey34 ... [Boyacıyaria] ‘reform istemenin ne olduğunu şimdi göreceksiniz’ demişti.”35 Yangın çarşı içinde aynı anda dört-beş farklı noktadan başla­ mıştır. Görgü şahitlerinin ifadesine göre, dükkânlara daha ön­ ceden gaz püskürtülmüştü. Görevliler söndürme çabası göstermezken, Hıristiyanların, özellikle ilk çıktığı yere yakın dükkânların ahşap kepenkleri tahrip ederek yangının yayılmasını engelleme ve söndürme ça­ balarına müdahale etmiş; mallarını güvenli yerlere kaçırma gi­ rişiminde bulunan Müslümanlara izin verirken Hıristiyanları men etmiştir. Bu nedenle, kurtarılabileceklerin % 60’ı yanmış­ tır. Yalnızca vizkonsül tercümanı Thomas Efendi’nin36 önayak olmasıyla, nehir kıyısına yakın dükkânlardaki yangın, toprak ve su yardımı ile söndürülür. Elverişli dört adet tulumba olmasına rağmen, rüzgârın yönü itibariyle aslında tehlikeye maruz olmayan Ulu Cami için tutu­ lur ve ihtiyaç sahiplerine verilmez. Ermeni murahhasası bun­ dan Belediye Başkanı Cemal Paşazade Fuad Bey’i de sorum­ lu tutar. Yangın esnasında, aynı zamanda büyük bir yağma da yaşa­ nır. Yağmaya Kürt ve Türk sivillerle beraber asker ve milisler (“recruits”) de katılır. Bunlar, İT tarafından oluşturulan ellilik milisler adıyla bilinen müfrezeler, bir anlamda Hamidiye Alay­ 34

Diyarbakır mebusu, 1895 olaylarının baş aktörlerinden Arif Bey’in oğlu. Ziya Gökalp’in dayıoğlu. Pirinççizadelerin 1895 olayları ve 1914 yangınındaki ro­ lü için, bkz. Etöz ve Esin, “Diyarbakır Yangınları: 1895, 1914”, Bülent Doğan (ed.) D iyarbakır Tebliğleri içinde, Hrant Dink Vakfı, İstanbul, 2013, s. 262-80.

35

Vartkes Yeghiayan, Malta Belgeleri, Belge, İstanbul, 2007, s. 132.

36

Dadrian, Thomas Muggerditchian’ın Diyarbakır’da İngiliz vizkonsülü olduğu­ nu ve kentte 19 yıl yaşadığını yazar (V. N. Dadrian, “The Role of Turkish Physicians in the World W ar I Genocide of Ottoman Armenians”, Holocaust and Cenocide Studies, Cilt 1, No. 2. s. 169-92, 1986, s. 187, dn. 36). Reşid 1915’te vali olduğu zaman muhbirlikle suçlanan Muggerditchian tevkif edilmiş, son­ ra kaçm ıştır (Uğur Üngör, A Reign o f Terror: CUP Rule in D iyarbekir Province, 1913-1923, master tezi, Amsterdam Üniversitesi, “Holocaust and Genocide” Çalışmaları Bölümü, 2005, s. 36). Muggerditchian’ın 1919’da yayınlanan anı­ lan için bkz. T he D iyarbekir Massacres and Kurdish Atrocities, Gomidas Ensti­ tüsü, Londra, 2013.

66

ları’mn yerine oluşturulmuş silahlı gruplar olmalıdır.37 Esna­ fın ateşsiz silahlarla karşı koymaya çalışmasına rağmen, polis ve jandarma yağmacıları korur. Ermeniler Memduh Bey’i teh­ dit edince, dükkânlarından bazı malları almalarına izin verilir. Thomas Efendi’nin çabasıyla, dükkân sahipleri polis ve jandar­ mayı püskürtmeyi ve yağmayı durdurmayı başarır. Sabah 06:00 sularında yangın kontrol altına alınır. Yangın, dört saat içinde 180x135 metrekare genişliğinde bir alanı tahrip eder.38 Ermeni mahallesine sıçraması binbir güçlük­ le önlenir. 1.080 dükkân ve mağaza, 13-15 fırın ve pastahane, iki katlı 3 kahve, 4 han ve 5-15 kereste deposu tahrip olur.39 Ka­ palı bir avlu çevresinde, birbirinden bazalt duvarlarla ayrılmış, on metrekarelik bu dükkânlardan 80 tanesi Müslümanlara, ka­ lan 1.000 tanesi Hıristiyanlara aittir. Söylenenler doğruysa, Müs­ lüman tüccarlar, durumu haber alıp mallarım günler önce zaten evlerine taşımıştır. Hatta Müslüman mahallesi yangın tehdidine maruz kalıncaya kadar hiçbir Müslüman söndürme çalışmalarına katılmaz. Tahmin edilen zarar 350-450.000 pound civarındadır. İngiliz konsolosu, yangının sorumlusunun Diyarbakır İT şu­ besi, hazırlayanın da Memduh Bey olduğu fikrindedir.40 Şubenin, benzerlerine kıyasla daha az reform yanlısı ve başta Memduh ol­ mak üzere,41 irtikâba daha çok bulaşmış olduğunu düşünür. “Ce­ 37

Bu milislerin oluşturulması görevi İT’nin Mardin murahhası ağır ceza reisi Halil Edip Bey’e verilmiştir. Sait Çetinoğlu, “Soykırımı laboratuarında incele­ mek: Mardin 1915”; Yves Ternon, Mardin 1915: Anatomie Pathologique d’une Destruction, Annales du Centre d’Histoire Armenienne Contemporaine, Pa­ ris, 2002. IT n in Kürt aşiretlerini silahlandırması, sonrasında da ‘ihtiyaç’ gere­ ği tekrar gündeme gelecektir (Dündar (2008), s. 274-5).

38

“Gece yansı Buğday Pazan’nda ‘Cendere’ denilen yerden başlayan yangın kı­ sa bir sürede Ulu Cami önünden Melek Ahmed Paşa Çarşısına ve eski Borsa Hanı’ndan Kazancılar Çarşısı’na kadar uzanan geniş bir alanı kapladı” (Beysanoglu (1990), s. 762).

39

Bazı kaynaklara göre dükkân sayısı 1.500’den fazladır (David Gaunt, “Death’s End: The General Massacres of Christians in Diarbekir”, Armenian Tigranakert/D iarbekir and Edessa/Urfa içinde, Richard G. Hovannisian (der.), Mazda, Califomia, 2006, s. 309- 359).

40

Bazı kaynaklara göre, operasyonu planlayan Reşid’dir (Gaunt (2006), s. 309).

41

Memduh’un tehcir sonrası emval-i metruke “iş"inden servet yaptığı söylenir (Öngör (2005), s. 61; Polatel, “Diyarbakır’ın Sosyoekonomik Dönüşümünde Ermeni Mallarının Rolü”, Doğan (2013) içinde, s. 411).

67

halet ve rüşvetçilikleri oranında çalışkan ve eğitimli Hıristiyanlardan nefret eden Müslümanlardan oluşan şube, Ermeni ve Keldanileri yıldırmak için her türlü fırsatı kullanıyor.” Belediye Başka­ nı Fuat Bey, ÎT üyesi olmamasına rağmen, muhtemelen önceden tembihlendiğinden, yangında edilgen bir tutum takınır.42 Olaydan sonra, Fevzi Pirinççizade, kundakçılık suçuyla hap­ se atılan Memduh’un serbest kalmasını sağlamaya çalışır.43 Yangından hemen sonra, Reşid, Basra’ya tayin edilir. Kente 23 Ağustos’ta yeni bir vali, sonra da Hamid Bey (görev süre­ si: 17.9.1914-25.3.1915) atanır. Hamid Bey Memduh’u azleder ama Memduh önce Adana’ya atanır, Reşid’in 1915’te tekrar gö­ reve gelmesiyle, görevine döner.44 Ermeni murahhasası, yangından sonra, hükümetten Hıris­ tiyan halkının özellikle Kürtlere karşı can güvenliğinin temin edilmesini, bir yandan da yangının sorumlularının araştırıl­ masını ve cemaatin toparlanması için asker celbinin ertelen­ mesini talep eder. Ancak seferberlikle beraber kanundaki celb muafiyetleri45 kaldırılmıştır.46 Muafiyetin telafisi niteliğinde­ ki, “taht-ı silaha alınan muinsiz efrad-ı redife ve mustahfız” ai­ lelerine yönelik olarak 1912 yılında kanunlaştırılan ve 1914, 1915 ve 1916 yıllarında da tahsisine devam edilen yetersiz 42

FO 195/2460 n. 3758 ve n. 4195.

43

“10 Ağustos günü Diyarbakır’a vardığımızda, ... gelişimizden birkaç gün ön­ ceki yangın pazarı kül etmişti. Kundakçdıkla suçlanan Polis Müdürü hapis­ teydi. Fevzi Bey onun serbest bırakılmasını ayarlamaya çalışıyordu” (Yeghiayan (2007), s. 132).

44

Gaunt (2006), s. 359. 1915’te Reşid tarafından Mardin taktilinde görevlendi­ rilir.

45

“Nüfusun, hizmet yükümlülüğü altında olan kesimlerinden gelen bireyle­ ri muinsiz (geçimini sağlamaktan uzak veya eve ekmek getirecek kimsesi ol­ mayan) olduklarını ispat ettikleri takdirde muafiyet istenebilirdi. ... Örneğin, 1909 tarihli bir İngiliz belgesinde ayrıntısıyla anlatıldığı gibi, evin ekmeği­ ni kazanan erkeğin yerine başkasının konamaması halinde, hane ‘muinsiz’ ve dolayısıyla muaf sayılır[dı].” Zürcher, “Teoride ve Pratikte Osmanh Zorunlu Askerlik Sistemi (1844-1918)”, Zürcher (2005) içinde, s. 155-172, s. 165-6.

46

Stanford Shaw, The Ottoman E m plre in W orld W ar 1, cilt 1, TTK, Ankara, 2006, s. 340. “Balkan Harbi’nden sonra ... muinsizliğinden dolayı istisnalar kaldırıldı ve bu gibilerin ailelerine bir miktar maaş bağlandı” (Faruk Ayın, Tanzimat’tan Sonra Askeralm a Kanunları (1839-1914), G.A.T.S.E.B Yayınlan, Ankara, 1994, s. 49-50).

68

bedelin,47 erkekleri askere alman yangmzede ailelere verilip verilmediğini bilmiyoruz; ancak, Ermeni evleri aranarak, or­ du ihtiyacı olarak mallara el konulur. Bazı vergiler “birkaç ay içinde üç kere toplanmış; ...Ermeniler nüfusun 1/3’ünü teşkil ederken, verginin 5/6’sım ödetmiştir]”.48 İsteneni veremeyen­ ler, askeri mahkemede yargılanır. Kürtler, el konan mallarını telafi etmek için ve etnik husumet nedeniyle Ermenileri gasp etmeye başlarlar. Tek bilinen, askere almayla beraber,49 Erme­ ni cemaatinin ekonomik durumunun iyiden iyiye yıkıldığıdır. Temellendirilmeyen bir iddiaya göre, yangının asli nedeni, Rusların bölgeye kadar ilerleyebileceğini öngörüp, lojistik im­ kânlarım ortadan kaldırmayı planlayan merkezi hükümetin, ye­ rel İT görevlilerine çarşıyı yok etmelerini emretmiş olmasıdır.50

Edime, Kaleiçi, 24.8.1914 Saat 18:30’da çıkan yangın, orta şiddetteki rüzgârın etkisi, dar sokaklar, arabalara ordunun el koymuş olması ve evlerin yapı­ sı nedeniyle hızla yayılmış; 15 saat içinde 1.200 ev ve 4 kilise­ yi tahrip etmiş; 6.000 pounddan fazla zarar yaratmıştır. Evleri yananlar, dindaşlarının yanma sığınmış; ancak erzak stokunun yanması nedeni ile açlık tehdidi baş göstermiştir.51 “Rumlar Kastro (kaleiçi), kuzey Exokastro (kaledışı) ve Yıldı­ rım, Kirişhane, Kıyık ve Karaağaç kenar mahallelerinde kalı­ yorlardı...Ermeniler Kastroda ve Kuzey-Exokastroda yaşıyor­ lardı ve iki kiliseleri vardı. ... Rumlann [Kjastrodaki kiliseleri Metropol, Aziz-Etienne, Aziz Jean Transfigürasyon, Bakirenin 47

Nicole A.N.M. Van Os, “Taking Çare of Soldiers’ Families: The Ottoman Sta­ te and the Muinsiz Aile maaşı”, Erik Jan Zürcher (ed.), Arming the State: Military Conscription in the Middle East and Central Asia 1775-1025 içinde, Tauris, New York, 1999, s. 95-110.

48

Sait Çetinoglu, “Diyarbakır’da Ermeni Mallarını Kim Aldı?”, Doğan (2013) içinde, s. 385-6.

49

Simon Payaslian, “The Armenian Genocide in Diarbekir, 1895-1914”, Hovannisian (2006) içinde, s. 285- 307; Gaunt (2006), s. 310.

50

Payaslian (2006), s. 289.

51

FO 195/2460 n. 3975.

69

Doğuşu, Aziz Nicolas, Aziz Paraskevi, Aziz Vaftizci Jean, Taxiarche [idi]... Aziz Nicolas, Azize Paraskevi ve Aziz Vaftizci Je ­ an kiliseleri 1914 yangınında yandı.”52

Kazancıgil bunlara, Aya Istirati’yi de ekler.53 Yangın, Rumlara karşı yıldırma politikasının başladığı Ma­ yıs 1914 ile Almanya ile yapılan görüşmeler sonucu “Rumların göçünün kesin olarak yasaklandığı ve Rumlara yönelik zulüm­ lerin durduğu tarih” olan 22.10.1914 arasında olmuştur. İlk Rum göçünün Edirne Vilayeti’nden başladığını Talat Paşa mec­ lis konuşmasında dile getirir.54 Edirne’nin merkez kasabasında daha sonra da yangınlar çık­ tığı anlaşılmaktadır. 21.10.1916 tarihli Dahiliye Nezareti şifre­ sinde, “Edirne kasabasında yangın zuhuru haberi alındığından tafsilat ve izahat itası”55 istenmektedir.

Bandırma, Preme karyesi56 (“nam-ı diğer Kapudağ”),57 30.6.1915 “... Preme karyesinde Papa Dimitriyan’m [?] hanesi bahçe­ sinde... şehr-i hal-i ruminin onyedinci günü mısır kavurmak 52

Edime: Serhattaki Payitaht, E. N. içli ve M.S. Koz (haz.), YK Kültür Sanat Yayın­ cılık, İstanbul, 1998, s. 233-4. “Zimiler[in] ... yoğun olarak bulunduklan ma­ halleler, Hisar’m güney ucu ile nehrin ötesindedirler. Bunların sayısı 9’dur. Zimilerin oran olarak dağılımı şöyledir: % 72.7’si Hisar’m güney ucu ile Yıldınm semtinde, % 27,3’ü Tunca kavisi içinde oturmaktadır” (Ratip Kazancıgil, Edim e Mahalleleri Tarihçesi (1529-1990), Edime Valiliği, İstanbul, 1999, s. 113).

53

Kazancıgil (1999), s. 138.

54

Dündar (2008), s. 210, 224 ve 230.

55

BOA.DH.ŞFR 69/55.

56

566 hanede oturan 2.500 nüfusun tümü Rum idi (A.N. Avayvaxrro7iouÂoç,

reojypaıpıa tıjç A v arob jç, Tofioç Tlpcotoç: 'PvaiKrf K a ta a t a a ıç n/ç A vam lr/ç, A0f|va, 1922, s. 70). (Tersi belirtilmedikçe, kaza nüfuslan, M emalik-i Osmaniyenin 1330 Senesi Nüfus İstatistiği, Dahiliye Nezareti, Sicill-i Nüfus İdare-i Umumiyesi Müdüriyeti, Hilal Matbaası, Dersaadet, 1336 kaynağından alın­ mıştır. Transkripsiyonu için bkz. Orhan Sakin, OsmanlI’da Etnik Yapı ve 1914 Nüfusu, Ekim, İstanbul, 2008. 57

70

Bu ifade arşiv belgesinde yer almaktadır. Preme’nin nahiye merkezi olduğu düşünülebilir. Kapudağ’daki 26.000 nüfusun 21.500’ü Rum, 3.700’ü Türk, kalanı Çerkez ve Ermeni idi (Avayva>aTOJtouXoç (1922), s. 68).

üzere yakılan ateşin yakınında bulunan bir samanhane kapla­ malarına sirayet ederek o esnada rüzgârın şiddetle vezan et­ mesinden ve hanelerin köhne ve birbirine mülasık olmasın­ dan dolayı tevsi eden ateş sarf edilen mesaiye rağmen bastırılamayarak Düyun-ı Umumiye ve Rüsumat idareleriyle hü­ kümet ve belediye binası dahil olduğu halde sekiz yüzü karib meskenle yüz bab kahvehane ve dükkân ve üç kilisenin muhterik olduğu ve komşularının ihtaratına rağmen muha­ taralı bir mevkide ateş yakmak ve yangın zuhuruna sebebiyet vermek gibi adem-i takayyüdleri anlaşılan merkumenin cihet-i adliyeye tevdi kılınması Bandırma kaymakamlığına işar olunmakla ...”58

Bursa, Orhangazi, Yeniköy karyesi,59 23/24.8.1915 “Orhangazi kazasının bu kere tahliye olunan Yeniköy karyesin­ de dünkü gün emval-i metruke vaz ve hıfz olunan kilise derununda [=içinde] ateş zuhur ederek hanelerin yekdiğerine mülasık olmasına ve şiddetli rüzgârın esmekde...” bulunduğun­ dan, tahminen bine yakın ev, bir cami, bir kilise, iki okul, telg­ rafhane ve hükümet dairelerinin yandığı ve merkez kazasına it­ faiye aracı gönderilmiş ise de yangının hâlâ devam etmekte bu­ lunduğu ve ateşin kaza eseri çıktığı “mahallelinin işarı üzerine” belirlenmiştir.60 “Orhangazi, Yeniköy (Cedit) ve Keramet yakın zamanlara kadar Ermeni unsurların oturduğu köylerdi.”61 Yüzyılın başın­ da, “İznik gölünün doğusunda bulunan Yenişehir kazasındaki 3 Ermeni köyü [nden biri olan] Yeniköy’de 1900 tarihlerinde 40 hane ve Aziz Gregoire kilisesi [vardı] ,62 “Emval-i metruke” ifadesinden yangının tehcirden sonra ol­ 58

BOA.DH.MB.HPS 156/45.

59

Orhangazi: 34.767 toplam nüfus, 11.884 Müslüman, 22.726 Ermeni.

60

BOA.DH.EUM.2Şb. 10/51.

61

Turgut Bilgin, Samanlı D ağlan, İstanbul, 1964, s. 145.

62

R. H. Kevorkian ve P. B. Paboudjian, Les Armeniens dans VEmpire Ottoman a la Veille du Ginocide, Editions d’art et d’histoire, Paris, 1992, s. 150.

71

duğu, “bu kere” ifadesinden karyede daha önce de yangınlar çıktığı tahmin edilebilir. Bölgede yangınlar 1916’da da devam eder: Hüdavendigâr Vilayeti’ne çekilen, 12.7.1916 tarihli Da­ hiliye Nezareti şifresinde “Armudlu taraflarında harike delalet eden bir ateş buradan görünüyor. Harik olub olmadığının sü­ ratle tetkik ve inbası” istenir.63

İzmit, Ermeni Mahallesi, 27.8.1915 Aynı tarihli şifrede, “Tahliye ettirilen İzmit Ermeni mahallatımn en kesif bir ma­ hallesinde boş bir haneden bu sabah saat dokuzda harik zu­ hur etmiştir. Harikin itfasına son derece gayret olunmuş ise de rüzgârın vezanı, eşyaların umumen ahşab ve sık ve ziyadesiyle müstaidd-i iştial [=parlamaya eğilimli] bulunması sebebleriyle şimdiye kadar itfası mümkün olamamış ve harik ? [okuna­ madı] kollara aynlarak iki yüzü mütecaviz hane muhterik ol­ muştur. Dehşet-i harike nazaran heman bütün Ermeni hane­ lerinin ihrakından korkulmakta ve İslâm mahallatımn ^m a­ hallelerinin] harikten masuniyeti [=korunması] için tedabir-i mümküne ittihaz edilmektedir ]=mümkün olan tedbirler alın­ maktadır]. Harikin sebeb-i zuhuru hakkında henüz bir ser-rişte [=ipucu] elde edileme [diği]” yazılır.

Mutasarrıfın kentte olmadığı bir sırada, asli bir görevi olup olmadığını bilmediğimiz İzmit emlak-ı metruke komisyon rei­ si tarafından gönderilen ikinci telgrafta yangının gittikçe şiddet ve genişliğini artırdığı, söndürme araçlarının yetersizliği nede­ niyle yardım edilmesi istenmektedir. Aynı gün çekilen başka bir telgrafta, yangının tahminen altı yüz hane yandıktan sonra söndürüldüğü belirtilmektedir. Mutasarrıf, aynı tarihli başka bir telgrafta yangının çıkış ne­ deni ile ilgili söylentileri bildirir:

63

72

BOA.DH.ŞFR 65/191. Armuüüdan, Mart 1915 ile 15 Temmuz 1915 arasında 920 Rum tehcir edilmiştir (Dündar (2008), dn. 231, s. 235-6).

“Nakliyat için Yalova’da idim. Harik zuhurunu haber alınca bir sandal ile derhal İzmit’e geldim. Harik boş bulunan Ermeni mahallesinde bir haneden zuhur ederek Ermenilere ait boş ha­ nelerden ancak üç dört yüz hane muhterik olduğu halde bastı­ rılmıştır. Dersaadet’ten muavenete lüzum kalmamıştır. Deve­ ran eden rivayet ve şuuya nazaran harik amele taburlarındaki Ermeniler tarafından kundak vazı [=kundaklama] ile ika edil­ diği ve şimdilik ihtimaliyatm bu merkezde olup tahkikat icra ettirilmekte bulunduğu ve harikden başka katiyen vukuat ol­ madığı gibi mucib-i endişe hiçbir hal de yoktur. Mesele her za­ man olabilen bir harikten ibarettir.”64

Tahkikatı istenmiş olmakla beraber, yangın, hatta “kun­ dak vazı”, öyle anlaşılıyor ki, o yıllarda vaka-yı adiyeden me­ selelerdir. İzmit tehcirinin Ankara ile yakın tarihlerde, Tem­ muz 1915’te başladığı tahmin edilebilir. 19.8.1915 tarihli Al­ man muhaberatında, İzmit’teki Katolik Ermenilerin, “diğerle­ riyle” (=? Gregoryen) beraber tehcir edildiği belirtilir.65 Eylül başında mutasarrıflıktan gelen şifrede, İzmit’te Ermeni kalma­ dığı açıklanır.66 Yaklaşık bir yıl sonra, Talat’ın imzasıyla mutasarrıflığa gön­ derilen 16.7.1916 tarihli şifreyle “İzmid harikinin esbab-ı zu­ hurunun tahkikatı ile müsebbiblerinin şiddetle mesul tutula­ rak neticesinin inhası”67 istenir. Tahkikat sonucunun “rivayet ve şuu”yu doğrulayıp doğrulamadığım bilmiyoruz. Ermeni mahallesi, tehcirden (veya yandıktan) sonra, “Talat Bey” ve “Mazhar Bey” mahallesi olarak adlandırılan iki parçaya bölünmüştür, sonraki adı Kozluk’tur.68

64

BOA.DH.EUM.3$b. 8/32.

65

Der Volkermord an de Armeniem 1915/16: Dokumente aus dem Politischen Archi\ des Deutschen Auswartigen Amts, Wolfgang Gust (der.), zu Klampen, Springe, 2005, s. 248.

66

Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, TC Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Mü­ dürlüğü, Ankara, 1994, s. 93-4.

67

BOA.DH.ŞFR 66/7.

68

F. Yavuz Ulugün, Osmanlı ve Ulusal Kurtuluş D önem i’nde K ocaeli, Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği, Kocaeli, 2002, s. 46, 143.

73

Haçın (Saimbeyli),69 3.10.1915 Kilise kayıtlarına göre büyük çoğunluğu Ermeni ve Katolik olan kazada,70 Eylül’ün 20. pazar günü öğleden sonra saat 7.5 raddelerinde "... Aziz’in dükkânından harik zuhur ederek rüz­ gârın fevkalade şiddeti ve vesaitin fıkdanı [yokluğu] dolayısıy­ la tevsi [okunmuyor] üç saat kemal-i şiddetiyle devam ve tah­ minen iki bin hane, beş kilise, birkaç mekteb ve yüzelli kadar dükkân muhterik olub ancak sekizyüz hane kadar kaldığı ve yangının şiddetine nazaran emvalce zarar pek az olduğu gibi lehülhamd nüfusça ber gûna [bir şekilde] zayiata meydan bıra­ kılmadığı ve mezkûr harikin zuhur ettiği dükkân sahibi Aziz’in derdestiyle bu babda tanzim kılınan evrak tahkikat ile cihet-i adliyeye tevdi edildiği Haçin komiser muavinliğinin işarına at­ fen vilayet polis müdüriyetinden ifade ...” edilmiştir.71 “Yangının şiddetine nazaran emvalce zarann pek az” olması­ nı sağlayan emvalin önceden nakledilmiş olması mıdır? Kesin olan, nüfusun zayi olmamasını “bir şekilde” sağlayan etkenin, Ermenilerin tehcir edilmiş olduğudur: “Kozan Sancağıfnda tehcir] uygulaması... Ali Galip Bey başkan­ lığındaki bir kurulca yapıldı. Ermeni çokluğu Saimbeyli merke­ zinde olduğu için Ali Galip Bey görevinin uzun bir süresini Sa­ imbeyli’de sürdürdü. Halkı dinledi. Ermenilerden kimin nasıl olduğunu nesnel yolla öğrendi. ... sevilenleri bıraktı. Asker ai­ leleri ile Katolik-Protestan olanlara da dokunulmadı.... Göçten sonra Ermeni mahallesinde nedeni bilinmeyen bir yangın çıktı. Islâm Mahallesi halkı, birtakım kuşkularla yangın alanına yak­ laşmadılar.72 Bu nedenle yaygınlaşan yangında çok sayıda evler, dükkânlar, okul, belediye yandı. Yayılma sırasında resmi görev­ 69

30.525 toplam nüfus, 16.792 Müslüman, 11.042 Ermeni, 1.103 Rum Katolik, 1405 Ermeni Katolik.

70

Kevorkian ve Paboudjian (1 992), s. 295-8.

71

BOA.DH.EUM.2.Şb 18/14.

72

Haçin yangınındaki bu tavnn, Diyarbakır’da olduğu gibi cemaatleri ayırdığı, ve/veya Erdek’deki gibi cemaatler-arası ilişkinin o dönemdeki kopukluğuna işaret ettiği düşünülebilir.

74

liler söndürmeye çalıntılarsa da, ancak 53 saat uğraşarak söndürebildiler. ... [Mütarekeden sonra] Saimbeyli’de Müftüoğullanndan İzzetle Ömer Lütfi kardeşler, Yazıcıoğullarmdan da Hacı Mustafa Efendi yakalandı. Üçü de, 1915 yılında Ermenilerin göçürülmesi ile boşalan evlerinde çıkan yangından sorumlu tutul­ du. İzzet Efendi, göç döneminin belediye başkamydı.”73

İzzet daha sonra salıverilir.74 Rivayete göre, Haçin’i, Talat Bey’in talimatıyla Müftüoğlu İzzet, yangın tulumbalarına gaz­ yağı doldurtup evlerin üzerine püskürterek yaktırmıştır.75

Tire,76 Rum Mahallesi, 2.7.1916 “Mali 1332/M 1916-17 tarihli bir telgrafa göre Tire’de yine bü­ yük bir yangın yaşanmıştır. Vali Rahmi Bey imzasını taşıyan ... telgrafta; ‘evvelki gün Tire’de bir harik zuhur ederek rüzgârın şiddetiyle birdenbire tevsi etmiş ve İzmir’den ve etrafdan derhal vesait-i itfaiye sevk edilmiş ise de bunlar yetişinceye kadar ikibin hane ile belediye dairesi ve dörtyüzelli dükkân, sekiz han, yedi medrese, beş cami, üç mekteb, iki külliye, üç havra, iki ha­ mam, iki eczahane, on fırın, iki yağhane muhterik olmuştur. Şimdiye kadar on nüfus yandığı anlaşılmıştır. Harikin esbab-ı zuhuru tahkik edilmektedir. ...’ denmektedir.”77 Hangi mahal­ lenin yandığı ise, Hilal-i Ahmer belgelerinde açıklık kazanır. Hilal-i Ahmer Cemiyeti Merkez-i Umumi Riyasetine İzmir Merkez Şubeden gönderilen 28 Haziran 1332 tarihli ve “... tire kasabasında zuhur eden harikde Hilal-i Ahmer şubesine aid ka­ 73

Mustafa Onar, Kuruluşundan Kurtuluşuna K adar Saim beyli, Ekin, Ankara, 1989, s. 74-109.

74

A.g.e., s. 126.

75

Sn. Mustafa Onar’dan telefonla alman bilgi (Aralık 2008).

76

42.736 toplam, 37.514 Müslüman, 3.227 Rum, 24 Ermeni, 1.872 Musevi.

77

BOA.DH.t.UM E.16/10’e dayanarak, Mehmet Başaran, Tanzimattan Cumhuri­ yete Tire, 9 Eylül Yayınlan, İzmir, 2000, s. 123-4. Kaynak, kasaba nüfusunu, 1915 sonu itibariyle, 38.000 İslâm, 3.250 Rum, 100 diğer Hıristiyan, 1.800 Yahudi olarak verir (s. 83-4). Buna göre, Rum nüfus 1915 sonunda henüz teh­ cir edilmemiştir. Tire’nin, Selçuk ile birlikte 1916’nm ilk aylarında boşaltıldığı düşünülebilir (bkz. Sekizinci Bölüm).

75

yıtlı ve kayıtsız evrak ile mahall-i resmi kurtanlamayarak muhterik olduğu.,.”nu haber veren yazı ekindeki 20 Haziran 1332 tarihli mazbatada, “şehr-i haziranın 19. pazar gecesi Tire’nin Rum mahallesinde zuhur eden ateş rüzgârın tesiriyle dört ko­ la sirayetle önü alınamayacak bir hale gelmekle!?] beş altı saat zarfında üçbini mütecaviz ebniyenin kâmilen muhterik olduğu ve bu meyanda çarşı derununda Dellal pazarında İttihat ve Te­ rakki Kulübü derununda Hilal-i Ahmer, Donanma-ı Osmani ve Müdafaa-ı Milliye şubelerinin eşyalarıyla birlikte Hilal-i Ahmer şubesine aid kayıtlı ve kayıtsız evraktın] ... kurtarılmasına mu­ vaffak olamadığı ...”78 bildirilmektedir.

Ankara, Hıristiyan Mahallesi, Eylül 1916 Altında “Müdafaa-ı Milliye Vekâleti” ibaresi bulunan 1340 ta­ rihli bir haritada, yangının şehre verdiği hasar görülmekte­ dir.79 Birinci, raporlara göre yanan ve Keleş bu haritaya göre geride kalan mahallelerin dökümünü verir.80 Haritadaki boş alan, 1916 yangını ile çapı buna göre oldukça dar, 1922 Sov­ yet elçiliği yangınının81 (bkz. Harita 2 ve 3) bileşimidir. Yan­ 78

KA 157/250.

79

Bu harita, VEKAM (Vehbi Koç ve Ankara Araştırmaları Merkezi) Harita Arşivi’nde 004 envanter no. su ile kayıtlıdır. Merkez, önce reddetmesine rağ­ men, mektupla başvurduğum Sn. Ömer Koç’un özel izniyle talep ettiğim gör­ sel malzemeyi vermiş; ancak yine de yayın hakkı kendilerinde olduğu gerek­ çesiyle haritanın sayısal kopyasını vermemiş, ancak kâğıt kopya ve görüntü­ ler üzerinde çalışmama müsaade etmiştir. Aksi takdirde, yer/yapı isimlerini okumak mümkün olmayacaktı. Sn. Koç’a ilgisi için teşekkür ederim. Harita­ nın bir nüshasını tesadüfen, merhum Raci Bademli’nin arşivinde buldum. Ha­ ritayı incelememe ve fotoğraflamama izin veren Sn. Şule Bademli’ye müteşek­ kirim. Fotoğrafları çekmeme yardımcı olan Sn. Lale Esin’e ve bu dahil, şu ana kadarki tüm harita düzeltme/işaretlemelerini özenle yapan Sn. İlknur Ateş’e de bu vesileyle teşekkür ederim.

80

Karay (2009a), s. 77 ve Ruşen Keleş, Eski A nkara’da Bir Şehir Tipolojisi, AÜ SBF Yayınları, Ankara, 1971, s. 196. Yangın yerinin uçak fotoğrafları için, bkz. Mehmet Tunçer, Ankara (Angora) Şehri M erkez Gelişimi, Kültür Bakanlığı Ya­ yınlan, Ankara, 2001.

81

Kurşunlu Camii’nin önünde kalmış olan Hıristiyan evleri yanmıştı (KapaaoıArı-MaaTopıöoıı (1966), s. 76). Kurşunlu Camii’nin Aziz Stefanos adında eski bir kiliseden çevrilme olduğu iddia edilir (a.g.e., s. 51).

76

gın yeri uzun süre boş kalmış, ancak 1950’lerde imar edile­ bilmişti. Yangında Ermeni ve Rum mahallesi82 neredeyse tümüyle yanmış; Müslüman mahalleleri görece az zarar görmüştü. Ya­ nan kilise ve cami/mescit sayılarının mukayesesi açıklayıcı ola­ bilir. 1914 sayımına göre, Ankara merkez kazasında 69.066 Müslümanla beraber, 3.327 Rum-Ortodoks, 915 Protestan, 3.341 Gregoryen ve 6.990 Katolik olmak üzere ceman 14500, yani Müslüman nüfusun % 21’i kadar Hıristiyan yaşıyordu.83 Oysa, resmi raporlara göre, yangında 6 veya 7 kiliseye karşılık, 2 cami ve 6 mescit yanmıştı.84 Yangın, Karay’a göre iki gece iki gün,85 bazılarına göre daha da uzun sürmüş; raporlara göre, “1030 hane ... 935 dükkân, iki cami, altı mescit, yedi kilise ve üç hastahane ile iki tevkifhane ve bir polis karakolu, ahzıasker, emval-i metruke Reji ve [İT] ku­ lüp binaları”86 ile ceman şehrin yansı yanmış; beş kişi ölmüştür. Bilinen, Ermeni mahallesinde (bugünkü Hisar Parkı) başla­ yan yangının, önce Bedesten’in (bugünkü Anadolu Medeniyet­ leri Müzesi) etrafındaki çarşılara, sonra bir taraftan güney, di­ ğer taraftan da batıya uzandığıdır. Hergele Meydam’mn, yangı­ nın ilk aşamasında etkilenmediğini anlıyoruz.87 Yahudi mahal82

19. yüzyılla 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ... Ermeniler geçmişte Hisarönü bu­ günse Hisar Parkı denen yerde, 3-4 katlı apartmanlarda oturmuşlardır. 1917 yılındaki yangına kadar burası kentin en lüks, en değerli mahallesi olmuştur. Çıkrıkçılar Yokuşu ile bugün Işıklar diye adlandırılan yerlere Rumlar; Denizci­ ler Caddesi denen bölüme de Yahudiler yerleşmişlerdir.” (Nejat Akgün, Bura­ sı Ankara, Ankara Kulübü Derneği Yayınlan, Ankara, 1991, s. 82).

83

Memalik-i Osmaniyenin 1330 Senesi Nüfus İstatistiği.

84

Karay (2009a), s. 78. 19. yüzyılda merkezdeki ibadethane sayılan için, bkz. Zeliha Etöz, 19. Yüzyıl Ankara’sında Sosyal ve Kültürel Yaşam, yayımlanmamış doktora tezi, AÜ KYSB ABD, Ankara, 1998, s. 74.

85

Karay (2009a), s. 141.

86

Karay (2009a), s. 76-9.

87

“... yangınla Ankara’da bulunan Darülmuallimin ve birçok binalarla birlik­ te kilise de yanmıştı... Etfaiye meydanı tarafındaki Ermeni kilisesine ise yal­ nız meraklı çocuklar giderler, kapıdan bakarlardı” (Hikmet Tanyu, Ankara ve Çevresindeki Adak Yerleri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınlan , Ankara, 1967, s. 82). Bu kilisenin daha geç bir tarihte yanmış olması daha muhtemeldir.

77

leşi, en azından sinagog yanmamıştır.88 Yangının kuzeyden ba­ tı ve güneye doğru bir seyir izlediğini Osmanlı belgeleri de te­ yit etmektedir.89 Sonradan uçaktan çekilen fotoğraflara göre, yanan bölge, bugünkü Hisarpark’ından güneye ve batıya uza­ nan iki şerit halindedir.90 Dahiliye Nezareti’ne gönderilen bir yazıda, Holasi oğlu Andon ve rüfekası imzalarıyla verilen bir dilekçeye istinaden, “harikin kasten tevessüüne sebep verildiğinden bahisle... hakikat-ı halin zahire ihracı [=gerçeğin açığa çıkması] için... bir ko­ misyon teşkili...” istenmiştir.91 Söz konusu dilekçe belge ekin­ de yoktur.

Bandırma, Ermeni Karyesi, Mart 1917 (21 Şubat 1332) Kaymakam vekilinden Dahiliye Nezareti’ne çekilen şifrede, “bu gece Bandırmanın Ermeni karyesinde yangın zuhur ederek yü­ zü mütecaviz hanenin harik oldukları Bandırma kaymakamlı­ ğından işar olduğu ve harikin esbab-ı zuhuru hakkında tahki­ kat icrası lüzumunun mahalline tebliğ edildiği ...” ifade edil­ mektedir.92

88

Birinci’nin “ [y]angm[ıtıl şehrin en zengin E m en i ve Yahudi mahallelerini or­ tadan kaldırdığı” (Karay (2009a), s. 98) iddiasına karşı, Beki “Yahudi mahal­ lesine yangının ulaştığını; mahallenin yandığını söyleyen... kimseye... rastla­ madım...” diye yazar ve “Çok daha yaşlı olan ... Tezman,... bazı akrabalarının evlerine eşya getirdiklerini, bazılarının da sonradan Halkevi olacak olan yük­ sekçe yere eşya taşıdıklarını, komşu mahallelerde yanan evleri... anımsamak­ tadır. Hesaba göre 1917 yangını olmalı" diye ekler (Beki L. Bahar, Ankara Yahudileri, Pan, İstanbul, 2003, s. 71-2).

89

“Kısmen harik itfa edildi. Şehrin cenup kısmında devam ediyor.” Karay (2009a), s. 68.

90

Tunçer (2001), s. 67.

91

Karay (2009a), s. 97. BEO 4556/341629 kodlu belge ilk talebimizde çürük ol­ duğu gerekçesiyle verilmemiş; belge ancak yakın zamanda sayısal hale getiril­ dikten sonra okunabilmiştir.

92

BOA.DH.EUM.3.Şb. 14/39.

78

Ayvalı^,93 Nisan-Ağustos 1917 5. Ordu Başkumandan Vekili’nden Dahiliye Nezareti’ne gönde­ rilen 12.8.1917 tarihli 17. Kolordu Kumandanlığı raporunda, Ayvalık’ta çıkan yangının “... Ayvalık’daki cihet-i askeriyeye ait zeytin yağlarını nakletmek üzere gelen arabacılar [m]... sabunhane-i askeriye civarında kâin emval-i metrukeden boş bir kah­ vehanede yakdıkları ateşten zuhur ettiği...”, zanlıların evrakıy­ la beraber adliyeye sevk edildiği, “... ve maamafih tedabir ve takayyüdatın tezyidi [=tedbirlerin ve dikkatin artırılması] husu­ sunda icab edenlere tebliğ edildiği...” belirtilmiştir. “Ayvalık merkez kaza ile Cunda Adası 1914 yılının Mayıs ayında başlayan ... ilk tehcir uygulamasının dışında bırakıl­ mışlardır. ... Ayvalık’ta 1917 yılının Mart ayında ikinci ola­ rak toplu tehcir olayı yaşanmış, Rum halkın bir bölümü Ba­ lıkesir, Susurluk, Kepsut ve Sındırgı’ya göç ettirilmişler­ dir. Toynbee’ye göre 27 Mart 1917 tarihinde Ayvalık Rum­ larının bir kısmı iç kısımlara, çoğunluğu Balıkesir’e tehcir edilmiştir.”94 Dündar, 1 Nisan’da 5.000 Rumun da Denizli’ye doğru gön­ derildiğini yazar.95 Emval-i metrukeden çıktığı rapor edilen yangının 1917 yılının Nisan-Ağustos ayları arasında, tehcirin hemen arkasından çıktığı tahmin edilebilir. İlginç nokta, ra­ porun, tehcir sırasındaki Amasya yangını gibi vilayet değil or­ du görevlileri tarafından tanzim edilmiş olmasıdır. Bunun ne­ deni, yağmaya askerlerin de karışmış olma ihtimalidir: “Karesi Mutasarrıfı 20.10.1917 tarihli yazısında, Ayvalık’tan sevk edi­ len Rumların evlerinin kapıları kırılarak eşyalarının çalındığı, askerlerden de bu işe karışanların olduğu, askerlerin davaları mıntıka kumandanlığına sevk edilirken, sivillerin sulh mahke­ mesine sevk edildiğini, ancak kazanın boşaltılmasından dolayı 93

31.894 toplam nüfus, 454 Müslüman, 31.440 Rum.

94

Sami Korkmaz, Birinci Dünya Savaşı Yıllarında Balıkesir’de Sosyal Hayat, yük­ sek lisans tezi, Balıkesir Üniversitesi Tarih ABD, s. 120.

95

Dündar (2008), s. 242.

79

hâkim ve savcı olmadığı için bu kişilerin mahkeme edilemedi­ ğini kaydediyordu.”96

Gelibolu,97 18.4.1917 Yangın, “şehr-i halin 18. gecesi... dakik [=un] fabrikasıyla yü­ zü mütecaviz haneyi ihrak ...”98 etmiştir. Gelibolu Rumları, Haziran-Eylül 191499 ve Mart 1915’te tehcir edilmişti.100

Erdek,101 27.8.1917 “Yangından önce şehirde 1670 ev, 12 kilise, 4 cami, 4 otel, 2 ha­ mam, 25 değirmen, 2 zeytinyağı haddesi, bir konyak imalatha­ nesi, 20 çeşme, hükümet konağı, telgrafhane, liman idaresi, Düyun-ı Umumiye İdaresi, Tütün Rejisi Şubesi, 150 şaraphane, 2 eczane, 2 taverna ve Rum hastahanesi vardı. Bunlardan ... biri li­ man civannda, diğeri içeride, kasabanın sırtlannda yer alan Çer­ kez Mahallesi olmak üzere iki mahalle varkalmışür.... Erdek’in sakinleri bağcılık, şarapçılık ve gemicilikle geçinirlerdi.”102

Dahiliye Nezareti’nin 30.8.1917 tarihli tezkiresine istinaden verilen Meclis-i Vükela (=Bakanlar Kurulu) kararında Erdek 96

A. Efiloglu, R. İvecan, “Rum Emval-i Metrukesinin İdaresi”, History Studies, Cilt 2, No. 3, 2010.

97

28.123 toplam nüfus, 233 Müslüman, 16.137 Rum, 1.190 Ermeni, 2.576 Ya­ hudi.

98

BOA.MV 207/108.

99

H. Taner Kerimoglu, lttihat-Terakki ve Rumlar 1908-14, Libra, İstanbul, 2009, s. 401, 404.

100 “Gelibolupdal o sıralarda [=Mart 19151 ... Türk memurları bir hayli Rum ai­ leyi başka yerlere göndermişti.” (Liman von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, Bur­ çak Yayınevi, İstanbul, tarihsiz, s. 78). 101 47 .6 6 6 toplam nüfus, 15.232 Müslüman, 31.035 Rum, 1.094 Ermeni, 404 Musevi. 102 AvayvûiaTOJtouloç (1 9 2 2 ), s. 70. “Bağcılık, kozacılık ve tarımla uğraşan, ... 1893 tarihi itibariyle, 3 cam i, 1 m escit, 2 büyük kilise, 10 küçük ma­ bet, 2 Rum mektebi olan lErdek’in] ... 1917 yılında[ki] ... yangında ... bü­ yük bölümüyle bugün Cumhuriyet meydanı olan yerdeki Yalı camii tümüyle yanmış[tır]” (Tuğlacı (1985), s. 116-7).

80

karyesinde Ağustos’un 27. günü çıkan yangından zarar gören İslâm ve Rum ahalisinin iaşe ve iskânlarının sağlanması için mesarif-i gayri melhuze (=öngörülmeyen masraflar) tertibin­ den bin lira verilmesinin Maliye Nezareti’ne tebliği istenme­ sine rağmen,103 yardım yeterli olmamıştır. Üç sene sonra bile kasaba perişan durumdadır. 1920 tarihli bir raporda, “İkibin hane kadar tahmin olunan Erdek kasabasında bundan üç se­ ne evvel sahilden zuhur eden harik camileri, kiliseleri, hanla­ rı, hamamları, otelleri ve en güzel haneleri yakarak kasabanın bin beşyüz parça mebanisini hak ile yeksan [=yerle bir] ey­ ledikten sonra sönmüş ve üzerinde sazdan ve çöpden üç beş yüz kulübe kalm ış...” ve ikametgâhsızlık yüzünden burada ikamet eden amele sınıfı tamamen dağılmış ve bunların tek­ rar toplanması mümkün olmadığından Erdek’in pek meşhur olan binlerce dönüm bağı ve bahçeleri ve bostan ve zeytin­ likleri 150 ve 175 kuruşa kadar yevmiye verildiği halde ame­ le bulunamaması yüzünden çapalanamayarak ve tımar edilemeyerek ota boğulduğu bildirilmiştir. İlk aşamada yapılacak muamele vakit kaybetmeden, muktedir bir mühendisin ma­ rifetiyle yangın yerine ait planların tanzim ettirilerek inşaa­ ta müsaade olunması, ikinci olarak, “erbab-ı layıkından bir kaymakam vasıtasıyla ekseriyeti sırasıyla Türk ve Rum ve Er­ meni ve Çerkesden ibaret olan kaza ahalisi beyninde hüsn-ü münasebetin tesis ve tarsin [=iyi ilişkilerin kurulup sağlam­ laştırılması]...” ve yanmış hanelerin süratle inşasının temini ve bağların bir kısmı filokseralı olduğundan tedavi ve muha­ cir celbiyle amele miktarının artırılması ve “şu cennet-asa ka­ zanın harabiyetten vikâye [=esirgeme] buyurulması”104 tavsi­ ye edilmiştir. Yangın öncesi durum bilinmemekle birlikte, Erdek’deki 1914’te 30.000 olan Rum nüfusu, 1915’te 11.500’e inmişti.105 Önce tehcir, sonra da yangın sonucu, 1915’te “ordunun... şiddet-i ihtiyacı bulunduğundan şarap imalinden sarf-ı nazarla 103 BOA.MV 209/40. 104 BOA.DH.UMVM 103/18. 103 Dündar (2008), s. 166-7.

81

pekmez imal ettirilmesi”106 düşünülen kaza, “hak ile yeksan” olmuştur. “Kaza ahalisi beyninde hüsn-ü münasebetin tesisi” isteği, mültecilerle yöre sakinleri arasında 1878 Rus Savaşı’ndan be­ ri yaşanan sorunlara işaret etmektedir;107 Özellikle 1914 boy­ kotlarında Çerkez ve Hıristiyanlar arasında önemli çatışmalar yaşanmıştır.108 Kasabada ayakta kalan iki mahalleden birinin Çerkez mahallesi olduğu hatırlanırsa, cemaatler-arası “hüsn-ü münasebet”in yangın ile ilgili bir raporda belirtilmesinin, özel bir ima taşıdığı düşünülebilir.

Tirebolu,109 1917, 1918 ve Espiye, 1916 Ermeni tehciri 1915’te başlamış; “Tirebolu’dan tertib olunan üçüncü kafileye iştirak eden Papas Karabet’in ailesiyle isimle­ ri henüz tahkik edilemeyen birkaç kişiyi hanesinde bırakarak evine içeriden ateş verdiği ve her ne kadar kapu kırılarak içe­ ri girilmeğe teşebbüs olunmuş ise de kapu güçlükle açılabilme­ sine ve içerdekilerin istimal-i silaha [=silah kullanmaya] başla­ malarına mebni eve girmek kabil olmayarak mezkûr hane ile derununda bulunan dokuz nüfusun ve civardaki dört hanenin yandığı”110 2.7.1915’te bildirilmiştir. Rum tehciri ise "... 9 Kasım [1916]’da duyurulmuş ve 16 Kasım’da ... başlamıştır. Rum nüfus ilk aşamada Giresun’a doğru 106 BOA.DH.l.UM 82-2/1-18. 107 “93 Harbi sonrasında mülteci Çerkezlerin Bigadiç’e yerleştirilmesi veya başka bir görüşe göre, bir askeri birliğin Bigadiç’e yerleştirilmek istenmesi üzerine, ahali merkezi hükümetin bu uygulamasına karşı çıkar”. Bunun üzerine kaza nahiye yapılır (Zekeriya Özdemir, Bigadiç, Ankara, 1993, s. 78). Bölge halkın­ ca tasvip edilmeyen mülteci iskânlarının, yangınlarda nasıl bir etkisi olduğu­ na son bölümde değinilecektir. 108 1914’teki boykot sırasında, raporlara göre, Bursa’da çoğu Çerkez olan silah­ lı çeteler, ambargoyu ihlal eden tüccar ve müşterilerini tartaklamış, dükkân­ ları ateşe vermiştir (Ryan Gingeras, Sorrovvful Shores: Violence, Ethnicity and the End o f the Ottoman Empire, 1912-1923, Oxford University Press, Oxford, 2009, s. 40). İhtilaflar mütareke sonrasında da devam etmiştir. 109 60.397 toplam nüfus, 48.999 Müslüman, 10.530 Rum, 868 Ermeni 110 BOA.DH.EUM.2.Şb 68/41.

82

sürülmüş, ardından ... Şebinkarahisar’a ... varmış[t]ır.111 Espiye’de de tehcir aynı tarihte başlamıştır: “Son Hıristiyan kafilesi de ... köyden ayrılır ayrılmaz ... Topal Osman’ın silahlı çetele­ ri Espiye’ye girdiler. Espiyeli gençlerden bazıları da onlarla be­ raber yağmaya katıldı, bunların çoğu muhacir ailelerindendi... Üç saat... sonra ... boşaltılan Rum evlerini ateşe verdiler.”112 Anlaşılan Tirebolu defalarca yakılmıştır. Kasabanın üçte iki­ sini yakan ve 1917’de olduğu tahmin edilen Tirebolu yangının­ dan, birçok kaynak, 37. Kafkas Fırka Komutanı, aynı zaman­ da Topal Osman’ın iş ortağı Hacı Hamdi Bey’i sorumlu tutar. Hamdi, Harp Divam’na verilen Osman’ı kayırmış ve yataklık da etmiştir.113 Aynı fırkada görevli Süleyman Bey’in manzum ese­ rinde, Hamdi’nin şiddet eğilimi ve hırsından bahsedilir114 ve Tirebolu yangını bir vurgunla bağlantılandınlır: “Son zamanlarda hususi çete de gezdirmişti Zenginleri onlarla celbedip sızdırmıştı Benim yuvam gibi daha ne ocaklar yıktırdı O kanlı servetini hep böyle biriktirdi Güzel Tirebolu’yu onlara yaktırmıştır Evlerin eşyasını Sinop’ta sattırmıştır”115 Tirebolu 1918 Ocak sonu/Şubatı’nda da yakılıyordu.116 111 Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, İletişim, İstanbul, 2009, s. 356. 112 George Andreadis, Tam am a; Pontus’un Yitik Kızı, Belge, İstanbul, 1993, s. 63-4. 113 İsmail Hacıfettahoğlu, “1. Dünya Harbinin Yeterince Tanınmayan Bir Şahsiye­ ti” (http://www.serander.net/karadeniz-kulturu/karadeniz-tarihi/647-erkân-iharb-miralayi-pirselimoglu-haci-hamdi-bey.html) Hamdi ve Tirebolu yangını hakkındaki en titiz çalışmadır. 114 Bir fırtına gibi birden bire eserdi/ Menfaati uğruna babasını keserdi/ Hiç yok­ tan bir iş için kaç defalar kızmıştır/ Günahsız askerleri hep kurşuna dizmiştir/ Onun bu sebeplerle düşmanlan pek çoktur/ İnsanlık âleminde çünkü hiç yeri yoktur/ O harpte hiç yaramaz, ne hatalar etmiştir/ Cehaleti yüzünden çok efrad mahvetmiştir/ Hırsızlık işi olsa bir kurt gibi salardı/ Peygamber postu olsa onu bile çalardı (Binbaşı Hafız Süleyman (Gürcan), Memleketim Trabzon, Ma­ hallem Tekfurçayır, Ömer Türkoglu (haz.), Kebikeç, Ankara, 1997, s. 161-2). 115 A.g.e., s. 166. 116 “Tirebolu[‘nun] ... çok yerlerinden siyah dumanlar çıkıyordu. Bunlar yangın belirtileriydi. Fakat hiçbir söndürme çabası görünmüyordu.” (Hüsamettin Tugaç, Bir Neslin Dramı, Çağdaş Yayınlan, İstanbul, 1975, s. 207).

83

Sinop, Varoş Mahallesi, 17.12.1917 Kastamonu Vilayeti’ne gönderilen 5.10.1917 tarihli şifrede Sinop’un Varoş mahallesinde vuku bulan yangının neden ve çı­ kış şekli hakkındaki raporun tanzim edilerek gönderilmesi is­ tenir.117 Nezaret’in 25.12.1917 tarihli yazısındaki, Aralık’ın 17. günü Sinop’ta çıkan yangında 213 binanın yandığı ve harikzedegânm pek ziyade yardıma muhtaç oldukları ve ihtiyaçlarının temini için uygun miktar tahsisat verilmesi talebine cevaben Meclis-i Vükela’da alınan kararla “mesarif-i gayri melhuz tertibinden” 1.000 lira çıkarılmasına izin verilir.118 Daha sonra, Dahiliye Nezareti’nin 22.8.1918 tarihli tezkire­ sine istinaden Meclis-i Vükela tarafından “Sinob’da ahiren zu­ hur eden harik sebebiyle açıkda ve muhtac-ı muavenet bir hal­ de kalmış olan Rum ailelerinin tehvin-i zaruret ve ihtiyaçla­ rı için mesarif-i gayri melhuze tertibinden 30 bin kuruşun tesviyesi”ne karar verilir.119 Aynı yangından bahseden belgelere düşülen tarihlerde mi bir karışıklık olmuştur, yoksa Amasya, Selağzı gibi Varoş mahal­ lesi de, biri 5 Ekim’den önce, diğeri 17 Aralık’ta olmak üzere, 1917’de iki kez mi yanmıştır? Kale içi mahallelere nefs-i Sinop denilirken, “1844 Sinop sancağı varidat defter [inde]... gayrimüslim mahalleleri... ‘va­ roş’ mahallesi ismi altında 356 hane olarak gösterilmiştir.... Şe­ hirdeki gayrimüslim mahalleleri, önceki yüzyıllarda olduğu gi­ bi şehrin haricinde veyahut diğer bir deyişle varoşunda yer al­ mıştır. ... [V]aroş mahallatı... tabirinin bütün gayrimüslim ma­ halleler için kullanılması, bu mahallelerin mekân olarak surla­ rın dışında olduğunu göstermektedir. Gayrimüslim mahalleler için kullanılan ifade içerisinde yer alan ‘varoş’ kelimesinin şeh­ rin kal’a dışında olan kısmı, şehrin kenar mahalleleri anlamın­ da kullanılan bir tabir olarak açıklanması, bu düşünceyi teyit 117 BOA.DH.ŞFR 81/40. 118 BOA.MV 210/129. 119 BOA.MV 209/56.

84

etmektedir. ... Rumların meskûn olduğu mahalleler, bugün şe­ hirde Yenimahalle adı ile kurulan mahallenin sınırları içerisin­ de yer almaktadır.”120 Sinop Rumları 1916’da tehcir edilmişti.121

İstanbul, Fatih, 31.5.1918 Öncelikle, genel bir eğilim olarak, “2. Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul’da yangınlar ... yıldan yıla çoğalmış ... [19081923 döneminde] yanan bina miktan da ... [1854-1905] döne­ mi in] deki sayıyı aşmıştır. Öyle ki İstanbul’un en büyük tarihi yangınları... bu süre içinde meydana gelmiştir.”122 Ziyaoğlu’nun listesi incelendiğinde, 1914-18 döneminin en büyük yangını 7.500 binayı yakan ve 31 Mayıs 1918’de123 baş­ layan Cibali-Fatih-Altımermer yangınıdır. Aslında 1916 itiba­ riyle suriçi yangın mahallerini gösteren haritaya bakıldığında da, 1918 yangını öncesi tarihi yarımadadaki en yıkıcı yangın­ ların Aksaray, Fatih ve Karagümrük civannda meydana geldi­ ği anlaşılabilir.124 Yangınların önemli bir kısmının kundaklama sonucu çıktı­ ğına dair öyle yaygın bir kanaat vardı ki, “... özellikle 1919 ha­ ziranında [İstanbul’un] semt sakinleri kendi aralarında teşki­ latlanarak geceleri sokak aralarına nöbet usulü devriyeler koy­ muşlardı.” “Ecnebi sigorta şirketlerinin halkın mal ve eşyalarını fahiş fi­ 120 Selim Özcan, Tanzimat Döneminde Sinop’un Sosyal Ekonomik Durumu, yayım­ lanmamış doktora tezi, 19 Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih ABD, Samsun, 2007, s. 37-42. 121 Baum (tarihsiz), s. 125. 122 Rakım Ziyaoğlu, Yorumlu İstanbul Kütüğü, Turing, İstanbul, 1985. Ziyaoğlu’ndaki hasarlı bina/yangmzede sayılarının, başka kaynaklara kıyasla düşük olduğu anlaşılmaktadır: Fatih 7.500 (Demetra: 50.000 hane), Kumkapı 296 hane (BOA.MV 207/92: 3.000 yangınzede), vs. 123 BOA.MV 249/236. 124 Mümin Yıldıztaş, Yaralı Payitaht: İstanbul’un İşgali, Yeditepe, İstanbul, 2010, s. 42. Kitabında kullanmadığı haritaları sağladığı için kendisine, yardımların­ dan dolayı şahsında tüm Osmanlı Arşivi çalışanlarına teşekkür ederiz. Fatih Mayıs 1915’te de büyük bir yangın geçirmişti (İrfan Orga, B ir Türk Ailesinin Öyküsü, Ana Yayıncılık, İstanbul, 1994, s. 101-5).

85

yatla sigorta kapsamına dahil ettirmek amacıyla bazı yerlerde sabotajlar yaptırdığı”125 şeklinde ekonomik, ya da aşağıdaki gi­ bi siyasi nedenlere dayandırılan rivayet ve haberler vardı: Istanbulda ahiren zuhur ederek 400 kadar hanenin muhterik olmasına sebeb olan harik-i kebir vaktiyle içtima eder­ ken derdest edildiklerini [=yakalandıklarmı] yazdığımız suikasd cemiyeti azası tarafından ika edilmiştir. ... Sabah gaze­ tesi müdürüyle126 diğer birkaç Ermeni muteberanın tevkifi üzerine mutasavvir-ı hareket-i ihtilal kuvveden fiile çıkma­ mış ve suikast müritleri dağıtılmıştır. ... Ermenilerin maksad ve planı şehrin büyük bir kısmını ateşe vermek ve bu sa­ yede ... sirayet edecek olan heyecan-ı umumiden istifade et­ mekti ... Plan kısmen mevki-i icraya vaz edilmiş ve tahmi­ nen 400 kadar hane muhterik olmuştur. Bereket versin ki harik yalnız bir mahalleye mahfuz kalmış zabıta bazı kun­ dakçıları derdest etmiştir ... diğer bazı şübheli eşhasın tevki­ fi malumdur.”127

Ancak siyasi nedenlere bağlı kundaklamaların failleri konu­ sunda karşıt görüşler de vardır. 1877 Büyükada doğumlu Demetra Vaka, 1921’deki İstanbul seyahatinde tanıştığı bir yangınzede ile Fatih-Cibali yangını hakkında konuşur. Baba evi Fatih’te olan kadın, yangın günü çeşmelerde su olmadığına şa­ hit olmuştur. 50,000 evin yandığını düşündüğü yangından,128 rivayetlere dayanarak, Rum veya Ermenileri sorumlu tutarken, Vaka da kendi kanaat ve şüphelerini dile getirir: 125 Yıldıztaş (2010), s. 41. 126 HA ve Müdafaa-ı Milliye gibi İT nüfuzundaki cemiyetlerde aktif görevler alan ve “332 senesi haziranı esnasında içtima eden merkez-i umumi[de] mûstemirren gaybubet” ettiği için, yerine başka bir merkez-i umumi azası seçilen (Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti, 1330-1334 senelerine aid M erkez-i Umumi Raporu, İstanbul, Matbaa-ı Orhaniye, 1335, s. 58) Diran Kelekian mıdır? 24 Nisan tehcirine dahil edilmesi için, “suikast ve kundak” suçlaması önemli bir dayanak oluşturmuş mudur? 127 BOA.HR.SYS 2288/30, 7 Haziran 1915 tarihli [adı okunamadı] gazetesinden (Rumca gazete Foras?). 128 Resmi belgelerde 10 bin hane ve 50 bin yangmzededen bahsedilir. (BOA.MV 212/67)

86

“Dünya Savaşı tüm hızıyla sürerken, Türklerin zaferinin ke­ sinleştiği bir sırada, canlarını kurtarma korkusuyla tir tir tit­ reyen Osmanlı tebaasındaki milletlerden herhangi birinin bir Türk mahallesini kundaklama cesareti göstermesi mümkün mü sizce? Neredeyse tamamı kendilerine muhalif eski Türklerden129 oluşturduğu şehrin bu mahallesini Jön Türklerin kundakladığı yönündeki diğer söylenti size daha gerçekçi gel­ miyor mu? Fatih, bağımsız bir barışın yapılması gerektiğini sa­ vunan partinin merkeziydi ve Jön Türkler onlardan korkuyor­ lardı. Şüpheyi başkalarının üzerine yıkmak ve katliamları kö­ rüklemek amacıyla, bunu Yunanlılar ve Ermenilerin yaptığına dair söylentiler yaydılar.”

Kadın o zaman hatırlar: ‘“Evet; bu olanları daha iyi açıklıyor. Su şebekesinin sahibi olan şirket onların emrindeydi ve suları kesmişlerdi; ta ki Padişah’m kendisi atıyla yangın yerine gelip, derhal su verilmezse başkomiserin idam edileceğini söyleyene kadar. O zaman birdenbire çeşmelerden su akmaya başladı.’”130 Aynı yılın Temmuz’unda İstanbul’un muhtelif mahallele­ 129 Şehrin gayrimüslim mahalleleri ile tezatım belirtmek için, aslında Peyami Sa­ farim Fatih-Harhıye’sini anmak bile yeterlidir. Ancak başka kaynaklar da ve­ rilebilir. “İstanbul’un ilk büyük cami ve imaretinin çevresinde oluşan ve ken­ ti fetheden sultanın lakabını taşıyan Fatih semti, Türk döneminin en ün­ lü ve simgesel yerleşim alanlarından biridir. ... Fatih, kent içinde, her dönem Müslüman tutuculuğu ağır basan bir semt olmuştur. ... Sultan Abdülmecit’in 1851’de, peygamberin ikinci hırkası için yaptırdığı Hırka-ı Şerif Camii bölge­ nin dini statüsünü koruduğunu gösterir.”, İstanbul Ansiklopedisi, Türkiye Eko­ nomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul, 1994, Cilt III, s. 261-3. Fatih’te­ ki “Eski Türkler”, yani, “[Hürriyet ve itilaf] fırka[sı]nın taşra mensupları, ule­ ma zümresinden ibaretti. ... Yapılan propaganda fırkanın lslâmîyeti takviye ve Müslümanlan bir noktada birleştirmek için kurulduğu yolundaydı (Fatih Ca­ mii ikinci ve üçüncü imamlarının buna benzer sözleri [vardı]). ... î [ttihat ve] T[erakki]’nin içtimai sahada yaptığı değişikliklerin ... bu zümreyi H[ürriyet ve] l[tilaf] Fırkası yönünde temayül göstermeğe ittiği söylenebilir” (Ali Birin­ ci, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, II. Meşrutiyet Devrinde İttihat ve Terakki’y eK a rş ı Çı­ banlar, Dergâh, İstanbul, 1990, s. 88-9). Bu “zümre’riin sadece taşra ile sınırlı olmadığı, örneğin Fatih’te de örgütlendiği metnin kendi beyanıdır. 130 Demetra Vaka, İstanbul'un Peçesiz K adınlan, Kitap, İstanbul, 2003, s. 120-4. Fetih kutlamalarının hemen öncesinde başlayan yangın beş farklı yerde etki­ li olmuş, 36 saat sürmüş ve çoğu fakir 30.000 Müslümanı evsiz bırakmıştır (Among the Ottomans: D iariesfrom Turkey in WWI, lan Lyster (ed.), Tauris, Londra, 2011, s. 53-4).

87

rinde arka arkaya yangınlar çıkar.131 İstanbul’un yangınlardan gördüğü zarar o kadar büyüktü ki, 26.10.1919 tarihinde Vüke­ la Meclisi’nde alınan bir kararla, “mescit ve medrese gibi yer­ lerde sefil halde kalan harikzedegâna evler yaptırmak ve bun­ dan sonra yangınların sirayetini ve genişlemesini önlemek hu­ susunda mevcut itfaiye vasıtalarının noksanlarının ikmaliyle ... itfaiye vasıtaları satın almak için gerekli parayı sağlamak [ama­ cıyla] ... sadece Osmanlı gemilerinden... alınmak [üzere] ... harik ve itfaiye ianeleri namlarıyla iki nevi iane akçası ihdası mü­ nasip görüldü.”132 Bir İngiliz raporuna göre, İstanbul’da 1919 itibariyle yaşanan mesken sıkıntısının nedeni, binalara askeri ihtiyaçlar nedeniyle el konulmuş olması ve yangınların yarattığı tahribattı.133

Samsun, Kaleiçi, 18.7.1918 Samsun’da Temmuz’un 18. günü çıkarak 112 hanenin ve birçok dükkânın yanmasıyla sonuçlanan yangından zarar görenlerin is­ kânlarına yardımcı olmak üzere İstanbul harikzedegânı için top­ 131 BOA.MV 249/236. 132 Tayyip Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, II. Cilt, Türkiye tş Bankası Kül­ tür Yayınları, Ankara, 1965, s. 133, ayrıca BOA.HSD.AFT 6/86. 1918 yılında­ ki önlemler ve memurlara verilen yardımlar için BOA.MV 249/236, mütareke dönemi yangınları için, bkz. Yıldıztaş, s. 43-7. 133 FO 608/79 n. 2110/M/2348 (11.11.1919). El koyma ve yangın arasındaki iliş­ ki ilgi çekicidir: Örneğin henüz savaşın başında İzmir’de 200 taş eve ordu ta­ rafından el konur. Bunun muhtemel nedeni, kentin savunma amaçlı kundak­ lanmasını kolaylaştırmaktır (FO 371/2413 no. 60965, 19.10.1914). “Türk mahallelerine atılan bombaların zararını önlemek düşüncesiyle, karşı tedbir olarak Vali Rahmi Bey, Türk mahallelerindeki büyük binaları boşalttırmış ve ecnebi aileleri mecburen bu evlere doldurtmuştu. Süngülü nöbetçilerin bekle­ diği bu evlerden maksat, eğer Türk mahallelerine bomba atmakta devam edi­ lirse kendi tebaalarının da zarar göreceğini anlatmaktı.” (Naci Gündem, Gün­ ler Boyunca, İhsan Gûmüşayak Matbaası, İzmir, 1955, s. 53). “Urla’da [Albay Deeds] ile görüşme [sinden sonra] Rahmi Bey İzmir’de bütün karakollara, res­ mi dairelere, okullara ve Sankışla’ya tenekelerle gaz dağıttı. Ingilizler şehri iş­ gale başladıkları an, İzmir yakılacaktı. ... [ŞJehrin tanınmış ve zengin Hıristiyanlan, Eşrefpaşa, Tilkilik, Namazgâh semtlerine, Gureba Hastahanesi civa­ rındaki Türk evlerine yerleştirildiler. İzmir’in Türk kesimi bombalanırsa, bu zengin Hıristiyanlar Türklerle birlikte can vereceklerdi” (Nurdoğan Taçalan, Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken, Aksoy Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 30-2).

88

lanmaya hazır yardımın Samsun’daki harikzedegâna da dağıtıl­ ması lüzumuna dair Dahiliye Nezareti’nin 22.7.1918 tarihli tezki­ resine cevaben Meclis-i Vükela’ca yangından zarar gören memu­ rine ikişer maaş nisbetinde avans verilmesi uygun görülmüş,134 sivil halk için ise, yangında 213 bina yandığı ve harikzedegânın yardıma muhtaç bir halde bulundukları için ihtiyaçları için Meclis-i Vükela’ca 1.000 lira tahsisine karar verilmiştir.135 Yanan mahalle(ler) bu belgelerde açıkça söylenmemekle be­ raber, başka bir kaynağa göre, “1917 yılında Kale mahallesin­ de büyük bir yangın çıkmış, tulumbacıların bütün gayretlerine rağmen mahalle tümüyle yanmıştır.”136 Kaleiçi, şehrin en eski mahallelerindendi.137 “Mahalle-i Rumiye (Cemaat-ı Rumiyanı Nefs-i Samsun)” yani kaleiçi Rum mahallesinde, 1485-1576 yılları arasında “Samsun Şehrindeki Mahalleler, Cemaatler, Za­ viyeler ve Nüfus” listesinde, tahrir defterlerine dayanarak, üç ayrı yıla ait (1485, 1520 ve 1576) nüfus tesbitlerinin hiçbirinde Müslümanların yaşamadığı, buna mukabil sırasıyla, 81, 28 ve 31 gayrimüslim hanenin bulunduğunu öğreniyoruz.138 Semt, camilerinin mimarisinden anlaşıldığı kadarıyla, muhtemelen Osmanlı fethinden önce kurulmuş139 ve 19. yüzyılda da bü­ 134 BOA.MV 212/103 ve BOA.MV 249/236. 135 BOA.MV 210/29. 136 Baki Sansakal, Samsun Polis Tarihi, Samsun Emniyet Müdürlüğü, Samsun, 2 006, s.175. Yanan başka mahalleler de vardı: “Samsun’un büyük mahal­ lelerinden biri ve daha önce Rumların oturduğu Kadıköy mahallesi, Aziz Sam i[h]’in benzetmesine göre, ‘Pompei Harabeleri’ne dönmüştü. Mahalle Pontus çetelerine yataklık ettiği gerekçesiyle Merkez ordusunun harekâtı sı­ rasında boşalttırılmış, böylece yüzlerce ev yıkıma terk edilmişti. Köylerde du­ rum tam anlamıyla felaketti. İskân Bakanlarından Refet (Camtez) Bey ‘[gelen muhacirlerin] beşyüzden çok köy(ün]e karşılık beş köy, hatta beş hane bi­ le bulamadık’ diyordu. Evler ya yakılmış ya da pencere, çerçeve tavanları sö­ külüp pazarda sanlarak yoğun bir yağma başlamıştı” (Refik Baskın, $u Sam­ sun’un Evleri, Barış Gazetesi, Samsun, 1998, s. 31-2). 137 Ali Sarcan, Samsun Tarihi, Kültür Matbaası, Ankara, 1966, s. 108. 138 Bahaeddin Yediyıldız, “1485-1576 Yıllan Arasında Samsun Şehri”, 1. Tarih Boyunca K aradeniz Kongresi Bildirileri içinde, 13-17 Ekim 1986, 19 Mayıs Eğitim Fakültesi, Samsun, 1988, s. 297-303.. 139 Vadala, Kaleiçi’ndeki Hacı Halil, Hacı Hatun ve Mekke camilerinin minaresiz olduğunu yazar (R. P. Maxime Vadala, Samsoun; Passe, Present, Avenir, Paul Geuthner, Paris, 1934, s. 39).

