Vicdan Böyle Buyurdu [1 ed.]
 9786059281

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Ankara Okulu Yayınlan: 1 9 5

©Ankara Okulu Basım Yayın San. v e Tic. Ltd. Şti. Dizgi, kapak: Ankara Dizgi Evi Son okuma: Kasım Gezen Baskı, cilt, kapak baskısı: Ankamat Mat. Ltd. Şti. Birinci basım: Kasım 20 1 5

ISBN :978-605-928 1 -04- 1

Ankara Okulu Yayınlan

Şehit Mehmet Baydar Sokak

2/A Maltepe/ANKARA

Tel: (03 1 2) 34 1 06 90 Faks: (03 1 2) 34 1 06 95 web: www.arıkaraokulu.com e-mail: [email protected]

c!lfıaliin muradim anfadigma inanan 6ir picdi:ınm sızfamasıdir

İlhami GÜLER

Ankara Okulu Yayınlan Ankara 20 1 5

riKuranin ne cfedigini iz an pe idi-ah ife an/agarah ona inanan "U/u r.&loa6 'a

Ön/Öz-'Deyiş/Söz



7

'AFıfaf-Vicdan



11

'Din-iman-16adet



89

is(am



141

'Bi(incin ']-(ııfferi



173

rr'ürfiye



213

Siyaset



231

Sefüfer(if



259

'Kur'an'ın Yorumu



287

'Kadın-:Erfef



333

Ön/Öz-1Jeyiş/Söz

B

u kitapta, dip-notlara dayanarak dinin/ dindarlığın ya­ şanmış gerçeklerini, yapılmış yorumlarını kitaplardan

araştırmıyorum. Aklımın erdiği ve kalbimin gördüğü kadar dini-ahlaki hakikatleri kendim arıyorum. Hakikat, gerçekli­

ği (varlığı) ve insan pratiğini (tarihi) kuran neden ve niçindir (iman ve ahlak) . Kafadan atmıyorum; Kitabın ortasından ko­ nuşmuyorum; batnımdan (karnımdan) mesnetsiz/ gerekçesiz guruldamıyorum. İçgüdülerimi, aklımı ve kalbimi küstürme­ meye çalışıyorum. Hepsinin taleplerini din olarak sentezleme­ ye çalışıyorum. Düşünce , duygu ve davranıştan oluşan dini aktı bütüncül olarak yakalamaya çalışıyorum. Söylenmiş söz­ leri tekrar etmiyorum; yeni-söz söylemeye çalışıyorum. Kriter­ lerim, Allah'ın kitabı olduğu kadar; Hz. Ömer'in öngörülerinin (muvafakat-ı Ömer) vahiyleşmesinde olduğu gibi Allah'ın ki­ tabının da kriteri olan insan vicdanıdır. Peygamberimiz Hz. Ömer hakkın da: "Allah, hakikati, Ömer'in kalbi ve dili üzere indirdi. " demişti. Vahy/Kur'an, Allah'ın insan vicdanından (lübb/basiret/fuad) çıkardığı "hikmet"li öğütlerse ( 1 7 / 39). bu hikmetlerin kaynağı olan kuyuya ben de ip (vicdan) salarak, kendi kabımın hacmince su (hikmet) çekmeye çalıştım. Ak­ lın ve vicdanın aynı zamanda tarihsel-toplumsal/kültürel bir yanı olduğunu da bilerek konuşuyorum. Allah'ın, herkesin hak edebileceği bilfiil furkanını (8/29) hesaba katmadan, salt (müstağni) vicdana dayalı olarak geliştirilen "Hümanizm"in ve "Aydınlanma"nın insanlığın hayatında yol açtığı felaketle­ ri, son üç yüzyıldır insanlık acı bir şekilde yaşıyor. Allah'ın yardımını talep etme (furkan, hidayet, basiret) ve O'nun de­ diklerini anlamaya çalışmanın ötesinde, hiçbir zaman heva-

Vicdan Böyle Buyurdu

8

nın ayartmasından emin olmayarak sürekli "eşikte (havf ve reca arasında olma, takva)" en makul duruş gibi geliyor bana. Her zaman "AUahu a 'lem bi's-sevab" veya hayret makamında, dalına tetikte olma, kül yutmama, müteyakkız/kaygılı olma; teslimiyet, itaat, itminan ve sekine/huzur kadar değerlidir. Kanaatime göre Kitap/Kur'an, ne hakikati tümüyle tüketir ne de onun söylenme tarzlarını. Yeni hakikatler söylenebileceği gibi; hakikat, yeni tarzlarda da söylenebilir. Söylediklerimin bir kısmı, Kitabın söylediği o günkü (inzal dönemi) hakikatine ters olabilir; -bu , hakikat dinamik olduğu için böyledir- ama onun maksatlarına ve ruhuna asla. Söylediklerimin bazıları, bazı ayetlere ters olduğu -Hz. Ömer'in hilafeti dönemindeki içtihatlarında olduğu gibi- söylenebilir; gücü yeten vicda­ nı ve irfanı hür olanlar, söylenenlerin Kitabın maksatlarına ters olduğunu gerekçeli olarak söylesin; nedamet getirip töv­ be edelim. Amentü/mezhep müminleri, mumyalanmış kendi itikatlarına uymayan görüşleri tekfir etmeyi severler; alimler ise hakikat peşinde koşarlar. Mukallitlerin "tepki"leri önemli değildir; önemli olan, düşünürlerin gerekçeli itirazlarıdır. in­ sanlığın hareketli özü, bazı hakikatleri dönemsel kılar: "Her

dönem için ayn bir hüküm vardır." ( 1 3/38) "Biz, herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturu.rsak; yeri­ ne daha iyisini veya benzerini getiririz" (2/ 1 06) . Bu dinamiz­ mi takip edip anlamayanlar, "Kitap yüklü eşekler'' (62 / 5) du­ rumuna düşerler. Marifet, tartışmadan tartışmaya koşmak;

"Hakkında bilgi/ gerekçe {Uim) olmayan itikat ve önerilerin pe­ şinden gitmemektir. Çünkü kalp, göz ve kulak {bilgi aktlan), bu durumdan hesaba çektlecektif' ( 1 7 / 36). Bu sorumluluk, sadece alimlere değil, bütün insanlara yüklenmiştir. Hakikat, özünde korkunç derecede basit olduğu için, lafı uzatmak, hakikate hakarettir; ayıptır. Allah da ayet ve sure­ lerle hakikati ifade ederken, lafı uzatmıyordu . İns anın umur­ samazlığı ve unutması, onu örter. Bundan dolayı Kur'an, "tezkire: hatırlatma" ; Hz. Muhammed de münzir : uyarıcı" idi. Kur'an, vaaz ve irşat olsun diye sadece sözünü tekrar ediyor­ du. Herkes için gerekli hakikatleri elde etmek, akil-baliğ her"

Ön/Öz-Deyiş/Söz

9

kesin kan/işi/sorumluluğu olduğuna göre, takoz gibi veya ciltlerce kitabı devirmeye hiç gerek yok. Bir konu hakkındaki hakikat, yerine göre bir cümle, bir paragraf ve bir sayfada ifa­ de edilebilir. Hakikati bulmak için düşünür/filozof olmak ge­ rekmiyor, Kur'an'a göre "düşünen" dürüstler, bunları bulabi­ lir. Kur'an'ın kendisini eşitlediği ilim -vehim, zan, alışkanlık,

gelenek, hayal ve kör inancın zıttı olarak-, Allah'ı ve ahlaki doğru ve yanlışı hikmetle bulma faaliyetidir. Bilim, varlıkların ve insanların gerçeklerini keşfeder, onları hesap eder; ama hakikati düşünmez. Birçok bilim adamı ve filozofun imansız olması, onların hesapçı düşünceyle (74/18-24) düşünüyor olmaları veya İblis/şeytan örneğinde olduğu gibi -bilgisine rağmen- istiğna ve istikbarla (2/34; 28/39; 38/74) düşünü­ yor olmalarından dolayıdır. İman etmek, bilgiyi ve düşünme­ yi aşan ve duygusal değerlilik yaşantılarını (minnet, şükran, insaf, adalet) gerektiren bir durumdur. Filozoflar, genellikle birbirini tahrip eder; peygamberlerse hep birbirini teyit eder. Hakikati bulmak için, filozofların ve bilim adamlarının peşine düşmek, aptallıktır. Hakikat Çinliye, Hintliye, köylüye, köşk­ lüye, proletere, profesöre . . . -düşünmesine-düşünmemesine paralel olarak- eşit mesafededir. Akil-baliğ olan her bir insan vicdanı, bela (7/172) deme kapasitesine haizdir. Yazdıklarım, fıkrimin zikirleridir. Dini-ahlaki hakikatleri ara­ yış çabasıdır. Mutlak kesinlik iddiasında bulunma aymazlığı­ nın içinde değilim. Hasbilik (ihlas) kadar, muhasibilik/kritik/ eleştirel olmak, Allah indinde muteber olmanın iki koşulu­ dur. Sadece birisi yetmez; her biri, işin yarısı eder. Tanrı'nın Ahirette insanları hesaba çekebileceği yegane kriterler bun­ lardır. Hatalar ve zaaflar, affedilebilir.

1lh(ak-Vicdan

']-(ü kmün 'Dört �tlisı İçgüdü/heva, hayal-vehim/zan, hastalık halleri ve duygu seline karşı doğıu karar vererek sığındığımız hekim, hakim, hakim ve hakemin hayatımızdaki hayati yerleri: 1. Hekim: Vücudun maruz kaldığı hastalıkları teşhis ve teda­ vi ederek daha uzun süre hayatta kalmamızı ve sağlığımı­ za tekrar kavuşmamızı sağlayan, can kurtaran, menfaat gözetmeyen, babacan insanlar. 2. Hakim: Kızgınlık, cehalet, içgüdü, tuğyan ve haddi aşarak işlenen cinayet ve zulümleri cezalandıran; gasp, iftira, te­ cavüze uğramışların hakkını alan, haklıya hakkını, haksı­ za ise cezasını veren adalet güvencemiz. 3. Hakim: Hayal, vehim, zan ve duygu selleri içinden vicdanı ve derin düşüncesiyle hakikati çıkaran adam. Varlığın ve insanın anlamını düşünen, ruh doktoru kişi. Allah'ın ke­ lamını doğru yorumlayan ve O'nun Tevrat'ta ve Kur'an'da peygamberlerinin varisleri olarak "alim" dediği ve araştırma alanları alem, ahlak, Allah ve ahiret olan kişi. Yalaka olan teoloğun, çocuk ruhlu mistiğin ve sözde objektif gerçekte ise şeytani istikbar ve istiğnanın temsili olan filozofun karşıtı olarak insana ve Tanrı'ya karşı ahlaklı ve mümin olan; özü, ameli ve sözü birbirini bütünleyen, Tanrıboyalı (sıbğatul­

ldh), Rabbani/militan/partizan (hizbullcihJ düşünür. 4. Hakem: Önceleri kadıya/hukuka (mahkemeye/hakime) intikal etmeden, küçük çaplı anlaşmazlıkların çözümü (hall) için sivil olarak çevrede sağduyusu ve vicdanına gü­ venilen kişi. Günümüzde ise oyunlarda oyunun kurallara uygun oynanm asını denetleyerek ihlal edenleri tespit ede­ rek ceza veren kişi. Oyunda gerçek başaranı ve şampiyonu belirleyen adam.

14

Vicdan Böyle Buyurdu

Bu dört insan grubu, hayatımızın sigortalandır; vicdanın temsilcileridir. Bu insanlar, tuz mesabesindedir. Bunlar, ha­ yatın olmazsa olmazlarıdır. Bunlar mahşerin dört atlısıdırlar. Bunlar bozulunca dünyanın çivisi çıkmış demektir; oturup kıyameti beklemekten başka çare yoktur.

']{afif.at ve ']{uzur Bir şeyirı nefsimizde veya gönlümüzdeki yerleşikliği/derinliği, onun bizim nezdimizdeki

kesinliğini

belirler. Ancak, bu ke­

sinlik kuşkuludur. İdeoloji yoktur, psikoloji vardır; psikoloji yoktur, ahlak vardır. Benin/ruhun, ... ın olması ve

huzurunda olması, huzur (saadet, sürur, sükünet, itminan)

göreve

hazır

içinde

olması, onun hazlanması, zevklenmesi, neşelenmesi. ..

ile aynı tür bir "mutluluk" değildir. Birincisi, ruhun yorda­ mı; ikincisi, beden/biyolojinin yordamıdır. Kalp, aklımızın/ düşünmemizin din ve ahlak alanında (a) içine gömülü olduğu içgüdüsel-biyolojik zemini ve (b) içinde yüzdüğü duygusal çal­ kantıları ve değişmeyi ifade eder.

'Utanma O(arak 1nsan(ık Utanma, insan olmanın kurucu duygulanımıdır. Nelerden utandığımız ise nasıl bir insan olacağımızı belirler. "Suç"u kavramamış ve "ceza"yı kolayca göze alan utanmaz toplum­ larda "hukuk" olmaz. Siyaset, içgüdüye; hukuk ise vicdan ve hakkaniyete dayanır. Siyaset

sayar (% 5 1 ) ;

hukuk, "tüyü bit­

memiş tek bir yetimin hakkını" bile tartar.

'Kayitalizmin 'An(amı Modernitenin katı ve ekonomik form kazanmış haliyle kapita­ lizm, sigara-alkol ve uyuşturucu bağımlılığı gibi, zevk alarak intihar etmektir (nihilizm).

Ahlak-Vicdan

15

'Ki6rin Zarar(arı Kibıin esas zararı, karşı tarafı haksız yere aşağılaması değil, sahibini/mütekebbiri daimi cehalete sürüklemesidir.

'Baş6akan ve 'BeCediye 'Başkanı Devlet aygıtının "büyük/hacimli" olduğu totaliter toplum/ devletlerde Belediye başkanları, çakalların tavşan yüzlü mas­ kesi; Başbakanlar ise leş kuşlarının kartal yüzlü maskesidir.

'Kazanmanın 1ki 'FarkCı Yo(u Gücünü, kapasitesini/potansiyelini kullanmasını bilmeyen/ bu beceıiyi kazanmamış veya buna müsaade edilmemiş top­ lumlarda insanlar, rekabet ederek başarmaktan, yarışmak­ tan ve yaratmaktan zevk almazlar. Bu toplumlarda kumpas, kurnazlık, desise, hile, dolap, dek, dubara. . . ehemmiyet ka­ zanır. Bu durumlar, genel olarak Batı ve Doğu'nun hikaye­ sidir.

'A.fi(aki 'DetJer/'Kıymet Değer/kıymet, çeşitli insanlık durumları karşısında insanın yaşadığı düşünsel/duygusal ve edimsel/ameli boyutları olan değerlilik yaşantıları/hfilleıidir.

Bunlar,

erdemler/faziletler

ve kötülükler/reziletler şeklinde kavramsal olarak dile kavuş­ turulmuş/getiıilmiş ve farklı dillere tercümesi yapılabilmiştir. Buna rağmen, değerleıin içeıiğinde evıimsel bir rölatifliğin de olduğu inkar edilemez.

16

Vicdan Böyle Buyurdu

1mar 1zninin '.A.n(amı Belediye başkanlarının "usülüne (mimarlık, kültür ve ahlak kriterlerine) uygun" olarak değil de keyiflerince/içgüdülerin­ ce bir "imza" (daha doğrusu para-daire ... ) karşılığı verdikleri imar izni, kamu arazilerini "emlak/arsa"ya dönüştürerek: (a) şehrin bina ve insan olarak "obez"leşmesine sebep olabilir; (b) havasını kirletebilir; (c) insanların gündüz mavi gök, bulut, doğal ufuk, manzara ve geceleri yıldız görme haklarını yok edebilir; (d) "Niye ona on kat da bana beş kat?" diyerek insan­ ları ihtiras ve kine sevk ederek şeytanlaştırabilir. Faiz üzeri­ ne konuşanların, "Emlak Rantı" üzerine hiç konuşmamaları, çarpık din anlayışından kaynaklanıyor. Emlak rantı üzerine "ayet" veya "hadis" mi var diyorlar.

Varfıgın ']{afiikatini 'Bu(manın Yo(u Varlığın hakikati, yani var olanların mevcut olma gerekçesi ve oluşun/sürecin (kevn ve fescid)/kfilnatın. anlamı, varlığın dışındadır. Beş duyuyla bu "gerçeklik" idrak edilir; ancak, anlaşılmaz. Mevcudattan ve oluştan "ibret (anlam)" almasını bilecek bir kalp/vicdan/basiret gerekiyor.

'Utanma Utanma (haya), huzurunda olduğumuz, jürimiz, saygı duy­ duğumuz ve kendilerine sorumlulukla borçlu olduğumuz otoriteye (Tanrı, toplum, aile, arkadaş...) karşı yüzümüzün olmaması ve onlara karşı sorumluluğumuzu yerine getire­ meyişimizden dolayı gözlerine bakamayışımızdır. Vicdanın eylemliliğidir.

Ahlak-Vicdan

17

:Ekonominin :Ehemmiyeti "Ekonomi" deyip geçilmez; insanın hayata tutunma imkan­ ları ve haz/mutluluk imkanları demektir. "İnsan" olmanın %80'idir. Kültür, sanat, din ve ahlakın toplamı, ancak% 20'dir.

Vaz8eçi(mez(er Her yerden/yurttan geçilir gidilir; ancak, evde/yuvada duru­ lur. Herkesten vazgeçilebilir; ancak anne-baba, yar ve evlat­ tan vazgeçilmez. Onlar, tutulur.

'Aktifve 'Reaktif O(manın 11-Cükmü Aktif eylem, yani iptidaen eylem ortaya koymak, düşünce üretmek; reaksiyon/aksülamel ortaya koymaktan daha mü­ him, önemli, olgun ve değerlidir.

Vicdanını 'Kandırmanın 'Kurumsa( 'J-[a,((eri Akide, gelenek, dogma ve iktidar, vicdanı kandırmanın ku­ rumsal hale gelmiş tarzlarıdır.

'Umut 'T'acir(eri Falcılar/kfilıinl.er, din adamları ve emlakçıların ortak özelli­ ği "rant ekonomisi"yle geçinmeleridir. Emlakçılar, ev ve arsa­ nın durduk yerde insanların o bölgenin gelecekte ilgi göreceği umudunu "değere/paraya" dönüştürürler. Falcılar/kfilıinler, insanların yakın gelecekteki umutlarını, beklentilerini, kaygıla­ rını sömürürler. Din adanılan ise insanların uzak geleceklerini, ölümden sonrasının ne olacağının bilgisini satarak geçimlerini kazanırlar. Dinlerde samimiyetin ölçüsü, dünyevi çıkar gözet­ meme olabilir; ancak ciddi akıbet bilgisi ve düşüncesiyle birlikte.

18

Vicdan Böyle Buyurdu

'A.da(et ve 'Merhamet 1Cişkisi Adalet imkan, kapasite, fırsat ve güç bakımından "eşit" po­ zisyonda olanlar için uygulanacak bir erdemdir. Bu eşitlik yoksa "merhamet" gerekli olur. Merhamet, eşit pozisyonda olmayanların, yani zayıfların durumunu göz önünde tutarak tolerans gösterme, yardım etme veya affetmedir. Merhametin gösterilmesi için de daha derinde bir "adalet" duygusu olma­ sı gerekir. Çünkü her zayıflık, kendi dışındaki koşullardan kaynaklanmaz; kendi ihmalkarlığı, tembelliği ve vurdumduy­ mazlığı yüzünden de olabilir. Bunların tefrik edilmesi için de adalet gerekir. Diğer türlü "merhametten maraz doğar."

Yayısa( '1-fırsızfık Üretimi ve ekonomik/ doğal kaynaklan kıt, nüfusu kalabalık ve devlet arpalıkları fazla ülkelerde siyasiler ve bürokratlar başta olmak üzere hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk yapmak yapı­ sal, geleneksel ve normal bir davranıştır. Asıl bunlardan uzak duranlar "uzaylı" olarak yadırganır.

Ortanın 1yiCiğ i Ahlaki iyi ve ideal, çoğu zaman çok, fazla, büyük, kocaman, hızlı . . . ile az, küçük ve yavaş arasında orta bir yerdedir.

Ötanazi ']-(a kkı Yaşamak, ya bir mağduriyeti, acıyı, cehaleti. . . ortadan kaldır­ mak, başkalarına adalet, yardım, merhamet olarak bir sorum­ luluk ya da kendin için haz, mutluluk, neşe ve sevinç . . . duy­ maktır. Eğer yaşayan biri sorumluluklarını yerine getiremiyor, yakınlarına sıkıntı, topluma zarar veriyor, kendi de acı çekiyor hale gelmişse "ötanazi" temel bir insan hakkı değil midir?

Ahlak-Vicdan

19

'Din ve 'Jlfi(afın 'Mahiyeti Din ve ahlak, "var" olan bir "şey" değil; yaşanan, duyulan/ hissedilen, yapılan fıili süreçlerdir.

Zafimfigin ve �((igin ö{çüsü Bir toplumun zalimliği, o toplumda ne kadar hak edilmeyen zen­ ginlik ile ne kadar hak edilmeyen fakirlik/yoksulluk olduğuyla doğru orantılıdır. O toplumun adilliği ise ne kadar hak edilmiş zenginlik ve ne kadar hak edilmiş fakirlik olduğuna bağlıdır.

'Jlfi(afın 'Metajoru O(arak Yüz Günlük dilde kullandığımız "Yüzüm yok..." veya "Yüzüm tut­ muyor. . . " ifadeleri, ötekine karşı ahlaken sorumluluğumuzu yerine getirememenin doğurduğu utancı/hayayı ifade eder. Yüzsüzler ve iki, üç, dört. .. yüzlüler, bu sorumluluğu ve utan­ cı kaybetmiş arsız ve ahlaksızlardır.

Ö(ümün 'Degerinin 'Röfetifli8i Sürekli "erken" ölümler ve katliamlar, İslam dünyasında ve üçüncü dünyada tekil/bireysel yaşamın değerini düşürerek ölümü (kötülüğü) sıradanlaştırıyor. Avrupa'da ve Aınerika'da ölüm "büyük/önemli" bir hadisedir.

'Acı Çekmenin 'Fazifeti Başına gelen olayların sorumluluğunu üstlenerek acı çek­ mek, insanları olduğu gibi, toplumları da olgunlaştırır. Batı, uzun süre acı çekerek birçok konuda olgunlaştı. İslam ve Doğu toplumları, mistisizm ve kadercilik gibi narkozlarla kalp ve kafalarını uyuşturarak acıyı hissetmiyorlar. Bundan dolayı da sürekli bir reşit ol(a)mama (çocuk) durumunu yaşıyorlar.

20

Vicdan Böyle Buyurdu

Vicaanın 1fi ']{a,(i Vicdan, çoğunlukta/gerçekte "süper ego= sağduyu" olarak in­ sanın "rahatça" kendini kandırması veya nadiren içinin kana­ ması/acıması olarak kendini kandıramamasıdır.

'Jfas!P-'Kısmet "Nasip-kısmet", başarısızlıklar sonrasında acı çekmemek için alınmış narkozdur; geçici olarak iyi gelir.

'Mut(u(u3un 'Dört 'Merkezi Allah'ın yarattığı insan vücudunda başlıca dört mutluluk merkezi vardır: Kafa, kalp, mide ve apış arası. İdeal olan ve Kur'an'ın da görüşü, bunların hepsinin dengelenmesidir. Bunlardan bir veya ikisiyle mutluluk arama çabası yalan ve yanlıştır.

']{atıra, Qlrma3an ve '1-feiiyenin Qtn(amı "Hatıra, "Hediye" ve "Armağan", aslında adının konmamasın­ da tarafların uzlaştıkları gizli bir "alışveriş"tir.

'T'anrı'nın Yar3ı(ama 'Usu(ü Tanrı, dünyada ve ahiretteki yargılamalarında "ya hep, ya

hiç"çi (radikal) değildir; aksine Muksit, Rahman ve Rahim oluşu gereği, en kötü ihtimalle "Ne kadar ekmek, o kadar köf­ te"cidir. "Zerre miktan iyilik yapan karşılığını görür; zerre mik­ tan kötülük yapan da karşılığını görür' (99/7-8). ''Tümü elde edilemeyenin, parçası terk edilmez."

Ahlak-Vicdan

21

'Kadın-Prfef Sorununun 'KaynatJı Kadın-erkek ilişkileri sorunu -her ikisinin de görev ve sorum­ lulukları farklı olsa da-, insan, kişi olarak onurda eşit olduk­ ları halde, biyolojik/bedensel güce bağlı olarak ekonomik gü­ cün erkeğin lehine fazla olmasından kaynaklanır.

'Mesnevi'nin 'Bu&ünkü 'An(amı ve 1ş(evi Bugün Mesnevi; muhafazakar, abdestli kapitalistlerin arka­ daşlarıyla yedikleri mükellef bir akşam yemeğinden sonra metresleriyle sevişmeye gitmeden önce müzik dinletisi eşli­ ğinde tatlı niyetine dinledikleri "şiir"dir.

'T'afva ve 'T'asawujun 'Farkı İslam, insanları korkusuzca dünyaya dalmaya, oradan inciler (salih ameller) çıkarmaya, dalma esnasında uyanıklığa, te­ yakkuza, dikkate (takva) çağırırken; tasavvuf, bu görevi terk etmeye ve görevi verene tilkice "aşık olma" davasına çağırır. İslam, Allah'ın kontrolünde dünyadan ahirete gitme dava­ sıyken; tasavvuf, Allah için iki cihanın terk edilerek deliliğin dava edinilmesidir: "Seni bilen, seven kişi canı neylesin? / Ço­ luk-çocuğu, evi-barkı, malı-mülkü neylesin? / İki cihanı verir, onu deli-divane eylersin / Senin aşkınla deli-divane olan, iki cihanı neylesin?' (Mevlana).

'Duy&u-Py(em 1(işfisi Farklı duyguların farklı eylemleri tetiklemesi, açık-güneşli veya kapalı-yağmurlu havanın farklı duyguları tetiklemesi gi­ bidir.

22

Vicdan Böyle Buyurdu

'lmmanue( 'Kant Kant her ne kadar Aydınlanrna'nın kurucu filozoflarından sa­ yılsa da onun uzun cümleli üslubu, Aydınlanrna'yı, ışığı, ha­ yatı, netliği yansıtmaktan çok, kapalı havayı; Akdeniz'in çiçek, meyve ve ürün veren bodur bitkilerinden çok, kuzeyin meyve­ siz-ürünsüz uzun-gümrah ağaçlarını-otlarını; kasveti, Kilise'yi ve duyguları katmadığı aklın sakızımsı elastikiyetini ifade eder. Nietzsche, boşuna ona "Könisberkli papaz" dememişti.

