Yanlış Cumhuriyet: Atatürk ve Kemalizm Üzerine 51 Soru [6 ed.]
 9789752896635

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

EVE REST

DE

SEVAN

NlŞANYAN

lstanbul'da doğdu. Robert Kolej'den sonra üniversite eğitimi için gittiği ABD'de felsefe ve siyaset bilimi okudu. Commodore-64 bilgisayarlarını Türkiye'ye geti­ ren Teleteknik firmasını kurdu ve yönetti. Türkiye'nin ilk popüler bilgisayar dergisi olan

Commodoı-e'u kurdu. 1986'da orduyu isyana teşvik suçundan hapis

yattı. lzmir'in tarihi Şirince köyüne yerleşti; bu köyün onarımına ve tanıtımına emek harcadı. Restore edilmiş köy evlerinden oluşan Nişanyan

Evleri adlı oteli Küçük Otelleı­

kurdu ve büyüttü. Türk turizmine değişik bir bakış açısı getiren

Kitabı'nı on yıl süreyle yayımladı. Çağdaş Türkçenin bilimsel esaslara dayanan ilk etimoloji sözlüğü olan Sözlerin Soyağacı'nı yazdı. 2004'te lnsan Hakl;ırı Der­ neği'nin Ayşegül Zarakolu Özgür Düşünce Ödülü'nü aldı. Küçük Oteller Sitesi ile 2006'da web tasarımı dalında Altın Örümcek ödülünü kazandı. Şirince'de Ali Nesin ile birlikte Nesin Matematik Köyü'nü inşa etti. Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi tarihine ilişkin sistemli bir eleştiri denemesi olan 2008'de yayımladı.

Yanlış Cumhuriyet'i Tarnf gazetesinde Kdimebaz adıyla günlük dil ve siyaset ya­

zıları yazdı. Halen Şirince köyünde oturmakta ve otel yöneticiliğiyle iştigal etmektedir. Üç çocuk babasıdır.

YANLIŞ CUMHURİYET Atatürk ve Kemalizm Üstüne 51 Soru Sevan Nişanyan

§

Siyaset 46 Yanlış Cumhuriyet Atatürk ve Kemalizm Üstüne 5 1 Soru Sevan Nişanyan

Kapak tasarım: Utku Lomlu Kapak fotoğrafı Osmanlı Bankası Arşiv Araşurma Merkezi'nin izniyle kullanılmışur. Mizanpaj: Bahar Kuru Yerek © 2008, Sevan Nişanyan © 2009; bu kitabın yayın hakları

Everest Yayınları'na aittir. 1-4. Basım: 2008-2009, Kırmızı Yayınları

5. Basım: Ocak 2010, Everest Yayınları 6. Basım: Eylül 2010, Everest Yayınları ISBN: 978 - 975 - 289 - 663 - 5 Sertifika No: 10905 Baskı ve Cilt: Melisa Matbaacılık Tel: (212) 674 97 23 Fax: (212) 674 97 29 EVEREST YAYINLARI Ticarethane Sokak No: 53 Cağaloğlu!ISTANBUL Tel: (212) 5 1 3 34 20-21 Faks: (212) 5 1 2 33 76 Genel Dağılım: Alfa, Tel: (212) 5 1 1 53 03 Faks: (2 12) 519 33 00 e-posta: [email protected] www.everestyayinlari.com www.twitter.com/everestkitap Everest, Alfa Yayınları'nm tescilli markasıdır.

İÇİNDEKİLER

Sunuş

ix

Ons öz

xiii TARİHİ PERSPEKTİF

1. Kemal Atatürk, dünyada eşi olmayan bir siyasi anlayışın temsilcisi midir? 2. Kemalist rejimin kalıcılığı, eşi olmayan niteliklerinin eseri midir?

3 17

DEMOKRASİ VE CUMHURiYET 3 . Atatürk'ün kurduğu rejim demokrasi midir? 4. 1920'ler Türkiye'si demokrasinin nesnel koşullanna sahip miydi? 5. "Milli egemenlik» ilkesi demokratik bir niyetin ifadesi midir? 6. Demokrasi Atatürk'ün ileriye dönük hedefi miydi? 7. Kadınlara oy hakkı verilmesi Tek Parti rejiminin demokratik niteliğini gösterir mi? 8. Birinci Meclisteki muhalifler gerici, İslamcı ve Osmanlıcı bir anlayışın temsilcileri miydiler? 9. .Terakkiperver Fırka gerici, İslamcı ve Osmanlıcı bir anlayışın temsilcisi miydi? 10. Atatürk'ün hükümdar olmayı reddetmesi demokratik inançlannın göstergesi midir?

27 34 45 57 70 74 79 89

11. Cumhuriyet idaresi demokrasinin vazgeçilmez koşulu mudur?

95

12. Türkiye'de saltanatın kaldırılması demokrasinin vazgeçilmez koşulu muydu?

100

13. Halifelik "Ortaçag zihniyetinin" eseri miydi? Kaldırılması modern devletin bir koşulu muydu?

1 08

KUL KÜLTÜRÜ 14. Kemalist rejim Türkiye'de "kul kültürünün" giderilmesine yardımcı olmuş mudur?

1 17

15. Türkiye'de kişiye tapma gelenegi Atatürk'e ragmen ortaya çıkmış bir olgu mudur?

127

16. Kişiye tapma bir Osmanlı gelenegi midir?

131

17. Kemalist rejim Türkiye'de hukuk devletinin ön koşullarını hazırlamış mıdır?

141

18. Türkiye'de demokratik hukuk devleti davası Kemalist

161

anlayışla bagdaşır mı? İNKILAPLAR 1 9. Harf devrimi Türkiye'de okuryazarlıgın yaygınlaşmasını saglamış mıdır?

171

20. Harf devrimi Türkiye'nin Batı kültürüne açılmasını saglamış mıdır? 2 1 . Dil devriminin amacı Türkçe yazı dilini konuşma diline uyarlamak mıdır?

1 79 183

22. Dil devrimi Türk dilini geliştirmiş veya zenginleştirmiş midir?

19 1

23. Türk Dil ve Tarih tezleri Türkiye'de bilimsel düşünce tarzının gelişmesine katkı.da bulunmuş mudur?

196

24. Atatürk devrimleri, Türkiye'de üniversitenin gelişimini saglamış mıdır?

206

25. Tek Parti rejimi ilk ve orta ögretim alanında bir atılım saglamış mıdır?

2 18

26. Atatürk devrimleri Türk kadınını kölelikten kurtarmış mıdır?

229

27. Atatürk devrimleri toplumsal refahta artış saglamış mıdır?

239

BATILILAŞMA

28. Türkiye'nin bazı açılardan diğer İslam ülkelerinden ileri oluşu Kemalist rejimin eseri midir?

29. Batı uygarlığı tek dişi kalmış bir canavar mıdır? 30. Türkiye'nin Batılılaşması Atatürk devrimlerinin eseri midir? 31. Milli Mücadelenin ideolojik çerçevesi Batılılaşma düşüncesiyle bağdaşır mı?

32. Kemalist rejim Batılılaşmayı hedeflemiş midir? 33. Matbaanın gecikmesi Osmanlı devletinin Batılılaşmaya karşı tutumunun göstergesi midir?

251 257 264 275 289 301

34. Jön Türk ve Cumhuriyet kadroları, son dönem Osmanlı elitinden daha "Batılı" bir zümre miydi?

305

LAİKLİK

35. Resmi devlet dininin olmayışı, çağdaş demokratik devletin vazgeçilmez bir özelliği midir? 36. Türkiye Cumhuriyeti laik midir? 37. Osmanlı İmparatorluğu teokratik bir devlet midir? 38. Osmanlı devletinde din bir baskı ve istibdat unsuru muydu?

317 325 339 348

ULUSÇULUK

39. Osmanlı devletinde Türkler aşağılanır mıydı? 40. Atatürk milliyetçiliği vatandaşlığa dayalı bir ulusal kimlik öngörür mü?

41. Atatürk milliyetçiliği din, dil ve ırk unsurlarını dışlar mı? 42. Orta Asya ırkçılığı Atatürk milliyetçiliğinden sapma mıdır? 43. Türkler Orta Asya'dan mı geldi?

359 363 370 389 400

MİLLİ MÜ CADELE

44. Milli Mücadelede Türk ordusu dünyanın en güçlü ordularıyla savaşmış mıdır?

415

45. Emperyalist devletlerin değişmez emeli Türkiye'yi bölmek, paylaşmak veya işgal etmek midir?

423

46. Emperyalist devletlerin Birinci Dünya Savaşı sonunda emeli Türkiye'yi bölmek, paylaşmak veya işgal etmek miydi?

47. Milli Mücadeleye karşı çıkanlar vatan hainleri miydi?

432 448

48. Milli Mücadele olmasa Türkiye bağımsızlığını kaybeder miydi?

49. Milli Mücadele olmasa Sevres antlaşması uygulanır mıydı? 50. Milli Mücadele olmasa Anadolu'da Ermenistan kurulur muydu?