89

yük bir yangın geçirmişti.140 Sinop’un aksine ve Edirne’ye ben­ zer olarak, Samsun’da kaleiçinin kadim gayrimüslim mahalle­ si olduğunu söyleyebiliriz. Buna 19. yüzyılda Kadıköy gibi va­ roşlar da eklenecektir. Samsun’daki Ermeniler 1915 Kasımı itibariyle tehcir edilmiş­ ti.141 1916’nm sonunda, Samsun’un çevresindeki Rum köyleri yağmalanmaya ve yakılmaya başlar.142 1916 “Aralık ayı başında Bahaettin Şakir’in Samsun’a gelmesiyle birlikte sürgün politika­ sı sistemli bir şekilde uygulanır.... 9 Ocak’ta... genel sürgün uy­ gulaması... Samsun’un Rum varoşu Kadıköy’den başlatılır...”143 Ocak 1917’de Kastamonu Valisi “Samsun’dan gelecek Rum­ ların vilayetçe iskânları esbabı tayin kılmaca[ğmdan]... gerek ahali ve muhacirler ve gerek Rumlar için lüzumu kadar zehairin tedariki”ni ister.144 Karadeniz Rum tehcirinin genel planla­ masına bakılırsa, Samsun Rumları 1917’nin ilk aylarında tehcir edilmiş olsa gerektir.145

Bafra,146 1917; Havza, Aralık 1918 Bafra’nın Ocak 1917’de,147 Havza’nın da 1918’den önce yandı­ ğı bilinmektedir.148 “[1917] Ocak sonunda Bafra ve çevresi, Şubat’ta da Çarşamba ve Ünyefde]... yaşayan 30.000 kadar insan 140 "... Kale mahallesi namıyla söylenen yerde[ki] ... 11 Ağustos 1286 hicride(ki) (1869) ... bu yangın şehrin hemen yansından fazlasını tahrip etmiştir” (Meh­ met Torun, Samsun ve İlçeleri Tarihi Araştırmaları, İstanbul, 1954, s. 17, 26). 141 Arthur Beylerian, Les Grandes Puissances, l’Empire Ottoman et les Armeniens dans les Archives Françaises (1914-1918), Üniversite de Paris I, Paris, 1983, s. 139. 142 Baum (tarihsiz), s. 125-6. 143 Yerasimos (2009), s. 356-7. 144 BOA.DH.ŞFR 543/96. 145 Dündar (2008), s. 241-3. 146 81.516 toplam nüfus, 48,944 Müslüman, 30.838 Rum, 1.735 Ermeni. 147 “Birincikanun 1917’de Rumların isyan ederek Baha’yı yakmalan üzerine Or­ du komutanlığı Samsun ve Bafra’daki Rumlann Ankara’ya doğru geri alınma­ sı emrini verdi.” (Tevfik Sağlam, Büyük H arpte 3. Orduda Sıhhi Hizmet, Aske­ ri Matbaa, İstanbul, 1941, s. 56.) 148 2 Aralık 1918 tarihli yazıda Havza kazasında çıkan yangının söndürülmesi es­ nasında merdivenden düşerek yaralanan bir polis memurundan bahsedilmek­ tedir. (BOA.DH.EUM.LVZ 44/94).

90

Ankara vilayetine doğru yola çıkarılır.”149 Karadeniz yangınla­ rı, öyle anlaşılıyor ki, 1916’nm sonunda başlayan genel Rum tehcirinin bir parçasıdır.150 Anlaşılan, Anadolu kentlerinin Hıristiyan mahalleleri ile Haçin vs. gibi nüfusu neredeyse tümüyle Hıristiyan yerleşimleri Savaş sırasında yanmıştır. Bunun ne anlama geldiğini, Sekizin­ ci Bölüm’e bırakıyoruz.

149 Yerasimos (2009), s. 35-7. 150 “Samsun yakınlarındaki Kavak ve Havza köyleri bütünüyle yakıldı. İki köyde evler, içindeki insanlarla birlikte ateşe verilmiş [ti].’’ (a. g.e., s. 60).

91

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MEHMED REŞİD (ŞAHİNGÎRAY)

26 Mart 1916’da Ankara Valiliği’ne 1915-16 yıllarında Diyarba­ kır valiliği yapmış Dr. Reşid getirilir. Bu bölümde soracağımız iki temel soru vardır: Reşid’in Ankara valiliğine neden getirildi­ ği ve bir yıl sonra neden azledildiği. İlk soruyu iki ayrı dönem/bağlamda ele almak mümkündür: Meşrutiyet öncesindeki fikirleri ile 1910’dan sonraki mülki amirlik dönemindeki fikir/eylemleri. Kendi hatıraları ile özel­ likle Üngör (2005) ve Kieser1 sayesinde Reşid hakkında önemli bilgilere sahibiz. Ankara yangını için önemli sayılabilecek ipuç­ ları için, bu kaynaklara tekrar başvurarak yaşadıklarını gözden geçirmek gerekir. Çevri mahlasıyla 1909’da yazılmış ve kendisine maledilen kitapta,2 Reşid, II. Meşrutiyet’i doğuran “esbab-ı hakikiye”nin3 başında, "... şehzadeliği zamanından yalancılığı, mürailiği, hi1

“From ‘Patriotism’ to Mass Murder: Dr. Mehmed Reşid (1873-1919)”, A Question o f Genocide içinde, Suny ve diğerleri (eds.), Oxford University Press, Oxford/New York, 2011, s. 126-49; “Mehmed Reshid: A Political Doctor”, Der Vûlkermord an den Armeniem und die Shoah, Kieser ve Schaller (eds.), Chronos, Zürich, 2002, s. 245-80.

2

Çevri, tnkılab Niçin ve Nasıl Oldu, N. Bilgi (haz.), Akademi Kitabevi, İzmir, 1994; eserin izafe tartışması için bkz. s. 15-22.

3

Çevri (1994), s. 46.

93

le ve fesada meyli ile herkesin nefretini celb etmiş olan Abdülhamid...”4 ile ikiyüzlü5 ve acımasız6 emperyal güçlerin baskısı­ nı sayar. Benzer biçimde, Abdülhamid’i 1890’lardaki İstanbul Ermeni “olay”larınm başlıca sorumlusu olarak görür.7 Osman­ lI toplumu emperyal güçlerle Abdülhamid’in ikili kıskacından kurtulduğunda, sanki her şey yoluna girecektir. Meşrutiyet ön­ cesine ait bir yazısında, sorunu neredeyse bir sınıf karşıtlığı8 ve sınıf mücadelesi fikrine kadar genişletir: “Memleketimizi harap edenlerden, köylerimizi soyanlardan... yıktıkları evlerin, harap ettikleri köylerin... hesabını istiyoruz. Köylü asker oluyor,... vergi namıyla, aşar namıyla bütün ka­ zancını hükümete veriyor... Halbuki köylünün mahsul-i me­ saisini yiyenler, saray halkı, vükela ve memurlar... sarayların­ da, konaklarında sefahat içinde yaşıyorlar... Çalışan köylüleri­ mizi doyurmak, sefaletten kurtarmak için o müstebitlere, o se­ fihlere, o vatan düşmanlanna ilan-ı harb ettik.”9

Reşid’in anlatısının iki ana unsuru olduğu anlaşılıyor: “Harp” ve “vatan düşmanlan”. Her ikisi de, 1905-15 döneminde çok 4

Çevri (1994), s. 29.

5

“Kendi ülkesi dahilindeki akvam-ı muhtelifenin... komitelerini, lisanlannı ve âdetlerini mahv etmek için yapağı mezalimi... unutarak Türkiye idaresinde bulunan ve güya enva-ı teaddiyata hedef olan Hıristiyanlan ve hususiyle lslavlan kurtarmak fikri”ni taşıyan Rus Hükümeti; "... Ermeni vatandaşlanmızın kanlan sel gibi akmldığı bir sırada ... maddileşmiş milyonlarla gözyaşlanndan başka bir şeyi olmayan mücevheratı ve Hereke’nin akmişe-i nefisesini hediye almaktan sıkılmayan Hacı Gilyom [Alman kayzeri]” (Çevri (1994), s. 38, 42-3).

6

“... Türkiyenin... vücudunu harita-i âlemden kaldırmak suretinde Avrupalılan n takib etdikleri hatt-ı hareket...” (Çevri (1994), s. 38).

7

“... İstanbul’daki Ermeni kıtali Osmanlılar için bir leke ise de bunu yapanlann Türkler değil hükümet-i Hamidiye ve avanesi olduğunda hiç şübhe bulunma­ dığı...” (Çevri (1994), s. 52).

8

“[Trablusgarb’da] hükümet-i Osmaniye, hâkimiyetini, soymak zulm etmek... suretinde göstermiş. Ahali ikiye aynlmış. Bir kısım mütegallibedir ki halkı soymak, hükümete vasıta-yı cinayet olmak için yaratıldıklarına kani, bir kıs­ mı ahali-yi mağduredir ki zulme, esarete alışmış... Birinci güruhun nüfuzunu kırmak... ikinci kısmı uyuşukluktan, gafletten uyandırmak... lazım geliyor­ du.” (Mehmetefendioğlu (1993a), s. 31).

9

Ahmet Mehmetefendioğlu, Dr. Reşid Bey’in Hatıraları, Sürgünden İntihara, Arba, İstanbul, 1993a, s. 24.

94

hızlı yer/hedef değiştiren ve esnek mefhumlardı.10 Reşid’in temel eylem planı, “vatan düşmanlarına [karşı] harp” ve bu yolla kurulan bir hükümranlıktır. 1905-8 olayla­ rı bunun bir örneğidir. Hukuki olarak sınırlanmış bir hüküm­ ranlık anlamına gelen “Meşrutiyet”e ulaşmak, mücadele/savaş ile mümkün olabilmiştir. Ancak Reşid’in 1908’den itibaren hü­ kümranlığı hukuk dolayımıyla değil, doğrudan doğruya “sa­ vaş” yoluyla kazanılabilir görmeye ve buna uygun adımlar at­ maya başladığını anlıyoruz. Denklemdeki ikinci unsura gelin­ ce, sabit kalan “savaş” fikrine rağmen, birçok İttihatçıda oldu­ ğu gibi, “müstebit ve sefihlerden” oluşan “vatan düşmanlan”, II. Meşrutiyetin sonrasında yer değiştirecektir.11 Nitekim yak­ laşık on yıl sonra kaleme aldığı anılannda, “Ermeni meselesi­ nin müsebbibi Ermenilerdir” diye açıkça yazar.12 Reşid’in “müsebbib” fikri, örneğin, belirli bir dönem için Ce­ miyette ağırlığı olan Prens Sabahaddin’in akıl yürütmesinden oldukça farklıydı. Sabahaddin’e göre, merkezi bir idarenin hü­ küm sürdüğü rejimlerde, kralın veya parlamentonun değiştiril­ mesi sonucu etkilemez;13 önemli olan aktörlerin değişimi de­ ğil, kararların adem-i merkezileştirilmesi veya yönetim meka­ nizmalarının reformudur: Reşid’in alegorik veya organik dene­ bilecek düşüncesine karşı, Sabahaddin’in mekanik/soyut dü­ şüncesi.14 Tıpkı Abdülhamid tahttan indirildikten sonra iktidar so­ rumluluğunu alan İT’nin aslında o zamana kadar imparatorlu­ 10

Bunun bir nedeni, belki de, siyasi düşünce tarihi içinde farklı anlamlar kazan­ malarıydı. Konuya burada değinilmeyecektir.

11

Aslında daha 19. yüzyılın son çeyreğinde Anadolu’daki Ermeni örgütlerinin, Abdülhamid istibdadını, yaşanan sıkıntılarının başlıca sorumlusu ilan eden ve cemaatler arası dayanışma öneren pankartlar için, bkz. British Documents on Ottoman Armenians, Bilal Şimşir (haz.), TTK, Ankara, 1989, özellikle Cilt 111 ve IV.

12

Dr. Mehmed Reşid Şahingiray, Hayatı ve Hatıraları, Nejdet Bilgi (haz.), Akade­ mi Kitabevi, 1997, İzmir, s. 95.

13

Şükrü Hanioğlu, Preparation f o r a Revolution: The Young Turks, 1902-1908, Oxford University Press, Oxford/New York, 2001, s. 87.

14

Organik düşünce, bu rekabeti kazanacak; mekanizmalarda reform yerine hasımlann tesbiti ve bertarafı, Cumhuriyet’in iktidar kültürünün de çekirdeğini oluşturacaktır.

95

ğun sorunlarının izalesi için henüz makul bir program geliştiremeden iktidarla tanışarak,15 Abdülhamid iktidannı, Abdülhamid’inkine benzer yöntemlerle sürdürmeye mecbur kalma­ sı gibi, Reşid de, 1908 sonrasında, mülki idareciliğe adım atar atmaz, bazı gerçeklerle yüzleşir: Yönetim değişmişti ama re­ jim ve sorunlar yerli yerinde duruyordu. Kieser’in öne sürdü­ ğü gibi, memleketin kurtulmasının önündeki temel engel, baş­ ka engellerle yer değiştirmek, ikame bir “müsebbib” bulunmak zorundaydı:16 Özellikle Karesi mutasarrıflığı sırasında Rumla­ rın hayat tarzını görmesi, Kieser’in deyişiyle, Reşid’de “sosyal bir kıskançlık” yarattı. Reşid, o dönemki gözlem ve duyguları­ nı örneğin şöyle anlatır: “Edremid, Burhaniye hep zeytuncu.... Ayvalık’a takarrüb olun­ dukça zeytunculuk daha ziyade artıyor. Dağlara bile zeytun di­ kilmiş. Servet bundandır.... Şehir gayet mamur, oldukça mun­ tazam, haneler pek güzel. Fakat ahali umumiyetle Rum.”17 “Fakat” bağlacı, servet ve kentsel estetik ile bilgi/sermaye bi­ rikimi, emek, vs. arasındaki ilişkiyi görmezden gelerek, doğru­ dan, olmaması gereken bir durumun veya hak edilmeyen bir sonucun ve bu anlamda toplumsal bir meselenin varlığını ima eden bir tepki ifadesidir. Mesele, toplumun bir kısmının fakir veya zengin olması değil, “fakat” belirli bir etnik/dini aidiyet ta­ şımasıdır. Etnik ve tepkisel bir bölünme, sınıfsalın yerini alma­ ya başlamıştır. Zürcher, İT kadrolarının, tek başına Türkçü, Islâmcı veya Osmanlıcı sayılamayacağını tartıştıktan sonra, tepkisel (“reactive”) düşünme/eylem tarzlannı vurgular: “İttihatçıların hareket saiki, büyük ölçüde tepkisel olan, özel bir Osmanlı Müslüman milliyetçiliği terkibi idi. Servet ve ikti­ 15

Ülkenin kurtuluşu için inandıncı ve tutarlı bir projeleri olmayan bu seçkinler, işin henüz başında bir sağ dalgaya yakalandılar (Kieser (2002), s. 271).

16

Sultan tahttan indirilir indirilmez, Ittihadçı düşüncesinin mantığı, başka ‘mil­ let düşmanlan’ bulmak için yanıp tutuşmaya başladı. Hıristiyan azınlıklar bu işlevi yüklenecekti (Kieser (2002), s. 251).

17

Şahingiray (1997), s. 68-9.

96

darlarım kaybetme noktasına gelmiş Müslümanlarla, kazanan Osmanlı Hıristiyanlan arasında gelişen özel ve zıtlaşmacı bir ilişki olarak tanımlanabilirdi.”18

Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın, 25.10.1915’te Meclis’te yap­ tığı konuşmada anlattığı mesel bu tepkisel tavrın tipik bir ör­ neğidir: "... Toyranlı bir fırıncı gelmiş, fırının birine girerek derhal ha­ mur yoğurmaya başlamış ve içerideki fırıncıyı atmış. ... ‘nere­ ye istersen git, şikâyet et, çünkü gelip beni de birisi... kolum­ dan tuttu attı, derhal hamuru yoğurmaya başladı. Ben de bura­ ya geldim aynım yapıyorum’ demiş.”19

Bu paragrafta, Reşid’in düşüncesinin ikinci unsurunun te­ mel niteliğini de görüyoruz: “Vatan düşmanlan” veya “müsebbib”, dolaylı veya ikame bir hedeftir. “Birisi”ne doğrudan kar­ şı çıkmak mümkün olmayınca, ilk karşılaşılan savunmasız mu­ hatap, yani “onlardan” sayılan diğer “birisi”, onun yerini alır. Bu, ne modern devlet öncesine ait aşiret hukuk/davası (“kar­ şılıklılığı içeren” Durkheim’cı ifadesiyle “baskıcı hukuk”) ne de 1905-8 yıllarında imparatorluk genelinde ve Dördüncü Bölüm’de bahsedilecek Erzurum örneğindeki gibi, acımasız vergi­ lere, istibdada ve yerel üst sınıflara (Ermeni ve Türk zahire tüc­ carları) karşı verilen bir sınıf savaşıdır; aksine, doğrudan zarar verene değil onun “vekil”ine karşı ve devlet gözetiminde yürü­ tülen bir mücadeledir. “Müsavat-hürriyet-uhuvvet” şiarı beş sene gibi kısa bir süre­ de unutulmuş; adalet belirleyici değer olmaktan uzaklaşmış; ye­ rini haksızlığa karşı haksızlık fikri almıştır.20 Değerler gibi eylem­ ler de artık doğrudan olumlanamaz; yerlerini, maruz kalındığı 18

Eric Jan Ziircher, “Young Turks, Ottoman Muslims and Turkish Nationalists: İdentity Politics 1908-1938”, Ottoman Past and Today’s Turkey içinde, Kemal Karpat (ed.), Brill, Leiden, 2000, s. 151-180.

19

Dündar (2008), s. 208.

20

Meclis-i Mebusan’da Ermeni taktili üzerine 1918’de yapılan tartışmalarda, “Dimistokli Efkalidis Efendinin konuşmasına, Türk mebuslar, ‘Bulgaristan, Yunanistan’da böyle yapılıyordu’ diyerek müdahale ederler.” (Taner Akçam, İnsan H aklan ve Ermeni Sorunu, İmge, Ankara, 2002, s. 194).

97

için bir ikameye reva görülen ve yansıtılan cezalara bırakmıştır. Balkan Harbi’nde ağır kayıplar veren Müslüman ahalinin hedefi, “Öç Marşı”nm da gösterdiği gibi (bkz. EK-C), kendi felaketlerine neden olan emperyal güçler, Balkan ulusları, hükümet veya pa­ dişah değil, elde kalan topraklarda yaşayan Hıristiyanlardı. “Teh­ likede olan vatan”ın21 kurtuluşu, önceleri, “dış düşmanlar’Ta bir savaşı gerektirse de, sonradan “Türklerin ve Türklüğün ya­ şandığı bir vatan” yaratmak için “gizli düşman”22 da denilen “iç düşman’Ta savaşmak suretiyle mümkün olacaktır.23 Bu tavır ya da bu tavrı koşullayan saikler bütünü, Zürcher’in işaret ettiği gibi, İT kadrolarının gayrimüslimler karşısında­ ki toplumsal konumlarına, hatta Müslümanlarla gayrimüslim­ lerin konumları arasındaki eşitsizliğin niteliğiyle bağlantılı gi­ bidir. Ekonomik açıdan güçlü, ancak siyaseten zayıf bir konu­ ma sahip gayrimüslimlere karşılık, ekonomik açıdan zayıf, an­ cak siyaseten güçlü bir konuma sahip Müslümanlar arasında­ ki “yetersiz farklılık” veya “yetersiz eşitsizlik”,24 hatta “çapraz eşitsizlik” denebilecek ilişki, sürekli bir belirsizlik, çatışma ve tehdit halini besliyordu.25 21

IT’nin 30 Ekim 1895’te “Vatan Tehlikede” bildirisi ile siyasi hayata dahil ol­ duğunu hatırlayalım.

22

iT’nin fikriyatım oldukça belirlemiş olan Ahmed Rıza’nın Vazife ve Mesuliyet­ ler: Asker adlı risalesinde “gizli düşmanlar" ibaresi doğrudan gayrimüslimleri işaret eder (Dündar (2008), s. 70-2).

23

İsviçre’de Mart 1913’te düzenlenen Türk Yurdu “Kongre[si]nin önemli tar­ tışma konularından biri de ‘iktisadı ecnebilerin elinden kurtarmak’tı; bunun­ la yerli ve yabancı gayrimüslimler kastediliyordu. Köylülerin durumunun dü­ zeltilmesi için verilecek mücadele ‘Ermeni muhtekirlere’, 'Rum hilekârlara’ ve üçüncü sırada da ‘Türk mütegallibesine’ karşıydı. Fakat bu üçüncüler çok geçmeden ortadan kayboluyor ve sadece Anadolu Türklüğünü, kudretli bir sarahatle anılan ‘kötü ruhlu yerli ve yabancı ecnebilerin’ elinden kurtarma zo­ runluluğunun aciliyetinden söz ediliyordu." (Hans-Lukas Kieser, Türklüğe ih­ tida, İletişim, İstanbul, 2008, s. 113).

24

Michel Foucault, Toplumu Savunmak G erekir, YKY, İstanbul, 2008, s. 101. Gayrimüslimlerin ekonomik açıdan güçlülüklerine, millet sisteminin getirdi­ ği bir tür özyönetim deneyim ve birikimini de eklemeyi unutmamak gerekir.

25

Karşılık olarak hıncın kullanıldığı özgün bir kavram olan ressentiment’m n ne tür bir toplumsal yapı çerçevesinde biriktiğine ve hangi biçimler içinde açığa çıktığına ilişkin ayrıntılı bir analiz için bkz. Max Sheller, Hınç (Ressentiment), Kanat, İstanbul, 2004.

98

Reşid açısından alınması gereken önlem de, bu tehdit yük­ lü duyguların (“gayz”, hınç, vs.) Müslüman halktaki karşılığını manipüle etmek26 ve haksızlığı haksızlıkla yenme gerekçesine başvurmaktır. Süleyman Nazif, Lazistan mutasarrıfı iken tanı­ dığı Reşid’den “kanunun şekil ve ruhuna... hürmetkâr bir ida­ re memuru...” diye söz eder.27 Reşid’in birkaç yıl sonra, Balıke­ sir’deki uygulamalarından biri, Ayvalık’ta manastır inşası için toplanan parayı hastane yapımında kullanmasıdır.28 Diyarbakır Valisi iken yaptığı gözlemlere dayanarak, anıla­ rında “...mazur ve mazlum ilan olunan o Ermeniler’in, zalim ve mutesif [=baskıcı] denilen Kürdlerin bütün mahsullerini el­ lerinden alarak yaşadıkları ve zenginleştikleri anlaşılır” diye yazar. Hemen arkasından belirttiği “Vilayat-ı Şarkiye’de gayrı medeni ve ekseriyetle seyyar aşiretlerin tecavüzat ve taaddiyatı [=düşmanlığı]” sorununu “... münhasıran Ermenilere mü­ teveccih [=sadece Ermenilere yönelik]...” olmaması nedeniyle doğallaştırır.29 Her iki eylemin de birer gasp olduğunu, gasbın da, genel bir yönetim şeklinin/iradenin sonucu olabileceği yo­ rumunu yapmaz ve Abdülhamid ile ilgili eleştirilerini Meşruti­ yet sonrasına genişletmez. Gasp/tecavüz, buna tüm kesimlerin, özellikle de haksız yolla zenginleşenlerin maruz kaldığı düşü­ nüldüğünde tecavüz olmaktan çıkar, tersine ilahi adalet veya intikam adaletinin tecellisi olur. Mann, belirli koşullar altında, etnisitenin, sosyal katmanlaş­ manın ana biçimi olarak varsaydığı sınıf fikrini arka plana itti­ 26

“Edremid’de bir hiss-i milli ve hiss-i ticari uyandı. Hıristiyanlara karşı bir re­ kabet görünmeğe başladı. İfrat ve tarizden kurtarmakta bu hissden istifade olunabilir.” (Şahingiray (1997), s. 99).

27

8.2.1919 tarihli tkdam’dan (Şahingiray (1997), s. 168).

28

“Yeni hastane yapılması fikrini 1913 yılı sonlarında... Mutasarrıf Dr. Reşid Bey ortaya atmış, Ayvalık’ta bir manastır yapılması için toplanan parayı, has­ tane yapımı için sarfedeceğini taahhüt etmiş[tir]. Hastane yeri bazı vatandaş­ la ™ arsa bağışlaması, istimlak edilecek yerlerin temini ise toplanan yardım­ larla yapılmış, 29 Haziran 1914 tarihinde inşasına başlanmıştır.” (Korkmaz (2 0 0 6 ), s. 271). Belki de bu iki tutum arasındaki çelişki aslında görünüşte­ dir, devlet için “sessiz hizmet kahramanlığından yaltaklanm a kahram anlığına” dönüşüm, devlet gücünün mutlaklığını kuran iki momente işaret eder çünkü (G. W . F. Hegel, Tinin Görûngübilimi, İdea, İstanbul, 2004, s. 331).

29

Şahingiray (1997), s. 98.

99

ğini ve etnik husumetin böylece sınıf mücadelesinin yerini al­ dığını iddia eder.30 Muhtemelen Reşid de benzer bir değişim31 ve hedefindekiler de bir “yer değiştirme” yaşadı. Dönemin fikir iklimi,32 husume­ tin meşruiyet zemininin “biyolojik/organik” temalarda bulun­ masına izin veriyordu.33 “Asalak” ve “mikrop’İar, toplumsal sağlık açısından izale edilmeliydi.34 Diğer bir deyişle, Reşid’in eylemleri, parçası olduğu siyasal alanın nesnel bağıntılarınca mümkün olmuştur.35 Unutulmamalıdır ki, vatan düşmanı ve harp mefhumları, Reşid’in kişiliğine özgülenebilecek türden ol­ mayan, edinilmiş ve sosyal olarak oluşmuş yatkınlıklardır: Ki­ şinin toplumsal uzamda işgal ettiği konumu çerçevesinde sa­ hip olduğu bireysel “habitus”u, sözkonusu konumu mümkün kılan yatkınlıkları içerir ve yatkınlıklar da o kişiye has bir tar­ za cevaz verir. Reşid’in farkı, bu fikirleri, uç noktasına kadar ta­ şıması ve pratiklerine yansıtmasıydı: Tehcir ve taktil, özellikle 30

Michael Marnı, The D ark Side o f Democracy, Cambridge Uni. Press, Cambridge, 2005, s. 5 (İthaki, 2012).

31

Dönüşüm ya da Kieser’in deyişiyle “Türklüğe ihtida”, İT kadrolarında fark­ lı dönem ve hızlarda meydana geldi. Örneğin, Yahya Kemal, 1903’te tanıdığı Nâzım’daki değişimi şöyle anlatır: “Dr. N âzım ... Sabahaddin Bey’le İsmail Ke­ mal’i ecnebilere ve yerli Hıristiyanlara temayül ettikleri için meşkuk [=şüpheli] görüyordu. ... 1901’de Sabahaddin “adem-i merkeziyet” nazariyesini orta­ ya attığı zaman Nazım... meşkuk gördüğü Hıristiyan anasırın ayrılabileceğini düşündü. Bilahire tanıdığımız şoven nasyonalist, böyle her hadisede yavaş ya­ vaş meydana çıkıyordu.” (Siyasi ve Edebi Portreler, 1976, s. 115).

32

Hanioglu’nun deyişiyle “biyo-organik” (M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşü­ nür O larak D oktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Üçdal, İstanbul, 1981?, s. 181) mecazlar, Jö n Tütklerin “bilimcilik”! içinde sıkça yer buluyordu. Örneğin, İb­ rahim Temo “Virüsler ve Hayat Mücadelesi” başlıklı, halka açık dersler verir­ ken (Hanioğlu (2001), s. 153), T erakki dergisinde daha 1906’da yazdığı yazı­ larda Sabahaddin Bey, sosyal bünyeyi hastayaya, devrimi ise cerrahi operasyo­ na benzetir (Hanioğlu (2001), s. 86).

33

Ittihad-i Osmani Askeri Tıbbiye’de kurulmuştu; Merkez Komitesi’nde birçok doktor vardı ve Ermeni takdimde başı çeken yüz mücrimden en az yirmi üç tanesi doktordu (Marnı (2 0 05), s. 172). Bu doktorlar ve sorumlulukları için bkz. Dadrian (1986). “Mekteb-i Tıbbiyenin, oluşturduğu aydın tipine... bir et­ kisi de, sosyal olaylara -kendilerince gerçek bilim olarak görülen- pozitif bi­ lim yöntemleri uygulama isteğini uyandırmasıydı.” (Hanioğlu (1981), s. 12).

34

Kieser (2002), s. 259.

35

Pierre Bourdieu, Toplumbilim Sorunları, Kesit, İstanbul, 1996.

100

savaş durumunda geçerli olabilecek ve savaşa benzetilebilecek birer önlemdi.36 “Dış düşman”, “iç düşman”a, “savaş” ise etnik kırıma kolayca tahvil edilebiliyordu: “Esasen bu harb-i umumi... bir mukateleden [=karşılıklı öl­ dürme],.. ifna-yı ırkdan [=etnik kırım]... başka bir şey midir?.. Onlar {=Düşman ordular] askerdir ve vatanları için yaptı di­ yenler... Müslümanlara bu hak[kı] neden vermiyor?”

Hmç/ilahi adaletin bir adım ötesindeki “mukatele” yani kar­ şılıklı savaş, varkalmak için yok etme mecburiyeti fikridir. Reşid, Diyarbakır katliamını savunurken tam da bu gerekçeye baş­ vuracaktır: “Biz onları öldürmesek, onlar bizi öldürecekti.”37 Karesi Mutasarrıfı Reşid, 22.8.1914 tarihli şifreyle, “Van Bit­ lis Diyarbakır Mamuretelaziz vilayetleri müfettiş-i umumili­ ğine 10 bin kuruş maaşla kâtib-i umumi tayin”38 edilir. Bura­ ya gelip gelmediğini bilmiyoruz; bir ay geçmeden 10.9.1914’te Basra’ya atanır39 ve yerine 17.9.1914’te Hamid (Kapancı) ge­ lir.40 İkinci Bölüm’de anlatıldığı üzere, vali Celal henüz kent­ ten ayrılmadan önce, yeni vali olacağım düşündüğü Reşid’in ismini halka duyurmuştur. Reşid’in kâtib-i umumiliğe atama­ sının onaylandığı gün, Diyarbakır Zahire Çarşısı yanar. Süley­ man Nazif, Diyarbakır ve Ankara yangınlarını Reşid’in talihsiz­ liğine veya uğursuzluğuna yorar: “Diyarbekir’e ilk memur olduğunun irade-i seniyesi tebliğ olunduğu gün o koca şehrin çarşısı serapa yanmış[tı] ... Anka­ ra vilayetinin merkezine ayak basar basmaz, şehir serapa muhterik oldu.”41

Reşid, altı ay süren Basra Valiliğinden sonra, 1915 Martı’nm sonlarında Diyarbakır’a atandığında, Müslüman ve Hıristiyan 36

Şahingiray (1997), s. 93-5.

37

Sonradan “resmi tez”lerin başında yer alacaktır.

38

BOA.DH.ŞFR 43/71.

39

Şahingiray (1997), s. 23.

40

Kieser (2002), s. 261.

41

Şahingiray (1997), s. 170.

101

asker kaçaklan sorunu nedeniyle kentte bir gerginlik yaşanı­ yordu.42 Celbe icabet etmeyen Hıristiyanlann önemli bir kıs­ mını önceki Vali Hamid ikna etmişti.43 Ama Reşid’in amacı muhtemelen üzüm yemek değildi. Nitekim, Diyarbakır’a ya­ nında Teşkilat-ı Mahsusa elemanı otuz Çerkez milisle gelmiş ve bunlara Diyarbakır hapishanesinden salıverilen mahkûmlar ve asker kaçakları44 da eklenmişti. Sabık asker kaçakları ile as­ ker kaçaklanm takip etmek inandırıcı bir “proje” olamazdı. Bu ekiple yapılacak şeyler belli idi:45 Artık odaklandığı asker ka­ çakları değil, Ermeni asker kaçaklanydı ve bunlan yakalamak için bir “çözüm komitesi” oluşturdu.46 Şehrin önde gelenlerin­ den oluşturduğu komite bekleneceği gibi İttihatçılardandı ve böylelikle çalışacağı kadroları da belirledi: Ilımlı belediye başkanmı (Cemilpaşazade Dr. Fuad Bey) ve polis müdürünü (Der­ sindi Hüseyin Bey) değiştirdi.47 Reşid’in askerden kaçan Hıristiyanlann ihtilalci hatta her Ermeninin bağımsız bir Ermenistan hayali içinde olduğunu dü­ şünmesine neden olan kaygılan,48 benzer biçimde, Amerikan misyoner kuruluşu ABCFM’den de şüphe etmesine neden olur, misyonun mallarına el koyar,49 belki de olan bitenin yegâne gayrimüslim şahitleri olmalanndan haklı olarak korkarak, ya42

Kieser (2002), s. 263.

43

Kieser (2002), s. 264.

44

”... muntazam bir kuvvet irsalini yahud... nasılsa askerlikden tevahhuşla firar etmiş olanlardan üçyüz mevcudlu bir kuvvet teşkiline müsaade buyrulmasmı Nezaret’den istirham ettim.” (Şahingiray (1997), s. 103-4).

45

Vali Cevdet de, Van'a, yanında 600 Çerkez süvari ile beraber “muzafferane” bir giriş yapmıştı (Anahide Ter Minassian, “Van 1915”, Armenian Van/Vaspurakan içinde, Hovannisian (ed.), s. 207-44). Akıbet benzerdir.

46

Avrupa’da seferber edilen orduların % 0,7 ila % 1 kadarını asker kaçakla­ rı oluştururken, Osmanlı Imparatorluğu’nda bu oran % 20’lere varıyordu. (Erik Jan Zûrcher, “Hizmet Etmeyi Başka Biçimlerde Reddetmek”, Ç arklarda­ ki Kum: Vicdani Red içinde, Çınar ve Üsterci (ed.), İletişim, İstanbul, 2008, s. 59-67).

47

Üngör (2 0 0 5 ), s. 40. Reşid, anılarında, “Cemilpaşazade Fuad Bey... bir çok emval ve eşyaya vaz-ı yed etmek için akıl almaz dolaplar çeviriyordu” diye gerekçelendirir (Şahingiray, s. 112).

48

Kieser (2002), 265.

49

Üngör (2005), s. 62.

102

nıltıcı haberler yaydıkları gerekçesiyle misyonerleri şehirden çıkartır.50 Bu, kültürel bir kıyımla sonuçlanır: 15 Nisan tarihli ope­ rasyonda Osmanlıca olmayan tüm kitaplar evlerden toplatılır ve yakılır. Bunu, bir etnik topluluğu sadece fiziksel olarak de­ ğil, yarattığı tüm kültür ürünlerini ve izlerini yok etme anla­ mına gelen “kavimkırım” olarak adlandırmak51 ve bu neden­ le, şüphe gibi geçici bir ruh halinden ziyade Reşid’in davra­ nış ve fikirlerindeki tutarlılığa atfetmek daha doğru olacak­ tır. Ali Birinci, Ankara “yangın[mm] aynı zamanda şehrin etnografik ve kültürel varlığını... mesela Ankara’da bulunan şah­ si kütüphaneler ile... Ankara’da basılan kitap ve gazeteleri...” yok ettiğini yazar.52 Bunların yanı sıra, kurumsal arşivler, ör­ neğin “Rum Metropolithanesi’nin arşivleri yangın neticesinde mahvolmuştur.”53 1915’te Diyarbakır’da Osmanlıca olmayan kitapların başına gelenler, Ankara’nın kültürel mirasının mu­ kadderatına dair de bir ipucuydu. Diyarbakır’da 15 Nisan’da önce ruhban ve diğer önde gelen­ lerden toplam 600 kişi tutuklanır; 1 Temmuz’da tüm Gregoryenler için tehcir emri gelir. Daha sonra tehcirin kapsamı kom­ şu yerleşimlere (Silvan, Mardin, Nusaybin, Cizre, Lice, vs.) ve Gregoryen olmayan Ermenileri, hatta Ermeni olmayan Hıristiyanları (Ortodoks ve Katolik Grekler) içine alacak şekilde ge­ nişler. Mezhep farkı gözetmeden yapılan bu tehcir/taktilin An­ kara’da da tekrarlanacağını göreceğiz. Diyarbakır katliamının sonuçları rapor edilmeye başlandıktan sonra baskılar artar ve Talat Reşid’e ileri gittiğini bildirir. Ama bu uyarı sanki öze de­ ğil, görünüşe yönelik bir uyarıdır: Cemal ve Talat, Reşid’den öncelikle cesetleri gizlemelerini emreder. Ancak Talat, 4 Ağustos gibi geç bir tarihte Katolik, 15 Ağus­ 50

Raphael de Nogales, Osmanlı Ordusunda Dört Yıl (1915-1919), Yaba, İstanbul, 2008, s. 116.

51

“Genel olarak, soykırım halkların vücutlarını katlederken, kavimkırım onla­ rın ruhlarım öldürür” (Pierre Clastres, Vahşi Savaşçının Mutsuzluğu, Ayrıntı, İstanbul, 1992, s. 51).

52

Karay (2009a), s. 98.

53

Avram Galanti, Ankara Tarihi 1-11, Çağlar, Ankara, 2005, s. 244.

103

tos’ta ise Protestan tehcirini yasakladığında artık olan olmuş­ tur. Reşid’in, bu şifreler sonrasındaki talimatlara bazen riayet ederken, bazen göz ardı etmesi, duruma/tepkilere göre hareket edildiğini, ancak asli ve gizli amacın tehcire devam etmek ol­ duğunu gösteriyor. Üngör, taktilin çapını ve derinliğini, Reşid’in fanatizmine ve açgözlülüğüne bağlar.54 Oysa Kieser, Valinin ta başından be­ ri Dahiliye Nezareti’nin istediği yönde hareket ettiğini, yalnız­ ca müttefik diplomatların Reşid’i vahametin sorumlusu olarak gördüğü için Vilayet ile Nezaret arasındaki ikili oyunu anlaya­ madığını yazar.55 Öte yandan Reşid’in olan bitenden Talat’ı so­ rumlu tuttuğunu, de Nogales’in anıları da destekler: “Vali Reşit... vilayetindeki Ermeniler’in yokedilmesinin üst kademelerinin buyruğu olduğunu, sözlerini dikkatle seçerek sezdirdi. Bu toplu-kıyımın sorumluluğu onda kalmayıp, İçiş­ leri Bakam Talat Bey’in olmalıydı...Talat Bey toplu-kıyımı bir telgraf genelgesiyle yayınlamıştı. Bu genelgede üç söz vardı: ‘Yak, vur, öldür’”56

“Fanatizm” olarak adlandırılan, aslında, Reşid’in görevini hakkıyla ve kendisine emredilenden daha mükemmel biçimde yerine getirme isteğiydi. Reşid’i tipik bir İttihatçı yapan, onun, diğerleri gibi zaman içinde radikalleşmesi ise,57 farkı, inandığı eylem olan “vatan düşmanlarına [karşı] harb”i her ne pahasına olursa olsun, en “mükemmel” biçimde uygulamak istemesi ve Kieser’in işaret ettiği gibi, Mütareke’den sonra bile böyle dav­ ranmaya devam etmesiydi. Reşid, 1916 yılında, dönemi, Fran­ sız Devrimi ile karşılaştırıyor ve “hâlâ [bir] inkılap devrinde”58 yaşadığına inanıyordu. Reşid’in farkı, inandıklarını sistematik­ leştirme ve pratiğine yansıtmasındaki kararlılıktan kaynaklanı­ 54

Üngör (2005), s. 42-74.

55

Kieser (2002), s. 267.

56

de Nogales (2 0 0 8 ), s. 116. Benzer bir “üçleme”yi, ileride, Fuat Balkan ve Ebülhindili Cafer’in mesajlarında da göreceğiz.

57

Kieser (2002), s. 245.

58

Ahmet Mehmetefendioğlu, “Yakup Cemil Olayına İlişkin iki Belge”, Tarih ve Toplum, Mart 1993b, Sayı 111, s. 50-1.

104

yordu. “Vatan düşmanlarına karşı yürütülecek “harb”in saha­ sı, Diyarbakır’dan sonra Ankara olacaktı. Talat’ın Reşid’i Ankara’ya tayininin ardında, belki de, Diyar­ bakır’da kendisine uluslararası baskılar nedeniyle merkezden verilen talimatların hilafına, ama tam da merkezin istediği yön­ de hatta daha da radikal düzeyde hareket etmesinin payı vardı. Mükemmeliyetçi/fanatik valileri kritik noktalara atama ve iste­ neni ihsas ettirme,59 Talat’ın sıkça başvurduğu, tehcir emri ve­ rip sonra belgeyi imha ettirme vs. yönteminden de tasarruf sağ­ layan60 ideal bir çözümdü. 1916’nın başında, Ankara’daki Katolik tehcirinin durması için, uluslararası baskı mekanizmaları devreye girmeye başla­ mıştı ve ihtiyaç duyulan, belki de, tam da Reşid Bey gibi emre­ dilenin en mükemmelini ve hatta arzu edilip de emredilemeyeni yapabilen bir valiydi. Reşid’i Ankara valiliğine taşıyan, Da­ hiliye Nezareti’nin 1915 tehcirinden sonra Vilayette eksik ka­ lan “iş”lerin (bkz. Altıncı Bölüm) tamamlanması isteğiydi. Ni­ tekim Ankara’da Katolik tehcirinin Reşid döneminde de sürdü­ ğü anlaşılmaktadır.61 Nezaret’in aldığı risk, Reşid’in inandıkları uğruna, bazen hi­ 59

Yerasimos, ‘Beckett sendromu’ olarak adlandırdığı, üstün kastının astın fiiline davet çıkardığı, ama sonrasında onu kendi niyetini aşmakla suçladığı ve yal­ nız bıraktığı mekanizmanın, Ermeni kumunda da önemli rol oynadığını anla­ tır. (Stephanos Yerasimos, 1. Dünya Savaşı ve Ermeni Sorunu, TÜBA, Ankara, 2002, s. 16-7). Nitekim Reşid de mütarekeden sonra, birçok siyasi mahfil ta­ rafından, merkezi kararlara göre değil kendi yetkisiyle hareket eden bir “kök­ tenci” olarak dışlanmıştır. Basın Reşid’i adeta canavarlaştırırken (bkz. Hadisat gazetesinin Reşid’in fizyonomosini tasviri, Şahingiray (1997), s. 80), Sü­ leyman Nazif, halkın ve vilayet memurlarının en fazla yağmada sorumlulu­ ğu olduğunu, buna karşın Diyarbakır taktilinde tüm suçun Reşid’e ait oldu­ ğunu iddia edecek kadar ileri gitmiştir (Şahingiray (1997), s. 171). Buna kar­ şın İngiliz belgelerinde, aralarında Papaz Magardic Vartabet’i camide çarmıha germe ve yakma iddiasıyla suçlanan Reşid’in ve 1914 yangınından da tanıdı­ ğımız polis müdürü Memduh’un da bulunduğu, tehcir ve taktilden sorumlu yaklaşık yirmi kişinin ismi geçer (FO 371/4172, 18.1.1919 tarih, no. 10222). II. Meşrutiyet öncesindeki yönetim sorunları için nasıl bir “günah keçisi” ya­ ratma mantığı oluştuysa, Ermeni taktili için de Mütareke’den sonra benzer bir süreç yaşanmış; Reşid bu durumu farketmiştir (Kieser (2002), s. 269).

60

Akçam (2002), s. 286-9.

61

Dadrian (1986), s. 188.

105

yerarşiyi bile dikkate almamasıdır. Nitekim, Kieser, Reşid’in ıs­ rarcılığı ve dolaysızlığının, tehcir dışında bir hedefe yöneldi­ ği zaman yönetimi rahatsız etmeye başladığını yazar.62 Kızının ifadesine göre, Ankara valiliğinden, ordu iaşesindeki aracıların devreden çıkarılmasını istemesi nedeniyle görevden alınmış;63 Süleyman Nazif e göre ise, Diyarbakır’dan Ankara’ya “hidematı hamiyetkâranesine mükâfaten sınıf ve maaşı terfii [en]” atan­ mış, ancak Ankara valiliğinden sonra Dahiliye Nezareti Müste­ şarlığına gelmesi beklenirken edindiği “orantısız” servet nede­ niyle azledilmişti: “Musul’dan Diyarbekir’e nakl edildiği zaman... harcırah [in]... kifayetsizliğinden... Talat Paşa’ya arzıhal etmiş... Halbuki ara­ dan bir sene kadar geçmeden İstanbul’da yedi bin liralık bir köşk mubayaa etmeğe kalkışdığım Talat Paşa’ya haber verir­ ler. ... Talat Paşa... ‘katil’ sıfatıyla takdir etdiği Reşid’i ‘gasıb’ ol­ duğu için azl etmiş[tir].”64

Reşid’in hırsının, Talat ile Reşid’in arasını açtığı yönünde yo­ rumlar vardır. Talat Reşid’den Ermenilerin kıymetli eşyalarını iade etmesini isterken, Reşid Amerikan misyonerlerinin mal­ larına da el koymuştur.65 Diyarbakır’da Ermeni olmayan Hıristiyanlar tehcirden önceleri muaf tutulurken, Reşid, durum­ dan istifade, Keldanileri korumuş gibi görünerek, başpiskopos­ tan 1.500 İngiliz lirası alır.66 “Reşit’e yollanan resmi bir yazıy­ la, ... [Diyarbakır’da] el koyduğu mücevherler istenmiştir. 6 Ekim 1915’te[ki]... telgrafta... ‘Sevk olunup yolda duçar olu­ nan Ermenilerin nakid, mücevherat ve eşya-yı sairenin tarafı­ nızdan ittihaz edilen tedabir neticesinde zayiata meydan veril­ meyerek istirdad [=geri isteme] ve merkeze celp edildiği me­ buslar tarafından haber verilmiştir. Bu nevi istirdadı miktany62

Kieser (2002), s. 268.

63

“Babam iaşenin doğrudan orduya verilmesini istedi. ... Yönetim, aracıların aradan kaldırılmasını kabul etmeyince ... babama 'istifa et’ dediler. O da ‘ben istifa etmem, siz azledin’ dedi.” (Şahingiıay (1997), s. 30).

64

Şahingiray (1997), s. 170.

65

Ûngör (2005), s. 62.

66

Temon (2002), s. 96.

106

la ne yolda kayıd muamelesine tabi tutulduğunun işarı is­ tenmektedir.”67 Ancak unutmamak gerekir ki, Reşid Diyarbakır’dan Anka­ ra’ya terfien tayin olmuş, 1916 Martı’nda huzura kabul edilmiş­ tir.68 İktidarının sönmesine neden olan, Ankara’ya gelişinden önceki dönemdeki tutum ve davranışları olamaz. Hayat çiz­ gisi Ankara valisiyken değişmiş, 1917 Martı’nda “iaşe ve zira­ at işlerinde ibraz-ı faaliyet ettiği...” gerekçesiyle görevden alın­ mıştır.69 Bunun asli neden değil gerekçe olduğu, azil sürecinin yangının hemen akabinde başlatılmasından sezilebilir. Henüz 2.10.1916’da, Reşid, Talat’a hitaben yazdığı şifredeki “Bendeni­ zin Sıhhiye Nezareti Müsteşarlığına tayin ve [Süleyman?] Necmi Beyin buraya tayini burada şayi oldu. Zat-ı alileri... Mart’a kadar Ankara’da kalmaklığımı!?) [ve] Meclis-i Mebusanca büt­ çe tasdik olunduktan sonra tayinimi tensib buyurdukların­ dan...” ifadesi, azil kararındaki tehiri açıklar.70 Reşid’in azli, yangının sonrasında kaçınılmaz olmuştur. Onu Ankara’ya taşı­ yan özelliklerinden Ankara’daki icraatında da taviz vermemesi­ ne rağmen, görevinden neden alınmıştır? Bunun cevabım Seki­ zinci Bölüm’de arayacağız'.

67

Taner Akçam, 'Ermeni Meselesi Hallolunmuştur’, İletişim, İstanbul, 2008, s. 188.

68

BOA.1.DUİT 12/2.

69

BOA.DH.KMS 44-1/7, 22.3.1917; BOA.BEO 4461/334533, 26.3.1917.

70

BOA.DH.ŞFR 539/8.

107

D Ö RD Ü N CÜ BÖLÜM

M u s t a f a D u r a k (S a k a r y a ) 1

Bu bölümde yangın sırasında Ankara polis müdürü olan Mus­ tafa Durak’ın Ankara'dan önceki ve sonraki kariyerini inceleye­ ceğiz. Soracağımız temel soru, Durak’m hangi özellikleri nede­ niyle Reşid’le beraber Ankara’ya tayin edildiğidir. II. Meşrutiyet öncesinde, yüklü, haksız ve mahrecine sarfedilmeyen vergiler, zorba/çıkarcı valiler, vs. gibi yönetim sorun­ ları yüzünden, imparatorluğun birçok yeri gibi, Erzurum da karışmıştı. Hem varlıklılar/şehrin ileri gelenleri hem de yoksul­ lar bu durumdan zarar görüyordu. Mağduriyetin birikmesiyle, 1906’da örgütlenmeler ve tepkiler baş gösterdi, ilk talep, vali­ nin görevden almmasıydı. Esnaf, müftü ve askerler isyancıların yanındaydı. Göreve yeni gelen Vali Ata Bey, maaşlarını ödemek suretiyle memur ve askerleri yanma çekti ve asilerin elebaşıla­ rını yakalamak üzere bir tahkikat yaptırdı.2 “Mart’ta... olaylann sorumlularının bulunması için... [kuru­ lan] araştırma komisyonu... topladığı bilgileri Eylül ayında Vali’ye sundu... Yirmi kişilik listede Erzurum Müftüsü, önde ge1

Bölümün ilk hali, Toplumsal Tarih’in 214. sayısında “Mustafa Durak: Bir Dev­ rimcinin Evrimi” adıyla yayınlanmıştır.

2

Aykut Kansu, 1908 D evrim i, İstanbul, İletişim , 2001, s .44-54; Hanioglu (2001), s. 113-4.

109

len tüccar ve avukatlar ve Ittihad ve Terakki Cemiyeti ile bağ­ lantısı bulunan, yasadışı ‘Can Veren’ devrimci örgütünün lide­ ri Durak Bey’in3 de isimleri bulunuyordu.”4

Vali eski vergi rejimini sürdürmek isteyince, 1906 Şubatı’nda başlamış olan olaylar, sonbaharda yeniden alevlendi. Hıristi­ yan ve Müslümanlann birlikte katıldığı direniş ve protestolar sonunda, tutuklama ve cezalar ile yeni bir şiddet sarmalı mey­ dana geldi.5 1907 yılında devrimci örgütlenme ve propaganda faaliyetleri ile cemaatler arası dayanışma kentte üst seviyeye çıkmıştı. Ata Bey’in yerine atanan üçüncü vali de ayrıldıktan sonra, “hükü­ met vergileri kaldırarak halkı yanına çekmeyi, en azından ko­ mitacılardan koparmayı başardı.”6 Ancak şiddet devam etti ve o seneki buğday sıkıntısından yararlanmak istediği düşünülen Müslüman ve Ermeni tüccarlar, “ihtilal komitesi” tarafından infaz edilmeye başladı.7 Halkın desteğim kaybeden ihtilalciler askeri bir isyan hare­ ketine teşebbüs ettiler ve kentte olaylar başladığından itiba­ ren gelen dördüncü Vali döneminde, 1907 Kasımı’nda, dört ki­ şi idam,8 aralarında Durak da olmak üzere 23 kişi hapis ve mü­ ebbet kalebentlikle cezalandırıldı. Bu, “...Kastamonu olayların­ dan sonra en önemli ayaklanma” idi9 ve “... hükümeti günlerce meşgul etmişti.”10 Aslında hükümet korkmakta haklıydı; zira 3

Erzurum’un dini hayatında kökleri olan bir aileden gelen ( “Erzurum’da ...) Veys Efendi vakıflarının ve camii şerifinin mütevellisidir.” (C. Server Revnakoğlu, ‘Erzurum Matbuatı’, Tarih Yolunda Erzurum içinde. Sayı: 1 Yıl: 1, 1.1.1959, Erzurum 2011 Kış Oyunlan, Ankara, 2010 tarihli tıpkıbasımın, s. 7-8). Durak, o sırada Erzurum Belediyesinde çalışıyordu (Kansu (2001), s. 85).

4

Kansu (2001), s. 55-6.

5

Hanioğlu (2001), s. 110; Kansu (2001). s. 55-8.

6

Muzaffer Taşyürek, Erzurum Kongresi ve I. BMM’de Erzurum M illetvekilleri, Erzurum Kitaplığı, İstanbul, 2000, s. 21.

7

Kansu (2 0 0 1 ), s. 65-7; Muammer Demirel, ikin ci Meşrutiyet Öncesi Erzu­ rum’d a Halk Hareketleri (1906-1907), Kültür Bakanlığı, Ankara, 1990, s. 45-7.

8

Taşyürek (2000), s. 21; Emruhan Yalçın, Milli M ücadeleye Sadakat ve Musta­ f a Durak Sakarya, Bizbize, Ankara, 2008, s. 27.

9

Kansu (2001), s. 44.

10

Ahmet Bedevi Kuran, inkılap Tarihimiz ve Jön Tûrkler, İstanbul, 1945, s. 220.

110

Jön Türkler burada başlayacak bir hareket “neticesinde, Sultan II. Abdülhamid ve yönetimi devirerek ülkeye meşruti bir yöne­ tim getirmeyi planlıyorlardı.”11 Olayın vurgulanması gereken yönleri şunlardır: 1. Erzurum olaylarının örgütleyicisi sayılan Hüseyin Tosun, Reşid’in kardeşidir. Aslen yüzbaşı olan Hüseyin Tosun, II. Meş­ rutiyetten önce Tl’nin Trablus’daki şubesinde görev almış, sonra Avrupa’ya kaçmıştı. Abdullah Cevdet’in İsviçre’den çıkarılmasın­ dan sonra İçtihadı yayınlamaya devam eden gruba katılmıştı.12 2. Hüseyin Tosun, Erzurum olaylarının başlamasından ön­ ce, Prens Sabahaddin’le benzer fikirlerin etkisi altındadır.13 Kuran’a göre, Ittihad-i Osmani kurucuları arasında yer alan Reşid de, II. Meşrutiyetten önce, bir Sabahaddin sempatizanı idi: “[Meşrutiyetle] [b]ir istibdat yıkılmış, fakat yerine bir yenisi kurulmuştu. Bu şartlar dahilinde ‘Ittihad ve Terakki’ cemiye­ ti ile umumi şekilde uyuşma imkânı bulunamıyacağı anlaşıldı­ ğından ‘Teşebbüsü Şahsi’ tarafdan ve öteden beri Sabahaddin Bey grubu ile alakadar bulunanlardan bazılan doğrudan doğ­ ruya ‘Ittihad ve Terakki’ye mal olmuşlar ve kendilerine verilen vazifeleri kabul etmişlerdir.... Doktor Reşid Bey de aynı şekil­ de cephe değiştirenlerdendir.”14

Hüseyin Tosun’un Erzurum’a gelmesi ve cemiyetin şubesi­ ni kurarak hareketi örgütlemesi de, Sabahaddin’in izniyle ol­ muştur.15 “Cemiyetin faal üyeleri arasında Durak da bulun­ maktaydı.”16 Kansu’nun iddiasının aksine, Hanioğlu, Tl’nin “Can Veren” komitesi ile hiçbir bağı ve hatta Erzurum’da olan bitenden bile haberinin olmadığını yazar.17 Aslında, Tl, o zamana kadar da­ lı

Taşyürek (2000), s. 22.

12

Kuran (1945), s. 220; Hanioğlu (2001), s. 96-7.

13

Hanioğlu (2001), s. 97.

14

Kuran (1945), s. 268- 9.

15

Kuran (1945), s. 221.

16

Yalçın (2008), s. 25.

17

Hanioğlu (2001), s. 115.

111

ha çok Balkanlar ve özellikle Makedonya’da etkili iken, “Ademi Merkeziyet ve Teşebbüs-i Şahsi Cemiyeti’nin eylem alanı da­ ha ziyade Anadolu idi.”18 Sabahaddin Erzurum’daki olayları bir yazısında üstlenir19 ve Tansu TŞAM Erzurum ekibini listeler.20 Özellikle ortak cephe kurmak üzere TŞAM ile Tl arasın­ da iletişim olmasına rağmen, birkaç noktadan aralarında cid­ di farklar vardır. i. Sabahaddin’in programının en önemli parçalarından biri, yerel yönetimlerin seçimlerle oluşturulması ve sancak ve eya­ letlerde kararlara katılmasıdır.21 Bahaeddin Şakir gibi Tl üyele­ ri ise, Girit ve Doğu Rumeli gibi örnekleri hatırlar. Onlara gö­ re, adem-i merkeziyetçilik Avrupa ve Ermenilerin projesidir.22 Jön Türklerin ortak programını, Sabahaddin, “Teşebbüsi şah­ si ve ademi merkeziyet” olarak adlandırmak isteyince Bahaed­ din Şakir ve Nâzım telaşlanır.23 1908 Eylülünde Hüseyin Cahid [Tanin’de] “bugün hayat-ı siyasiye için henüz devr-i kema­ le girmemiş olan vilayat-ı baidemiz geniş bir adem-i merkeziyet usulünde idare edilmek istenir de oralarda bir nevi muhtariyeti idare tesis olunursa... neticesi “kanunsuzluk” demek olacak­ tır” diye yazar.24 “Prens’in adem-i merkeziyet ilkesi Ittihadcıların programıyla taban tabana zıttı.”25 ii. Tl, von der Goltz’m “millet-i müselleha” doktrininin ay­ 18

Taşyürek (2000), s. 20.

19

“Karadeniz havzası ve Erzurum hareketleri, çalışmalarımızın tesirini kısmen olsun isbat etti.” Teşebbûs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Hakkında İkinci Bir İzah: Hüseyin Cahit Bey’e cevap, Prens S abahaddin : Hayatı ve İlmî M üdafaala­ rı içinde, Nezahet Nurettin Ege (haz.). Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1977, s. 174-89.

20

“Adem-i merkeziyet grubunun Erzurum kolu içinde, Erzurumlu Serdarzade Sıtkı, Hoca Seyfullah, Hüseyin Tosun (süvari yüzbaşısı), Durak... beyler de mevcuttu.” (Samih Nafiz Tansu, Ittihad ve T erakki İçinde Dönenler, Yeni Za­ man, İstanbul, 2003, s. 502).

21

Ege (1 9 7 7 ), “Teşebbüs-i Şahsi, Meşrutiyet ve Adem-i Merkeziyet’in Progra­ mı”, s. 71.

22

Hanioğlu (2001), s. 88-90.

23

Kuran (1945), s. 171.

24

Haşan Kayalı, Jön T ûrkler ve A raplar, Tarih Vakfı Yurt Yayınlan, İstanbul, 1998, s. 88.

25

Kansu (2001) , s. 264; krş. Hanioğlu (1981), s. 200.

112

rılıkçı hareketlere karşı bir garanti olduğunu düşünür ve son­ raki paramiliter örgütlenme uygulamasıyla bunu hayata geçi­ rirken, Sabahaddin, silahlı güçlere Tl tarafından biçilen koru­ yucu rolün, “Osmanlı toplumunun sosyal araz”ına işaret etti­ ğini söyler.26 iii. Başlarda, Tl, “bilimsel” bir retorik kullanımıyla doktriner bir parti olma iddiasında iken, zamanla bundan vazgeçer, çok parçalı, çok yüzlü ve konjonktüre bağımlı taktiklerden olu­ şan, bir “realpolitik” gütmeye başlar. Hatta Bahaeddin Şakir, 1908 devriminden önce, Sabahaddin’in kuramsal yaklaşımını, “realpolitik”in ihmali olarak yorumlar.27 Dolayısıyla, Meşrutiyetten önce, Tt’nin fikir ve uygulamala­ rıyla taban tabana ters bir siyasi cemiyetin ve programın taraf­ tarı hatta militanı olan Reşid, Hüseyin Tosun ve Durak, Meş­ rutiyetten sonra İT kadrolarında yer alırlar. Reşid mülki idare­ cilikte yükselirken, Hüseyin Tosun 1912 ve 1914’te milletveki­ li olur28 ve sonrasında Teşkilat-ı Mahsusa Trablusgarp Masası’nda görevlendirilir;29 Durak ise polis okulundan sonra Emni­ yet kadroları ve muhtemelen Teşkilat-ı Mahsusa içinde önem­ li görevlere gelir. 3. Erzurum hareketi, 1908 öncesinin genel havasına uygun olarak, cemaatler arası bir dayanışma ruhundan besleniyor­ du. Hareketin hazırlık aşamalarında, 1905 yılında, TŞAM ve Taşnak(tsutyun) örgütleri görüşmeye başlamıştı. 1906’da Do­ ğu Anadolu’da Taşnak-Kürt ittifakı gerçekleşmeyince, TŞAM ve Taşnak işbirliği için gizli bir anlaşma yapar. İyi niyet jesti olarak, Taşnak, TŞAM’in bir üyesini Doğu Anadolu’ya gizlice sokar. Muhtemelen Taşnak sayesinde bir Rus pasaportu edinen Tosun, Erzurum’daki faaliyetlerine, Rus malları da satan bir pe­ 26

Ege (1 9 7 7 ), “Türkiye Nasıl Kurtanlabilir? M eslek-i İçtimai ve Programı (1 913)”, s. 325-63; Hanioğlu (2001), s. 294-5, 300.

27

Hanioğlu (2001), s. 289-91.

28

Kansu (2001), s. 67 dn. 103. Aynı dönemde “Köylü Bilgi Cemiyeti” bünye­ sinde çalışır ve Milli Ajans Müdürü olarak da görev yapar (Orhan Türkdoğan, “Bir Ihtilacinin Profili", Erol Güngör için içinde, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1988, s. 1-17); Malta sürgünüdür.

29

Atilla Çeliktepe, Teşkilat-ı Mahsusa’nm Siyasi Misyonu, IQ, İstanbul, 2002, s. 83.

113

rakendeci kisvesi altında başlar. Daha sonra, yine örgütün yar­ dımı ile Rus konsolosunun kuryesi olur. Rus kaynaklarına gö­ re, bu, Ermeni örgütleri ile Sabahaddin’in cemiyeti arasındaki işbirliğinin açık bir göstergesidir.30 Taşnak ve TŞAM arasındaki işbirliği, ayaklanma sırasın­ da, iki cemaat arasındaki dayanışmaya dönüşür. Hıristiyan ve Müslümanlar beraber hareket etmeye ve ihtilalcilerin talepleri, bedel-i askeriye vergisi ve Hamidiye Alayları gibi Ermeni cema­ atine en çok zarar veren sorunları da içerecek şekilde dile geti­ rilmeye başlar. Bunun sonucunda, örneğin, vergilerin ödenme­ sini isteyen Ermeni murahhasaya, başta Ermeni cemaati tepki gösterir ve belki de bunun sonucu olarak, Vali Ata Bey zama­ nında, Erzurum köylerindeki Ermeniler İslâm’a toplu ihtida et­ mek ister.31 Erzurum savcısından Adliye Nazırı’na Canveren ile ilgili gönderilen notta: “... Ermenilerin ba rıza iane-i nakdiyede [=gönüllü yardımda] bulundukları anlaşılmasına nazaran bu cemiyyet de bazı resmin afv-ı istidasında [=vergilerin kaldı­ rılması talebinde] bulunmak üzere ahaliyi iğfal ederek ermeni mefsedetini [=fesatlık] terviç [=destekleme] himmetinde teşkil olunduğu veya ermenilerle diğer maksad takib eyledikleri...” bildirilir.32 Ermeni taleplerinin, toplumsal sorunların uzantısı olduğunun anlaşılmasından korkulmaktadır. “Erzurum isyanının ana eksenini oluşturan Hüseyin Tosun ve arkadaşları, Ermenilerin de desteği ile yerli halkı ayaklandı­ rıp iki sene gibi uzun bir süre şehirde ihtilal havası yaşattılar.”33 Durak da, bu ‘ihtilal’ ve dayanışma havasını soluyanlar, hat­ ta mümkün kılanlar arasındaydı. Durak, 1908’deki aftan sonra Erzurum’a döner.34 30

Hanioğlu (2001), s. 93-7, 1 0 9 ,1 1 7 .

31

Hanioğlu (2001), s. 1 1 1 -3 ;, s. 46-50, 111-3.

32

Demirel (1990), s. 27.

33

Taşyûrek (2000), s. 21.

34

Durak’m 1908’de yayınladığı söylenilen gazetenin adı, Hadikat-ûl- Ahrar’dır (‘Hür olanların bahçesi’). Taşyürek’e göre, “1908 yıllarının yaşanan havasını yansıtan yazılarla doluydu." s. 25. Yalçın’a göre ise, gazetenin amacı “...basm yoluyla Ermenilerle mücadele etmek[tir]...” Ne orijinal gazete ne de Tarih Yo­ lunda Erzurum dergisinin ilgili sayısı bulunamadı. Ancak Revnakoğlu’na gö-

114

II. Meşrutiyetin ardından “1908 İnkılabı müfettiş-i umu­ milik teşkilatı kaldırılınca Polis mektebi de tabiyatiyle lağve­ dilmiş oldu. ... Zabtiye Nezareti lağvedilmiş, Emniyet-i Umu­ miye adiyle yeni bir teşkilat vücuda getiril[mişti].” İT aktivist kadrolarının eğitimden geçirilerek, boşalan konumlara yerleş­ tirilmesi için, “İstanbul’da bir Polis Mektebinin açılmasına ka­ rar verilmişti”.*35 1908’de Erzurum’da 2. komiser, 1909’da başkomiser, Şubat 1911’de Erzurum emniyet müdürü olan Durak, 1909 yılında kurulduğu anlaşılan okuldan, Ağustos 1911’de mezun olmuştur.36 Avusturya-Macaristan’m baskısı ile İttihatçılar, Mehmed Reşad’ın o zamana dek yok etmeye çalıştıkları manevi ağırlığını kullanarak, Makedonya’daki isyanları yatıştırmak ister. 1911 Mayıs-Haziran aylarında Selanik, Kosova ve Manastır’da cuma namazı kıldıran padişaha bu gezide refakat eden Durak, kafiledekilerden, Teşkilat-ı Mahsusa’nın önemli ismi Ömer Naci ile tanışmış olmalıdır. Bundan sonra isyancıların değil otoritenin tarafındadır.371912’de muhtemelen bir istihbarat/karşı-istihbarat görevine atanır ama gönderilmez.38 re, Hadikat-ül-Ahrar 1912’de kuruldu ... Sahibi Hacı Serdarzade Sıtkı Bey­ dir. Zamanın idaresine muhalif bir gazete idi. O tarihlerde Erzurum valisi bu­ lunan Mehmed Emin Beyden ... (Yurdakul) yakın alaka ve himaye gördüğü halde intişarı bir yıl bile sürmedi. ... Serdar Sıtkı Bey... istibdadın ezeli düş­ manlığını bırakmadı ve Erzurum’da bunu kendisine prensip davası yapanla­ rın başına geçti. [Mahkûm olduğu Van’dan] ... Erzurum’a dönen Serdar Sıtkı Bey ... Prens Sabahaddin Beyle birlikte îttihad-ûl-Terakkiye muhalif bir par­ ti kurdu.” Bu kaynakta, gazete ile ilgili ne Durak’ın adı geçer ne de gazetenin “Ermenilerle mücadele” ettiğine dair herhangi bir ifade vardır. 35

Osman Nuri Ergin, Türk M aarif Tarihi, Eser, İstanbul, 1977, s. 1498.

36

Taşyürek (2000), s. 181.

37

Eric Jan Zürcher, “Sultan Reşad’ın Haziran 1911’deki Makedonya Seyahati”, Savaş, Devrim ve Uluslaşma içinde, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul, 2005, s. 121-38; Avlonyalı Ekrem Bey, Osmanlı Amavutluk'undan Anılar 1885-1912, iletişim, İstanbul, 2006, s. 260; Peter Bartl, Arnavutluk Müslümanları 18781912, Bedir, İstanbul, 1998, s. 299.

38

“Durak’m 1912 Ekimi’nde Basra’ya tahvili tensip olunmuş ise de Erzurum’daki görevinde tutulmuştur." (Yalçın (2008), s. 11). 1912’nin başında, Osmanlı hü­ kümeti, Arabistan’daki seçimlerde kasaba ve köylerde yaşamayan kabilelerin nü­ fuzunu kırmak için seçmen kütüklerine yazılmalannı engellemek ve Basra’daki hükümet yanlısı olduğu tahmin edilen kabilelerin kayıt ve katılımım teşvik için Arabistan’a “heyet”ler yollamayı düşünmüştü (Kayalı (1998), s. 131).

115

Durak, Bitlis’e atandığı Temmuz-Ağustos 1913’ten sonraki iki sene zarfında, bir dizi Kürt isyanı ile ilgilenmek zorunda kalır.39 1914’te, İstanbul’daki ÎT karşıtı çevreler,40 Rusya ve yerli Erme­ nilerle bağlantıları olan “Hizan şeyhlerinden Şehabeddin[in]... amcazadesi Seyyid Ali ve... halifesi Molla Selim”, şeriatın yeni­ den tesisi, Osmanlı idarecilerinin bölgeden çıkartılması ve 1914 Şubatında uygulanmaya başlayan Ermeni reformlarının durdu­ rulması gibi taleplerle Bitlis Valisi ile görüşür.41 Görüşmeler so­ nuçsuz kalınca, Selim tutuklanır ama yolda kaçar. Selim’e bağlı güçler 1914 Martında isyan eder, Nisanın ba­ şında 700’ü bıçak, balta ve çakmalı tüfeklerle mücehhez 1.200 asi42 Bitlis’i ele geçirir43 ve sembolik bir eylemle, kentin orta­ sında, bir zamanlar şeriflerinin kalesinin bulunduğu tepede toplanırlar. Bitlis Hıristiyanları, bir teze göre Kürtlerle işbirliği yapar;44 daha muhtemel bir teze göre ise, isyancıların onlara za­ rar gelmeyeceğine dair vaadine inanmaz; hükümet silahlanma­ larına izin vermeyince45 Rus konsolosluğuna sığınır. Bu arada, hükümet, devlet nişanı ile ödüllendirerek, yörenin bazı aşiret reislerinin desteğini kazanır ve şehre takviye getirir. Bunların bir kısmı Kürt milislerden oluşan gönüllü taburlarıdır.46 Hükü­ 39

1329’da... Kürdistan’ın ufak bir yerinde bir isyan zuhura geldilginde]... orada idim.” (Yalçın (2008), s. 141).

40

David McDovvall, A M odem History o f The Kurds, Tauris, Londra, 2004, s. 101.

41

Tibet Abak, “Rus Arşiv Belgelerinde Bitlis İsyanı”, Toplumsal Tarih, Sayı 208, Nisan 2011.

42

Kemal Madhar Ahmad, Kurdistarı During The First World War, Saqi Books, 1994, s. 66’da asi sayısı 8 bin olarak verilir.

43

19. yüzyılda aldığı yenilgi ile merkeze bağlanan ve şerifleri mahkûm edilen Kürt aşiretlerinin tepkisidir. Şerifin ardılı olduklarını iddiasıyla Şeriat ilan ederler.

44

Mustafa Balcıoglu, “1. Dünya Savaşı Öncesinde bir Rus Komplosu”, Teşkilat-ı Mahsusa'dan Cumhuriyet'e içinde, Asil, Ankara, 2004, s. 184-9.

45

Ermenice kaynaklara göre, Hıristiyanlara silah dağıtılmıştır. Muhtemel gözü­ kür çünkü aynı kaynağa göre, 1913 Van-Başkale Kürt isyanının bastırılması­ na beş yüz kişilik bir Taşnak gücü katılmıştır (Michael Reynolds, Shattering Empires, Cambridge Uni. Press, Cambridge/NY, 2011, s. 64, 79).

46

“Erzurum’dan Bitlis’e müteveccihen hareket ettiği buyurulan sabık kürd gönül­ lü taburu kumandanı Şeyh Sadık’ın oraya vürudunda kendisinden münasib su­ rette istifade edilmesi teveccüh olunur” (BOA.DH.ŞFR 39/172, 24 Mart 330).