'Muhtevali 'Kate8orik 'Buyruk Kant'ın ödevden dolayı eylemde bulunmak anlamındaki kate­ gorik buyruku, form olmaktan çıkarılıp içeriklendirilirse, İsla­ mi anlamda 1 ) Varlığı(mızı)n manidar verililiğinin lütuf, ikram, ihsan... olarak görülüp, 2) bunları verene karşı minnet/şük­ ran (iman) gösterilmesi ve 3) hemcinsimize (bütün zayıflar/ça­ resizler, kadınlar ve çocuklara ...) karşı tanrısal bir merhamet göstemıe (Rahman-Rahim) sorumluluğuna (ödev) dönüşür. İs­ lam'daki adalet, ticari bir alışveriş olarak ekonomidir.

O(ması §erek.en O gün "öyle" olmuş olması ve bu gün "böyle" oluyor olması, her iki oluş tarzının zorunlu olarak "olması gereken" olduğu anlamına gelmez. "Olması gereken", daima kaçak ve kurnaz bir tilki olarak sürekli kovalanması gereken bir ufuktur.

O(mak ya ia O(mamak Shakespeare'in "temel mesele" olarak vazettiği "olmak ya da olmamak" sorunu, özünde ahlaki kavgaya, mücadeleye ve davaya "hazır" olmak veya kaderin oklarına, sillesine pasifçe maruz kalmak anlamında ahlaki aksiyonla ilgili bir sorundur.

Ahlak-Vicdan

23

ıNorma(-.'A.norma{ Norm-al olanın tespiti, yaygın olduğu haliyle alışkanlıkla gelen, gelen-ek, talih ve kültürel miras olarak tesadüfi olamaz. Mut­ laka bir araştırma, arama, düşünme ve çabaya dayanmalıdır. Anormal olanın telkin ve tedriç (reklam, propaganda) ile -kur­ bağanın yavaş ısınan suda haşlanması ve ölmesi gibi- normal­ leşmesine kültürel değişim, başkalaşma, yabancılaşma, mo­ dernleşme, Batılılaşma ve şimdilerde küreselleşme deniyor.

�v Ödevi ve 1nsanlik İnsanlık, bugün yerine getireceği bir "ev (dünya) ödevi" olma­ dığı için seks, başarı, zenginlik, tüketim ve hazlarla başıboş manyağa dönüşmüştür.

'Mistik '}[oşgörünün 'Kaynat]ı Mistisizmin aşırı hoşgörüsünün temelinde dünyevi bir ıslah ve düzen/imar talebi yerine, salt uhrevi (zühd) veya ilahi (aşk) davası yatar; her ikisi de İslami değildir.

'Kadının §üze{(it]i ve SeksiUt]i Kadının "güzel" görünme gayreti normal; "seksi" görünme gayreti, onu erkeğin arzu nesnesi kılarak "insan" olma sevi­ yesinden düşürür.

1nenferi 'Bekfemeden 1çeri 'Da{ma Metrolarda inenleri beklemeden içeriye dalma teşebbüsü, halkımızın pratikliğini/aceleciliğini, bir de ahlaka/hukuka uyamama kapasitesini gösterir.

24

Vicdan Böyle Buyurdu

1ki ?lyrı ?lkı( Kur'an'ın "fuad", "tabsıra/basiret" ve "lübb" dediğine, Kant "pratik akıl" dedi, biz de "vicdan" diyoruz. Bu insani kapasite, Kant'ın "teoıik akıl" dediği ve varlığı/oluşu/nedenselliği içinde kavrayan "ratio", "mantık" veya "zeka"dan başka bir şeydir.

'Kant-'Kifise 1Cişkisi Kant'ın bütün cümlelerinin o "takılmış" uzunluğu, Kilise'nin yarattığı oksijensiz, nefessiz, yeraltı/solucan yaşamının akıl adına ve akılla "Aydınlanma"sını ifade eder. Onu okuyabil­ mek için biraz dünyadan uzaklaşıp mumyalanmanız gerekir.

1nsan(ar ve 'Meyve(er Meyvelerin hamı, çürüğü ve olgunu dışarıdan belli olduğu hfilde, insanlarınki belli olmaz.

']{arami(er, '1flie6az(ar ve ']{afisız(ar Ekonomide haramilik, siyasette hile, hukukta haksızlık yapan­ lar, helali ve hakkaniyeti emreden dinin ve Tanrı'nın buralara girmesini istemezler. Siyaset, hukuk ve ekonomiye Tanrı ve din görünmeden, duyulmadan, sessizce ruh olarak, hava/ oksijen olarak (ahlak-vicdan) girmelidir. Buralarda Tanrı ve din adına çağıranlar, ya ham yobaz ve cahiller ya da hilebaz tilkilerdir.

'Meşhur O(manın 'Büyüsü Yüzün kamusallaşması, yani meşhur olma (siyasetçi, sanat­ çı, gazeteci, futbolcu...}, sanıldığı gibi onların bizden farklı, büyük, kabiliyetli oldukları anlamına gelmiyor. Hepimiz gibi onlar da zayıf, kırılgan, dürüst, sahtekar...

Ahlak-Vicdan

25

1nsanrıgın 'De8işmeyen 'Daimi ögücfü Sıkıntıyı, acıyı, ıstırabı, üzüntüyü. . . azaltmak istiyorsan, ihti­ raslarını ve ihtiyaçlarını/güç istencini azalt.

!](adının Yüzü ve Sesinin Önündeki �nge([er Bacak, göğüs-sırt dekolteleriyle erkeklerin bakışını celbet­ meye çalışan kadınlar (onlara yüz verenler). onlara artık yüzlerini gösteremezler/yüzlerine baktıramazlar. Topuk ses­ lerini erkeklere işittiren kadınlar da, seslerini onlara duyu­ ramazlar.

'Mut(u[uk Çeşitferi Ahlak, ancak mutluluk vaadiyle pratize edilebilir. Mutluluk ise kendi içinde üçe ayrılır. 1- Bedenin Mutluluğu: Zevk, haz, keyif, hoşlanma. 2- Aklın Mutluluğu: Düşünme, tar­ tışma, farkına varma, keşif, yaratma, öğrenme. 3- Ruhun Mutluluğu: Merhamet, adalet, yardım, paylaşma ve şükra­ nın sonuçlarına bağlanmış olan sürur, sekine, itminan, hu­ zur ve saadet.

Çok i](arıştırı[an rüç 'Deger İnsanlar şu üç şeyi sürekli birbirine karıştırır: 1 - Dokunul­ mazlık: İnsanların sahip olduğu potansiyelin ortaya çıkması ve her birimize gereksiz dokunulduğu/ engellendiği, ezildiği zaman rahatsızlık duyduğumuz için gereklidir. 2- İtibar (ün): Kişisel kabiliyet/hüner/beceri, devletin verdiği makam/mev­

ki, güç/kuvvet, zenginlik/variyet, güzellik/yakışıklılık... ile elde edilen hayran/ gıpta olunma durumu. 3- Onur: Kişisel erdemle elde edilen saygınlık.

26

Vicdan Böyle Buyurdu

Yüzün ve Sözün 'Deger O(uşu Yüzün ve sözün değeri/saygınlığı, tümevarımla zaman içinde yavaş yavaş oluşur ve yine zaman içinde tümevarımla yok olur.

'Düşünmenin 'T'a 6iatı Düşünmeyi (bilim, felsefe) öğrenmek, bir sanat ve hünerdir; düşünmenin bir bölümünün, alanının ahlakla ilişkili oldu­ ğunu, hatta ahlak olduğunu öğrenmek (hakikat). ayn bir hü­ nerdir.

Sözün §ücü Sözün gücü, insanın zayıflığıyla doğru orantılıdır. Çünkü, za­ yıflığını ve ihtiyaçlarını "söz verme", "söz alma" ve "söz dinle­ me"yle gidermektedir. İnsan; bilim, endüstri devrimi ve tek­ nik icatlarla müstağni hale geldikçe sözün değeri de azaldı.

'Nisyan ve 1stigna Nisyanın sebebi, istiğna veya umursamazlık olduğu için, te­ melde ahlaki bir problemdir.

'Degerin 'Kaynagı Değerin kaynağı ihtiyaç veya ilişkidir. Ekonomik ve sanatsal değer, ihtiyaçtan; ahlaki ve dinsel kıymet, ilişkiden doğar.

'Maddi ve 'Manevi Çöküş �rasındaki 'Fark Manevi/ruhsal çöküşlerin, kırılmaların ve yıkılmaların, fizi­ ki/maddi olanlardan farkı, çok daha güçlü olan seslerinin/ gürültülerinin dışarıdan duyulamamasıdır.

Ahlak-Vicdan

27

'DetJerin O(uşum Süreci Nihai gaye/gai sebep olan mutluluğun çeşidi (akli-ruhi-be­ densel); olayların, ilişkilerin veya şeyleıin "değer" oluşlarını tayin eder. Değerleri yaratmanın ve tartmanın kriteri, ta kö­ keninde insan vicdanıdır. Tann ve kutsal kitaplar, vicdanın yarattığı ve tarttığı ikincil değer kaynaklarıdır. Vicdan ise ses­ siz konuşan ve ne dediği pek anlaşılmayan veya yanlış anlaşı­ lan bir kaynaktır. Vicdan, kendinin yaratıcı kaynağının Tann olduğunu anlar. Onun için, ince eleyip sık dokumak lazım.

§it ve §e( Ötekileştirme anlamında "Git, git" veya tolerans anlamında "Gel, gel" demek, tek başına marifet değildir; önemli olan, kime "Gel", kime "Git" dediğindir.

1(fe((igın 1(k 'A.(ametifarikası İlkelliğin ilk ve yegane alametifarikası, -ahlaki veya değil- so­ ru(n) görememe/soramama ve soru(n) çözememedir.

"'Borç" 'BatJfamınaa 'Din-'A.fi(ak ve :Ekonomi Din, özünde etimolojik olarak (İbranice, Arapça ve Farsça) bir "borç" ilişkisidir. 1 - Kendinin ve sahip olduklarının ma­ nidar "verilmişliği" karşılığı olarak "borç ödeme" (şükran+ man-ibadet), yani "Allah nzası". 2- Karşılığı ahirette alın­ mak üzere "borç vermek"tir. Merhamet, İslam'da menfaate indirgenmiştir: Men ıa yerham; ıa yurham (Merhanet etme­ yene merhamet olunmaz). Seküler kapitalizm, ne borç öde­ me ne de borç vermedir. Mutluluk için günü gün etmektir. Kapitalizm, acil/peşin ekonomidir. İslam, öncelikle ahlaki anlamda bir borç ödeme (iman) ve borç verme olarak tecil edilmiş/veresiye ekonomidir. Ekonomi ve ahlak, yazı-tura gibidir veya kağıdın iki yüzü gibidir. Kant'ın "ödev" ahlakı,

28

Vicdan Böyle Buyurdu

içeriksiz bir form ahlakıdır: Ödevden dolayı eylemde bulun­ mak. Ödevin kendine karşı yöneldiği veya ödevi doğuran bir gerekçe yoktur. Levinas'ta "ödev", "öteki" olarak insana/ hemcinsimize karşıdır; karşılıksız

arm

ağan vermedir. Prag­

matizm ve utilitarizmde "ödev", kendine karşıdır, mutluluk için kendine bakmaktır. İslam'da "ödev", öncelikle Tann'ya karşı (şükran-iman-ibadet), sonra hemcinsimize (ötekine) karşı merhamet, sonra da kendimize karşı adalettir (iki ci­ han saadeti). Mutluluk, pişmanlık doğurmayan eylemlerin akabinde oluşur. Mutluluk, mükellefiyetlerin yerine getiril­ mesi esnasındaki meşakkati varsayar. Her zaman emeksiz, zahmetsiz, zararsız, sabırsız mutluluk olmaz. Sorumluluk/ erdem; projesi, içeriği iyice netleştirilemezse ötekine karşı baskı, zulüm ve masum insanları harcamaya dönüşebilir. Sorumluluk duyulmadığı takdirde de baskı, zulüm ve har­ cama doğabilir. İnsan, kendi mutluluğu için ötekini "engel" görmeye başladığı takdirde onu harcar (kapitalizm).

Şam_piyon ve 'Kafiraman Futbol, boks, güreş. . . müsabakaları yapılarak "şampiyonlar" belirlenip ödül verildiği halde, neden insanlık durumlarının, ilişkilerin ve davranışların, fiillerin ahlaki değerlendirilmesi yapılarak "İnsanlık Kahramanları" belirlenip ödüller verilmi­ yor? Bedenin maharetleri/hünerleri ödüllendirilirken, kişili­ ğin, şahsiyetin, ruhun, vicdanın ve benliğin hünerleri neden ödüllendirilmez? Böyle bir organizasyon, "Nobel Ödülleri"nin politik amaçlarından daha "asil" değil mi?

'Ka(6in 1ki '1-(a(i O(arak 1nsan İnsanın akıl ve mantığı arzu , içgüdü, ihtiras, kıskançlık, kin . .

.

ile birleşince "katı kalp"; vicdan, ruh ve merhametle birleşince de "kalbiselim" olur.

Ahlak-Vicdan

29

1şrakiUk ve Vafidet-i Vücudda 'Afi(ak ve Ontofoji Varlığın birliği (vahdet-i vücüd) ve İşrak/feyezan teorileri, birer taşma, tecelli ve tezahür olarak "iki ayn varlığı" kabul etmedikleri için, "ilişkiyi" kabul edemezler. İki ayn, özerk "kişi"nin olmadığı yerde de "ahlaki ilişki" olamaz. Bundan dolayı, her iki teori de birer "ontoloji " olarak kalır; ahlaki kavramları kullansalar da "Ahlak Metafiziği" olmayı başara­ mazlar.

'Rahmet 'Ayı 'Ramazan Ramazanın/orucun maksadı, hayatın temposunu düşür­ mek, insanların acil içgüdülerine bağlılıklarını esnetmek ve yumuşatmaktır (hilm/merhamet).Bu, gerçekleşmiyorsa o za­ man ramazan, yeme (iftar) festivalidir. Oruç tutmak, insanları pamuk yumağı kıvamına getirmesi gerekirken barut fıçısına döndürüyorsa o zaman tutmasınlar daha iyi.

Öz3ür 1rade ve �yfem Seçip yaptığımız eylemler, suyun ovada ilerlerken "geçtiği" yer gibidir; "oradan" geçmeyi belirleyen sebep, fiziksel eğimdir. Yaptığın eylemin, yüklem olmasını hak edilip edilmediğine dikkat et. Çoğu kere, çevremiz tarafından "sürükleniriz."

'}[ayatta 'Beterin 'Beteri Var Helalinden rızık kazanma peşinde koştuğu veya hayatta kal­ mak için uğraştığı için "hayır işlerini" tanımamak, bir talih­ sizlikken; rızkını helal yollardan kazanma bahtiyarlığına eri­ şememek, bir trajedidir.

30

Vicdan Böyle Buyurdu

Prdem-'Mut(u(uk 1Uşkisi Erdem/fazilet/ahlak/iyilik, bazen sonucunda mutluluk elde etmek için girişilen ve kendisi meşakkat, acı, ıstırap ve zarar içeren (şerrj eylemlerdir. Bazan de eylemimizi mutluluk ola­ rak icra ediyoruz; onun diğer niteliği "erdem" oluyor: Bazıları avlanmayı zahmet olarak göıiip (paça ıslanmadan balık tu­ tulmaz}, avı yemeyi "mutluluk" sayar; bazıları da avlanmanın kendisini mutluluk olarak göıiir; avın kendisini önemsemez. Bazıları çalışmak, kazanmak, üretmek, yaratmak ve icat çı­ karmaktan mutlu olur; bazıları da bu süreci meşakkat ola­ rak, erdem olarak göıiip bunun sonuçlarından mutlu olur. Bazıları, hemcinsimiz olan insanlara vermekten, onlarla pay­ laşmaktan, onlara yardım etmekten "mutlu" olur; bazıları da mutlu olmak için çalmaktan, gasptan, ezmekten, acı çektir­ mekten kaçınmaz.

'Afışkanfıgın 'Fe(aketi Evrenin "mevcut" ve dünyanın da "böyle" oluşuna alışarak (mantık-nedensellik}, bu durumu "manidar" bulmama, ya ço­ cukça bir saflık ve erişkin olmama durumu; ya da çok kabalık ve ibret almama, düşüncesizlik, kafirlik, ahlaksızlık.

1ti6arın 1ki Çeşidi Şeçkinlerin iki tüıiinü birbirinden ayırmak gerekir: 1) İcat çıkarma, keşfetme, doğuştan yakışıklı, güzel olma, sanatsal yaratma ve ahlaki kahramanlık gibi şeylerden doğan sahici itibar. 2) Miras (zenginlik}, devlet dolayımı (makam, mevki) marka, giyim-kuşam, makyaj . . . . ile elde edilmeye çalışılan suni itibar.

Ahlak-Vicdan

31

§ünafıın 'Kökeni Günahlar, ya bilinç kaybından ya da insaf kaybından kay­ naklanır.

'Kader ve 'Mucizenin Zihne !Etti8i Mucize ve kader inançları, sıradan müminlerin nedensellik/ determinizm ve ahlaka olan güvenlerini, inançlarını zayıflata­ rak doğada ve toplumsal hayatta meydana gelen olayların ve olup bitenlerin gerçekçi açıklamaların imkanını iptal ederek "komplo" teorilerinin gelişmesine zemin hazırlar.

1nsan(aşma ve 'T'anrı(aşma Tanrı, Kur'an'da ahlaki ilkelere (sünnetulldh) bağlı olduğu­ nu izhar ederek ve yaptıklarının sürekli ahlaki gerekçelerini açıklayarak insanlara benzemeye çalışırken (esmdu'l-hüsn.d) ; insanlar istiğna, istikbar duygularıyla şeytan/tağut olarak Tanrılaşmaya çalışmaktadır (Firavun, Karun, Haman) .

'KadimCik ve PoyüferCik tJ-{akikatin 'Kriteri O(amaz Bir davranışın veya kanının uzun süre ve çok sayıda insan ta­ rafından paylaşılmış olması, onun doğruluğunun kanıb ola­ maz. İnançların / dinlerin kadimliği, onların yanlışlığının bir karinesi olabilir (mitoloji, hurafe) .

'Dirularfık 'Kisvesinde 'Afı(aksızfık Yeıyüzü, dünya veya insanlık küfür, zulüm ve güna.karlıkla doluyken bazılarının, bunları ortadan kaldırma sorumluluğu­ nu üstlenme yerine, dindarlık adına Tanrı'da istirahata çekil­ meleri, Tanrı'ya aşık olmaları ve dünyayı terk etmeleri (zühd, çile, manastır hayab) yaşamanın ötesinde kendinde din için ayn ameller (tefekkür, taabbüd ve tezekkür) icat etmeleri (mistisizm/tasavvuf) korkaklık, bencillik ve iki yüzlülüktür.

32

Vicdan Böyle Buyurdu

1ntiharın 'Jlh(aki 'Koşu((arı İnsan, ilahi ve toplumsal sorumluluklarını yerine getirdikten sonra, onulmaz acılara duçar olmuşsa, yakınlarına yük olma­ ya başlamışsa, hayata köpek gibi tutunmak yerine, onurluca çekip gitmesini bilmeli.

'Duy3u ve 1drak 'Arasındaki 1lişki Duygular, durumun doğru veya yanlış idrakinden sonra olu­ şur. Doğru ve derin idrak, doğru duyguları, yanlış ve yüzeysel idrak ise yanlış duyguları oluşturur. Hristiyanlık, din konu­ sunda duyguyu idrakin önüne alarak yanlış yapmıştır. İsla­ miyet, doğru idraki duygunun önüne koyar.

'Mucize ve 'Kaderin 'Doğurdukrarı Cahil/muannit insanları "korkutmak" (17/59) için insanlığın çocukluk çağlarında gösterilen "mucize"ler, doğada neden­ selliğin olmadığı. her an her şeyin olabileceği anlayışını do­ ğurdu. Tanrı'nın insan hayatına müdahale ettiği (kader) dü­ şüncesi ise özgür iradeyi ve kendine güveni yıktı. Geri kalmış toplumların hikayesi işte budur.

'Bilim ve Tıraş Bilim yapma, tıraş olmaya benzer; saçların niçin çıktığını, deri altını/ saç köklerini ve renklerini düşünmez.

'liy3arhkrarın 'T'artı(dığı 'Kriterfer Uygarlıklar/medeniyetler, başlıca üç kriterle tartılır: 1- Doğru yaşamak/yaşamı doğru anlamak (din-ahlak). 2- Yaşamı ko­ laylaştırmak (bilim-teknoloji, ekonomi). 3- Yaşamı güzelleştir­ mek, estetize etmek (sanat, edebiyat, plastik sanatlar).

Ahlak-Vicdan

33

'Kendinden 'M.emnun ormanın �nfamı Salt kendi görüşleriyle mutmain/memnun olma ve onları başkalarının bıçaklı saldırılarına maruz bırakmamak, o kişi­ nin aptallığının veya kibrinin göstergesidir.

1fi Tür '.Ekonomi Sadece/pür ekonomi (kapitalizm, komünizm) , salt dünya kazancı ve zevkirıi tercih olarak (ötekine zulüm ve sömürü) ahlaksızlık; din (Tarın ve ahiret) , ebedi helakten kurtulma, ebedi kazanç ve zevki tercih olarak ultra ekonomi, dünyada hemcinsimize karşı adalet ve merhamet olarak da ahlaktır.

'Başörtüsü ve Tesettür Başörtüsü, kadın bedeninde cinsellik saikiyle gereken yer­ lerin örtünmesi olarak "tesettür"ün, gerekmeyen bir yerin örtülmesiyle anlamsızlaştınlması, dogmatikleştirilmesidir. Tesettür teni örtmektir, saçı değil. Erkeğin saçı-sakalıyla ka­ dının saçı arasında ne fark var?

ıJ{ümanizmin Sonu Kur'an'ın haber verdiği insanın ahlaki-antropolojik başarısızlığı (80/23) tezine rağmen, Aydınlanma'nın yarattığı optimist hü­ manizm mitini Nietzsche, Heidegger ve Foucault yerle bir etti.

�fi(afın 1fi 'Farf(ı 'Basamağı Ahlaki kuralları/değerleri "tümeller" olarak bilmek, basit bir meziyetken bunları "tikel" olarak somut insanlık durumla­ rında uygulamak (kimlik, kişilik, karakter) , daha önemli bir maharettir.

34

Vicdan Böyle Buyurdu

1nsani 'Kötü{ükferin 'Mufıteme{ 'lfeienferi İnsandan kaynaklanan kötülüklerin üç sebebi vardır: 1- Haz­ ların ölçüsüz kullanımı (heva) . 2- Hazdan mahrum olma ve acıya maruz kalma korkusu. 3- Cehaletin doğurduğu zan, ve­ him ve kör inanç .

1fakikatin 1fa{{eri Hakikatin olma, bilme ve yapma olmak üzere birbirinden farklı üç hali veya boyutu mevcuttur.

'Din{erin §en-!EtitJi Tarihe egemen olan, sürekli güç istenci, iktidar ilişkileri ol­ duğu için (kibir, zulüm, tuğyan. . . ); dinler, sürekli olmayanı (adalet, merhamet, sevgi, paylaşma . . . ) tavsiye ederler.

'T'esettürün 'Farkfı 1ki �n{amı Tesettür, kadının kendi onurunun veya namus anlayışının bir yansıması olabilir; ancak, başın örtülmesi, çarşaf, peçe, burka, nikap vb. leri erkeğin kadın üzerindeki tahakkümü­ nün göstergeleri/ aparatlandır.

Vicdanın 1ki 'Farkfı 'KaynatJı Dünyaya "fırlatılmış"lığın veya mutlak "sonlu"luğun doğur­ ması beklenen kaygının yaratacağı "vicdan"la (otantik olma, Heidegger) ; dünyaya "yerleştirilmiş" olmanın veya sayısız ni­ mete/ikrama/lütfa maruz kalmanın doğuracağı "sorumlu­ luk" (Kur'an) , birbirinden ayn ayn şeylerdir.

Ahlak-Vicdan

35

'Mut(u(utJun rNedeni Hiç kimse, --dünyanın en güzel yerleşim yeri dahi olsa- her­ hangi bir yerde yaşıyor olmaktan dolayı kendiliğinden "mut­ lu" olamaz. Mutluluk, ruhanilik pratiği/benlik pratiği/kimlik teknolojisi/kişilik yordamı ve özneleşme biçimleri olarak "ki­ şisel" bir şeydir.

ıfanrı'yı 'Kandırma §irişimi Hem Allah'a hem de insanlığa karşı ahlaki birer değer olan sevmeyi ve adaleti başaramayan ve bunun gerektirdiği fe­ dakarlığı, zahmeti ve sorumluluğu (cihad) yerine getiremeyen korkak ve hin oğlu hinler, "dindarlık/takva" diye "sarhoşluk ve aşk" ayağına yatalar. Örnek: " Coz- sohbet-i aşkan u mestiin mepesend/Der dil heves-i kavm-ijurü-maye mebend= Aşıklar ve sarhoşların sohbetinden başkasını beğenme/Mayası bo­ zuk, soysuz kişilerin hevesine kapılma" (Mevlana) .

ıfanrı ve 1nsanın Ortak ve Qlyrı ıfaraj(arı Tanrı ile insanın ortak yanlan: 1) Özgür irade ve akla da­

yanan "yaratıcılık" ; 2) Anlamlı ve gayeli iş yapma anlamında "hikmet" ; 3) Şükran, adalet ve merhamet anlamında "ahlak" . Ahlak ve mantık yasaları, Tanrı'yı "var (keşif) " kıldığı gibi ah­ lak yasası, -O yaratmış olmasına rağmen- O'nun da boyun eğmesi "gereken" bir yasadır.

1nsanın 'DetJişik Pozisyon(arı Düşünme , "insan" olmanın ayırt edici özelliği; içgüdü, alış­ kanlık, taklit ve gelenek, hayvanlarla ortak yanımız; ahlaki duygulanım ise insanlara ve hayvanlara "üstün"lüğümüzün ifadesidir.

36

Vicdan Böyle Buyurdu

Yüzün §ücü İnsanın yüzü, yaşadığı sevinç ve mutlulukları ifadeye yetiyor; ancak maruz kaldığı acıları, hayal kırıklıklarını, üzüntülerini ve trajedilerini ifadeye yetmiyor.

Cafii((erin 'Kıymet 'T'a kdir �tme 'T'arzı Cahiller yakın, görünen ve çok olan şeylerin kıymetini hak­ kıyla takdir edemez; uzak, görünmeyen ve az olan şeylere hak etmedikleri değeri verirler.