465 473 483

51. Milli Mücadele olmasa Türkiye'de Amerikan mandası kurulur muydu?

491

Sonsöz

498

Kaynakça

507

Dizin

513

SUNUŞ (E

2008'den Bakış Bu kitabı 1993-94'te yazmış, ancak bazı düşüncelerle yayımla­ maktan vazgeçmiştim. Aradan geçen yılların kitaba güncelliğin­ den çok şey kaybettirmediğini düşünüyorum. Bazı değinmeler, bazı vurgular bugün için biraz eskimiş olabilir. Ancak Türkiye'nin düşünce ufkunu kısıtlayan büyük tabu, en ufak değişikliğe uğra­ madan bugün de hayatiyetini sürdürmektedir. Bu tabu sorgulan­ madan her türlü siyasi çıkış çabasının beyhude olduğunu, 1 5 yıl önce olduğu gibi bugün de düşünmeye devam ediyorum. 2008'den geriye baktığımda Türk siyasi yaşamını etkileyen iki önemli değişim dikkatimi çekiyor. ix

Bunların birincisi, Kemalist düşüncenin "sol" ve "ilerici" kis­ velerini tamamen terkederek, toplumsal değişimlerden kuşku duyan, milliyetçi, otoriter, askerci, Batı düşmanı bir tepki ideolo­ jisine dönüşmesidir. Cumhuriyetin kurucu ideolojisinin bu nite­ liklerini, "ulusalcılığın" , kızılelma koalisyonlarının henüz gün­ demde olmadığı bir dönemde yeterli netlikte teşhis ve ifade etmiş olduğumu düşünüyorum. Ama o yıllarda nisbeten yeni olan bu teşhisleri anlatmak için harcamış olduğum çaba bugün için kita­ ba "eski" bir tad veriyor. Bugün olsa, artık harcıalem olan bazı gözlemleri daha kısa, daha net belirtip geçerdim. lkinci değişim, Türkiye'de uygar yaşama yönelik potansiyel tehdidin yönü konusundadır. Küresel dünyanın ve özgürlükçü demokrasinin - seçeneklere oranla - başlıca temsilcisi olarak ls­ lami kökenli bir siyasi hareketin ortaya çıkması, Türkiye'de 2000'li yılların büyük sürprizi olmuştur. Bu gelişmeyi 1990'larda öngöremezdim; öngörmemişim. Kitapta mesela 18. soruya ya da Sonsöz'ün son paragraflarına egemen olan karamsar hava, kıs­ men bu öngörüsüzlüğün yansımasıdır. Bugün yazsaydım, mutla­ ka daha farklı bir şekilde ifade ederdim. Kitabın en çok eskiyen yönü şüphesiz kaynakçadır. Son yıl­ larda Türkiye'de cumhuriyetin kuruluş yıllarına ilişkin son dere­ ce ilginç araştırma ve değerlendirmeler yayımlandı. lntemetin gelişi, bilgi kaynaklarına ulaşımda 15 yıl önce hayal bile edileme­ yecek kolaylıklar sağladı. Bunların eksikliği kaynakçada kendini açıkça belli etmektedir. Kitabı yayıma hazırlamak için yeniden ele aldığımda, önce dipnotlarını ve kaynakçayı revize etmekle işe başladım. Ancak çalışma ilerledikçe farkettim ki revizyon, tahmin ettiğimden çok daha kapsamlı olmak zorundadır. Kaynakların esaslı bir şekilde yenilenmesi ise, ister istemez ana metnin yeni malzemeyle zen­ ginleştirilmesini, dolayısıyla bazı vurguların değişmesini, yer yer argüman zincirlerinin yeniden kurulmasını gerektirecektir. lkix

üç ay kadar boğuştuktan sonra bu çabadan vazgeçtim. Kitabı, ufak tefek düzeltmeler dışında, 1994'te bıraktığım biçimiyle ya­ yımlamaya karar verdim. Kaynakçaya, o günden sonra yayımlan­ mış olan hiçbir şey eklemedim. Hatta etimoloji çalışmalarımın bir tür başlangıç noktasını oluşturan ve bugün geldiğim noktada bana artık pek naiv gelen 22. soruya bile dokunmadım. Hatası ve eksiğiyle ürün budur; bu biçimiyle de sanırım ki bir katkısı ola­ bilir. Yeni araştırmalarımın ürünlerini, daha ansiklopedik nite­ likte bir "lnkılapTarihi" kitabı olarak kısa bir süre sonra kamu­ oyuna sunabilmeyi umuyorum. Kitabı yayımlamaktan bazı düşüncelerle vazgeçtiğime değin­ miştim. 1994'ü izleyen yıllarda, doğrudan siyasi nitelikte olan konulardan uzak durmaya çalıştım. Ulusal ideolojinin temelin­ deki problemlere yönelik eleştirel ilgimi hiç kaybetmedim. Ama bunu, turizm ve etimoloji gibi, siyasi konularla doğrudan alaka­ sı gösterilemeyecek alanlara yöneltmeyi tercih ettim. Hrant Dink'in katli benim için dönüm noktasıydı. Türkiye'm toplumsal yaşamım karartan büyük gölge ile yüzleşmenin, bir ki­ şisel tercih ya da temayül meselesi değil, can alıcı bir yurttaşlık görevi olduğunu 19 Ocak 2007'den sonra daha iyi idrak etme im­ kanını buldum. Metni fotokopi olarak okuma lütfunu gösteren aklı selim sahibi birçok insan da beni bu konuda teşvik ettiler. 2007-08 kışında Genç Siviller grubunda ve İstanbul Bilgi Üniver­ sitesinde konuya ilişkin verdiğim dizi konferanslar, kitabımı ka­ muya sunma zamanının geldiğine beni ikna etti. Yakın tarihimiz ve siyasi yaşamımız konusunda okurun zih­ ninde ufak da olsa birkaç soru uyandırabilirsem kendimi başarı­ lı sayacağım. Sevan Nişanyan Şirince, Nisan 2008

xi

ÖNSÖZ �

A'dan Z'ye her şeyimiz bozuktur" Dr. Refik Saydam, Başbakan, Ocak 1939. u

Bu kitapta, yetmiş yılı aşkın bir süreden beri Türkiye'de pek popüler olmayan bazı görüşleri savunmaya çalıştım. Geriye bak­ tığımda, beni bu çalışmaya sevkeden başlıca üç hareket noktası buluyorum. Hepimiz, Osmanlı lmparatorluğu'nun son yüz yılını bir geri­ leme ve çöküş döneİni olarak tanımlayan bir düşünce ikliminde yetiştik. Yıllar içinde Anadolu'yu gezmek ve tanımak fırsatını buldukça, bu modelin yetersizliğiyle adım adım yüzleşmek zo­ runda kaldım. Cumhuriyetten önceki yüz yıl, gerçekte Türki­ ye'nin taşrasına, hiç yabana atılmayacak bir kalkınma ve ilerleme xiii

çağı olarak yansımıştı. Dönemin mimarisinden, günlük yaşama ait nesnelerinden, kurumlardan ve anılardan bugüne kalanlar, belirgin bir yükselme ve iyimserlik dönemine işaret etmekteydi­ ler. Cumhuriyetin ilk yirmi-otuz yılı ise, taşraya ekonomik ve kültürel bir duraklamadan, hatta çöküş ve çözülüşten başka bir şey getirmemişti. Önce belirsiz bir kuşku olarak filizlenen bu gözlem, zamanla zihnimde kesinlik kazandı. Türkiye'nin 1950'den bu yana yaşa­ dığı fırtınalı gelişmede aksak ve yanlış olan bazı yönlerin kayna­ ğını, ne 1950 sonrasında, ne 1914 öncesinde, fakat ikisi arasın­ daki karanlık dönemde aramak gerektiğini düşünmeye başladım. Araştırmamı yönlendiren ikinci unsur, son yıllarda yükselen lslami radikalizme karşı, kendini laik düşüncenin temsilcisi sa­ yan kesimin sergilediği inanılmaz sığlık ve saldırganlık oldu. "Atatürkçü düşüncenin" çağdaş sözcülerini izledikçe, bende, bu zihniyetin ardındaki düşünsel temelin pek sağlam olamayacağı kuşkusu pekişti. lslamcıların, yüzyıllardır kendini yenilemeyi başaramamış bir ideolojinin yardımıyla vermeye çahştıklan cevaplar belki yeter­ sizdi. Ama sordukları, sormaya çalıştıkları, sormaya cesaret ettik­ leri temel soru , hafife alınacak bir soru değildi: Kişisel ahlakla toplum düzeni nasıl bağdaşır? Kişisel ve toplumsal düzeyde, "doğru" yaşamın ilkeleri nelerdir? Türk toplumunun kültürlü sayılan kesiminin yetmiş-seksen yıldır unutmuş göründüğü bu sorularla yüzleşme çabası, kitabı­ mın hareket noktalanndan birini oluşturdu. Şark tipi dalkavukluğa karşı her insanın doğal olarak duyaca­ ğı ya da duyması gereken tepki, sanırım oldukça erken yaşlardan başlayarak zihinsel gelişmemi etkilemişti. "!zindeyiz" edebiyatı­ nın son yıllarda gösterdiği ani artış, bu duygunun nüksetmesine neden oldu. Duygusal planda hissettiğim tepkinin rasyonel te­ mellerini araştırma çabası, bu kitabın ortaya çıkmasına yol açan etkenlerin üçüncüsü oldu. xiv

