Watt [3 ed.] 9789755390482


121 9 6MB

Turkish Pages 216 [225] Year 2012

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Recommend Papers

Watt [3 ed.]
 9789755390482

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

SAMUEL BECK ETT

r~S-

*.453

i

.

Fransızca'dan Çeviren: Uğur Ün

M AYRINTI

SAMUEL BECKETT İrlandalı romancı, oyun ve senaryo yazan, öykücü, şair, denemeci ve çevirmen (1906-1989). Pro­ testan bir aileden gelen Beckett, Dublin'in bir banliyösünde doğmuştur. 1927de Dublin’deki Trinity College'ın Roman Dilleri Bölümü nden mezun olur. 1928'de Paris'teki £cole Normale Superieure'de İngilizce okutmanı olarak çalışmaya başlar. Burada James Joyce'la tanışır. Joyce’un ileride Finneğt»ıs Wake adıyla yayımlanacak romanının bir bölümünün Fransızca’ya çevrilmesine yardım eder. 1930'da Wboroscope adlı bir şiiri yayımlanır. 1932-1937 yıllan arasında Londra'da yaşar. Bu dönemde yazdığı öykülerden oluşan ve Joyce'un etkisini yansıtan More Pricks Than Kicks 1934'te,- akıl hastanesinde bakıcı olmasını konu alan Murpby 1938 de Londra'da yayımlanır. 1937de Paris'e yerleşir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransız direniş grubuna katılır. 1942'de Gestapo'dan kurtulmak için Fransa'nın güneyine, Vaucluse'e kaçar. Burada kaldığı iki yıl içinde gündüzleri tarım işçiliği yapar­ ken, geceleri Watt'ı yazar. Savaş sona erdikten sonra Paris'e döner. Bundan sonra yapıtlarını daha yalın yazabildiğini düşündüğü Fransızca'da kaleme almaya başlar ve 19 4 6 -1 9 5 0 yıllan arasında Molloy (1 9 5 1 ), Malone Meurt (1 9 5 1 ; Malone ö lü y or) ve L'innommable (1 9 5 3 ; Adlandınlamayan) adlı romanlardan oluşan üçlem eyi tamamlar. Beckett’ın en önemli yapıtları olarak görülen her üç roman da tek bir kişinin çeşitlem eleri denebilecek bir dizi karakter tarafından anlatılır. Anlatıcılar hızlı bir fiziksel çöküş içindedir ve var olduklarının tek kanıtı zihinleridir. Adlandınlamayan d a bu çöküş, anlatıcının bir ağız ve zihne indirgenmesiyle doruğa ulaşır. Beckett'ın pek çok yapıtında olduğu gibi burada da anlatıcı sessizliğe ve hiçliğe tahammül edebilmek için hikâyeler uydurur ve uzun, karmaşık monologlara girer. En attendant Godot (Godot'yu Beklerken) O ca k 1953'te, Paris'te, T h6âtre Babylone'daki ilk temsiliyle büyük başarı kazanınca B eckett dünya çapında üne kavuşur. 1966'dan sonra oyunlarından b irço ­ ğunu dünyanın çeşitli ülkelerinde kendisi sahneler. H er türlü radyo ve televizyon programından, gazetecilerden, fotoğrafçılardan özen le kaçınır. 1969'da kendisine verilen N obel Edebiyat ödülü'nü kabul eder. H ayatını, 1938'de tanışıp daha sonra evlendiği Suzanne D u m esn ilie birlik­ te, ölene kadar Paris'te geçirir. Samuel Beckett, 20. yüzyılın en büyük yazarları arasında, edebiyata yaklaşımındaki uzlaşmaz arı­ lıkla öne çıkmıştır. Beckett'ın yoğun bir kara mizahla beslenmiş olan yapıtları, insan deneyiminin ve insan bilincinin işleyişinin paha biçilm ez belgeleridir. Bir eleştirmen şöyle yazmıştır: (Beckett) "Edebiyatın gırtlağını keserek ve okurlarını, salt varoluşun yalın koşullarıyla, yapmacık bir neşeye ya da umutsuzluğa kapılmadan, soğukkanlılıkla yüz yüze gelmeye zorlayarak insanlığın önündeki imkânları açık tutmuştur." BAŞLICA YAPITLARI D Ü Z YAZILAR: Watt (1 9 4 3 ) [Ç cv . Uğur Ün, Ayrıntı Yay., 1993],- M ercier* Camier (1 9 4 6 ) [Çev. Uğur Ün, Ayrıntı Yay., 1998],- M olloy (1 9 5 1 ) [Çev. Uğur Ün, Ayrıntı Yay., 1997],- Malone Dies (1 9 5 1 ) [Malone Ö lüyor, Ç ev. Uğur Ü n, Ayrıntı Yay., 1997],- The Unnamable (1 9 5 4 ) [Adiandınlamayan, Çev. Uğur Ü n , Ayrıntı Yay., 1997],- Texts For Notbinğ/Stories-First Looe, The Expelled, The Calmative, The End [Hiç İçin Metinler ve Uzun öy kü ler, Çev. Uğur Ü n, Ayrıntı Yay., 1999],- Commıınıl c'est (1 9 6 1 ) [Acaba Nasıl?, Ç ev. Uğur Ü n, Ayrıntı Yay., 2001],- Hou> It Is ( 1961), The Lost Ones, Fizzles, Company (1 9 8 0 ) [Ej/ifc, Çev. Seniha Akar, Düzlem Yay., 1990],- III Seen III Said (1981),- Worstıvard Ho (1 9 8 3 ). O Y U N L A R : Waitinğ For Godot ( Godot'yu Beklerken),- Endğame (Oyun Sonu),- AH That Falls (Tüm Dikenler); Act Witbout Words I (Sözsüz Oyun I); Act Without Words II (Sözsüz Oyun I l) ; Rouğh For Theatre I (Tiyatro Oyunu Taslağı I),- Rouğb For Theatre II (Tiyatro Oyunu Taslağı II),- Krapp's Last Tape (Krapp'ın Son Bandı); Embers (Korlar),- H appy D ays (Mutlu Günler),- Words And Music (Sözler ve Müzik),- Rouğh For Radio I (Radyo Oyunu Taslağı I); Rouğh For Radio II (R adyo Oyunu Taslağı II),- Cascando, P lay (Oyun),- Film, The Old Tune (Eski Şarkı),- Come And Go (Geliş ve Gidiş); Eh Joe (Söyle Joe); Breath (Soluk),- Not I (Ben Değil); Tbat Time (Bu Kez); Footfalls (Adımlar),- Ghost Trio (Hayalet Üçlüsü),- ...but theclouds... (...ama bulutlar...),- A Piece O JM onoloğue (Solo); R ockaby (Beşik),- Ohio Impromptu (O hio Doğaçlaması); Quad, Catastrophe (Fela­ ket); Nacbt Und Tratıme, What Where (Ne Nerede); [Oyunların tümünü Akşit Göktürk, Güven Turan, Şadan Aydın, Uğur Ü n , Şerif Erol, Levent Mollamustafaoğlu ve Mustafa Küpüşoğlu çevirdi ve bunları 1993 yılında M itos Boyut Yayınlan iki cilt halinde yayımladı.] ŞİİRLER- Ecbo's Bone s (1935),- Pofmes (1 9 3 9 ).

Ayrıntı: 83 Edebiyat Dizisi: 28 W a tt Samuel Beckett K itabın ö z g ü n Adı Watt Fransızca vc İngilizce'den Ç eviren Uğur Ün Yayım a H azırlayan Tuncay Birkan So n O kum a Mehmet Celep Ç eviride kullanılan m etinler Les £d itio n s de M inuit, 1968 Watt, G rove Press, 1981 © 1968 by Les £d itio n s de M inuit Bu kitabın T ü rk çe yayım hakları Ayrıntı Yayınları'na aittir. [VV^ft'ın çevirisinde kaynak m etin olarak Fransızca esas alındı. İngilizce çevirisine dikkat edildi, ancak İngilizce'ye çevrilm eyen ya da değişiklikler yapılan yerlerde Fransızca'dan yapılan çeviriye sadık kalındı. - Ayrıntı Yayınları] Kapak İllüstrasyonu Sevinç Altan Kapak Tasarım ı Arslan Kahraman Kapak D ü zeni Gökçe Alper D izgi Hediye Gtimen Baskı Kayhan M atb aacılık San . ve T ic . Ltd. Şti. Davutpaşa C ad. G üven San. Sit. C Blok N o.: 244 Topkapı/İst. T e l.: (0 2 1 2 ) 6 1 2 31 85 Sertifika N o .: 1 2 1 5 6 Birinci Basım 1 993 İkinci Basım 2000 Ü çün cü Basım 2012 ISBN 9 7 8 -9 7 5 - 5 3 9 -0 4 8 -2 Sertifika N o .: 1 0 7 0 4

u 1 k , A Y R IN T I Y A Y IN LA R I . . . H obyar M ah. C em al N adir So k. N o .: 3 C ağaloğlu - İstanbul T e l.: (0 2 1 2 ) 5 1 2 15 00 Faks: ( 0212 ) 5 1 2 15 H www ayrıntıyayinlari.c o m .t r & in fo @ a y rin tiy a y in la rı.co m .tr

Samuel Beckett

\S f

anam

M

1

/ 'T N a y H a c k e tt köşeyi döndü, solan gün ışığında, az ötedeki banO k ım

gördü. D o lu görünüyordu. Büyük olasılıkla belediyenin

ya da devletin malı olan bu ba n k elb e tte kendisinin değildi ama sanki kendisininmiş gibi düşünürdü. Bay Hackett'in hoşuna giden nesnelere karşı takındığı bir tutumdu bu. Kendisine ait olmadıkları­ nı bilir ama onları kendisininmiş gibi düşünürdü. H oşuna gittiği için kendisine ait olmadıklarını bilirdi. Durdu ve banka daha bir dikkatle baktı. Evet, boş değildi. Bay H a c k e tt hareket etm ediğinde nesneleri daha açık seçik görüyordu. Yürürken bu konuda ç o k güçlük çekiyordu. Bay H a ck e tt aynı y ö nd e yürümeyi sürdürsün mü yoksa geri mi dönsün bilmiyordu. Sağında ve solunda yol serbestti ama bunun kendisine bir yararı dokunmayacağını biliyordu. U zun süre h are­ 7

ketsiz kalamayacağını da biliyordu,- çünkü sağlık durumu ne yazık ki olanak tanımıyordu buna. O halde son derece basit bir ikilemle karşı karşıyaydı: İlerlemek ya da geri gitm ek ve köşeyi dönerek, geldiği yolu ters y ö n d e katetmek. Başka bir deyişle, hem en evinin yolunu mu tutmalıydı yoksa biraz daha dışarıda oyalanmak mıydt? Sol elini uzatıp demir parmaklıklardan birini yakaladı. Sonra b a s­ tonunu kaldırıma vurdu. Kauçuk sapın avcunda titrediğini hissetmesi onu bir parça yatıştırdı. Ama daha köşeye ulaşmadan yeniden döndü ve bacaklarının gücü y ettiğ ince banka doğru yöneldi. Bankın yanma, istese bastonuyla dokunabileceği kadar yanına yaklaştığında, yeniden durdu ve otu ­ ranları inceledi. O rada dikilip tramvay b ek lem ey e hakkı olduğunu düşünüyordu. Belki onlar da tramvay, bir tramvay bekliyordu; çünkü inmek ya da binm ek istendiğinde birçok tramvay burada dururdu. Bay H a c k e tt bir süre düşündükten sonra, oturanlar eğer tram ­ vay bekliyorlarsa epeydir b ekliy or olmalılar kanısına vardı. Çünkü hanım beyi kulaklarından tutuyordu,- beyin eli hanım ın kalçasında ve hanımın dili de beyin ağzındaydı. T r a m v a y b e k le m e k te n usanın­ ca biraz samimiyet kurmuşlar, dedi Bay H a c k e tt. H a n ım o sırada dilini beyin ağzından çekin ce, bey kendininkini han ım ınkine koym a fırsatını buldu. Al gülüm ver gülüm, dedi Bay H a c k e tt. Beyin öteki elinin de boş durmadığından em in olm ak için ö n e b ir adım attı ve parmakları arasında, sönmüş bir sigaranın dörtte üçünü tutan öteki eli, kıpırtısızca bankın arkasına sarkmış g ö rü n ce iyice irkildi. U ygu nsuz b ir durum görm üyorum , dedi polis. H e p ç o k gecikiyoruz, dedi Bay H a c k e tt. N e kadar kötü. Beni aptal yerine mi koyuyorsunuz? dedi polis. Bay H a c k e tt bir adım geriledi, bo y u n derisinin iyice gerildiğini hissedene kadar kafasını arkaya yatırdı ve sonunda, uzakta, üzerine öfkeyle eğilmiş kıpkırmızı, yabanıl suratı gördü. M e m u r bey, T a n rı tam ğım d ır ki eli üzerindeydi, diye haykırdı. T a n r ı n ı n tanıklığı geçerli sayılmıyor. V o lta n ız ı yarıda kestim se b in lerce defa özür dilerim, dedi Bay H a c k e tt. Sizin, benim , bütün toplumun yararına, iyi niyetle y a p ­ mıştım.

8

CJ5>-=- - e 3 - < ^ _ 5

Işık! Şeyi Uzun, mavi günler kafası için, bedeninin yanlan için, küçük patikalar ayakları için, bütün bu aydınlık dokunması ve tutm a­ sı için. O tların arasında kemikli, yaşlı köklü yosunlarla kaplı küçük patikalar ve toprağa çakılı ağaçlar ve toprağa çakılı çiçek ler ve yere sarkan m eyv eler ve bitkin b ey a z k eleb ek ler ve bütün gün b o y u sak­ lanmak için kaçışan hiç aynı kalmayan kuşlar... ve h içb ir anlam taşımayan bütün bu sesler. So nra g e c e sessiz evde dinlenme, yollar ve sokaklar geride kalmıştır artık, sığınağa bakan bir pencere k e n a ­ rında yatılır, hiçbir şey istem eyen, h içb ir şey buyurmayan, h içb ir şey açıklamayan, hiçb ir şey ö n erm ey e n küçük gürültüler gelir ve k a çın ıl­ maz, kısa g e c e erkenden b iter ve mavi g ö k h iç kimsenin hiçb ir zaman gelmediği bütün gizemli yerlerin, h iç aynı kalmayan,- ama hep yalın ve kayıtsız olan gizemli yerlerin, devinm enin gidiş ve gelişlerin ötesinde bir nitelik taşıdığı, varlığın hiçliğin v arlığıym ışça­ sına hafif ve özgür olduğu, hep arı kalmış yerlerin üzerindedir y e n i ­ den. O n c a zaman sonra burada, nasıl da y en id en hissediyorum bütün bunları, burada, ellerim de ve g ö zlerim d e, güven, m asum iyet ve saflık dolu yukarı kaldırılmış bir yüz gibi, sunulmuş bir yü z gibi; eski korku, zayıflık ve pisliklerimiz bütünüyle sunulmuş, arınsın ve bağışlansın diye! Şey! Şu ana kadar hissetm ed im mi bütün bunları! Artık doğrulama olanağımın kalmadığı şu anda. Şaşm am buna. H e r şey bağışlanmış ve onarılmış. Sonsuza kadar. Bir anda. Yarın. Altı, beş, dört saat daha, eski karanlıktan, eski ağırlıktan, sonra hafifledi­ ğini hissetmek. Biri kalmaya geldiği için. Şey! Bütün eski yollar buraya getiriyordu, bütün eski ve d o lam baçlı yollar, korkuluklara yapışmış, basamakları sayarak ecel teri döktüğünüz sahanlıksız m e r ­ divenler, göğün uzun örtüleri altındaki en kısa yolların h ey eca n ı, ölülerinizin yanı başınızda yürüdüğü vahşi kır yolları, g e c e çakılları üzerinde h e r seferinde son diyerek kasabanın ışıklarına geri d ö n ü ş­ ler, gerçekleşen buluşmalar, g e rçe k le ş e m e y e n buluşmalar, kentteki ve kırsal kesim deki y e r değiştirm elerin tüm güzellikleri, tüm ta m a m ­ lanmış ve bitm iş çıkış ve geri gelişler buraya g elm ek içindi. H e r şey buraya sürüklüyordu, kıçını iskem leye yaslamış orta yaşlı adamın burnunu karıştırarak günün ağarmasını beklediği bu alacakaranlığa. Ç ü n k ü sö y le m e k bile fazla, buraları tan ım ıy o r daha. Ö y l e ki nasıl 34

bölgeyi bulup da dış kapıyı bulduğunu, nasıl dış kapıyı bulup da iç kapıyı bulduğunu ve nasıl iç kapıyı bulup da açm ayı becerd iğini anlamış değil, h içb ir zam an da anlayam ayacak bunu. N e olursa olsun hayatından m em nun. H a y ır abartmayalım.

Keyfi yerinde.

Çünkü sonunda bulunması gereken y erd e olduğunu biliyor. V e sonunda olması g erek en adam olduğunu biliyor. Başka bir yerde hepten gereksiz birine dönüşüverir, bir başkası da burayı anlamsız bir y e r olarak görebilirdi. A ma o h e r neye dönüşmüşse, y e r de h e r nasıl nitelikler taşıyorsa uyuşum mükemmel. Bunu biliyor. Hayır. Ö lç ü y ü kaçırm ayalım. H issed iy o r bunu. U yu m duyguları, yakın bir g ele cek için duyulan uyum önsezileri yadsınm az bir şey; tüm onun dışındaki unsurlar o olduğunda, ç içe k le r çevresindeki çiçekler, g ö k ­ yüzü üzerinde onu aydınlatan gökyüzü, çiğnediği toprak çiğ n ey en toprak ve bütün sesler onun yankısı olduğunda. T e k bir sözcükle özetlersek m erk ezin d e olacak sonunda, o n ca bıktırıcı yıl boy u nca çevresinde dolandıktan sonra. Pahalıya mal olmuş bu ilk izlenimler kuşkusuz mutluluk verici. N e büyük güvenlik duygusu! D o ğ a n ın bir yandan, insanın öteki yandan esnekliklerini düşündüğümüzde c o ş ­ kuya kapılm am ak elde değil. G e çm işin deneyimleri ve yanılgıları hangi renkler içinde ışıldar yeni ve g erçek boyutlarında: G eçilm esi gereken noktalardı yalnızca. Şey! Bütün günahlar bağışlanmıştır, fazlasıyla. Ç ünkü o gelmiştir. Şapkasını çıkarıp torbaları korkusuzca yere bırakmayı bile g ö z e alır. Bir düşünsenize! Varlığını kendi k e n ­ disi olmanın uzun sevincine tam bir arılık ve açıklıkla sunarak (bunu bir leğenin kusma edim ine kendini sunmasına benzetebiliriz) k o rk u ­ suzca çıkarır şapkasını, paltosunun düğmelerini ç ö z e r ve oturur. Y o hayır, işsizlikten değil. Çünkü yapacak iş var. M ü k em m el olan da bu. Bütün yaşamı b o yu n ca yüzeydeki bir uyuşukluğun acılarıyla çıkar g ö z etm ed en harcanan çabaların korkuları arasında salındıktan sonra kendini özellikle h içb ir şey yapm amanın en değerli ve en anlamlı bir edim olma özelliği taşıdığı bir durumda buluyor. O lu p biten nedir? Kaygı ve tiksinti içinde annesini, sütünü em erek rah at­ lattığından beri ilk kez, kendisine yararı tartışılmaz, kesin görevler verildiğini görüyor. Büyüleyici değil mi? Ama pişmanlığı, öfkesi kısa sürüyor ve genelde üçüncü ya da dördüncü ayın sonunda k ay bo lu ­ 35

yor. Bunun nedeni? Yapacağı işlerin doğası, bunların olağanüstü verimliliği nedeniyle yalnızca Bay K n o t t u n şahsı ve evi için çalışm a­ dığını ama aynı zamanda, hatta özellikle kendisi için, kendi varlığını yaşadığı yerde olduğu gibi sürdürebilmesi ve çevresindeki yerin de varlığını olduğu gibi sürdürebilmesi için çalıştığını sonunda anlama­ sı nedeniyle. Bu gevşetici düşüncelere karşı koy m ay a gücü y e t m e y e ­ rek ilk önceleri duyduğu yoğun pişmanlık sonunda yerini her şeyin iyi ya da en azından olabild iğince iyi olduğu inancına terk ederek eriyor, bütünüyle eriyor ve usulca dağılıyor, ö f k e s i de b e n z e r bir azalmaya uğruyor ve sonunda dingin ve neşeli, işlerine koyuluyor, patatesini dingin ve neşeli soyuyor, oturağı dingin ve neşeli b o şa ltı­ yor, algılama ve algılanma biçimleri dingin ve neşeli. Belli bir süre b oy unca. Çünkü Bugün biraz keyifsizim galiba, diyeceği gün g e le ­ cektir. Kendini keyifsiz hissettiği için değildir bu, tam aksine, o la­ sıysa h e r zamankinden gıcırdır keyfi. Şey! O la sıy sa her za m an k in ­ den gıcırdır keyfi ve Biraz rahatsız mıyım, diye sorar kendine. Sersem! H iç b ir şey öğrenem edi. H iç b i r şey. T elaşım ı bağışlayın. Ama korkunç bir gün bu (geçm işe bakıldığında), olup bitenin d e h ­ şetinin onu, bir aynada dilini, her zam ankind en daha serin ağ z ın d a­ ki her zam ankinden daha pem b e dilini in ce le m e k gibisinden iğrenç bir y ö n te m i uygulamaya ittiği bugün. Bir salı ö ğ le sonrasıydı, ekim ayıydı, ç o k güzel bir ekim öğle sonrasıydı. Avluda m erdivenin b a sa ­ mağına oturmuş duvardaki ışığa bakıyordum . G ü n e ş içindeydim , duvar güneş içindeydi. G üneştim ben, ek le m ek bile fazla, duvardım, merdiven basamağıydım , avluydum, yılın zam anıydım , günün z a m a ­ nıydım, ötekileri saym ayacağım tek tek. B ö y le c e kendi yollarının b ö y lesin e hoş bir kesişme noktasında, kendisinde, kendisiyle birlikte oturmuş olmak, kuşkusuz b o ş zamanı g eçirm en in herhangi bir b i ç i ­ m inden daha kötü değildir, üstelik de b irço ğ u n d an da iyidir k an ım ­ ca. O ö ğ le sonrası bir e c z a cı malası kadar düz ve geniş olan p ip o m ­ dan nefes çe k e rk e n göğsüm ün, yanılm ıyorsam bir pelikanınki kadar şişkinleştiğini hissettim. S e v in ç te n miydi? Y o hayır, belki de b ü tü ­ nüyle sev in çten değildi. Ç ü n k ü sözünü ettiğim değişiklik henüz gerçek leşm em işti. D e ğ iş im e uğramak üzere olan şey, bir kızlık zan gibi b e n im le sevincin bütün unutulmuş dehşetleri arasına giriyordu. 36