116

met güçleri,47 isyanı bastırma amaçlı makineli tüfek ateşi açın­ ca, isyancılar, eski bir Ermeni kilisesine sığınır ve ellerindeki az sayıdaki eski tüfekle mukabele etmeye çalışırlar. Duvarlar top­ çu ateşi ile yıkılır ve isyan bastırılır.48 Selim Rus konsolosluğu­ na sığınır. 1914 Temmuzunda sokaklarda devriye gezen asker ve polis sayısından da anlaşıldığı üzere, kentte hâlâ tedirginlik hâkimdir: Yakın zamanda on beş Kürt lideri idam edilmiş, bir kısmı da sürülmüştür. 29.7.1914’te kentteki Rus konsolosluğu­ nun çevresi, Selim’i çıkar çıkmaz vurmak için bekleyen asker­ lerce kuşatılmıştır.49 Savaş başlayınca, Ruslar, Selim’i teslim et­ mek zorunda kalır. Selim’in infazı sırasında bizzat orada olan Durak, bu olaylardaki “hidemat-ı fevkalade [sin] e binaen şeca­ at nişanı” alır. Sekiz yıl önce Müslüman ve Ermeni taleplerinin savunucusu bir asi olduğu için kalebentliğe mahkûm edilmiş olan Durak, artık Kürt taleplerinin baskılayıcısı, merkezi oto­ riteye sadık bir infazadır. Durak’m devlete göre konumu de­ ğişmiş olsa da, Reşid’in ifadesiyle, “vatan düşmanlarına [karşı] savaş”ı aynı şiddette sürmektedir. Sonrasını ise şöyle anlatır: “Bitlis Polis Müdürü bulunduğum sırada, Harb-i Umumi’de, hükümetçe ve orduca görülen lüzum üzerine, bir milis taburu teşkil ettim ve tabur kumandanlığı­ na tayin edildim. Yararlı hizmetler gördüğümden dolayı, tek­ rar alay teşkiline lüzum görüldü ve Alay Kumandanlığına ta­ yin olundum.”50 Ancak milis taburunu/alayım kimlerden ve ne amaçla teşkil ettiğini açıklamaz. Bunlar Bitlis isyanının bastırılmasında kul­ lanılanlar mıdır? Kasım 1914’te tabur, sonra alay komutanlığı­ na yükseltilmiştir. Tarih dikkate alınırsa, birbirinden bağım­ sız olmayan iki olasılık akla gelir. Özellikle 1915’ten itibaren 3. Ordu’nun ihtiyacı için oluşturulan ve cephede kullanılanlar ile Ermeni tehcir ve taktilinde kullanılan milis birlikleri. 47

Sean McMeekin, T he Berlitı-Baghdad Express, Belknap Press, Cambridge, 2010, s. 242-3.

48

Grace H. Knapp, The Tragedy o f Bitlis, Stemdale Classics, Londra, 2002, s. 12-3.

49

Victor Pietschmann, Durch Kurdische Berge und Armenische Stadte, Adolf Lü­ fer Verlag, Viyana, 1940, s. 247.

50

Yalçın (2008), s. 409.

117

Aziz Samih, 3. Ordu teşkilatını tasvir ederken, bazı özel bir­ liklerden bahseder:51 Taburları değişik aşiret mensuplarından oluşan Van seyyar jandarma fırkası, “topçu binbaşılığından müteakit Rıza Bey’in kumandasında ve teşkilat-ı mahsusa namı al­ tında...” iş gören Rıza Bey müfrezesi, “gönüllü gruplarından iba­ ret” Karadeniz sahil müdafaa teşkilatı, “[kısmen] gönüllülerden mürekkep olup ... ordu dahilinde imtiyazlı bir sınıf gibi görül­ müş olup, muharebeden kaçan ve orduya girmek istemeyenlere sığınacak bir yer olmuş...” Bahaettin Şakir Bey Müfrezesi ve “as­ keri ceza kanunu canileri silah taşımak şerefinden mahrum et­ mişken... kamilen [özel bir kanunla] hapishanelerden çıkarılan mahkûmlardan ibaret”52 olan Yakup Cemil’in alayı. Aşiret alaylarından ve savaşmak koşuluyla affedilen mah­ kûmlardan müteşekkil müfreze veya komita53 adı verilen özel birlikler, Balkan Savaşı’nda da kullanılmıştı.54 “Askeri birlik­ ten ayrılan kol” sözlük anlamındaki müfreze, işleyişi, disiplin ve inisiyatif anlayışı açısından da askeri düzenden ayrılıyordu: “[Komitacı]... vatan davası... memleketinin ve milletinin men­ faati gerektirdiği zaman merhamet bilmez, yakmak lazımsa gö­ zünü kırpmadan yakar, yıkmak gerekirse yıkar, kırar, döker!”55 Durak da, meclisteki bir görüşme sırasında, kendisinin uzun bir komitacılık geçmişi olduğunu söyler.56 Durak, Refik Halid’in ta­ rif ettiği gibi sadece “koyu [bir] İttihatçı”57 değildi. Bu milis alayları, özellikle 3. Ordu bünyesinde, Birinci Dün­ ya Savaşı başlarken, Ağustos 1914’te, Kürt ve diğer aşiretler mensuplarından, bu amaçla affedilmiş ve salıverilmiş mah­ kûmlardan, asker kaçaklarından ve gönüllülerden oluşturu­ 51

Aziz Samih, Büyük Harpte K afkas Cephesi H atıraları, Büyük Erkânıharbiye, Ankara, 1934, s. 21-31.

52

Samih (1934), s. 67-8.

53

Turgut Gürer (haz ), Komitacı: BJK'nin Kurucusu Fuat B alkan’ın A nılan, Gûrer, İstanbul, 2008, s. 40-1.

54

Cemal Kutay, 1913’de Garbi Trakya'da İlk Türk Cumhuriyeti, İstanbul, 1962, s. 108-135.

55

Gürer (2008), s. 43-5.

56

“Bendeniz yirmi iki senedir komiteciyim.” (Yalçın (2008), s. 63).

57

Refik Halid Karay, Anılar: Minelbab tlelmihrab, İnkılab, İstanbul, 1992, s. 85.

118

larak, Teşkilat-ı Mahsusa içinde örgütlenirler. Başlarında Bahaeddin Şakir ve ordudaki görevlerinden ayrılmış veya emek­ li subaylar vardır. Osmanlı ordusunda tugay komutanlığı ya­ pan Venezuellalı de Nogales, Van kuşatmasında yönettiği kuv­ vetlerini şöyle anlatır: “İki tabur gönüllü birliği ve 1200-1300 Kürt komitecim vardı. Kürtler iyi nişancıydı ve göğüs göğüse çok iyi çarpışıyorlar, ama düzenli bir çarpışmada disiplinsizlik­ lerinden dolayı hiç işe yaramıyorlardı. Onların amacı kenti ta­ lan etmekti.”58 Amaçları, Rus hatlarının arkasına sızarak, bir dizi eylemle düşman gücünü zayıflatmaktır. Ancak istenmeyen yan etkile­ ri hemen görünmeye başlar. Kasım 1914’te Teşkilat-ı Mahsu­ sa milisleri Ermeni köylerini tacize başlar. Bir kısmı daha gö­ rev mıntıkasına varmadan, bir kısmı da cepheye sürülünce he­ men dağılırlar59 ve Ocak 1915’te savaştan kaçan Kürt milisleri ve askerler, hem Osmanlı sının içindeki bölgeleri yağma eder­ ler60 hem de harekât sırasında, Kafkaslar’m güneyindeki Rus Müslümanlarına zulüm ederler.61 Samih’e göre, milis kuvvet­ leri, disiplinsizlikleri nedeniyle, aslında 3. Ordu Kumandanlığı tarafından da istenmiyor, İstanbul’un zorlamasıyla orduya da­ hil ediliyordu.62 Erzurum’a 23 Mayıs’ta tehcir emri geldikten sonra, milis­ ler kentin içinde bile Ermenilere saldırmaya başlar.63 Ancak 15 Haziran’da tehcirin başlamasıyla, o ana kadar yaptıklarının as­ lında disiplinsizliklerinin sonucu değil, milislerin asli görevi olduğuna dair ipuçları verecek haberler duyulur: Alman kay­ naklarına, Erzurum’dan ilk tehcir edilen grupların Kürtler ve 58

de Nogales (2008), s. 70.

59

Samih (1934), s. 23-4.

60

Hilmar Kaiser, “A Scene From the Inferno: The Armenians of Erzeram and the Genocide 1915-1916”, D er Völkerm ord an den Arm eniem und die Shoah içinde, Kieser ve Schaller (eds.), Chronos, Zürich, 2002, s. 129-86.

61

Kaiser (2002), s. 144.

62

“[Yakup Cemil’in] Çorumda teşkil olunan bu alaym[m] orduya gönderil­ memesini kumandanlık İstanbul’a arzetmişti. Fakat yine geldiler." (Samih (1934), s. 67).

63

Kaiser (2002), s. 137.

119

Osmanlı milis alayları tarafından yok edildiği istihbaratı gelir. Alman vizkonsül vekili Scheubner’un ısrarı üzerine, Vali Tah­ sin, taktilin esas sorumlusunun 3. Ordu Komutanı Mahmud Kâmil olduğunu ima eder.64 Ancak Scheubner, Erzurum çevresindeki Kürt ve Türk mi­ lisleri bir askerin değil, Erzurum polis müdürü Hulusi Bey’in yönettiğinden ve taktil organizasyonunu da onun yaptığından şüphe eder. Erzurum’a dönmeden önce Tercan ve Erzincan’da beş ay süreyle kalan Hulusi’nin, Erzincan ve Tercan’daki taktili de düzenlemiş olduğundan da şüphelenilir. İstihbarata göre, milis alayları, Erzurum’u çevresindeki kentlere bağlayan yollar üzerindeki “kontrol” noktalarında konuşlandırılmışlardı; teh­ cir edilenler de bu noktalardan geçiyorlardı.65 Bitlis’e tehcir emri, Van ve Erzurum’la aynı tarihte, 23 Mayıs 1915’te gelir.66 Van Valisi Cevdet’in kuvvetleri, Rus ordusuna yenilerek kaçan Halil’in birliklerine katılarak Siirt’e ilerlemeye başlar. Cevdet’in kuvvetlerinin önünden kaçan yaklaşık 12.000 Ermeni mülteci Bitlis’teki Amerikan misyon binalarına sığın­ maya çalışır.67 Cevdet’in kumandasındaki kuvvetler, Haziran ortasında Bitlis kent merkezine girer. 23 Haziran’da Amerikan misyoner tesisi, asker ve polis tarafından kuşatılır ve mülteciler tutuklanır. Durak, muhtemelen, muhasaradaki polis kuvvetini yöneten kişidir. Muhasara sırasında, sığınmacılardan biri, bir Türk askerini yaralayınca, Durak, yanındaki polise bir şey söy­ ler: Bunun, sonradan, Ermenilerin binadan kaçmasını engelle­ mek için misyonun yakılma emri olduğu anlaşılacaktır. Ancak saldırgan öldürülür ve bina yakılmaktan kurtulur. Kadın sığın­ macı ve misyonerlerin binada kalmasına izin verilerek, diğer­ leri alınır.68 “Komitacı” Durak, misyon binasının yakılmasına “gözünü kırpmadan” karar vermişti. 64

Kaiser (2002), s. 139.

65

Kaiser (2002), s. 140-2. Aynı planın Samsun Rum tehcirindeki uygulaması için bkz. Andreadis (1993), s. 61.

66

Kaiser (2002), s. 136.

67

Knapp (2002), s. 33-41.

68

Knapp (2002), s. 59.

120

Müslümanlaştınlan kadınlar ve yüz kadar ihtiyaç duyulan usta hariç,69 Bitlis’in yerlisi ve Bitlis’e sığınmış tüm Hıristiyanlar öldürülür. Ekim 1915’te çarşıdaki birçok dükkân kapalı, bir kısmı da Kürtlerce yağma edilmektedir. Ermenilerce işle­ nen tarlalar artık boştur veya boşaltılmıştır;70 kadın ve çocuk­ lar büyük bir sefalet içindedir.71 “1916 yılı Kasım ayı sonların­ da [2. Ordu bölgesindeki] kazalardan Bitlis vilayetine zahire ihracı[nın] komutanın emri ile... yasaklanması, Bitlis vilayetin­ deki iaşe buhranının iyice şiddetlenmesine neden oldu. Sadece Çapakçur kazasında üç gün içerisinde açlık yüzünden yüz kişi hayatım kaybetmişti.”72 Mustafa Kemal’in 16. kolordusu 1916 sonbaharında Bitlis ve Muş’u geri aldığında,73 Bitlis’ten geriye, bir ordunun iaşe ve ibatesinin mümkün olamayacağı bir harabe kalmıştır: “Seferberliğin erken aşamalarında Ermenilerin kitle­ sel olarak taktil ve tehcir edilmesi gibi ironik bir nedenden ötü­ rü, ürün yetiştirecek köylü veya hizmet verecek zanaatkâr kal­ maması sonucu memleket adeta bir çöl haline geldiğinden, bu­ rada bir ordunun varkalması mümkün değildi.”74 1918 Ağustosunda çekilen bir telgrafa göre, aynı yılın Mar­ 69

“Asker atölyelerinde gerekli olan bir avuç Ermeni ustayı öldürmedi. Genç ka­ dınlar, ayak takımı arasında bölüşüldüler ve yaşlılarla, 12 yaşından aşağı ço­ cuklar sürgün edildi... Bitlis’teki Ermeniler’i, Kıldaniler’i, Nasturiler’i yok et­ tikten sonra Cevdet bey... Muş ovasındaki asileri cezalandırmaya gitti.” (de Nogales (2008), s. 109-10).

70

“Bitlis vilayetinin mahsulü bu yıl [=1915] pek verimli olmadığından, burada diğer maddelerin yanında ot ve saman miktarı da vilayetin kendi ihtiyaçları­ nı dahi karşılayamayacak derecede azalmıştı. Buna rağmen vilayetin boş kalan yerlerindeki samanlar doğrudan doğruya ordu tarafından alınmıştı." (Tuncay Öğün, 1. K afkas Cephesi’nin I. Dünya Savaşındaki Lojistik Desteği, AKDTYK AAM, 1999, Ankara, s. 42).

71

Paul Leverkuehn, A German Officer During The Armenian Genocide: A Biography o f Max Von Scheııbner-Richter, Gomidas Institute, Londra, 2008, s. 45.

72

Öğün (1999), s. 289.

73

Edward J. Erickson, Size Ölmeyi Emrediyorum: 1. Dünya Savaşında Osmanlı Ordusu, Kitap, İstanbul, 2003, s. 183.

74

Lord Kinross, Atatürk: Rebirth o f a Nation, Weidenfeld&Nicolson, Londra, 1964, s. 100. Satırların Türkçe tercümesi maalesef eksik ve yanıltıcıdır: “Böy­ le bir yerde bir orduyu uzun sûre beslemek de çok zordu. Ermeniler göçmüş olduklanndan, ne ürün yetiştirecek köylü, ne de iş görecek zanaatkâr kalma­ mıştı.” (Altın Kitaplar, İstanbul, 1994, s. 131).

121

tından Haziran sonuna kadar Bitlis ve Muş ile mülhakatında günde ortalama on on beş kişi açlıktan ölmüştür.75 Ermeni teh­ ciri, Müslümanların da sonu olmuştur. Erzurum ve Bitlis’te “Ermenilerin mehmaemkan müreffehen sevk ve nakli[nde] maateessüf vukuu bulan şiddet, tecavüz ve su-i istimaF’e Reşid de dikkat çeker.76 Bitlis Valiliğine, Kürt is­ yanını bastırmak için getirilen77 Abdülhalik Renda, katliamlar­ daki başarılarından dolayı ödüllendirilerek Ekim 1915’te Halep Valisi olurken,78 Durak da terfien Ankara’ya tayin edilir. Tehcir/taktilin ayrıntılarını bilmiyoruz; ancak Durak’m Bitlis polis müdürü, milis tabur/alay kurucusu/komutanı sıfatıyla ve Erzurum ve Diyarbakır’daki benzerlerinden yola çıkarak,79 traje­ dinin dışında kalmış olması beklenemez. Durak’m Bitlis’teki gö­ revi boyunca çalıştığı Vali Abdülhalik,80 hem Bitlis hem de son­ raki görev yeri olan Halep’te yaptıklarından dolayı Mütareke’de Malta’ya sürgün edilir. Bitlis katliamının İngiliz belgelerine göre diğer sorumluları, “Van Valisi Cevdet... Halil Paşa...” ile birlik­ te polis müdürü “Turkhan Bey”dir.81 Bahis konusu olan kişi, bü­ yük ihtimalle Durak veya Osmanlıca yazılışıyla Turak’dır. Durak ile Bediüzzaman Said Nursi’nin 1908-1915 arasında­ ki hayat çizgileri birçok noktada benzeşir ve kesişir. İstanbul ve Selanik’te verdiği nutuklar ile Meşrutiyet mücadelesine ka­ tılan Nursi, 31 Mart olayları nedeniyle 1909’da Divan-i Harb-i Örfi’de yargılanmasına rağmen cezalandırılmamış, 1911’de Du­ 75

BOA.DH.ŞFR 593/89.

76

Şahingiray (1997), s. 108.

77

Erdal Aydoğan, ittihat ve T erakki’nin Doğu Politikası, Ötûken, 2005, s. 216-23.

78

W alker, Christopher, “The End of Armenian Taron and Baghesh, 19141916”, Armenian Baghesh/Bitlis and Taron/ Mush içinde, R. Hovannisian (ed.), Mazda, 2001, s. 191-206.

79

Başka bir örnek olarak, Diyarbakır’da tehciri yöneten ve çeteleri örgütleyen polis müdürü Veli Necdet (Sünkitay), Milli Mücadele sonrasında ticarete atıl­ mış, 1937’de Ankara Ticaret Odası Başkanlığı yapmıştır. (Simon Payaslian, “The Armenian Genocide in Diarbekir, 1895-1914”, s. 285- 307, Hovannisian (2006) içinde, s. 290-1; Yeghiayan (2007), s. 33-34 ve 470.

80

Yeghiayan (2007), s. 266.

81

Vartkes Yeghiayan, British Foreign Office Dossiers on Turkish War Criminals, American Armenian International College, Califomia, 1991, s. 308. Türkçesi için, bkz. Yeghiayan (2007), s. 269.

122

rak’la beraber Sultan Reşad’ın Makedonya gezisine katılmıştır. 1914 Bitlis isyanı sırasında hemşerisi Hizanlı Molla Selim’in iş­ birliği önerisini geri çevirir. 1915’te Kuzey Afrika misyonundan döndükten ve Enver Paşa ile görüştükten sonra, Bitlis’te gönül­ lü bir milis alayı teşkil eder, 1916’da Erzurum cephesinde sava­ şır, Erzurum işgal edilince, Van Valisi Cevat ile birlikte Gevaş ve Bitlis’e çekilirler. 1916’da Bitlis işgalinde Ruslara esir düşer. Durak’la beraber Selim’e karşı savaşmış veya Bitlis katliamında rol almış mıdır bilmiyoruz,82 ama Teşkilat-ı Mahsusa’nın başında­ ki Eşref Kuşçubaşı’nı şahsen tanıdığı iddia edilen Nursi’ye Sofya Ataşeliği tarafından 1918’de verilen belgede “Gönüllü Kürt Sü­ vari Alayı, Yarbay” unvanı, ücret hanesinde ise “ordu idaresi he­ sabına geçecek” ibaresi yazılıdır.83 Durak ve Nursi’nin Teşkilatı Mahsusa elemanı olduklarını düşünebiliriz.84 Durak, 2 8 .1 1 .1915’te Ankara emniyet müdürü olur.85 Reşid ile beraber Ankara tehcir ve taktilini devam ettirir: Patrikhane’ye gelen şikâyetlere göre “tehcir ve katliamlara karışan İt­ tihatçılar arasında... komiser Mustafa Turhan [muhtemelen Mustafa Durak]...” da vardır (bkz Ek-E).86 Durak’ın yangından sonraki mesleki çizgisi karmaşıktır. Ke­ sin olan, yangının ayı henüz dolmadan hakkında bir tahkikat başlatıldığıdır. 7.10.1916’daki87 Talat imzalı şifreye göre, işle­ min gerekçesi yakışıksız davranışlarıdır: 82

Yakın zamanlı bir çalışma, ilk soruya olumlu, İkincisine çekimser cevap ve­ rir (Cemalettin Canlı, Yusuf Beysülen, Zaman İçinde Bediüzzam an, İletişim, 2010, s. 211-2).

83

Risale-i Nur Külliyatı müellifi Bediüzzaman Said Nursi: Hayatı, mesleki, tercü­ me-i hali, Sözler, İstanbul, 1976, s. 62; Şükran Vahide, The Author o f the Risale-i Nur: Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, İstanbul, 1992, s. 107-40; Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, Yeni Asya, İstan­ bul, 1979; Mary Weld, Bediüzzaman Said Nursi, Nesil, İstanbul, 2011.

84

Cemal Kutay, Çağım ızda bir Asr-ı Saadet Müslümanı: Bediüzzaman Said Nursi, Yeni Asya, İstanbul, 1980, s. 82-85, 116, 182-3, 237-8.

85

Yalçın (2008), s. 11-2.

86

Raymond Kevorkian, önsöz, Sessizliğin Sesi İli: AnkaralI Ermeniler Konuşuyor, Ferda Balancar (ed.), Hrant Dink içinde, İstanbul, 2014, s. 12-3.

87

Tarih ibaresindeki farklı renkteki mürekkeplerden anlaşıldığı kadarıyla, yazı aslında Eylül ayının önceki günlerinde yazılmış; 24 rakamı daha sonra konul­ muştur.

123

polis müdürü Mustafa Durak Bey’in ticaretle iştigal ve bu sebeble de nüfuz-ı memuriyetini suistimal ve Hıristiyan aile­ lerinin gece gündüz evlerinde ayş ü işret etmekde [=yiyip iç­ mekte] ve ekseri karakola sarhoş olarak gelmekte ve arzu ettiği herhangi bir kadını polis marifetiyle celb ettirmekte ve eshab-ı (?)den olan kadınları tehdid etmek suretiyle ifal eylemekte ol­ duğu ihbar kılınmakta olduğundan mevadd-ı mezkûrenin alelusül yegân yegân [=tek tek] bittahkik neticesinin inbası”88

istenmiştir. Bu tahkikatın altında, aslında, muhtemelen başka bir neden vardı. Zira Reşid, Durak’ı, ihmalini gerekçe göstererek daha yangın sürerken Dahiliye Nezareti’ne şikâyet etmiştir: “Maale­ sef en az hizmeti görülen ve en son yangından haber alan polis heyeti olmuştur.”89 Durak ne zaman görevden alınmıştır? Çelişkili görünen ve­ riler vardır: 27.3.1917 tarihli Ankara Vilayet gazetesinin 3. say­ fasındaki “Şuun-i Memuriyet” [=Memuriyet Meseleleri] baş­ lıklı haberde, “münhal [=boş] olan vilayet polis serkomiserliğine İstanbul serkomiserlerinden Cemil Efendi [’nin] tayin olun[duğu]... Cemil Efendiler Dersaadet’den bilvürud ifa-ı va­ zifeye...” başladığı belirtilir. Reşid’den sonra, Vilayette önemli kadro değişiklikleri olur: Cemil Efendi ile aynı tarihte “Yozgat mutasarrıflığına... Bay­ ram Fehmi Bey... merkezi Yozgad’da olan vilayet emval-i met­ ruke tasfiye komisyonu riyasetine Abdülkerim Bey tayin buyu­ rulmuş; merkez nafia anbar memuru azl edilerek memuriyeti mezkûreye Üsküb nafia anbar memur-ı sabıkı Mehmed Hasib Efendi tayin buyurulmuştur.”90 Görev değişiklik yerlerinin, emval-i metruke tasfiye komisyonu, nafia anban ve tasfiye ko­ misyonunun bulunduğu Yozgat mutasarrıflığı olması dikkat çekicidir. Reşid’le eşzamanlı görevden alınanlar, mal ve eşya ile doğrudan ilgili kadrolardır. Aslında 3.12.1915’te ilan edilen 88

BOA.DH.$FR 68/208.

89

Karay (2009a), s. 70.

90

Aynca bkz. BOA.İ.DUİT 42/52 ve BEO 4460/334463, 19 Mart 1917.

124

tasfiye komisyon listesindeki görev dağılımına göre, Yozgat ve Ankara’da ayrı birer tasfiye komisyonu öngörülmüştü;91 ancak gazete haberindeki ifadeden tek komisyonun olduğu ve onun da Yozgat’ta bulunduğu anlaşılıyor. Belgelere göre, Durak’ın görevden alınması, Ekim/Kasım 1917’yi bulur. Talat imzasıyla 4.11.1917’de Vilayet’e çekilen şifrede, Ankara’da sürgündeyken istenmeyen bağlantılar kur­ duğu tesbit edilen ve İstanbul’a polis refakatinde götürülen Prens Sabahaddin’in sekreteri, TŞAM mensubu “Satvet Lütfi İstanbul’a geldiği gece Kadıköyü’ndeki Alman otelinden oraca sevk ve muhafazasına memur edilen komiser muaviniyle polis memurları elinden firar etmiştir. Keyfiyet-i firar bu memurlann suiniyete makrun [=yakın] olduğu (?) zannedilen teseyyübleri [=ihmali] neticesidir. Binaenaleyh böyle vazifesini ihmal ede­ cek memurları nezaretçe pek büyük ehemmiyetle telakki edi­ len bir işde istihdam eden polis müdürü Durak Bey azledilmiş­ tir. Komiser muaviniyle polis memurlarının ahval-i hususileri­ nin hissiyat ve kanaat-ı siyasiyelerinin polis müdüriyetine ta­ yin olunacak vekil vasıtasıyla ve suver-i saire [=diğer yollarla] ile hafiyyen [=gizlice] tahkik ettirilerek sürat-i işarı”92 istenir. Durak iki kez mi görevden alınmıştır, yoksa Cemil Efendi’nin geldiği makamda mı çalışmıyordu? Tenzil edilip edilme­ diği de açık değildir: Sicil bilgilerine göre, 28.10.1917’de An­ kara’dan ayrılıp, 18.11.1917’de Adana’da göreve başlamıştır.93 Durak Dahiliye Nezareti’nin istememesine rağmen mi Adana’ya atanmıştı, yoksa Nezaret, Durak’ın azline bir tenzil-i rütbe süsü mü vermeye çalışıyordu? Ama her durumda da, Durak Ankara’dan Reşid’den sonra ay­ rılmıştır. Bu durumda, Durak hakkında başlatılan “nüfuz-ı me­ muriyetini suistimal”, “ayş ü işret” ve “kadınları tehdid[le] ... ifal” tahkikatı, öyle anlaşılıyor ki, temelsiz suçlamalara dayan­ 91

Hilmar Kaiser (2 0 0 5 ), “ 1915-1916 Ermeni Soykırımı Sırasında Ermeni Mülk­ leri, Osmanlı Hukuku ve Milliyet Politikaları”, İmparatorluktan Cumhuriyete Türkiye'de Etnik Çatışma içinde, E. J . Zûrcher (der.), İletişim, İstanbul, 2005, s. 123-56.

92

BOA.DH.ŞFR 80/24.

93

Yalçın (2008), s. 12-3.

125

maktadır ya da Dahiliye Nezareti tarafından görmezden gelin­ miştir. Anlaşılan, Reşid’in henüz yangın sürerken Durak’ı İstan­ bul’a şikâyeti, sonrasında suçlama ve tahkikat talebine dönüş­ müş; ama Reşid, Durak’tan önce ayrılmak zorunda kalmıştır. Süleyman Nazif in Reşid ile ilgili formülüne Durak’ı yerleş­ tirecek olursak, Talat Paşa, İngiliz belgelerine göre, Bitlis kat­ liamından sorumlu tutulan ve “savaş suçlusu” sayılan, Patrik­ hane kayıtlarına göre, Ankara’da tehcir ve taktil zanlısı görü­ len, “nüfuz-ı memuriyetini suistimal”, “ayş ü işret” ve “kadın­ ları tehdid[le] ... ifal”den hakkında tahkikat başlatılan Durak’ı, “vazifesini ihmal edecek memurları... istihdam” ettiği gerekçe­ siyle görevden almıştır. Bu, azlinin nedeni mi yoksa gerekçesi miydi? Her durumda, yangından sonra Durak ile Reşid arasın­ da, İkincinin kariyerine mal olan bir gerilim olduğunu kanıtlar. Gerilimin kaynağında ne vardı? Adana Polis Müdürlüğü görevinden sonra, “Mütareke yıl­ larında İstanbul’a gel [ir]. Milli Mücadelede ... Ankara’ya geç[er].”94 Büyük Millet Meclisi’nin 1. dönem mebusu iken, 24.6.1920-31.9.1920 tarihlerinde Ankara Emniyet Umum Mü­ dürlüğü yapar95 ve Türkiye Cumhuriyeti polis teşkilatını ku­ rar. Bitlis ve Ankara’daki faaliyetlerinden dolayı Ingiliz ve Pat­ rikhane belgelerine göre savaş suçlusu sayılan Durak, TC Em­ niyet Teşkilatı’nm kurucusudur. Emniyet Müdürlüğü sonrasında Durak’ı “komitacı” niteli­ ği gerektiren hayati görevlerde görüyoruz: 1920 Bakü Kongresi’nden sonra, Enver’in Trabzon ve çevresindeki nüfuzu artmış; buna karşın Ermenistan harekâtının başarısızlıkla sonuçlanma­ sı ve Bolşevik hareketin Anadolu’ya yayılması gibi istenmeyen ihtimaller belirmiştir. Erzurum mebusları Celaleddin Arif ve Hüseyin Avni gibi muhalifler,96 Enver’e yakın İttihatçı simalar, 94

Revnakoğlu (2010), s. 8.

95

Ferdan Ergut, M odem Devlet ve Polis, İletişim, İstanbul, 2004, s. 298.

96

“Ankara’da Meclis’teki muhalefetin liderliğini yapan Celalettin Arif ve Hüseyin A vni... bir halk hükümeti kurmaktan söz etmektedirler... Rıza Nur...” Ağustos 1920’de ... Celalettin Arif ve Hüseyin Avni bir gün bana geldiler,... Mustafa ke­ m alle bu iş sökmeyecek...’ ben de... ‘Karabekirle görüşürsünüz. Rıza gösterir­ se... Mustafa Kemal’le]... çekil deriz...”’ (Taşyürek (2000), s. 190-1).

126

yeni iktidar arayışları için 1920 Eylül/Ekim aylarında bölgede toplanmaya başlar. “Eylül 1920’de Ankara tedirgin,... Enverciliğin Trabzon’dan Erzurum’a... sıçramasından kuşkuludur”,97 önlemler almaya başlar: Durak, Emniyet Müdürlüğü’nü bıraka­ rak 13 Ekim’de Erzurum’a gelir.98 Ankara hükümetinin amacı, bir taraftan Ethem, Enver ve Mustafa Subhi’nin değişik samimi­ yet derecelerinde taşıdığı/yaydığı “yeni ve ince meslek”99 ile re­ kabet amacıyla, “halkçılık” gibi resmi veya zayıflatılmış biçim­ leri benimsediğini göstermek, diğer taraftan, bu muhalif hare­ ketlerle dolaylı yollardan, örneğin Vah Hamid100 ve Ankara me­ busları ile Erzurum Müdafaa-ı Hukukçuları içindeki mukadde­ satçı kanadı güçlendirerek101 mücadele etmekti. Durak, bir anti-komünist, aynı zamanda istihbarat/karşı-istihbarat uzmanı olduğu102 ve bu ikili taktiği göremediği için103 Ankara Hükü­ 97

tsmail Akbal, 1919-23 Yıllan Arasında Muhalif Kimliğiyle Trabzon, doktora te­ zi, AÜ Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi ABD, Ankara, 2004, s. 205.

98

Dursun Ali Akbulut, A lbayrak Olayı, Erzurum, 1991, s. 43, 61, 63.

99

Bkz.dipnot no. 103.

100 “Bolşevizm ve halkçılık aleyhtarlığı ve muhafaza-ı mukaddesat taraftarlığı... (Akbulut (1991), s. 100). 101 “Erzurum’da Müdafaa-ı hukukçular ikiye ayrılmışlardı. Birinci grup komü­ nizme şiddetle karşı muhafazakârlardı ki bu grubun başında Hoca Raif Efen­ di vardı. İkinci grup ise kısmen Bolşevik ilkelerini savunan Albayrak heyetiy­ di.” (Akbulut (1991), s. 73). 102 Nisan 1923 tarihli meclis konuşmasında Durak şöyle der: "... Bolşeviklik için, komünistlik için Türkiye namı hesabına çalışan sefil kişiler, Rusya’da Musta­ fa Subhi ve arkadaşlarıdır... Allah’ı tanımak olmadıktan sonra, o esasat yerin dibine girsin... [komünistlik] Yahudilerden kaynaklanmıştır... Başta bulunan­ ların % 95’i Yahudidir... zengin der öldürürler, burjuvazi der öldürürler. Yir­ mi yaşından yukarıya [olanları] ...öldürürler., çünkü bu fikre getirme imkânı yoktur.. Kadınlar ortak maldır... Bolşeviklik iktisaden de memleketi öldürür ...” (Yalçın (2008), s. 301-9). 103 “Komünist hareketleri kontrol altına almak için Mustafa Kemal’in gözetimi altında [kurulan]... resmi Komünist Partisipnin] üyelerine...birer belge veril­ miş, ayrıca ilgili makamlara birer gizli genelge gönderilmişti. Bu durum kar­ şısında kuşkuya düşen ... Mustafa Durak, 2/3 Ocak 1921 günü, Erzurum’dan BMM Başkanlığına bir yazı göndererek, iki ay kadar önce, Komünizmin ön­ lenmesi düşüncesiyle Meclise gönderdiği telgrafın meclis tarafından iyi karşı­ landığım işittiği halde, bazı komünistlere kolaylıklar gösterilmesini anlama­ dığım ve bu hareketlerin durdurulmasını istedi.” Mustafa Kemal 16.1.1920’de “...telgrafınızdan bir yanlış anlamaya düşüldüğü görülüyor. ... [H[ükümetçe üyeleri bilinen resmi bir partinin belgesini tanımayanların bu yeni ve ince

127

meti tarafından sanki özelllikle seçilmiştir. Durak, Ekim-Aralık 1920 zarfında görevini Erzurum ve Kars’ta yürütür.104 Elinde Mustafa Subhi’nin Devrim’den sonra­ ki faaliyetlerine ilişkin ayrıntılı raporlar vardır.105 24.12.1920’de Kâzım Karabekir’den Mustafa Kemal’e gelen telgrafta, “25 Ara­ lık günü akşamı Mustafa Subhi ve arkadaşlarının Gümrü’ye geleceği ...” bildirilir.106 Sovyetlerle ilişkiler açısından heyete doğrudan müdahale edilmemeli; ajitasyon gibi dolaylı yöntem­ ler tercih edilmelidir: “Gelenlerin Moskof yanlısı insanlar oldu­ ğunu Erzurumluların bilmesi yeterdi.”107 Durak’ın görevi bunu göstermek olacaktır. Muhrik bazı mektuplar yardımıyla, için­ de Durak’ın da bulunduğu Erzurum mukaddesatçıları Ocak 1921’de anti-komünist bir kampanya başlatır.108 meslek hakkında çabalara girişmeleri önlenecek [tir] ... Bunun dışında ne bir karar, ne de bir uygulama kesinlikle olmamıştır” cevap verir. (Cihat Akçakayalıoğlu, Atatürk, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etûd Başkanlığı, An­ kara, 1980, s. 629). 104 “Yüzbaşı Kâzım namında bir adam, Erzurum’a gelmiş, bendeniz de oraday­ dım. ... [u]fak bir propaganda yapmak istemiş ... cephe kumandanlığına şikâ­ yet ettik...” (Yalçın (2008), s. 309). 105 “Bunlann yardakçıları hakkında da ... yani Mustafa Subhi’nin altı senelik hiz­ metlerini havi ve teşekkül devri namıyla mühim malumatı gösterir bir rapo­ runu vereceğim. ...” (Yalçın (2008), s. 309). 106 Emrah Cilasun, Mustafa Subhi ve Yoldaşlarım Kim Öldürdü?, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2008. 107 “Cem iyet’in kurucularından... T eşkilat-ı Mahsusa kum andanlarından... [Ebulhindili] Cafer ... hadiseyi şöyle anlatır: “Kâzım Karabekir[’den]... bir da­ vet aldım... Hamit Bey’e verilmek üzere... şifreli talimatı bana verdi. Vali, Mus­ tafa Subhi ve yoldaşlarının Erzurum’a sokulmadan şehir haricinde tevkif edil­ melerini... teklif ediyordu. Karabekir Paşa ise, Ruslarla Kars’ta sulh müzakere­ lerinin devam ettiği günlerde böyle bir hadisenin ancak çok büyük dikkat ve itina ile yerine getirilmesini istiyordu. ... [B]ana... anlattı: ‘...icap eden, ne ken­ dilerini, ne fikirlerini halkımızın kabul etmiyeceğini onlara anlatmaktır. Şid­ det tedbirleri bu anda fayda değil zarar verir.’ ... Erzurum’a döndüğüm zaman Hoca Ziyaeddin ve Raif efendilere vaziyeti anlattım. ...Onları Erzurum’un içi­ ne sokmamak ...kararını verdik. Gelenlerin Moskof yanlısı insanlar olduğu­ nu Erzurumluların bilmesi yeterdi.” (Taşyürek (2000), s. 207-8). “Erzurumlu Raif E fen d i... Erzurum’da teşkil ettiği ‘Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti’nin reisi sıfatiyle Meclis’e çektiği bir telgraf üzerine bütün vali ve kaymakamlara Iştirakiyyun fırkasının kapatılması için şifre telgraf verilmiştir.’’ (Mahir İz, Yıl­ ların izi, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1975, s. 95-6). 108 Hamid’in 16.1.1921’de Mustafa Kemal’e çektiği telgrafta, “Mustafa Subhi’nin yaklaşması ve Ankara’dan hemşerilerine: ‘Derhal Bolşevik olun, kesiniz, kın-

128

Karabekir’in yönlendirmesiyle109 Erzurum’a gelen Subhi ve arkadaşları, Durak’ın anlatımıyla, Erzurum’da trenden in­ dirildi ve bana söz verildi: ‘Oğlum,... kimin namı hesabına ne söylüyorsun ve nesin?’ dedim. Halk asabileşmişti. Nümayiş­ ler yaptılar. ... ”110 “... Vali Hamit Ankara Hükümeti emirle­ ri doğrultusunda Erzurum’da olayların büyümesine adeta göz yumdu.”111 Subhi ve arkadaşlarının akıbeti, Erzurum’u terk et­ mek zorunda bırakılmalarıyla çizilir. Mustafa Kemal 25 Ocak 1921 tarihinde Durak’a gönderdiği telgrafta, hükümetçe “ge­ rek merkezde ve gerek ülkenin her yanında komünizme karşı gerekli önlemlere giriş”ildiğini bildirir ve “Erzurum’da Musta­ fa Subhi hakkındaki ulusal tepkilerin planını, daha önce Kâzım Karabekir Paşa’nın ve sonra Hamid Bey’in yazılarıyla öğrenmiş ve uygun bulmuştum. Herhalde Doğu’dan gelecek yıkıcı her­ hangi bir akıma karşı Erzurum ve Trabzon’un ve bütün ülkenin bir demir duvar durumunda bulunacağına inanıyorum” diye yazar.112 Durak, “ulusal tepkiler planT’nda ve “demir duvar”da kilit bir rol oynamıştır. Durak’ın komitacılık vasfı ve yarattığı sonuçlar, Ağustos 1922’de, başka bir yangında kendini gösterecektir (bkz. EK-F). Durak ve Reşid’in ortak yönü, 1908 sonrası İT saflarına geçe­ rek, devletin çeşitli kademelerinde görev almaları, imparatorlu­ ğun çözülüşüne tanık olmaları, hatta izleme fırsatı bulamadan pratiğin içinde evrilmeleridir. 1906-8’de Erzurum’da Taşnak ve sivil Ermenilerle beraber hareket eden bir ihtilalcinin, Ingiliz ve Patrikhane belgelerine göre, 1915 Bitlis ve 1916 Ankara’sın­ da bir taktil sanığına dönüşmesinin ardındaki nedenleri belir­ raz herkesi sizin seviyenize indiriniz’ gibi saçmalıkları muhtevi mektup Er­ zurum halkım fevkalade galeyan ve harekete geçirmiştir. Dûn mebus Durak Bey’in dahil olduğu eşraf, ulema ve esnaftan meydana gelen bir heyet maka­ ma gelerek komünizme karşı siyaset tarzını açıklamış ve halkça bunun önüne geçmek için her türlü kesin tedbirlere müracaat olunacağım, gerektiğinde si­ lahla müdafaa edileceğim ilave etmiştir.” (Taşyürek (2000), s. 199). 109 Cilasun (2008), s. 66. 110 Yalçın (2008), s. 313. 111 Taşyürek (2000), s. 199. 112 Akçakayalıoğlu (1980), s. 630-1.

129

lemek mümkün müdür? Durak’m dönüşümünde, Erzurum’da­ ki tedhiş ortamı, TŞAM’dan İT’ye ani geçişi veya 1906’da bir asi iken, 191 l ’de Erzurum polis müdürlüğüne hızlı yükselişinin ve kendisine sunulan eğitim fırsatı ve kariyerden dolayı ÎT’ye duyması beklenilen minneti gibi değişkenlerin göreli etkisi ne­ dir? Bu çözümlemede, belki de, hayat çizgisindeki virajlardan ziyade, sabit kalan mahiyete bakmak gerekir: Durak’m 1908 öncesi isyanlarda maruz kaldığı şiddet, İT veya Ankara Hükü­ meti emrinde ürettiği “çözüm’Terin en temel bileşenidir. Za­ limlik, mazlumların kaderidir. Durak’ın en belirgin özelliği, düşündükleri ile yapmak zo­ runda olduklarının arasındaki mesafeydi. Örneğin Bitlis’teki Kürt isyanı üzerine görüşlerini 1. Meclis’te anlatırken, retorik veya retrospektif bir empati söz konusu değilse, infaz edilen is­ yancıya hak verir: “... [Molla] Selim, idam edilirken... demişti ki, ey Türkler, be­ ni idam edeceksiniz, ediniz. Fakat memleketinizdeki idareden utanmıyor musunuz? Bu kadar yeri verdiniz... hibe ettiniz. ... Bunda bizim bir kusurumuz vardır, diye söylemiyorsunuz. Ne zaran var, Bitlis’i de bize veriniz; ne olur... bir Bitlis’i bize ve­ riniz, bir de başımıza siz kontrol koyunuz; biz sizden daha iyi idare edemezsek o vakit başımızı vurunuz. ... Mesela Selim’e bu sözü söyleten idaresizlikti.”113

“İdaresizlik” durumunu fark etmesi veya kendi hayat çiz­ gisi nedeniyle Selim’e duyduğu yakınlık, onu, olay sırasın­ da veya sonrasındaki benzer durumlarda, kendisinden iste­ neni ya da kendisine düşeni yapmaktan alıkoymamış olsa ge­ rek. Emirlere uymanın geleceği açısından avantajlı, ya da uy­ mamanın sakıncalı hatta norm dışı olacağını düşünmüş ol­ malıdır. Formalitelere bağlılığı, bazen iş mantığının önüne geçebiliyordu. Refik Halid, 1916 yangını sonrasında, Anka­ ra’dan Bilecik’e şevkinin, “ekseriya memur tabakasında rasgelinen bir işgüzarlıkla ... polis beraberliğinde”114 olması için 113 Yalçın (2008), s. 141. 114 Karay (1992), s. 85.

130

Durak’ın ve Merkez Kumandanı’nm ısrar ettiklerini yazar. Reşid ise, inisiyatif kullanarak Karay’ın tek başına gitmesine izin verir. Mann’ın “bürokratik”115 kategorisinde düşünülebilecek mücrimlerin ayırt edici özelliği, yaptıklarını ve yapabilecekle­ rini kurumsallaşmış mekanizmalara itaat çerçevesinde açıkla­ yabilmeleridir. Reşid ise, her şeyden önce kendi düşünce sistematiğini ve inanma biçimlerini oluşturmuş biridir.116 Mann’ın tasnifi­ ne yerleştirilecek olursa,117 daha ziyade üst düzey mücrim­ lerde rastlanan, etnik taktili savaş gibi belirli bağlamlarda araçsallaştırıp,118 Weber’in değer-rasyonalitesine uygun biçim­ de, daha yüksek değerlere tabi kılarak haklı gören mücrimler­ dendir.119 Durak’m Reşid’den ikinci farkı, hayatının daha erken bir döneminde radikalleşmesidir. Durak’ı Sinop’ta kalebentli­ ğe mahkûm kılan suçu, cinayetti.120 Durak, radikalleştiği dö­ nemde, hem muhalif ve asi hem de “ezilenlerdendi. Düşüne­ bileceklerinin ya da yapabileceklerinin sının, Reşid gibi, yö­ 115 Mann (2005) Milgram testinin deneklerine benzetir (s. 29). 116 Bleda, Reşid’e “siz... hekimsiniz... ve bu sıfatla can kurtarmakla vazifelisiniz, nasıl oldu da bunca insanın yakalanıp ölümün kucağına atılmasına göz yum­ dunuz?’” diye sorunca, “Doktor Reşit Bey ... ‘Hekim olmak bana milliyetimi unutturamazdı... Doktor Reşit her şeyden önce dünyaya bir Türk olarak gel­ mişti ... düşündüm.. Ya Ermeniler Türkleri temizleyecek ... veya Türkler ta­ rafından temizlenecekler... seçimimi yaptım. Türklüğüm hekimliğime gale­ be çaldı...’ diye cevaplandırır”, Mithat Şükrü Bleda, imparatorluğun Çöküşü, Remzi, İstanbul, 1979, s. 57-8. 117 Mann (2005), s. 27-8. 118 “Esasen bu harb-i um um i... bir mukateleden, bu ifna-yı ırkdan, rakibin ezil­ mesi mukabilinde cihanda halim ve nafiz olmak hodpesentliğinden başka bir şey midir?.. Onlar askerdir ve vatanları için yaptı diyenler ... Müslümanlara bu hak[kı] neden vermiyor?” (Şahingiray (1997), s. 93-5). 119 “‘Vicdanınız sizi rahatsız etmiyor mu?’ sorusunu Reşid, ‘Etmez olur mu? Fa­ kat ben bu işi şahsi gururumu tatmin veya cebimi doldurmak için yapmadım. Baktım ki vatan elden gidiyor, milletimin hayrına gözlerimi kapadım ve per­ vasızca ileri atıldım’” diye cevaplandırır. Bleda Mann’ın tiplemesini haklı çıka­ racak tarzda geneller: “...o devirde Doktor Reşit gibi düşünenler az değildi... devlet ağır şartlar altında tam bir bunalım içinde idi.” (Bleda (1979), s. 58-9). 120 İfadelerin işkence ile alındığı (Demirel (1990), s. 52) davada Durak, “1. dere­ cede erbab-ı cinayet[le suçlanıp], nefy-i müebbet”e mahkûm olan on üç kişi­ lik listededir (Kars (1997), s. 88).

131

netim kademesindeki iken genişlemedi. Kendi deyişiyle, “yir­ mi iki senedir kom itacıydı. Bu deneyimi TŞAM’daki muha­ lifliğinden, II. Meşrutiyet döneminde İT’deki ve muhteme­ len Teşkilat-ı Mahsusa’daki, 1920’den sonra ise Ankara meclis/hükümetindeki görevine taşıdı, daha doğrusu bu iktidarla­ rın emrine sundu. Son ikisi, önceki siyasi çizgisi ne olursa ol­ sun, muti ve sadık “komitacı”lara şiddetle ihtiyaç duyulduğu dönemlerdi. Birçok sorunun, kötü yönetimle bağlantısı konusunda do­ laysız tesbitleri olması,121 yine de hükümeti ve yönetimini des­ teklemekten vazgeçmemesi, belki terfi fırsatlarını dikkate al­ masından, belki de “en kötü yönetimin yönetimsizlikten iyi olduğuna”122 ve bu nedenle, inanmadığı şeyleri bile gerekti­ ğinde yapması gerektiğine inanmasmdandır. Reşid gibi inan­ dığı şeyi yapmıyor, tersine, muhtemelen, yapması gerektiği şe­ ye inanıyordu. Kesin olan, Reşid ile iyi bir takım oluşturduklarıdır. Bitlis’te “Ermenilerin... sevk ve nakli[nde] maateessüf vukuu bulan şid­ det, tecavüz ve su-i istimal”e dikkat çeken Reşid, Ankara Vali­ si olduğunda, olayın baş aktörlerinden Durak’la birlikte çalış­ mayı tercih etmiş, en azından reddetmemiştir. Reşid müsebbib121 “Ankara’da bir hükümet teşkil ettik. ... Bugün zavallı milletin malını alıyo­ ruz, canını alıyoruz, hatta ırzını yağma ediyoruz. ... buna karşı memleketin hangi tarafında rahat vardır? Ahaliye ne temin edebildik? Hükümet adeta bir hırsız çetesi gibi halkın boğazına sarılmış, her şeyini yağma ediyor, götürü­ yor, vuruyor, öldürüyor. Soran yok... bir memur mesul edilmiş midir? Han­ gi bir memuru darağacına çıkardınız? ... Koçgiri hadisesini, Konya hadisesi­ ni... doğuran ...hepsine İngiliz parası mı giİtmesidir]?.. Hepsi idaresizlik yü­ zünden oluyor. [N]e vakit memlekette huzur ve adaleti temin edeceğiz? Da­ ha ne vakte kadar asacağız? Soruyorum, ne vakte kadar asacaksınız?... Zaten Türkiye’de mesuliyet mevzubahis olamaz. Hiçbir büyük adam görmedik ki, darağacına çıkarılsın, hapsolunsun. (Yalçın (2008), s. 66-70). Ayrıca bkz. s. 86, 96-100, 140-1. 122 “Efendiler, heyet-i içtimaiyeler teşekkül ettiği zaman, ... topladılar araların­ dan akıllı kimseleri, başlarına koydular ve dediler ki biz birbirimizin malına canına taarruz ediyoruz, sizi başımıza koyuyoruz, siz ... bu taarruzlara mani olunuz. O vakit aralannda bir mukavele-i zımniye mevcuttur ve her hükümet bununla hareket ediyor... dediler ki, siz bizim başımızda bulunuyorsunuz, si­ ze para vereceğiz... Siz de bizim namusumuzu, malımızı, canımızı, dinimizi, her şeyimizi muhafaza edeceksiniz.” (Yalçın (2008), s. 66).

132

leri tesbit eden bir savcı, “komitacı” Durak ise bir cezalandırı­ cı, bir infaz memuru konumundadır. Ankara, 1916’da, neden memleketin selameti için “vatan düşmanları”nı tespit eden Reşid ve bunları yok etmekle görevli gönüllü taburlarını yöneten Durak gibi iki savaş suçlusundan müteşekkil bir yönetime tes­ lim edilmiştir? Bunu anlamak için 1915-16 Ankarası’na dön­ mek gerekir.

133

BEŞİNCİ BÖLÜM

REFİK HALİD (KARAY)

Bu bölümde, Birinci’nin ifadesiyle “Ankara yangım hakkındaki tek yazıyı yazan” Refik Halid ve onun "... şehir ve bilhassa yan­ gın ile şehirdeki Ermeni nüfusu hakkında kıymetli... bilgiler ih­ tiva...” eden Ankara metnini ele alacağız.1 Mahmut Şevket Paşa’nm katli üzerine (11.6.1913) diğer mu­ haliflerle beraber tevkif edilen Refik Halid 18 Haziran’da idareten sürgüne tabi tutulur ve Sinop Rus donanması tarafından to­ pa tutulunca Çorum’a gönderilen yirmi sekiz kişi arasında Refik Halid de vardı.2 Bilmediğimiz bir nedenle, kendi anılarına gö­ re 23.7.1916’da Çorum’dan Ankara’ya nakledilir. Neden Anka­ ra’nın seçildiği bilinmemektedir; ancak Sinop’ta beraber olduk­ ları ve sonrasında Ankara kazalarından Iskilip’e gönderilen Ha­ fız Kemal Efendi,3 Bala’ya gönderilen İştirakçi Hilmi4 ile Sun­ gurlu ve Boğazlıyan’a gönderilen İskilipli Atıf Hoca’ya5 nazaran 1

Karay (2009a), s. 16, 62.

2

Karay (2009a), s. 13-5.

3

BOA.DH.EUM.l Şb. 13/13B.

4

Çorumdan Bala kasabasına naklettiler. Mütarekeye kadar ... hayatım ... bu kuş uçmaz, kervan geçmez, yüce dağ başında geçirdi.” (Münir Nurettin Ça­ panoğlu, T ürkiye’de Sosyalist H areketleri ve Sosyalist Hilmi, Pınar, tstanbul, 1964?, s. 83).

5

BOA.DH.ŞFR 67/237. “Çorum, Sungurlu ve Boğazlıyan’da tam bir buçuk se-

135

şanslıdır: Kendi ifadesiyle, “demiryolu ile İstanbul’a bağlı olmak Ankara’nın çilesine katlanmayı göze aldıran tek sebebdi.”6 Sürgün, muhalife verilen ilk ihtardı. Bu ihtarı dikkate al­ mayıp muhalefete devam edenler, Divan-ı Harb’te yargıla­ nıp hapisle cezalandırılabiliyordu. Bunlardan biri aslen Ku­ düslü, Dersaadet’te ŞahsedaC?) ve Hükümet gazeteleri muhar­ rirlerinden iken Mahmud Şevket Paşa’nm öldürülmesi nede­ niyle Sinop’a sürülen ve Sinop’ta yayınlanan Doğru Seda ga­ zetesindeki zararlı neşriyatından dolayı bilahare Ankara Divan-ı Harbi’ne sevk ve mahkûmiyet süresi olan bir seneyi ta­ mamlamadan tahliye olunan Abdullah Kani idi. ikinci yargı­ lanmanın bedeli ağırdır: Vah Reşid’in 1.11.1916 tarihli yazı­ sına göre, Abdullah Kani Ankara’da “zaruret-i hal ile sürün­ mekte olub emsali misillu yevmiye itası için... istirhamda bu­ lunmaktadır... Sinob mütebaidinine [=sürgününe] yevmiye itası evamir-i varide iktizasından [=yürürlükteki emirler ge­ reği] ise de merkûmun Divan-ı Harbiye’ce bir sene müddetle mahkûm bulunmasına mebni verilib verilmeyeceğinde tereddüd edilmekte[dir] .”7 Refi Cevat Ulunay’ın naklettiklerinden anlaşıldığı kadarıyla, Refik Halid dahil, Ulunay’ın yakın çevresi, Abdullah Kani’nin aksine, Sinop’ta muhalefetten vazgeçmiş, kendilerini ava, kâğıt oyunlarına vs. vermiş gibi görünmektedir. “Tam” veya “iflah olmaz bir muhalif’ olarak bilinen8 Halid iflah olmuş ve muha­ lefet günleri İstanbul’da kalmış gibi görünmektedir. Halid’in, Ankara’daki sürgün hayatını kolaylaştıran demiryo­ lu haricinde ama onunla bağlantılı ikinci bir unsur daha olabi­ lir: Birinci’nin yazdığı gibi, Halid, yangından sonra, “17.9.1916 tarihinde Dahiliye Nazırı Talat Bey’e bir telgraf çekerek, harikten dolayı meskensiz kalanlar meyanında bulunduğunu ve hanımının da hasta olduğunu söyleyerek Bilecik’e nakillerini ne ... sürgün hayatı yaşar” (Mehmet Sılay, İskilipli Atıf Hoca, Düşün, İstanbul, 2011, s. 34). 6

Refik Halid Karay, Bir Ömür Boyunca, İnkılap, İstanbul, 2009(b), s. 35.

7

BOA.DH.EUM.l Şb 5/4.

8

Nihat Karaer, Tam Bir Muhalif: Re/ife Halit Karay, Temel, İstanbul, 1998.

136

merhameten müsaadesini istirham eden bir telgraf çekmişti.”9 Birinci’nin diğer belgelerin aksine çevrimyazısım vermediği, ancak gönderme yaptığı ve okuduğu anlaşılan belge metni şöyledir: “Harikden dolayı meskensiz kalanlar meyanındayım. Refikam hasta ve münhat [=düşük rakımlı] havaya muhtacdır. Bizim de Bilecik’e naklimize merhameten müsaadenizi istirham eyle­ rim, Mütebaidinden Refik Halid, 4 Eylül 332.”10

Birinci’nin vermediği iki ayrıntı, yani “refikasının münhat havaya muhtaç” olması ve “bizim” ifadesi, Refik Halid’in o sı­ rada Ankara’da yalnız olmadığını göstermektedir. Bu durumda, “demiryolu ile İstanbul’a bağlı olma[nın] ...” şehri ancak izinle terk edebilen bir sürgün için neden önemli olduğunu da anla­ yabiliriz. Aslında Ankara’ya eşiyle geldiğine dair bizatihi kendi yazısında bazı ipuçları vardır. Örneğin Ankara’daki “[ne] Taşhan... ne de Hürriyet oteli ismindeki ahşap bina aile ikametine müsait”11 olmadığı için, bir pansiyona yerleşir(ler). Refikası sür­ günü boyunca, en azından yangın sırasında Ankara’da ise, Ha­ lid hatıralarında bundan neden hiç bahsetmemiştir? Ankara yangınından sonra şansı daha da yaver gider: “Ankara[’da]... barınmak zorlaşmıştı; içecek su bulunamıyordu... Dahiliye Nazırı Talat Beye bir telgraf çekerek menfamın [=sürgün yeri] Bilecik’e naklini rica ettim; ...mırın kırın etmeden izin verdi... Vali Reşid Bey isteseydi -nitekim bunu kendisi bana açıkça söylemişti- telgrafımı çektirmezdi... Lâkin Reşid Bey... sürgünlere ve hepsinden fazla bana çok iyi muamele ediyordu. Hatta... kaba bir partici olduğundan dolayı manasız vesilelerle aleyhimde raporlar veren polis müdürüne [=Durak] karşı şah­ sımı daima korumuştu. Son iyilikleri de şunlar oldu: Bilecik’e giderken muhafaza altında yani bir suçlu, bir mahkûm gibi gönderilmemde ısrar edenleri dinlemedi, nakil izin tezkeresini elime verdi ve serbestçe seyahat edeceğimi söyledi... Ayrılırken 9

Karay (2009a), s. 21.

10

BOA.DH.EUM.l.Şb 9/27.

11

Karay (2009a), s. 41.

137

demişti ki: ‘Sizi Bilecik’e değil dosdoğru İstanbul’a yollamak is­ terdim, buna çalışacaktım.’”12 Dahası, “Bilecik’e... sanki terfian ve memuren gidiyordum, tanımayan, yeni bir vali zannederdi; bütün bu izzet-i ikramı Reşit Bey’in ismime olan muhabbeti­ ne borçlu idim.”13Ankara’daki diğer sürgünlerin de Reşid Bey’in “iyi muamele”sinden istifade edip etmediklerini, yangın sonra­ sında nakil, izzet-i ikram ve serbest seyahat fırsatına erişip eri­ şemediklerini göreceğiz. Bilecik’e geldikten yaklaşık bir yıl sonra, 20.1.1918’de yazdı­ ğı dilekçede, “mühim bir ameliyat icrasına lüzum görülen re­ fikamın yanında bulunmak üzere ailemden başka hiçbir kimse ile ihtilat ve evden başka hiçbir mahalle gitmemek ve memur refakatinde bulunmak şartlarıyla... beş on gün için [İstanbul’a] azimetime müsaade... buyurulması[nı]” ister. Anılarında “Ace­ le ediyordum, zira... ilk yavrumun dünyaya gelmesi pek yakın­ dı” diye anlatır.14 izin için görüşüne başvurulan Emniyet Müdürlüğü 24.1. 1918’de neredeyse olumsuz bir cevap verir: “Refik Halid Bey Mahmud Şevket Paşa merhumun şehit edil­ me vakasına kadar ‘Kirpi’ takma adıyla ve hezl [=alay] perde­ si altında günlük yayınlarla ümmet fertleri arasına nifak tohu­ mu saçmış ve bu suretle memleketteki memnuniyetsizlik at­ mosferi üzerinde etkin bir rol oynamıştır. Hiciv hususunda ha­ iz olduğu iktidarı sonuna kadar ittihat Cemiyet ileri gelenle­ ri ve hükümet hakkında türlü türlü şer iftiralar icadı suretiy­ le kullanarak hükümetin nüfuz ve haysiyetinin azalmasına ça­ lışmıştır. Suikastı doğuran ihtirasların ortaya çıkmasına bu su­ retle yazılarıyla iştirak etmiş ve olay sonrasında benzerleriy­ le birlikte Sinop’a sürülmüştür. Sinop’ta bilinen sürgünlerden Zabtiye Nezareti zamanında Beyoğlu zabıtası başhekimliğinde bulunan ve fesad ü ahlâkı ile şöhretlenen Celal Paşa’nın keri­ mesiyle izdivaç etmiştir. Söz konusu kişi şöhret ve (?)si itiba­ 12

Karay (2009b), s. 36; Karay (2009a), s. 153-4.

13

Karay (1992) , s. 85.

14

Karay (1992), s. 43.

138

riyle hiçbir açıdan güven vermemektedir. Bilhassa Sinop ve Bi­ lecik’te uzun süre muhalefetin en hararetlileriyle temas ve bir arada yaşaması ruh hali üzerine eski zararlarını şiddetlendirebilecek bir vaziyet ortaya çıkarmasının da imkânsız olmadı­ ğı arz edilir.”15

İstanbul’a sevk edilirken Bilecik Valisi de, Halid için, merkum, Kirpi’nin Dedikleri unvanı altında cemiyet-i mukad­ dese [=İT] ve rical-i aliye-i hazıra [=devlet büyükleri] aleyhin­ de vaktiyle bir kitap neşretmek cüret ve küstahlığını göstermiş bir şahıs [olduğundan] ona göre muamele ifası zımnında...’”16 diye bir yazı gönderir. Buna rağmen, 26.1.1918’de,17 anılarına göre, “... Dahiliye Ne­ zareti [vekili]... Cemal Paşa... vasıta[sı] ile İstanbul’a on gün için gelmek müsaadesine eriştim. ...”18 Cemal, Emniyet’in görü­ şüne göre Şevket Paşa suikastının neredeyse azmettiricisi sayı­ lan, “şayan-ı itimad” olmayan Halid’e tıpkı Reşid ve Talat gibi güvenerek, İstanbul’a gelmesine neden izin vermiştir? Alt ka­ demelerde güvenilmeyen yazara, İT erkânı iltifat etmekte ve il­ timas göstermektedir. Dahası, Dahiliye Nezareti’nden Bilecik’in bağlı olduğu Hüdavendigâr Vilayeti’ne gelen 2.10.1918 tarihli yazıya göre, bu izin 15

“Refik Halid Bey Mahmud Şevket Paşa merhumun vakıa-ı şühedatına ka­ dar ‘Kirpi’ nam-ı mûsteanyla ve hezl perdesi alunda matbuat-ı yevmiye ile efrad-ı ümmet arasına tohum-ı nifak saçmış ve bu suretle memleketteki ademi memnuniyet üzerinde müessir bir rol ifa etmiştir. Hiciv hususundaki haiz olduğu iktidan sonuna kadar erkân-ı ittihad ve hükümet hakkında guna gun müfteriyat-ı bedhahane icadı suretiyle istimal edilerek nüfuz ve haysiyet-i hü­ kümetin ıskatına sai olmuştur. Vaka-ı şehadeti tevlid eden ihtirasann husulü­ ne bu suretle kalemen iştiraki tahakkuk etmiş ve akab-i vakada emsaliyle bir­ likte Sinob’a tebid olunmuştur. Sinob’da mütebaid-i malumeden Zabtiye Ne­ zareti zamanında Beyoğlu zabıtası sertebabetinde bulunan ve fesad ü ahlâkı ile müştehir olan Celal Paşa’nm kerimesiyle izdivaç etmiştir. Mumaileyh ahval-i (?) ve meşhuresi itibariyle hiçbir vecihle şayan-ı itimad değildir. Bilhassa Sinob ve Bilecik’te tul müddet muhalefetin en hararetlileriyle temas ve bir ara­ da imrar-ı hayat etmesi ahval-i ruhiyesi üzerine mazarrat-ı sabıkasını teşdid edebilecek bir vaziyet ihdas etmesi de müstebad olmadığı maruzdur.” (BOA. DH.EUM.l.Şb 9/27). Krş. Karay (2009a), s. 23-4.

16

Karay (2009b), s. 46.

17

Karay (2009a), s. 23.

18

Karay (1992), s. 43.

139

Dahiliye Nezareti’nin kayıtlarında yoktur: “menafien [=sürgün olarak] Bilecik’de bulunan Beyoğlu dairesi başkâtib-i sabı­ kı Refik Halid Bey’in evvelce Dersaadet’e geldiği bildirilmekte ise de bu babda muhasebece bir kayıt ve malumat olmadığın­ dan... hangi tarihte Dersaadet’e azimetine müsaade edilmiş ol­ duğunun beyanı...” istenir.19 Halid, gayrı-resmi bir izinle mi İs­ tanbul’da kalıyordu? Anlaşılan, Halid’in İstanbul’daki ikameti beş on günle sınırlı kalmamıştır: “Cemal Paşa beni ayakta kabul e tti... ‘... bize çok fenalık ettiniz. Kaleminiz bizi çok hırpaladı ve haysiyetimizle çok oynadı. ... Size kati bir vaatte bulunamam. Şimdilik mezu­ niyetinizi temdid edeceğim. ...’ [dedi].”20 Karay, “yeni padişah Vahdettin tarafından çıkarılan 23 Aralık 1918 tarihli”21 affa ka­ dar İstanbul’da kaldığım bizzat yazar: Bilecik’ten Ocak ayında ayrılırken “... [sürgün arkadaşlarından] Ferit Bey ... bana ‘artık dönmezsin’ dedi. ... Meğerse doğru düşünmüş imiş!”22 Duru­ mun kendisi de farkındadır: “İttihatçıların dergisi23 ‘Teni Mecmua bir hikâyemi ismim­ le neşredince sürgünlük hayatım sona erdi.”24 Tarih, 31.1. 1918’dir.25 İstanbul hükümeti, kendilerine çok “fenalık” eden, “hırpala­ yan” ve “haysiyetiyle oynayan” Refik Halid’in İstanbul’daki ika­ metini kayıtdışı olarak neden uzatmış, kendi adıyla yazdıkları­ na Yeni Mecmua gibi bir IT organında yayınlanmasına müsaa­ de etmiştir? Sürgünde geçen zamanın, muhalifleri uslandırdığı mı düşünülmüştür? Dönemin sürgünleri içinde tersine örnek­ ler vardır: Mesela topçu yüzbaşılığından mütekaid Hafız Ke­ mal, Mahmut Şevket Paşa suikastının suçlusu olarak Haziran 1913’te önce Sinop’a sürgün edilmiş, sonrasındaki aftan yarar19

BOA.DH.EUM.MH 180/34.

20

Karay (1992), s. 52-3.

21

Karay (2009a), s. 24.

22

Karay (1992), s. 43.

23

Hikmet Bayur, Türk İnkılab Tarihi, C. III, Kısım 4, TTK, Ankara, 1967, s. 541.

24

Karay (2009b), s. 143.

25

Yenal Ünal, “Refik Hafit Karay Üzerine Bir Bibliyografya Denemesi”, Turkish Studies, Sayı 8/5, Bahar 2013, s. 849-99.

140

lanamayarak Ankara kazası îskilip’e gönderilmiş, “müracaatı mütaveliyesi [=süregiden başvurulan] ve etvar ve harekâtın­ da salah [=tavır ve hareketlerinde düzelme] müşahede olduğu­ na dair Ankara Valisi’nin 5 Teşrin-i Sani 332 [18.11.1916]’deki işaratı”na26 rağmen, 1918’e kadar İskilip’te kalmıştır. Anka­ ra’ya sürgün karanndan itibaren, Halid’in henüz bilinmeyen bir nedenle kayınldığım ve bunun tavır ve hareketlerindeki düzel­ meye yorulamayacağım anlıyoruz. Halid’in İstanbul’daki ikamet ve yayınlarına neden izin ve­ rildiğini başka kaynaklardan öğreniyoruz: Olası bir barışa kar­ şı Enver’in geliştirdiği ve Levazım Reisi İsmail Hakkı ile pay­ laştığı Talat hükümetine karşı darbe planları 1917’nin so­ nunda ortaya çıkmıştır. “Bu durum karşısında Talat... bası­ nı az daha özgür bırakmak yoluna gider.”27 “2.3.1918’de Sad­ razam Talat Paşa,... siyasi sansürün kaldırılmasından yana ol­ duğunu açıklam ıştır.”28 Bununla hedeflenen, yolsuzlukla­ rı ayyuka çıkan İsmail Hakkı ve çevresini yıpratacak yayınla­ ra izin vermekti: “Basın siyasal ve ekonomik bakımdan san­ sür altında iken ihtikâra karşı sızlanmalar daha çok muhtekir­ lere öğüt verme biçini almaktaydı... Az da olsa özgürlük ka­ zanmış olan basın artık bu [ihtikâr] işler [in] e çatmaktan ge­ ri durmadı. İş öyle bir çığıra girdi ki İT’nin... dergisi olan Yeni Mecmua’da bile bu yolda yazılar çıktı... 2.5.1918 günü [“Harb Zengini” başlıklı yazıda] bu işi Refik Halid yapar... Kendisi­ ni kazanmak için olsa gerek Yeni Mecmua’nın yazarları arası­ na almışlardır.”29 “Refik Halid, sürgünden dönmesine ve asıl önemlisi tekrar yazı yazmasına neden izin verildiğini bilmedi­ ğini anılarında belirtir. Oysa bunun genel bir planın parçala­ rından olduğu anlaşılmaktadır.”30 26

BOA.DH.EUM.l Şb 13/13B.

27

Bayur (1967), s. 158-63.

28

Orhan Koloğlu, 1918: Aydınlarımızın Buhran Yılı, Boyut, İstanbul, 2000, s. 43.

29

Bayur (1967), s. 158-63.

30

Koloğlu (2000), s. 45. Benzer şekilde, “Celal Bayar,.. umumi kâtib olduğu İz­ mir IT’nin sözcüsü Anadolu gazetesinde, ‘Memleket paşalann çiftliği değildir’ diye yazdırdığı ağır bir yolsuzluk eleştirisiyle, o günlerde İzmir’de bulunan... İsmail Hakkı Paşa’yı nasıl hedef aldığım ve hem kendisi hem de gazete sahibi­

141

İttihatçıların Halid’i “kazanmak” istediği, 1918 İstanbul ikameti sırasında oldukça dikkat çekmişti. Kendi anlatımıyla, ‘“Ortada Kabahatli Yok!’ ile ‘Sakın Aldanma, İnanma Kanma’ [yazıları] İttihatçıları pek memnun etmişti... İşte bu sebepten dolayı... beni İttihatçılığa meyilli, iki yüzlü, istifade olunabi­ lir ve nüfuzlu bir muhalif addediyorlardı,... muhalifler ise alnıma... hemen ocakçı damgasını yapıştırmıştı, ben gûya mahirane bir siyasetle kalemimi Cemiyetin müdafaasına hasret­ miştim, satılmıştım. Bereket ki ardından ‘Efendiler Nereye?’ yetişti. ...”31 İlk iki yazı, savaşın sorumluluğunu İT’ye atmaya çalışan ba­ sın32 ve muhalefetin33 eleştirisidir. Okuyucu, savaş sırasında itirazını dile getirmeyen ve yenilgiden sonraki fiili duruma gö­ re sesini yükseltmeye başlayan taraflara ihtiyatla bakmaya da­ vet edilir. Ancak Halid, bu iki yazıda savaş sırasındaki İT icra­ atına hiç değinmez. Yazılarda açıkça söylenmeyip ima edilen (aslında Halid’in siyasi denge gözeten her yazısı bu üslupta­ dır), savaştan ve istenmeyen sonuçlarından, basının, muhalefe­ tin hatta sesini çıkarmayan tüm toplumun sorumlu olduğudur. Bir suç olarak savaş ve savaş suçlan, icra makamıyla sınırlan­ mamak, sessiz kalanlara teşmil edilmelidir. Arada bazı hedef­ ler de gösterilir. Örneğin ilk yazıda “...biri çıkacak, ‘Müsavat!’ diye haykıracak; beş sene sonra Çamlıca’dan Kanlıca’ya kadar arazi alıp Elmalı bendini kendine havuz yapacak, halkı susuz bırakacak...” sözleriyle anlatılan, muhtemelen veliaht Yusuf Izzettin’dir. İzzettin, bazılarına göre 1916’da intihar etmemiş, Al­ manya ve Avusturya ile emperyal bir ittifakı kabul etmediği için Ittihatçılarca öldürülmüştür. nin cezalandırılmasını beklerken hiçbir şey olmamasını biraz da hayrede kay­ deder.” (a.g.e., s. 29-30). 31

Karay (1992), s. 58.