*

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu hakkında, son zamanlarda sayı ve nitelikleri artan eleştirel yaklaşımlardan, bu kitabın bir­ iki noktada aynldığım sanıyorum. Öncelikle: Demokrasi konusundaki tartışma ve eleştiriler, bu çalışmanın ana eksenini oluşturmuyor. Kemal Atatürk'ün kurdu­ ğu rejimi "demokrasi" olarak tanımlama çabalarının abesle işti­ gal ettiğinden kuşkum yok. Ancak Tek Parti rejiminin demokra­ tikliğine ilişkin eleştiriler, bence güçlü iki argümanla yüzleşmek zorundadır. Birincisi: daha yüksek birtakım ulusal amaçlar uğru­ na demokrasiden geçici veya kalıcı olarak fedakarlık edilmesi, sa­ vunulamayacak bir düşünce değildir. lkincisi: 1920'ler Türkiye'si koşullarında, hukuk devleti normlarına saygılı bir demokrasinin kurulup kurulamayacağı tartışılabilir. Bundan ötürü sorgulama­ mı, demokrasi gibi nihayet yüzelli senelik geçmişi olan bir kav­ rama değil, siyasi düşüncenin çok daha eski ve köklü birtakım değerlerine dayandırma zorunluğunu duydum. Hukukun üstün­ lüğü, zorbalığın neden olduğu ahlaki yozlaşma, vicdani değerle­ rin toplum özgürlüğünü korumadaki rolü gibi kavramlar - bu­ gün çok revaçta olmasalar da - sanıyorum içinde bulunduğumuz koşullan anlamakta yararsız değildirler. lkincisi: Batı uygarlığı adı verilen akılcılık, evrensellik ve bi­ reysel sorumluluk idealinin, Türkiye (veya başka herhangi bir toplum) için, yegane alternatifi barbarizm olan bir değer ve bir he­ def olduğuna inanıyorum. Bu kitapta lslami kesimden kaynakla­ nan bazı eleştirilere hak veriyor olmamdan, Batı'ya alternatif bir lslamf siyaset anlayışına sempati beslediğim anlamı, doğal olarak, çıkarılamaz. Ancak Batı uygarlığının kendi diniyle varmış olduğu son derece çetrefil ve ilginç uzlaşmanın bir benzeri veya eşdeğeri bu toplumda gerçekleştirilemediği sürece, Batılılık davasının Tür­ kiye'de bir hayal olmaktan öteye gidemeyeceğini düşünüyorum. Nihayet, 1 9 10'lardan bu yana Türk toplumunun egemen ke­ simini etkisi altına alan katı ulusçuluğun, uygarlık, hukuk, siyaxv

si ahlak, ekonomik kalkınma ve evrensel değerlere intibak gibi alanlarda bu topluma ne derece fayda sağladığına ilişkin ciddi kuşkularım var; ve bu kuşkuları bu sayfalarda ifade etmekten çe­ kinmedim. Çalışmama yön veren temel düşünsel çerçeveyi 18. soruda özetlemeye çalıştım. 18. sorunun cevabı bir bakıma bu kitapta anlatılmaya çalışılan bakış açısının hülasası olarak okunabilir. *

Kitap, Kemalist düşüncenin ana dayanak noktalan arasında bulunduklarına inandığım 50 kadar tez çevresinde kuruludur. Yıllardır tekrarlana tekrarlana, sorgulanamayacak birer gerçek görünümüne bürünen bu önermelerin her biri üzerinde objektif bir gözle biraz durup düşünmeyi denedim. Kemalist cumhuriyet olgusu hakkında eksiksiz bir değerlen­ dirme yapmış olma iddiasında değilim. Kitabın kapsamı son de­ rece basit, ve basit olduğu kadar mütevazıdır: Cumhuriyetin ku­ ruluşu ve kurucusu lehine ileri sürülen bir dizi önermeyi eleşti­ rel bir analize tabi tutmak! Dolayısıyla, her soru başlığı altında, sadece o sorunun konusu olan önermeyi ilgilendiren mantıksal ve olgusal delillere yer vermeye özen gösterdim. Örneğin "Kema­ list rejim demokrasi miydi?" sorusuna cevap ararken, a. Demok­ rasi ne demektir? b. Kemalist rejimin olguları nelerdir? c. Biri bi­ rine uyar mı? sorularından başka bir konuya değinmeye gerek duymadım. "lrticaa prim mi versindi?" veya "Demokrasi uğruna vatanı feda mı etsindi?" gibi itirazlar, muhakkak ki çok ilginç ol­ makla beraber, burada sözü edilen konu ile herhangi bir mantık­ sal ilişkiye sahip olmadıkları için, ilgi alanımın dışında kaldılar. Çok defa sorulara kesin bir cevap aramaktan çok, muhalif te­ zi mantıki bir tutarlık çerçevesinde ifade etmekle yetindim. Aca­ ba Dünya Harbi sonunda Batılı devletlerin amacı gerçekten Tür­ kiye'yi işgal etmek miydi? Acaba Cumhuriyetin kurucuları son devir Osmanlı elitine oranla daha Batılı bir zihniyetin temsilcilexvi

ri miydiler? Acaba harf devrimi Türkiye'de okuryazarlığın geliş­ mesine bir katkıda bulunmuş mudur? Bu sorulara verdiğim ce­ vaplar, kategorik bir "hayır" değildir. Sadece "hayır" tezini des­ tekleyici nitelikte ciddi ve inanılır birtakım deliller bulunduğu, ve Kemalist literatürde bu kuşkulan giderici yeterli bir kanıta rastlanamadığı ifade edilmiştir. Tek tip düşüncenin egemen ol­ duğu bir ortamda, bunun da yararlı bir çaba olacağını düşünüyo­ rum. Yerleşik yargıların ne derece zayıf, kanıtsız, afaki, üzerinde cidden düşünülmemiş şeyler olduklarını göstermek, "acaba ger­ çekten doğru mu?" kuşkusunu uyandırmak da, daha kapsamlı . bir çalışmanın ön adımlan olarak, büsbütün faydasız olmayabi­ lirler. Araştırmam esnasında karşılaştığım ve cevap verme zorunlu­ luğunu hissettiğim soruların her birini etraflıca ve eksiksiz bir şe­ kilde incelemek, gerek vakit gerek imkan olarak beni çok aşacak­ tı. Türkiye'de tarih konulannı araştırmak kolay değildir; hele asıl mesleği akademik tarihçilik olmayan ve bu işe ayırabileceği ola­ naklar kısıtlı olan biri için neredeyse imkansızdır. Kitabın doğal akışı içinde "keşki araştırabilseydim" dediğim konular, birkaç düzine doktora tezi konusu oluşturabilecek niteliktedir. Eğer bu kitabın vereceği ilhamla - veya doğuracağı infialle - bu konular­ dan bir-ikisini etraflıca araştırmaya girişenler olursa kendimi mutlu sayacağım. Ağustos 19 18'de Mustafa Kemal'in Suriye cephesine atanma­ sıyla Suriye yenilgisi arasında siyasi bir bağlantı var mıdır? 1 9 1 8 sonu ile 1 9 19 Mayısı arasında İngilizlerin Türkiye'ye karşı izle­ dikleri yumuşak politikanın gerekçeleri nedir? lslamcı-muhafa­ zakar kesim Milli Mücadeleyi ne ölçüde desteklemiş ve hangi aşamada TBMM rejimi aleyhine dönmüştür? Türk toplumsal eli­ tinin "Batı" ile iletişim olanakları 1923'ten sonra artmış veya _ azalmış mıdır? Gazi'nin heykel tutkusu Bolşevik rejim modelin­ den ne ölçüde ve nasıl etkilenmiştir? Mussolini rejiminin huku­ ki ve siyasi evrimi CHP yönetimine ne şekilde yansımıştır? xvii

1930'larda Recep Peker'in yükseliş ve düşüşünün gerçek neden­ leri nelerdir? 1933'ten sonra lngiltere ile askeri-ekonomik yakın­ laşmanın Türk iç ve dış siyasetine etkileri nelerdir? Türkçü-Tu­ rancı kesimin rejim içindeki ağırlığı 1930'dan sonra gerçekten artmış mıdır? Atatürk'ün 1929-30 dönemindeki uzun suskunlu­ ğu neye atfedilebilir? Türkiye'den birçok alanda daha geri olduk­ ları bir devirde komşu Balkan devletleri meşruti-liberal bir siyasi düzeni nasıl yürütebilmişlerdir? Bu kitapta sadece yüzeysel ve kısmen spekülatif bir biçimde değinebildiğim bu ve benzeri konuların her biri, ciddi bir akade­ mik araştırmanın hareket noktasını oluşturabilir. Kemalist Cumhuriyetin, şüphesiz, bu kitapta ele alınanlardan başka birçok olumlu hizmeti ve birçok haklı gerekçeleri olabilir: hiçbir büyük tarih olayının büsbütün olumlu ya da olumsuz sa­ yılamayacağının bilincindeyim. Ancak Kemalizm lehine ileri sü­ rülebilecek tezleri aramak ve ön plana çıkarmak kaygısı, bu mü­ tevazı kitabın kendine seçtiği hedefler arasında yer almadı. Piya­ sada, bu görevi üstlenen sayısız araştırma vardır. Kemalist devri­ min burada değinilmemiş olan başka hizmet ve gerekçelerini tes­ bit etmek isteyenler, bu değerli eserlere başvurabilirler. Sevan Nişanyan Şirince Haziran 1994

xviii

YANLIŞ CUMHURİYET Atatürk ve Kemalizm Üstüne 51 Soru

TARİHİ PERSPEKTİF

Atatürk inkılabı ölçülmez bir değerdir; yeryüzünde vuku bulan ihtilallerin en şumullüsü, en radikalı ve en hayret ve­ ricisidir. Atatürk, gelmiş geçmiş dehalar arasında en kudret­ lisi, eseri eserlerin en muazzamıdır. (Prof. Dr. Suat Sinanoğ­ lu, "Türk inkılabının Üniversel Değeri",