'M.aneviyatın Sektörfeşmesi Maneviyat, dünya işleri içinde işleyen; dışarıdan görünmez/ bilinmez bir süreçtir. Ruhaniyet (tasavvuf), maneviyatın gö­ rünür olarak "sektör"leşmesi, hatta zaman zaman "mafya" !aşmasıdır.

Şefiir(erin 'Kim(ifferi Orta Çağlardaki İslam şehirleri, bir ruhun, zerafetin, dini bir ya­ şam yordamının yansımalarıydı (Beş Şehirj. Modern Batı şehir­ leri; aklın, planın /mimarinin ve teknolojinin yansımaları oldu. 1 950 sonrası Türkiye şehirleri, muhafazakar sağcılığın iktida­ rında, ilkin göç baskısı altında zorunluluğun (barınma/ sığınma) daha sonra içgüdünün (rant) taşması: Beton, çelik, çerçeve-cam, kare ve dikdörtgenden oluşan apartman, site ve gökdelenler.

'Ah(akın 'Farf(ı(aşmasının 'T'eme( 'Dinami8i Tek bir dünyanın var olduğu inancını doğuran (istiğna, istik­ bar, umursamama) ve bu inancın doğurabileceği "ahlak"la; Tanrı'nın ve başka bir dünyanın (ahiret) olabileceği inancını doğuran ve bu inancın doğuracağı "ahlak" aynı değildir.

Ahlak-Vicdan

37

'Konuşmanın 'Muhtevası Konuşma, kadın gevezelikleri veya erkek dırdırlan/geyik yap­ ma değilse; ya saldın-savaş/kavga/tuğyan ya da hakikat/ adalet arayışıdır.

O(acagı 'Bu mu? "Olacağı bu ya", "olacağı varmış", "olacağı buymuş" sözleri, olanda kendinin sorumluluğunu görmek istemeyen bir ah­ laksızlık barındırır.

Safr 'Akıffa 'lfiiayet 'Arayışı Vahiy/Peygamber olmaksızın, salt akılla dini "hakikat/hida­ yet" arayışı, eski Yunan'da Sokrates ve Platon; Doğu'da ise Budha ve Konfüçyüs ile oldu.

rfoy(umun 'Mahiyeti Herhangi bir toplumsal yapı, daima geçmişten gelen bazı ke­ sin inançlar, ahlaki bazı duygulanımlar, içgüdüler ve tutkula­ rın

kristalleştiği (kültür, gelenek) bazen sabit, bazen dinamik

hallerdir.

'Mantıki ve 'Ah(afii ıJ{atanın ıJ{afiemi Mantığı ilzam eden şey, varlık ve onun kuralları olduğu için, mantık hataları kolayca düzeltilebiliyor. Ancak, ahlaki hata­ yı/yanlışı (küfür, zulüm, ihanet, fitne fücur ...) yapan benliği ilzam eden, yine kendi olduğu için; kendini sanık/suçlu ye­ rine koyamadığı için kolayca kendi avukatlığını/savunmasını yapabiliyor.

Vicdan Böyle Buyurdu

38

l}(atanın 'KaynatJı Zihnin kolay ikna olma arzusu/alışkanlığı (zan, cehalet) ve vicdanın rahatsız olmaması veya kolay kandırılması, her tür­ lü hatanın kaynağıdır.

1nsanın Son SıtJınagı

İnsan ilişkileıinde umut ve güven bittikten sonra, sığınılanlar sözü/yalanı ve ihaneti olmayan kedi, köpek ve kuşlar oluyor.

PratikUtJin Saiki Pratikliğin saiki -zeka değilse- ötekini gözetmeyen pragma­ tizmdir.

1ki 'Farkfı Otorite Cehalet ve korkudan doğan otoıite (despot, komutan, patron, Tanrı . ), vukufiyet ve erdemden doğan otoıiteden (saygınlık, . .

tazim) farklıdır (Tanrı, Peygamber, Bilge, Baba).

'Kaygının 'Derece(eri Milliyetçi ve Yurtsever, ülkesinin veya milletinin; İslamcı, üm­ metin; Peygamber, Hekim/Bilge, insanlığın kaygısını çeker.

'Umut ve Sorum(u(uk 'Arasındaki 'Fark Geleceğe umut beslemek, insani; geleceğe sorumluluk koy­ mak, İslami bir şeydir.

1nsanfıtJın Özü İnsanlığın bütün özü, ihtiyaçların karşılanmasında bütün in­ sanların göz önünde tutulmasıdır.

Ahlak-Vicdan

39

1fi 'Begeni Türü Ruhun/kalbin/vicdanın beğenisiyle (ahlak ve din), hevanın/ hazzın/arzunun beğenisi (sanat, ekonomi) aynı değildir.

'Mistisizmin Özü Mistisizm, Tann 'nın hayat içinde müminlere yüklediği zor (33/ 72) sorumluluklardan kaçan, kadınsı bir romantizmdir.

1[aFıi 'Rahmetin Sınır[arı '}{affında Batıl itikat ve boş inançlar, Tann'yı ve Kutsallığı kabul eden insanların, zayıflığından/cehaletinden doğan -iyi niyetli- fa­ kat mantıki olarak yanlış düşüncelerdir. Kayıtsızlık, nankör­ lük ve sorumsuzluktan doğan Tann'yı inkar anlamındaki ira­ di "küfür" ve hemcinslerine karşı kasdi "zulüm" ise dinsel/ ahlaki anlamda "büyük günah"lardır. Hindular, Hristiyanlar, Budistler, Bahailer, Yahudiler, Müşrikler ve Müslümanlar eğer zalim değillerse- tanrısal rahmete mazhar olabilirler.

1nsanın 'Da[a[eti Mucizevi bir varlık (insan), bir mucize gemisinde (dünya), uzay okyanusunda mucizevi bir sistemde (güneş sistemi) ya­ şıyor ve mucizenin aşın tezahüründen dolayı, alanlan "nor­ mal" görüyor.

'Duygu[arın §rameri ve 'Kimyası Duygular, dışarıda dil-tarih-kültürden (eğitim, örf, alışkan­ lık) , beden ve biyolojiden (içgüdü) , coğrafya ve iklimden; içeride ise düşünme, şuuraltı, irade ve vicdandan kaynak­ lanabilir. Her kişilik ve karakter, bunların bir sentezidir. Ne­ fis muhasebesi, öz eleştirisi ve ruhani pratikler (meditasyon

Vicdan Böyle Buyurdu

40

ve ibadetler) , duyguları değiştirme ve geliştirme süreçleridir. Duyguların içeriği-sının, azalması ve artması, ilişkilere bağ­ lıdır. Duygular, ne bir "şey"dir ne de bir "hiç"tir. Yaşanan hal ve durumlara (yer, zaman ve kişi) göre ahlaki nitelik kaza­ nırlar (kıskançlık, haset, kibir, şiddet/gayz veya merhamet, şükran, saygı, sevgi, adalet, insaf) . Düşüncenin, duygulardan daha değerli olduğu , bilgide yegane kriter olarak alınması ve düşüncedeki duyguların görülememesi, modern pozitivist bir dogmadır. Kant, bu işin piridir.

'Kaderin 'Kaderi Allah, Kur'an'da ısrarla "Kader" kavramıyla doğada fiziksel bir ölçülülüğün, zorunluluğun, nedenselliğin, kurallı değiş­ menin var olduğunu vurguladığı halde Eş'arilik, bu kavramla doğada nedenselliğin/zorunluluğun olmadığını teolojik ola­ rak iddia etmeye çalıştı ve "Kaderciliği" s avundu . Kadercilik, "dindarlık" kisvesinde bir ahlaksızlıktır. Dindarlık maskesi altında Tanrı'ya iftira atma ahlaksızlığıdır.

'Başfıca 'Dünya §örüş(eri Yahudilikteki Kabbala, Latin Hristiywılığuıuı kendisi, Yu­ nan'daki Yeni-Platonculuk ve İslam'daki Tasavvuf. Hindu­ izmin-Budizmin yarattığı "Çileci Ahlak"ın Doğu Akdeniz ve Yunan versiyonlarıdır. Atina, özü ontoloji olan bir felsefeyi:, Kudüs Mekke ise özü ahlak olan bir rrwnoteizmi/ dini savunur. -

'}{atırfama ve Şükür O(arak 1s(ami-'Dini 'Düşünmenin Özü Kur'an'da sık sık tekrar eden insandan hatırlama (zikr, tez­

kire) ve şükretme talebi, Allah'ın insana kendinde ve doğada hazırlamış olduğu nimetler olan ayetlerin düşünülmesidir. Karşıtları, unutma ve umursamama/küfrandır.

Ahlak-Vicdan

41

Vicdan ve 'Meyve 'Ağacı Vicdan, pratikte meyve ağaçlarının farklılığı gibi, toplumdan topluma değişir. Aynı cins meyvenin her birinin ağaçta olgun­ laşma, hamlık, çürüme, kurtlanma ve ağaçtan düşme sürele­ ri değiştiği gibi, aynı toplumun üyelerinin vicdan kabiliyetleri de birbirinden farklıdır.

'Kur'an 'Afi(afının 1fi Vecfiesi: '}[ayır ve 1fisan Kur'an'ın ahlak anlayışı, "hayır" kavramıyla ahlaki failin ken­ dine olan menfaatini (adalet) . asaletini; "ihsan" kavramıy­ la da ötekine (Tarın ve hemcinsi) vermesi/ ödemesi gereken menfaati, sorumluluğu, saygıyı, merhameti ifade eder. Ne pragmatizm (W. James) ve faydacılık (J. S . Mill) ne de Ö'ZVeri/ fedakarlık/ alturizm (I. Kant) , tek başına ahlakı tüketir. Bu arada mistisizmin yarattığı "çilecilik" , yaşamı yadsıma olarak düpedüz ahlaksızlıktır.

'Aktifve Pasif 'lfifiiUzmin 'Karşıtı O(arak "'r'afva" Nietzsche'nin "aktif nihilizm" dediği "güç istenci" , Kur'an'ın tabiriyle şeytanın karakteri olan "istiğna" ve "tuğyan" ; onun "pasif nihilizm" dediği "çileci ahlak" ise tasavvuf literatürün­ de "zühd"dür. Her ikisinin karşıtı ise, Kur'an'da "takva" yani "iman" ve "salih amel"dir.

'Ahiretin 1fi 'Farffı Yorumu Hristiyanlıkta ve çileci ahlakta (mistisizm) "ahiret" , dünyada­ ki ahlaki kötülüklerden bir kaçış ve sığınma yeridir. İslam'da

ise dünyadaki kötülüklere meydan okumanın, onlara karşı

şövalyece (mücahit) karşı koymanın (cihad), direnmenin, on­ ları azaltmaya çalışmanın, dünyayı ıslah etmenin bir ödülü veya kötülüklere batmanın bir cezasıdır.

42

Vicdan Böyle Buyurdu

'Ruh ve 'Beden Sağfığı ve 'Bi(imferi İnsanın rnhu, bedeni gibi bütün ırklarda, dinlerde ve diller­ de standart/aynı değil, bin bir kılığa girebiliyor. Ruh bilimi ( tıbbu'r-ruhani/psikoloji) ve rnh sağlığı/psikyatri, beden bili­ mi (anatomi) ve beden sağlığından (tıp bilimi) daha önemlidir. Ruhun bir de "doğrn/vicdan (ahlak-din)" olma gibi bir sornnu var (hidayet-dalalet) .

'Kaderci{iğin �n(amı Kadercilik, insanı irade ve özgürlük (isyan ve itaat) katego­ risi olmaktan çıkarıp onu maddeye/fiziğe, diğer deyimle ne­ denselliğe/ zornnluluğa indirgeme teşebbüsüdür: Külli irade tarafından tek yanlı olarak belirlenme. Oysa Kur'an'a göre, külli iradeyle cüzi irade diyalektik olarak birbirine bağlıdır; ilk adımı insan atmak şartıyla.

'lfietzscfie'nin 'Doğru(arı ve Yanfış(arı Nietzsche'nin, -Hristiyanlık hayır dediği için- güç istenci ve yararlı olana "evet" demesi , doğrn idi; ancak, bunu dengeli (adalet) bir şekilde isteyemedi . Merhametten maraz doğduğu­ nu görmesi de doğrn idi; ancak, doğuştan zayıfları ve talihsiz­ leri de affetmedi.

Yafanın ve �fi(aksızfığın 'Dindeki 1ki Ocagı Dinde "mucize" , her türlü yalanın (sihir, büyü, tılsım, keha­ net, keramet, simya, fal, burçlar . . . ) ocağı; "kadercilik" ise her türlü ahlaksızlığın ocağıdır. Kur'an, her ikisine de kendi dö­ neminde son vermeye çalışmış olsa da Müslümanlar, her iki­ sini de tekrar buyur etmiştir.

Ahlak-Vicdan

43

'Duygu-'Akı( veya Sezgi-'Mantık 'Ayırım(arını 'Aşan(ar Benim tasnifime göre Sokrates , Agustinus, Hz. Ali, Muham­ med İkbal, Pascal, Nietzsche, Bergson ve Taha Abdurrahman duygu-akıl veya sezgi-mantık ayırımlarını aşan , bunların bir­ birinin içinde olduğunu (kalb) gören kişilerdi. Ancak Nietzsc­ he, duygu ve sezgiyi -bunların kaynağı olan ruhu inkar ettiği için- fizyolojiye indirgeyerek kendine ihanet etti.

1ki 'Farkfı 'Düşünme Tarzı "Bu nedir?" ve "Bu nasıl oluyor?" sorularını doğuran merak ve taaccüpten doğan ve bilimsel keşifleri, teknik icatları yaratan

bil.imsel düşünceyle; "Bu niçin var?" ve "Bu niçin böyle oluyor?" sorularını doğuran hayret ve hayranlıktan doğan hatırlayıcı

(zikrj ve şükredici dinsel/ ahlaki düşünme (ilim) , birbirinden ayrı şeylerdir. Kur'an'daki düşünme talebi, ikinci tarz düşünmedir.

'Biz ve Ötekinin 'Kriter(eri Ben ve sen, fiziksel-biyolojik kategorilerdir. Oysa "biz" ve "onlar/ ötekiler" , kültürel, psikolojik ve ahlaki kategorilerdir. Mekan (yerleşke) , coğrafya (ülke) , dil ve etnik/ırksal yakınlık­ lar da fiziksel-biyolojik kategoriye yakındır, normaldir. Esas iradi "biz" ve "onlar/öteki" kategorilerini yaratan kriterler inanç/din, ahlaki-siyasi tutumlardır. İnsanlar arasında kin , nefret, düşmanlık ve şiddet veya sevgi, dostluk, kardeşlik ve ünsiyet yaratanlar bunlardır.

1(işkinin Tabiatı Öncesi olmadığı ve iradi olduğu için, her ilişki kopabilir, unu­ tulabilir; öncesi olan tek ilişki, ebeveyn ilişkisidir ve asla ko­ parılamaz.

44

Vicdan Böyle Buyurdu

'Kant'ın 'Afi(ak 'FeCSefesi Kant'ın ahlak felsefesi, insanın en somut gerçekliği olan ego­ sunu, gururunu ve menfaatini (bedenini) reddetmesiyle bir tür nihilizmdir. Nietzsche , bu felsefenin Platonizmin, yani Hristiyanlığın devamı olduğunu görmüştü .

1nsanfığın !Eşitliği Tezi İnsanların, doğuştan masum ve masun (eşit hakları haiz) oldu­ ğunu ve fırsat eşitliğini savunmak ahlaki; kendilerinin yaşarken eşit olduğunu savunmak (sosyalizm, hümanizm) ahlaksızlıktır.

rNtetzsdie'nin 'Ah(ak 'FeCSefesi Nietzsche'nin ahlak felsefesi (güç istenci} , kendi tabiriyle , Kıta Avrupası'nın kadim sakinleri olan "sarışın canavarların" fel­ sefesidir: "Altta kalanın canı çıksın."

Şüyhe ve 'Değer 1lişkisi Şüphe, uçurumun kenarında yaşamaktır. Yiğitlik, dürüstlük, cesaret ve namus gerektirir. Bütün özlü, yüce, közlü ve asil değerler, şüphe sonucu yaratılır. Hz. Muhammed , vahiy alma­ sına rağmen: "Beni Hud suresi 'Emrolwıduğwı gibi, dosdoğru.

(?) ol. ' ( 1 1 / 1 1 2) ihtiyarlattı. '' demişti. Dogmatikler, teologlar, cahiller, çocuklar, korkaklar, evcil hayvanlar, kadınlar. . . şüp­ heden uzak yaşamayı. güveni tercih ederler.

1nsanın Teme( Çelişkisi İnsanın temel çelişkisi, güçlü içgüdüsü/güç istenci ve daha za­ yıf olan sorumluluk duygusudur. Bütün dinler ve ahlak teorile­

ri, bunlar arasındaki ilişkiyi kurmaya çalışır. Örneğin, Nietzs­ che: içgüdülerin/ güç istencinin tercihi; Kant: sorumlulukların (kategorik buyruk) tercihi; İslam: ikisinin korelasyon çabası . . .

Ahlak-Vicdan

45

1nsanfığın ']-(afikat 'KaşifCeri Yunanlı filozoflar, Hintli rahipler, Çinli bilgeler, Sümerli kahin­ ler, dünyanın her yerinde görülen Şamanlar ve Sami peygam­ berler, insanlığın yer küre üzerindeki anlam arayışının başlıca temsilcileridir. Hepsi de hakikati kendilerinin bulduğunu iddia ettiler. Yunanlı filozofların mirasçısı olan çağdaş bilim damları, bugün bu grupların tümünü itibarsızlaştırmış durumda. Ken­ dileri de hakikat sorusunu reddediyorlar (agnostisizm-nihilizm) .

'Kuffuk ve 'Kader 'Doktrin(erinin Yarattığı 1nsan rT�i Soyut bir Tann'ya koşulsuz boyun eğme doktrini (kulluk-ka­ der) , somut otoritelere boyun eğme psikolojisi (sürü ahlakı) yaratır. Zira başkaldırma ve özgürlük "şeytan" olarak lanet­ lenmiştir. Kayıp ve kazançlarının "nasip ve kısmet"le olduğu­ na inananlar, bunun yakın/gerçek failinin/nedeninin kendi zayıflı.klan ve egemen güçler olduğunun farkında olmayan ca­ hillerdir. Artık köleci bir toplumun ahlaki pozitif duygulanımı olan Allah'a kulluğa son verip çivisi çıkmış bu zalim dünyada Allah'ın militanları (hizbullcih, 58/ 22) , mücahitleri, yardım­ cıları (enscirullcih, 3 / 52) ve askerleriyiz (cünduUcih, 37/ 1 721 73) . Kimimiz, O'nun avukatları (mütekellimün) ve kimimiz de yargıçlarıyız (hfiltimullfilı) ; O da, bizim baş yargıcımızdır

(ehkemu'l-hcikimin, 95/8) . Sahibimiz ve sahip olduğumuz her şey O'na ait olmasına rağmen (2/ 1 56; 3 / 1 89) bizimle ilişki­ sini özgürlük temelinde ahlaki bir sözleşmeye (ahit/misak, 7 / 1 72 ; 3 /8 1 ; 1 3/20 . . . ) dayandırdı.

'Merhametin 'Ah(aki 'Koşu(u Merhametin muteber ahlaki koşulu , mağduriyetin/mahrumi­ yetin mağdurun/mahrumun iradesinin ve imkfuıının dışında oluşmasıdır. Diğer türlü zayıflık, tembellik, aylaklık, aptallık, dilencilik . . . ödüllendirilmiş olur. Böylece de Nietzsche haklılık kazanmış olur: "Merhametten maraz doğar."

Vicdan Böyle Buyurdu

46

§ücün 'Dogası Siyasi, ekonomik ve manevi olsun, her güç artırımı, kişiye yeni bir uzay ve mekan açar. Orada eski uzay ve mekanda bu­ lunanların yeri yoktur. Güçlüyü ahlak adına (vefasızlık) kına­ manın alemi yoktur. Fizik, biyoloji ve fizyoloji kuralı . Ü stadım Nietzsche'den öğrendim.

P(aton, 'Kant ve ']-(ristiyanrıgın Suçu Platon, Kant ve Hristiyanlık, Nietzsche'nin Kudüs'ün davasını görmesini engelledi; onu Atina'ya mahkum etti. Kudüs'ün da­ vasını anlayan Goethe'yi onun alkışlaması, bunun kanıtıdır.

'Erdemin §üç(e 'Bir(ifte(igi Erdem/fazilet, doğası gereği güçle birlikte bulunması şarttır. Dini: denenmenin "hayır ve şerr"le olması (2 1 / 35) , "zorluğun kolaylıkla iç içe olması" (94/ 5-6) bundandır. Hristiyanlık, Hinduizm, mistisizm ve Platonculuk, bu gerçeği yadsıyan öğretilerdir. İnsanlar, toplum (sürü) halinde olacağı için, ço­ banlara (bilge, filozof, peygamber, alim) sorumluluk düşüyor. Kurt olınak, marifet değil -inek/kuzu olmak da-; boğa ve bu­ falolar çobana ihtiyaç duyınaz.

'Ahiretin 1ki 'T'ür 'Bed'e(i Ahireti (cenneti) satın almanın dünyadaki pahası/ fiyatının (emek karşılığının)

"ne" olduğu önemlidir. Sıradan halk/

avam, bunun, inanç/ akide ve ibadet olduğunu sanır. Yükte hafıf, pahada ağır olanını seçerek Tanrı'yı kandırmaya çalışır. Oysa Kur'an, bunun iman, ibadet ve ahlak (adalet, merhamet, infak, sabır, cihad ve tebliğ-temsil) olduğunu ortaya koyar.

Ahlak-Vicdan

47

YatJmur 'Benzeri 1(fiam İ lham/sezgi/mükaşefe , yağmura benzer; yağmurun kaynağı, denizlerdeki suyun buharlaşması/ göğe çıkması, kimyasının değiştirmesi (tuzluyken tatlı hale gelmesi) olduğu gibi; ilha­ mın kaynağı da insanın kendi iç dünyası ve düşünsel-ruhsal beslenmesidir. Ancak cahiller, onun kaynağının bütünüyle dışarıda olduğunu sanır.

'Düşünür ve �ydin �rasındaki 'Fark Entelektüel, filozof, düşünür, kültürlerin veya toplumların

yüz

yıllık, hatta bin yıllık hastalıkları veya sağlıklarını göre­

bilen; bunların nedenlerini teşhis edebilen kişidir. Teolog, ez­ berden konuşur; aydın ise anlık veya beş-on yıllık sorunlar üzerine konuşur.

tfanrı'nın 1fi(a( '.Ede6ifeceği ve '.Edemey eceği Yasa Tanrı, doğaya koyduğu fızik yasalarını (ayet-kader) -peygam­ berlerini desteklemek için- kendi ihlal edebilir (mucize) ; an­ cak, kendinin kendine koyduğu (6/

1 2 , 54) , kendini bağlayan

ahlak yasalarını (sünnetulliih) asla ihlal etmeyeceğini söyler (33/38, 62 ; 35/43)

'KeUme(erin 'Kifay etsizliği Duygular, durumlar ve varlıklar, bizim kelimelerimizin bittiği yerde bitmez. Böyle sanmak, ya cehaletten ya da içinin boşlu­ ğundan (heva-hava) doğan kibirden kaynaklanır.

1kiyüz(ü Vicdan Başkalarının eylemlerini yargılayan vicdanla kendi eylemleri­ mizi yargılayan vicdan aynı mı?

48

Vicdan Böyle Buyurdu

ııfamerdiz Mertliğe gıpta ettiğimize göre , tipik Doğulu olarak namerdiz. İ lişkilerimizde esas olan kumpas , pusu, kapan, tuzak: "Sa­ man altından su yüıiitmek" .

'.Nietzscfie'nin 'Fe(sefesi Nietzsche , şimdiye kadar bilindiği varsayılan şehrin (insan) bilinmeyen mahzenlerine, girilmeyen sokaklarına girerek, gö­ ıiinen binaların daha küçük ölçekli planlarını yaparak şehrin daha detaylı bir haritasını çıkarmaya çalıştı. Ancak, şehrin "güç istenci" içgüdüsüyle kurulduğu "nihilist" ön yargısından ve kendinin yeni planı olan " Ü st- İ nsan" proj esinden asla vaz­ geçmedi .

'Ku(a 'Ku((uf Pdi(mez mi? "Hal, saridir." fehvasınca, "Kula kulluk edilmez" sözü , geçer­ sizdir; daha çok edilir.

'}{ayatın Qlmacı Ekonomi (tarla-çiftlik, atölye-fabrika, şirket-dükkan . . . ) ve si­ yaset (parlamento, bürokrasi) , insan için uğrunda koşulacak yüce, kutsal, nadide nihai idealler olabilirler mi?

'DetJerferi 'Keifetmenin Seyri Çekirdekler, meyvelerin içinde saklıdır ve meyveler "çiçek aç­ tık"tan epey sonra olgunlaşırlar.

Ahlak-Vicdan

49

'Düşünürün ve 'Düşünmenin 'Misafi Düşünür, tohum icat eden ve tohum ekendir; tarla "biçer-dö­ ver"i değil. Düşünce, içgüdüyle birleşince güç yarattığı gibi, gücün fazlalığı ve azlığı, farklı düşünceler yaratır. Niçin? so­ rusu, şeyleri ve olguları/olayları (Bu nedir? ve Bu nasıl olu­ yor?) değil; her şeyde hüküm süren "anlamın" ne olduğunun sorusudur. Bu soruyu inkar eden Nietzsche , en büyük "kafır= nankör" idi .

1nsanın O(uşum Süreç(eri Spinoza: " İnsan, sınırsız ilişkilerin sınırsız toplamıdır. " de­ mişti. Şimdilerde insan, iPhon ve labtop ekranından sınırsız görselleri seyreden ilişkisiz, yalnız ve eksilmedir.

'Farkfı 'Düşünmenin 'Farkfı Zaman(arı Gündüz, hesapçı/ çıkarcı/ sayar-düşünmenin; gece, hasbi/ hissi/ duyar-düşünmenin zamanıdır.

?1.nne ve 'Ba6anın Çocuk 1lzerincleki '}[affı Çocuk, erkeğin bir anlık zevkine karşılık, kadının dokuz ay hamile kalması ve sonunda tarifsiz bir acıyla onu doğurması; çocukken de erkeğin haz, zevk aldığı ve sevinç-sevgi kayna­ ğıyken; kadın için onu beslemek ve büyütmektir. Sonuç: Ço­ cuk üzerinde annenin hakkı, babanınkinin en az on katıdır.