32

“Böyle kararsız, mesleksiz ricali al da rafa koy! Matbuat dört senedir... mak­ bule geçsin diye kendi kafalarını yan tarafa bırakmışlar, paşamızın başını ta­ kınmışlardı; her başmakale sanki Enver Paşa’nın başından çıkardı... Bakalım bundan sonra kimin kafasına denk yazacaklar.... Sakın aldanma, inanma kan­ ma” ( “Sakın Aldanma, İnanma, Kanma”).

33

“... Hâlâ bu meclisi Miillet Meclisi yerine koyup da gidip itimat reyi alan hü­ kümetin aklına şaşayım.” ( “Ortada Kabahatli Yok!”).

142

“Efendiler Nereye?” yazısında ise hedef değişmiştir. Halid, savaşı, vurgunu, tehciri, katliamı, kayırmacılığı yerden ye­ re vururken, doğrudan İT’ye işaret eder.34 “Doğrusunu Benden Dinleyin”de, basındaki gizli ittihatçı taraftarlığı ifşa edilir.35 Bir tasfiye çağrısıdır.36 Karay’ın savunmasında vermediği ayrıntı, yazıların tarihleri­ dir. Bunlardan ilk ikisi 21 ve 26 Ekim tarihlerinde, “Efendiler Nereye?” ve “Doğrusunu Benden Dinleyin” ise 6 ve 18 Kasım 1918’de,37 yani İttihat erkânı Alman zırhlısıyla 2 Kasım’da kaç­ tıktan sonra yazılmıştı.38 “Harp Zengini” başlıklı yazıya dönersek,39 Halid, her zamanki çarpıcı üslubuyla, halkın galeyanı çizgisinde, menfur bir harp zengini tipi çizer, Bayramzade Hakkı’ya bir cinas yardımıy­ la örtük bir gönderme ve açık bir hakarette bulunur. Zor du­ ruma düşen Bayramzade şikâyetçi olunca, Halid, anılarına gö­ re, araya Talat ve Ziya Gökalp’in girmesiyle sürgüne dönmek­ ten kurtulur. Adı geçen Bayramzade’nin hamisi İsmail Hakkı’dır.40 Dola­ yısıyla, Halid’in “hezl ve hicv”inin hedefi tesadüfen seçilme­ diği gibi, yazısından dolayı ceza almaması da tesadüf değildir. Talat’ın, Enver’in ve yanmdakilerin aşırılık/yolsuzluklarım if­ 34

Bilinen pasajda Halid İT döneminin bir özetini sunar: “Muhalif mi? Al aşa­ ğı... Muharrir mi? Vur başına... Türk mü? Sür ölüme... Rum mu? İste parası­ nı... Ermeni mi? Kes kafasını... Arap mı? Çek ipe... Kadın mı? Gönder eve... Haydut mu? Buyurun köşeye... Külhanbeyi mi? Gelsin yanıma... Yahudi mi? Sor fikrini... Kalan kimseye at sopayı... Paralan koy cebe... İşte sizin progra­ mınız bu !”

35

“Ben o üstünkörü, yanm ağız Talat Paşa aleyhtarlığına, ittihatçılık muanzlığına acaba kanıyor muyum? Hâlâ için için yardakçılık, hâlâ sinsi sinsi mürailik, hâlâ gizli gizli çetecelik... Kaçanlara hâlâ kavuk sallıyorlar, hâlâ meydan ha­ zırlıyorlar.” Bu dört makale için bkz. Refik Halid Karay, Sakın Aldanma, inan­ ma Kanm a, İnkılap, İstanbul, 2009(c), s. 77-93.

36

“Paşalann kaçışından sonra, Fırka kapatılmış olmasına rağmen, ittihatçı ara­ yışı hızlandı” (Koloğlu (2000), s. 144).

37

Ünal, a.g.e.

38

İnkılap baskısı, yazıların tarihlerini vermez, hatta kronolojik bir sıraya da koymamıştır.

39

Çevrimyazısı için bkz. Toprak (2003).

40

Karay (2009b), s. 143.

143

şa ederek zayıflatmak için hazırladığı planın, anlaşılan bir par­ çası olan Halid, kendisinden bekleneni yapmış, “harp zengi­ ni” figürünü Bayramzade ile eşleştirmiştir. Ama ne anıların­ da Talat’ın “plan”ma değinmiş, ne de 1918 Ocak-Kasım ya­ zılarında, dönemin topyekûn “ihtikâr, irtişa ve fezaihinden” (Bkz. EK-B) bahsetmiştir. Halid yazılarını hangi anda ve hangi amaca uygun yazacağım iyi bildiği gibi, anılarında, bunları bi­ rer “kahramanlık” öyküsü gibi sunmayı ve metinler arasında­ ki derin farklılıkları savunarak okur nezdinde meşrulaştırma­ yı da başarıyordu. İzmir’in geri alınmasından sonra ise, iki defa bulunduğu Pos­ ta ve Telgraf Genel Müdürlüğü esnasında Anadolu hareketi­ ne karşı olması ve bu muhalefetini yazılarıyla da tescil etmesi üzerine hıyanet-i vataniye cürmünden gıyaben idama mahkûm edilmiş, 9 Kasım 1922’de İstanbul’dan uzaklaşmış, Lozan An­ laşması sonrası ilan edilmiş aftan istisna tutulmuş,41 Lübnan ve Suriye’de 1938’e kadar yaşamıştır. Halid’in Cumhuriyet rejimi hakkında neler düşündüğü, bu dönemde yazdığı Deli isimli piyesten anlaşılabilir. Eser, ilk kez 1929’da Halep’te Arap harfleriyle yayınlanmıştır. Piyesin kah­ ramanı, 1908-29 arasındaki yirmi bir seneyi hatırlamaz, karşı­ laştığı Cumhuriyet dönemi uygulamalarını yadırgar ve naif yo­ rumlar yapar: Türkçülüğü (“Türkçü ne demek? Anadolu’dan Türk mü getirip satıyor?”), Latin alfabesini (“Artık Arapça hurufat kullanmak yasak! Latince! Latince!”), yeni Türkçeyi (“Yakında dilimizden bütün Arapça, Acemce kelimeleri ataca­ ğız, öz Türkçe yazacağız... [kelimeleri] icad edeceğiz”), tekke­ lerin kapatılmasını (“Ulan her yeri kapattın be! Medreseler, ca­ miler de kapalı desene”), şapkayı (fesle, sarıkla gez [ene]... en aşağı üç ay hapis), laikliği (“Tesettür... onun modası geçti. Hü­ kümet şimdi laik! Ladini!”) hicveder. Oyuncular son sahnede radyodan Atatürk’ün nutkunu dinler, ardından alafranga dans etmeye ve bağırmaya başlarlar: “İstibdat bitti, irtica yok! Kah­ rolsun taassup! !”42 Piyes, “hezl perdesi altında”, yazarını sürgü­ 41

Karay (2009a), s. 27-8.

42

Refik Halid, Deli, Halep, Arara Matbaası, 1929.

144

ne gönderen rejimi, toplumsal bir hezeyana neden olduğu için eleştiri yağmuruna tutmaktadır.43 Halid de, tıpkı kahramanı gibi, yurda yirmi sene sonra, 18.7.1938’de döner. Ancak duyguları kahramanınkinden ol­ dukça farklıdır: “Sevgili yurdumu ne halde bıraktım? Nasıl bir harika ile karşılaştım?.. Ankara’da tek bina Taşhan’dı. Banka­ larda dilimiz ötmez... trenlerde Türkçemi Rumlaştırmadan bi­ letçiye meram anlatamazdım... Avrupa’dan dönerken hudut­ ta şapkamı pencereden atardım... Mütemadiyen tekrarladığım şu: Yaşa Atatürk, beni gurbette de göğsümü kabartarak yaşa­ tan Atatürk.”44 Deli, Atatürk’ün ölümünden sonra, 1939’da Ankara yangı­ nı ve başka yazılarla beraber Latin harfleriyle basılır. Kitabın it­ haf notunda, Halid, “Bu eser hakkında ‘İnkılabımızı hicvetmi­ yor, tebarüz ettiriyor’ diyen lütfunun minnettarı olduğum Atatürk’dür” diye yazmıştır.45 Eserin Ankara ile yazar arasında önce bir pürüz oluşturduğunu, ancak sonradan hiciv veya hezl değil, “tebarüz” sanatı olarak yorumlanmasıyla işin tatlıya bağlandı­ ğını anlıyoruz. 1939 Ankara yangını yazısında eski bir yazısı­ na göndermeyle, “Arab harflerine aleyhtarlığım çok eskidir; bu günün inkılablarını alkışlamak vesilesi çıktı diye onlarla alay etmiyorum... Yeni alfabe bir dünyanın kapısını açıyor... bu in­ kılabın karşısında selama durmak bir milliyet vazifesidir”46 di­ ye mazeret bildirir. Ankara’nın Halid’e karşı tutumu (ve tersi) 1930-34 arasın­ da değişmiştir: “Halep’te iken -gittiğimin ilk seneleri idi- Doğru Yol gazetesindeki yazılarımın Ankara hükümet erkânını rahat­ sız edici mahiyetinden dolayı... Suriye ve... Lübnan toprakların­ dan... hudut dışı edilmem istenmişti.” 1934 yılında ise, Atatürk tarafından davet edilir ama dönmek istemez.47 1935 tarihli Bey­ 43

Tunç Başaran’ın “Kaçıklık Diploması” (1998) filminin adeta öncülüdür.

44

Karay (2009a), s. 33-4.

45

Refik Halid Karay, Deli, Semih Lütfi Kitabevi, İstanbul, tarihsiz (1939 olmalı­ dır).

46

Karay (2009a), s. 126-9.

47

Karay (2009b), s. 240, 266-8.

145

rut Konsolosluğu raporuna göre, Halid, görünüşe göre hükü­ metimiz lehindedir. ... Bir taraftan Türkiye’den kendisine gelen para, diğer taraftan da üç arkadaşı ile birlikte Fransız istihbara­ tından aldıkları üç bin frank aylık ve nihayet Vahdet gazetesine yazdığı yazılardan aldığı para ile iyi yaşamaktadır.”48 Birinci’ye göre, “Halid İskenderun Müstakil Sancağı’nm anavatana kavuş­ ması çalışmalarında... en büyük desteği veren edip olmuş... çalış­ maları Ankara’dan ne kadar büyük heyecan ile takip edilmiş ise Suriye’den de aynı derecede kızgınlıkla karşılanıyordu.”49 Halid’in sürgün öykülerinin gösterdiği şudur: İT ve Cumhu­ riyet hükümetlerine önce muhalefet etmiş; ancak anlaşılan, za­ manı geldiğinde uzlaşmış, eserlerini dönemin siyasi iklimine uyarlamayı bilmiştir. Kendi ifadesiyle “istifade olunabilir bir muhalif’ olma özelliğini iki dönemde de taşımış olmalıdır. İttihatçıların Karay’a gösterdiği iltiması anlamak için, o dö­ nemde Ankara merkezinde olan Satvet Lütfi (Tozan)’ın haya­ tına bakılabilir. Aralarından Satvet Lütfi’nin de bulunduğu “Prens Sabahaddin Bey’in fikir ve mesleğine aşık bulunan gençler”,50 hükümet darbesi teşebbüsü suçlamasıyla yakalanır, yargılanır, ağır ceza­ larla Bodrum’a, oradan da Sinop’a gönderilirler.51 Lütfi 1914 Nisanında İstanbul’da, 1915 Martında Bursa’dadır.52 Ankara’ya ne zaman gönderildiğini bilmiyoruz; ancak ge­ çimini Bursa’da bir otel işleterek kazandığı için, işlerini yolu­ na koymak için, 1915 Ağustosu’nda sürgünde bulunduğu yer­ den Bursa’ya gelmek üzere izin aldığı bilinmektedir.53 Lütfi 1916 sonbaharında, yangından hemen sonra Ankara’da bulunuyor, ayakta kalan Hacı Doğan mahallesinde yaşıyordu.54 Vilayetten Dahiliye’ye 3.10.1916’da yazılan yazıda, “Satvet Lütfi Bey avdet 48

Karay (2009a), s. 31.

49

Karay (2009a), s. 32.

50

Refl Cevat Ulunay, Sürgün H atıraları, Arma, İstanbul, 1999, s. 184.

51

Karay (2009a), s. 14.

52

Ahmed Bedevi Kuran, Osmanlı imparatorluğunda inkılap H areketleri, Çeltüt İstanbul, 1959, s. 631-2.

53

BOA.DH.ŞFR 56/170.

54

Kuran (1959), s. 633.

146

etti. İki biraderinin Galiçya’da ve eniştesinin Irak’ta şehadeti ma­ neviyatını sarsdığı gibi nakdi muavenetten de mahrum bırakmış­ tır. Bursa’daki oğlundan da istifade olmadığından geçim imkâ­ nı münselib [=kalmamış] gibidir. Ahali ile ihtilatı [=kanşması] kıl ü kal [=dedikodu] ve (?)de sui telakkiye uğramak korkusuy­ la münzeviyata [yakın] bir hayat geçiriyor ve bittabii sermayesiz­ lik de buna munzam [=ilave] olarak hiçbir iş tutamıyor. Burada kendisine bir sermaye ve hatta işlemek üzere arazi verileceği tar­ zında vuku bulan vaad-i devlederine ümid bağlamış vaadin hica­ zına [=yerine getirme] delaleti rica ediyor. Mumaileyh hakkında ne suretle muavenet ve muamele ifası icab”55 eder diye sorulur. Mesken, geçim veya sağlık sorunları gibi herhangi bir nedenle, zor koşullarda, Refik Halid’in56 aksine düzenli bir maaş almadan yaşadığı Ankara’dan başka bir şehre nakli hiç düşünülmemiştir. 20.3.1917’deki yazışmalardan, “Bursa’daki otelinin işleri­ ni tesviye etmek üzere Ankara’da ikamet ettirilen Satvet Lütfi Bey’in on beş gün zarfında avdet etmek üzere memur refaka­ tiyle azimetine müsaade”57 edildiği anlaşılmaktadır. Ancak ge­ rek Bursa gerek “Bilecik’te menfilerle temas ettirilmemek üze­ re memur-ı mahsusla... izamı” Dahiliye Nezareti’nce şart ko­ şulmuştur. Refik Halid ise, bu sırada Bilecik’tedir. Halid’in Bile­ cik’teki sürgünlerle temasında herhangi sakınca olmadığı, hat­ ta bunun Dahiliye Nezareti’nce istenen bir durum olduğu bile düşünülebilir. Satvet Lütfi’nin, başka bir vilayet şöyle dursun, kasabanın dışındaki ikametine dahi izin verilmez.58 Şehirde istenme­ yen bağlantılar kurduğu,59 “bazılarıyla bir firar hazırlığı yap55

BOA.DH.ŞFR 540/28.

56

BOA.DH.EUM.l.Şb 9/27.

57

BOA.DH.ŞFR 74/313; 74/314; 76/212.

58

“Satvet Lütfî’nin kasaba harici bir mahalde ikamet ettiği ve her zaman av ba­ hanesiyle köylerde dolaştığı tedkik olunan evrak muhaberesinden anlaşılıyor. Merkumun kasaba haricine çıkarılmaması ve zabıtaca nezaret-i daime altın­ da bulundurulması” (BOA.DH.ŞFR 71/225, Dahiliye’den Ankara Vilayetine, 10.1.1917).

59

Dahiliye’den Ankara’ya 3 0 .1 0.1916’da gönderilen yazıda “Satvet Lütfi ile meclis-i umumi-i vilayet azasından Radi Bey’in muhaberat ü münasebetine dair bazı tahkikat icra etmek üzere Nezaret’ten emniyeti umumiye 3. şube müdü­

147

eliği”,60 "... bilhassa Ankara istasyonundan gelen geçene fesad saçmakda... ve ihbar edildiği gibi mazarratını arttırmış”61 ol­ duğu için önce evi aranır; iki memur ve bir komiser muavini refakatinde, ancak 1917’nin sonunda, Ankara’dan İstanbul’a gönderilir.62 Satvet Lütfi, Ankara kasabasında yangından son­ ra bir yıldan fazla sürgünde kalmış, şüpheli tutumu nedeniy­ le ve muhtemelen yargılanmak üzere İstanbul’a götürülmüş­ tür.63 Halid’in iddia ettiğinin aksine, Vali Reşid tüm sürgün­ lere Halid’e gösterdiği kolaylığı göstermiyordu. “Meskensiz” kalan Ankara’da Satvet Lütfi ve Refik Halid’in gördüğü mu­ amele birbirinden çok farklıdır. O dönemde Ankara Vilaye­ tinde ve belki de merkezinde olan Hüsrev Sami, Alemdarcı Kadri,64 Abdullatif bin Şaban da tıpkı Tozan ve Abdullah Kani gibi yangından sonra sürgünlüklerini Ankara’da çekmeye de­ vam etmiş, ancak 1918’de affedilmiştir.65 Sanılanın aksine, Halid de, “dam altı bulma [nm] Afrika sah­ rasında vahaya rastlamak kadar güç” olduğu şehirde, “yangın­ dan kurtulmuş döşeli dayalı bir ev”66 bulur. Benzer biçimde, Trabzon’dan kaçarken yangın sonrasında Ankara’dan geçen Kayra ailesi bile 1916 Ekiminin sonunda zor da olsa bir han­ da konaklar.67 Halid, en önemli eksiğinin içecek su ve yiyecek rü Haşan Zeki Beyl’in] ...” gönderildiği bildirilir (BOA.DH.ŞFR 80/175). “Mü­ tarekeden evvel Ankara’da gizli şekilde kurulan bu cemiyetin [“Osmanh Sulh ve Selamet Cemiyeti”] asıl müessisleri orada ikamete memur bulunan Satvet Lütfi ve eski arkadaşlarından şair Mustafa Kemal’dir." (Bezmi Nusret Kaygusuz, Bir Roman Gibi, İzmir, 1955, s. 145); Kuran (1959), s. 633. Başka bir id­ diaya göre, “Vali Abdülkadir Bey, Ermeni tehciri sırasında Satvet Lütfi’yi ... sevk etmeye çalışınca, Şemsettin Efendi Lütfi’yi kaçırarak Haymana eşrafın­ dan Şehsuvarzade Ali Bey’in yanında saklanmasını sağlar. Satvet Lütfi 1918 ortalarına kadar Cihanbeyli’de saklanıp o yıl Avrupa’ya kaçmıştır.” (Aydın, vd., s. 328). 60

BOA.DH.ŞFR 80/36, 6.10.1917.

61

BOA.DH.ŞFR 69/122, 29.10.1916.

62

BOA.DH.ŞFR 79A/160, 79A/168, 79A/202.

63

BOA.DH.ŞFR 80/24; 567/57.

64

Bkz. Ulunay (1999), s. 261.

65

BOA.DH.ŞFR 93/8.

66

Karay (2009a), s. 142-3.

67

Mediha Kayra, H oşçakal Trabzon, Dünya, İstanbul, 2005, s. 95.

148

olduğundan söz eder; yine de dilekçesinde “ev bark kalmadı­ ğından Bilecik’e naklini” ister ve kabul görür. Belgelerde An­ kara sürgünlerinden örneğin Satvet Lütfi’nin mesken, yiyecek, içecek bulmadığı için başka bir şehre naklini istediği ya da bu­ nun gerektiği yer almaz. Anlaşılan, eşinin hastalığı değilse, Halid’in Ankara’dan nakil nedeni mesken vs. gibi hayati önemde bir mesele değildir. Halid, şu veya bu şekilde İttihat yönetimin­ ce kayırılmıştır. Bu gizli irtibat nedeniyle, “Ankara Yangını” ya­ zısı ihtiyatla okunmalıdır. Aslında Refik Halid’in “Ankara Yangını” başlıklı bir değil, iki yazısı vardır. Bunlardan ilki, Peyam-ı Sabah gazetesinde yaza­ rın açık adıyla 26 Ağustos 1921’de yayınlanmış (bkz. EK-B); bi­ linen ve daha uzun olan İkincisi ise, Deîi’nin 1939 baskısına ve Birinci’nin derlemesine eklenmiştir. Halid üzerine önemli bir biyografi/bibliyografisi olan Birinci ilk yazıdan hiç bahsetmez. Oysa iki yazı arasında belirgin ve hayati farklar vardır: 1. 1921 tarihli yazıda, Ankara’daki Katolik tehcirinden açık­ ça bahsedilir: "... bizim mahalle erkekleri sürülmüş, fakat ka­ dınları lütfen bırakılmış olan Katolik Ermeni mahallesi idi.” 1939 tarihli yazıda, “... Hisardibi’ndeki erkeksiz Katolik Erme­ ni aileleri...” diye üstü kapalı geçiştirilir.68 Birinci açısından ne­ den ikinci kaynağın, “şehirdeki Ermeni nüfusu hakkında kıy­ metli... bilgiler ihtiva” ettiğini anlayabiliriz. Birinci’nin “yan­ gından bir sene sonra bile şehrin Katolik Ermenilerinin Anka­ ra’yı terk etmedikleri anlaşılıyor”69 tezini doğrulamaktadır. 2. 1921 tarihli yazıda, yanan mahallelerle ilgili üstü kapalı ayrıntılar verilir: “Yangın hâlâ devam ediyordu; hatta diyorlardı ki, şayed bilmem hangi Hacı Misak veya Karabet Çakışıryan’ın konağı tutuşursa önüne geçmek güç olacakdı.” Ayrıca Ermeni mahallesinin yandığı da dolaylı olarak anlatılır: “Öyle konaklar yandı ki kapısını açmağa bile vakit bulunmadı... Mermer mer­ divenli yirmi odalı konaklar yanıyordu... Ermeni zenginlerinin senelerden beri takatfersa [=tahammül edilmez] bir gayretle çalışıb elde ettikleri mal ve eşya[lardı]...” 68

Karay (2009a), s. 131.

69

Karay (2009a), s. 98.

149

1939 tarihli yazıda yangınla ilgili iki yer referansı vardır: Hükümet Konağı (“Hükümet Konağı’nm arka sokaklarından birinde [ki]... yangından şimdilik kurtulup kalan ev...” ) ve Ya­ hudi mahallesi (“Yangın Yahudi mahallesini sar[dı]... bir zen­ gin mahallesi ateş altında idi”).70 Ermeni mahallesinin yan­ dığı anlatılmaz; sadece “Ankara Ermenilerinin zenginliği­ ne delil olarak... yangından kaçırılan yüz kadar piyanonun... tutuştu [ğundan]” söz edilir. Aksine, 1921 yazısında Yahudi mahallesinden hiç söz edilmez. Eldeki verilere göre, 1916’da Yahudi mahallesi zaten yanmamıştır. 1939 yazısı eksik ve ya­ nıltıcıdır. 3. 1921 tarihli yazıda, Ankara’nın yangın öncesi refahı açıkça dile getirilir: “Ankara’nın bu yangınından evvelki halini bilme­ yenler zannedebilirler ki yanan evler ufacık damlardan ve eş­ ya ise döküntü şeylerden ibarettir. Öyle değildi; mermer mer­ divenli yirmi odalı konaklar, kuyruklu piyanolar, giranbaha [=paha biçilmez] halılar ve billur avizeler yanıyordu. Ermeni zenginlerinin senelerden beri takatfersa bir gayretle çalışıb el­ de ettikleri mal ve eşya öyle döküntü şeylere, saç mangallar­ la ot minderlere inhisar etmiyordu. Kıymetli ve ağır mallardı.” 1939 tarihli yazıda, bu refahtan hiç bahsedilmediği gibi, ter­ si ima edilir: “... Yangından önce bile, Ankara’da ev, bin kese akçeye bulunmaz, ille döşeli dayalısı ele geçmezdi. Otel ise de­ vede kulak kabilindendi. ... [Ne] Taşhan... ne de Hürriyet ote­ li ismindeki ahşap bina aile ikametine müsaitti... Hürriyet Ote­ li... hani köpek bağlaşan durmaz, diye bir söz vardır;... tam öy­ le bir yerdi... Ankara öyle bir Ankara idi; insan parasıyla sefil olurdu.”71 Cumhuriyet döneminde yoktan inşa/imar edilen baş­ kent fikrine uygundur. 4. 1921 tarihli yazıda yangında ölenlerden bahsedilir. “Der­ ken yaralılar ve ölüler görünmeğe başladı.” 1939 tarihli yazıda 70

Karay (2009a), s. 140-1.

71

Karay (2009a), s. 123 ,1 3 2 . Kıyaslayın: “Ankara’nın zengin semtleri ve bakım­ lı yazlıkları Ermenilerin malı idi. Ermeni lokantasında yiyor ve Ermeni otelin­ de kalıyorduk. Ankara’da kaldığımız otelin adı Santral. Lokantası iyi, yatakları temiz ve rahattı. ‘Tehcir’ zamanı yıkılmış olmalı idi. ...” (Falih Rıfkı Atay, B a­ tış Yıllan, Ekin, İstanbul, 1963, s. 46).

150

yaralılardan söz edilir ama can kaybından bahis yoktur. Önem­ lidir; yavaş gelişen bir yangında nasıl ve neden can kaybı ol­ muştur? 5. 1921 tarihli yazıda, uzun bir İttihatçı eleştirisi vardır: “İşte bu ana baba gününde,... karşıma İstanbul’dan yeni gelmiş bir ahbab çıkdı. ... Karşılıklı o kadar söyleyeceğimiz vardı ki lalettayin bir yere, bir binaya daldık.... Etrafımızdaki yaygaranın, feryadın ve ah ü zarın [= inilti ve gözyaşı] haddi hesabı yoktu. ... Fakat biz farkında değildik; o İstanbul’daki İttihatçıların ada rezillik­ lerini, o dondurma için İstanbul’a gönderilen çatanaları, o kah­ pelerin yataklarına serilen banknot destelerini, o ihtikâr, o irtişa [=rüşvet] ve o fezaihi [=rezillikler] naklediyor[duk] ...” 1939 ta­ rihli yazıda bu karşılaşmadan ve “rezilliklerden hiç söz edilmez. 6. İki yazı arasında yangının çıkış zamanı açısından önemli bir fark vardır. 1921 tarihli yazıda “Gece yarısı henüz dalar gibi olmuştuk, sokakta sesler ve uzakta çanlar işittik; ... Camı sür­ düm... ‘Ne var? Ne oluyor?’ diye sordum. ‘Yangın var!’ dediler. Yangın mı? Adam sen de bu yaprak oynamayan durgun gecede önü basdırılmaktan kolay ne vardı, biraz sonra söndüğünü ha­ ber alacağımıza hiç şüphem yoktu. Maamafih... itiyad ve merak saikiyle... sırlı dama çıkdım: Uzakta, şehrin göbeğinde avuç içi kadar bir alev parçası... sakin sakin sallanıyor ve kendi kendili­ ğinden sönmeğe hazır, adeta basılıyor, tüketiliyor, kararıyordu. ‘Böyle yangın mı olur, dedim, bu bir meşale!’ Ve yattım. Fakat sabahleyin, erken, sokağa şimdiye kadar işitmediğim bir velve­ lesi içinde uyandım.... Bittabii taraçayı tekrar boyladım; yangın bu sefer yangına benzemişti; simsiyah dumanlar, kivılcımlar, ...” diye yazarken, 1939 tarihli yazıda ise, “Bir geceydi, sokakta­ ki vakitsiz ayak sesleri... [ile] uyandım.... Bakındım... bize eriş­ mesine imkân olmayan aşağı bir mahallede, sakin korkak, hiç­ ten bir alev... Elbette söndürürler, dedim, yattım. ... Tekrar da­ lar gibi olmuştum... etrafıma yeniden bakmak üzere yatağım­ dan doğrulur doğrulmaz uğursuz bir ışığın, uzakta çehremi korkunç bir kızıllıkla aydınlattığını duydum. ... Ankara’nın si­ yah böğründe... tutuşmuş yongalar [görünüyordu]” diye anla­ tır. Yangını ikinci kez fark edişi, ertesi sabah erken mi (1921), 151

aynı gece mi (1939) olmuştu? Yangını odasından mı, taraçadan mı seyretti? Belleği, yangını her naklinde kendisine (veya bize) oyun mu oynuyordu? Dolayısıyla, “Ankara Yangını” yazıları, metinlerdeki tutarsız­ lıklar bir yana, yazarının dönemin iktidarları ile kurduğu “es­ nek” ve “sürdürülebilir” ilişkiler nedeniyle ihtiyatla okunma­ lı, dahası hangi tarihli metnin tercih edileceğine dikkat edil­ melidir. Halid’in “Efendiler Nereye?” yazısında sorumlusu olarak İT’yi gösterdiği Ermeni tehciri hakkmdaki fikrini sonraki dönemde değiştirdiği anlaşılmaktadır: “Yahudiler ayaklanıp düşmana alet olarak Alman ırkına katliama kalkışmamışlardı; halbuki bizde tehcire tabi tutulan cemaat, cinsdaşlarımızı imha hareketine gi­ rişmişler ve düşmana öncülük etmişlerdi.” Binlerce Ermeni ve yüzlerce Müslüman’ın öldürüldüğü olayı, “bizim nesil... Ermeni patırtısı denilen küstahlığı... hatırlar: 31 Mart’ı yaşamışlar” diye küçümser.72 Buna rağmen, Ankara’daki Katolik tehcirinden, de­ ğişen açıklık seviyelerinde, her iki yazısında da bahseder. Oysa Birinci, Ankara yangını ile ilgili bulduğu belgeleri, bizzat yayınla­ dığı Halid’in anılarıyla çelişmek pahasına, tehcir olmadığına dair birer kanıt olarak suistimal etmeye çalışır. Birinci’nin metni oku­ nurken daha geniş bir ihtiyat payı kullanılmalıdır. Yangın ise, daha çetrefilli bir konudur. Kundaklama oldu­ ğu ortaya çıkarsa, Halid’in uzlaşmak zorunda kaldığı hem İt­ tihat hem de Cumhuriyet rejimini zor durumda bırakacaktı. Bu, örneğin “harp zengini” Bayramzade’nin şeker/zeytin vur­ gunu türünden münferit hedefli bir eleştiri olamayacak; sa­ vaş sırasındaki tüm yangınların birer vurgun olduğu ve An­ kara Hükümeti emrine geçen Mustafa Durak gibi İttihatçıla­ rın bunda parmağı/menfaati olmuş olabileceği şüphesini pe­ kiştirecekti. Karay, metni edebi açıdan zenginleştirecek bir sü­ rü detay ve fantastik öğe73 eklemiş, ama muhtemelen duyduk­ 72

Karay (2009b), s. 231, 251. Aynı yerde, “‘Ermeni patırtısı’ küçümseme bakı­ mından ne mükemmel bir sözdür” diye açıklar (s. 139).

73

“[Karay]... gerçek mi hayal ürünü mü olduğu belli olmayan bir manzarayı, pornografik denebilecek bir üslupla tasvir eder” (Şenol Funda Cantek, Yaban­ lar ve Yerliler, iletişim, İstanbul, 2003, s. 297): “Neler görmedim... Saçların-

152

larını ve gördüklerini yaz(a)mamıştır. Birinci’nin şehir ve bilhassa yangın ile şehirdeki Ermeni nüfusu hakkında kıymet­ li... bilgiler ihtiva...” ettiğini yazdığı Karay’ın 1939 tarihli ya­ zısı, düz okumalarda malumat açısından kıt veya yanıltıcı, an­ cak yazdıklarından ziyade yazmadıklarını göstermesi ve yaza­ rın siyasi perspektifini tanıtması açısından faydalı ve kullanış­ lıdır. Okuru Karay’ın düsturu ile uyarıyoruz: Sakın inanma, al­ danma, kanma!

dan tutuşmuş kadınlar, yolda doğuran gebeler, cübbeleri alev almış hahamlar ve bütün kıyamet yerinde izbe köşeler bulup sarmaşdolaş olan âşıklar... Eşya çapulcuğu kadar kadın çapulculuğu da revaçta idi. İlle kıpkızıl saçları ateşin akisleri alanda alevden daha kızıl kesilen bir taze Yahudi kızına rasgeldim ki, genç ırkdaşı, üzerine pars gibi köşeden atıldılar ve tutunca -gözlerimin önün­ d e- bir boş evin loşluğuna attılar" (Karay (2009a), s. 141).

153

A LTIN C I BÖ LÜ M

Ankara (1915-1916)

Bu bölümde, önce Ankara’daki tehcir “uygulama”sından, teh­ cirin uluslararası baskı nedeniyle uğradığı kesintilerden, ardın­ da bıraktığı servetten ve tehcirin devamı için Reşid ve Durak’m nasıl bir çözüm bulduğundan bahsedeceğiz. “1914’de cihan savaşı ufukta görününce Ankara valisinin aç­ tığı bağış kampanyasına katılan vilayet muteberanımn isim­ leri [18.8.1914 tarihli] vilayet gazetesi A n k a r a ’d a yer alıyor. ... Ankara muteberanmdan Andon Herelos Efendi, Konstantin oğlu Konstantin Efendi, Bağdasaroğlu Agob Efendi, Feslioğlu Corci Efendi gibi tiftik tacirleri ve Mihalıc’ın tahıl tica­ reti yapan eşrafı... [ordunun nakliye araçları ihalesine] bol­ ca para ve yük hayvanı bağışlamıştı. Ankara henüz ithalatihracatla uğraşan, inşaat işi yapan Müslüman zenginlere sa­ hip değildi.”1

“Muteberan” ile en başta Katolikler kastediliyordu. Kendileri­ ni Ermeni olarak adlandırmayan ve özellikle Doğu vilayetlerin­ deki Gregoryenlerin aksine siyasetten uzak duran bu cemaat,2 1

llber Ortaylı, “19. Yüzyılda Ankara”, Ankara Ankara içinde, Enis Batur (der.), YKY, İstanbul, 1994, s. 109-19, s. 114; ilaveler için Aydın vd., Küçük A sya’nın Bin Yüzü: A nkara, Dost, Ankara, 2005, s. 297-8.

2

“... Şarki Anadolu’da... Ermeniler Ruslara iltihak etmişler [di]... Fakat en ma­ sum, en bigünah, hiçbir cürümleri olmadığı halde tehcir felaketleriyle tebah

155

Alman kaynaklarına göre, 15-20.000 nüfusa sahipti, özellikle ti­ carette başat bir konumları vardı ve Müslümanlarla kıyaslanma­ yacak kadar zenginlerdi.3 Papalık ve Avusturya-Macaristan ta­ rafından himaye edilen bu nüfus, Fransızca, Türkçe ve Farsça kelimeler içeren bir Ermeni lehçesi konuşan Stanos’daki Gregoryen ve az sayıda Protestan’ın aksine,4 Türkçe konuşuyor ve Türkçeyi Ermeni alfabesiyle yazıyordu. Ankara tehciri, Kevorkian’ın belirttiği gibi,5 iki nedenle önemli bir gösterge niteliğin­ dedir: “Düşmanla işbirliğine girmesi kıyı şeridi gibi kritik bölge­ lerde tehdit oluşturabilecek Ermeni nüfusun iç bölgelere gönde­ rilmesi” olarak sunulan genel tehcir planında, Anadolu’nun gö­ beğinde yer alan, asimde, apolitik ve ülkenin Savaş’taki müttefi­ ki Avusturya’ya yakın duran Katolik nüfusun neden yer aldığı­ nı anlamak zordur. Aynı nedenlerle tehcire dahil edilmeyecek­ lerini düşünen Ankara Katoliklerinin yaşadığı sarsıntı mektup­ larından da anlaşılabilir (EK-D). 6.990 Katolikten başka, 1914 resmi sayımına göre, Ankara merkez kazasında 69.066 Müslümanla beraber, 3.327 Rum-Ortodoks, 915 Protestan, 3.341 Gregoryen olmak üzere ceman 14.500 Hıristiyan yaşıyordu.6 Hıristiyanların “bağış” kampanyasına hangi gönüllülük dü­ zeyinde katıldığını bilmiyoruz. Nitekim 1914’te seferberlik ge­ rekçesiyle Rum Ortodoks,7 Gregoryen ve Katolik8 cemaatleri ve Frerlerin okul binaları ile özel mülklerine el konmuştu: Harbiye’den Dahiliye’ye Eylül 1915’te yazılan bir şikâyette, “Anka­ ra Belediye Reisi Manastırlı Rasim Bey’in... kendisine tahsis edi­ len bir Rum değirmenini taht-ı inzibata alarak harice ve pera­ kendeye un sattırmamasmın temini bildefaat söylendiği halde olan [=yıkılan] Ermeniler, Bursa, Ankara, Eskişehir ve Konya vilayetlerinde yaşayanlardı.” (Ahmet Refik Altınay, İki Komite, iki Kıtal, Kebikeç, Ankara, 1994, s. 27). 3

Gust (2005), s. 236.

4

Kasparian (1968), s. 31 .

5

Raymond Kevorkian, The Armeniatı Genocide: A Com plete History, Tauris, Londra, 2011, s. 295.

6

M emalik-i Osmaniyenin 1330 Senesi Nüfus İstatistiği.

7

KapaaouXr|-MaaTOpı8oD, s. 18.

8

FO 371/4158 no. 96955, 2.7.1919.

156

cihet-i askeriyeye yardımdan sarf-ı nazar” ettiği şikâyet edilir ve cezalandırılması istenir.9 Yine de baskının henüz dışlamaya dönüşmediği sezilmek­ tedir: 1915 Martında, İstanbul merkezine verilen cevapta, An­ kara HA şubesinin başında daha sonra Müdafaa-i Hukuk reisi olacak olan10 Müftü Rifat Efendi ve yardımcısı Reji Nazın Os­ man Paşa olduğu bildirilmişti. Ankara’daki muhtemelen Yahu­ di, Rum, Katolik ve Protestan cemaatlerini adeta temsilen, şu­ bedeki sekiz azadan dördü gayrimüslimdi.11 Ankara Hıristiyanları için önemli dönüm tarihlerinden biri, 1915 Temmuzu’dur. Dahiliye Nezareti tehcir istemesine rağ­ men, Vali Mazhar Bey, komutan, polis müdürü ve içlerinde di­ ni liderlerin de olduğu kanaat önderleri karşı çıkınca,12 önem­ li değişiklikler olur. 19.6.1915’te, bir iddiaya göre, Kâtib-i Me­ sul Necati’nin ve/veya Atıf (Kamçıl)’m isteğiyle,13 “Halep Vali­ si Celal ile Ankara Valisi Mazhar Bey efendilerin becayişleri”14 iradeye sunulur; Mazhar kısa süre sonra emekliye sevk edilir. Polis müdürlüğüne muhtemelen Bahaeddin, Vali vekilliğine Mustafa Atıf atanır.15 Atıf, Alman diplomatik yazışmalarında, “Canbolat’ın has adamı, fanatik bir milliyetçi ve Ermenilerden nefret eden biri” olarak tanımlanır.16 “... Yüzbaşılıktan emekli Atıf Bey... cidden İttihatçı fedai[si] idi.”17 2 Temmuz 1915’te Ankara’daki Ermeni ev ve dükkânlan ara­ 9

BOA.DH.t.UM 89-04/1-14.

10

Naşit Hakkı Uluğ, Hemşehrimiz Atatürk, İş Bankası, 1997, s. 29.

11

Bunların yanı sıra, yedi aza vardı: Belediye Reisi Asım Bey, Hacı Atıf Efendi, Sıhhiye Müdürü Mahmud Celaleddin Efendi, Tüccar Solomon Efendi, Araaoğlu llyas Efendi, Boştabanyan Krikor Efendi, Protestan cemaat reisi Kevork Manukyan Efendi (KA 155/18).

12

Viscount Bryce, The TreatmentBryce o f Armenians in the Ottoman Empire documents presented to Viscount Crey o f Fallodon, Hadder&Stoughton, Londra, 1916, s. 400-2.

13

V. N. Dadrian ve T. Akçam, Tehcir ve Takt il: Divan-ı Harbi Örfi Zabıtları, Bil­ gi Ûni, İstanbul, 2008, s. 84, 107; Akçam (2002), s. 277-80.

14

BOA.BEO 4360/326983.

15

Aydın vd. (2005), s. 332-3.

16

Gust (2005), s. 295-6.

17

Iz (1975), s. 98.

157

nır. Tehciri yeni kadro başlatır. Tarih, yer ve diğer ayrıntılar kaynaklara göre değişir. Ana hatlarıyla şöyledir: Temmuz’un sonunda önde gelen Ermeniler tutuklanmaya başlar.18 Bunlann arasında Katoliklerin olup olmadığı konusunda farklı görüşler mevcuttur. Temmuz’un sonunda, daha önce Ankara’ya getirilip mülhakata dağıtılan19 ve içlerinde Ayaş ve Çankırı’da tutulan “siyasi nedenler’Te tutuklu Ermeni entellektüelleri (bkz. EKG) ile Ankara’daki Osmanlı Bankası Müdürü’nün de bulundu­ ğu, yaşı 15 ila 70 arasındaki tüm Ermeniler istisnasız tutukla­ nıp, Kayseri’ye doğru yola çıkarılır; şehirden 6-7 saat uzaklıkta, Bala-Kırşehir yolundaki Beynam20 Boğazı’nda öldürülür.21 Kasparian’a göre ise, bu olay Temmuz 15’te olur. Karasuli o tarihte 13 yaşındadır: “1915 Ermeni ve Katolik22 katliamını çok iyi hatırlıyorum. Bir akşam... sokaklarda oraya buraya koşuşturan insanların aceleci ayak seslerini duydum. Ermenileri topladıklarını ve katliam için hazırladıklarını öğrenmemiz uzun sürmedi. ... Babamın kuzeni Anastasis Karakas’ı Ermeni sanıp götürdü­ ler ve ertesi gün yetkililer Peder Yannis’i çağırıp Rumlan Ermenilerden ayırması için götürdüklerinde, sadece o kurtuldu. 18

Bryce, s. 400.

19

Kasparian (1992), s. 123-5.

20

1923 Ankara, Ulucanlar doğumlu I.A, sözlü anlatısında “...Ermenileri kesmiş­ ler.. Beynam deresinde. Bizim Türkler. Askerler” diye ekler. (Cantek, (2003), s. 309). Köyün dışındaki kurumuş bir dere yatağında, köylülerin bugün bi­ le “gâvur-ölenin-dere” diye adlandırdıkları bir mevki vardır. “En elim facia­ ların Bursa ve Ankara’da ika edildiği söyleniyordu. Ankara’dan gelenler müteessirane bir lisanla anlatıyorlardı: Evler abluka edilmiş, yüzlerce Ermeni ai­ lesi arabalara doldurularak derelere dökülmüştü." (Ahmet Refik, iki Kom i­ te, İki Kıtal, Kebikeç, Ankara, 1994, s. 45). Kasparian (1992), kıyımı hapis­ ten çıkarılmış mahkûmların yaptığını duyduğunu yazar. Savaş sırasında İtti­ hat ve Terakki örgüdenmesini konu alan bir rapor içeren FO 371/4142 83003 (2.6.1919) no. lu belgeye güre, 13.7.1331 (26.7.1915)’de eşkiya Beter Meh­ met ve 112 arkadaşı, Ankara’da Yakup Cemil’in komutasında kurulan çeteye katılmayı kabul ettikleri için serbest bırakılmıştır. Yakup Cemil benzer işle­ ri, 1916’daki idamından önce, İstanbul’dan örgütlemekteydi (Mustafa Ragıp Esatlı, ittihat ve T erakki Tarihinde Esrar Perdesi, Hürriyet, İstanbul, 1975).

21

Bryce, s. 406.

22

Karasuli, Ermeni ve Katolik katliamlarını ayırır.

158

... Arabalar, ... Kızıl Yokuş23 yoluna doğru yol almış. Olayla­ rı, bunları duyan ve gören babam ve amcam[dan]... sonra öğ­ rendim.”

Karasuli’ya göre, Gregoryen olarak teşhis edilenler, arabalar­ la Kızıl Yokuş üzerinden Karagedik’e götürülür. Karagedik o tarihte 200 haneli bir Kürt köyüdür. Köyün ağası, Karasuli’nun babasının yakın arkadaşı Bektaş Bey’dir.24 Aç, susuz bekletilen kafileyi son gecelerinde Bektaş Bey doyurur. Ertesi gün şafakta öldürülürler. Karagedikliler katliamda yer almaz. Alman belgelerine göre, muhtemelen Ağustos’un başında, tüm Ermeniler isimlerini (kadın, çocuk dahil) karakola yazdır­ maya mecbur bırakılır. Kasparian bu ayrıntıyı doğrular.25 Lis­ teler tamamlanınca, Ağustos’un ikinci haftasında tehcir başlar. İlk olarak Gregoryen ve az sayıdaki Protestan erkekleri tutuk­ lanarak, Ağustos’un ortasında bir kısmı Kayseri-Yozgat tarafı­ na, bir kısmı Sungurlu yoluna, üçüncü kısım ise batıya gönde­ rilir. Şehir çıkışında hepsi öldürülür.26 Ağustos’un ortasında Protestan ve Katoliklerin tehcirden muaf olduğu söylentisi çıkar.27 Nitekim Stanos’dan Ankara’ya zincirlenmiş olarak gelenlerden Gregoryenler tehcir edilmesine rağmen, Protestanlar serbest bırakılır. Katoliklere gelince, pis­ kopos ve rahipler dahil tüm cemaat İslâmî kabul ederse, kıyım­ dan kurtulacaklan vaat edilir ama kabul etmezler.28 Katolik piskoposuna Atıf tarafından verilen garantiden bir­ 23

Kenti güneydoğuya bağlayan, bugünkü Genel Kurmay Başkanlığından Dikmen’e çıkan yokuş (M. Kemal’in karşılandığı yer). Mehmet Kemal, Türki­ ye'nin Kalbi Ankara, Çağdaş, İstanbul, 1983, s. 276.

24

Bektaş Bey 1883 doğumludur. (Halil İbrahim Uçak, Tarih İçinde Haymana, Haymanalılar Yardımlaşma ve Tanışma Demeği, Ankara, 1986, s. 115-6).

25

Kasparian (1992), s. 126.

26

7 Ağustos tarihli rapor, Gust (2005), 236.

27

Bu bilgiyi Kasparian da destekler: Oğullan asker olduğu için tehcirden muaf tutulan bir kadın, ferace takarak çıktığı pazar yerinde, Papa, Avrupah liderler, misyonerler ve ABD elçisi Morgenthau’nun girişimiyle, Katolik ve Protestanlann tehcirden muaf olduğunu duyar; Kasparian’m babası bir Rum arkadaşın­ dan haberi teyit eder ve işine gitmek için bir süredir saklandığı evinden çıkar. Ancak tutuklandığı haberi gelir (Kasparian (1992), s. 127).

28

Bryce (1916), 400-2.

159

kaç gün sonra,29 Agustos’un son cumasında tüm Katolik erkek­ leri tevkif edilir. Bir rapora göre, Ankara’nın hemen dışında öl­ dürülür, daha kuvvetle muhtemel diğer bir rapora göre, Kon­ ya üzerinden Adana’ya sürülürler. Bu veriyi, aşağıda görülece­ ği gibi, İngiliz kaynakları ve Karasuli’nun tanıklığı da kuvvet­ lendirir. Katolik erkeklerin sürüldüğü gün, kadınlar istasyona getiri­ lip oradaki depo ve samanlıklara hapsedilir. İslâmî kabul eden­ ler, geri getirilip şehrin önde gelenlerine verilir. Karşı çıkanlar Suriye ve Irak’a sürülür. Şehirde birkaç Protestan aile kalır. Karasuli bunu şöyle anlatır: Tellal, kocalarını görmek isteyen Ka­ tolik kadınların hazırlanmasını ve kocalarının yanına gitmek için istasyona inmesi gerektiğini ilan eder. Bazısı inanır ve ha­ zırlanır; diğerleri ise durumu anlar ve evlerinde değerli ne var­ sa, yağmacıların eline geçmemesi için tahrip etmeye başlar. Ka­ dın ve çocukların bir kısmına el konulur; diğerleri ise sürgüne gider. Alman kaynakları, Vali Aüfm, Ağustos’un son pazar gü­ nünde, aralannda kadınların da bulunduğu katliama ve genç kızların suistimali ve dağa kaldırılması da dahil her türlü meza­ lime izin verdiğini haber alır ve olayı teyit eder.30 İngiliz kaynaklarına göre ise, Katolik erkekleri, Beynam’daki katliamdan 10-15 gün sonra (=?Ağustos 15) tutuklanır. Erkek­ ler, 700-800 kişilik iki ayrı kafile halinde, aç ve çıplak yola çı­ karılır. Öldürülmemeleri ancak ölünceye kadar yürütülmeleri emredilir. Kadın ve çocuklar ise, istasyonda 3-5 gün hapsedil­ dikten sonra, İslâmî kabul etmeyen 500 kadarı, Konya’ya tehcir edilir. Demiryolunda çalışan ve asker olanlar (1.500’den fazla) aileleriyle beraber ihtida etmek zorunda kalır.31 Katolik erkek kafilelerinden biri, Asi Yozgad’a (şimdiki El­ madağ) getirildiğinde, mucizevi bir biçimde kurtulur. Öldü­ rülmeden önce dua etmek için istedikleri on dakikalık süre do­ larken, ferman taşıyan bir atlı gelir ve özgür oldukları haberini getirir. Görevli şehre dönmelerine izin vermez ama hayatlarını 29

Kevorkian (2011), s. 297.

30

Gust (2005), 295-6.

31

Bryce (1916), 406.

160

bağışlayıp güneye sürgün eder.32 Karasuli’ya göre, İstanbul’da yaşayan ve yaz için Ankara’ya Keçiören bağlarına gelen Amca Karasuli, Katoliklerin götürüldüğünü duyunca, İstanbul’a dö­ nüp Fransız Elçiliği’ne ve Patrikhane’ye haber verir. Girişimler sonucu, son anda gönderilen bir fermanla, Katolikler affedilip, sürgüne yollanır. Katolik kadınlar bu zaman zarfında Karagedik’de saklanan Baba Karasuli’dan gelen haberleri almak için, ailenin Hisarönü’ndeki evine akın eder. Bir Ermeni rahibinin şehadeti kafilelerle ilgili veriyi destek­ ler: Ankara piskoposu, 18 rahip ve 853 önde gelen Katolik el­ leri bağlı, dua kitapları verilmeden Ankara’dan çıkarılır. İkin­ ci kafilede 9.000 Katolik vardır; geride birkaç kadın kalır. Al­ man kaynaklarına göre bu olay, 30 Ağustos günü olur ve ço­ ğu Katolik olan Ankara Ermenileri, piskoposları, hizmetinde­ ki rahip ve rahibelerle beraber Ankara’dan önce tehcir ve son­ ra katledilir.33 Tehcir edilen ruhbanın mukadderatı, daha sonra vilayet tarafından değişik zamanlarda Dahiliye Nezareti’ne so­ rulur.34 25.11.1915, Talat imzalı Konya Valiliği’ne çekilen şif­ reyle, “Konya’da bulunan Ankara Katolik rahibelerinin sefalet­ te bulundukları haber veriliyor” diye bildirilir ve bilgi istenir.35 Keza Ankara Katolik Rahipliği’ne tayin edilmiş olan Nersis Bağdikyan Efendi’nin Konya’da olduğu anlaşılmaktadır.36 Epeoğlu’na göre, önce Gregoryen ve daha sonra Katolik Er­ meni erkekleri toplanır ve tehcir edilir. Daha sonra sıra kadın ve çocuklara gelir; Ermeni ve Katolik mahalleleri boşalır.37 “O zamanlar küçük bir çocuk olan kardeşim Prodromos’un yo­ lu, bir iş için boşalmış mahallelere düşmüştü. Ahır kapılarının 32

Bryce (1916), 404.

33

Gust (2005), 291.

34

BOA.DH.EUM.2.Şb 67/19 ve BOA.DH.EUM.2.Şb 72/52.

35

BOA.DH.ŞFR 58/128.

36

BOA.DH.ŞFR 68/172.

37

Aynı İngiliz belgesinde, bir Ermeni rahibin anlattıklarına dayanarak, önce An­ kara piskoposu, 18 rahip ve 853 önde gelen Katolik’in, ardından 2. konvoyda 9.000 Katolik’in Ankara’dan çıkartıldığı belirtilir. Geride birkaç kadın ve as­ ker karısı kalır. Ardından tüm kiliseler, manastırlar, okullar, evler ve dükkân­ lar önce yağma edilir ve arkasından yakılıp yıkılır.

161

arkasında aç, susuz ve sahipsiz bekleyen hayvanların sesleri­ nin bugün 88 yaşında iken bile hâlâ kulaklarından çıkmadığı­ nı anlattı.”38 Uluslararası girişimlere rağmen, başka şehirlerde de, örneğin İzmit’te de Katolik ve Protestanlar tehcir edilir.39 21 Ağustos ta­ rihli yazışmalara göre, Alman elçisi, Dahiliye Nezareti nezdinde tehcir edilen Katoliklerin geri gönderilmesi için teşebbüste bulunur.40 21 Ağustos’ta Dahiliye Nezareti ile bir görüşme ya­ pan İstanbul Başkonsolosu Mordtmann’a, Adana ve Ankara’da tehcirin artık durduğu resmen bildirilir.41Ancak uygulama­ nın farklı olduğu istihbaratı üzerine, diplomatik girişimler ve bunların sonucunda Nezaret’in sözde talimatları her defasında yinelenir;42 af mesajları “gecikir”;43 bu süre zarfında Katolik ve Protestanların tehciri kesintiye uğrasa da devam eder. Kasparian ve Karasuli’nun,44 belgeleri destekleyen anıların­ 38

E7teoyXou-M7taKai.îi (1997), s. 43.

39

Johannes Lepsius, D eutschland und Armenien 1914-1918, Sammlung Diplomatischer Aktenstücke, Der Tempelverlag in Potsdam, Potsdam, 1919, s. 136. Tehcir, 19.8.1915 tarihinde başlar.

40

Gust (2005), s. 249.

41

Akçam (2002), s. 297-300 veya Lepsius, s. 137-8.

42

“Örneğin 31 Ağustos’ta... Talat, Katolik ve Protestanların bulundukları yer­ de... kalabileceklerini bildirir... Fakat bölgelerden Katolik ve Protestanların sürülme ve öldürülme haberleri gelmeye devam eder...”, Bu, Akçam’m anlat­ tığı yöntemin başka bir uygulaması da olabilir: “Talat Paşa, yabancı elçileri susturmak için çektiği ilk telin arkasından hemen İkincisini çekmek te [dir|... Önce gönderilen resmi emri, ikinci bir emirle ortadan kaldırma[k], ...resmi emirleri, gizli kararların ve geçersizliğini gösteren imaların takip etmesi., bir kuralldır]", s. 288-9. Karar değişikliklerinin ya da dalgalı politikanın bir kıs­ mı, Osmanlı arşivinden de izlenebilir: DH.EUM.2Şb. 9/110. 11.8.1915 tarihli Dahiliye Nezareti, tAMM, İstatistik Şubesi’nin “Ankara, Haleb ve Adana vila­ yetinin işarına atfen oradaki Katolik Ermenilerin dahi diğerleri misillu şevki... emr-i ali-yi nezaretpenahileri iktizasından olmagla...” yazısı ile (s. 74, Belge 7 6 ,2 4 .8 .1 9 1 5 ), merkezden vilayeüere gönderilen, Katolik ve Protestan Ermenilerin sevk edilmemeleri hk yazı (s. 77, Belge 83, 15.8.1915, Osmanlı Belge­ lerinde Ermeniler (1994)).

43

Örneğin Mamuretülaziz ve Diyarbakır vilayetlerine “Protestan ve Katolik Hı­ ristiyanların sevkıyattan muaf tutulmaları emri, ancak [26] Eylül 1915’te gel­ mişti.” (Kieser (2005), s. 533).

44

“Ankara’nın aktif papazlarından Papa Yannis, ...katliamda büyük bir rol oyna­ dı. Ermenilerden başlayan, Katoliklerle devam eden [katliamda] yüzlerce er­ keği ... türlü yollarla kaçırdı.” KapaaouLu-Maaropıöou, s. 42b.

162

dan anlaşılan nokta şudur: 1915 tehciri, ayrı zamanlardaki en azından iki, muhtelemelen üç tutuklama ve sürgün dalgasıyla gerçekleşmiştir. Bunlardan ilkinde, Gregoryenlerin ve “siyasi tutukhTların, ikinci ve üçüncüsünde ise Katoliklerin göz altı­ na alındığı ve tehcir edildiği düşünülebilir. Türkçe arşiv belge­ lerine göre, 17.9.1915 tarihine kadar tüm vilayetten sevk olu­ nan Ermeni nüfusu 21.236’dır. Ankara istasyonunda sevk edil­ meye hazır 550 nüfus vardır. “Veche-i azimetleri Haleb ve Zor havalisidir.” Buna ek olarak yazılan 29.9.1916 tarihli yazıda ise, vilayette sevk edilmeyen Ermeni nüfusu kadın ve çocuk olmak üzere yedi yüz otuz üçe baliğ olup bunlar da günlük iki yüz elli kadar kafile kafile Eskişehir tarikiyle “mmtıka-i muayyene”ye gönderilmekde olduğu bildirilir.45 Kevorkian’ın Patrikhane belgelerine istinaden verdiği açıkla­ maya göre, “Atıf... Temmuz 1915 ortalarında, Ankara Ermeni­ lerinin Katolik olmayan ileri gelenlerini tutuklattı... Birkaç gün içinde gözaltına alınanların listesi 1.200 kişiyi kapsayacak şe­ kilde genişledi. Öte yandan 14 Ağustos günü İTC gönüllüleri­ nin, yanlarında kazma-küreklerle şehirden arabalarla ayrıldık­ ları, aynı gün, gece yarısına doğru yüzlerce Ermeninin polis ve jandarma eşliğinde, ikişerli bağlanmış halde şehir dışına çıka­ rıldıkları ve gün ağarırken kendilerini bekleyen çetelere tes­ lim edildikleri bilinmektedir. ... Beş-altı günde yaklaşık 1.200 Ermeni bu kişilerce katledilmişti... Katolik cemaatin [in] ile­ ri gelenleri[nin]... Atıff’tan]... İstanbul’un müdahale etmesini istetmesine rağmen] 27 Ağustos Cuma günü jandarma ve po­ lis memurları Ermeni mahallelerini ve bu sırada birçok ailenin bulunduğu yazlık evleri kuşattılar. Aynı gün, aralannda pisko­ pos ve 17 rahibin bulunduğu 1.500 kadar Katolik erkek tutuk­ landı ve şehre getirildi. Sonuç vermeyen bir ihtida çağrısının ardından mallarına el kondu. 29 Ağustos gecesi ikişer bağlana­ rak yola çıkarıldılar. Karagedik köyüne kadar on sekiz saatlik bir yürüyüşün ardından ‘dört nala gelen bir subay hükümetin yeni emrini bildirdi: Genel katliam emri geri çekilmiş olup tutuklulann hayatı bağışlanmıştı’. Öyle görünüyor ki... Roma ki­ 45

Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, 1995 (Belge 106 ve 119).

163

lisesi temsilcisi[nin]... müdahalesi kurtulmalarını yani hemen oracıkta öldürülmek yerine Suriye çöllerine doğru tehcir edil­ melerini sağladı... Avusturya-Macaristan büyükelçisi Pallavicini de bakanına, Talat Paşa’dan ‘Katolik ve Protestan Ermenlerin korunmasını istediğini...’ bildirmişti. Dolayısıyla Ankara Katoliklerinden oluşan 1.500 kişilik konvoyun Pallavicini ve Dolci’nin gözüne girmek isteyen Talat tarafından geçici olarak ko­ runduğu ve yoluna Kırşehir, Kayseri ve Biga’dan geçip Kilikya (Pozantı) geçitlerine kadar devam etmiş olması kuvvetle muh­ temeldir. Konvoydan sağ çıkmayı başaranlann aktardığına gö­ re, Tarsus’a ulaşmaları yaklaşık bir aylarını almış... mahrumiyet koşulları, bilhassa da su kıtlığı nedeniyle tehcir edilen 1.500 kişiden aralarında piskoposun da bulunduğu ancak 200 kada­ rı Halep’e varabilmiş ti... 11 Eylül 1915 başlarında kadın, ço­ cuk, yaşlı, Ankaralı Apostolik [=Gregoryen] ve Katolikler, po­ lis tarafından mühürlenen evlerinden çıkarıldılar. Sayıları bin­ leri bulan kitle şehrin garında bir araya getirildi; burada en az 25 gün kaldılar, mallarını ellerinden çekip almaya ve genç kız­ lar arasında en çekici olanlar ihtidaya ve bir Müslümanla evlen­ meye ikna etmeye yetecek bir süreydi bu. Teklifi kabul eden­ lerin şehre dönmesine izin verildi, diğerleri nihayetinde Eski­ şehir ve Konya’ya yollanarak Suriye’ye giden tehcir hattına ka­ tıldılar. Her ne kadar askerler ‘katledilmiş veya tehcire tabi tu­ tulmuş’ olsalar da, ‘asker ailesi sıfatıyla’ Ankara’da tutulan bir­ kaç yüz aile de vardı. Bu istisnaların yabancı diplomatların ola­ sı protestolarına karşı göz boyamak amacıyla tutulduğu kuv­ vetle muhtemel.”46 Her durumda, 11 Ekim 1915 tarihli bir rapora göre, bu sü­ reçte, Ankara’da, 10.000 Ermeni hayatını kaybeder; 5 Kasım 1915 tarihli bir raporda, Ankara yolunda sayısız cesede rastlan­ dığı bildirilir.47 Tehcir bittikten sonra, Atıf aynı iş için sonbaharda Kasta­ monu’ya asaleten atanır ve parti içindeki yükselişini sürdürür. “Kastamonu’da baytar Vahid’in(?) kaim validesi ve tüccardan 46

Kevorkian (2014), s. 9-12.

47

Beylerian (1983), s. 6 5 ,1 3 9 .

164

Toros Tataryan’ın zevcesi Sabriye Hanım tarafından gerek zev­ cesi ve gerek diğer Ermenilere icra kılman mezalim hakkında” padişaha ve Dahiliye Nezareti’ne çekmiş olduğu ve Sabah ga­ zetesinde 1919 yılında yayınlanan telgraflarda, “Ankara’da va­ li vekâletinde bulunduğu sırada... Ermenilerin efrad-ı aileleriy­ le birlikte gayet feci surette kati ettirilmiş olmaları ve bilaha­ re aynı fecaiyi Kastamonu vilayetine asalet tayininde dahi zev­ celerimizi diyar-ı baideye [=uzak diyarlara] nakl ile kati ve bir kısmı mahal-i müretteblerine sevk ettirildikten sonra sefalet ve perişani içinde terk etmelerine ve bu münasebetle zevcem To­ ros Tataryanların ma-aile feci surette imha edilmelerine sebe­ biyet vermiş olan vali-i mazul Atıf Bey”in48 “faaliyet”lerini sür­ dürdüğü anlaşılır. Polis müdürü/naib Bahattin ise önce usulsüzlükle suçla­ nır ve görevden alınır: “Ankara vilayeti polis müdür-i sabıkı Baha[ttin?] Bey hakkında heyet-i tahkikatça icra kılınan tahki­ kata nazaran Ermenilerin şevkine başlanmazdan evvel bunla­ rın emval-i metrukelerini muhafaza ve idare vazifesiyle mükel­ lef olmak üzere teşekkül etmiş olan komisyonca ... toplanılan meblağın kalan bakiyesi ailelere yevmiye ve saire namıyla sarf edilmediği anlaşıl[mıştır] ...”49 Ancak daha sonra ödüllendirilir: “... Ankara... eski polis müdürü Manastırlı Bahattin Beyf’in]... Divan-i Harb’e tevdi ve hakkında kanuni takibat icrasına teves­ sül edilmiş iken, İstanbul’a çağrılmış... takibat-ı vak’adan kur­ tarılmış... hatta sabık Dahiliye Nazırı Talat Bey, [onu]... Şark Orduları Grup Kumandam Vehip Paşa’ya hususi şekilde tavsi­ ye ederek istihdam edilmesi için göndermiş[tir]...”50 Yerlerine vali vekili sıfatıyla, Ingiliz belgelerinde Samsun 48

İngiliz belgelerine göre, Ankara’daki kınını, Polis Müdürü Bahattin Bey’in ko­ mutasında Şemseddin [Bayramoğlu] (Hacı Bayram postnişini, vilayet meclis üyesi), Necati (İT Kâtib-i mesulü), Rasim ([=?Settarzade/Serattarzade/Attar], Belediye Başkanı), Kara Mehmet (İT merkez komite üyesi), Topçu Ziya (is­ kân Komisyonu Müdürü), Ziya (Eczacı), Karaböbrek Haşan Efendi (Osman­ lI Bankası İkinci MüdürfO’den müteşekkil bir heyet yürütmüştü (FO 608/78 no. 8109, 23.4.1919).

49

BOA.DH.EUM.2.Şb 20/14.

50

Osman Selim Kocahanoğlu, ittihat ve T erakki’nitı Sorgulanması ve Yargılanma­ sı, Temel Yayınlan, İstanbul, 1998, s. 521-2.

165

katliamından sorumlu tutulan Süleyman Necmi [Selmen]51 ve polis müdürü Mustafa Durak getirilir. 28.12.1915’te seçilen HA merkez heyet ve idaresinde,52 Ankara vilayetinde tehcir/taktili yöneten ÎT kâtib-i mesulü Necati ile vilayet mektupçusu Sadık Vicdani [Kayıkçıoglu]53 da vardır. 3 Mart 1916 tarihinde Osmanlı topraklarındaki 15 Kato­ lik cemaatinden aralarında Ankara’nın da bulunduğu on biri­ nin tamamen yok olduğu, ikisinin (Maraş ve Halep) zarar gör­ düğü, sadece Bursa ve İstanbul diyakosluklarının bazı kayıp­ larla ayakta kaldığı anlatılmakta; Ankara’da hâlâ 2.000 Kato­ lik olduğu, ancak ruhani liderleri olmadığı için bunların dini vecibelerini yerine getiremedikleri bildirilmektedir.54 Muhte­ melen uluslararası baskılar yüzünden Katolik tehciri durmuş­ tur. İmparatorluk geneline bakıldığında, yürütülen “...girişim­ lerin sonucu, Ankara, Urfa, Halep gibi bazı illerde Katolik ve Protestanlardan az sayıda da olsa sürgünden kurtulanlar olur... 16 Aralık 1917’de Katolik Ermeni Başpiskoposu... tüm Anado­ lu’da hayatta kalanlann toplam Katolik nüfusun % 23’ü oldu­ ğunu bildirir.”55 2.000 civarındaki Katolik’i tehcir dışı bırakan ve hangi tu­ tarlılıkla uygulandığı bilinmeyen istisna ve muafiyetler elbet­ te vardır;56 ancak bunlar olsa olsa kuralı ispatlar. İstisna uygu­ lananlardan biri de Kasparian’ın babasıdır. Nesillerden beri sof işiyle uğraşan aile, mamullerini, peruk imalatında kullanılmak üzere İngiltere’ye ihraç eder ve Osmanlı sarayına gönderir. Ba­ ba Kasparian, ikinci tutuklama dalgasında içeri alınmasına rağ­ men, padişahın sof siparişi nedeniyle serbest bırakılır ve işine 51

Yeghiayan (2007), s. 350-7.

52

KA 155/49-6.

53

Bkz. Etöz ve Esin “Cem-i İane: Büyük Millet Meclisi’nin Temelleri”, Toplum­ sal Tarih, Nisan 2014b, sayı 244.

54

Gust (2005), 452-3.

55

Akçam (2002), s. 300.

56

Mebuslar, (s. 78, Belge 84, 15.8.1915), demiryolu çalışanları (s. 82, Belge 90, 17.8.1915), askerler (s. 85, Belge 95, 17.8.1915), kritik ticaret ve zenaat erba­ bı (s. 39, Belge 27), nüfusu az cemaatler (s. 81, Belge 88, 17.8.1915), vs. (Os­ manlI Belgelerinde Ermeniler, (1994)).

166

devam eder.57 Diğer bir vaka, belki de yaşı nedeniyle tehcirden muaf tutulmuş, yangında açıkta kalmış ve İstanbul’a gelmesi için izin istenen Margos adındaki Katoliktir.58 En az muafiyet kadar yaygın olan ise, “Ankaralı Ermeni” ka­ tegorisinin ve dolayısıyla tehcir kapsamının, Reşid’in valili­ ği döneminde, tıpkı Diyarbakır’daki gibi genişletilmesine da­ ir örneklerdir: Ekim 1916 tarihli bir belge özetinde, “Protes­ tan olduğu halde şevke tabi tutulan... Mari’nin, ebeveyni Pro­ testan ise de zevcinin Ermeni olması dolayısıyla sevkedildiği”59 belirtilir. Benzer biçimde Karamanoğlu Agob, aslında Ankara­ lI olduğu halde on seneden beri İstanbul’da yaşamış ama işleri­ nin halli için izinli olarak geldiği Ankara’da iken Nisan 1916’da “sehven” Konya’ya sevk edilmiştir (bkz. Ek-D). Ankara Ermeni ve Katoliklerinin nereye sürüldüğü belgeler­ den izlenebilir (Bkz. EK-D). 1. Adana/Tarsus/Islahiye/Osmaniye: Pozantı’da bulunan, sa­ yısı beş bine yakın Ankara Katoliki namına murahhasadan Sadrazam’a çekilen 21.9.1915 tarihli telgrafta, Adana’ya götürül­ dükleri bildirilmektedir.60 Bunların sonradan tekrar dağıtıldığı, örneğin Corci’nin “emsali meyanında mahal-i ahireye ^ T ar­ sus’a] nakil ve tebid edildiği”,61 [tiftik tüccarı?] Bağdasaroğlu Agob ve mahdumu Andon’un şimendifer amelesi olarak Osmaniye-Bahçe’ye,62 Topal Corci ile Katırcıoğlu Kirkor’un İslahi­ ye kazası Kürt bahçesi nam mahalline63 gönderildiği bildirilir. 2. Konya: “Esna-ı sevkde hamile bulunmasından dolayı sarfı nazar edilen... Malos imzasıyla verilmiş [Kasım 1916 tarihli] arzuhalde Ankara’da ber güne alakası kalmadığı ve idaresini te­ min edecek kimsesi bulunmadığı cihetle Konya’ya sevk edil­ miş olan kayınvalidesiyle görümcesi[nin yanına] azimeti[ni] 57

Kasparian (1992), s. 128.

58

Karay (2009a), s. 88-9.

59

BOA.DH.EUM.2.$b 18/37.

60

BOA.DH.EUM.2.Şb 11/10.

61

BOA.DH.EUM.2.Şb 14/59.

62

BOA.DH.EUM.2.Şb 22/1.

63

BOA.DH.EUM.2.Şb 23/15.