Cumhuriyet 4.12.1963.) Ben her zaman yığınları büyüleyip kendinden geçiren lider­ lerden hoşlanmamışımdır. Ulusal kahraman olmak ayrı bir durum. Bir ülkeyi, bir ulusu düşmanlarından kurtarmak, o toplumu, o halkı yeni aşamalara götürmek için savaşım ver­ mek, yani Atatürk olmak, Atatürk olarak önderlik etmek, o büsbütün ayrıdır. Tektir, benzersizdir böyleleri. (Oktay Akbal, Cumhuriyet, 17.8.1986)

SORU 1

Kemal Atatürk, dünyada eşi olmayan bir siyasi anlayışın temsil­ cisi midir? Birinci Dünya Savaşının büyük yıkımını izleyen dönemde, li­ beral parlamenter ve demokratik rejimlerin artık tarihe karıştığı düşüncesi, yeryüzünün hemen her yanında kabul gördü. Ulusal bir Şef ve Tek Parti yönetimi etrafında "kenetlenerek" birtakım toplumsal bunalımları aşmayı öngören siyasi hareketler, iki dün­ ya savaşı arasındaki dönemde, birçok ülkeye egemen oldu. Bu 3

eğilimin en keskin şekilde ortaya çıktığı yerler Orta ve Doğu Av­ rupa ile, uzun süre Avrupa uygarlığının gölgesinde yaşamalanna rağmen tam anlamıyla o kültürün bir parçası olmayan çevre ül­ keleri oldu. Benzer eğilimler;. Asya'da ve Latin Amerika'da da kendilerini gösterdi. Sadece Avrupa'nın en Batı ve Kuzeyindeki yedi-sekiz ülke ile ABD bu gidişin dışında kalmayı başardılar. lki dünya savaşı arasında kurulan diktatörlüklerin en ünlüleri Rus Bolşevizmi, İtalyan Faşizmi ve Alman Nazizmi oldu. Bu üç ör­ neğin yanısıra, lspanya'da Franco Falanjizmi ile Portekiz'in "Yeni Devleti"; Avusturya'da Dollfuss'un halkçı-katolik korporatizmi; yeniJapon militarizmi; Macaristan; Polonya, Baluk ülkeleri, Bulga­ ristan ve Yunanistan'da kurulan (Romanya ve Yugoslavya'da ise kurulamayan) ulusçu diktatörlükler; Meksika'da Cardenas ve Bre­ zilya'da Vargas'm "ilerici" baskı rejimleri; lran'da Pehlevi monarşi­ si, çağın anti-liberal felsefesinin - ülkenin koşullarına ve Şefin ki­ şiliğine bağlı olarak farklılaşan - çeşitli uygulamalarını sergilediler. Dönemin tablosu bir bütün olarak ele alındığında, dikta re­ jimlerini sınıflandırmada kullanılan "sağ" ve "sol" terimlerinin uygulamada ciddi bir farkı ifade etmedikleri görülür. Fark, yöne­ tim biçimi, siyasi hedefler ve kurumsal yapılardan çok, imaj ve söylem (ve bazen dış politika tercihleri) düzeyindedir. Çağa damgasını vuran dikta araçlarını ilk kez ve en radikal bi­ çimde uygulayan, "sol" Rus Bolşevizmi olmuştur. "Sağ" ltalyan Faşizmi, Bolşeviklerin kitle ajitasyon yöntemlerini, Parti modeli­ ni, topyekün devrim anlayışını, hukuku ayaklar altına almaktaki cüretini bilinçli olarak kopya ederek İtalya koşullarına uyarla­ mıştır. Diğer ülkelerin çoğu, siyasi pratiklerinde Bolşevizmden çok ltalyan Faşizmini örnek alırlar. Bolşeviklerin "halk" ve "işçi sınıfı" retoriği yaygın olarak taklit edilir; ancak Faşizmin daha yalın, pragmatik devletçiliği, Tek Parti-Tek Şef rejimlerine daha kullanışlı bir yönetim modeli sağlar. Milliyetçi söylem, çoğu ül­ kede, kitleleri harekete geçirmekte Bolşeviklerin soyut enternas­ yonalizmine oranla daha elverişli bir yol olarak benimsenir. Al4

man Nazizmi ise, başlıca iki özelliğiyle 1930'ların "sağ" ve "sol" dikta rejimlerine (ve bu arada Sovyetler Birliğine) örnek oluştu­ rur. Bunlardan ilki militarist amaçlara yönelik olarak topyekün sanayileşme çabası, ikincisi ise, ulusal azınlıkların, yerine göre sert veya yumuşak yöntemlerle tasfiyesidir. Olay "Sosyalizm" ve "Faşizm" arasında bir ikileme indirgen­ diğinde, dönemin siyasi rejimlerinden bazılarını sınıflandırmak­ ta zorluk çekilir. Örneğin Polonya'da Pilsudski diktatörlüğünü "Sosyalist" ve "Faşist" kalıplarından birine uydurmak güçtür. Al­ manya'da Nazi partisi, siyasi kimliğini "Ulusal Sosyalizm" olarak tanımlamıştır. Doğu Avrupa'nın "sağ" diktatörlüklerinin çoğu, din müessesesine yaklaşımlarında, Faşistlerden çok Bolşeviklere yakınlık gösterirler. Mussolini siyasi kariyerini "sol"da başlayıp "sağ"da bitirmiştir. "Sol" ve "sağ" etiketlerin ardındaki ortak öz kavrandığında, iki savaş arası dikta rejimlerine yön veren eğilim­ ler daha iyi anlaşılacaktır. Diktatörler geçidi Rusya: 19 1 7'de gerçekleşen Bolşevik devrimi, savaş-sonrası diktatoryal hareketlerin ilk ve en önemli modelini oluşturur. Sovyet rejimi, Tek Partiye dayalı devlet modelinin yeryüzündeki ilk (veya belki ikinci) örneğini xermenin yanısıra, 1 devrimci dikSovyetlerden sonra yeryüzünün ikinci Tek Parti rejimi 5 Ocak 1925'te mu­ halif partileri resmen yasaklayan ltalya, üçüncüsü ise 2 Haziran 1925'te Te­ rakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kapatan Türkiye'dir. Tek Parti rejimini klasik istibdat rejimlerinden ayıran başlıca farklar arasın­ da, a) göstermelik de olsa parlamentonun varlığı, ve b) rejimin yerel düzey­ de örgütlenerek kitlesel destek sağlamaya çalışması sayılabilir. Türkiye'de 1 9 1 3- 1 9 1 8 arasında hüküm süren İttihat ve Terakki yönetimi, bazı bakımlardan yeryüzünün ilk Tek Parti rejimi sayılabilir. Ancak İttihat ve Terakki'nin "gizli örgüt" yapısından sıyrılarak gerçek bir kitle partisine dönüşememiş olması, bu yorumu zayıflatan bir faktördür.

5

tatorya kavramının - yani, toplumsal amaçlar uğruna kişi ve ka­ mu hukukunu çiğnemenin makbul bir yol olduğu inancının -saygınlık kazanmasına da hizmet etmiştir. 1924'te Stalin'in başa geçmesiyle, lider-tanrı olgusunun yir­ minci yüzyıla özgü bazı formları (askerimsi üniforma, trenle yurt gezisi, lider portresinin her ev ve işyerine asılması, meydan­ lara lider heykellerinin dikilmesi, cadde ve kentlerin lider adıy­ la adlandırılması, lidere bağlılık yemini eden paramiliter gençlik örgütleri, kitlesel jimnastik gösterileri, vb.) klasik ifadelerine kavuşurlar. Bireyin toplum içindeki özerkliğinin başlıca dayanaklarından biri olan özel mülkiyeti tahrip etmekle Bolşevikler, homojen ve güdülebilir bir kitle toplumu elde etmek yönünde, eşine az rast­ lanır radikallikte bir adım atarlar. Marksist düşünceden miras al­ dıkları "işçi sınıfı" kavramı, 191 7'den sonra pratikte fazla bir an­ lamı kalmamakla birlikte, Sovyet rejiminin ideolojik dayanakla­ rından birini oluşturmaya devam eder. Gerek rejimin Marksist kökleri, gerekse Rus devletinin çokuluslu yapısı, Rusya'nın mil­ liyetçi bir söylemi reddederek bir çeşit "uluslarüstü" Sovyet va­ tanperverliğini vurgulaması sonucunu doğurur. Rejimin burada saydığımız üç özgül yönü (özel mülkiyetin tahribi, işçi ayaklanması taraftarlığı, enternasyonalizm), gerçekte Bolşeviklere birçok açıdan benzer bir toplum idealini paylaşan savaş-sonrası siyasi hareketlerin çoğunun, pratikte Sovyet rejimi­ ne karşı düşmanca bir tavır almasına yol açtılar. Uygulamada SSCB yandaşlığı veya karşıtlığı dışında fazla bir anlam ifade etme­ yen "sol-sağ" ayrımı, yapı ve işleyiş itibariyle birbirine benzeyen bir dizi rejim arasında suni bir ikilik oluşturdu. İ talya: Benito Mussolini önderliğindeki Faşist hareket 1922'de iktidara geldi; 1925'te tüm muhalefet partilerini ya­ saklayarak Tek Parti yönetimini kurdu; 1925 ile 1928 arasında aldığı bir dizi yasal önlemle Faşist diktatörlüğü kurumsallaş­ tırdı. 6