Ama göğsümün üzerinde artık durmayalım. Bakın şuna, öf sikeyim şu düğmeleri, bir tef kadar, uf, düz ve boş. G ö rd ü n ü z mü? işittiniz mi? Ö n e m i yok. N ered ey d im ? D eğişiklik. N ey d i niteliği? S ö y lem esi güç. Bir şey kaydı. İşte oradaydım, oturuyordum, sıcaktım, ay d ın lık ­ tım, pipomu içiyordum . Sıcak, aydınlık duvarı seyrediyordum , a n i­ den bir yerde, küçük bir şey kaydı, küçük minik bir şey kaydı. Kay... y y y ...y y y ... D U R D U . H e r şeyi açıkladığımı sanıyorum. Çamlarla okyanus arasında, yüz m etre yükseklikte, k o cam an bir kum dağı var ve orada, sıcak, aysız g e c e d e , kim seler görm ediğinde, kim seler din­ lem ediğinde, iki ya da üç m ilyonluk minik yığınlar halinde ta n e c ik ­ ler kayar, hep birlikte, belki iki ya da üç milimetrelik bir kaymayla ve sonra dururlar, h e p birlikte düzene uymayan tek bir kum tanesi bile bulam azsınız, işte hepsi bu kadar, bu g ecelik hepsi bu, belki de sonsuza kadar hepsi b u ; çünkü sabah gün ağardığında denizden esen bir yel onları birbirinden uzağa sürükler ya da daha küçük bir olası­ lıktır bu, bir yaya ayağıyla dağıtır onları. O sah öğle son rası,'böylesi bir kaymayı, m ilyonlarca küçük şeyin hep birlikte eski yerlerin ­ den, h e m e n yakınlarında bulunan yeni bir yere doğru, sanki bu yasakmış gibi, sinsice devinmelerini hissettim. Kuşkusuz bunu k eşfe­ den tek canlı bendim . Bundan içsel bir olayla karşı karşıya olduğumu çıkarsamak sanırım abartılı bir yaklaşım olacaktır. Çünkü nasıl s ö y ­ lesem, söz ettiğim devirde kişisel dizgem öylesine gevşekti ki bu dizgenin içindekini ve dışındakini birbirinden ayırt etm ek pek kolay değildi. O lu p biten h e r şey bu dizgenin içinde gerçekleşiyordu ve aynı zamanda olan biten h e r şey bu dizgenin dışında g e rçe k le şiy o r­ du. Sanırım h e r şey ç o k açık. Eklem ek bile fazla, olanları görm edim , işitmedim de ama öylesine som ut bir b içim de algıladım ki Lizbon'da, Lizbon'un kurtuluş günü canlı canlı göm ülen bir adamın hissettikleri benimkinin yanında usun yapay ve soğuk bir yaratısı olarak kalırdı. Duvardaki güneş (o anda duvardaki güneşe bakm am söz konusuydu çünkü) bir an içinde, kökten diye tanımlama cesaretini kendim de bulduğum bir değişikliğe uğramıştı. Aynı güneş, aynı duvardı ya da öylesine az yaşlanmışlardı ki fark tehlikesizce g ö z ardı edilebilirdi,ama bir anda öylesine değişmiştiler ki başka bir avluya, başka bir mevsime, meçhul bir ülkeye sürüklenmiş duyumsuyordum kendimi. 0

37

Aynı zamanda pipom (bir muz yoktu ağzımda çünkü) yararlandığım bir avuntu nesnesi olma özelliğini tümüyle yitirdi, ben de bu bir d erece mi yoksa bir saralının ağzına tıkılmış bir tıkaç mı diye kesinlem ek için çıkardım ağzımdan. Ü zerindeki incecik tüylerin, göğüs­ teki incecik tüylere özgü o güzelim biçim de titreştiğini duyumsadı­ ğım

göğsüm , üniversitedeki

sevgili

okutm anım ın

eskiden

ona

C recy'i hatırlattığım söylediği çukur ve kemikli içbükey görünümü­ ne kavuşmak için çö k tü iyice. Çünkü sidikli bir bastıbacak olduğum günlerden beri göğüs kemiğim ve belkem iğim hep neredeyse iç içe olmuştur. İşte o telaşla, kendimi rahatlatma zayıflığı içinde, kısa bir süre Önce yakalandığım kabızlık ve iştahsızlığımı sorumlu tuttum bu değişiklikten. Ama niteliği neydi bu değişikliğin? N e değişmişti ve nasıl değişmişti? D oğru bilgilendiysem eğer, basit bir değişiklikten öte bir şeyler olduğu duygusuydu değişen, b ö y le hissediyordum. Olağandışı bir yaşam başlamıştı, değişen buydu. S iz e bunu s ö y le ­ m ekten mutluluk duyuyorum, tersine bir dönüşümdü söz ettiğim. D efn en in D a p h n e haline gelişi. H e p aynı yerde duran bildik bir şeyin yeniden ortaya çıkışı. Bir adamın en sonunda aradığını, ö r n e ­ ğin bir kadını ya da bir arkadaşını bulması ve yitirmesi ya da ne olduğunun ayırdına varması gibi.

Bununla birlikte aramamanın,

istem em enin yararı yok; çünkü aramayı bıraktığınızda bulmaya b aş­ lamanız, istem ekten v azgeçtiğ in izd e de yaşamın, tüm iğrenç n im e t­ lerini siz kusuncaya kadar b o ğ az ın ızd an aşağı bo şaltm ay a koyulmasi; sonra kusmukları y in e - s iz bu kusmukları kusuncaya kadar ve nih ayet siz bu kusmuklardan hoşlan ın cay a kadar ağzınızdan b o c a etmesi. Issız adaya düşmüş obur, ç ö ld e kalmış ayyaş, tutukevine atılmış şehv et düşkünü, işte mutlu kişiler. Açlık, susuzluk ve cinsel tutkular içinde eski tıkınmalardan, eski ayyaşlıklardan, eski fahişelerden sonra, günbegün y en id en ve boş yere kıvranmak, işte m utlu­ lukların doruğuna en fazla yaklaştığım ız nokta, c e n n e t ve altın kapısı. T ü y o y u veriyorum size, gerisine karışmam. Ama basit bir değişiklikten ö te bir şeyler olduğu duygusu nereden geliyordu? V e hangi

gerçeklik

sorunsalıyla

ilintiliydi?

O rta d a n

kaldırılmasının

onuru hangi güçlere bağlanm alıydı? İşte bu sorulardan yola çıkılarak gün ağarana kadar, bütün g e c e , sabır g ö sterm ek koşuluyla bunlarla 38

bağlantılı başka sorular da sorulabilir. N e y azık ki aktarmam gereken uygulayımsa! nitelikli bilgiler var, yani ayrılmadan ö n c e kapatmam gereken bir hesabım ya da ö d e n e c e k bir b o rcu m söz konusu. Ö y le y s e nereden geldiğini, nerey e gittiğini h iç araştırmadan, şu söz ettiğim varlık, var o lm am ış olanın şu iç varlığı, şu dış varlığı, şu arada varlığı konusunda sürüp gittiği sürece bir yanılsamayla karşı karşıya olm adığım a inandığımı sö y le m ek le y e tin e c e ğ im . Ama başka ne o l a ­ bilir diye en ufak bir şey düşünüyorsam siksinler beni. Ama bütün bunları ve öteki şeyleri, zamanı g elin ce siz kendi başınıza d e ğ e rle n ­ direceksiniz ya da h alinize bakılırsa kararsız kalmayı y e ğ le y e c e k s i­ niz. Ç ü nkü b en im başıma gelmiş olanlar, benim başıma gelenler, sizin de başınıza g e le c e k diye ya da sizin başınıza gelenler, sizin başınıza g e le c e k olanlar b en im başıma geldi diye ya da daha doğru­ su, sizin başınıza gelirse, ben im başıma geldiyse, bunun bir kural olarak ben im sen m esi gerektiğini söy lem ek istediğimi sakın düşün­ m eyin. Ç ü nkü doğrusunu sö y le m ek gerekirse aynı şeyler hepim izin başına gelir, özellikle de bizim durumumuzdaki adamların, her nasıl adamlarsak işte, bir tenezzül etseydik ö ğren m eye. Ama ben, bir zam anlar uzaktan tanıdığım Bay Ash'dan daha kötü durumdayım. Bir akşam W e s tm in s te r Bridge'de karşılaştım onunla. Rüzgâr müthiş esiyordu. K ar müthiş bastırmıştı. M üthiş bir kafa selamı verdim. Boşuna. Bir eliyle beni tutarak dişleriyle öteki elinden iki çift deri eldiven çekti, kalın yün atkısını gevşetti, paltosunun, hırkasının, ceketinin, iki yeleğinin, g öm leğinin, üst üste giydiği iç çam aşırları­ nın düğmelerini art arda çö zü p önünü açtı, boynuna astığı ve tabii ki yanı başında bir haç bulunan güderiden bir kılıfın içinden paslan­ maz çelikten, kapaklı bir c e p saati çıkardı, kapağını açtı, gö zü ne yaklaştırdı (akşam oluyordu), aynı işlemleri bu defa tersine g e r ç e k ­ leştirdi, ilk halini yeniden aldı, T a n rı tanığım dır ki beşi on yedi dakika geçiyor, eşinize saygılarımı sunarım (h iç evlenm edim ben ), dedi, kolumu bıraktı, şapkasıyla selam verdi ve uzaklaştı. Bir saniye « sonra Big Ben (adı bu mu?) altıyı vurdu, işte ister kendiliğinden verilsin isterse istek üzerine aktarılsın her türlü bilginin niteliği. Bir taş mı arzuluyorsunuz, ekm ek isteyin. Bir ekm ek mi arzuluyorsunuz, pasta isteyin. Bu Ash, benim zamanımda, saygıyla, D o n a n m a Bürosu 39

Yardımcı M üdür Muavini denilen kişilerdendi, bunun yanı sıra da başka bir sürü özelliği vardı, kısacası çevremizde yığınla bulunan mikroplardan biriydi. Ecel vakitsiz çaldı kapısını, bir hafta sonra sizlere ömür, vücudunu yağladılar, kutsadılar, cep saati temizlikçi kadına kaldı. Şahsen ben, kuşkusuz her şeyden pişmanlık duyuyo­ rum. T e k bir söz, tek bir sevinç, tek bir davranış, tek bir ses, tek bir düşünce, tek bir gözyaşı, tek bir kuşku, tek bir korku, tek bir evet, tek b ir hayır, tek bir göt, tek bir am, tek bir susuzluk, tek bir üzüntü, tek bir gülüş, tek bir nefret, tek bir isim, tek bir yüz, ne bir saat, ne de bir y er var hatırladığımda bana pişmanlık verm eyen. Hepsi bir b ok yığını. Bununla birlikte sabahtan akşama kadar, lisansüstü sınav­ larıma oturmuş çalışırken kıçımdaki şu çıban olmasaydı... Gerisi bir b o k yığını. Salı somurtmaları, çarşamba homurdanmaları, perşembe öfkeleri, cuma söylenmeleri, cumartesi dem lenm eleri, pazar uykula­ rı, pazartesi uyanışları, pazartesi uyanışları. Vuruşlar, darbeler, ayak ­ la yapılan, ağızla yapılan, bam, güm, acıyın, ay, ay, acıyın, bam, güm, vuruşlar, darbeler. V e şu zavallı, yaşlı, bitli, yaşlı yeryüzü, benim yeryüzüm ve babamınki ve anneminki ve babam ın babasınınki ve annemin annesininki ve babam ın annesininki ve annem in babasınınki ve babam ın annesinin babasınınki ve annem in babasının annesininki ve babamın annesinin annesininki ve annem in babasının babasınınki ve babamın babasının annesininki ve annem in annesinin babasınınki ve babam ın babasının babasınınki ve annem in annesinin annesininki ve öteki insanların babalarınınki ve annelerininki ve babalarının babalarınınki ve annelerinin annelerininki ve babalarının annelerinki ve annelerinin babalarınki ve babalarının annelerinin babalarınınki ve annelerinin babalarının annelerininki ve babalarının annelerinin annelerininki ve annelerinin babalarının babalarınınki ve babalarının babalarının annelerininki ve annelerinin annelerinin babalarınınki ve babalarının babalarının babalarınınki ve annelerinin annelerinin annelerininki. Bir pislik yığını. Ö te k ile rd e n iki hafta ö n c e yeşeren safranlar ve karaçam lar ve kanlı koyun plasentalarıyla kızarmış otlaklar ve uzun yaz günleri ve yeni biçilmiş kuru otlar ve sabah yabangüvercini ve ö ğ le sonrası gugukkuşu ve akşam bıldırcın kılavuzları ve reçelde yabanarıları ve katırtırnaklarının kokusu ve 40

katırtırnaklarımn görüntüsü ve düşen elm alar ve dökülmüş yapraklar üzerinde yürüyen ço cu k lar ve ötekilerd en bir hafta ö n c e sararan karaçam ve düşen k estan eler ve uluyan rüzgârlar ve dalgakıranın üzerinde parçalanan d eniz ve ilk ışıklar ve yoldaki toynaklar ve P ica rd yd e Güller A ç ıy o r u ıslıkla çalan veremli postacı ve bildik gaz lambası ve doğallıkla kar ve tabii dolu ve yüreğiniz ferahlasın çam ur ve dört yılda bir şubatta buzların çözülm esi ve sonu gelm ey en nisan sağanakları ve safranlar ve sonra yen iden başlayan tüm bu aşağılık düzen. Bir kepazelik. T ü m bunlara bugünkü bilgilerimle donanmış olarak yen id en başlayabilsem sonuç aynı olurdu. T ü m bu bilgilerle donanm ış olarak üçüncü k e z başlayabilsem sonuç aynı olurdu. V e her birinde bir ö n ce k in d e n biraz daha fazla bilgiyle donanmış yüz kez yen id en başlayabilsem sonuç hep aynı olurdu yine, yüzüncü yaşam ilk yaşamdan farksız, yüz yaşam tek bir yaşama indirgenmiş. Bir iğrençlik. Ama bu gidişle bütün gecey i burada geçireceğiz. Bütün geceyi burada geçireceğiz. Geçireceğiz bütün geceyi burada, Burada geçireceğiz bütün geceyi, Geceyi burada geçireceğiz bütün, Sessizliğiz biz, karanlığız, nefesiz, îşte burası, gece ve biz, Soluklanmak kaçışın bitiminde, Soluklanmak kaçışın tam içinde. #



Heyl işittiniz mi bunu? Harika bir şey. Şey! Hassiktir! işte böyle! Şey! Şey! Şey! Gülüşüm, Bay... Efendim? Buharlı makine gibi mi? Şey! Gülüşüm, Bay W a tt. İlk adınızı yollarda mı yitirdiniz? Evet. D aha çok uluma diye nitelendirebileceklerimi bir yana bırakırsam b e n c e üç tür gülüşün üzerinde durmaya değer,- yani acı, zorlam a ve neşesiz olanların üzerinde. Bu gülüşleri -n a sıl s ö y le s e m ? - usumuzda art arda oluşan sıyrıklara, çiziklere benzetebiliriz, birinden ötekine geçişi de azdan çoğa, alçaktan yükseğe, dıştan içe, kabadan inceye, özdekten biçim e geçişe. Bugünkü neşesiz gülüş bir zamanlar z o rla­ maydı, bugünkü zorlama gülüş bir zamanlar acıydı. Ya bugünkü acı 41

gülüş bir zamanlar neydi? Gözyaşlarıydı Bay W a tt , gözyaşlarıydı. Ama bununla zamanımızı yitirmeyelim, bununla artık zamanımızı yitirm eyelim Bay W a tt . Hayır. N eredeydim ? Acı, zorlama ve şey, şey, neşesiz gülüşlerde. Acı gülüş iyi olmayan şeylere güler, ahlaki bir gülüştür. Z orlam a gülüş doğru olmayan şeylere güler, yargılayıcı bir gülüştür. İyi olmayana! D o ğ ru olmayana! Neyse! Ama neşesiz gülüş şiirsel gülüştür, burnumuzdan çıkarırız bunu, şey, işte böyle... Gülüşlerin gülüşüdür, risus p u ru s tu r,* gülüşe gülen gülüştür, en yüce şakaya şaşkınlıkla sunulan saygıdır, kısacası -su su n lü tfe n !- mutsuz­ luklara gülen gülüştür. Kuşkusuz ben şahsen yaptığım her şeye piş­ manım. H e r şeye, her şeye, her şeye. T e k bir sözcük, tek bir... Ama bunlardan daha ö n c e söz etm em iş miydim size? Em insiniz değil mi? Peki. O halde hüzün duygusuna ç o k b e n z e y e n , şu anki duygularımı anlatayım size, aralarındaki benzerlik öylesine çarpıcı ki bir ayrım yapamıyorum. Evet. Şu anın, o n ca saat, o n c a mutlu saat, o n ca m ut­ suz saat ve en kötüsü de onca ne mutlu ne de mutsuz saat geçirdiğim Bay Knott'un topraklarında, şu yeryüzünde yaşayacağım son san iy e­ ler olduğunu düşünmek ve h o ro zlar ö tm e y e başlamadan ya da en g eç bunun biraz ardından, yorgun, kısa bacaklarım ın gücü y e t tiğ in ­ c e beni uzaklara götüreceğini, daha da yorgun b ed enim i, hepsinden yorgun kafamı, o n ca zamandır umutlarımın bağlandığı bu durumdan ya da yerden uzaklara, birbirlerine y o rg u n ca ek lenen adımlarımın y e ttiğ in c e uzaklara götüreceğini düşünmek, yorgunluktan pestile dönmüş, küçük şişko popom ve g ö b e ğ im , cılız g övd em , bir pamuk ipliğine bağlanm ışçasına eğreti duran zavallı, küçük, ağır kel kafam ­ la, külrengi hava içinde, ortalama çabukluktaki umutsuz bir adama sunulan üç yüz altmış y ö n d e n herhangi birinde g ittik çe hızlanarak ve h e r adımda daha da uzaklaşarak gittiğimi düşünmek,- g elecek nesiller hayran kalsın, inekler, atlar, koyunlar, k e çile r gelsin ve sür­ tünerek kaşınsın, insanlar ve k ö p ek le r işesin, okumuş kişiler bakıp da derin düşüncelere dalsın, düş kırıklığına uğramışlar partizanca s lo ­ ganlar çiziktirsin ve âşıklar bir kalp içinde tarih düşerek adlarını ölümsüzleştirsin, arada sırada da b enim gibi yalnız bir adam oturup sırtını dayasın ve güneş parıldıyorsa eğer, yüzünü güneşe verip bir Arı (/>urus) gülüş (risus) an lam ın d a L a tin c e bir deyim , ( ç .n .)

42

uyku tuttursun diye taştan bir y o n tu y a ya da bir alanın ya da bir dağın yam acına dikili bir taşa d ö nü şm ek ten başka b ir tutku duym a­ dan içim de sık sık dönüyorum geriye, duraklamadan ilerlerken kolay değil bu ve gözlerim yaşlarla dolu. Evet, büsbütün hüzün duygusuna b e n z e y e n bir duygu var içim de, geçm işe, günüm üze ve g e le c e ğ e ilişkin şeylerin hüznü, tabii bütün bu şeylerin beni ilgilendirmesiyle sınırlı hüznüm , neden derseniz şimdilik başka insanların sorun ve dertleriyle, daha şimdiden bir pamuk ipliğine bağlıymışçasına eğreti duran kafamı y o rm a m söz konusu değil, bu duygunun benim gibi şey, kimsenin yadsıyam ayacağı düşünsel yetilere sahip biri için, cinsel organlarının pamuk ipliğine bağlı bir eğretiliğe dönüştüğünü hisseden bir şehv et düşkününün tedirginliğine ya da bedensel ö z e l ­ liklerine gö re başka başka insanların duyacağı başka tedirginliklere b e n z e r dertler yaratacağı kuşku götü rm ez bir gerçek. Evet bu anlar, sizin anlarınız, b en im anlarım bir araya gelip değiştirdiler bizi, öyle ki o nlar dörtnala - t i k tak tik tak— kalktıklarından bu yana, yalnızca aynı kişiler o lm aktan çıkm akla kalmıyor,- ama artık aynı kişiler o lm a ­ dığımızı da biliyoruz, artık yalnızca aynı kişiler olmadığımızı b il­ m ekle de kalmıyor,- ama artık neden aynı kişiler olmadığımızı da biliyoruz, siz daha bilgesiniz,- ama daha hüzünlü değil, ben daha hüzünlü,- ama bilge değil çünkü ben bilgelikten yana nasibimi fazla­ sıyla aldım oysa hüzün yaşam boyu hep eklem elerde bu lu n abilece­ ğimiz türden pul y a da yumurta biriktirmek gibi bir şey, her y en isin ­ den sonra insanın kendini daha kötü duyumsamadığı bir şey, öyle değil mi? O y s a biri, bir başkasının y erine geçtiğind e, yerine geçilen konusunda bir şeyler bilm ek yeni gelenin yararına olacaktır, öte yandan, aynı zamanda bunun karşıtı zorunlu olarak doğru değildir elbette, yeri alınan kişinin yerine g e ç e n için büyük bir merak duy­ ması pek b ek le n em ez dem ek istiyorum. Ü zü lerek belirteyim, s ö z ü ­ nü ettiğim ilginç ilişki vekâlet yoluyla kurulur. Biri eve ayaklarını sürükleye sürükleye yaklaşan, biri de uzaklaşan iki temizlikçi kadını örnek olarak alalım (temizlikçi kadın diyorum,- ama ne dem ek iste­ diğimi anlıyorsunuz), İkincisi ilki eve ayaklarını sürüye sürüye g ir­ meden kendini dışarı atmış olduğundan aralarındaki mesafe,- evin önünde olsun, birinin varmak, ötekinin uzaklaşmak için tramvay ya 43

da otobüs ya da taksi ya da fayton durağından, tren istasyonundan, m ey hanenin bir köşesinden ya da kanalın kıyısından başlayarak kaçınılm az biçim de izlemeleri gereken yolda olsun, en küçük bir karşılaşma olasılığını ortadan kaldıracak kadar fazla. Şimdi ilkine M ary, İkincisine de Ann adını verelim ya da daha iyisi ilkine Ann, İkincisine M a ry diyelim ve bir de üçüncü kişi, evin sahibi ya da sahibesi olsun,* çünkü böylesi bir yüce varlığın olmaması halinde, temizlik için eve yaklaşıyor olsun, temizlik yaptığı evden uzaklaşı­ y o r olsun ya da temizlik yaptığı evde hareketsiz ö y le ce duruyor olsun, temizlikçi kadının varlık nedeni ortadan kalkar. O zaman varlığı Ann ve Mary'nin varlığını tem ellendiren, dilerseniz bir b a k ı­ ma Ann ve Mary'nin varlıklarının da kendi varlığını tem ellend ird iği­ ni söy ley eb ileceğ im iz bu üçüncü kişi M ary'ye, hayır, M a ry daha şu sırada uzaklarda ve tramvayda, otobüste, trende, takside, faytonda, m eyhanede ya da kanal kıyısında yerini almış bulunduğundan, Ann'a, Jan e, der, Bak M ary sabahları başladığı bir işi bitirdiğini var­ sayarsak, bu işi bitirdiğinde şunu yapm aya koyulurdu yani g e r ç e k ­ leştirilecek görevin önünde aşağı yukarı dikey ve rahat bir b içim de yerini alır, orada ö y le c e sakin sakin durur ve soğan ile nane pastille­ rini sırayla ağzına atardı, yani ö n c e bir soğan, sonra bir pastil, sonra başka bir soğan, sonra başka bir pastil, sonra başka bir soğan, sonra başka bir pastil, sonra başka bir soğan, sonra başka bir pastil, sonra başka bir soğan, sonra başka bir pastil, sonra başka bir soğan, sonra başka bir pastil, sonra başka bir soğan, sonra başka bir pastil, sonra başka bir soğan, sonra başka bir pastil, b ö y le c e sürüp giderdi ve doğan günle birlikte id'in kuruntularının silinmesi gibi burada bulu­ nuşunun nedeni usundan yavaş yavaş silinirdi ve o ana kadar yükünü y iğ itçe taşıdığı tem izlik bezi parmaklarından kayar ve tozun içine düşer ve orada anında çevrenin rengiyle (gri) kaplanır ve g ele cek bahara kadar g ö zd en kaybolurdu. B ö y le c e M ary 'm iz bu bahtsız evde geçirdiği son h iz m e t yılı b o y u n c a , ayda yirmi altı-yirmi yedi ortala­ mayla, halis yünden, güzelim toz bezlerini kaybedip duruyordu. O y s a şimdi sorm am ız gereken şu, M ary'nin çevresini algılayam aya­ cak kadar bilincini yitirm esine yo l açan düşler nelerdi? D aha az zahm etli ve dolgun maaşlı bir iş düşü mü? C insel ö z lem ler mi? 44