167

istida etmekte[dir].”64 Aslen Ankaralı olup beş seneden beri İstanbul’da yaşayan Agob... Ankara’daki bazı işlerinin tes­ viyesi zımnında 14 Kanun-ı Sani 1331 [=27.1.1916] tarihiyle ita buyurulan müsaade üzerine mezkûr tarihli azimet ve avde­ ti mabeyn bir kıta vesika mucibince Ankara’ya azimet etmiş... [ama] bundan birçok mah mukaddem Ankara’dan Konya’ya tebid edilenler meyanında merkum... da [=Nisan 1916’da] seh­ ven sevk edilmiştir.”65 Rahip ve rahibelerin de Konya’ya tehcir edildiği anlaşılmaktadır.66 Bu bilgi, İngiliz belgelerince de doğrulanmaktadır. 3. Urfa: Birecik’in Nizib nahiyesinde kalan, 1850 doğumlu Katolik Sofçu Acemboloğlu Andon’un, “Münakalat-ı umumi­ ye sırasında... Nizib nahiyesinin (?) karyesine nakl edildim... Buranın ab-ı havasıyla imtizaç edemediğimden lütfen ve merhameten bakiye-i ömrüm [de]... imrar ve ikamet etmek üzere Konya’ya” nakline müsaade isteyen 1916 Ağustosunda verdi­ ği dilekçeye istinaden ve “sofçuluğun neşr ve tamimi için Kon­ ya vilayetince celbine” önce izin verilmiş; ancak yapılan arama­ da üzerinde ve eşyaları arasında Türkçe ve Ermenice mektup­ lar bulunmuştur.67 Ankara’nın genel tehcir planını ise, Setrak Kebapçıyan’ın hikâyesinden öğreniyoruz. Amerika’dan Kebapçıyan’ın adresi­ ne gönderilen bir mektup, İstanbul sansür müfettişliğince şüp­ heli görülmüş ve takibata karar verilmiştir. Ankara’dan 1919 Eylülünde gelen cevapta, “2,5 sene mukaddem [Derez] Zor’a sevk olunan Setrak’m hayat ve mematından Konya’da muki­ me ailesinin malumatı olmadığı” bildirilmiş; Kebapçıyan, ay­ nı şekilde, Kütahya, Eskişehir,68 Niğde, Karahisar-ı Sahib (Af­ yon Karahisar) ve Urfa sancaklanna da sorulmuştur.69 Anlaşı­ lan, Ankara Ermeni ve Katoliklerinden sağ kalanlar, güney ve 64

BOA.DH.EUM.2.Şb 34/17.

65

BOA.DH.EUM.2.Şb 24/32.

66

BOA.DH.EUM.2.Şb 62/10.

67

BOA.DH.EUM.2.Şb 45/10.

68

BOA.DH.EUM.2.Şb 68/79 kod ve 22.9.1915 tarihli belge özetinde, Ankara’da kalan yedi yüz Ermeninin Eskişehir tarikiyle gönderildiği bildirilir.

69

BOA.DH.EUM.2.Şb 43/11; DH.EUM.2.Şb 41/83.

168

batıya doğru darı taneleri misali savrulmuşlardır. Ancak önem­ li bir kısmının bu aşamaya gelemediği anlaşılıyor: Ankara Va­ lisi Muhiddin’in Dahiliye’ye gönderdiği 9.4.1919 tarihli telgra­ fa göre, “tehcir ve taktil meselesi en ziyade bu vilayette tahaddüs etmiştir.” Ankara’da 2.000 Katolik’in yanı sıra, 1.500 kadar Ortodoks da yaşamaktadır ve hükümetin bu cemaate bakışı da değişmek­ tedir (bkz. Sekizinci Bölüm): “1916 yılının başında henüz Or­ todoks katliam [emri] verilmediyse de, durum kötüydü.”70 Karasuli, o yıl Haymana’daki çiftliklerine giden amcası Stavros’u yakalayıp işkence eden eşkiyalarm ona “hınzır gâvur, hepinizi temizleyeceğimizi ve hiçbirinize hesap vermeyeceğimizi bilmi­ yor musunuz?”71 dediğini aktarır. Muhtemelen yeni Ankara valisinden beklenen, bu bağlam­ da, iki soruna Diyarbakır deneyimini kullanarak çözüm bulma­ sıdır: Uluslararası baskılar nedeniyle duran Katolik tehcirinin ve Yunanistan’ın savaşta taraf olmasıyla zaruri görünen Orto­ doks tehcirinin örtük biçimde gerçekleştirilmesi/sürdürülmesi ve Ermeni-Katolik servetinin paylaşımı. Reşid’in 1916 Martında Ankara’ya atanmasıyla, Ankara Hıristiyanları için ikinci kritik dönem başlamıştır. Polis, Alman uyruklu bir papazın ölmekte olan bir Katolik’e son görevi­ ni yapmasını önler.72 Katoliklerin sürekli tehcir tehdidi altın­ da yaşadıkları anlaşılıyor: “27 Mayıs 1916’da, İçişleri Bakanlığı adına İsmail Bey tarafından gönderilen şifreli telgraf.., bu grup­ ları [Katolik ve Protestanlar] tehcir etmemesi için Ankara va­ lisini ikna için[dir].”73 İhtida baskısı da muhtemelen sürüyor­ du: “Ankaralı Ermeniler’in tamamı Papa’ya bağlı Katoliklerdi... Gregoryenlerden bazıları gibi Islâmiyeti kabul etmeyip sürgü­ nü kabul ettiler”.74 1917 Temmuz tarihli bir belgede, Ankara’da kalan Katolik Ermenilerin İslâmî kabul etmeye zorlandığı be70

KapaaouXrı-MaoTopı8ou (1966), s. 42.

71

KapaaoıATi-MacnopıSou (1966), s. 43 (Karamanlıca yazılmıştır).

72

Lepsius (1916), s. 267-8.

73

Dündar (2008), s. 299-300.

74

de Nogales (2008), s. 111.

169

lirtilmektedir.75 Aynı nedenle, irtida yönünde şüpheler de var­ dı: “1917 Haziran ortalannda... Ankara illinde]... Müslümanlaşan Ermenilerin tekrar eski Katolik ayinlerini yapmaları şüphe­ si... sürgün sebebi oluyordu.”76 Ankara Katolikleri tedirgindir. 7.6.1917 tarihli bir mektupta, “yerel polisin bu şehirdeki Kato­ lik Ermenilerin sürgün edilmesine bir biçimiyle tekrar başlaya­ cağı tamamen kesindir. Görünüşe göre bu önlemin ardındaki saik, birkaç Katolik Ermenindi genel sürgün [=?Ermeni] esna­ sında Yortu (Pentecöte) günü dinsel ayine yardım etmesi ola­ yıdır. Kiliselerin kapatılması nedeniyle Ankara’da Katolik ayin­ lerinin birkaç evde gerçekleştirmesine altı aydır bilinçli olarak hoşgörü gösteren valinin yasaklamaya girişeceği” yazılır.77 Durak’m Patrikhane belgelerine göre tehcir/taktil suçlusu olması, Ankara’dan Hıristiyan göçünün Durak ve Reşid’den sonra da sürdüğünü gösterir. Baskı ve şiddet başka bağlamlarda da sürer: 1915-18 arasın­ da bilinmeyen bir tarihte, gayrimüslim mezarları yağmalana­ rak, sonradan ilk meclis binası olarak hizmet veren İttihat ve Terakki kulüp binasının yapımında kullanılır; bunlardan biri de 1890’larda Ankara eski vizkonsülü olan Gavin Gatherall’m78 eşine ait mezar taşıdır. Bunun gibi Rum ve Ermeni mezarlıkla­ rından alınma dört taş daha vardır. İrtibat subayı Whittall’un tanıklığına göre, Hıristiyan cemaati taşların iadesini ister ama Vali reddeder.79 Olayı başka kaynaklar da doğrular: “Millet Meclisi...bina [sı] 1916 senesinde Ankara’ya gelen... Enver Paşa’nın emriyle, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Anka­ ra merkezi olmak üzere temelleri atılmıştı... Bir gün Ankara’da bulunan yerli Hıristiyanlar ellerinde kazmalar ve kürekler, bu binanın önünde toplandılar. Güya bu bina yapılırken bir Ingi­ liz konsülünün mezar taşı buranın temeline konulmuştu. Şim­ 75

Lepsius (1916), s. XXXVII.

76

Dündar (2 0 0 8 ), s. 315. Keskin’deki benzer olaylar için BOA.DH.EUM.AYŞ 11/34.

77

BOA.HR.SVS 2884/7.

78

Bilal Şimşir, Ankara Ankara, Bilgi, Ankara, s. 33.

79

FO 371/4204 no. 3 8 7 3 2 ,1 .3 .1 9 1 9 . Etöz ve Esin (2014b).

170

di bunlar bu binayı yıkarak o taşı çıkaracaklardı. Derhal Türkler de mukabil tedbir aldılar. Bu zaman İstanbul’dan (Yağış) adında bir papaz gelmişti. Bu papaz bunlara nasihat ederek va­ kayı önlemiştir.”80 Vilayet’in 21.2.1919 tarihli yazısına göre ise, “Ankara’daki Musevi mezarlığı taşlarının kaldırılarak inşaatta kullanıldığından bahisle Hariciye Nezareti’ne vuku bulan şikâ­ yet üzerine... ledeltahkik Musevi kabristanının cinsleri kara olan taşlar[ın]dan bir kısmının 5. Kolordu Kumandanı Ali Os­ man Bey tarafından taşıtılarak sinema binasında81 ve bir kısmı­ nın da İT Kâtib-i Mesulü Necati Bey marifetiyle Ittihad ve Te­ rakki Kulübü inşaatında kullanıldığı...” anlaşılmıştır.82 Ayrıca Dahiliye Nezareti’ne 24.12.1917’de gönderilen yazı­ dan Katoliklerin ayine mahsus bir yer taleplerinin reddedil­ diği görülür: “Ankara harikinde muhterik Ermeni Katolikle­ rin kiliselerinin tamirine kadar bir murahhashane tesis ve hu­ susi bir mahalde icra-yı ayin-i ruhani etmelerine müsaade itası rahib Nersis Bağdikyan tarafından istida edilmesi üzerine Ad­ liye Nezareti[’nden] ... geçen sene alman tahriratta rahib mu­ maileyhin sıfat-ı resmiyesi olmadığı gibi şimdilik Ankara’da bir murahhashane tesisine lüzum olmayıb ancak millet-i merkumenin muvakkaten bir mahalde mabed ittihazına ihtiyac-ı ha­ kiki mevcud ise alelusul bilistidaname müracaat etmesi lüzum geleceği bildirilmesiyle mumaileyhe tefhim edilmiş ^anlatıl­ mış] idi. ...”83 Dahiliye Nezareti’nin Ankara’daki tehciri açıkça gerçekleş­ tiremediği, yerine, Reşid ya da diğer valiler aracılığıyla, baskı, şiddet ve diğer yöntemleri kullanarak sürdürmek istediği akla gelir. Durak’ın Hıristiyan kadınlara tasallut ve tecavüzü yıldır­ ma taktiğinin bir parçası mıdır? Reşid’in gelişinden sonra, emval-i metruke açısından da önemli bir gelişme yaşanır: 1916 bahar aylarında Ermeni ma80

Enver Behnan Şapolyo, Atatürk ve Seymetı Alayı, Ankara Kulübü Yayınları, Ankara, 1971, s. 10.

81

Ulus 100. Yıl Çarşısı ve Devlet Konukevi’nin bulunduğu yerde olan Millet Bahçesi’ndeydi.

82

BOA.DH.l.UM 22-3/44.

83

BOA.DH.EUM.2. Şb 46/42.

171

hailesine yüzlerce atlı araba gelir; altı aydan fazla süren bir “ça­ lışma” ile iki bin dükkân, üç kadim katedral, dokuz kilise, okul ve evlerdeki eşyalar toplanarak arabalara yüklenir; yüzlerce va­ gon yükü eşya İstanbul’a nakledilir; kayda değer olmayanlar Türklere verilir veya pazarda satılır.84 Bunun önemli gösterge­ lerinden biri, belki de, Karay’ın yangın sırasında Ankara sokak­ larında dolaşırken gördüğü sahipsiz piyanolardır. Etraflarında hiç kimsenin olmadığı piyanolar, herhalde yangından ilk kur­ tarılacaklar arasında değildi. Belli ki, evlerden daha önce çıka­ rılmış ve Sekizinci Bölüm’de göreceğimiz üzere Amasya’daki gibi bir ticarete konu olmuştu. Eşyaların bir kısmı Yozgat’taki tasfiye komisyonuna yönlendirilmiş olmalıdır. Ankara’daki metruk Ermeni gayrimenkullerine değinen bazı çalışmalar vardır.85 Ancak taşınabilir ve kıymetlilerin nasıl bölüşüldüğü tam olarak bilinmemektedir (Belge 3-4). Garabedian’ın annesi Ankara’ya dönüşünde, şehir içindeki evlerinin ya­ kılmadan önce soyulduğunu, aile resimleri de dahil olmak üze­ re tüm eşyasının bir Türk ailede olduğunu öğrenir.86 Mütareke gazetelerine göre, “gerek Ermenilerin ve gerek hususat-ı sairede Ankara’da vukua getirilmiş olan sui istimalat hakkında tedkikatda bulunmak üzere komisyon-ı mahsusanın talebi üzeri­ ne Dahiliye Nezareti’nden Ankara’ya mülkiye müfettişlerinden Fuad Bey [ayrıca] ... hukuk-ı şahsiye hakkında tedkikatta bu­ lunmak üzere adliyeden ayrıca heyetler gönderilmiş ve gönde­ rilmekte bulunmuştur.”87 Çevresindeki Haymana ve Keskin gibi kaza sakinleri dahil, Alman belgelerinin de Katolikler için kaydettiği gibi, Ankara 84

Kasparian (1992), s. 130.

85

Sait Çetinoğlu, “Ermeni Emval-i Metrukeleri Üzerine”, B irikim , Haziran 2009; Nevzat Onaran, Emval-i Metruke Olayı, Belge, İstanbul , 2010; Kasapyan mirası için bkz. Kezer (2012).

86

“Armenian Assembly Oral History Project” kapsamında, Virginia Garabedian ile 24.1.1980’de Maryland, ABD’de yapılan söyleşiden. Bu projede Ankara Vi­ layetine ilişkin beş söyleşi yer alır. Projenin detayı için, bkz. D. E. Miller ve L. T. Miller, “Armenian Survivors: A Typological Analysis of Victim Response”, Oral History Review, 10(1), 1982, s. 47-72. Emval-i metrukenin Urfa’da me­ murlar ve Müslüman halk arasındaki paylaşımı için, bkz. Kieser (2005), s. 679.

87

Sabah gazetesi, 5 Kanun-ı Evvel 1919.

172

Hıristiyanlarının “orantısız” bir servete sahip olduğu anlatılır.88 Tehcirden sonra bu servetin bir kısmı paylaşılmıştı: “Ermeni zenginlerinin evleri satın alınmış; takrir verilir verilmez para­ lar, zorla, zulümle istirdat olunmuştu.”89 (bkz. Belge 2) Ancak tehcirin devamı, ortaya yeni “imkân”lar çıkarıyor­ du: Mütareke’den sonra balo salonu büyüklüğünde bir emval-i metruke deposunda tehcir kurbanlarının kol saati ve nikâh yü­ zükleri bulunmuştur.90 1915’te Diyarbakır’da suçlulardan oluşan kırım taburları kur­ makla görevlendirilen, Reşid’in emriyle Beşiri Belediye Başka­ nı Ali Sabit El-Suweydi’yi katleden,91 30 Mayıs günü şehirden çıkarılan 636 kişilik kafileden kendilerini koruma vaadiyle ön­ ce para toplayıp, sonra müstakbel katilleri Raman aşiret men­ suplarına teslim eden, Mardin katliamını örgütleyen92 "... Reşid ile [beraber] tehcir edilen bazı kimseleri kati ve işkence etmek­ le maznun ...”93 Çerkeş Şakir,94 öyle anlaşılıyor ki, Reşid’le be­ raber Ankara’ya gelmiştir. Mütareke’nin hemen başında, Hay­ mana95 ve Keskin96 “jandarma kumandanı”dır. 5.12.1919 ta­ rihli Sabah gazetesinin haberine göre, “Haymana’da Rum papa­ zı Yorgi Efendi Dahiliye Nezaretine çekdiği bir telgrafnamede mevkuf Reşid’in valiliği esnasında Ankara’da jandarma yüzba­ şılığında bulunmuş olan firari Şakir’in Ermenilerin on altı ara­ ba eşyasını ve üç yüz pırlanta ve elmas taşlı yüzüğü [ile]... kös­ tek ahun kırk saatini, ondan ziyade pırlantalı istavrozu gasb et­ miş ve bunları gece kaçırmağa muvaffak olmuş olduğundan ve şimdi de mezkûr eşyayı ve mücevheratı satmağa kıyam eylemiş 88

Bkz. Koç (1973).

89

Altmay (1994), s. 45.

90

FO 371/4158 no. 96955, 2.7.1919.

91

Uğur Ümit Üngör, The M aking o f M odem Turkey, Oxford University Press, Oxford/NY, 2011, s. 80.

92

Üngör (2011), s. 86.

93

Sabah, 3 Kanun-i Evvel 1919. Tam metin için bkz. Etöz ve Esin (2014a).

94

Sait Çetinoğlu, “Diyarbakır’da Ermeni Mallarım Kim Aldı?”, D iyarbakır Teb­ liğleri içinde Hrant Dink Vakfı, İstanbul, 2013, s. 368-406.

95

Uçak (1986), s. 54.

96

BOA.DH.EUM.ö.Şb 8/6 (özetinden).

173

bulunduğundan bahis ile hiç olmazsa eşyanın elden çıkarılma­ masını istirham eylemiştir. Dahiliye Nezareti... mülkiye müfet­ tişlerinden Fuad Bey’e çektiği bir telgrafnamede Haymana’da ve Ankara’da mevcut Rumların ifadeleri alınmasını işar eyle­ diği gibi bu on altı arabada kimlerin eşyası varsa isbat edildi­ ği takdirde de kendilerine derhal verilmesi ve mütebaki eşya­ nın emin bir mahalde hıfzı ve Papaz Yorgi’nin merkum Şakir hakkında başka bir ifadesi varsa bittahkik bildirilmesi lüzumu Ankara vilayetine telgrafla işar kılınmıştır. Bu Şakir geçen gün [2.12.1919’da] mevkuf bulunduğu polis müdüriyet-i umumi­ sinden firar eden [Sapancalı] Şakir’dir.”97 Anlaşılan, Reşid, kendisinden çözmesi beklenen temel me­ selenin, bir süre baskı ve şiddetle yürüttüğü Katolik ve Orto­ doks tehcirini hızlandırmanın bir çaresini bulmuştur: Yangın. Ancak bu “yöntem”, emval-i metrakenin tasfiyesini hızlandırıp Sapancalı Şakir gibi belki de istenmeyen ortaklar yaratarak topyekûn tehciri hükümetçe istenmeyen bir mecraya taşıyacaktır.

97

174

A tıf ın da firar ettiğine dair söylentiler vardır (Sabah gazetesi, 5 Kanun-ı Evvel 1919).

y e d in c i b ö l ü m

A n k a r a Y a n g in i1

Bu bölümde ilk olarak yangınla ilgili ayrıntılardan, özellikle de resmi belge ve görgü tanıklıkları arasındaki ifade tutarsızlıkla­ rından bahsedilecektir. Bu tutarsızlıklar, yangının nasıl/neden olduğuna ışık tutabilir. İkinci kısımda, tutarsızlıkların işaret et­ tiği şüpheleri doğrulayan tanıklıklara değinilecektir. Tarih: Resmi raporlara göre, yangın, Rumi 31 Ağustos’u 1 Eylül’e bağlayan gece çıkmıştır. Karasuli ise, 29 Ağustos Pa­ zartesi günü sabah kalktıklarında yangının başlamış olduğunu, yani Pazar gecesi çıktığını yazar. Önemlidir; zira 1923 Ankara doğumlu bir Katolik, kendisiyle yapılan mülakatta, Karasuli’yi doğrulayarak yangının ayin gecesi çıkmasının, kasıt olduğuna işaret ettiğini ima eder.2 Başlangıç saatilyeri: 1 Eylül 1332 [=14.9.1916] tarihli rapo­ ra göre, Rumi takvimle Ağustos’un 31. Çarşamba gecesi sabah zevali 3,5 raddelerinde,3 yani güneşin en tepede olduğu saat ol­ duğu anı 12:00 kabul eden zevali saate göre 11.49’dan 8:30 sa1

Bu bölümün bir değişkesi, “Yunanca Kaynaklara Göre 1916 Ankara Yangını” adıyla Toplumsal Tarih’in 227. sayısında (Kasım 2012) yayınlanmıştır.

2

Özgür Bal, Memory, Identily, Home: Self-Perception O f 1dentity Among the Armenian and Jewish Communities in A nkara, yüksek lisans tezi, ODTÜ, Sosyolo­ j i ABD, 2006, s. 127.

3

Karay (2009a), s. 74 ve 78.

175

at önce, gece yarısından sonra 3:20’de, diğer raporda da, gü­ neşin battığı anı 12:00 kabul eden alaturka saate göre dokuz­ da, yani güneş battıktan dokuz saat sonra, gece yarısından son­ ra saat 3:25’te çıkmıştır.4 Resmi raporlardaki saatler tutarlıdır. Karay ise 1921 yazısında, “gece yarısı henüz dalar gibi olmuş­ tuk, sokakta sesler ve uzakta çanlar işittik... ‘Yangın var!’ dedi­ ler” diye çok daha erken bir saati ima eder. Öte yandan, Kato­ lik mahallesinde oturan Halid, yangını ilk gördüğünde uzakta bir yerdedir. Oysa Karasuli, yangının Ermeni-Katolik mahalle­ sinde çıktığını yazar. Ayrıntıdaki bu farklar, belki de yangının tek bir başlangıç yeri ve zamanı olmadığını gösterir. Felaketzede sayısı ve iskân: Polis Müdürü Mustafa Durak’ın 19.9.1916 tarihli raporunda, yangın söndürülüp hasar tespi­ ti yapıldıktan sonra “ibtida-yı harikten itibaren yerleşmeyip açıkta kalan 1669 nüfustan mütebaki [sinini — ihzar edilen ça­ dırlara iskân” edildiği bildirilmiştir. Oysa, Dahiliye Nezareti’nin 14.10.1916 tarihli tahsisat talebinde, “beş bine yakın ai­ lenin açıkta kaldığı” bildirilir ki, en az yirmi bin nüfus demek­ tir.5 Bu tutarsızlığı Birinci irdelemez. Daha ilginci, bu tahsisa­ tın, 14.9.1916’da yani yangının başladığı ilk günde, henüz fe­ laketzede sayısı kesinleşmemişken ayrılmış olmasıdır: Dahili­ ye Nezareti’nden Ankara vilayetine gönderilen 14.9.1916 ta­ rihli şifreye göre, “harikzedegân için muhacirin tahsisatından beşbin lira banka vasıtasıyla derdest-i irsaldir.” ^gönderilme­ ye hazırdır).6 Açıkta kalan yangınzede sayısı ile ilgili mesele, aslında daha da karmaşıktır: 14.9.1916’da Ankara HA Nekahathanesi me­ murundan gelen acil telgraf üzerine,7 HA Cemiyeti Eskişehir murahhası İsmail Besim Bey çadır ve ecza-ı tıbbi ile 15.9.1916 günü Ankara’ya hareket eder. 19.9.1916’da HA riyasetine çek­ tiği telgrafta yangınzede sayısına ihtiyatlı yaklaşır: 4

31 Ağustos’ta Ankara’da güneş çağdaş saatle 5:12’de doğar, 18:25’te batar, aritmetik ortalama ile l l : 4 9 ’da tepede olur (http://www.koeri.boun.edu.tr/astronomy/dogus-batis/Ankara.htm).

5

Karay (2009a), s. 7 3 ,9 2 .

6

BOA.DH.ŞFR 68/36.

7

Karay (2009a), s. 91.

176

“Cumartesi günü alessabah Ankara’ya muvasalatla derhal harikzedegâmn açıkta kalan aileleri rekz ettirilmiş [=kurulmuş] çadırlarımıza yerleştirilip esbab-ı istirahat ve iaşeleri taht-ı te­ mine alındı. El yevm açıkda kalmış biri bırakılmamış ise de peyderpey muhtacin-i harikzedegânın vürud etmesine naza­ ran derece-i ihtiyacatm mevcudiyeti tamamıyla anlaşılamadığı maruzdur.”8

HA nezdinde ihtiyaç sahiplerinin durumu ve sayısı daha son­ ra netleşmeye başlar. İsmail Besim’in bu aşamadan sonraki ya­ zışmalarını Osmanlı Arşivi’nde değil, Kızılay Arşivi’nde bulu­ yoruz: İsmail Besim’in İstanbul HA riyasetine 20.9.1916 tarih­ li telgrafında (Belge 5), “Ankara’da Hilal-i Ahmer tarafından iskân ve iaşe edilen muhtac-ı muavenet [=yardıma muhtaç] harikzedegânın mecmuu şimdiye kadar 150 nüfusu tecavüz etmemiştir. Zahir hale na­ zaran derece-i ihtiyacatm vüsati [=genişliği] hakkında bidayet-i harikte Ankara’dan vuku bulan ihbaratın da hakikata mekrun [=gerçeğe yakın] olmayıb eser-i mübalağa olduğu anlaşılmakla acizlerinin tecdid-i ikamet[in]e lüzum kalmadı­ ğının mevcud harikzedegânın tertib ve tanzim edilen iaşeleri hususu. Muhasebeci Subhi Bey’le Recai Bey’le bittevdi iki güne kadar Eskişehir’e avdet edeceğim.”9

22.9.1916 tarihli telgrafta ise, "... getirdiğimiz eşyadan fazla­ sının ... Eskişehir’e iadesi lazım geldiği...” bildirilerek, eşya ve çadırlar Eskişehir’e taşınmaya başlar.10 Dahiliye Nazırı Talat’ın Hilal-i Ahmer Cemiyeti Başkanlığı’na gönderdiği 1.10.1916 tarihli mesajı ile “Ankara harik hailesin­ den musab olanlara [=zarar görenlere] icra-ı muavenet edil­ mek üzere Eskişehir’den malzeme-i muhtelif irsali suretiyle cemiyet-i aliyelerince ibraz olunan muavenet... namına... teşek­ 8

Karay (2009a), s. 92. Aynı belge, 157/220 no. ile KA’nde de mevcuttur. Tek fark, telgraf tarihinin 6 Eylül (20.9.1916) olmasıdır.

9

KA 157/221.

10

KA 157/222.

177

kür” edilmektedir.11 HA’in yardım hizmetlerinde herhangi bir aksaklık veya eksiklik olmadığı anlaşılmaktadır. Peki ne olmuştur? Ankara’dan yapılan acil durum ihbarına binaen Eskişehir’den gönderilen 2.500 kişilik çadır ve sair eş­ ya, ihtiyaç tespit edildikten sonra neden “mübalağa [lı]” kalmış ve geri götürülmüştür? İhbar neden hakikata mekrun değildir? 1.030 hanenin yandığı bir yangında nasıl olmuştur da, “Anka­ ra’da Hilal-i Ahmer tarafından iskân ve iaşe edilen muhtac-ı muavenet harikzedegânm mecmuu şimdiye kadar 150 nüfusu tecavüz etmemiştir?” Yüz elli kişiyi geçmeyen yangmzede, ne­ den ve nasıl Dahiliye Nazın’nın imzasını taşıyan yazıda, açıkta kalan “... beş bine yakın aile...”ye dönüşmüştür? Bağlantılı bir şüphe, çadır iskânıyla ilgilidir. 19.9.1916 tarihli polis raporunda “açıkta kalan 1.669 nüfustan mütebaki[sinin] memlekette kalan yetmiş üç mahalledeki boş mahallere ve ih­ zar edilen çadırlara iskân” ettirildiği belirtilir.12 Oysa Karay, anı­ larında çadırlardan hiç bahsetmez: "... gece oldu... Ahali kırlar­ da... yerlerde yatıyor[du]... Halk sokaklarda idi...” Bal’ın konuştuğu 1923 doğumlu Katolik Ankaralınm ailesi, benzer biçimde, bir süre dışarıda yattıktan sonra, Müslüman mahallesinde bir oda kiralar; yemeklerini leğenden icat bir ma­ sanın üzerinde yemeye başlar.13 Saraya sof yaptığı için tehcirden muaf tutulan Kasparian’m ailesi de, Türk mahallesinde bir ev kiralar; babası her gün yanık mahallelerden geçerek, Bentderesi kıyısındaki sof yıkama/boyaması yapılan işyerine gider.14 Hü­ kümetin “boş mahallere” iskân desteğinden ve HA’in Ankara’ya getirdiği çadırlardan bahsetmezler. Yanan kilise sayısı: Yanan binaların, içinde bulundukları ma­ hallelere göre dağılımını gösteren raporda, yanan mahallelerde toplam 6 kilise bulunmasına rağmen, hemen altındaki parag­ rafta yedi kilisenin yandığı belirtilmektedir.15 Bu maddi bir hata 11

K A 13/68.

12

Karay (2009a), s. 75, 76-9.

13

Bal (2006), s. 130.

14

Kasparian (1992), s. 135.

15

BOA.DH.I.UM 32/25; Karay (2009a), s. 78 ( “7” sayısı, s. 74’te de yer alır).

178

mıydı yoksa, yanan 7. kilise, yangına maruz kalmayan bir ma­ hallede miydi? Belgenin ekleri incelenirse, yanan kilise sayısı­ nın, birbirinin kopyası olan iki cetvelden birinde altı, diğerin­ de yedi olarak verildiği görülür. 7. Kilise Behlül mahallesindeydi. Bu basit bir hata mıydı, yoksa cetveller farklı zamanlarda mı düzenlenmişti? Bu, hangi kiliseydi? Rüzgâr: Resmi raporlara göre rüzgâr, “şiddetle vezan” edi­ yordu. Oysa, Karay hava koşullarını ve yangım şöyle gözlem­ ler: “‘Bereket ki rüzgâr yok’ dedim, hava ölgün idi ... Yangı­ nın esrarengiz bir sirayeti vardı... Bir saate varmadan ateş dört, beş kola ayrılmış[tı]... [ama] rüzgâr yoktu... ateş arttıkça hava mevzii bir rüzgâr hasıl oldu”16 Yangın/Kundaklama: Birinci, “yangında herhangi bir kasıt bulunma [dığını]” ta başından belirtir.17 Ancak ortada bazı şüp­ heler vardır: Yangın “Kurt mahallesinde kain Darüleytam Mek­ tebi ile ittisalindeki Serceoğlu Agop’un mektebi ve binbaşılık­ tan mütekait Ferit Bey’in icar eylediği haneden zuhur edip ... icra edilen tedkikatta mezkûr harikin mektep ittisalindeki Fe­ rit Bey’in icarında olan yalnız hizmetçisi askerler ile henüz hü­ viyeti tayin edilemeyen refiki diğer askerin ikamet eylediği ha­ neden zuhur eylediği ... müşahedat üzerine ... ile anlaşılmış ... harikin keyfiyet-i zuhuru hakkında müştereken teşekkül eden komisyon tarafından ... neticenin ayrıca ber-tafsil arz edilece­ ği” bildirilmiştir.18 “Mütekait Ferit Bey”in hizmetinde neden askerlerin bulun­ duğu, bu askerlerin hüviyeti tayin edilemeyen Ferit Bey’in “re­ fiki diğer asker”le beraber neden Agop’un mektebinin ittisa­ lindeki evi kiraladığı, komisyon raporu elimizde olmadığı için meçhuldür. İkinci Bölüm’de söz edilen Andon ve rüfekası imzalarıyla ve­ rilen bir dilekçeye istinaden, “harikin kasten tevessüüne sebep verildiğinden bahisle... hakikat-ı halin zahire ihracı ^gerçe­ ğin açığa çıkması] için... bir komisyon teşkili...” istenmiştir. Bu 16

Karay (2009a), s. 7 9 ,1 3 7 -8 .

17

Karay (2009a), s. 68.

18

Karay (2009a), s. 74.

179

belgelere rağmen, Birinci neden/nasıl “yangında herhangi bir kasıt bulunma[dığını]”19 en baştan belirtebilmiştir? Belki de, yukarıda tutarsızlıkları gösterilmeye çalışılan ayrın­ tılar, yangının kundaklama olmasıyla bağlantılıdır. 1. Yangın Pazar günü başladıysa, bunun elbette sembolik bir anlamı da vardı. Ama yangın hangi gün başlamış olursa olsun, Ağustos ayı, özellikle varlıklı Hıristiyan ailelerin, Ankara’nın banliyölerindeki “bağhane”20 adı verilen bağ evlerinde kaldığı mevsimdir. Halid, 1921 tarihli yazısında, “zaten ahalinin çoğu bu mevsimde bağlara taşınmıştı” diye açıkça yazar. Böyle bir zamanlama, şehir merkezindeki söndürme katkısı ve görgü şa­ hidi sayısını asgaride tutmuştu. 2. Felaketzede sayısındaki tutarsızlık, birden fazla duruma işaret ediyor olabilir. ilk olarak, yangının, nezaretler arası ödenek aktarımına ve­ sile olduğu anlaşılıyor. Dahiliye Nezareti Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti, yangının henüz ilk günü, açıkta kalan nüfus belli olmadan ödenek miktarını belirlemiş, ayırmış, sonrasında Vilayet’e göndermiş ve Maliye Nezareti’nden talep etmiştir. Ancak Maliye Nezareti’nden gelen 28.1.1917 tarihli yazıda, Talat’ın işaret ettiği bütçe kaleminde yeterli bakiye olmadığı gerekçe­ siyle Dahiliye’nin talebi reddedilmiştir. Felaketzede sayısı yük­ sek tutularak (“beş bin aile”) Aşair ve Muhacirin Müdüriye­ ti bütçesine önemli bir meblağ aktarılması istenmiş ve bu sayı/ meblağ Maliye Nezareti tarafından gerçekçi bulunmamış olabi­ lir. Maliye Nezareti’nin şüphesini artıran, belki de Ankara’dan önceki benzer vakalardı.21 İkinci sonuç, Vilayet ve HA’in iskân ve çadırların dağıtımın­ da etnik açıdan seçici davrandığıdır. “Beş bin aile”ye göre da­ ha gerçekçi gözüken 1.699 kişi, açıkta kalan toplamı, HA’in çadırda iskân ettiği 150 nüfus ise, Ankara’da ikameti uygun 19

Karay (2009a), s. 68.

20

Kamil ve Nimet Berkok Toygar (haz.), A nkara’da Bağcılık ve Bağ Kültürü, VEKAM, Ankara, 2005.

21

Hükümetin bütçe ödenek manipülasyonlanna Ayan Meclisinde gelen eleşti­ riler hakkında, bkz. Bayur (1967), s. 498-9.

180

bulunanlarının sayısını gösteriyor olmalıdır. Buradan iki so­ nuca varabiliriz: HA, Hıristiyan yangınzedelere çadır verme­ miştir; vilayet-i mütacavereye dağıtılmalarına ta başından ka­ rar verilmiş; yangın buna vesile edilmiş, hatta bunun için çı­ karılmış olabilir. Resmi belge ve hatıratın üzerinde birleştiği husus, yangın­ dan sonra, “mülteci ve muhacirleri ve yabancı ve sürgünlerin] ve bi-kes kalan bazı gayrimüslim aileleri[n] vilayat-ı mütecavereye” dağıtıldığıdır. Karay, 1915’in sonlarına doğru Cemal Paşa’nın Suriye ve Lübnan’dan sürdüğü Ankara’daki entelektüel­ ler ve ailelerinin Keskin’e gönderildiğine tanık olur.22 Hedef şe­ hirlerden biri olarak seçilen Konya’dan arşiv belgeleri de söz eder. Daha 14.9.1916’da, yani henüz yangın sürerken, “Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti”ne gönderilen, soru-cevap şeklinde hazırlanmış raporda, tehcir zorunluluğundan bahsedilir: “...ne kadar hane kalacağı malum olmadığından ahalinin iskânı mu­ ayyen olamaz. Mülteci ve muhacirleri ve yabancı ve sürgünleri ve bi-kes kalan bazı gayrimüslim aileleri vilayat-ı mütecavereye dağıtmasak burada iskânları mümkün olamayacaktır... Kon­ ya ve Bolu bir kısmını alabilir. Burada kabil-i iskân kısmı ancak kalmalıdır. Çünkü kış şiddetli olursa hepsi telef olacaktır.”23 Duruma başka felaketlerde ne türden iskân çareleri arandığım ilgili bölümde göreceğiz. Tahminlerimiz isabetliyse, yangınzedelerin dini profili de açığa çıkar (1.550 Hıristiyan ve 150 Müslüman). İkinci olarak, yanan hane sayısı ile (1.033), açıkta kalan in­ san sayısı (1.699) karşılaştırılırsa, hanelerin çoğunun boş/tenha olduğu anlaşılabilir. Tehcirin Ankara’da hangi aşamada ol­ duğunu gösterir. Refik Halid, “erkeksiz Katolik aileleri arasın­ da” bulduğu pansiyonun sahibesi için “biçarenin oğlu sürgün­ de idi, gelini ve dört torunuyla ne zorluklar içinde yaşıyordu” diye anlatır.24 22

Karay (2009a), s. 146-7. Eskişehir, Konya, Hüdavendigâr, Ankara, Sivas ve Kayseri’deki Ermeni meskenlerine yerleştirilirler (Dündar (2008), s. 292).

23

Karay (2009a), s. 71.

24

Karay (2009a), s. 131 ve 146.

181

3. Kilise sayısındaki tutarsızlık, yangın haritasındaki veriler ve Karasuli’nin anılarıyla birleştirilerek açıklanabilir: Yangını bulunduğu yerden seyreden Karasuli, Ermeni Kato­ lik mahallelerinin ortadan kalktığını ve yangının diğer bir çar­ şıya, Kazancılar’a [?] ve “ahşap, işlemeli bir tembolusu25 olan meşhur”26Aziz Nikolaos Kilisesi’ne doğru ilerlediğini görür. Ortodokslar, kilisenin yanmasını önlemek için olanca güçleriyle, dış cephesini halılarla örtmeyi ve ıslatmayı başarırlar. “Bir an için kurtulduğunu sandık. İnsanların yüzünde sevinç ve mem­ nuniyet ifadesi belirdi. O anda bir grup Türk köşede peydahlan­ dı. Kiliseye doğru geldiler.... Bize doğru gelip nasıl gittiğini sor­ dular. Annemin eniştesi, dayım Abraam Pashalidis ‘Şevketlim kurtarıyoruz’ diye cevap verirken, cümlesini bitirmesine fırsat vermeden ... öyle bir tokat attı ki, dayım sarsıldı. ‘Bırakın yan­ sın hınzır gâvurlar daha örnek almadınız mı, dağılın burdan’ di­ ye öfkeyle bağırdı ve gitti.” Epeoğlu şöyle anlatır: “Ancak jan­ darmalar onları görür görmez çatıdan indirdi, papaza bir tokat vurarak, bol miktarda ‘su’ boca edeceklerini söylediler. Üzerine gazyağı dökülür dökülmez, kilise çıra gibi alev aldı.”27 “1916 yılında Ankara Rum Metropolithanesi28 arşivleri bir yangın neticesinde mahvolmuştur ... Nicolas Agyos namı al­ tında ... bir katedral vardı. Yeri şimdiki Park Palas’ın bulundu­ ğu yerdi. ...”29 1949 yılında Ankara’ya gelen Evliyagil, “Ulus’ta Karpiç’in karşısındaki Park Palas’ta” kalır ki,30 bu durumda, söz konusu katedral şimdiki 100. Yıl Çarşısı’mn karşısındaki Ulus Çarşısı’nın bulunduğu yerdeydi. 1924 tarihli harita incelenirse, Ulus Çarşısı’nın yerinde bulu­ 25

Mihrabı minberden ayıran ikonalı perde.

26

E7teoyXcru-MııaKaX.rı (1997), s. 41.

27

Ejteoy^oi)-MjtaKtü.Ti (1997), s. 41-2.

28

Burada 10-11. yüzyıldan kalma el yazmaları saklanıyordu (A vootaoioç IopSavoykoi), ‘H eXtaıvop068oi;T| ıcoıv6xıyra xt|ç Ayıcupaç’, npaıcTucâ rou B ’ IIaveXXt|vıou EuveSpioo yıa xov EXXııvı.r| (1997), s. 39.

35

“Dışarıdan bakan biri, görünmez ellerin alevleri, çatıdan çatıya aktardığını söyleyebilirdi.” (Kapaaou>,r|-Maatoptöon (1966), s. 44).

36

“Yangının esrarengiz bir sirayeti vardı. ... Bir saate varmadan ateş dört, beş kola ayrılmış[tı] ... rüzgâr yoktu... Ateş arttıkça havada mevzi bir rüzgâr hasıl oldu... Birden... bir yanık kütük... piyanoları tutuşturdu. Hem nasıl tutuştur­ mak? Gaz dökmüş, benzin serpmiş g ib i...” Karay (2009a), s. 138-9.

37

Kasparian (1992), s. 130.

38

“Oı apy/.ç toüç aırayöpEuoav va r a apuaouv, va t ’ a(pf|aow va Kaoüv, avr6 rouç et7tav.” (Kapaaou7.r|-MaoTopı8oü (1966), s. 44.).

184

Yangının parlaklığından karanlığın çöktüğünü bile anlamazlar. Karasuli, bir süre sonra büyükannesine ait ikonaları Klementos’dan alıp evine döner. Babası sürgündedir; anne ve büyü­ kannesine yardım etmesi gerektiğini düşünür. Büyükannesinin evine iki üç kez gidip özel eşyalarını da kurtarır. “Son kez gittiğimizde avluya yanmış kiriş parçaları düştü. Sön­ dürmeye koştuk ve nefesimizi kesen korkunç duman, yangı­ nın artık çok yakın olduğunun habercisiydi. ... Neyse ki o sı­ rada büyükannemin kuzeni loannis Karakas oğlu Lefteris ile geldi. ... büyükannemi aldılar ve bir taraftan da hızlıca eve koşmamı istediler - çünkü Kazancılardan gelen yangın ora­ ya doğru ilerliyordu. ... Büyükannemin yatak ve yorganından hazırladığım son dengini sokağa çıkararak oradan ayrıldım.”39

Eve vardığında, annesi sinir krizi geçirmektedir. Yangın, eşi­ nin sürgünde olması, kendi hastalığı ve son aylarda yaşadıkla­ rı yüzünden oluşan gerilimi, had safhaya çıkarmıştır; 14 yaşın­ daki Karasuli, sorumluluk alması gerektiğini hisseder. O sıra­ da, sokakta babasının kuzeni Anastasya Karakas’ı bazı eşyalar­ la aşağı inerken görür, Hergele Meydanı’na gittiklerini öğrenir. “İçeri koştum, annem ve kızkardeşimi aldım; yanımıza, baş­ ta yiyecek ve battaniye olmak üzere bulabildiklerimizi aldık ve Anastasya ile beraber, herkesin gittiği meydana indik.” Anne­ sinden evin anahtarını gizlice alır, aileyi Hergele Meydanı’na yerleştirdikten sonra, eve iki kez gidip kıymetli eşyaları kurtar­ maya ve denkleyerek meydana taşımaya çalışır. Üçüncü gidi­ şinde ise, artık gücü tükenmiştir ve yola yığılıp kalır.40 Epeoğlu’nun babası llyas ve annesi Loksandra, tabaklar, bakırlar, tavuklar dahil yangından kurtarabildikleri her şeyi denkleyip muhtemelen aynı yere, Hergele Meydam’na götür­ müşlerdi. “Denklerin üzerinde konuşmadan oturuyorlardı. Şafak söker­ ken kaygıları da büyüyordu. Onlan birkaç saat boyunca saran 39

Kapaooi)A.tı-MaCTTopı5ou (1966), s. 45-6.

40

Kapaaou?,r|-MaoTOpı8oıj (1966), s. 46.

185

felakete mi yoksa kendilerini bekleyen belirsiz geleceğe mi ağ­ lamalıydılar? Amasya’dan ziyaretlerine gelecek büyükanneyi karşılamadan önce hazırlamak için önceki gün bağlardan inip geldikleri koca ev artık yoktu.”41 “Tek felaketzedenin kendileri olmaması yüreklerini biraz hafif­ letti. Hergele-önü Meydam bir insan kalabalığı ve çerçilerle kay­ nıyordu. İnsanlar bağırıyor, kavga ediyor, kalabalığı tekmeliyor ve kendi denklerini bulmaya çalışıyordu. İnsanlar evlerini bo­ şaltmaya koyulmuş, özensiz denklerine herşeyden önce yatak­ larım, yorganlarım, kıymetli hah ve kilimlerini yerleştiriyordu. Karanlığın ve endişenin ortasında, hiç kimse, kimi takip edeceği­ ni, kimin ailesinden ve kimin yabancı olduğunu bilmiyordu.”42 “Hamal bulmak mümkün değildi, herkes yağmaya koşuyor­ du; ne yapabilirsek sadece biz yapabilirdik. Annem az sonra kendine geldi, çocuklan Hergeleönü’ndeki halam Eleni Karakas’a bırakarak birlikte evin yolunu tuttuk. Yolda bir Türk ha­ mal gördük, onu yanımıza aldık, bazı şeyler taşıttırdık ve an­ nem onu yemeğe çağırdığı zaman reddetti: ‘Gelemem bayan, yiyemem, ateşin sadece evleri yaktığını düşünüyorsun; insan­ ların yaşadığı eziyeti görünce benim de içim yanıyor.’ Zavallı iyi bir adamdı.”43

İnsanlar kargaşadan sonra beklemeye başlayınca, kaybettik­ lerinin daha çok farkına varmaya başlar: “Kale gibi kalın duvarlı bir evdi. ... llyas ile Loksandra’nın dü­ ğünleri bu evde olmuş; çocuklar bu evde doğmuştu, llyas’ın buğday tüccan olan babası iflas ettikten sonra bu evde ölmüş­ tü. On üç yıl o avluya su getirmeye çalışmışlardı.... Böylece ll­ yas ve Loksandra’nın sadece evleri ve eşyaları değil, daha kö­ tüsü, kaybettiklerini sanp sarmalayan hatıraları, özlemleri, acı ve düşleri de kül olmuştu.”44 41 42

E7tEoyXoo-MııaKaXrı (1997), s. 38. ErteayAou-MjtaKoATi (1997), s. 41.

43 44

KapaaouAr|-MaaTOpıSoı> (1966), s. 47. E7r8oyXou-MjtaKaXr| (1997), s. 40.

186

Epeoğlu’nun dediği gibi, “çok şeyi olan çok şey kaybediyor­ du.” Karasuli’nin babasının amcaoğlu Panagiotis Karasulos’un otuz altı ev ve dükkânı yanmıştı.45 Ankara’da bir tiyatro inşa eden ve işleten46 “Kocamanis bir köşesinde evinin yanmasını bekliyor, ‘birkaç saat içinde yandığını görmek için mi 18.000 li­ ra ve on yılımı harcadım’ diye kendi kendine konuşuyordu. Siyah-beyaz mermerlerle tefriş edilmiş, devasa bir evdi.”47 “... an­ nemin vaftiz annesi Altıntop Sofya’nın üzerinde ‘Saadet’ yazan bir evi ve karşıda aşağıda, Küpeloğlu’larının ‘İnat’48 ismini taşı­ yan, Ankara’nın en güzel evlerinden biri vardı. Tüm AnkaralI­ lar onu bilirdi. 1916 yangınından sonra, her iki evin de duvar­ ları, sanki inat eder gibi ayakta kalmıştı. Yangın hâlâ da onla­ rı yıkamadı.”49 Karasuli ise, Hıristiyanların daha önemli bir kaygısına işaret eder: “Çoluk çocuk tüm Hıristiyanlar dışan atılmıştık, artık fe­ laketimizi görebiliyorduk. Bizi oradan sürgün mü yoksa yok mu edeceklerdi, bilmiyorduk.”50 Yangın, Karasuli’ye göre 8.000 Hıristiyan evini,51 Epeoğlu’na göre toplam 12.000 evi yakıp kül etmiştir.52 Karasuli yangının söndürülüşünü şöyle anlatır: “Yangın Hıristiyan mahallelerini tahrip edip Türk evlerine ulaşınca tellal çıkardılar. Herkes söndürme çalışmalarına ka­ tılmaya mecbur edildi ve ‘iki gün zarfında imkânı olanlar ge­ riye kalan evlere yerleşsinler’ diye bir buyruk çıktı. Sürgün­ 45

Kapaaoi)>.r|-Ma (1966), s. 147.

50

Kapaaoı>7.t|-MaaTopıöo\) (1966), s. 47.

51

Kapaaou?.r|-MaaTOpu5ot) (1966), s. 42.

52

Eıt8oy2ou-MîtaKal,rı (1997), s. 42.

187

den kaçmak için, herkes tek odalı olsa bile ev bulmaya koş­ tu. Türk evleri bile kiralandı. Biz Bay Elmacoğlu’nun aşağı ma­ halledeki evinin ikinci katındaki iki odasını kiraladık. Alt kat­ ta Kütahyalı Hıristiyan bir subay, Bay Minas ailesi ile birlik­ te kalıyordu.”53

Karasuli’nin ailesi yangından kurtarabildikleri az sayıda eşya ile54 buraya yerleşirler. Ancak tüm yangınzedeler bu kadar şanslı değildir: Örneğin Epeoğlu ailesinin, yeniden başlayacak gücü yoktur. Büyükan­ nesinin evine göçmeye karar verirler. “Dünya Savaşı’nın tam or­ tasında hiçbir şey kolay değildi ve seyahat etmek hepsinden de zordu.” Güçlükle bir atlı araba bulur ve Amasya’ya göçerler.55

53

Kapaaou^Ti-MaaTopıöou (1966), s. 47-8.

54

Kapaao\)Xr]-Manıopıdo'u (1966), s. 71.

55

Ejt£OyXoı>-MjıaKaXrı (1997), s. 43.

188

SEK İZ İN C İ BÖ LÜ M

Neden ler

ikinci Bölüm’deki şehir yangınları ile ilgili verilerin ilk elde işa­ ret ettiği, 1914-18 döneminde, Anadolu kentlerinin Hıristiyan mahallelerinin ya da Erdek, vs. gibi nüfusu neredeyse tümüy­ le Hıristiyan yerleşimlerin yandığı, bundan Müslüman ve Ya­ hudi mahallelerinin asgari ölçüde zarar gördüğüdür. En önem­ li istisna olan İstanbul, Fatih, dönemin muhaliflerinin yerleşi­ miydi. Diyarbakır, Fatih ve Ankara örneklerindeki belge ve rivayet­ lerden yola çıkarak, listedeki yangınların doğal olmadığını dü­ şündüren şüpheli noktalardan ilki, resmi belgelerin bizatihi di­ li ve biçimiyle ilgilidir. Örneğin Amasya’daki Mart 1914 yan­ gınını anlatan belge, olayın çıkış, gelişim ve sonuçlarını tarif eden bir keşif raporundan ziyade, özellikle Hıristiyan mahal­ leleri ile ilgili bilgileri, hatta yanan mahallenin adını bile ver­ mekten kaçınan (Samsun, Tire, vs.) “şifreli” bir şifredir. Belge­ lerde yer alan “bu kere”, “bir guna” türünden ifadeler, açıklan­ mayan kapsamı muhatabına iletmeye yarayan anahtar kelime­ ler niteliğindedir. Ayrıca, kundaklama rivayeti olan yangınlarla ilgili tahkikat yaptırılmaması (Fatih, Ankara), olay ile tahkikat talebi arasın­ da geçen süre (İzmit, 1 yıl), başlatılan tahkikatlann sonuçlan189

maması (Amasya 1914, Ankara, İzmit, Diyarbakır, Sinop) ya da sonuçlanan tahkikatlarla ilgili arşivlerde kayıt bulunmaması da dikkat çekicidir. Olgu düzeyinde, Amasya, Selağzı ve Tokat Çarşısı, Fatih (ve muhtemelen Sinop, Varoş) gibi mahallelerin dönem içinde bir­ den fazla yanmış olması önemlidir. Şüpheleri artıran bir diğer husus da, yangın keşiflerine hükümetçe izin verilmemesidir. Yanan mülklerin bir kısmının sigortalı olması, üçüncü şahısla­ rın dahline ve örnek olarak, bir sigorta şirketinin, yangının çı­ kış nedenini kesinleştirmek için inceleme talebinde bulunma­ sı türünden öngörülmeyen sorunlara yol açıyordu. Böyle bir vakada, “Reunion Adriyatikadi” namındaki sigorta şirketinin yangın mahallini keşif talebi, idari makamlarca “bazı mahazire binaen” uygun bulunmamış ve Polis Müdürü tarafından Dahi­ liye Nezareti’ne gönderilen 18.10.1915 tarihli yazıda, “... Yalova’da Pazar-ı Büyük Yeniköy karyesindeki iki bab ma­ ğazada mutazarrır ve tüccardan Abraham S. Meşolam’a[?] aid olub ahiren mağazalarla birlikte yanan ve sigortalı bulunan zeytunlar hakkında tahkikat icra etmek üzere mahal-i mez­ kûra gitmek isteyen Reyunyon Adriyatikadi sigortası acentası müfettişi ... ile sahib-i sigorta vekiline idari ve inzibati bazı mahazire binaen seyahat varakası verilmediğinden dolayı mümanaat-ı vakayı ihsas-ı hakaret eden bir surette protestoya cü­ ret eden mezkûr sigorta kumpanyası müdür-i umumisi [nin] ... burada mütemadiyen ikameti caiz olamayacağından sudur-ı hakani haricine çıkanlmasma müsaade buyurulması istirham olun [muştu].”1

Şüpheler genel-geçer bir duruma işaret ediyorsa, bunun an­ lamı nedir? Anadolu kentlerini, savaş gibi kritik bir dönemde, neden olduğu ekonomik yıkım, mesken kıtlığı ve hastalıklar açısından son derece kırılgan bir hale getiren yangınlar neden ve kim tarafından istenmiş olabilir? Öncelikle tehcir öncesi dönem için ve Diyarbakır örneğin­ den yola çıkarak, yangınların, Hıristiyanların ekonomik gücü1

190

BOA.DH.EUM.ECB 3/6.

nü yok etmese bile asgariye indirdiği ve uzun vadede kenti yı­ kıma götürse de, bu gücün kısa vadede Müslümanlara aktarıl­ masına yol açtığı açıktır. Diyarbakır yangınında yangına yağ­ manın da eşlik etmesi, ilk tertibin üst düzey tarafından kurul­ sa da, genel organizasyonun, halkın cürme iştirak ettiği, taba­ na yayılmış ortaklaşa bir girişim olduğunu gösterir. Kendi mal­ larını önceden kurtaran Müslüman tüccarların, yangın sonrası muhtemelen bir çeşit tekel oluşturacakları düşüncesiyle ya da basitçe cemaatler-arası gerginlikten dolayı söndürme çalışma­ sına katılmamış olması muhtemeldir. Tehcir sonrası dönem, yani 1915’ten sonra vuku bulan yan­ gınlar için ise daha önemli bir çelişkinin açıklanması gerekir: Hükümet açısından, evlerin ayakta kalması, en azından iskân kapasiteleri itibariyle anlamlıdır. O yıllarda Anadolu’daki kar­ maşık göç ve iskân trafiği içinde bu ihtiyaç o denli hayatiyet ka­ zanmış olsa gerek ki, emval-i metruke hane sayısını, Talat Pa­ şa şahsi defterinde saklıyordu.2 Bu durumda, Kaspariariın sor­ duğu soru önem arzeder: “Savaş bölgelerinden gelen mülteci­ ler için mesken imkânları böylesine kısıtlıyken binlerce evi ni­ çin yok ediyorlardı?”3 Bu soruya, bir dizi farklı neden üzerinden cevap bulmaya ça­ lışılacaktır. Ancak, analitik olarak tecrit edilmeye çalışılan ne­ denlerin aslında birbirleriyle bağlantılı olması ve herhangi bir yangındaki göreli ağırlık ve etkileşimlerinin belirlenmesi, he­ le de veriler yerine çoğu kez ipuçları ile çıkarım yapma zorun­ luluğu olduğu için, önemli bir zorluktur. Ayrıca, etkiler ve so­ nuçlar arasındaki nedenselliği münhasır durumlar için göster­ mekle yetinecek ve örneğin, bir yangının nedeni olarak göste­ rilen unsurların genel etkinliğinin, neden aynı zamanda baş­ ka yerlerde yangına yol açmadığını açıklamaya çalışmayacağız. Ayrıca, bir yangının nedeni, sıralanan beş kategoriden birden fazlasına dahil olabilir. 1. İstisnai olarak merkezi bir etkinin olmadığı anlaşılmakta­ 2

Murat Bardakçı, Talat Paşa'nm Evrak-ı Metrukesi, Everest, tstanbul, 2008, s. 77-97.

3

Kasparian (1992), s. 122.

191

dır. Yangınlar bazen Dahiliye Nezareti’nin bilgisi dışında hat­ ta isteği hilafına oluştuysa, bunun nedenlerinden biri, muha­ cir iskânı açısından hükümetle yerel halk arasındaki muhtemel fikir ayrılıkları idi: Örneğin, “Rum nüfus ayrıldıktan sonra Şi­ le yandı. Söylenene göre Şile’yi, göçmenleri istemeyen Türkler yakmıştı.”4 Dolayısıyla muhacirlerin iskân (veya, belki de teh­ cir edilenlerin dönme) ihtimali bile, boş evlerin yöre halkı tara­ fından istenmemesi için yeterli bir nedendi. Erdek yangınında, Çerkez-Rum ihtilafı dikkate alınmalıdır. 2. Yangınların merkezi bir kararla çıktığı varsayılırsa, hane sayısı açısından azamileştirme değil, sınırda tutma isteği ak­ la gelir. 1915-17 arasında özellikle Eskişehir ve Ankara gibi demiryolu üzerindeki şehirler birer sevk istasyonu gibi işlev görmekte,5 tehcir ve iskân edilenlerle dolup dolup boşalmakta­ dır. Harput ve Urfa da, sığınılan şehirlere birer örnektir: “Harput’ta hâlâ Hıristiyanlığın -misyonların- bulunduğu söy­ lentilerinin yayılması nedeniyle, sonbahar ve kış aylarında buraya gelen çok sayıda [5.000] kaçak, çatı kirişlerine kadar yağmalanmış Ermeni evlerine sığındılar. Başarabilenler, çö­ le götürülmemek için şehirdeki [=Urfa] Hıristiyan evlerine saklanıyorlardı. ”6

Benzer biçimde, asker kaçaklarının birçoğu tavan aralarında saklanmaya çalışıyordu.7 Böyle denetimsiz ikametleri engellemek gerekebilirdi. Bu­ nun yöntemlerinden biri de, muhtemelen ev stokunun belirli bir seviyede tutulmasıydı. Dolayısıyla, boş ev sayısının, muha­ cir iskânı açısından azamiye çıkarılması, tersine, kaçaklara ya­ taklık riski açısından da, belirli bir seviyede tutulması gereki­ yor olabilirdi. Bir hipotez olarak, ev stokunu sınırda tutma tak­ tiği, en azından belirli yerlerde, iskân ihtiyacına ağır basıyordu. 4

Demirözü (2001), s. 173. Şile’deki 1.500 hanenin yansı Türk, yansı Rumlara aitti (AvayvûOTT07tou/xıç (1922), s. 45).

5

Refik (1994), s. 10-46.

6

Kieser (2005), s. 613; Kapuoo\j/.rı-Mttaıopı5on (1966), s. 83.

7

Mehmet Beşikçi, Betvveen Voluntarism and Resistance, Boğaziçi Üni., Tarih ABD, doktora tezi, 2009, s. 318.

192

Ayrıca, Kavak, Havza ve Tirebolu’da olduğu gibi, sürgün edilmek istemeyip direnenlerin evleri kendileriyle beraber yakılabiliyordu. 3. Değerlendirilmesi gereken bir başka neden, savaşın ulus­ lararası konjonktürde yarattığı değişikliklerin, azınlıklar üze­ rindeki yansımalarıydı. Örneğin, 1916’daki Tire Rum (Tem­ muz) ve Ankara Hıristiyan (Eylül) Mahallesi yangınlarının, ay­ nı yıl içinde hem Rum tehcirinin evrimi hem de uluslararası ge­ lişmelerle bağlantısı izlenebilir. 1916 Nisanında Trabzon’un işgalinden sonra, Rus Kolor­ du Komutanı şehrin yönetimini Trabzon valisinden Cemal Azmi’den alarak, Trabzon Rum Metropoliti Hristanos tarafından çoğunluğu Rum olan yeni bir Belediye Meclisi kurulmasına izin verir. İşgal ve yarattığı travma, öyle görünüyor ki, cema­ atler arası ilişkileri yaralamış ve Türk tarafında derin bir hınca neden olmuştur.8 “Yüzyıllarca önce Türkler tarafından cami­ ye çevrilmiş olan eski kiliselerde namaz kılınması yasaklandı ve binalar Rumlara verildi”.9 Rum tehciri önce Şubat 1915’te10 dış politikadaki denge­ ler nedeniyle kesintiye uğramış, kısa bir süre sonra tekrar baş­ 8

“Düşman yavaş da olsa Trabzon’a yaklaşmakta idi. O sıralarda Trabzon valisi olan Cemal Azmi Bey, Ordu ilçemizde ... geçici Trabzon hükümetini kurmuş­ t u .... 1916 yılının Şubat ayı soğuk, karh tipili idi. Kayık tedarik edip denizden yolculuk yapmak kolay değildi. Bu sebeplerden mağazalarda ve evlerdeki eş­ ya, mal oldukları gibi yerlerde bırakılmış, çıkarılmamıştı. Bu eşyayı satmak is­ teyenler ise alıcı bulamamakta idiler. Alıcı olarak Rum ve Ermeniler vardı. On­ lar da nasıl olsa bize kalacaktır düşüncesi ile Türklerin eşyasını satın almamak­ ta direndiler. ... Geceleri Trabzon’a derin bir sessizlik, koyu bir karanlık çök­ müştü. ... Halk, yalnız canını alıp kaçmaktan başka çare düşünemiyor id i.... İs­ kelede hükümet (sevkıyat merkezi) adı ile bir teşkilat kurmuş idi. ... Sevkiyat merkezine üst başı eski, sökük fakir kadın ve çocuklar toplanmışlardı. ... ‘Bizi, şu çocukları, düşmana ezdirmeyiniz, ne olur bizi de kayıklara alarak kurtarı­ nız, ırz ve namusumuz devletindir. ...’ 4 Mart 1916 günü muvakkat Rum hü­ kümeti ... Rus Kumandanını karşıladı.... Böylece Hazreti Fatih’in 1462 yılında Türk topraklarına katmış olduğu ve halkı öz Türkmen olan Trabzon toprakla­ rını dört buçuk asır sonra ilk olarak düşman ayağı çiğnemiş oluyordu” (M. Re­ şit Tarakçıoğlu, “Rus İşgali ve Muhaceret”, Bir Tutkudur Trabzon içinde, Gündağ Kayaoğlu, vd. (haz.), YKY, İstanbul, 1997, s. 342-3).

9

Mahmut Goloğlu, Trabzon Tarihi, Fetih’ten Kurtuluşa Kadar, Gologlu Yayınla­ rı, Ankara, 2000, s. 175.

10

Dündar (2008), s. 233.

193

latılmasına rağmen Yunanistan’ın notası nedeniyle, Temmuz 1915’te11 durdurulmuştu. Ancak boşalan yerlere muhacir yer­ leştiren hükümet, oluşan yeni nüfus ve servet dağılımı konu­ sunda veri toplamayı da ihmal etmiyordu. Atina konsolosu Galip Kemali’nin anılarına göre, 1916’nm başlarında, Yunan Başvekili kendisinden “‘Rum tebaamıza karşı bazı yerlerde tatbik edilmekte bulunan suimuamelenin ademi tekerrürü esbabına ciddiyetle tevessül” edilmesini ta­ lep eder. Türk ve Yunan hükümetleri arasında, Şubat ve Mart 1916’da, Ayvalık ve Ayasloğ (Selçuk) Rumlarının, “seferberlik emrine uymadıkları” gerekçesiyle “tecziye ve tebid”ine dair bir kararının olup olmadığına dair muhaberat yapılır.12 Belki de kuzey cephesindeki yukarıda söz edilen gelişme­ ler nedeniyle, 1916 Mayısından itibaren, Rum tehciri, bu kez Trabzon ve Samsun kıyılarındaki sınırlı sayıdaki köy hedef alı­ narak yeniden başlatılır, diplomatik girişimler nedeniyle Temmuz’un sonunda yine durdurulur.13 Tire Rum mahallesi yangı­ nı bu süre zarfında olmuştur. “Rumlara yönelik politikalarda, 1916 sonbahar ayları ile bir­ likte bir değişiklik gözlenmeye başlanır. ... Bu değişimde, 1916 bahar aylarında Midilli, Sakız ve Sisam adalarının İttifak güç­ lerince işgal edilmesinin, Rus birliklerinin ilerliyor olması­ nın ve Yunanistan’ın Rusya ve İngiltere yanında savaşa girme­ sinin bekleniyor olmasının özel bir etkisi olmuştur.”14 Venizelos’un Selanik’te başlattığı ayaklanma sonrasında, “4 Eylül 1916 tarihinde Babıali Yunanistan Osmanlı İmparatorluğu’na savaş açtığı takdirde, tüm Rumların İç Anadolu’ya sürüleceğini bildirdi”.15 Belki tehdit, belki de fırsat algısıyla, hükümet, An­ kara yangınından üç gün önce, “11 Eylül’de Edirne, İzmit, Ba­ lıkesir, Çanakkale ve Çatalca yetkililerine gönderilen genel ve gizli bir talimatnamede bölgelerinde bulunan Rumlann iç böl­ 11

Dündar (2008), s. 236.

12

Canlı Tarihler, Cilt 5, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1946, s. 345, 358.

13

Dündar (2008), s. 239.

14

Akçam (2008), s. 120.

15

Zürcher (2005), “Güvenilir Kaynaklar”, s. 27-44, s. 42.

194

gelere şevki için hazırlıklara başlanılması [m] emre[tti].”16 An­ kara yangını, genelde Hıristiyan olmak üzere Rum nüfusun, Konya ve Bolu gibi daha da “iç” bölgelere sürülmesine ne­ den olmuştur: “Bu da akla, 1915’te başlamış olan büyük Erme­ ni tehcirinin yanı sıra, bu defa ülkenin batısında olmak üzere, ikinci bir tehcir vakasının planlanmış olabileceğini getiriyor.”17 Bunu doğrulayan başka iddialar da vardır: “... [3. Ordu Ku­ mandanı] Vehib Paşa 1916 Kasımında Alman danışmanla­ rı ile birlikte ‘masum’ bir plan hazırlamış [tır] ... Plan, güven­ lik nedeniyle, Rus cephesi üzerinde bulunan tüm Hıristiyan­ ların, cepheden 50 km kadar geriye aktarılması gerektiğini ile­ ri sürüyordu.”18 Bunda yerel değişkenlerin de payı vardır: “Pontus çete hare­ ketinin en önemli siması Vasil Usta, 1916 Eylülünde ... Türk köylerinde... Rumlara eziyet ettikleri varsayılan insanları öldü­ rür ve evlerini yakar.... Türklerin bu olaya iki farklı tepkisi ola­ caktır: Türk çeteleri ve sürgün.... [1916 A]ralık ayı başında Bahaettin Şakir’in Samsun’a gelmesiyle birlikte sürgün politikası sistemli bir şekilde uygulanır.... Aralık sonuna kadar 18 köy ta­ mamen, 15 köy de kısmen yakılmıştır. 9 Ocak’ta Samsun eşra­ fından 80 kişi tutuklanır ve ertesi gün Havza’ya gönderilir. Ay­ nı gün genel sürgün uygulaması... Samsun’un Rum varoşu Ka­ dıköy’den başlatılır... Ocak sonunda Bafra ve çevresi, Şubat’ta da Çarşamba ve Ünyepde]... yaşayan 30.000 kadar insan Anka­ ra vilayetine doğru yola çıkarılır... Sinop’ta yaşayan Rumlar 6 Temmuz’da nakledilirler.19 “... [S]avaş durumunda Türklerin Yunanlı ve Rum halka neler yapacak olduğu konusundaki görüşler birbirinden çok farklı­ lık göstermiştir. ... [B]azılan genel bir kırım olmasını bekler­ ken bazıları... tüm Grek unsurlann ekonomik bakımdan yıkı­ ma uğratılacağını düşünmüştür. ... Yunanistan’ın İtilaf devlet­ 16

Dündar (2008), s. 241.

17

Zürcher (2005), s. 42.

18

Andreadis (1993), s. 60.

19

Yerasımos (2009), s. 356-7.

195

leri yanında yer alma kararına değgin haberlerin yarattığı endi­ şe ortamında eski adlarıyla Göben ve Breslau ...topları[nı] Pera’ya çevrilmiş vaziyette kentin karşısında demirlemişlerdir.”20

Bu haberler, Osmanlı Rumları tarafından kaygıyla izlenme­ ye başlar.21 Tehcir uygulamasındaki değişimlerin, cephelerde­ ki gelişmelere bir tepki niteliğinde olduğu söylenebilirse, yine bir hipotez olarak, yangınların da tehcire paralel seyrettiği söy­ lenebilir. Nitekim kuzeydeki Rum yerleşimleri, 1916 ve özel­ likle 1917’de yanmıştır. 4. Edirne ve özellikle Ankara örneklerinden yola çıkarak, yangın, tehcirin başka yollarla devamı niteliğindedir. Bu tak­ tik, 1914 Ege/Trakya tehciri sırasında uygulanmıştır: Haziran 1914’te “İzmir’den Rum patrikhanesine gönderilen bir telgrafnamede ... yangının Ayvalık’a bağlı Küçükköy’de çıktığı, bun­ dan telaşa kapılan Rum halkın göç etmek istediği...” bildiril­ mekteydi.22 1915’ten sonra ise, kısmen de olsa tehcirden muaf kalan ce­ maatler vardır. 1915 Temmuz ve Ağustosundan itibaren, “ulus­ lararası camia”, hükümeti, özellikle Katolik ve Protestan Ermenilerin tehcirini durdurmaya ve gönderilenleri geri getirme­ ye zorlar ve kısmen/geç de olsa başarılı olur. Örneklerden bi­ ri Ankara’dır. Ancak Reşid’in Ankara’ya gelişinden sonra işler değişir: Dadrian, Alman resmi muhaberatına dayanarak, Re­ şid’in, Ankara’da kalan Ermenileri göndermeye çalıştığını ya­ zar.23 Yangının en önemli sonuçlarından biri, 1.500 civarında Rum ve 2.000 Katolik nüfusu güç duruma sokması ve göçleri­ ne neden olmasıdır: 20

Harry Stuermer, Konstantinople’da Savaşın İki Yılı, Büke, İstanbul, 2002, s. 889. Bu kitabın önemli bir kısmı, belirtilmeden çevrilmemiştir.

21

“Konstantinopl’da yaşayan Greklerin, 1916 güzünde, Kral Konstantin’in tahttan vazgeçmesi ve Yunanistan’ın İtilaf devletleri safında savaşa gireceği haberlerini, siyasal açıdan sevinçle karşıladıkları halde, kentin iyi haber alan çevrelerinde ısrarla dolaşan söylentiler karşısında korku duymalarının ne­ deni, herhalde, haklarında Türk’lerin beslediği duyguyu bilmelerindendir” (a.g.e., s. 88-9).

22

Kerimoğlu (2009), s. 412.

23

Dadrian, (1986), s. 188, dn. no. 39.

196

“Papaz îstalyanos 1922’de çıkarıldığı İstiklal Mahkemesi’nde, Ankara’daki ‘Büyük yangından sonra memleketimle] ... git­ tim. ... Yangından sonra burada çok az Hıristiyan kalmıştı’ di­ ye ifade verir.”24

Başka durumlarda yangınzedelere sunulan geçici barınma imkânları, öyle anlaşılıyor ki, Ankara’daki Hıristiyanlara sağ­ lanmamıştır. Örneğin, 1914-18 yıllarında İstanbul’daki yangın­ lardan sonra, HA, cami, medrese, han ve saire gibi genel me­ kanlara sığınmış harikzedeleri mahallerinde görüp aramış ve dört ay süren bu müddet zarfında 206 kadar cami ve medrese, hamam, ve tekke gibi mevaki-i umumiyede 1.731 aile ve 6.423 kişiden ibaret harikzedeyi tahkik ve kayıt ederek her birine yi­ yecek, giyecek ve eşya yardımı yapmıştır.25 Hükümet 1918’de muhtemelen Fatih’teki 50 bin yangınzededen açıkta kalanlar için Romanya, Makedonya, AvusturyaMacaristan ve Almanya’da atıl durumda bulunan askeri bara­ kaların süratle getirilmesi, yangın yerindeki binaların tamiri ve yangın mahallerindeki tuğlalardan istifade suretiyle “frengi” denilen tarzda küçük meskenlerin inşaatı ile belirlenecek uy­ gun bir mahalde şimdilik 10 bin nüfus iskân olunacak şekilde hemen girişileceğini bildirmişti.26 Oysa Ankara’da “yangının başlangıcından itibaren yerleşemeyip de açık kalan 1.669 nüfus” için iskân ve yardım yerine doğrudan tehcir uygulanmıştır. Yangından sonra, şehrin banliyölerinde hâlâ ikamete uygun birçok bağ evi olduğu bilinmektedir. Kızının naklettiğine göre, Reşid, valiliği sırasında, “Keçiören’de şimdi çocuk yuvası olan bahçeli bir evde oturdu.”27 Yangından etkilenmeyen ikamete 24

Kemal (1983), s. 181. “Yangın ... Bedesten’i Saraçlar Çarşısı’m ... lplikçi cami­ ini kül haline getirdi. Bu yörede oturan Rumlar ... mallarını haraç mezat sattı­ lar ve göç ettiler." (Şeref Erdoğdu, Ankara’nın Tarihi Semt İsimleri, TC Kültür Bakanlığı, Ankara, s. 131). “[Yangında] evsiz kalan Ermeni ve Rumların bü­ yük bir bölümü sonradan ... diğer illere göç ettiler.” (Kemal Bağlum, Beş Bin Yılda Nereden Nereye Ankara, Ankara, 1992, s. 35).