Mussolini'nin diktatörlüğünü hemen hemen hiç kan dökme­ den kurması,2 hareketin tüm dünyada belli bir sempati ile karşı­ lanmasına yardımcı oldu. Ekonomik ve kültürel bakımlardan ge­ ri, tutucu, demoralize İtalyan toplumunu, kısa sürede ("trenlerin zamanında hareket etmesi" örneğiyle simgelenen) yeni bir ruh ve şevkle harekete geçirmeyi başarmış görünmesi ise geniş takdir topladı. Sovyet modelinin kendine özgü ideolojik aşırılıklarından ötürü dünyada henüz yeterli destek görememiş olan totaliter fel­ sefe, Mussolini sayesinde tüm dünyada saygınlık kazandı. Günü­ müzde "faşist" teriminin kazanmış olduğu olumsuz anlam, bu hareketin 1920'li yıllarda - ve özellikle "ilerici" ve aydın kesim­ lerde - sahip olduğu etkiyi bize unutturmamalıdır. Ancak dış politikada İngiltere ve Fransa'yla girdiği çatışma nedeniyledir ki Mussolini,1930'lardan itibaren, Batı kamuoyun­ da puan kaybetti. 1920'ler Avrupası: "Ulusal" ve modernleşmeci diktatörlükle­ rin iki önemli örneği 19 19'da Macaristan'da iktidarı ele alan Ami­ ral Horthy rejimi ile 1926'da Polonya'da bir darbeyle başa geçen General Pilsudski yönetimi oldu. Polonya'dan birkaç hafta sonra Litvanya'da Antanas Smetona diktatörlüğünü ilan etti. Aynı yıl Arnavutluk'ta krallığını ilan eden Ahmed Zogo tüm siyasi parti­ leri kapattı. İtalyan faşizminden esinlenen bir dizi siyasi hareket özellikle Avrupa'nın katolik ülkelerinde siyasi yaşamda seslerini duyurdu­ lar. Fransa'da en ünlüsü Action Française olmak üzere bir dizi sağ-radikal hareket, Belçika'da Rexistler, Avusturya'da Sosyal-Hı­ ristiyan Parti'nin kleriko-faşizmi anayasal çerçevenin çok dışına taşmadan totaliter bir anlayışı iktidara taşımaya çalıştılar. Porte2.

İtalyan faşizmi 0943-45 Alman işgal dönemi hariç) siyasi nitelikli hiçbir idam kararı vermemiştir. 1 924'te sosyalist milletvekili Matteotti'nin Faşist serserilerce öldürülmesi ve belki 1925'te liberal gazeteci-milletvekili Amen­ dola'nın kimliği belirsiz kişilerce dövüldükten sonra ölmesi dışında, dikta rejiminin direkt olarak sorumlu tutulduğu siyasi cinayetler de yoktur.

7

kiz'de 1926'da iktidarı ele alan askeri rejim kısa bir süre sonra fa­ şist ideolojiye dayalı Yeni Devlet'i (Estado Nova) ilan ederken, ls­ panya'da Primo de Rivera'nm "sağ" totalitarizm denemesi, dikta­ törün 1929'daki zamansız ölümü üzerine geçici bir süre için sek­ teye uğradı. Almanya: 1933'te Hitler'in iktidara gelmesi, tüm dünyada li­ beral demokrasilerin devrinin kapandığı inancına büyük bir iv­ me kazandırdı. Nazi rejimi, dönemin diğer dikta yönetimleriyle özünde paylaştığı "ulusal birlik" ve "topyekün devrim" fikirleri­ ni Almanlara özgü bir sistemlilikle mantıki sonuçlarına götürme­ siyle ünlendi. Bireyin kendini ulusal davaya "feda ettiği" bu re­ jimde, geleneksel hukukun, dinin, sanatın, kurumların ve ahla­ kın bir değeri olamayacağı açıktı. Avrupa tarihinde yüzyıllardan beri görülmemiş birtakım zulüm ve haksızlıklar, bu anlayış çer­ çevesinde makul sayıldı ve Alman toplumunun çok büyük bölü­ münün gönüllü desteğini aldı. Nazilerin başlattığı olağanüstü ekonomik ve moral kalkınma hamlesi dikta rejimlerine tüm dünyada saygınlık kazandırırken, Führer'in gerek siyasi rakiplerini, gerekse ulusal idealin dışladığı unsurları - Yahudileri, komünistleri, çingeneleri, eşcinselleri vb. - yoketmekte gösterdiği eşi görülmemiş kararlılık, Tek Parti dev­ letlerine zengin bir ilham kaynağı oldu. 1930'lar Avrupası: llahlaştırılan bir Önder rehberliğinde bü­ yük bir ulusal Devrimi hayata geçirmeyi amaçlayan rejimler, ikinci Dünya Savaşı öncesi yıllarda Avrupa ülkelerinin çoğunda iktidara geldi. Ulusal davayı benimsemeyen veya ona yabancı ve zararlı sayılan unsurlar "vatan haini" ilan edildiler. Ortak ideal uğruna bilim, sanat ve ahlakın geleneksel normlarından gitgide daha fazla sapan uygulamalar taraftar buldu. 1933'te Avusturya'da, aynı yıl Estonya'da, 1934'te Letonya'da parlamento ve siyasi partiler kapatılarak ulusal seferberlik rejim­ leri kuruldu. Bulgaristan'da elli yıllık liberal demokrasi geleneği­ ni yıkarak 1934'te iktidara gelen Velçev-Giorgiev yönetimi, radi8

kal inkılaplarla Bulgar ulusunun "yeniden doğuşunu" amaçladı; gençlik ve palk örgütlerine dayanan bir toplumsal mobilizasyon modelini benimsedi; ancak ertesi yıl kral Boris'in muhafazakar darbesine yenik düştü. Polonya'da Pilsudski'nin ilan ettiği ulusal "arınma" (sanacja) hareketi, kısır siyasi çekişmelerden bunalan ulusun , yeni bir ide­ al etrafında birleşmesini hedefledi. "Halkçı," fakat "ideoloji-üs­ tü" olduğu ileri sürülen bir Devlet Partisi (BBWR) kuruldu. Al­ man,· Musevi ve Rus azınlıklardan, Polonya ulusal idealini be­ nimsemeleri talep edildi; okullarda Lehçe dışındaki dillerin öğre­ tilmesi yasaklandı. Litvanya'da 1938'de çıkanları bir kanunla Tautos Vadas ("Halkın Rehberi") adını alan Smetona, Ulusal Cephe partisi dı­ şındaki partileri yasakladı. Katolik kilisesinin geleneksel bir ağır­ lığa sahip olduğu bu ülkede anayasa değişikliğiyle din ve devlet işleri birbirinden aynldı; kilise mallarına el kondu ve Katolik eği·

tim kurumlan kapatıldı.

Gitgide radikal bir kesimin etkisi altına giren Macaristan'da, Macar ulusunun Orta Asya'ya dayandığı ileri sürülen tarih-önce­ si kökleri yüceltildi; Macar dili yabancı etkilerden arındırıldı; Macar köy gelenekleri ve müziği araştırıldı. Hz. lsa ve Cengiz Han dahil, tarihteki önemli şahsiyetlerin Macar asıllı olduklarını "kanıtlayan�' araştırmalar yaygınlık kazandı. Rejimin aşın bir ucu, Katolik kilisesini gerici ilan ederek, eski Macar halk dinini canlandırmaya çalıştı; savaş tanrısı Hardur'a tapınma törenleri düzenlendi. Portekiz'de Yeni Devlet bir dizi radikal ekonomik ve sosyal . reforma girişti. Ulusal Kültür Hareketi başlatılarak, Portekiz ulu­ sunun tarihteki büyük kahramanlıkları anımsandı. 1930'larda kurulan Ulusal Birlik Partisi, Portekiz gençliğini devrimin gerçek sahibi ilan etti; partiye bağlı olarak kurulan Portekiz Gençlik Ha­ reketinde (Moçidade Portuguesa) genç kızların - mutaassıp Por­ tekiz toplumunda ilk kez - erkeklerle birlikte paramiliter bir ör9

gütlenmeye katılması, kitlesel jimnastik gösterilerinde yer alma­ sı sağlandı. Yunanistan'da General Metaksas, "Yunan ulusunu ıslah ede­ rek çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmayı" ve "Üçüncü Helen uy­ garlığını kurmayı" amaçlayan devrimini 1936'da başlattı. Siyasi partiler kapatıldı. Metaksas'a Rehber (Odigos), Ulusun Atası (Pa­

tir ethnis) , En Büyük lşçi ve En Büyük Köylü unvanları verildi. Ulusal Gençlik Teşkilatı (EON) kurularak, rejimin temel direği ilan edildi. Rehber, başlattığı devrimin bekçiliğini Yunan gençli­ ğine emanet etti. lspanya'da üç yıl süren bir iç savaş sonunda iktidara gelen General Franco rejimi, geleneksel "sağ" bir askeri diktatörlükten radikal bir ideolojiye doğru evrildi. Faşist ideolojiyi benimseyen

