Yunanlıların ve Anadolu Rumlarının Anlatımıyla İzmir Savaşı
 9789751018267

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

BİLGE UMAR

YUNANLILARIN VE ANADOLU RUMLARININ ANLATIMIYLA •



IZMIR SAVAŞI

••

.... .il. .INKILAP --

İzmir Savaşı

© 2002, Prof. Dr. Bilge Umar © 2002, İnkılap Kitabevi Yayın Sanayi ve Ticaret A.Ş.

Sertifika No:

10614

Dizgi ve sayfa düzeni Bilge Umar Kapak tasanm Başak Karaca Düzelti S. Asaf Taneri

ISBN:

978-975-10-1826-7

121314 15 1110 9 8 7 6 5 4

Baskı

İNKILAP KİTABEVİ BASKI TESİSLERİ

:i;: İNKl1AP Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sk. No.

34196 Yenibosna - İstanbul Tel :(0212)496 11 ll(Pbx) Faks: (0212)496 11 12 [email protected]

www.inkilap.com

8

"İ ZMİ R SAV AŞI" ADI ÜZERİNE AÇIKLAMA

1 919- 1 922 Türk-Yunan Savaşını biz Türkler, İstiklal Harbi/Savaşı/ Müca­ delesi, Kurtuluş Harbi/Savaşı/Mücadelesi. Milli Mücadele adlarıyla anarız. B u adlar, o savaşın bizim yönünıiizden niteliğini anl atır. Oysa Yunanlılar için bu sa­ vaş, Yunan vatanının bir parçası saydıkları Küçük Asya'yı, yani terimin onlarda şimdiki anlamıyla, Batı Anadolu'yu< l ) ele geçirme ve buradaki "esir kardeşler"i "kurtarma" savaşıdır. Bu nedenle, onlar, söz konusu savaşı, Küçük Asya S avaşı diye anıyorlar ve ayrıca o savaştan, bazı kitaplarda, "kurtarma savaşı/kurtarıcı savaş" diye söz ediyorlar.(2 ) Böyle iken, bir Yunanlı yazar, -yapıt ını metinde s. 1 2- 1 3 'te tanıtt ığımız Giannes Kapses, büyük kapışmanın, İzmir uğrunda yapıl­ dığını özellikle vurguluyor (bkz. ileride, metinde s. 1 8- 1 9). A nadolulu Rumları­ mız ise çok daha gerçekçidir; onlar bu savaşın Yunanlılarca özellikle İzmir uğ­ runa yapıldığını çok iyi anlamışlardır ve Küçük Asya Araşt ırmaları Merke­ zi 'nin( 3 ) görevlilerine anılarını anlat ırken, o savaştan, İzmir S avaşı diye söz edi­ vermişlerdir. Biz de, bu kitabınuz Yıınan!ıların ve Anadolu Rumlarının anla111111111 yansıtmayı amaçladığ111da11, kitabın adında savaşı öyle andık.

1 ) B izde Küçük Asya, Fransızlarda Asie Mineur, İ ngilizlerde Asia Minor, Almanlarda Kleinasien deyişi Anadolu'yu, özellikle de Anadolu'nun Fırat kıyısına kadar olan bölümlerini anlatır. Yumırı.lılarda ise, "Mikra Asia, Pontos, Kappadokia ve Kilikia" gibi deyişleri görebilirsi­ niz ve Anadolu parçaları olan Pontos'un, Kappadokia'nın, Kilikia'nın Mikra Asia kapsamında sa­ yılmadığını; bu deyişle yalnız Batı Anadolu'nun kastedildiğini buradan anlayabilirsiniz. 2) Örneğin, Kostas Khatzcantoniou ' nun metinde s. 5-1 l 'de tanıttığımız kitabının adı şöyle­ dir: MtKpa Acrta. O AneA.ı::uOEpeı:ıttKOÇ Ayeı:ıvaı; 19 1 9- 1 922 (=Küçük Asya. Kurtann;ı Sava�ı 19 1 9- 1 922) . Apelcutherotikos sözcüğü aslında sıfattır ve kurtarma'sal demektir; ama biz Türkçe­ de böyle bir sözcük kullanmadığımızdan, "Kurtarına'sal Savaş" yerine "Kurtarma Savaşı" çeviri­ sini veriyorum. 3) Bu kuruluş metinde s.

4)

3 -4'te tanıtılmaktadır.

Örneğin bkz. metinde s. 176 ve 178.

v

Ortak vatanımızdan uzağa düşmenin acısını kardeşçe yaşa nılan günleri unutmayanlara dostlukla , sevgilerle

İÇİN D EKİL ER § 1.

SUNUŞ 1. il.

§ 2.

3 5

12 12

MEGALE İ DEA/BÜY ÜK D ÜŞÜNCE'Yİ DOGURAN KOŞULLAR HAKKINDA YUNANLI ANLATIMI 1.

II. III. IV. § 3.

Kitabın amacı ve özelliği "Yunanlı anlatımı"nı öğrenmek için yararlanılan başlıca kaynakların tanıtılması 1. Yunanistan' daki "Küçük Asya Araştırmaları Merkezi" yayını, iki ciltlik, Exodos (Göçe Çıkış" adlı kitap 2. Kostas Khatzeantoniou'nun "Küçük A sya Kurtarma Savaşı, 19 1 9- 1 922" adlı kitabı 3. Giannes P. Kapses'in "Yitirilmiş Vatanlar" adlı kitabı 4. Diğerleri

Khatzeantoniou ' nun anlatımı Kapses'in anlatımı Alexandros Anastasios Palles'in anlatımı Photes Apostolopoulos 'un anlatımı

13 18 20 23

İ ZMİ R' İ N İŞGALİ GÜ N ÜN ÜN (15.5. 1919) OLAYLARI HAKKINDA YUNANLI ANLATIMI 1.

il.

III.

III.

İşgalin bir gün öncesindeki gelişmeler ı. Khatzeantoniou 'nun anlatımı 2. Kapses ' in anlatımı 1 5 Mayıs 1 9 1 9 : Yunan askeri İzmir Kordonu 'na çıkıyor 1 . Khatzeantoniou ' nun anlatımı 2. Kapses' in anlatımı Konak Alanı 'nda Yunanlılara ilk kurşun atılıyor 1 . Khatzeantoniou 'nun anlatımı 2. Kapses'in anlatımı 3. Marjorie Housepian Dobkin' in anlatımı İlk kurşunun atılması sonrasındaki olaylar 1. Khatzeantüniou'nun anlatımı 2. Kapses 'in anlatımı Yii

26 26 28 28 30 31 34 35 39

3. Fotes Apostolopoulos 'un anlatımı 4. İzrİ1ir'in yerlisi Rumlardan bir hanım olan

iV.

I. il.

39

Kapses 'in anlatımı Khatzeantoniou 'nun anlatımı

52 60

YUNANLILAR DİRENİŞİ EZMEK İÇİ N 22.6. 1920'DE SALDIRIYA GEÇİ YOR, UŞAK VE BURSA'YI İŞGAL EDİYOR; DOGU TRAKYA İŞGAL EDİ Lİ YOR. YUNANLI ANLATiMi

§ S.

1. II.

Khatzeantoniou 'nun anlatımı Kapses 'in anlatımı

62 63

YUNANİ STAN'DA İ KTİ DAR KADROSU DEGİŞİ YOR: VENİ ZELOS D ÜŞ ÜYOR, KRAL K ÔNSTANTİ NOS GERİ GELİ YOR (KASIM, 1920). BU DEGİŞİ KLİGİ N ANADOLU SEFERİ BAKIMINDAN DOGURDUGU SONUÇLAR. YUNANLI ANLATIMI

I. II. III. IV. § 7.

38

İŞGAL ALANI GENİŞLETİ Lİ YOR; T ÜRKLERCE KUVAYI MİLLİYE ÖRG ÜTLERİ KURULUYOR VE YAYILIYOR. BU AŞAMA HAKKINDA YUNANLI ANLATiMi

§ 4.

§ 6.

Alexi Alexiou 'mın anlatımı İşgalin hemen sonrası günlerdeki İzınir'den görüntü ler. Papai' oakeim Pesmatzoglou 'nun anıları

38

Genel bakış Venizelos 'un 1 920 seçimlerindeki yenilgisi ve iktidardan düşmesi Konstantinos 'un iktidara geçmesinin sonuçları Bazı ilginç ayrıntılar üzerine Yunan kaynaklarında bulduğumuz bilgiler

66 67 68 69

KRAL K ÔNSTANTİ NOS 'UN ANADOLU SEFERİ . YUNANLILARIN K ÜTAHYA-ESKİŞEHİ R SAV AŞLARI YENGİ Sİ , SAKARYA SAVAŞI YENİ LGİ S İ , AFYON ' A ÇEKİ LMESİ . YUNANLI ANLATIMI r.

Khatzeantoniou 'nun anlatımı

VIII

76

II. III. IV. § 8.

80 82 83

EYLÜL 1921-AGUSTOS 1922 ARASI DÖNEMİN OLAYLARI. CEPHE GERİSİNDEKİ DURUM. B ATI ANADOLU'DA BAGIMSIZ DEVLET KURMA TASARILARI. YUNANLI ANLATIMI

I. II. III. IV. § 9.

Kapses'in anlatımı Trikoupes (Trikupis)'in anlatımı Nikos Svoronos'un anlatımı

Genel bakış Trikupis' in anlatımı Khatzeantoniou ' nun anlatımı Kapses'in anlatımı

85 86 89 91

26-30 AGUSTOS 1922: YUNAN CEPHESİ ÇÖKÜYOR. YUNANLI ANLATIMI I. II. III.

Trikupis'in anlatımı Khatzeantoniou ' nun anlatımından bölümler Kapses'in anlatımından bölümler

93 101 1 09

§ 10. "KÜÇÜK ASYA FELAKETİ"; YUNANLI ANLATIMI 1.

II .

İzmirde olanlar 1 . Kapses'in anlatımı 2. Anadolu Rumlarının, Exodos'ta yayımlanan anıları a. Eleni Karantoni ' nin anlatımı b. Aglaia Kontou' nun anlatımı c. Nikolaos Papanikolaou' nun anlatımı d. GiOrgos Bakaloglou 'nun anlatımı e. Theodoros Loukides' in anlatımı İzmir dışında olanlar l. Papa'iôakeim Pesmatzoglou 'mm anlatımı: Isparta' daki gelişmeler 2. Euripides Lafazanes ' in anlatımı: Manisa'daki gelişmeler 3 . Demetres Kampoures'in anlatımı: Bergama' da olanlar 4. Antonia Khatzestephanou 'nun anlatımı : Muğla'da olanlar 5 . Myrsine Kapsale 'nin anlatımı: Balıkesir'de olanlar IX

115

1 27 1 28 1 29 131

1 37

141 1 45 1 48 1 49 151

6. Alexandros Lcontopoulos 'un anlatımı: Aksaray 'da olanlar 7. Polyxene Katrantze 'nin anlatımı: Gelveri/Güzelyurt 'ta olanlar 8. Gelveri'den bir diğer tanık: Sokretes Loukides 9. Theologia Terze-Karasabba'nın anlatımı: Çeltek'te olanlar 1 0 . Çeltek 'ten bir diğer tanık: Kostas Khinitzides 1 1 . Eulampia Moumtzoglou'nun anlatımı: Helvadere'de olanlar 12. Ourania Zakhariade'nin anlatımı: Endirlik'te olanlar 1 3. Endirlik 'ten bir diğer tanığın, Simos Apostolides 'in anlatımı 1 4. Kalliope Mouratoglou' nun anlatımı: Vekse/Özlüce'de olanlar 1 5 . Eleutherios İosefides'in anlatımı: Everek/Develi 'nin Zile köyünde olanlar I 6. İ ncesu göçmeni Papas Gregores Papagregoriades 'in anlatımından 1 7. Germir göçmeni Pai'sios Kiremitzoglou 'nun anlatımından 1 8. Gesi göçmeni Annika Kharitonidou 'nun anlatımından l 9. Moutalaske/Talas göçmeni Maria Lebletoglou 'nun anlatımından 20. Üskübü göçmeni Eudoxia İoannidou 'nun anlatımından 2 1 . Bir diğer Üskübü göçmeninin, Despoina Tsalikoglou 'nun anlatımından 22. Nevşehir göçmeni Anna Georgiade'nin anlatımından 23. Zile/Özlüce göçmeni Maria Psy llidou'nun anlatımından 24. Andaval/Aktaş göçmeni (Papaz) Paraskevas İ gnatoglou 'nun anlatımından 25. Enehil/Dikilitaş göçmeni Theologos Khatzeparaskeuas'ın anlatımı 26. Uluağaç göçmeni Sofia Metalleidou'nun anlatımından

x

1 55 1 58 1 59 1 59 1 60 1 64 1 65 1 67 1 67 1 69 1 72 1 72 1 73 1 74 1 76 1 77 178 178 1 80 181 1 82

27. Sulucaova göçmeni G. Khatzeliades' in anlatımından 28. Hançerli göçmeni Kharalampos Koumproglou 'nun anlatımından 29. Fertek/Ü zümlü göçmeni Kallisthene Kallidou 'nun anlatımından 30. Bereketli Maden/Çamardı göçmeni Thanasses Ntiktampanes ' in anlatımından 3 1 . Konya göçmeni Eleni Manaeloglou ve Georgia Mpatzoglou 'nun anlatımları 32. Karıştıran göçmeni Mikhael Nikolaides' in anlatımından 3 3 . M u t göçmeni Sofokles Bergos'un anlatımından 34. Uluborlu göçmeni Konstantinos Nikolaides' i n anlatımı

1 82 1 83 1 83 1 85 1 87 1 88 188 1 89

§ 11. ANAD OLU'DAKİ TÜRK DÜŞMANI YUNAN BEŞİNCİ K OLU'NUN HAS B İR ÖRNEGİ OLAN GİÖRGİOS K ATRAMOPOULOS'UN ANLATiMi 1.

Anadolu 'daki Yunan Beşinci Kolu

1 94

il.

Giorgios Katramopoulos'un ve anı kitaplarının tanıtılması

1 95

llI.

Giorgios Katramopoulos 'un anlatımı

196

§ 12. GENEL DEGERLENDİRME 1.

Soykırım suçlaması açısından

209

II.

Yapılan uygulamalar açısından

209

1 . Yapılanların, satır başlarıyla anımsatılması. . .

209

2. B unların genel değerlendirilmesi a. Ölçütler

2 12

b. Sonuç

212

XI

§ 1. SUNUŞ 1.

Kitabın amacı ve özelliği

İzmir' de Yunanlıların Son Giinleri kitabımda (Bilgi Yayınevi, Ankara 1 974), 1 9 1 9- 1 922 Türk-Yunan savaşımını, deyiş yerinde ise "İzmir penceresin­ den bakarak", dolayısıyla o dönemde İzmir'de olan bitenlerin anlat ımına ağ ırlık vererek, kendi bilgi kaynaklarımdan aktarmıştım.

B u b ilgi kaynaklarından bir bölümü, kitaplardı. O dönemde İzmir'dc ya­ yımlanmış gazetelerin İzmir Milli Küt üphanesi'ndc bulabildiğim nüshaları, ya­ rarlandığım ikinci tür bilgi kaynağıydı. Bunların yanı sıra araşt ırmalarımı yaptı­ ğım yıllarda yaşamakt a olan, o günleri görmüş İzmir' in yaşlılarından, ilginç şey­ ler öğrenmiş ve öğrendiklerimi kitapta aktarmıştım. O zaman Rumca b ilgim, konuyla ilgili Yunan kaynaklarını da inceleyip de­ ğerlendirmeye yeterli değildi. Bu düzeyde Yunanca bilgisine sahip aydınları­ mızdan hiçb iri de o kaynakları dahi inceleyerek bir kitap üretmeye heves et me­ mişti; söylediğim türden ilk kitap, ancak bir burstan yararlanarak Yunanistan 'da Yunan yayınlarını, belgelerini inceleyebilen Yard. Doç. Dr. Engin Berber tara­ fından, 1 997 'de yayımlandı (Sancılı Yıllar: İzmir 1 918-1 922. Mütareke ve Yu­ nan İşgali Dönemi 'nde İzmir Sancağı. Ayraç Kitabevi, Ankara) . İzmir' de Yıınanlıların Son Giinleri kitabımda, konuyu inceler v e işlerken, olayı Türklük heyecanı ve duygulanışı ile değil, objekt if b ir tarih araştırmacısı­ nın duygulara yer vermemeye çabalayan gözlemleri ve mant ığı ile ele almaya çalışmıştım. Kitabımın bu niteliğini, Türkiye'de Herki.il Millas diye tanıdığ ımız yurtdaşımız, 1 97 1 ' den beri Atina'da yaşayan, ama Türkiye ile de ilişkilerini sür­ düren değerli araştırmacı Herakles Millas, bir yapıt ında (Yunan Ulusunun Do­ ğuşu, Ankara Üniversitesi'ne sunulmuş yüksek lisans tezi, İletişim Yayınları, İs­ t anb ul 1 994, s. 243) vurguladı ve aynen şöyle dedi: Bilge Umar'ın kitabının "Yunan" konusunda ayrı bir yeri vardır. Ta­ rihçilik değeri ve araştırmacı yanı üstün, yaklaşımı tarafsız ve bilimsel, de­ ğerlendimıeleri çağdaş. insancıl ve ileri}'l' dönüktür. Bir iki maddi yanlış dışında kusur bulamadığım bir kitaptır. Türk tarihçiliğini, Yunanca dahil bütün dillerde temsil edebilecek değerde ve çaptadır. B. Umar bu kitabı yazmakla, Yunan konusunda, Türk tarihçilerinin de dünya tarihçiliği için­ de saygın yeri olabilecek kitaplar yazabileceklerini göstermiştir. Ama daha önemlisi, Türk tarihçilerinin ''ulusçu" ve "resmi" tarihçiliği, en has­ sas alanlardan biri olan "Yunan" konusunda bile aşabileceklerini kanıtla­ mıştır.

1 9 1 9- 1 922 Türk-Yunan savaşımına i lişki n olarak aydınlarımızın bilgi edi­ nebileceği Türkçe yazında, şimdi, bir tek önemli eksik kaldı: Konuy u Yunanlı­ ların bakış açısıyla ele alıp inceleyen ve anlatan, Yunanca olarak Yunanistan 'da yayımlanmış nice kitaptan bir teki bile Türkçeye çevrilmiş, Türk aydınlarının okuyup değerlendirmesine sunulmuş değildir. Oysa, birbirimizi anlamak, hatta tanımak için, birbirimizin ne dediğini din­ lemek, öğrenmek zorundayız; söylenenleri hoş bulmasak bile! Kaklı ki, çekişme, hatta kavga ile geçmiş bir dönem üzerine Yunanlıların anlatacağı, söyleyeceği, elbette ki, bizim için; bizim anlatacaklarımız da onlar için, üzücü olacaktır. Ben, hoş anılarla dolu 1 999 Rodos yolculuğumda, kent kitapçılarından özellikle 1 9 1 9-1 922 çekişmesini anlatan kitapları topladım ve bir yandan Yu­ nanca bilgimi ilerletmek, Yunanca tarih kitaplarından çeviriler yapabilecek dü­ zeye getirmek için; bir yandan da 1 9 1 9- 1 922 Türk-Yunan savaşı konusunda bi l­ gimi genişletmek ve Yunanlt a11/at11111m öğrenmek amacıyla bunları okumaya gi­ riştim. Daha sonra, Yunanlı anlatımını yansıtan başka kitapları da edindim. Gördüm ki, Yunanlıların Anadolu 'yu "kurtarma" seferi üzerine anlatımını yansıtmak için, bu kitaplardan birini çeviımek yeterli değildir. Çünkü, Yunanis­ tan 'da yayımlanmış, kolekt if yapıt yahut tek yazarın yapıtı kitapların her biri , do­ ğal olacağı üzere, kimi ayrıntıları anlatıyor, kimini anlatmıyor; anlattıklarını da yazarın yahut yazarların kimliğine, ideolojisine, kişiliğine göre değişen içerikle anlatıyor. Dolayısıyla, olaylar dizisinin her bir aşaması üzerine Yunanlıların ya­ pıtlarındaki anlatımları, hem birbiriyle hem de Türkçe yapıtlardaki anlatımlarla düştükleri farklılıkları belirterek aktaran bir kitap, Türkiyeli okurları, Y unanlı an­ latımı hakkında tek bir kitabın çevirisine göre çok daha doğru bilgilendirecektir. Bir de şu var: Her bireyin yaşamında olduğu gibi her ulusun geçmişinde de, sevinçle, üzüntüyle, övünçle, utançla anımsayacağı olaylar bulunur; kişi kendi geçmişindeki, utanç duyacağı olayları anlatmak istemeyeceği, yahut ancak eksik, çarpık, kendisini bağışlanır, hatta haklı gösteren bazı uydurma eklemeler­ le anlatacağı gibi, kendi ulusunun tarihi üzerine bir kitap yazarken de böyle y a­ par. Çünkü onun ulusu, kendi kimliğinden, kişiliğinden bir parçadır. Dolayısıy­ la, nasıl Türk yayınlarında İzmir'in işgali gününde Konak Alanında ilk kur­ şun 'un patlaması sonrasında Yunan askerlerinden ve yerli Rumlardan birçoğu­ nun, İzmirli Türklerin canına, ırzına, malına saldırması uzun uzadıya anlatılıy or ama Yunanlıların felaket günlerinde başlarına gelenlerden hiç söz edilmiy orsa; Yunanlıların yayınlarında da, kendilerinden bekleneceği üzere, bunun tam tersi tutum izlenmektedir; Rumlar ve Yunanlılar hep insanca davranmış, mert, böyle iken olmayacak zulümler görmüş gösterilmektedir ve hatta bazı y ap ıtlarda iş dü­ pedüz esnaflığa dökülerek Yunanlı okuyucuyu duygulandırıp ağlatacak uydur­ malar da araya bol bol sokuşturulmaktadır. Örneğin, bakan yardımcılığına kadar 2

yükselmiş saygın bir yazar, Giannes Kapses, üç kez basılmış olan kitabının da­ ha ilk sayfasında, Türk askerinin İzmir'e ginnesinden sonra bu askerlerden ba­ zılarının İ ngiliz Konsolosu 'nun evine daldıklarını, konsolosun iki kızına bir şey yapmadıklarını ama Rum evlatlık kızı alıp dışarıya çıkardıklarını, yere diz çök­ türdüklerini, ellerini arkadan bağlayıp soyarak kılıçlarının keskinliğini denemek üzere kızın bakire memelerini dilim dilim kestiklerini hikaye ediyor; oraya sığı­ nayım diye kucağında küçük kız çocuğunu tutarak Ayia Fotini kilisesine doğru koşan bir Rum kadınını durdurduklarını, kadına bir şey yapmayıp kucağından çocuğunu alarak onun kamını deştikten sonra anasına fırlattıklarını; bu hali gö­ ren yaşlı bir Rumun dayanamayıp yardıma koştuğunu, Türklerin onu engelleyip dizüstü çökerttiklerini, adamın Tanrı 'dan yardım istemek için kollarını göğe kal­ dırdığında Türklerin yatağanla ( ! ) ellerini bilekten kestiklerini anlatıyor. Türk ordusunda yatağan yüzyıllardır kullanılmaz ama, ziyanı yok; Yunanlı, Türk'ü yatağanlı biliyor ya! Böylece anlatımına "yumruk gibi" girişle başlıyor, çünkü kendisi babadan gazetecidir ve gazetecilikte başarı, "Yazıya yumruk gibi gir, ya­ zıdan yumruk gibi çık" ilkesine uymakla elde edilir. Oysa, böyle içerikte bir yapıtın, hele Khatzeantoniou 'nunki gibi, anlatımı­ nı en aşırı bir Türk düşmanlığı üslubuyla yürütmeyi yeterli saymayıp kitabı­ nın pek çok yerinde Türklere en düzeysiz deyişlerle düpedüz söven, örneği n ToupKtKr) K-rrıvwôtcx. = Türklerin hayvanlığı (hayvanca vahşeti) gibi deyişler kullanan bir kitabın Türkiye'de yayımlanması elbette ki Ti.irk Ceza Kanunu madde 159 kapsamında, "Türklüğü tahkir" suçunu oluşturuyor sayılacaktır. Bu­ nun için, Yunanca kitaplardan birçoğunun Türkiye'de yayımlanması mümkün olamaz. Bu nedenle de, "Yunanlı anlatımı"nı yansıtmak için, böyle yayınları da­ hi gözden geçirme sonrasında, olabildiğince çok anlatımdan yararlanarak Türki­ yeli okuyucuyu bilgilendiren bir kitap hazırlamak doğru olacaktı. İşte elinizdeki kitap, bu amacı gerçekleştirmek için üretildi.

il. "Yunanlı anlatımı"nı öğrenmek için yararlanılan

başlıca kaynakların tanıtılması

1. Yunanistan'daki "Küçük Asya Araştırmaları Merkezi" yayını, iki ciltlik, Exodos (Göçe Çıkış) adlı kitap

a. Küçük Asya Araştırmaları Merkezi hakkında bilgi

1 929'da, müzik araştırmacısı Hubert Pemot, Yunanistan 'a geldi ve genç bir hanım müzikolog olan Melpo Logothete-Merlie'ye Yunan halk türkülerinin 3

plağa kaydedilmesi konusunda işbirliğiyle çalışmayı önerdi. MeJpo, 1 919- 1925 arası dönemde Avrupa 'nın çeşitli kentlerinde (Geneve, Dresden, Viyana, Paris) müzik öğrenimi görmüş, Hellen kültürü araştırmacısı Octave Merlier ile evlene­ rek onunla birlikte Yunanistan 'a dönmüştü. Öneriyi kabul etti, çalışmaya başla­ dı. Ancak, halk türkül erinin, iyi bilenlere söyletilerek çeşitli yerlerde kayda alın­ ması sırasında, Anadolu 'dan, Yunanlılığın Küçük Asya Felaketi sonrasında ata­ larının vatanından koparılıp Yunanistan 'a göçmek zorunda kalmış pek çok sı­ ğınmacıyla konuşması, onu, Küçük Asya Rumlarının, deyiş yerindeyse, manevi mirasını Yunanlılık adına derleyip toplamak, sistematize edilmiş kayıtlara geçir­ mek, arşivlerde saklamak düşüncesine götürdü ve eşinin de desteğiyle, 1 930 yı­ lında, bu amaca hizmet edecek, vakıf niteliğinde bir örgüt kurdu. Bu örgütün adı, Kentro Mikrasiatikon Spoudon, "Küçük Asya'sal Araştırmalar Merkezi" olarak ya da doğruluğu biraz eksik ama Türkçeye daha uygun bir deyişle, "Küçük As­ ya Araştırmaları Merkezi" olarak belirlendi. Bu kuruluş, şimdi, Atina'da Kydathenaion 1 1 adresindeki kendi binasında etkinlik göstermektedir. Yönetim kurulunun şimdiki başkanı, yararlandığım ya­ yınlarda akademisyen olduğu belirtilen, ancak herhangi bir akademik unvanı gösterilmeyen (yine de, Atina'da 1 958 'de basılmış "La Migration Grecque en Ionie / Ionia'ya Hellen Göçü" başlıklı doktora tezi ile bütün bilim dünyasının ta­ nıdığı) Mikhael B. Sakellariou; Genel Sekreteri Profesör Pasklıales Kitromeli­ des'tir. Orada ayrıca uzman yahut yazman olarak 8 kişilik ki.içtik bir kadro çalı­ şıyor. Kuruluşun çeşitli arşivleri ve bir kitaplığı vardır. Şimdiye kadar araştırma ürünü birçok yapıtı yayınlamıştır. Ancak en önemli etkinliği, Anadolulu Rum­ lardan bilgi derleyip kayıtlara geçirmesi olmuştur. Bu arada, 1 996 yılı itibarıyla, Anadolu'da Rumların çoğunlukta olarak yahut olmayarak yaşadığı 2 1 63 yerleş­ me birimini saptamış; bunlardan 1 375 tanesi hakkın da araştırma yapıp bilgi top­ lamış, yüz yüze konuşmalarda 505 1 bilgi vericiyi dinleyerek bunların anlatımla­ rını kayıtlarına geçirmiş idi(l ) . b. Exodos adlı kitap hakkında bilgi

Exodos, Hellen dilinde ve Rumcada "Göçe çıkma" demektir. B ilindiği gi­ bi, Tevrat' ta, İsrail Oğulları 'nın zorla getirildikleri Mısır'dan ayrılıp ata yurtla­ rına gitmek üzere göçe çıkışlarını anlatan bölüm de bu başlığı taşır. Küçük Asya Araştırmaları Merkezi 'nin yayımladığı Exodos adlı k itapta, Anadolu Rumlarının, köklerinden koparılırcasına, ata yurtlarından göçe çıkma­ sıyla sonuçlanan 1 9 1 9- 1 922 olayları, onların ağzından anlatılmakta ve nereli 1) Sözü edilen kuruluşun l 996'da Atina'da yayıinladığı "Bilimsel Üretimle Geçen 65 Yıl" adlı kitaptan, s. 11O.

4

olan kimin ne söylediğ i aktarılmaktadır. Bunun l 980'de çıkan 1 . cildinde Ana­ dolu 'nun batı kıyı larındaki yerleşim birimlerinde yaşayan Rumların; 1 982'de çı­ kan 2. cildinde ise Anadolu'nun orta ve güney bölümlerinde yaşayan Rumların anlat ımları yer almaktadır. Yayımlanacak olan 3. ciltte de Anadolu'nun kuzey ve kuzeydoğu bölümlerinden gitme olanların anlatımları bulunacakmış. 2. Kostas Khatzeantoniou'nun "Küçük Asya-Kurtarma Savaşı, 1919-1922" adlı kitabı Kôstas Khaızeanıôniou 1 965'te Rodos'ta doğdu. Atina Hukuk Fa­ kültesi'nde siyasal bilimler öğrenimi gördü. Dergilerin ve ansiklopedi tli­ ründen yayınların çıkmasına emeğiyle katkıda bulundu. Rembe (=Hülya) adlı yazın dergisini çıkardı ( 1 990- 1 992). Bugüne kadar kendisinin şu ki­ tapları yayımlanmıştır: leplıtlıae' nin Kızı (öyküler, Latmos Yayınları ,

1 992); Milfiyetçilik ve Yııııanlılık (denemeler, Pelasgos Yayınları, 1 993); Küçük Asya-Kurtarma Savaşımı, 1 919-1 922 (yakın tarih üzerine araştır­

ma-inceleme, Pelagos yayınları,

1. basılış 1 994, 2. basılış 1 995).

B u kitabı, Ö nsöz'den önce yer alan, yayımcının tanıtım yazısı, şöy­ le anlatıyor:

YAYINEVİNİN NOTLARI

Tarihini unutan ulus, yok olmaya malıkıimdıır. Yunan devletindeki özgür Yunanlıların köle edilmiş kardeş İonia ülkesini[n Rumlarını] kurtarmak için girişim başlattığı o günden bugüne 75 yıl ge5ti. B üyük bir 'düş'ün son aşamasının başlangıcından bugüne, 75 yıl. Bu, öyle bir düş, öyle bir ülküydü ki, tüm Yunanlıların yüreğini kıvrandırıyordu ve özgür­ lüklerine [hepsi de] kavuşturulmuş [olacak] Yunanların devleti yeniden yarat ıl­ sın istiyorlardı. Yaratılacak devlet, nice yüzyıllık Yunan ata yurdunda köle kal­ mış Yunanlıları dışta bırakmayan bir devlet olmalıydı. 75 yıl sonra, Pelasgos Yayınevi, genelde "ulus olarak kendimizi tanıyalım" [dizisi] alt başlığını taşıması uygun düşecek yayınları arasında, Yunan aydınları yeni kuşağından olan Bay Kostas Khatzeantoniou [Kostas Haciandonyu] ' nun ayrı ntılı bilimsel incelemesinin, "Küçük Asya Kurtarma Savaşımı, 1 9 1 9- 1 922" adl ı yapıtının, yayımlanması adımını at ıyor. 5

Tarihsel gerçeklere özenle uyularak yazılmış bulunan bu kitap, 1 9 1 91 922 'deki Kurtarma Savaşıını'nı, bütün aşamalarıyla kaydediyor. Ona yol açan inancı, savaşımı, [başlangıçtaki] yengiyi, nifakı, yenilgiyi, [ata yurdundan] sö­ külüp atılmayı. Bu kitap ruhunuzda bir yara kesiği [kesik yarası] açıyor ve sizin içinize bu­ ruk duygular, acı dolduruyor. Ama aynı zamanda, bir soruyu ortaya koyuyor: NEDEN? Bu öyle bir soru ki, kendisi de, bu yiğitlik destanına yazarın tuttuğu ışık içinde, bir ikincisini ortaya koymaktadır: EÖ ER. .. ? Evet, bu savaşım, [Yunanlılar için] mutlu bir sona gelebilirdi [ulaşabilirdi]. En kötümser ["Bu iş zaten olmazdı" diyen] bir okuyucu için bile, nasıl da böylesine küçücük nedenler uğruna böylesine büyük bir yitirime uğranıldığı apaçıktır. .. Bu çok sayfalı inceleme yapıtı, tarihsel belleğimizi, en duyarlı biçimde, bi­ lemektedir. O tarihsel bellek ki, onu, bazı küçük ruhlu yöneticiler, Anadolulu olan ol­ mayan Yunanlıların kahır ve azabı içine gömmeye çabalamışlardır. Ama, 1 922'de ve sonrasında önderlerimize egemen olan "yenilgiyi kabul­ lenmişlik" ne kadar büyük [etkili] olursa olsun, bir şey, güvenle söylenebilir. O da şudur ki, hiç kimse tarihsel belleği silemez. Yeter ki, daha vicdanlı olan baş­ kalarının gözünde, kurtarılmamış ata yurtları birer yitirilmiş ya da [diğer deyiş­ le, elden çıkmış, ama vazgeçilmemiş ve] unutulmamış ata yurduna dönüşsünler. Yüreklerimiz her zaman, dedelerimizin yüreği ve daha önce de onların ata­ larının yüreği neresi için çarpmışsa, orası için çarpacaktır. Orası için; binlerce yıl boyunca [dünyaya] ışığın ve gerçeğin ışınların ı saç­ mış olan İonia 'nın toprağı için. Ve orası bize, 1 922'den beri, bir buyruk vermektedir: Onu hiçbir zaman [gönüllerimizden] silmemek. Çünkü hiç kimse, tarihsel bir ara verilmişlik sebebine, nice yüzyıllık Yunan toprağını [gönüllerden] silmek hakkına sahip değildir. Eskiye dönüş u mudu bu­ lundukça, bir vatan asla yitirilmiş olamaz. [Yayıncı] Iôannes Khr. Giannakenas Temmuz 1 994 İzleyen sayfada, yazarın, adaması (ithafı) var, yapıtını, "Orada kalanlara" adamıs. B undan sonra yer alan, kendi sunuş yazısı şöyle:

SUNUŞ YERİ NE

Yağmur yağıyor. İki günden beri aralıksız yağıp duruyor; diyeceksin ki gökyüzünün çağlayanları açılmış. Şu sırada benim aklımda ise, kanlanmış re­ simler boylu boyunca yayılıyor. Sakarya! Akar [Çay] ve Gediz [Irmağı]. Küçük Menderes ve Menderes! Yazın kuraklığı sonrasında suları minnetle kabullenen ırmaklar. Nice şehit ve yiğidin kemiklerini saklayan ırmaklar. Sağanaklarla, ge­ çici mezarlar, şanlı bir ordunun kutsal kalıntılarını ırmaklara armağan ediyorlar. Rum ulusunun ak kemikleri, yazdığım sizin içindir, yalnız sizin için! Yazı [bu kitap], okuyucu[m], bir anma anıtıdır. Tıpkı uygarlığın [kültürün] Tanrı ve akı l yaratığı bir çocuk olduğu gibi. Binlerce yıl önce, Hellenler böyle düşünüyorlardı. Ve Mousalar ın, Zeus ile Mnemosyne'nin [Anımsama Tanrıça­ sının] kızları olduğunu söylerlerdi. Yazarken dua ediyorum, benim elim ırkımın eli olsun, yüreğim soylu kökenden gelme bir ulusun yüreği olsun da ruhuma esin doldursun. Ki Rum'dan, hani o yalnız üç yıl için özgürlük gören ve bunun bede­ lini de kanla, gözyaşıyla, felaketle ödeyen o köle edilmez halktan, yurduna Türk­ lerin ortak çıktığı halktan söz edebileyim. Ve sonra, ey ırkım, Yunanlılar olarak saklandığımız yetmiş yıl boyunca oyalandığımız küçük uğraşılara döneyim ve küçücük, sefil düşüncelere dalayım; çünkü büyük olanı [Megale İdea, Büyük Düşünce'yi; Yunanlı/Rum olan herkesi kapsayacak bir büyük Yunanistan kurul­ ması ülküsünü] bizimkiler ve yabancılar yasak ettiler. Fetih seferi için yazdım. Küçük Asya'nın Yunanlılığı için kanıt göstermek üzere dayanılabilecek bunca kitabı aktannaya gereklilik gönnedim. Umuyorum ki başka bir kitap, bu tekrarlanmamış [tarihte benzeri olmamış] destanı yakın za­ manda kapsamına alır. Küçük Asya'da Bellen varlığı, dünya tarihinin tümünde [her döneminde] bulunan bir olgudur; onu nasıl olur da bir dıştan gelmişlikle [belli bir dönemde dışarıdan göç etmeyle] kısıtlarsınız; o [göçmen geliş] tarih öncesinin derinliklerinde, okulda öğrendiğimiz kolonizasyonların çok öncesinde kaybolmuş gitmiştir. Tufandan sonra(l), Prometheus'un soyundan inenlerin Ege Denizi' ne geldikleri zamanda kaybolur [destanlara karışır]. Beş bin yıl boyunca Hellen'lik. Böylece, Karia'lılarla Leleg' leri anımsayalım.