Çocukluk anıları mı? Â detten kesilm enin sıkıntıları mı? Ö lm ü ş ya da meçhul bir yere gitmiş sevilen bir varlığa duyulan hasret mi? Sabah gazetesinde okuduğu atyarışı bülteninin zih n in d e canlandırılması mı? Ö lm üşlerinin ruhlarına ettiği dualar mı? İçini döken bir kadın değildi. H atta ilkece, konuşm anın her türüne karşı olduğunu s ö y le r­ sem, sanırım yan ılm ayacağım . Günler, haftalar g e ç e r de Mary'nin beş parmağıyla sıkı sıkıya tuttuğu bir besin maddesi dışında başka bir amaçla ağzını açtığı asla görülm ezdi. H iz m e tiy le ilgili sayısız takdir b elg esin e sahip olsa da toplum ca sindirime yararlı diye b en im senen kaşık, b ıça k ve hatta çatal bile kullanmayı bir türlü alış­ kanlık edinm em işti. Ö t e yandan iştahı muazzamdı. Mary'nin belli bir süre içinde tükettiği besin miktarı ya da vitamin, ortalama sağlık­ lı bir kişinin aynı sürede tükettiğinden ç o k muydu, hayır. Ama iştahı dur durak bilm em esi açısından muazzamdı. Sıradan insan yer, sonra bir süre dinlenir, sonra y en id en yer, sonra yeniden dinlenir, sonra y eniden yer, sonra y e n id e n dinlenir, sonra yeniden yer, sonra y e n i­ den dinlenir, sonra y en id en yer, sonra yeniden dinlenir ve b ö y le ce bazen y iy erek b azen de midesini dinlendirerek açlık gibi güç bir sorununu, buna susuzluk diye bir eklem e de yapabilirim, elinden g eld iğince ve talihinin de yardımı ölçüsünde çö z ü m le m ey e çalışır. İştahsız biri olsun, ortalama iştahlı ya da ç o k iştahlı biri olsun, e t y e ­ mez, doğacı, yam yam , bo k yiyen olsun, yem ek saatini iple çeken ya da yed ikten sonra acı acı yerinen biri ya da her ikisini de yapan biri olsun, kakasını kolayca yapsın ya da kabız olsun, geğirsin, kussun, osursun ya da başka bir biçim de, kendine pek uymayan bir perhizin, doğuştan bir rahatsızlığın ya da küçük yaşlarda edinilmiş kötü alış­ kanlıkların sonucunda kendini tutmayı b ecerem esin ya da iplemesin, Jan e, şöyle diyeyim, bunlardan biri ya da birçoğu ya da hepsinin toplamı ya da hepsinin ötesi ya da tam aksi hiçbiri olmayıp b am b a ş­ ka biri olsun, örneğin açlık grevinde ya da katatonik bir uyuşukluk içinde ya da yalnızca sağlık uzmanlarınca bilinen nedenlerle b e sin ­ lerini lavman yoluyla almak zorunda olsun, y em ek diye adlandırdı­ ğımız şeyi, isteyerek ya da istemeyerek, zevkle ya da acıyla, başarıy­ la ya da başarısızlıkla, ağzından, burnundan, derideki g ö z e n e k le r­ den, sonda aracılığıyla ya da arkadan bir şırınga yardımıyla aşağıdan 45

yukarı doğru, şu ya da bu biçim de kullandığı yadsınamaz bir gerçek olarak karşımızdadır ve onlar olmadan g enelde anladığımız anlamda yaşamı sürdürem eyeceğim iz beslen m e edimlerinin arasına da, ü z e­ rinden olsa olsa birkaç saat geçm iş, bir piyano ve viyolonselin olası ezgilerinin eşliğinde neşeyle m ideye indirilmiş örneğin kirazşarabı, çorba, bira, balık, İngiliz birası, et, bira, sebze, tatlı, meyve, peynir, İngiliz birası, kızarmış ekm ekle hamsi, bira, kahve ve duadan oluşan yarı sindirilmiş ağır kütlesiyle yavaş ve emin b içim de toprağa doğru yol almaya hazırlanan besinler toplam ına kimusun ya da kilusun ya da her ikisinin de ani bir saldırı başlatmasına neden olan yatan bir üçlü bahis, bir çocuğun dünyaya gelişi, bir borcun ödenm esi, bir alacağın tahsili, vicdanın sesi ya da büyük sempatik sinir sisteminde başka bir şok gibisinden ö n ced en kestirilem eyen koşulların yol a ç tı­ ğı m etabolizm a hareketlerinin beklenm ed ik artışı sonucunda, v a z g e ­ çilm ez nitelikte olmasa da en azından hoşa giden tatlar sunacak, ayaküzeri atıştırılan iki lokma, iki yudum içki ya da hafif b ir y em ek benzeri şeyleri saymazsak h e r türlü besind en muaf d inlenm e devre­ leri girer. M a ry bütün gün boyu, yani günün ağardığı saatten ya da en azından yataktan kalktığı, daha doğrusu bu mutsuz evin derinlik­ lerinde ilk kez gözüktüğü h iç de erken sayılam ayacak uyandığı saatten g ecenin ilerleyen saatlerine kadar y e m e k yiyordu,- h e r akşam sofrayı kaldırmadan olduğu gibi bırakarak büyük bir dakiklikle sekizde yatağa giriyor ve söy lenenlere bakılırsa eşi b en zeri g ö rü lm e ­ miş, kendi deneyim lerim e dayanarak, bütün g e c e b o y u n c a azalm a­ dan

sürüp

gid en

gürültüsünü

göz

önünde

bulundurduğum da

M ary'nin de ço ğ u kadınlar gibi kimi durumlarda başka türlü davran­ mak olanaksız olmasa da güç olan, tehlikeli ve iğrenç bir alışkanlık b içim in d e

tanım layacağım

sırtüstü uyuduğu sonucuna vardığım

horlamalarının yalancıktan olm adığını varsayarsak anında kurşun gibi ağır bir uykuya dalıyordu. İşte böyle! Şimdi M a ry bütün gün boyu, sabah gözlerini açtıktan g e c e uykuya y en ik düştüğü vakte kadar yiyordu diyorsam, bu süre b o y u n ca h iç b ir an M ary'nin ağzı yarıdan fazla b o ş ya da dilerseniz yarıdan az dolu değildi,- çünkü g e n e ld e b e n im se n e n b ir lokmayı bitirdikten sonra ötekini ağza atma alışkanlığına M a ry k ü çü m s e n m e y e ce k h iz m et b elg elerine karşın bir 46 CÜ>^ ,,='

kendinden emin, alman em re göre, pasta, sandviç, soğan ya da pata­ tesi yakalıyor. İlki aşağıya dolm ak için inerken boşalm ak için yukarı çıkanla, çıkış ve varış noktalarından eşit uzaklıkta bir noktada karşı­ laşıyor.

U çuşan kollar, ezip öğüten ağız, yutan b o ğ a z dışında

Mary'nin tek bir kası kım ıldam ıyor ve hepsinin yukarısında bir düşte y itm işçesine duran yüz insanı çarpıyor, Ja n e ama Ja n e inan bana, h içb ir şey uydurmuyorum. Şimdi şu ana kadar henüz sözünü e t m e ­ diğimiz Mary'nin bacaklarına gelirsek, şey, kış ve yaz... Kış ve yaz. V e b ö y le c e sürüp gidiyordu. Yaz! D ö şeğ im d e , o pek iyi bildiğiniz kızıl paravananın ardında ölürken Bay W a tt , o sözcük işitilecek belki d e; yaz ve yazla ilgili sözcükler. O nları ç o k sevdiğim için mi, hayır. Ama kimileri papazı çağırır, kimileri de güneşin bir yük olduğu uzun günleri. Yazdı buraya ayak bastığımda. Şimdi burada işim bitiyor, başka bir yerde karşılaşmazsak

(sağlık durumumu g ö z

önünde

bulundurursak pek olası g ö zükm ü yor bu bana) bir daha işitm e y e ce k ­ siniz sesimi. Evet, birazdan sizi burada ben im yerim de, önünüzde tüm ardımdakileri ve önümdekileri, şey, tüm önüm dekileri bırakarak kalkacağım, hayır, oturmuyorum zaten, birazdan ayrılacağım bura­ dan, iki ayağım üzerinde güçlükle durarak gördüğünüz şu giysiler içinde, ceb im d e sabah ve akşam dişlerimi fırçalayabileceğ im bir fır­ çam ya da cüzdanımda ö ğ le sıcağı kendim e bir ç ö r e k alacak kadar bile param olmadan, umutsuz, arkadaşsız, tasarısız, am açsız ya da şu iyi yürekli bay ve bayanların önünde çıkarıp selam v ere ceğ im bir şapkasız,- dış kapıya varana kadar iki yanı ağaçlı yolu, şafağın külrengi içinde son bir defa daha gücümün y e ttiğ in c e iz le y eceğ im , elveda, dikenli yollara düşeceğim, oradan da - h o p p a ! - zorlu kaldırımlara ve b ö y le c e adımlarımın gücü yettiği ö lçü d e uzaklaşacağım buradan, tozlu, budanmam ış kurtbağırları yanağım ı sıyıracak, ben h e r g eçe n an biraz daha gü çsüzleşeceğim , biraz daha kavrulacağım, birileri bana acıyana kadar ya da T a n r ı m erh am et e d e n e kadar ya da daha iyisi h e r ikisi de olana kadar sürecek bu, bunların gerçekleşm em esi halinde de yolun ortasında yıkılıp kalacağım ve kalkam ayacağım yerim d en , sinekler başıma üşüşmüş olacak, bir güvenlik görevlisi gelip tutuklayacak beni. Yazd ı. Evde ü ç adam vardı, bildiğiniz gibi Bay K n o t t adını verd iğim iz evin efendisi, bildiğim kadarıyla V in c e n t 48

adlı eski bir uşak, bir de yanılm ıyorsam W a l t e r adını taşıyan ve y a l­ nızca daha sonra işe başladığını gösterm esi açısından yeni d iy e b ile ­ ceğ im iz bir uşak. İlki burada yatağınd a ya da en azından odasında. Ama İkincisi, yani V in c e n t artık burada bulunmuyor, bunun nedeni de ben geldiğim de kendisinin buradan ayrılmış olması. Ama üçüncüsü yani W a lt e r da artık burada bulunmuyor. Bunun nedeni, Erskine geldiğinde onun buradan ayrılmış olması, aynen ben im geldiğimde V in cen t'ın buradan ayrılmış olması gibi. Ben, yani Arşene de artık burada bulunmuyor,* bunun da nedeni sizin gelm enizle birlikte bura­ dan ayrılıyor olm am , aynen b en im geldiğim de V in cen t'ın , Erskine'in geldiğinde W alter'ın ayrılmış olması gibi. Ama Erskine, yani bir ö n ce gelen ve bir sonra gid ecek olan Erskine hâlâ burada, yeni günün o n a hazırladıklarından yani m eslekteki yükselişi, yeni bir yüz ve görünen sondan habersiz uyuyor. Ama başka bir akşam, göğün ışıkları ve yeryüzünün renkleri silinir ve kapı rüzgâra ya da yağmura ya da doluya ya da kara y a da çamura ya da fırtınaya ya da dingin yazın ılık kokularına ya da buzun dinginliğine ya da uyanan toprağa ya da hasadın sessizliğine ya da karanlıkta farklı yüksekliklerden düşüp toprağa asla aynı zam anda değm eyen, sonra karanlığın içinde kızıl, kahverengi, sarı ve gri kümeler halinde, kısa bir süre hızla sürüklenen ve sonra ö te d e beride yığınlar oluşturarak okuldan neşeyle evlerine dönen, yaklaşan A zizler Yortusu, Ö lü ler Yortusu, N oel ve yeni yılı - ş e y — evet yeni yılı mutlulukla karşılamaya hazır­ lanan kız ve oğlanların ayakları altında ezilm ek için bir araya to p la ­ nan ve daha sonra bahar, fakirlerin yakacak gereksinmelerini sağla­ mak amacıyla eski el arabalarına doldurulan yapraklara açılır ve bir adam gelir, kapıyı arkasından hızla çarpar ve Erskine gider. Sonra başka bir gece, başka b ir adam gelir ve daha g eçenlerd e gelmiş olan W a t t gider çünkü geliş gidişin gölgesindedir, gidiş de gelişin g ö lg e ­ sinde, işin can sıkıcı yanı burada işte. Bununla birlikte ne gelen ne de giden,* ama yeni bir em re kadar meşe, karaağaç, gürgen ve dişbu­ dak örnekleriyle yetinirsek bir meşe, bir karaağaç, bir gürgen, bir dişbudak gibi hep yerinde çakılı izlenimi veren biri de vardır, s ö y le ­ mek bile fazla eski işverenimden söz ediyorum,* onun dallarına kura­ rız yuvamızı kısa bir süre boyunca. Bununla birlikte onun da bir 49

zam anlar buraya gelmiş olması gerekiyor yoksa nasıl anlamlandır­ mak buradaki varlığını ama bir başkası geldiğinde, bize inanılmaz görünse de er ya da g eç bir gün gitm ek zorunda kalacaktır. Ama yaşlı anacığım ın iç g eçirerek eskiden yaşlı babacığım a (gayri meşru bir ço c u k değilim çünkü) söylediği gibi görünüş ço ğ u kez aldatıcı­ dır,- bu izlenimi yaşlı b abacığım ın iç geçirerek, T a n r ı y a şükürler olsun, diye paylaştığını hâlâ duyar gibiyim , bu onaylamayı yaşlı anacığım ın iç geçirerek, hâlâ etkisinden kurtulamadığım içime işle­ y en bir sesle, Amin, diyerek evetlem esini de. Y a da bir yerlerden gelinm eyen bir geliş, bir yerlere g ö tü rm ey en bir gidiş ya da bir am acın peşinde olm ayan bir g ö lge var mıdır, ne dersiniz? Çünkü içinde geldiğimiz gidişin şu gölgesi, içinde gittiğim iz gelişin şu g ö l ­ gesi, içinde beklediğim iz şu gelişin ve gidişin gölgesi, eğ e r ulaşılacak bir amacın, ç iç e k verişi solgun bir tom urcuklanm a olan to m u rcu k ­ lanmanın solmasından, solmanın tom urcuklanm asından başka bir şey olmayan bir amacın gölgesi değilse, nedir peki? için d e bulundu­ ğum durumu g ö z önü ne aldığınızda iyi konuşuyorum deneb ilir değil mi? V e bu geliş bizim gelişimiz değilse, bu kalış b izim kalışımız değilse ve bu ayrılış bizim ayrılışımız değilse bir am acın gölgesinin yokluğunda bir geliş, kalış ve ayrılıştan başka nedir ki? V e şimdi am açsızca gidiyor gözüksem de hiç de ö y le değil aslında, nasıl g e l ­ diğimde amaçsız gelm ediysem , ayrılırken de am açsız gitm iyorum buradan, tek fark bir zam anlar dipdiri olan am acım ın şu anki pörsümüşlüğü, hani altı da bir üstü de b ir derler ya Ingilizler, öyle. Y oksa Irlandalılar mıydı? Ama V in c e n t ve W a l t e r a d ö n e rsek aşağı yukarı sizin boyunuz, kalıbınız ve cüssenizdeydiler, yani iri, kemikli, y o k ­ sun ve yoksul, yabanıl ve paytak, çürük dişli ve s ö y le n en lere b akılır­ sa aşırı yalnızlığın etkisiyle k o ca m a n kırmızı burunlu adamlardı, b en se Erskine'e ç o k ben ziy o ru m , Erskine de b an a ç o k b en ziy or, yani kısa, şişko, yoksul ve yoksun, yağlı, kirli, eğri bacaklı, ö n d e ve arka­ da b e n z e r b içim d e çıkıntı yapan k o c a g ö t ve gö b ek li. Ç ü nkü Bay K n o tt, çevresinde kendisiyle ilg ile n ece k hiç kimse istemediği fısıl­ danıyorsa da; kendi işleriyle kendi başına ilgilenm ekten bütünüyle aciz olduğu için, çev resind e bililerinin bulunmasına gereksinm e duyduğundan, son u çta o lab ild iğ in ce az sayıda kısa, şişko, yoksun ve 50

yoksul, yağlı ve kirli, eğri bacaklı, k o ca g ö t ve göb ek li adamlar, bunlar bulunmadığı takdirde de olabild iğ ince az sayıda iri, kemikli, yoksun ve yoksul, yabanıl ve paytak, çürük dişli, kırmızı burunlu adamlar istiyordu çevresinde, kendisiyle ilgilensinler diye,- bununla birlikte bu iki tür adamın da bulunamadığını varsayarsak siz, V i n c e n t ve W alter'dan olduğu kadar Erskine ve b e n d e n de bedensel olarak farklı, bir başka türde, ayrı ö zelliklerd e kişilerle y e tin e b ile ce ğ i s ö y ­ lenebilirdi, y a ln ız ca yoksul ve yoksun, bir de az sayıda olmaları koşuluyla, makul g eliy o r mu bu size? Ç ünkü Bay K n o t t u n herhangi bir şeye fazlasıyla bağlı olduğu söylenebilirse bu yoksunluk, y o k su l­ luk ve sayıca azlıktı ama y in e de güvenilir çevrelerden duyduğuma göre çevresinde kendisiyle ilgilenm ek üzere bulunan kişiler yoksun, yoksul ve sayıca az olmasalar onlardan seve seve vazgeçebilirdi. Ama kendisine baksınlar diye çevresinde y alnızca bir yandan sizin gibi iri, kemikli, yoksun ve yoksul, yabanıl ve paytak, çürük dişli, kırmızı burunlu ö te yandan b en im gibi kısa, şişko, yoksun ve yoksul, yağlı ve kirli, eğri bacaklı, k o ca g ö t ve göbekli adamlar tuttuğu kesin, belki de g e ç e n uzun zam an içinde bir kısmının izi yitip gitmiş, kim bilir... Ç ünkü V in c e n t ve W a l t e r ilk değillerdi, yo yo ama o n lar­ dan ö n c e V in c e n t ile adını unuttuğum bir başkası, onlardan ö n c e adını unuttuğum şu başkasıyla yine adını unuttuğum bir başkası, onlardan ö n c e y in e adını unuttuğum şu başkasıyla adını hiç b ilm e d i­ ğim bir başkası, onlardan ö n c e şu adını hiç bilmediğim bir başkasıy­ la W alter'ın adını anımsayamadığı bir başkası, onlardan ö n c e adını anımsayamadığı bir başkasıyla W alter'ın yine adını anımsayamadığı bir başkası, onlardan ö n c e W alter'ın yine adını anımsayamadığı şu başkasıyla W alter'ın adını hiç bilmediği bir başkası, onlardan ö n c e W alter'ın adını h iç bilmediği şu başkasıyla V incent'ın bile adını anımsayamadığı bir başkası, onlardan ö n c e V incent'ın bile adını anımsayamadığı şu başkasıyla yine adını V in cen t'ın bile anımsayamadığı bir başkası, onlardan ö n c e adını V incent'ın bile anımsayamadığı şu başkasıyla adını V incent'ın hiç bilmediği bir başkası vardı ve b ö y le c e insan belleğinin yetersizliği nedeniyle tüm izler kaybolana dek, ayağını kaydırmak belki yanlış bir terim olsa da biri hep ö te k i­ nin ayağını kaydırarak geçm işe uzanıyorlardı, 51

nasıl siz benim,

Erskine W alter'ın, ben V incent'ın, W a lt e r adını unuttuğum şu başka­ sının, V in c e n t yine adını unuttuğum şu başkasının, şu adını unuttu­ ğum başkası adını hiç bilmediğim şu başkasının, şu yine adını unut­ tuğum başkası adını W alter'ın anımsayamadığı şu başkasının, şu adını hiç bilmediğim başkası W alter'ın yine adını anımsayamadığı şu başkasının, şu adını W alter'm anımsayamadığı başkası W alter'ın adını hiç bilmediği şu başkasının, şu adını y in e W alter'ın anımsayamadığı başkası adını V incent'ın bile hatırlayamadığı şu başkasının, şu W a l t e r ı n adını hiç bilmediği başkası şu adını V incent'ın bile hatırlayamadığı başkasının, şu adını V in cen t'ın bile hatırlayamadığı başkası şu adını Vincent'ın hiç bilmediği başkasının ayağını kaydır­ mışsa. İnsan umutlarının gelip geçiciliği nedeniyle tüm izler silinene kadar sürüp gidiyordu bütün bunlar. Ama bilgilerin ağızdan ağıza, fani bir nesilden bir sonrakine ya da daha ç o k rastlandığı gibi y a ln ız ­ ca bir sonrakine geçtiği sözlü geleneklere güven duyulabilirse adları unutulsa bile izleri yitirilm eyen hepsinin iri, kemikli, yoksun ve yoksul, yabanıl paytak, çürük dişli ve kırmızı burunlu değilse bile en azından kısa, şişko, yoksun ve yoksul, yağlı ve kirli, eğri bacaklı, k o ca g ö t ve göbekli oldukları kesin gözüküyor. Bu, izi yitirilmişlerin tümünün bizim kinden farklı bir vücut yapısına sahip olmadıklarını bütün kuşkuları silecek biçim d e kanıtlamasa da Bay K n o t t u n kişili­ ğinde çevresinde toplansınlar diye, kendisiyle ilgilensinler diye iki tür adamı, yalnızca iki tür adamı e tk ile y e c e k özel b ir şeyler oldu ğu ­ nu savunan, sık sık dile getirilen varsayımı güçlendiriyor, b ir yanda iri, kemikli, yoksun ve yoksul, yabanıl v e paytak türü, çürük dişleri ve k o cam an kırmızı burunlarıyla ö te yânda da kısa, şişko, yoksun ve yoksul, yağlı ve kirli, eğri bacaklı türü, farklı y ö n lerd e çıkıntı yapan k o ca g ö t ve g ö b ek leriy le ya da başka türlü yaklaşırsak bu iki adam türünde ö zel bir şeyler vardı onları B ay K n o tt'a çek e n , çevresinde olsunlar, ona g ö z kulak olsunlar diye,- bunu söy lem ek le birlikte y a l­ nızca adı değil, tüm izi yitirilmiş olanlardan birinin iskeletini, ö r n e ­ ğin V in c e n t'ın (adı g e rç e k te n buysa) bile adını hiç bilmediği şu başkasının iskeletini in c e le y e c e k durumda olsaydık, belki de ne uzun ne kısa, ne kemikli ne şişko, ne yoksun ne yoksul, ne yabanıl ne kirli, ne çürük dişli ve ne k o ca göbekli, ne kırmızı burunlu ne 52