25

OHAC 1330-1334 senelerine aid M erkez-i Umumi Raporu, s. 49.

26

BOA.MV 212/67.

27

Şahingiray (1997), s. 30.

197

uygun bağ evlerinin, Meclis’in kurulduğu dönemde de kulla­ nıldığı biliniyor: “Ankara, 25 Haziran 1920 ... Milli Mücadele devrinin millet mümessilleri ... bu kadar halk, Ankara’nın neresine yerleşti? Bu harap şehir, bütün bu kalabalığı nasıl barındırıyor? ... Şe­ hirde kiralar çok yükseldi. Çankaya’ya Etlik’e, Keçiören’e doğ­ ru gidenler var.”28

Nitekim Rıza Nur, Ankara’daki ikametinde önce mebus ar­ kadaşlarıyla kalır, sonra Kuyubayırı’nda bir bağ evi kiralar. Cengizkan, Ankara’daki emval-i metruke bağ evlerinin sayısı­ nın, 1924 yılı sonunda, 200 civarında olduğunu tahmin eder.29 1923’te Meclis’teki görüşmelerde, Canik mebusu Nazif Anka­ ra’da emval-i metruke evlerin harab olduğunu ifade eder. ‘“Bu emvalin 10’da l ’i kalmamıştır. Memleketin ümranı için büyük bir darbedir’” diye kabaca bir oran verir.30 1915-23 arasında el konulmayıp31 harap kalanları kastetmektedir. 1916’da bu raka­ mın 2.000 dolayında olduğunu kanıtlayan başka veriler de var­ dır: “19. yüzyılda “Ankara Sancağı’nın bütününde 9.565, An­ kara’da ise 5.132 bağ bulunmaktaydı.”32 Bu bağların yansında iskâna uygun bağhaneler olduğu varsayılsa, en az 2.000 bağhane demektir ki, Cengizkan/Nazifin verilerini doğrular. Banliyölerdeki evler, merkezdekilerden33 daha korunaksız 28

Mahmut Soydan, Ankaralı'nın Defteri, N.Bilgi (haz.), İş Bankası Yayınlan, İs­ tanbul, 2007, s. 10-1.

29

“1924 yılı sonunda ... [baglann] her birinde bir bağ evi olduğu düşünülürse ... Ankara’da Ermeni ‘emval-i metruke’si ile birlikte, Rumlann bağ evlerinin sa­ yısının 192, kent içi evlerinin ise 523 olduğu görülmektedir” (Ali Cengizkan, Mübadele Konut ve Yerleşimleri, ODTÜ Mimarlık Fakültesi ve Arkadaş Yayın­ cılık, Ankara, 2004, s. 47-8).

30

Onaran (2010), s. 167.

31

İlk akla gelenler, Kasapyaridan devir alman Çankaya Köşkü ve şimdi Koç’lar­ da olan Keçiören’deki bağhane (Onaran, s. 208) ile Pembe Köşk’e dönüştürü­ len “büyük, çamlık bir bahçe içindeki iki katlı Rum bağ köşkü”dür (Gülsün Bilgehan, Mevhibe, Bilgi, Ankara, 1994, s. 175). Daha geniş bir liste için bkz. Sait Çetinoğlu, “Ermeni Emval-i Metrukeleri Üzerine”, Birikim, 8.6.2009.

32

Etöz (1998), s. 90.

33

“Haneleri ısıtmak münkün değil. Her tarafı delik. ... Haneler öyle püften ki hah serersen rüzgâr onu kaldırıyor, davul gibi oluyor.” (Rıza Nur, Hayat ve

198

değildir. O halde, neden, yangından sonra evsiz kalanlardan en azından bir kısmının, çoğu emval-i metruke olan bu bağ evle­ rinde kalmaları sağlanmadı? Resmi belgelerin işaret ettiği gi­ bi, şehrin merkezinde ev bulamayanlar neden zorunlu göçe ta­ bi tutuldu? Ankara banliyölerinde iskân edilmeleri durumun­ da, resmi belgelerce öne sürülen “şiddetli kış ve telef olma” ris­ ki, başka bir şehre ya da aslında bir belirsizliğe gönderilmeye nazaran daha az değil miydi?34 Bunun nedenini arşiv belgelerinden anlayabiliyoruz: Yangı­ nın başladığı gün, 14.9.1916’da 5. kolordu ahz-ı asker reisi Mi­ ralay Sami tarafından yazılan notta (veya telgrafta) “Kısmen harik itfa edildi. Şehrin cenub kısmında devam ediyor. Depo alayı için altı bin kişilik çadır gönderildiği halde bağhaneler de tahli­ ye ediliyor. Bu suretle de ahaliye iskân için haneler tedarik edi­ lebileceği maruzdur” denilmektedir. Bu nokta hayati önemdedir: Miralay Sami, tahliye edilen bağhanelerin ahalinin iskânı için kullanılabileceğini öngörmüş­ tü. Mevsim itibariyle halkın çoğu da muhtemelen bağhanelerde kalıyordu. Birinci, bu belgedeki “bağhaneler de tahliye ediliyor” ifadesi­ ni “yağhaneleri tahliye edilir” biçiminde ve yine 14.9.1916 ta­ rihli, “depo alayının başka mahalle nakli ile alayın taht-ı işga­ linde kalan bağhanelerine iskân mümkün olursa da bunlar gayri-kâfidir. Bu babta Nazır Beyefendi’nin emirlerini bekliyorum” ifadesini taşıyan rapordaki “bağhane” kelimesini “yağhane” olarak çevirir ve bu ifadeyi hiç sorgulamaz.35 Ankara’da hangi sanayi kolunda neyin yağı çıkarılmaktadır? Kelime “bağhane” olarak okunursa, Miralay Sami’nin iyi ni­ yetle, yangınzede iskânı için tahliye edilmesini uygun bulduğu bağhanelerin askeriyece işgal edildiği anlaşılır. 14.9.1916 tarih­ li raporda ise, sayı, dağılım, vs. belirtmeden bağhanelerin yanHatıratım, işaret Yayınları, İstanbul, 1992, s. 559). 34

Yangından henüz bir yıl sonra, 1917’de Şile, Giresun, Karadeniz ve Bafra Rumlarının bir kısmı ve 1918’de İskilip ve Sungurlu Rumları, Ankara’ya sevk edilir (Dündar (2008), s. 242-4). Sayısını bilmediğimiz bu nüfus, Ankara’da iskân edilmiş midir? Öyleyse, bu süre içinde yeni evler mi inşa edilmiştir?

35

Karay (2009a), s. 68, 71.

199

gınzede iskânı için “gayri-kâfi” olduğu ve “Nazır’ın emirlerinin beklendiği” yazılıdır. 2.000 bağhaneye 1.669 yangınzedenin sığdırılamayacağı anlaşılmıştır! Nezaret’in 1915’ten itibarenki uygulaması zaten bu yönde olduğu için, tehcir kaçınılmaz olur. 5. Belki de en önemli ihtimal, emval-i metrukenin gasbıdır. Bu olasılık, 10 Kasım 1918’de eski Adliye Nazırı İbrahim Bey’in sorgulanması sırasında değerlendirilmiştir: “Harun Hilmi Efendi (Tekfurdağı): ‘Ankara’da bir valinin za­ manında, gayr-i müslimlerin tehciri esnasında, onların emva­ line vaz-i yed etmek [=el koymak] ve bu suretle nehb-ü garet [=yağma] eylemek için sakin oldukları mahallelerin ihrak edil­ diği (yakıldığı) işitilmiş idi; bunun aslı var mıdır?’ İbrahim Bey: ‘Bunu kat’iyyen duymadım.Yalnız Ankara’da yangın olduğunu haber vermişlerdi.’ Harun Hilmi Efendi: ‘Esasen böyle bir sey olmuş ise Tayyib Efendi’nin de malumatı vardır.’ Şeyh Tayyib Efendi (Ankara) [sözü yanda kesilir]: ‘Filvaki yangın oldu; fakat...’ Harun Hilmi Efendi [konu geçiştirilir]: ‘Demek müretteb değildi. ...’”36

Mütareke sorgulamalarının ne kadar ciddi olduğunu buradan anlayabiliriz. Savaşta sorumluluğu olan nazırların ifadelerinin alınması için Mebusan Meclisi’nde “kura ile ve 5. Şube adıyla bir encümen teşkil edilmiştir.”37 Kura ile seçilenler arasında bulu­ nan ve yukarıda sorgulamayı yapan Ankara mebusu Şeyh Tay­ yib Efendi, Patrikhane belgelerine göre tehcir/taktilden sorum­ lu Hacı Bayram şeyhi ve İngiliz belgelerinde aynı suçtan sorum­ lu Vilayet meclisi üyesi Şemseddin’in de babasıdır. 30 Mayıs 1915 tarihli Tehcir Kanunu, tehcir edilenlerin mülk­ lerinin emniyet altına alınmasını öngörüyor; bu amaçla 10 Ha­ ziran 1915’te mülklerin idaresi, kayda alınması ve muhafazası 36

Osman Selim Kocahanoğlu, İttihat T erakki’nin Sorgulanması ve Yargılanması, Temel, İstanbul, 1998, s. 163. “Gayrimüslimlerin evlerinden kurtarılan eşya­ lar, kıymetli tablolar güvence altına alm[dı] ...” (Bağlum (1992), s. 35).

37

Cemal Kutay, 1. Dünya Harbinde Teşfeilat-ı Mahsusa ve Hayber’de Türfc Cengi, İstanbul, 1962, s. 71.

200

için özel komisyonlar kurulması koşulunu getiriyordu.38Ancak Eylül 1915 itibariyle tasfiye fikri, “muhafaza ve idare”nin yeri­ ni almaya başlamıştı. Özellikle taşınabilirlerin tasfiyesinin hız­ lanması için, “8 Kasım 1915’de Osmanlı hükümeti 26 Eylül 1915 tarihli ka­ nunun icrasıyla ilgili [bir] nizamname çıkardı. ...Taşınabilir mallan mümkün olduğu kadar gerçek değerinden satmak için açık artırmanın yapılacağı uygun bir zaman seçmek zorunday­ dılar. ... Yeni nizamname böylece bu eşyalan sahiplerine ulaş­ tırmak iddiasından vazgeçiyordu. ...”39

Emval-i metruke “gülünç derecede düşük bedeller karşılı­ ğı” satıldı (bkz. Belge 2). “Bu uygulamanın özellikle büyük bir şevkle yapıldığı yerler, Bursa, İzmir-Aydın, Eskişehir, Adapaza­ rı, Ankara ve Adana gibi, çok verimli olan, Rumlarla Ermenilerin büyük ölçüde etkin oldukları ve üstünlüklerinin kin duy­ gusu yarattığı, Türklerde düş kırıklığına yol açtığı yerlerdi.”40 Tasfiyenin nihai hedefi, Müslümanların elinde bir sermaye birikimi oluşturulmasıydı. 6 Ocak 1916’da, Talat Osmanlı eko­ nomisinin Müslüman bir ekonomi olacağım ilan eder. Tasfiye çerçevesi daha sonra o denli genişler ki, kanun kapsamı dışın­ da kalmış olan, Ermeni olmayan Hıristiyan ve tehcir edilmemiş Ermeni malları müsadere edilir ya da edilmek istenir.41 Muhafazadan tasfiyeye, oradan da müsadereye hatta gasba giden bu süreç, şüphesiz belirsizlik ve suistimallerle doluydu. 38

Kaiser (2005).

39

A.g.e., s. 142-3. Zaten “Ermeni mallarının büyük bir kısmı açık artırmaya hiç çıkarılmadı veya satılmadı" (a.g.e., s. 149).

40

Stuermer (2 0 0 2 ), s. 131. “Alman şirketleri[nin] ... Alman büyükelçiliğine [gönderdiği] şikâyet dilekçeleri [üzerine] ... elçiliğin hukuk müşaviri ... Ta­ lat’la görüştü ... [ve] şimdiye kadar tasfiye işiyle ilgili yaşananların pek de umut verici olmadığını ve Alman Elçiliğinin tüm kayıplardan Osmanlı yöne­ timini sorumlu tutacağım ekledi. ... 13 Eylül 1915’de ... BabIali’ye resmi bir muhtıra gönderdi. ... Adana, Bursa ve Trabzon vilayetlerindeki] ... komis­ yonlar, Ermeni mülklerini gerçek değerinin çok altında bir miktarda tasfiye etmişlerdi, muhacirleri ve bazı vatandaşları kayılmışlardı” (Kaiser, s. 137-40). “[Urfa’da] genellikle bedava denebilecek fiyatlar verilen mezada sadece Müslümanlar katılabiliyordu” (Kieser (2005), s. 679).

41

Kaiser (2005), s. 143-55.

201

Durumdan istifade edenlerin arasında, Garabedian örneğinde gördüğümüz üzere aileler, yerel esnaf7tüccar, Bahaettin gibi or­ ta ve Reşid gibi üst düzey devlet görevlileri vardı. Üçüncü Bölüm’de gördüğümüz üzere, Reşid’in aslında he­ nüz Diyarbakır’da iken, Talat’ın isteği hilafına davrandığına ve maddi çıkar elde ettiğine dair şüphe/kanıtlar vardı.42 Diğer bir deyişle, Reşid’in böyle eğilimleri hakikaten varsa bile, Talat’a yabancı değildi. Buna rağmen Ankara’ya atanan Reşid’in faali­ yetleri, anlaşılan, Ankara valiliği sırasında “sürdürülemez” bir aşamaya gelmiştir. 1916 Eylülünün başında, Reşid ile Talat’ın Yakup Cemil’in tutuklanması konusunda samimi bir fikir teati­ sinde bulunduklan bilinmektedir.43 Aralarında nasıl bir ihtilaf olduysa, yangından sonra olmuştur. Karasuli ve Kasparian Ankara yangınının kundaklama oldu­ ğu kanaatindedir ama nedenleri üzerinde durmazlar. Epeoğlu ise soruşturmuştur: “Kimse yangının kundaklama olabileceğinden şüphelenmi­ yordu. Hakikat daha sonra öğrenildi. Ankara Ermenden ve onlardan da ziyade Katolik Ermeniler çok zengin olduğu için, şehrin önde gelen Türklerinin en büyük arzusu, bu devasa ser­ veti, kendi adlanna ‘kurtarmak’u. Resmi kurumlar oldubittiye nasıl getirilebilirdi?”44

42

Borçla geldiği Diyarbakır’dan Ankara’ya atanırken, Reşid, İstanbul’dan kıy­ metli bir ev alır (Kocahanoğlu (1998), s. 195). Halep’ten İstanbul’a yüklü bir hazine götürdüğünü gören şahitler vardır (Dadrian (1986), s. 188, dn. no. 36). Buna karşın, Kieser, Reşid’in İstanbul’da 1918’de hayaunı ticaret yapa­ rak kazanmasının, bir birikimi olmadığının kanıtı olarak görür. Ûte yandan, “Enver Paşa ... ‘ben, istisnai olarak, yalnız bir tek adam hakkında böyle bir [vagon tahsis] müsaade[si] verdim. O zaman, işin bu şekil alacağını kestirememiştim. Ankara Valisi ahbabımdır. Çok borçlanmış olduğunu ileri süre­ rek, 1.000 lira kadar bir para kazanmak üzere, benden bir vagon istedi. Ben de, levazım Reisi İsmail Hakkı Paşa’ya, bu zata bir vagon vermesini söyledim. Ne bilirdim ki, vagonu başka birine saüp 9.000 lira alacak ve bu istisnai mü­ saade, birçok kirli su-i istimallere kapı açacaktır!’ [dedi]” (Ali Haydar Midhat, Hatıralarım, 1872-1946, Bengi Yayınlan, İstanbul, 2008, s. 323). Bu vali, Reşid miydi?

43

Mehmetefendioğlu (1993b).

44

EjtEoyXou-MjiaKaX.il (1997), s. 42.

202

sonra, Türkler, sakinliklerini koruyarak dükkân ve evleri boşalttılar ve Hazine ile olan hesaplarını, bir kerede ve tümden mahsup etmek45 için ateşe verdiler. ‘Yangın hiçbir şeyin kurtulmaması içindi.’ Bu ana-baba gününde Rum mahalleleri de temizlenmişti. Görüntüyü kurtarmak için, asgari sayıda Türk evinin de yanmasına izin verdiler.”46

Epeoğlu aynı tezi Amasya yangını için de ileri sürer: “1915’deki Ermeni tehcirinin hemen ertesinde, diğer her yerde olduğu gibi, yapılan yağmayı İstanbul hükümetine karşı meşru göster­ mek47 için Ermeni mahallesi kundaklandı. Aksi takdirde, hü­ kümet emval-i metrukeyi Hazine’ye aktaracaktı.”48 Bu neden­ le, Ankara’ya geçmeden önce Amasya’ya bir göz atmak isabet­ li olur. Sivas vilayetinde tehcir, 1913-16 arasında Valilik yapan ve İngiliz belgelerinde, “Sivas, Amasya, Tokat vb. illerin[deki] Er­ meni nüfusun kökünü kazıyan kişi”49 olarak tanımlanan Mu­ ammer (Cankardeş) tarafından yürütülür. Mütareke yargıla­ malarından anlaşıldığı kadarıyla, işin Amasya ayağında, Jandar­ ma Tabur Kumandanı Tevfik, Amasya eşrafından Haşan Efen­ di ve tüccardan Hüseyin Efendi50 ile birlikte Amasya tehcirin­ den yargılanan ve ardından beraat eden51 Mutasarrıf Sim 52 var­ dır. Sırrı, İsparta mutasarrıfı iken 1914 Kasımında Amasya’ya atanmıştır.53 Yangından dört ay sonra, 7.1.1916’da, Muammer, Sırrı’yı ye­ tersiz bulmaya ve Nezaret’e şikâyet etmeye başlar: Sırrı, “... va­ 45

Aynı zamanda kuşkulan gidermek anlamında.

46

ErtEOykou-M7iaKaAr| (1997), s. 43.

47

AikcuoXoy®= haklı çıkarmak, mazur göstermek anlamında.

48

ETtEoykou-Mjtatcakrı (1988), s. 21.

49

Yeghiayan (2007), s. 74.

50

Bir AmasyalInın ifadesine dayanan sorumlu listesi için, bkz. Ahmet Demirel, “Baltalı Anıt ve Amasya’nın Dikenleri”, Taraf, 20.1.2014.

51

Dadrian ve Akçam (2008), s. 169; Ahmet Demirel, “Hayatın Akışı İçinde Ke­ sişen Yollar”, Taraf, 26.1.2014.

52

Süleyman Sim (Tavat) (http://www.gdd.org.tr/tarihtendetay.asp?id=70; Ah­ met Demirel, a.g.y.

53

BOA.BEO 4320/323970.

203

kit geçmeksizin hemen tohumluk tedarik ve zer ettirilmesi bir an evvel tebligat-ı umumiye meyamnda Amasya mutasarrıflığı­ na yazıldığı halde, beyhude ve zaid [=lüzumsuz] muhabere ile vakit geçirilerek tohumluk henüz tedarik ve zer ettirilmemiş ve (?) en mühim iş olan erzak sevkiyatmda...”54 başarısız olmuş­ tur. Ayrıca muhacir iskânındaki aczi hakkında 24.1.1916’da ayrı bir şifre yazar.55 15.2.1916’da “... Sırrı Bey’in zirai tohum­ luk tedarik ve tevziatında ve erzak-ı askeriye sevkiyatmda ih­ mal ve bataet [=yavaşlık] gösterdiği ve ahval-i sairesi tahkikat ve tedkikat-ı vakiden anlaşıldığı...” için bu durumda memuri­ yete devamı “gayri-caiz” görülmüş olduğundan yukarıda belir­ tilen tahkikat sonuçlandığında ortaya çıkacak hale göre hak­ kında muamele olunmak üzere azl...”56 edildiği bildirilir. Sırrı’nın tahkikat/azil nedeni hangisiydi? Tohumluk dağıtımı, as­ keri erzak sevkiyatı ya da muhacir iskânının birer bahane oldu­ ğu tahmin edilebilir. Şikâyetler azlinin ardından da devam eder: 17.4.1916’da Da­ hiliye Nezareti Hukuk Müşavirliği’nden yazılan yazıda, “Amas­ ya mutasamf-ı sabıkı Sırn Bey’in Çaycızade Nuri Bey’le adam­ larını muvacehe-i nasda [=insanlann önünde] darba cüret eden Jandarma Bölük Kumandanı Nuri Bey’in hareket-i vakasında medhaldar [=dahil] olduğu mudaribler [=darb edilenler] tara­ fından iddia edildiği ve evrak-ı tahkikiye de bu ciheti teyit etti­ ği cihetle her ikisi hakkında memurin-i muhakemata dair olan kanuna tevfikan icab eden kararın itası” istenir.57 Sim , bir süre sonra Çankırı mutasarrıflığına atanır. Mütareke’den sonraki suçlamalar ise bambaşkadır: Dahiliye Nezare­ ti Heyet-i Teftişiye Müdüriyet-i Umumiyesi’nden Sivas vilaye­ 54

BOA.DH.ŞFR 504/62.

55

“Erzurum havalisinden gelen birçok muhacir mevcuddur. Suriye’deki muha­ cirin de buraya celb edileceğine göre vilayetin muamelat-ı idaresi bir kat da­ ha ehemmiyet kesb olur. Bunların iskân ve (?)leri ve ziraat orduya erzak şev­ kinin temini Amasya mutasarrıfı gibi acz-i mefkûresi görüleni?) idare me­ murlarıyla gayri mümkündür. Mumaileyh hakkında m aru zatım ın]... tervici­ ne müsaade buyurmanızı maslahat namına istirham ederim.” (BOA.DH.ŞFR 506/81).

56

BOA.l.DH 1519/54; BOA.BEO 4399/329866.

57

BOA.DH.HMŞ 3/1-004.

204

tine 2.10.1918’de yazılan yazıda Sırrı Bey’in Amasya Mutasarrıflığı’nda bulunduğu sırada vuku bulan Ermeni tehciri es­ nasındaki suistimalat ve mezalimede ne dereceye kadar medhaldar olduğunun... mahallinden tedkik ettirilmesi”58 istenir. Vilayet’ten Dahiliye Nezareti’ne 8.12.1918’de gönderilen şifre­ de şöyle yazılır: “Çankırı Mutasarrıfı Sırrı Bey’in Amasya’da bu­ lunduğu sırada bir piyanoyu dun [=düşük] bedel ile sahibin­ den mübayaa [=satınalma] ve bir şahıs jandarma tarafından darb edilir iken sükût etmiş olmak gibi celb-i nazar edecek ah­ vali mesmu [=duyulmuş] ve keyfiyat-ı maruzeden vilayet-i mu­ maileyhçe beraat ettirildiği işitilmiş olduğu... Amasya mutasar­ rıflığından işar olunmuştur. Merkez vilayetinin bu hususta sahib-i malumat bulunubf?) bulunmadığı polis müdüriyeti ifade­ siyle maruzdur.”59 Bütün bunlara rağmen, 1919’da Sırrı ikinci kez Amasya mu­ tasarrıfıdır. Dahiliye’den bu kez 23.3.1919’da Sivas’a çekilen telgrafta Sırrı Bey’in tehcir meselesinde alakadar bulunduğu, şimdilerde İT zihniyeti ile hareket ettiği ve insanları bu açıdan telkin ve teşvik ettiği ve ahaliye silah dağıtmakta bulunduğu İngiliz siyasi temsilciliği tarafından verilen notada bildirildiğin­ den, "... hemen şimdiden işten el çektirilerek yerine vilayetçe bir vekil tayiniyle kendisinin lacel-muhakeme mahfuzen Dersaadet Divan-i Harb-i Örfisine izamı ve hakkındaki tahkikatın müstacilen icrafsı]”60 istenir. 28.3.1919’da “Azli arz olunan... Sırrı Bey’in Yozgad Ankara tarikiyle İstanbul’a müteveccihen hareket ettiği Sivas vilayetinden bildiril [mekle] tehcir mesele­ siyle alakadar olan mumaileyhin her nerede ise buldurularak lacel-muhakeme mahfuzen Dersaadet Divan-ı Harb-i örfisine” gönderilmesi istenir.61 İkinci Amasya mutasarrıflığındaki faaliyetlerinden anlaşıldı­ ğı kadarıyla sebatkâr ve sadık bir “İttihatçı zihniyeti”ne sahip Sırn, tehcir emrini de yerine getirmesine rağmen neden bir di­ 58

BOA.DH.ŞFR 94/28.

59

BOA.DH.ŞFR. 605/15.

60

BOA.DH.ŞFR 97/232.

61

BOA.DH.ŞFR 97/326; BOA.DH.ŞFR 622/78; BOA.DH.ŞFR 623/100.

205

zi zayıf isnatla yangından dört ay sonra Amasya’dan uzaklaştı­ rılmıştı? Abdülhalik Renda, Reşid ve Durak’m kariyerlerinin gösterdiği üzere, “Ermeni tehciri esnasındaki... mezalim” o dö­ nemde tenzil değil terfi sebebi olduğuna göre, geriye suistimal seçeneği kalmaktadır ki, “bir piyanoyu dun bedel ile sahibin­ den mübayaa” ettiği haberini desteklemektedir. Bu varsayım, Epeoğlu’nun, yangının, yerel güçler ile İstan­ bul arasında Ermeni emval-i metrukesinin paylaşımı konusun­ da bir gerilim yarattığı konusundaki tezini güçlendirir. Muta­ sarrıf ve beraber yargılandığı yerel unsurlar (eşraftan Haşan ve tüccardan Hüseyin Efendi), Muammer’in bilgisi dışında mı ha­ reket etmiştir? Reşid, Sim ve muhtemelen Durak gibi tehciri istenen biçim­ de yürütmüş yöneticilerin, türlü suçlama/bahanelerle azli ne anlama geliyordu? Tehcir sonrası yangınlar, sahipsiz malla­ rın dağılımında Nezaret ile mülki idareciler arasındaki bir pay­ laşım sorununa işaret ediyorsa, aziller de bununla ilgili olmuş olabilir. Nezaret, nasıl, tehcire yanaşmayan Ankara Valisi Mazhar’ı emekliliğe sevk etmiş ve Konya Valisi Celal’i bir teftiş ba­ hanesiyle azletmiş ise,62 tehcirde başarılı ama emval-i metruke açısından istenmeyen sonuçlara neden olan yöneticileri de tür­ lü bahanelerle görevden alıyor ve böylece • Sistematik, ülke ölçekli ve Istanbul-merkezli yağmayı, mülki idarecilerin münferit kabahatlarma tahvil ederek ör­ tüyordu. • Taksiratı affetmeyen, hataya karşı “sıfır-toleranslı” bir Ne­ zaret imgesi yaratmaya çalışıyordu. • Paylaşım konusunda İstanbul’dan bağımsız hareket etmek isteyen yerel idarecilere gözdağı veriyordu. Yangınla açığa çıkan paylaşım sorunu, Reşid’in bundan ki­ şisel bir menfaat sağladığı anlamına gelmeyebilir. Ayrıca Re­ şid’in, tehcirden dolayı yargılanan şehrin ileri gelenleriyle bir 62

206

Bkz. Etöz ve Esin (2014a).

anlaşma yaptığına dair bir veri yoktur.63 Ancak Ankara Vilaye­ ti genelinde Reşid’in 1917’deki azliyle eşzamanlı kadro tadilatı­ nın, Dördüncü Bölüm’de belirtildiği gibi, emval-i metruke tas­ fiye komisyonu ve nafia anbarımn bulunduğu Yozgat mutasar­ rıflığında yoğunlaşması dikkat çekicidir. Yozgat ile Ankara ara­ sında, tehcirden sonra ama Reşid’in valiliğinden önce bir eşya trafiği başladığı anlaşılıyor. Ankara vali vekili Süleyman Necmi’nin 15.1.1916 tarihli telgrafına göre, “Yozgad’la Ankara ara­ sında bir mutavassıt [=ara] anbar tesis ve nakliyatın teftişi için bu gün Köprü köyüne azimet olunduğu maruzdur.”64 Köprüköy’deki mühimmat deposu ve ambarlardan Milli Mücadele yıllarında da istifade edildiği söylenir. Reşid’in Diyarbakır ile Ankara icraatı ve sonrasındaki akıbet­ leri arasındaki farkı oluşturan, belki de bu nakliyat trafiği ile il­ gilidir. Bunu destekleyen şüpheli bir nokta, Ankara yangınına HA’in müdahale şeklidir. “1333 [1332] senesi zarfında vukua gelen Ankara harikinden müteessir olanların en evvel yetişen Hilal-i Ahmer’in Eskişehir murahhaslığı olmuştur. Bu harikzedeler murahhaslıkça suret-i mahsusada gönderilen çadırlarda iskân ve... iaşe olunmuşlardır.”65 Bilindiği kadarıyla, HA’in Birinci Dünya Savaşı sırasında “su­ ret-i mahsusada” yardım götürdüğü başka bir yangın yoktur. Ce­ miyetin örneğin yine demiryolu üzerindeki ve yakın tarihli İz­ mit yangınına yardım götürdüğü kendi raporlarında yer almaz. Yedinci Bölüm’de görüldüğü gibi, HA Ankara’ya anında müdahale etmiş, 2.500 kişilik çadır ve malzeme göndermiş, 63

Ancak “1915 Ermeni tehcirinden sorumlu tutulan Kınacızade Şakir, Attar Sadullah, Bulgur Mehmet, Hacı Bayram Şeyhi Şemsettin, Haniflerin Meh­ met, Divan-ı Harp’te yargılanmak üzere İstanbul’a gönderildi.” Bir kısmı, 2 9.10.1919’da kurulan Ankara Mûdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin çekirdeğini oluşturur: “Heyet-i merkeziye başkanı Müftü Rıfat Efendi, üyeler 20. Kolordu temsilcisi Binbaşı Fuat Bey, defterdar ... Yahya GaUp B e y ,... Hanifzade Meh­ met, Bulgurluzade M ehm et,... Kınacızade M ehm et... idi.” Kınacılardan Şakir ve Şemsettin, I. Dönem milletvekili olur (Aydın ve diğerleri (2005), s. 340, 3 4 7 ,3 5 6 ).

64

BOA.DH.l.UM.EK 99/26.

65

OHAC 1330-1334 senelerine aid M erkez-i Umumi Raporu, s. 45.

207

sonra ihtiyacın mübalağalı bildirildiğinden şikâyet ederek, 19.9.1916’da murahhaslarını geri çağırmıştır. Murahhaslar, dönmeden önce, getirdikleri eşyayı Eskişehir’e gönderir. İs­ mail Besim’in 22.9.1916 tarihli telgrafı bunun nedenini anla­ tır (Belge 6): “Eskişehir’den buraya getirdiğimiz eşyadan fazlasının (?) Es­ kişehir’e iadesi lazım geldiğinden 621 no. lu vagona tahmilan [=yüklenerek] nefer-i esbak [=önceki kişiler/eski askerler] vedaatiyle [=aracılığıyla] bugün Eskişehir’e gönderilmiştir. Bun­ lar meyanında en ziyadesi küçük mahruti [=konik] çadırlar­ la büyük çadırlardan bir kısmı vardır. Buralarda bu çadırlann düşmanı pek çok olduğundan burada kaptırmadan!?) derhal oraya irsal etmeğe mecbur olduğumuzu (esbakın ifadesinden dahi) anlayıb orada dahi pek ziyade ihtiyat ile yani cihet-i askeriyeyi çadırların vücudundan [=varlığından] haberdar!?) et­ meyecek surette mahfuzen anbarlara nakletmeye dikkat ve ih­ timam ediniz. Bunun depoya bizim burada yaptığımız gibi (?) bizzat vagon başında bulunarak üslub-ı hakimane [=başat/işbilir bir tarzla] ile nakliyata nezaret!?) etmeniz elzemdir.”

Bu telgrafta dikkat çeken birkaç nokta vardır: İlk olarak, bu mesajın varlık nedeni tuhaftır. Dr. Besim, yıllardır benzer nak­ liyat ve depolama işleri yapan HA Eskişehir anbarına, çadırla­ rın maruz kalabileceği tehlikeleri neden tekrar açıklamak zo­ runda kalmıştır? İkincisi, vagonun hamulesi (“mahruti [ve]... büyük çadırlar”) neden Eskişehir’e tekrar tarif edilmek zorun­ da kalınmıştır? İade edilenler Eskişehir’den yüklenenlerden farklı mıdır? Üçüncüsü, çadırlara refakat eden “nefer-i esbak” kimdir? Tek anlaşılan, bunların önceden de bu işi yapan mute­ metler olduğu ama asker olmadığıdır. Aksi takdirde, HA’in gü­ venine mazhar olmayacaklardı. Dördüncüsü, çadırlar neden “cihet-i askeriye”nin haberi olmadan “pek ziyade ihtiyat ile... mahfuzen” ve nezaret altında anbarlara taşınıyordu? Şüpheleri tek bir soruya indirgersek, 621 no. lu vagonda hakikaten çadır mı yoksa “cihet-i askeriye” dahil “düşmanı pek çok” olan daha kıymetli bir yük mü naklediliyordu? HA, belli ki, Dahiliye Ne­ 208

zareti gibi şifre teknikleri değilse de,66 şifreli bir dil kullanıyor­ du. Her durumda, vagon yükünün önemli bir rekabete ve bölü­ şüm mücadelesine konu olduğu açıktır. HA’in İT’nin kasası olduğu67 ve Teşkilat-ı Mahsusa elemanla­ rına kaynak sağladığı68 bilinmektedir. HA’in Ankara’daki yangınzedelere yardım götürmek dışında bilmediğimiz başka bir görevi mi vardı? Yangının henüz akabinde Dahiliye Nezareti tarafından Reşid’in gözden çıkarılmasına yol açan malumat her ne ise, belki de HA tarafından Dahiliye Nezareti’ne iletilmiştir. Bunu dışlamayan, hatta daha da ileri götüren ikinci bir olası­ lık daha vardır. David Gaunt, Vali Reşid’in, Rama adlı bir Kürt aşiretine, gasp edeceklerinin yarısı karşılığında bazı Diyarbakırlı Ermenileri öldürmelerini teklif ettiğini yazar. Kendi payı­ nı Reşid, Gaunt’un tabiriyle, “güya” (“pretendedly”) Hilal-i Ahmer’e verecekti.69 Reşid, muhtemelen doğruyu söylüyordu ve bu, taşınabilirlerin İstanbul ile yerel mücrimler arasındaki pay­ laşım oranıydı. HA’in Diyarbakır’daki servetin bölüşüm ve merkeze aktarı­ mındaki rolü genele teşmil edilebilir. Bu ihtimale göre, HA, An­ kara’ya yardım malzemesi getirmekle kalmadı; yanı sıra, Anka­ ra’dan bir şeyler götürmeyi de amaçlıyordu. 621 no. lu vago­ nun “mahfuz” yükü belki de bu emanetlerdi. Bilindiği gibi, Ça­ nakkale Savaşı’nın akabinde açılan Eskişehir Murahhaslığı’nın kuruluş amacı, olası bir düşman işgaline karşı, Cemiyet’in var­ lıklarını daha güvenli bir yerde muhafaza etmekti. Başlangıç­ ta sadece depo olarak kurulan merkezin görevleri, daha sonra HA’in birçok erzak, zahire vs. ihtiyaçlarının satın alımına kadar genişletilmişti.70 Anlaşılan burada erzaktan başka maddi kay­ 66

BOA.DH.ŞFR şifrelenmiş Dahiliye yazışmaları katalogudur.

67

Taylan Esin, “Hilal-i Ahmer’in tstanbul Aşhaneleri Neden Kapandı?”, Top­ lumsal Tarih, Ocak 2013a, Sayı 229.

68

Taylan Esin, “Hilal-i Ahmer, Esirler ve Yusuf Akçura”, Toplumsal Tarih, Mart 2013b, Sayı 231.

69

Massacres, Resistance, Protectors, Gorgias, New Jcrsey, 2006, s. 151; Akçam (2 0 0 8 ), s. 189. Hikâye, Hüseyin Demirer, Ha Wer Del al, Avesta, İstanbul, 2008, s. 79’da yer alır.

70

OHAC 1330-1334 senelerine aid Merkez i Umumi Raporu, s. 45.

209

naklar da bulunuyordu.71 Bu nedenle Eskişehir’in Mütareke’den sonra Müdafaa-i Hukuk heyetinin karargâhı olması bile düşünülmüştü.72 Deponun yönetimi, tıpkı Köprüköy anbarı gi­ bi, bu dönemde Ankara Hükümeti’ne devredilmiş;73 murahhas Besim türlü şekillerde ödüllendirilmiştir.74 Yangının tehciri hızlandırması, bölüşümü karıştırmıştır. Reşid’in azli, belki de, 621 no. lu vagon “hamule”sinin merkeze bir hayal kırıklığı yaşatmasının ardından geldi. Reşid, Diyarba­ kır performansını Ankara’da tekrarlamamıştı.

71

Esin (2013a).

72

30.12.1919 tarihli bir gazete haberine göre, “Bir müddetten beri Sivas’ta bulu­ nan Müdafaa-i Hukuk heyet-i temsiliyesi merkezini [bir ara] Eskişehir’e [ge­ tirmeyi düşünmüşse de sonradan] ... Ankara’ya nakletmeğe karar vermiş[tir]" (Zeki Arıkan, Mütareke ve işgal Dönemi İzmir Basını, AKDTYK, Ankara, 1989, s. 93).

73

“Dr. Adnan Bey... Eskişehir deposunu ulusal güçlere yardım ünitesi haline getirtmişti]” (Mehmet Polat, Hilal-i Ahmer Teşkilatının Kuruluşu ve Teşkilat­ lanması, Fırat Üni., Tarih ABD, Elazığ, 2007, s. 270-1).

74

“Gençliğinde Abdülhamid’in saray doktoru olan... İsmail Besim Paşa, “Hilal-i Ahmer”in ilk başkanıydı. Kurtuluş Savaşı’nda derneğin parasım Ata­ türk’e teslim etmek üzere görevlendirildi ve görevini başarıyla sonlandırdı. Atatürk, bundan dolayı onu ilk Meclis’e davet ederek İstanbul Mebusu yap­ tı... [İsmail Besim] Vaniköy’deki fabrikalarının [şimdi Cargill’e aittir] ya­ nındaki yalıyı Recaizade Ekrem’den almıştı.” (http://webarsiv.hurriyet.com. tr/2000/03/06/186684.asp) Vaniköy’de fabrika kurmak başlı başına bir imti­ yazdı.

210

D O KUZUN CU BÖ LÜ M

TARTIŞM A

1922 İzmir yangım konusunda samimi konuşan Falih Rıfkı,1 Ankara yangınındaki merkezi sorumluluk konusunda da açık sözlüdür: “Ankara’nın zengin semtleri ve bakımlı yazlıklan Ermenilerin malı idi. Ermeni lokantasında yiyor ve Ermeni otelinde kalı­ yorduk. Ankara’da kaldığımız otelin adı Santral. Lokantası iyi, yataklan temiz ve rahattı. ‘Tehcir’ zamanı yıkılmış olmalı idi. ... Benim ilk gördüğüm Ankara’nın medenilik adına nesi varsa hepsini yakıp kül etmiştik. “2 Önceki bölümdeki nedenler sınıflandırmasına bakılarak, An­ kara yangınının tehcirin sürdürülmesi ve emval-i metrukenin paylaşımı için planlandığı düşünülebilir. Ancak özellikle ikin­ ci neden, örneğin Aziz Nikolaos katedralinin yakılışını açıkla1

“İzmir’i niçin yakıyorduk? Kordon konaklan, oteller ve gazinolar kalırsa, azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? ... Nureddin Paşa, ta Afyon’dan beri Yunanlıların yakıp kül ettiği Türk kasabalarının enkazı­ nı ve ağlayıp çırpınan halkını görerek gelen subaylann ve neferlerin affetmez hınç ve intikam hislerinden de şüphesiz kuvvet almakta idi” (Falih Rıfkı Atay, Ç ankaya, Sena Matbaası, İstanbul, 1980, s. 325).

2

Atay (1963), s. 46. "... Ermeniler..., yangının kıskançlık yüzünden Türkler ta­ rafından çıkartddığım ileri sürdüler” (Bağlum (1992), s. 35).

211

maz. Benzer şekilde, Dışkapı-Etlik arasında, muhtemelen şim­ diki Atatürk Anadolu Lisesi yakınındaki meşhur Kızıl Manastır da 1915’te yakılmıştır. Bu türden ibadethane, okul, vs. gibi yapıların en azından kullanım değeri vardı. Bilindiği kadarıyla, emval-i metruke ev­ ler bile, el değiştirenler haricinde boşaltılıyor, sonrasında “çatı kirişlerine kadar yağmalanıyor,3 yapı malzemesi olmak dışın­ da hiçbir değeri kalmıyordu. Nitekim Çorum4 ve Bilecik’te5 Er­ meni evleri yıkılarak, hurda ve yakacak olarak satılmış; Ankara-Stanos, 1922’de boşaltıldıktan sonra gelen muhacirler, hazi­ ne vs. aradıktan sonra, evlerin tahta akşamını söküp yakmıştı.6 Tehcire zorlama nedeni bir yana bırakılırsa, tuhaf olan, böyle bir istifade imkânı varken, evlerin yine de yakılmasıydı. Fayda­ cılığı ikincil kılan, belki de, Falih Rıfkı’nm sözünü ettiği, daha derinlerde yatan bir şeylerin sonucuydu: “Birinci Dünya harbinde Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Ana­ dolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, gene... [azınlıklardan kurtulamama] korku[su] ile yakmışük. Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelme bir şey değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da etkisi var. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe, sanki Hıristiyan veya ya­ bancı olmak, mutlak bizim olmamak kaderinde idi. Bir harb daha olsa da yenilmiş olsak, İzmir’i arsalar halinde bırakmış ol­ mak, şehrin Türklüğünü korumaya kâfi gelecek miydi?”7

Derin ve karmaşık bir duygu yumağına (“korku”, “aşağılık duygusu” ve kısmen de “tahripçilik hissi”) yol açan, sahiplen­ me isteğinin başarısızlıkla sonuçlanacağının adeta öngörülme­ sidir (“bizim olmamak kaderi”). Şehirlerin “bir Avrupa parça­ sına benzeyen her köşe”si, sanki “irademize” direnç gösterme ve “idaremizin” dışında kalma eğilimindedir. 3

Kieser (2005), s. 613.

4

FO 383/453 no. 109875, 26.7.1918.

5

FO 608/113 no. 1743, 10.2.1919.

6

1950’lerde Stanos’da birkaç ev ayakta kalmıştı (Kasparian (1968), s. 32).

7

Atay (1980), s. 325.

212

Genel olarak siyasi rejimler ve bu kapsamda monarşiler, her şeyden önce, birer göstergeler sistemi ve bu sistemin düzenli/ ritüel bir teşhiridir.8 Ritüele bir meşruiyet aracı olarak bakan Deringil, Karatepe ve Özbek’in9 çalışmalarından, 19. yüzyıl Os­ manlI İmparatorluğunda,10 monarşik göstergeler sisteminin, örneğin padişahın dindarlıgı/hayırseverliğini veya devletin uy­ garlığı/ Batılılığım vurgulamak üzere yenilendiğini, daha doğ­ rusu yenilenmek zorunda kaldığını anlıyoruz. Bunun en bariz işareti, bizatihi “OsmanlIların merkeziyetçi imparatorluk sis­ temini yansıtmakla kaim [ayıp] aynı zamanda bu sistemin sü­ rekliliğini de sağl[ayan]... Topkapı Sarayı’nın mimari ve teşri­ fatında belirginleşen mutlak güç kavramının zaman içinde de­ ğişiklik geçirtmesi idi]... 19. yüzyılın reformcu sultanları ‘Av­ rupa’nın hasta adamı’ olarak görülen Osmanlı Devleti’ni sağalt­ mak için uğraşırlarken değişik bir imgeyle yapılmış [örneğin Dolmabahçe gibi neoklasik] saraylara gereksinim duyuyorlar­ dı... Tam imparatorluğun çökme sınırında olduğu bir dönemde anıtsal Avrupa saraylarını örnek alan muhteşem planlı yapıları tercih etmiş olmaları ironiktir.”11 Durum sivil mimaride de farklı değildi: “Galata ve Pera’nın biçimsel karakteri, bırakın imparatorluğun geri kalan toprak­ larını, başkentin nüfusunu oluşturan çoğunluğun yaşam bi­ çimiyle uyum içinde değildi... De Amicis’in sözleriyle ‘... [Pera’da] ... Türk erkekleri kuaförlerin vitrinlerindeki balmumu mankenlere hayranlıkla bakmakta ve kadınlar şapkacı dükkân­ larının önünde ağzı açık duraklamaktadırlar. Avrupalılar bura­ 8

En açıklayıcı örnek için, bkz. Franz Kafka, “Çin Şeddi".

9

Selim Deringil, The Well-Protected Domains, Tauris, Londra, 1999; Hakan Ka­ ratepe, Padişahım Çok Yaşa!, Kitap, İstanbul, 2004; Nadir Özbek, Osmanlı İm­ paratorluğumda Sosyal Devlet, İletişim, İstanbul, 2002.

10

lmge-iktidar ilişkisi içinde “geleneğin icadı” başka dönemlerde de incelen­ miştir: 17. yüzyılda inşa edilen Valide Sultan Camii’nin dönemin dinsel-siyasi atmosferi içindeki sembolik işlevi için, bkz. Marc David Baer, Honored by the Glory o f İslam, Oxford University Press, New York, 2008, s. 81-104; yine 17. yüzyılda iktidarın resmi ve resmin iktidarı arasındaki ilişki için, bkz. Tülün Değirmenci, İktidar Oyunları ve Resimli Kitaplar, Kitap, İstanbul, 2012.

11

Gülru Necipoğlu, 15 ve 16. Yüzyılda Topkapı Sarayı, YKY, İstanbul, 2007, s. 320-1.

213

da başka yerlere nazaran daha yüksek sesle gülüşüp, sokak or­ tasında şakalaşırlar. Bu arada Türkler sanki yabancı bir mem­ leketteymiş gibi, başlarını İstanbul tarafındaki kadar dik tutamamaktadırlar.’ İstanbul ile Galata arasındaki tezat... çar­ pıcı bir hale gelmiştir.”12 Reşid’in “... mamur, oldukça munta­ zam...” diye nitelediği Ayvalık ve seyyahların övgüyle anlattı­ ğı13 Ankara’daki Hıristiyan mahallesi, Galata ve Pera’nın Ana­ dolu’daki karşılıklarıydı. “... Osmanlı’mn Batıcı bürokratları­ nın nazannda modernliğin ve gelişmişliğin simgesi haline gel­ miş olan Batı kentleriyle [İstanbul arasında] kesin bir tezat ya­ şanıyordu. Avrupa tarzı reformlar uygulayarak imparatorluğu ‘kurtarmak’ ilkesine uygun olarak, İstanbul Batı ölçütlerine gö­ re modemleştirilmeliydi.”14 Dolayısıyla, şehirlerin Galata gibi “bir Avrupa parçasına ben­ zeyen her köşe”sinin, yani kültürel/estetik olarak aslında Os­ manlI şehirlerine dışsal (“sanki Hıristiyan veya yabancı”) ama aynı zamanda onların içinde yer alan mahallelerin, aynı biçim­ de, özerk ve alternatif bir göstergeler sistemi oluşturarak, bu modernleşme baskısında önemli bir payı olduğu söylenebilir.15 Ancak modernleşme isteğinin sınırları vardı ve dışsal gös­ tergelerin baskısı “sürdürülebilir” değildi. “Modernleşme” bas­ kısı, neden olduğu derin ve karmaşık duygular göz önüne alı­ nırsa, mevcut dini/milliyetçi/monarşik göstergeler sistemini (“şehrin Türklüğü”) tehdit ederek “anti-modemist” bir tepki­ ye de neden olabilirdi. İstanbul’un, Galata/Pera’ya dönüştürülememesi durumunda, bu ikisinin “mutlak bizim olması” ve İs­ tanbul’a dönüşmesi ihtimali ortaya çıkacak; böylece “Türkler... başlarını [orada da] İstanbul tarafındaki kadar dik” tutabile­ ceklerdi. Bu, hâkim unsurun, Milton’un deyişiyle, cennette kö­ 12

Zeynep Çelik, Değişen İstanbul, TETTV, İstanbul, 1996, s. 126.

13

Bkz. Enis Batur (1994).

14

Çelik (1996), s. 127.

15

Simon Price, Roma lmparatorluğu’nun nüfuzu ile karşılaşan Grek siteleri­ nin, imparatorun imgelerini özümsemek üzere kültlerini nasıl değiştirdikle­ rini gösterir (Ritüel ve iktidar, İmge, Ankara, 2004); “beyaz adam" temsilinin kızılderili tılsımlarına girişi için, bkz. Michael Taussig, Mimesis and Alterity, Routledge, New York, 1993.

214

le olmak yerine cehennemde efendi olmayı tercih edeceği an­ lamına geliyordu. Bireyler, bir göstergeler sisteminin, yani, “kurumlar, pratik­ ler ve ortak bir dil barındıran bir toplumun içine doğar ve bun­ lardan yola çıkarak dünyayı ve kendilerini kurgular.”16 Zürcher, Jön Türk kadrosunun Hıristiyan mahalelleri ile ilgili çocukluk deneyimlerini, henüz tepkiselleşmemiş duygularla, “korku ile karışık hayret” formülüyle tahayyül ederken,17 bu duygu karı­ şımının, dünya ve kendileriyle ilgili algılarını nasıl değiştirdi­ ğini hissetmeye ve bu değişimin iktidar oldukları dönemdeki sonuç ve yansımalarını görmeye çalışır. Bu ruh halinin, Talat Paşa’nın mesken ve nüfus bilgilerini kaydettiği defterinin bir timsalini oluşturduğu “İttihatçılara hâkim olan... matematik uslamlama”18 zihniyeti karşısındaki ağırlığı neydi? Daha da ile­ ri gidilirse, “matematik [bir] uslamlama”, “korku” gibi bir ruh halinin yanında varlığını sürdürebilir miydi? Falih Rıfkı, başka bir eserinde, bu “yabancı” göstergeler dün­ yası karşısındaki duygularını ilk elde “gıpta ve şüphe” olarak tarif ederek, Zürcher’i adeta destekler.19 “[İstanbul’un] iki korkusu vardır: Yangın ve hırsız!... İstan­ bul’a akşam karartısı ile beraber bu iki korku, yanma ve soyul­ ma korkusu çökerdi. ‘Bir gün Hıristiyanlar gibi kâgir evlerimiz olamayacak mı?’diye Rum ve Ermeni evlerine gıpta ederdik.... Arkasından kâgir evlerin açık kapılarından neşeli kadınlarım gördüğümüz, hepsi iyi giyinişli, rahat ve refahlı Hıristiyanlara gıpta ederdik. Müslüman semtlerinde lambalar sönerken, Hı­ ristiyan semtlerinde kaynaşma geç vakte kadar sürerdi. Biz ka­ rarırken onlar ışıklanırdı. Hıristiyanlar Müslüman semtlerine 16

Price (2004), s. 47.

17

“Geleneksel Müslüman mahallelerinde doğmuş bu çocuklar [Jön Türkler], sokak lambalarıyla aydınlatılmış ve tramvayların geçtiği cadde kenarların­ da inşa edilmiş Rum ve Ermeni sanayicilerin villalarına korku ile karışık bir hayretle bakarlardı.” ( “Jö n Türkler: Sınır Bölgelerinin Çocukları”, Zürcher (2005) içinde, s. 139-54.

18

Dündar (2 0 0 8 ), s. 42 7 ; Crime o f Numbers, Transaction, NB/Londra, 2010, s. 169.

19

Atay (1963), s. 20-3.

215

yerleşmezse de, bizim şeriatçı baskısı da Hıristiyan semtlerine uğrayamazdı... İçimde büyük şüphe, bu yaşıma kadar benim fikir savaşlarıma yön veren şüphe bu kıyaslama... olmuştur: Niçin Hıristiyanlar öyle, biz böyle idik? Ahrette bizim cenne­ te, onların cehenneme gideceklerini İlmihal hocalarından öğ­ reniyorduk ama, neden bütün dünya nimetleri hep Müslüman olmayanlarda idi? ...” Reşid’in Ayvalık izlenim lerine yakındır. A ncak k itabın ilerik i sayfalarında, gıptanın, yalnızlık, öfke ve h ın ç duygusuna dönüştüğünü ve neden/müsebbib bulm a is­ teğinin, karm aşık bir akıl yürütm eyi (ya da kafa karışıklığını) devreye soktuğunu görürüz. Bunun ardında yatan etkenlerin­ den birinin, m odernliğin toplum sal hayata getirdiği dönüşüm ­ lerin neden olduğu çöküş ve zayıflama ile başa çıkm anın yarat­ tığı ürküntü olduğu düşünülebilir. Diyarbakır’da T ü rkçe olm a­ yan kitapların toplanıp yakılm ası bu k orku nun sonucu olabilir. D önüşüm lerin taşıyıcıları ve tem silcileri gayrim üslim ler olun­ ca, “antim odernist k orku ”nun20 kaynağı/hedefi de onlar olur: “Bütün kârlı gelir kaynaklarımız Düyun-ı umumiyye idare­ sinin elinde idi. Dolmabahçe, Çırağan, Beylerbeyi ve bunla­ ra benzer saraylara harcanan milyonlarca altın borcu ve yı­ ğılmış faizlerini, Rusya’ya yenilmek yüzünden vermeğe mah­ kûm olduğumuz galiba doksan milyon altım ve faizlerini öde­ mek zorunda idik. Alacaklı temsilcileri konaklarda oturuyor­ lar, zengin arabalarla şehirde dolaşıyorlar, maharacalar gibi ya­ şıyorlardı. Bütün işletmeler, su, elektrik, tramvay, havagazı, li­ manlar, demiryolları, fenerler, ne var ne yoksa hepsi imtiyaz­ lı yabancı sermayenin sömürgesi idi. Her türlü ticaret, itha­ lat ve ihracat, çarşılar ve dükkânlar Hıristiyanların elinde idi. Türk reçberi bütün kazancını tefeci Hıristiyan bankerlere ve­ riyordu. ... Bu dünyada hiç kimsemiz yoktu. Kendimiz, dai­ ma olduğu gibi, herkesten fazla, Moskof tan da fazla kendimi­ zin düşmanı idik. ... biz Türkler, yüzde doksan, kendi orta ça­ ğımızın miskinliği ve körlüğü içinde pinekliyorduk. ... Top20

216

Zygmunt Bauman, M odem ite ve Holocaust, Sarmal, İstanbul, 1997, s.72.

Taklarımızı paylaşmak ve Anadolu’da yeni yeni devletler kur­ mak isteyenlerin de dileği bundan ibaretti: Biz Türkler kurtu­ luş yolu bulamamak, medrese kafasının karanlığı içinde gö­ çüp gitmeli idik.”21

Yaygın bir korku olabilir.22 Türk rençberinin bütün kazancını “tefeci Hıristiyan ban­ kerlere” vermesinin nedeni, yönetimin yeterli/adil vergi tah­ sil edemeyip,23 kaynaklarını gösterişçi tüketim ve savaş/yenilgiyle sonuçlanan bedeli ağır kararlarla heba etmesi mi, yoksa, benzer bir fırsatı Müslümanların kullanmadığı/ kullanmayaca­ ğı varsayımıyla, müsrif idarenin yabancı sermaye ve Osmanlı Hıristiyanları tarafından suistimali miydi? Bu müreffeh hayatın ve “aydınlatılmış” mahallelerin “bizim olmamak kaderi”ni ta­ şımasının müsebbibi, “kendi orta çağımızın miskinliği ve kör­ lüğü içinde pinek’Teyen Türkler mi, kaynakları verimsiz kulla­ nan yönetim mi, yoksa durumdan istifade eden “alacaklı tem­ silcileri/ imtiyazlı yabancı sermaye” veya yerli Hıristiyan ban­ kerler miydi? Bir adım daha gidilirse, hedeflenen, “gıpta” edi­ len göstergeler (“müreffeh hayat”, “kâgir evler”) miydi, yoksa onların sahipleri mi?24Atay’m paragrafları arasındaki çarpıcı ge­ çiş, Reşid ve Durak’m yaklaşık beş yıl içinde yaşadıkları dönü­ şümün keskinliğine koşuttur. Dolayısıyla, evlerden istifade etmeyi uygun bulan faydacı­ lığın karşısında veya altında, kolektif bellek düzeyinde işle­ 21

A.g.e., s. 77-8.

22

“Şehir faizciliğinin sebeb-i husulü fikrimize göre şunlardır:.. Devlet hayatın­ da bazı buhranlar dolayısıyla sarsıntı olunca ve idaresizlikler, hastalıklar, su-i itiyadlar şevkiyle,.. Türk nesli aç, bi-ilaç kalıyor. Az-çok bir ihtiyat-ı nakdi­ ye malik olmadığından Rum, Ermeni sarraflarına karşı ‘her şarta razı’ olacak bir hale geliyor...” (M. Zühdü , “Bizde Köylünün Borcu”, Türk Yurdu, Sayı 66, Cilt 8-9 .Tutibay, Ankara, 2007, s. 303-6).

23

Zürcher dönem imparatorluklarının bütçelerini kıyaslayarak bunu göstermiş­ tir (“Osmanlı İmparatorluğu 1850-1922”, Zürcher (2005) içinde, s. 63-79).

24

Freudcu arzunun içindeki “mimetik” kökenlerin gösterilmesi için, bkz. Mikkel Borch-Jakobsen, The Freudian Subject, Stanford University Press, California, 1988; kuramın edebiyat ve antropolojiye ilk uyarlaması için, bkz. Rene Girard, Romantik Yalan ve Romansal Hakikat, Metis, İstanbul, 2001 ve Kültü­ rün Kökenleri, Dost, Ankara, 2010.

217

yen bir rejim vardır: Göstergeler (“kagir evler”, “aydınlatıl­ mış ve tramvaylı caddeler”, “Öç Marşı”nda söz edilen “çınla­ yan çanlar”, vs.) ve bunları ikame etmeye hazır müşahhaslaştırılmış, diğer bir deyişle, Reşid’in organik/alegorik düşünce­ si çerçevesinde biçimlenmiş ve görünür kılınmış sahipleri (“te­ feci Hıristiyan banker”) ile bu göstergelerin dolaşıma soktu­ ğu, dönüşüme uğrattığı, birbirinin yerine geçirdiği, yani kendi “ekonomi”si olan bir duygular karmaşası (zaman içinde “kor­ ku”, “aşağılık duygusu” ve giderek “gayz”a dönüşen “hayret” ve “gıpta”).25 Bu karmaşa, bir yenilenme imkânı kadar, Atay’ın deyişiyle “bir tahripçilik hissi”, hedefi belirsiz bir yıkım potan­ siyeli de taşıyordu. Yangınlar, belki de, cephedeki hezimetler, vs. nin de neden olduğu duygusal dönüşümlerin sonucunda, alternatif göster­ ge sistemleriyle 19. yüzyıldaki gibi yöntemlerle rekabet edebil­ me ihtimalinin artık zayıfladığı anda başlamıştır. Tıpkı fizik ya­ salarında olduğu gibi, Müslüman mahallelerin yaşadığı “yan­ gın ve hırsız” akıbetine, “Toyranlı fırıncı”nın mantığına uygun olarak, bu kez, en yakında, en göz önünde ve en kolay erişile­ bilir olan Hıristiyan mahalleleri uğramıştır. Bunlar, Jön Türklerin anılarındaki estetik modellerdi; Cumhuriyet kuşağının bel­ leğinde ise, şehirlerin ortasında kalan ve yaşadıkları felaketle adlandırılan harabe ve boşluklar.26 Bu nedenle, Birinci Dünya Savaşı şehir yangınları iki farklı düzeyde ele alınabilir: Bunlardan ilki, burada özellikle Anka­ ra örneğinde göstermeye çalıştığımız, yerel veya merkezi ikti­ 25

“Toplumsal tip”, toplumsal çevrenin parçası olarak ve toplumun içindeki farklı bakış açılan tarafından oluşturulan, bu nedenle “bir duygusal, hissi iliş­ kiler kümesi veya buluşm ası... [ve] bir toplumsal ilişkiler demeti |ile/olarak] görselleştirilebilen ve anlaşılabilen ...” imgedir. Sosyolojik tahayyülün ürünü olan “toplumsal tip”, niceliksel istatistiğin aksine, betimsel, edebi ve görsel bir analiz aracı olduğu için, anlattığı dünyanın ve özellikle duygulann anlaşıl­ masında ve aktarılmasında edebiyat hatta sinema kadar etkindir. (Ulus Baker, Kanaatlerden İm ajlara: Duygular Sosyolojisine Doğru, Birikim, İstanbul, 2010, s. 90-107; ondan çok şey öğrendik).

26

Amasya ve Diyarbakır gibi, Ankara’da yanan mahalleler de 1950’lere kadar imar görmemişti, “Yangınlar” adıyla anılırlardı (1929 Ankara doğumlu Sn. Mehmet Fevzi Esin’in tanıklığı; arşiv aşamasındaki katkılarını şükranla anı­ yoruz).

218

darın tasarrufundaki nüfus, mal ve servet dolaşımı, yani, teh­ cir, iskân ve emval-i metrukenin denetimi ile ilgili işlevleridir. İkincisi ise, yönetici kadronun ve toplumun kolektif belleğin­ de yer tutan göstergeler ile bu göstergelerin harekete geçirdiği, iktidar tasarrufunun nesnesinden ziyade, belki de gizli öznesi olan duyguların “ekonomi-politiği” ile ilgili işlevleridir. Bu iki düzey arasındaki ayrımı çizmek ve sonrasında ilişki­ lerini belirlemek zordur:27 Hıristiyan mahalleleri, izlenen teh­ cir, iskân ve emval-i metruke siyasetinin bir sonucu olarak mı yanıyordu, yoksa 19. yüzyıldan itibaren kolektif belleğe kazın­ mış ve özellikle Balkan Savaşı’ndan sonra hınç yaratmaya başla­ yan gösterge düzeyindeki hâkimiyetlerinin sona ermesi adına, nüfus ve sermaye gibi savaş zamanında daha da değer kazanan kaynakların heba edilmesi (Erdek), kentlerin ekonomik çöküş, açlık (Bitlis), mesken kıtlığı ve hastalıklar sonucu kırılganlaş­ ması, muhacirlerin evsiz kalması, lojistik kabiliyetinin azalma­ sı (Diyarbakır) hatta savaşın kaybedilmesi28gibi ağır bedeller mi ödeniyordu? Kaynakları “matematik uslamlama” ile denetleme iradesi mi ağır basıyordu, korku, vs. gibi duygular mı? Döne­ min yangınlarının doğal olmadıkları varsayılırsa, Geertz’in formülasyonu ile yıkım mı iktidarın hizmetindeydi, yoksa ikti­ dar mı yıkımın? Falih Rıfkı ve Alice Odian Kasparian’ın soru­ ları hâlâ cevapsızdır.

27

Antropoloji literatüründeki ters yöndeki görüşlere rağmen, örneğin Clifford Geertz, Bali krallıklarında, ritüelin, iktidarın meşruiyetini sağlayan değil, ik­ tidarın imkânlarım kendi varoluşu için seferber eden özerk bir mahiyet oldu­ ğunu öne sürmüştür: “İhtişam iktidarın değil, iktidar ihtişamın hizmetinde­ dir” (N egara: The Theatre State In Nineteenth-Century Bali, Princeton University Press, Princeton, 1980, s. 13). Son dönem Osmanlı tarihyazımında, örne­ ğin yasa veya ritûel, iktidara meşruiyet sağlayım birer araç olarak ele alınmış (Deringil (1999), s. 166; Karatepe (2004), s. 209-12; Özbek (2002), s. 32931), ancak zamanla başlı başına birer amaç haline gelişi daha az incelenmiştir (Deringil (1999), s. 174).

28

Mann (2 0 0 5 ), tehcir ve kırımın, Osmanlı yenilgisinde payı olduğunu iddia eder (s. 179).

219

E kler

EK A

1916’dan Önceki Ankara Yangınları

1873 Yangını: "[1289'da]... Erzurum, Ankara, Bursa'da vuku bulan harikler telefat-ı külliyeyi mucib olmuştur."1 1881 Bedesten Yangını: Bazı kaynaklarda yer alan bu yangınla ilgili her­ hangi bir veriye ulaşılamamıştır.2 1893(?) Yangını: Sadaret'e yazılan 1 Eylül 1309 (13.9.1893) tarihli yazıda, “itfa-i harik hususunda hüsn-i hizmetleri meşhud olan belediye reisi Ha­ cı Süleyman ve Ankara redif 1. taburunun depo(?) memuru mülazım-ı sani Ömer Efendilerle belediye ser müfettişi Hacı Abdurrahman Ağa'nın bi­ rer kıta iftihar madalyası ile taltifi hakkında Ankara Vilayeti'nden tevarüd eden 14 Ağustos 309 tarihli... tahriratsan3 söz edilir.4 1

Münir Aktepe (haz.), Ahmet Lütfi Efendi Tarihi, Cilt XIV, TTK, Ankara, 1991, s. 33.

2

Tunçer (2001), s. 42.

3

BOA.DH.MKT 143/82; Karay (2009a), s. 61.

4

Ankara’da, 1893 Martında, Abdülhamid karşıtı propaganda, vs. nedeniyle tu­ tuklanmış yüze yakın Ermeni hapistedir. Merzifon Amerikan Koleji hocalanndan Tomayan ve Kayayan’ın adlarıyla bilinen ve alelacele görülen davada, bazı cezalar düşürülürken, Tomayan ve Kayayan affedilmiş; ancak beş Erme­ ni Ankara’da 1 Ağustos’ta asılmıştır. Yangının bununla bağlantılı olma ihti­ mali yüksektir. Sonrasında icraatı ve kişiliğinden övgüyle söz edilen Vali Abidin Paşa azledilerek yerine muhtekir olmasıyla ve Ermenileri kışkırtıcı hare­ ketleriyle tanınan, eski Sivas valisi Memduh getirilir. Ardından 12 Arahk’ta Ermeniler Müslümanlara saldırarak 10 kişiyi yaralar (Bilal Şimşir, British Documents on Ottoman Armenians III, TTK, Ankara, 1989, s. 183, 246-8, 257-9, 292). Ahmet Fehim Bey şöyle anlatır: “Birdenbire işlerimiz bozuldu. Çünkü...

223

1899 At Pazarı Yangını: Dahiliye'den Sadaret'e yazılan 21 Mart 1315 (=2.4.1899) tarihli yazıda, "Cumartesi gecesi saat 8 raddelerinde Ankara kasabasında esb pazarı mevkiinde ateş zuhur ederek 3 han ile 110 dükkân ve mahkeme-i ticaret ittihaz kılınmış olan mahal muhterik olduğu halde harikin itfa olunabildiği ..."5 bildirilir. 1903 Frer Okulu Yangını: 10 Nisan 1319 (=23.4.1903) tarihli yazıda, An­ kara'daki Frer rahibleri okulunun mevcudiyeti tasdik edilmiş olduğundan mekteblerinin açılmış olduğu belirtilir.6 Okul aynı yılın Aralık ayında yan­ mıştır.7 Ankara Valisi Cevad'dan İstanbul'a gönderilen 5.2.1904 tarihli ya­ zının ekinde, "Frerlerin mekteb ittihaz edecekleri haneden zuhur ettiği ve esbabı ise dikkatsizlik eseri olarak mezür hanedeki soba borularının bozulub çatı saçağının ateş almasından ileri geldiği anlaşılmış ve yangının zu­ hurunu müteakib mahal-i harike memurin-i lazıme ve alat-ı mevcuda sevk ve irsal ile tedabir-i itfaiyeye itina olunmuş ise de evvelce arz olunduğu vecihle sokakların gayet dar ve evlerin pek mülasık olması ve bazı hanelerin tarz-ı atik üzerine bina edilmiş bulunması ve yangının gecenin nısf-i ahi­ rinde başlaması hasebiyle men-i devamı imkânı hasıl olamayarak on saat kadar imtidad etmiş [=uzamış] ve son derecede sarf olunan mesai ve ik­ dam neticesi olarak bazı hanelerin hedmi [=yıkılması] suretiyle ancak bir daire içine alınabilmiş olmasıyla yalnız yirmi dört hane ve birkaç dükkânın tamamen ve 13 hane[nin] de kısmen muhterik olduğu halde itfa edilmiş harikzedegândan muhtac-ı muavenet olanlar... münasib mahallere yerleş­ tirildiği gibi nan-ı aziz [=ekmek] itası ve levazım-ı saire de tedarik ve istih­ zarıyla temin-i istirahatleri ve iaşeleri(?) de istikmal olunduğu ve Eskişe­ hir'den celb olunan itfaiye takımı Ankara Belediyesi'nde mevcud olan itfa­ iye ile beraber ihtiyaten mahal-i harikde münasib mahallere tertibf?) olun­ mak ve bu mevkilere de memurin-i lazime ikame edilmek suretleriyle ittihaz-ı tedabir olunduğu..." bildirilir.8 "İhtiyaten" alınan tedbirlerden anlaşıldığı kadarıyla, “dikkatsizlik eseri" ilave yangınların çıkma olasılığından korkulmaktadır.

Ermeni olayı dolayısıyle bir gece içinde, Ankara’daki tekmil şapkalar süpürül­ müş [?]; Kayseri’den getirilen dörtyüz amele hapishanelere «kılmıştı.” (Alpman (1997), s. 85) 5

BOA.DH.MKT 2184/105.

6

BOA.MF.MKT 714/46.

7

BOA.DH.MKT 818/63.

8

BOA.Y.PRK.UM 68/40.