Falange, Tek Parti ilan edildi. Partinin amacı sadece siyasi buna­ lımı "ulusal disiplin" yoluyla çözmek değil, aynı zamanda lspan­ ya'nın dört yüzyıllık gerileme sürecini tersine çevirerek "lspan­ yol ulusunun Avrupa'da layık olduğu üstün mevkie" gelmesini sağlamak idi. Katalan ve Bask kimliklerini kanlı bir şekilde ez­ mek, bu hedefe yönelik bir araç olarak algılandı. Parti programı­ nın önemli bir unsurunu oluşturan sendikalizm, bir yandan özel mülkiyeti korurken, bir yandan da "kapitalist sömürüyü" önle­ yen, işçi sınıfının "ulusal devleti kurma davasına entegral bir şe­ kilde katılmasını" sağlayan bir önlem olarak sunuldu. Romanya'da 1922-23'ten itibaren gizli ve silahlı bir örgütlen­ meyle ülke yönetiminde söz sahibi olan Codreanu'nun Demir Muhafızlar hareketi, Romen ulusunun köklerine dönerek "arın­ masını" ve "yeniden doğmasını" önerdi; bu çabada kiliseyi, bur­ juvaziyi, komünistleri ve Yahudileri başlıca engeller olarak algı­ ladı. 1937'de Kral Carol bir darbeyle örgütü tasfiye etmeyi dene­ diyse de, Demir Muhafızların ülke yönetimindeki etkinliğini kır­ mayı başaramadı.

10

Ortak yönleri Sayılan dikta denemelerinin, birbirinden farklı birçok özellik ve nüanslara sahip oldukları muhakkaktır. Ancak ortak bazı te­ malar belirgindir. Bunlar, modem ( 1 9 18-sonrası) diktatörlükleri eski zaman müstebitlerinden, örneğin Neron'dan, Timur­ lenk'ten, IV. Murat'tan, XIV. Louis'den, Büyük Petro'dan, ll. Ab­ dülhamid'den, net çizgilerle ayırırlar. 1 . Ortak hedef, toplumu yerleşik alışkanlıklarından ve "köh­

ne" kurumlarından topyekün arındırarak yeni bir ruh ve enerjiy­ le donatmak, ulusal amaçlar uğruna "harekete geçirmektir" . Böy­ lece kısa sürede dünyanın egemen uluslarının "düzeyine" ulaşma­ yı sağlayacak dev toplumsal adımlar atılabilecektir. Belli kurum­ ların belli aksaklıklarını gidermeyi tasarlayan ıslahatçılığa (refor­ mizme) kıyasla, topyekün değişimi hedefleyen bu eğilimi inkılap­ çılık (transformizm) diye adlandırabiliriz. "Kültür devrimi" , "ye­ nilenme" , "ilerleme" , "ulusal uyanış", "yeniden doğuş", "büyük ileri atılım" gibi temalar, bu düşünce tarzının tipik ifadeleridir. Adı geçen rejimler, yerleşik toplumsal alışkanlık ve kurumlar­ dan en az etkilendiği varsayılan toplum kesimi olan gençliğe olağa­ nüstü bir siyasi misyon yüklerler. Özellikle Sovyet, ltalyan ve Al­ man rejimleri, Devlet Partisine bağlı gençlik örgütlerini, devletin başlıca ideolojik dayanaklarından biri olarak değerlendirmişlerdir. 2. "Köhne" kurum ve alışkanlıkların başlıcası sayılan dine yaklaşımda izlenen yüzeysel farklılıklar, temeldeki ortak bakış açısını gizler. Sovyetlerde dini kurum ve inançlara karşı açık düşmanlık ön plandadır. Nazi Almanya'sında kiliseler rejimin üstü örtülü bas­ kılarına hedef olmuşlardır. ltalya, Avusturya ve lspanya'da ise, "sağ" rejim, ortak "sol" düşmana karşı kilisenin siyasi desteğini sağlama çabasına girişmiştir. "Solun" yöntemi, o halde, dini inanç ve kurumların inkılaba direnişini kırmak ise; "sağın" yöntemi, onları inkılap davasının içine çekmek, ya da en azından inkılaba direnmemelerini sağlayacak tavizleri vermek diye tanımlanabilir. 11

Her iki halde de din, siyasi ve milli davaya hizmet ettiği oranda yüceltilir, aksi halde "zararlı ideoloji" sayılarak lanetlenir. Ortak hedef, dini inanç ve kurumların devlet güdümüne alınması, gü­ dülemeyenlerin ise tasfiye edilmesidir. 3 . Siyasi meşruiyet, "halka" (Sovyetlerde: "işçi sınıfına ve top­ raksız köylülere") dayandırılır. Modem diktatörler, iktidarı fetih, gelenek, din veya müktesep hak üzerine kuran eski zaman zor­ balarından farklı olarak, plebisitler veya benzeri oylama yöntem­ leriyle halkın onayını almaya büyük önem verirler. Hepsi, bir çe­ şit "demokrasi" (devrimci demokrasi, ulusal demo�rasi, halk de­ mokrasisi, "Romen tipi demokrasi", korporatif demokrasi, öz ha­ kiki demokrasi vb.) olmak iddiasındadır. Halkçı yaklaşımın zorunlu bir sonucu olarak, siyasi uyan ve propaganda işlevlerinin en küçük toplum birimine kadar örgütlen­ mesi hedeflenir. Diktatör, eski zaman zorbaları gibi siyasi muhalif­ lerini sindirmekle yetinmez; halkın tümünü kendi tarafına çekme­ ye çalışır. Halkı uyarmak ve yönlendirmek görevini üstlenen Par­ ti, bundan ötürü olağanüstü önem kazanarak bazen devletin asli kurumlan olan ordu, polis ve bürokrasinin dahi önüne geçer. 4. İnkılap proj esi, bir yandan yenilenme ve değişimi hedefler­ ken, bir yandan da bunun, ulusun bir süredir bozulmuş/yozlaş­ mış/unutulmuş olan aslına ("ruhuna", "cevherine", "köklerine") dönüş olduğunu ileri sürer. Bu anlayışın ifadesi olan milliyetçi­ lik, a) kendi ulusunun "aslı" itibariyle tüm diğer uluslara üstün­ lüğüne inanmayı, ve b) ülke içindeki asimile edilmemiş unsurlar­ dan - azınlıklardan, Yahudilerden vb. - nefret etmeyi içerir. Bu hususta tek istisna Sovyetler Birliğidir. Enternasyonalizm idealini uzun süre terketmeyen Sovyet rejimi, "Sovyet halkı" ve "Sovyet vatanseverliği" kavramlarını ön plana çıkaran ve ortak siyasi iradeye dayanan bir milliyetçilik türü oluşturmayı dene­ miş, ancak bunda çok başarılı olamamıştır.

5. Ortak ulusal hedefi bireysel hak ve çıkarların üstünde gören anlayış, ekonomide devlet güdümü taraftandır. Devletçilik, Sov12

yetler'deki gibi üretimin topyekün devlet kontrolüne alınması şeklini alabilir; ya da daha gelişkin bir yapıya sahip olan Alman ekonomisindeki gibi, finans sektörü ve sanayiciler Parti güdü­ mündeki siyasi organların denetimi altına sokulabilir. Ancak her iki yaklaşım, bireyin mülkiyet hakkını ve girişim özgürlüğünü te­ mel ilke sayan lngiliz/Amerikan liberalizmini kesinlikle reddeder. 6. Hanedanın temsil ettiği yerleşik çıkarlara, geleneklere ve

dengelere karşı, topyekün toplumsal değişimi amaçlayan rejimle­ rin cumhuriyetçiliğe meyletmesi doğaldır. Uygulamada cumhu­ riyet, popülerlik ve/veya kaba güç dışında hiçbir meşru dayanağı olmayan siyasi liderlerin, devlet gücüne rakipsiz ve kısıtsız bir şekilde sahip olmalarım sağlayan bir teori olarak kullanılmıştır. Siyasi Liderin iktidarım daraltma veya tesirsiz bırakma potansi­ yeline sahip olan hükümdar, ya Rusya ve Portekiz'deki gibi ala­ şağı edilmiş; ya Almanya, ispanya ve Macaristan'daki gibi, kısa süre önce başkaları tarafından devrilmişken geri dönmesine izin verilmemiş, ya da ltalya ve Japonya'daki gibi marjinal bir konu­ ma itilmiştir. Yukarıda saydığımız ondört Avrupa diktatörlüğü­ nün sekizi resmen, ikisi fiilen cumhuriyet yönetimleridir. 1 9 1 7 öncesinde Avrupa ve Asya'da sadece iki cumhuriyet (Fransa ve lsviçre) bulunduğu hatırlanmalıdır. 191 Tyi izleyen yıllarda yeryüzünde - resmen veya fiilen - yeni kurulan yirmiye yakın cumhuriyetten ikisi (lrlanda ve Çekoslovakya) hariç tümü diktatörlük rejimleri olmuşlar veya kısa sürede diktatörlüğe dö­ nüşmüşlerdir. Saydığımız özellikleri, 1 . inkılapçılık, 2. dinin devlet güdümüne alınması, 3. halkçılık, 4. milliyetçilik,

5. devletçilik ve 6. cumhuriyetçilik olarak özetleyebiliriz.