k o ca götlü bam başka bir adam türüyle karşılaşabilirdik, haydi haydi olasıydı bu, haydi haydi akla yakın olmasa da... Şimdi başlangıçtan bu yana, dilediğim ce ya da bu konuların hak ettikleri oranda d e rin ­ lem esine d eşecek zam anım ın bulunmadığını bilsem de bununla b ir ­ likte belki de yanlış da olsa onları usunuzda şöyle bir canlandırm ayı görevim bildim,- am acım Bay K n o t t u n çevresinde, Bay K n ott'tan söz ederken gereksinim den söz edilebilirse eğer, gereksinm eleriyle ilgi­ lenen iki adam bulunduğunu ve bildiğim iz kadarıyla ne bir eksik ne bir fazla bu sayının değişm ediğini ve bu iki adamdan kavrayabildiği­ miz ölçüde, birinin iri, kem ikli ve öteki özelliklere, ötekinin de şişko ve öteki ö zelliklere sahip olmasının her ikisi de iri, kemikli ve öteki özelliklere sahip siz ve Arsene'in, affedersiniz ve Erskine'in ya da V i n c e n t ve W a lte r'ın ya da h e r ikisinin de şişko ve öteki özelliklere sahip Erskine ve b e n im durumumda görüldüğü gibi her zaman zorunlu olm adığını anlatabilmek,- ama zorunlu olanı Bay K n o t t u n çevresinde b itm e z tü k en m ez bir süreklilikle dönüp duran iki adam ­ dan birinin ya da ötek in in ya da ikisinin de iri, kemikli ve öteki özelliklere ya da şişko ve öteki özelliklere sahip olması biçim ind e kesinleyebiliriz, bununla birlikte arı uzamın içinde olduğu kadar arı zam anın içinde de aynı kolaylıkta gerilere uzanabilseydik, Bay K n o t t u n çevresinde sonsuz bir aşkla dolu biteviye dönüp duran iki ya da ikiden az hatta ikiden ç o k iri, kemikli ve öteki özelliklerden de şişko ve öteki özelliklerden de ç o k farklı erkek ya da kadın ya da erkek ve kadın bulm am ız olasıydı belki de. Şimdi bu konuyu diledi­ ğim ce ya da hak e ttiğ in ce geniş, derinlem esine ve eksiksiz biçim d e deşmek ne yazık ki söz konusu değil. U z am buna yeterli olmadığı için mi, hayır, uzam yeterli. Z am an buna yeterli olmadığı için mi, hayır, zaman da yeterli. Ama dışarıda, çalılıklarda esip duran, esip duran bir rüzgâr işitiyorum ve kümeste h o ro z uykusunda tedirgin kımıldıyor. Ben, aynen V in cen t'ın benim için, W alter'ın Erskine için yapmış olduğu, halinize bakılırsa bundan pek emin olmasam da sizin de bir başkası için y ap acağınız gibi usunuzda hiç s ö n m e y e c e k ya da ç o k güç söndürülecek bir ışık yakmak için y eterin ce şey söyledim » sanıyorum. İyi niyetli, üstelik iyi huylu, bir zam anlar kendi düşlerim olan orta yaş düşlerine karşı anlayışlı bir insan olarak size bütün 53

bildiklerimi anlattım mı, hayır, nasıl V in c e n t bana, W a lte r Erskine'e ne de başkaları başkalarına anlatmamışsa ben de anlatmadım çünkü burada hepim iz sonunda iyi niyetli, iyi huylu ve bir zamanlar kendi düşlerimiz olan orta yaş düşlerine karşı anlayışlı kişilere dönüşüyor gibiyiz, arada sırada ağzımızdan acı sözler hatta, yüzüm kızararak söylüyorum bunu, küfürler kaçsa da; belki de bildiğimiz şeyler aynı zamanda, büyük ölçüde ifade edilem ez, dile getirilem ez şeylerden kaynaklanıyor, bunun sonucunda da bunları ifade etmek ve dile getirmek için gösterdiğim iz tüm çabalar başarısızlığa yazgılı, başarı­ sızlığa evet başarısızlığa yazgılı kalıyor. Ben bile bu insanı büyüle­ yen bahçede, güçlükle kazanılmış bir dinlence boyu nca tek başına dolaşırken tepeden tırnağa dolu olduğum bilgeliği sözlere indirge­ mek için uğraştım da uğraştım, boşuna diye eklem ek zorundayım,öyle bir bilgelik ki bu y e m ey e de, içm ey e de, soluk almaya da, soluk verm eye de, dışkılamaya da neredeyse yer kalmamıştı,- bedenim de, Theseus'un Ariadne'yi ya da Ariadne'nin Theseus'u sonlara doğru deniz kıyısında öpmesi örneğinde olduğu gibi mutlulukla kazanılmış bilgeliğimle eski günlere oranla ç o k daha bilgeydim . Evet, etrafım ­ daki güzelliklere karşın, çardağa, çim en e, ağaçlara, düzlüğe, gün ışığına, gö lg ey e ve beni benzersiz bir bilgelikle şurada burada dolaş­ tırıp duran bütün bu şeylerin arasında bulunma sevincine karşın, bunu tanımlamaya boşu boşuna uğraştım. Ama h e r şeyi en in e b o y u ­ na düşünürsek, söyleyebileceklerim in en azından bir kısmını s ö y le ­ diğimi ve size bu koşullarda ışık tutabilm eye gücüm y e ttiğ in c e ışık tuttuğumu sanıyorum. Yollarım ız ayrılıyor, şimdiden sonra size yol g ö sterm ek için bir süre Erskine olacak yanınızda, sonra geriye kalan mesafeyi yalnız başınıza kated ecek sin iz ya da y anınızd a yoldaşlık etm ek için yalnızca g ö lg eler olacak ve sanırım deney im iniz b e n im ­ kine pek az b en z ese de ışık erk end en azalsa da, y er sendeleyen ayaklarınızın altından çekilse de, yolculuğun en keyifli ya da en azından en az sıkıcı bölümünü orada bulacaksınız. Şimdi iyi s ö y le ­ diklerim, kötü söylediklerim ve söylem ediklerim için beni bağışla­ manızı istiyorum. K ö tü yaptığım , iyi yaptığım ve yapm adan değiş­ tirdiğim şeyler için de beni bağışlamanızı istiyorum. Y in e sizden beni hep - h a y şu ibne d ü ğ m e le r - bağışlama duygularıyla anımsama54

nızı istiyorum, e ğ e r sizi de bağışlam a duygularıyla hatırlamalarını istiyorsanız,- tabii kendi açım d an bağışlam a duygularıyla olsun, n e f­ ret duygularıyla olsun ya da hangi duygularla olursa olsun anım san­ mam hiç fark etm iyor. İyi geceler! Ama ç o k g e ç m e d e n W a tt'ın önü nd e y en id en belirdi. G ö z le ri W a tt'a çevrili, mutfak kapısının eşiğinde yan duruyordu, W a t t onun ardında evin açık kapısını, karanlık çalıları ve uzakta bütün bunların üzerinde şimdiden yen i gün gibi görünen şeyi görüyordu. W a t t gözlerini şimdiden y en i gün gibi görünen şeye diktiğinde, y a n la ­ masına mutfak kapısı eşiğinde durup gözleri W a tt'a çevrili adam, iki mutfak kapısı eşiğinde yanlamasına durup gözleri ona çevrili iki adama dönüştü. Ama şapkasını kaptı ve lam banın önüne koydu, evin kapısından gördüğü g e rç e k te n gün mü yoksa değil mi diye daha iyi bir d eğerlend irm e yap m ak istiyordu. Ama bakarken görüntü silindi, aniden değil, hayır, usulca da değil ama sanki kararlı bir el tarafından sakince y o k edildi. O zam an W a t t ne düşünsün bilemedi. Lambaya dönüp k en d in e yaklaştırdı, fitili indirdi ve tam am en sö n en e kadar cam m içine üfledi. Ama bunun da pek yararı dokunmadı. Ç ünkü şimdiden göğü n uzak ve alçak bir bölgesind e gün ağardıysa mutfağa henüz gün ışığı girmemişti. A ma girecekti, W a t t yavaş yavaş gün ışığının mutfağa dolacağını, hoşuna gitse de gitm ese de dolacağını biliyordu. Avlu duvarının üzerinden ve pencereden, ö n c e gri sonra gittikçe daha parlak renkleriyle yeni gün, sonunda doğan yeni gün, sonunda doğan ö n c e s iz gün tertem iz ışığıyla saat dokuza kadar altın sarısı, ak ve mavileriyle mutfağı baştan aşağı dolduracaktı.

55

2

O

ay K n o t t bir bakıma iyi bir efendi sayılabilirdi.

W att'ın o devirde Bay K n o tt ile doğrudan ilgisi yoktu. W a tt'ın Bay K n o t t ile hiç doğrudan ilgisi olmuş muydu, ne gezer! Ama o devirde Bay K n o tt ile birinci katta, doğrudan ilgisinin olacağı g ü n ­ lerin geleceğini düşünüyordu. Evet Arşene için bu zam anın bittiğini ve Erskine için bu zam anın yeni başladığını düşündüğü gibi kendisi için de zam anın geleceğini düşünüyordu. Şimdilik W a tt'ın bütün işi zem in kattaydı. Boşaltmak zorunda olduğu birinci katın çöplerini bile Erskine h e r sabah bir kovayla aşağı indiriyordu. G e rç i birinci katın çöpleri, ç o k uygun olmasa bile, oldukça uygun bir b içim d e boşaltılabilir ve ç ö p kovası da iyice y ık a­ nıp tem izlenebilirdi ama neden dir bilin m ez b ö y le olmuyordu işler. 56

W a t t bu çöpleri, çö p lerin gen eld e boşaltıldığından farklı biçim de, yani gündoğum undan ö n c e ya da g ü nbatım ınd an sonra b a h çe y e , m enekşe zamanı m en ek şe tarhları üzerine, h e rca im e n e k ş e le r z a m a ­ nı h e rcaim en ek şe tarhları üzerine, gül zamanı gül tarhları üzerine, kereviz zamanı kereviz kümeleri üzerine, lahana zamanı lahana çukurlan üzerine, dom ates serasında do m atesler üzerine ve benzeri b içim d e h e p b a h ç e y e , ç iç e k b a h çe sin e, seb z e b ah çesin e, meyve b a h çe sin e g e n ç ve körpe bir fidanın üzerine, en fazla g ereksinm e duyduğu bir anda boşaltm ak için em ir almıştı, tabii toprağın buz ve karla kaplı ya da sularla örtülü olduğu durumlarda emir, çöpleri gübre yığ ın ın ın üzerine boşaltm ası biçim indeydi. Ama W a t t

bunun,

Bay K nott'un çöplerinin aslında kolayca

y ap ılabileceği gibi birinci katta boşaltılamam asının g erçek nedeni olduğuna k an acak kadar aptal biri de değildi. M antıklı bir neden gibi gösteriliyordu, hepsi bu. İkinci katın çö p le riy le yani W a tt'ın ve Erskine'in çöpleriyle ilgili böylesi emirlerin bulunmaması ilginçti. Bunlar, Erskine'inkiler Erskine tarafından, W a tt'm k ile r W a t t tarafından aşağıya indirildikle­ rinde W a t t kafasına estiği gibi davranırdı. Bununla birlikte bu ç ö p l e ­ rin birinci katınkilerle karıştırılması kurallarca yasaklanmadıysa bile, karıştırılmaması yolunda bir tavır koyulmuştu kendisine. Yani, W a t t Bay K n o t t u az görüyordu. Çünkü Bay K n o tt y em ek için y e m e k odasına ve b a h ç e y e gidiş gelişleri dışında zemin katta görülmüyordu hiç. W a t t da sabah gününe başlaması için aşağıya inmesi ve sonra, akşam, g e ce sin e başlaması için yukarı çıkması dışın­ da birinci katta görülmüyordu hiç. W a t t y em ek odasından ve odada Bay Knott'un y e m e k servisin­ den sorumlu olsa da y e m e k odasında bile görm üyordu Bay K n o t tu . Bunun nedenleri şu karmaşık ve nazik konu, Bay K nott'un yem eği konusu irdelendiğinde serilecektir g ö z le r önüne. Bütün bunlardan W a tt'ın o devirde Bay K n o t t u h iç g ö rm e d i­ ğini mi çıkarsamak gerekir, hayır, görüyordu onu, söylem ek bile fazla. O n u bazen, birinci kattaki bölgesini terk ederek zem in katta b a h çe y e çıkarken ve b a h çe d e n

bölgesine dönerken görüyordu,

aynı zamanda b a h çed e de görüyordu. Ama Bay Knott'un bu seyrek 57

gözükmeleri ve W att'ın üzerindeki tuhaf etkileri Tanrı izin verirse başka bir defa, daha geniş bir biçim de betim lenecektir. Eve uğrayan pek yoktu. Tüccarlar, tabii dilenciler ve işportacılar uğrardı. Severn adındaki, yakışıklı, müthiş dansçı ve tazı meraklısı postacı pek seyrek uğrardı. Ama arada sırada hafif ve canlı adımlarla yanında köpeği, bir fatura ya da bir rica mektubu bırakmak için hep akşam uğrardı. T elefon

E rsk in e’in,

hatta

W a t t ’m b ile

efendilerini

rahatsız

etm ed en üstesinden geleb ileceğ i sağlık, evin damı ve erzak ile ilgili ö nem siz sorunlarla ilgili pek seyrek çalardı. Bay K n o tt W att'ın kavrayabildiği kadarıyla kimseyi görmüyor, kimseden bir haber almıyordu. Ama W a t t bundan herhangi bir sonuç çıkaracak kadar aptal değildi. Dış dünyanın köpüklerinden sıçramış küçük damlalara b e n z e ­ teb ileceğ im iz Bay K n o t t u n evi konusundaki, ileride daha ayrıntılı biçim de incelem eyi umduğumuz ve onlarsız evin varlığını sürdürme­ si düşünülmeyecek bu anlık tanıklıkların bir kısmı W a t t için ö n e m ­ liydi, bir kısmı da önemsizdi. Ö z e llik le b ahçıvanın, Bay Graves adında birinin h e r gün, arka kapıda, iki, hatta üç kere gözükm esi, derin bir araştırmayı gerekli kılıyor, tabii bunun Bay K n o t t ya da W a t t ya da Bay Graves'in üzerine en küçük bir ışık tutması fazlasıyla kuşkulu. Ama W a t t için ışık tutmayan bu konuda, sözcüsü için ışık tutm a­ yan bu konuda, başkaları için ışık tutulabilir. Y a da belki Bay K n o tt üzerine, Bay Graves ile, balıkçı kadın ite sürdürülen ilişkilerde g ö rü l­ düğü gibi W a tt'ın yorumsuz geçiştirdiği bir ışık tutuyordu W a t t için. H iç de olanaksız değil bu. W a tt'm

kavradığı kadarıyla

Bay K n o t t

topraklarından dışarı

adımını atmıyordu. W a t t , kendisi farkına varmadan Bay K n o t t u n topraklarından dışarı adımını atm asının pek olası olmadığını düşü­ nüyordu. Y in e de bilgisi dışında Bay K n o t t u n topraklarından dışarı adımını atma olasılığını da yadsım ıyordu. Ama bir yandan Bay K n o t t u n topraklarından dışarı adımını atması, ö te yandan da bunu, insanların ilgisini uyandırmadan yapması W a tt'a fazlasıyla g e r ç e k d ı­ şı görünüyordu. 58

C6>-o»

W a tt'ın zem in kattaki hizm eti b o y u n ca ,

kapı eşiği y aln ız ca

bir kere y ab ancı, daha doğrusu Bay K n o t t ya da Erskine ya da W a tt'ın k in d e n başka ayakla basıldı,- çünkü W a tt'ın gördüğü kada­ rıyla, Bay K n o t t u n evine Bay K n o t t u n kendisi ve onun h iz m etin d e çalışanlar dışında herkes y a b a n cı sayılırdı. Bu kaçam ak, W a tt'ın gelişinden h e m e n sonra gerçekleşti. H e r kapı çalm ışında açm a alışkanlığının verdiği dürtüyle W a t t kapıyı açtığında, daha sonra algılayacağı üzere, kol kola girmiş, yaşlı bir adamla orta yaşlı bir adam buldu karşısında. İkincisi konuştu: Biz b ab a ve oğul G a lil e r i z ve üstelik ken tten ta buraya piyanoyu akort e tm e y e geldik. İki kişiydiler, kol kola girmişler, ö y le c e duruyorlardı, baba m e s ­ lektaşlarının ç o ğ u gibi kördü çünkü. Baba kö r olmasaydı, o zaman iş gezilerin d e koluna girmesi ve kendisine yol gösterm esi için oğluna gerek sin m e duym ayacaktı, hayır, çocuğu nu kendi işleriyle uğraşsın diye ö z g ü r bırakabilecekti. O y s a babanın ne yüzünde ne de duruşunda, büyük bir destek gereksinmesi duyan biri gibi oğluna dayanmasını saym azsak körlüğünü ele veren bir ipucu vardı, b ö y le uslamlıyordu W a tt . Ama topal biri ya da ilerlemiş yaşının gereği yalnızca yorulmuş biri de olsa aynı şeyi yapabilirdi. W att'ın gördüğü kadarıyla ikisi arasında ailevi bir benzerlik yoktu,- bununla birlikte bir baba oğlun karşısında bulunduğunu biliyordu, b ö y le dem em işler miydi ona. Y a da belki y a ln ızca üvey baba ve üvey oğuldular. Biz üvey baba ve üvey oğul G a lile r iz ; belki de bunlardı söylenmesi gereken sözler. Ama öteki tümceyi y e ğ le m e k daha doğaldı. Peki birbirleriyle en küçük bir b en zerlik taşımadan da g erçek bir baba oğul olamazlar mıydı, tabii, pekâlâ olabilirlerdi. Kendi oğlunun yanında ve h izm etin d e olması Bay Gali için ne büyük talih, dedi W a t t , davranışlarından sadakat fışkıran ve açıklıkla görüleceği gibi ekm eğini namusuyla başka yerlerde de kazanab ile­ c e k bu oğlun yalnızca var olması bile en usta akortçulara özgü acıları gösteriyor bizlere ve ortalamanın hayli üzerindeki kazançlarını helal kılıyor. O nları müzik odasına geçirip orada bıraktığında W a t t kendine doğru davranıp davranmadığını soruyordu. D oğ ru davrandığını his59

sediyordu ama emin olamıyordu bundan. Kapıdan çevirseydi onları daha iyi olm az mıydı? W a tt, böylesine bir kendine güvenle sakin sakin gelip Bay Knott'un evine alınmayı isteyen herkesin, aksine bir em ir olmadığı sürece, eve alınmayı hak ettiği duygusunu taşıyordu. M üzik odası ak ve çıplak, geniş bir odaydı. Piyano pencerenin önünde duruyordu.

Buxtehude'un

alçıdan, apak kafa ve boynu

şöm inenin üzerine konmuştu. Duvara, çiviyle bir kuşu anımsatan bir D o ğ u çalgısı asılmıştı. Kısa bir süre sonra W a t t elindeki tepside serinletici içkilerle döndü müzik odasına. W a tt'm büyük bir şaşkınlıkla gördüğü piyanoyu akort edenin baba Bay Gali değil, oğul Bay Gali oluşuydu. Baba Bay Gali o d a ­ nın ortasında ayakta duruyor, belki de dinliyordu. W a t t , bunun sonucu, oğul Bay Gall'in gerçek piyano akortçusu, baba Bay Gall'in de yalnızca öylesine tutulmuş biçare, kö r bir yaşlı adam olduğunu düşünmedi, hayır. Ama bundan daha ço k , baba Bay Gall'in so n u ­ nun yaklaştığını hissedip oğlunun da baba mesleğini sürdürmesini arzulayarak daha fazla g ecikm ed en hızlandırılmış bir öğretim in son bilgilerini aktardığı sonucunu çıkardı. W a t t etrafında gözleriyle tepsiyi ko y aca k b ir y e r ararken oğul Bay Gali işini bitirdi. Piyanonun kapağını kapadı, araçlarını kutusuna koydu ve ayağa kalktı. Fareler döndü, dedi. Baba bir şey demedi. W a t t , İşitti mi? diye sordu kendine. D o k u z titreşim kesici ve bir o kadar da ç e k iç kalmış, dedi oğul. U m arım birbirleriyle bağlantılı olanlar değildir, dedi baba. Y aln ızca biri öyle, dedi oğul. Baba sö y le y e c e k bir şey bulamadı bu yanıta. T e l l e r paramparça, dedi oğul. Baba buna da diy ecek bir şey bulamadı. Piyanonun işi bitmiş b e n ce , dedi oğul. Piyano akortçusunun da, dedi baba. Piyanistin de, dedi oğul. Bu, belki de W a tt'ın Bay K nott'un evindeki ilk günlerinin en kayda değer olayıydı. 60

Bu, bir bakıma Bay Knott'un evinde kaldığı süre b o y u n c a W att'ın karşısına çıkan ve bir kısmı burada ne bir ek le m e ne de bir çıkarm a yapılmadan aktarılacak olan tüm dikkat çek ici olaylara b en ziy o r, bir bakıma da ben zem iy o rd u . G a l i l e r olayı sonuçlanm asına karşın, bitm em iş olmasıyla ama baştan sona, ışık ve g ölgelerinin karmaşık oyunları, sessizlikten sese ve sesten sessizliğe geçişi, deviniden ö n cek i dinginlik ve sonraki dinginlikleri, hızlanması ve yavaşlaması, yaklaşması ve uzaklaşması ve olayın seyrinin başına buyruk gidişine g öre düzenin tüm değişen ayrıntılarının W a tt'ın kafasında bir film şeridi gibi geçip durmasıyla, bu dikkat çe k ic i olaylara benziyordu. Bu olaylara anlamı bütünüyle esnek bir içerik geliştirm esindeki çabuklukla, ışıklarının, seslerinin, vurgularının ve tartımlarının incelikli sürecinde bu içeriğin her türlü anlamını yavaş yavaş yitirm esindeki çabuklukla benziyordu. B ö y le c e müzik odasında, iki Gall'in sahnesi, kısa bir süre içinde W a tt'a g erçek te n de bunların söz konusu olduğunu varsayarsak, akordu yapılan bir piyano, karanlık bir ailevi ve mesleki ilişki, az ya da ç o k anlaşılır karşılıklı sö z le r ya da buna b en z er şeyler olmaktan çıkmış ve y a ln ız ca gölge-ışık, devini-dinginlik, ses-sessizlik karşıtlık­ larına ve bu karşıtlıkların kendi aralarındaki bağıntılara dönüşmüştü. Y akın çevresindeki anlamın kırılganlığı W a tt'ın üzerinde kötü bir etki y a p ıy o r ve olup bitenin bir dizi görüntüsünden yola çıkarak onun bir başkasını, olup bitenin bir başka anlamını aramasına neden oluyordu. En zayıf, en usdışı olan bir anlam bile, on dört ya da on beş yaşından beri ne bir simge görmüş ne de bir yorum yapmış olan ve gerçekten de yetişkin yaşamını anlaşılmaz görüntüler, en azından onun için anlaşılmaz görüntüler arasında sefilce yaşamış W att'ı tatmin ed ebilecekti. Bazıları kem ikten ö n c e eti görür, bazıları etten ö n ce kemiği görür, bazıları kemiği hiç görm ez, bazıları eti hiç g ö r ­ mez, hiç ama hiç g ö rm ez eti. Ama W a t t ilk bakışta neyi görmüşse, W a t t için yeterliydi, W a t t için hep yeterli olmuştu, W a t t için hep fazlasıyla yeterli olmuştu. V e on dört ya da on beş yaşından beri, geriye dönüp baktığında, İşte o zaman şu oldu, dem ekle y e t in m e y e ­ ceği hiçbir şey yaşamamıştı gerçekten de. V e doğrusunu söylersek 61

zevkle değil ama ö nem siz olaylarmışçasına anımsıyordu, ölü b a b a ­ sının bir korulukta pantolonu dizüstüne kadar sıvalı, pabuçları ve çorapları elinde kendisine göründüğü anı ya da onu yakası açılmamış sözlerle acılarına son verm ey e çağıran bir sesi işitip şaşkınlıktan donakaldığında, iki tekerlekli bir yük arabasının altında ezilmekten kılpayı kurtulduğu anı ya da bir sandalda, kıyıdan uzak, yalnız başı­ na, birden frenküzümlerinin kokusunu duyduğu anı ya da ç o k nezih bir aileden gelen ve iyi yetişm iş biri olan, dizlerinin e p e y c e yukarı­ sından bacakları kesik yaşlı hanımın, en az üç kere izlediği gibi tahta bacağını çıkarıp söküp, koltuk değneğini bir kenara bıraktığı anı. Burada, örneğin babasının pantolonu söz konusu olduğunda, boz, gevşek ve kuşkusuz delik deşik bir görüntüler karmaşasına düşmesi ya da babasının bacaklarının bütün özellikleriyle gülünç hale gelip yitmeleri gibi bir durum ç ık m ıy o r karşısına, hayır ama babasının bacakları ve pantolonu koruda görüldüğü daha sonra anımsayacağı b içim de bacaklar ve pantolon olarak kalıyor ve y alnızca bacaklar ve pantolon olarak değil ama babasının bacakları ve p an to lon u yani W att'ın yaşamında gördüğü —ve W a t t yaşamında bir hayli b a ca k ve p an tolon g ö rm ü ştü - bacak ve pantolonlardan tam am en farklı olarak kalıyordu. Buna karşın Gall'ler olayı, piyanoyu akort e tm e y e gelmiş ve akort eden ve insanların hep yaptığı gibi karşılıklı laflayan ve sonra da giden iki adamın taşıdığı değersiz anlamı çarçab uk yitirmiş ve ç o k daha ö n ce bir başkasının yaşamının bir anında kötü anlatıl­ mış, kötü duyulmuş ve yarısından ço ğ u unutulmuş bir ö y k ü ye aitmiş gibi gözüküyordu ona. Yani W a t t neler olup bittiğini bilmiyordu. O n a haksızlık e t m e ­ yelim , umursamıyordu olup biteni. Ama o zam an şu ve şu şeyler olup bitti diye düşünebilme gereksinm esini, sahne kafasında parça parça akıp g e ç m e y e koyulduğunda, Evet, anım sıyorum , işte o zaman olup biten buydu, diyebilm e gereksinm esini hissediyordu. Bu gereksinm e, bu bir türlü tatmin olam ayan g ereksinm e W att'ı Bay K n o t t u n evinde kaldığı sürenin büyük bölü m ü n de terk e t m e ­ y ece k ti. Ç ü nkü b ab a ve oğul G a l i l e r olayını b e n z e r başkaları iz le ­ y e c e k ti, yani büyük b ir biçim sel açıklığa ve kavranamaz bir içeriğe sahip olaylar. 62