224

EKB

Ankara Yangını P eyam -ı S ab ah gazetesi, 26 Ağustos 1921

Serlevhaya bakıp da son Anadolu vakayi [=olayları] münasebetiyle bir ci­ nas ve bir telmih [=ima] yaptığıma zahib olmayınız [=zannetmeyiniz]; ben bu makalemde sadece bir vakayı, fl tarihinde Ankara'da bulunurken şahid olduğum bir (harik-i hail)i [=korkunç yangını] mevzu bahis edeceğim, icad ü ihtira [=yenilik yapmak] suretiyle zor ve yorucu bir zemin bulmağa çalışacağıma, bugün ben de bir hatıra anlatacağım. Ankara'nın en çok is­ mi geçtiği şu sırada bir (Ankara Yangını) makalesi hiç zannetmem ki aykı­ rı ve [?] düşsün! Ben ki İstanbul'un yangınlara kanıksamış birgürg-i baran[dide] ^ d e n e ­ yimli adam]... hayır, bir gürg harikdidesi [=yangın konusunda kurt gibi de­ neyimli olan] idim, doğdum doğalı yangın seyrinden biran hali kalmamış, alev, duman, enkaz temaşasına kesb-i ülfet [-alışkanlık] etmiş idim, be­ ni değme harik ürkütemez, değme afet korkutamazdı... Alelhusus [=Hele de] ilan-ı Meşrutiyetken beri etrafımda hep bir yangın manzarası arandım, yangın eş[l]iğinde ve tulumbacı naraları içinde görmeye tamamen alışmış olduğum cihetle yangın karşısında bir gurub, bir şehrayin [ışıklandırılmış şehir], bir sinema seyreder gibi telaş ve teessüre kapılmayacağım bedihi [=besbelli] idi. Fakat Ankara yangını bildiğim, işittiğim, yangınların hep­ sinden azılı ve azman çıkdı; tam iki gün, üç gece sürerek kasabanın dört­ te üçünü, hem de en iyi kısmını yaktı, koca bir vilayet merkezini bir nahiye kadar ufaltıp daralttı; köye çevirdi. Yine böyle, bir Ağustos ayı içinde, yani bir mutad patlıcan mevsimin­ de idi. Sıcaktan bunalıp kendimizi yerden yere attığımız bir yakıcı gece ya­ 225

rısı henüz dalar gibi olmuştuk, sokakta sesler ve uzakta çanlar işittik; bi­ zim mahalle erkekleri sürülmüş, fakat kadınları lütfen bırakılmış olan Kato­ lik Ermeni mahallesi idi. Camı sürdüm ve aşağıda, yarı karanlıkta birbiriyle ürkek ürkek konuşan yassı gölgelere'Ne var?"Ne oluyor?'diye sordum. -Yangın var! dediler. Yangın mı? Adam sen de... Bu yaprak oynamayan durgun gecede önü bastırılmaktan kolay ne vardı, biraz sonra söndüğünü haber alacağı­ mıza hiç şüphem yoktu. Mamafih İstanbul'dan çıktım çıkalı yangın görme­ miştim, görememiştim, itiyad ve merak saikiyle taraçaya tırmanmak, üç buçuk senede bir defa olsun iri bir alev ve keskin bir ışık seyretmek arzusu­ na dayanamadım. Harb ilan edileli beri Anadolu içinde petrol gül yağı pa­ hasına çıkmış, dirhemle satılıyor ve yüreğimiz eriyerek yakılıyordu. Yan ta­ raftaki dolab kapısını açtım, tirbişon gibi dimdik ve dasdaracık bir merdi­ veni el ve ayak yardımıyla çıkararak üzeri sırlı dama çıktım: Uzakta, şehrin göbeğinde avuç içi kadar bir alev parçası, Karagöz perdesinin meşaleleri gibi ara sıra tutup is vererek sakin sakin sallanıyor ve kendi kendiliğinden sönmeğe hazır, adeta basılıyor, tüketiliyor, kararıyordu. - Böyle yangın mı olur, dedim, bu bir meşale! indim ve yattım. Fakat sabahleyin, erken, sokağın şimdiye kadar işit­ mediğim bir velvelesi içinde uyandım. Yangın hâlâ devam ediyordu; hat­ ta diyorlardı ki, şayed bilmem hangi Hacı[?] Misak veya Karabet Çakşıryan'ın konağı tutuşursa önüne geçmek güç olacakdı. Bittabii taraçayı tek­ rar boyladım; yangın bu sefer yangına benzemişti; simsiyah dumanlar, kı­ vılcımlar, havanın boşluğunda sallanan alevli tahta parçaları ve bir de kızılımsı[?] bir fırın sıcağı. Bunu gördükten sonra düşünmeğe daldım. Ankara'nın yolları ne kadar dar ve ne kadar ivicaclı [=kıvrımlı] idi... Bazen karşı karşıya el uzatılınacak kadar sık cumbalar vardı ki altı hiç güneş göremediğinden rutubeti o sıca­ ğa rağmen Temmuzda bile kurumazdı. Sonra evler hep ahşap ve bağçesizdi. Daha sonrası da şehirde su hiç yoktu; yer testisine beş kuruş vererek yalvara yakara tedarik edebilir ve ancak yüzümüzü yıkayabilirdik... Yüksüzlük[?] ve bu şeraitle büyümüş, büyümeğe vakit verilmiş olan yangının bir afet kesilmesi ihtimali pek çoktu. Giyindim, sokağa fırladım. Yanıyordu; hışıldaya hışıldaya, uzana ilerleye, yuta yaka müdhiş bir kud­ retle, bir solukla!?] yanıyordu. Sanki her evin altında bir ayrı körük işleye­ rek ateşi üflüyor, şiddetini artırıyordu. Buna karşı civar halkı eşyasını kur­ tarmakla uğraşıyor ve bizim gibi uzak semtlerdekiler de seyr ile iktifa edi­ yordu. Zaten ahalinin çoğu bu mevsimde bağlara taşınmıştı. Öyle konak­ lar yandı ki kapısını açmağa bile vakit bulunamadı; Ankara'nın bu yangı­ 226

nından evvelki halini bilmeyenler zannedebilirler ki yanan evler ufacık damlardan ve eşya ise döküntü şeylerden ibarettir. Öyle değildi; mermer merdivenli yirmi odalı konaklar, kuyruklu piyanolar, giranbaha [-kıymet­ li] halılar ve billur avizeler yanıyordu. Ermeni zenginlerinin senelerden beri takatfersa [^dayanılmaz] bir gayretle çalışıp elde ettikleri mal ve eşya öy­ le döküntü şeylere, saç mangallarla ot minderlere inhisar etmiyordu. Kıy­ metli ve ağır mallardı. Kurtarılıp da genişçe bir meydana konulan bu kabil bir eşya yığını, bir aralık, kendi kendine, uzaktan, an-ı vahdedde tutuşuyordu. Arasında tam on dört piyano saymıştım; on dördü de inleye, inleye, feci bir ahenkle ya­ nıp kül oldu. Daracık yollar araba ve eşya denkleriyle dolup tıkanmıştı. Ar­ tık söğmek[?], hatta kaçmak kabil olamıyordu; yangın beş altı kola ayrıla­ rak adeta seke seke ilerliyor, sanki "her tarafı birden yakamıyorum, uzuyor, acele edeyim"diye düşünüyormuş gibi sıçrıyor ve garlarda muhtelif istika­ metlere giden lokomotifler gibi sağa sola dumanlar tüttürüyordu, hohlaya pohlaya koşuyor, telaş ediyordu. Derken yaralılar ve ölüler görünm eğe başladı. Teskereleri ^sedyele­ ri] "Varda! Destur! Kaçılın!" diye haykırarak taşıyorlardı!?], işte bu ana baba gününde, tam bu kızgın ve azgın saatte karşıma İstanbul'dan yeni gelmiş bir ahbab çıktı. Birbirimize sarıldık ve karşılıklı o kadar söyleyeceğimiz var­ dı ki lalettayin bir yere, bir binaya daldık. Burası eski Frerler mektebi, yeni bir hastahane idi. Tahliye olunuyordu. İki sandalye bulduk ve konuşmağa başladık. Etrafımızdaki yaygaranın, feryadın ve ah ü zarın [= inilti ve göz­ yaşının] haddi hesabı yoktu. O ne telaş, o ne uğultu, o ne sıcak ve ne kıya­ metti... Fakat biz farkında değildik; o İstanbul'daki İttihatçıların ada rezillik­ lerini, o dondurma için İstanbul'a gönderilen çatanaları, o kahpelerin ya­ taklarına serilen banknot destelerini, o ihtikâr [=yolsuzluk], o irtişa ^ rü ş ­ vetçilik] ve o fezaihi [=rezillikleri] nakl ediyor, bütün zihnimi kavurub baş­ ka bir şey düşünmeme meydan vermiyordu. Bir aralık -'Yahu, yanacaksınız, çıkınız'

[Arka sayfa]1 diye bir ses oldu, iki kişi kolumuzdan çekti; fırladık; baktık ki bina tutuş­ muş, [?]. O zaman yangının daire-i tevsiini tedkik [?]. Ne göreyim, bulun­ duğum evden dört ev [?] bir dam çatır çatır yanıyordu... Sağ [?] olarak dön­

1

Birçok kelime cilt katında kaldığı için okunamadı.

227

düğüm zaman beni enkaz altında kaldı[?], yaralandı veya yandı diye telaşa düştüklerini!?] öğrendim: - Aman eşyamızı [?] haykırdım, 3,5 senelik daimi [?], bir yolculuk hayatının verdiği bir meleke ile[?] hemen[?] denkleri bağlamağa, halılarımı sarmağa başla­ dım!?]. 20 dakikada hazır olmuştum. [?] bir askeri doktor araba gönder­ di, [?]rdik ve onlara - Deh!! dedik [?]; ev, bu işareti bekliyormuş gibi derhal [?]. Dostluğunun ilelebet minnettarı [?] bir zat yangının yetişmesi ihtimali olmayan [?] uzak semtte­ ki evini bize, bu menfazede [=sürgün mağduru] harikzedelere!?] açtı. Kur­ tulmuştuk. Fakat yangın [?]; bütün gün yandı, bütün gece [?] ertesi gün ve gece de yandı. Ah o [?] o ne dehşetti! Daracık sokaklı, [?] şehrin geceli gün­ düzlü yanışı, [?] o ateş ve o velvele bana eski Roma'yı hatırlatıyordu!?]. Ve vali, bu dehşet karşısında [?] bir çehre ile Neron gibi donuk, [?]nde bir mevkib [=refakatçi], aheste aheste dolaşıyor, [?] geçiriyordu. Fakat adamcağı­ zın başka elinden!?] ne gelecekti, ben de olsam öyle [?]... [?]lar şehrin civa­ rında tarlalara yayılmışlardı. [?] ne bir damla suları, yiyecek ne bir lokma [?] vardı. Eskişehir fırınları o [?] Ankara için çalıştı ve ekmek bize [?] yoldan gel­ di. Kasabada dükkân [?] han, hamam, hiçbir damaltı kalma [?] ve hiçbir sa­ nat için alet, edevat [?] [?] bu yangın beni Ankara'dan ilelebed tahlise [=kurtulmaya] [?] o za­ man Talat henüz Dahiliye Nazırı değildi!?] 'Evsiz kaldım, Bilecik'e naklimi müsaade ediniz!?]!' diye bir telgraf çektim. Nasılsa [?] buyurdu ve ben de, aziz ve tatlı hiç [?] [?], kapkara, kavruk Ankara'dan [?] vesile ile yakamı dar kurtardım. Ankara'yı!?] o derece sevemedim ki siyasi hasımlarım [?]ciler orasını merkez ittihaz ettikleri zaman!?] adeta!?] memnun oldum; 'Layıkını bul­ du!'[?]dim. Meğerse yangından sonra Ankara [?] görmeğe namzetmiş!... Refik Halid

228

EKC

Öç M arşı

Türk Ordusu orman gibi doğrandı, serildi Türk yavruları süngü ucundan geçirildi, Türk aileler inleyerek hâke çekildi, Bir kıtayı ıslattı kanın ey ulu millet! Git git, onu gayzınla [=gazap] kurut... yetti bu zillet! Binlerce beşik geçti yere, çıktı mezarlar, Baksan, yine her bir taşın altında mezar var, Sıksan, her avuç toprağı, masum kanı damlar Masum kuzular makberidirTürk ili Balkan: Git, bağrına bas, ezmesin artık onu düşman! Öz yurdunu gel dinle: Nasıl çınlatıyor çan, Feryad ediyorken onun altında şehidan! Feryad ediyorken şehid oğlun, ulu hakan! Gayzın, ateşinle yürü git, ey ulu millet, Balkanı, oTürk meşhedini [=şehitlik] eyle ziyaret!

229

Kin ateşi ver süngüne, bir yıldırım olsun. Çık kükre, yürü... Çan sesi ra'dmla [tehdit, şimşek] boğulsun Balkan yanıp akrep yuvası kan ile dolsun.. Ruhundaki öç volkanını söndür: Namus yüzünü, ey ulu millet yine güldür! Feyzullah Sacid (Ülkü) (Türk Yurdu, Cilt 5-6, sayı 66, Tutıbay baskısı, 2007, s. 306.)

230

EK D

Kendi Seslerinden Katolikler

1. Pozantı'da bulunan Ciyan(?) Vestivan ile beş bine karib [=yakın] An­ kara Katolikleri namına Murahhasa Krikordan Sadrazam'a çekilen 8 Eylül 331 tarihli telgraf1

"Mahalli hükümetin emri üzerine sekizyüzü mütecaviz [=aşkın] efrad ve ruhbanımızla Ankara'dan sevk ve Pozantı'ya muvasalat ettik [=vardık]. Adana cihetine sevkiyatımız berdevamdır. Katolik cemaatine mensub biz(?) AnkaralI kulları hakkımızdaki şu muameleyi ancak bir sehve(?) ih a ­ taya] atfedebiliyoruz. Zira hükümet-i seniyemize sadakat-i kadimemiz ve Ermenilerle adem-i münasebetimiz [=bağlantımızın olmaması] ind-i sarili­ lerinde derkâr [= devlet nezdinde belli] olduğundan Katolikler için de mahal-i sairede inayet buyurulan istisnadan]?) bizim de istifademizle asırlar­ dan beri en sadık bendegânı bulunduğumuz maskat-ı re'simize ^doğdu­ ğumuz yere] iademizi cemaatimiz namına istirham eylerim." 2. Bağdasaroğlu Agob (=?aynı isimli kişi, Bölüm VI) ve mahdumu Andon imzasıyla Dahiliye Nezareti'ne 25.5.1916 tarihinde gönderilen istida2

"Acizaneleri Ankara'da ticaretle ve fakat namus ve iffetiyle temin-i maişet eder [=geçinir] ve mensub olduğufbedim Katolik mezhebinin tesiriyle Er1

BOA.DH.EUM.2.Şb 11/10.

2

BOA.DH.EUM.2.Şb 22/1.

231

menilerden ve Ermenilikten pek eski zamanlardan beri ayrılmış ve Erme­ ni hainlerinin hayalhanelerinde [=zihin, muhayyele] yer bulmuş olduğunu işittiğim dolab denaet [=kötülük] ve hıyanete katiyen karışmamış sadık-ı devlet ve millet bir kulunuzum. Ermenilerin ceza ma layıklarını]?) gördük­ leri bir sırada kullarıyla mahdumum Andon [Osmaniye'de bulunan] Bah­ çe'ye nefy edildik. Ermeni Katoliklerin siyasetle asla ve kat'a iştigal etme­ dikleri ve şimdiye kadar devlete zerre kadar zarar ika etmedikleri ve daima sadakat ve itaat üzere kaldıkları... Nezaretiniz'ce... malum ve müberhendir ^ispatlanmıştır]. Fakat icraat [=?tehcir] sırasında arzuhal etmek muvafık olamayacağını ve ber guna tesir yapamayacağını zannederek istida-ı madeleti [=adalet dilekçesi] bu güne tehir eyledim. Ellibeş yaşında bir ihtiyarım. Saye-i devlette pek mesudane bir hayatı itibarane(?) geçirirken bugün şimendifer ameleliği yapıyorum. Tabii(?) o meşakkate vücudum (?) mütehammil [=dayanıklı] değildir. Bigünahım, mazlumum, merhamet ve adalet-i seniyelerine iltica ve dehalet ederek [=sığınarak] Ankara'da kadın ve çocukdan ibaret ailem nezdinde veyahud İstanbul'da dua-ı devletle meşgul olmak üzere bu iki mevkiden tensib bu­ yurtacağına azimet-i çakraname müsaade buyurulmasını istirham ve is­ tida eylerim..." 3. Damadı Topal Corci ile oğlu Katırcıoğlu Kirkor için valideleri tarafın­ dan verilen arzuhal3

"Acizeleri Ankara ahalisinden ve teba-ı devlet-i aliyenin Katolikmilletinden iken hasbelkader giriftar olduğumuz fakr ü zaruret saikesiyle bundan dört sene ikdam kerimem ve üç nefer ufak torunlarım ile Dersaadet'e gelmiş ve burada namusumuz dairesinde çalışıb çabalayarak temin-i maişet edmekde(?) [=geçinmekte] bulunmuş idik. Geçenlerde hükümetçe bir ma­ halden diğer mahale nakli iktiza edenler meyanında Ankara’da Hacı Mansur mahallesinde sakin bulunan damadım Frahoğlu(?) Topal Corci ile mah­ dumum Katırcıoğlu Kirkor dahi yanlışlık neticesi olarak Adana vilayetine tabi İslahiye kazasına Kürt bahçesi nam mahalline gönderilmiş ise de ba­ lada arz olunduğu üzere damadım ve gerek mahdumum öteden beri kemal-i iffet ve istikametle kendi iş ve gücüyle meşgul olub hiçbir vecihle na­ musu ve haysiyetleri lekelenmemiş olduğı hükümet-i seniyece malum bu­ lunduğundan lütfen ve merhameten mesbuk olan iffet ve sadakatlerine mükâfaten Dersaadet'e avdetlerine müsaade buyurulmasını kemal-i (?)le niyaz ve istirhameylerim." 3

232

BOA.DH.EUM.2.Şb 23/15.

4.

Oğlu Agob için babası tarafından 6.6.1916 tarihinde Dahiliye Nezare-

ti'ne verilen arzuhal4

"Muhterem efendimiz, oğlum Katolik millet-i sadıkasından olub Karamanoğlu kulları şimdiye kadar gerek mehafil-i aile [=aile çevresinde] ve gerek zabıtaca namus ve sadakatla tanınmış velev edna-ı mertebesiyle [=en kü­ çük] bir suihali görülmemiş olduğu gibi(?) kendimiz AnkaralI olduğu hal­ de on senedir payitahtta ikamet ettiğimiz müddet zarfında hiçbir suretle lekelenmemiştir. Merkum Agob kulları Ankara'daki bazı işlerinin tesviyesi [=halli] zımnında 14Kanun-ı Sani 1331 [=27.1.1916] tarihiyle ita buyurulan müsaade üzerine mezkûr tarihli azimet ve avdeti mabeyn [=gidiş-dönüşü arasında] bir kıta vesika mucibince Ankara'ya azimet etmiştir. Bundan bir­ çok mah mukaddem [=ay önce] Ankara'dan Konya'ya tebid edilenler meyanında [=sürülenler arasında] merkum Agob kulları da [Nisan 1916'da] sehven sevk edilmiştir. Muhterem ve ali Müşfik Beyefendi hazretleri, ağlamaktan gözlerimgör­ mez bir hale geldi. Hûda alim[=Tanrı biliyorya] feryad ediyorum. Ailemizin reisi bulunan ve bütün idaremizin temini merkum kullarına münhasır ka­ lan Agob'un müsaade-i mahsuse ile gittiği ve bilahare sehven sevk oldu­ ğu Konya Koçhisar'dan İstanbul'a avdetine müsaade-i fahametpenahilerinin emr ve irade buyurulmasını pek suzişli [=acı] bir surette tazarru ^ni­ yaz] ve sıdk-ı maruzat-ı acizanemin(?) [=isteğimin hakikiliğinin] lütfen bidiriğ [= kabul edilebilir] buyurulmasını istirham ederim...." Polis müdür-i umumisinden Dahiliye'ye verilen 4.5.1916 tarihli cevapta, "Aslen Ankara ahalisinden olan Agob'un Ankara'ya azimetine seyahat va­ rakası ita edilerek müsaade olunduğu ve burada validesinin iaşesini temin edecek diğer bir kardeşi bulunduğundan merkumun avdeti[nin] münasib olmayacağı maruzdur"cevabı verilir.

4

BOA.DH.EUM.2.Şb 24/32.

233

EKE

Tehcir/Taktil Înceleme/Yargılamalan

Mütareke'den sonra Ermeni tehcir ve taktili nedeniyle tutuklananlar, yar­ gılanmak üzere İstanbul'a götürülür. Ankara Valisi Muhiddin'in 5.4.1919 tarihli şifresine göre, “taht-ı tevkife alındıkları arz olunan eşhastan Müfid Hoca, Attarzade Sadullah, Kınacızade Şakir, Fincancı Kara Mehmet, istinaf Müdde-i Umumisi Haydar Bey, Eczacı Şevket ve Nüfus Müdürü Faik Efen­ dilerle birlikte Dersaadet Divan-ı Harbi Örfi Müstantikliği ile riyaset-i(?) umumisince(?) vuku bulan taleb arzusuna [binaen] bugünkü trenle Dersaadet'e azimet kılındı."1 7.4.1919 tarihli bir gazete haberine göre, "İT çetesinden Kırşehir müftüi sabıkı Müfid Hoca, sabık mebuslardan ŞeyhTayyib ile oğlu Şemseddin tüccardan Fincancıoğlu Kara Mehmed, Karabiberzade Haşan, yine tüccar­ dan ve harb zenginlerinden Hakkı, Avni, Kınacızade Şakir, istinaf müddeii umumisi Haydar, Eczacı Şevki, nüfus müdürü Faik tevkif edilerek taht-ülhıfz Dersaadet'e müteveccihen [=doğru] yola çıkarılmışlardır."2 Başka tutuklular da vardır: Komiser muavini Ali Rıza, Bala Jandarma Ça­ vuşu Ayaş, Keskin Jandarma Çavuşu Mehmet, Ankara Tevkifhanesi'nden mevkuf Bostancı Hacı Mahmud, (?)lı Hacı, İstanoslu Haşan, Ankara Jandar­ ma Neferi Balalı Haşan, Ankara Jandarma ikmal efradından Salih, Ankara­ lI debbağ Mehmet, Polis Reşad, Arpacı Şekib, AnkaralI debbağ (?), AnkaralI Akif, asker neferi AnkaralI Ali Rıza, İstanos Jandarma Çavuşu Seyid Ahmed, 1

BOA.DH.ŞFR 624/89.

2

"Ankara’da Tevfikat”, Alemdar, 7.4.1919.

235

Beynam(?) karyeli Cemal imzalarıyla, 11.8.1919'da gönderilen telgrafta, "Tehcir maddesinden dolayı Ankara'da 6 aydan beri mevkuf bulunmakta­ yız. Evrak-ı tahkikatımızın ikmal olduğu ve muhakememizin divan-ı harbde görüleceği istihbar kılınmaktadır. Her birerlerimiz yevm-i (?) ve maşiyetimizi tedarikten aciz ve fakir takımından olub burada infak-ı iaşelerimiz ailelerimizin say [=çaba] ve eşya-ı (?)mizin füruhtu suretiyle temin etmek­ te bulunduğumuzdan Dersaadet'e izamımız halinde bu cihetten ma-aile perişan olacağımız derkardır. Bahusus adedi kesir (?) olan ve birçoğu fakir bulunan şahidin Dersaadet'e celbleriyle (?)leri halinde muhakememizin senelerce sürüncemede kalacağı ve bu cihetten dolayı (?) ve sefaletimizi mucib olacağı cihetle muhakememizin Ankara adliyesinde rüyet edilme­ sine insaniyet ve adalet namına müsaade buyurulması"3 istenir. Patrikhane'ye giden şikâyetlere göre, "tehcir ve katliamlara karışan İtti­ hatçılar arasında... Şemseddin ve Necati Beyler dışında, Kara Mehmed, Kır­ şehir müftüsü Müfid Hoca, Osmanlı Meclisi'nde mebus Tabib Efendi, Çin­ gene Hakkı Bey, Belediye Eczacısı Şevki Bey, Orman müdürü Ahmed Neşed başlıca sorumlulardı. Tehcir ve katliamlardan sorumlu başlıca hükü­ met görevlileri şunlardı:... geçici vali Atıf Bey, Müslüman muhacirlerin is­ kânından sorumlu Topçu Ziya, belediye reisi Rasim Bey,... polis teşkilatı­ nın başına getirilen parti temsilcilerinden Bahaeddin Bey, komiser Musta­ fa Turhan [muhtemelen Mustafa Durak] ve Rahim İbrahim beyler, hapisha­ neler müdürü İbrahim Bey, Osmanlı Bankası müdür yardımcısı Kara Böb­ rek Haşan Efendi, jandarma komutanı Çerkeş Kahmi. Ermeni mallarının yağmasından sorumlu Emval-i Metruke Komisyonu mensupları şunlardı: Karabekir Haşan Bey, Fincancızade Mehmed Şemseddin Bey ve komisyo­ nun başkanlığını üstlenmek üzere Çorum kaymakamlığından ayrılan Si­ vas mebusu Nasreddin bey. Yereldeki silahlı çetelerin tesisinin ve erkekle­ rin katlinin başlıca sorumluları şunlardı: Sivrihisarlı Eczacı Kütükçüoğlu Zi­ ya, İsmail Bey.Tüfenkçi Ali Bey ve Eczacızade Şevket."4 Muhiddin Dahiliye'ye gönderdiği 9.4.1919 tarihli telgrafta şöyle yazar: “tehcir ve taktil meselesi en ziyade bu vilayette tahaddüs etmiştir. Ger­ çi buraya tehcir müdde-i umumisi ile müstantık [=savcı ve sorgu hâkimi] izam buyurulmuş... ise de... mesail-i mevcudenin halli uzun vakitlere muh­ taç olduğundan başka... muamele kâğıdlar üzerinde deveran ederek g ö ­ rülecek netice hemen hiç mesabesinde [=noktasında] olacaktır. Mesail-i mezkûreye [=söz konusu meselelere] müteallik tahkikattın] bir kısmı ise merkez vilayette ve sair-i mülhakatta ve bir kısmı da Dersaadet Divan3

BOA.DH.EUM.AYŞ 74/22.

4

K evorkiatı(2014),s. 12-3.

236

i Harbi örfisi'nde cereyan etmekte ve maznunlardan bir kısmı(?) Dersaadet'e celb olunmakta bulunduğundan cihet-i adliyece yapılmakda olan tahkikattın] (?) bilahare teveccüh-i mahkeme edilmek üzere Dersaadet'e şevki zarureti hasıl olacaktır. Binaenaleyh bu vilayete müteallik tehcir ve tenkil mevaddının ruyeti ve acilen neticelendirilmesi için bir Divan-ı Harbi Örfi teşkili ve izamı ehemm-i umurdan görülüyor."5 İstanbul'a gidenlerin 12.4.1919'da tahliye edildikleri ve Ankara'ya dön­ dükleri anlaşılıyor: Muhiddin'in bu tarihteki telgrafına göre,"Dersaadet Divan-ı Harb-i Örfisi'nden izamatı buyurulmuş yedi şahsın memura tevfikan Dersaadet'e izam kılındıkları 5 Nisan 35 tarihli... tezkere ile arz olunmuş­ tu. Muahharan [=sonradan] dahi 10 kişi (?) bu sene gönderilmiş idi. Eşhas-ı mezkûre Dersaadet'te Divan-ı Harb-i Örfi'ye muvasalatlarını müteakib tahliye edilerek serbest bırakıldığı buradaki ailelerine çektikleri telgraf­ larından anlaşılıyor. Bir kısmı tehcir ve taktil ve diğerleri yağma(?) ve kısmı diğerleri de Ittihadçılara yardakçılık etmiş olan bu eşhasın böyle sureti izamı fevkalade bir hüsn-i tesir icra etmiş idi. Şimdi şunların serbest bı­ rakılmaları buradaki taraftar (?) şımarıklığa başlamış eşhas-ı merkumenin avdetlerinde istasyon[d]a bir olay tertib ve sevk ederek gelenleri iştial et­ mek [=heyecanlandırmak] suretiyle karşı bir nümayiş yapmak(?) istedikle­ ri... (?) bazıları tarafından vuku bulan ihtar üzerine sarf-ı nazar edildiği ha­ ber alınmıştır. Her fırsattan istifade hükümet-i hazıre aleyhine her türlü ter­ tibat ve tahrikâttan hali kalamayacaktır. Ve 2 Nisan 35 tarihli... şifre ile de arz olunduğu üzere bunlarda[n]... (?) bir kısmı tevkif edilmek ve memuri­ yetten olanlar dahi tard edilmiştir]... Buradan gönderilmiş olan[ların] av­ det ettirilmemesi ve Ankara tehcir ve taktil ceremesinin cihet-i adliyeye bırakılmayarak teşkil edilecek bir divan-ı harb-i örfi marifetiyle rüyet ve mücazat-ı muktezisinin bila tereddüd tatbik-i icra ettirilmesi[nin] selamet-i memleket (?) namına elzem görüldüğü maruzdur."6 öyle anlaşılıyor ki, Muhiddin'in bu hamlesi Ankara'daki İttihat kadrola­ rınca daha önce haber alınmış ve bir hükümet darbesi hazırlanmıştır: An­ kara vilayetine 21.3.1919’da gelen şifre ile'Mektupçu Sadık Vicdani ve Jan­ darma Alay Kumandanı Rasim ve Defterdar Yahya Galip ve Polis Müdürü Muharrem ve İstinaf müddei umumisi Haydar ve Mebus Hacı Tayyib Efendi'nin m ahdumu Şemseddin Beylerin Vali-i sabık Azmi Bey'in malumatı tahtında bir darbe-i hükümet hazırladıkları ve eşraf ahaliyi amal-ı hainanelerinin husulüne tavassut eyledikleri haber alınıyor. Hemen tahkikat... ifasıyla bu fiile ceraimleri tebeyyün ettiği takdirde haklarında lazım gelen 5

BOA.DH.ŞFR 625/28; BOA.DH.EUM.AYŞ 5/23.

6

BOA.DH.ŞFR. 625/112.

237

muamele yapılmak üzere serian malumat itası" istenir.7 Ankara'daki İtti­ hatçı ayaklanması, çokça yazıldığı gibi, İzmir’in işgalinden sonra değil, he­ nüz 1919 Martında ve Ermeni tehcir ve taktil suçlularının cezalandırması söz konusu olduğu zaman baş göstermiştir.8 Tahkikat bu olaylardan sonra, oldukça geç bir tarihte başlamış; müta­ reke gazetelerine göre, "gerek Ermenilerin ve gerek hususat-ı sairede An­ kara'da vukua getirilmiş olan suiistimalat hakkında tedkikatda bulunmak üzere komisyon-ı mahsusanın talebi üzerine Dahiliye Nezareti'nden An­ kara'ya mülkiye müfettişlerinden Fuad Bey gönderilmiştir. Tedkik-i seyyiat komisyonu bazı vilayata gönderilmek üzere daha 5 müfettiş istemişti. An­ kara'ya hukuk-ı şahsiye hakkında tedkikatta bulunmak üzere Adliye'den ayrıca heyetler gönderilmiş ve gönderilmekte bulunmuştur."9

7

BOA.DH.ŞFR 97/353.

8

Heyet-i Temsiliye muhtemelen bu kuvvetli İttihatçı damar yüzünden Anka­ ra’yı tercih etmiştir.

9

Sabah, 5.12.1919.

238

EKF

Yakınlaşmanın Şafağı: 1922 Sovyet Elçiliği Yangını

14 Ağustos 1922 Pazartesi tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde “Dünkü yangın: Rus sefarethanesi ve etrafındaki birçok evler küle münkalib oldu [=döndü]“başlıklı yazıda, ayrıntılar verilir:

"Dün gece saat dokuz raddelerinde bir kaza neticesinde Rus sefarethane­ sinde zuhur eden yangın gazetemiz makineye verildiği zamana kadar de­ vam etmiştir. Vesaitin adem-i mevcudiyeti ve rüzgârın esmesi yangının tevsiine sebeb olmuştur. Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Müdafaa-i Milliye Vekili Kâzım [Özalp] Paşa, Dahiliye Vekâlet Vekili Fethi [Okyar] Bey, Umum Jandarma Kumandanı Galibi?] ve Ankara Mevki Kumandanı Fuad [Bulca?] Beyler yangın mahalline gelmişlerdir. Sefarethanenin kar­ şı tarafındaki evler yandığı gibi arkasındaki Musevi mahallesindeki pansi­ yonlar da yanmakta idi.” "Sovyet Elçisi Medivani['ye]... Kurşunlu Cami yanında geniş bir b in a .. veril[miş]di. Etraftaki evleri de hükümet tahliye ettirerek bu binaya ilave etmek suretiyle geniş bir sahaya yerleştiler."1 Bina, "Kurşunlu Cami'ye ba­ kan bir sokak içindeki bir Hıristiyan eviydi".2 Kasım 1920'de Ekim Devrimi'nin üçüncü yıldönümünde açılmıştı.3 1

Damar Ankoğlu, “Hatıralarım", Tan gazetesi, İstanbul, 1961, s. 205.

2

Ozan Sağdıç (tasarım), B ir Zam anlar Ankara, Büyükşehir Belediyesi, Ankara, tarihsiz, s. 99.

3

Mehmet Perinçek, A tatürk’ün S ov y etlerle G örüşm eleri, Kaynak, İstanbul, 2005, s. 9.

239

15 Ağustos tarihli Hâkimiyet-i Milliye'de yangının ismi değişmiştir: Ha­ ber, "Kurşunlu Camii yangını tafsilatı: Susuzluk, teşkilatsızlık yüzünden otuzbir hane, bir dükkân, bir cami yandı...." başlıklıdır:"... Tahkikatımızda yangın saat sekizde... orta katta sağ tarafta camiye nazır odadan çıkmış­ tır. Şimdiye kadar yapılan tahkikat şunu gösteriyor: Odaya mevcud ben­ zinlerden bir kısmı dökülmüş ve bundan haberdar olan memurlardan bi­ ri bir kibrit çalarak içeri bakmak istemiş ve benzin derhal ateş almıştır. Se­ faret memurundan hemen kâffesinin bağda ikamet etmelerinden dola­ yı sefarethanede birkaç tanesi bulunmakda idi. Bunlar da ... evrak ve eş­ yayı kurtarmak mecburiyetinde kaldıklarından yangın tevsi eylemiştir. O sırada bütün mahalle halkı topluca [?]mak suretiyle tehlikeyi etrafa ha­ ber vermişlerdir. Maateessüf itfaiye tam yarım saat sonra gelmiştir. Rüz­ gâr ise şiddetle esiyordu. Bundan dolayı karşı, yan ve arka taraf da tutuş­ mağa başlamıştır. Bittabii mahalle ahalisi bu ani ateşden büyük bir heye­ cana kapılmış ve ancak eşyalarını kurtarmağa şitab etmişlerdir.... Bu sı­ rada çapulcular da ihrakı [?]-i fırsat ittihaz etmişler ve bir çok ailelerin eş­ yası uçup gitmişti.... Yangın daire-i sirayetini artırınca başkumandan Ga­ zi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Müdafaa-i Milliye Vekili Kâzım Paşa heyet-i vekile azasından aza zevat ve askeriye yangın yerine gelmişlerdir. Başkumandan Paşa Hazretleri ateşin Hoca Hindi ve Karaca Dellal mahal­ leleri garbına sirayet etmesine mani olmak üzere yanmakta olan bazı ev­ lerin derhal tahrib kalıplarıyla hedm edilmesini emr etmişler... ve müdhiş bir felaketin önünü almağa muvaffak olmuşlardır. Yangın gece yarısın­ dan sonra üçte söndürülmüştür. Bilhassa Musevi mektebinin jandarma­ nın pek fedakârane [?]le kurtarılması tekmil Musevi mahallesinin kül ol­ maktan men edilmesine bais olmuştur. Yanan evlerin ekserisi Banker Kuzma[?] ailesine aiddir. Yanan evlerin adedi yirmi birdir. Bir de mağaza yan­ mıştır. Asıl şayan-ı teessüf olan cihet bir kova su ile söndürülmesi kabil olan güzel Kurşunlu Camii'nin yanmasıdır. Mamafih cami kabil-i tamir bir haldedir. İnsanca zayiat yoktur. Yalnız... reji kolcularından Manastırlı Aziz düşen taşlarla başından ağırcat?] mecruh olmuştur.... Kırım[?] murahhası Sabri Bey [?]... acemi bir elin güya medar olsun diye çekdiği revolver kur­ şunuyla yaralanmıştır. ,.."4 Görgü tanıkları, olayın akşam saat on civarında başladığını, Kurşunlu Camisi'nin karşısında kalmış olan Hıristiyan evleri ve Aziz Stefanos kilise­ sinin (camiye çevrilmemiş kısmının?) yanı sıra, etrafındaki duvar ile birlik­ 4

240

Sabri Bey hangi kuruluşun murahhasıdır? “Acemi bir elin güya medar olsun diye” neden tabanca çektiği de anlaşılmamıştır ama yangın sırasında bir arbe­ de olduğu düşünülebilir.

te elçilik binasının yandığını görmüştür."Sarar Kilima ve Abazoğlu'nun ev­ leri çıra gibi yandı ama daha korkuncu, elçiliğin atları, hayvanları idi. Ani­ den bastırınca, ahırların kapılarını açarak hayvanları çıkarmaya vakit kal­ mamıştı. Zavallılar tehlikeyi hissetmiş ve insanın ruhunu yaralayan biçim­ lerde kişniyorlardı. Ama kimse yaklaşamadı ve yandılar."5 Olay gazete haberindeki gibi kaza eseri mi olmuştur? Şüphe yaratan bazı tutarsızlıklar vardır: Orbay, anılarında, yangının 15 Ağustos günü ol­ duğunu ve yangının "söndürme vasıtalarının noksanlığı ve susuzluk yü­ zünden ge nişlediğini]... "6 yazar. Oysa olay, 13 Ağustos günü olmuş ve günlerden Pazar olması nedeniyle, alevleri zamanında gören ve müdaha­ le eden olmamıştır. Rivayetler de aksi yöndedir: "Bazıları yangının Albay'ın [Mougin kaste­ diliyor olmalı] kundakçılığı ile çıktığını ileri sürer."7 Benzer biçimde, "Elçi­ lik sekreteri A. G[lebov?] Kotyelnikov... anılarında Ankara'daki Rus elçiliği­ nin yakılması eyleminin Rauf Bey ile Mougin'in işbirliğinin eseri olduğunu yazar."8 Elçilik sekreteri Glebov'a göre,'"bu tür işlerin uzmanı'olan Maugin [=Mougin], Ali Fuat Paşa olayı üzerine Moskova ve Ankara arasında do­ ğan gerginliği büyütmekle görevlidir.... Glebov, elçiliğin yakılması olayın­ da,'Batılı kundakçı'nın sağcı Türk çevreleri ile ortak hareket edip etmedi­ ği konusunun bilinmediğini yazar.... Bir Sovyet istihbarat raporu ise" tanı­ dık bir isme işaret eder ve "elçiliğin yakılmasının Erzurum Mebusu Mustafa Durak Bey'in yönetiminde gerçekleştiğin belirtir."9 Sovyet elçisi Aralov, olayın fanatiklerin işi olduğunu düşünür: "Kısa bir süre önce, Türk kadınlarının çağdaşlaşma yolunda ilerlediklerini varsaya­ rak konuklarımızın eşlerine bir resepsiyon vermiştik. Ama bu bir skandal haline geldi! Düşününüz, kadınlarla erkekler bir arada, aynı salonda!... Ba­ zı fanatiklerden aldığımız tepki mektuplarından, geçen gün başımıza ge­ len yangının, buna bir tepki olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz ..."10 Yine de 5

KapaoouX.r|-MaaTopı5oD (1966), s. 76. Karasuli “Banker Kuzma”dan söz et­ mez. “... Kurşunlu Cami’ye bakan cephede[ki| ([Yahudi] mahalle [si] nin en dış cephesi) ... dükkânın ... yandığı; ... mahallenin öteki ucunda Acı Çeş­ me’nin yakınında, fakirlerin oda oda oturduktan ikinci bir binanın kül oldu­ ğu ... anlatılh]r. (Bahar (2003), s. 71-2).

6

Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni II, Emre, İstanbul, 1993, s. 80.

7

Kemal (1983), s. 18-19.

8

Stefanos Yerasimos, Kurtuluş Savaşı’nda Tûrk-Sovyet ilişkileri, Boyut, İstanbul, 2000, s. 338.

9

Perinçek (2005), 147-8.

10

Magdeliene Marx, 1921 lstanbul-1922 Ankara, Sosyal Tarih Yayınları, İstan­ bul, 2007, s. 116.

241

merkezi bir etkiden şüphelenmiş olacak ki, olaydan sonra"... Moskova'dan Türk politikasını yeniden gözden geçirmesini istedi ve ayrıca, Ankara son zamanlardaki Sovyet karşıtı olaylara birtakım açıklamalar getirene kadar yardımlarda ciddi bir kesintiye gidilmesini salık verdi."11 Sefarethane'nin İstihbarat ve Matbuat M üdürü istahof(?), Hâkimiyet-i Milliye'ye de bir tekzip gönderdi."Hâkimiyet-i Milliye'nin 15 Ağustos nüs­ hasında ... yangının sebebi güya sefarethanenin... ikinci katındaki odada benzin dökülmüş ve sefarethane memurininden birinin odaya girerken kibrit yakmasından benzinin iştiali ve yangının bundan ileri geldiği söyle­ niyor. YeniGün'ün de aynı tarihli nüshasında polis müdüriyetinin ilk rapo­ runda güya yangının sebebi mezkûr binanın (?) odasında bulunan lam­ banın ani olarak iştial eylemesinden ileri geldiği söyleniyor. Bu yekdiğeri­ ne tamamen zıdd olan rivayeti kaydederek... yangının zuhur ettiği oda­ da ve odanın mensub olduğu binanın hiçbir odasında benzin veya bu­ na mümasil maddeler hiçbir zaman ne muhafaza edilmiş ve ne de idhal edilmişti zira(?) mezkûr binadaki şubelerden hiçbirisinin edevat-ı nariye ve iştialiye ile münasebeti yoktur. Yangının çıktığı hanenin ne birinci ne ikinci katında sefaret memurlarından hiç kimse yok idi. Son memur (istahof?) yoldaş saat dörtte haneden çıkmışdı ki yangın zamanına dört saat daha kalmışdı odaların hepsi kilidli olub o gün oda hiçbirinde lamba yan­ madığı gibi hatta odalarda yanmamış lamba bile bırakılmamıştı. Zira ak­ şam meşagili olmadığı zamanlarda bütün lambalar kilerde bulundurulu­ yor yalnız binanın birinci katında (Rozenberg) yoldaş kendi meşagil-i Tes­ miyesiyle kendi iş odasında iştigal ediyordu ki yangından müşkülatla kurtulub çıkabildi."12 Yangın mahalline gelen Mustafa Kemal,"... kendisini çevreleyen arka­ daşlarının ortasında Aralov'a şunları söyler:'Kundakçılıktan şüphelenmek­ te tamamen haklısınız. Oldukça fazla kişi aramızı açmak için uğraşıyor. Fa­ kat... yaşadığım sürece,Türkiye, Leninln Türkiye için yaptıklarını ve yapma­ ya devam ettiklerini unutmayacaktır.”"13 Kastedilen Moskova-Ankara yakınlaşması, mümtaz bir stratejist ve sa­ vaş kuramcısı14 kabul edilen Frunze'nin Büyük Taarruz'un ilk planlarının 11

Bülent Gökay, Bolşevizm ile Emperyalizm Arasında Türkiye (1918-1923), TVYY, İstanbul, 1997, s. 155.

12

Haber, “Hâkimiyet-i Milliye’nin 572 no. lu nüshasından naklen” diye başlar (Yeni Hayat, 22 Ağustos 1922).

13

Perinçek (2005), s. 148.

14

W.D. Jacobs, F runze: The Soviet Clausewitz 1885-1925, Martinus Nuhoff, Hague, 1969.

242

yapıldığı 1921 Aralık-1922 Ocak'taki ziyaretinden sonra,15 Sovyet yardı­ mının devam etmesi,16 Aralov'un tayini, Türk Halk iştirakiyyun Partisi'nin [THİF] yeniden açılması ve basın organı Yeni Hayat'in yayımlanmaya başla­ ması ile, Dumont'a göre Mart 1922'de zirvesine ulaşmıştı.17 Kendisini önceleyen ve izleyen gelişmeler dikkate alındığında, elçilik yangını, ilişkilerin gerginleştiğini tescil eden dönüm noktası olarak düşünülebilir. Dolayısıy­ la, Mart sonu-Temmuz ortası arasındaki yüz gün zarfındaki dönüşümler, yangınla ilgili rivayetlerin değerlendirilmesi açısından önem taşır. Bu bölü­ mün amacı, daha ziyade bu dönemi, arka planını ve iddiaları araştırmaktır. 1873 Cezayir doğum lu18 Mougin Şubat 1919'da General d'Esperey'nin emrinde görevli, Osmanlı Harbiye Nezareti nezdindeki irtibat subayı idi. İstanbul ikameti sırasında Türkçeyi öğrenmiş ve bu sayede Mustafa Ke­ mal'e yakın simalarla dostluk kurmuştu. Arapça da biliyordu ve Dumont'a göre, tam bir istihbarat uzmanıydı.19 Şubat 1921'deki Londra Konferan­ sında Ankara Hükümet yetkilileri ile görüşmekle görevlendirilmişti. Anka­ ra Antlaşması'nın imzalanmasının ardından Kilikya'nın tahliyesinde Bouillon'un yanındaydı.20 11.12.1921'de Bouillon, Mustafa Kemal ve ismet Pa­ 15

“Ukrayna’daki Sovyet güçlerinin Komutam ve sonradan Troçki’nin ardılı Sa­ vaş Komiseri Michael Frunzefnin] 23 günlük kısa ziyareti, büyük bir Rus cephanesi sevkiyatını organizasyonu ve Yunanlılara karşı, gerektiğinde Kı­ zıl Ordu subaylarının da katılacağı taarruzun ayrıntılı bir planının hazırlıkla­ rı için kullanıldı.” (Louis Fischer, The Soviets in World Affairs: A History o f Relations hetv/een the Soviet Union and The Rest o f the World (1917-29), Vintage, New York, 1960, s. 289). “Mustafa Kemal mebuslara bile açıklamadığı askeri sırlan [Frunze’ye] aynntılanyla anlatm[ış]”; onu cepheye götürmüştür” (Perinçek (2005), s. 118-9).

16

“Aralık 1920 ile Mayıs 1921 tarihleri arasında nakit olarak ödenen toplam meblağın 11 milyon alan rubleye tekabül ettiği anlaşılıyor [kij ... Türk parası olarak 77 milyon liraya eşit[tir]. 1921 yılında toplam bütçe 79 milyon Türk li­ rası ... olduğuna g öre,... yapılan yardımın önemi meydana çıkmaktadır.” (Os­ man Okyar, Milli Mücadele Dönemi Türk-Sovyet İlişkilerinde Mustafa Kemal, İş Bankası, Ankara, 1998, s. 188). İngiliz istihbaratına göre, yardım meblağı bu­ nun on kabdır (Gökay (1997), s. 138-9).

17

Paul Dumont, “L’Axe Moscou-Ankara”, Cahiers du Monde russe et sovietique, XVIII (3 ), 1977, s. 165-93.

18

Paul Dumont, “Un Officier Des Forces D’Occupation Françaises En Turquie: Le Colonel Louis Mougin (1 919-22)”, IX. Tarih Kongresi, III. Cilt içinde, TTK, Ankara, 1989, s. 1546-63.

19

Dumont (1989), s. 1553.

20

Paul Dumont, “A L’Aube Du Rapprochement Franco-Turc: Le Colonel Mou­ gin”, La T urquie et La France A VEpoque D'Atatürk, Collection Turcica Vol I içinde, P. Dumont ve J.L. Bacque (ed.), Association Pour Le Developpement Des Etudes Turques, Paris, 1981, s. 74, 75-108.

243

şalar ile Akşehir'deki görüşmelere katıldı21 ve Mustafa Kemal Paşa ile ol­ dukça yakınlaştı.22 Ankara'ya 8.6.1922'de geldi. İlk günlerinde, yalnızca Ankara Antlaşma­ sının kesin olmayan maddelerinden kaynaklanan bir dizi sorunu çözmek, özellikle de Ankara hükümeti ile Suriye-Lübnan Fransız Yüksek Komiserliği'nin arasındaki ilişkileri bozan gümrük ve sınır meselelerini düzenlemek­ le görevlendirilmişti. Ancak kendisine verilen görevle yetinmek niyetinde değildi. Yangında yok olan Frer okulunun tekrar eğitime başlaması dahil,23 birçok konuyla ilgileniyor, adeta Fransa'nın sözcüsü olarak davranıyordu. Birçok yazara göre, Ankara'da geçirdiği üç yıl sırasında Fransız-Türk antlaş­ masının köklenmesi ve sarsılmaz bir dostlukla sonuçlanması için elinden geleni yaptı.24 Dumont, Mougin'in Ankara'ya gelişini, bu nedenle "FransızTürk Yakınlaşması'nın Şafağı"olarak nitelendirir.25 Fethi, Ahmet Muhtar, Doktor Adnan, İsmet Paşa gibi simalar ile kısa süre­ de dostluk kurdu; Mustafa Kemal ile bazı kereler sabaha kadar sohbet eder­ lerdi.26 Mebuslara, taarruz kararının alınıp alınmadığını soracak kadar yakın­ laşmıştı.27 Aralov'a göre peşinde olduğu,"Ankara Andlaşması'nın hayata uy­ gulanması [idi]... Fransa ile Türkiye arasında askeri bir ittifak imzalamağı, İn­ giltere ile uzlaşıcı bir barış andlaşması imzalamağı ve Sovyetler Birliği ile iliş­ kileri kesmeği teklif [etti ama]... Mustafa Kemal...tekliflerini reddetti."28 Aralov, bu son cümlesiyle peşin hüküm vermiş olabilirdi ama kesin olan şu ki, Mougin'in Ankara misyonu, bazı gelişmelerin göstergesiydi. Komintern is­ tihbaratına göre, "Fransız askeri temsilcisi Mougin'in Ankara'ya gelişinden sonra, büyük mikdarda Fransız silahı ve nakliye aracı Mersin'e yığıldı."29 21

Bige Yavuz, Kurtuluş Savaşı Döneminde Türk-Fransız ilişkileri, TTK, Ankara, 1994, s. 157.

22

Paul Dumont, Mustafa Kemal, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1994, s. 87-8.

23

BOA.DH.KMS 53-1/88- 4.

24

Dumont (1981), s. 79-80; Hülya Baykal, “Kurtuluş Savaşı’nda Türk-Fransız İlişkileri ve Bir Fransız: Türk Dostu. Albay Mougin”, Atatürk Yolu, Cilt 2, No. 7, Mayıs 1991, s. 457-510.

25

1922’de Ankara’da olduğunu yazan Jean Schlicklin’in kitabı da “Yeni Türki­ ye’nin Şafağı” altbaşhğım taşır: Angora: UAube de la Turquie Nouvelle, BergerLevrault, Paris, 1922.

26

Dumont (1981), s. 80.

27

Kâzım Özalp, Milli Mücadele, TTK, Ankara, 1971, s. 231.

28

S. 1. Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları, Burçak, İstanbul, 1967, s. 134.

29

E. Akbulut ve M. Tunçay, Türkiye Halk Iştirakiyun Fırkası (1920-1923), TÛSTAV, İstanbul, 2007, s. 243.

244

Fransa'nın Ankara'yı kendisi ile ittifaka ve Sovyetler'e karşı konum al­ maya davet etmesi aslında yeni değildi. Şaşırtıcı olan, Ingiltere için arabu­ luculuk yapmak istemesi idi. Savaşın sonundan başlayarak İtilaf devletleri kendi aralarında ihtilaflar yaşamaya başlamışlar; yenik taraflar ve Sovyetler Birliği ise bu çatlaklardan yararlanmaya çalışmışlardır. İtalya bir kena­ ra bırakılırsa,30 Fransa ile İngiltere arasında Suriye/lrak mandatörlüğü ve mağlup Almanya'nın geleceği konusunda önemli gerginlikler ve bundan kaynaklanan dış politika farklılıkları vardı.31 İngiltere, 1919'dan itibaren, Sovyetler ile iktisadi işbirliğini artırmak istiyor,32 Yunanistan'a yardım edi­ yor ve Ankara'ya karşı İstanbul Hükümeti'ni destekliyordu. İngiltere'yi kor­ kutan, Bolşevikliğin sömürgelerine yayılmasıydı.33 Fransa ise, Sovyetler'in özellikle Baltık ve Balkanlardaki gücünü sınırlayıcı yönde antlaşmalar yap(tır)ıyor34 ve 1921'den itibaren Ankara Hükümeti'yle uzlaşarak bazı im­ tiyazlar ve Ortadoğu'daki bazı sınır hakları karşılığında Anadolu'yu boşalt­ maya hazırlanıyor ve silah sağlıyordu.35 Bizzat M ougin 1919'daki raporla­ rında sık sık İngiliz tehdidini tekrarlamakta ve Fransa'nın İngiltere'den fark­ lı, hatta ona zıt bir siyaset izlemesi gerektiğini vurgulamaktadır.36 30

Yunan işgali nedeniyle sıkıntılı olan İtalya, muhtemelen bazı imtiyazlar karşı­ lığı Mart 1922’de Anadolu’yu boşaltmıştı.

31

Leonid-Friedrich, Ankara 1922: İki Komintem Gözlemcisinin Kurtuluş Savaşı Değerlendirmesi, Kaynak, İstanbul, 1994, s. 22-3.

32

Yalçın Küçük, Sırlar, YGS, İstanbul, 2001, s. 82.

33

“Fransa’nın Rusya ile anlaşmak istememesinin yegâne sebebi müstemlekeleri­ nin Rusya’dan uzaklığı ve Rusya propagandası tehlikesinin bu müstemlekele­ ri doğrudan doğruya taht-ı tehdidde bulundurmamalarıdır. İngiltere ise Hin­ distan’da propaganda yapma[ma]yı taahhûd etmek şartıyla Rusya ile anlaşa­ bilecek bir vaziyet almaya..." yanaşıyor. (Masayuki Yamauchi, Hoşnut Olama­ mış Adam-Enver Paşa: Türkiye’den Türkistan’a, Bağlam, Ankara, 1995, s. 139).

34

Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatıraları, Vatan, İstanbul, 1965, s. 204, 270.

35

Cenova’nm Fransız ve Ingilizlerin birbirine uzak politikaları açısından diğer bir mücadele alanı olacağını görmek için kuvvetli bir basirete ihtiyaç yoktu. ... [Savaş sonrasında] ihtilaflar Lloyd George’un Bolşeviklerle yapuğı ticaret anlaşması üzerine gelişti. Musul başka bir rahatsızlık kaynağıydı. Fransızla­ rın Kemal Paşa’ya silah verirken, Ingiltere’nin Atina’yı onunla savaşmaya zor­ laması, iki ülkeyi daha da uzaklaştırdı. En nihayet, Fransa ve İngiltere Batı Avrupa’nın sorunlarının en hayatisinde karşı karşıya geldi: Almanya ve savaş tazminatı. Anglo-Fransız sürtüşmesi, 1922’nin başından itibaren Avrupa siya­ setinin kronik bir özelliği olmuştu. (Fischer (1960), s. 233).

36

Mougin’in akıl yürütme biçimi hep aynıdır: Londra’nın politikası, Britan­ ya’yı Orta Dogu’nun lideri yapmak için, Kafkasya, Hindistan ve Mısır’dan m üteşekkil bir İslâm im paratorluğu kurm ak ve O sm anlı İm paratorlu­ ğumun tasfiyesini tamamlamaktır. Kendi çıkarlarım korumak için Fransa bu bölgede bir dayanak noktası bulmalıdır, o halde, pazarlıktan vazgeçip

245

O zaman neden Fransa, Ankara ile Londra arasında arabuluculuk yap­ maya çalışıyor veya İngiltere Ankara arasında ne zamandan beri anlaş­ ma zemini aranıyordu? Mougin'in tespit ettiği gibi, İngilizler, Ekim Devrimi'nden itibaren, stratejik önem atfettikleri Kafkasya'da, Bolşeviklere kar­ şı Hıristiyan uluslardan müteşekkil bir"engel"kurmayı hedefliyordu. Şubat 1920'de Rauf konuyu pazarlık maddesi olarak ingilizlere iletmiş ama so­ nuç alınamamıştı.37 Aynı öneriyi Londra Konferansı'nda Bekir Sami yaptı: "... Bağımsız kafkas devletler federasyonu kurmak için [bir] Türk-İngiliz iş­ birliği ... yalnızca Bolşevik yayılmasını durdurmakla kalmayacak, aynı za­ manda Sovyet hükümetini önemli yiyecek ve petrol kaynaklarından mah­ rum bırakarak... İngiltere'nin insafına bırakacaktı."38 Belki de, Ingilizlerin tutum değiştirerek Ankara'yı Şubat 1921'deki Londra Konferansı'na çağır­ malarının nedeni bu önerinin cazibesiydi; çünkü daha 22 Aralık 1920'de, Lloyd George Mustafa Kemal'in Türkiye'yi temsil etmediğini beyan etmiş­ ti. Londra'da bazı şeylerin değiştiği anlaşılıyordu.39 Yalçın Küçük, Londra-Ankara yakınlaşmasında iki muhtemel yöne işa­ ret eder: Ankara'nın Musul'dan vazgeçmesi40 ve Moskova Antlaşmasıyla aynı gün, 16.3.1921'de Londra'da imzalanan İngiliz-Sovyet ticaret antlaş­ ması.41 Sovyetler, açlık tehdidiyle baş edebilmek için, yeni bir ekonomi ve dış siyaset anlayışına yöneliyor; İngiltere ise Brest-Litovsk'dan beri Av­ kararlı bir biçimde Türklerle anlaşma yoluna gitmelidir (Dumont (1989), s. 1553). 37

“Bolşeviklere karşı bir Kafkas engeli düşüncesi İstanbul’daki Türk ulusçula­ rı arasında da bazı yandaşlar bulmuştu. ... Rauf Bey, 11 Şubat 1920’de Harp Nazın Fevzi Paşa’yla görüşerek, İngilizlere basit bir mesaj ulaştırmasını iste­ di: ‘Eğer İngilizler bizim Türkiye’deki bağımsızlığımızı desteklerlerse, Kafkaslar’da Bolşeviklerin durdurulması konusunda önemli bir rol oynayabiliriz.’ ... Ingilizlerin Türkleri Kafkaslar’da Bolşevik karşıtı bir mücadeleye ikna etme girişimleri, İngiltere Türklere sağlam ve gerçek teminatlar sunmadığı ve de sunamayacağı için başarısızlığa uğra[makla kalmadı] ... Karabekir,... Türklerin bölgedeki stratejik konumunun İngilizlere karşı ustalıkla kullanılabilecek etkili bir silah olduğu sonucuna vardı.” (Gökay (1997), s. 91-3). İlk temas gi­ rişimleri için, bkz. G. Jaeschke, “Mustafa Kemal und England in Neuer Sicht”, Die Welt des Islams, 16 (1-4), 1975, s. 166-222.

38

Gökay (1997), s. 158. “İngilizler ve bilhassa Fransızlar Rus ve Türk Ermenistam’nın birleşmesini ve Rusya’ya karşı bir etat de tampon teşkil etmesini söy­ lüyorlar.” (Yamauchi (1995), s. 153).

39

Schlicklin (1922), s. 221.

40

“Ankara neden Musul’un Türkiye’ye bağlanması için ısrarlı ve hatta istekli ol­ mamıştır? ... 1922 yılı başlarına ve belki daha da öncesine giden, bir AnkaraLondra mutabakatı olabilir mi?” (Küçük (2001), s. 152).

41

Perinçek (2005), s. 101.

246

rupalıların en çok çekindiği husus olan Bolşevizm "hayaletini durdurma­ ya çalışıyordu:"Nihai anlaşma metninde, Sovyet hükümetinin Doğu halk­ larını Britanya imparatorluğu'na karşı düşmanca davranışa yönlendire­ bilecek her türlü eylem ve propaganda faaliyetine son vereceği özellikle vurgulanıyordu."42 Aynı şekilde, Türk-Sovyet tarafları. Dostluk ve Kardeşlik Antlaşmasında "Sovyet yurttaşlarının Türkiye'de ve Türkiyeninkilerin Sov­ yet topraklarında yıkıcı propaganda yapmasını engelleyecek önlemleri al­ ma konusunda uzlaştılar."43 İngiliz-Sovyet Antlaşmasının ardında bilgi isteyen Ahmet Muhtar'a Çiçerin, İngiltere'nin kendilerinden Türkiye ile bütün bağlantılarını kesme­ sini istediğini ancak boyun eğmeyeceklerini bildirir.44 Ama "çok boyut­ lu" Sovyet antlaşması ile, İngiltere, tüm Müslüman coğrafyasını "istikrar"a kavuşturmayı hedefliyordu: "1921 baharında ...Türkiye-Sovyet, İran-Sovyet, Afganistan-Sovyet... Anglo-Sovyet Antlaşmaları] ge liyo r... M osko­ va'nın ...Türkiye, İran ve Afganistan'da sınıf esasına dayalı politik müca­ dele ve propagandadan vazgeçtiğini Londra'ya taahhüt ettiği... ileri sü­ rülüyordu ,..''45 Öte yandan,"26 Nisan 1921 tarihinde İngiliz hükümeti hiç beklenmedik bir anda Fransız ve İtalyan hükümetlerine müracaat ederek İtilaf Devletleri'nin,Türk-Yunan Savaşı'nda tarafsız olduklarını ilan etmelerini önermişti.” Mayıs ayında"... Yunan savaş gemilerinin Boğazlar bölgesinden çekilmesi v e ... sonraki aşamada Yunan hükümetinden askeri ataşe ve askeri heyeti dışındaki bütün subaylarını İstanbul'dan çekmesi talep edilecekti."46 Öte tarafta ise, Komintern'in 1921 Temmuz'undaki 3. Kongresi'nde, cihan dev­ rimi fikri bırakılıp, Kemalist hareket de dahil anti-emperyalist mücadelele­ rin desteklenmesine karar verilecektir.47 Zımni bir anlaşmayla, önemli ge-

42

Gökay (1997), s. 127.

43

Gökay (1997), s. 137.

44

Gökay (1997), s. 128.

45

Küçük (2001), s. 152. Bu antlaşmalar için, bkz. Cebesoy (1965), s. 257, 271.

46

Abdurrahman Bozkurt, “İtilaf Devletlerinin Türk-Yunan Savaşı’nda Tarafsız­ lık İlam”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 2010, Sayı 26 (76).

47

George Harris, The Origins ofCommunism in Turkey, The Hoover Institution, Califomia, 1967, s. 102-3. Enternasyonalin 2. kongresinde (Temmuz-Ağustos 1920), “sömürge ve geri kalmış ülkelerdeki demokratik burjuva kurtuluş hareketleri bütün komünist partileri tarafından desteklenecek, ancak geri kal­ mış ülkelerdeki demokratik burjuva kurtuluş hareketini, bir komünistlik ha­ reketi olarak nitelendirme teşebbüslerine karşı mücadele edilecektir” karan alınır (Yavuz Aslan, TKP’nin Kuruluşu ve Mustafa Suphi, TTK, Ankara, 1997, s. 127).

247

Üşmeler sonucu,48 Kafkasya'daki çokuluslu engel yerine, Sovyetler'e karşı Anadolu'da mı bir tampon bölge kurulması kararlaştırılmıştı?49 Bu durumda, aslında Ankara ya da Ankara'daki belirli çevreler, Ingilte­ re ile belirli esaslarda çoktan uzlaşmıştı. Nitekim 1922'den itibaren gizli bir yakınlaşma başlamıştı: Bunun göstergelerinden biri, "[1922] Nisan ayı­ nın sonlarında ... Moskova'daki Türk askeri ataşeliğinin], Polonya ve İngi­ liz temsilcilikleri ile ilişkide bulunarak bir casusluk olayına" karışmacıdır]. ... Karahan, Ali Fuat'la buluşup olaya bir çözüm bulmayı önerir, ancakTürk elçisi rahatsız olduğunu söyleyerek görüşmeyi reddeder.... Ali Fuat'ın olayı Ankara'ya tek yönlü göstermesi üzerine Yusuf Kemal, durumu Sovyet Hükümeti'ne protesto eder ve elçisini geri çağırır."50 Durum böyle ise, 1922 başındaki Ankara-Moskova yakınlaşmasını na­ sıl değerlendirmek gerekir? Bu bir gösteri midir, yoksa dengeler yeniden değişmiş midir? Yorum yapmak zordur ancak İngiltere'nin telaşlandığı an­ laşılmaktadır.51 Önlem olarak, İngiliz komutan Tovvnshend 24Temmuz'da Konya'da Mustafa Kemal ve 26Temmuz'da Ankara'da Refet Paşalar ile g ö ­ rüşür. Bu ziyaretle ilgili, Mustafa Kemal, Aralov'a "politik bir önemi yoktur" diye güvence vermesine karşın, "elçiliğe sık sık, her yandan İçişleri Baka­ 48

Azeri Cumhuriyeti’nin Nisan 1920, Ermenistan ve Gürcistan’ın 1921 Şu­ bat ve Martında Kızıl Ordu (Ermenistan’da Türk ordusuyla beraber) tara­ fından ezilmesi (Charles Warren Hostler, Turkism and the Soviets, George Allen&Unwin, Londra, 1957, s. 26-7).

49

“1921’in ilk günlerinde İngiliz tarafında Tûrklere karşı yaklaşımın yumuşadı­ ğını gösteren... işaretler ortaya ç ık tı... İtilaf kampındaki temel kaygının, Bolşeviklerin Türkiye’deki nüfuzunun arttığı görüşüyle bağlantılı olduğu açıktı.” (Gökay (1997), 156-7).

50

Yerasimos (2000), s. 336; kendi yorumu için, bkz. Cebesoy (1965), s. 329-45. Aralov’a göre, “Fuat Paşa[nm] ... himayesine al[dıgı] ... ajan ... Ingiliz ajanı­ na ... materyeller verirken yakalanmış ... bu olay üzerine ... Paşa Türk hükü­ metince geri çağrılmıştı.” (Aralov (1967), s. 137). Komintern yorumu daha ilginçtir: “Ali Fuat, ... bu zavallı adam Rusya taraftan olarak gönderildi, ama onunla birlikte Kemal’in ve Batı’nın taraftarları da gönderildi ve onlar uzağı pek göremeyen bu adamı saf dışı bıraktı.” Hatta Ankara Hükümeti’nin bu kri­ zi bir “kriz-fırsat”a dönüştürdüğü de yazılır: “O sıralarda Kemalist hükümet, Ali Fuat Paşa olayını abarttı... Adana ve Mersin’deki Rus Ekonomik Komis­ yonu takibe alındı. Mersin’de bir konsolosluk açılması için verilen nota yedi hafta cevapsız bırakıldı. Bazı komünistler ve bu arada Yeni Hayat başyazan tu­ tuklandı. Türkiye’nin Suriye’deki ekonomi komisyonunun başında bulunan Rus yanlısı Zekai Bey görevden alındı ve yerine Fransız yanlısı Muhiddin Pa­ şa getirildi.”(Akbulut ve Tunçay (2007), s. 228, 243).

51

“1921 Aralık’ında Frunzel’nin] ... Ankara’ya gelmesi de, İngiliz hükümeti üzerinde, Ankara’ya karşı daha uzlaşmacı bir politika yürütmesi konusunda bir baskı yarattı.” (Gökay (1997), s. 166).

248

nın Fethi Bey'in izinli gittiği... Beyrut'ta Tovvnshend'le buluştuğu, onunla uzun uzun görüştüğü, Mustafa Kemal['in] 1922Temmuz'unda [Haziran ol­ malı] İzmir'e [İzmit olmalı] gittiği sırada, İngiliz temsilcilerinin de orada bu­ lundukları ve güya barış görüşmelerine başlamak için anlaşmaya vardık­ ları yollu'dokunaklı imalar'yağıyordu."52 Komintern raporlarına göre, “Ke­ mal, Aralov'a ordunun moralini yükseltmek için cepheye gideceğini açık­ ladı, aslında görüşmeler yapmak için İzmit'e git[miş]ti."53 Mustafa Kemal, 18 Haziran'da müstafi teğmen/yazar Claude Farrere ile İzmit'te görüşmüş; Rauf başvekil seçildikten bir gün sonra, 13Temmuz'da Farrere'e 1. sınıf M a­ arif Nişanı verilmesi kararlaştırılmıştı.54 Basının teveccühü de değişmiştir: "Türk basını, 1922 yılı Temmuz'una kadar, her gün Lloyd Georg'a çatıyor, Ingiltere'nin Türkiye ile ilgili saldırgan politikasını açığa vuruyordu. Tovvnshend'in gelişiyle, basındaki sertlik durdu.''55 Öyle görünüyor ki, Londra ve Ankara, bu kez üçüncü taraf, yani Sovyetler'in gıyabında ve belki Fransa'nın teşvik/aracılığıyla bir anlaşma zemi­ ni bulmuşlardı. Bu zemin aslında önceden biliniyordu: 1921 Aralık tarihli bir İngiliz istihbarat raporunda, "Kemalistler[in], eğer Büyük Britanya'dan sadece İngiltere'nin Yunanlılara hiçbir maddi ve manevi yardımda bulun­ mayacağımıza dair bir teminat elde edebilirlerse,... Britanya'nın tüm M üs­ lüman topraklarında var gücüyle anti-İngiliz bir propaganda faaliyetine giriş[meyecekleri]... teminatını verebil"ecekleri belirtiliyordu.56 Bu arada Mayıs 1922'de cephede ilginç bir gelişme olur. Atina gazete­ leri, İstanbul'un Yunan kuvvetleri tarafından işgal edildiğini yazar.57 Aslın­ da Yunanlılar, Anadolu'dan 30.000 asker çekip Trakya'yı işgal etmek üze­ re kuzeye göndermişlerdir. Gökay, bu gelişmeyi Türk tarafının "talih"i ola­ rak niteler. Fransız basınına göre ise. Yunanlılar İngilizlerden cüret almasa­ lar İstanbul/Trakya'yı işgale yeltenemezlerdi.58 Ancak iki ay sonra, Yunanis­ tan'ın İstanbul'u işgal talebi reddedilir (24-31 Temmuz). Durum böyleyse, BüyükTaarruz'un hemen öncesinde İngiltere, Yunanistan'ın Anadolu cep­ hesindeki güçlerini kasten eksiltmiştir. 52

Aralov (1967), s. 134-5.

53

Akbulut ve Tunçay (2007), s. 243.

54

Gotthard Jaeschke, Türk inkılabı Tarihi Kronolojisi 1918-23, İstanbul Üniver­ sitesi, İstanbul, 1929, s. 129-30.

55

Aralov (1967), s. 136.

56

Gökay (1997), s. 166.

57

Jaeschke (1929), s. 128.

58

Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu, TTK, Ankara, 1975, s. 205-6.

249

3Temmuz'dan başlayarak iki ay süreyle "izin" almış olan Fethi (Okyar),59 bu sırada, Londra'da temaslarda bulunmaya çalışmaktadır.60 Aslında "gay­ ri resmi''temas kurulmuştur:"Curzon'un yetki verdiği, Dışişleri Bakanlığın­ dan Lindsey veTyrell 14 Ağustos'ta Fethi'yle görüşerek onunla Türk ba­ rış teklifini tartıştılar. Fakat beş gün sonra Lindsey Fethi'ye artık kendisi­ ne Londra'da kalma izni verilemeyeceğini bildirdi ..."Taarruz kararı alınınca Fethi Londra'dan ayrılacaktır. Bu arada Ankara'nın Sovyetler'e karşı tutumu değişmiştir. Sovyetler'in Mersin'de konsolosluk açması konusunda Ankara'nın isteksiz davranma­ sı, Aralov'un şüphelerini daha da artırır.61 Zira konu doğrudan Fransa'nın nüfuz alanı ile bağlantılıdır.62 Komintern raporlarına göre, "Konsolosumuz Gorni['nin]... Mersin'e... gidişinin gecikmesi, kanımızca, yalnızca Fransa'nın Türkiye üzerinde baskı yapmasıyla ya da hatta Moskova'daki Ali Fuat Paşa olayının yankısı olarak izah edilebilir."63 Bu durumda, 1921 baharında Londra-Moskova-Ankara arasında va­ rolduğu iddia edilen zımni anlaşma rafa mı kaldırılmıştı? Böyle bir den­ ge noktası hakikaten bulunduysa bile, 1922 Mart'ından sonra bunu orta­ dan kaldırması muhtemel bir-iki gelişme olduğu düşünülebilir. Uluslarara­ sı platformda, 10 Nisan-19 Mayıs 1922 tarihindeki Cenova Konferansı'nın en önemli gündem maddeleri, uluslararası para sistemi ve savaş sonrası Avrupa'nın imarının yanı sıra, Avrupa kapitalist ekonomileri ile yeni Sov­ yet rejimi arasındaki ilişkilerin "düzenlenmesi" idi: "Bu konferansta Sovyetler Birliği'ne getirilen öneriler, 1921 yılında devrimin Avrupa'da durdurul­ ması sonrasında diplomatik yoldan boyun eğdirme ve kapitalist sisteme 59

Jaeschke (1929), s. 129.

60

“Fethi Bey, Londra’da bulunduğu sırada Bakanın olmadığı gerekçesiy­ le 4 Ağustos’ta İngiltere Dışişleri Bakanlıgı’nın üst düzey yetkilileriyle görüştürülm em iştir.”, Fatma Eda Çelik, 1922: ‘Vetıi T ürkiye’y i K u racak Z a­ f e r için Beşeri ve Mali K aynakların Yönetimi, s. 10. (http://xa.yimg.com/kq/ groups/22735291/339495475/...) Statüsü anlaşılmayan bu faydalı eser, 1922 yılının detaylı kronolojisidir.

61

Aralov (1967), s. 136-7.