ıTanrıfıgın ve 1nsanfıgın 'Raconu Tanrı olmak, -Tiranlıktan farklı olarak- Cömertlik, Rahma­ niyet ve Rahimiyettir. Bu sıfatların tecellisi varlık, dünya ve insandır. İ nsanın buna bir misillemesi olması gerekir. Tan­ rı da bu misillemeye "razı" olur. Şükür, borç tazmini veya

50

Vicdan Böyle Buyurdu

ödemesi değil, cömertliğin karşı tarafta yarattığı teşekkür ve minnettir. Yaratma, güç gösterisi değilse cömertliğin te­ cellisidir. İnsanın en yüce edimi, cömertlik ve merhametse bu edimler, farklı cinsten edimlerle karşılanmalıdır; diğer türlü, daha kötü bir eylemle karşılanmış olur: nankörlük. Tann olsun, insan olsun , karşılıksız edim abes/boş/ saçma ve batıldır.

'Dünyay(a 'Üç 1Uşki 'r'arzı Mesele mistiklerin, Budistlerin, Hinduların ve Stoalıların id­ dia ettiği gibi sahilde (selamette) olmak-oyalanmak değil; me­ sele, yüzme bilmeden veya gemi-kayık almadan denize delice dalma ve orada oyalanma da değildir; mesele , yüzme öğrene­ rek veya gemi-kayıkla karşı sahile geçmektir (Dünyanın ıslah edilmesi-denenme) . ]

ŞeytanCik Şeytanlık, salt güç istenci ve salt zeka kullanımıyla mutlu olma isteğidir. Hatası, haksızlığındadır: 1 - Bunların kendine "verili" olduğunu bildiği halde, Verenin meşru isteğini reddet­ me (istiğna-istikbar-küfür) . 2- Bunları kendi lehine, başkala­ rının aleyhine kullanma girişimi (zulüm) .

'Dinin Vicdanı 'Dumura 'Uğratması Dindar insanın vicdanının çalışabilmesi için, ona ait boş bir alanın olması; insanın, dogma ve kutsal emir-yasaklarla tıka basa doldurulmamış olması, biraz aç olması gerekir. Diğer türlü, zorunlu olarak vicdan dumura uğrar. Dindarların vic­ dansızlığını, başka nasıl açıklayabiliriz?

Ahlak-Vicdan

51

'DiCsizin ']{a(inien 'An(amak Dilsizlerin (hayvan , çocuk, lal) ve suskunların (istemeye yüzü olmayanların) halinden anlamak, kişinin ahlaki kapasitesi­ nin sonucudur.

1nsan ıNedir? Her "yüz" sahibi, insan (özgür-sorumlu) değildir. Bir dil-kül­ tür-toplum içinde hapis yaşadığı için , çoğu "sürü" (karınca, koyun) gibi yaşar. Bir bölümü de etçil canavar olur (yılan, kartal, sırtlan , tilki, kurt, çakal, ayı, aslan vs . ) . İ nsanı "denen­ arı ,

me"ye koşan Tanrı'nın işi zor.

'}(oş §örmenin 'An(amı Neleri "hoş" gördüğümüzü tayin eden, "kim" olduğumuzun sınırlarıdır. "Çok hoşgörülü" olmak, kimliksiz ve karaktersiz olmak anlamına gelir. Devletin, ahlakın ve hukukun kuralla­ rı,

hoşgörünün sınırlarıdır.

'Müzik ve Şiirin 1ki 'An(amı Müzik-şiir (sanat) , hakikati dile getirmenin estetik formları değilse onu kaybetmenin doğurduğu can sıkıntısını gidermek için sığınılan uyuşturucu veya alkol bağımlılığıdır.

'Akfın 'Kayanı Kültür ve dinden önce , kişisel mizaç , içgüdü, fizyolojik duy­ gulanımlar ve konuşulan dilin anlam kapasitesi ve sınırları aklı/ düşünmeyi belirler.

52

Vicdan Böyle Buyurdu

Vicdan O(uşumunun 'MisaU Vicdanın oluşumu, farklı maden/metallerin oluşumuna ben­ zer: demir-çelik, bakır, alüminyum, gümüş, altın . . . Altının ayarları olduğunu da unutmamak gerekir.

'Bağımfıfıf(arın 'MisaU Sigara, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, sürekli yağmurda-ça­ murda gezmeye alışma veya ameleliğin "meslek" sanılmasıdır.

Sev3inin Sırrı Sevginin gizi, bencillik/egoizm ile özveri/fedakarlığı meze et­ mesindedir.

'Doğru 'Düşünme, '1-fız ve '}{areket Daimi sükunet/hareketsizlik vehim, hayal, ütopya, felsefe, mistisizm tarzı paslanmış/mumyalanmış düşünceler üretir­ ken; aşın hız, zihne ve kalbe yalama yaptırır (Acele işe şeytan karışır) . Doğru düşünceler/hakikatler, normal hareket halin­ deyken üretilenlerdir.

Sa6rın '.Erdem O(uşunun %deni İ slam'da ne pahasına olursa olsun "başarı/zafer" onaylan­ saydı bazı şeyleri yapamamadan-yapmamadan doğan zorluk, zarar ve yoksunluklara karşı "sabır" göstermek, bir erdem ol­ mazdı. Muaviye'nin/Makyevelli'nin başarılarını övenlere du­ yurulur.

Ahlak-Vicdan

53

Öznenin Özü Özne-nesne /fail-fiil/ neden-sonuç ilişkisi, aslında birer ya­ nılsamadır. Özne , sürekli "oluş/ akış" halindeki eylemliliğin yoğunlaşması/kristalleşmesi ve buharlaşması/ erimesi süre­ cidir. Bilinç, yavaş gerçekleşen bu süreci kavrayamadığı için, yanlışlıkla (yıldırım çakması, güneş doğması, ağacın dev­ rilmesi. . . ) "özne/fail-fiil'' yaratıyor. Örneğin: Sağlam/ doğru kristalleşme süreci olan "lübb" hatırlar, ibret alır, ibadet eder; hatırlama, ibret ve ibadet, lübbü sürekli kılar/ oluşturur.

Şefkat rr'o kadi "Şefkat tokadı"nı, bir keresinde okey oynamaya akşam na­ mazını kılarak başlayan rakiplerimize (iki işadamı) biz (iki

ilahiyatçı) akşam namazını kılmadan oturduğumuz okey ma­ sasında otuz sıfır yenildiğimizde ; bir de akşamları evde eşimi ve çocuklarımı yalnız bırakıp kafeye koştuğum okey oyunla­ rının her defasında acı şekillerde yenildiğimde yedim: "Allahu Ekber"

'Manevi '.Bes(enme Ağzımızdan çıkan sözler ve haletiruhiyemiz, etrafımızdan al­ dığımız gıdalara (davranış-fıkir) bağlıdır. Sağlığımız için , bes­ lenmemize dikkat etmeli ve abur-cubur yememeliyiz; seçici olmalıyız.

1nsan 'Ruhlarının 'M.isafi Herkes, kendi ruhunun katıksız/saf-tatlı "su" olduğunu sa­ nır; oysa hepimiz, katkı maddeli "sıvı"larız. Meyve suyu, ma­

den suyu, içki-şarap, ilaç . . . gibi: acı, tatlı, tuzlu, sarhoş eden, ayıltan, bayıltan, zehirleyen, sağaltan . . .

54

Vicdan Böyle Buyurdu

1nsanlit)ın §eçirdit)i !Evrim Cer insanlığın geçirdiği evrtmler başlıca dört tanedir: 1 - Toprak/ çamurdan "insan cinsi"nin oluşması. 2- Meni-yumurtadan do­ kuz ayda "bebek"in oluşması. 3 - Çocukluktan büyüyerek ve akil-baliğ olarak "ergin/yetlşkin"in oluşması. 4- İnsanlığın dü­ şünme-duygu, icat-keşif yeteneği gelişerek ilkel-çocukluktan "medeni-şehirli" ins anın oluşması. Ahlaki-dini kapasite ayrı bir sorun. Orada özgürlükten dolayı, daima zikzaklar çiziliyor.

'T'asawujun '}[a(fa Yaytıgı Tasavvuf, ulemanın rehberliğinde insanların kolayca yürü­ yebileceği "şeriat" yolundan onları sarp ve sakıncalarla dolu patika bir yola (tarikat) sokarak, sonra da onlara: "Siz, bu yol­ da mürşitsiz yürüyemezsiniz. " deyip bir sürü cahil-cühelayı onların önüne katıyor.

'Müs(üman(arın 'Jlfi(aksızfıf(arının rNedeni İ slam dünyası, dinin doğuşundan bin dört yüz sene sonra bu­ gün , kalbinin ve kafasının yorgun düşmesi ve teknolojileşme / ekonomileşme oranında, yeni "doğası/coğrafyası" gereği haki­ ki "mümin" olamayan, sözde / dudakta/itikatta "Müslüman" toplumlardır. Ahlaksızlığın sebebi budur.

Çocuk 'Misafi Şeytan Şeytanın Tann 'yla ilişkisi, isyankar bir evladın babasıyla olan ilişkisine benzer. Çocuk, babasını inkar etmez; onun babası olduğunu bilir; sadece ona karşı duyması gereken saygı-sevgi, minnet-şükran duygularını göstermez; ona itaat etmez. Had­ dini aşarak, büyüklenerek (istlğna/istikbar) isyan eder. İma­ nın sadece bilgiye dayanması gerektiğini ileri süren teologlara duyrulur.

Ahlak-Vicdan

55

'llffafi'a 'Muhabbetin §öster8esi Eğer tasavvuf, mahiyetinin Allah ile bir "muhabbet ilişkisi" olduğunu iddia ediyorsa Allah'ın sevdikleri , abitler ve zahitler değil: "Kendi yolunda birbirine kenetlenmiş bir bina hdlinde

savaşanlandır" (6 1 /4) .

'Ut]runa Ö(ünen(er İnsanlar, zevk/haz uğruna ölümü göze alabildikleri gibi (ün, kahramanlık, sigara, alkol, uyuşturucu) , iman ve ahlak uğru­ na da bunu yaparlar.

'llmaç-'llraç 1Uşkisi Araç, sadece "alet" olabilir; insanlar, ilişkiler ve ameller/ eylem­ ler, araçsallaştınlmamalı; kendi içinde amaçsallaştınlmalıdır.

§azefferi "Çöy" O(arak 'll � ı(ayan 'llymazCık Altı aylık ömrünü insanlar için on beş günlük "ibret" şöle­ ni (yaprak dökümü) için geçiren yerdeki gazellerin demek is­ tediği hayatın famliğini anlamadan, onları "çöp" diye görüp süpüren belediyenin temizlik işleri yöneticileri, elemanları ve yayalar hem gafil, hem de günahkardır.

'll ffafi'ı Ya(an(ayan Suji(er "Gaybı Allah bilir ve seçtiği resullerin dışında hiç kimseye bildirmez." (72/ 26-27) dendikten sonra, müşriklere yönelti­ len : " Yoksa, gayb kendi yanlannda da ondan mı yazıyorlar?' (69 /47) sorusuna Sufiler: "Evet" cevabını vermişlerdir. Ö rnek­ ler: Fütillıiıt -ı Mekkiyye, Keefü'l-Mahcüb, Mişkdtü'l-Envdr. . .

56

Vicdan Böyle Buyurdu

Cafii(ferin Önemsedig ı Şey Çağımızda İslarn'ın imanının ve ahlakının hayli zayıfladığını göremeyenler, onun teferruata dair bazı hukuki hükümleri­ nin gerekçeli olarak değişmesine gönülleri asla rıza gösterme­ mektedirler.

'KimUk 'Kriter(erinin 'Kriti8i Dil, ırk, kabile , memleket, cinsiyet, her dönem "verili" kimlik unsurlarıdır; öğünülecek veya yerinilecek bir yanı yoktur. Modernite öncesi, geleneksel toplumlarda din-mezhep , zen­ ginlik "edinilen-ideal" kimliklerdi . Modern dönemde ise mil­ liyetçilik ve meslekler /kariyer ve ait olunan sınıflar (burjuva) edinilen kimlikler oldu . Ne Orta Çağların "din-mezhep" ne de modernitenin milliyetçilik ve meslek kriterleri evrensel­ leştirilme kapasitesini haizdir. Her dönemde herkes için uğ­ rundalık/iştiyak ve ideal kimlik kriterlerini şöyle sayabiliriz:

1 - Hayatı koruma çabası, 2- İnsan olma kapasitelerini/ ka­ biliyetlerini aktüelleştirme, 3- İnsanların fırsat eşitliğini sağ­ lama, 4- Özgür olma (sürekli düşünme ve eleştiri} , 5- Adalet, 6- Yeryüzünü mutlak mülk edinmeme , onu "emanet" olarak görme , 7- Gerektiğinde hemcinsine yardım/paylaşma, mer­ hamet.

'Kavram 1m3esi ve §erçekUf-'}[akikat 1Uşkisi Sosyal-psikolojik (ahlaki-dini,

siyasal, hukuki,

ekonomik)

kavramların birey ve toplumlardaki imge /tasavvurlarıyla, on­ ların gerçeklik veya hakikatle ilişkisi -sosyal bilimler ve felse­ felere rağmen- aynı/yüzde yüz örtüşür değildir: "Ahlak yolu dardır; tetik bas , önü yardır . " uyarısı bunun içindir.

Ahlak-Vicdan

57

1krar ve inkarın, 'An(ama ve 'An(amamanın 'KaynatJı Olup biteni, söylenenleri, yazılanları ve insanlık durumlarını doğru anlama, beş duyuyla ilgili olduğu kadar; bizde hazır bulunan duygular ve içgüdülerin gücüyle de doğrudan iliş­ kilidir. Düşünülen şeyle zorunlu, ameli bir ilişki içindeyizdir. Duyguların niteliği, düşünüleni niteler. Düşünülen şey, canlı olandan fiziki olana doğru kaydıkça duygu boyutu azalabilir.

Soru ve Ceva6ın 'Ahlaki 'DetJeri Ahlaki vazifeyi ifade eden fiil, İngilizcede response (cevap verme) kökünden gelir: responsibility. Türkçede ise soru sormaktan gelir: sorumluluk. Soru sormak, cevap vermekten daha zor ve derin bir ahlaki vazifedir. Soruyu zorunlu kılan, insanın mev­ cut/verili durumudur. Örneğin: "Bu değirmenin suyu nere­ den geliyor?" Sorudan kaçmaksa suç işlemek veya ahlaksızlığı (nankörlük, tembellik, ihmal, kayıtsızlık ve duyarsızlık) ifade eder: " Üzümünü ye de bağını sorma. " Soru olmadan cevap ol­ maz. "Buralar, benden sorulur. " Düşünme faaliyeti, Kur'an'da dini bağlamda teşekkürle aynı anlama gelir: " O, sizin için ku­

laklar, gözler ve gönüller/ vicdanlar inşa ettiği hdlde, ne kadar az şükrediyorsunuz!' (23/ 78) . İ ngilizcede düşünme eylemi, thank (şükran duyma) kökünden gelir: thinking. Türkçede ise rüya görmek anlamına gelen düş kökünden gelir: düşünmek.

'A.(ko(ün ve 'Aşkın ']-(aram O(ma §erekçe(eri Bazı ilaç ve besinlerde içkin olan alkol, vücuda faydalıyken içe­ ceklerde dozunun fazla olması, hem vücuda zarar verir hem de insanı sarhoş eder. Sevgi de aynen alkolde olduğu gibi, hayatta lüzumlu bir erdemdir. Onun tasavvufta olduğu gibi gerek Tan­ n'ya gerekse insana karşı aşın yoğunlaştırılması ve aşk dü­ zeyinde insanı sarhoş etmesi, alkollü içkilerin haram olması gerekçesiyle haramdır. Aşk ve koşulsuz sevgi, mağdurların ve mazlumların, zayıfların daimi sığınağı ve limanıdır.

58

Vicdan Böyle Buyurdu

'Mev(ana ve 'Mesnevi'nin Örtü(eri Şiiıin, edebiyatın, sevginin, aşkın, toleransın büyüleyiciliği, İslami kaynaklara yoğun atıflara rağmen Mevlana ve Mes­

nevi' deki omurga teolojinin panteizm ve dünyanın/hayatın aşağılanması/reddedilmesi olarak İslam'la çelişik olduğu ger­ çeğini örtüyor: "Biz, aşkın aşıklarıyız; Müslümanlar başka­ dır /Biz, zayıf karıncalarız; Süleyman başkadır. "

1yirik ve 'Kötü(ügün vogası İnsanlar, genellikle iyilikleri görmez, saymaz; kötülükleri ise büyütür, genelleştirir.

Söz ve 'Jlmerin §ücü Konuşma, şayet kalpten çıkar ve ona eşlik eden yüz-göz de yalan söylemezse karşı tarafta sınırlı bir etki yaratır. Ancak, amelin/ eylemin yarattığı etkiyi yaratamaz. Temsil, tebliğden daha etkindir.

Vicdanın 1ki Türü Vicdan, toplumsal sağduyu/ gelenek/kültür/ süper ego tarafın­ dan bireylere kodlanmış değerler açısından ezbere/mekanik/ taklitle değer biçmek değil, her olayı ve eylemi/kararı kendi düşünümü, görmesi ve hissetmesiyle değerlendirmektir.

Cihadın 1ki Türü Allah: " Cihad eden, kendisi/ nefsi için (çıkar, menfaat) cihad

etmiştir." (29 /6) diyor. Sufiler ise: "Büyük cihad , kendisi (nef­ si) ile (düşman olarak) cihaddır. " diyorlar. Kime inanacağız?

Ahlak-Vicdan

59

rfoy(um ve 'Ferdin ÖzBür(üt]ü Fabrikaların eşya üretmesiyle egemen toplumsal kültürün ruh , kişilik, karakter üretmesi aynıdır. "Defolu" mallar istis­

nadır. Ezber/alışkanlık, kültür ve gelenektir. Marifet; düşün­ meye dayanan dürüstlük, hakkaniyet, sorumluluk ve hik­ metle davranmaktır.

'lfic(ayet ve 'Da(a(et Metafizik/dini-ahlaki konularda hidayet ve dalalet, aslında kalbe ait manevi birer "frekans" meselesidir. Dalga boyunu sürekli kontrol etmek lazımdır. "Kur'an okunduğunda, seninle

ahirete inanmayanlar arasına gizli bir perde çekeriz; Kur'an'ı anlamamalan için kalpleri üzerine perdeler, kulaklanna da ağırlık koyanz" ( 1 7/45-46) .

Yay8ın O(andan O(ması §erefien O(uşturma Kötülüklerin, haramların ve günahların bazıları kişisel olarak hoş, kolay ve arzu edilir olduğu veya yaygın, alışkanlık haline geldiği için, bu durum , yeni kuşaklarda onların meşru, doğru ve değer olduklarının kanıtı olur.

Sofirates ve §oetfie Eski Yunan'da Sokrates, modern Batı' da da Goethe , Hz. Musa ve Muhammed'e yakındır. Platon, daha ziyade Hz. İ sa'ya veya Budha'ya yakındır.

58

Vicdan Böyle Buyurdu

'Mev{ana ve 'Mesnevi'nin örtüferi Şürin, edebiyatın, sevginin, aşkın, toleransın büyüleyiciliği, İ slami kaynaklara yoğun atıflara rağmen Mevlana ve Mes­ nevf deki omurga teolojinin panteizm ve dünyanın/hayatın aşağılanması/reddedilmesi olarak İ slam'la çelişik olduğu ger­ çeğini örtüyor: "Biz, aşkın aşıklanyız; Müslümanlar başka­ dır /Biz, zayıf karıncalanz; Süleyman başkadır. "

1yiCik ve 'Kötü(üğün 'Doğası İnsanlar, genellikle iyilikleri görmez, saymaz; kötülükleri ise büyütür, genelleştirir.

Söz ve �meCin §ücü Konuşma, şayet kalpten çıkar ve ona eşlik eden yüz-göz de yalan söylemezse karşı tarafta sınırlı bir etki yaratır. Ancak, amelin/ eylemin yarattığı etkiyi yaratamaz. Temsil, tebliğden daha etkindir.

Vicdanın 1ki Türü Vicdan, toplumsal sağduyu/ gelenek/kültür/ süper ego tarafın­ dan bireylere kodlamnış değerler açısından ezbere/mekanik/ taklitle değer biçmek değil, her olayı ve eylemi/karan kendi düşünümü, görmesi ve hissetmesiyle değerlendirmektir.

Ci�adin 1ki Türü Allah: "Cihad eden, kendisi/nefsi için (çıkar, menfaat) cihad

etmi.ştir." (29/6) diyor. Sufiler ise: "Büyük cihad , kendisi (nef­ si) ile (düşman olarak) cihaddır. " diyorlar. Kime inanacağız?

Ahlak-Vicdan

59

ıToy(um ve 'Ferdin Özgür(ü8ü Fabrikaların eşya üretmesiyle egemen toplumsal kültürün ruh, kişilik, karakter üretmesi aynıdır. "Defolu" mallar istis­ nadır. Ezber/ alışkanlık, kültür ve gelenektir. Marifet; düşün­ meye dayanan dürüstlük, hakkaniyet, sorumluluk ve hik­ metle davranmaktır.

'1füfayet ve 'Da(a(et Metafızik/dini-ahlaki konularda hidayet ve dalalet, aslında kalbe ait manevi birer "frekans" meselesidir. Dalga boyunu sürekli kontrol etmek lazımdır. "Kur'an okunduğunda, seninle

ahirete inanmayanlar arasına gizli bir perde çekeriz; Kur'an'ı anlamamalan için kalpleri üzerine perdeler, kulaklanna da ağırlık koyanz" ( 1 7/45-46) .

Yaygın O(andan O(ması §ereken O(uşturma Kötülüklerin, haramların ve günahların bazıları kişisel olarak hoş , kolay ve arzu edilir olduğu veya yaygın, alışkanlık haline geldiği için, bu durum, yeni kuşaklarda onların meşru, doğru ve değer olduklarının kanıtı olur.

Sokrates ve §oetfie Eski Yunan'da Sokrates, modern Batı'da da Goethe, Hz. Musa ve Muhammed'e yakındır. Platon, daha ziyade Hz. İ sa'ya veya Budha'ya yakındır.

60

Vicdan Böyle Buyurdu

§izfenen ve §iz(enemeyen sifat(ar Güzellik, yakışıklılık, seksilik, zenginlik, uzun boyluluk . . . vs . gibi objektif sıfatlara sahip olup olmayışımızla; dürüst, iyi, adil, dindar, demokrat, vs . gibi sübjektif sıfatlara sahip olup olmayışımız aynı değildir. Birincilere sahip olmayanlar, ol­ duklarını iddia edemezken ; İkincilere malik olmayabilecekleri halde herkes öyle olduğunu iddia edebilir.

']{u fuksuz 'Müs(üman(ar "Hile-i şer'iyye" ifadesiyle "kitabına uydurma" deyimi, Müslü­ manların hukuksuzluğunun birer ifadesidir. Zira bunlarda ge­ çen "şer"' ve "kitap" kavramları, hukuktan kinayedir. "Karıncayı . . . belini incitme" deyimini, Türkiyeli Müslümanlar üretmiştir.

'Kamu %rsız(arının §ünah Oranı Kamu görevlilerinin (siyasetçi, bürokrat, memur) maaşlarının dışında kamudan çaldıklarıyla kamuya kazandırdıklarının oranı, günahlarını ele verir.

'Dinin 'Dürüst(üf 'Kriteri Din, o kadar güçlüdür ki mümin kendinden olan (dininden, mezhebinden, tarikatından) hırsızı, arsızı, namussuzu, elin

(gavurun) arlı, namuslu ve dürüstüne tercih eder. Muhafa­ zakar siyasetçilerin, seçmenlerine karşı kayıtsızlığı bundandır.

Yemin ve 'lfoter Sözlü kültürün egemen olduğu dindar toplumlarda (Kur'an' da bile) "yemin" , modern toplumlarda "noter"in gördüğü işlevi (bağlayıcılığı/yaptırımı) görürdü : "Söz, senettir . " , "Söz vermek . . . vermeye benzemez. "

Ahlak-Vicdan

61

ııfakikat O(arak §erçekfik Nedensellik, mantık, gerçeklik, aslında Hakk'ın fiiliyatı (ya­ ratması) olarak hakikatin tecellisi/tezahüıii / teşahhusu ve tecsimidir (kader-kozmoz) . Tersi, tesadüf ve kaostur.

ııfakikat 'Jlrayışı Hakikat arayışı, samanlıkta -iğne değil- altın arama sürecidir.

'Jl((afi'ın 'Mutfak 'Deği{, 'Mukayyet O(ması Allah'ın, kendi davranışlarım sınırlayan "geçmiş kitap ve ke­ limesi" ( 1 1 / 1 1 0 ; 8 / 68) , O'nun davranışlarının kayıtsız (mut­ lak) değil, ahlaki anlamda sınırlandığının/mukayyet olduğu­ nun ifadesidir.

1ki 'Deyimin 'Dediği "Kalp kırma" ve "gönül yıkma" deyimlerinin aktif olduğu bir kültürde "insan" hayli önemsenmiş olmalı.

'Mantık ve 'Jlh(ak 1fişkisi Mantık, eğer kaos, imkan ve nedensizliğin karşıtı olarak varlı­ ğın hali olarak düzen, nedensellik ve zorunluluksa ahlaki "yap­ malıyım"ın temeli ona dayanmak zorundadır. Varlığın mevcut süregiden halini tasvir etmek için sorulan "Bu nedir?" ve "Bu nasıl oluyor?" sorularının "mantıki" cevaplarını verdikten (bi­ lim) sonra bir "eeee?" ahlaki sorusu gerekir. "Bu niçin var?" ve "Bu niçin böyle oluyor?" soruları, bu "eeee?"nin açılımıdır ve ahlak buradan doğar (iman ve ahlak) . Hakikate, doğru olan­ la varılır. Bu son soruların "işte öyle" şeklindeki cevabı -daha doğrusu cevapsızlığı- ise nankörlük, duyarsızlık, ilgisizlik, boş vermişlik, istiğna veya istikbar olarak ahlaksızlıktır (küfür) .

62

Vicdan Böyle Buyurdu

1nsanfıtJın 'Fıtratı "Çocuk, her yerde çocuktur. " ve "Çocuktan al haberi" sözleri, saflığın ve dürüstlüğün insanlığın fıtratında olduğu; kötülü­ ğün, toplumsal ve kültürel bir kategori olduğunu ifade eder.

rTezkirenin '.An(amı Kur'an'da sık sık vurgulanan/tavsiye edilen "hatırlama: te­ zekkür' ve "hatırlatma: tezkire" , Allah'ın insana olan "ina­ yet"inin keşfedilmesidir.

ıTanrı'nın 1nsandan 'MemnuniyetsizfitJi Kur'an'da Tann'nın insandan genel bir memnuniyetsizliği gözlerden kaçmamaktadır: "Hayır! İnsan, kendine emredileni henüz (lemma) yerine getimıemiştir'' (80/23) . İ nsanlığın evrim aşaması sorunu olsa gerek.