Böylesi olaylarla yüz yüze gelm ese ya da bunlara karşı tedirgin­ lik duymasa, yani Bay K n ott'u n evi başka bir ev, W a t t da başka bir adam olsaydı eğer, W a tt'ın Bay K n ott'u n evindeki yaşamı olması gerektiği kadar hoş bir yaşam olabilirdi. Ç ü n k ü Bay K nott'un evinin ve tabii topraklarının dışında böylesi olaylarla yüz yü ze gelm iyordu insanlar ya da en azından W a t t b ö y le varsayıyordu. W a t t onları oldukları gibi zam anın uzamla, b a z e n bu oyuncaklarla bazen de şu oyuncaklarla oynadığı basit oyu nlar olarak kabul e d em iy o r ama k e n ­ dine ö zgü kişiliği ned en iyle anlamlarını, - y o hayır, g erçek anlam la­ rını değil, kişiliği o kadar da özgün d e ğ i ld i - b ir parça sabır, bir parça b eceri yardımıyla araştırmak zorunda hissediyordu. Ama anlama duyulan bu ilgisizlik için d e bu anlam arayışı da ne oluyordu? Bunun anlamı neydi? N azik sorular bunlar. Ç ü nkü W a t t sonunda bu devreden söz ed erken h e r şey ço k ta n geride kalmıştı ve bu devirle ilgili anıları b ir bakım a istediğinden daha silik, bir bakım a da isted iğind en daha canlıydı. Belli bir zam an dilimine ve belli b ir y ere ve belki de belli bir sağlık durumuna ö zgü duygu k ip ­ lerini bir devir kapandığında, y er terk edildiğinde ve bed en h em en h e m e n yen i koşullarla m ü c a d ele y e giriştiğinde, dilediğince yen iden ele g eçirm en in apaçık güçlüğünü ekleyin buna. W a tt'ın bildirişim i­ nin karanlığını, konuşm asının hızını ve daha ileride belirtileceği üzere sözd izim indeki tuhaflıkları ekleyin buna. Bu bildirişimin g e r ­ çekleştiği maddi koşullan ekleyin buna. Bunların aktarıldığı kişinin algılama y etisinin kıtlığını ekleyin buna. Bunların toparlansın diye verildiği kişinin y eten ek sizliğ in i ekleyin buna. O zaman y a ln ız ­ ca burada söz konusu edilen sorunların değil ama W a tt'ın , Bay Knott'un evine girdiği andan, oradan ayrılana dek süren deneyim in bütününün dile getirilm esinde yaşanan güçlükler konusunda bir fikir edinilebilir. Ama baba ve oğul Gall'Ierden daha az sorunlu ya da daha az sıkıntı verici çetrefil konulara g eçm ed en ö n ce , bu sorunla ilgili b ili­ nen az şeyin söylenmesi olumlu olacak. Ç ünkü baba ve oğul Gall'ler olayı bir dizi olayın ilkiydi. Bilinen az şeyin tümü henüz s ö y le n m e ­ di. Ç o ğ u söylendi ama tümü değil. 63

Baba ve oğul Gall'ler konusunda sö y len ecek ço k şey mi kaldı, hayır ilgisi yok. Ç ünkü bu bağlamda söylenecek üç ya da dört şey kaldı. Bu konuda bilinme ve söylenm e olasılıklarına karşın hiçbir zaman b ilin em e y ecek ve s ö y le n e m e y e c e k tüm şeyler düşünüldüğün­ de üç ya da dört şey g erçek ten de ç o k değil. W att'ı baba ve oğul Gall'ler olayında ve g ele cek b en z er o la y ­ larda üzen şey ne olup bittiğini pek anlayamaması değildi,- çünkü o labild iğince biçimsel bir açıklıkla h içb ir şeyin olmaması ve hiç diye adlandırılabilecek şeyin olması ve olup bitenin anlamını bütünüyle kavrayamasa da görünürde akimda bunların sürüp gitmesi ve kapıya vurulmayan bir vuruştan başlayıp kapanmayan kapanan bir kapıya g elen e değin istesin ya da istemesin, en bek len m ed ik ve en m ünase­ b etsiz zamanlarda en ufak bir ayrıntısını bile atlamadan baştan sona bir film şeridi gibi kafasından acım asızca g e ç e n önündeki, çev resin ­ deki dış olgulardan edindiği izlenimlere karşın, ne olup bittiği um u­ runda değildi. Evet, gerçekliğin sağlamlığı ve açıklığıyla h iç b ir şeyin olup bitmediğini kuşkusuz Arşene, W a lte r, V in c e n t ve ötekilerin kabullenemediği gibi ve kuşkusuz Erskine'in kabullenem ediği gibi W a t t da kabullenem iyordu ve bu durum ö y lesin e kafasını k u rcalı­ yordu ki onlarla ilk karşılaştığında kendisine algılanam ayacak kadar karmaşık gelen aynı sesleri işitmeye, aynı ışıkları g ö rm e y e , aynı yüzeyleri hissetm eye ve benzeri şeyleri yapm aya yen id en zorunlu buluyordu kendini. Eğer bunu bir kabullenebilse, kafasını bu kadar kurcalamayacak, b ö y le c e de sıkıntılarının büyük bir bölüm ünden kurtulacaktı, en azından bu söylenebilir. Ama bunu kabullenem iyor, katlanamıyordu. İnsan m erak ediyordu, W a t t nerede olduğunu sanı­ y o r diye. Bir kültür m erkezinde mi? Ama, kapı vurulup da usunda, bu h e r ne anlam taşıyorsa, g ö rü ­ nürde usunda, vuruş bir vuruşa dönüştüğünde ya da kapı bir kapıya dönüştüğünde, Evet anım sıyorum , o zam an şu oldu, diyebilseydi eğer, ona ö y le geliyordu ki o an bu görüntüler kafasından çıkıp g id e c e k ve kendini artık rahatsız e t m e y e c e k ti, nasıl dizlerinin üstü­ ne kadar sıvalı p a n to lo n u ve ellerinde pabuç ve çoraplarıyla gördüğü b abasının görüntüsü onu rahatsız etm iyorsa çünkü görüntü c a n la n ­ dığında, Evet, evet, anım sıyorum , b a b a m bana göründüğü koruluk­ 64

ta, bataklık kuşlarını avlamak için giydiği giysilerle, diyebiliyordu. Ama h içten bir şeyler çıkarsam ak oldukça ustalık gerektirir ve W a t t bu çabalarında her zam an başarıya ulaşamıyordu. Bu çabalarında her zam an başarısızlığa mı uğruyordu, hayır, ilgisi yok. Ç ü n k ü her zaman başarısızlığa uğrasa söz ettiği b aba ve oğul G a lile r d e n , k e n t ­ ten o n c a y o lu tepip akorda geldikleri piyanodan ve akort ed işle­ rinden, karşılıklı edilen sözlerd en nasıl sö z edebilirdi? H a y ır bütün bu şeyler, bazı şeylerin h iç b ir anlam taşımamayı sürdürdükleri gibi h içb ir anlam taşımasalar, yani sonuna dek anlamsızlıkta direnseler, asla sö z e d em ez d i bunlardan. Ç ünkü h içten söz etm en in tek yolu ondan sanki b ir şey m işçesin e söz etm ektir, aynen Tanrı'dan söz ed eb ilm en in tek yolunun ond an sanki bir insanmışçasına söz etm ek olduğu gibi - b i r bakım a, bir süre için ö yled ir e l b e t t e - ve bizim insanbilim cilerim izin bile ayırdına vardıkları gibi bir insandan söz ed eb ilm en in tek yolu da ondan sanki bir beyazkarıncaym ışçasına söz etm ektir. Am a e ğ e r W a t t b ir anlamın görünmediği y ere bir anlam yam am ak ta b a zen başarısız bazen de başarılı oluyorduysa ço ğ u kez, b ab a ve oğul Gall'ler olayında görüldüğü gibi onun için ne başarı ne de başarısızlık söz konusu oluyordu. Çünkü W a t t başı­ na musallat olan hayallerden, g ereksinm e duydukça, onları d ağ ıt­ mayı başaracak varsayımlar ü retm ek te başarılı olduğunu düşünüyor­ du haklı olarak. Bu işlemde W a t t ın ussal alışkanlıklarıyla çelişkiye düşen h içb ir şey yoktu. Ç ü n k ü W a t t için açıklamalarda bulunmak hep kötü duygulardan arınmak olmuştu. Bu işi gerektiği gibi y a p a ­ madığında başarısız olarak nitelendiriyordu kendini. Oluşturduğu varsayım bir ya da iki uygulam anın ardından geçerliğini yitirip bir başkasıyla yer değiştirm ek zorunda kalınca ve bu da sırası gelince, kısa bir süre içinde etkisiz kalarak bir üçüncüsüyle değişince ve işlemler b ö y le c e sürüp gittiğinde kendini ne tam başarılı ne de tam başarısız olarak nitelendiriyordu. Ç o ğ u kez rastlanan böylesi durumlardı. Şimdi bu ilişkiler bütününde W a tt'ın başarısızlıkların­ dan, W att'ın başarılarından ve W a tt'ın yarım başarılarından ö r n e k ­ ler verm eye kalkışmak hem en hem en olanak dışı. Ç ünkü örneğin baba ve oğul Gall'ler olayından söz ettiğinde bunun üstesinden gelip zararsız hale g etirecek olan biricik varsayımın terimleriyle mi 65

C_S>~=>< £j>

söz ediyordu bu olaydan yoksa sonuncunun terimleriyle mi ya da dizilerden herhangi birinin terim leriyle mi? Çünkü W a t t bu tür bir olaydan söz ettiğinde, bundan zorunlu olarak biricik varsayımın ya da bu ilk bakışta tek olası se çe n e k olarak görünse de sonucunun terim leriyle söz etm iyordu ve bunun nedeni de şuydu,- W att'ın ruhundaki kasırgaları yatıştırm ak için uğraşıp oluşturduğu varsa­ yım lar dizisinden biri geçerliğini yitirdiğinde ve bu diziyi yerine bir başkasını y eğ le y ip ıskartaya çıkardığında, söz konusu varsayım, yeterli bir dinlen m e süresinin ardından geçerliğini y en id en kazanıp yararlığını yitirmiş bir başkasının y e rin e en azından g eçici bir süre için kullanılabilir bir nitelik kazanabiliyordu. S ö y led iğ im şey ö y l e ­ sine doğru ki kimi zam an W a tt'ın ayrı ve birbirleriyle ilgisiz diye anlattığı iki ya da üç olay aslında aynı olayın farklı yorumları değil mi diye düşünüyor insan, ikinci durumdan, yani başarısızlıktan bir örnek verm ekse açıkça görüldüğü gibi söz konusu değil., orada W a t t bir anlam, bir formül y am am a çabalarının tüm üne dire­ nen olaylarla karşı karşıyaydı,- b ö y le c e W a t t ne düşünebiliyor ne de anlatabiliyordu bunları, y aln ız ca yaşıyordu dönüp geldiklerinde ama W a t t bana bu açıklamaları yaptığı devirde, bu o laylar sanki h iç olm am ışçasına ç o k gerilerde kalmıştı. Sonund a W a tt'ın anlattığı b içim d e b ab a ve oğul G a l i l e r o la y ı­ na y en id en dönersek, W a t t için başlangıçta belli bir anlamı vardı da sonra yeniden bulmak üzere kaybetti mi bunu yoksa? Y a da başlangıçta W a t t için bam başka bir anlam taşıyordu da sonra bu anlamı yitirdi ve sonra, yalnız başına ya da ötek ilerin arasından W a tt'ın anlatısında sunduğu anlamı mı kazandı? Y a da başlangıçta ne G airierin ne de piyanonun bulunmadığı ama y a ln ız ca W a tt'ın en sonunda Gall'leri ve piyanoyu kendini savunma içgüdüsüyle çıkarsadığı bir dizi anlaşılmaz değişimle W a t t için h iç b ir anlam taşımıyor muydu? Bunlar ç o k nazik sorular. W a t t başlangıçtaki olayın belki GalTler ve piyano ile h iç b ir ilgisi bulunmasa bile G a l i l e r ve piya­ no ile ilgisi varmış gibi söz ediyordu bundan,- ama bunu yapm aya zorunluydu. Ç ü nkü GalTler ve piyano olayı daha sonra dönüştükleri olaydan ç o k daha sonra olsalar da W a tt'ın bu olayı başlangıcından bu yana GalTler v e piyano olayı söz konusuym uşçasına düşünm e­ 66

si ve söz etmesi zorunluydu yoksa b en zeri olayları düşünmek ve bunlardan söz etm ek gibi saltık bir zorunluluğu olmasa kesinlikle yapacağı gibi bunları düşünmeyip bunlardan söz etm ed en g e ç iş ti­ rip hepsini y o k sayabilirdi. Ama g en ellem ed e bulunursak W a tt'ın girdiği ilişkilerde karşılaştığı bu tür olaylara verdiği anlam b azen ö n c e yitirilip sonra y e n id e n ele geçirilen başlangıçtaki anlam, bazen başlangıçtaki anlamdan oldukça farklı bir anlam bazen de değişik bir süre sonunda az ya da ç o k güçlükle, başlangıçtaki anlam yo k lu ğ u n ­ dan türetilmiş bir anlamdı. Bu konuda b ir iki söz daha. W a t t Bay K n o t t u n evindeki yaşantısının sonuna doğru hiçb ir şeyin olup bitm ed iğini, bir hiçin olup bittiğini kabullenmeyi, buna katlanmayı, hatta ç e k in g e n c e bundan tat almayı öğrendi. Ama artık ç o k geçti o zaman. İşte g ö z e çarpan öteki olayların y alnızca ilki olan baba oğul Gall'ler olayının öteki olaylara benzediği nokta. Ama daha ö n c e belirtildiği gibi baba oğul Gall'ler olayının daha sonraki g ö z e çarpan bütün olaylarla ortak ö zellik ler taşıdığını söylem ek belki de biraz fazla ileri g itm ek olacak. Ç ünkü W a tt'ın Bay Knott'un evindeki yaşantısı b o y u n c a karşılaştığı olayların hepsi de bu görünümü taşı­ mıyorlardı, hayır ama bazıları başlangıçtan itibaren belli bir anlamı taşıyor ve aynı anlamı sonuna değin taşımayı dirençle sürdürüyordu, sözgelişi kayıktaki frenküzümleri ya da tek bacaklı Bayan W atson'un tahta bacağını çıkarışı örneklerinde görüldüğü gibi. Baba oğul Gall'ler olayının aynı ulamda y e r alan daha sonraki olaylardan ayrıldığı noktalarsa pek belirgin değil ve bu nedenle başarılı bir b içim de açıklanamaz. Ama böylesi bir ö z e t içinde farkın rahatça y o k sayılabilecek kadar küçük olduğunu varsayabiliriz. W a t t bazen Arsene'i düşünürdü. Ayrıldığı akşam Arsene'in ne demek istediğini, bunun ötesinde Arsene'in ne dediğini sorardı kendine. Çünkü anlattıklarının ç o k azı girmişti kulaklarına ve anla­ tılanların onca azı kulağa girince usuna da hem en hem en h içb ir şey girmemişti. Elbette Arsene'in anlattıklarının bir bakıma kendisine anlatıldığının ayırdına varmıştı,- ama bir şeyler, belki yorgunluğu, anlatılan şeylere dikkatini yöneltm esini ve bunların anlamını araştır67 CS>“e-

masını önlemişti. Şimdi W a t t buna yeriniyordu çünkü Erskine'den h içb ir şey öğren em ezdi. W a t t bilgi edinm ek mi istiyordu, hayır, ilgisi yok. Bütün istediği, sözcüklerin durumuna, Bay Knott'a, eve, topraklara,

görevlerine,

merdivene,

yatak odasına,

mutfağa ve

g en eld e kendini içinde bulduğu varlık koşullarına karşılık verebilmesiydi. Çünkü W a t t şimdi adlandırılmaya izin verse de bunu hiç de istem eyerek yapan nesnelerle çevrili buluyordu kendini. W att'ın şimdi içinde bulunduğu durum, bugüne kadar W a tt'm içinde bulun­ duğu durumların hiçbirind e görülmediği b içim d e - W a t t yaşamında sayısız dununda bu lunm uştu - her türlü açıklam aya karşı çıkıyordu. Ö rn e ğ in bir te n cerey e, Bay Knott'un tencerelerin d en birine bakar­ ken ya da bir tencereyi, Bay Knott'un ten cerelerin d en birini düşü­ nürken, boşunaydı W a tt'm , T e n c e r e , te n c ere, demesi. Evet, belki bütünüyle boşuna değildi ama aşağı yukarı b ö yleyd i. Ç ü n kü daha ç o k baktıkça, daha ç o k düşündükçe bunun kesinlikle bir tencere olmadığına inanıyordu. Bir te n c e r e y e ben z iy o r, nered eyse bir t e n ­ cere d en ecek özellikleri taşıyordu ama T e n c e r e , te n cere, deyip de insanın kendini rahatlatacağı b ir te n ce re olam ıyordu. Bir ten ceren in tüm işlevlerini ve görevlerini yetkinlikle y e rin e g etirm esine karşılık, bir ten cere değildi bu. W att'ı tedirgin eden şey g erçe k ten ceren in doğasından ayrılan bu kıl kadar farktı. Ç ünkü bu kadar b ir yaklaşık­ lık olmasaydı eğer, W a t t kaygılanır mıydı böylesi? Ç ü n k ü o zaman, Bu bir ten cere ve bununla birlikte bir te n c e r e değil, hayır, d em ez ama Bu adını bilm ediğim bir şey, derdi. W a t t kendisine acı verse de adını bilmediği şeylerle yüz yüze gelm eyi, bilinen adları, sınanmış adları, artık kendisi için ad olm aktan çıkmış nesnelerle yüz yü ze g e l­ m ey e yeğliyordu genelde. Ç ü nkü adını h iç bilm ediği bir şeyin, bir gün adını ö ğ ren eb ilece ğ in i hep umut edebilir, b ö y le c e de rahatlaya­ bilirdi. Ama g erçe k adı, aniden ya da yavaş yavaş, W a t t için g erçek ad olm aktan çıkan bir şeyin durumunda aynı umudu sürdürmesi söz konusu değildi. Ç ü n k ü bir te n c e r e W a t t dışında herkes için bir te n c e r e olarak kalıyordu. W a t t , adı kadar emindi bundan. Yalnızca W a t t için artık bir te n c e r e değildi. So n ra kendini rahatlatm ak için, te n c e r e ö rn eğin d e olduğu an lam ­ da Bay K n o tt'u n sahip olm adığı ve dışartdan gelmiş olan ve dışarının 68

yeniden ça ğ ıra cağ ı* kendisine döndüğünde, bu konuda da bir taşın varlığını nasıl k esinley em ezse, kendi varlığını da k esin ley em ey eceği g erçeğ iy le yüz yü ze geldi. W a tt'm kendi varlığını kesinlem ek gibi bir alışkanlığı mı vardı, hayır ilgisi y o k ama arada sırada belli bir haklılık payıyla, W a t t h e r şeye rağm en bir insandır, W a t t bir insandır ya da W a t t cad ded e, b in lerce b e n z e riy le burun burunadır, diyebilm eyi bir avuntu olarak görüyordu. Bu küçücük şey onu, belki de tüm yaşam ında h iç b ir şeyin rahatsız etm ediği kadar rahatsız e d i­ yordu ve W a t t yaşamında sık sık ve önem li ölçüde rahatsız edilmişti; bu küçük şey, bu algılanamaz, hayır, W a t t duyumsadığına göre algılanamaz değildi, ona güven ve rahatlama duygusu vererek son d e rece te n c e r e y e b e n z e y e n bu nesneye te n cere dem ekten alıkoyan ve taşıdığı ta m am en insana ö zg ü bir yığın özelliğe karşın bu yaratığa insan d em ek ten alıkoyan bu tanım lanm az şey. V e W a tt'ın anlamsal avuntulara duyduğu gereksinim bazen öylesine büyüyordu ki nes­ nelere ve ken d in e adlar bulmaya çalışıyordu, kadınların arka arkaya şapka denem esi gibi. B ö y le c e sa h te -te n c e re üzerinde düşündükten sonra, Bu bir kalkan ya da yüreklenerek, Bu bir kuzgun gibisinden şeyler söyleyebiliy o rd u . Ama tencere, bir kalkan ya da kuzgun ya da W a tt'ın ona verdiği herhangi bir adla da ten cerey le olduğu kadar az inandırıcıydı. K end isine gelince, bunu belirtm enin bir saçmalık olmadığı içgüdüsüyle geçm iştek i gibi kendini bir insan olarak adlandıramasa da bununla birlikte bir insandan başka nasıl adlandırılabi­ leceğini canlandıram ıyordu usunda. Ama W a tt'm imgelemi canlı bir imgelem olmamıştı hiç. B ö y le ce annesinin ona öğrettiği gibi, işte küçük, uslu bir adam ya da işte küçücük, minicik bir adam, ya da, işte akıllı, küçük bir adam, diyerek kendini bir adam olarak düşünmeyi sürdürüyordu. Ama bütün bunların ona verdiği rahatlamaya, kendini bir kutu ya da bir küp olarak düşünerek de kavuşabilirdi. * W a t t Arsene'in aksine Bay K n ott 'u n evinin hiç son barınağı o lacağ ını düşünmemişti. îlki miydi? Bir anlamda öyleydi ama sonuncu olaca km ış gibi bir izlenim veren ilklerden d e ğ i l ­ di. E lb ett e bu evdeki yaşantısının sonuna doğru b ir g e ç i c i barınağı, daha becerikli olsa ya da din lenm ey e daha az gereksinimi olsa belki son barınağa dönüştürebilirdi diye g e ç ir m iş ­ ti usundan. Ama W a t t , Bay K nott 'un çatısının altındaki yaşantısının so nuna doğru iyice hayaller içinde y ü z e r olmuştu. Arşene de ayrıldığının g e cesi, düşüncelerini belirtirken ayrılık saatinin b e n z e r baskısı altında olmalıydı. Ç ü n k ü Arsene'in d e n e y i m i n e sahip bir adamın, ö n c e d e n saptanmış bir molayı son mola sanması pek inanılır gibi görünmüyor. 69