62

“Komintern raporuna göre, [1922] Nisan ve Mayıs aylarında ... iki kez An­ kara’ya gelen Arap devrimci heyetlerini TBMM hükümeti kabul etmemiştir. Üstelik, ilk heyet [Sovyetl elçiliğimizi ziyaret etmek istemişse de, buna izin verilmemiştir. Anlaşılan, Yakm-Doğu konusunda kararlı bir politika Musta­ fa Kemal’in ilgi alanına girmemektedir. Açıktır ki, bu durum onun Fransa’yla bu alandaki ilişkilerine bağlıdır. Aralov yoldaşın bu husustaki sorusuna onun verdiği hevessiz ve karamsar yanıt da bunu göstermektedir.” (Akbulut ve Tunçay (2007), s. 204).

63

Akbulut ve Tunçay (2007), s. 208.

250

entegrasyon doğrultusunda olmuştur. Sovyetler Birliği'nden Çarlık döne­ mindeki borçları ödemesi ve devrimden sonra kamulaştırılan yabancılara ait mülklerin tazmin edilmesi istenmiştir." Ancak Konferans sürerken, Sovyetlerle Almanya arasında "16 Nisan'da Cenova Konferansı'nı kısmen sonuçsuz bırakacak Rapollo Anlaşması im­ zalanmıştır. ... Anlaşmaya göre, iki ülke arasında yeniden diplomatik iliş­ ki kurulacak, karşılıklı olarak tazminat isteğinden vazgeçilecek, iki ülke ti­ carette birbirlerine en çok kayırılan millet ilkesini uygulayacaktır. Rapol­ lo Anlaşması ile tesis edilen ittifak, Birinci Dünya Savaşı’nın bütün yükü­ nün yıkılmaya çalışıldığı Almanya ve tecrit edilmeye çalışılan Rusya açısın­ dan büyük bir başarı sayılacaktır."64 Bu darbe, belki de, İngiltere ile Fran­ sa'yı istemeden yakınlaştırmıştı. 16 Haziran'da Mougin, Poincare'a etki­ leyici bir telgraf çekerek, konuştuğu Kemalistlerde gözlemlediği, barış ve anlaşma yönündeki isteği yazar. 30Temmuz'da ise, savaşın badirelerinden söz eder: Türk ordusunun idamesi Sovyet yardımını gerektirdiği için, savaş sürdükçe, Sovyet-Türk bağı güçlenecek ve Anadolu'nun Sovyet “ağ"ına ta­ kılma riski büyüyecekti.65 Batı kampı, Anadolu'daki savaşın bitmesi gerek­ tiğini düşünür. Fransa'nın Sovyet "tehdid"i karşısında konum değiştirdiğinin farkın­ da olan Komintern Yürütme Kurulu Doğu Şubesi Şefi'nin Mayıs 1922 ra­ porunda şöyle yazılır: "Anlaşılan, Yakın-Doğu konusunda Fransa, İngiltere yararına birçok önemli ve ciddi ödünlere yöneliyor.... Fransa'nın Franklin Bouillon konumundan uzaklaşmaya başladığını, bugün artık Fransız bası­ nı bile gizlemiyor.... Batılı yağmacıların gelişmekte olan eylem birliği karşı­ sında Ankara, İngiltere, Fransa ve Rusya arasında manevra yapma politika­ sından vazgeçmek zorunda kalaca[ktır]."66 Mougin, Fransa'ya 15 Temmuz'da çektiği telgrafta, Ankara-Moskova arasındaki ilişkilerinin "az da olsa hâlâ yakın olmaya devam ettiğini" haber verir, iki hükümet arasında bir uzaklaşma, Mougin'de ise uzaklaşmanın da­ ha hızlı olması gerektiğine dair bir beklenti olduğu anlaşılmaktadır. Sovyet tarafı da durumun farkındadır: Aralov'un verdiği resepsiyonlar, ilişkilerde­ ki soğumayı engellemeye yetmemektedir.67 İngiltere ve Fransa'yı harekete geçiren etkenlerden biri de, muhteme­ len, Ankara'daki Halk iştirakiyyun Fırkası'nın kuruluşu ile başlayan ve"Moskova'nın... Türkiye['de]... sınıf esasına dayalı politik mücadele ve propa­ 64

Çelik, s. 8.

65

Dumont (1981), s. 80-1.

66

Akbulut ve Tunçay (2007), s. 218.

67

Dumont (1977), s. 184.

251

gandadan vazgeçtiği... taahhüt"üne aykırı gelişmelerdi. 1921 Martındaki ikili anlaşmaları müteakiben, 1921 Nisan ve Mayıs aylarındaki anti-komünist tevkifat dalgasından sonra, 1921 Eylülünde Nazım (Resmor) ve arka­ daşları affedilmiştir. Ancak elçilikle partinin yakınlığı muhtemelen rahat­ sızlık yaratmaktadır. Aralov Nazım'ı sık sık kabul eder ve 1922'nin 1 Mayıs'ını Sovyet elçilik görevlileri, bazı partililerle beraber kutlar.68 "Frunze,... Haziran'da Ankara'daki atmosferin değişmesinin ilk belirtilerine işa­ ret ediyor, Türk tarafında çok fazla şüphe ve tam bir güvensizlik olduğu­ nu söylüyordu."69 Bu olaylardan yaklaşık iki yıl önce, 4 Eylül 1920'de Nazım Dahiliye Veki­ li seçilmiş; "6 Eylül['de] Mustafa Kemal Paşa... kendisini istifaya zorlamış... Heyet-i Vekile üyelerinin Meclis tarafından doğrudan seçilm esinden],... Mustafa Kemal Paşa'nın istemediği bazı mebusların Dahiliye ve Adliye Ve­ killiklerine seçilmeleri üzerine 4.11.1920'de... vazgeçilmiş [ancak]... 8 Tem­ muz 1922'de 'Heyet-i Vekile Reisi ve vekiller, BM M tarafından... Meclis üye­ leri arasından seçilir'teklifi"70 yeniden kabul edilmiştir. Bu usul değişikliğinin, THİF'nca desteklenmesi ve ona yeni imkânlar sağlayacak olması belki de Ankara Hükümeti'ni de kaygılandırmıştır. Ba­ zı THİF liderleri, Mustafa Kemal'i bakanları seçme hakkından mahrum et­ mek için Sovyetler'in desteğini istemiş; Nazım, Rus yanlısı bir kabine kura­ bilecek kadar oy çıkarabileceğini iddia etmiş ve ilişkilerin bozulmasını is­ temeyen Aralov Nazım'la yaptığı konuşmayı bizzat Mustafa Kemal'e bil­ dirmiştir.71 Mustafa Kemal'in karşı hamlesi, aslında muhalif, ama Batı yanlısı oldu­ ğu için o an için en faydalı isim gibi görünen Rauf'u 12Temmuz'da72 baş­ vekil seçtirmek olmuştur. THİF ve hükümet ilişkileri, birkaç gün daha so­ runsuz gitmiş olacak ki, Temmuz'un ortasında Ankara'nın onayıyla, ilk 68

Kutlamaya Nâzım ve bazı THİF önderleri katılmamıştır (Akbulut ve Tunçay (2007), s. 214).

69

Gökay (1 9 9 7 ), s. 154. 2 1.12.1921’de Frunze’nin TBMM’de okunan mektu­ bu alkışlarla karşılanmıştır (Uygur Kocabaşoğlu, Metin Berge, Bolşevik ihtila­ li ve Osmanlılar, Kebikeç, Ankara, 1994, s. 199); Nisan 1922’den sonra Sov­ yet temsilcilerinin meclise gönderdiği kutlama mesajları vekiller huzurunda okunmamaya başlar (Rasih Nuri İleri, Atatürk ve Komünizm, May, İstanbul, 1970, s. 301).

70

Ahmet Demirel, Birinci Mecliste Muhalefet: ikinci Grup, İletişim, İstanbul, 2009, s. 1 8 1 ,3 0 2 ,4 1 6 .

71

Harris (1967), s. 111.

72

Yerasimos’a göre daha erkendir: “12 Temmuz’da ... 1130186)710 hükümet baş­ kanlığına getirildiği gün ... Bakanlar Kurulu ‘komünist propagandasının’ ya­ saklanması kararım alır.” (s. 338).

252

THİF Kongresi'nin 15 Ağustos'ta Ankara'da toplanması kararlaştırılır ve bir ay öncesinden taşra gazetelerinde ilan edilir.73 "Tunaya'ya göre, 21 Tem­ muz 1922'de74'Rauf Bey kabinesi her türlü komünist propagandasını kati surette men'etmiş';... son anda, kongreye yabancı delegelerin katılmaları­ nın kanunsuz olduğu öne sürülerek izin kaldırılmıştır."75 2 9 Temmuz tarihli bir Komintern raporuna göre"... Dahiliye Vekili Fethi Bey'in yazmış olduğu ağır ve şedid bir ithamname ile Yeni Hayat muharrirlerinden ve Şarkın Se­ si heyet-i tahrir müdürü Nizamettin arkadaş bundan üç gün evvel istiklal Mahkemesine celb olunarak bila-muhakeme ve derhal tevkif olunmuştur. Sebeb-i tevkifi Nizamettin arkadaşın YeniHayatm 14 numaralı nüshasında münderic Anadolu ünvanlı makalesindeki'Janlar, Klodlar'sernameli fıkra­ dır. Fethi Bey bu makalede güya köylüyü yeise düşürecek sözler olduğu­ nu, köylü yeise düşerse harp cephesi sarsılacağı nazariyesini ileri sürmüş ve muharriri ihanet-i vataniye ile itham eylemiştir. Asıl hedef ise 'Jan ve Klod'namında iki Fransız hakkındaki tenkitlerdir." Raporun yorumu 1921 olaylarına da açıklık getirir:"... Ankara yönetimi İngilizlerle daha geçen yıl uzlaşma sağlamak umuduyla partiye yüklendi ve onu dağıtarak, bir yan­ dan Ruslarla ve içerideki Bolşeviklerle hiçbir ortak yanının olmadığını ka­ nıtlamak, öte yandan da güya ülkede sosyalizm için zemin bulunmadığı­ nı göstermeye çalıştı. Şimdi de, Fransızlarla kesin uzlaşmaya varmak umu­ duyla, partimize darbe indirmeye çalışıyor." Usul değişikliğine "usulünce" cevap verilmiştir.76 THİF kongresi katılımcılarından Marx ve arkadaşları bu sırada ziyaret­ lerle nabız yoklamaktadır:"... [Elçilik] yangın[ın]dan dolayı kaygılıydık. Aca­ 73

Harris (1967), s. 111-2; Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akım lar 1908-25, Bilgi, Ankara, 1978, s. 271.

74

Aralov, Mustafa Kemal’in Raufu “muhalefeti felce uğratmak ve Rauf Bey’i kendi tarafına çekm ek için” seçtirdiğini düşünüyordu (Aralov (1 9 6 7 ), s. 139). Ancak, başka konum değişiklikleri de olmuştu. Batı yanlısı Adnan mec­ lis başkanı seçilmişti. Komitem raporlarına göre, “... Yeni kabine seçiminde, Batı yanlısı sol grup muhalefeti de peşinden sürükledi. Ünlü Batıcı Roma bü­ yükelçisi Celalettin Arif kabineye girdi... Bu sırada beklenmedik bir şey oldu: Dışişleri Bakanı [Yusuf Kemal Tengirşenk] aniden Rus-severden Rus-karşıtına dönüştü. ...” (Akbulut ve Tunçay (2007), s. 243).

75

Tunaya’ya dayanarak Tunçay (1978), s. 270.

76

Akbulut ve Tunçay (2 0 0 7 ), s. 240. Küçük, “usuT’den olduğunu yazar: “23 Mart 1946 tarihinde daha önce binaları tahrip edilen, kendileri linç olmaktan kurtulan Tan gazetesi mensuplan, ... Sertel[ler] ... hapis cezalanna mahkûm oluyorlardı; Türkiye hem kendi basınında temizlik yapıyor ve hem de düvel-i muazzama’ya ülkede ciddi bir tehlike olduğunu göstermeye çalışıyordu; usu­ lü, budur” (s. 246).

253

ba kongre için A[li?] F[uat?] Paşa'nın katkı ve desteğine güvenebilir miy­ dik?" Paşa ihtiyatlı hatta tehditkâr konuşur: "Kongre['nin]... mümkün ola­ bileceğini pek zannetmiyorum.... Kamuoyunun duyarlılıklarını da hesa­ ba katmak zorundayız.... Yani bir kongre, yani bir işçi kongresi, bizim için sorun değil, ama halk... Yani halk tepkisi ne olur?"77 Benzer biçimde, "Rauf Bey Nazım'dan Kongre'nin ertelenmesini ya da hiç yapılmamasını 'dostça' rica etmişftir].78 Bir ay gibi kısa bir süre içinde Kongre'nin yapılmasına izin veren çevrelerin tavrı değişmiştir. İlkTHİF kongresi bu şartlarda, uygun bir yer bulunabilirse illegal olarak yapılabilecektir. İlk olarak, Kongre'nin Millet Bahçesi'ndeki (şimdiki Ulus 100. Yıl Çarşısı ve Devlet Konukevi) sinema salonunda yapılması planlanmıştı. "Hükümet, Kongre'nin toplanmasını engellemek için, polisin eliyle sinema binasını yaktırdı."79 Gazeteye göre, "Yangın [2 Ağustos] gece nısf-ül-leylde [=gece yarısı] başlamış ikiye kadar devam etmiştir."80 Sebep, elçilik yangınındaki gibi depolanmış benzin ve ihmaldir.81 Kongre için ikinci yer olarak muhtemelen yanan elçilik binası seçil­ mişti: Marx'a Ankara yolundayken"... gideceği... Rusya elçiliğinde yangın oldu[ğu]"82 söylenir.Talihsizlikler"... kente on iki kilometre uzaklıkta, açık arazinin ortasında bulunan ve Rus elçiliği olarak kullanılan”83 yeni yerle­ 77

Marx (2007), s. 102-3.

78

Akbulut ve Tunçay (2007), s. 252.

79

Tunçay (1978), s. 276. Millet Bahçesi’ni THİF’den Ahmet Hilmi işletiyordu.

80

4 Ağustos tarihli Hâkimiyet-i Milliye. “Ağustos ayının birinde Merkez Komi­ tesinin üç kurulu çalışmaya başladı ... kongre için tespit edilen sinema, ko­ münistlere ait tek salon iki gün önce yandı....” (Akbulut ve Tunçay (2007), s. 250-1).

81

“... millet bahçesindeki tiyatro binası evvelki akşam dördüncü defa olarak, fa­ kat bu sefer duvarlarından başka bir şeyi kalmamak üzere yandı. Bizim tahki­ katımıza göre yangın başladığı zaman tiyatro müstahdeminin ... ihm ali... yü­ zünden koca bina kül olub gitmiştir. Denildiğine göre, Kayserili Enderyas ve oğlu Bodos elinde lamba ile arkadaki küçük odaya girmiş ve oradaki benzin ve eşya ateş almıştır. [Yangın] ... başlangıcında derhal söndürülebilecek bir... mahiyettedir [fakat] bu müstahdemin itfaiyeye benzinlerin depo edildiği sah­ ne altını göstermiş olsaydılar! Bu adamlar benzinleri haber vermedikleri içün koca bina itfaiyeyi de maazallah feci kaza karşısında bırakacak surette yangını söndürmekle meşgul iken, sahne altındaki benzinler ateş almış ve itfaiye ne­ ferlerini de tehlikeli mevkiye sokmuştur. Binaenaleyh tahkikatın bilhassa bu cihete tekmili mesuliyeti meydana çıkaracaktır. Nasıl olur da böyle ahşab bir sahnenin alana benzin konur? Ve esasen böyle umumi bir yerde bulundur­ mak caiz midir?” (H âkimiyet-i Milliye).

82

Marx (2007), s. 83.

83

Marx (2007), s. 96.

254

şimde de devam eder.84"... Yangından bu yana büyükelçi,... ailesi ve tüm Sovyet diplomasisi için mekân olarak kullanılan]" ve ikinci oturumun ya­ pıldığı binanın bahçesine "acemi bir el" tarafından kurşun sıkılır; en azın­ dan Marx ve arkadaşlarının orada olmadıkları bir saatte binanın çevresin­ de yangın çıkar: "Tam zamanında gelmiş olmasaydık villa bu gece cayır cayır yanmış olacaktı."85 Ankara'da piromani ve pirofobi kol gezmektedir. Ancak katılımcılar kararlıdır:"Aralov yoldaşın yarın [Rauf Bey'le] yapaca­ ğı görüşmenin sorunu çözücü rol oynayacağını umuyoruz.... Her şeye rağ­ men kongre yapılacak. Son zamanlarda her iki cephede çırpınan Türk hü­ kümeti gerçek yüzünü göstersin."86 Kongre Ağustos'un sonu ve Eylül'ün başında yapılır87 ve "hükümet gerçek yüzünü"gösterir: Eylül sonunda Yeni Hayat ve sonrasında THİF kapatılır.88 "Kasım ortalarında 200'den fazla ko­ münist tutuklandı, birkaç işçi örgütü kapatılarak liderleri cezaevine kondu. ... Komintern Dördüncü Kongresi'nde,... 19 Kasım'da yapılan 18. oturum­ da, TKP delegasyonunun önde gelen üyesi Orhan (Sadrettin Celal), Anka­ ra hükümetinin komünistlere karşı acımasız bir baskı kampanyası başlat­ mış oluşundan yakındı.... Yunan ordusu karşısında zafere ulaşan Kemalistler, şimdi Batı'ya, Sovyet Rusya'yla ve onun ideolojisi (komünizm) ile hiçbir ortaklıkları olmadığını kanıtlama kaygısmdaydılar."89 84

Bu bina Cebeci’de miydi?: “Hamit Tarlası’na bakan “Mavalann Konağı” deni­ len oldukça büyük ve eski bir ev, Samanpazan’ndaki yanan binalanndan son­ ra ve Atatürk Bulvarı’ndaki binaları yapılmadan önce Sovyetler Birligi’ne elçi­ lik binası görevi yapmıştır.” (Sağdıç, s. 100). İkinci bir fotoğraf için, bkz. Baş­ kent Söyleşileri, (1989), s. 196. Kentteki bu yegâne büyük ve tam teşekküllü binada 70 kişi çalışıyordu (Grace Ellison, An Englishwoman in Angora, Raven Hill, New York, 1923?, s. 151).

85

Marx (2007), s. 9 9 ,1 0 1 ,1 0 8 -1 0 .

86

Akbulut ve Tunçay (2007), s. 252.

87

“[Kongrenin] ilk oturum[ul Sovyet büyükelçiliği iyeni) binasında yapılmış, öteki oturumlara Eylül’ün ilk haftasında devam edilmiştir.” Tunçay (1978), s. 272; Harris (1967), s. 113. “Mahad Sofıyev, ... 1. THİF Kongresi’ni[n] ... giz­ li olarak Ağustos’un 15’ini 16’sma bağlayan gece, şehirden birkaç kilometre uzaktaki bir köy evinde yapıldığını yazıyor.... Aslında Kongre birincisi 16/17, İkincisi 25/28 Ağustos geceleri toplanan iki oturum yapmıştır. Kongrenin ilk oturumu orada [Salih Hacıoğlu’na ait bir bağ evinde] yapılmış olabilir. İkin­ ci oturum ise Sovyet Rusya elçilik binasında yapılmıştır.” (Akbulut ve Tunçay (2007), s. 271).

88

“Yeni Hayat mecmuasında, Başvekil Hüseyin Rauf’u tenkit eden ‘Başvekilin ensesine bir tokat’ başlıklı sert bir yazının çıkması üzerine mecmua ve bir müddet sonra da parti kapatıldı. ... Nazım, istifaya mecbur edildi.” (Füruzan Hüsrev Tökin, Türkiye'de Siyasi Partiler ve Siyasi Düşüncenin Gelişmesi, Elif, [İstanbul] [1965], s. 67).

89

Gökay (1997), s. 184-5.

255

Tepki olarak, "25 Eylül'de Kremlin bir Komintern manifestosu yayınlar ve işçi sınıfını hükümete karşı mücadeleye davet"90 eder ancak "Komin­ tern Yürütme Komitesi... Mudanya Mütarekesi'nden iki hafta önce,'Tür­ kiye'nin erkek ve kadın işçileri'ni Ingiltere'nin öncülük ettiği Batı emper­ yalizmine karşı mücadelede bağımsızlık hareketinin 'burjuva-milliyetçi liderliği'ne verdikleri desteği sürdürmeye çağıran bir bildiri yayımla­ dı." Moskova da "Ankara'daki misyona yerel komünistlerin etkinliklerine doğrudan karışmanın uygun olmadığı[nı bildirdi]. Bu ihtiyatlı yaklaşımı­ nı bir adım daha ileri götüren Moskova, Türk komünistlerinin 'ölçüsüz ma­ ceracılığını'eleştirerek onları Ankara'da gereksiz yere şüphe ve anti-Sovyet duygulara neden olmakla suçladı."91 Hareket, çift taraflı baskının ara­ sında kalarak ezilir. Yangının olduğu gün, Fevzi (Çakmak) Akşehir'e, 17'sinde ise Mustafa Kemal Paşa Konya'ya geçer; 19'unda Ingiltere, Venedik Konferansı'na mu­ vafakat eder; 20'sinde taarruz günü olarak 26 Ağustos seçilir; 22'sinde Fet­ hi Londra'dan ayrılmıştır.92 Eşzamanlı ve kritik başka bir olay da, Enver'in Sovyet ordusuna karşı gi­ riştiği çatışma sırasında, 4 Ağustos'ta öldürülmesidir. Küçük'ün belirtti­ ği gibi, buradaki bilinmeyen ayrıntı, Enver'in üzerinde İngiliz üniforması­ nın bulunmasıdır.93 İngilizlere karşı bir Doğu isyanı vaadi ile 1921 sonuna kadar Sovyetler'in himayesini gören Enver Paşa ile desteğini alan Ankara Hükümeti'nin,94 1922 baharından itibaren Sovyetler'den uzaklaşarak, İn­ giltere'ye yaklaştığı anlaşılmaktadır, ingilizler ikisi arasındaki tercihi önce­ den yapmıştır. 90

Harris (1967), s. 114.

91

Ankara hükümetinin anti-komünist politikasının tümüyle [ve başından beri] farkında olan Aralov, ... anılarında da, Türkiye’nin coğrafi konumu­ nun ... Bolşeviklerin Ankara’yla ilişkilerine özel bir anlam kazandırdığını ve Türkleri önemsiz sebeplerle gücendirmek istemediklerini tekrarlar.” (Gökay (1997), s. 187). Bkz. Aralov (1967), s. 38.

92

Jaeschke (1929), s. 133.

93

M.N. Roy, Memoirs, Ajanta Publications, Delhi, 1984, s. 444. Fischer, Enver öldüğünde üzerinde mavi bir üniforma olduğunu yazar (s. 285).

94

1920’de Burdur mebusu İsmail Subhi Bey, Ankara Hükümeti’ni temsilen, Taş­ kent’teki Osmanlı esirlerini ziyaret etmiş, onlardan Orta Asya’daki halkla­ ra yardım etmelerini istemiş ve vaat ettiği paranın yanı sıra, 1921’de eğitmen ve subay da göndermiştir. Yazar, Hindistan/Afganistan’daki olası bir Müslü­ man isyanında etkin bir rol oynayabilecek esirleri, Ankara’nın, İngilizlere kar­ şı kullanabileceği bir koz olarak gördüğü yorumunu yapar (Yücel Yanıkdağ, “Ottoman Prisoners of War in Russia, 1914-22’’, Journal o f Contemporary History, cilt 34, No. 1 (Ocak 1999), s. 69-85).

256

"Kanıt"terimini, Komintern azası Orhan ve Gökay gibi,Tunçay da kulla­ nır: "30 Ağustos'tan Lozan Anlaşmasına kadar geçen iki ay içinde, Anadolu solculuğu kesinlikle sona erdirilmiştir.... Ankara Hükümeti, İzmir kurtarıl­ dıktan sonra dış politikasını barışçı yollarla yürütmeye karar verm iş... Sov­ yet askeri yardımına artık gerek kalmamıştır.95... Dumlupınar'dan sonra gi­ rişilen bastırma hareketinde... asıl amaç, Sovyet etkisinden sıyrılmak, Batı­ lı devletlere yaklaşmak ve bunun kanıtlarını ortaya koymaktır."96 Elçilikyangını, bu değişimin belki de ilk"kanıt"ıdır. Bu kanıt aynı zamanda bir taleptir."... [B]ilhassa 13 Ağustos'tan itibaren cephede yapılan büyük yığınaklardan Yunanlıların habersiz kaldıkları... an­ laşılmaktadır." Ankara'daki Mougin'in bu girişim ve tarihten haberi olma­ ması, pek muhtemel görünmemektedir. Dolayısıyla yığınak ve taarruz ko­ nusundaki Batı istihbaratının Yunan ordusuna aktarılmadığı sonucuna va­ rılabilir. “Bu... gizlilik büyük taarruzun zafere ulaşmasında başlıca amiller­ den sayılmaktadır."97 Yunan kuvvetlerinin Ingiliz manevrasıyla zayıflatılma­ sı da amillere dahil edilebilir. Batı'da önce Avrupa'nın üzerindeki, sonra da Doğu'daki98 komünizm "veba"sı,99 Sovyetler'de açlık ve karşı-devrim ve Ankara'da askeri başarısız­ lık ve darbe korkuları... Ülkelerin dış politikası, bir süre tarafların korkula­ rına yapılan karşılıklı "yatırım"lar ile yürümüş ama elçilik yangını ile yeni tampon bölgenin Anadolu olduğu ilan edilmiş ve karşılığı da alınmıştır. Et­ kileyici bir"kanıt"olmuş; tarihi "yakınlaşmanın şafağı'Yıda, Ankara semaları hayvan çığlıklarıyla yankılanmış ve alevlerle aydınlanmıştır.

95

3 Mayıs 1922’de Sovyet hükümeti 10 milyon altın rublelik kredinin son üç­ te birlik taksidini Türkiye’ye göndermiş (Gökay (1997), s. 139); Temmuz’dan sonra Ankara Sovyetler’den yardım talep etmemişti (Akbulut ve Tunçay (2007), s. 243). Fransız mali ve askeri yardımı için, bkz. Akbulut ve Tunçay (2007), s. 209-10.

96

Tunçay (1978), s. 279-86 .

97

Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Cilt 11, Remzi, 1999, s. 472.

98

Örneğin Roy, 1920 Bakü Konferansının Curzon’u nasıl endişelendirdiğini an­ latır (s. 392).

99

Tasvir-i E fkâr, 20.2.1918 (Kocabaşoğlu ve Berge (1994), s. 134).

257

EKG

Hüzünlü Yıllar: 1915-19211

Katliamve sürgün 1915 yılının hüzünlü Nisan ayı idi. Öğretmenlerimizin yüzlerinde aynı gü­ lüş yoktu artık. Garip bir şey olmuştu. Köşeye çekilip bizce neredeyse hiç duyulmaz bir sesle konuşuyorlardı. Bazı bilinen ve bilinmeyen Ermeni en­ telektüellerin isimlerini veriyorlardı, onlardan bazılarının bizden 15 km. uzaklıkta bulunan Ayaş'ta hapsedildiğinden, bazılarının ise Çankırı'ya gö ­ türüldüğünden bahsediyorlardı. Rahip Khoren, okul öğrencileri aracılığıy­ la bütün reşit soydaşlara ve Mahalli Konsey'in üyelerine davet mektubu gönderdi; kısa sürede kilisede toplandılar. Hepsi düşünceli ve hüzünlüy­ düler. Durum henüz vahim değildi ve gerekli önlemlerin alınması lazımdı. Kararlar gizlice hepsine bildirildi; her türlü silah, sakıncalı kitap ve yazı sak­ lanmalı ve yaklaşan olaylar beklenmeliydi. İstanbul'da olan bitenlerden haberdar olmak için bizimkiler Sincan Köy'ün istasyon müdürü hemşehri Khoren Avakian ile her zaman irtibat içindeydiler. Avakian, o entelektüellerden bazılarının sürgününe ilk tanık olanlardan birisiydi. Diğerleri birkaç "vagona" bindirilmiş, sıkı denetim al­ tında Ankara'ya taşınmış. 80 yaşındaki ihtiyar hemşehri Khoren Avakian (halihazırda Krınopl2 şehrinde yaşıyor), kendi anılarında bu konuyla ilgi­ li şunları yazar; 1

Garabed Terzian, Badm akirk Stanosi Hayols (Stanos Ermenileri Tarihi), Bey­ rut, 1969. () içindeki kelimeler sansürlenmiştir. Çevirmene özen, gayret ve sabn için teşekkür ederiz.

2

=?Krivograd, Ukrayna (çevirenin notu: Ermenicesi “^jıplıoujı”)

259

“İstanbul'un Ermeni entelektüellerinden bazılarının Sincan Köy'ün istasyo­ nunda indirilme meselesine gelince şu olayı hatırlayalım. Ermeni entelek­ tüellerin sürgününden önceki gün saat 14'te Ankara Emniyet Müdürü be­ ni ziyaret etti. Beni oldukça edepli, Türklere özgü 'Müdür Bey've benzer hi­ taplarla selamladı ve ben, eski geleneklerimize göre votka masası hazırla­ maya başladım. Sohbetimiz çeşitli konular üzerine oluyordu; o ise temel konuyu hep gizli tutuyordu. İçimiz yeterince ısındıktan sonra, bana açıyor­ muş gibi bakarak merhametle ve dostça hangi inanca ait olduğumu sor­ du. Ben 'Lusavorçakan' [=Apostolik/Gregoryen] cevabı verdiğimde o, 'keş­ ke Katolik Ermenilerden olsaydın'dedi. Saat 15:30'da Ankara'dan gelen sıra sıra sayısız at arabası ve at gördük. Emniyet müdürü bana'Sincan Köyü sınırlarından çıkmamalısınız'emri­ ni verip ayrıldı ve kervanı organize etmeye gitti. Atları beslemek için Hıris­ tiyan tüccarların bütün hububat depoları açıldı. Ertesi sabah gelecek özel misafir treninin geliş saatini öğrenmek için saat 17'de istasyona döndüm. Ertesi sabah saat 8:30'da istasyon artıkyüzlerce polisjandarmalarla çev­ relenmiş durumdaydı. Hiç kimseyle konuşmamam ve irtibata geçmemem için beni bir polis takip ediyordu. 'Misafir Treni' İstanbul'un Ermeni entelektüellerinin sürgünü için tahsis edilmiş özel bir trendi. Manzara çok dokunaklıydı; bazıları pijama, bazıları ise üniformaj?) giy­ miş, istasyon müdürünün Ermeni olduğunu görünce hemen kendi 'dertleri'ni anlatıyor ve ailelerine haber yollamamı istiyorlardı. Bense sessizliği­ mi tam anlamıyla koruyordum, vereceğim cevabı avucuma yazdım, elleri­ mi arkamda tutup döndüm ki, okusun ve serbest olmadığımı anlasınlar. Bu kadar. Bekleme odasına Dr.Taghavarian3 ile iki kişi geldi ve bana kartvizit­ lerini sundular. Ogün gereken her şeyi yaptım. Birer birer isimleri okunduktan ve üç kere arandıktan sonra Sincan Köy'e getirilenler at arabalara bindirildi ve Türk köyü Ayaş'a gönderildiler. Başlangıçta memurlar onlara saygıyla davranıyorlardı. Hatta Ayaş'a var­ dıklarında onlara tereyağı, bal, yumurta ve başka yiyecekler almak için izin vermişler. Ayaşlı fanatik {} Ermenilere karşı böyle yumuşak davranışla­ ra tepki göstermeye başlayınca, onlara şu cevap verilmiş;'Sabredin oğulla­ rım, kurban koyunu semiz gerek'. Bundan tam 15 gün sonra o ikiyüzlüTürkyine geldi, bu kere tamamen ciddi bir ifadeyle 'İstasyonu aramalıyız; kadın ve çocukları korkmamala­ 3

260

Dr. Nazaret Dağavaryan (1862 Sivas doğumlu, Fransa’da ziraat mühendisli­ ği ve tıp mezunu, Ermeni Hastahanesi başhekimi, mebus, Diyarbakır yolunda öldürülür).

rı için komşuya gönderin' dedi ve artık şüpheli sayılan kitaplarımın çoğu­ nu paketlediler; 'Çakatamard' (Muharebe) gazetesi, bir şarkı kitabı ve Baba Hambar tarafından kaydedilmiş beş ciltlik ilahi şarkıları. Şarkı kitabı Maa­ rif Nezareti'nin ruhsatıyla yayınlanmış olduğundan dolayı itirazettim, o ise 100 numaralı "HerikVordeak" ('Yeter Oğlum') başlıklı şarkısını bana göste­ rerek'Hangi Türk bakan bu ruhsatı verir? İlahilere de el koyar ve sonra ge­ ri veririz'dedi. Ankara'ya varınca benimyerime başkasını atamalarını ve beni de Anka­ ra'daki yetkililere teslimetmelerini emretti. Ben ise Merkez Müdürlüğümü­ ze telgraf gönderdimve aynı gün beni Haydar PaşaTiK?) Iskelesi'ne naklet­ tiler ve işte böylece kurtulduk. Merkezimizin makul girişimlerinden dolayı çok sayıda Ermeni istasyon müdürü şahsi eşyalarını yanına alarak, tıpkı ben ve diğer bir grup memur gibi sürgünden muaf tutuldu."4 Doktorlar Taghavarian ve Naghaşian,5 edipler R. Zargarian,6 Khajak,7 Aknuni,8 Hambartsum Buyacian (Murat),9 Jangülian,101Smbat Byurat11 ve Byuzand Boyadan12 Ayaş'a sürgün edilenler arasındaydı. Entelektüeller Sincan Köyü toplama noktasına vardıklarında istasyon müdürü hemşehri Khoren Avakian alındıklarını bildirir; sonrasında nereye götürülecekleri ise gizli tutuluyordu. Ancak Ayaş'a vardıkları zaman orada­ ki telgraf merkezinin müdürü, hemşehri Stephan Efendi yüksek makamlı Türk memurlar ile temaslarda bulunup gerekli yardımlar için izin alır, ilk 4

Alıntı burada bitiyor olmalı (ç.n.).

5

=?Dr. Avedis Nakashian (2 3 .7.1915’te serbest bırakılır, Çanakkale Savaşı sıra­ sında Gûlhane Hastahanesi’nde yüzbaşı rütbesiyle çalışır; sonra ABD’ye yerle­ şir).

6

=? Rupen Zartaryan (1874 Siverek doğumlu, öykücü ve Taşnaksutyun milita­ nı, Azadamard kurucusu, 1915’te öldürülür).

7

=Karekin Çakalyan (1867 İskenderiye doğumlu, Cenevre Üni. Sosyal Bilimler mezunu, eğitmen, çevirmen ve gazeteci, 1915’te öldürülür).

8

Khaçadur Malumyan (Zoğistan doğumlu, gazeteci, Taşnaksutyun delegesi, Azadamard yazan)

9

Haçin doğumlu, İstanbul Tıp Fakültesi mezunu, Kumkapı ve Sasun olayların­ da yer alır, 1908’den sonra mebus, 1915’te öldürülür).

10

Harutyun Cangülyan (1855 Van doğumlu,Hınçak militanı, Ermeni Milli Mec­ lisinde delege, yazar, 1915’te öldürülür).

11

Simpad Pürad (1862 Zeytun doğumlu, Kudüs Jarankovarats okulu mezunu, 1896’ya kadar Hınçak üyesi, gazeteci, Ermeni Milli Meclisi’nde delege, yazar ve çevirmen, 1915’te öldürülür).

12

=? Püzant Bozacıyan (Milli Konsey delegesi, İstanbul’a döner).

261

yaptığı iş gerekli giysilerin gönderilmesi için haber vermektir; çünkü ba­ zıları gece yarısında tutuklanıp yola neredeyse çıplak çıkarılmıştı. Bildiriyi alan iki mezhebin idari birimleri gerekli maddi yardım kararına ilaveten, o uğursuz felaketin arifesinde yapılması gerekenler için müşaverede bulun­ dular. Gönderilecekleri alelacele hazırladılar, naklini ise at arabaları olan toptancı hemşehri Ruben Kiremitçian üstlendi. Faytoncular birkaç saatte giysileri Ayaş'a götürdüler ve bazı bilgiler alıp geri döndüler. İkinci yardım­ da ise tutukluların yanlarına yaklaşmak ve haberleşmek kesinlikle yasaktı. Birkaç hafta sonra faytoncular ihtiyaçları götürdüğünde cezaevini boş buldular. Ermeni entelektüeller küçük kafileler halinde götürülmüş ve or­ tadan kaybolmuş. Sayıları 120'den fazla olan bu entelektüellerden çok azı serbest bırakıldı (onlardan birisi Byuzand Boyadan idi)."Huşartsan April 11'i"(="11 Nisan Anıtı") içinde (1919'daTeodik tarafından derlenmiş) şun­ lar yazılmış;

"ikinci grupla beraber 20 Nisan'da Ankara'ya vardık ve cezaevinde hapse­ dildik. Orada bizi iki gruba ayrıldılar ve ayrı ayrı hapsettiler. Ertesi gün ceza­ evi avlusuna indiğimiz zaman tutuklular arasında büyük bir coşku gördük; merakla onlardan birisine yaklaştımve sordum; -'Neden heyecanlısınız?' -'Çeteye kayıt olduk, yarın sabah gideceğiz.' -'Acaba öğrenebilir miyim hangi suçtan yatıyorsunuz?' -'Cinayetten 15 yıla mahkûmum'diye duygusuz bir biçimde cevap verdi. -'Kimi öldürdünüz?' -'Bir kız seviyordum, ailesi bana vermek istemiyordu, ben ise dağa ka­ çırdımve hevesimi aldıktan sonra onu öldürdüm,'utkulu bir şekilde ekledi. Konuştuğum 22 yaşlarındaki bir gençti. Sonra başka bir gence yakla­ şıp aynı soruyu sordum ve neredeyse aynı cevabı aldım. Bu genç tutuk­ lu ise şarkı söyleyerek ve sevinçle hoplayarak soruma umursamaz bir ta­ vırla cevap verdi: 'Ben de bir kız seviyordum, o ise başka bir genci seviyordu, ikisini de öl­ dürüp intikamaldım.' 'Eğer bu katiller çeteye kayıt olmayı kabul edip padişahın affına layıkol­ muşlarsa, masumlara karşı neler yapabileceklerini bir düşünün'diye ara­ mızda konuşuyorduk. Ozaman bu çetelerin Ermeniieri yok etmek için ör­ gütlendiği hiç aklımızdan geçmiyordu. Ama sonraki gerçekler en nihaye­ tinde bunu yadsınmaz bir şekilde ispatladı. İki gün Ankara hapishanesinde kaldıktan sonra Cuma günü sabah er­ ken Ayaş'a doğru yola çıkartıldık." 262

1915 yılı Nisan ayında Türkiye'nin neredeyse tüm hapishanelerdeki ka­ tiller, suçlular, eşkıyalar çeteye girerek (katliamları gerçekleştirmek için) İs­ tanbul'dan özel olarak gönderilen İttihatçı görevlilerin emrine amade ol­ dular; onların yarım bıraktığını ise çevredeki 0 köylerinin hunhar sakinle­ ri tamamlıyorlardı. Halk ne korkunç günler yaşıyordu! Her tarafta tutuklama, hapis, sürgün; küçük bir şüpheyi ya hapsi meşrulaştırmaya bahane bulmak için evlerinde arama yapılıyordu ve çeşitli işkencelere tabi tutarak itirafa zorlanıyorlar­ dı. Bütün bunlar sırf para sızdırmak amacıyla yapılıyordu. Kanunsuz dav­ ranışları için onlara her türlü yetki verilmişti; çünkü patronları Ankara vali­ si Selanikli Atıf ve Emniyet müdürü Bahaeddin idi, ikisi de bağnaz İttihat­ çılar ve hırslı katliamcılar. Mayıs ayında aramalar devam etmekteydi, bulunmuş her tür silah, şüp­ heli eşya toplanıyor ve meşhur kişiler tutuklanıyorlardı. Yiğit Papaz Ter Khoren ilk tutuklular arasındaydı. Onları Ankara'ya götürüp oradan ise vi­ layetin çevresinde bulunan Osmancık13 denilenTürkkasabasına sürgün et­ tiler. Birkaç hafta sonra bir grup meşhur insanı, Giragos Gapzemalian, Ar­ şen Türkmenian ve Harutyun Avagian gibi 15'ten fazla meşhur Stanosluyu Zincirlikuyu'daki hapishaneye kapattılar ve çok işkence yaptılar. Haziran ayında Haymana bölgesindeki değirmencilerimizi birkaç Sivrihisarlı meslektaşıyla birlikte Ankara'ya götürdüler. Bu gruba Ayaş'tan ve Çankırı'dan getirilen Ermeni entelektüellerden oluşan bir grup da ekledi­ ler ve Elma Dağ'ın kenarına götürüp öldürdüler. Toplu tutuklama ve sürgün haberleri bize ulaşmasına rağmen, deh­ şet verici katliamları hayata geçirmeye başladıklarını hiç düşünmüyorduk; yok edilmeye mahkûm Ermeniler koyun sürüsü gibi kesimhaneye götü­ rülmekteydi. Korkuya ve titremeye kapılmış halk her geçen gün felaketin varışını bekliyordu; felaket ise maalesef gecikmedi. Ağustos ayında tellalın ilanına göre 15 yaşından büyük olan tüm erkek­ ler hükümet konağı avlusunda toplanmalıydı. Zavallılar ise artık ölüme mahkûm olduklarını bilmiyorlardı ve kuzu gibi gidip teslim oldular. Bu grubun 700'den fazla kişiden oluştuğu söyleniyordu; onları atlı po­ lisin sıkı denetimi altında neredeyse koşa koşa Ankara'ya götürdüler. Ya­ zın sıcağı ve tozu çektikleri zorluklara ekleniyordu ve çaylardan geçerken polis onlara birazcık su içmeye bile izin vermiyordu. Bazıları biraz hızlı yü­ rüyebilmek için ayakkabılarını çıkarmıştı ve susuzluklarını gidermek için ayakkabılarını su ile dolduruyorlardı. Sonunda yarı ölü durumda Anka­

13

Çorum ?

263

ra'ya vardılar; orada ise bölgenin diğer sürgünlerinin toplanmasına dek sı­ kı denetim altında hapishanede tutuldular. Sadece tüccarlar ve Katolikler için arabuluculuk yapıldı ve bunların hep­ si serbest bırakıldı ama Gregoryenleri toplayıp onları Kayaş Bahçesi14 deni­ len yere götürdüler ve dereler içinde katlettiler. Ölüm sırasında da bera­ ber olmak isteyen çocuk ve ebeveynler birbirine sarılıp şehit oldular. Bir­ kaç gün sonra tüccarlar evlerine döndü. (Ankara'ya yapılan acı yolculuğun hikâyesini onlardan aldık). Onlar Gregoryen kardeşlerini neyin beklediği­ ni iyi biliyorlardı ve sessizce düşünüyorlardı, evlerinden çıkmaktan kaçını­ yorlardı ve komşularının sorularına ne cevap vereceklerini bilmiyorlardı. Şehirde kalanlar ise gitmiş akrabalarından endişeyle haber bekliyorlardı. Bununla ilgili hemşehri Garabed Garakeozian şunu anlatır;

"Babam götürüldüğünde 1915 yılının Ağustos ayıydı. Ben o zaman nere­ deyse sekizyaşındaydım. Köylerde ve değirmenlerde bulunan hemşehrile­ ri elleri kelepçeli ve polislerin sıkı denetimi altında Stanos'a getirdiler, üzü­ cü durumdan dolayı pek çok kadınlar bayıldılar, her taraftan ağlama sesi geliyordu, halk şaşırmış durumdaydı. Kardeşim Hakob ve kuzenim Sargis Soğomonian ikisi de okul öğrenci­ leriydi ve yaklaşan felaketin büyüklüğünü iyi öngörerekteslimolmamışlar­ dı ve gizleniyorlardı. Protestanlar geri döndüğünde AnkaralI avukat Nafiz Efendi kendi sınıf arkadaşları Hakob Garakeozian ve Sargis Soğomonian’ın saklanmış oldu­ ğunu biliyordu, oğluyla beraber geldi. Onları bulup korkmamalarını söy­ ledi; çünkü artık tehlike yoktu ve serbest olarak dolaşabilirlerdi. Ogünden beri iki genç korkusuzca dolaşmaya başladılar. Birkaç gün sonra dolaşmak ve serinlemek için bahçelere gittiklerinde orada ziyafet çeken ve Ermenilerden aldığı rüşvet ve gelecekte alacakları ganimetler nedeniyle keyifle­ nen birkaçTürkmemur gördüler. Aynı gün hükümete ihbar ettiler ve gece­ de iki polis gelip Garakeozian ve Soğomonian'ı tutukladı. Ertesi gün onları polis gözetim altında kelepçeli şekilde Ankara'ya götürdüler, biz ise karşı­ daki bahçelerden onların umutsuz ve başlarını eğik gidişini izliyordukama onlara hiçbir yardım imkânımız yoktu." Yaklaşık sekiz gün sonra Ankara Katoliklerini toplayıp Stanos'a doğru sürgün ettiler. Çoğu Halep'e vardıklarında yorgun düşmüşlerdi ve sadece ayakta kalanlar yollarına devam edebildiler.

14

264

Aslı “Çayaç Bahçesi”.

Çığırtkan yine seslenmeye başladı; bu kez Protestanları kimlik belge­ lerini değiştirmeleri için hükümet konağının avlusuna çağırdılar. Aşağı­ da öğretmen Hoppe'un (şimdi 85 yaşında) hatıra defterinde anlatılanla­ ra yer veriyoruz;

"Protestanlar geldikleri zaman çok üzgündüler: Sekiz gün sonra, Cumarte­ si akşamı, ayinden önce rahip hükümet konağına çağırıldı. Kaymakam ra­ hibe şöyle demiş; 'Artık özgürsünüz ve işinize devam edebilirsiniz.' Rahip döndü ve ayinden sonra kendine söylediklerini halka aktardı. Yaklaşık bir hafta geçti. Pazar öğleden sonra tüm halk hükümet kona­ ğına çağırıldı, güya nüfus tezkerelerini değiştirmeli ve Alman tezkeresi al­ malıydılar. Herkes üzgündü ve bir tuzak kurulmuş olduğunu anladılar. Er­ tesi gün kaymakam rahibi çağırdı ve'Şimdi kimlik belgelerinizi değiştirme­ niz ve Alman pasaportu almanız şartıyla özgürsünüz, Almanlarla akrabalık kurduğumuz gibi bundan sonra sizinle de aynısını yapmalıyız, sizin kızları­ nızı oğullarımız için almalıyız, kızlarımızı ise oğullarınıza vermeliyiz ve be­ raber yaşamalıyız' dedi. Rahip tek başına olmadığını ve halkının görüşünü almasının gerekli ol­ duğunu söyledi. Halka dönüp kaymakamın dediklerini aktardı ve ekledi: 'Düşünün oğullarım, bunların bize önerdiği tek şey Türk olmamız'. Orada Keosseian Hovhannes ayağa kalkarak şöyle dedi: 'Rahip, biz bunu kabul etmeyiz, kardeşlerimiz kendi din ve millet içinşe­ hit olmuşlar, biz de Gregoryen kardeşlerimiz gibi şehit olmaya hazırız'. Bü­ tün hazır bulunanlar oybirliğiyle Keosseian Hovhannes Ağa'nın söyledik­ lerini onayladı. Rahip Kaymakam'ın yanına giderek'halkım Alman tezkeresini kabul et­ miyor ve istemiyor'dedi. Müdür ise'Siz bilirsiniz, madem istemiyorsunuz, Gregoryenlerin yanına gitmeye hazırlanın'dedi. Götürüleceklerini duyduk; her ev yas içindeydi. Herkes başına geleni anladı. Ertesi gün onları Stanos'un yanında bulunan Seyirce denilen yere gö­ türdüler. Orada rahip son görevini yerine getirmek için polislerin önderin­ den izinistedi. İzinverildi; rahipvaazıyla halkı cesaretlendirdi, sonra dua et­ ti, duadan sonra 'Bu dünya minnet yeridir' şarkısını söylediğinde artık ço­ ğu son uykusu içindeydi. Bütün bunları biz görmedik; Stanoslu bir çavuş vardı, o vazifesini yerine getirdiği sırada katliamcıların yanında bulunmuş ve rahibin söylediği şar­ kının, söylediği yüreklendirici sözlerin ve öğüdünün hâlâ kulağında çınla­ dığını anlatıyordu. Tüccarların gitmesinden hemen sonra Haşan denilen birisi birkaç 265

uşağıyla geldi, on genci toplayıp, Stanos'un yakındaki deresinde gö­ türüp onlara karşı her tür taciz ve vahşeti yaptıktan sonra onları öldür­ düler. Aşağıda bu masum gençlerin hatırladığımız kadarıyla hazırlanmış liste­ si var. Gregoryen ve Protestan okullarındaki en parlak öğrencilerdi: Hovhannes Mateosian Krikor Eağeaian Hakob Koncikian Hovhannes Palapanian PağdasarGrian Misak Kupian NersesTürkmenian Hakob Palapanian Misak Kısparian Kığemes Muradian Hakob Vaederian Pağdasar Kasparian Garabed Aslanian DavidTırtırian."15

KALANLAR Şimdi köyde kalanlarına değinelim. 21-45 yaşındaki erkekler askerdey­ diler, onlardan 30 yaşından büyük olanlar yol yapımı için Ankara dışında oluşturulan amele taburundaydılar, iyi silah kullanabilenler ise Çanakkale ya da 4. Ordu'ya (Erzurum cephesi) gönderilmişti. Bu yüzden köyde sade­ ce kadın ve çocuklar kalıyorlardı. Halk çobanı kaybolmuş kuzu sürüsü gibiydi. Gerçekleşen facianın bü­ yüklüğünden habersiz olarak gece gündüz dua ediyor, bir yandan da uzaklaştırılan akrabalarından haber bekliyordu. En feci katliamların Erme­ ni ve Türklerin hep beraber yaşadığı bölgede gerçekleştirilebileceğini ve kuzunun bir gün içinde kurda dönüşeceğini hiç zannetmiyorlardı. Her ne kadar [mücrimlerden] bazıları yaptıkları insanlık dışı işlerden piş­ man oldularsa da, artık bunun ne yararı vardı ki! Kendilerine verilmiş olan vaatlere rağmen servete el koyamadılar; çünkü işleri düzenleyenler tümü­ nü kendi arasında paylaştı. Sürgün edilenlerin tüm varlıkları, kiliselerin al­ tın ve güm üş eşyaları yağmalandıktan sonra Ankara'daki Ermenilerin yo­ ğun yaşadığı zengin mahallesini yaktılar ve yanmasını hızlandırmak için 15

266

Alıntı burada bitiyor olmalı (ç.n .).

ateşe gazyağı döktüler. Ama yangın Türk mahallesine yaklaşınca su sık­ mak zorunda kaldılar. Erkeklerin sürgününden birkaç hafta sonra ailelerinin sürgün emri de gecikmedi. Kaymakam İbrahim Şahin iyi yürekli olmasına rağmen ve kendi irade­ si hilafına, hem merkezi hükümetin kararına hem de yöredeki hunhar flin baskısına karşı duramayarak sürgün ve katliamı gerçekleştirmek zorunda kaldı. Ama sıra masum çocuklara ve savunmasız kadınlara geldikçe daya­ namadı ve düşünmeye başladı. Askere çağırılmış olanların ailelerini sürgün etmediler ve yerinde tuttu­ lar, asker olmayanların ailelerini ise çok uzağa göndermek yerine ikişer iki­ şer Stanos'a bağlı Türk köylerine dağıttılar. Bununla ilgili kaymakam 'Size iyilik yapıyorum, bunu sonra anlayacaksınız'demiş. Kasabanın çoğu boşalmıştı; bölgedeki Türklerden bazıları kendileri­ ne vaat edilmiş talanı bekliyorlardı ama kaymakam kasabayı sıkı göze­ tim altında tutuyordu ve kendisi de dolaşarak görevli polislerin mevcudi­ yetini denetliyordu. Böylece günler ve aylar geçiyor ve halk safça akraba­ larından haber bekliyordu. Bu olaylar sonbaharda oldu, kış ise erken baş­ ladı. Ekmek kazanan erkekler artık yoktu ve hem gıda hem yakıt yokluğu hissediliyordu. Köylere gönderilenler bu açıdan daha garantili durumdaydılar, çünkü Türklerin yanında çalışarak ekmeklerini kazanıyorlardı; kendi evlerinde çalış­ mak istemeyen Ermeni anneler ve kızlar bile Türklerin yanında çalışmak zo­ runda kaldılar. Okuldan başka hiçbir şey görmemiş 12-13 yaşındaki çocuk­ lar Türklerin yanında çoban oldular. Askerliğe gitmiş olanların şehirde ka­ lan aileleri çevredeki köylere gitmeye ve giysilerini, mücevherlerini, bazen ise mutfak eşyalarını buğdayla takas etmeye başladılar, ergenler iseTürklere hizmet etmeye başladılar, anneler kızlarıyla birlikte köylülere ev işlerinde yardım ediyorlar hatta tarlalarda hasada katılıyorlardı. Toplanmış buğdayı sırtlarında kilometrelerce taşıyarak öğüttürüyor ve eve getiriyorlardı. 0 zamanlar Türkler istediği kadar Ermeni öldürebilirdi ve hiç kimse he­ sap soramazdı. Tüm halkı sürgün ettikten sonra çocuklara bile acımadı­ lar. Örneğin Türk akrabalarının yanında barınmış olanları, bazı cellat Q ta­ rafından alınıp Stanos'un yanındaki Çakçakın Darı (=?Dere) denilen yerde öldürüldüler. Sarkis Alacacian, Soğom on Soğomonian, Harutyun Soğomonian, Poğos Hyusnian, Şirinents Aristakes ve Eğişe Dağlian o kurban­ lardandılar. Bu olaylardan birkaç ay sonra, sürgün edilmiş olanların ailelerinin köy­ lere dağıtılmış olduğu zaman Sarayköy'ün ünlü celladı Hamdı (özellikle 267

Protestanların katliamında önemli rol oynamıştı) ondan fazla Rum göç­ meni yakaladı ve hükümete teslim etmek yerine birçok işkenceden son­ ra öldürdü. Bu olaylara tanık olan hemşehri Karapet Keotian ve Krikor Haci Danielian hatırlar:

‘Köydeki Türk çobanlar kamışlar içinde birkaç gölge görüp Hamid'e ve onun meslektaşlarına haber verdiler, onlar ise silahlanmış ve köpekler va­ sıtasıyla kamışlığı kuşatarak Rumları bulup yakaladılar ve köye getirdiler. Sonra onları soydular ve yan yana dizdiler, bizi ve annelerimizi ise, önle­ rinden geçerken onlara aşağılayıcı sözler söylemeye ve yüzlerine tükür­ meye zorladılar, yapmadığımız takdirde bizi de onlarla götürmekle teh­ dit ediyorlardı." Bu durum ateşkese dek devam etti. Sürgün edilmiş olanların evleri Ar­ navut ve Boşnak göçmenler tarafından işgal edildiyse de, geçinme imkâ­ nı bulamayarak kısa süre sonra gittiler. 1918 yılının Kasım ayında savaş bi­ tince hayatta kalanlar köye dönmeye başladılar ve evlerine ve bahçeleri­ ne sahip çıktılar.

Dönüş O zaman kayıplarımızın ne kadar olduğunu öğrenebildik; sürgün edilmiş olanların hepsinin katledildiği ortaya çıktı. Askerde olan 20-30 yaşındaki­ ler ya cephelerde ölmüş ya da 0 tarafından silahsızlandırılıp öldürülmüş. Yol yapım işinde olan 30-45 yaşındakilerin çoğu ise geri döndü ama zor iş­ ler yaptıkları ve gıdasızlıktan çok yorgun ve güçsüz haldeydiler.

268

B elgeler

Belge i

gazetesinin 27.11.1916 tarihli haberi.

(F.O. 383/228 no. 245839, 5.12.1916)

L e M o n d e (?)

■Nj

N)

Ermeni ülkesindeki katliamlar (Zürih'ten gönderildi, 24 Kasım) Türkiye ve Avusturya'daki pek çok bölgeyi dolaşan bir Amerikan misyoneri Küçük Asya'daki durum hakkında sürekli malumat veriyor. Samsun, Tokat, Amasya ve Ankara şehirleri tamamıyla boş. Ermeni sa­ kinler 0 tarafından katledilmişler. Ankara şehri harabeye dönmüş. Bütün sakinler katledildikten sonra şehri ateşe vermişler. Amasya ile Samsun ara­ sında yer alan bütün bölgedeki Ermeni erkeklerini yok ettiler. Fransız ve Ingiliz savaş esirlerinin tutulduğu kamp Yozgat'ta kurulmuş. İngiliz mah­ kûmlar {}in kötü muamelesine maruz kalıyor. Burada Fransız denizaltısı 'Turkuaz'ın subayları da bulunuyor. Açlık, tüm Küçük Asya'da genel bir hal.

272

Belge 2 (F.O. 608/243 no. 8109, 23.4.1919)

1« LA DEP02TATI0»! D*AKS0r*-*,»., .*at İiA » •**Ç ..« jü t m* . ; « «W01»

c , Jg J

"“ ** * * ***> a,# is»*A . J a , j fcA^^l.ySS J ^ .Jİ y u* ^

v „.iu.

' iU*

*yU(tlRyt,,>Vi, .tf4j-^ ı.;u , * r

«ly>yf» yUUy, .İÜ,,, İJİ

Jtt

t1* '■*•**' , .*#4* .jjı *rV»—1ö*M a »/. m* **İ\ *p U U » w 1•****& ¥i j, cv,« « ig f 4^1 ^ »ÎHçİ '« tü^r j ı / t «iWi «a* .g ir #jfc X ~ * *|ı «**«• yi#*' i

J»i . JM&l MtfjC, Jlt ^.«j^ * ’ G f ^ j .* i m , z ^ z i s .^ y ;:^

Aİ & ' * * * j w > ito i r , ; «J, Jl'yJ 7

¥ «P **,* M u¥ -M »jf /,.j * -7 J >* '*.«#'•*¥ 4/ .J.V*V Aj-U gi^A^I Ut .J,,* fj*Ai 4* (JG JB. 4> r »A-** - mkİ j p **■#& 4 * M1mM 0»l J JS * *>*>»/»*^ ,ı» . -»**■»V: «jr*1* iY#U*u *U!) tfi *•/«' uu.*w. jp.ljr j ‘m ^ H - .' $¥-**»(#—«►>»' J^ v . «A'V, «■*? J i » «-/ . ^ ı^ / r fjr c .ı^ ■u t i- l .>■< ( . ^ İ,'‘ » V *«--*»

J» fi.it J J l

,«**■ir— u j*û r «c -

y ^ / ~

«c.

*• *-» *■ U

m jJ j *

^ ' j

* • . ı\ ^ V j> » **► *-*



".

”*

****

'

V

*T v „ 1^ ^*s» w«v | y « j,y ı . " „ , > > « 4 *. Û , 4ı^

/ t*’ **^*/j>l

'v , j A

***> & * ‘ , > . . ^ 9 . ^ ' r . * ; r s ? - f • ■ ?*> o » , . • & *

s**# ****:

^W

^ y ' ı & ^ J İ A > * & * \ v £ * ,' '• ./ * r zL £_V sr * # * 9 w iA .

ai

' * * * * * *W (l< Jt**t)> , ' * * * * * • * * * £ ** -* . ..

*".*•»» " t

*

HAEskişehir anbarı memuru Zeki Bey'e Azizim, Eskişehir'den buraya getirdiğimiz eşyadan fazlasının (?) Eskişehir'e ia­ desi lazım geldiğinden 621 no. lu vagona tahmilan [=yüklenerek] nefer-i esbak [=önceki askerler] vedaatiyle paracılığıyla] bugün Eskişehir'e gön­ derilmiştir. Bunlar meyanında en ziyadesi küçük mahruti [=konik] çadırlar­ la büyük çadırlardan bir kısmı vardır. Buralarda bu çadırların düşmanı pek çok olduğundan burada kaptırmadanf?) derhal oraya irsal etmeğe mec­ bur olduğumuzu (esbakın ifadesinden dahi) anlayıp orada dahi pek ziya­ de ihtiyat ile yani cihet-i askeriyeyi çadırların vücudundan [=varlığından] haberdarf?) etmeyecek surette mahfuzen anbarlara nakletmeye dikkat ve ihtimam ediniz. Bunun depoya bizim burada yaptığımız gibi (?) bizzat va­ gon başında bulunarak üslub-ı hâkimane [=başat/işbilir bir tarzla] ile nak­ liyata nezaret]?) etmeniz elzemdir. Bu husus gibi tafsilatı görüştüğümüzde anlatırım. Ben Dersaadet'ten haber bekliyorum. Bir diğer güne kadar bu­ rada Hacı Beyi bırakıb geleceğim. Arkadaşların cümlesine selam ederim. Dr. Besim Ömer, 9 Eylül 332 (=22.9.1916)

282

H a r it a l a r

Harita 1 ve lejantı (Amasya)

1 Eşlem (İslam) 2 Eski Kethüda (1602) 3 Üçler (1602) 4 Uzun Mustafa 5 Bayezid Paşa (Fr. misyoner) 6Y Bozahane (1602,1730, 1855) 7 Pirinçci 8Y Pervane Bey 9 Tatar 10 Temenna 11 Cami-i Enderun 12 Çırakçı 13Y Çeribaşı 14 Çıkrık 15 Hacı llyas 16 Hacı Hamza 17 Hekim Çelebi (1876 harbinde harab oluyor) 18 Hatuniye 19 Hızır Paşa 20Y Hoca Süleyman 21 Darüsselam 22 Dere 23Y Devehane 24 Recep 25 Ziyare 26 Sabıkuddin

284

27 Saraçhane 28 Saray 29 Sadeddin 30 Şamlılar 31Y Şamice (defalarca) 32 Şehreküstü 33 Savakça 34 Sofuzade 35 Sofiler 36Y Acem Ali 37Y Fethiye 38 Küba 39 Karatay 40 Kazancı 41 Kamerüddin 42 Kocacık 43 Kurşunlu 44 Kılıççı 45 Küpceğiz 46 Köprübaşı 47 G ök Medrese 48 Gümüşlüzade (Eşkıya vakası, 1722) 49 M ehmed Paşa 50-1 Helkis 52 Yakutiye 53 Y akup Paşa 54 Kara Senir (?) 55 Kayabaşı (?)

Selagzi: Uzun Mustafa, Saraçhane, Kazanci, Kocacık

Bozahane, Pervane Bey, Çeribaşı, Hoca Süleyman, Devehane, Şamice, Acem Ali, Fethiye İlginç: Dere mahallesinin iki mevkii var, biri Kocacık diğeri İslam mevkii. Buradan Kocacık'ın G M mahallesi olduğu çıkabilir. (Ahmet Demiray, Resimli Amasya, s. 119) 100 Evler, Dere ve Üçevler arasındadır (Demiray, 122)

Gabriel'in Lejantı 1. Şato 2. Restes de courtines? (duvar kalıntısı?) 3. Mescid 4. Enderun Camii 5. Bülbül Hatun Camii 6. Mescid 7. Pontus Kral Sarayı 8. Courtine harabeleri 9. Tour de l'Horloge? (saat kulesi?) 10. Konak 11. Belediye 12. Cami 13. Kapı Ağası Medresesi 14. Bayezid Paşa 15. Misafirhane 16. Hamam 17. Şirvanlı Camii 18. Tuğrakiye Medresesi (mevkii?) 19. M ehm ed Paşa Camii 20. Tımarhane 21. Pir llyas Medresesi (Aşağı Pirler) 22. Pir llyas Türbesi (Yukarı Pirler) 23. Orta Mektep 24. Askeri Hastahane 25. Sofular Camii 26. Gümüşlüzade Camii 27. Pazar Camii 28. Saraçhane Camii 29. Kileri Süleyman A ğa Camii 30. Taşhan 31. Burmal Minare 32 Fethiye Camii 33. Hamza Bey Camii 34. Cami 35. Çeribaşı Camii 36. Uzun Yol Camii 37. Halkalı Dede Türbesi 38. Sultan Bayezid (temeller?) 39. Şehzade Türbesi 40. Şehzadeler Türbesi 41. Sultan Mesud Türbesi 42. Mescid 43. Mescid 44. Mescid 45. Halife Gazi Türbesi 46. Şadgeldi Türbesi 47. Suyabatan Camii? (ahşap) 48. Gök Medrese Camii 49. Turumtay Türbesi 50. Türgüc Paşa Camii 51. Gar 52. Camii

53. Türbe a. Kuş Köprüsü b. Hükümet Köprüsü c. Alçak Köprü d. Maydanos Köprüsü e. Sultan Köprüsü f. Meydan Köprüsü Yaşar Hüsam eddin'in Tarif Ettiği M ahalleler A Eşlem (İslam) B Eski Kethüda C Üçler Ç Uzun Mustafa D Bayezid Paşa E (Y) Bozahane F Pirinçcİ G Y Pervane Bey H Tatar I Temenna I Cami-i Enderun J Çırakçı K (Y) Çeribaşı L Çıkrık M Hacı llyas N Hacı Hamza 0 Hekim Çelebi Ö Hatuniye P Hızır Paşa R (Y) Hoca Süleyman S Darüsselam Ş Dere T (Y) Devehane U Receb Ü Ziyare V Sabıkuddin Y Saraçhane Z Saray a Sadeddin b Şamlılar c (Y) Şamice(ç ile karışmış?) ç Şehreküstü d Savakça e Sofuzade f Sofiler g (Y) Acem Ali h (Y) Fethiye ı Küba 1 Karatay j Kazancı k Kamerüddin I Kocacık m Kurşunlu n Kılıççı o Küpceğiz ö Köprübaşı p Gök Medrese r Gümüşlüzade s Mehmed Paşa ş-t Helkis u Yakutiye ü Yakup Paşa Kara Senir (?) Kayabaşı (?)

Bozahane, Pervane Bey, Çeribaşı, Hoca Süleyman, Devehane, Şamİce, Acem Ali, Fethiye

Gabriel'in haritasındaki yanmış mahallelerin bulunduğu noktadan, mevkiine ve Selağzına (Pazar Camii) birer çizgi çekilirse, İlgili ifadelerden yanan mahallelerin bu çizgiler ve Yeşilırmak arasındaki üçgen alanda yer aldığı düşünülebilir. Bu bölgede yer alan mahalleler, Devehane, Eski Kethüda, Bozahane, Çeribaşı, Acem Ali, Kazancı, Uzun Mustafa, Kocacık, Saraçhane, Pervane Bey, Hoca Süleyman, Köprübaşı, Kazancı'dır. Bunlardan şimdiki Yüz Evler civarında yer alan mahalleler, Gabriel'in Amasyaya geldiği yıllara kadar yapılmamış olsa gerektir.

285

Harita 2-3 ve lejantı (Ankara).

286

Yangın yeri çevresi (1924 tarihli Ankara haritası), 3 no.'lu harita lejantı Y Harik mahalli (Yangın yeri) 1 Ahi Elvan Camii 2 Rum Mektebi 3 Şengül Hamamı 4 Gazi Mustafa Kemal Paşa ve 5 Latife Mustafa Kemal Mektepleri (yangın yerine inşa edilmiştir.)

6 Gavur Ali Mahallesi 7 A t Pazarı 8 Hacı Doğan Mahallesi 9 Kızılbey Mahallesi 10 Hacı D o ğan Mescidi 11 Haseki Camii 12 Kavaklı Mescidi (Hacı Baba, günümüze ulaşmamıştır.) 13 Balık Pazarı (Anafartalar) Caddesi 14 Hallaç Mahm ud Camii 15 Hoca Paşa Camii

16 Zincirlikuyu Camii 17 Hükümet Konağı 18 Hacı Bayram Camii 19 Balaban Camii 20 Debbağhane (Tabakhane) Camii 21 Debbağhane (Tabakhane) Mahallesi

287

v v a a ıy

t (U S*

Hisarönü (C u m h u riye tin Başkenti, Atila Çangır, C u m h u riye tin Ankara Üniversitesi, 2007).

Başkenti,

291

Hisarönü'nden Ankara Kalesi Ankara Büyükşehir yayını, 2007).

(OsmanlI'da Ankara,

Frer Mektebi Atila Çangır, C u m h u riye tin Ankara Üniversitesi, 2007).

(C u m h u riye tin Başkenti,

292

Başkenti,

Balıkpazarı (Anafartalar). Arkada Aziz Klementos Kilisesi (O sm anlI'da A n ka ra , Ankara Büyükşehir yayını, 2007),

Ankara Rum Mahallesi (Küçük Asya Araştırmaları Merkezi Arşivi).

293

Ankara Rum okulu (KAAM Arşivi).

Hisarönü'nde yanmış bir bina (Frere okulu olduğuna ilişkin anlatımlar vardır, şimdiki Ulus Kardeşler Sokak) (VEKAM arşivi).

294

1922 Sovyet Elçiliği yangını (Lansere, Y.Y. Ankara yazı: bir Sovyet sanatçısının 1922 yılı notları ve resimleri, İstanbul: Kaynak Yayınları, 2004.)

295

Hisarönü'nden Ankara Kalesi Atila Çangır, C u m h u riy e tin Ankara Üniversitesi, 2007).

(C u m h u riy e tin B aşkenti,

296

Başkenti,

Mehmed Reşid (Ahmet Mehmetefendioğlu'ndan).

297

Mustafa Durak (Emruhan Yalçın, M illi M ü ca d e le 'ye S a d a ka t ve M ustafa Bizbize, Ankara, 2008.)

298

D u ra k Sakarya,

—ifir

5

Hacı Bayram tarafından Ankara Kalesi (hemen önünde Hisarönü, yangın yeri) ( C u m h u riye tin Başkenti, Atila Çangır, C u m h u riy e tin Ankara Üniversitesi, 2007).

Başkenti,

Hisarönü (C u m h u riye tin Başkenti, Atila Çangır, C u m h u riye tin Ankara Üniversitesi, 2007).

Başkenti,

299

Yangın yeri (C u m h u riye tin Başkenti, Atila Çangır, C u m h u riye tin Ankara Üniversitesi, 2007).

Başkenti,

Yangın yeri (C u m h u riy e tin Başkenti, Atila Çangır, C u m h u riye tin Ankara Üniversitesi, 2007).

Başkenti,

300

Hisarönü'nden Ankara Kalesi (C u m h u riye tin Başkenti, Atila Çangır, C u m h u riye tin Başkenti, Ankara Üniversitesi, 2007).

Hisarönü'nden Ankara Kalesi (C u m h u riye tin Başkenti, Atila Çangır, C u m h u riye tin Başkenti, Ankara Üniversitesi, 2007).

301

Hisarönü'nden Ankara Kalesi (C u m h u riye tin Başkenti, Atila Çangır, C u m h u riye tin Başkenti, Ankara Üniversitesi, 2007).

Ankara Kalesi.

302

“Devlet eliyle, kurumsal veya paramiliter güçlerin Y a n g ı n ı ’n ı n arka planını ve kullanılması yoluyla ’ “felâketin m antığını” aydınlatmaya gerçekleştirilen yangınlar... çalışıyor. Bu yangın büyük bir esas olarak ‘yerinden etme’ maddi hasara yol açmakla politikalarının bir parçası kalmamış, şehrin tarihinde bir olarak değerlendirilmelidir. dönüm noktası olmuştu. (...) Türkiye de de özellikle Ankara’nın çok etnili nüfus 1 1915’ten 1922yılına kadar devam eden savaş yıllarında yangın çıkartmak çokça başvurulmuş bir yol olmuştu (...) 1915 Tehciri'ni izleyen dönemde Anadolu'nun pek çok yerinde çıkan!çıkartılan yangınlar, şahit ve maruzlarının Taylan Esin ve Zeliha Etöz, pek çoğunun kamuoyu \o dönemde Anadolu’da çıkan/ yaratmalarına fırsat çıkarılan yangınların bağlamı tanımayan koşullar altında içinde, belgelere, tanıklıklara ve cereyan ettiği için tarihin dönemin yerel siyasi sorumlularına karanlıklan içinde m ercek tutarak, Ankara yangınının kaybolup gitmiştir... ” son derece canlı bir analizini i Elinizdeki kitap, k ıt kaynaklan

didik didik ederek, 1 9 1 6 A n k a r a

SUAVİ AYDIN

yapıyorlar.

S u n u ş’tan f

U O 69 it AAC

6 9 1 V8 S 0 H1 ISBN-13: 978-975-05-

P r-T ı:

1

9

789750 51700