1) Nurettin Paşa'nın, 10 Eyliil 1 922'de Birinci Ordu Komutanı olarak İzmir'e Atatürk ve di­ ğer komutanlarla birlikte girişi sonrasında vali görevini geçici olarak yürüttüğü birkaç gün olmuş­ tu; Hükümet konağına çağırılan Khrysostomos'un ve onunla birlikte gelen Rum toplumu ileri ge­ lenlerinden birkaçının linç eıtirilmesi bu günler içindedir. Olay hakkında İ zmir'de Yunanlıların Son Günleri kitabımda bilgi verilmiştir. Orada. Khrysostomos'un yanı sıra linç edilenler hakkın­ da, "Bunlardan yalnız sarraf Yanko'nun adını, Cellat Ali Ağı'nın yayımlanan anıları sayesinde bi­ liyoruz" demiştim. Şimdi Yunan kaynaklarına başvurunca, öldürülenlerin kimliği üzerine daha ay­ rıntılı bilgi edinebiliyoruz. Bunlar iki kişiydi; her ikisi İ zmir Rum Cemaati Yaşlılar Kurulu'nun üyesiydi. Biri Avukat Nikolaos Tsourouktsoglou (Çürükçüoğlu) idi (ve Yunan işbirlikçisi olduğu suçlamasıyla yargılanıp asılan Avukat Emin Süreyya'nın ortağı idi). Diğeri Isparta'da doğup bü­ yümüş, sonra İ zmir'e gelip ticaret yaşamında başarı kazanmış Georgios [Yorgos) Klemanoglou [Klimanoğlu) dur. Yakınları kendisine Yorgo'cuk anlamında Georgakes/Giorgakcs (Yorgakis; kendisine hitap edilirken Yorgaki olarak söylenir) dediklerinden, bazı kaynaklarda adı bu biçimiy­ le anılıyor: Örneğin şimdi bir bölümünü aktardığımız anılar kitabını yayına hazırlayan K hares Sapountzakes (Haris Sapuncakis)'in s. 267 dn. 33'de verdiği açıklamada. Bu kişi, Rumlar arasın­ da Türk dostu diye tanınan bilge bir kişi imiş. Ancak, sözü geçen dipnotunda, bu kişinin Yunan işgali Isparta'ya dek genişletilsin diye bazı girişimlerde bulunmuş olduğu da aktarılıyor. 50

Ü çümüz birden, ayine katılma iznini almak için, metropolitliğe gittik. B u vesileyle, bana pek değer veren rahmetli İordanes Türbeoğlu, sözü benim ya­ şamöyküme getirdi . . . Ve bütün bunlar dolayısıyla Metropolit hazretlerinden, eğer mümkünse, beni Arkhimandrites rütbesine terfi ettirmesi ricasında bulun­ du. Georgios Klemanoglou da bu öneriye katıldı. Metropolit, öneriyi kabul etti ve hatta benim atanmamı hemen ertesi gün kutsal ayin sırasında yapacağına söz verdi! . . . Papayoakim Efendi, bundan sonra, ertesi gün yapılan ayi­ ne katılmasını, Isparta Rum cemaatinin gereksinmeleri için İz­ m irli Rum zenginlerden para toplamasını ve Isparta'ya dönme­ sini anlatmaktadır. Arada, bizim için ilginç olan şu anlatım da var: Kendisinin İzmir'de bulunduğu ilk günlerden, dolayısıyla işgalin ilk günlerinden birinde (şükran ayininin yapıldığı 5/ 1 8 Mayıs 1 9 1 9 Pazar günü), Khrysostomos, Ispartalılar derneği bü­ rosuna gelmiş, bir önceki gece "İtalyanlarla Yahudilerin" ( ! ) Türk mağazalarına girip soyduklarını, ama bu işin suçunun Rumların üzerine atıldığını ( ! ) söylemiş ve işgalci asker gece devriyesi düzenini kuruncaya kadar böyle olayların yeniden ol­ maması için sivillerden 200 kişilik bir bekçi gücü oluşturmaya çabaladığını anlatarak, sizden de bu iş için iki geceliğine 8 deli­ kanlı istiyorum demiş, toplantı sırasında orada Ispartalı Rum gençleri varmış, bunlardan onlarcası ayağa kalkıp beni alın beni alın diye bağırmış ve Khrysostomos'un istediği gece bekçileri kolayca bulunmuş.

51

§ 4. İŞGAL ALANI GENİŞLETİLİYOR; TÜRKLERCE

KUVAYI MİLLİYE ÖRGÜTLERİ KURULUYOR VE YAYILIYOR. BU AŞAMA HAKKINDA YUNANLI ANLATIMI 1.

Kapses'in anlatımı İŞGAL GENİŞLİYOR

6/1 9 Mayısta İtilaf Devletleri arası Yüksek Konsey -bunu Başkan Wilson, Lloyd George, Clemenceau ve [İtalyan Başbakanı] Sonnino oluşturmakta idiler­ olağanüstü toplantı yaptı. Paris 'te bulunan Venizelos da toplantıya katılması için çağırıldı. Cin politikacı, konunun ne olduğunu hemen fark etti. İtalyan propa­ gandası azmıştı ve [Yunanlılarca İ zmir'in işgal edildiği] 2/1 5 Mayıs gününün olaylarını çok şişirerek ortaya dökmüştü. Yunanistan 'ın durumu tehlikeliydi. Ama Venizelos, savunmasını hazırlamıştı; bu bildiği tek savunma türüydü: Cep­ heden saldırıya geçmek. İtilaf Devletleri Yüksek Konseyi 'nin toplantısı açılır açılmaz, İtalyan Baş­ bakanı kendi saldırısını başlatmak üzere söz almakta öne geçme fırsatını bulma­ dan Venizelos söz istedi ve toplantıya başkanlık eden Wilson ' ın buyur konuş de­ mesini beklemeden söze başladı. Herkes onun, Yunan ordusunun tutumunu hak­ lı çıkaracak, iftiraları yalanlayacak bir konuşma yapmasını bekliyordu. Oysa onu dinleyenler şaşkınlığa düştüler. Çünkü Venizelos, Yunan ordusunun ülke derin­ lerine ilerlemesine ve tuttuğu köprübaşlarını genişletmesine onay veri lmesini ta­ lep etmekteydi. Genelkurmay 'ın hazırladığı gerekçeleri öne · sürerek, Ayva­ lık'tan Ephesos/Ayasluk'a [Selçuk'a] kadar uzanacak bir kıyı çizgisi içindeki bölgenin işgal edilmesine gereklilik bulunduğunu açıklıyordu. [Venizelos] Düzeni ve ordunun arkasını güvenceye almak istiyordu; ayrıca Türklerin kıyımından kurtulmak için Ege Denizi adalarına kaçmış 300 000 Rum sığınmacının yeniden vatanlarına dönmesini sağlamak istiyordu. Suçlanan kişi, suçlayan kişi olmuştu. Zamanın dört büyük devleti onlardan özür dileyen bir Venizelos görmeyi beklemişlerdi, oysa hakkını almak isteyen, adalet isteyen bir mücadeleci kişiyle karşılaşmışlardı. Bunun yarattığı etki dramatik oldu. Venizelos'un büyük hayra­ nı Lloyd George, hemen [özür dilenmesini beklemekten] döndü. Yunanlılara karşı duyduğu öfkeyi unuttu ve Giritli politikacının taleplerini destekledi. B izi alt edeceğinden emin bulunan Sonnino, savaşı daha savaşa girmeden kaybettiği­ ni fark etti ve neyi kurtarmak mümkünse o kadarını kurtarabilmeye çabaladı . 52

Söze karıştı ve işgalin Aydın 'dan daha güneye geçmeyeceğinin kesin bir ilke olarak açıklığa kavuşturulmasını istedi. Beklediği açıklamayı yapmayı kabul ederse Venizelos'un istemini destekleyeceğini ona belli etti. Ama onun tutumu, Wilson' ı kızdırdı. Amerikan Cumhurbaşkanı, sert bir ifadeyle, Sonnino'ya yanıt vererek kendisinin Yeni Ephesos'un [Kuşadası'nın] İ talyan birliklerince işgal edilmesini de meşru saymadığını söyledi (Paul Montoux, Le deliberations du Conseil des Quatres). Venizelos bir kez daha üstün gelmişti. Bu noktada hatırlatmamız gerekir ki, İzmir'in Yunanlılarca işgaline izin veren, Wilson, o büyük Yunan dostu, idi. İşgali genişletme komutu verilince İzmir çevresinde dirlik düzenlik tam olarak kuruldu. 1 . Tümen komutanı Albay Zapheiriou'nun tasarımı, gerek kent çevresinin gerek Türk mahallesinin de işgal kapsamına alınması idi. Bu sayede Türklerin kımıldanmaya cesaret edemiyeceklerini umuyordu - rahat duracaklar­ dı. Kesinlikle haklı çıktı. Türkler, Asyalıdır; barbardır ve yalnız kuvvete saygı gösterirler. Olayların [işgal günü olaylarının] hemen ertesi gününde Türkler ma­ ğazalarını açtılar, tarlalarına gittiler ve tümen komutanlığına adam gönderip Yu­ nan makamlarıyla işbirliği edeceklerini doğruladılar. Hatta şaşırtıcı bir haJ de ol­ du: Çevredeki, ordumuz tarafından işgal edilmemiş köylerin Türk eşrafı İzmir'e vardılar ve kırsal alanda da düzenin kurulması için Yunan birliklerinin gönderil­ mesini kendileri istediler. 1 0/23 Mayıs'ta B inbaşı Al. Khatzeioannou [Haciyoannu] komutasındaki 8. Giritliler Alayı ve Jandarma Taburu gemilerden İzmir'e çıkarıldı. Tümen artık işgal bölgesini genişletmek için yeterli güce sahipti. Bunun da zamanıydı. İ ngi­ liz Albay Chithcot Smith, Amiral Calthorpe'un Yunan yönetimi nezdindeki irti­ bat subayı, 800 askerin ve silah depolarını talan etmiş oldukları için kıyıma baş­ vurabilecekleri tehlikesini yaratan ve orada direniş düzenlemeye hazırlanan 4000 başıbozuğun toplandığı Aydın 'ın işgalini tavsiye etti. Ayrıca Venizelos da telgrafla Aydın'ın işgalini emretmişti, çünkü Nea Ep­ hesos'a [Kuşadası kastediliyor] çıkarma yapan İtalyanların kenti Yunanlılardan önce işgal etmek üzere tez davranacaklarından korkuyordu. Ordumuzun ileri ha­ reketi derhal başladı. Venizelos'un emri gizliydi. Böyle iken duyulup şimşek hızıyla yayıldı ve herkesi sevinç içinde bıraktı. Askerlerimiz ilerlemek için sabırsızlanıyorlardı. O şahane yiğitler Anadolulu [Rumlar] değildi; levent yürekli Thessalialılar, dağlık yörede yaşayan Pindoslular, Giritliler, Peloponnesoslular idi. Belki de içlerinden büyük çoğunluk, Büyük Düşünce hakkında hiçbir zaman bir şey duymamıştı. 53

Yine de, güzel İonia ülkesiyle karşılaşır karşılaşmaz, onu taparcasına sevdiler. Kendi soylarının [Yunan ulusunun) tarihini bilmiyorlardı, ama onu göğüslerinin içinde hissediyorlardı. Ne var ki, ordumuzun durumu hiç de imrenilecek gibi de­ ğildi. İşgal kuvvetleri komutanının, Albay Zapheiriou 'nun, uyguladığı plfin, or­ dumuzun karşı karşıya bulunduğu güç durumla doğrudan doğruya bir uyum gös­ tennekte idi. İzmir'de yaklaşık 2000 piyade ile 1 500 Türk süvarisi, ayrıca 500 jandanna vardı. Bunlar tahmini sayılardı ve Albay Zapheiriou'yu herhalde 3 ala­ yı kent çevresinde ihtiyat gücü olarak, ayrıca düzeni korumak için, bekletmek zorunda bırakıyordu. Bir yandan da, ordumuz iki cephede kendini gösteren teh­ like karşısındaydı: Güneyde İtalyanların oluşturduğu tehlike, kuzeyde de Ke­ mal 'in oluşturduğu tehlike. O ) Anlatmış bulunduğumuz üzere, İtalyanlar sonunda İtilaf Devletleri'ni zo­ runluluk karşısında bırakmak ve İzmir'i işgal etmek işini becereceklerine o ka­ dar güveniyorlardı ki Yunan ordusunun çıkarma yapması ile aynı sıralarda Ana­ dolu kıyılarına bir de İ talyan tümeni gönderdiler; bu tümen, İtalyan donanmasın­ dan güçlü bir filonun korumasında idi. Ama, Amiral Calthorpe 'un kararlı tutu­ mu, İtalyan tasarımlarının gerçekleşmesini engelledi. İtalyanlar İ zmir'e çıkarma yapmaya cesaret edemediler; Yeni Ephesos / Kuşadası'nm ve tüm Mykale Dağı / Samsun Dağı üçgeninin [Söke ve oradan denize kadar uzanan bölge kasdedili­ yor] işgaline giriştiler; burası Türk başıbozuklarının [Kuvayı Milliyecilerinin] levazım sağlama ve saldırı çıkışları yapma üssü haline dönüştü. Aynı sırada, Türkiye 'nin kuzey kıyılarında [Samsun ' da] bir diğer tehlikeli düşman karaya ayak bastı: Bu, Kemal Atatürk idi. Osmanlı İmparatorluğu 'nun çökeceğini önceden görerek, İ stanbul 'dan ayrılmış ve Anadolu'ya geçmiş, so­ nunda Ankara 'ya yerleşmişti; buradan kendi ayaklanmasını yönetmekte idi. Her iki düşmana aynı zamanda karşı koymak, ama ayrıca tuttuğu köprü ba­ şını genişletmek isteyen Albay Zapheiriou, çatışmaya girebilecek kuvvetlerini iki gruba böldü; objektif bakışla saptadığı amaç, şu yerlerin işgali idi: a) Kuzey ilerisine kadar Menemen, ayrıca Manisa ile doğu ilerisine kadar Kasaba [Turgut­ lu]; b) Küçük Menderes Vadisi ile, güneydoğu yönünde, Aydın. Menemen' i n iş­ gali askerlik açısından büyük önem taşıyordu, çünkü halkı, çoğunluğu Türk ol­ duğundan, Genç-Türklerin hareketlerini desteklemekteydi, silahlanmıştı ve uy­ gun bir fırsat bulunca ordumuzu vuracaktı. Bunların özgür kaldığı sürece Türk1) Yazar Türk yanındaki kurtuluş savaşı tarihçesini bilmediği için daha 1 9 1 9 Mayısı'nda bile İ zmir' in kuzey yakınlarında Atatürk'ün önderliğini tanımış bir direnişçi güç var idi sanıyor. Oysa TBMM'nin açılışına ve onun kendine bağlı bir yönetim oluştunnasına kadar Batı Anado­ lu'da sadece yerel Kuvayı Milliye örgütleri vardı; hatta, 1 9 1 9 Mayısı'nda bunlar dahi hemen he­ men hiçbir yerde oluşturulmuş değildi. 54

!erin morali yüksek olacaktı. Her çeşit fedakarlığı göze alıp orasını işgal etmek gerekiyordu. Ancak, 5. Piyade Alayı Komutanı Yarbay Tsakalos, kan dökmeden kente indi ve oradaki Türk taburunu teslim aldı. Bu mucize nasıl oldu ? Menemen'in kan dökülmeksizin işgali sadece ve yalnızca bir Anadolulu gazetecinin, Kostas Misaelides'in sayesinde olmuştur. Bu kişi, kendi canını teh­ likeye atarak, kasabanın yöneticiler kurulunu, komitacıların [Kuvayı Milliyeci­ lerin] isteği doğrultusunda harekete [direnmeye] sürüklenmemeleri ve "kısmet"e boyun eğmeleri konusunda ikna etti. Bunu başaramasa idi, onu [oracıkta] öldü­ rürlerdi; yine de korkaklık etmedi. Tam tersine davrandı; işgalin bir gün önce­ sindeki akşam askerlerimiz direniş görmeyeceğinden emin olarak ilerlerken, Mi­ saelides Türklerden 1 000 başıbozuk direnişçinin [Menemen'deki, Türk] tabur komutanını caydırmayı başardıklarını öğrendi. Hiç duraksamadan, gecenin orta­ sında, kışlaya koştu. Türk tabur komutanı uyumuyordu; onu kabul etti ve arala­ rında dramatik bir konuşma geçti. Sonunda, tabur komutanı da "kısmet"e boyun eğdi, teslim olmayı kabullendi. Ama artık vakit geçti. Gündoğumu kızıllığı be­ lirmişti ve öncülerimiz, bekleyen Türk başıbozuk direnişçilerin, çetelerin mevzi hattına yaklaşmış olmalıydılar. Misaelides' in çektiği azap anlatılacak gibi değil­ di. Ve bu sırada inanılmaz bir şey başardı; Türk tabur komutanını ikna edip, onun, bizim öncülerimizi önden karşılamak ve yolda kasabaya kadar güvenlik içinde gelsinler diye onlara refakat etmek üzere süvariler göndermesini sağladı. Menemen ' in kan dökülmeksizin işgali, ordumuz için büyük bir başarı, genç-Türkler [Kuvayı Milliyeciler] için ise acı verici bir yara idi. Moralleri sar­ sıldı ve komutanları, kesin sonucun alınacağı savaşa, Türklerce Yunanlılara / Rumlara duyulan nefretin bala hisarı olan Manisa'da girişmek kararını verdiler. Hellen dilinden gelme ( ! ) adına rağmen bir Türk kenti olan Magnesia / Mani­ sa'da0 ) 80000 kişilik nüfus içinde yalnız 8000 Rum vardı; l9 l 2'den başlayarak buraya pek çok sayıda Giritli Türk yerleştirilmişti; Asyalılara özgü Rum düş­ manlığını, Giritli Rum yiğitlere karşı dahi duymakta idiler. Yunanistan 'dan gel­ me Yunanlılara karşı, hele Venizelos dönemi Yunanlılarına karşı ise nefretleri daha da büyüktü. Fatih Mehmet'in İ stanbul'u, Ayia Sophia'yı fethetmek için Manisa'dan yola çıkmış bulunduğunu [ ! ] unutmuyorlardı. Ve büyük savaşın sürdüğü zaman boyunca az sayıdaki Hıristiyan hemşerilerine korkunç eziyetler çektirmişlerdi. Manisa halkının Yunan/Rum düşmanlığını bilen kişi, nasıl oldu da kentle­ rindeki Hıristiyanları kıyımdan geçirmediler diye sorabilir, şaşkınlığa düşebilir. l ) Yunanistanda da (adı Hellenler öncesi dönemden kalma) bir Magncsia kenti bulunduğu ve ilkçağ Hcllenlcri , Anadolu'daki Magnesia'ları oradan gelmiş göçmenlerin kurduğunu sandık· lan için yazar adın Hellen dilinden gelme olduğuna inanıyor. Adın kökeni ve Ana Tanrıça Mu ile bağlantılı anlamı Türkiye' deki Tarihsel Adlar kitabımızda açıklanmıştır. 55

Aslında böyle onları kıyımdan geçirmeyi içlerinden çok isterlerdi ve sonuncu Hıristiyanı bile kolayca yok edebilirlerdi. Ama o zaman kime eziyetler edecek­ lerdi ? Manyaklıklarını kimin üzerine yönelteceklerdi? Kör hınçlarını tatmin et­ mek olanağını nasıl bulacaklardı? İşte Manisalı Rumların anlattıkları böyle olduğu için, mütarekeden hemen sonra İngilizler ilk yaptıkları işlerden biri olarak Manisa'da bir alt-temsilcilik kurdular ve orada bulunan zengin silah ve savaş donanımı depolarına el koydu­ lar. Ama İngiliz dostlarımız ciddi bir yanlışa düştüler: Depoların başında nöbet tutulması işini Fransızlara bıraktılar, onlar da nöbet tutmak üzere başlarında bir teğmenin bulunduğu takımı görevlendirdiler. Onun [teğmenin] aldığı tek güven­ likte tutma önlemi ise, deponun orta kapısına bir asma kilit takmaktan ibaret kal­ dı. Dolayısıyla, Yunan ordusunun Manisa'ya girmesinden önceki günlerde Türklerin bu kentin yollarına tepeden tırnağa silahlı olarak dökülmeleri hiç de şaşılacak bir şey değildir. Üstüne üstlük, kentin kaldırımlarına ve Menemen 'e giden ana yola doğru şaşırtma amacıyla ateş açılmaları gerçekleşiyordu. Fransızların Türklere yardımda bulunduğu hiç tartışma götüremez. Zaten, 1 1 /24 Mayıs 'ta, [Manisa'yı] işgalin bir gün öncesinde, Fransız teğmen, maske­ sini attı. [Silah deposunda nöbetçi duran] zencilerini oradan çekti ve kendi büro­ sunda hiçbir şeyi umursamadan kahvesini içti; o sırada Türk güruhu depoları ta­ lan etmekteydi. İngiliz görevlileri kurulunun başındaki Yüzbaşı Arthur Gouitel, ne olup bittiğini haber alınca, Fransız meslektaşıyla görüşmek için seğirtti ve ona duruma hemen müdahale etmesini emretti. Fransız onun emrine uymayı red­ dettikten başka üstelik Gouitel 'i tehdit etti, "Cesaretin varsa git de silah deposu­ na kendin yaklaş bakalım, Senegallilerim seni vururlar" dedi. Ancak öyle görü­ nüyor ki İngiliz yüzbaşının, kendi bağlaşıklarının yiğitliğine büyük bir saygı beslediği yoktu. Yanında sadece bir çavuş ve bir tek asker bulunduğu halde ken­ tin batı yanındaki yükseltilere dörtnala at sürdü, Türkler [depodan aldıkları] top­ ları oraya yerleştirmişlerdi [götürmüşlerdi]; kendi canını tehlikeye atarak, topla­ rın kamalarını aldı [ve toplar kullanılamaz oldu]. Ancak, güruhun yanına yaklaş­ ması olanaksızdı. Yarbay Tsakalos 'un, yanında iki piyade taburu, bir topçu müfrezesi ve bir süvari müfrezesi ile Manisa'ya yaklaştığı sırada durum işte böyleydi. Bu soylu subay, Türklerin direnmeye kalkışacaklarını umuyordu [ve onların hakkından gelmek istiyordu] . Ama onu düş kırıklığına uğrattılar, onu kazanacağı kesin olan yengiden yoksun bıraktılar. Oraya [Manisa'ya] "Yunanlılar geliyor" haberinin yayılması için, Türklerin savaşçı azgınlıklarını yelpazelemek için , vardı; bora­ zancılar oraya, saldırıya geç havasını borazanla öttürmek için, çeteleri darmada­ ğınık halde kaçışa mecbur bırakmak için, vardılar. İşte bizim o dönemdeki ordu­ muz böyleydi; sırf yiğitliğinin şanı sayesinde savaşlar kazanmaktaydı; bu büyük ve yine de gerçekliklerin aşağısında kalan bir şan idi [daha da büyük şanı hak ediyordu]. 56

1 2/25 Mayıs günü öğleden sonra Yarbay Tsakalos, at üstünde, adamlarının başında, yüksekte tutulan mavi-beyaz bayrakla, Mehmed'in [Fatih Sultan Meh­ med' in] yurduna girdi. Kuşkusuz o an XII. Konstantinos Palaiologos 'un [son Rum imparatorunun] ruhu sevinmiş olmalıdır. Yazar bundan sonra, o dönemde halkının ezici çoğunluğu Rumlardan oluşan Ayvalık ' ın işgalini anlatmaya başlıyor ve o arada Ayvalık'ın yakın dönemler tarihçesi üzerine bilgiler de veriyor. Bunlardan ilginç birkaçını aktaralım: Ayvalık'ın işgalini, İzmir'e çıkarılmış olan işgalci tümenin karargahına, Başbakan Venizelos, 9/22 Mayıs günü telgrafla emretmiş; "oradaki Türklerin, galeyana gelmiş [Rum] halka kar­ şı korunması için" [ ! ] işgal istemiş. 1 9 14 Mayısı'nda Türkler, devlet eliyle değil, çeteler oluş­ turarak Batı Anadolu'da Rum halka karşı bir soykırım etkinliği­ ne girişmişler. Kıyımdan kaçan 200 000 Rum, Ege Denizi ada­ larına sığınmış. Basılan köylerden genç ve güzel Rum kızları, Allo adlı bir Fransızın "Yunanlılığın düşkünlemesi" adlı kita­ bında söylediğine göre Konya ve Balıkesirde esir pazarlarında [ ! ] 10 para bedelle satılıyormuş [ l kuruşun dörtte biri]. Esir pa­ zarına gitmeyenlerin bahtı daha iyi olmuyormuş, çünkü bunlar da ömür boyunca [demek ki, 70-80 yaşında bile !] kalmak üze­ re genelevlere veriliyormuş; örneğin (İznik'in güney yakınında­ ki) Yeni Şehir' in Rum kızlarının başına bu hal gelmiş, onların güzelliğinin safasını Sultanın sarhoş askerleri sürmüş. Henri Barbis adlı bir yazar, Journal'ın (nerede çıkan Journal ?) 9 Ha­ ziran 1 9 1 6 günlü sayısında yazmış ki, 19 1 4 ve 1 915 'te Hıristi­ yanlara karşı girişilen hareketler sırasında Anadolu 'mın her ye­ rinde sayısız esir pazarında evli kadınlar, bakireliklerinin utan­ gaçlığı içindeki genç kızlar, hatta küçük çocuklar orada kadere boyun eğmişlikle Kürt güruhlarını ya da çeteleri bekliyormuş, çünkü bunlar yaptıkları her baskın ve talandan sonra (ellerine para geçince) esir pazarlarına uğruyorlar, oradan kız, kadın alıp götürüyorlarmış. Genç erkeklerin hemen hepsi Ayvalık'tan Mi­ dilli Adası 'na kaçmış, Ayvalık'ta yalnız yaşlılar, kadınlar, çoluk çocuk kalmış. O zaman Türkler kasaba içine girmeye cesaret edebilmişler, tam bir tümen asker gelip halkı evlerinden çıkar­ mış, gruplara ayırmış ve her bir grup Anadolu'nun iç bölümle­ rindeki kasabalara, kentlere sürülmüş. Bunlar mütarekeden son­ ra geri dönebilmişler. Ama dönemeyenler olmuş, kadınların ki­ mini Türkler Balıkesir'de tutmuş, çocukların kimi zorla Ti.irk 57

edilmiş. Bu hallerden dolayı Ayvalıklı Rumlar, oradaki Türk or­ dusunun 500 askerini kıyımdan geçirmek istiyor iken sultanın bu askerleri Yunan ordusunun gelmesiyle kurtulmuşlar. Ardından, Yunan ordusunun, artık görmeye başladığı Ku­ vayı Milliye direnişine rağmen, Bergama, Ödemiş, Aydın doğ­ rultularında ilerlemesini ve adı geçen kentleri işgal etmesini an­ latıyor. Komutasında 4. Alay'ın karargah bölüğünden başka 3 piyade taburu, bir topçu müfrezesi ve jandarma güçleri bulunan Albay Skhoinas, Aydın'a girmiş; ama kendileri için çok mutlu geçen 2/1 5 Mayıs gününün sarhoşluğunu henüz Üzerlerinden atamadıkları için, yeterince güvenlik önlemi almamış. Subaylar dahi yerli Rumların verdikleri davetler vb. dolayısıyla öteye be­ riye dağılmışlar. Böylece, felakete kapı açık tutulmuş. 1 5/28 Haziran günü Menderes boyunda devriye gezen Yunan askerle­ ri 400 başıbozuğun açtığı ateşle karşılaşmışlar ve geri çekilmiş­ ler; Türk "çeteciler" ilerleyip Aydın 'ın güney bölümlerini işgal etmiş. Ertesi gün yaman bir çatışma olmuş ve Yunanlar, 1 7/30 Haziran günü oradan çekilmek zorunda kalmışlar. O günlerde Aydınlı Rumlar büyük felaket yaşamışlar, çok kesilip biçilmiş­ ler, kentin Rum mahallesi de yakılmış. Bu arada, Kapses 'in, Yunan okuyucuyu duygulandırıp ağ­ latmak için uydurulduğu (kendisinin uydurduğu ya da yapıtın­ dan yararlandığı babasının o yapıtında uydurduğu) besbelli olan ayrıntılar da eksik değil. Örneğin, kentte, o sıralarda genç bir Kuvayı Milliyeci olan Adnan Menderes' in dahi imrendiği ve Türkler arasında benzerini kuımak istediği bir Rum izci örgütü varmış. 3 1 çocuk-delikanlı, Yunanlılara/Rumlara özgü yiğitlik­ le, Yunan askerine destek vermeye hemen seğirtmiş; kimi düş­ mana ateş ediyor kimi cephane taşımak gibi işler yapıyormuş. Başlarında da Nikolaos Avgerides adlı biri varmış. Yunan aske­ ri kaçınca bunlar çetecilerin eline düşmüşler; çeteciler Nikola­ os'a, "Milletini inkar et ben Türk oldum de, Muhammed yoluna gel, canını kurtar" diye söylemişler. Bu yiğidin yanıtı ise "Yaşa­ sın Yunanistan !" diye bağırmak olmuş. Adnan Menderes'in emriyle çetecilerden biri bıçağını çekip Nikolaos ' un gözünü oy­ muş. Kan fışkırmış; Nikolaos yılmamış. Ondan bir daha, vatanı­ nı [ ! ] inkar etmesini istemişler, yine "Yaşasın Yunanistan! " di­ ye bağırmış. Çeteciler onu parça parça etmişler; Philoktetes Argyrakes 'in diri diri derisini yüzmüşler, Veynoğlu [Be'inog­ lou] 'nun kafasını kesmişler, izcilerden hiç kurtulan olmamış.

58

Türk çetecilerin manyaklıkları o kadar azgın imiş ki ölü beden­ lere bile işkence etmişler. Bu olaylar hakkında Kapses, ya da onun yararlandığı kaynak kişi, kimden nasıl bilgi edinebilmiş, o konuda elbette h içbir şey söylenmiyor. İki gün sonra, gönderilen, Yarbay Staurianopoulos komu­ tasındaki, aralarında İzmir işgalinden tanıdığımız Tzabellas'ın Evzonlarının da bulunduğu daha güçlü Yunan birlikleri Aydın 'ı yeniden işgal etmişler. Kentteki, kimi yerli kimi sağdan soldan gelip oraya sığınmış 1 1 000 Rumdan 6500'ü, onlar gelesiye dek, vahşice kıyımdan geçirilmiş imiş. Yöreye daha sonra, komutayı üstlenmek üzere, Kapses' in çok gözüpek bir subay olarak tanıt­ tığı Albay Kondyles gönderilmiş; bu kişi, İtalyan işgal bölgesi olan Menderes'in güney yöresine geçerek, Çine dolaylarında barınan Türk çetecilerle (İtalyanların engelleme çabalarına rağ­ men) kararlı bir mücadele yürütmüş. Ne yapmış? 7 Türk köyü­ nü yakmış. İtalyan Albay ' ın şikayeti üzerine, o sırada İzmir' de­ ki işgal kuvvetleri komutanı durumunda olan Albay Zapheiriou konu hakkında sorgu sual edince, "Söyleyin o İtalyan' a, kendi bölgelerinde çeteci Türkleri barındırmayı sürdürürlerse bir da­ haki sefere 7 değil 17 köy yakacağım" demiş. Bu sıralarda Anadolu'ya yeni tümenler gönderilmiş ve İz­ mir'deki, tümen komutanlığı düzeyindeki karargah, kolordu ko­ mutanlığı karargahı düzeyine çıkarılmıştı. Korgeneral Nider kente geldi ve komutayı üstlendi. Sonra İzmir' de, "Küçük Asya ordusu" kuruldu; bunun komutanlığını, 1 2/25 Aralık 1 9 1 9 'da İzmir'e gelen Korgeneral Kostantinos Meliotes Komnenos üst­ lenmişti. Ancak çok geçmeden, Yunan Orduları Başkomutanı Leonidas Paraskeuopoulos ile Kurmay Başkanı Albay Theodo­ ros Pangalos (zamanımızda ikide bir çeşitli bakanlıklara getiri­ lip aklına esen l afı söyleyivermesi yüzünden görevden alınan PASOK ' lu iri kıyım adaşının dedesi) ve Başkan Yardımcısı, kurmaylık dehası diye ün salmış Albay Sarigiannes İzmir'e gel­ diler, üst komutayı yüklendiler; çünkü Yunanistan, Osmanlı dev Jetini Sevres 'de yapılacak sözde barış antlaşmasında ülkenin talan edilmesini kabule zorlamak için Kuvayı Milliye örgütleri­ nin direnişini çökertmek üzere bu örgütlerin oluşturduğu çeşitli "cephe"ler üzerine harekata girişme hazırlığındaydı.

59

II. Khatzeantôniou 'nun anlatımı Bu yazar, Yunanlıların İzmir'e yaptıkları çıkarmanın son­ rasında, özellikle işgalci birliklerin güvenliğini sağlamak ama­ cıyla ve İngilizlerin onayı ile işgal bölgesini genişletmesi; ku­ zeyde Menemen, Dikili, Bergama, Ayv.ııl ık 'ın; kuzeybatıda Ma­ nisa'nın; doğuda Ahmetli 'ye kadar uzanan bölgenin (doğuda en uçtaki Yunan askeri, Ahmetli ile Salihli arasındaki Sardeis ka­ lıntıları alanında mevzilenmişti; 6 km. doğuda S alihli 'de Çerkes Ethem 'in oluşturduğu Salihli Kuvayı Milliye Cephesi direnişçi­ leri vardı), güneydoğuda Bayındır, Tire, Ödemiş ve Aydın 'ın iş­ galini birkaç sayfa içinde, bir "askeri harekat raporu" üslubuyla aktarıyor. Ayvalık'ta Alay Komutanı Kaymakam (Yarbay) Ali Çetinkaya'nın, diğer yerlerde ve özellikle Bergama, Ödemiş, Aydın' da Kuvayı Milliye örgütlerinin gösterdiği direnişten pek az söz ediyor. Aydın 'da İzcibaşı Augerides 'in, canını kurtarmak istiyorsan Yunanlılığını inkar et önerisine karşı "Yaşasın Yuna­ nistan ! " diye bağırdığı hikayesi onda da pek özetlenmiş biçim­ de veriliyor; bu işleri yapan Türk çetecilerin başında Adnan Menderes 'in bulunduğu onun yapıtında da söyleniyor. Onun yaptığı yollamadan anlaşılıyor ki bu hikayelerin kaynağı, baba Kapses (İzmirli gazeteci Pandeles Kapses) imiş; savaş muhabir­ liği de ettiğinden, Aydın Yunanlıların elinden ç ıkıp hemen son­ ra geriye alınınca oraya gitmiş ve "öğrendiklerini" Yunanistan ' a kaçtıktan sonra orada yayımladığı "İzmir'e nasıl geldik v e ora­ dan nasıl ayrıldık" adl ı kitabında anlatmış. 1 9 1 9 Haziranı 'ndaki, işgal bölgesini genişletme harekatı içinde Yunanlıların verdiği kayıplar şöyle belirtiliyor: 6 ' s ı su­ bay, 1 72 ölü; l 6'sı subay, 473 yaralı; çoğu olasılıkla öldürülmüş olan 77 kayıp. Bu sıralarda Batı Anadolu 'daki Yunan işgal kuvvetlerinin şeması şöyle veriliyor: İzmir'de bulunan, Korgeneral K. Nider 'in komutasındaki 1 . Kolordu karargahı; !. Tümen. Karargahı Aydın'da; komutanı Albay N. Zaphe­ iriou. Menderes ve Küçük Menderes vadileri bölgelerinden so­ rumludur. Bu görevi üç alayı ile yerine getirir: 4., 5. Alaylar, bir de 1/38. Evzon Alayı.