Siyasetçi ve '.Aydının '}[a(ka '.Bakışı Siyasetçiler, halktan geı;:indikleri için, ona karşı yalakalık ve dalkavukluk yapmaları (popülizm) normaldir. Ancak, aydın­ ların, entelektüellerin ve alimlerin böyle bir lüksü yoktur.

'Menjaatsiz 'A.fi(ak ıTafe6i Karşılıksız, hakkaniyetsiz, adaletsiz, asimetrik, fedakarlığa/ merhamete dayalı, menfaatsiz, "ahlak" talebi (Kant, Levinas) , insan cinsinden "melek"lik talebiyle eştir. Hemcinsim olan öte­ kine/başkasına/yüze karşı olan sorumluluğum, ister "kate­ gorik buyruk" şeklinde olsun (Kant) isterse "öteki-için" olmak (Levinas) tarzında olsun, kendimi/mülkiyetimi borçlu olduğum benden ötesi/ öncesine karşı olan ahlaki sorumluluğumu keş­ fetmeyi (tezkire-şükran/iman) ıskalayarak birer insan tapınımı (hümanizm) olarak kalırlar. Gerekçesiz/gerçeksiz "Gazoz Ağacı".

Ahlak-Vicdan

63

'A.fi(aflın Teme( 'A.dım(arı Dünya ve insan "verili" olduğu için (ontoloji/ is/dır) , ahlakın başlangıcı/ilk adım "soru" sorabilmektir (soruşturma) : "Bu değirmenin suyu nereden geliyor?" , "Niçin hiçlik değil de var­

lık var?" Yani varlığın öncesine/ötesine/ arkasına bakabilmek. İkinci adım, bu soıuya cevap verebilmektir (mesuliyet/ repon­ siblity/ sorumluluk) : Verili olanı; ikram, lütuf, ihsan, inayet, rahmet . . . olarak görebilmek (ough to/meli-malı) . Üçüncü adım, "Veren/Halik/Rahmfuı"ı keşfetmek, ona iman etmek, saygı ve şükran duymak, itaat etmek. "E-lestü bi-rabbiküm?" sorusu­ na "Belli' diyebilmek (7 / 1 72) . Dördüncü adım, hemcinsimizin mağduriyetine karşı Rahim (merhamet) olabilmektir. Bu, "Al­

lah rızasını kazanmak veya salt vicdani saik" (2/ 265) ile olur. Adalet/ahiret saikleri ise "ticaret" olarak dünyada ahlaki per­ formansı artırmak/teşvik için vazedilmiş bir "ekonomi"dir.

Yasa/'Kuraf-'A.fi(afl 1fişflisi Adalet ve ahlak, her kişinin ve ilişkinin biricik/ özel/tek başı­ na yargılanmasını gerektirir. Yasa/kural, genelleme yaparak, yuvarlayarak istisnaları, kılcallan, grileri göremez. "Yas anın kapısı, tek kişinin girebileceği kadar dardır . " Yasa, "kalbur"a benzer; alta geçenler, üste kalanlardan az değildir.

Skanda( Ö(ümün S e6e 6i Günümüz dünyasında "öldürülen/ölen" insanın skandal ya­ ratması, WASP veya Avrupalı olmasına bağlıdır. Yani insani değerine değil, teknik ve paraya sahip olmasına.

1yifiğin 'Doğası Uğrundalık, hasbilik, ihsan, iştiyak, merhamet, vicdan . . . simet­

rik olarak kendiliğinden karşılığını yaratır/doğurur. Bunun he­ sabilik, pragmatizm, ticaret ve menfaat beklentisiyle iyilik yap­

makla bir ilişkisi yoktur. Kant ve Levinas'ın anlamadığı budur.

64

Vicdan Böyle Buyurdu

'Düşünmenin ve 'Düşüncesizliğin '}(a,fferi Düşünmeme, -ahlaki ve dini bağlamda- cehalet olarak ya varlıkları/ şeyleri ve olaylan/ ilişkileri tanımama/ anlamama anlamında hayvanlık ya da verili olan "nimet"leri tanımamak olarak nankörlük/küfürdür. Düşünme ise ya "hainlik" olarak hesap yapma, kurnazlık, kumpas, tuzak, pusu, kandırma . . . olarak "kötü" ya da "hakkaniyet" olarak şükür, hatırlama, sorumluluk, minnettarlık, nezaket, adalet ve saflık . . . olarak "iyi"dir. Şükran ve tezkire (keşfetme) , varlıktaki mizan, ölçü, denge, düzen ve dizaynı özümsemek, asalet, tevazu, otantik­ lik, hakkaniyet, dürüstlük ve sadakattir.

Şiddetin §üce 'Bağ{ı O(arak 'Af8ı(anışı Katliam yapma, insan öldürme, sofistike teknolojik silahlarla uzaktan kumandalı ve sadece düğmeye basılarak icra ediliyor ve taraftarları da ekrandan seyrediyorsa "normal" ; mağdur­ lar çaresizce kendilerini patlatıyor veya baskın şeklinde tepki gösteriyorlarsa "dehşet/vahşet ve terör" olarak nitelendirmek ikiyüzlülüktür.

'T'oy(um 1çinde 'Birey Toplum, bir taraftan insan varoluşunun ontolojik olmazsa olmazıyken diğer taraftan, onun manevi/ruhi/ ahlaki varo­ luşunun katilidir. İ nsanın trajedisi, bu iki gerilim arasında asılı-ç armıhta olmasıdır.

'Fanatik/'Mutaassp/'Bağnaz Fanatik/radikal/ extremist, mutaassıp/mukallit, bağnaz/yo­ baz (dogmatik) ; aynı haletiruhiyenin farklı dillerdeki ifadeleri olarak anlayış kıtlığı, düşünememe ve ruhi yoksulluktur.

Ahlak-Vicdan

65

1maj ve 'lfakikat Kişiler veya gruplar hakkın da zamanla bizde oluşan negatif veya pozitif imgeler, o kişilerin gerçekliğini veya söyledikleri­ nin hakikatini yansıtmıyor olabilir. Bu yüzden mevcut imaj ve tasavvurlarımız hakkında dikkatli olup onları sürekli gözden geçirmemiz gerekir.

Öz :E(eştirinin Lüzumu Günlük yaşamda kritik/ eleştiri, yabancıya/ ötekine yöneldiği kadar, öz eleştiri olarak "ben"in kireçlenmiş , donmuş , sertleş­ miş duvarlarına/çeperlerine karşı da yöneltilmelidir. Çünkü bu çeperlerin daima "haklı/doğru/estetik" olarak oluşturma­ dığımızı; çoğunlukla içgüdüsel, taklidi ve kendiliğinden oluş­ tuğunu biliyoruz.

']-(oş3örünün 'Degeri İçgüdü taşkınlıklarını , iradi cehalet ve tembelliği "hoş görmek", insanlığa yapılmış ihanettir. Mazur görülecek olan, insanın ken­ di elinde olmayan mağduriyeti/imkfuısızlığı/maduniyetidir.

'A.kCetme Akletme veya düşümne, bağlama ve sonuç çıkarma olarak iki çeşittir: 1 - Nedensellik, bilim. 2- İbret alma, ahlak. Nasıl oldu­ ğumuz, ne durumda olduğumuz, haletiruhiyemiz düşümne sü­ recimizi belirler. Dini akletme, şırat (mantık) ve yağın (duygu) birlikteliği olarak "süt"e benzer. Süte dışarıdan su katılabilir.

1nsanın 'Daimi 'T'rajedisi Çocuğun ebeveyne en az on beş veya yirmi sene muhtaç/ mecbur/merbut oluşu, onu içinde doğduğu toplumun kül­ türel kimliğine mahkum etmektedir. İnsanın trajedisi budur.

66

Vicdan Böyle Buyurdu

'1-fayatın 'Üç 'Farkfı Yorumu Ömrün/hayatın/dünyanın ffuıiliğinin idraki, ne mistisizm­ de/tasavvufta olduğu gibi "zahitlik/münzevilik" ne de seküla­ rizmde olduğu gibi dünyaya/hayata "saplanma/tapınma" do­ ğurmalıdır. Doğru olan, akil-baliğ olduktan sonra, burada bir işe koşulduğumuz/ denenme/ dünyanın ıslahı misyonumuzu idrak ederek ara bir yerde durmaktır.

1nsanın '1-fayvanfıgının §öster8eferi Polis, jandarma, ordular, silah endüstrisi ve adliyelere du­ yulan ihtiyacın yoğunluğu, "insan"ın hayvanlığının yoğunlu­ ğuyla doğru orantılıdır. Şehir merkezlerinde koruyabildiğimiz "yeşillik"in oranı da insan olduğumuzun oranıyla doğru oran­ tılıdır.

Piyasanın §erçek 'Mantıfjı Otellerdeki mini barların ve havaalanlarında güvenlik kontro­ lünün içinde bulunan kafelerin fiyatları, "piyasa" sisteminin, arz-talep mantığına göre değil. punduna getirme-getireme­ meyle işlediğinin kanıtıdır.

sagiuyunun 'T'a 6iatı "Sağduyu", toplumdan topluma değiştiği gibi, tarihten tari­ he de değişen ve genleşen-daralan bir husustur. Sağduyuları ölçen ebedi bir sağduyu yoktur. Ancak, bu bütün kültürleri yatay olarak kesen bazı sağduyu unsurlarının olmadığı an­ lamına gelmez . Kur'an, yedinci yüzyılın Arap toplumunun sağduyusunu zorlayan ve onu genleştiren yeni bir sağduyu örneğidir. Arıcak, onun bazı unsurları da zamanla genleşti­ rilmelidir.

Ahlak-Vicdan

67

rfasawujun 1nsanı Şeytan[aştırması Tasavvuf, insanı önce "nefs" kavramıyla şeytana çevirmiş; sonra da "büyük cihad" kavramıyla bütün ömıiinü onunla savaşmaya adamasını istemiştir.

'Aydınfanma'nın/'A.kfın '1-foyratfığı Geleneğin cehalet, mit-mitoloji, hurafe , dogma . . . içermesin­ den dolayı akıl/Aydınlanma tarafından reddedilmesi, hoyrat­ lıktır. Gelenek, bunları içermekle birlikte birçok ahlaki-dini hakikatler de barındırmaktadır. Sap ile samanın ayrılması gerekmez miydi?

Şiddetin Teme{i Modernite , dinin yakıtı olan sabır/teenni ve ahlaki düşün­ meyi (teemmül/tedebbür) öldürerek içgüdüleri (nefs-heva) kışkırttı ve bilimsel düşünceyi geliştirdi. Modern dönemdeki şiddetin yaygınlığının nedeni budur.

'Dinin ve 'A.h[akın Temeli Dinin de ahlakın da temeli düşünce ve duygudur. Tanrı'nın fiillerini düşünerek Tann'ya şükran duygusuyla "iman" etme ; insanların durumlarını gözleyerek, düşünerek merhamet ve adalet duygularıyla onlara davranma.

'Kadın 'A.yakka6ısının Söyfediği Sivri burun ve yüksek topuk ayakkabı, kadının insan olmak­ tan çıkarılarak, onu cinsel arzu nesnesine dönüştürmektir.

68

Vicdan Böyle Buyurdu

T".P(umun '}(ufuk 'Kayasitesinin Canli §östergesi Trafıkteki kaza, kavga ve kural ihlali oranı, o toplumun hu­ kuk kapasitesinin canlı göstergesidir.

Yaşamın Yüffemi Yaşamın yüklemi, ya ontoloji (estetik, ekonomi ve siyaset) ya da ahlak ve dindir.

'Büyük ÖtJretf{erfn 'Büyük §ünali(arı Hristiyanlık Orta Çağ'da Kilise zulmü/engizisyonu; Yahu­ dilik, yirminci yüzyılda siyonizmi; sekülarizm, on dokuz ve yirminci yüzyılda kapitalizm, faşizm ve komünizmi; İ slam ise yirmi birinci yüzyılın başında "şiddet/terör" üretti.

Şiir ve 'MüzitJin '}(ak.ikat(e 1fişkisi Şiir ve müzik, bazen dini-ahlaki hakikati doğrudan dile ve kula­ ğa (kalbe) getirerek ifade eder; bazen de içgüdü ve sarhoşluğu.

'Büyük 'Dava(arın 'DotJurdutJu 'Büyük 'Ali(aksızliffar Büyük gövdeli kutsal/yüce politik ütopya/ideal/davalar pe­ şine düşüldüğünde, amaca/hedefe ulaşmak için yapılamaya­ cak ahlaksızlık yoktur.

'Kazurattan ÖtJüt 'A(ma Müridin biri şeyhine: "Benim vali olmamı istiyorlar mürşidim, ne dersin?" diye sormuş. O da "Tuvalete gidiyorum; çıkınca söyleyeyim. " demiş. Çıkınca da: "Kazuratıma sordum; o da dedi ki: 'Sakın olmasın; ben, insan içine girince bu hale gel-

Ahlak-Vicdan

69

dim.' dedi . " demiş . Tasavvufun, dünya hayatına bakışını ve neden öğüt alabildiklerini gösteren bir menkıbe değil mi?

Savaşın 'Afi(ak.i 'Kriteri Özgürlük-onur ve nefsi müdafaa dışında güçlü olmak ve ta­ hakküm kurm ak için insan öldürmek veya öldürülmesine göz yummak "kafirlik/zalimlik"tir.

'}{atır(ama Bir düşünme aktivitesi olarak "hatırlama" , yaşamın evrensel ve sabit ahlak kurallarını ifade eder.

Sofi6et ve 'Müzakere/']-(as6ifia(in 'Farkı "Sohbet"te taraflar, birbirlerine uzlaştıkları ve karşı tarafın duymasını istedikleri şeyleri konuşurlar; "müzakere" ve "has­ bihfil"de ise insanlar, edebiyat yapmadan hasbi olarak doğru­ yu bulmaya çalışırlar.

Vahdet 1çinde 'Kesret İslam uluhiyet (Allah/iman) , adalet, merhamet (ahlak/amel) ; vahdeti içinde dil, ırk, renk, örf/kültür /yorumların kesretidir. Bundan ötesi, şirk ve batıldır.

:EşitUk ve 'Mesafe İnsanların bilkuvve (irade, hukuk, akıl) eşit olmaları, bilfiil eşit olmaları anlamına gelmez. Fiiliyatta adalet ve merhamet, akıllı-aptal, çalışkan-tembel, yaratıcı / üretici tüketici . . me­ safeleri oluşur. -

.

70

Vicdan Böyle Buyurdu

�fonomi ve 'Afi(af 1fişfisi Ekonomik imkanları/üretim kapasitesi kısıtlı olup tüketim ihtirası/içgüdüsü kuvvetli toplumlard a (örneğin, Türkiye' de) politik-iktisadi ve hukuki süreçlerde ahlak biraz zordur. Bu süreçler çok sayıda çakal, tilki, kurt, trol, akbaba, kartal , as­ lan ve köpek tabiatları içerir.

'Jlfi(af-'T'oy (um 1fişfisi Irk/ etnisite(kavim/millet) /dilden doğan haletiruhiye ve şuur/ seciye/karakter ve bunun zamanla/tarihle değişmesi, ahlaki doğrunun bir kısmını dinamik kılıyor. Ahlaki hakikat, top­ lumların ahlaki kapasitesine göre bir yanıyla tarihe/topluma bağlı olarak değişir (gelişir-geriler) .

'Kesinfif 'T'a (e6inin 'Jln(amı Kesinlik talebinde dürüstlük/hakkaniyet ve iktidar /tahak­ küm/boyun eğdirme (ahlaksızlık) birlikte işler.

1nsaCıf 'Kayasitesi İnsanın, "insanlık" kapasitesi, kendi kendini kandırma kapa­ sitesiyle ters orantılıdır.

Otorite ve Say8ının 'Kaynagı Yaptırım gücü anlamında otorite, ya sözleşmeye/hukuka/ eşitliğe dayalı olarak kurulur ya da tek yanlı güç dayatması/ zorbalıktan doğar. Ahlaki-hukuki sorumlulukl arını (dürüst­ lük/adalet) veya mesleki vazifeleıini yerine getirme (ehliyet/ liyakat/hüner/uzmanlık) , saygıyı gerektirmez, itaatı gerek­ tirir. Saygı; cesaret, cömertlik, merhamet, yaratıcılık/deha

gibi kahramanlıklar gösterenlere duyulur. Saygının gönüllü/ rızaya dayanır olması, saygı gösterilen her kişinin bunu her durumda hak ettiği anlamına gelmez .

Ahlak-Vicdan

71

:Eş'ariliğin �((ah 'T'asawuru Eş'ariliğin Allah tasavvuru, "astığı astık, kestiği kestik" bir otoritedir: Kader teorisi.

Şeytan 1m3esinin 'Doğurduğu 'Kötü(ük Kötülüğün odağı olarak "görünmez" şeytan imgesi, insanların hem kendilerini (nefs) hem de hemcinslerini kolayca şeytan­ laştırmasını doğurdu .

1nsanliğın �h(aki Potansiyeli İnsanlık, ahlaki bağlamda gelişme , gerileme ve yerinde sayma imkanlarına açık bir kategoridir.

Si3ara, �(fo( 1çmek ve ruyuşturucu 'Kuffanmak Sigara, alkol ve uyuşturucu kullanmak, az sayıdaki "keyfci" lerin ötesinde, yaralı ve zayıf ruhların ateş/zehirle nefes alma, sıkıntıdan , çıkmazdan kaçma halidir. Ruha yardım etmeden, akla vaaz etmek veya içiciyi aşağılamak, alçaklıktır.

'Frekans 'Mesefesi O(arak m!ayet ve 'De(a(et Hidayet ve Dalalet, Hak ve Batıl, İ man ve Küfür . . . , aslında birer frekans ayarlama meselesidir. İbreyi ciddiyetle yavaş ve dikkatli hareket ettirmek gerekir.

'Kur'an'ın 1ki 'T'ür �h(akı Kur'an'da iki çeşit iyilik vardır: 1 - Hayır: menfaat, yansıma, tepkime, al-ver, hesabilik 2- İhsan: İzleme , cezbedilme, sü­ rüklenme , uğrundalık, sorumluluk, hasbilik. " İyi, iyinin yü­ züne bakmaz; onu izler" (N. Gregorius) .

72

Vicdan Böyle Buyurdu

§ecekonducu(ar Gecekondu yapanlar, yetmiş milyon halktan "arsa" çalıp son­ ra da arsa karşılığı TOKİ'den üç-beş daire sahibi olan hırsız­ lardır. Dönemin yöneticileri de bu hırsızlığa "oy" karşılığı göz yuman hırsızlarıdır.

§üç ve 1yifi8in 'Doguriugu 'T'utum(ar Gücün insanlar üzerinde doğurduğu sonuç, korku ve yalaka­ lık; iyiliğin/adaletin doğurduğu sonuç ise saygı ve şükrandır.

']-(evanın 'Mahiyeti Heva, biyo-psişik arzuların/hallerin meşrulaştınlması/ ma­ kulleştirilmesidir.

'Kötü(ük Pro6(emi Tanrı, yeryüzündeki kötülüklerin (ontolojik-ahlaki) "imkanı­ nı" yaratarak "denenme (bela-fitne) " prosedürünü kurmuş­ tur. Aynca tek tek insanların başına "bela" , yani iradi kötü­ lük yapmaz. İnsanlardan iradi kötülük yapanları, dünya ve ahirette cezalandırabilir; iyileri de dünya ve ahirette ödül­ lendirir.

']-(a fifi.at ve §erçekfik Hakikatin bir bölümü, gerçekliğin doğru ("ayet" olarak) yoru­ mudur. Din, iman olarak hakikat iddiasıdır: Allah'a, ahirete

ve ahlaka iman.

Ahlak-Vicdan

73

'11y3arfık(arın 'Değer ö(çüsü Yaşamın dinamikliği, bizi fazla yorulmamak veya yorgunlu­ ğumuzu atmak için, güven/inanç/iman arayışına iter. An­ cak, güvendiğimiz dağların çoğuna karlar yağar. İ nsan zayıf olduğu için, bir uygarlığın değeri, müntesiplerine kurdurdu­ ğu ilişkilerin bireye zarar verip vermediği,

onun gelişmesini

ve özgürleşmesini sağlayıp sağlamadığıyla ölçülmelidir.

rfasawufun 1nsanı Şeytan(aştırması Tasavvuf, insanı (nefs) Hristiyanlığın "asli günah" kavramına benzer şekilde "şeytan"laştırarak kendine meşruiyet devşir­ miştir.

(jüvenUğin Pahası İnsanlar, çoğunlukla eşitlik ve özgürlüklerini satarak güven­ liklerini satın alırlar. Fevkalade pahalı bir alış-veriş .

Yeşi( ve Yer(eşim Yerleşim, yeşilin içinde değilse orada hoyratlık vardır.

'Aşk O(masın "Aşk, olmasın"; çünkü aklımız başımızdan gidiyor ve rezil olu­ yoruz. Aklı başında muhabbet edelim, sevelim- sevilelim.

Para tıfedir? Para, arzunun/içgüdünün kağıt olarak mücessem hale metaforlaşmasıdır. Ya "el kiri" ya da "put"tur.

gelip

74

Vicdan Böyle Buyurdu

ö(çü '.Birimi O(arak Vicdan Vicdan kilo, metre ve saat gibi sayımı olmayan, ahlakı ölçen bir mihenk/ölçü birimidir. Arzu/nefis /hevanın dibine gö­ mülüdür; çıkarıp keskinleştirilmesi, emek isteyen bir şeydir: "Ahlak yolu dardır; tetik bas , önü yardır. "

Ötekine '.Bal] fı '.Ben Ö teki insanların içinde bulundukları durumların yerinde ol­ mayı tahayyül etmek (empati) , onların yerine kendini koymak, gerekli ahlaki duyguları (adalet-adavet, merhamet-kin . . . ) do­ ğurur. Ö teki insanların düşündükleri gibi düşünmeye çalış­ mak; onları anlamayı , kendini geliştirmeyi, değiştirmeyi ve büyütmeyi doğurur.

'}[afikat ve 'Kanaat Çoğu zaman, ruhumuzun cılızlığı yüzünden, hakikati kaldı­ ramadığımız için, sığındığımız kanaatlerle yaşarız.

§ünün �me( �anaasına 1(işfin Soru Günün ideal eylem/ amel aj andasında 'Ne yapılırsa veya ya­ pılmazsa o gün kayıp ve hüsran veya kazanç ve başarıdır?' sorusunu ciddiye almak, önemli değil mi?

maayet ve 'Da(afetin 'Kriteri Hidayet ve dalaletin "normalliği-anormallığı" , sigara-alkol ve uyuşturucu bağımlılığının normalliği ve anormalliği gibidir: İ çeriden ve dışarıdan farklı yorumlanır/ algılanır/yaşanır. Kimine göre vahim olan , diğerine göre vehim; kimine göre önemli olan, diğerine göre önemsiz; kimine göre hayati olan, diğerine göre hayalidir.

75

Ahlak-Vicdan

ıJ{ayatın 'Üç Tarzı Hayat başlıca üç türlü yaşanır: 1 - Keyf/haz/mutluluk için, 2- Hayatta kalmak/zorunda kalındığı için, 3- Dini-ahlaki so­ rumluluk için.

Perhizin 'Dünya §örüşüyfe 1Cişkisi Ü ç gün üst üste yemediğimiz takdirde yaşama karşı ilgi ve alaka (içgüdü- Elan vitaO azalır. Perhizin "dünya görüşü"yle determine ilişkisi. Sonuç: Zühd, erdem değil, yaşama karşı ihanettir.

Ciddi 1Cişkinin 'Riski Balıkların arasında gezinmek, kılçığı boğazınıza batacak bir balık avlamaktan daha iyidir.

'Kur'an ve 'lfietzscfie'nin Ortak 'Kanaati Kur'an (80/22) ve Nietzsche'nin insan hakkındaki ortak ka­ naati: " İ nsan, hayvan ile üst-insan/insan-ı kamil arasına ge­ rilmiş, geçilmesi/ aşılması gereken bir iptir. "

'lfietzscfie'nin "Şeytan" O(uşunun 'Kanıt(arı Nietzsche'nin "şeytan"

ve

düşüncenin "Firavun"u oluşunun

kendi ağzından kanıtları: "Ben, başka bir şeyim; yazdıklarım, başka bir şeydir. " "Hissiz ve bariz bir çözümle tatmin olma­ yacak kadar sorgulayıcı, kuşkucu ve küstahım. " "Çok hızlı değişiyorum; bugünüm, yarınımı çürütüyor. " "Bilgeliğimin hemen yanında kara cahilliğim yatar. "

Vicdan Böyle Buyurdu

76

1s(am'ın ve 'T'asawujun "1yi"si İslam'ın "iyi"si, pençeli, dişli , yumruklu insanın iyisidir; ta­ savvufun iyisi ise insanın pençesini, dişlerini ve yumruğunu yok etme davasıdır.

'Aşkın �n(amı İlahi aşk, Tanrı 'ya (mesafeli-saygın) ve insana (adil-merha­ metli) karşı büyük bir sorumluluk/hakikat olan hayatın/de­ nenmenin, Tanrı bağımlılığı olarak "yüce/kutsal" yaftasıyla yadsınmasıdır.

§efenek/'Kü(türün 'Bir �n(amı Gelenek/kültür, geçmişin/ataların/toplumun -hakkı ve yet­ kisi olmadığı halde-, yeni nesilleri kendinin kölesi yapmak ve inşa ettiği hapishanede yaşamaya mahkfun etmektir.

'.Eşitfif-�fi(ak 1fişkisi Erdem/fazilet olan fırsat, özgürlük ve bazı durumlarda so­ rumluluk eşitliğidir; insanların eşitliği değil. İnsanların eşit ve eşdeğer olduklarını iddia etmek, ahlaksızlıktır.

'llrzunun 'T'a 6iatı ve Özgür(ük Arzu,

nesnesini yakarak, yok ederek, ezerek, tüketerek kul­ ,

lanarak gerçekleşir. İnsan, Batı uygarlığı tarafından "kendi­

si-için-insan" olarak arzu öznesi (özgürlük) olarak kurulunca, hemcinsi olan ötekiler, kolayca birer arzu nesnesine/metaya dönüştürüldü: İki (1 ve il.) Dünya Savaşı, üç büyük sistem: Faşizm-komünizm-kapitalizm. Yağmurdan (Hristiyanlık/Kili­ se) kaçarken doluya tutulma.