İşte bu nedenlerle W a t t ; Erskine'in sesi mutfağın uzamını, gü ze­ lim merdiven lambasını, hiç aynı kalmayan ve basamak sayısı bile günden güne ve akşamdan sabaha değişiyor gözüken merdivenleri ve evdeki bir yığın şeyi ve en güzel günde bile onun temiz hava almasını engelleyip solup sararmasına ve kabızlaşmasına neden olan çalılıkları ve daha yükseklere çıkarsak gelip giden gün ışığını ve g ö k ­ yüzüne tırmanan bazen yavaş bazen de hızlı, g enelde batıdan doğuya devinen ya da yeryüzüne doğru öteki yam açtan kayıp alçalan bulut­ ları, - ç ü n k ü Bay K n o t tu n evinden görülen bulutlar W a tt'ın tanıdığı bulutlara ben zem iy ord u ve W att'ın bulutlarla büyük bir deneyimi vardı ve ilk bakışta b irçok çeşidini ayırt edebilirdi, saçakbulutları, katmanbulutları, kümebulutları ve öteki bir yığın ç e ş i d i - sımsıkı sarmalasa ç o k mutlu olurdu. Erskine'in, Bu bir te n cere, demesi ya da W att'a, Sevgili dostum ya da Sevgili Bayım ya da T a n rı cezanızı versin diye seslenmesi W a t t için ten cerey i te n c e r e y e ya da W att'ı bir insana mı dönüştürecekti, hayır, ilgisi yok. A m a en azından Erskine için tencerenin bir te n cere ve W a tt'ın bir insan olduğunu gösterirdi bu. Erskine için tencerenin bir te n cere ya da W a tt 'm bir insan olması gerçeği, W a t t için tencerenin bir te n ce re ya da W a tt'ın bir insan olmasını mı sağlardı, hayır ilgisi yok. A ma bu, W a tt'a y a b a n cı bir ortam a uyum sağlamak için bed enin in harcadığı çabalar nedeniyle sağlığı bozulduğundan, bu çabaların sonunda başarıya ulaşacağı ve sağlığının düzeleceği ve nesnelerin ve kendisinin eski g örünü m le­ riyle yeniden ortaya çıkıp kendilerine verilen ve unutulan adlarıyla adlandırılmaya izin verecekleri umutlarını yeşerten bir y ü re k le n ­ dirme olacaktı. W a t t her an, nesneleri ve kendisini g ö r e c e zararsız bir konum a g etirece k bir düzeltimin olması için yanıp tutuşuyor muydu, hayır, ilgisi yok. Ç ünkü öyle anlar oluyordu ki son farelerin de kendisini bu b içim d e terk etm esiy le içini m em nunluk duygusuna son d e rece b e n z e y e n bir duygu dolduruyordu. Ç ü nkü bunlardan sonra artık fare kalm ayacaktı, tek bir fare kalm ayacaktı ve öyle zam anlar oluyordu ki W a t t bu durumu, en sonunda, son farelerinden kurtulmuş olm ayı m em nunlukla karşılıyordu. E lb e tte başlangıçta, o n c a kem irm e, koşuşturma ve küçük çığlıklardan sonra yalnızlık ve sessizlik olacaktı. O n c a zamandır, kötü havalarda ve daha da kötü 70

havalarda nesneler ve kendisi birbirlerine eşlik etmişlerdi. Bildiğimiz anlamda nesneler ve sonra aralarındaki boşluklar ve ta yukarıda, onlara doğru inen ışık ve sonra kaçışlarında çim enleri ezip kum lan dağıtan şu öteki, uzun, ağır, boş, dengesiz, eklem li şey. A m a W a tt'ın bu terk edilişi m em nunluğa b e n z e r duygularla değerlendirdiği anlar olsa da bunlar özellikle W a tt'ın Bay K n ott'u n evindeki yaşantısının ilk devrelerinde pek seyrekti. Sık sık, tek başına Erskine ile birlikte olduğundan, onun, eski güvenliklerini yitirmiş eski sözcüklerle Bay K nott'un evinin küçük dünyasından söz eden sesini duymak için yanar tutuşurdu. T a b ii b a h ç e d e n söz e d eb ile cek bahçıvan vardı. Ama h e r akşam, hava kararmadan evine giden ve ertesi sabah güneş g ö k te iyice y ü k selm ed en ö n c e de geri d ö n m e y e n bahçıvan b a h ç e ­ den sö z ed eb ilir miydi? H ayır, bahçıv anın tanıklığı geçersizdi, nasıl evden ancak Erskine söz edebilirse, b a h ç e d e n de W a tt'a yararlı b il­ gileri ancak Erskine aktarabilirdi. Erskine ise ne birinden ne de ö t e ­ kinden h iç söz etm iyord u . Aslında Erskine, W a tt'ın yanında, y em ek y e m e k ya da geğ irm e k ya da öksürmek ya da kusmak ya da düş kur­ mak ya da iç g e ç ir m e k ya da şarkı sö y le m ek ya da aksırmak dışında h iç ağzını açm azdı. İlk hafta b o y u n ca Erskine'in W a t t a görevleri konusunda çeşitli sö z le r yö n eltm ed iğ i tek gün y o k gibiydi. Ama ilk haftada W a tt'ın sözcükleri henüz tükenm eye başlamamış ya da W a tt'ın dünyası sözcü k lere in d irg e n em ey ece k bir duruma d önü şm e­ mişti. Z a m a n zam an Erskine'in pürtelaş içinde W att'ın y an m a koşup Bay K nott'u gördünüz mü? ya da K ate geldi mi? türünden gülünç sorular sorduğu da bir gerçek. Ama bu ç o k sonralarıydı. T e n c e r e nerede? ya da Şu tencereyi nereye koydunuz? diye sorular soracağı günler de g ele cek belki diyordu W a t t . Bununla birlikte, bu sorular ne kadar saçma olurlarsa olsun, W a tt'ın mutlulukla ayırdına vardığı gibi kendi varlığı konusunda tanıklık ediyorlardı. Ama bu tanıklık, daha önceleri, türünün dışında kaldığı inancına varmasından ö n c e yapılsa daha da mutluluk duyardı W a tt . Erskine'in söylediği, daha doğrusu ilahi gibi mırıldandığı şarkı hep aynıydı. Şöyleydi:

Belki W a t t Erskine ile konuşsaydı, Erskine de W att'a yanıt olarak bir şeyler söylerdi. Ama W a t t ileri gitmemişti bu kadar. W a t t başlangıçta çevresinde olup bitene aşırı bir dikkat g ö ste ­ riyordu. Kulağının işittiği bütün gürültüleri o an algılıyor ve g e r e ­ kiyorsa sorguluyor ve yakında ya da uzakta, tüm gelen ve giden, duran ve kımıldayan, parlayan ve kararan, büyüyen ve küçülen her şey için dört açıyordu gözlerini ve çoğunlukla söz konusu nesnenin doğasını, hatta devininin oluş nedenini de kavrıyordu. Dikkatini zamanın ardında bıraktığı binlerce kokuya da yoğunlaştırıyordu. V e bir tükürük hokkası edindi kendine. Bu en soylu yetilerinin bir kısmının sürekli gerginliği W att'ı ç o k yoruyordu. S onuçlar genelde yetersizdi. Ama başlangıçta seçeneği yoktu W att'ın. Böylece, W att'ın öğrendiği ilk şeylerden biri, Bay Knott'un bazen g eç kalkıp erken yattığı, bazen ç o k g e ç kalkıp ç o k erken yattığı, bazen de hiç kalkmayıp hiç yatm adığıydı. Ç ünkü kalkmayan biri, nasıl yatabilirdi? W att'ı burada ilgilendiren şey, Bay K nott'un ne kadar erken kalkarsa o kadar g e ç yatması, ne kadar g e ç kalkarsa da o kadar erken yatmasıydı. Ama kalkış saati ve yatış saati arasında kesin bir bağıntı y o k gibi gözüküyordu ya da ö ylesine gizli bir bağıntı vardı ki W a t t y o k sayıyordu. U zu n süre, bu, W a t t için bir şaşkınlık kaynağıydı,- çünkü İşte bir yandan konum unu değiştirm eye pek istekli olmayan, öte yandan da değişiklik için sabırsızlık gösteren biri, diyordu. Çünkü pazartesi, salı ve cum a on b ird e kalkıp yedide yatıyor, çarşamba ve cumartesi dokuzda kalkıp sekizde y a tıy o r ve pazar ne kalkıyor ne de yatıyordu. Bu şaşkınlık W a tt'ın kalkmış Bay K n o t t ile yatm ış Bay K n o t t arasında seçim yapmasının h em en h em en anlamsızlığını anlayana değin sürdü. Ç ünkü ne Bay Knott'un kalkışı uykudan uyanıklığa geçiş ne de yatışı uyanıklıktan uykuya geçişti, hayır, onun için kalkmak ve yatm ak ne uyku ne de uyanıklık olan b ir durumu, ne uyanıklık ne de uyku olan bir durum için terk etm ekti. Bay K nott'un bile, g e c e gündüz aynı durumda kalması düşünülemezdi. Bay K n ott'u n y em ek leri pek sorun yaratmıyordu. 72

Cum artesi gecesi Bay K n o t t u hafta b oy u tutacak kadar y e m e k hazırlanıp pişiriliyordu. Bu y e m e k çeşitli tür besinleri içeriyordu, çeşitli çorbalar, türlü çeşit balık, yumurta, av h ay v an lan , kümes hayvanları, et, peynir, m eyve ve e lb e tte ek m ek ve tereyağı, üstelik madensuyu, absent, çay, kahve, süt, Ingiliz birası, bira, viski, konyak, şarap ve su gibi en y a y ­ gın içecekleri ve de ensülin, dijitalin, kalom el, iyot, lavdanom, civa, kömür, demir, papatya, solucan düşürücü ve e lb e tte tuz ve hardal, karabiber ve şeker ve tabii m ayalanm ayı ö n leyen bir parça salisilik asit gibi sağlığa yararlı şeyler içeriyordu. Bütün bunlar ve sayması uzun sürecek bir yığın öteki şey ünlü te n cered e püre ya da lapa kıvamına g elin cey e değin bir arada iyice karıştırılıyor ve saatlerce pişiriliyor ve y e n e c e k bütün bu güzel ş e y ­ ler, iç e c e k bütün bu güzel şeyler ve sağlığa yararlı bütün bu güzel şeyler geriye dönüşsüz b iç im d e birbirlerine karışıp y iy e c e k te n de, içe ce k te n de, ilaçtan da farklı, yeni, güzel ve kendine ö zgü bir şeye dönüşüyor ve bunun küçük bir kaşığı bile anında iştahı açıp kapıyor, susatıp susuzluğu b ıç a k gibi kesiyor, b ed enin dirimsel işlevlerini zayıflatıp g ü çlen d iriy or ve hoş b içim de b ey n e yükseliyordu. Bu y e m e ğ in bileşim ine giren maddeleri titizlikle tartmak, ö l ç ­ mek ve saymak, te n c e re için hazırlanacak şeyleri hazırlamak, hiçbir kayba yol açm adan bütün bu şeyleri birbirinden ayırt ed ilem ez b içim de bulam aç haline getirm ek ve pişirmek için ateşe ko ym ak ve pişerken ateşi canlı tutmak ve piştiğinde ateşi söndürmek ve so n u n ­ da serin bir yerde soğutm aya bırakm ak W a tt'a düşüyordu. Bu görev W att'ı hem m anen hem bed en en ç o k yoruyordu, öylesine ince ve zo r işti... S ıcak havalarda, yarı beline kadar soyunuk halde karışımı hazırlarken ve iki eliyle ağır dem ir çubuğu kullanırken yüzünden te n cerey e ussal yorgunluktan gözyaşları dökülürdü ve yine, h a rca ­ dığı çabalar nedeniyle göğsünden, koltuklarının altından te n ce re y e kocam an ter damlaları dökülürdü. Sorumluluk duygusu ç o k büyük olduğu için sinirsel anlamda da yıpranıyordu. Ç ünkü bu sanki k e n ­ disine anlatıldığı gibi ç o k uzun zaman ö n c e evin kuruluşundan bu yana, yem eğin reçetesi hiç değişmemişti ve Bay K n o t t u n sağlığını yerinde tutarken ona aynı zamanda on dört tam öğün yani yedi tam 73

öğle ve yedi tam akşam yem eği boyunca olabildiğince tat vereb il­ mek için, en ince ayrıntısına kadar, bileşime giren unsurların miktarı, ölçüsü ve seçimi hesaplanarak kullanılmıştı. Bu yem ek, Bay Knott'a, soğuk olarak bir çanakta, öğlen, tam on ikide ve akşam dakikası dakikasına yedide verilirdi tüm yıl boyu. Yani W a t t dolu çanağı y e m e k odasına bu saatlerde getirirdi ve masaya bırakırdı. Bir saat sonra döner ve Bay K n o tt nasıl bırakmış­ sa ö y le ce alırdı. Ç anakta biraz y em ek kalmışsa, W a t t bu yem eği köpeğin tabağına aktarırdı. Ama tabak boşsa o zaman W a tt'a bunu g ele cek öğüne hazırlık için, yıkamak düşüyordu yalnızca. Böylece W a tt, Bay K n o t tu yem ek zamanı hiç görmüyordu. Çünkü Bay K n o tt yemeklerine zamanında gelmezdi hiç. Ama gecikmesi asla yirmi dakikayı ya da yarım saati aşmazdı. V e çanağını boşaltsın ya da boşaltmasın, bu işlem beş dakikayı ya da olsun olsun yedi dakikayı geçmezdi. Böylece Bay K nott, W att'ın çanağı getirdiği sırada da, kal­ dırmaya geldiği sırada da yem ek odasında bulunmazdı. Böylece W a tt, Bay K n o t tu yem ek saatlerinde hiç ama hiç görmüyordu. Bay K n o tt bu yem eği şekercilerin, bakkalların ve çaycıların kul­ landıkları cinsten gümüş kaplama küçük bir kürekle yerdi. Bu düzenlem eyle em ek ten

büyük

bir birikim

sağlanıyordu.

K öm ürden de israf önleniyordu. W a t t bu düzenlem eler kimin işiydi? diye soruyordu kendine. Bay Knott'un kendisinin miydi? Y ok sa bir başkasının, örneğ in esk i­ lerden dâhi bir uşak ya da m eslekten bir perhiz u zm anının mıydı? Bay Knott'un kendisi değil de bir başkasınınsa (ya da başkalarınınsa) Bay K n o tt böy lesine bir dü zenlem enin var olduğunu b iliy o r muydu yoksa bilm iyor muydu? H e r zaman yem eklerini y e m e se de Bay K n ott'u n y iy e ce k te n yakındığı duyulmamıştı hiç. Bazen çanağı, kenarlan ve dibi parlaya­ na değin küçük küreğiyle sıyırır, b a zen y e m e ğ in yarısını ya da bir kısmım, bazen de hepsini bırakırdı. Bu durumda on iki olasılık beliriyordu W a tt'ın usunda: 1.

Bay K n o t t dü zenlem enin sorumlusuydu ve düzenlem enin

sorumlusu olduğunu biliyordu ve böylesi bir düzenlem enin var o ldu ­ ğunu biliyordu ve memnundu. 74

2. Bay K n o t t d ü zen lem en in sorumlusu değildi ama d ü z e n le m e ­ den kimin sorumlu olduğunu biliyordu ve bö y lesi bir d üzenlem enin var olduğunu biliyordu ve m em nundu. . 3. Bay K n o t t dü zenlem enin sorumlusuydu ve d ü zenlem ed en sorumlu olduğunu biliyordu ama b ö y lesi bir dü zen lem en in var oldu­ ğunu bilm iyordu ve m emnundu. 4. Bay K n o t t d ü zenlem enin sorumlusu değildi ama d ü z e n le m e ­ den kimin sorumlu olduğunu biliyordu ama böylesi bir d ü z e n le m e ­ nin var olduğunu bilm iyordu ve memnundu. 5. Bay K n o t t d ü zen lem en in sorumlusuydu ama ne düzenlem eden kimin sorumlu olduğunu ne de böylesi bir düzenlem enin var olduğu­ nu biliyordu ve memnundu. 6. Bay K n o t t ne dü zenlem enin sorumlusuydu ne düzenlem eden kimin sorumlu olduğunu ne de böylesi bir düzenlem enin var o ldu ­ ğunu biliyordu ve memnundu. 7. Bay K n o t t dü zenlem enin sorumlusuydu ama düzenlem eden kimin sorumlu olduğunu bilm iyordu ve böylesi bir düzenlem enin var olduğunu biliyordu ve memnundu. 8. Bay K n o t t ne düzenlem enin sorumlusuydu ne de d ü z e n lem e­ den kimin sorumlu olduğunu biliyordu ve böylesi bir düzenlem enin var olduğunu biliyordu ve memnundu. 9. Bay K n o t t düzenlem enin sorumlusuydu ama düzenlem eden kimin sorumlu olduğunu biliyordu ve böylesi bir düzenlem enin var olduğunu biliyordu ve memnundu. 10. Bay K n o t t düzenlem enin sorumlusu değildi ama d ü z e n lem e­ den sorumlu olduğunu biliyordu ve böylesi bir düzenlem enin var olduğunu biliyordu ve memnundu. 11. Bay K n o t t düzenlem enin sorumlusuydu ama düzenlem eden kimin sorumlu olduğunu biliyordu ama böylesi bir düzenlem enin var olduğunu bilmiyordu ve memnundu. 12. Bay K n o tt düzenlem enin sorumlusu değildi ama d ü z e n le m e ­ den sorumlu olduğunu biliyordu ama böylesi bir d ü zenlem enin var olduğunu bilmiyordu ve memnundu. Bu duruma ilişkin başka olasılıklar da belirdi W a tt'm usunda ama şimdilik ciddiye alınacak kadar önem li bulmadığı için kovdu 75

cl5> -= =‘< 2j >

onları, uzaklaştırdı usundan. Belki de onları önem seyeceği bir zaman gelecek, o zaman da başarabilirse usuna getirecekti ve ciddiye ala­ caktı. Ama şimdilik ciddiye alınacak kadar önemsemiyordu, b ö y lece kovdu onları usundan ve unuttu. W att'a verilen y ö n erg e Bay Knott'un yem eğinin tamamını y e m e ­ diği günlerde bunun kö p eğ e verilmesi doğrultusundaydı. O y sa evde Bay Knott'un hakkını vermediği günlerde yem eğin verilebileceği bir köpek; yani ev köpeği yoktu. Bay Knott'un bir zamanlar köpeklerin bacağından ısırdığı bir adam tanımış olduğundan ve bir zamanlar bir kedinin burnundan tırmaladığı başka bir adam tanımış olduğundan ve bir zamanlar bir tekenin kıçına saldırdığı güzel ve sağlıklı bir kadın tanımış olduğundan ve bir zamanlar bir boğanın karnını yardığı bir adam tanımış olduğundan ve bir zamanlar bir atın bacak arasını teptiği bir piskoposla düşüp kalkmış olduğundan, evde köpek ve öteki dörtayaklı dostları bulundurmaktan korktuğunu ve yine, bir zamanlar bir devekuşunun midesinden öldüresiye tekmelediği bir m isyoner tanımış olduğundan ve bir zamanlar, kendi elleriyle yüz kişiyi aşkın mümine ayinde kutsal ekm eği sunduktan sonra, kiliseyi büyük bir rahatlıkla iç geçirerek terk ederken yükseklerden g ö zü n e bir güvercin sıçan bir papaz tanımış olduğundan, dörtayaklılardan daha az ölçüde olmamak üzere iki ayaklı, tüylü kız ve erkek kardeşleri de evde bulundurmaktan korktuğunu söyleyen hafif bir ses duydu W a tt , bütün bunları düşünürken. W a t t bu hafif, ilginç sesi nasıl değerlendirsin, söyledikleri şaka mıydı ciddi miydi, h iç bilemedi. Böylece, dışarıdan bir köpeğin en azından günde bir kere, Bay Knott'un öğle y em eğ in in ya da akşam y em eğ in in ya da ikisinin de bir kısmının ya da tamamının kendisine verilmesi için şansını d e n e ­ mesi gerekiyordu. O y sa bu konuda, kilometrelerce ötelere kadar uzanan yakın çevre­ de oldum olası ço k sayıda aç, hatta kadidi çıkmış köpek kaynamasına karşın, büyük sorunlarla karşılaşılmış olduğu kesin. Bunun nedeni belki de köpeğin evden midesi dolu ayrılmalarının sayısının midesinin yarı dolu ayrılmalarına göre ç o k az olması ve midesinin yarı dolu olarak 76

ayrılmalarının sayısının midesinin geldiği kadar boş olarak ayrılmaları­ nın sayısından ç o k daha az oluşuydu. Çünkü Bay K n o t tu n yem eğinin tamamını bitirmesi, birazını bıraktığı zamanlara göre birazını yemesi de hiç bitirmediği zamanlara göre daha çoktu, evet çoğu k ez durum böyleydi, çoğu kez. Ç ünkü Bay K n o t t u n sık sık ç o k geç kalktığı ve ço k erken yattığı bir gerçekse de bununla birlikte Bay K n o ttu n tam öğle yem eği vaktinde kalktığı ve akşam yem eğini tam yatacağı saatte yediği defalarca görülmüştü. N e kalktığı ne de yattığı ve böylelikle öğle y em eğ in e de, akşam y em eğ in e de dokunmadığı günler elbette k öpek için m ükemm el günlerdi. Ama nadirdi bu günler. Şim di, ö zg ü r iradeli, ortalam a bir aç ya da kadidi çıkmış köpek bu koşullarda h e r zam an gelir mi? Hayır, ortalama aç ya da kadidi çıkmış k ö p e k kendi haline bırakıldığında gelmeyecektir,- çünkü bu durumda bir çık a r sağlayam az. Bir de buna k ö p eğ in ziyaretinin hayvanın kafasına estiği gün ya da g e c e n in h erh a n g i bir saatinde değil ama belirli zaman sınırları içinde, yani akşamın sekiziyle akşamın onu arasında olması g e re k ti­ ğini ekleyin. Bunun nedeni de saat onda evin g e c e için kapatılması ve sekize kadar Bay K n o t t u n günlük yem eğinin tamamını mı, bir kısmını mı bırakacağının ya da b ir şey bırakm ayacağının bilinmemesiydi. Ç ü n k ü genel kural Bay K n o t t u n hem öğle yem eğini hem akşam y em eğin i son kırıntısına kadar yem esi ve bu durumda k ö p eğ e h içb ir şey kalmamasıysa d a; ö ğ le yem eğini son kırıntısına kadar yiyip akşam y e m e ğ in e dokunmamasını ya da akşam y em eğ inin y alnızca bir kısmını yem esini —ki bu durumda k ö p eğ e y e n m e y e n akşam yem eğ i ya da akşam y em eğ in in bir kısmı d ü şerd i- ya da öğle yem eğini y em ey ip ya da ö ğ le y em eğin in bir kısmını yiyip bunu n­ la birlikte akşam yem eğini son kırıntısına kadar yem esini - k i bu durumda köpeğe y e n m e y e n ö ğ le y em eğ i ya da ö ğ le y em eğinin bir kısmı d ü şerd i- ya da y alnızca öğle y em eğinin bir kısmını ve sonra yine akşam y em eğinin bir kısmını yem esini - k i bu durumda k ö p eğ e iki y em ek ten yenm em iş kısımlar d ü ş e rd i- ya da ne ö ğ le ne de akşam yemeğini yem em esini e n g e lle y e ce k bir güç yoktu,- bu durumda da gelişinde bir erkenlik ya da gecik m e yoksa k öpek sonunda dolu mideyle ayrılıyordu evden. 77