60

2. Tümen. Komutanı Tümgeneral N. B lakhopoulos' tur. Kendine bağlı iki alayla (7. Alay ve 34. Alay) İzmir'de bulunu­ yor. 1 3 . Tümen. Komutanı Tümgeneral 1. Negropontes ' tir. Kendine bağlı 3 alayla (2. Alay, 3. Alay ve 5/42 Evzon Alayı) Gediz vadisinde bulunuyor. İzmir Kolordusu (komutanı ve kolordu karargahının yeri yazılmamış). B unun iki tümeni var: Ege Denizi Adaları Tümeni (Merarkhia Arkhipelagous). Komutanı Albay Kh. Tseroules' tir. Karargahı Bergama' dadır. Üç alayı ile (4., 5., 6. Alaylar) Ayvalık-Bergama yöresinden so­ rumludur. İzmir Tümeni. Komutanı Tümgeneral Alex. Mazarakes 'tir. Karargahı İzmir'dedir. 1 . Kolordunun ihtiyat gücü durumunda­ dır ve buna bağlı 27. Piyade Alayı İzmir' dedir, 8. Giritliler Ala­ yı Ayasluk/Selçuk yöresindedir. B ütün olarak Yunan işgal gücünün o sıradaki mevcudu 2 082 subay ve 63 223 erden oluşmaktadır.

61

§ 5. YUNANLILAR DİRENİŞİ EZMEK İÇİN 22.6.1920'DE

SALDIRIYA GEÇİYOR, UŞAK VE B URSA'YI İŞGAL EDİYOR; DOGU TRAKYA İŞGAL EDİLİYOR. YUNANLI ANLATIMI

1.

Khatzeantôniou 'nun anlatımı Bu yazarın verdiği anlatım, yine askeri harekat tebliği üs­ lubundadır. Onda bulduğumuz bilgiye göre, 1 920 Haziranı 'nda Batı Anadolu 'daki Yunan askeri gücü 3443 subay ve 98 1 82 silahlı (savaşacak) er düzeyine çıkarılmış. B azı birlik komutan­ ları da değişmiş. O arada 1 . Tümen komutanlığını Zapheiri­ ou 'nun yerine Albay Papathanasiou almış (buna bağlı 4. Piyade Alayı 'nın komutanı Albay Zeras, 5. Piyade Alayı ' nın komutanı Yarbay Tsakalos, 1/38. Evzon Alayı 'nın komutanı Yarbay Tza­ bellas imiş). 2. Tümen komutanlığında, B lakhopoulos 'un yerine Albay Gargalides geçmiş (buna bağlı 1 . Piyade Alayı 'nın komu­ tanı Yarbay Pallides, 7. Piyade Alayının komutanı Yarbay Papa­ nikolau, 34. Alay'ın komutanı Yarbay Blakhos imiş). İzmir Ko­ lordusu 'nun komutanlığında Korgeneral D. İoannou bulunuyor­ muş. Buna bağlı Ege Denizi Adaları Tümeni 'nin komutanı de­ ğişmemiş (Albay Tseroules). 1 3. Tümen komutanlığını ise Neg­ ropontes 'in yerine Tümgeneral Manettas almış. İzmir Tüme­ ni 'nin komutanlığında yine Tümgeneral Mazarakes kalmış. Ye­ dek güç olarak oluşturulan Ayvalıklılar Tümeni 'nin komutanlı­ ğına Tümgeneral Al. Othonaios atanmış. B ir de 3. S üvari Tuga­ yı oluşturulmuş, bunun karargahı Kasaba/Turgutl u ' da imiş, ko­ mutanı Albay Nikolaides ' miş, iki alayı varmış. Ordu (Küçük Asya Ordusu) bünyesinde ayrıca bir Ağır Topçu Alayı, bir Sah­ ra Topçusu Alayı, bir Havan Topu Takımı, iki Uçak Filosu bir de Deniz Uçağı Filosu varmış. 22 Haziran 1 920'de Yunan saldırısı, iki ayrı yönde başla­ tıldı; birincisi, kuzeydoğuya doğru, Akhisar-Soma yönünde, di­ ğeri Salihli, Kula, Uşak ve Alaşehir yönünde. B il i nen nedenler­ le Yunanlar çok kolay bir başarı kazandılar; bu yerlerin tümünü işgal ettikten başka daha ileriye de geçtiler; doğuda Uşak, ku­ zeydoğuda B alıkesir, Bursa ve Bandırma dahi Yunanlarca işgal edildi. Yunanlar, Temmuz ayında da Doğu Trakya'y ı işgal etti­ ler. Osmanlı Devleti yöneticilerinin tüm umudu kırıldı ve 28 Temmuz/1 0 Ağustos 1 920 ' de devlet ülkesinin bölüşülmesini öngören Sevres Antlaşması 'nı imzaladılar. 62

il. Kapses'in anlatımı ZAFER GÜNLERİ

Nihayet! B üyük gün geldi ve bütün cephe boyunca bir bağırış ortalığı sars­ tı: "Doğu'ya doğru, ileri! " Askerlerin, en sonuncusuna kadar, Başkomutanlıktan aylardan beri beklediği emir bu idi. Herkes silahına sarılmaya koştu. Olan biten­ leri anlatmak zor. Hastaneler [bile] boşaldı; yazmanlar, kalemlerini attılar, palas­ kalarını kuşandılar; katırcılar katırlarının bağlarını çözdüler [onları, yük taşıma­ ya hazır ettiler] . Kimse arkada kalmak istemiyordu; kimse bu bayram şenliğin­ de, er meydanında hazır bulunmamak istemiyordu. Sanki bahtsız yiğitler, gele­ cekte neyin olup biteceğini hissetmişlerdi de son zafer hasadını devşirmek isti­ yorlardı; yenilginin, felaketin ve düşkünleşmenin zehrini tatmadan önce zafer şarabının son damlasını bile süzmek istiyorlardı. Ordumuzun şevki öylesineydi ki Başkomutanlık Kurmay Başkanı Yardım­ cısı Pangalos, bunun üzerine, artçıların görevi konusunda sert emirler yayımladı ve ilk hatta bulunacak birliklerin levazım gereksinmesinin sürekli biçimde kar­ şılanmasını güvenceye bağlamak istedi. Ama en önemli emir şu idi: "Düşmanın ezilmesi ve son askerine, son atına kadar yok edilmesi." Kemal 'e nefes aldırıl­ mamalıydı, başını kaldırmasına olanak verilmemeliydi. Ulusçu fanatiklikten uzak, övgü düzmek eğilimine düşmeksizin, tarihsel gerçeğe tam saygı göstererek, o dönemin gerçeğini vurgulamak gerekir: Anado­ lu içine dalmak emrini almış bulunan Küçük Asya Ordusu, müthiş bir savaş ma­ kinesi idi, yiğitlerden oluşan bir orduydu, savaş sanatının en büyük ustalarınca yönetilmekteydi - bu öyle bir birlikti ki ancak [2. Dünya Savaşı 'nda Afrika'da savaşan] Montgomery'nin günlerindeki 8. Ordu ile kıyaslanabilirdi. İşte bu or­ du, ama yalnız ordu değil keza onun basiretli komutanları, Venizelos'un isteği­ nin kabul edilip Yunanlıların Anadolu içlerine doğru yürümesine izin verilmesi olanağını sağlamıştı. Bu da karakteristik bir haldir: Zaferi kazanmış İtilaf Dev­ letleri kendi durumlarını sağlam tutmakta zorluğa düştükleri an, Fransızlar ve İtalyanlar [Ankara hükümetiyle] antlaşma yaptıklarında, Yunanlılar, ilerlemele­ rine izin verilmesini istiyorlardı. Böylece İtilaf Devletleri, tarihe geçecek bir se­ ferin başlamak üzere bulunduğunu görerek, bu seferi izlemek [gözlemlemek] üzere gözlemciler gönderdiler. Skra Savaşı 'nın öncesindeki günlerde Fransızlar tarafından eğitilen Yunan ordusu, şimdi kendi öğretmenlerine ders vermekteydi. Ve saldırı başladı. Girişimin tümü iki aşamaya ayrılır: Birinci aşama (9/22 Haziran 'dan 1 2/25 Haziran 1 920'ye kadar) doğuya yönelmişti, hedefi de Alaşe­ h ir ' in işgal edilmesiydi. İkincisi ( 1 5/28 Hazirandan 1 9 Haziran / 2 Temmuz 1 920'ye kadar) kuzeye yönelmişti, somut amacı Balıkesir ile B andırma'nın, bir-

63

kaç gün sonra da Bursa 'nın işgali idi. I 0/23 Haziran sabahı askerlerimiz süngü hücumuna kalktılar ve hırslı bir direniş gösteren Tiirklerle göğüs göğüse çarpış­ tılar. Ama fırtına Türkleri sildi süpürdü. !. Tümen, 1 /38 Evzon A layı 'nın etek­ likli erleriyle, Nazilli doğrul tusunda ileri atıldı ve Balyambolu Dağı 'nı [Beydağ) işgal etti. Türkler, berkitilmiş mevzilerde idiler. Ama askerlerimiz onları süngü ucuy­ la sanki sümüklüböceği kabuğundan çıkarırcasına deliklerinden çıkardılar. Ve durmadılar. Hep ilerlediler. Daha kuzeyde, cephenin orta bölümünde bulunan 2. Tümen, saldırıya geç­ ti ve Türklerin mevzilerini işgal etti. Ancak, Alaşehir'e doğru inmeye çabaladı­ ğı sırada, Türk ordusunun ana bölümünün [!) umutsuz bir çılgınlıkla giriştiği sal­ dırı karşısında kaldı. Askerlerimiz, tehlikeyi umursamaksızın gazapla ileri atıl­ dılar ve "Aera" bağırışları her tarafta yankılandı. 1 . Kolordu'nun komutanı Nider, Alaşehir önünde Türklerin direnişini gö­ rünce, çok ustaca tasarladığı bir manevranın yapılmasını emretti. At üzerinde Er­ mos/Gediz Irmağını (Burada yanlışlıkla Ebros/Meriç yazılmış) geçen 1 3 . Tü­ men, savaşın ilk gününde Türklerin savunma hattını yarmayı başardı ve Salihli­ Bin Tepeler arasındaki bölgeyi işgal etti.< l ) Komutan, cepheden i leriye [doğuya) doğru saldırısını sürdürmek yerine, güneye, Alaşehir'e doğru kıvrılma emri ver­ di. Tümenin, Gediz Irmağı gü neyi nde iki alayı vardı: Yarbay Konstantinos k o­ mutasındaki 2. Alay ve Kondyles komutasındaki 3. Alay; bir de Süvari Tugayı vardı. Alaylar arasında, bir "yolu hızlı gitme" yarışı başladı. Yarışı kazanmanın ödülü, Alaşehir'in işgali olacaktı.(2) Havanın sıcaklığı korkunçtu, düşman zorluydu ve azimliydi, üstelik elinde daha üstün güçler vardı. 1 3. Tümen, Türk ordusunun tastamam bir kolordusu ile, 7. Kolordu ile karşı karşıya idi [!]. Böyle iken, askerlerimiz; hatta [kızgın sıcak­ lık dolayısıyla] bir hıyar kesip yemek, [böylece) alevlenmiş gibi yanan alınları­ nı serinletmek için birkaç dakika olsun, durmadılar; iklime hiç alışık değilken, güneş çarpmasına uğramak olasılığı karşısında iken. Ve sonra, ilerlediler, zafe1 ) Oysa bu yöre Alaşehir'den en az 40 km. uzaklıktadır ve Yunanların en doğudaki mevzi­ lerinin zaten bulunmakta olduğu ilkçağ Sardeis kenti kalıntıları alanından sadece birkaç km. doğu ve kuzeydoğu ileridedir. Ayrıca o yörede cepheyi asla düzenli bir ordu birliği tutmuyordu, Çerkes Ethem komutasında Kuvayı Milliyeciler tutuyordu.

2) Philadelphia/Alaşehir, Batı Anadolu'da Rumların Türklere karşı en uzun süre, hatta tek başına bir adacık durumunda kaldıktan sonra bile hayli uzun süre dayanmış bir kentiydi. Ayrıca Anadolu'da ilk 7 Hıristiyan toplumunun oluştuğu kentlerden biri olarak İncil'de, daha doğrusu İ ncil'e ek bir metin olan Apokalypsis'de anılır. Bu nedenlerle genel olarak Hıristiyanlar, özel ola­ rak da Rumların gözünde ayrı önemi vardır. 64

re doğru koştular. Düşman, ilk savunma hattını Monamak'da kunnuştu(I ). As­ kerlerimiz atıldılar, savunma hattını devirdiler, köyü ele geçirdiler, önleri sıra kaçanlarla neredeyse bir arada ilerleyerek, düşmanın ikinci savunma hattının bu­ lunduğu Dereköy'e vardılar. Nefes almadan, ama saldırıyı sürdürerek, Türklere de nefes almak fırsatı vermediler. Dereköy işgal edildi; öğleden sonra saatlerin­ de ordumuz Alaşehir'e girdi. Her ne kadar ordumuz durmamış idiyse de, okuyucu burada biraz düşün­ mek için durmalıdır: Tek bir gün içinde, tek başına bir tümen savaşarak 43 kilo­ metre ilerliyor, iki büyük zafer [ ! ] kazanıyor ve tam bir kolorduyu parça parça ediyor [ ! ] . Askerlik kuralları piyade yürüyüşünde, bir günde, 10 saat yürünebi­ leceğini ve 40 km. yol alınabileceğini öngörür. Ama, kurallar barış zamanında geçerli olurlar. Savaş sırasında tek kural, yiğitliktir ve bizim erlerimiz yorulmaz bir dayanıklılık göstennişlerdir. Binlerce Türk tutsak alındı; ganimet malları ara­ balarla taşındı. Dehşete kapılm ış Türkler koşarak teslim olmaya geldiler. Büyük İskender döneminden beri Phrygia yaylaları böyle savaşçılar görmemişti.(2) Ti.irk ordusunun 12. Kolordusu [biraz önce 7. Kolordu demişti] artık yok­ tu; artık bir tutsaklar ve kaçaklar güruhuna dönüşmüştü. Yabancı gözlemciler [İtilaf Devletlerinin gözlemci subayları] şaşkınlık içinde kaldılar. Alaşehir' in içine girerek, zafer kazanmış olanları yakından tanımak istediler. Ama bağlaşık­ larımız düş kırıklığına uğradılar. Alaşehir'de 1 3. Tümeni bulamadılar. Duracak zamanı yoktu. B aşkomutan Paraskeuopoulos Bursa üzerine saldırı hazırlıyordu ve 1 3 . Tümen 'in onun yanında gelmesini istiyordu. Yazar bundan sonra içerik ve üslup yönünden aynı tür an­ latımla, Bursa'nın, Harta istasyonunda Türklerin ["Akhisar Cephesi"ni oluşturan, babamın da aralarında bulunduğu Kuvayı Milliyecilerin] direniş göstermesine rağmen hemen yakındaki Akhisar'ın, Bandırma'nın işgalini; Osmanlı Devleti'nin Sevres Antlaşması 'nı imzalamak zorunda kalmasını, bu antlaşmanın Osmanlı ülkesini nasıl parçaladığını ve "Büyük Yunanistan"ın kağıt üzerinde kurulmasını anlatıyor.

l ) S alihli'nin doğu yakınında. Alaşehir'e giden yolun kavşağından az sonra, bir tren istas­ yonunun da bulunduğu Yeşilkavak köyü. Ancak, eski köyün adının Monamak diye verilmesinde yanlışlık vardır. Monamak, Aydın ili Bozdoğan ilçesi merkez bucağına bağlı Konaklı köyünün es­ ki adıdır. Yeşilkavak ' ı n eski adı ise Manomak idi (Teomaıı Ergül, Kurtuluş Savaşı'nda Manisa, İz­ mir 1 99 l , s. l 76 sonu). 2) Alaşehir ve yöresi asla Phrygia kapsamında değildir; o ülke bölümü Uşak'tan sonra baş­ lar; Batı Anadolu 'da Uşak batısı ve o arada Alaşehir yöresi Lydia kapsamındadır; dolayısıyla son cümleyi dahi Kapses bu yönden bile tam "işkembe-i kübradan" atmış.

65

§ 6. YUNANİSTAN'DA İKTİDAR KADROSU DEGİŞİYOR :

VENİZELOS DÜŞÜYOR, KRAL KÖNSTANTİNOS GERİ GELİYOR (KASIM 1920). BU DEGİŞİKLİGİN A NADOLU SEFERİ BAKIMINDAN DOGURDUGU SONUÇLAR. YUNANLI ANLATIMI I. Genel bakış 1.

Giriş

Başlıkta belirtilen gelişmeler üzerine Yunan kaynaklarındaki anlatım ile Türk kaynaklarındaki anlatım arasında öz yönünden fark yoktur; ancak, doğal­ dır ki, Yunan kaynakları konuyu daha ayrıntılı işliyor. Gelişmeler şöyle özetle­ nebilir: 2.

Kral Konstantinos ile Venizelos arasındaki karşıtlık ve düşmanlığın geçmişi

Birinci Dünya Savaşının başlaması, izlenecek dış politika konusunda dü­ şünceleri birbirine ters düşen Kral Konstantinos ile I 909- I 9 I 3 arası dönemde Yunanistan'a çok büyük toprak kazançları sağlayan Başbakan Venizelos arasın­ daki çekişmeyi daha da ciddi hale getirmişti. Alman İmparatoru Wilhelm ' in kız­ kardeşiyle evli bulunan (ve zaten kendi de Alman soyundan gelen) Konstanti­ nos, kesinlikle Alman taraflısı idi. Yunanistan 'ın iki büyük düşmanı olan Türki­ ye ile Bulgaristan Almanlarla bağlaşık durumda bulunduğu için Yunanistan 'ı Almanların yanında savaşa sürükleyemediğinden, hiç olmazsa ülkesini tarafsız tutup elinden geldiğince Almanlara hizmet etmek istiyordu. Kendisinin ve yan­ daşlarının sloganı, "Küçük, ama onurlu bir Yunanistan" ve "Barış" idi. Venize­ los ise, Türkiye ve Bulgaristan'ın, özellikle Türkiye'nin zararına bir "Büyük Yu­ nanistan" yaratmak için savaşın sağladığı fırsattan yararlanmak, savaşı mutlaka kazanacağına inandığı İngiltere ve bağlaşıklarının yanında savaşa k atılmak ama­ cında idi. Yunan ordusu subayları da, Konstantinos ya da Venizelos paralelinde olarak, iki kampa bölünmüştü. Aradaki uyuşmazlık büyüyünce Venizelos istifa etti, fakat az sonra yapılan seçimleri onun partisi kazandığından yine başbakanlıkta kaldı. Ancak Kral, tu­ tumunu değiştirmemişti. Venizelos, yeniden istifasını verdi. Konstantinos, artık işi çok ileriye götürmekten çekinmedi. Wilhelm i le gizlice haberleşmeye girişti; Bulgar elçisine "Sırbistan'a saldırmaktan korkmayın; Yunanistan, Sırbistan' l a arasında size karşı bir savunma birliği antlaşması bulunmasına rağmen, böyle bir saldırı halinde tarafsız kalacaktır" güvencesini verdi ve Sırbistan ' ın istila edil66

mesine yol açtı. Kukla hükümetler aracılığıyla diktatörlük kurdu. Venizelos yan­ daşlarına karşı büyük bir sindirme ve temizleme kovuşturması başladı. Bu yüz­ den Venizelos 1 9 1 6 seçimlerine katılmadı ve muhalefetini parlamento dışında sürdürdü. O sırada İngiltere ve bağlaşıklarının savaştaki durumu bir hayli kötü idi. Selanik'e çıkarılmış bulunan bağlaşık kuvvetler, Yunanistan'ın işbirliği olma­ dan bir işe yarayamıyorlardı. Çanakkale seferinin başarısızlığı ise B alkanlar'da yeni bir cephe açılmasını zorunluluk haline getirmişti.( ! ) Üstelik gerek Wilhelm' in gerek kızkardeşinin, yani Konstantinos 'un eşinin, Almanya yanında savaşa girsin diye Konstantinos' a sürekli baskı yaptığı biliniyordu. Sonunda, bir damla, bardağı taşırdı. Konstantinos, Yunan-Bulgar sınırı ya­ kınındaki, stratejik önemi olan Rupel kalesini, sonra da, 1 9 1 6 Eylülü'nde, Kava­ la'yı Bulgarlara teslim ettirdi. Bunun üzerine, İngiltere ve bağlaşıkları harekete geçtiler. Memleketi Girit'e gitmiş olan Venizelos, Girit'in desteği ile, bir ayak­ lanma başlattı ve az sonra, 1 9 1 6 Ekiminde, Selanik'te bir hükümet kurdu. Selanik'e önemli sayıda bağlaşık [itilaf] kuvvetleri getirildi. Arkasından, İngiliz ve Fransız askerleri, Konstantinos'un istemeyerek verdiği izinle Atina'ya çıka­ rıldı. Krala bağlı, Alman'cı subaylar komutasındaki Yunan birliklerinin hiç bek­ lenmeyen direnişi üzerine işgalciler Atina'yı boşaltmak zorunda kaldılarsa da, bu, sonucu değiştirmedi. B ağlaşıkların başlattığı abluka üzerine Konstantinos, ikinci oğlu Prens Alexandros lehine tahttan çekilmek zorunda kaldı (Haziran, 1 9 1 7) ve arkasından Venizelos Atina'ya gidip yönetime el koydu. Bu olaylar, Venizelos ile İngiltere'yi büsbütün birbirine yaklaştırdı. Bir buçuk yıl kadar sonra büyük savaş, İngiltere ve bağlaşıklarının zaferi ile sona erdi. Venizelos'un beklediği gün artık doğmuştu; İngiltere'nin güçlü desteğiyle, adım adım amacına yaklaştı; Osmanlı İmpratorluğu ülkesinden kopa­ rılacak parçaların eklenmesiyle bir "Büyük Yunanistan" yaratmak doğrultusun­ da, çok yol aldı. il.

Venizelos'un 1920 seçimlerindeki yenilgisi ve iktidardan düşmesi

Sevres Antlaşması'nı n geçerlilik kazanabilmesi için gerekli olan onaylama işlemleri, Yunanistan dışında hiçbir ü lke tarafından yapılmamış iken ve bir bek­ leme dönemi devam ederken, Yunanistan'da, Kral Alexandros'u bir maymun ısırdı ve Kral, kan zehirlenmesinden, 25 Ekim 1 920 gününde öldü. Kardeşi tahta 1) Gerçekten de sonradan bu cephede Bulgar kuvvetlerinin çözülmesi ve mütareke isteme­ si üzerine Türkiye de Almanya ile bağlantısı kesilerek mütareke istemek zorunda kalmıştır; bu gelişmeler, henüz bir karış toprağı işgal edilmediği halde, Almanya 'yı da dize getirmiştir. 67

çağrıldı, ama bu kişi, herhalde babasının istek ve telkini doğrultusunda, "Ancak yapılacak halkoylamasında Yunan halkı babamı değil beni isterse tahta geçerim" dediğinden, halk kimi istiyor oylamasının yapılması gerekti; Venizelos, Kôns­ tanıinos 'un kazanması olasılığına karşı kendine yandaş bir iktidar kadrosunun seçilmesini sağlamak amacıyla genel seçimleri de öne alınca, 1 / 1 4 Kasım 1 920'de parlamento seçimleri, hemen arkasından da kral kim olacak konusunda halkoylaması yapıldı. Sonuç Venizelos için ve Yunanistan için çok felaketli ol­ du; "Barış", "Çocuklarımız evlerine dönsün", "Küçük, ama onurlu Yunanistan" gibi sloganları işleyen kralcılar ezici bir zafer kazandılar. Sandıktan kral olarak Kônstantinos çıktığı gibi, parlamentoda kralcıların kazandığı 25 l koltuğa karşı Venizelosçular yalnız I 1 8 koltuk kazanabilmişlerdi. Aslında, Yunanistan 'dan henüz 1 923 "mübadele"si ile çıkarılmamış Türk asıllıların, diğer Müslümanla­ rın, Yahudilerin, komünistlerin barıştan yana oy kullanmasına rağmen, Venize­ losçuların parlamento seçimlerinde aldığı oy, sayı yönünden, yine de kralcıların aldığından daha fazla idi: 368678 'e karşı 375803. Ancak, seçim hukuku, daha önce birtakım ince hesaplarla [ ! ] dar bölge i lkesine göre ayarlandığından, iki yandan her birinin aldığı oy sayısına hiç uymayan böyle bir sonuç ortaya ç ıka­ bilmişti.

III. Kon stantinos'un iktid ara geçmesin in sonuçl arı Yakın geçmişteki olaylar nedeniyle, büyük savaşı kazanmış İtilaf Devletle­ rinin gözünde Venizelos 'un çok "makbul kişi" olmasına karşılık, Kônstantinos, böyle bir nitelik taşımamakla kalmıyor, asla sevilmeyen ve Yunanistan ' da ikti­ darda olması istenmeyen bir kimse durumunda bulunuyordu. Savaşı kazanan İti­ laf Devletleri'nin büyük devlet olanları ve dünya nizamatına yön verenleri ara­ sındaki ABD, artık Avrupa işleriyle ilgilenmemeye başlamış, birbirinin kuyusu­ nu kazan ve her biri kendi çıkarı için çeşit çeşit dolaplar çeviren diğer üçünün (İngiltere, Fransa, İtalya) yanından çekilmişti. İtalya baştan beri Anadol u ' da Yu­ nan işgaline karşı idi ve Yunanlıları elinden geldiğince köstekliyor, Türkleri des­ tekliyordu. Fransa da, Yakındoğu'da İngiltere'nin pek fazla boru öttürür duruma geldiğini görünce, onun aleti durumunda olan Yunanistan'a destek vermeyi za­ ten çoktan kesmişti. Hfü böyleyken Yunanistan'da Konstantinos'un iktidara gel­ mesi, İngiltere'de kamu oyu ve devlet gözünde Yunanistan ' ı , destek verilir ol­ mak şöyle dursun, sempatik olmaktan bile çıkardı. Gerçi B aşbakan Lloyd Geor­ ge ' un hem çok içten Yunan dostu hem de Venizelos'un kişisel hayranı olması sayesinde, ayrıca İngiliz çıkarlarının o dönemde Anadolu 'da güçlü bir Türki­ ye'nin, hele bolşevik Rusya i le yakın dostluk kurmuş güçlü bir Türkiye'nin var­ l ığına tahammülü olmaması yüzünden, Yunanlılara İngiliz desteği (eskisine gö­ re çok azalmış da olsa) büsbütün son bulmadı. Ama, verilmesi sürdürülen des­ tek, Yunanistan'ın kendi küçük olanaklarına eklenmekle, büyük savaştaki yenil-

68

giye rağmen güçlü bir ulus olan, Yunanistan' ın asla sürekli işgalde tutamayaca­ ğı kadar büyük bir ülkeye egemen Türklerin, hele başta Atatürk gibi bir önder varken, yenilmesine yetemezdi ve yetmedi. iV.

1.

Bazı ilginç ayrıntılar üzerine Yunan kaynaklarında bulduğumuz bilgiler

Kapses'in anlatımı PAPOULAS GELİ YOR

Seçim sonuçlarının açıklanmasından bir hafta sonra, 9/22 Kasım'da, B aş­ komutan A. Paraskeuopoulos görevden ayrıldı, yerine [Konstantinos yandaşı Al­ mancı subaylardan] A. Papoulas atandı. Yeni düzen, Zaferler Başkomutanına (o gerçekten de böyle anılmayı hak ediyordu) varlığı gereksiz sıradan bir memur gibi muamele etti. Paraskeuopoulos, azledildiğini ve yerine başkasının geçtiği­ ni, kendisine bir tebliğ yapılmadan, gazetelerden öğrendi. Sonradan, ona iftira­ lar savuranlar, kendi küçüklüklerini, Paraskeuopoulos istifa etmişti iddiasını öne sürmeye dek götürdüler. Bu büyük bir yalandır. Sadece, ordunun başı olarak, ye­ rine yeni atanmış kişiye bir takdir seçeneği vermek üzere, askerlikten istifa di­ lekçesini ona sunmak duyarlılığını göstermişti [önce azil sonra istifa gerçekleşti ve istifa da kesin değildi, şu görevi üstlen denseydi üstlenirdi] . . . . Yeni hükümet, böyle bir girişiminden dolayı sen yenilgiyi kabullenme tel­ lallığı ediyorsun diye suçlanmaksızın Kemal ile barış kurmanın peşine düşmek [ve Anadolu savaşı Yunanlığın felaketine dönüşmeden şöyle ya da böyle bir ba­ rışla savaşa son vermek] bakımından işin ahlaki yönü açısından her türlü hakka sahipti [çünkü, biz barış yapacağız, oğullarımızı evlerine geri getireceğiz slogan­ larını kullanarak seçime girmiş ve halk bu söylemi savunuyor diye onu iktidara getirmişti, yani halktan da onay almış durumdaydı]. Ne var ki, Papoulas, savaş alanlarında şan şeref kazanmak hırsındaydı; tıpkı bir önceki başkomutan gibi kendisinin alnına da defne yapraklarından zafer tacı konsun istiyordu . . . . Y İGİTLER G İ Dİ YOR [ORDUDAN AYRILIYOR]

Atina'daki hükümet, önce, büyük birliklerin komutanlarını değiştirmeye girişti. Namı efsane olmuş, zaferi saçlarından yakalayıp sürükleyen adam, IOan­ nou komutanlıktan en kötü bir biçimde kovulup İstanbul'a, orada pek düşkün durumdaki çar subaylarıyla görüşmeleri yürütmeye gönderildi. Buna benzer hal-

69

ler de alçakgönüllü Nider'in, Tseroules'in ve cin gibi Pangalos'un başına, tam Yunanistan 'ı mezarın kıyısından çekip kurtarmanın gerekli olduğu bir zamanda, geldi. [Eskilerden, Venizelos 'çu olan veya öyle bilinen komutanlardan] Bir tek Nikolaos Trikoupes'den başkası kalmadı: O da, savaşmaksızın 1 3 Tümen 'i tes­ lim edecek olan kişiydi. Korkunç savaşçı Kondyles, kendisine karşı yapılan ca­ nice suikasttan henüz kurtulmuş iken, [emekli edilince] dört subayı ile birlikte Kordelio/Karşıyaka 'ya çekildi ve subay kaputunun yakasını yukarıya kaldırıl­ mış tuttu. Üniformasındaki rütbesi ve göğsündeki, en ön hatta çarpışarak kazan­ mış bulunduğu nişanları görülmesin istiyordu. Ordumuzu silip süpüren fırtına­ dan bir tek kişi kurtuldu:

5/42. Evzon Alayı 'nın eteklikli

askerleriyle subayları,

komutanlarının, Albay Plasteras'ın [Plastiras okuyunuz] azledilmek istendiğini duyar duymaz, ayaklandılar, silaha sarıldılar, onu görevde bırakmaya üst ma­ kamları mecbur ettiler. Oysa,

5/42.

Alay 'ın erleri Venizelos'çu değildi, çoğun­

luğu Kral yandaşı idi. Ama yine de her şeyden önce yiğit erler, değerli savaşçı­ lar idiler. . . .

1920 yılının İsa Doğumu

Yortusu [Noel], İzmir'de tam bir bayram şenlik­

leri havası içinde geçti. Bir yıl boyunca özgürlük onun ticaretini canlandırmıştı, ekonomik etkinliklerini güçlendirmişti. Yunan bayrağı ya da başka bayraklar ta­ şıyan gemiler her gün onun, o özlemi çekilen limanına geliyor ve ülkenin iç bö­ lümlerinde yaşayan Yunanlılar [Rumlar] zengin hasatlarını onun depolarına ta­ şıyorlardı. Çok şarkıda anılan Kordon ' unun kahvehanelerinde, Kafe Fote' de, Cafe de· Paris'de ve daha nicesinde, insanlar tıklım tıklımdı. Gediz Irmağının Gelini [İzmir kenti] barış içinde bir manzara gösteriyordu. Ordumuz uzaklarda, Anadolu 'nun derinliklerinde bulunuyordu; Türkler daha bile uzakta idi. Ve onun yollarında dolaşan subaylarımız, [işgal sırasında ve işgalden sonraki ilk günler­ de İzmir'de bulunan] Kondyles komutasındaki savaşçıların,

1/38.

Alay Evzonla­

rının ve Plastiras komutasındaki Evzonların vahşi görüntüsünde değildi. Bir kimsenin onları yeni üniformaları içinde, pırıl pırıl boyalı çizmeleriyle, henüz Türk kanıyla lekelenmemiş ışıltılı kılıçlarıyla görmesi, göze zevk veriyordu. Evet güzel bir manzara idi bu ve Papoulas 'ı da coşkuya düşürdü. Ş an şeref kazanmak için sabırsızlanan yeni başkomutan, hükümetten, Eskişehir üzerine [kuzeybatıdan güneydoğu doğrultusunda, İnönü'nden geçerek] saldırıya giriş­ mek için izin istedi. Papoulas, [düşmana] boyun eğdirmek için, [sadece] kolay­ lıkla kazanılacak bir zafere ihtiyaç duyuyordu [henüz oluşturulan TBMM ordu­ sunun oradaki güçsüz birliklerini kolayca yeneceğini hesaplıyordu ve bu kolay zafer ona yetecekti]; hükümet bu zaferle, Paris 'te

1 92 1 ' in 5/1 8 Ocak ' ında topla­

nacak olan [İtilaf Devletleri temsilcileri arasındaki] konferansın etkileneceğini hesapladı. Harekat planı aceleyle hazırlandı ve

1 9 Aralık 1 920/1 Ocak 1 92 1 sa­ 20 Aralık 1 920/2 Ocak

bahı Papoulas onu kendi imzasıyla onayladı. Ancak,

192 1

akşamı, yani sadece

36 saat [bir buçuk gün] sonra, Türklerin Batı Cephesi

komutanı [Albay] İsmet, Kemal 'e, Yunanlıların saldırıya geçeceğini ve kendisi-

70

nin elinde bunlara karşı koymak için iki alaylık bir kuvveti bile bulunmadığın ı bildirdi. Kemal, ona, çabucak takviye kuvvetleri göndereceği sözünü verdi ve sonuna kadar direnmesini emretti. Böylece, 21 Aralık 1 920/3 Ocak 1 92 1 saba­ hında Türk ordusu, ordumuzun saldırısına karşı koymak için, daha büyük birlik­ lerimizin komutanları saldırı emrini almış değilken, cephesini B ursa doğrultu­ sunda yaydı . İ smet Bey, Yunanlıların saldırıya geçmeyi tasarladığını nasıl haber almıştı? B urası sır olarak kaldı. Ama gelecekte de böyle sır olarak kalmış nice hallerle Küçük Asya cephesinde karşılaşılacaktır. Aralık [şimdiki takvimle ocak başı] girişimi, askeri açıdan büyük önem ta­ şımıyordu [Yunanlıların yenilmesi sadece durumun onlardan yana değişmesini önlemiş olacaktı, durum değişmemiş kalacaktı]; ama diplomatik açıdan büyük önemi vardı. Sonuç çok acıklı bir fiyasko oldu. Yunan saldırı gücü 1 4000 er [piyade], 1 000 atlı, 70 top ve 1 29 makinelitü­ fekten oluşmakla, İsmet'in elindeki kuvvete karşı ezici bir üstünlüğe sahipti; sonraki tahkikatın gösterdiği üzere, Kemal ona takviye kuvvet göndermek sözü verdiği halde İsmet Bey'e 5000 erden fazlasını yollayamamıştı; İsmet Bey bu kadar kuvvetle hem saldırıya karşı direnecek hem de Kütahya yöresinde sıkı bir çatışmaya girişen asi Ethem ile başa çıkacaktı. Yunan Başkomutanlığının saldın planı iki girişimin yapılması üzerine kurulmuştu: Ana girişim, 3. Kolordu Ko­ mutanı Korgeneral Petmezas'ın yönetiminde yürütülecek; ikincil önemdeki giri­ şim ise aslında bir şaşırtma hareketi olacak ve buna 2. Tümen katılacak, o tüme­ ni 1 . Tümenin 4. Alayı takviye edecekti. 24 Aralık 1 920/6 Ocak 1 92 1 gününün gündoğumunda, yani [Yunanların o zaman kullandıkları takvime göre hesapladığı] İsa Doğumu/Noel gecesi arifesin­ de, borazancılar borazanlarıyla yine "İlerle !" emri havasını çaldılar; askerleri­ miz, bir kez daha, süngülerini çektiler [ve tüfeklerine taktılar] . Böylece saldırı başladı; saldırıyı yapan, aynı askerlerdi, attıkları savaş naraları aynı idi. Ama şimdi, daha önce Türkleri B ursa'ya, Akhisar'a, Alaşehir'e kadar [hatta oralardan da] silip süpüren o fırtına değildi [görülen]. Tümenlerden sadece biri, 24. Tü­ men, ordumuzun ileri hareketini üç gün süreyle geciktirmeyi becerdi; Böylece, Kemal 'in gönderdiği takviye birlikleri cephede en öndeki hatta yetişebildiler. Ancak 28 ve 29 Aralık [ 1 920]/1 O ve 1 1 Ocak [ 1 92 1 ] günlerindedir ki gerçek sa­ vaş verildi. Askerlerimiz aslanlar gibi çarpıştılar ve artık takviye kuvveti almış Türkler de sıkı bir savunma yaptılar. Ancak, erlerimizin saldırısındaki şiddeti, kendi yaptırdığı karşı saldırının başarısızlığını gören İ smet Bey, geri çekilmeye karar verdi. Staurianopoulos, Evzonlarıyla, Kobalitsa'yı [Kovalıca) işgal etmiş, Stra"intze [Strainci okuyunuz] Deresini [Sarısu Deresi kastediliyor olmalı] geç­ miş, Türkleri önüne katıp sürmüştü. Ve harekatı izlemekte olan Genelkurmay B aşkanı Fevzi Paşa, geri çekilmeyi onaylamıştı.