Ahlak-Vicdan

77

'Merhamet ve Savaş 'Arasında 'Jlh(akın 'Dogası Ahlakın içeriği, hayatın aynının ebedi tekrarı veya sürekli ye­ nilenen ve kendini aşan bir süreç olup olmadığına göre deği­ şir. Ahlakın temel sorunu , savaşın ve merhametin zamanını ve muhatabını ayarlamaktır (adalet) ; Nietzsche'nin yaptığı gibi, merhameti yadsıyıp savaşı savunmak veya mistiklerin/ Hinduların /Hristiyanların yaptığı gibi, merhameti savunup savaşı yadsımak değil. Kur'an (Allah) , bunu yapmaktadır.

'Jlh{akın/'Dinin 'Dinamik O(arak 'Degişmesi Tanrı, kitlelerin mucize talebini karşılamayı ve mucize göster­ dikten sonra kabul etmeyen kitleleri, katl-i am'a tabi tutmayı, Hz. Muhammed'le sona erdirdiğine göre, toplumların hayatın­ daki gelişmelere ve değişmelere göre kendi ahlaki tutumunu da değiştirmiştir (nesh) . Yedinci yüzyılda Hz. Muhammed'le köleliği kaldırma yönünde adımlar attığı halde ganimeti, iş­ gali (fetih) ve cehennem işkencesini savunmuştur. Tevhid değişmiyor; ancak, Allah'ın tasavvurları değişiyor. Tapınma değişmiyor; ancak, tapınma şekilleri/ritüeller (menasik) deği­ şiyor (23 /67) . Adalet ve merhamet değişmiyor; ancak, içerik­ leri değişiyor.

'Kötü{ük Sorunu Bir şeyin değeri, hiçlik/yoklukla ölçülmesi gerekir; çünkü "yok" olduğunda değeri anlaşılıyor, boşluğu hissediliyor. O halde , dünyamızda haddinden fazla "kötülük" olduğu iddi­ ası, anlamsız ve boş bir iddiadır. Dünyamız, iyilik/rahmet/ nimet/lütuf/ikram/ihsan . . . ile doludur.

Vicdan Böyle Buyurdu

78

'}{ayatın/'Dünyanın 'DetJeri Hayatın/dünyanın aldatıcılığı

(ğanlr) ,

geçiyor/fani oluşunu

gizleyip insanda sabitlik zannını yaratmasındandır. Bundan dolayı, bir yönüyle sanki "tuzak" ; diğer yönüyle de ebedi kur­ tuluşu sağlamanın/ denenmenin aracı olarak son derece cid­ di, stratejik, değerli ve önemlidir.

'Düşünürün 1'1itefitJi Düşünür, güzelim teorilerinin yaralanmasına müsaade ettiği için, sürekli yaralanan kişidir. Bunu göze alamayan, ya cahil­ dir ya da sahtekardır.

'An(amfr §ün İ çinde dostları ziyaret, onlarla sohbet, merhamet, öğrenme, ibadet ve çalışmanın olmadığı gün; sıkıcı, monoton, anlamsız, donuk ve kısır döngüdür.

Sürekfi Ol&un(aşma O(arak 1nsanlik Cehalet/bilinçsizlik ile bilgi/bilinçlilik arasındaki fark, aynıyla ahlak ve estetik alanlarda da varittir. İnsan olmak, müteyakkız olup sürekli olgunlaşmaktır: "Oldum, bittim" dediğin an, çürü­ me başlar. İhtiyarlama, seküler açıdan "zayıflama" ve "düşüş"­ ken; İ slami açıdan olgunlaşma ve sorumluluğu tamamlamadır.

'Umurunda O(mak Ö tekinin umurumuzda (ilgi alanımızda ve sorumluluğumuz­ da) olması, adalet ve merhamet olarak İ slam'ın yarısıdır. Za­ lim, ötekini umursamayandır. Kafir ise nimetlenmiş/verili ol­ duğunu ve verili olanı bilmemektir.

Ahlak-Vicdan

79

'Kıymetin 'Üç rTarzı Bir şeyin "kıymetli" oluşu, üç değişik tarzdadır: 1 - Hayati olu­ şu; (a) hayatta kalmaya vesile oluşu ve (b) sağlıklı olmaya ve­ sile oluşu . 2- Hoşlanma, zevklenme, eğlenme, neşelenme . . . temin etmesi . 3- Onur/izzet/ şeref/haysiyet bahşetmesi. De­ ğerleri birbirine karıştırmamak lazım.

'Müfreci 'Kimdir? Yaşlı, kadın ve çocukların dışında "mülteci" olamaz; sığın­ ma hakkı verilmemelidir. Diğerleri "şehadeti/ ölümsüzlüğü/ kahramanlığı" göze alamayan, yani onuru olmayan korkak/ ödleklerdir.

'Jlfi[ak 'Jl{anında rTanrı 'llvantaj mı Yoksa 'Dezavantaj mı? Tann 'nın "var"lığını bilsek de "kimliğini/kişiliğini/karakteri­ ni" bilemediğimiz (gayb) için; dinler, -daha doğrusu kutsal kitabın yorum tekeline sahip din adamları/ teologlar- ahlakı onun üzerinden kurarak çoğu kere ahlaksızlığa sebebiyet ve­ riyorlar. Oysa, vicdana dayansak, daha kolay uzlaşma sağ­ layabiliriz . Hatta, Tanrı'nın varlığına da ahlaktan gidilebilir. 'Tanrı varsa her şey meşrudur" (S. Zizek) .

1iam 'iyi ve r.Bafra İdam ipi (nefs/içgüdü) boynumuzda, onu kesecek balta (vic­ dan) elimizde yaratıldık. İpini baltasıyla kesip kurtulmayı "akıl eden"lerin sayısı o kadar az ki.

Şiddetin 1ki Çeşidi Şiddetin iki kaynağı vardır: 1 - Gurur ve kibirden doğan hava/ balonun patlaması. 2- Onur/ şeref/namus duygusundan do­ ğan patlama. Birincisi taşma/tuğyan/saldırıdır; ikincisi sa­ vunma ve korunmadır; birincisi ahlaksızlık, ikincisi ahlak.

80

Vicdan Böyle Buyurdu

'Kötü(ük Pro6fem midir? Hayatta kötülük/şerr (acı, ıstırap , zarar, meşakkat . . . ) ile de denendiğimiz için (2/ 1 55; 2 1 / 35) "sabır" , denenmenin bir parçası olarak gösterilmesi gereken bir erdem/fazilet/ahlak­ tır (90/ 1 7; 1 03 / 3) . Kötülük, hayatın bir denenme süreci ol­ duğunu anlamayanların "problem"idir.

Vicdan ö[çmenin 'Kriteri Bir insanın vicdanı, karşısında kişi olarak bulunmayan/yüzü olmayan "kamu"nun malına gösterdiği hassasiyetle ölçülür.

Cüzi 1radenin 'Kü((i 1radeye 'lfisyeti Cüzi/insani iradenin külli/ilahi iradeye nispeti, rüzgarın önünde yaprak veya cambazın parmaklarındaki kukla olmak değil (kader/cebr} , denizdeki yüzücü veya buzun üstündeki patenci olmak gibidir.

Yürünen 'De&i(, Yürüdükten Sonra O(uşan Yo((ar Hidayet-dalalet, hak-batıl, iman-küfür . . . , insanın önünde uzandığı için tercih edilen/yürünen yollar değil, insanın öz­ gür ahlaki kapasitesiyle denenirken karda/ dağda/ düzde yü­ rüyerek arkasında açılan/vurulan yollardır.

1nsanGk Projesi İnsanlık, yaratıcılık (zeka) ve ahlak (vicdan) olarak, hayvan­ lıktan/içgüdüden çıkma projesidir.

Ahlak-Vicdan

81

'lJogru(ufi iCe 'DürüstCüfi q(rasındaki 1Cişfii Mantığa, nedenselliğe, bilime uyma (doğruluk/olan) ile ah­ lak/iman (dürüstlük/olması gereken) arasında nasıl bir iliş­

ki vardır? Bütün doğrular, dürüst olmayabiliyor; dürüstlerin bazıları da doğru olmayabiliyor.

'Mekruh 1tifiat İtikat, inanç , dogma, taklit, amentü, ahlaki anlamda hesabı­ m/ emeğini vermeden, tahkik edilmeden hak edilmemiş gü­ venlik olması hasebiyle , en azından "mekruh"tur.

'Ku((ufi 'BiCinci ve Onursuz(ufi Gurur/ istiğna/kibri kınayıp tevazu/hoşgörüyü/ itaatı/boyun eğmeyi öven "kulluk" bilincinde kişisel "onur/ şeref/izzet"e pek yer kalmaz .

1nsanın 1fii 'Farfi(ı 'Kaderi Özgürlük ve sorumluluk; Mutezilenin, Sartre'ın ve Bergson'un gördükleri gibi, mahkum olduğumuz bir hfildir. Kaderci mez­ hepler ve ideolojiler, insanı yıkan teorilerdir.

Sanat 'lfe 1çin? Tanrı varsa ve insanın da yeryüzünde ağır bir ahlaki sorum­ luluğu varsa (denenme) ; sanat, nasıl oluyor da bu hakikat­ lerden bağımsız olarak ve kendinde bir gaye olarak "yarat­ ma-zevk" gibi avare işi-uğraşı oluyor? Anlamış değilim.

82

Vicdan Böyle Buyurdu

'Dün 'Dündür, 'Buaün 'Buaündür "Dün, dündür; bu gün, bu gündür. " sözü , tarihselliğin, sade­ ce asırlara has bir şey olmayıp "gün"e kadar sirayet ettiğini ifade ettiği gibi; zayıf bir tonlamayla da ilkesizliği, dönekliği ve vefasızlığı/ oportünizmi imler.

'A.vruya 'Kurumfarının 'Kuru[uş Saiki Avrupa'da demokrasi , insan hakları, hukuk devleti ve laiklik, ahlaki saiklerle keşfedilmiş kurumlar/ aparatlar değil; iki yüz sene boyunca birbirini yemenin sonucunda "çaresizlikten" ve "mecbur kalınarak" oluşturulmuşlardır. Bu nedenle , dışarıda istenmez ve dış ilişkilerde riayet edilmez.

Şanı Yüce 'A.[[afi İçki içmek ve kumar oynamanın doğurduğu zararlardan dola­

yı onları yasaklamasına rağmen, onlardan insanın elde ettiği zevki ve menfaati de itiraf etmekten çekinmeyen (2 / 2 1 9) Al­ lah'ın şanı ne yücedir.

rfevak.k.uftfik.-rfaa66üdifik. '1fe 'A.n[ama §efir? İbadetlerin, insan aklı tarafından anlaşılabilir makul/ man­

tıklı gerekçelerle vazedilip edilmediğinin bilinemeyeceği iddia­ sı (taabbüdilik-tevakkufilik) . Türkçeye "gıcıklığına" , "işte öyle" veya "kapris" diye çevirebileceğimiz "imtihan olsun diye" ge­ rekçesine bağlanır.

1yifi8in Sieortafarı Kendimize , ailemize ve milletimize/kabilemize "iyilik" yapma­ mız, egoizmimizdendir. Allah ve ahiret, "öteki"lere karşı iyilik yapmamızın sigortalarıdır.

Ahlak-Vicdan

83

'Mistik 1(1iam/1ıjan ve 'Mantıkçı Pozitivist 'Arasında 'U{ü'(:E{6aG Ulü'l-elbabın düşünmesi olan "hikmet" ve "feraset/basiret" , mistik ilham/ irfan ile mantıkçı pozitivistlerin arasında kalbin bir fa aliyeti olarak somut/ fiziki/varlık olmayanı (Allah, ahi­ ret, ahlak) görmektir.

1fetişim ve 'Barış Birbirine düşman iki grubun arasında iletişim kanalı/konuş­ ma iradesinin olup olmaması, savaşı ve barışı/ ahlakı ve ah­ laksızlığı yüzde yüz etkiliyor.

'A.me( ve 1(işfi 1çin 1fi Teme( Saik İnsan, aşıklar gibi mazoşist/ özezer değilse , ya yücelttiği ru­ hunun/onurunun hak ettiği hazlar/ sürurlar ya da bedeni­ nin/biyolojinin aradığı hazlar için ilişkiye girer ve eylemde bulunur.

1nsan-tJ{ayvan 'Farkı Sokağa çöp atıp tüküren, henüz hayvandır. Her ne kadar so­ kağa tüküren hayvan görmesek de . . .

'Medeniyet(erin 'Metresi Medeniyetleri, kültür sistemlerini, dünya görüşlerini, sosyal sistemleri . . . birbirinden ayıran en temel kriter, Allah ve ahiret ilkeleri/inançları olup olmamasıdır.

84

Vicdan Böyle Buyurdu

'Konuşmanın 'J{a,((eri İ nsan, eğer yüzü kızarmadan, renk vermeden, gülmeden , kız­ madan, ağlamadan, üzülmeden . . . konuşabiliyorsa profesyo­ nel yazar, gazeteci, kalpsiz, robottur.

Sözün 'T'weet O(arak. 'A.tı(ması Muhatabın yüzüne/gözlerine (kalbine) karşı muhabbet esna­ sında söylenmiş sözün değeriyle, gıyaben ortaya/meydana, uzaya, muhatap olmadan "tweet" olarak atılan sözün değe­

ri asla aynı değildir. Sözünüz varsa "tweet" olarak atmayın/ harcamayın. Ortalıkta çok bilmiş, özdeyişe boğulmuş cahiller sürüsünü artırıyorsunuz. Postmodern durumun bir tezahürü de sabırla muhabbet etme (konuşma-dinleme) yerine, slogan (tweet) atma olsa gerek: "Sözün düşüşü" .

Vicdan-'Maden Toplumsal vicdan/ süper ego , maden cevherine ; gerçek/bi­ reysel/ dip / derin vicdan ise arıtılmış/işlenmiş madene / altına benzer. Ayarları vardır.

'A.filak.ın 'Doğası Ahlak özerklik, özgürlük, bağımsızlık, serbestlik, serkeşlik, başıboşluğun karşıtı olarak özveri, diğerkamlık, fedakarlık, merhamet, misafirperverlik, buyur etme , armağan . . . dır.

'}{u fuk.un 'A.macı Hukukun amacı, meşru/ legal/helal olanla suç , haram, gayri­ meşru olanın sınırını ahlakla (hakkaniyet) ayırıp mecburiye­ te/zorunluluğa, yaptırıma bağlamasıdır. Gönüllü rıza ve yap­ tırım/ zorlama/ güç-şiddet/ otorite/ egemenliğin birlikteliğidir. Kanun yapmak marifet değildir.

Ahlak-Vicdan

85

'Dinin ve 1manın 'KaynatJı Tann ' nın keşfedilmesinin, dinin ve imanın kaynağı, verili oluşumuzu manidar bularak, bunun doğuracağı kaçınılmaz borçluluk/ sorumluluk/ minnettarlık/ şükran duygusudur.

'Kimferde Vicdan Ofur? Zahidin/mistiğin/mutasavvıfın (pasifın) vicdanı olmaz. Vic­

dan, mücahitlerin, mukatillerin, müttakilerin (aktiflerin) ka­ ndır.

'Konuşma '.Ney in Sesi? Konuşma, ya vicdanın sesidir ya da arzu, içgüdü ve nefsin (heva) . Akıl, bunların maskesidir.

'Medyatik 'M.eşfiurfarfa Sofi6et Medyatik meşhurlar (gazeteci, yazar, aktivist, yorumcu . . . ) ile "sohbet" etme gafletinde bulunmak, " . . . dır, . . . dır, . . . dır . . . " tecavüzüne veya kuzu gibi bir dinleyici olmaya (mahkumiyete) katlanmak demektir. Arada bir, rüşvet-i kelam kabilinden, dinlenmeyen cümle etmeyi başarabilirseniz; bu esnada bay/ bayan bilmiş, nefesini toplayıp çayından/kahvesinden bir yu­

dum almış olur.

'DetJer ve Önemin 'Kaynakları Bir şeyin değerini/kıymetini, önemini ve aciliyetini; ihtiyaç, içgüdü ve inanç belirler. İkincilere dikkat etmek lazım.

86

Vicdan Böyle Buyurdu

1tFıam İtham , diyaloğun, dostluğun sonu ve düşmanlığın başlangı­ cıdır. Dost (biz)

ve

düşman (öteki) olmanın fiili / aktüel kıiter­

leıi/kaynaklan; çıkar, din, ırk/ dil ve ahlaktır. Meşru kriter, ahlaktır. Ahlak kıitert , dinamiktir.

1rade §ücü İradeyi doğuran şey içgüdü, onur ve merhamettir. İradenin gücü, bu itki ve duyguların gücüne bağlıdır.

Ötekinin Yüzüne 'Bakmamanın 1fi '}{ı:ı[i Ötekinin yüzüne bakamama, haya/ edep ve utanmadan; bak­ mama ise gurur/kibir ve istiğnadan türer.

1fi '.Ayrı Otorite Çeşidi Vicdana dayanan saygınlık otorttesiyle, güce dayanan kor­

kunçluk otorttesi, dinde ve siyasette iki ayrı şeydir. Allah ta­ savvuruna ve politik lidertne dikkat et.

rTeknofoji ve Sa6ır �rdemi Teknolojik hızın artması, psikolojik bir erdem olan "sabrı" yok ediyor. Gündemde kalmaya çalışanlar, talihe mal olamazlar. Vakıf olma, vukufıyet, hatırlamayla düşünme ve ahlak ara­ sında zorunlu bir ilişki olduğu gibi; hız, haz, çokluk, unutma, edilgenlik/nesneleşme arasında da zorunlu bir ilişki vardır. "Acele işe şeytan karışır. '' " Siz, acil olanı seviyor;

bırakıyorsunuz" (75 /20-2 1 ) .

ahir olanı

Ahlak-Vicdan

87

Yeni §ünün �n(amı Her yeni günün anlamı, iaşe ıçın çalışmak; zulmü/fesadı azaltmak, adalet ve merhameti çoğaltmaktır (iyilik) . " İnsan, kendinin ne (kim) olduğuna şehadet etmesi gerekendir" (Hei­ degger) .

'Ruliun Yücefiği Ruhun yüceliği , aileden başlayıp akraba ve komşudan geçe­ rek ilgi, kaygı, merhamet ve saygı duyduğu insan sayısı ora­ nındadır.

'Din(erde 'Merkezin 'Kaymasının Se6e6i Dinlerde iman-ibadet ile ahlak arasındaki ideal dengenin bo­ zularak ağırlık merkezinin ahlaktan inanca-ibadete kayması­ nın sebebi, Tarrrı 'nın insana nispetle "azameti" ve ona vadet­ tiklerinin "bolluğu"dur. İnsan (ahlak) ona ne veriyor ki?

Savaş ve '1-(afifat-'Da(afet İnsanın dalaleti ve zalimliğiyle saldırganlık/savaş-kavga çı­ karma; hakikat-adalet aşkıyla da direniş /intikam gücü ara­ sında direkt ilişki vardır. Firavun , birincinin; Musa ve Tanrı ikincinin timsalidir.

'Kur'an'da �((afi Allah, Kur'an'da mutlak "öteki"liğini (tenzih) saklı tutarak ( 1 1 2/ 4; 42/ 1 1 ) , insanın ahlaki benliğinin oluşması için ken­

dini "ahlaki bir özne" olarak insana yaklaştırır (esmdü'l-hüs­ na)

88

Vicdan Böyle Buyurdu

Vicdanın 'Mahiyeti Vicdan, soyut bir ses veya yetenek değil, somut doğa veya insanlık "durum"lan karşısında idrake/izana eşlik eden şük­ ran, merhamet, saygı, sevgi, isyan . . . şeklindeki içerikli ahlaki duygulanımlardır.

11-Cakikatin 'Mahiyeti Hakikat, iman sorunu olarak, "Bu niçin var?" ve "Bu niçin böyle?" sorularının cevabı olarak "anlama" ; ahlak sorunu ola­ rak "Bunu niçin yapmalıyım?" sorusunun cevabı olarak da idrak/izan ve iradedir.

"Soru" Sormanın 'Raconu "Soru" olmayı hak edenin sadece "mantıksal/varlıksal" oldu­ ğunu iddia etmek, eksiktir: "Bu, 'ne'dir?" veya "Bu (olay-olgu} , 'nasıl' oluyor?" sorulan sorulabildiği gibi; "Bu, 'niçin' var?" veya "Bu (olay-olgu} , 'niçin' böyle oluyor?" ahlaki sorularıy­ la tamamlanması gerekir. İ kinci anlamdaki sorulan sorma anlamına gelen metafıziği dışlamaya çalışan "pozitivist" veya "postmodernist" tutum, eksik ve ahlaksızdır. "Niçin?" soru­ sunun ahlaki meşruiyetini reddetmektir: Varoluşsal olan "Bu değirmenin suyu nerden geliyor?" sorusunu reddederek, " Üzümü ye de bağını sorma" soru(m)-suzluğudur.

O(ması §erekenin 'An(amı Ahlaki "olmalı/ gerekir" , hem iman düzleminde hem de amel düzleminde biricik olan ve vicdan aracılığıyla yaratılması veya icat edilmesi gereken bir "anlam" sorumluluğudur. Bulma, çözme, keşfetme, bilme, karşılaşma, çevirme, gidip alma . . . meselesi değildir.

'Din-1man-16adet

(jay6a 1manın 1ln(amı Gayba iman, astan nihilizm (hiççilik) dış yüzü materyalizm (var­

lığın

doluluğu) olan dünya-insan görüşüne karşı, varlığın-olu­

şun (kevn ve fesdd) veıilmişliğini ahlaki anlamda ve mantıki olarak "manidar" bulan ve onun geçmişini/kökenini düşüne­ rek keşfettiği sahibine (Tarın) sorumlulukla "şükran" duyma ve insanın dünyadaki bulunuşunu ahlaki (denenme) sorumluluk olarak keşfederek buradaki (dünyada) ve ötedeki (ahiret) gelece­ ğine umutla bağlanmaktır (iman) . Allahsız (başlangıç) ve ahiret­ siz (sonuçsuz) hayat, öznesi ve yüklemi olmayan, sadece zarftan

oluşan cümle iddiasıdır. Hakikat, her zaman gizli olandır.

rfanrı 'T'asawurunun (jefişimi Tarın, Tevrat'da orduların başkomutanı (Rabb) iken; İncil'de müşfik Baba; Kur'an'da ise adil Bilge Kral (Melik) oldu. Şim­ di ona hangi sıfatı vereceğiz? Hikmet sahibi (Hekim) , Adil ve Rahman Hakim/Yargıç (ahkemü'l-hakim'in, 95/8) en uygun sıfat olsa gerek.

'Din, Sanat ve 'Fefsefe Dinler, kaos olan evrenden kolayca "kozmos" yaratma giıişimi olarak, algının bittiği yerden öte anlama aktıyla bir mutlak­ laştırma, sonsuzlaştırma, mumyalama, narkoz, uyuşturma ve anestezi giıişimidir. Felsefe ve sanat ise kaos içinde sürekli dokuma-sökme , yapma-bozma, doldurma-boşaltma, karıştır­ ma-eleme . . . çabasıdır.

Vicdan Böyle Buyurdu

92

1fi 'T'ür(ü 'Dindarrik 1- Avam dini/ dindarlığı . Amacı korktuğu fanilik şoku , yokluk

tehlikesi ve bilinemezliğin sıkıntısından emin olma/kurtul­ ma ve umdukl arın a (ebedi yaşam, maksimum mutluluk) nail olma arzusu: Hayır/menfaat dindarlığı. 2- Havas d indarlığı . Verilmişliğin (bahşın, lütfün, rahmetin, ikramın, inamın) bor­ cunu sorumluluk ve minnettarlık olarak ödeme (şükür/ iman) ve insanlıktan sorumlu olma (merhamet, feragat) : İ hsan/iyi­ lik dindarlığı.

'Kadin(ar ve Şirk Kadınların çoğu sevgilileri , çocukları, mücevherleri ve mobil­ yalarından biri veya tümüyle Tanrı'ya sürekli eş koşarlar.

1(afıi 1(aç O(arak 'Ba( Bal, henüz ilaçların keş fe dilmed iği dönemlerde Tanrı'nın arıyı

ilaç yapmak üzere görevlendirmesi sonucu üretilen ilahi ilaç­ (1 6/68-69) .

tır

1fi 'Katri 'A.fi(ak ve

'Dindarrik

Ahlak ve din özünde iki katlıdır: 1 - Hayır ve şerr, havf ve reca, korku ve çıkar, cennet ve cehennem, maslahat/menfaat ve mazarrat, adalet ve zulüm e dayanan din ve ahlak; 2- Min­ '

net/şükran ve vurdumduymazlık-küfran, hüsn/ihsan ve ku ­ buh, cesaret/ sorumluluk ve korkaklık/ sorumsuzluk, merha­ met ve insafsızlık. Birincisi avam için , ikincisi havas için dir .

§ramer O(arak 'Din bir "gram er veya "dil oyunu dur . Kesin değişmez kuralları vardır (iman, ibadet, ahlak) . Meşşailer ve İ şrakiler İlahi din,

"

"

-

Din- İman- İbadet

93

(mistikler) , İslam'ın gramer kurallarını tahrip etmek istiyor­ lardı. Kelamcılar ise buna karşı mücadele ettiler. Kelam ekol­ lerinin yanlış konuşmalar yaptığını veya şive bozukluklarının olduğunu söyleyebiliriz ; ancak, filozoflar ve mistikler gibi ka­ sıtlı olarak grameri tahrip etmeye kalkışmadılar.

'fanrı ve 1nsan 'Davası O(arak 'Din Dinin sadece ibadet ve mabet olarak öne çıkarılması, onu salt bir ''Tanrı davası" olmaya indirgeyerek onun diğer yansı olan "insan davası" olmasını (adalet/merhamet) örtmüştür.

'Değişim ve 'Din Dinin tarihi süreç içinde maruz kalabileceği iki tehlike , de­ jenere olmak veya fosilleşmek/donmaktır. Bu tehlikelere düşmemesi için, geleneği sürdürmenin ve tecdit yapmanın kurallarını iyi belirlemek zorundadır. Neden bazı "yenilik"­ lere sıcak bakılırken başkalarına kötü gözle bakılmaktadır? Yeni keşfedilen veya icat edilen şeylerin "tecdit" veya "bid'at" yoluyla asl'a dahil edilmesinin kuralları veya daha "önce" var olan bir unsurun "gelenek" olarak sürdürülmesinin ku­ ralları neler olacaktır? Örf/maruf bir kriterdir; ancak, kit­ leler yanlış şeyler üzerinde de icma etmektedirler. Tanrı ve Peygamberin verdiği hükümlerin bazıları zamana bağlı ola­ bileceği için, tümü birden değişmez kesin bir ilke oluştu­ ramaz. İnsanlar, duygusal ve düşünsel olarak dinamik bir şekilde değiştikleri için, değişen duygu ve düşüncelerin çok sayıda insana maslahat/menfaat temin edenlerine , onların estetik beğenilerine uygun olanlara "iyi" ve "güzel" ; mefsedet ve mazarrat verenlerine , onlara iğrençlik ve iğretilik verenle­ rine "kötü" ve "çirkin" diyebiliriz. Adalet ve zulüm kavramları böyle doğar.