O halde Bay K n o t t u n günlük yem eğinin tamamını ya da bir kıs* mini bıraktığı ve bu kısmın ve bu tamamın k öpeğe ayrıldığı günler köpeği ve y em eği bir araya nasıl getirmeliydi? Çünkü W att'ın aldığı y ö n erg eler kesindi: Y e m e k te n bir şeyler arttığı günler, bu artık zaman yitirm eden k ö p e ğ e verilmeliydi. « işte Bay K n o t t u n , uzak bir geçm işte, evini kurarken karşılaşmış olması gereken bir sorundu bu. işte Bay K n o t t u n o zaman karşılaşmış olması gereken birçok sorundan biriydi bu. Ya da Bay K n o tt değilse, tüm izleri yitmiş olan bir başkasının. Y a da bu başkası da değilse, o halde varlığından eser kalmayan başkalarının. Şimdi W a t t bu sorunun çözüm b içim in e, eğ e r Bay K n o t t tara­ fından değilse, şu başkası tarafından, ne Bay K n o t t ne de şu başkası tarafından değilse de o zaman bulunan bu sorunun şu başkalarınca çö zü m b içim in e geçiyordu, Bay K n o t t u n evini kurduğu o sıralarda, o uzak geçm işte ya Bay K n o t t u n ya ötekinin ya da ötekilerin kar­ şılaştığı köpeğin ve y em eğ in bir araya getirilmesi sorununa,- çünkü sorunun bu sorunla karşılaşmış olm ayan kişi ya da kişilerce çözülm üş olması W a tt'ın usuna h iç mi hiç yatm ıyordu. Ama buna g eçm ed en ö n ce , köpeğin ve y e m e ğ in bir araya g etiril­ mesi sorununun, belirtildiği biçim d e belki de ç o k ç o k ö n cele ri Bay K n o t t u n yem eğinin hazırlanması sorununu ç ö z m e y i başaran aynı kişi ya da kişilerce çözüldüğünü düşünerek oyalandı biraz. Bunun üzerinde düşünerek oyalanırken en ağırlıklı gibi gözüken ç ö z ü m e g e ç m e d e n ö n c e en azından ağırlıklı gö zü k m ey en leri d e ğ e r­ lendirerek biraz daha oyalandı. Ama bunu yaparak biraz daha oyalanm adan ö n c e , ağırlıklı gibi g ö z ü k m ey e n çözü m lerin, ağır basmış gibi g ö zü k en çö zü m ü n yaratı­ cısı ya da yaratıcıları tarafından düşünülüp taşınıldıklarını, sonra da y etersiz bulunarak bir tarafa atıldıklarını kurdu ivedilikle kafasında ama düşünülüp taşınılmamış da olabilirlerdi. 1.

G e r e k e n biçim d e, y aln ızca k en d in ce bilinen nedenlerle eve

uğram akta çıkar sağlayacağını düşünecek olağanüstü aç ya da kadidi çıkm ış bir k ö p ek aranıp bulunabilirdi. 78

Ama böylesi bir köpeğin var olm a olasılığı pek azdı. Ama böylesi bir köpeği bulma olasılığının var olduğunu evetlesek bile, bu olasılık ç o k düşüktü. 2. Y ö re n in az beslenm iş bir k ö p eğ i seçilebilir ve ona sahibinin izniyle Bay K nott'un günlük y e m e ğ in in tamamını ya da bir kısmını bıraktığı günlerde, Bay K n ott'u n adamlarından biri tarafından Bay Knott'un y em eğ in in tamamı ya da bir kısmı götürülebilirdi. Ama bu durumda Bay K nott'un adamlarından biri paltosunu ve şapkasını giy m ek ve belki de zifiri bir karanlığa ve büyük bir olası­ lıkla bardaktan boşanırcasına yağan yağmura çıkm ak ve seller gibi dökülen yağmurda, karanlıkta, elinde y e m e k tenceresi, yürekler acısı ve gülünç b ir halde, k ö p eğ in barındığı yere kadar send eleye sendeleye ilerlem ek zorunda kalacaktı. Ama adam geldiğinde köpeğin yerinde olması konusunda bir güvence verilebilir miydi? K ö p e k g e c e g ezm esine çıkmış olamaz mıydı? Ama adam geld iğind e köpeğin yerinde olduğunu varsaysak bile, köpeğin adam y e m e k ten ceresiy le geldiğinde, y em eği y iy e c e k kadar aç olduğuna ilişkin bir güvence verilebilir miydi? K ö p e k gündüz açlığını gidermiş olam az mıydı? Y a da adam geldiğinde köpeğin dışarıda olduğunu varsayarsak k öpek sabah ya da g e c e döndüğünde adamın getirdiği y e m e k tenceresini y iy ece ğ in e nasıl güven duyula­ bilirdi? K ö p e k açlığını g ece, evi y alnızca bu amaçla terk edip g id er­ miş olam az mıydı? 3. Akşamları, diyelim ki sekiz on beşte, her akşam eve uğrayacak bir erkek ya da bir ç o c u k ya da bir kadın ya da bir kız elçi tutula­ bilir ve k ö p ek için y em eğ in uygun olduğu akşamlar bu yem eği bir köpeğe, herhangi bir k ö p eğ e götürm ekle ve k ö p ek yem eğ i bitirene kadar başında b eklem ekle, eğ er köpek y em eğ i bitirem ez ya da b itir­ mek istemezse kalan yem eği başka bir köpeğe, herhangi bir k ö p eğ e götürmekle, bu artan yem eği y iy en e kadar başında b ek lem ek le ve eğer köpek y em ek ten kalanı bitirm ez ya da bitirm ek istemezse yem ekten hâlâ kalanı başka bir köpeğe, herhangi bir k ö p eğ e g ö tü r­ mekle ve b ö y le c e y em ekten tek bir kırıntı kalmadan, tamamen b it i­ rilene kadar aynı işlemi tekrarlamakla ve en sonunda tencereyi boş olarak geri getirmekle görevlendirilebilirdi. 79

[Bu kişi evden dolu te n cerey le ayrılmadan ö n c e (dolu dediysek de o kadar dolu değil, e lb e tte ) ya da eve boş tencereyle döndüğünde ya da o gün k ö p eğ e y e m e k olmadığını öğrendiğinde ayrıca botları ya da ayakkabıları parlatmakla da görevlendirilebilirdi. B öylece Bay Graves adındaki bahçıvanın yükü fazlasıyla hafifler, adamın botlara ve ayakkabılara ayırdığı zamanı b a h ç e y e ayırmasına olanak sağlan­ mış olurdu. Ama tuhaf değil mi, bir şeye tam am en dolu olmadığında dolu denirken, bu şey boş değilse b o ş denm em esi ç o k tuhaf değil mi? Belki de bunun nedeni, insanın doldururken, pek kullanışlı olmadığı için nadiren ağzına kadar doldurması oysa bir şeyi, diyelim bir tencereyi boşaltırken, baş aşağı tutarak ve gerekiyorsa da k ay ­ nar suyla ova ova öfke n ö b etin e tutulmuşçasına yıkayıp tamamıyla boşaltması. | Ama elçinin bir k ö p eğ e ya da köpeklere, aldığı y ö n erg elere * uygun b içim d e y em eği v ere ceğ in e nasıl güvenilebilirdi? Elçinin y em eği kendisinin yemesini ya da y em eğ in tam amını ya da bir kısmını üçüncü kişilere satmasını ya da armağan etm esini ya da zamandan ve zahm etten tasarruf etm ek için en yakın h e n d e ğ e ya da çukura boşaltmasını kim engelleyebilirdi? Ama elçi zayıflıktan, sarhoşluktan, ilgisizlikten ya da te m b e llik ­ ten k öpek için y iy e c e k bir şeyler olduğu bir akşam eve uğramayı aksatırsa ne olacaktı peki? Ama yöredeki tüm köpekleri, onların alışkanlıklarını, evlerini, renklerini ve biçimlerini bilen elçilerin en vicdanlısı, en kanaatkarı ve en sağlamı bile kocam ış saat tam onu vurduğunda y iy e c e k artıkla­ rıyla dolu, elinde eski te n cerey le ö y le c e kalabilirdi, o zam an güveni­ lir elçi e ğ e r te n cere zam anında boşalm adıysa nasıl geri getirebilirdi bunu,- ertesi sabah ç o k g eç olurdu çünkü Bay K nott'un kapkacağı g e c e dışarıda bırakılamazdı. A ma bir köpek, kö p ek le aynı şey midir? Ç ü n k ü W a tt'ın aldığı y ö n e rg e le rd e bir k ö p e k te n değil ama yalnızca k ö p ek ten söz ed ili­ yordu, bunun anlamı da olsa olsa tek bir k öpeği yani özel bir köpeği belirtiyordu, yani bugün bir köpek, yarın bir başkası, öbür gün bir başkası değil, yaşadığı sürece h e r gün aynı, h e r gün aynı zavallı yaşlı köpek. Ü stü n e üstlük k ö p e k le r bir kö p ek le aynı şey midir? 80

4.

Bay K n o t t u n evinin önü nd en yılın her günü akşam saat sekiz

ile on arasında köpeği ile birlikte g e çm e y i iş e d in e ce k bir adam, kadidi çıkmış bir köpeği olan bir adam aranıp bulunabilirdi, b ö y le c e köpek için y iy e c e k olan akşamlar Bay K n o t t u n p enceresinde ya da bir başka g ö z e çarpan p e n cered e kırmızı bir ışık ya da daha iyisi h içb ir ışık yakılmazdı, o zaman adam (kuşkusuz, kısa bir süre sonra k ö p ek de) g eçe rk en gözlerini p e n c erey e kaldırır ve kırmızı ışığı ya da yeşil ışığı gördüğünde evin kapısına koşar ve orada köpeği Bay K n o t t u n bıraktığı y iy ecek leri bitirene kadar durur bekler ama m or ışığı g ö rü n ce ya da ışık g ö re m e y in c e köpeğiyle kapıya kadar k o ş ­ maz, h içb ir şey olm am ışçasına yoluna devam ederdi. Ama b ö y le bir adam m evcut muydu peki? Eğer m evcutsa nasıl bulunabilirdi? Eğer mevcutsa ve bulunabilirse, evin önünden g eçerken ya da evine giderken ya da gelirken -d o la ş a n biri için başka ne o la b i­ l i r - karıştırmaz mıydı her şeyi, kırmızıyı morla, moru yeşille, yeşili karanlıkla, karanlığı kırmızıyla karıştırmaz mıydı ve ten cered e onun için bir şey olm adığında gidip kapıya tak tak vurup tencere onun için dolu olduğunda da peşinde sadık kemik torbası aptal aptal y o lu ­ na devam e tm e z miydi? Ama Erskine ya da W a t t ya da başka bir Erskine ya da başka bir W a t t yanlış ışık yakam azlar mıydı ya da dikkatsizlikle yakmayı unutamazlar mıydı ya da doğru ışığı yakmayı ya da yakmamayı unutkanlık ya da kaygısızlık yüzünden geciktirip adamın ve k ö p e ­ ğin kendileri için h içb ir şey olmadığında koşturmalarına, bir şeyler olduğunda da o eski yollarında durmadan geçip gitm elerine neden olamazlar mıydı? Bunun sonucunda, Bay K n o t t u n uşaklarının zaten hayli ağır olan üzüntüleri, acıları, sorumlulukları daha da artmaz mıydı? Böylece W a t t ağırlık kazanamayan belli sayıdaki çözüm leri oldu­ ğu kadar, belirleyici olan belli sayıdaki karşı düşünceleri de dikkate aidi:

81

Çölüm Karşı Düşünce Sayısı 1'inci ....................................... 2 2'nci ........................................ 3 3 /••

••

A

uncu ..................................... 4

4 uncü ..................................... 5 Çözüm Sayısı

Karşı Düşünce Sayısı

4 .............................................. 14 3 .............................................. 9 2 ..............................................................5 1

2

S o n ra ağır basan ç ö z ü m e geçilirse W a t t kabaca şöyle uslam ­ lıyordu: Y ö red e gereken nitelikleri taşıyan bir k ö p e k sahibi, yani aç bir köpeği olan yoksul biri aranıp bulunmalı ve her akşam sekiz ile on arası, aç bir durumda olan köp eğiy le birlikte Bay K n o t t u n evine uğraması ve köpeği için y iy e c e k bir şeyler olduğu günler, elinde sopası, tanıklar önünde, k ö p ek tek b ir kırıntı bırakm adan tüm y em eği bitirene kadar, köpeğin başında durması, sonra da köpeğiyle birlikte zaman yitirmeksizin yöreyi terk etm esi koşuluyla h e r ay bir kısmı ö d en m ek üzere yılda elli sterlinlik dolgun b ir ücret b a ğ la n ­ malıydı,- ve bu adam tarafından giderleri Bay K n o tt'ç a karşılanmak üzere daha gen ç, aç bir k ö p ek alınıp, ilk aç k ö p eğ in ö le c e ğ i güne kadar ihtiyaten y ed ek te tutulmalıydı ve bu andan itibaren yine bir başka aç k ö p ek aynı koşullarda edinilip ikinci aç k ö p eğ in de d o ğ a ­ ya olan borcu nu ö d ey e ceğ i kaçınılm az saate kadar ihtiyaten hazır bekletilm eliydi ve b ö y le c e sürekli olarak, h e r an, biri ö len e değin belirtilen b içim d e Bay K n o t t u n bıraktığı y em ek leri y em ek , öteki de sırası geldiğinde, yaşadığı süre için d e aynı şeyi yapm ak için iki aç k ö p ek bulundurmalıydı ve b ö y le c e aynı düzen hep sürmeliydi ve bunun da ötesind e ilk k ö p e k sahibinin ö le c e ğ i güne ihtiyaten de evsiz ve sahipsiz kalan iki aç köpeği aynı koşullarda bakıp gözetsin diye y ö re d e , b e n z e r ö zellik ler taşıyan, g e n ç ama köpeksiz bir adam aranıp bulunmalıydı v e y in e o andan itibaren y ö re d e başka bir g en ç k ö p ek siz adam, y ö red ek i ikinci k ö p eğ in g ö çm ü şlerine kavuşacağı 82

C.£>-c3-

ürkünç saate ihtiyaten ayarlanmalıydı ve her şey hep bu b içim d e sür­ meliydi ve hep iki aç k öpek ve y ö re n in iki yoksul insanı elde bulun­ durulmalıydı, y ö ren in birinci yoksul insanı yaşadığı süre b o y u n ca , tanımlandığı b içim d e iki aç k ö p e ğ e bakıp g ö z etm esi için, ötek i de sırası geldiğinde soluk alıp verdiği sürece aynı b içim d e davranması için ve h e r şey h e p b ö y l e c e sürmeliydi ve büyük b ir talihsizlik so n u ­ cunda iki aç k ö p e k te n biri ya da h e r iki aç k ö p e k de sahiplerinden ç o k yaşam ayıp onun h e m e n ardından öteki dünyayı boylarlar diye bir üçüncü, dördüncü, beşinci, hatta bir altıncı aç k ö p ek edinilip, giderleri Bay K n o tt'ç a karşılanmak üzere aç durumda ve uygun bir y erde gerektiği gibi bakılm alıydı ya da daha iyisi, giderleri Bay K n ott'ça karşılanmak üzere güzel manzaralı bir yerde, istenen her an iyi soylu ve iyi eğitilm iş aç b ir köpeğin alınıp çalışmaya k o n a b ile c e ­ ği bir k ö p e k çiftliği ya da köpekevi kurulmalıydı ve y ören in ikinci fakir g e n ç k ö p ek çisin in atalarına ilk k ö p ek çiy le aynı anda/ hatta ilkinden ö n c e kavuşması yolundaki küçük olasılığa karşı da - h e r gün ç o k şaşırtıcı şey ler o lm u y o r mu d ü n y a m ız d a ?- tanımlanan biçim de y ö re d e bir üçüncü, dördüncü, beşinci, hatta bir altıncı genç, biçare ve k öpeksiz adam, hatta kadın aranıp bulunmalı ve güzel sözlerle ve arada sırada verilen bahşişlerle ve eski giysilerle Bay Knott'un h iz m etin e sımsıkı bağlanm alıydı ya da daha iyisi yörede, olasıysa bir ana baba ve on ya da on beş ç o c u k ve torundan oluşan ve d o ğ ­ dukları y ere tutkuyla bağlı, g eçim sıkıntısı çek e n , uygun özellikte, geniş bir aile aranıp bulunmalı ve başlangıçta abartıya kaçmadan ö d e n e ce k dolgun bir peşinat ve aylık ödem elerle verilecek elli ster­ linlik dolgun bir yıllık ücret ve arada sırada yapılacak iki üç kuruşluk bağışlar ve bol giysiler ve en gerekli zamanlarda sö y le n e c e k sevgi dolu öğüt, yüreklendirm e ve avuntu sözcükleriyle görevleri Bay Knott'un bıraktığı yem eği yem esi gereken köpek sorunuyla uzaktan yakından bağlantılı şeyler, yalnız ve yalnız bu şeyler olm ak üzere Bay Knott'un hizm etinde, hep birlikte, çocukları ve çocuklarının çocuklarıyla kopm az bir bütün oluşturmalıydılar ve Bay Knott'un yemediği yem eklerin tüketimi için bir aç k öpek hiç eksik olmasın diye Bay Knott'un kurduğu k öpek çiftliğinin ya da köpekevinin yönetimi onların eline bırakılmalıydı çünkü köpek çiftliği sorunu 83

C_S>~»-o'

top kadar k o cam an karnıyla bir raşitikti ve küçük Larry de öyleydi, adları ve yaşlarının küçük farklılığını bir tarafa bırakırsak küçük Pat ile küçük Larry arasındaki tek ayrılık küçük Larry'nin bacaklarının küçük Pat'ın bacaklarından daha ç o k kürdana b en z em e si ve küçük Pat'ın kollarının küçük Larry'nin kollarından daha ç o k kürdana b e n ­ zemesi ve küçük Larry'nin karnının küçük Pat'ın karnından daha az bir topa b en z em e si ve küçük Pat'm kafasının küçük Larry'nin kafa­ sından daha az bir topa b en zem esiy d i. Beş nesil, yirmi sekiz canlı, dokuz yüz seksen yıl, işte W a t t Bay Knott'un h iz m e tin e girdiğinde L y n c h ailesinin onurlu bilançosu b ö y le y d i.* S o n ra bir an g eçti ve h e r şey değişti. Ö lü m olmadı, hayır, ilgisi yok. D o ğ u m da olm adı, bunun da ilgisi yok. Ama yen id en soluk alıp verdi hepsi, yirmi sekizi, huh, huh ve h e r şey değişti. A ynen sıvı olsun katı olsun, deniz, göl, buz, ova, bataklık, y am a ç ya da b en zeri doğal bir alanın güneşle gizlenmesi, g ö z ler ö nü ne serilmesi gibi. E ğ er hiçbiri ö lm ezse, hiç kimse doğm azsa, şanlı bin yıl sayısına kadar yirmi bölü yirmi sekiz eşittir beş bölü yedi çarpı on iki eşittir altmış bölü yedi eşittir yaklaşık sekiz buçuk aylık bir süre içinde değişm e sürdü de sürdü. Eğer hepsi sağ kalsaydı, canlılar sağ kalsaydı, henüz doğm am ışlar sağ kalsaydı. W a tt'm

Bay

Knott'un

h izm etin e

girmesinden

itibaren

sekiz

buçuk ay içinde. Ama hepsi sağ kalmadı. Ç ünkü W a t t Bay Knott'un evine geleli dört ay geçm em işti ki Şam'ın karısı Liz sancılandı ve yirm inci çocuğunu, kestirileceği gibi büyük bir kolaylıkla dünyaya fırlattı ve onu tanıyanları (sayıları hayli kabarıktı) doğasına hiç uymayan, yüzündeki alışılmadık sağlık ifade­ si ve pürneşe oluşuyla (yıllardır canlıdan ç o k ölü görünümündeydi çünkü) ve yaşından ve kansız bed en in d en umulmayacak muazzam bolluktaki sütüyle birkaç gün b o yu n ca hoş bir şaşkınlığa sürükledi; görüldüğü kadarıyla büyük bir mutluluk ve zevkle emzirdi çocuğunu, * Bu rakamlar yanlış olduğundan, bundan çıkarsanan hesaplar da h e p te n hatalıdır.