71

YENMİŞKEN YENİLENLER Savaş neredeyse kazanılmıştı. Kuvvetlerimizin karşısında artık düşmanın birliklerinden, geri çekilme emrini henüz almamış dağınık küçük parçalar vardı; başka çağlarda, atlılarıınızın talana girişmesi için harika bir fırsat olacak durum. Ama Türklerin artçı birlikleri, bizim askerlerimizin onları takip etmek üzere fır­ ladıklarını görecek yerde, kendilerini şaşkınlık içinde bırakan bir manzara görü­ yorlar: Yunanlılar da geri çekiliyor; evet, zafer kazananlar yenilenlerden daha hızla çekilmektedir. Bütün halkların, bütün çağların tarihlerinde ilk kez olmak üzere, hem yenenlerin hem de yenilenlerin aynı zamanda çekilmekte olması ger­ çekleşiyor. Ne olmuştu? Türklerin umutsuzca ölümüne direnişini ve ordumuzun kötü yönetilmek yüzünden ayrıca savaştaki durum dalgalanmaları yüzünden büyük kayıplar ver­ diğini gören General Petmezas, dehşete düşmüştü. Komutanlık karargahına, tam bir baskı altında bulunduğunu ve geri çekilmek zorunda olduğunu bildirmişti. O günlerde Papoulas, yanında kurmayları ile, Bursa'ya kadar ilerleyip gelmişti. Kurmay Başkanı Albay Saregiannes [Sariyannis okuyunuz) 7. Tümen 'in komu­ tanlık karargahında bulunmaktaydı. Zaferin kazanılması güvenceye bağlanmış görünüyordu -hiç değilse böyle olduğuna inanıyorlardı- ve bunun şanından şere­ finden pay kapmak istiyorlardı. Ancak, Papoulas, hemen cephede en öndeki hat­ ta gitmesi ve savaşın yönetimini kendi eline alması gerekirken, yenilgiyi kabul­ lenmekte Petmezas ' ı geçti ve tüm cephe boyunca hemen geri çekilmeyi emretti. Bu geri çekilme çok trajik oldu. Askerlerimiz kulaklarına inanmak isteme­ diler; bu emre uyamazlardı; ezip geçtikleri Türklere sırtlarını dönüp çekilmeye katlanamazlardı. Böyle iken onlara çekilmeleri hem de koşarak çekilmeleri em­ rediliyordu. Onların, sırt çantalarını almalarına bile izin verilmiyordu. Dahası, Papoulas'ın kendisi de Bandırma'ya koşmuştu ve oradan, ne olacaksa olsun di­ yerek, deniz yolundan İzmir'e dönmüştü. Bu gelişmelerin hemen görülen iki sonucunu, Kapses (s. 92) şöyle belirtiyor:

l . Osmanl ı ordusundan binlerce subay ve er, "ayaklanmış

ordu"ya katılmaya koştu;

2. Savaşı kazanmış İtiliif devletleri, Ankara hükümetini muhatap kabul etmenin zorunluluğunu anladılar; Kemal, bir devlet başkanı olarak tanındı0). 1 ) İ nönü savaşları Yunan kaynaklarında Avgin (A�yKtv) savaşları olarak anılıyor. Avgin, istasyon köyü olan İ nönü 'nden birkaç km. kuzeyde kalan köyün adıdır (şimdi, Gündüzbey); savaş alanının ortası, İ nönü ile Avgin arasındaki arazi parçasıydı. Avgin adı Trikoupis'in (Türkçe çevi-

72

Kapses (s. 93-94) Londra Konferansı hakkında da şunları anlatıyor: Yunan saldırısının başarısızlığı Türklerin durumunu güçlendirdi ve Londra Konferansında hem Kemal 'cilerin temsilcisi hem de Sultan hükümetinin temsil­ cisi, bir ağızdan, Türk arazisinin Meriç'e kadar boşaltılmasını istediler. Birkaç gün sonra Ankara hükümetiyle Fransızlar arasında anlaşma imzalandı. Ama Fransızlarla Kemal ' in yakınlaşmasından rahatsız olan Lloyd George, Venizelos aracılığıyla, savaşı sürdürsünler diye Yunanlıları teşvik etti. Böylece, Başbakan Kalogeropoulos'un başkanlığındaki Yunan temsilcileri kurulu, 6/23 Mart 1 92 1 günü, konferansta, Yunanların savaşı sürdüreceğini açıkladı. O zaman, gerçek bir Y unan dostu olan Lloyd George şunu dedi: "İngilizlerin yüreğinin sıcak kö­ şesi, Yunanistan ' a ayrılmıştır; ulusun eski şevketine kavuşması için İngiltere sizlere yardımcı olmayı önerir." Ama Yunanistan, daha önce de onların yardımı­ na gereksinme duymaktaydı [ve yeterli yardım alamamıştı ] . Temsilciler kurulu­ muz, Venizelos'un taktiklerini taklit etmek hevesiyle, Londra'dan Başkomutan­ l ığa [telgrafla] şu emri gönderdi: "Bugün burada içinde bulunduğumuz durum, Eskişehir ve Kütahya'nın işgalini amaçlayan harekata hemen yeniden girişilmesini gerektirmektedir" . . . 10/23 Mart' ın gündoğumunda Yunan ordusunun bahar saldırısı başladı. . . . Papoulas, yine zaferden emindi; 1 40 000 askeri vardı, oysa Kemal 'in yalnızca 40 000 askeri bulunuyordu; bir kez daha, komutanlık ka­ rargahı n ı B ursa'ya taşıdı. .

Bu saldırı da, İkinci İnönü Savaşı 'nda, 1 9 Mart/l Nisan 1 92 1 'de, Yunan ordusunun yenilgisiyle sonuçlandı. Kapses, İs­ met İ nönü 'nün savaş sonucunu Ankara'da kim bilir ne kadar iş­ kenceli bir bekleyiş içinde olan Atatürk'e bildiren "Düşman, binlerce ölüsüyle doldurduğu savaş meydanını silahlarımıza terk etmiştir" özündeki telgrafını da, biraz değiştirerek, aktarmış (s. 95). Kapses, başarısız komutanların, Konstantinos'u 1 92 1 Mayısı'nda İzmir'e getirdiğini ve ordunun maneviyatını yükseltmek için yeni bir saldırı tasarladık­ larını anlatıyor.

ride s. 69) sandığına göre Rumcadaki, "Boyun" anlamında olan, ama ("Dağ geçidi, bel" anlamın­ da da kullanılan) Auxrıv (Afhin; bir çeşitlemesi de Auxcvaç) sözcüğünden (kitapta yanlışlıkla Avşin yazılmış) geliyormuş. Orası bir geçit yeri olduğuna göre, bu açıklama doğru olabilir. Ancak, bir diğer olasılıkla, ad Anadolu tarihinin Hellenleşme/Rumlaşma öncesi döneminden kalmadır ve aslı Avgina' dır; böyle idiyse, ad, Luvi kökenlidir ve Tiirkiye' deki Tarilısel Adlar kitabımda (İnkı­ lfip Kitabevi, 2. bsl. İ stanbul 1 999) incelenen Avga sözcüğü ile, ona eklenmiş, -sal, ülkesi anlam­ larındaki -ina takısından oluşmuştur: Avg(a)+ina Avgina. İ ki ünlü sesin yan yana geldiği yerde bunlardan birinin düşmesi, hemen hemen evrensel bir ilkedir; örneğin Gürc(ü)+istan Gürcistan. =

=

73

2. Khatzeantoniou 'nun anlatımı

9/22 Kasım'da [ 1 920] yeni Başkomutan Anastasios Papou1as, yanında bu­ lunan yoldaşları Piyade Binbaşı G. Kortsas, Jandarma Albayı Karydes ve iki Yüzbaşı (Gortzes ve Skylakakes), Velos destroyeri ile İzmir'e geldiler. Kararga­ ha götürüldüler; orada, görevden ayrılan Başkomutan Paraskeuopoulos onlara genelkurmay şubelerindeki komutanları tanıştırdı ve adet olan başarı dileklerin­ de bulundu. Günlük emir ve talimat olarak Papoulas, kesin bir dille, savaşın sür­ dürüleceğini doğruladı. Bundan sonra yeni başkomutan [işgal edilmiş bölgeler­ deki Genel Vali durumunda bulunan) devlet temsilcisi Stergiades 'i ziyaret edip ona, gerek kendisinin gerek hükümetin Stergiades hakkında en iyi duygular bes­ lediğini vurgulayarak söyledi. fVenizelos 'un yakın dostu olan, onun tarafından göreve getirilen] Stergiades, iktidar kadrosunun değişimi sonrasında yerinden edilmeyen tek kişi olacaktı. İngilizler onun makamından uzaklaştırılmasına izin vermemişlerdi. Khatzeantôniou, bundan sonra, az önce belirttiğimiz geliş­ meleri anlatıyor. Anlatımı içinde, şu bölüm (s. 1 44) özellikle il­ ginç: [İnönü önlerinde geri çekilmekle sonuçlanan birinci Yunan saldırısı sırasın­ da] Aralık ayında, bir şey daha, [vaktiyle Venizelos yönetimince) işten atılm ış olup da [şimdi Venizelos iktidardan düşüp onun can düşmanı Kral Konstantinos yeniden başa geçince] yine göreve dönenlerin, 1 9 1 3 'ten beri savaşmamış, yeni savaş kuralları konusunda eğitim görmemiş olanların, yetersizlikleri ortaya çık­ tı. Aşağıda anlatılacak olay, Eskişehir doğrultusunda girişilen saldırı sırasında gerçekleşmiştir ve çok açıklayıcıdır: İzmir Tümeni denen 1 0. Tümen ' e ve Ege Denizi Adalan Tümeni denen 7. Tümen'e bağlı 6 alay, gördüğümüz üzere, sıkı­ şık düzende üç saldırı kolu halinde ileri harekata geçmişlerdi. Staurianopoulos komutasında olarak ortada giden, Türk savunmasını parça parça etti. Bu sırada sol yanda (orada Kolordu Komutanı Petmezas ile Tümen Komutanı Karakalos vardı) sivillerden oluşan çete toplulukları görüldü ve [ilerlemeyi sürdürüp] bun­ lardan bir saldırı gelirse ilerleyen birliklerin yanında bulunan toplara ateş açtıra­ rak onları vurmak [böylece de yok etmek veya kaçırmak) gerekirken gecenin or­ tasında birden bire hemen geri çekilmek emri verildi. İşinden çıkarılmış [ve işe yaramaz kişiler oldukları halde şimdi sırf Konstantinosçu oldukları için komuta makamlarına getirilmiş] komutanlar paniğe kapılmışlardı ve kapıldıkları paniği, şu bağırışlarla geri çekilmeye koyulan alayın tümüne de yaymışlardı: "Komu­ tanlarımızı bize geri verin, Tseroule [Çeruli] 'yi, İoannou'yu geri verin. B unlar bizi şanlı zaferlerin birinden ötekine götürmüşlerdi." Görülüyor ki, TBMM ordusunun 1 . İnönü zaferin i küçült­ mek ve hatta sahte zafer gibi göstermek amacıyla tutturulan 74

anlatım, Kapses ile Khatzeantoniou'da birbirine uymuyor. B un­ lardan birincisine göre Yunan birlikleri çok çetin çarpışmalar­ dan ve ağır kayıplar verdikten sonra, Türkler çekilmek üzere hatta çekilmeye başlamış iken, verilen kayıpların ağırlığından ve Türk direnişinin ölümüne sürdürülmesinden dolayı dehşete düşen Kolordu Komutanı Petmezas, durum değerlendirmesi ya­ parak, çekilme önerisinde bulunmuş, bu önerisi kendisi de du­ rum değerlendirmesi yapan başkomutanhkça uygun görülmüş (yahut uygun sanılmış) ve onaylanmış, geri çekilme emri böyle­ ce verilmiştir. Khatzeantoniou 'nun anlatımında ise gelişmeler komikliğe büründürülüyor ve Türk savunması parça parça edil­ miş iken kolordu komutanı ile bir tümen komutanının, sol yan­ da sivil Türk çetecileri görmekle dehşete düştükleri, gece yarı­ sında birdenbire, çekilme emri verdikleri "hikaye" ediliyor.

§ 7. KRAL KÖNSTANTİNOS 'UN ANADOLU SEFERİ. YUNANLILARIN KÜTAHYA-ESKİŞEHİR SAVAŞLARI YENGİSİ, SAKARYA SAVAŞI YENİLGİSİ, AFYON' A ÇEKİLMESİ. YUNANLI ANLATIMI I. Khatzeantôniou 'nun anlatımı . . . 29 Mayıs/1 1 Haziran [ 1 92 1 ] günü, o uğursuz gün, Konstantinos yanında üç Prens, Paulos, Nikolaos ve Andreas ile başbakan Gounares [Gunaris] ve Har­ biye Bakanı Theotokes olduğu halde, Metropolitlik kilisesinde kutsal bir coş­ kunluk havası içinde ve "İstanbul 'a da [gitmek nasip olsun] ! " haykırışları ara­ sında yapılan şükran ayininden sonra, Umnos zırhlısı ile İzmir'e gitmek üzere Pire limanından ayrıldı. . . . Konstantinos, ayrılış öncesinde yaptığı duyuruda şunları bildiriyordu: "Yunanlılığın yüzyıllardır savaştığı o yerlerdeki ordumun başına geçmek üzere yola çıkıyorum. Kutsal görevini gerçekleştirmek için durdurulamazcasına ilerleyen bu soyun savaşları, yüce Tanrı 'nın yardımıyla, zaferle taçlanacaktır. Bizim bugünkü egemenliğimiz de, vaktiyle büyük dedelerimizin egemenliği za­ manındaki gibi, oralarda en yüce ülkülerin, özgürlük, eşitlik ve adalet ülküleri­ nin gerçekleştirilmesini sağlayacaktır. Soyumuzun tüm geçmişi, silahlarımıza öncülük edip yol gösteriyor. B u hayranlık uyandırıcı uygarlık geçmişi, ciddiliğinin e n içten bilincinde olduğu­ muz yükümlülükleri bize yüklemektedir. . . . Tanrı 'nın yardımına, yiğit ordumun hırslı azmine, Yunanlılık ülküsünün sarsılmaz moral gücüne güvenerek, ulusun verdiği görevin beni çağırdığı yere gidiyorum". 30 Mayıs/12 Haziran günü saat 1 6.20'de Konstantinos, çok sevgili İo­ nia'nın toprağına ayak bastı. İzmir halkı, bütünüyle Venizelosçu olduğu halde, zamanın ne kadar kritik olduğunu idrak ederek ve onun kişiliğinde, ulusun tari­ hindeki Bizans dönemi düzeninin Konstantinos ' unu [İstanbul 'u Türklere karşı savunurken kılıç elde çarpışarak ölen son imparatoru] görerek tek bir beden gi­ bi onu heyecanla, coşkuyla karşıladı. Esirlikle geçen bunca yüzyıldan sonra İz­ mir'in Yunan kralına yüreğini açması heyecandan titreyerek, kendinden geçmiş­ likle olmuştu. Acaba 1 832'de [bağımsız Yunanistan küçücük bir ülkede kurul­ duğunda] Atina'daki devletin ilk kralı Othon İzmir'e ayak basmış olsa idi aynı coşkun kaynaşma görülebilir miydi? Tarih, sadece mantık çerçevesinde gerçek­ leşen bir olaylar dizisinden ibaret değildir.

76

Konstantinos, Kordelio/Karşıyaka sarayına [ ! ] yerleşti < I ) ve ertesi gün sa­ vaşan [orduya alınmış] Yunanlılara şu duyuruyu yaptı: "Askerler! Vatanın sesi beni yeniden(2) sizin komutanızı almaya çağırdı. Kralı nızın size sunduğu yürekten selamı kabul ediniz. Sizinle gurur duyuyorum. Yüzyıllardan beri Yunanlılığın soluk aldığı [yaşadığı] bu yerde ulusun giriştiği esirlikten kurtarma savaşımında çarpışırken gösterdiğiniz kararlılıktan [gurur duyuyorum]. Bu kutsal ülke üzerinde hangi soylu ülkülerin savunucuları oldu­ ğunuzu bilmiyor değilsiniz. Tüm dünyanın hayranlığını çekmekten hiçbir zaman geri kalmayan o benzersiz uygarlığı burada yaratmış olan Yunanlılığın ülküleri için savaşıyorsunuz. Yiğitliğiniz, savaşımın başarısını güvenceye almaktadır. Si­ zin erdemleriniz, verdiğiniz kurbanlar ve kazanacağınız zaferler sayesinde o es­ ki uygarlığın aynı , yeniden, güneş gibi doğacaktır. Ve sizler işte bu uygarlığın yaratıcıları olacaksınız. Atalarınıza layık olarak, çocuklarınıza, onlarınkilerle eş­ değer başarıları miras bırakacaksınız; hem onlarınkiler hem bizimkiler çocukla­ rımıza miras kalacak. Askerler! Haydi eyleme! Hep birlik olarak. Yüreklerimiz tek ve bölünmez Yunanistanımız için sevgiyle dopdolu olarak. Hepimizin gerçekleştirme aracı olduğumuz bu büyük ve ebedi göreve kendimizi adamışlıkla [yüreklerimiz dolu olarak ] . İleri, haydi eyleme. Kralınız sizinle birliktedir. Ve vatanın verdiği göre­ vin hepimizi çağırdığı yere doğru gitmekte size önderlik edecektir. Yüce Tanrı, haklı savaşımımızı kutsasın. Kordelio, 3 1 Mayıs [şimdiki takvimle 12 Haziran] 1 92 1 . Konstantinos". Kanatlanırcasına yükselmiş moral ile, kritik [sonucu çok tehlikeli olabile­ cek] saldırı hazırlandı. Venizelos karşıtı söylevlerde işlenen savaş düşmanlığının zamanı geçmişti. 3/1 6 Haziran'da Kordelio/Karşıyaka'da toplanan Savaş Kon­ seyi 'nde stratejik öneme sahip yol kavşakları olan Eskişehir ile Afyon 'un işgali için saldırıya geçilmesine karar verildi; b!J kentler iki ayrı kıskaç içine alınacak ve kıskaçların uçları, düşmanı çevirip sonra ezmek için birleşip kapanacaktı. Eğer düşman kıskaçlardan sıyrılabilirse, Ankara'ya kadar [Ankara üzerine] sal­ dırıya geçilecekti. B ilindiği gibi Yunan ordusu, 20 Haziran/3 Temmuz günü büyük saldırısını başlatmış, çok önemli başarılar kazanarak Kü1) Karşıyaka 'da bir saray hiçbir zaman var olmamıştır. Konstanıinos, İ plikçizade ailesine ait olan, yalıdaki konak türü bir bahçeli evde, ev sahibi Türk ailesinin istek ve daveti asla olmaksızın kalmıştı. Bu konu hakkında İzmir'de Yı111a11/ı/ar111 Son Günleri kiıabımda bilgi verilmiştir (s. 298 dn. 2 1 ) .

2 ) Balkan Savaşı sırasında da komutanlık elliği 77

için "yeniden" diyor.

tahya, Eskişehir, Afyon 'u işgal etmiş, Türk ordusu Sakarya 'nın doğu kıyısına çekilmiş, ancak Sakarya boyunda 22 gün 22 gece süren meydan savaşını Türkler kazanmış ve Yunan ordusu Af­ yon'a kadar geri çekilmek zorunda kalmış, bir yıl kadar sürecek bir bekleyiş dönemi başlamıştı. Yunan büyük saldırısının başlamasından, Sakarya'da ye­ nilmesine kadar geçen dönemin gelişmeleri üzerine Khatzeantô­ niou 'nun anlatımındaki ilginç bölümler şunlardır: 7/20 haziranda, Kordelio/Karşıyaka 'da [herhalde, Kralın kaldığı konakta] bir araya gelen [Başbakan] Gounares ile Dışişleri Bakanı Mpaltatzes [Baltacis okuyunuz], [İngilizlerin İtilaf Devletleri adına Yunanlılara bildirdiği, kendilerin­ ce uygun düşecek barış koşulları önerisine yanıt niteliğindeki] muhtıra metnini tasarlayıp yazdılar ve bunu telgrafla Londra'daki Yunan elçiliğine ilettiler (s. 1 82). [20 Haziran/3 Temmuz 1 920 günü başlayan Yunan büyük saldırısının az öncesindeki] İlk vukuat, Uşak'ta 28 Mayıs/10 Haziran günü başa gelen bir kaza idi. Siperden ateşlenerek kullanılacak havanların denenmesi sırasında, bir mer­ mi, namlunun içindeyken patladı ve 3. Piyade Alayı 'nın komutanı Albay St. Re­ gas 'ı, Binbaşı İôannides'i, Teğmen Tertsos'u ve 4 askeri öldürdü. Albay Dedes, Yarbay Abrampos ile başka subaylar ve erler, ağır yaralandılar. Olaydan yarım dakika önce Kolordu Komutanı Kontoules [Kondulis okuyunuz] ve onun Kur­ may Başkanı Gonatas oradan uzaklaşmışlardı (s. 1 87). [İzmir'e ilk işgal birliği olarak çıkarılan] 1/38. Evzon Alayı erlerinin [Af­ yon üzerine 1/14 Temmuz 1 92 1 günündeki] hırslı saldırısı, düşmanı, birbiri ar­ dınca, hazırlanmış mevzilerinden söküp sürdü. Saat 1 3.30'da taşlarla berkitilmiş önemli siperler, Türk direnişinin ana çizgisi, işgal edildi. Yiğitlikle ve benzeri görülmemiş gözüpeklikle, 1 /38. Evzon Alayı, yine göğüs göğüse çarpışarak, berkitilmiş dağlık arazinin üst yanına, çok ağır kayıplar vererek, u laştı: 1 . Tüme­ nin verdiği kayıplar, 1 22 ölü ve 46 1 yaralı idi. Ölüler arasında, 5. Piyade Alayı' nın Komutan Yardımcısı, [İzmir'e yapılan] 2/1 5 Mayıs çıkarmasının yiğidi, Yar­ bay Tzabellas da vardı (s. 1 9 1 ortası). [Ertesi gün, 2/1 5 Temmuz 1 92 1 'de] Tümen [ 1 . Tümen] Anadolu'ya yakın zamanda gelmiş olan erlerinin çok yüksek morali ve kurban vermeyi göze almış­ lığı sayesinde, 22 ölü ve 90 yaralı verdikten sonra, önemli bir zafer kazanmayı başardı. Afyon Karahisar savaşı kazanılmıştı (s. 1 9 1 sonu). [Yine 2/1 5 Temmuz günü yapılan çarpışmalarda] Çavuş Çiftlik'in 5. Tü­ men tarafından işgali tamamlanınca (bu iş çok ağır kayıplarla başarılmıştı: 2 1 1 78

ölü, 1 064 yaralı ve 9 1 kayıp) Türk savunma hattında gedik açılması, gerçeğe dö­ nüştü (s. 1 92). [Aynı gün, Kütahya'yı ele geçirmek için 1 799 rakımlı tepe üzerine yapılan saldırıda] Yunan savaşçılarının katlandığı fedakarlık kolordu komutanlığının ya­ yımladığı tebliğde belirtilmiştir. Ancak, verilen kayıplar yine acıklı idi: 1 64 ölü, 526 yaralı, 60 kayıp. 2. Tümen ileri hareketini Söğütözü doğrultusunda sürdürerek 23 ölü verdi (bunların arasında Yüzbaşı Stephanos Kanoutas, Üstteğmen Daberônes [Dave­ ronis], Teğmen Maures ve Teğmen Kanakares de bulunuyordu); 5 kayıp vardı, yaralıların sayısı 1 77 idi (s. 1 92). [4/ 1 7 Temmuzda] Kıskaç kollarının ucu, Kütahya'nın 1 5 km. doğusunda kapanınca, Türkler aradan çıkıp çekilebildiler; arkalarında sadece 1 2 top bırak­ mışlardı, bunlardan 4 tanesi Rus yapımı [Bolşevik Rusya'nın yardımı arasında Türklere gelen toplardan] idi. Öğleden sonra saat 1 'de, 1 O. Tümen ' in atlıları Kütahya 'ya, B izanslıların ta­ rihsel Kotyaion ' una girdi (s. 1 94) . . . . Türkler yine çabucak çekildiler ve Kemal hızla Eskişehir'e gelerek, 6/1 9 Temmuz günlü, çekilmeye ilişkin tarihsel emrini yayınladı: "Eskişehir'i boşaltınız. 300 km. geri çekilerek Sakarya'ya kadar gidiniz ve orada Ankara'yı savunmak üzere yeni mevzilerinizi hazırlayınız. Bu yolda dav­ ranmakla, düşmanın ulaşım hatları genişleyecek, oysa bizimkiler daralacaktır". Kemal ' i n büyük stratejik harekatı başlamıştı (s. 1 97). [5/1 8 Temmuzda, Yunan ordusunun Üçsaray yakınında ilerlemesi sırasın­ da] S abahın saat ? 'siydi; Süvari Binbaşısı Markopoulos, II/l . S üvari Taburuyla düşmanın süvari tugayının oluşturduğu cepheye doğru saldırıya geçiyor. Düş­ manın piyadesine karşı saldırdığını zannetmektedir (gerçekten 14. Alay'ın sağ yanını çevirmeye çalışarak yaklaşan düşman piyadeleri vardır) ve siperleri aşı­ yor. Bir kurşun yağmuru süvari binbaşısını delik deşik ediyor ve binbaşı, [atın­ dan] yıkılıyor; cansız, toprağa düşüyor. Süvari yüzbaşısı Fourtounas ile süvari teğmenleri Papai'ôannou ve Klôntzas da vurulup ölmüştür. Süvari taburu biçili­ yor: 70 ölü! Ve atlarından inen süvariler, yürüyerek, Yunan hatlarına kadar çe­ kiliyorlar, orada da panik ve kargaşa çıkarıyorlar. Alayköye [Üçsaray köyüne] doğru düşman ateşi altında ilerliyor ve disip­ lin sarsılıyor. Türkler, Yunanların ilk hattını, saat 1 1 .00'de de ikincisini çökerti79

yorlar. Zera'nın komutası altında bir bölük onları yandan araya girerek geri sü­ rüyor. Ama çok geçmeden düşman da bir piyade tümeniyle ve bir süvari tüme­ niyle, alayın üzerine yandan saldırıya geçiyor. Maksim makineli tüfeklerinin ateşi altında taburlar ölümle tanışıyor ve mevzilerini dişleriyle kavrayarak tut­ maya çalışırlarken, onların süvari taburları Türklerin kurşun yağmuru duvarını yarma çabasına giriyor. Yunan süvarileri kıyıma uğruyor, alay korkunç kayıplar veriyor (s. 1 98) . . . . Baht, cesaretli olanlara yardım ediyor. Türkler Yunanlara takviye kuvve­ ti olarak Kiitahya'daki tümenlerin gelmekte olduğunu sanıyorlar ve harekata başlama üslerine geri çekiliyorlar (s. 202 ortası) . . . . Böylece, düşman kuvvetlerini çembere alma fırsatı yitiriliyor ve düşman, aradan sıyrılıp, bütün değerli malzemesiyle Ankara doğrultusunda çekiliyor (s. 202).

il. Kapses'in anlatımı "Geliyor . . . Geliyor!" Yine bahar kokulu bir mayıs günüydü; Kordon cad­ desi yine, 1 9 1 9 Mayısı 'nda ufukta donanmamızı taşıyan ilk gemilerin görünme­ si sırasında olduğu gibi doluydu. Şimdi, 1 92 1 'in 3 1 Mayıs [yeni takvimle 1 3 Ha­ ziran] 'ında, Kral Konstantinos gelmekteydi. Duyulan sevinç, acıyla karışıktı; İo­ nia ülkesini sevecek miydi? Felakete doğru yazgılanmış gidişi durdurmaya ka­ rar verecek miydi? Konstantinos'u alkışlarken İzmirlileri acıyla kıvrandıran so­ rular bunlardı. İçten karşılama, onu dahi şaşırttı ve güzel bir genç kız, [Karanti­ na 'daki, el konarak Türklerden devralınmış] Askeri hastanede yönetici olarak çalışan Eutykhia Bouropoulou [Eftihiya Vuropulu] heyecandan gözyaşı dökerek ona hitap ettiğinde [hoş geldiniz konuşması yaptığında], Averof zırhlısına konu­ ğum olarak gel [seni ağırlayayım] çağrısında bulundu. Ona teşekkür etmek isti­ yordu, ama bir kuşkusunu da gidermek istiyordu: - Sanıyordum ki siz Anadolulular beni sevmezsiniz . . . Soruyu yöneltirken ondan gelecek yanıtı merakla bekliyordu. - Yanılıyorsunuz Majeste! (o genç Rum kızı, cesaretle, ona böyle yanı t ver­ di.) Biz sizin İstanbul'a, Ayia Sophia'ya girişinizi de görmek istiyoruz. Ancak, çevrenizi kuşatanlar var ya, onları istemiyoruz. Acaba Konstantinos gerçeğin böylesine yalın biçimde söylendiğini hiç duymuş muydu ? B üyük olasılıkla hayır. Daracık çevresinin dolduruşlarına ina­ nıyordu, onlar ise kendisine, Anadolulular sizden nefret ediyor diyorlar ve onu geri döndürmek istiyorlardı. 80

Kapses bu başlangıçtan sonra, Yunan ordusunun saldırıya geçmesini, Kütahya-Eskişehir savaşlarını kazanmasını, adı ge­ çen kentleri ve Afyon ' u işgal etmesini, Sakarya kıyısına dayan­ masın ı , Khatzeantoniou 'nun tersine askeri harekat tebliği üslu­ bunda değil daha çok romancı üsllıbunda anlatıyor. Haftalarca geceli gündüzlü süren S akarya Savaşı 'nda Yunanlıların ulaşa­ bildiği en uç noktadaki Kale Groto çatışmalarında Yunan birlik­ lerini n çok ağır kayıplar verdiğini o da özellikle vurguluyor. O bölümde (s. 1 1 8- 1 22) anlattıkları şöyledir: Orada, Anadolu ' nun derinliklerinde, birçok yaman savaşlar verdiler; hepsi­ n i anlatmak olanaksız. Ama içlerinden birini ve bir tekini anlatmak, Sakarya bo­ yuna yapılan seferin gerçek yüzünün görülmesi için yeter. Sadece "Kale Gro­ to"( l) adı, bugün bile, onun yalçı n doruklarına tırmanmış olanlarda dehşeti çağ­ rıştırıyor; orası, hala, yüzlerce yiğidimizin mezarsız kemikleriyle ak renkte gö­ rünmektedir. B izim genelkurmayın haritalarında orası, herhangi bir diğer tepe imiş gibi izleni m veriyordu; 2. Kolordu'ya onu işgal etmesi emredildi. Kale Groto 'yu çı­ kış yeri edinerek, 2. Kolordu, çevirme saldırısını sürdürecekti ve bu hareket de düşmanın savunma düzenini çökertecekti. Ne var ki bu, genelkurmayımızın fa­ c ialara yol açan çok sayıdaki yanılgılarından biri idi. Çevirme hareketi, hep, düş­ manın mevzilenmesinin daha yüksek doruktaki, kanadımızın dışına taşan düze­ nine karşı yürütüldü; bu yüzden eylemin çok hızlı olmasına özellikle gereksin­ me vard ı. Ama Ankara'daki Harbokulu taktik öğretmeni Albay Hakkı'nın da [yazdığı kitapta] Anadolu Savaşı 'nın eleştirisel değerlendirmesini yaparken göz­ lemlediği üzere, ordu böyle bir saldırıya girişmek hiç de zorunlu olmadığı halde sözcüğün gerçek anlamında körü körüne saldırıya girişmişti. Kale Groto, düşma­ nın savunma düzeni içindeydi. Daha kötüsü: Orası alışılmış türden bir doruk de­ ğildi, tersine yalçın bir granit kütlesiydi, yüzeyi kırışık bir kaya idi, hem aşılmaz geç ilmezdi hem de alınmaz, zaptedilmezdi. Türkler onun bağrında kayalara mevziler, m ak ineli tüfekleri için yuvalar kazmışlardı ve bu makineli tüfek yuva­ ları, yanlarındaki ç ıplak yüzeyleri çapraz ateş altına alıp gelenleri biçebiliyordu.

1) Groto sözcüğü eski veya yeni Hellen dilinden değildir, o dillerde anlamı yoktur. Öz Ana­ dolu "lu bir dilden gelme adın çarpıtılmış biçimi olmalı. Kale Groto denen tepenin yeri, Kapses'in kitabında s. 73'teki haritada, Sakarya savaşları sırasında Yunanlıların doğu yönde en çok ilerleye­ bildikleri nokta olarak, Ankara'nın güney-güneybatı i lerisinde, onunla Ankara arasında bulunan Tsoulouk (Çulluk)'un dahi güneyinde, Kerezoglou'nun (Kirazoğlu olacak) tam doğu ilerisinde ve bu sonuncu köyden, onunla kuzeybatı ilerindeki Sabanca köyü arasındaki uzaklığa (kuş uçuşu 20 km. kadardır) eşit uzaklıkta gösteriliyor. Buna göre o tepe, Haymana'ya bağlı bucak merkezi Ye­ nice'nin güney yakınındadır ve belki de Türk Ansiklopedisi c. 3 'teki çok ayrıntılı Ankara ili hari­ tasında, Mangal Dağı'nın doğu yanıbaşında gösterilen Burunsuz Dağı'dır yahut onun biraz kuze­ ye uzanmış tepelerinden biridir. 81

Kale Groto İlk saldırılar 1 3/26 Ağustos'ta başladı ve çok acılı bir şaşkınlığa düşüldü. Birliklerimiz sakat edilerek geri püskürtülüyordu. Ama Prens Andreas dayattı; böylece ertesi gün ölüm dansı başladı. Bütün 5. Tümen çatışmaya sürüldü. Alay­ lar birbiri ardınca ileri çıkıyor ve hepsi geri sürülüyordu. Verilen kayıplar deh­ şet uyandıran boyutlardaydı; savaş naralarını, kızgın sıcaklıktaki kayalar üzerin­ de kalmış, yardımlarına kimsenin gidemediği yüzlerce yaralının inleyip feryad etmesi bastırıyordu. Böyle iken, emirler amansızdı, çünkü bunları verenler aşa­ ğıda güvenlikteki sığınaklarında idiler. Askerlerimiz Kale Groto'da savaşıyor değillerdi: Kıyımdan geçiriliyorlardı. Daha tüfek kurşunlarının etkili olabileceği menzil mesafesi içine giremeden, kayalıklara tırmandıkları sırada, Türkler onla­ rı biçiyorlardı; o lanetli tepe kanla boyanmıştı. . . . Ve ancak ölülerimizin oluş­ turduğu piramit Kale Groto'nun doruğuna ulaşabildi . . . . Saat sabahın 9.30'u ol­ muştu. Çatışma aralıksız 12 saat sürmüştü . . . . 111.