13

Bu ilkelerin Cumhuriyet Halk Partisi'nin Altı Ok'uyla paralel­ liği dikkat çekicidir. Türk inkılabının b akış açısı Benzerlik, 1920 ve 30'lar Türkiye'sinin düşünür ve siyasetçi­ lerinin de gözünden kaçmamıştır. Kemalizmin önde gelen ideologlarından, CHP milletvekili ve partinin resmi organı Hil.kimiyet-i Milliye (Ulus) gazetesi başyaza­ rı Falih Rıfkı Atay'a göre, Türk inkılap fırkasını "komünist ve fa­ şist, yani eski bir nizamdan yeni bir nizama geçen m�mleketle­ rin" partilerinden örnek alarak kurmak gereklidir. "Türk yığınla­ rının terbiyesi için Moskova'nın yığın terbiyesi metodları, devlet­ çi Türk iktisatçılığı için Faşizmin korporasyon metodları" be­

nimsenmelidir. 3

Daha 1923'te, CHP mebusu (bu yazıdan birkaç ay sonra Halk Partisi idare kuruluna seçilecek) Feridun Fikri Düşünsel, İtalyan faşizmini yeni kurulan cumhuriyet için model gösterir: "Bütün Avrupa, faşizmin cihana getirdiği emniyet ve neşe ile ona doğru atılırken, faşizmin bu suretle, sanki pek tehlikeli bir şey­ miş gibi görülmesi beni derin düşüncelere sevketti. Faşizm kor­ kulacak bir şey addolunamaz. Bilakis bizim gibi inkılap yapmış ve onu yaşatmaya azmetmiş milletler için faşizmden çıkarılacak düsturlar vardır. Başlıcası vatanın ihtiyaçlarını hiçbir vakit şekli 4 mülahazalara, indi nazariyelere feda etmemektir."

Türk Ocakları Büyük Reisi, Tek Parti döneminin ünlü hatibi, CHP milletvekili ve iki kez maarif vekili olan Hamdullah Suphi Tanrıöver'e göre, .3.

Faşist Roma, Kemalist Tiran, 193 1 , s.1 7 1 ; Moskova-Roma, 1932, s. 5; aktaran Türkiye'de Tek Parti, s. 313. 4. Yenigün, 22.4.1923; aktaran Demirel, Birinci Meclis'te lkinci Grup, s. 529-530. Tunçay,

14

"Faşizm bir vatan ideali etrafında iktisadi refahı, siyasi ve içtimai ahengi tesis etmeyi düşünür. Bu milliyetçiligin farikası [ayırıcı özelligi ) , milletin hakim ve mahküm sınıflara ayırmak degil, her meslek erbabının umumi bir işbölümü içinde çalışma hakkını ta­ nımak ve onun yükselmesini temin etmektir. [ . . . ) münevver ve milliyetperver bir gençligin, İtalya toprakları üzerinde, sınıf gayz ve kininden doğan hareket karşısında derhal kendini toparlama­ sını ve Büyük Vatanperverin [Mussolini] doğru yolu gösteren emri altında, arzın medeniyet membalarından biri olan güzel memleketlerini siyanet edebilmelerini, hürmet ve takdir ile gör­ müşüzdür. Biz Faşist milliyetperverliğin dünkü galeyanında, hem mazimizi hem istikbalimizi görürüz. "5

Mussolini'nin önerdiği "totaliter devlet" ideali Kemalist aydın çevrelerde geniş ilgi görmüştür. Faşist liderin inancına göre tota­ liter devlet (lo stato totalitario) , üretim, siyaset, din ve kültür da­ hil olmak üzere toplumsal yaşamın tüm cephelerini denetimi al­ tına almalı; ortak bir iradenin emrinde, ortak bir ulusal amaca yöneltmelidir. Benzer bir görüşü, Cumhuriyet gazetesinin 3. 1 1 . 1930 tarihli başyazısı şöyle ifade ediyor: "Modern devletin ilk zamanlarında, mazinin hukuk zihniyetin­ den kendini kurtaramamış bazı millet vekilleri, Avrupa'da dev­ letle milleti iki ayrı yapı şeklinde muhakeme etmişlerdi. Üstün­ den yıllar geçmiş, yosun bağlamış fikirler ile, bugün iş görmek imkansız bir şeydir. Modern devlet tam sözü ile hakim bir mü­ essesedir. İçilen suya, oturulan yere, tavanın yüksekliğine, pen­ cerenin genişliğine, hulasa her şeye karışır. Modern devlet, zaten her şeye karışmak için kurulmuştur."6

5. 6.

Türk Yurdu, Mayıs 1930; aktaran Tunçay, Türkiye'de Tek Parti, s. 297. Cumhuriyet, 3. l l . 1930, M. Nermi imzalı başyazı. Bu yazıdan birkaç gün son­ ra Serbest Fırka kapatılarak Cumhuriyetin ilk güdümlü demokrasi deneyi sonlandırılacaktır.

15

1 936'da Kemalizmi bütünsel bir doktrin olarak tanımlamaya çalışan Tekin Alp'e göre, "Filhakika klasik demokrasinin artık modası geçtiği inkar edile­ mez. En kültürlü milletler arasında birçokları klasik demokra­ siyi silkip atmışlar ve mutlakiyet, diktatörlük ilh. gibi şekiller kabul etmişlerdir. Demokratik devlet telakkisine sadık kalan milletler arasında, bundan memnun bulunanlar nadirdir. De­ mokrasi, hazan oligarşi, hazan avamferiblik [ popülizm] halinde tereddiye uğramakta [yozlaşmakta ] , ve o zaman, devlet, artık ne milletin hakiki mümessilleri tarafından, ne de milletin hakiki menfaatlerine uygun olarak idare edilmektedir. [ . . . ] Yüz binler­ ce kahraman, lnönü'nde, Sakarya'da, Domlupınar'da, kanını, akıbet bu neticeye varmak için dökmemiştir. Bunca fedakarlık­ lar bahasına yaptığımız inkılabı, medeni milletlerin büyük bir kısmında iflas etmiş olan [ . . . ] bir devlet şeklinde karar kılmak 7 için yapmadık." ·

Türkiye deneyimi, çeşitli yönleriyle, dönemin diğer dikta rej imlerine de örnek olmuştur. 1 933'te Cumhuriyetin onuncu yılı münasebetiyle CHP tarafından yayınlanan bir propaganda broşüründe, Alman şansölyesi Hitler'in şu sözlerine yer veril­ mektedir: "Alamanya ve Türkiye ayni zamanda ve ayni derecede çök­ müşlerdi. Türkiye mukaddes bir hamle ile kurtuldu. Bu netice, Alamanyanın kurtuluşu için başlattığımız milli hareketin mes'ut netice vereceği hakkında bize derin kanaat vermiştir. Filhakika Türkiye'de doğan ve parlayan Yıldız bize yolu gösteriyordu. "8

7. 8.

Tekin Alp,

Kemalizm, s . 206-207. Cumhuriyet'in Şeref Kitabı, der. Dilipak, son sayfa (numarasız).

16

Türkiye hiçbir zaman Nazilik veya Komünizm muadili bir totaliter diktatörlük yaşamadı. Tek parti dönemi, neticede sıradan bir otoriter rejimdi. O kadar. Üstelik, o dönem top­ lumsal seçkinlerinin çok büyük bölümünün gönüllü deste­ ğini almıştı. (Asaf Savaş Akat, Sabah, 9.3.1995)

SORU 2

Kemalist rejimin kalıcılığı, eşi olmayan niteliklerinin eseri mi­ dir? •

1 920 ve 30'larda kurulan dikta rejimlerinin birçoğu, !kinci Dünya Savaşının kan ve ateşi içinde yıkıldılar. Savaştan uzak ka­ lan Portekiz ve İspanya, 1970'lerde eski rejimlerini devirerek ra­ dikal bir özeleştiriye giriştiler. 1 980'lere kadar dayanmayı başaran Sovyet rejimi, bu tarihten sonra tüm kurumlarıyla iflas ederek da­ ğıldı. Dikta rejimlerin kurucu ve önderleri, gerek kendi ülkelerin­ de, gerek dünya kamuoyunda, ülkelerinin siyasi, ekonomik ve ah­ laki yıkımına neden olmakla suçlandılar. Meydanlardan heykelle­ ri, resmi dairelerden resimleri indirildi; ders kitaplarından isimle­ ri çıkarıldı; kentlere, dağlara, caddelere verilmiş olan adlan kamu hafızasından silindi. Çağdaş, demokratik ve dünya ile bütünleş­ miş bir yönetimin kurulabilmesi için böyle radikal bir eleştirinin ön koşul olduğu inancı, uygar dünyada genel kabul gördü. 17