94

Vicdan Böyle Buyurdu

·Hakikatfe 1Uşkimiz Encamımız/ ahiretimiz hakkındaki nihai kanaatimiz, ümit ve korku (havf ve reca) arasında olması gerek ise hakikat hak­ kındaki nihai tutumumuz da tetikte olmak, müteyakkız ol­ mak, uykusuz olmak, kül yutmamak ile güvenmek, inanmak, mutmain olmak arasında olmalıdır.

']-{a kikat ve §erçekUk 'A(an(arı "Bu değirmenim suyu nereden geliyor?" ve "Burada ne işimiz var?" hakikat sorularına "ilim ve irfan" ile hayır-şerr, şük­ ran-ihsan, hüsn-kubuh, salah-felah ve sefeh-fesad . . . cevap­ lar verilmesi, din ve ahlaktır. "Ne var-ne yok?", "Bu nasıl böy­ le oluyor?" ve "Bu nasıl gidiyor?" sorularına "bilim" yoluyla ve cevapları doğnı-yanlış olan faaliyet ise ayrı bir şeydir. İlk iki soruyla verili olan "manidar" bulunur; hayret ve taaccüp içinde kalınır. Bu durum hayranlık, yüceltme, kutsallık, min­ nettarlık, saygı ve şükran hissi doğurur. Bunlar da Tann'yı keşfetmeyi sağlar.

Sorun Vazetme ve On(arı Çözme O(arak 'Din Din, özünde insan için köklü problemler/ soru(n)lar vazetme ve bunları çözme stratejileridir. Bu süreç, aynı zamanda kim­ lik tanımlama, biz ve öteki yaratma sürecidir. İslam dininin vazettiği sorular iki tanedir: 1 - "Bu değirmenin suyu nereden geliyor?" başka bir deyişle "Neden hiçliğin karanlık sessizliği yerine, varlığın bolluğu var?" 2- "Ben kimim ve burada ne işin var?" Bu sorulara iki katlı kimlik tanımıyla iki cevap verilmiş­ tir. 1 - Tevhid (Tanrı sorunu) : küfür-şirk (teolojik biz) . 2- Ahlak (İnsan sorunu) : Adalet-zulüm (politik biz) . Bugün teolojik prob­ lem "şirk" olmaktan çıkmış, ateizm ve Tann'nın unutulması olmuştur. Zulüm problemi, şekil değiştirerek devam ediyor.

Din- İman- İ badet

95

'DotJadaki Şeyferin 'Fai(e ':MuFıtaçrıg ı Sanat ve tekniğin ürünlert mantıken "fail" gerektirtyorsa do­ ğadaki onca nesne , bitki, canlı niçin "fail" gerektirmesin? On­ ların doğaları , insan icadı sanat ve teknik ürünlerden daha



az

kompleks? Tohum, sperm, yumurta ve beyinden daha

üstün (kompleks) bir teknoloji var mı?

'Kayitafizmin-'Diktanın §enoCojisi Çocukluktan gelme biyo-fızyolojik haz arayışı (libido/yaşam enerjisi) ve yetişkinlikten doğma güç istenci, ekonomi ve po­ litika kodlamalarıyla, olgunlukta oluşacak başka duygulara fırsat vermeden kendini birtcikleştirerek tanrılaştırır: Nefs-i emmare : Arzular şellale : kapitalizm.

Diktatörlüklerde ise

güçlü, kendini Tanrı gibi "haklı" görmeye başlar. Karşıtları­ nı şeytanlaştırır. Siyasette herkes diktatör sayesinde ancak iş bulduğu, paraya kavuştuğu , anını gölgesinde prestij elde

ettiği için diktatörün gönüllü köpeği olur. İslam'ın (Sünnili­ ğin-Eş'artliğin) Tanrı tasavvuru, "Tanrılığını" kadir-i mutlak, mürid-i mutlak ve ali:m-i mutlak oluşundan alır. Bu imgede "tann sal"lığın diğer yansı olan adalet, merhamet, af ve hik­ met yoktur.

'Düşünmenin 1ki Saiki Düşünmenin düşünülmesi, düşünmenin genetiği (biyo-fız­ yolojisi) ve kimyası üzerine , düşünmenin psikolojisi üzerine düşünmedir. Düşünce, daima konumlardan, hallerden, du­ rumlardan kalkar; yer-ildir: 1 - Güç istenci (istiğna/ istikbar) , heva-heves, arzu-çıkar, haz-zevk talebi, avlanma, gasp . 2Borç ödeme, sorumluluk duyma, şükran duyma, dinleme ,

sabır, buyur etme-misafırperverlik, merhamet ve insaf.

96

Vicdan Böyle Buyurdu

'Fefsefe-Sanat ve 'Din Felsefe, hayata ilişkin kavram yaratma ise din, hayata ilişkin soru sorma ve cevap olarak söylem (kavram, kişilik, metafor) üretme faaliyetidir. Felsefe , duygulanıma bağlı olmadığını id­ dia eden, duygulanımını inkar eden kavramsal düşünmedir. Felsefe duygulanımı "sanat" diye ayınr. Metafiziğin/ ontoloji­ nin/felsefenin olduğu yerde sanat vardır. Din, duygulanıma bağlı olduğunu itiraf eden kavramsal düşünmedir. Din, sana­ tı kendi içinde barın dırır. Onu ayn olarak kategorize edecek mekanı (aktı) yoktur (hüsn-ihsan) . Çünkü duygulanım estetik ve etik boyutlanyla dindir. Düşünmek, garize/kabiliyet/sü­ reç olarak akıl (mantık) ve duygularla kavram, kişilik ve me­ tafor yaratma faaliyetidir. İ slam'ın yarattığı kavramlar: iman, küfür, zekat, imtihan, ahiret. . . Kişiler: Allah, şeytan, Adem, Firavun, Karun . . . Metaforlar: cennet, cehennem, Kabe-hac .

Sanatın 'DoL]ası Sanat, ya "dava" olarak Allah'ı/hakikati aramak veya derdi­ mizi/davamızı anlatmak (tebliğ) ya da çelik çomak oynamak­ tır (hedonizm/ lehv ve le'ib=oyun-eğlence, nihilizm) .

'Dinferin Trajedisi Dinlerin trajedisi, insanlığın çocukluk dönemlerinin cahil ve gençlik dönemlerinin cesur cevaplan oluşlan ve sabit haki­ katlerle değişken hakikatlerin ayınmını ve bu ayınını yapa­ cak kriteri geliştirememeleridir.

Tanrı ve 1sraj Evrenin büyüklüğü/ sonsuzluğu, uzayın genişliği/ derinliği ve kainatın/ oluşun muhteşemliği düşünüldüğünde Tann'nın "anlamlı/ gayeli" işinin sadece "dünya" ve "insanlık" olduğu iddiası, anlamsız kalıyor.

97

Din-İman-İbadet

'T'anrı'nın 1zi Tann'run izini gördüğüm ve beni ağlatan şeyler, -bebeklerin de­

ğil- yetim çocukların ve mazlumların/mağdurlann yüzleridir.

'13aşCıca 'DinaarCıli. 'T'arz{arı 1- Misille tecrübe (Tanrı sevgisi/aşkı) . 2- Muhafazakarlık: Yük­ te hafif, pahada ağır ameller (ibadetler) ile Tanrı'nm gözüne girme; Tanrı'yı kandırnıa teşebbüsü. 3- Radikal/Siyasal din­ darlık: Güç istencinin dinsel kılıfla bağnazlık, yobazlık, şiddet ve dogmatilclikle tezahürü. 4- Vicdan-Ahlak-Hukukun önem­ senmesi. İman ve salih amel. Yorumsal konsensüs arama.

'Din ve 'T'o_p{um Yaşamı

metafizik/ dünya

görüşü/paradigma/iman

içinde

amaç ve gayeleri bakımından değil, ancak yapıları, alanları ve işleyişleri bakımından uzmanlıklara/ihtisaslara, kompartı­ manlara ayırmak gerekebilir. Bu laiklik değildir. Din; oksijen, ışık, iklim olarak derinden ve görünmez olarak ortaya çıkmış bütün hayat formlarını etkiler. Dinselin insanların gözüne riya olarak, gösteriş olarak sokulması doğru değildir. Dinin şehirde yoğun/kurumsal olarak bulunuşu ise , oksijen üreten yeşil alanlara (park ve bahçeler) benzer, maneviyat ve mer­ hamet üretme merkezleri: Camiler, tekkeler, Kur'an kursları, ilahiyat fakülteleri, imam hatipler, vakıflar, dernekler . . . vs .

'Dinin 11i.i 'lln {amı Din özünde iki şeydir: 1 Soru vazedip cevap verme. İslam dini -

iki soru vazedip onların cevabını vermiştir: (a) "Bu değirmenin suyu nereden geliyor?" veya "Bu varlık neyin nesi?" (b) "Be­ nim bu dünyada ne işim var?" veya "Ben kimim?" 2- İnsana vaatte bulunma. İslam dininin bir ilkesi el-va'd ve'l-va'id'dir. Yani havf ve reca, umut ve korku, nihai kazanç ve kayıp . Ahi­ ret, akıbet, son gaye, amaç: Tanrı rızası/ cennet veya Tanrı gazabı/ cehennem.

96

Vicdan Böyle Buyurdu

Pefsefe-Sanat ve 'Din Felsefe, hayata ilişkin kavram yaratma ise din, hayata ilişkin soru sorma ve cevap olarak söylem (kavram, kişilik, metafor) üretme faaliyetidir. Felsefe, duygulanıma bağlı olmadığını id­ dia eden, duygulanımını inkar eden kavramsal düşünmedir. Felsefe duygulanımı "sanat" diye ayırır. Metafiziğin/ontoloji­ nin/felsefenin olduğu yerde sanat vardır. Din, duygulanıma bağlı olduğunu itiraf eden kavramsal düşünmedir. Din, sana­ tı kendi içinde barın dırır. Onu ayrı olarak kategorize edecek mekanı (aktı) yoktur (hüsn- ihsan) . Çünkü duygulanım estetik ve etik boyutlarıyla dindir. D üşünmek, garize/kabiliyet/sü­ reç olarak akıl (mantık) ve duygularla kavram , kişilik ve me­ tafor yaratma faaliyetidir. İslam'ın yarattığı kavramlar: iman, küfür, zekat, imtihan, ahiret. . . Kişiler: Allah, şeytan, Adem, Firavun, Karun . . . Metaforlar: cennet, cehennem, Kabe-hac.

Sanatın 'Doğası Sanat, ya "dava" olarak Allah'ı/hakikati aramak veya derdi­ mizi/ davamızı anlatmak (tebliğ) ya da çelik çomak oynamak­ tır (hedonizm/lehv ve le 'ib=oyun-eğlence, nihilizm).

'Din{erin tTrajedisi Dinlerin trajedisi, insanlığın çocukluk dönemlerinin cahil ve gençlik dönemlerinin cesur cevapları oluşları ve sabit haki­ katlerle değişken hakikatlerin ayırımını ve bu ayınını yapa­ cak kriteri geliştirememeleridir.

tTanrı ve 1sraf Evrenin büyüklüğü/ sonsuzluğu, uzayın genişliği/ derinliği ve kfilnatın/oluşun muhteşemliği düşünüldüğünde Tann'nın "anlamlı/gayeli" işinin sadece "dünya" ve " insanlık" olduğu iddiası, anlamsız kalıyor.

Din-İman-İbadet

97

ıfanrı'nın 1zi Tann'rıın izini gördüğüm ve beni ağlatan şeyler, -bebeklerin de­

ğil- yetim çocukların ve mazlumların/mağdurların yüzleıi.dir.

13aşfıca 'Dinaarfık 'T'arz(arı 1- Mistik tecrübe (Tanrı sevgisi/ aşkı) . 2- Muhafazakarlık: Yük­ te hafif, pahada ağır ameller (ibadetler) ile Tanrı'nın gözüne ginne ; Tanrı'yı kandırma teşebbüsü. 3- Radikal/ Siyasal din­ darlık: Güç istencinin dinsel kılıfla bağnazlık, yobazlık, şiddet ve dogmatiklikle tezahürü. 4- Vicdan-Ahlak-Hukukun önem­ senmesi. İman ve salih amel. Yorumsal konsensüs arama.

'Din ve 'T'oy (um Yaşamı

metafızik/ dünya

görüşü/ paradigma/iman

içinde

amaç ve gayeleıi. bakımından değil, ancak yapıları, alanları ve işleyişleıi. bakımından uzmanlıklara/ihtlsaslara,

kompartı­

manlara ayırmak gerekebilir. Bu laiklik değildir. Din; oksijen, ışık, iklim olarak deıi.nden ve görünmez olarak ortaya çıkmış bütün hayat forml arını etkiler. Dinselin insanların gözüne rtya olarak, gösteıi.ş olarak sokulması doğru değildir. Dinin şehirde yoğun/kurumsal olarak bulunuşu ise , oksij en üreten yeşil alanlara (park ve bahçeler) benzer, maneviyat ve mer­ hamet üretme merkezleıi.: Camiler, tekkeler, Kur'an kursları, ilahiyat fakültelert, imam hatipler, vakıflar, dernekler . . . vs .

'Dinin 1ki 11.n(amı Din özünde iki şeydir: 1 - Soru vazedip cevap verme. İslam dini

iki soru vazedip onların cevabını vermiştir: (a) "Bu değirmenin suyu nereden geliyor?" veya "Bu varlık neyin nesi?" (b) "Be­ nim bu dünyada ne işim var?" veya "Ben kimim?" 2- İnsana vaatte bulunma. İslam dininin bir ilkesi

el-va 'd ve'l-va 'id'dir.

Yani havf ve reca, umut ve korku, nihai kazanç ve kayıp . Ahi­ ret, akıbet, son gaye, amaç: Tann rızası/cennet veya Tanrı gazabı/ cehennem.

Vicdan Böyle Buyurdu

98

§erçef ve ?{afifat Şeylerin "ne" olduğu ve olayların "nasıl" olduğunun deney ve gözlemle idrak edilmesi bilgi/bilim ve gerçekliktir. Bunların "niçin" öyle oldukları ise "anlam" ve "hakikat"tir. Bazıları var­ lığın (şeylerin ve olayların) anlamının/ hakikatinin olmadığını söyler (materyalistler, pozitivistler) ; dinler ve idealist felsefeler ise olduğunu . Anlam ve hakikat gerçek olmadığı, bilgi olma­ dığı. aralarındaki fark "derece" farkı değil. "mahiyet" farkı ol­ duğu için, haddinden fazla iddiacısı var; sırasıyla mitolojiler, dinler, felsefeler ve sonunda pozitivist bilim.

'Üçüncü Yo( Felsefenin kaderi/ tarihi , Atinalı Platon ve Demokritos'un aç­ mış oldukları "cevherci" ve "oluşcu/akışçı" antolojiler ara­ sında belirlendi. Oysa, Kudüs ve alt şubesi Mekke'nin Pey­ gamberleri, her iki filozofun da haklı olduğunu ileri süren "hareketli Cevher" ontolojisini ortaya koydu (sürekli yaratma, tecdit, reform, evrim, yenilenme) : çatlak cevher, kırık-yara­ lı cogito/bilinç. hem tümel hem tikelin önemi, kaygılı pratik, misafirperver özne , dia-kritik yorum/bilgi.

'Doğru 'Din 'Davası Tanrı ve insanla ilişki dinlerde sorun olabiliyor. Doğrusu, Tanrı'ya karşı "saygı" (iman ve ibadet) , insana karşı ise "so­ rumluluk"

(adalet ve merhamet) ilişkisiyken;

Hristiyanlık,

Tanrı'ya ve insana karşı "sevgi"yi din davası haline getirir­ ken; mistisizm (tasavvuf) , insana karşı sevgiyi , Tanrı 'ya karşı "aşkı" dini dava haline getirdi. Oysa sevgi, duygulanıma bağlı, pasif ve koşullu bir erdemdir.

Din- İman- İbadet

99

'Mezfie_p, Tarikat ve Cemaat(erin Trajedisi Dinin kurucusunun oluşturduğu normlar, zamanla teologlar tarafından yorumlanarak cemaat, mezhep, tarikat olarak so­ mutlaşır. Teologların ve mezhep, tarikat ve cemaat üyelerinin trajedisi, kendilerini üst kimliği/öğretiyi en sahih (ortodoks) şekilde yansıttıkları iddiasıdır.

§erçeffik ve ıJ[afikat Gerçeklik, büyük bölümü görülen, geri kalan yanı ise "keşfe­ dilecek" süreçlerden oluşurken; hakikat ise anlam olarak "çı­ karılacak/keşfedilecek" süreçlerden oluşur. Hakikat, toprak altındadır, emarelerden ve izlerden (dydt) gidilerek bulunur.

1Jfayat ve 'An(am Hayat, gerçek olduğu kadar, yalandır da. Ancak insan, hayat ve ölümle birlikte büyük bir anlamdır. Anlam; görülen, duyu­ lan ve bilinenler değil, nesnelerin ve olayların "niçin"i olarak çıkarılan bir şeydir (hakikat) .

'Bir 'Mevsimfik ve 'Dört 'Mevsimfik 'Din Din, kimilerine göre hac, ramazan/oruç, cuma/namaz, kandil ve bayramlar olarak "mevsimlik" ; sakal, cübbe, başörtüsü ve tesbih olarak görüntülü; kimilerine göre de ahlak, hukuk ve si­ yaset olarak dört mevsimlik ve iman-salih amel olarak gizlidir.

'.A.((afi ıJ[akkında 'Konuşmanın 'Meşruiyeti Kur'an'da Allah'ın mahiyeti/zatiyeti hakkında konuşmanın imkansızlığına rağmen (42 / 1 1 ; 1 1 2/4) , O'nun ahlaki kişili­ ği, karakteri, kimliği, benliği üzerine esmaü'l-hüsna (7/ 1 80) ile konuşmanın meşruiyetini temin eden şey, Allah'ın insanı

1 00

Vicdan Böyle Buyurdu

kendine benzer olarak yaratmasıdır (ruh üfleme, 1 5/29) . Me­ tafızik. önermeleri meşru kılan şeyle ahlaki önermeleri meşru kılan şey aynıdır.

"ıNiçin?" Sorusunun 'Değeri "Niçin?" sorusu, "Bu nedir?" ve "Bu nasıl oluyor?" sorularına nispetle en yoğun "anlam" gerektiren bir sorudur. Makul ve mantıklı soru varsa cevabı da vardır, olmalıdır. Ancak, ce­ vabının zorluğundan ve son zamanlarda filozoflar ve bilim adamlarının yorgunluğundan dolayı değerden düşürülerek boş verilmiş bir sorudur.

'Metafiziğin �n(amı Metafızik., gayb hakkın da bilgisi olmadığı hfilde bilgi iddia­ sıyla konuşmak (recmen bi'l-ğayb, 1 8/22) , kibrin bir ürünü olarak ilk defa şeytanın işidir: "Ben, Adem'den üstünüm; onu

çamurdan, beni ise ateşten yarattm" (7 / 1 2) .

'Dinin 'Mahiyeti Din, ahlakın Tanrı yaratması (iman) ve O'nunla direkt (ibadet) ve dolaylı, insan üzerinden ahlaki (adalet/merhamet) ilişkiye girmektir.

'Dinferin ve 'Medeniyet(erin Orijinaffiği ve Sentezcifiği İslamiyet'in kendinden önceki Yahudi ve Hristiyanlık tecrü­ belerinden, Arapların İslamiyet öncesi cahiliyeden aldığı de­ ğerleri göz önüne almadan, hepsini kendinin vazettiğini, ya­ rattığını ileri sürmek ne kadar doğrudur? İslam uygarlığının da, yayıldığı coğrafyada Akdeniz, Mezopotamya, Yunan, İran, Roma-Bizans , Hint, Mısır . . . medeniyetlerinden aldıklarını he­ saba katmadan kendi yarattığı orijinal unsurları abartmak

Din- İman- ibadet

101

ne kadar doğrudur? İnsanlığın ortak paydasından dolayı, evirme süreci ve sentez/ etkilenme olayı orijinal, otantik, ibda ve yenilikten her zaman daha fazladır. Örnek: Mevlana'nın Mesnevisi. Bu kitap kadim Hint mistisizminin, Yunan Yeni Platonculuğunun, İran dilinin, Türk (Selçuklu-Konya) mü­ samahasının ve Arapça Kur'an'ın bir sentezidir. Kanıt: "Md

dşık-i aşkım. moselman digerest/ Md mür-ı za'ifem, Süley man digerest Biz, aşkın aşığıyız; Müslüman başkadır / Biz, zayıf karıncalarız; Süleyman başkadır."

�vamın 'Dini Halkların dini (itikat-ritüel) , onların folklor oyunları gibi ebe­ veynlerinden, atalarından öğrendiği , miras olarak devraldığı ve oynadığı oyunlar gibidir. Avamın küfrü, onların zulmüdür. Tanrı'nın rahmeti itikatta, adaleti amelde gerçekleşecek.

�nCamın �nCamı Anlam nedensellik, amaçlılık, gayeliliktlr (hakk-hikmet) . Öte­ si abes, absürt, saçma, babl, boş ve hiççiliktir. Bilinemezcilik (agnostisizm) , ikinciye hizmet eder: "Hikmetinden sual olmaz Yaradan!"

'}[a{fın ıJ[af ve ıJ[ufufunun "ıJ[aff"Ce 1Cişfisi Halkın hak ve hukuku, ya ulemanın Hakk'm tavsiyelerini dik­ kate alarak vicdanlarıyla oluşturdukları "hukuk"la ya da hallon oylarıyla yetkilendirdiği siyasilerin, Hakk'm tavsiyelerini dikkate alarak hakkaniyetle aldıkları siyasi kararlarla korunur. Her ikisi de sorgulamaya, tartışmaya açıktır. Sonuç, uzlaşma/ oydaşma ve icma ile elde edilir. Allah adına karar aldıklarını söyleyenler, kendi yorumlarını ve egolarını, Allah diye dayatır. "

"

Vicdan Böyle Buyurdu

1 02

Vafiiet-i Vücuaun 'A.ftı 'A.tlisı İbn Arabi'nin Arapça nesir olarak söylediğini, Anadolulu Ko­ nevi ve Kayseri, aynıyla nesir olarak tekrar eder: Mevlana Far­ sça, Yunus Emre ve Niyazi Mısri Türkçe şiir formunda söyler.

'Doama-Şeriat ve 'A.yin/16aiet/rRitüefin ıTefifik.esi Dinlerde ritüeller/ayinler, Tanrı'ya imanın doğurduğu saygı­ yı ifade etmenin aracı olmaktan çıkıp da kendinde am.aı;/ din haline geldikçe, bireylerin ahlaki vicdanını dumura uğratır. Din/ şeriat, Tanrı'yı saygı merkezi olmaktan çıkarıp daima dış zorlayıcı, azap tehditcisi, yüce-kutsal Tanrı'nın kesin buyruk­ larına koşulsuz boyun eğmeyi/itaati vurgulayarak insanın bireysel vicdanını dumura uğratır. Dindarların yaygın fana­ tizmi/taassubu/bağnazlığı ve şiddeti buradan gelir.

Tanrı'nın 1k.i Tasavvuru Meşşailer ve Mutezile Tanrı'yı oyun/düzen kuran (neden­ sellik/takdir, sünnetulldh) ve devam ettiren olarak tasavvur ederken (bilim) ; Eş'ariler ve mutasavvıflar, O'nu oyun/ düzen bozan (mucize) olarak tasavvur ettiler (ilim) . Batı, on üçüncü yüzyılda Meşşailerin geleneğini alarak modem bilimi geliştir­ di; Osmanlı medreseleri ise Eş'ari-mutasavvıf geleneğe bağlı kaldı.

Su

'Misafi 'Din

Din, ihtiyaç ve ürün olarak suya benzer; halklara, coğrafyaya ve zamana göre tadı, kokusu ve temizliği-kirliliği (içine karı­ şanlar) değişir.

Din- İman- İbadet

1 03

'Dindar(arın 'Körfügü Birçok dindar, sadece "ibadet/ıitüel/ayin"lerle Tanrı'nın gö­ züne giıip ebedi kurtuluşu/mutluluğu kazandıklarına inan­ dıkları için, insanlara merhamet ve adalet gösteremezler. Tann'ya karşı şükran ve saygının ifadesirıirı formları olması gereken ibadetleıi, ebedi mutluluk/kurtuluşun fiyatı, pahası ve ücreti sanmak, cahil dindarların hödüklüğüdür.

16raFıimi 'Din(erin 'T'a 6iatfarı Yahudilik, kaynağı ve talihi itibarıyla tamamen siyaset; Hıis­ tiyanlık, dirı; İslamiyet ise Mekke'de din, Medine'de siyasettir. Yahudilik ve Hıistiyanlık (Kitab-ı Mukaddes) , din ve mitoloji­ nin karışımına (dogmaya) ; İslamiyet ilim'e (akıl/kalp/vicdan) ; sekülaıizm (dinsizlik-deizm) ise bilime (mantık, deney/ göz­ lem) dayanır.

�k 'Dinine 1nanan(arın '1-[a(i "Aşk dini"nin müntesipleıi (İbn Arabi, Mevlana, Yunus Emre . . . ) , Tanrı'ya olan aşklarını ileıi sürerek, gerekçe göste­ rerek dünyayı imar ve ıslahtan vazgeçiyorlar. Bu, iş verenirı veya saray sahibinin iş verdiği işçileıin veya saray hizmetçi­ lerirıirı koşuldukları işlerirı zorluğundan , sorumluluğundan kaçarak patronlarına veya ev sahibesirıe aşık olmaları ve ona sulanmaları terbiyesizliğidir. "Adil Yargıç" imgesinden vazge­ çerek, "aşık" imgesirıi onun yeline ikame ettiler.

1nsanfıgın 1ki Teme( 'Düşünce 'M.odu 1 - Hevasına (arzu/keyf) uyup yaptıklarının kendine süslü gö­ rünmesi. 2- Rabbinden bir beyyine üzere olması (47 / 1 4) .

1 04

Vicdan Böyle Buyurdu

1manın 'Dinamik 'Mahiyeti İman, tümdengelim olarak bir dogma değil; ilahi fiillerin do­ ğadaki ve kendimizdeki tecellilerini (dyat) sürekli düşünme/ takdir/teşekkür olarak tümevarımdır.