Trikoupes (Trikupis)'in anlatımı "General Trikupis'in Hatıraları" bu başlık altında, Ahmet Angın'ın çevirisi olarak, İstanbulda 1 967 yılında Kitapçılık Li­ mited Şirketi yayını ince ( 1 07 sayfalık) bir kitap halinde basıldı. Ad, ön kapak üzerinde, "General Trikupis - Hatıralarım" b içi­ minde, iç kapaktakinden değişik yazılmıştır. Çevirmen, başa ek­ lediği uzunca önsözde belirtmiyor ama, besbelli ki, yayınlanan, kısmi bir çeviridir; kitaptaki yalnız Türkleri ilgilendiren bölüm­ ler çevrilmiştir. Çevrilen metinde, Konstantinos'un İzmir'e gelişinden ( 1 1 Haziran 1 92 1 ) Sakarya Savaşı'nın bitimine ( 1 3 Eylül 1 92 1 ) ka­ dar geçen dönem hakkında şaşılacak kadar az bilgi bulunmakta­ dır. Trikupis, 1 0/23 haziranda, 3. ve 1 1 . tümenlerden kurulu "Kuzey Tümenler Grubu" komutanlığına atanmıştı. Kütahya­ Eskişehir savaşları sırasında bu tümenler Bilecik-Bozüyük yöre­ sinde kaldı. Ama kendisine bakılırsa yine de yerli yerinde dur­ makla büyük iş becermiş; onun 2 tümeninin karşısında Türk B a­ tı Cephesi Komutanı İsmet İnönü'nün 6 tümeni bağlı kalmış, Türkler de Kütahya-Eskişehir savaşların ı o yüzden kaybetmişler! 1 2/25 Temmuzda, 3. Tümen, başında Trikupis ile, Eskişe­ hir'e gitti ve Porsuk Çayı (bu ad Yunan yapıtlarında Pursak di­ ye geçiyor) "muhafızlık vazifesini" aldı. 2 1 Temmuz/3 Ağustos­ ta, Güney Tümenler Grubu kuruldu ve bunun komutanlığı Tri82

kupis' e verildi, Afyon'da karargah kurması emredildi. 26 tem­ muzda Afyon'a vardı, komutayı üstlendi; komutasındaki 4. ve 9. Tümenler, ordunun sağ kanadını güvenlikte tutmakla görevl iy­ di. Trikupis ve tümenleri, 5 Ağustos'ta aldıkları emir gereğince, ordunun yeni konumuna göre sağ kanadı korumak göreviyle, 6 Ağustos' ta yola çıkıp 7 Ağustos 'ta Bolvadin-Çay yöresine geç­ tiler, Çay' dan 5 km. uzaklıkta iken "şehrin asillerinden müteşek­ kil bir heyet gelip bize bağlılıklarını ve Yunan ordusunun orada­ ki ikametinden dolayı şehir mukimlerinin sevincini b i ld irdi". Trikupis ve birlikleri, Sakarya boyunda kan gövdeyi götürürken, çok daha güneybatı ileride, oralarda kaldılar.

iV.

Nikos Svoronos'un anlatımı Nikos Svoronos, seçkin bir Yunan tarihçidir. Komünist ol­ duğu için Yunanistan'da faşist hükümetler döneminde çok ezi­ yet gördü, hatta bir ara vatandaşlıktan çıkarıldı. İlk metni Fran­ sızca olarak Paris'te 1 972'de Histoire de la Grece Modeme adıyla, Yunanca çevirisi EmcrKonrıcrrı nıs NcoEAATJV lKTl S Icrwpıaç (Yeni Yunanlılığın Tarihinin Gözden Geçirilmesi) adıyl a 1 976 yılında Atina' da basılan kitabı, bu Yunanca metnin 9. basımından Panayot Abacı'nın Türkçeye çevirisiyle "Çağdaş Hellen Tarihine B akış" başlığıyla yayımnlandı (Belge Yayınla­ rı, İstanbul 1 988). Kitapta, şimdiki konumuzu i lgilendiren bölüm şöyle:

Venizelos ' un "megali idea"yı gerçekleştirecek duruma geldiği sanısını uyandıran diplomatik başarıları karşısında Kral yandaşlarının durumu da yaba­ na atılmayacak denli sağlamdı. Kral Konstantin' in halkça sevilmesi, hükümetin [Venizelosçu takım ı n] muhalefete karşı aldığı baskı kararları, her iki tarafın da yaptığı taşkınlıklar ve özellikle aktif propaganda girişimleri, Venizelos'un ulu­ sal politikasındaki kimi zayıf noktaların açık olarak vurgulanması, savaşın sona erd irilmesi ve barış istekleri, Venizelosçu girişimlerin önemi üzerinde olumsuz etkiler oluşturmaya başladı. Hellen ulusunun, 1 9 1 2 'den beri süren savaşlardan yorgun düşmüş olması, ayrıca savaşın, ülke kalkınmasını ve sosyal devrimleri engel lediği savının sürekli olarak ortaya atı lması, savaş aleyhtarı propagandanın coşkuyla karşılanmasına neden oldu ve bunlar sonucunda halk, seçimde Venize­ los ' a karşı oy kullandı. Kral yandaşları iktidarı ellerine aldıktan sonra düzenle­ dikleri bir plebisitle kralı yeniden taht' a çıkardılar.( ! ) 1 ) Venizelos'un iktidardan düşmesine ve Kral Konstantinos ile yandaşlarının başa geçmesi­ ne yol açan gelişmeleri yukarıda s. 66-68'de anlatmıştık. 83

Bu olay, antant [Türkiye 'de bilinen deyimle, "itilaf'] ülkelerinin Yunanis­ tan 'ı tümüyle terk etmesine yol açtı. İngiltere'nin Alman yandaşı partilere ve krala hiç güveni yoktu. Bu bakımdan, Yunanistan 'a olan eski desteğini sürdüre­ mezdi. Fransa, İngiltere'nin doğu 'daki etkisini azaltabilmek amacıyla, Mustafa Kemal 'in başlattığı direniş hareketini olumlu karşıladı. Böylece [seçimler önce­ sinde, kralın] barışçı tutumuna karşın savaşı sürdüren yeni hükümet, antant'm ekonomik yaptırımlarıyla karşılaşmış ve tecrit edilmişti. Antant, bundan önceki hükümete vaat ettiği krediyi vermekten vazgeçti. Buna rağmen Hellen ordusu, ülke topraklarını savunan Türk ordusuna karşı saldırılarını sürdürüyordu( (). Türk ordusu geri çekilme durumundaydı. [Fakat, sonunda] Hellen ordusunun saldırısı Sakarya 'da kırıldı. 23 Ağustos savaşından sonra Hellen ordusu gerile­ meye başladı.

l) Bu konuda Kapses' in (s. 133) ilginç bir gözlemi var; şöyle diyor: "Venizelos, Yunanisıan'ın sınırını Anadolu'nun yüreğine kadar göıüm1eye kalkışmıştı, bu­ nu yaparken arkasında anıanıın desteği vardı; ayrıca Yunanistan' ın çıkarlarını İ ngiltere'nin amaç­ larıyla özdeşleştirmekteydi. Bu böyle olmayınca 5 000 000 nüfuslu Yunanistan' ın , Osmanlı İ mpa­ ratorluğu'nu. hatta [büyük savaşta] uğradığı yenilgiden sonra bile, ezmesi olanaklı değildi . . . . Oy­ sa İ tilaf Devletlerinin, kendileriyle savaşmış kişilere yardımcı olmaya niyetleri yoktu. Konstanti­ nos'un açıkça onlara karşı çıktığını unutmamışlardı. Yunanistan, bağlaşıksız kalmıştı."

84

§ 8. EYLÜL 1921-AGUSTOS 1922 ARASI DÖNEMİN

OLAYLARI. CEPHE GERİSİNDEKİ DURUM. B ATI ANADOLU'DA B AGIMSIZ DEVLET KURMA TASARILARI. YUNANLI ANLATIMI 1.

Genel bakış

Sakarya S avaşı'ndan, 9 Eylül 1 922'ye kadar geçen dönemde: * Kendini gösteren siyasal gelişmeler; özellikle, Türk ulusal direnişini alt edemeyeceği kanıtlanan Yunanistan' ın sürekli olarak Batı Anadolu'yu işgali al­ tında tutamıyacağı, en iyi olasılıkla buradaki askerlerini çekmek zorunda kala­ cağı, o dönemde dünya "nizamat"ını yönlendiren antant/İtilaf Devletleri 'nin de artık ona bu doğrultuda baskı yapmaya başladığı görülünce Batı Anadolu'daki yerli Rumların kapıldığı haklı korkunun ve işgalci orduyu şenlikle karşılamış, onunla işbirliği etmiş, içlerinden ona 35000 gönüllü asker vermiş bulunmaları gerçeği karşısında bölgede Türk egemenliği yeniden kurulunca başlarına gelebi­ lecekleri idrak ederek, tek çıkar yol diye, kendi içlerinde, Türk Kuvayı Milliye örgütlerinden esinlenmiş bir "Ulusal S avunma" örgütü kurmaları; Batı Anado­ lu' da bazı Türklerin işbirliğinden de yararlanacak ve İngiltere koruyuculuğunda bulunacak bağımsız bir devlet oluşturma çabasına girmeleri; Yunan hükümeti­ nin, önceleri karşı çıktığı bu girişimleri daha sonra tek çıkar yol sayarak destek­ lemeye başlaması; * Yunanlıların İzmir'de ve işgal altında tuttukları diğer Anadolu bölümle­ rinde kurduğu yönetim; bu yönetimdeki görev sahiplerinin Osmanlı Devleti'ne bağlı görevlilerle ilişkileri; böyle yerlerde görev yürütmeyi sürdüren Osmanlı memurlarının kimler olduğu; * Dışarıdan, işgal altındaki bölgeye ve o bölgeden dışarıya yapılan göçler (nüfu s hareketleri);

*

şantısı; *

Toplumdaki etnik unsurların birbiriyle ilişkileri, özellikle Türklerin ya­ İşgal altındaki bölgede Türklerin sivil örgütleri, eğitim kurumları;

* B u bölgede, özellikle de İzmir'de Yunan yönetiminin giriştiği, eğitim, sağlık vb. alanlardaki etkinlikler, örneğin İzmir'de şimdi kız lisesi binası olarak kullanılan b inayı orada üniversite kurmak üzere yaptırması ve hatta üniversite­ nin çekirdek örgütünü oluşturması gibi konularda, İzmir'in Yunan işgali altında geçirdiği yılları anlatan Türk kitaplarında, en çok da Engin Berber'in "Sancılı

85

Yıllar" kitabında, hayli ayrıntılı bilgiler bulunuyor. Yunanlıların yazdığı k itap­ larda ise bu konulara, birincisi dışında, pek i lgi duyulmadığı görülmektedir. Sağ­ layacağı başarı yahut uğrayacağı başarısızlık, Yunan dünyasının bir bölümünün (Anadolu' daki bölümünün) kaderine yön verecek, öteki bölümünün (Yunanis­ tan'daki bölümünün), dolayısıyla Yunan devletinin Anadolu 'yla ve Anadolu Rumları ile ilişkilerinin geleceğini de belirleyecek olan, Batı Anadolu Rumları­ nın yöredeki Türklerden bir bölümünün de işbirliğiyle bağımsız bir devlet kur­ ması girişimi elbette ki Yunanlılık için son derecede önemli bir girişimdi ve o yüzden Yunanlıların yazdığı kitapların bir haylisinde (örneğin Khatzeantôni­ ou 'nunkinde, Kapses ' inkinde) konuya genişçe yer ayırılıyor, gelişmeler adım adım aktarılıyor, etkir!liklerin içinde bulunanların adları veriliyor. Ancak bu gi­ rişimin hedefleri, tasarımları, Türk ordusunun 9 Eyl ül 1 922 'de İzmir'e girmesi üzerine sırf hayal olmanın ötesine hiçbir zaman geçemedi. Bu nedenle, Yunan­ ca kitaplardaki, o konuya ilişkin olarak anlatılmış ayrıntıları aktarmanın yararı, hatta ilginçliği yoktur. Bu tasarım doğrultusunda Yunanlılarla işbirliği etmiş ve­ ya destek sözü vermiş Türklerin adını açıklıyor olsalardı, elbette ki, o bilgi bi­ zim için değerli olurdu, ama açıklamıyorlar. Ancak, Yunan ordusunun genci durumu, Yunan yüksek komutanlık kadro­ larındaki değişim, Papoulas 'ın görevden ayrılması ve Hacianesti 'nin gelmesi, bu iki komutanın kişilikleri üzerine, ayrıca savaşın son aşamasında TBMM ordusu­ nun "Büyük Taarruz"una karşı direnmeğe çabalamış Yunan ordu birliklerinin başlıca komutanları üzerine Yunanlıların değerlendirmeleri, Türk okuyucu için de önemli ve ilginçtir. Bu anlatım ve değerlendirmeleri aktaralım.

il.

Trikupis'in anlatımı

[Hacianesti, 1 8 Mayıs/ 1 0 Haziran 1 922 'de Afyon 'a gelerek] Cepheyi tef­ tişten sonra, İzmir'e dönerken, 2. Tümen'in komutasını, benim kurmayını olan Stilianos Gonatas'a verdi. Onun ayrılması üzerine, tümenin topçu [alayı] komu­ tanı olan Topçu Albayı Alexandros Meredinis'i davetle kendisinden Tümen kur­ maylığını almağa hazırlanmasını istedim; çünkü, kurmayıma bağlı yüksek rütbe­ li subaylara harita üzerinde izahat verirken onun kabiliyetli olduğunu görmüş­ tüm. Albay Meredinis bana, gösterdiğim bu teveccühten dolayı teşekkür ettikten sonra, kendisinin bu görevi alacak kabiliyette olmadığını söyledi . Bu büyük bir tevazu eseri idi. Fakat bilahara, benim israrım üzerine bu görevi aldı ve ınuvaf­ fakiyetle başardı. . . . Yunan ordusu, zaferle biten 1 9 1 8 savaşından sonra, 1 9 1 9 Mayısı'nda Küçük Asya'ya çıktığı zaman maneviyatı sağlamdı . Küçük Asya'da ordunun maneviyatı daha da yükselmişti, çünkü başlangıçta Türklerin, ancak çeteleri, sonra da düzensiz birlikleri karşısında i lerleyişi kolay olmuş . . . (tu). 86

Fakat, 1 920 sonlarında düzensiz Türk birliklerinin düzenli ordu haline gel­ mesi ve kısa bir zamanda yeni silahlar, mitralyözler, makineli tüfekler, el ve tü­ fek bombaları , muhtelif çaplarda toplar, uçaklar vb. ile teçhiz edilince bizim or­ du, 1 92 1 Martı ' nda Eskişehir ve Afyonkarahisar önlerindeki harekatta Türklerin ciddi m ukavemetiyle karşılaşmış ve bilhassa Avgin [İnönü] savaşında benim ko­ muta ettiğim 3. Tümen c iddi bir imtihan geçirip [ölü, yaralı, kayıp olarak] 2000 kişi zayiat vermişti. Bu kuvvetler zaten çok hatalı ve teşkilat bakımından yarım­ dı. . . . Daha önce de [daha sonra da denecekti] 1 92 1 Haziranı ' nda Eskişehir ve Kütahya h arekatı sırasında ordumuz, maneviyatını bozan kayıplar vermişti. B u harekattan sonra, Eskişehir'de bulunduğum ve 3. ve 1 1 . tümenlerden kurulu Kuzey Tümenler Grubu 'na komuta ettiğim sırada, Ordu Komutanı Tüm­ general Papoulas'tan aldığım gizli bir emirde, "Ordunun Ankara'ya kadar ilerle­ mek isteğinde olup olmadığı" sorusu da vardı. Ben buna, askerlerin yorgun olduğu ve dinlenmek istedikleri ve fakat An­ kara 'ya kadar i lerlemeleri gerekiyorsa, askerlerin bu fedakarlığa da katlanabile­ cekleri ve bu suretle harbi bitirerek dinlenel;>ilecekleri cevabını verdim. Bilahara, diğer ordu birlikleri komutanlarının da aynı suretle, aynı cevabı verdiklerini öğrendim. Askerler, uzayan vazifelerinden dolayı duydukları memnuniyetsizliği açık­ ça göstermeye başladılar ve bunu, Eskişehir' de kahramanlık madalyası dağıtma töreninde Kral Konstantin 'e duyurmaktan da kaçınmadılar. 1 92 1 Haziranı ' nda yayınlanan resmi ordu tebliğinde şöyle deniyordu: "Kraliyet arabası tören yerine giderken yol kenarında toplanan askerlerin şöyle bağırdıkları işitiliyordu: Terhis! Terhis ! " Aynı resmi ordu tebliğinin belirttiğine göre, o zamanın başkumandanına [Papoulas' a; ancak hemen şimdi görüleceği üzere burada yanlışlık vardır, Baş­ bakan Gounaris'e denecekti] karşı da aynı şekilde hareket edilmişti: "B aşbakan, refakatinde Milli Savunma Bakanı olduğu halde Eskişehir'den ayrılırken 9. Tümen' in önünden geçmiş ve bu tümendeki askerler, ' Yaşa! ' diye bağıracaklarına, başbakanın otomobili yavaş yavaş geçerken şöyle bağırıyorlar­ d ı : Terhis! Terhis ! " S akarya harekatı sırasında d a ordumuz ciddi kayıplar vermiş ve sefil vazi­ yete düşen ordunun maneviyatı bozulmuştu. Cephede m uharebe eden bölüklerden çoğu yedek asteğmenlerin idaresinde idi; buna karşılık birçok Yüzbaşı ve daha aşağı rütbelerdeki muvazzaf subaylar memlekette görevlendiriliyordu. 87

Milll Savunma Bakanlığı, 1 92 1 Mayısı 'nda aşağıdaki 1 85.026 sayılı tami­ mi vermek gibi acıklı bir duruma düşmüştü: "Küçük Asya [Ordusu] Komutanlığında görev alan subayların acele olarak ve hiçbir suretle gecikmeksizin yeni görevlerine gitmeleri hususunda birbirini izleyen ciddi emirler verdirdim. Fakat bu emirleriınden sonra da, eski durum de­ vam etmektedir. Yani, [Küçük Asya Ordusu 'na] nakledilip de derhal yola çık­ mayan, yahut da, nakledildiklerinden başka garnizonlarda sebepsiz olarak kalan ve sıhhi sebepler ileri süren, fakat nakledildikleri zamana kadar hiçbir şikayetle­ ri olmayan ve Küçük Asya [Ordusu] Komutanlığından başka bir birliğe nakle­ dilmek isteyen subaylar mevcuttur. . . . Subayın harekata iştiraki, onun için daima bir namus meselesidir". Bundan başka, 1 922'de Milli Savunma Bakanlığı 'nın çıkardığı 1 28.8 1 9 / 67 1 sayılı emirde isimleri geçen 255 subayın, 4 gün zarfında Küçük Asya [Or­ dusu] Komutanlığına doğru yola çıkmaları emrediliyordu; bunlar memlekete izinli olarak gitmiş, fakat izinleri bir buçuk aydan beri bittiği halde geri dönmek istememişlerdi. İzinle Yunanistan'a gidip de Küçük Asya'ya dönen subaylar, memlekette­ ki durumu gayet kötümser bir şekilde anlatarak ordu arasına bedbinlik sokuyor­ lardı; zira Yunanistan'da bulacakların ı umdukları cesarete karşılık, aksine ola­ rak, Küçük Asya 'nın derinliklerinde üç seneden beri yokluklar içinde dövüşen orduya karşı bir ilgisizlikle karşılaşıyor ve bu suretle cephedeki yoklukların, kö­ tülük, tehlike ve fedakarlıkların [Yunanistan 'da] akıldan bile geçirilmediğine kanaat getiriyorlardı. Fakat bunlardan başka ve bunlara paralel olarak, aynı sene içinde, bu bit­ mek bilmeyen durumdan dolayı sabırsızlık başlamış ve askerler, daha önce, [ya­ kında] terhis edilmiş olarak evlerine döneceklerini umarlarken , bu işin bir türlü bitmeyip aksine uzadığını görüyorlardı. Küçük Asya'daki ordu birliklerinin [Kolorduların] komutanları ( 1 . General Kondulis, 2. General Trikupis, 3. General Polymenakos) 1 92 1 Ekimi ' nde gerek yazı ve gerekse sözle komutanlığa bu acıklı durumu anlatmış ve bu halin, ordu­ yu dağıtabileceğini bildirmişlerdi. Hükümet, verdiği emirlere rağmen memleket­ te kalan ve sayıları birkaç defa on bini bulan ve evlerinde rahat rahat oturan su­ baylarla itaatsiz ve asi askerlere söz geçiremiyordu. B una paralel olarak, cephe­ deki diğer askerler de, kendilerinden önce memlekete gidenlerin geri dönmeme­ leri yüzünden izin alamıyorlardı . Seferberlik halinde bulunan memleketin üze­ rindeki ağırlık da cephedeki ordunun kolunu kanadını kırıyor ve ürkütüyordu.

88

Sakarya ve [oradan] Afyonkarahisar[a çekilme] harekatından sonra, yüzde beş oranında izin vermek emrini aldık. Fakat izin alıp Yunanistan 'a giden ilk izinli kafilesi geri dönmediği için izinler de kalkmıştı. Mektupların kontrolden geçmesi m ünasebetiyle buradaki askerlerin mem­ leketlerinden gelen mektuplarını okumak fırsatını buldum; bu mektuplardan, on­ ların acıklı aile durumunu öğrenmiştim. Bunlar, okuyanın yüreğini burkacak ni­ telikte idi. Bu mektupların içindekiler genellikle şöyle diyordu: "Neden bizi unuttun? Senin kalbin yok mu? B ize acımıyor musun? Haya­ tımızı sürdürmek için bütün hayvanlarımızı ve mevcut bütün mücevheratımı sat­ tım. Tarlalarımız sürülmemiş halele duruyor. B ana, izin vermedikleri için gele­ meyeceğini yazıyorsun. Neden yalan söylüyorsun? YD, KP vb. uzun zamandan beri nasıl oluyor da köyde bulunuyor ve kimse tarafından rahatsız edilmeksizin tarlada çalışıyorlar? Fakat anlaşılan sen orada başka bir kadın buldun ve bizi unuttun. B iz burada ölüyoruz, sen keyif yapıyorsun. Bu unutuşundan dolayı Tanrı seni cezalandıracaktır". Parasızlıktan, cephedeki subayların maaşları aylardan beri verilmiyordu . . . Askerlerin arasında görülen memnuniyetsizlik, Yunanistan' daki bolşevik propagandası tarafından da kışkırtılıyordu; bunlar askerlere mektuplar gönderi­ yor ve asker arasına girmesi yasak olan, Atina'da yayımlanmış [halen de ya­ yımlan makta olan, Yunan Komünist Partisi'nin organı] Rizospastis [Köktende­ ğişimci] adındaki gazete, Türkler tarafında, uçaktan atılmak, Türk devriyeleri ta­ rafından geceleri bizim tel örgülerimize kadar sokulmak suretiyle paketler halin­ de bırakılarak cephedeki askerlerin arasına sokuluyordu . . . . Her ay, ordunun durumu hakkında komutanlığa verdiğimiz raporlarda şun­ lardan bahsediyorduk: "Ordu, taarruz yapacak durumda değildir." B unun açık­ çası, "Savaş yapamaz" demekti. Atina gazeteleri ise barıştan bahsediyordu.

111. Khatzeantoniou 'nun anlatımı Yeni Başkomutan Protopapadakes hükümeti 2 1 Mayıs/3 Haziranda [ 1 922] Gounares' in cesa­ ret edemediği şeye cesaret etti . [Görüşleri ve tutumu hem hükümetinkilerle hem de İzmir'de neredeyse bir Duka konumundaki Stergiades ile ters düşen] Papo­ ulas 'ı görevden uzaklaştırıp onun yerine B alkan Savaşı ' ndan beri savaş görgü-

89

sü, ordu yönetme deneyimi bulunmayan Geôrgios Khatzanestes ' i (Kapses ' de Khatzeanestes; adı Türkiyc'de Hacıanesti diye biliniyor ve söyleniyor] atadı. Daha 5/1 8 Nisan'da Harbiye Bakanı Theotokes Hacianesti 'ye bu konuya i l işkin önerisini iletmişti; o da (önerilen görevi almak için] üç koşul öne sürmüş ve bu koşullar kabul edilmişti [koşulları şunlardı] : birinci olarak, İzmir, Türklere tes­ lim edilmeyecekti (demek ki antant/İtilaf Devletleri 'ne teslim edilebilirdi) ; ikin­ cisi, Anadolu sorunu Trakya sorunu ile bağlantılandırılacaktı (Hacianesti o sıra­ da Trakya ordusunun komutanıydı] ve üçüncü olarak, (Batı Anadolulu Rumla­ rın kurduğu, orada bağımsız devlet oluşturmak amacındaki] Ulusal Savunma ör­ gütüne yandaşlık ettiği için ordudan uzaklaştırı lmış olup da cepheye geri dönme­ lerini Theotokes'den isteyen subaylar orduya yeniden alınmayacaklardı. İ l k aşa­ mada Trakya ordusunun komutanı, 21 Mayıs/3 Haziran 'dan sonra bir de Küçük Asya Ordusu 'nun komutanı olan Hacianesti iki gün sonra İzmir'e vardı ve he­ men çalışmasına başladı. İlk iş olarak üst komutanlar kadrosunu tümüyle söküp bozdu. (Ordunun] Kurmay Başkanı K. Palles 'in yerine Albay Balettas (Valettas] geçirildi . . . Kur­ may Başkanı Yardımcısı Pt. Sarregiannes' in ( 1 9 1 9 'dan [Venizelos döneminden] kalma tek kişi oydu) yerini Trakya'dan Albay Mikh. Passares aldı. Böylece, san­ ki ordunun (Anadolu 'dan] geri çekilmesi için kesin karar alınmış gibi, en yük­ sek komuta kademesindeki üç göreve, Anadolu 'yu ne ülke yönünden ne de bu­ radaki ordu yönünden tanıyan üç subay geçmiş oluyordu. Ve bütün bunlar, ya­ şanılan Kara Ağustos ile en korkunç biçimde ödenecekti, çünkü yapılan kötülük burada durmadı. Üç kolordu komutanı da değiştirildi ; 1 . Kolordu Komutanlığın­ da Kontoules [Kondulis] 'in yerine Trikupis, 2. Kolordu Komutanlığında Triku­ pis 'in yerine Digenes [Diyenis], 3. Kolordu Komutanlığında da Polymenakos 'un yerine Soumilas geçtiler. Dahası, Kurmay kurulundaki 3 kişiden ikisi (Gonatas, Petsas) ve 1 2 tümen komutanından 6 'sı değiştirildiler. Güney ve Kuzey Grupla­ rı lağvedildi ve üç kolordu doğrudan doğruya İzmir'deki Hacianesti 'nin komu­ tasına bağlandı. Oradan, 400 km. uzaklıktan, beklenen Türk saldırısına karşı ko­ yacaktı. Böylece, Papoulas'ın, varlıklarını büyük felaket saydığı iki generalden biri (öteki Dousmanes [Dusmanis] idi) görev için yeğlenmiş oldu ve üstelik, [eski komuta kadrosuyla] bağlantı ve devamlılık sağlayacak hiçbir kurmay da görev­ de bırakılmadı. Hacianesti 'nin tek önerisi, cephe çizgisinin kısaltılarak Ki­ os/Gemlik ve Edremit Körfezi 'nden başlamak yerine Sevres Antlaşmas ı ' nda ön­ görülen çizgiye çekilmesi, İznik Gölünün ve Olympos Dağı/Uludağ kütlesinin, savunma için işe yarayacak dayanaklar edinilmesi olmuştu. B ununla aynı za­ manda, İstanbul'un işgal edilmesi girişimine geçilecekti ve bunun başarıya u laş­ masından sonra İzmir artık boşaltılabilirdi [Yunanistan yeterince kazanç ve güvence, hatta Batı Anadolu 'yu bile ortada işgal kuvveti tutmaksızın eninde so­ nunda ülkesine katabilmesine olanak verecek bir durum elde etmiş olacaktı] . . . . 90

Hac i anesti, barış zamanında komutanlık görevi yürütmek için olabild iğin ­ ce yetenekli, ama savaş yönetimine kesinlikle yaramaz( ! ) subaylar çeşitindendi . I 909 'da, Yunanistan ' a yeniden doğuş sağlayan, [Venizelos 'u iktidara getiren] ayaklanmaya [ kralcı ve Venizelos karşıtı olduğu için] karşı çıkarak askerlikten istifa etmiş. 1 9 1 2 'de askerliğe dönmüş, 1 9 1 6'da yeniden istifa etmişti. 1 920 yı­ lında da [kralcılar iktidara geçince] diğer Venizelos karşıtı takımın tersine, gö­ reve çağırılm adı, göreve çağırılması ancak 1 922'de oldu. Şimdi, cephe hattının kısaltılmasın ı emretmek üzere İzmir'e geliyordu. Böylece, cepheyi teftiş etmeye 26 Mayıs/8 Haziran 'da Uşak'ta başladı ve ardından, ön hattaki bütün tümenleri dolaştı.

iV.

Kapses'in anlatımı

1 922'nin Mayısı'nda Hacianesti İzmir'e geldi. Hükümet onu, orduyu ve Anadolu Yunanhhğını can çekişme acılarından kurtaracak Mesih İsa kiml iğinde göstermek istemişti. Gerçekte ise Hacianesti, yaklaşan trajik sona kaderin vur­ makta olduğu mühür idi. Papoulas, "sağlık nedenleriyle" istifa etti dendi . Gerçekte ise, onun istifa etmesi kendi Golgotha Tepesi ' ne tırmanışının bir diğer adımı idi(2); tüm yaşamı boyunca kendini günahtan arınmış h issetmek için, zamanın olanak verdiği son noktada başvurulan, umutsuzluk eseri bir çaba idi. Papoulas, gerçeği görmeye başlamıştı. Başkomutanlık görev ini, ordu Kü­ çük Asya'yı boşaltmayacak koşulu ile kabul etmişti. Oysa şimdi anlamıştı ki bu bir hayale dönüşmi.iştür; kendisi, B üyi.ik Yunanistan 'ın kurulmasına karşı çıkan­ ların bir aleti olmuştur. Kendisinin, Sakarya üzerine girişilen sefer sonrasında gönderdiği raporlar, askerlik disiplini çerçevesinde işleme konmamaktadır. . . . Papoulas' ın istifası duyulunca bir rahatlama hissedildiği doğrudur. Herkes, başkom utanlığın Pangalos 'a, Nider'e, Küçük Asya destanı'nı yaratanlardan bi­ rine verileceğini umuyordu. Hacianesti [nin atanması] onları şaşkınlık içinde bı­ raktı ve büyük birliklerin komutanlarından birçoğu istifalarını verdiler. Yetenek­ sizler güruhundan artık bıkmışlardı. Ve Hacianesti, o zamanlar hi.ikümetin ve şimdi de savunmasını yapanların göstermek istediği gibi yiğit, benzeri bulunmaz subay değildi. Kofluğuna rağmen kibirlenen, yarı deli, kendisinde müthiş komu-

1 ) Özgün metinde besbelli dizgi yanlışı olarak, avaÇtoç yazılması gerekirken aÇtoç (yarar, değer) yazılmış. 2) Golgotha, İsa'nın çarmıh'a (çar-mıh, dört çivi) çakıldığı, daha doğrusu dört büyük çivi ile haça çakıldığı tepenin adıdır. 91

tan olma kişiliği gören biriydi ve bu [kendini beğenmesi] onun için yeterliydi. Geri kalan her şey ona vız geliyordu. Yarı deli olmakla kalmıyordu; söylenene bakılırsa bacaklarının camdan olduğuna inanıyormuş . . . Üstelik yeteneksiz bir subaydı ve onun yeteneksizliği konusunda çürütülemeyecek bir kanıt vardır: Kral Konslantinos, Balkan Savaşı sırasında başkomutan sıfatıyla, onu tümen ko­ mutanlığından azledip ordudan çıkarmıştı. İşte o subay, tümen komutasına yete­ neği yok ikeri, şimdi başkomutanlık için gerekli yeteneğe sahip say ılmaktaydı ! Kuşkusuz, bunca yıldan beri ordudan uzakta kalan Hacianesti 'nin, kendisinin as­ kerlik bilgileri açısından yetişmesini [dışarıda] tamamlamış bulunduğuna inanı­ lıyor değildi. Öyleyse, niçin ölüm kalım zamanında onu başkomutanlığa getirdi­ ler ? Anlatımın burasında Kapses yine okuyucuyu duygulandı­ racak romancı kişiliğine bürünüyor ve şu inanılmaz yargıya va­ rıyor: Felaketin yaklaştığını gören hükümet, tümen komutanlığı etmekte yeterli olmayan Hacianesti 'yi, bu felaket tam olsun da Anadolu Rumları, Türklerin öç alıcı, tümünü kıyımdan geçirici çılgınlığına teslim edilmiş duruma düşsünler diye kullanılmaya yeterli saymış; bu yönden yapılan seçim de mükemmel imiş. Konstantinos düşmanlığı gayretiyle abuk sabuk söz etmenin bu kadarı da olmaz diyebilecekler için, sözlerini aynen yazıyorum: Amoç YJ'tCXV o Xa'tÇrı avecr'tT)Ç. O cxvıKcxvoç µepcxpxoç eıxe Kpt0Et tKCXVOÇ va EYJCCX'tCXAel\jJEl O''tl')V eÇOV'tW'tlKT) µa.­ VLCX. 'tWV ToupKwv wv µtKpcxcrta'ttKO EA.A.rıvıcrµo. Kt rı eK­ A.oyrı YJ'tCXV cxptcr'tl').

92

§ 9. 26-30 A GUSTOS 1922: YUNAN CEPHESİ ÇÖKÜYOR. YUNANLI ANLATIMI I. Trikupis'in anlatımı 13126 Ağustos 1 922, Türk genel taarruzıı. Taarruzun birinci günü 1 3/26 Ağustos ' ta, saat 4.30'da Afyon'da 4. Tümenin sağından kesif bir topçu ateşi gelmeğe başladı; bu bana, bilahara bütün 1 . Ordu Grubu [Kolordu denecekti] cephesine yayılan Türk taarruzunun başlangıcı olduğunu anlatmıştı. Cephedeki esas taarruz, Akar Çayı' nın cenubunda bulunan l . Grubun [Kolordu­ nun] 4. ve 1 . Tümenlerine yöneltilmişti. Kuvvetli bir baskı karşısında kalan [Tümgeneral D. Demaras komutasında­ ki] 4. Tümen cephesi gerilemeye başlayınca derhal elde bulunan ve tek ihtiyat olan karma Plastiras birliğini [diğer kaynaklardan öğrendiğimize göre 5/42. Ev­ zon Alayı] ileri sürdüm. Komutanlıktan, Türk taarruzu halinde, gerekirse mu­ vakkat olarak 2. Ordu Grubundan [kolordudan denecekti] da istifade etmek em­ rin i almış olduğumdan, çok kötü bir durumda olan [Tümgeneral A. Frangu ko­ mutasındaki] 1 . Tümen 'i takviye için, [Albay B. Kourousopoulos komutasında­ ki] 7. Tümen ' i verdim. Türkler durmadan l . Tümen'e taarruz ettiğinden, 2. Or­ du Grubuna [ Kolorduya] bunu takviye için [Albay P. Gardikas komutasındaki] 9. Tümeni de i leri sürmesini emrettim ve bu işin süratle gerçekleşmesini sağla­ m ak amacı ile de Afyonkarahisar demiryolundan faydalandık. .

B u arada, Afyon'dan 420 km. [330 olacak] ötedeki İzmir'de bulunan genel karargah, 2. Ordu Grubuna [kolorduya olacak] bir emirle, 1 . Ordu Grubunu [kolorduyu] takviye edecek birlikleri vermemesini bildirmişti; zira, anlaşılan, bu grubu [kolorduyu] büyük savunma için saklıyorlardı . . . . . . . Türklerin taarruz için toplanmış olan ordusu, bizim 1 . ve 4. tümenlerimi­ zin on misli, 1 . Ordu Grubu 'ndan [kolordudan] altı misli ve 1 . ve 2 . Ordu grup­ larının [kolorduların] toplam kuvvetinden üç misli fazla idi . . . .

14127 Ağustos 1 922. Taarruzun ikinci giinü Saat l .20 ' de, mevzilerinde savunma halinde bulunan tümenlerin, eski yer­ lerini yeniden işgal etmek üzere taarruzlar yapmaya hazırlanmalarını emrettim. Bu sırada Türkler, 4. ve 1 . tümenlerin cephesini tazyike devam ediyordu.