Atatürk'ün farkı Türk deneyimini bu akıbetten bugüne kadar kurtarmış olan ayırdedici özellikler nelerdir? Birinci Dünya Savaşı sonrasında Av­ rupa'nın güney ve doğu periferisinde ortaya çıkan yirmiye yakın dikta rejimi içinde bugün sadece Türkiye Cumhuriyetinin kurucu kadrosunun hala saygı ve takdirle anılmasının sebebi nedir? Han­ gi özgül koşullar Türk örneğini emsallerinden farklı kılmıştır? Çeşitli faktörlere kısaca değinerek, muhtemel etkilerini de­ ğerlendirmeye çalışalım. 1 . Vatan kurtarmak, önceki soruda ele aldığımız 18 dikta re­ jiminin ortak ve temel iddiasıdır. Türk rejimini bu açıdan öteki­ lerden önemli ölçüde ayıran bir özellik tesbit edemiyoruz. Mustafa Kemal önderliğindeki ulusal hareketin, yıkılmış bir imparatorluktan arda kalan devlete, yeni bir yaşama azmi ve di­ reniş gücü kazandırmaktaki rolü tartışılamaz. Atatürk'ün günü­ müze dek koruduğu prestijde, bu unsurun etkisi büyüktür. Ancak aynı şekilde Lenin önderliğindeki Bolşevik hareket de, savaş sonunda çöken Rus lmparatorluğu'nu minimum toprak kaybıyla yeniden kurmayı başarmıştır. Otuz yıl sonra Stalin, va­ tanı ateş ve kana boğmaya kararlı düşmana karşı devasa bir kur­ tuluş savaşını galibiyete ulaştırmıştır. Hitler, Versailles antlaşmasıyla askeri, ekonomik ve moral çö­ küntüye mahkum edilmiş olan Almanya'yı, tüm dünyaya mey­ dan okuyarak yeniden güçlü bir devlet haline getirmiştir. Horthy, Mussolini, Metaxas ve Franco, iç savaş ve sınıf çatışma­ lanyla sarsılan, kimlik ve kültür bunalımı yaşayan, sınırları ve hatta varlığı tehlikeye giren uluslarını, milli bir ideal etrafında birlik ve beraberliğe kavuşturmuşlardır. Polonya, Litvanya ve Le­ tonya liderleri, ülkelerinin bağımsızlık mücadelelerine fiilen ön­ derlik etmiş kişilerdir. 2. Kemalist rejimin ekonomik sahadaki başanlan, çağdaşla­ rına oranla mütevazıdır. Alman ve Sovyet rejimlerinin sanayi ve altyapı alanındaki olağanüstü atılımlannın bir benzerini Türkiye 18

- kendi ölçeğinde dahi olsa - gerçekleştirememiştir. Tek Parti döneminde elde edilen sanayi ve altyapı gelişimi 1950-sonrası dönemin çok gerisinde kaldığı gibi, muhtemelen Il. Abdülhamid döneminin kalkınma hızına da erişememiştir. 1 3 . Tek Parti rejiminin büyük kitlesel kıyımlara başvurmadan kurulabilmiş olması, Türkiye'yi Sovyet ve Nazi örneklerinden ayıran önemli bir farktır. Türkiye'de cumhuriyete karşı kan dava­ sı güden bir muhalefetin hiçbir zaman ciddi boyutlara ulaşama­ mış olması kısmen bu olguya bağlanabilir. Buna karşılık, örneğin ltalyan faşizminin iç siyasette dökmüş olduğu kan miktarının Türkiye'de aynı dönemde siyasi nedenlerle dökülenden bir hayli az olduğu belirtilmelidir. 2 4. Kemalist rejimin 1946'dan sonra ideolojik çerçevesinden önemli bir ödün vermeksizin kısmen demokratik bir yapıya kaimparatorluk çapında döşeli demiryolu hattı 1876'da 1538 kilometreden, 1 9 1 2'de 6520 kilometreye ulaşmıştır; 36 yılda toplam artış % 324, ortalama yıllık artış ise (bileşik oran hesabıyla) % 4. 2'dir. 1918'de (kaybedilen impa­ ratorluk topraklarındaki hatlar çıkarıldıktan sonra) Türkiye topraklarında kalan 4086 km demiryolu hattı, 1950'de 7630 km uzunluğa erişmiştir; 32 yılda toplam artış %87, yıllık artış oranı % 1 .9'dur. 1880-1914 döneminde Türkiye'de küçük ve orta sanayi kuruluşlarının sayı­ sında %250'yi aşan artışa karşılık, 1923-46 döneminde küçük ve orta sana­ yi kuruluşları sayısında

azalma görülür.

ilk ve orta öğrenim sayılarında iki dönemin karşılaşması için bak. Soru 25. 2.

Prof. Dr. Ergün Aybars'ın ifadesine göre, Milli Mücadele sırasında asker ka­ çaklığı veya isyan nedeniyle idam edilenlerin sayısı "sekiz, dokuz bin kişiyi bulmamaktadır."

(Mustafa Kemaller Görev Başına, s. 65) Yine Aybars, cum­

huriyet döneminde istiklal mahkemelerince verilen siyasi idam kararlarının sayısını yaklaşık 350 olarak tahmin etmektedir (a.g.e, s. 56). Kemalist bir araştırmacı olan Aybars'ın sayılarını minimum kabul edebiliriz. Bu sayılara, çeşitli sıkıyönetim mahkemelerince verilmiş bulunan siyasi nitelikli idam kararları ve mahkemesiz infazlar dahil değildir. Kıyaslama amacıyla belirtelim ki, Kurtuluş Savaşının tüm cephelerinde şehit düşen asker sayısı 9 1 77'dir (Genelkurmay belgelerinden aktaran Selek,

dolu ihtilali, s. 92 ve devamı). 19

Ana­

vuşması, Türk deneyimini dünyada özgün kılan yönlerden biri olarak ilgi çeker. Tek Parti döneminde anayasa, seçim, parlamento gibi demok­ ratik şekillere bağlı kalınmış olması, acaba rejimin nisbeten yu­ muşak bir şekilde demokrasiye doğru evrilmesinde etkili olmuş mudur? Bu soruya Evet cevabını vermek zorundayız. Ancak bu konu­ da Türk rejimi yalnız değildir. Nazi ve Sovyet rejimleri de parla­ menter görünümlü kurumlan korumuşlar; üstelik federalizm gi­ bi, diktatörlüğün ruhuna ve mantığına aykırı bir sistemi sonuna dek ayakta tutmayı bir şekilde başarmışlardır. Sovyetler Birliği dört yılda bir yenilenen parlamento "seçimlerini" yetmiş yıl bo­ yunca düzenli bir şekilde sürdürmüştür. Faşist ltalya, hukuken parlamenter görünümlü bir sistemi onyedi yıl koruduktan sonra, ancak 1939'da yaptığı anayasa değişikliğiyle Tek Parti devletini yasallaştırmıştır. 5. Sovyetler Birliğinden farklı olarak Türk inkılabı, toplumun ayrıcalıklı kesimlerini topyekün düşman ilan edip, özel mülklere el koyma yoluna gitmemiştir. Sovyetler kadar kapsamlı bir tota­ litarizm çabasından uzak durulmuş olması, Türk cumhuriyeti­ nin nisbeten daha esnek ve eklektik, dolayısıyla zamanın gerek­ lerin� daha kolay uyum sağlayabilen bir siyasi kimliği benimse­ mesine yardım etmiş olabilir.

Öte yandan, Türkiye'de en az mülk kadar önemli bir ayrıcalık kaynağı ve toplumsal iktidar odağını temsil eden din konusunda, Kemalist inkılabın tutumu Sovyetlere yakın radikalliktedir; her halükarda Alman ve ltalyan diktatörlüklerinden bir hayli daha katıdır. Dinin devletten bağımsız örgütsel ve ideolojik varlığı tas­ fiye edilmeye çalışılmış; buna direnen veya direnme potansiyeli olan gruplar, gerektikçe zora başvurarak ezilmiştir. Bu bakımdan Türk rejimi, "totaliter devlet" teorisini savunan ltalya'ya oranla, ideolojik yönden daha müdahaleci, ve uygulamak zorunda kaldı­ ğı devrimci şiddetin dozu yönünden daha sert bir tablo sergiler. 20

6. "Yurtta sulh cihanda sulh" ilkesinde ifade bulan barışçı ve temkinli dış politika, Alman, İtalyan ve Macar örneklerinden çok farklıdır. Buna karşılık Alman, İtalyan ve Macar milliyetçilik­ lerinin, 1919 antlaşmalarıyla empoze edilen uluslararası düzeni değiştirmeyi hedeflediği, Türkiye'nin ise aynı amaca Milli Müca­ dele ve Lausanne barışıyla zaten ulaşmış bulunduğu, dolayısıyla (Hatay, Musul gibi nisbeten önemsiz birkaç istisnayla) savaşçılık yoluyla elde edilecek bir şeyi kalmadığı gözden uzak tutulmama­ lıdır. Benzer bir statükoculuk, İspanyol, Portekiz ve Polonya re­ jimleri ile "Tek ülkede sosyalizm" döneminin Sovyetler Birliğin­ de de egemen olmuştur. 7. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusunda, kişilik ve liderlik vasıflan açısından, emsallerinden üstün bir örnekle karşı karşıya olduğumuz kabul edilmelidir. Atatürİ