87

ç_S£>’c=’‘


sonra beş ya da altı, belki de yedi gün geçti b ö y lece, birden havası sönüverdi ve b ö y le bir şeyi hiç ummayan kocası Şam'ın, çocukları K ö r Bili ve T o p a l M at'm , evli kızları Kate ve Ann'ın, kocaları Sean ve Simon'un, yeğeni Bridie ve Tom 'u n, kızları M a g ve Lil'in, kayınbi­ raderleri T o m ve Jack'in, kuzenleri Ann, Art ve Con'un, eltileri M a y ve Mag'in, teyzesi Kate'in, büyük amcaları J o e ve Jim'in, kayınpederi Bill'in ve kayınpederinin babası T o m 'u n şaşkın bakışları arasında gittik çe eriyerek sonunda H akkın rahm etine kavuştu. Bu kayıp,- kırk yıllık Liz'in kaybı, L y n ch ailesi için büyük bir kayıptı. Çünkü yalnızca bir eş, bir anne, bir kayınvalide, bir teyze, bir kız kardeş, bir yen ge, bir kuzen, bir baldız, bir y eğ e n , bir gelin, bir küçük gelin değil, tabii kayınpederinin babasından, k a y ın p e ­ derinden, üvey amcalarından,

teyzesinden,

üvey teyzelerinden,

kuzenlerinden, kayınbiraderlerinden, kız kardeşlerinden, erkek ve kız yeğ enind en, damadından, kızlarından, oğullarından, kocasından ve tabii dört küçük torunundan -b a şla rın a gelen feci olaya karşın, ç o k küçük olduklarından yaşlarının toplamı on altıyı bile bulmadığı için, durumun ayırdına varamayıp b ir merak duygusu dışında h iç b ir duygu belirtisi g ö sterm em işlerd i- doğanın söküp kopardığı geriye dönüşsüz giden bir büyükanneydi de,- ama Lynch'lerin de bin yılı, aşağı yukarı bir buçuk yıl ertelenm işti, tabii hepsinin bu süre b o y u n ­ ca sağ kalacaklarını varsayarsak ve Liz'in ölüm ünden itibaren h e s a p ­ larsak Liz ailenin öteki üyeleriyle birlikte yaşamını sürdürebilseydi eğer, yalnızca beş ay yerine, kabaca iki yılı bulacaktı b e k le n e n süre; hatta beş ya da altı gün erken de olabilirdi e ğ e r ç o c u k da sağ kalabilseydi; ço c u k sağ kaldı kalmasına da annesinin canı pahasına oldu bu, ö y le ki tüm ailenin büyük bir şevkle ulaşmaya çalıştığı amaç, en azından on dokuz dolu dolu ay geri kalmıştı sonuçta, e ğ e r hepsinin bu süre içinde sağ kaldığını varsayarsak. A m a tüm ö tek iler sağ kalmadı bu süre içinde. Ç ünkü Liz'in ölümünün üzerinden iki ay geçm em işti ki ailenin şaşkın bakışları altında Ann odasının gizliliğine sığınarak ö n c e kıpır kıpır bir oğlan ço cu ğ u , sonra aşağı yukarı aynı kıpır kıpırlıkta güzel bir kız ç o c u ğ u dünyaya getirdi; uzun süre güzel kalmasalar da, kıpır 88

kıpır olmayı uzun süre sürdüremeseler de doğduklarında g erçek te n de yadsınm az b içim d e güzel ve inanılm az b iç im d e oynaktılar. B ö y lece L y n ch ailesinin toplam can sayısı otuzu buluyor ve tüm gözlerin çevrili olduğu mutlu gün de h e m e n h e m e n yirmi dört gün yaklaşıyordu, tabii hepsinin bu arada sağ kaldığını varsayarsak. Şimdi her tarafta açıkça sorulmaya başlanan soru şuydu, Ann'a bu şeyi kim yapm ıştı ya da A nn tarafından yapılm aya aklı çelinmişti? Çünkü A nn h iç b ir b içim d e çe k ici bir kadın sayılamazdı ve çekm iş olduğu acı hastalık yalnız aile çevresinde değil ama çevrede, her y ö n d e , k ilo m etreler b o y u n c a h e rk esçe biliniyordu. Birçok ad açık açık sayıldı bu konuda. Bazıları, uçkuruna düşkünlüğü yalnızca aile çevresinde değil, komşu yörelerd e de dillere destan olan ve tekerlekli, sakat iskemlesi­ ni bir yerden ö tek in e iterek bir buluşmadan ötekine dolaşan, kimileri g en ç ve çekici, ötekileri g e n ç ve itici, ötekileri de çekici ama g en ç olmayan, ötekileri de ne g e n ç ne çekici olan ve Sam'm girişimlerinin sonucu, bazıları da ham ile kalıp dünyaya bir oğlan ya da bir kız ya da iki oğlan ya da iki kız ya da bir oğlan bir kız getiren - ç ü n k ü Sam üçüz doğurtmayı başaramamıştı ve üçüz doğurtamaması onun zayıf n o k ta­ s ı y d ı - bazıları da g e b e kalıp ç o cu k doğurmamış olan, kimilerinin de bu pek işitilmiş bir şey olmasa da g eb e kalmamış olan, evet Şam'ın girişimine karşın g e b e kalmamış olan dul kadınlarla, evli kadınlarla, bekâr kadınlarla geniş çaplı yerel zina etkinliklerinde bulunduğunu, kendisinin de gizlemediği kuzeni Sam diyorlardı. Bu nedenle kendisi­ ne sitem edildiğinde Sam büyük bir hazırcevaplıkla, belinden yukarı ve dizlerinden aşağısı inmeli olduğu için, iyi bir et ve sebze yem eğini mideye indirdikten sonra, dışarı çıkıp tekerlekli iskemlesiyle akşam yem eği için ve dönm e vakti gelene değin zina yapmaktan başka hayatta amacı, ilgisi ve sevinci olmadığını belirtiyordu,* o saatten sonra karısının hizmetindeydi. Ama o ana değin, bilindiği kadarıy­ la, Liz'i kendi çatısı altında ya da daha doğrusu bazı kötü niyetliler kuzenleri Art ve Con'un babası olduğu yolunda imada bulunsalar da bu çatının barındırdığı kadınlardan biriyle hiç aldatmamıştı. Ö te k ile r de bunu kuzeni T o m 'u n h ezey an ya da depresyon nöbetlerinden

birinde,

Ann'a yaptığını 89

söylüyordu.

Ama

buna

T o m 'u n bir hezeyan nöbeti boyu nca en ufak bir eylem de buluna­ madığı ve bir depresyon n öbetinde küçük parmağını bile kıpırdatamadığı gerekçesiyle karşı çıkanlara anında, burada söz konusu olan eylemin ve kıpırdayışın T o m u n nöbetlerinin kendisini g e r­ çekleştirm ekten alıkoyduğu eylem ve kıpırdayışlar değil ama başka bir eylem , başka bir kıpırdayış olduğu, söz konusu engellem enin bedensel bir en g ellem e değil ama ahlaki ya da estetik bir engellem e olduğu ve T o m 'u n hastalığının yol açtığı yetisizliği, bir yandan pişen çaya ya da y em eğ e g ö z kulak olm ak gibi bedenindeki güçten en ufak bir enerji harcamayı gerektirm eyen işleri yerine getirmek, öte yandan da ayakta durma, oturma ya da ç e k iç ya da makas gibi bir aleti ya da bir faraş ya da bir kova gibi kap kaçağı bir eliyle ya da ayağıyla yakalamak örneklerinde görüldüğü üzere saltık bir o la n a k ­ sızlık değil; ama yapılacak görevin ya da g erçek leştirilecek edimin doğasıyla ilişkili bir şey olduğu yanıtı veriliyordu. Bu kuramı des­ teklem ek için de hayâsızca, T o m 'u n pişen çaya ya da y e m e ğ e değil de g e c e için süslenen yeğeni Bridie'ye g ö z kulak olması istense, ne kadar büyük olsa da hiçb ir depresyon n ö b etin in bunu e n g e lle y e m e ­ y eceğ in i ve b ir tirbuşon ve bir şişe İngiliz birasının yanında h e z ey a n nöbetinin dağılmasının dikkat çekici bir hızla olduğunu ekliyorlardı. Ç ünkü çekici bir görünüme sahip olmasa da hastalığının çürüttü­ ğü Ann'ın hem ev içinde hem ev dışında hayranları vardı. Ann'ın çekiciliğinin ve kışkırtıcılığının Bridie'nınkiyle ya da bir şişe İngiliz birasıyla kıyaslanamayacağını belirterek karşı çıkanlara da T o m 'u n bu şeyi bir depresyon n ö b etin d e ya da bir h e z e y a n n ö b e tin d e y a p ­ madıysa bir depresyon n ö b etiy le bir hezeyan n ö b eti arasında ya da bir hezeyan nöbetiy le başka bir h e z ey a n n ö b eti arasında yaptığı karşılığı veriliyordu. Ç ünkü ne derlerse desinler, T o m 'u n depresyon ve h ezey an nöbetleri düzenli olarak izlem ezdi birbirini, T o m sık sık bir depresyon n ö b etin d e n çıkar ve kısa bir süre içinde bir başkasına yakalanırdı ve ço ğ u kez bir h e zey an n ö b etin d e n kurtulduğu anda bir başkasının p en çesin e düşerdi ve bu kısa aralıklarda T o m bazen ç o k ç o k tuhaflaşır ve ne yaptığını b ilm eyen biri gibi davranırdı. Bazıları da hatırlanacağı gibi kıt zekâlı amcası Jack'in yaptığını söylüyordu. V e bu fikri paylaşanlar paylaşmayanlara Jack'in yalnızca 90

Cİî > -» < 2 j >

kıt zekâlı biri olm adığını ama aynı zam anda kıt göğüslü biriyle evli olduğunu da g ö z ö nü nd e bulundurmalarını rica ediyordu oysa Ann'ın başka tarafları için ne denirse densin kıt göğüslü biri asla d enem ezd i ona çünkü Ann'ın g ö z kamaştırıcı, bey az , dolgun ve taş gibi g ö ğ ü s ­ leri olduğu herkesin malumuydu ve kıt zekâlı biri olan ve kıt göğüslü bir kadınla birlikte yaşayan J a c k gibi bir adamın usunda Ann'ın bu g ö z kamaştırıcı, apak, dopdolgun ve taş gibi organının giderek hep daha büyümesi, hep daha aklaşması, hep daha dolgunlaşması ve hep daha taşlaşması ve ne aklık ne dolgunluk ne de taş gibilikten en ufak bir iz taşımayıp, her şeyin gri, hatta yeşile, zayıflığa ve pörsümüşlüğe dönüştüğü Ann'ın öteki taraflarının (sayıca kabarıktı bunlar) bütünüyle kaybolm asınd an daha doğal ne olabilirdi? Bu konuda sayılan öteki adlar Ann'ın dayıları J o e , Bili ve Jim ve yeğenleri K ö r Bili ve T o p a l M a t, Sean ve Simon'du. Ann'a bu kazayı yaptıran kişinin yakınlarından biri olmaktan ç o k bir y ab an cı olduğu düşüncesi birçoklarınca olası gözü kü yor ve açıkça b ir ç o k y a b a n cın ın adı sayılıyordu bu konuyla ilgili. S o n ra dört ay g eçti, kış kazasızca atlatılmış gözüküyor ve bazıları şimdiden baharın kokusunu duyuyordu ki Jo e , Bili ve Jim kardeşler ya da yüz doksan üç yıllık görkemli toplam, bir hafta gibi kısacık bir süre içinde gö çm ü şlerine kavuştu,* en büyükleri J o e bir pazartesi, bir yaş küçüğü Bili ertesi çarşam ba, sırasıyla iki yaş ve bir yaş küçükleri Jim de ertesi cuma kavuştu sevdiklerine, yaşlı T o m 'u oğulsuz, M ay ve Kate'i kocasız, M a y Sharpe'ı kardeşsiz, T o m , Ja ck , Art, C o n ve Şam'ı babasız, M a g ve Lil'i kayınpedersiz, Ann'ı amcasız, Sim on, Ann, Bridie, T o m , Sean, K ate, Bili, M a t ve müteveffa Liz'in Şam'dan olan çocuğunu büyükbabasız,

Rose,

Cerise,

Pat ve Larry'yi de

büyükdedesiz bırakarak. Bu, Lynch'lerin tutkuyla baktığı, ö z len en günün, heveslerini kur­ saklarında bırakarak aşağı yukarı on yedi yıl gecik m esin e yani her türlü beklentiyi umutların ötesine taşımasına neden olmuştu. Ç ünkü örneğin yaşlı T o m , günden güne eriyor ve "N ed en üç çocuğum u aldın da beni onca acımla bıraktın" diye haykırıp duruyordu,* üçünün de bütün acıları toplansa, körbağırsağındaki dinmek bilm eyen k o r­ kunç azabın zerresine erişem eyecek çocukları esirgenip kendisinin 91

canının alınması fikrini savunduğu anlaşılıyordu bu sözlerden ve ailenin birçok üyesi de gö zler önünde günden güne eriyor ve daha uzun b ir süre yaşamaları beklenmiyordu. Bu şeyi Ann'a yapmış olan dayısı Joe'ydu diyenler, dayısı Bill'di diyenler ve dayısı Jim'di diyenler söylediklerine pişman olmuşlardı çünkü sevdiklerine kavuşmadan ö n c e üçü de günahlarını itiraf etm iş­ lerdi ve papaz ailenin kadim ve yakın bir dostuydu. V e kardeşlerin cesetlerinden bir ses bulutu yükseldi, ö n c e bir süre dalgalandı, sonra canlılar üzerinde biri şunun, biri ötekilerin üzerine kondu, bütün canlıların bir sesi olana, bu sesler bir dinginliğe ulaşana değin. Aynı fikirde olanlardan çoğu şimdi farklı düşüncelerdeydi ve farklı düşün­ celerde olanlardan ço ğ u aynı fikirdeydi şimdi, aynı fikirdekilerden bazıları hâlâ aynı fikirde olsalar ve aynı düşünceyi paylaşmayanların bazıları da hâlâ aynı düşünceyi paylaşmasalar da. V e b ö y le c e yeni dostluklar ve yeni düşmanlıklar oluşuyor, eski dostluklar ve eski düş­ manlıklar da sürüp gidiyordu. V e her şey bir uyuşum, anlaşmazlık, dostluk ve düşmanlıktı, eskisi gibi, y alnızca dağılım farklıydı. Lehte ya da aleyhte konuşmayan, tek bir ses bulam azdınız, hayır. H e r şey bir karşı çıkıştı, buna verilen bir yanıttı, yanıt v e karşı çıkıştı, eskisi gibi, yalnızca başka başka ağızlarda. Birçoğu hep söylediklerini s ö y ­ lemeyi sürdürmediler mi yani, elbette. Ama b irço ğ u da aynı şeyleri söylemiyorlardı artık. Bunun nedeni belki de şuydu,- Jim 'in, Bill'in ve Joe'nu n hakkında konuşmuş olanların hepsi, şimdi Jo e 'n u n , Bill'in ve Jim'in ölümüyle yalnız aynı şeyi sürdürmenin olanaksızlığıyla değil ama başka şeyler bulma zorunluluğuyla da karşı karşıya kalıyordu,çünkü Bili, J o e ve Jim , ne kadar aptal olsalar da eğ er bu şeyi yaptılarsa, Ann'a yaptıkları şeyi papaza itiraf etm ed en kendilerini ölümün p en çesin e bırakacak kadar da aptal değildiler. Jim'in, Joe'n u n ve Bill'in hakkında bu şeyi Ann'a yapm ış olmadıkları dışında h içb ir şey söy lem ey enler, yani Joe'nu n , Jim 'in ve Bill'in ölümüyle bu konuda, h ep söylem iş olduklarını söylem eyi sürdürme olanaksızlığıyla karşı karşıya kalmayanların ç o ğ u şimdi bu konuşulanları duyunca, ötekiler kendileri hakkında yine atıp tutabilsin ve kendileri de Jim'in, Joe'nun ve Bill'in ölüm lerinden ö n c e kardeşlerin hakkında hep atıp tutmuş olan bu kişiler hakkında atıp tutabilsinler diye bu konuda söylemiş 92

olduklarından dö nü y o r ve bam başka şeyler s ö y le m e y e başlıyorlardı. Çünkü tuhaf ama görünüşte doğru olan şey şu ki konuşanlar daha ç o k bir şeyin lehinde konuşm aktansa a ley h in d e konuşmayı yeğler, bunun nedeni belki de sesin fikir birliğine varılmışken karşıt düşün­ ce le r taşındığı zamanki kadar yükseltilem em esidir. W a t t bu ö n em siz konuyu, k ö p eğ in y e m e k konusunu ikiz cü cele r Art ve C on'un akşamları, arada sırada ağızlarından kaçırdıkları s ö z ­ lerden y ola çıkarak kurdu. Ç ü n kü kadidi çıkmış köpeği her akşam kapıya getiren onlardı. O n iki yaşından beri, yani ç e y re k y ü z y ıl­ dır bu işi yapıyorlardı ve W a t t Bay K n o t t u n evinde kaldığı süre içinde, daha doğrusu zem in katta kaldığı süre içinde de aynı şeyi yapacaklardı çünkü W a t t birinci kata g eçtiğ in d e zemin katla ilişkisi koptu ve artık ne köpeği ne de onu getirenleri gördü. Ama elb e tte hâlâ, h e r akşam dokuzda Bay K n o t t u n arka kapısına, W a t t orada tanıklık e tm e k için bulunmasa bile Art ve C o n 'd u köpeği getirenler. Kendilerini tam am en işlerine adamış, iki güçlü, küçük delikanlıydı onlar. W a t t , Bay K n o t t u n yanına girdiğinde hizm etteki k ö p ek Art ve C on'u n yirmi beş yılda kullandığı altıncı köpekti. Bay K n ott'tan arada sırada kalan artıkların verildiği köpekler g enelde uzun ömürlü olmuyorlardı. Ç o k doğaldı bu. Çünkü Bay K n o t t u n arka kapısının eşiğinde zam an zaman yediklerinin dışında h içb ir şey verilmiyordu k ö p eğ e. Ç ü n kü Bay K n o t t u n arada sırada verdiği y iy ecek lerd en başka y iy e c e k verilse, sıra Bay Knott'un y e m e ­ ğine geldiğinde iştahı kaçabilirdi köpeğin. Çünkü sabah Art ve C o n , Bay Knott'un arka kapısının eşiğinde akşam köpekleri için ancak tam amen aç köpeğin hakkından g eleb ileceğ i, ağzına kadar dolu bir tencere y em eğ in bek lem ed iğ in d en em in olamazlardı. V e görevleri de bu olasılığa karşı hep hazırlıklı olmaktı. V e buna Bay Knott'un y em eğ in in bir k öpek için fazlasıyla zengin ve azdırıcı olduğunu ekleyin. V e buna köpeğin zincirinden nadiren çözüldüğünü ve her türlü bedensel etkinlikten yoksun kaldığını ekleyin. Ama kaçınılm az bir şeydi bu. Çünkü k öpek dilediğince çevrede koşabilsin diye özgür bırakılsaydı, o zaman, at boku ve yığınla pis şey yer, b ö y le c e büs­ 93

bütün bozardı iştahını ya da daha kötüsü, iştahı, geri dönm em ek üzere kaçardı. W a t t Bay K n o t t u n yanına girdiğinde kullanılan köpeğin adı Kate'di. K ate h iç de güzel bir köpek sayılmazdı. Farelere karşı duy­ duğu sevecenlik yüzünden köpeklere önyargılı davranan W a t t hiç K ate kadar kendine itici gelen bir k öpek görmemişti yaşamında. İri değildi ama küçük bir köpek de sayılmazdı. O r ta büyüklükte, tiksinç görünümlü bir köpekti. Sanılacağı gibi kısa bir süre ö n c e dul kalan Jim'in Kate'inin anısına değil ama bir başka Kate'in, Joe'nun karısı May'in bir tür kuzeni olan, o da kısa bir süre ö n c e dul kalan bir Katie Byrne'in anısına konmuştu bu ad, bu K ate Byrne Art ile C on'un pek sevip saydıkları biriydi ve evi ziyarete geldiğinde onlara hep, ç i ğ n e ­ meleri için bir tom ar tütün getirirdi ve Art ve C o n tütünü tomarlarla çiğnem esini ç o k sever ve ne kadar çiğ n eseler doyamazlardı keyifle tütün çiğnem ey e. Kate, W a t t hâlâ zem in kattayken öldü ve y erine C is adında bir k ö p ek alındı. W a t t köpeğin adının kimin anısına konduğunu bilmiyordu. Çalıştığı yerden çıkıp da bilgilenseydi, C o n ya da Art, Kate'in adının akrabanız K atie Byrne'in anısına koyulduğunu biliyorum, peki Cis'in adı kimin anısına koyuldu deseydi, o zaman öğ ren m ek için onca yanıp tutuştuğu bilgilere sahip olabilirdi belki de. Ama W a tt'ın bilgi peşinde koşm ak için yap ab ilecek lerin in de sınırları vardı. Ö y l e zamanlar oluyordu ki bu adın, özellikle de belli buyruklarla birleştiğinde Art ve C on'un üzerinde uyandırdığı etkiyi g ö z lem ley erek dostlarından birinin adı, ç o k yakın ve sevgili d o st­ larından birinin adı olduğuna, bu sevgili ve yakın dostun onuruna k ö p e ğ e başka bir ad y erine C is adını verdiklerine inanası geliyordu. Ama bu yalnızca bir tahmindi ve başka zamanlarda da W a t t köpeğin adının, yaşayan C is adlı bir kişiyle ilgisinin olmadığını düşünüyordu ve C is adının y a ln ızca kö p eğin kendisinin ve başkalarının yararına, onu bütün başka köpeklerden ayırt e d eb ilm ek için koyulduğuna inanıyordu ve C is de herhangi bir ad kadar güzeldi, hatta b irçok addan daha güzeldi. C is W a t t birinci kata çık m ak için zem in katı terk ettiğinde hâlâ yaşıyordu. Bu dişi k ö p e ğ e ve cü cele re daha sonra ne oldu, W a tt'm 94

hiç fikri yoktu bu konuda. Ç ü nkü W a t t bir kere birinci kata çıkıp da zem in katı g ö zd en yitirdiğinde, zem in kata duyduğu bütün ilgiyi de yitirmişti. W a tt'ın , zem in katı g ö z d e n yitirdiğinde, bu kata duyduğu ilgiyi de yitirmesi aslında mutlu bir rastlantı sayılmaz mıydı? Art ve C on'u, akşamları k ö p ek le g eçtik lerin d e karşılamak ve k öpek için y iy e c e k bir şeyler bulunduğunda da k ö p eğ in y e m e ğ i tek kırıntı kalm ayana kadar y e m e s in e tanıklık e tm ek W a tt'ın görevleri arasındaydı. Ama W a t t ilk birkaç haftadan sonra kendi isteğiyle yakasını aniden sıyırdı bu işten. V e bu andan itibaren k öpek için y iy e c e k bir şeyler olduğunda, bunu k ö p eğ in tabağında, kapının eşiğine, dışarı b ırak ıy o r ve en karanlık g e c e d e bile kapının eşiği karanlıkta kalmasın diye koridorun penceresinde bir ışık yakıyordu ve kö p eğ in tabağı için küçük kancalarla sağlamca tabağın kenarları­ na tutturularak kapanan küçük b ir kapakla bir düzenek oluşturmuş­ tu. So n u n d a Art ve C o n kapı eşiğinde kendilerini köpeğin tabağı b ek le m ed iğ in d e K a te ya da C is için y iy e c e k bir şey bulunmadığım anladılar. Kapıyı vurup soru sormalarına gerek yoktu, boş kapı eşiği yeterliydi. H a tta, sonunda k o rid or penceresinde ışık olmadığı g e c e ­ ler k ö p ek için y iy e c e k bir şey bulunmadığını bile anladılar. Sonunda akşamları

ko rid or penceresini

görebilecekleri yerden daha ileri

g itm em eyi, sonra da y a ln ızca p en cered e ışık varsa ilerlemeyi, ışık yoksa daha ileri gitm ed en uzaklaşmayı öğrendiler. Bunun ne yazık ki Art ve C o n a pratik bir yararı dokunmuyordu çünkü çalılıkların köşesinden dönüldü mü tam arka kapıya çıkılıyor ve insan arka kapının bitişiğine varmadıkça k o rid or penceresini göremiyordu,buraya gelindiğinde de p e n cerey e öylesine yaklaşılmış oluyordu ki insan istese bastonuyla p e n cerey e dokunabilirdi. Ama Art ve C o n zaman g e ç tik çe on on beş adımlık mesafeden koridor penceresinde ışık yanıp yanmadığını öğrenmişlerdi. Ç ünkü ışık köşe tarafından gizlense de koridorun penceresinden sızıyor ve havada bir aydınlık oluşturuyordu, özellikle de karanlık gecelerde, on ya da on beş adımlık bir mesafeden görülmesi güç bir aydınlık. Bunun sonucunda, Art ve Con'un tüm yapması gereken şey, bulutsuz gecelerde, iki yanı ağaçlı yol boyunca ışığın, yanıyorsa, havada soluk bir parıltı, zayıf bir parıltı olarak görülebileceği yere varıncaya değin biraz ilerlemek 95

ç_2>*"