93

Saat 9.00'da komutanlığa 3. J 38/3 sayılı şu telgrafı çektim: "Akar'ın güne­ yinde toplanmış olan Türkler, on tümenle cepheyi şiddetli surette sıkıştırıyor. 2. ve 3. Ordu Gruplanndan [kolordulardan], sarsılmış olan cephenin takviyesi için kuvvet gönderilmesi zaruridir, zira 2. Ordu Grubu 'nun [kolordunun] hazırlanmış olan taamızu, karşı darbeyi zamanında vuramıyacaktır. Lütfen emir veriniz". Bu arada, 4. Tümen 'in 2. ve 3. dairesine mensup subaylardan Andronikos ve PeLrunakos bana gelerek, tümen komutanından, tümen sağ kanadının yıkıldı­ ğı haberini getirdiler. Buna paralel olarak, Türkler Afyonkarahisar demiryolu is­ tasyonu ile onun batısındaki münakalatı da ele geçirmişti. Biraz sonra yanıma, 4. Tümen Kurmay Başkanı B inbaşı Çolakoğlu (eski Başbakan) gelerek tümen karargahının da düştüğünü ve artık durumun düzeltil­ mesine imkan olmadığını bildirdi. 1 . Tümen de, bana Türk tazyikinin şiddetli olduğunu ve cephedeki son hatta büyük bir güçlükle tutunabildiğini haber verdi. İş bu duruma girince, hemen Afyonkarahisarı, daha evvel de komutanlığa bildirmiş olduğum üzere, tahliyeye karar verdim ve derhal hastahane ile sairenin boşaltılmasını emrettim. İhtiram kıtasıyla(?) son demiryolu tahliye vagonundan sonra, saat 1 3.00'te Afyon 'dan ayrıldım. O sırada komutanlıktan, 2. Grubun [ko­ lordunun] 9. Tümen i 'nin, l . Grubu [kolorduyu] takviye için yola çıktığı haberi­ ni aldım. Maalesef, iş işten geçmişti. Ben, toparlanmak üzere Bal Mahmut ve Ayvalı sırtlarına çekilme emri ve­ rirken, bir gün evvel ( 1 3/26 Ağustos) komutanlığın 22.000 sayılı emrinden 2. Grup [kolordu] ile 3. Grubun [kolordunun) Çay istikametinde mukabil taarruz­ da bulunacaklarını öğrenmiştim . . . . Geceleyin, 2. Ordu Grubu [kolordu] Kurmay Başkanı ' ndan aldığım bir h a­ bere göre, yeni taktik üzerine 2. Ordu Grubu [kolordu] bir mukabil taarruz yap­ mayı imkansız buluyordu, bu durumu komutan lığa da bildirmişti; ben de bunun üzerine 1. Ordu Grubuna [Kolorduya], saat 23.30'da, ertesi sabah için Dumlupı­ nar'a, batıya çekilme emrini verdim.

15128 Ağustos,

Taarruzun üçüncü günü. Eyret Savaşı

Sabahın saat 3 ' ünde 2. Ordu Grubunun [kolordunun) muvakkaten emrime verildiği ve çekilişi emniyet altına almak için İzmir ile olan münakaleyi [ulaşı­ mı) muhafaza etmem emredildi.

94

Türk süvari birlikleri taarruzun ilk gününden Akar Çay ' ı geçerek İzmir telgraf ve demiryolu hatlarını tahribe muvaffak olmuştu. O civarlarda Türk sü­ vari birlikleri dolaşıyordu. Taarruzun üçüncü günü, Türklerin 2. Süvari Tümeni, levazım ve ikmal yol­ larına karşı kazandığı başarıdan cesaret alarak, o sırada Ulucak civarındaki Ey­ ret' te bulunan 9. Tümen 'e taarruz etmeye kalkıştı. Bu Türk tümeni püskürtüle­ rek tamamen yok edildi. Biraz sonra 1 2. Tümen ile temasa geçmiş ve Türk tü­ meninin yok edildiği yere giderek, Ulucak sırtlarından, Türklerin öldürülmüş sü­ varileri ile atlarının cesetlerini görmüştüm. Bu arada, biri subay olmak üzere bir miktar da esir alınmıştı. Ele geçenler arasında, üzerinde Rusça yazılar bulunan Schneider-Dangli tipi dört adet de dağ topu vardı. Ulucak' a gidince, 9. Tümen ile beraber orada karargah kuran 2. Ordu Grubu [Kolordu] Komutanı [Tümge­ neral K. Digenes] ile buluştum. Biraz sonra, 4. Tümen Kurmay Başkanı Çaka­ loğlu bana gelerek tümen komutanının [Tümgeneral D. Demaras'ın] şu haberini getirdi: "4. Tümenin bütün birliklerinden 500 kişilik bir kuvvetle birlikte tümen ka­ rargahı olarak Ulucak sırtları yakınında bulunuyordum. O sırada 4. Tümen, sa­ bah vakti B al Mahmut istikametinden gelen ani bir ateşle karşılaştı ve birden şa­ şıran birlikler m uhtelif istikametlerde dağıldılar". Ş aşkınlığın doğmasına sebep, gerek 7. gerekse 1 . Tümen'in 1 4/27 Ağustos akşamı emretmiş olduğum yerleri işgal etmemiş olmalarıdır. . . . Dumlupınar istikametinde çekilen alayların yanlarına ve güneyine doğru Türk birlikleri ve büyük topçu ve süvari kolları ilerlemişti. Ben bu sırada Ulu­ cak civarındaki Bayram Göl 'e doğru ilerlerken Çatal Çeşme köyüne gittim ve orada temizlik hareketini yapacak birliklerin gelmesini bekledim. Bu kuvvetin gelmesinden önce, 4. Tümenin 2. Kurmay Dairesi'nden Yüzbaşı Petrunakos ya­ ralı olarak yanıma geldi. 1 5/28 Ağustos gecesi saat 23.00'de, Tümenlerin ve 1 . ve 2. Grupların [ko­ lorduların] sabahleyin Dumlupınar istikametinde harekete hazır olmalarını bil­ dirdim. 1 . ve 7. Tümenlere rastlamak ümidiyle gecenin saat 2'sinde hareket edil­ mesini emretmiştim. 1 . Ordu Grubunun [kolordunun] telsizi tahrip edilmiş olduğundan, 2. Gru­ bunkini kullanmak mecburiyetinde kaldık; fakat bütün gece çalışmamıza rağ­ men 1 ., 2. ve 7. Tümenlerin telsizleriyle irtibat kurmak mümkün olmadı ve yap­ tığımız bütün aramalar esnasında Türklerin Uşak, İ zmir ve Eskişehir' deki telsiz­ lerinin müdahalesiyle karşılaştık.

95

16129 Ağustos 1922.

Taarruzun dördiincü günü. Ulucak ve Hamıırköy sa­

vaş/an

1 6/29 Ağustos sabahı emrim üzerine yürüyüş halinde olan tümenler, gü­ neyde saat 6 sıralarında karşılaştıkları Ti.irk kuvvetleriyle çarpışmaya başlamış­ lardı. B irliklerin birbirinden bir hayli uzak mesafelerde arabalar içinde ilerledik­ leri Ulucak'taki boyun noktasında, Türk topçu ateşiyle karşılaştık ve bu ateş kıtalarımız arasında karışıklık, intizamsızlık ve hareketsizliğin doğmasına sebep oldu. O sırada oraya varıp yürüyüşün durduğunu anlayınca durumu düzeltmek ve yürüyüşü devam ettirmek için müdahale etmek zorunda kaldım ve askerlere cesaret vermek için bizzat boyun mıntıkasında durdum. Öğle vakti, Türklerin bütün cephedeki tazyiki arttı ve kuvvetlerimiz güney­ den kuzeye kadar Türk piyade birlikleriyle iki süvari tümeninin baskısı altında kaldı. Hava kararmaya başladığı zaman Türklerin güneyden yaptığı baskı şiddet­ lendi ve kuvvetleri mizin sağ kanadı çökerek aynı zamanda kuzeyden açılan top­ çu ateşine maruz kaldık ve Türkler tarafından sarıldık. B una paralel olarak, küçük çapta bir panik de başlamıştı. Orada bulunan subaylar durumun vahame­ tini konuşuyorlardı. Bunların morali tamamen bozuktu. Benim yanımda bulunan subaylar, yürüyüş yolumuz kesildiğine göre, teslim olma hazırlıklarına başlama­ nın en makul hareket tarzı olduğu kanaatindeydiler. Bu fikri bana gayri resmi bir şekilde bildirmişlerdi. Fakat büyük birliklerin [kolordu, tümen] komutanl arıyla grubun [kolordunun] topçu komutanı tarafından bana durumun tetkiki ve ona göre bir karar alınması maksadıyla keşif yapılması teklif edildi. Ben gayet ener­ jik bir hareketle bunu reddettim ve henüz kesilmemiş olduğunu tahmin ettiğim Çal Köy( I ) yani kuzeybatı istikametinde yürüyüşün devam etmesini kararlaştıra­ rak aşağıki emri verdim: "Tümenler Çal Köy istikametinde geceleyin yürüyüşe devam edecek ve Türklerle karşılaştıkları takdirde onları püskürtmeye çalışacaktır." Ve yürüyüş emri verdim. Yürüyüş saat 23.00'te başladı. Bu gece yürüyüşü sırasında zifiri karanlık vardı ve bu durumda etrafı görmek imkansızd ı . B irden top sesleri duyuldu, bereket ki uzaktan geliyorlardı. Bereket ki diyorum, çünkü o karanlıkta birliklerin durumunu tespit etmek mümkün olmayacaktı.

1) Çeviri metninde, özgün metne uyularak Salköy yazılmış; bu yazım, Yunancada ç sesi ve harfi olmamasından ileri geliyor. Doğrusunun Çal Köy olduğunu birazdan çevirmen de söyleye­ cek.

96

1 7130

Ağustos

1 922.

Taarruzun beşinci günü. Ali Viran savaşı [Başkomu­

tan Savaşı]

. . . Sabaha karşı Salköy ([Ahmet Angm ' m açıklaması:] Çal Köy olacak) ya­ kınındaki tümenlere icabında iki taburu bir araya getirmek suretiyle alaylarını yeniden teşkil etmelerini emrettim. Tümenlerin çekilmeleri için tespit edilmiş olan saat 1 1 .00'de, topçu ateşi başladı , fakat bu ateş kesif olmadığı için Banaz istikametinde yürüyüşe devam edilmesini emrettim. Aldığımız haberlere göre açık olan tek yol burasıydı ve dağ topçumuz da buradan geçebi lirdi. B iraz sonra, kuzeyden mitralyöz ve topçu ateşine tutulduk ve bu arada ağır bir mermi karargah 1 . daire subaylarının da dahil bulunduğu bir alayın ortasına düştü. Yakında bulunanları parçaladı, birçok beygiri öldürdü ve aralarında Piya­ de B inbaşı Yiotis ile YarbayO ) Petridis' in de bulunduğu birkaç subayı yaraladı. 2. Ord u Grubu [kolordu] Komutanı General Diyenis de, kurmay subayı il e bir­ likte 200 metre arkadan geliyordu. Bombanın patlayışını gören general bilahara bize, havaya taş ve topraktan ibaret bir bulutun yükseldiğini ve bizi gözden kay­ bedince öldüğümüze kanaat getirdiğini söyledi. B irden, doğu 'dan gelen Türk ateşiyle karşılaştık ve arkasından Türk birlik­ leri taarruza geçtiler. Savaşı kabul etmek mecburiyetinde kaldığımdan tümenle­ re, doğudan, kuzeyden ve güneyden gelen Türklere karşı koymalarını emrettim ve mevk imi topçumun yanıbaşında tespit ettim. S avaş şiddetle devam ediyordu. İhtiyatların tükenmesi, bize doğru ilerleyen mühim m i ktarda Türk kuvvetlerinin görüldüğü haberinin gelmesi sebebiyle ve bu şiddetli savaşın karanlık basıncaya kadar devam etmesi maksadıyla Yarbay Nikolaeras 'a, tümenler grubu ile diğer birliklerin ve kuzey topçu birl iğinin ida­ resini alıp bunlardan ayıracağı kuvvetleri savaşa süımesini emrettim. Durumumuzu gayet iyi kontrol edebilecek bir mevkide bulunan Türk top­ çusu kuzey, doğu ve güneyden bizi ateş altına aldı ve birliklerimiz arasında kar­ gaşalık çıkarıp morallerini çok bozdu. Ateş o kadar şiddetli idi ki, yanıma gelen beş asker ile iki onbaşı bana Türk topçu ateşinden masun olan bir yere çekilme­ mi söylediler. 1) Trikupis' in anılarını çeviren Ahmet Angın'ın askerlik terimleri konusundaki bilgisizliği çok şaşılacak ölçüdedir. LW�La (LWµCL Lı:paı:ou) terimini (Fransızcadaki Corps d'armce teriminin tam karşılığı ve hatta çevirisidir: lfifz'i anlamı: Ordu Bedeni) Kolordu diye çevireceğine hep ordu grubu diye çevirdikten başka, burada da, Avtıcruvmyµampxııç (=albay kaymakamı) terimini de yarbay diye çevireceğine yardımcı albay diye çevirmiş. Aktardığım bir çeviride tasarruf hakkımın bulunmadığının bilincinde olmakla birlikte kendim de gülünç duruma düşmemek için terimin doğ­ rusunu yazdım. 97

Karanlık basmadan biraz evvel, Türklerin şiddetli baskısı karşısında, cep­ hede muharebe eden birlikler arasında çözülme ve panik başladı ve atlı olanlar batıya doğru [kaçmak üzere] dört nala atlarını koştumıaya başladılar. Top gürleınelerinden dolayı emirlerim duyulmadığından borazana "Dik­ kat" borusunu çalmasını emrettim. Fakat bu işaret de düzeni sağlayamadı ve an­ cak karanlık basıp da topçu ateşi nispeten azalınca muvakkat bir sükunet teessüs edebildi(!). 1 7/30 Ağustos 'ta, muhtelif ordu birliklerinden elimde kalan, savaşabilecek durumdaki kuvvet bir tümen kadar bile değildi ve o zaman vadide toplanan bu kuvvetle, Ali Viran ' da, Türklerin muhtelif taarruzları esnasında yaptığımız ke­ şiflerden de anladığımıza göre, Türklerin sekiz tümenine karşı durmuştuk ve bu­ nu, bizzat komuta mevkiinde bulunan Türk Süvari [kolordusu] Komutanı B ah­ rettin Paşa 'nın ([Ahmet Angın 'ın notu:] Fahrettin Paşa olacak) daha sonra ya­ yımladığı notlar da teyit etmektedir. Buna rağmen ordumuz [ ! - Umar] geceleyin, kurulan kıskaçtan kurtulmaya muvaffak olmuştu. Bu Ali Viran savaşına Türkler "Başkumandanlık Savaşı" derler, çünkü biz­ zat Mustafa Kemal Paşa tarafından idare edilmişti . . . . Ordumuzun geri kalan kısmının çekilebilmesi için ben artçı vazifesini görerek Türk kuvvetlerinin yaklaşmasını önleyen son birlikle beraber kalmıştım .

. . . Bu savaşa katılan askerler, ordumuzun uğradığı büyük kayıpları ifade için Ali Viran savaşına "Ölüm Çukuru" adını vermişlerdi.

18131 Ağustos 1 922. Taarruzun altmcı günü. Banaz ' a doğru çekilişin devanu

1 7/ 1 8 Ağustos [yeni takvimle 30/3 1 Ağustos] gecesi, haritamızın yanlış ol­ ması ve bir rehberimiz bulunmaması sebebiyle dağlık ve ormanlık araziden iler­ leyerek yolumuzu şaşırmış ve sonunda, şafak sökerken, Murat Dağı ' n ı n B olova boyun noktasına gelmiştik. Alayı teşkil eden askerler(2), 1 6/29 Ağustos sabahın­ dan 1 8/3 1 Ağustos akşamına kadar hiç istirahat etmemiş, hiç durmadan savaş­ mış ve üstelik uykusuz da kalmıştı. Yorgunluk, açlık ve devamlı surette hareket 1) Yunan kayıpları çok ağırdı. O gün orada yapılan savaşta, İ zmir'c ilk çıkarılan birlikler­ den birinin (5. Piyade Alayı'nın) komutanı olduğunu ve Menemen' i bu birlikle işgal ettiğini (bkz. s. 55) gördüğümüz Yarbay Tsakalos da, albay rütbesinde ve 2. Piyade Alayı'nın komutanı iken, Anadolu'ya gelip geri dönemeyenler arasına karışmıştır (Klıaızeaıııoııioıı, s. 347).

2) Demek ki yanında artık sadece bir alay mevcudu kadar asker kalmış. 98

halinde oluş (bilhassa 1 7/30 Ağustos Ali Viran savaşı esnasında) birçok asker üzerinde m addi bitkinlikten başka ruhi bir karışıklık da yaratmıştı. 1 7 , 1 8 ve 1 9 Ağustos [30, 3 1 Ağustos ve 1 Eylül] geceleri Murat Dağ orman ında bulunanlar­ dan bazıları bu heyecan içinde [hayaller görerek] , ağaç dallarını güzel bir park ve ağaç gövdelerini de musanna [bezenmiş] saray sütunları sanmıştı. Orman içinde yaptığımız yürüyüş esnasında, yanımda bulunan 2. Ordu Grubu [kolordu] Komutanı General Diyenis güzel bir villaya geldiğini sanıyor­ du ve bunu bana bildirdi. Villa filan görmediğim için itiraz edecek oldum. Fakat o ısrar ettiği için kendimden şüphelenmeğe başladım. Biraz sonra alay muvakkat bir duraklama yaptı; bu sırada Diyenis 'in başı dönerek atı ndan düştü ve öldü, hemen buz kesilmişti. Onun kurmay başkanı ölü­ nün cebinden evrakını aldı. Fakat biraz sonra, öldü sandığımız general kendine gelmişti. . . . 1 9 A,�ustosll Eylül 1 922 . Taarruzun yedinci günü. Uşağa doğru çekiliş

Gece yürüyüşünden sonra ve ortalık ağarmaya başlarken Murat Dağ ' ı n te­ pelerinden birinde ve S ukur Evren ' den ([Ahmet Angın'ın notu:] S usuz Ören ol­ ması m uhtemel [Umar'ın notu: Çukur Evren olsa gerek]) 3 km. güneydoğuda bulunuyorduk. O zaman, B anaz istikametinde yürümeyi faydasız bulduğumdan Murat Çay vadisinden batı istikametinde i lerlemeye karar verdim. Fakat yürüyüş esnasında Türklerin iki piyade tümeni ( 1 6. ve 1 7 . Tümenler) ve bir süvari tümeni ( 1 4. Tü­ men) ile karşılaşacağımız haberini aldığım ve silah larımızın noksanlığı ile aske­ rimizin kötü durumunu düşündüğüm için, Yunan kuvvetlerini bulmak ümidiyle istikamet değiştirerek [güneybatıya yönelip] Uşak yolunu tuttum. S aat 22.00 ' de, kuzeydeki Çikli Tepesi ' ne geldik ve bitkin olan askerlerin dinlenmesi için mola verdim. Yürüyüş esnasında Türk devriyeler tarafından ta­ kip ediliyorduk. Ertesi gün, Ç ikli-Karacahisar-Mesudiye üzerinden Uşak istikametinde yü­ rüyüşe devam edilmesini emrettim. 2 0 A ,�ııstos/2 Eylül 1 92 2 . Taarruzun sekizinci giinii. [Tutsak edilme önce­ sindeki] Son gün

Ertesi gün (20 Ağustos/2 Eylül) bizim alay hedefsiz olarak i lerliyordu. Fa­ kat askerlerin yorgun ve aç olmaları sebebiyle ilerleme yavaş oluyordu ve asker­ ler aç oldukları için etrafta yiyecek arıyor, alayda kalmaları güçleşiyordu. 99

Öğleye doğru Karacahisar yakınındaki küçük Mug-Arap köyüne geldik ve orada köylülerden, Uşak'ın geçen akşamdan beri Türkler tarafından işgal edil­ miş olduğunu öğrendik. O sırada, alaya dahil askerler, yürümekten ziyade sürü­ nüyorlardı. 1 6/29 Ağustos'tan beri iki şiddetli savaşa girmişlerdi ve geri kalan zaman zarfında da, kısa birkaç mola hariç, mütemadiyen yürümüşlerdi. Buna ila­ veten, ayın 1 ?'sinden ve hatta l 6'sından [30 Ağustos, 29 Ağustos] beri gıda ola­ rak bir şey almamış, yalnız ot ve yolda rastladıkları tek tük sebze bahçelerinden temin ettikleri meyve ve sebzeleri yemişlerdi. Cephaneye gelince, her birinde 51 0'ar mermi kalmıştı; makineli tüfeklerin ise bir tek mermisi yoktu. . . . Saat 1 6.00 sıralarında güney tarafındaki nöbetçiler o cepheden takriben 1 kın. mesafede Türk süvarisiyle, ondan 4 km. mesafede de bir miktar Türk pi­ yadesinin görüldüğünü haber verdiler. . . . Aynı anda, güney istikametinde Türk topçu ateşi başlıyordu. Bunun üzerine, 1 3. Tümen Komutanı Albay Kaybalis'e gerekli tedbirleri almasını söyledim. Ben bu albaya, çoğu 1 4. Tümene mensup birliklerden teşekkül etmiş alayın kumandasını vermiştim. Bu derleme kuvvetle­ rin heyeti mecmuası 1 5000 kişiyi geçmezdi. Fakat biraz sonra yanıma gelen bu komutan, savaşmak üzere ilk hatta gö­ türmek istediği askerlerin kafi cephaneleri olmadığından cepheye gitmek iste­ mediklerini ve boşuna telef olacaklarını söylediklerini bildirdi. B u ndan sonra, borazanlardan biri, kimsenin emri olmaksızın "Ateş kes" borusunu çaldı ve bu suretle, ilk hattı teşkil eden askerler, kendilerinden 600 metre mesafedeki düş­ mana ilk kurşunlarını attıktan sonra yerlerini terk ettiler. Buna hiddetlenerek mezkur borazana doğru koştum ve "Ateşe başla" borusunu çalmasını emrettim. Bu emrimi yerine getirdi. Sonra uzaklaşmasını söyledim. Derhal, cepheye git­ mek istemeyen bölüğün yanına koştum ve vatan ve namus hislerini okşayıp va­ tana karşı vazifelerini hatırlatarak onları ikna'a çalıştım; bölüğün başına geçtim ve sonuna kadar mukavemet etmelerini söyleyerek takip etmelerini istedim. Fa­ kat onlar reddederek, mermileri olmadığını ve bu sebeple boş yere ve maksatsız olarak ölmeyeceklerini söylediler. Daha küçük birliklerin komutanları da askerlerin Türklere karşı gitmek is­ temediklerini bildirdiler. Bazıları da, başlangıçta işgal etmiş oldukları savunma mevkilerini terketmişlerdi. Bazıları ise, kendilerini boş yere telef edecekleri için, buna devam ettikleri takdirde subaylarını bağlayıp Türklere teslim edeceklerini söylüyordu. Bu vaziyetle karşılaşınca 1 2. Tümen Topçu Komutanı Yarbay Manuso s'u çağırarak Türklere tümenin toplarıyla ateş açmasını söyledim. B u işte mevcut mermileri kullanacaktı. Fakat topçu ateşi gecikiyordu. B iraz sonra şu h aberi al­ dım:

1 00

S i lahlı p iyade askerleri topçuların etrafını sarmış ve Türklere ateş açıldığı takdirde kendilerinin de topçulara ateş edeceklerini söylemişlerdi. İleri sürdük­ leri sebep de şu idi: Ş ayet şimdiden ateşe başlanmaz da Türklerle göğüs göğüse gelince savaşa girişilirse, Türkler onları esir alırdı; eğer cephanelerini şimdiden bitirirlerse Türkler geldiği zaman hepsini keserdi. Bu suretle son mukavemet ümidi de sönmüştü. Derhal küçük birlik komutanlarının, subay ve askerleriyle birlikte, sonuna kadar m ukavemet için mevziye girmelerini emrettim. Fakat istisnasız, bütün su­ baylar bana askerlerinin savaşmak istemediklerini söylediler ve kendi fikirlerini de i lave ederek, mücadelenin boş olduğunu, tarafımdan gösterilecek sabrın, su­ bayların Türklere teslim edilmesinden daha hayırlı olacağını bildirdiler. B u acıklı durumda kalınca, büyük bir üzüntüyle, top ve makineli tüfeklerin tahrip edilmesini emrettim ve bu emrim yerine getirildi. Mevcut subaylar bana askerlerin takındığı tavır hakkında imza verdiler (bu husustaki rapor bilahara General Konstantinos Aenias Mazarakis'in riyasetindeki Tahkik Komisyonu'na verildi) ve Türk süvarisinin hatlarımıza yaklaşıp, mukavemet gösterdiğimiz tak­ dirde askerlerin kesileceğini anlayınca, beyaz bayrak çekmek mecburiyetinde kaldık.

il. Khatzeantoniou'nun anlatımından bölümler B uradaki anlatım, Trikupis'in, Eyret'de bir Türk süvari tü­ menini yok ettik iddiasını yalanlıyor; süvari tümeni çatışmada yenilip püskürtülmüş, ama yalnız "onlarca" ölü vermiş ve Yu­ nan safları arasından sıyrılıp çekilmeyi başarabilmiş. Buna iliş­ kin anlatım (s. 338) şöyle: . . . Düşman, kasırga gibi bir mermi ateşi sağanağı ile karşılandı ve kıyıma uğradı, ama güçlükle sıyrılıp kurtulabildi; ağır kayıplar vererek Altıntaş doğrul­ tusunda kaçtı. Onlarca ölüsünün yanı sıra, ondan tutsaklar alındı, 50 at ile 6 dağ topu ele geçirildi ve en önemlisi, [tutsak düşmüş olarak Türklerin elinde bulu­ nan] Y unan sıhhiye sınıfından 3 subay ve 1 5 er ile, ulusal savaşıma kendileri de katılmış olan 5 s ubay eşi hanım da özgürlüğüne kavuşturuldu. 9. Tümen yürü­ yüşünü sürdürdü ve saat 1 5 .00'te Ulucak Boğazı'nın yüksek yerlerinde konak­ ladı. Ali Viran'da yapılan Başkumandan/Başkomutan Meydan Savaşında Yunan ordusunun Trikupis komutasında bulunanlar­ dan (Kütahya ile Gemlik arası bölgeden sorumlu 3 . Kolordu,

savaşa hiç katılmamış; Tümgeneral Frangu komutasındaki, as­ lında Trikupis 'in yanında olması gereken, onun komutasındaki 1. Kolordu 'ya bağlı 1 . Tümen ile diğer birkaç tümen ise kendi başına çekilişe geçmiş idi) geriye kalabilmiş olanların verdiği korkunç kayıpları ve bu birliklerin ezilmesini anlatan bölümde yazar şunları söylüyor (s.368-369): [ 1 7/30 Ağustos günü) Saat 1 8.00'den biraz sonra Küçük Asya Seferi 'nin (daha ilk gününden beri içinde bulunan) o şahane yiğidi, 2. Piyade Alayının ko­ mutanı Albay K. Tsakalos, öldü. Erlerini cesaretlendirmek üzere at sırtında do­ lanırken bir mermi şarapneliyle vurulmuştu. Yanına koşan genç subaya, "Duru­ mumuz nasıl?" diye sordu. Onun son anlarında acısını hafifletmek isteyen subay da, "Onları yendik, kaçıyorlar" diye yanıt verdi . . . . Yarım saat sonra 26. Piyade Alayı'nın komutanı B inbaşı Papagiannides, yi­ ğitçe [çarpışırken] can verdi. Saat 1 9.00'da, birliklerin batı ucu dağıldı. Kimile­ ri çatışmayı sürdürüyor, kimileri batı doğrultusunda kaçıyordu. Bu sırada 1 4. Alay'ın komutanı Yarbay İ. Kôtoulas, her bir eri derledi topladı, sancağı kavra­ dı ve yanında alay papazıyla, at sırtında, 1 1 40 rakımlı tepeyi geri almak için sal­ dırıya geçti. Ama, Türk makineli tüfekleri onları biçti. Yaralı Kotoulas, "Haydi çocuklar, Yunanistan için ileri ! " diye bağırdı. Alay çekil işe geçti . . . . . . Onların [Türklerin] , Yunan ordusunu Anadolu 'yu boşaltmak zorunda bı­ rakan zaferi, Ali Viran 'da mühürlendi . . . . Düzensiz çekiliş, ardında bütün malzeme taşıyıcı tekerlekli leri [kamyon­ ları, arabaları], bütün sahra toplarını ve 250 otomobili bıraktı. Yürüyemeyecek durumdaki yaralılarO ) da bırakıldı. Bunların kanları, yüksek yerdeki kayaların arasına aktı ve yakınan sesleri duyuldu: - Çocuklar, beni burada bırakmayın. Biz burada ne oluruz? - Arkadaşlar, bizi de alın. Birlikte savaşmadık mı? Ben bu bacakları vatan için vermedim mi? Mezarsız ölü-canlılar Türklerin eline kaldı. Yunan kuvvetleri, yine de, [Türkler gelip de onlara karşı] kıyıma girişilinceye kadar Türk esirlerini, onlara hiç dokunulmuş olmaksızın, tuttular. Sabahın gelmesi gecikmeyecekti. O nunla birlikte, pis tırnaklarıyla, susamışlığını yalnız kan içmenin giderdiği ağzıyla, 1) Bunların içinde iki bacağı kesilmiş olanların bile bulunduğunu birazdan göreceğiz. Anımsayalım ki Trikupis, Afyon'daki hastanenin boşaltılmasını da emretmişti; demek oradaki ya­ ralıların tümünü de birlikte götürebileceklerini ummuş. 1 02

aşağılık pis köpek . . . de geldiO>. Lanetli aşağılık pis köpek, . . . < ! ). Orada kalan binlerce yaralının sesi, feryatlar, Yunanlıların elleriyle ölüme kavuşmak için ya­ karışlar [beni bari sen öldür diye birbirine yalvarmaları] kimse tarafından dinlen­ medi [umursanmadı]. O Ağustos gününde orada artık ne insanlar ne de Tanrı vardı. Sabah olun­ ca Türkler, kendi tarihlerine yakışan, bildik işe girişmek üzere, göründüler. Ha­ ıa kımıldamakta olan her şeyi kıyımdan geçireceklerdi, kirleteceklerdi, talan edeceklerdi. Atina'daki ruhsuz dünyanın daha sonra kendilerine dostlarımız de­ diği . . . !er. Son unda, o akşam 1 3. Tümen, çarpışarak, çengel içinden sıyrıldı. Üç gün­ den beri aç ve uykusuz olan savaşçıların uzunlamasına dizilişle yürüyen bir ker­ vanı, yola koyuldu. Yürüyüş sırasında düşenler, yerden kaldırılmadı, gelecek olan kızıl köpeklere yem olmak üzere geride kaldılar. Yürüyen topluluk artık ke­ sin olacak bir ayrılışla, üç kümeye bölündü . . . . Sabahleyin Ali Viran 'da bulunan 20 000 kişiden geriye 5 000 kişi kalmıştı. Yunanlıların Anadolu ' daki üç kolordusundan birinin, 3 . Kolordu 'nun, son savaşlara hiç katılmadan, kaçabildiğini; 1 . ve 2. kolordulardan ise yalnız birkaç tümenin kurtulduğunu belirt­ tik. B u diğer tümenler konusunda Khatzcantüniou şu bilgiyi ve­ riyor (s. 382): [ Uşak i l inde ve Uşak güneybatı ilerisindeki Eşme dolaylarına kadar çekil­ meyi başaran] Frangu'nun grubu, 20 Ağustos/ ! Eylül günü öğleden sonra, zo­ runlu olan Sarandık [?], Takmak, Kemer, Yeleğen, Elyesler, Aşağı Buladan yo­ lunu tuttu(2). Orada, ordunun yeniden oluşturulması amacındaki ilk çabaya giri­ şildi; kurtulabilmiş güçler, Tümgeneral Frangu'nun komutası altında Güney Grubu 'nu oluşturacaklardı. 1 . ve 2. kolordular, Gonatas ile Rokkas komutasında yeniden oluşturulacaklardı ve bunun tümenleri de öyle olacaktı: 1 . Kolordu . Albay Messenes komutasında 1 . Tümen, Çakal Damlar'da. Al­ bay Gonatas komutasındaki 2. Tümen, 4 km. daha batıda, Yeleğen'de. Yarbay Karydes komutasındaki 4. Tümen, B alabancı'da. Albay Kourousopoulos komu­ tasındaki 7. Tümen, Kıranköy'de. 2. Kolordu (Güney köyünde). Albay Rokkas komutasında 5. Tümen; Albay G ardikas komutasında 9. Tümen, Albay Plastiras komutasında 1 3 . Tümen. 1) Kullanılan sözcüğün yazılması, "Türklüğü tahkir" suçu oluşturan ifadenin aynen tekrarı olur.

2) Demiryolundan ayrılmamaya çalışıyorlar ve az sonra trenle, dolayısıyla hızla, Türk aske­ rinden az önce, Salihli'ye geleceklerdir. 103

Ancak, bu 2. Kolordu 'ya bağlı birliklerden yalnız Plastiras' ınki savaşa girme gö­ revini üstlenebilecek durumdaydı. Artık kolordu komutanı olan Gonatas, 20 Ağustos/] Eylül 'de saat 24.00 'te ordu komutanlığına telgraf çekerek, Güney Grubu 'nun, tümüyle, yeni savaşlara girebilecek durumdan uzakta bulunduğunu bildirdi. Askerler isteksiz idiler, sü­ rekli olarak İzmir doğrultusunda kaçıp gidenler oluyordu, ağır topçu ve Şkoda topları yoktu, kurmay kurulu son derecede güçsüzdü. Bununla aynı doğrultuda Frangu da İzınir'e [demiryolundan] subaylar gönderip, elindeki güçlerin savaşa giremeyecek durumda olduklarını bildirdi ve savunma hattının İzmir doğusun­ da, Manisa-Nif/Kemalpaşa-Urla Yarımadası biçiminde oluşturulmasını önerdi. Çekilen Yunan ordusu kalıntılarından hiçbir birliğin Türk ordusu birlikleriyle "muharebe" denecek bir çatışması olmadı. Böyle iken, Salihli 'ye varan ilk Ti.irk askerlerinin, Yunan oralardan çekildi zannıyla güvenlik önlemi almayışlarmdan ya­ rarlanan Albay Plastiras ' ın bunlara baskın verip ölüm saçtıktan sonra hızla İzmir yönünde çekilişi sürdürmesi olayını, Khatze­ antoniou, Plastiras 'ın kazandığı bir meydan muharebesi imiş gi­ bi anlatıyor (s. 387-389):

Salihli Muharebesi

. . . Salihli bir vadi geçidinde, Hermos [Gediz Irmağı] vadisinde, bu ırmağın Gediz'le birleşme yerinin [ ! -Alaşehir Çayı 'nı Gediz sanıyor olmalı] güneyinde, Tmolos/Bozdağ eteklerinde bulunur. Burası düşerse, Güney Grubu [İzmir'deki ve yakınlarındaki ] ordu birliklerinden ulaşımı kesilmiş durumda kalacaktı. B u yüzden Fahrettin 'i n( I ) atlıları Gediz'den v e Mendehora'dan(2) h ızla, zafer kaza­ nacaklarına [Salihli'yi zaptedeceklerine] güven duyarak, sökün ettiler.. Orduda [Yunan ordusunda] artık komutanlık yönetimi bulunmadığını biliyorlardı. Ama, saat 22.00 ile 24.00 arasında 1 3 . Tümen ' le Salihli demiryolu istasyonuna gelmiş bulunan Plastiras'ın orada olduğunu bilmiyorlardı(3).

1) Orgeneral Fahrettin Altay; Süvari Kolordusu Komutanı.

2) Salihli'nin doğu, Alaşehir'in kuzeybatı yakınında Kemaliye. 3) Türk askeri do.�udaıı Afyon, Uşak, Kula yolunu yani Afyon-İzmir anayolunu izleyerek gelmektedir ve Yunanlıların da İzmir'e doğru kaçarken aynı yolu izlediğini varsaymaktadır. Oysa gördüğümüz üzere 7 tümenlik bir Yunan gücü, bu ana yola göre güney ileride kalan Eşme yöresi­ ne inmişti; Plastiras da oradan trenle yola çıkıp Alaşehir üzerinden, yani giiııeydo,�ııdaıı Salihli 'ye gelmişti. 1 04

İki km. doğu ileride, [Yunan] süvari tümeni, güvenlik önlemleri almadan konaklamıştı. Oralarda düşmanın yaklaşık 5 000 atlısı bulunduğu yolunda bilgi, orduya [İzmir'deki Yunan Küçük Asya Ordusu komutanlığına] ulaşmış olduğu halde süvari tümenine iletilmiş değildi. Sonuç olarak, [Yunan ordusundan] 1 3. Tümen ile süvari tümeni dinlenme konaklamasında iken, [5 Eylül günü) saat 04.00' te Türk atl ıları S alihli 'ye girdiler. Saat 05.00 sıralarında, kendi komutan­ larının verdiği emir gereğince, [Yunanlılardan] iki müfreze, biri süvari teğmeni Portolos 'un, diğeri süvari asteğmeni Tsaprales'in komutasında olarak, keşif için gönderildiler. Daha konaklama yerinden henüz ayrılmış idiler ki birdenbire çı­ kagelen Türk süvari bölüğüyle karşılaştılar, attan inip [mevzilenerek] çatışmaya gird i ler. Hemen [Salihli'ye] alarm verildi; bu sırada istasyona, Alaşehir'den ge­ len sığınmacılar ve askerlerle dolu bir tren bulunuyordu; tren hemen, hızla, ye­ niden yola çıktı, ç ünkü İzmir'e gitmek isteyen Salihli'li sığınmacılar [bir yere sı­ ğınmak için yurdunu terk edenler] orada beklemekteydiler ve bunlar çılgın gibi trene [binmek için] saldırıyorlardı. Kargaşa ve Türk topçusunun atışları arasın­ da tren, çekip gitmeyi becerebildi. İstasyon korkunç bir savaş alanına döndü; bu sırada Ti.irk mezarl ığında( ) ) da, Teğmen Sp. B lakhos komutasında bir istihkam böl üğü Türklere karşı şiddetle savaşmaktaydı. İstasyonu Albay Panagakos ile bi­ raz ötede de Tsaprales müfrezesi savunmakta idi. 5/42. Alayın Evzonları, Yar­ bay Nikolodemos ve Yarbay Abrampos 'un komutasındaki 2. ve 3 . Alaylarla bir­ likte Salihli içine girmeye çabalıyorlar ve çetin sokak çatışmalarını sürdürüyor­ l ard ı ; bunlar sırasında Nikolodemos yaralandı. Plastiras, süvarilerin Tümen Komutanı Kallinskes 'in yanına, yoğun ateş al­ tında, h ızla ulaştı. Atı vurulup öldü, ama tutsak edilmekten kurtuldu ve Kallins­ kes ' in yanına ulaştı; ondan şu emri aldı: l . Süvari Alayı çabucak Salihli güneyi­ ne hareket edecektir; 3. S üvari Alayı kuzey ve kuzeydoğu doğrultusunda [De­ mek ki, B intepeler ve Marmara Gölü doğrultusunda, Akhisar yolunun başına] saldırıya geçecektir ve Yüzbaşı Mantas komutasındaki süvari bölüğünün 2. Top­ çu B ataryası Salihli'nin güneyindeki yükseltilerde mevzilenecektir. Mantas he­ men seğirtti ve yükseltileri Yunan ! . Süvari Alayı 'ndan daha önce kendileri iş­ gal etmek için harekete geçen düşman bölükleri üzerine ateş açılması emrini ver­ di. B un u piyade [attan inmiş] olarak yapılan çatışma izledi; o çatışma sırasında Londos' u n topçu bataryasının kendini gösterdiğine tanık olundu. Mantas'ın top­ çu bataryası tek başına Yunanların iki düşman tümenine karşı verdiği savaşımı destekledi . B i r bölük (Yüzbaşı D. Mikhael' inki) ve bir makineli tüfek müfreze­ si, 1 . S üv ari Alayı 'na takviye gücü olmak üzere koşup geldiler; o alayın komu­ tanı Yarbay N. B assos, sol yanda yapılan manevra sırasında yaralanmıştı. B iraz daha ileride, 3 . S üvari Alayı, düşmanı Salihli doğusuna kaçmak zorunda bırak­ tı. S aat 9.00 s ıralarında 5/42. Evzon Alayı 'nın tüm mevcuduyla kalktığı bir sal­ d ırı sonrasında Salihli bütünüyle Yunanların denetiminde idi. 1) Salihli 'nin batı çıkışında şimdiki parkın bulunduğu yerde idi. 1 05

Böylece Alaşehir'den gelen birliklerin aradan sıyrılıp çekilmesi olanağı sağlandı. Ama saat 1 3.00'te, bir düşman tümeninin daha gelmesi, yeni bir saldı­ nnın başlamasına yol açtı ve bu saldırı, Frangu grubunun oradan geçeceği saati geriye attı. Böylece, Güney Grubu [Salihli batı yakınında, İzmir anayolu üzerin­ deki] Ahmetli'ye geçti, süvari tümeni de saat 1 8 .00'de [Salihli 'den] ayrılarak, saat 22.00'de oraya vardı. . . . Rum köylüler, gözlerinde yaşlarla, üstü başı yırtık pırtık olmuş özgürlük getiricileri seyrettiler. Şimdi, görülen manzara [onların geldikleri zamandakine göre] çok değişikti ve Atina'da (halk arasında] gazap, kaynayıp fokurdamaya başlamıştı. Yazar, Türk ordusunun İzmir'e girişine kadar gerçekleşen gelişmeleri de şöyle anlatıyor:

Umutlar sönüyor

1 7/30 Ağustos 'ta, . . . İzmir'e gitmek üzere iki bakan, Stratos ile Theotokes, hareket ettiler; Afyon ' da ordunun çökmesinden ve bunu izleyen geri çekilişten dolayı dehşete düşmüşlerdi. Durumun gerçeğinin ne olduğunu anlamaya (Ati­ na 'daki korkunç söylentilerden daha beter idi), Hacianestis ile kurmaylar arasın­ daki sürtüşmeleri düzeltmeye ve zorunlu görünen, yapılabileceğine inandıkları karşı saldırı hakkında bilgi edinmeye geldiler. Hacianesti, Alaşehir' de bir savun­ ma hattı tutulabileceğine inanıyordu, ama onun Kurmay B aşkanı Yardımcısı olan Passares, Stratos'a, ordunun dağılışı sonrasında İzmir'in bile elde tutulamı­ yacağını açıklayıverdi. Aynı saatte Hacianesti, Metropolit Khrysostomos'a ve İzmir'in [Rum] ileri gelenlerine yatıştırıcı sözler söylüyordu; ayrıca Frangu'ya gönderdiği emirlerde, her şeyin hem de tümüyle yitirilmiş bulunduğu o saatte, geriye çekilmekte olan orduya, davranışının ahlaki yönü bakımından hakarette bulunuyordu. Stratos, içinde hala bazı umut kırıntılarıyla Atina'ya döndü ve tek başına acele ederek, halkı namusuna saldırılmak, kıyıma uğramak tehlikesine karşı ko­ rumak üzere takviye kuvvetlerinin gemilerle gönderilmesini istedi. Ayrıca, o sı­ rada İzmir'deki kurmayların (Th. Skylakakes, N. Passares ve diğerleri) gönder­ dikleri muhtırada istendiği üzere Hacianesti ' nin azledilmesi için harekete geçti. Kurmayların telgrafla gönderdiği muhtıra, hükümete ilk kez olarak durumun ne kadar acıklı olduğunu bir tablo halinde göstermiş oldu. Yiğit ve vatansever bir kişi olan N. Stratos, sonradan mahkeme kararı ile idam edilen [kurşuna dizilen] altılar arasına girmemeliydi. Onun yerine idam 1 06

edilmesi gerekenler, G . B lakhos, (kendisinin 1 92 1 'da Ankara [Sakarya] Seferi sırasında ihanet oluşturur biçimde gösterdiği emirlere itaatsizliği nedeniyle) Prens Andreas (onu sonunda B ritanya'nın işe karışması kurtaracaktı) ya da Yük­ sek Komiser S tergiades bulunmalı idi. Bu sonuncu kişi, gerçekleri tam olarak anlar anlamaz, artık felaketi bekler olmuştu. Böyle iken, halkın Hellen bölümü­ ne karşı içinde hep kötülük isteyici duygular besledi [genel vali durumundaki bu kişinin, İzmir'li Rumlarla sürekli bir sürtüşme içinde bulunduğu doğrudur] O ) . Üç yıl boyunca, onların ayrı devlet kurmasını savunmuş ve şimdi Uşak' ın da el­ de tutulamayacağını öğrenir öğrenmez, 19 Ağustos/! Eylül günü, Gemlik, Bur­ sa, Mudanya vb. yerlerdeki [kendisine bağlı] siyasal temsilcilere telgrafla şunu bildirmişti: "Bu bildirimi alır almaz emrinizdeki bütün servis şubelerine, her türlü ar­ şiv belgelerini paketlemelerini emredin. Her birinizin bölgesindeki bütün kamu görevlileri [şimdilik] aynı daire içinde toplanacaklar ve verilecek ilk emirde ora­ dan harekete hazır olacaklardır. . . B u bildirimi yerel halktan kesinlikle gizli tu­ tunuz". Oysa bu emir gizli tutulamazdı. Panik yaygınlaştı ve ertesi gün, Stergiades, hiç duraksamadan yerli halka, onların göçe koyulmasını engellemek için, cesa­ ret verici konuşma yaptı ! Onun düşünüş biçimi, Liberal Parti [Venizelosçular] tarafından İzmir'e gönderilen G. Papandreou ona "Niçin halkın kıyıma uğrama­ sı tehlikesine karşı kurtarıcı önlemler almıyorsunuz?" diye sorunca verdiği ya­ nıtta, sanki bir kabartmada resmedilmişçesine, kendini göstermektedir; yanıt olarak şöyle demeye cüret edebilmişti: "Onlar, bu başıbozuk güruh, kendileri Yunanistan 'a varıp da orada kıyım yapacaklarına Kemal bunları kıyımdan geçir­ sin, daha iyi o lur". . . .

B u arada ordunun çözülmesi süreci ilerliyordu. Hükümetin o saatlerdeki acizliği öylesineydi ki, [hükümet] 22 Ağustos/4 Eylül günü, Ağustos'un 17 'sin­ den/30'undan beri kendisinden haber alınamayan ve 20 Ağustos/2 Eylül günün­ den beri tutsak bulunan Trikupis'i, başkomutanlığa atadı, sanki Kemal Yunan 1 ) Bunun başlıca iki nedeni vardı: lg Stergiades, İ zmir'e, kentin işgali gününde yerli Rum­ ların Konak'taki ilk kurşun olayını ve bunun sonrasındaki gelişmeleri fırsat bilerek Türk halkın ır­ zına, canına, malına saldınnası, pek çok insan öldünnesi facialarının hemen sonrasında gelmiş ve İ zmirli Rumların bir caniler güruhu olduğu yolunda izlenim edinmişti. Ayrıca, bu faciadan dünya kamuoyu yerli Rumları değil, Yunanlıları sorumlu tuttuğu ve Yunanistan'ın saygınlığı çok zede­ lendiği için de yerli Rumlara hınçlanmıştı. 2g İzmirli Rumlar, Osmanlı'ya o kadar kin beslemele­ rine rağmen, Osmanlı onlara pek çok konuda ve çok geniş kapsamda özyönetim hakkı tanımıştı; kendi kendilerini yönetmeye alışkın olan İ zmirli Rumlar, Stergiades'in çok disiplinli bir yönetim kunna ve ipleri de kendi elinde tutma çabasından pek tedirgin olmuşlar, ona ayak uyduramamış­ lar ve onunla sürekli sürtüşme içine girmişlerdir. Özellikle de kendini İ zmirli Rumların tek önde­ ri olarak gönneye alışmış Metropolit Khrysostomos, Stergiades'e düpedüz düşman olmuştu. 1 07

ordusunun başkomutanım tutsak ettim diye övünsün istediler! Ertesi gün [Triku­ pis 'in tutsak düştüğü öğrenilince] eski Kolordu Komutanı Tuğgeneral Polyme­ nakos Başkomutanlığa, B. Dousmanes de genelkurmay başkanlığına atandılar. Aynı akşam Theotokes, Polymenakos, Dousmanes, eski kurmaylardan Palles ve Sarregiannes, Belos'a [savaş gemisine] binerek İzmir'e hareket ettiler. Papo­ ulas 'ın önerisi, Urla Yarımadası 'nın elde tutulması idi( l ); ama bunun kabul edil­ mesini Dousmanes engelledi. İzmir'deki ordu karargahında 24 Ağustos/6 Eylül günü (o gün, Atina'da yayımlanan Patris gazetesi, hükümeti çekilmeye çağırmış ve "Şeytana kadar gi­ diniz" [=Cehenneme defolun] diye başlık atmıştı; hükümet de, yalnızca kendi güvenliğinin sağlanmasını düşünerek, Trakya'dan bağımsız jandarma taburunu çağım1ış, getirmişti) yapılan toplu müzakerede, görevden ayrılmış Hacianesti, Türklerin ilerlemesinin artık durmuş bulunduğu ve İzmir' in hemen işgal edilme­ sinin acil bir tehlike olmaktan bir miktar çıktığı görüşünü savundu; bunun son­ rasında, İzmir'in dağlık çevresinde savunma yapılması, [savaşa hiç girmeksizin Marmara Denizi güney kıyısı yöresinde bulunan] 3. Kolordu'nun getirilmesi i le, mümkün olabilecekti. Eğer bu çözüm uygulanamazsa [Hacianesti böyle diyor­ du], İzmir'i de olabildiğince çabuk boşaltmak gerekecekti. Uygulanamayacak bir düşünceydi 3. Kolordu 'nun bütünüyle [Türkler gel­ meden, İzmir'e, deniz yolundan] nakledilmesi; bu fikir 24 Ağustos/6 Eylül 'de akla geliyordu; bir de Frangu Grubundaki moral çöküntüsü, ikinci seçenek üze­ rinde karar kılınmasını gerektirdi. Polymenakos, Frangu 'ya, İzmir'i Türklerin Nif/Kemalpaşa vadisinden [Belkahve geçidi yolundan] ve Manisa-İzmir arası geçitlerden [anayolun geçtiği Sabuncubeli Geçidi ile, bir bağlantı yolu olan, di­ binden Gediz Irmağı 'nın aktığı, demiryolunun da içinden geçtiği, Manisa-Mene­ men arası geçitten] ilerleyişine karşı savunmak emrini verecekti. Menemen Ge­ çidini süvari tümeni tutacak, bu sırada 2. Tümen İzmir-Urla Yarımadası yöresi­ ni güneyden ve güneydoğu yandan örtecekti. Ama bu doğrul tudaki sonuncu gi­ rişim Kasaba{Turgutlu'da yapıldı; 25 Ağustos/7 Eylül günü ordu komutanlığının Frangu grubundaki irtibat subayı Binbaşı Panagakos da İzmir'e vardı ve bu gru­ bun halini feryat ederek anlattı. Zar, atılmıştı [ve düşeş değil hepyek gelmişti de­ mek istiyor]. İzmir'in de boşaltılması karara bağlandı, Nif/Kem alpaşa ile Symbolo [besbelli yazım yanlışı; Sipylos / Manisa Dağı olmalı ] arası çizgide sa­ vunma yapmak içeriğindeki her türlü düşünce bir yana bırakıldı. Birliklerin, malzemenin ve cephanenin taşınmasına hemen başlandı. On­ binlerce Rum, her ne çeşit olursa olsun yüzebilen bir nesneye binmek isteğiyle 1) Çünkü Urla Yarımadası'nın her noktası, denize egemen Yunan donanmasının topçu ate­ şi menzilindedir. Bu yüzden Türk ordusu, 9 Eylül'de İ zmir'e girişi sonrasında, kalıntılarının bir bölümü karadan Çeşme'ye doğru çekilen Yunan ordusunun o kalıntılarını takip edememişti. 1 08

Kordon boyuna tıklım tıklım doluştu. B unların içinde yüzlerce asker kaçağı da vardı. B azı başka askerler, Trakya'dan [gemiyle] getirilmiş bulunan, 1 . Tümen 'e bağlı 55. ve 56. p iyade alaylarının askerleri, ayaklandılar ve İzmir'e çıkarılmayı reddettiler. Yaralılarla memurlar 25 Ağustos/7 Eylül'de gideceklerdir; cephane ve yüksek komiserliğin [Stergiades'in] arşiv belgeleri ise o gün Pire limanına varmış olacaktır. Oysa, Kordon 'u tıklım tıklım dolduran göçe çıkmış sığınmacı­ lardan binlercesi, oraya [Yunan adalarına ya da anakarasına] hiçbir zaman ula­ şamayacaktır. İzmir'de [Rumlardan] herkes göçe çıkıyordu. Büyük devletlerin [ 1 9 1 8 'de m ütareke sonrasından beri sürekli olarak körfezde duran, ancak gemi­ leri zaman zaman değişen] donanmasının kendilerini koruyamıyacağına inanı­ yorlardı. . . . ili.

Kapses'in anlatımından bölümler

Kendisine, 1 /3 8 Evzon Alayı 'nın levent erleri ve Kondyles komutasındaki gözüpek savaşçılar tarafından özgürlüğe kavuşturulan Aydın Sancağı'nın gü­ venliğini sağlamak görevi verilmiş olan, Ödemiş'te karargah kurmuş komutan­ lığın başındaki Zenginis [ZEyKıvrıç] 'in birliği, [savaşa katılmamış ve savaş ala­ nı uzağında bir birlik olarak, Ordu komutanlığı için] el altında idi. Zenginis ' in 4500 ere sahip bir güç oluşturan birliği, Türklerce en küçük bir baskı yapılmış olmaksızın, geri çekilmeye koyuldu. Üstelik, geri çekilişini rahat­ ça ve zamanında yapabilmesini sağlamak üzere trenden yararlanabilirdi. Böyle iken paniğe kapıldı; yani komutanı paniğe kapıldı, çünkü birliğin erleri, [ordu­ nun uğradığı] felaketten habersiz idiler. Ne yazık ki, orduda genelkurmayda görevli olan General Spyridonas, o za­ man [yenilgi sonrasında anılarını yazarken] Zenginis' i "saldırıya geçerek İzmir doğrultusunda hareket etmiş" diye anacaktır. Buna karşılık [bu kişinin teslim ol­ ması öncesinde ondan ayrılarak birliğini kurtaran] Binbaşı Bambakopoulos ve askerleri için, onun [Zenginis'in] ardı sıra gitmeyi reddettiler diye, "kendi ken­ dilerine birlikten ayrılarak Erythrai 'ye [Ildırı 'ya, yani Çeşme doğrultusuna] yö­ neldiler" deyişini kullanacaktır. Buna göre Zenginis kahraman oluyor, Bamba­ kopoulos ise kaçmış kişi oluyor. Oysa General Bulalas [MnouA.aA.aç] şöyle yazmıştır: "Ortadaki kargaşa ortamı yüzünden, birlikten ayrılma zorunluluğu karşısında kalınca ve ayrıca savaş deneyiminden yoksun D. Zenginis'in birliği­ nin komutanlık düzeyinde yön belirlemesi zamanında yapılmayınca, onu izle­ mek yerine, girişimi kendileri ele almak zorunda kaldılar ve Erythrai doğrultu­ suna kıvrıldılar, İzmir yönünde ilerlemek emrini dinlemediler." Gerçek, daha da acıklı idi. Zenginis [henüz Ödemiş'te iken], Alaşehir ' in düştüğünü haber alınca, akılsızca bir atılışla İzmir'e doğru hızla ilerlemeye baş1 09

!adı, kaçmaya koyuldu. Acelesi öylesineydi ki, erlerini trenlere bindinneyi bile beceremedi [akıl etmedi veya bekleyemedi]. Bu kişi, "hayalet ordu" mensupla­ rındandı yani [Venizelos başa geçtiğinde, kralcı oldukları için] işten çıkarılmış, savaş deneyimi edinmemiş iken kasım seçimlerinin hemen sonrasında [kralc ılar yeniden yönetime gelince] orduya dönenlerden biriydi. 27 Ağustos/9 Eylül akşamı, onu Cimovasında [Cumaovası/Menderes] bul­ du. Orada, İzmir' in de işgal edilmiş bulunduğunu öğrendi. Kapıldığı panik, ken­ dinden geçmiş bir umutsuzluğa dönüştü. Ordumuzun tarihinde hiç benzeri bu­ lunmayan bir karar aldı; hızla İzmir doğrultusunda harekete geçti ve önden ke­ şif yapacak kişiler olarak borazancı erler yolladı; bunlar, düşmana, kendisinin teslim olma isteğini ileteceklerdi. Savaşa tutuşmaktan korkuyordu, kaçmaktan da korkuyordu; tutsaklığa düşmeyi kurtuluş olarak görüyordu. İşte o zaman Bambakopoulos onu terk etti. Onu izlemesi emrini dinlemedi ve saldırıya geç­ me komutası dışında ne olursa olsun bir ilerleme emrine uymayı, tutsaklığa doğ­ ru yürüme emrine uymayı reddetti.

Seydiköy' de0 )

Zenginis'in erleri [savaş alanında gerçekleşmiş] faciadan hiç haberleri yok­ ken, sır saklamaz bazı kişilerden, teslim olmaya gittiklerini öğrendiler. Etrafları çevrilmişti -hiç değilse onlara böyle söyleniyordu-; ve en küçük bir umut yoktu. Böylece, o zamana kadar dipdiri olan moralleri perişan hale düştü. Savaş dene­ yimi de bulunan bir birlik, birdenbire bir başıbozuklar güruhuna dönüştü. Ve iş­ te bu güruh, Seydiköy'den geçti. Seydiköy, Anadolu 'nun saf Rum kalmış bir köşesiydi. Oradaki 1 7000 nü­ fusun tek istisna olmaksızın tümü Rumdu hem de Rumun şahanesi idi. Atalar­ dan gelme gelenekleri olan konukseverlikleri ve zenginl ikleriyle ünlüydüler. Yortina [giortina, bayramlıklar] denen, çok değerli şalvarları i le tanınırlardı. Türk yönetimi yıllarında, dindarca, bütün Hıristiyan bayramlarını kutlamak ge­ leneğini sürdürmüşlerdi. Ulusal bayramları da kutlamakta idiler, hatta [ I 821 'de Yunanların Türklere karşı ayaklanma başlatmasının yıldönümü olan, Yunanla­ rın en büyük ulusal bayramı] 25 Mart'ı da kutluyorlardı ve Türkler onlara mü­ dahalede bulunmaya cesaret edemiyordu. Neden, çünkü konukseverlikleriyle ve daha da çok zenginlikleriyle ünlü olduktan başka, Seydiköylüler, yiğitlikleriyle de ünlü idiler. 1 ) Rumlar bu adı Sevdiköy diye kullanmakta idiler ve Yunan kaynaklarında köy hep öyle anılır (Sebdikio"i). Seydiköy, İ zmir güney yakınında ve Selçuk, Aydın taraflarına uzanan anayol üzerindeki ilçe merkezi Gaziemir kasabasının batı yanıbaşında bir köydü (şimdi kasabayla birleş­ miştir) ve herhalde onun tarihsel çekirdeğiydi. 1 10

Ordumuzu n geldiğini öğrenir öğrenmez Seydiköylüler yollara döküldüler. Onları alkışlamak için yola dökülmüş değillerdi; onlara cesaret vermeye çabalı­ yorlardı. "Nereye gidiyorsun bre yiğidim ?" diye onlara bağırıyorlardı. "More [Yavrum ] , Türklerden m i korkarsınız?" diye öfkeyle onlara soruyorlardı. Zenginis 'in erlerinin Seydiköy 'den geçişi, eski Hellen tragedyalarını anım­ satıyordu; m anzara öylesine acıklı idi. Askerlerimiz, başları öne eğilmiş, geçi­ yorlardı; utançlarını saklamaya çalışıyorlardı. Arkalarında sadece silahsız köy erkeklerini b ırakıyor değillerdi; Türklerin delice öfkesine teslim etmek üzere ka­ dınları ve çocuklar ı da savunmasız bırakıyorlardı. Ve levent bedenli Seydiköy kadınları evlerinin bahçe kapıları önüne çıkmışlar, çocuklarını kucaklarında tu­ tuyorlardı; bakışlarında, ırkımızın bütün gururu vardı. Onlar, şimdiki zamanın Spartalı kadınlarıydılar; ağlamadılar, dövünmediler. Küçümseyerek, geçmekte olanlara baktılar. Ve askerlerimiz, başlarını daha da öne eğdiler: Nasıl inkar edeceklerdi, iş­ te kaçmaktaydılar. - Durun çocuklar! B irlikte savaşalım, durun. Orada kalabilmeyi ne kadar isterlerdi ! Bu haysiyetsiz halin işkencesini çek­ memek için canlarını verirlerdi. Ne var ki, güruhun içinden sıyrılıp ayrılabilmek için insanda çelikten sinirler olmalıydı. Ve ayrıca, kalınsın, savaşılsın, ama ne­ rede? K i m [hangi komutan] tüm ordu geriye çekilmekte iken, yuvalarından bin­ lerce kilometre uzakta burada kalıp da savaşmalarını bu bahtsız yiğitlerden iste­ yebilirdi ? - D urun, çocuklar! B irlikte savaşalım, durun. H iç kimse onları dinlemedi. O zaman, askerlere yalvarmaya başladılar: - Yunanlılar, hiç değilse silahlarınızı bize bırakın. Biz kaçmıyoruz, burada kalacağız. Genç bir asteğmen, gözleri yaşla dolu, kendisinden tabancasını isteyen bir ihtiyara sarıldı: - B izimle gel ihtiyar, gel gemilere gidelim. Burada öldürüleceksiniz. Gel. Ama ihtiyarda yiğit yüreği vardı. S arsılmadan yerinde kaldı . Ve asteğmen t::ıhancasını ona verip, birdenbire, omzundaki rütbe işaretini yırttı. B ahtsız yiğit, 111

yerli yerinde kalan ihtiyarı orada bırakırken o rütbe işaretini taşımaktan utanı­ yordu. Acaba böyle yapması kabahat miydi? Seydiköylüler şimdi bağış toplamaya geçtiler - silah topluyorlardı. Dev gi­ bi upuzun boylu bir çavuş, sırtında makineli tüfeğini taşıyarak, yürüyüp gidiyor­ du. Köyün ileri gelenlerinden biri, bembeyaz sakallı bir ihtiyar, ona yaklaştı ve onu durdurdu: - Dur yakışıklı delikanlı! Makineli tüfeğini bana ver. O artık senin bir işine yaramaz. Ama Çavuş onu tersledi: - Çekil önümden ihtiyar. . . Yiğitlik taslamayı bırak. İşte o zaman facianın doruk noktasına gelindi: Yaşlı Seydiköylü, Çavuşun sözlerine içerleyerek, çevredeki köy yiğitlerine başıyla bir işaret verdi. Ve onun bu işareti üzerine, bizim askerlere [silahlarınızı bize verin diye] yalvarmakta olan delikanlı köylüleri, askerlerin üzerine atıldılar ve onların silahlarını ellerin­ den aldılar. Silahlar, onlara yakışırdı. Seydiköylüler, ırkımızın tarihine güzel bir sayfa yazmışlardır. Yine de bu­ gün birisi, kendi kendine sorabilir: "Kendilerini kurban etmelerine değer miy­ di?" Ordumuzun silahlarıyla donanmış olarak, Türkler onların köyüne girmeye cesaret ettiğinde, tek kişi kalmayasıya çarpıştılar. Çılgına dönen Nurettin onlara karşı süvariler ve topçu gönderdi. Ve İzmirliler, bütün bir gün boyunca, Seydi­ köy çatışmasının gümbürtülerini duydular. Ne yazık ki o çatışmanın ayrıntıları hiçbir zaman öğrenilemeyecek. O soylu Seydiköylülerden, savaşanlardan hiçbi­ ri, neler olduğunu bize anlatabilmek için sağ kalmadı. Öldürüldüler, hepsi de en sonuncusuna dek, özgürlükleri için çarpışırken toprağa düştüler; ülkelerinin Yunanlığını, kanlarıyla yazıp mühürlediler. Aynı gün, Seydiköylülerin çarpışmakta olduğu sırada, Zenginis, kendi amacını gerçekleştirdi: 23 subay ve 1 000 er ile, Türklere teslim oldu. B u teslim olma, İzmir'in bir dış semtinde, Paradeiso 'da [=Cennet: Kızılçullu/Şirinyer] ya­ pıldı. Türkler hemen, subayların tümünü ve onbaşıların, çavuşların da birçoğu­ nu Manisa'ya gönderdiler. Orada bizim tutsak düşmüş diğer subaylarımız da vardı. Ve hepsini, tek kişi bırakmayarak, öldürdüler. Anlatım dokunaklı, duygulandırıcı; Kapses'i n kaleminden "kan damlıyor." Ama, tutsakların Türklerce Manisa ' da ö ldürül­ düğü iddiasının başka bazı Yunan kaynaklarında da yer alması­ na karşılık (örneğin Dido Soterioıı, "Benden Selam Söyle Ana1 12

dol u 'ya" adıyla Türkçeye çevrilmiş ünlü romanında, 40 000 tut­ sağın Manisa' ya götürülerek orada kurşuna dizildiğini söylüyor) Seydiköy Rumlarının yiğitliği üzerine anlatılanlar, kesin güven­ le söylenebilir ki, yine Yunan okuyucuyu duygulandırma amaç­ lı uydurmalardır. Yerli Rumlardan 35 000 gönüllünün de katıl­ dığı Yunan ordusu Anadolu'da ölüm kalım savaşı verirken, gü­ zel Seydiköy'de keyif süren Rum köylülerin birdenbire tek kişi kalmayasıya çarpışmaya heves edecek kadar yiğitleşiverdikleri­ ne hiç kimse inanamaz. Ayrıca, yazar, okuyucularını duygulan­ dınnak için bir uydurma öykü ile Seydiköy Rumlarını yücelt­ mek uğruna, komutan Zenginis ile erlerine, sonuçta Yunan or­ dusuna, iftira ediyor. Çünkü bu kişilerin topu topu bir tugaylık kuvvetlerine rağmen, İzmir'e yaklaşıp da kentin Türkler elinde olduğunu (Kadifekale'de dalgalanan bayraktan) öğrenince, elle­ rindeki 4 top ile kaleye ateş açtıklarını, bütün Türk ordusuna karşı umutsuz bir savaşa girdiklerini sürüler halinde Anadolu'nun iç bölümlerine gönderilmeye başlanmış. Yunan askerlerini ayır­ mışlar ve göndermemişler, onları Yunanların elindeki tutsak Türk askerleriyle değiş tokuş etmek istiyorlarmış. Derken orada kalan bütün tutukluların listesini düzenlemişler ve durum daha iyi olmuş. Onları öldürmemişler. Ü stelik tanığımızı (Türkiye vatandaşı ve hukukumuza göre idamlık vatan haini durumunda bulunduğu halde) savaş tutsakları arasına katmışlar. B aşlarında da Rumca bilen bir Binbaşı, Hamdi Efendi varmış. O zamandan başlayarak bunlara her türlü angarya yaptırıl­ mış. Kimi odun kesmeye, kimi bağlara, bahçelere iyi toprak ta­ şımak için, sırtlarında torbalarla (burada zembil sözcüğünü tor­ ba anlamında kullanıyor) dağlara gidiyorlarmış. Ağır çalışma koşullarına dayanamayıp ölenler olmuş. Zaten niyetleri bizi öl­ dürmek idi diyor. B i r gün, içinizde ekmek yapmasını bilen var mı diye sor­ muşlar. Tanığımız da, önce bir duraksamış, sonra ekmekçi usta­ sı olduğunu açıklamış. Tutuklulardan daha 30 kişi de kendini yazdırmış. Bunları İzmir'deki Ayios Konstantinos mahallesine götürmüşler. O bölüm yangından kurtulmuş imiş. Ekmekçileri, tam anlamıyla insan olan bir subaya teslim etmişler: B izi insanlığı mükemmel olan bir subaya teslim ettiler. Türk'e benzemez olmakla kalmıyordu, üstelik iyi bir Hıristiyandan daha iyi idi. B izi sıraya dizip kısa bir konuşma yaptı. B ize söylediği aşağı yukarı şuydu: Tutsak düşmüş asker1 ) 9 Eylül 1 922'de ve onu izleyen günlerde İzmirde bulunan Rum erkekler arasında, Yunan ordusuna gönüllü katılıp bozgun sırasında kaçmış Yunan askerleri vardı ve örneğin tanığımız bun­ lardan idi. Yunanistan 'dan gelme Yunan askerleri içinde olup büyük bozgunda ordudan kaçanla­ rın, İzmir'e gelenlerin sayısının az olmadığını da Yunan kaynaklarında görmekteyiz. Böylelerine karşı bir önlem alınması gereği ortada idi, oysa bunları, Yunan ordusuna destek olmamış kişiler­ den ayırmak olanağı yoktu. Bir "Gordion Düğümüne kılıç çalma" çözümü uygulandı ve askerlik yaşındaki bütün Rum erkekleri "enterne" edildi. Aynı şeyi ABD, 2. Dünya Savaşı'nda kendisinin Japon kökenli vatandaşlarına uygulamıştır. Ancak orada yalnız bir "enterne etme" işlemi uygulan­ masına karşılık, 1 922 Türkiyesi ' nde ne olanaklar, ne de toplumun Rumlara karşı duyguları, tutuk­ lananların güvenli yerlerde hiçbir zarar görmeden konuk edilmesine elverişli idi. Tutuklananların kimi Manisa'ya, kimi Niğde'ye, Sivas'a, Silifke'ye kadar yürütüldüler (Exodos'ta bu gibi çileler çekmiş bazı kişilerin de anlatımları aktarılmıştır). Bunlardan bir haylisi, yollarda öldü veya öldü­ rüldü. Bazı yerleşim birimlerinde de Rumların düpedüz topluca öldürüldüğü olmuştur. 139

!ere bir konuşma yaptığım için üzgünüm, çünkü tutsaklık hoş bir şey değildir di­ yordu; kendisi bir zamanlar [Yunanistan 'da, Thessalia'da, 1 9 1 2 'ye kadar Os­ manlı ülkesi kapsamındaki) Larissa/Yenişehir'de iken [Balkan Savaşında orada tutsak iken ?], Yunanlıların tutumunu çok takdir etmişti; şimdi de Yunanlılara karşı borçluluk duygusunu bizim kişiliğimizde Yunanlılara ödemek istiyordu. Ayrıca bize, hiçbir şeyden korkmamamızı söyledi; orada onun koruyuculuğu al­ tında, tutsak değişimi yapılıncaya ve bizler de kendi hısım akrabamı zı n yanına gidinceye kadar, günlerimizi iyi [eziyet görmeden] geçirecektik. Orada kalmak bize büyük cesaret verdi. B izi, örgütlenmiş bir hizmet biri­ mine, 1 . Seyyar Fırıncılar Takımı 'na naklettiler. Herşey dekoville, yani elde iti­ len vagoncuklarla taşınıyordu. Bu düzeni Yunanlılar kurmuştu. Şubat ayına ka­ dar orada kaldık ve günlerimiz eskisine göre iyi geçti. Ve Türkler de, o subayın koruması altında bulunduğumuzdan, bize zarar vermediler. Ama o subayın Ana­ dolu 'nun içlerine gönderilmesinden sonra büyük çi lelerden geçtik. [Artık fırın­ cılıktan ayrılıp bir tutsaklar kafilesi halinde yürütülürken] Biz Türk köylerinden geçtiğimiz sırada [Yunan ordusunun zulmünü gören ve bir Yunanlıyı öldürmek için yanıp tutuşan] Türkler, sadece ve sadece öç almak üzere onu öldürmek iste­ ğiyle bir tutsağı satın almak için [bizi götüren askerlere] para veriyorlardı. Böylece satın alınan pek çok tutsaktan birini, efendisi [satın alan köylü], tarlasına götürmüştü.(! ) Orada bir küçük kız da vardı [belki, Yunan askerlerince ırzına geçilen bir kız]. Bir ip uzatıp verdi ve onu asmak için hazırlığa giriştiler; [tutsağın] efendisi, onun bu biçimde öldürülmesini yeğlemişti. B ütün köylüler de, manzarayı seyredip eğlenmek için toplanmışlardı. Tam her şeyin hazır oldu­ ğu sırada, bir komşusu gelip ona şöyle dedi : - Kaç paraya aldın gavuru? - Beş banknot.

1 ) Tanığımız, şimdi anlatacağı olayı kimden duyduğunu söylemiyor, bu olay nerede, kimin başından geçmiş onu da söylemiyor. 2) Konuşma metinde Yunan harfleriyle Türkçe yazılmış, dipnotlarında çevirisi verilmiştir.

3 ) 9 Eylül 1 922'de ve izleyen günlerde, İzmir içinde hemen oracıkta vurup öldürmek üzere böyle tutsak satın alma piyasasında Yunan erler için 10 para, Yunanlılarla birlikte savaşmış Erme­ niler için 20 para ödendiğini (çünkü Ermeniler Yunanlılardan daha büyük zulüm yapmışlar ve yerli halk onlara çok daha fazla hınçlı imiş), 1 970'1i yılların başında, "İzmir' de Yunanlıların Son Günleri" kitabımın hazırlık çalışmalarını yaparken, 1 9 1 9- 1 922 dönemini yaşamış güvenilir tanık­ lardan öğrenmiştim. 10 para, 1 kuruş'un dörtte biri idi ( 1 940'lı yıllarda tarihe karıştı), dolayısıyla 1 liranın ya da "banknot"un 400'de l 'i idi. 5 banknot, bunun ( 1 0 para'nın) 2 000 katı oluyor. 140

- Sana yirmi banknot versem onu bana verir misin? Ben onu kendi bahçem­ de asacağım, kendi seyirimi yapmak istiyorum. - Veririm. B öylece öteki, kendisi asmak için, onu aldı. Ama böyle bir şey yapmadı; sadece onu, 4 kilometre uzakta bulunan kendi evine götürdü ve ona şöyle dedi: "İpi gördün değil mi? Senin için hazırlanmıştı. Sen artık öteki dünyanın adamı olacaktın. Şimdi, kurtuldun. Ben Hıristiyanlardan iyilikler gördüm ve buna kar­ şılık vermek istiyorum. Seni koruyacağım". Sonra onun kendi mülkünde varlığını haklı göstermek için onun eline bir ça­ pa tutuşturdu. Ona, "Eğer birisi sana bir şey sorarsa, ben çapayla kazma işleri ya­ pıyorum dersin" diye söyledi. Sonra onu o kadar sevdi ki, damat edinmek istedi. Oysa, tutsak değişiminin yapılacağı günlerin hemen öncesinde idiler. Hıris­ tiyan, öneriyi kabul etmedi. "Olmaz" dedi; "benim anamın başka çocuğu yok. Benim sizlerden biri olduğumu öğrenirse, üzüntüsünden ölür." Türk, ısrar etmedi. Sadece, tutsağın gitmesi zamanı geldiğinde, onu ata bin­ ' . Gerçekten de İtalyan 'ın sözleri doğrulandı, hatta durum Yunan ordu­ sunun geri çekilmesinin ağırlığı yönünden daha da ciddi idi. Sıkıntıyla evime döndüm. Kadınlara, ihtiyatlı olmalarını ve Türk m ahalle­ lerinde dolaşmamalarını öğütlemeye başladım. 27 Ağustos/9 Eylül'de, günlerden cumartesiydi, sabahleyin memleketlileri­ miz Türklerin yaşadığı yerlerden gelen [coşkunlukla, havaya] kurşun atılması seslerini ve yaşasın bağırmalarını duyduk.

Hükumet konağına, ne olup bittiğini öğrenmek üzere, indim. Oradaki bü­ yük salonda bütün yüksek makam sahiplerini ve bütün resmi erkanı gördüm. Toplanmalarının nedeni, Kemal 'in ordusunun İzmir'e girdiği ve Yunan ordusu­ nun kaçtığı haberi idi. Formalite gereği onları kutladım. B unun üzerine yönetici [mutasarrıf] bana şöyle dedi: "Aziz Türk vatanımız özgürlüğünü kazanmıştır. Bugünden başlaya­ rak İzmir, Kemal 'in ordusunun işgali altındadır. Yarınki pazar günü saat 9 'da, Kavaklı Cami'de, vatanımızın kurtuluşu nedeniyle bir şükür duası yapacağız [mevlit okutacağız demiş olmalı]. Arzu ederseniz siz de orada hazır bulunabilir­ siniz. Şimdi sizler, gerçekten Türk devletine sadık Türk Ortodoksları olduğunu­ zu göstereceksiniz." Bana ayrıca, bizlerin de şükür duası etmemiz gerektiğini söyledi. l ) Yönetim kurulu üyesi olduğu için oraya her zaman girip çıkmakta olduğu, yerel yöneti­ cileri iyi tanıdığı ve onlardan saygı gördüğü anımsanmalı. 1 42

Ona yanıt olarak, ertesi gün [camideki] şükür duasında hoşnutlukla hazır bulunacağım ı ve bir sonraki gün (Pazartesi günü) Yahya Peygamber yortusunu kutlayacağımızı, bu sırada Çanlı Kilise'de, yani Türk mahallesi yakınındaki, Tanrı' yı-doğuran' ın Görünüşü Kilisesi'nde şükür duası da yapacağımızı söyle­ dim. Hükümet konağından ayrıldım. Dostum polis memuru Cemal Efendi benim için daktiloyla yazarak 1 00 kadar davetiye hazır etti. Ona bir ödeme yaptım [bahşiş verdim] ve bunları dağıttım. Daha sonra Aikaterines Kıokpasoglou [Gökbaşoğlu] 'nun çok şahane bir konut olan evine gittim. Bu bina, kilisenin yakınında bulunuyordu. Ondan, res­ mi görevlilere vereceğimiz davet için büyük salonu hazır etmesini rica ettim. B öylece, doğrusu zorunluluk nedeniyle, bu şükran töreni de yapıldı. Günler geçti, ıstırabımız büyüdü, gelen haberler gittikçe beter oldu. Her yerde terör havası egemendi. Böylece, 8/2 1 Ekim 1 922 Cumartesi gününe geldik. Pazar günü akşamı ya­ p ılacak ayin için hazırlanıyordum. O sırada [polis memuru] Faik Efendi gelip beni çağırdı. Bana "Şu anda [hemen] mutasarrıf seni istiyor" dedi. Polis memu­ runun peşi sıra Hükümet konağına gittim. Mutasarrıf beni en büyük yakınlıkla, candan karşıladı. Bana sigara ikram etti ve şunu dedi: "Vekil Efendi, içimde duyduğum büyük acıya rağmen size hükümetin acil bir emrini duyurmak için si­ zi çağırttım: Ekim ayının sonuna kadar burada kalmanız için süre veriliyor; [en geç] ayın 3 1 ' inde çoluk çocuğunuzu devletin ülkesi sınırları dışına götürmelisi­ niz; Aydın-İzmir demiryolunu Ayasluk .(Eski Ephesos) [Selçuk] 'a kadar kulla­ nacaksınız, oradan sonra yaya giderek Kuşadası 'na (Yeni Ephesos'a), Yunan gemileri sizi alsın diye, varacaksınız."( ! ) B u halleri duyar duymaz, başım döndü [beynimden vurulmuşa döndüm]. O gidiş yolu çok tehlikeliydi ! Kendimi toplayınca ona hemen şöyle dedim: "Beyefendi, ben 25 yıldır o yoldan gider gelirim ve onu karış karış bilirim. Burada sayenizde iki yıl boyun­ ca(2) güvenlik içinde bulunmuş çoluk çocuğum, eğer o yolu izlerlerse yok olur­ lar". Ona şunları açıklayarak sözümü sürdürdüm: lsparta'dan [tren istasyonunun 1 ) Dikkat edilsin; ünlü "mübadele" antlaşması (30. 1 .1 923; TBMM tarafından 340 sayılı yasa ile onaylanması: 1 3.8. 1 9 2 3) henüz imzalanmış değildir. 2) Herhalde o mutasarrıf iki yıldan beri orada görevde bulunduğu için "sayenizde iki yıl bo­ yunca" diyor. 1 43

bulunduğu] Kuleyolu kavşağına kadar [yaya] bir buçuk saatlik yol vardır. Ora­ dan trenle Denizli 'ye ve Sarayköy 'deki büyük köprüye varırız, ama köprü [Yu­ nan ordusu tarafından, geri çekilişi sırasında?] yıkılmıştır. Yaşlılar, çocuklar na­ sıl karşıya geçecekler? Ayrıca işin sonunda karşı yana geçebilseler de, Nazilli 'ye ve Aydın 'a gitmek için orada bir başka trene binmek gerekecek [hangi trene bi­ necekler, yer bulabilecekler mi, belli değil]. Üçüncü gün, eğer beklenmedik bir şeyler olmazsa, Ayasluk/Selçuk'a vannış olmak gerekir, ama oradan Kuşada­ sı 'na yaya gidişle 5 saatlik yol vardır. Yaya nasıl gideceğiz ? Ancak, en önemli­ si şu: Onları kim koruyacak? Linç edilme ve hakaretler gönne tehlikesi yok mu? Bize jandannaların yoldaşlık edeceğini söyleyerek yanıt verdi. Ben de, "Siz nasıl emrederseniz öyle olsun" dedim; "[İşgal görmüş bölgelerde Türk halkın Rumlara karşı duyduğu] nefret çok büyüktür ve halkın ayaktakımının vahşetini zapturapta alamazsınız." Bu nedenlerle ona, eğer vatanımızda kalmamız için hiç umut bulunmadığı doğru ise, [sığınmak zorunda kalacağımız Yunanistan 'a] Antalya üzerinden git­ memizi önerdim [Isparta-Antalya arası yerler Yunan işgali görmemişti]. Bu yol boyunca çetelerin ve soyguncuların bulunduğunu söyleyerek, öner­ diğim yolun daha da tehlikeli olduğunu savundu. "Eğer bize 20-25 jandarma verirseniz, Tanrı'nın yardımıyla her şeyin yo­ lunda gideceğine ve Antalya'ya ulaşacağımıza eminim" diyerek ısrar ettim. Düşündü ve bana, bu konuda Ankara'dan izin isteyeceğini söyledi. İsteği­ mizin yerine getirilmesini sağlamak için çaba gösterecekti. Ayrıldık. Ne kadar yashydım! Bu haldeyken akşam ayini nasıl yapılır? Kadınları da­ ğıttım. Onlara, yolculuğa çıkış için sessizce hazırlanmalarını söyledim ve onla­ ra cesaret venneye gayret ettim. Tanrı'nın yardımıyla engelleri aşacaktık. Mutasarrıf, Türk eşrafı da çağırdı ve aramızda geçen konuşmayı anlattı. 1 5 kişi olan bu eşrafın tümü, duydukları habere çok üzüldüler ve ata yurdumuzu terk edip Antalya üzerinden Yunanistan 'a sığınmak için girişeceğimiz çabada bize destek verecekleri konusunda söz birliği ettiler. Hemen Ankara'ya ve karar­ gahı [o sırada] Konya'ya bağlı Akşehir' de bulunan birinci kolordunun [ordunun denecekti] komutanı Nurettin Paşa'ya telgraf çekildi. Ertesi gün yanıt geldi: "Diledikleri yere gitsinler; güvenliklerinin sağlan­ masına özen gösteriniz". 144

O zaman yönetici [mutasarrıf] bana, ayın sonuna kadar süremiz bulunuyor ise de, ne olur ne olmaz belki hükümetin tutumu değişir diye, daha erken bir ta­ rihte yola çıkmamızın iyi olacağını söyledi. Evimizin eşyasını, öte berimizi satmak için izin aldık. Ama yapılan, bir sa­ tış değild i ! Malımız yok bahasına talan edildi. Bize, değerlerinin onda biri bile ödenmedi. Herkese 1 922 'nin 1 4/27 Ekim Cuma gününde sabahleyin yola çıkacağımı­ zı bildirip hazırlanmalarını söyledim. O kahredici gün, doğdu. Güneşin doğu­ şundan sabah saat l O' a kadar herkes [Isparta'nın Rum halkı] çarşı içinde Saman Pazarı denen yerde toplandı. Oraya en son olarak da ben gittim. . . . Orada, artık yola çıkalım işaretini verdim. Hükümet konağının önünden geçtim ve Türk resmi görevl i lerle vedalaştım. Yola çıktık. Ne kadar zor! Evleri­ mizi, kiliselerimizi, atalarımızın kabirlerini terk ediyorduk. Herkes ağlıyordu! Ben de ağladım. Son kez olarak bütün Isparta'yı [gözlerimle] kucaklamak için bakışımı ar­ kaya çev irdim. İlerlememi z gerekiyordu. Artık, haydi demenin ve çoluk çocuğun da beni izlemesinin zamanı idi. Yola koyulduk.

2. Euripides Lafazanes (Evripidis Lafazanis)'in anlatımı:

Manisa'daki gelişmeler

Tanık, Manisa kentinin kuzeybatı bitişiği denecek kadar yakınında, demiryolu üzerinde ve Gediz Irmağı kıyısında bulu­ nan Horozköy ' ün yerlisiymiş. Bu köyün o zamanki nüfusu, tü­ mü Rum, 4500 kişi imiş ve bunlar kendi aralarında Türkçe ko­ nuşurlarmış. Gerek bu bilgi gerek tanığın ifadesi, Exodos c.I s. 1 3 1 - l 3 6 'da yer almaktadır. Ben tutsak kaldım ve böylece vatandaşlarımın [yeni vatandaşlarım Yunanlıların] bilmediği çok şeyi gördüm, duydum. B izim [Anadolu Rumlarının] ileri gelenleri, resmen Yunanistan 'a katılalım, bunun için gerekl i belgeleri çıka­ ralım ve gerekli formaliteler neyse yerine getirelim isteğindeydiler. Onların ka­ fasından, üstelik bu kadar çabuk geliveren bir felaketle karşılaşacağımız, h iç 145

geçmiyordu. [Felaket gelip çattığı zaman ise] İzmir Kordon'unda dolandılar ve onlara yardım edecek bir tanıdık bulmak için arandılar. Orada ise Türkler onla­ rı ve yanlarında bulunan herkesi dikkatle gözden geçirdiler, onları yakaladılar ve hapsettiler. (Ben kendim [o günlerde] tutsaktım ve bunları ağızdan ağıza dola­ şırken öğrendim). Sonra da, mahkemesiz, yargılamasız, onları yalınayak, üstleri yırtık pırtık, yürüterek köye [Horozköy'e] getirdiler ve meydanda çınarın orada astılar. Aynı gün, İsa'nın doğum günü [Noel) idiO >. Düşün, köy boşalmış! B izim dostlarımız olan Türkler, düşmanımız oldular. Yunan ordusunun çekilişe geçtiğini çok geç öğrendik; belki ağustosun 1 5'inde, 1 3 'ü de olabilir [7 Eylül veya 5 Eylül]. Herkes bağlarda bulunuyordu ve oralarını [bağları] cümbür cemaat terk ettik. İçimizden birçoğu kaçmak iste­ mediği halde. Ordunun geri çekildiğini Türk ırgatlarımız kendi aralarında fı­ sıldaşıp duruyorlardı; onlar da bunu kendi köylerinin muhtarlarından öğrenmiş­ ler. Ertesi gün köyde buluşmak için sözleşmiştik. Orada [tren yolu üzerindeki köyde] asker yüklü vagonları çeken iki üç makina [lokomotif) gördük; bunlar İz­ mir'e gidiyordu. Onlara [askerlere] nereye gidiyorsunuz, ne oluyor diye sorduk; "Topumuz bozuldu, silahlarımız bozuldu" diye yalanlarla bize yanıt verdiler. Bi­ ze, kaçtıklarını söylememek için ! Bu arada, kaçmakta olan ordu Manisa'yı ate­ şe verdi, Türklere hiçbir şey bırakmamak istiyordu. Oradan geçip gitmek fırsa­ tını bulduk, ama aptallaşmıştık. İzmir' den kimileri geçip gitti, kimi erkekler tut­ sak olarak kaldı. Ben [askerlik yaşındaki diğer Rum erkekleriyle birlikte tutuk­ lanarak] en son yola çıkanlardandım ve Manisa'da kalmıştım. Biz oradayken 1400 kişiydik, ötekilerin hepsini öldürdüler. Onlar benim hakkımda bilgi edine­ siye kadar ben iki üç ay sabırla bekledim. Beni bir kadın dolayısıyla [ırza geçti diye) suçluyorlardı; neredeyse mahkemeye çıkarılacaktım(2) . B i nbaşı belgeler düzenledi ve benim davranışlarım nasıl olmuş diye tahkikat yapmak üzere Ma­ nisa 'nın çeşitli köylerine gönderdi. Diğer mahpus tutulanlarla birlikte okulda idim, beni o yazılara yanıt gelesiye kadar da [diğer tutuklular bazı işlerde çalış­ tırıldığı halde) angarya çalışmasına göndennediler, çünkü ben o yerin yerlisi ki­ şi idim [!). Belgeler 45-50 gün sonra geldi ve ondan sonra beni çağırdılar, bana mesleğin nedir diye sordular; bağcı olduğumu söyledim. B ana, sen i bağda çalış­ maya göndereceğiz ve işini deneyeceğiz, [bağcıyım derken) doğru mu yalan mı söylüyorsun anlayacağız dediler. Doğruyu söylüyorsam beni generalin yanına 1 ) 24 Aralık 1 922. Ancak Rumlar ve Yunanlar o zaman bizim Rumi takvim dediğimiz ve Büyük Savaş yıllarında bıraktığımız, 1 3 gün geriden gelen takvimi kullanmayı sürdürdükleri için, şimdiki takvime göre bu, 6 Ocak 1923 günüdür. 2) Çok açık mantıksızlık ve çelişki var. Türkler, bu kişi dışında, tutuklu 1 400 kişinin hepsi­ ni paldır küldür öldürmüşler de, ırza geçmekle suçlanan bu kişiyi, hakkında inceleme yapmak için aylarca "asmayıp beslemişler", sonra da sağ bırakmışlar ! 146

vereceklerdi. B u kişi 30 dönümlük bir Rum bağını almıştı. [Yanımda] Gönderi­ len kişiler yaptığım iş i görünce, bağcılığı bilir olduğumu söylediler. O zaman­ dan sonra artık özgür oldum. General bana, "Sen benim adamımsın" dedi. Tutsakların kaydını tutup l istesini çıkarmaya başladıklarından, beni de ora­ dan almak istediler. Ben gitmedim; köyde kaldım ve generalden, son saate [tut­ sakların kamu işlerinde çalıştırılmasına başlanacağı güne] kadar orada bırakıl­ mamı rica ettim. Öyle de oldu. B i z geride kalanlar on kişiyi bile bulmayacak sayıda Horozköylü idik; ya­ nımızda Karagatoli/Karaağaçlı köyünden, Koldere köyünden olanlar da vardı; hepsi hepsi 50 kişiyi bulmuyorduk. Ş urada burada bulunan tutsaklar kayda geçirilip bunlar ka­ musal denetim altında uygun görülen işlerde çalıştırılmağa baş­ landığında, tanığımız zorluk çekmemiş, onu bir bahçede çalıştı­ rıyorlarmış. Bir Türk dostum vardı, beni iyi tanırdı; angarya çalışmasının birinci günün­ de beni buldu. Beni tanıması n diye, kazdığım hendeğin içine sinip gizlendim. O ise beni tanıdı; elimde çapa, çamur içindeydim. "Ya, bre efendi, sen de mi bura­ dasın?" dedi. Ona, elimden geldiğince sakin biçimde, şöyle dedim: "Nerede ola­ yım, ben bu yerin insanı değil miyim?" O zaman bana yanıt verdi. "Onu inkar eden yok. S i z sefil, adi, kafası çalışmaz, acınmaya layık insanlarsınız. Bre sen, kendin, söyle; köyde neyiniz eksikti? Kiliseniz vardı, papazınız vardı, okulunuz vardı . B i r kişi gel ip de size ne yapıyorsunuz diye sordu mu? B izden ne istediniz de bize karşı silah doğrulttunuz, bizleri öldürdünüz?" Daha sonra bu kişinin hanımı İzmir' den arabayla dönerken arabacı yanlış yola girmiş, bağlar arasında yollarını kaybetmiş­ ler, dolanıp durmuşlar, tanığımız gitmiş, uğraşıp onları doğru yola çıkarmış. Kadın bundan kocasına söz etmiş, o da tanığımız­ dan "Sen iyi adammışsın, bilmemişim" diyerek özür dilemiş. B iz de çok şey yapmıştık ve bunların bedelini ağır ödedik. [İşgalci orduya] Gönüllü asker yazıldık, elimizden geldiğince orduyu güçlendirdik . . . . Benim bağımın yanında bir Türk komşum vardı. Kaçacağım zaman ona bir çuval dolusu kuru üzüm ve üzüm hasadı yapılmamış olarak bağı bırakmış­ tım. Sonradan benim tutsak durumunda bulunduğumu öğrendi ve beni görmeye geldi. Manisalı i d i . Onun eli boş geldiğini görünce, açlıktan gözüm kararmış ol­ duğu için, ona, "Ban a biraz kuru üzüm getirmedin mi?" dedim. Bir şey demedi, yalnız beş o n gün sonra torba gi b i kıvırdığı, içinde b ir avuç kuru üzüm olan bir 1 47

mendili ucundan tutarak geldi. Ona, "Nedir bana getirdiğin bu kadarcık şey ?" dedim. "Ben sana bir çuval kuru üziimle, ürünü toplanmamış bir bağ bıraktım, burada açlıktan ölecek halde başka insanlar da var ve onlar da ağızlarına iki ta­ necik kuru üzüm almak ister." O zaman, Türk, şöyle dedi: "Öğrenesin arkada­ şıın, senin bağını da benim bağımı da zaptettiler." Güçlü Türkler [mütegallibe takımı] yoksulların elinden, talan edilecek mal saydıkları her şeyi gaspediyorlar­ dı. Onlar [yoksullar] ise korkuyor, titriyor, konuşmaya cesaret edemiyorlar ve onları Yunan dostu sayarlar diye çekiniyorlardı. 1 8 ay tutsaklıktan sonra İzmir'e gittim [götürüldüm] ve [Yunanlıların] "Arkhipelagos" gemisine bindim. Pire 'ye vardık. . . .

3. Demetres Kampoures [Dimitris Kamburis]'in anlatımı: Bergama'da olanlar

Bu tanığın anlatımı, Exodos c. I s. 1 38- 1 4 1 'de aktarılmıştır. . . . Bizim zenginlerimiz, kaçmak istemiyorlar ve bunun için gerekçeler öne sürüyorlardı. "Kaçmayın, evlerinizde oturun. 1 9 1 4 'te ne deneyim geçirdiğimizi unuttunuz mu? [İttihatçılar bize eziyetler ettiler, ama sıkıntılı günler sonra geç­ ti.] Kaçmayın." Türkler de bunu doğruladılar. "Burada hiç kimse size zarar vermez" dedi­ ler. Yaşlılar kurulu da, yola nöbetçiler çıkarılması, yerlilerden hiç kimsenin kaç­ masına izin verilmemesi kararını aldı. O zaman ben şöyle konuştum; "Ben Türk ordusundan asker kaçağıyım. Yunan ordusunda çavuş olarak hizmet ettim ve [şimdi de, Khrysostomos baş­ kanlığındaki Ulusal Savunma Derneği 'nin örgütlediği] sivil muhafızlar gücü ye­ rel birliğinin komutanıyım. Kim bana güvence sağlayabilir? B irliğimi alacağım ve çekip gideceğim; başka kim isterse o da ardımdan gelsin. Kimse de beni en­ gellemeye kalkmasın, bunu yapmaya kalkışacak kişi kardeşim bile olsa onu öte yana gönderirim." Sonra çeteciler gelmiş, çevre köylerindeki Rumları öldür­ meye, talana koyulmuşlar, evleri yakmışlar. Çok kıyım yapmış­ lar. Biz bir çıkış yaptık. Büyük zarar görmedik, kurtulduk. B i zden 900 metre uzaklıkta olan çeteciler yüksek yerleri tutmuşlardı ve dumdum kurşunu kullana­ rak çarpışıyorlardı. Yalnız bir at vuruldu. Ama bu, yanımızdakilerden birçoğu­ nun [korkarak] geri dönmesine bahane oldu. Çarşıdan geçtiğimiz sırada da kaç1 48

mamakta çıkarı olan bazı kişiler şöyle dediler: "Hemşeriler, nereye gidiyorsu­ nuz? 1 9 1 4 'te ne olduğunu anımsamıyor musunuz?" Zenginler, kalabalığın git­ mesini engellemeyi çok istiyorlardı, böylece çevrelerindeki kişileri de alıkoya­ bileceklerini düşünerek herkese cesaret veriyorlardı. Rumların kaçtığı sırada, yerli Türkler kalan B ergamalılardan [Bergamalı Rumlardan] hiç kimseye zarar vermediler, ta kuvve-i ıslahiye gelip de0 ) herkesi sokaklarda kıyımdan geçirme­ ye başlayasıya kadar. 4. A ntonia Khatzestephanou [Andonya Hacistefanu]'nun anlatımı: M uğla'da olanlar Bu hanımın anlatımı, Exodos c.I s. 2 1 1 -2 1 5 ' te aktarılıyor. [Muğla' da] H uzurlu ve güzel yıllar yaşadık, bol bereket [metinde Türkçe yazılmış] içindeydik. Türk, çok yakın dostumuzdu, hısımımız gibiydi, kardeşi­ miz gibiydi. Türklerin başına Kemal geçince işler zorlaştı. 1 9 1 9 yazında, ağustos sıralarıydı, erkeklerimizin sürgüne gönderilmesi yo­ lunda ilk emir geldi, İlk posta ile 43 kişi gitti. Bunlar seçkin ve okumuş kişiler­ di; hekimler, avukatlar, zengin tacirler, hepsi de herkesin tanıdığı adamlardı. Birkaç hafta sonra ikinci posta yola çıktı; bunda da [ileri gelen Rumlardan] ge­ riye kal m ış yaşlı erkekler vardı. Birkaç gün sonra yola çıkan sonuncu postada da 15 yaş ve yukarısındaki bütün çocuklar [gençler] bulunuyordu. Muğla, [Rum] erkek nüfusundan boşalmıştı. B izler sahipsiz olarak, kadınlar, küçük çocuklar ve yaşlı erkekler, kendi başımıza kalmıştık. Sürgünden kurtulmak erkekler için olanaksızdı. İstediğiniz kadar tanıdığı­ nız, dostunuz olsun, verecek paranız olsun, hiçbir şey yapamıyordunuz. Etem Bey adındaki m utasarrıfımız, kocamın çok yakın dostuydu. Her zaman birlikte avlanmaya giderlerdi. Çok büyük dostlukları vardı. Kocam birinci büyük savaş­ ta askere alındığında, Etem Bey kocamı gitmeye bırakmamıştı [Muğla'da kal­ masını sağlamıştı] . Ancak, sürgüne çıkarılma emri gel ince, Etem Bey kocama şunu dedi: "Se­ ni her şeyden kurtarabiliri m ama bu defa hiçbir şey yapmaya gücüm yetmez." l ) Ta.yµo:ra rnavopecocrecov demiş ve buna yayıncı da şaşırarak yanına "sic" (=böyle) di­ ye noı koymuş. Kullanılan terimin anlamına göre, gelen, yapılan kötülükleri. bir yandan da gere­ kirse ceza vererek, giderecek, yeniden düzeltecek taburlarclır. Böylece tanığımız, kendilerinin dev­ lete karşı isyan halinde olduğunu bir kez daha kabullenmiştir. Dikkat edilirse, gelen kuvvetin dü­ zenli ordu birliği mi, onun önü sıra gelen ve şimdi milis diye nitelediğimiz, ordu hizmetinde, ama aslında eşkıya çetesi kimliğinde olan bir kuvvet mi olduğu açık değildir. 1 49

Jandannalar evleri gezdi ve emri okudular [tebliğ ettiler] . Sürgüne giden erkeklerin ilk postası< ! ) -bunun içinde kocam da vardı- yola çıkarı ldığında, bu­ nun için gösterilen gerekçe, birkaç gün önce gerçekleşmiş bir vukuat idi. Kemal 'in zamanında işlerin zorlaştığını söylemiştim. Artık Yunan/Rum gazeteleri bize [Muğla'ya] serbestçe gelmiyordu. Onları gizlice bulabiliyorduk. O günlerde bizim, mağazalardan bir çift pabuç almak için çıktığımız oldu. Pa­ buçlar İzmir' de çıkan bir Rumca gazeteye sarılmıştı. Kundura satıcısı bu pabuç­ ları İzmir'den getirmişti ve öyle anlaşılıyor ki paketler içinde gazeteler de taşı­ mıştı. Daha evimize henüz girmiştik ki kocam deli gibi gazeteyi kaptı ve onu baş­ ka kişilerle birlikte okumak için Zavur Hanı 'na koştu. Orada, sonradan anlatı­ yorlar, bir Türk onları görmüş, gidip ihbar etmiş ve birkaç gün sonra sürgün için emir geldi. Her ne ise, herkesin söylediği buydu. Gazeteyi okumasak da sürgün emri mutlaka gelecekti. Kemal, Rumları yok etmeye karar vcrmiştP>. S ürgün olanları Türkiye 'nin iç bölgelerine gönderiyorlardı. Kappadokia 'ya gidiyorlardı; benimki Kayseri 'ye gitti. Erzurum'a gittiler, Malatya'ya gitti ler. Erkeklerin sürgüne gönderilmesi olayından üç yıl sonra [demek, 1 922 Ey­ lülü sıralarında] jandarma yeniden geldi ve kapımızı çaldı. Emir bu kez biz ka­ dınlar içindi; çocuklarımız ve yaşlılarımız içindi. Emir diyordu ki, üç gün için­ de evlerimizden ve memleketimizden ayrılacakmışız. Marmaris 'e gidecek ve oradan [gemilerle] Yunanistan ' a geçecek imişiz. . . . Mutasarrıf, bütün Hıristiyanlara yapabildiğince kolaylık sağladı. Onlara, "Hiç korkmayın" dedi ve bizi hiç kimse zarar vermeden kıyıya [Marmaris 'e] ka­ dar götürsünler diye yanımıza jandarmalar verdi. . . .

1 922 Eylülü'nün başlarında idi [şimdiki takvimle, ortal arında] , Muğla'dan kesin olarak ayrıldık. Orayı bir daha hiç görmedim. Kimi hayvanlara binerek yo­ la çıktı, kimi yürüyerek. Ödeme gücü olanlar Türklerden at kiraladı; ötekiler ise, taşıyabildikleri kadar eşyaları ile, yürüyerek yola çıktılar. B en at kiralamıştım. Deneyimsizdim; i lk kez ata biniyordum. At ayağını kaldırıp yürüşe geçtiğinde, korkudan ölecektim. . . .

1 ) Tanığımız hep posta sözcüğünü kullanıyor, "kafile" vb. demiyor.

2) O vukuat neymiş, hemen şimdi anlatacak. Ancak sürgün emrini o vukuata bağlamasıııııı yerinde olduğu kuşkuludur. 3) Bunun doğru olmadığı, Isparta Rumları gibi Muğla Rumlarıııın da, birazdan kendisinin anlatacağı üzere, zarar görmeden ülkeden ayrılmasıyla kanıtlanıyor.

150

Yolculuğumuz iki gün sürdü [ilk gece Gökova'da konaklamış olsalar ge­ rek]. Mutasarrıf, yanımıza jandarmalar vermişti. Bizi Marmaris 'e kadar getirdi­ ler. Yanımızda gelmeseler bile, korkumuz yoktu. Hiç kimse bize zarar vermek üzere ortaya çıkmadı. B iz kıyıya varır varmaz, [bizi Rodos'a götürecek] Türk takaları geldi. Bin­ mek için adam başına 6 banknot ödedik, yoksa bindirmiyorlardı . . . . Türk gemi­ leri bizi Rodos ' a götürdü . . . .

5. Myrsine Kapsale [ Mirsini Kapsali] 'nin anlatımı: Balıkesir'de olanlar Bu tanığın anlatımı, Exodos c. 1 s. 26 1 -277'de yayımlan­ mıştır. Huzur içinde ve iyi yaşıyorduk. Kentimiz Balıkesir, ün salmış bir yerleşim değildi. Ama herkes [iyi] yaşıyordu, çalışmak isteyen çalışıyordu ve kimsenin bir eksiği yoktu. Türklerin arasında az sayıda Hıristiyan idik. Ayrı mahallemiz vardı. Türk semtleriyle Hıristiyan semtleri [ayrı idi]. Bu arada, uç bölümlerde, karışık evler de vardı [bazı 1;1ç semtlerde hem Türk hem Hıristiyan evleri vardıJ. Böylece, Türk kız çocuklarıyla birlikte oynuyorduk; dostlarımız ve [çocuk işi] sevdiklerimiz vardı, ülkemizin bütün çocuklarının olduğu gibi. Balıkcsir'de mükemmel bir çarşı bulunuyordu: Ayrı ayrı kumaş mağazaları, tuhafiye mağa­ zaları, pabuç satan mağazalar vardı. Yiyecek satımı konusunda da böyleydi; ay­ rı ayrı [çok sayıda] bakkal dükkanları, manavlar, kasaplar. Bu kadar düzenli ve temi z çarşı hiçbir yerde görmedim. Meryem Ana'ya adanmış bir kilisemiz vardı. Orada hangi yortuların kut­ landığını anımsamıyorum; ama l 5 Ağustos yortusu kutlanmıyordu. Okulumuz, kilisenin duvarla çevril i avlusu içinde idi. Yunan yazısını öğ­ rendik, ama hiçbir yerde Rumca konuşmuyorduk. Hep Türkçe konuşurduk; ge­ rek evde, gerek sokakta. Mutlu yaşantımız vardı. Yakın çevreyi gezmeye giderdik, salıncaklar kura­ rak, şarkı söylerdik. [Ancak, ailemiz içinde] Bir yolculuğa çıkılmasının, uzak geziye gidilmesinin ya da panayır şenliğine gidilmesinin sözünün [bile] edildi­ ğini anımsamıyorum. [Çünkü] Daha çok küçük yaşta iken babamı kaybetmek bahtsızlığına uğramıştım; az sonra da, evli olan ablamı [kaybetmiştik]. Kötü bahtlı ablacığım ölünce iki küçücük kızını bize bıraktı. Annem yüreğine taş bas­ tırdı ve kendini çalışmaya verdi. [Tarlalarımız vardı ve] Tütün ekiyorduk. Ürü•

151

nün toplanması bir şenlik oluyordu. Hepimiz çalışıyorduk. Çok da (mevsimlik] işçimiz vardı. Bana gelince, annemin bana verdiği görev bir katırcığın sırtına iş­ çilerin öğle ve akşam yemeklerini yükleyip onlara, kent dışındaki tarlalara gö­ tünnekti. Uzunca bir yol gitmek gerekiyordu. 1 9 1 9 'da iilkemize Yunanlılar geldi. [İzmir'e çıkarma yaptı lar ve birkaç ay sonra da Balıkesir'i işgal ettiler.] Kilise çanlarının çaldığını duyduk ve neden do­ layı çaldığını öğrenince çok sevindik. Türkler dehşete kapıldılar ve saklandılar. Sonra onlara cesaret geldi ve yavaş yavaş ortaya çıktılar. [Yunan askeri geld i­ ğinde] Herkes [bütün Rumlar], Yunan bayraklarıyla onları karşı lamaya çıktı ve onları alıp [yol göstererek] kışla ' !ara götürdü. ( 1 ) Hemen gururlandık. Burnumuz büyüdü. Türkleri hor görmeye başladık. Çeşme başında [onlara] "Önce biz su alacağız, siz değil" d iyorduk. Oysa o za­ mana kadar onlarla aramızda hiçbir şey yoktu. Hiçbir Türk asla bize bir zarar vermemişti. Geri çekiliş sırasında Yunan ordusu köprüleri ve yolu [demiryo lu­ nu] tahrip etti. Bandırma'da cami içinde birçok Türkü diri diri yaktılar - onlar da haklı olarak çok öfkelendiler [ve kinlendiler] . B iz demiryolunun tahrip edil­ miş olduğunu bilmeyerek gittik, istasyonda bekledik. Kaçmak istiyorduk; bizi neyin beklediğini hayal bile edemediğimiz halde, korkuyorduk. Kimileri, yürü­ yerek [Havran yolundanJ Eclremit'e gitti. Bütün mal larını bıraktılar, el lerine bir bohçacık aldılar ve kaçtılar. [Biz istasyonda iken] Türkler, "Kaçın, evlerinize gi­ din, tren yok, demiryolu tahrip edildi" diye bağırdılar. Yunan askerleri, kaçarken, dost edindikleri Türk kadın larını da yanlarına almışlardı. Sonra bunlar gemilere sığmadılar [askerleri alabilmek için, gemi ler­ de bunlara yer verilmedi] ve onları geriye sürdüler [gemilerden indirdiler] . B un­ ların bahtı, [bizimkine göre] daha da kara imiş; çünkü onlar kend i soydaşları ta­ rafından öldürüldüler. Birçok Yunan askeri de dağlarda dolanmakta idi. Nereye gideceklerini bilmiyorlardı . Birçoğu da hastanelerde kalmıştı. Evlerimize kaçtık. Bir on gün kadar sonra, zenciler gibi vahşi olan yörük­ ler geldiler. Yerli halk bize hiçbir şey yapmadı. O yörükler ise Hıristiyan evle­ rinde ne buldularsa çaldılar ve zorla aldılar. Beni ve bütün ailemi bir [Türk] o tel­ ci, kendi evinde sakladı. B ize acımıştı ve bize bir kötülük gelmesini istemiyor­ du. Elbiselerimizi kurtarmak için annemin yanına iki Türk verdi, bir karoça [fay­ ton] ile evimize gittiler ve neyi getirebildilerse getirdiler. Hemen hemen bütün iyi elbiselerimizi getim1işlerdi . B izi bir on gün kadar sakladılar. Tekrar tekrar, bize, [ikişer üçer] başka evlere dağılmak üzere ayrılmamızı öğütlediler. Annem bu öğüdü dinlemek istemedi; "Her ne olacaksa olsun, bir arad::ı duralım" dedi. Bir sabah, geldiler ve bizi aldılar [tutukladılar] . B irisi bizi ihbar etmişti. Mahke1) Türkçe kışla sözcüğünü kisla biçiminde kullanmış. 1 52

menin orada, bir Millet Bahçesi vardı. B izi orada topladılar. B ir söylenti duyduk; "Sizi d ışarıya [ ülke dışına ? ] gönderecekler". Bir saat, iki saat geçti, başkalarını da getirdiler. Hepsi kadınlar ve çocuklardı . B i r kız ayrılıp öne çıktı. Adı Fotini (