§üneş Sisteminin 'Uzaydaki 'Konumu Güneş Sisteminin sonsuz uzaydaki konumu, yaban doğa içindeki bir köşke benzer.

']-(a kikatin Ta6iatı Hakikat parçalı, bölünebilir, farklı gerçeklikler gibi idrak edi­ len değil; bölünemeyen su, hava, boşluk, ışık nitelikleri gibi hissedilendir.

1man ve Şüy Fıe İmanın edinilmesinde şüphe; su ve oksijen gibidir; şüphe­ siz iman, havasız-susuz yerde bitki yetiştirmeye benzer: kör inanç, hurafe, vehim, batıl itikat, hayal. Felsefe, şüphenin din konusunda "dava" haline getirilmesi; ancak, dinin dışında dogmatik olunmasıdır.

'Dindarın Vicdanı Vicdan rahat ettirilmeden (kitabına uydurma, hile-i şer'iyye) günah işlenmez. Dindar, -vicdanı sürekli rahatsız ve kanayan biri değilse- günahı, kitabına uydurarak işleyen kimsedir.

105

Din-İman-İbadet

']{u kuk-'.A.fi(ak ve 'Din Hukuk, ahlakın devlet zoruyla bireylere zorlanmasıdır. Yü­ kümlülüğün/ sorumluluğun, hükümlülüğe dönüştürülmesi­ dir. Din, Tanrı ve insana karşı sorumluluklar olarak ahlaktır (iman ve amel) ve ahlaktan, hukuktan ayrılamaz. Müslüman­ lık, ötekine zarar vermeden kendi saadetini/huzurunu ve menfaatini acil ve tecil edilmiş olarak temin etmedir. Bunların hepsi "çıkar"a dayanır; bunların karşıtı ise batıl, boş, saçma ve hiçlik olarak "çıkmaz" dır. Hesabi olan, başkasının zararına da olabilecek "şahsi" çıkardır; hasbi olan ise başkalarının da mutluluğunu düşünebilen davranıştır.

'Dinin Çözmeye 'T'a (� O(dugu Sorunfar Dinin çözmeye talip olduğu sorunlar, irade zaafından ve içgü­

dü gücünden doğan problemlerdir. Cehaletten, eğitimsizlikten doğan problemler, insanlık problemleridir. Bunların kaynağını dinde aramak veya bunları dine çözdürmek, haksızlıktır.

'Mimar ve 'Mucit O(arak 'T'anrı Kötü binaların mimarlarını, teknik aletlerin mucitlerini kabul eden insan, bitkilerin ve hayvanların mükemmel mimar/mu­ cidi olduğunu kabulde zorlanıyor.

'Merak Çeşit(eri Hakikati bilme merakıyla, gerçekliği bilme merakı (keşif) ve icat

çıkarma/yaratma (teknik) , birbirinden ayn şeylerdir. Doğadaki nedenselliği merak etme , "bilim" yapmaya; davranış , eylem ve fiile l rdeki gayellliği/ amaçsallığı merak etmek ise "hikmet"i elde etmeye götürür. Tann'nın fiile l rini, "adalet" (Mutezile) ve "hik­ met" (Maturtdiyye) yerine; "kudret-irade" (Eş'arilik) ma girişimi. anlan "batıl-abes" olarak addetmektir.

ile

açıkla­

1 06

Vicdan Böyle Buyurdu

Var O(an(a '.Başfıca rj(işfi Tarz(arı Var olanla ilişkilerimizin başlıca türleri: (a) Bilme (gerçeklik) , (b) Hissetme (hakikat) . (c) inanmak (hissedilemeyen kayıp var olanı kabul etme) , (ç) İ nkar etmek (var olmadığını iddia etmek)

1fi Tür Ça6a O(araf. 'Din Din. insanın kendini (nefsini) , içgüdülerini zapt etme ; akıl ve vicdan kabiliyetlerini de serbest bırakma, gümrahlaştırma çabasıdır.

§e(ecef. Şehitferin O{acaf. Gelecek, ölümden sonra başka bir yaşamın olduğuna inanan "şehitlerin" davasının hakimiyeti olacak. Çünkü diğerleri, ölümden -hiçliğe batma olduğu için- korkuyorlar.

'Anfam ve :Bif8i Anlam , -bilgiden farklı olarak- aranacak, bulunacak , obj ektif olmayan, özgürlüğün kaynağıdır. O , iman-hakikattir. Hristi­ yanlıkta ona ulaşmak "kahramanlık"tır; İ slam'da ise ona ula­ şamamak, "kafirlik"tir.

1fı Tür 'Afıf Mantıkta-matematikte (uzay-zaman, cisim , fizik, sayı , tane­ cik) aktif olan akıl yetisiyle (zeka) , müzikte-şiirde ve ahlak­ ta-dinde aktif olan akıl yetisi aynı olmasa gerek.

'Dindarfıf-'Diirüstfüf Dindarlığın en doğru göstergesi, insanlara karşı gösterilen in­ saf, adalet ve hakkaniyettir. Müminlerin kendi aralarınd aki dayanışması ve ne pahasına olursa olsun kendin gibi inanan­ ları savunma (mezhepçilik/particilik) meziyet değil .

Din- İman- İ badet

1 07

1Jini 'Akı( Dini akıl, süte (nedensellik-mantık) maya (duygu) çalınarak yoğurt veya peynir (iman ve ahlak) elde edilmesidir.

1JindarfıtJın 1fi Çeşidi 1- İlahi-uhrevi-dini dindarlık: iman, ibadet, ahlak ve kutsal metni yorumlama faaliyeti (teoloji) . Dindarlık ifadesi: Takva. 2- Bireysel veya toplumsal maslahatı/menfaati amaçlayan iş ve amellerde/ mesleklerde dünyevi dürüstlük: siyaset, hukuk, ekonomi ve dünyayı bilme ve merak etme faaliyeti (bilim) . Bi­ reyler, her iki davranış şekliyle de "sevap" kazanırlar.

1Jot]ru-Yanfış 'Din ve 'Dinsiz(it]in §erekçe(eri Doğru dinin üç gerekçesi vardır: 1 - "Bu değirmenin suyu ne­ reden geliyor?" ahlaki sorusunu sorup ahlaki (şükran-min­ net) cevabını vermek: Tevhid-ibadet. 2- Hemcinsimize karşı merhamet ve adalet göstermek. 3- Hiçliğe çare bulup ebedi var olma arzusunu çözmek: Mead/Ahiret. Yanlış dinin ise iki temel gerekçesi vardır: 1 - Hayatını devam ettirmek istemekten doğan ihtiyaç/güven. 2- Anlam arayışı­ nın baskısında, kaygı ve şüpheden kaçma/cehalet/taklit/ge­ lenek. Kolay çözüm. Günümüzde giderek yaygınlaşan "dinsizliğin" nedenleri ise 1 - Teknik ve üretim sayesinde ihtiyaçlarının giderilmesi, Tan­ n'ya "eyvallah"ın kalmaması. 2- Bilginin artmasına rağmen anlam sorununa kesin cevap bulma umudundan vazgeçme/ agnostisizm. 3- Çok sayıda eşya ve iş üretme sonucunda "dünya"nın iğvasına kapılma. 4- Nankörlük, sorumluluk bi­ lincinin olmayışı: "Üzümünü ye de bağını sorma. "

1 08

Vicdan Böyle Buyurdu

'Bitki ve '1-(ayvan(arın 1nsan(ar(a 1(etişimi Bitkiler gövde, dal, yaprak, çiçek ve meyveleriyle; hayvanlar bakış , davranış ve çıkardıkları sesler sayesinde insanlarla "iletişim" kurmaya çalışır: Allah'ın insana en yakın "ayet"leri.

Ö(ümün Yaşama '.E.tkisi Akraba, tanıdık, arkadaş ve ünlülerin birer birer ölümü, ya­ şama karşı olan kuvvetli bağımızı yavaş yavaş gevşetir. On­ ların gittikleri yerden emin değilsek, bu da dehşetimizi artırır ("Ölüm, adın kalleş olsun") . Gittikleri yerden emin (mümin) isek, metanetimiz yerindedir.

'T'eofoji ve 'T'eofog Profesyonellik, meslek, ücretli iş , uğraşılan alana karşı olan samimiyeti, ihlası, imanı ve tutkuyu öldürür. Örnek: Teolog­ lar, din adamları.

'Din ve 'Denenme Dinin konusu, Hfilike /Tann'ya tazim veya O'nu unutma ve mahluka merhamet veya zulümse denenme de , nimete şükür veya küfran, musibete sabır veya isyandır.

16adetin 11.n(amı ve "Taa66üdifik" İbadet/ritüel, insanl arın Tann'ya karşı saygı, tazim ve şükran duygularını ifade eden "anlamlı" birer eylemken; "taabbüdi" sözcüğüyle anlamsız, nedensiz/ dogmatik bir hfile dönüştü­ rüldü.

Din-İman-İbadet

1 09

'Düzen ve 'Kaos Deprem, sel, tsunami, fırtına, kasırga, hortum, hava ve suyun kirlenmesi doğadaki "kaos" örnekleridir. Sakatlık, hastalık, delilik, insandaki "kaos" örnekleridir. Kavga, isyan, devrim/ ihtilal, ayaklanma toplumdaki "kaos" örnekleridir. Hayatta esas olanın "kozmoz/düzen" olduğunu hala göremeyeceğiz mi?

ır'anrı Yarattna vey a O'nu 'Keşfetmenin SaifiCeri Korku-umut ve cehaletten dolayı Tanrı yaratma saikiyle, ce­ saret, şükran ve sorumluluktan dolayı Tann'yı keşfetme saiki arasında fark vardır. Dinlerin çokluğu , birinci saikten dolayı­ dır. Senin Tann'n hangi saikten?

'Kü(türCeri/UyaarCıfi(arı ?ı.yıran 'Kriter Kültürleri, uygarlıkları farklı kılan, onl arın insana ve haya­ ta-dünyaya bakışl arını belirleyen dünya görüşü ve episteme­ lerinin omurgası, genetiği ve kalbidir. Diğer unsurlar birbiri­ ne benzeyebilir. Maymunun insana benzediği gibi.

ır'o fium 'T'efiniği ve 'Ka_firfifi Topraktan tohum "tekniği"yle kafamız gibi karpuz, kavun ve kabak ikram edeni takdir edememek kafirliktir.

'Affafi ve ?l.ray (ar Allah, Arapların çoğunluğunun kalbinde bir kıymet değil, dil­ lerinde pelesenk ve ağızlarında bir sakız gibidir: yallah , val­ lah, tlllah, inşallah , maşallah, sübhanallah . . .

1 10

Vicdan Böyle Buyurdu

'Ka_firugın 1/ii 'Niteugı Temelde Tann 'ya karşı nankörlüğün ötesinde kafirliğin en belirgin iki niteliği, sabırsızlık/ acelecilik ve israf/her konuda haddi aşmaktır (insafsızlıktır) .

rfeo(ryinin 'r'anımı Teoloji, -Tann 'ya karşı yalakalık olsun diye yapılmıyorsa­ Tann hakkınd a "dır-dır" etme mesleğidir: " İlimde derinleşen­

ler ' O'na inandık; O'nun kendi hakkında söylediklerinin (mü­ teşabihat) hepsi, onun katındandır. ' derler (ve susarlar) . Bu inceliği, ancak delin düşünenler anlar' (3/ 7) .

'Niçin §e(digimiz ve rN'ereye §itti8imiz Soru(arı Dünyaya niçin geldiğimiz ve nereye gittiğimizi belirleyen, bu soruların metafizik cevapları, hayatta bütün eylemleri­ mizi motive eden nihai saik ve aynı zamanda nihai gaye ve amaçtır. İslam'a göre hayatın "denenme" olduğunun dışında­ ki amaçların hepsi arizi ve ikincildir: Bilimsel keşif, sanat­ sal yaratım, ekonomik kar/kazanç, turizm, cinsel birleşme, çoluk-çocuk, dans ve müzikle coşma, ziyafetlerdeki doyma­ dan doğan haz, tiyatro-sinema seyretmenin gerilimi. . . hiçbiri, Tann'ya şükretmek (ibadet) ve hemcinsine yardım etmekten (merhamet-dayanışma) daha değerli ve nihai olamaz.

1nsanın 'Denenmesinin 'Üç 'Kpi/'Modu 1 - Yaratıcı kabiliyetlerin ortaya çıkarılması (rü'yet/nazar: dü­ şünme ve beceri/umran) . 2- En büyük yaratıcının/Tann 'nın, düşünme ve duygu (şükran) kapasiteleriyle keşfi (iman-tev­ hid) . 3- Hemcinsine karşı ahlak kabiliyetinin ortaya eylem olarak konması (adalet-merhamet) .

Din-İman-İbadet

111

'Din ve 'Kaos Din, "Tanrı" kavramıyla doğal ve ruhsal nedensellikleri yelin­ den edebildiği için, her iki alanı da kaosa çevirebilir. Dinin in­ sanı akıl almaz bir şekilde haysiyetsizleştirebilmesi, maymuna çevirebilmesi, insanın ffuıiliğine çare bulamaması hasebiyledir.

'Denenme ve Tasawuj Dini denenme , zorlukla birlikte kolaylık (94/ 5-6) ve hayırla birlikte şerr (2 1 /35) içermesine rağmen tasavvuf, melekleşme çabası olarak denenmeyi iptal girişimidir.

1nsan Ömrü ve Yayrak Baharda tomurcuklanıp yaz boyunca devam ederek, sonba­ harda "gazel" olup düşen yaprak, insan ömrünü anlatan en iyi metafordur.

1{afiiyatın 'Mahiyeti Teoloji/ilahiyat, eğer tarih değilse, ya kutsal kitapların temelli (gramer-mantık kuralları ve sözlük bilgisi) ve temelsiz (batıni) yorumu ya da olması gereken üzeıine tutarlı-tutarsız değer­ lendirmelerdir.

§erçekfik ve 'An{amın 'Kriter{eri "Bu nedir?" ve "Bu nasıl oluyor?" sorularının cevaplan olarak varlık üzerine söylenenler mantık, nedensellik ve matema­ tik kriterleıince düzeltilir. Ancak, varlık ve oluşun, insanın/ hayatın "anlamı" üzeıine bu kriterlerle laf edilmez. Burada arzular, vicdan ve duygular konuşur: Mitolojiler, dinler ve fel­ sefeler: "Bin Bir Çeşit" Mağazası.

1 12

Vicdan Böyle Buyurdu

1man ve Şüyfie İmanın, inkardan daha güçlü ahlaki ve mantıki temelleri/ ge­ rekçeleri varsa batıl itikatları, zanları ve vehimleri aşıp bun­ lara ulaşmak için şüphe etmek erdem olmalıdır. Şüpheyi gü­ nah saymak, "günah"tır.

1man ve 'Kör 1nanç "Bu hakikat; çünkü Kur'an'da yazılı veya hakkında hadis var." tutumu iman, teslimiyet, itaat adları altında kör inanç anlamına gelen dogmatizmdir. Hz. Ömer, bize onun niçin öyle yazıldığını veya o hadisin niçin varit olduğunu, yani hikmeti­ ni/ gerekçesini öğreten adamdı.

1ki Tür 'Dindarfık İnsanlığın çocukluk çağlarında cehalet ve korku-umutla edindiği dinsellik/ dindarlık, bilim ve teknolojinin yaratılma­ sıyla sona erdi. Şimdi, cüret ve sorumluluk/ olgunluktan kay­ naklanacak bir dinsellik ve dindarlığın zamanı. Kur'an, iki dindarlığın eşiğinde geldi; her ikisine de yer verdi.

Yumurta 'Misafi 'Din Düşünce, duygu ve davranıştan oluşan dinsel amel/akt/ ey­ lemlilik, yumurta misalidir. Kabuk: düşünce; ak: duygu; sarı: davranış/amel. Bunlardan birine vurgu veya yoğunlaşma, di­ nin bütünlüğünü bozar.

'Niçin? Sorusunun 'flfr 'Başfık(arı Metafiziği doğuran "Niçin?" sorusu, 1 - "Ben kimim?" 2- "Ne yap­ malıyım?" 3- "Ne umabilirim?" ve 4- "Bu varlık neyin nesi?" so­ rularını mündemiçtir. Ontolojinin başlıca soruları olan: 1 - "Bu nedir?" ve 2- "Bu nasıl oluyor?" ile karıştırılmaması gerekir. Din, "Niçin?" sorusunun "doğru-yarılış" cevabıyken; zamanla haddi­ ni aşarak ontolojinin soru alanlarına girip oraları karartmıştır.

Din- İ man- İ badet

1 13

1nsanfıgın 'Dini 'Denenme 'Kayasitesi Dini denenme, sağlık gibi herkesin kan ve kapasitesi olan bir yetidir. Dürüstlük ve düşünmeye dayanır. Batıl itikat, hurafe , vehim, zan, mitoloji, masal ise hastalık gibi, herkesin kolay­ ca yakalanabileceği (bazen grip gibi) bir husustur. Dini fa­ natizm/taassup ise veba, kolera, Ebola, AIDS . . . gibi virüsler yoluyla bulaşıcı hastalıklara benzer.

'Dinferin rTeme[ Sorunu Dinin kaynağı olan Tann, kayıp (gayb) yani ortalıkta olmadığı için, bütün ihtilaf ve kaos buradan çıkıyor. Her din, kayna­ ğı bulmak için farklı radyo dalga boyu ve televizyon frekansı kullanarak yayın yapıyor. Hepsi de kendi yayınların ın doğru olduğunu iddia ediyor.

1nsanın 'Kaderi İnsanın kaderi, doğduğu yerdeki (aile-ülke) zenginliğe ve fa­ kirliğe mirasçı olmak ve oradaki yanlışlara ve doğrulara inan­ dırılmış olmaktır.

§ünümüzde ']{amaz Namaz, rukü ve secdeyle Allah'a hamd , şükür, O'nu tes­ bih-zikir, O'na dua ve kıyamda mükellef olduğumuz fiilleri hatırlamaktan (kıraat) ibarettir. Alışkanlıktan dolayı ağız­ larından çıkanı kulağı duymayan Araplar (sahıi.n: gafiller, 1 07 / 5) ve ağzından çıkanı şuuru/zihni -Arapça bilmedi­ ği için- anlamayan Acemlerin kıldıkları namaz , kendinden beklenen (29/ 54) kılanı/eda edeni kötülüklerden alıkoymayı başaramaz.

1 14

Vicdan Böyle Buyurdu

ııfamaz Vakit{erinin Yeniden �yar(anması Zarureti Ayetlerde maksimum üç, Hz. Muhammed'in sünnetinde de beş vakit olan namazın vakit sayısını belirleyen, rölativite teorisine göre birim zamandaki hareket/olgu-olay sayısının tayin ettiği zamanın hızı veya yavaşlığı-uzunluğudur. Nitekim, hız gerek­ tiren "acil'' durumlarda Hz. Muhammed'in öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı "cem" etmesi de , bunun kanıtıdır. O dönemde olay/ olgu sayısı az ve hareketler de -kas enerjisine dayandığı için- yavaş olduğundan dolayı, zaman da yavaş , yani uzundu. Günümüzde olay/olgu sayısı ve hareketlerin hızı da -elekt­ rik, güneş, nükleer enerjiden dolayı- arttığı için, zaman kısal­ dı. Bundan dolayı, namaz vakitlerini sabah (işe başlamadan önce) , akşam (iş bittikten sonra) ve öğle istirahatinde olmak üzere üçe indirmek gerekir. Zamanın alabildiğine hızlandığı bir dönemde "beş vakit"te ısrar etmek, namazın maksadı olan Al­ lah'a "şükran ifade etme" ve Allah'ı "hatırlama" duygularını yok ederek insanlara "külfet" ve "borç ödeme" duygusu yaratmak­ tadır. Namazın şekli, rekatları ve vakitlerinin maslahata/mak­ sada mebni değil de "tevakkufi= dogmatik, anlamı anlaşılmaz" olduğuna inananlar, maslahata, akla/nedenselliğe/zorunlulu­ ğa dayanan bu içtihadı "bid'at" , "zan" ve "heva" olduğunu iddia ederek kabul etmezler.

Özet O(arak 'Din ve 1s(am Din düşünce , duygu ve davranışa; İslam da mana, maksat ve maslahata dayanır; gerisi insan zaafıdır.

'Din(erin :Ekonomiy (e 1Uşkisi Yahudilik dini (iman ve ahlak) , özünü kaybederek salt bir ekonomiye-siyasete dönüşmüştü . İncil/Hz. İsa (Hristiyanlık) bir "din" (iman-merhamet) davası olarak Yahudiliği reform davası olduğu halde tutmadı ve pagan bir dünyada (Latinler­ de) sapık (teslis ve kilise) bir "din davası" olarak devam etti.

Din- İ man- İ badet

1 15

İslamiyet, bili ticaret (Mekke) biri de tanın (Medine) kentinde, hem bir din davası (iman ve salih amel/ ahlak) hem de bir ekonomi davası (adalet/ ahiret) olarak vücut buldu (şeriat) . Din, yiğitler için bir iman ve merhamet/ahlak kahramanlığı; avam/ sıradanlar için ise bir adalet/ ekonomi davasıdır. Çün­

kü insanların çoğu , düşünme yerine inanmayı tercih eder. Kitleler, -Spinoza'nın dediği gibi- Tann'yı kandırmak peşin­ dedir. Tanrı da "malını" bildiği için, gerçekçi davranıyor. Tek dünyalı, geçici nimetli (meta 1 . oyun ve eğlence tabiatlı ( lehv ve

le'fb) , peşin (acil) ve hayvani bir ekonomiye (kapitalizm /israf) karşı; bonus olarak kalıcı/ebedi , büyük kurtuluşu , ahireti, ikinci dünyayı kazancı sonsuz bir ticaret, bitimsiz bir ücret veren iki dünyalı, adalet/ iktisat.

1fi 'Din Çeşidi Din, ya Kadir-i Mutlak'ın gölgesinde insanın güçsüzleşmesi ve kabiliyetlerinin felç edilmesi ya da içgüdülerinin terbiye edilmesi ve vicdanının aktifleşmesidir: Batıl ve Hak din ve dindarlık.

1man{a 1tikaiın 'Misali İtikat ile iman arasındaki fark, gerçeklik ile onun fotoğrafı veya resmi, ölü ile canlı arasındaki fark gibidir. İmanın doğ­ ruluğuyla yanlışlığı arasındaki fark ise gerçeklik ile onun doğ­ ru fotoğrafı/ resmiyle yanlış fotoğrafı ve resmine benzer.

'T'evhid 'DetJi{ tTesyit,

tTezkir ve Takdir Sorunu

Bugün Tanrı konusunda sekülarizm , metaryalizm, pozitivizm, Budizm ve postmodemizmin etkilediği dünyada bir "tevhid" davası değil, ateizm ve Tanrı 'yı unutma/umursamamaya kar­ şı bir "ispat" ve "tezkir" davası ve Müslüman toplumlar için de bir doğru "takdir" sorunu mevcuttur.

1 16

Vicdan Böyle Buyurdu

'.BiUm ve 'Din 'Arasındaki 'Fark Bilim, doğadaki nesnelerin ve olay/ olguların mahiyetlerinin "ne" ve "nasıl" olduklarının nitelenmesi; din ise sistemlertn/ kurguların (başlangıç ve sonuç) adını ve anlamını/ amacı­ nı bulmak/keşfetmektir. Örnek: İnsanın/hayatın/dünyanın anlamını/amacını bulmak: denenme . Dini keşif, bilimsel ke­ şiften daha zordur; çünkü bilimde nesneye/olguya giderek "ispat" olduğu halde, dinde ispat yoktur. Bilimde ilerleme ol­ duğu halde, dinde olmayışı bundandır.

Çocuk ve 'Dindar '.BiUncin '.BenzerUtJi "Çocuk bilinci, doğal nesnelerle suni olanları birbirtnden ayı­ ramadığı için babalarına: 'Ağaçlan nasıl yapıyorsun?' diye sorarlar" (Goethe) . Dinsel bilinç de ilahi olanla insani olanı birbirinden ayıramaz ve doğal nesnelert ve insanları kutsal­ laştırır/putlaştırır; içtihatları mutlaklaştırır.

'Fosi( 'DetJi{, Canfı Or& anizma '.Benzeri 'Din Din, fosil benzert donuk/taşlaşmış bir şey değil, canlı bir organizma gibi asaletini, genetiğini, omurgasını koruyarak, tarihsel ve toplumsal süreçlerde gelişmek, değişmek, güm­ rahlaşmak, beslenmek ve budanmak (nesh} , bakımı yapılmak (tecdid) zorundadır. Diğer türlü çürür, ölür, kurur, donar.

'Dindarfık ve '.BatJnazfık Dindarlık, insanlık ve medenilik olarak adı konmamış (görün­ meyen) iman ve salih ameldir; yobazlık/bağnazlık ise göstertş ve baskı/şiddettir.

Din-İman-İbadet

1 17

'Dinin rTakdir �difemeyen 'Boyutu Dinin, insanlara görünmeyen yasaklarının değeri (büyük gü­ nahlar, menhiyat, haramlar) , görünen yaptırdığı salih amelle­ rin (ahlak ve ibadet) değerinden az değildir. Ancak, genellikle birincisi -görünmediği için- takdir edilmez.

1nanç ve 1manın 'Farkı İnanç , Tanrı 'nın var olduğunun kesin ve şüphesiz olarak teyit edilmesi, kanaati, bilgisi (şeytanda olduğu gibi) ve yargısıdır. Dini inancın ayırt edici özelliği, argümana dayanabileceği gibi, aslı olmayan/vehim ve zanna da dayanabilmesi ve insanın ebedi var kalma arzusuyla bağlantılı olması hasebiyle sahibi­ nin , değişmesine kolay kolay müsaade etmemesidir. İman ise

Tanrı'nın fiillerinin ve niteliklerinin doğru takdir edilmesi ve bunun akabinde insanda oluşan duygusal değerlilik yaşantı­ larıdır (şükran, haşyet, güven, umut, sevgi, tazim) .

'Dinin tTefilikesi İhtiyaç, aslanı çakal-sırtlan yapıyorsa din, yani "ffuıi" olan in­ sanın ebedi var kalma/yok olmama arzusu ve ihtiyacı (umut ve korku) , Tanrı gibi mutlak bir "güç"le ilişkisi bağlamında onu felç edebilir ve hemcinsine karşı tehlikeli hale getirebilir (fanatizm, bağnazlık, yobazlık, gericilik, şiddet) . Din, insanın ateşle ilişkisine benzer; ateş, insanı ısıtıp aydınlattığı gibi, yangın olup onu yok da edebilir.

'Dinse( 'Bilincin 'Misali Dinsel bilinç kadar kolay yorulup hemen kendine bir ev yapan başka bir bilinç yoktur: "Allah'tan başkalarını dost edinenle­

rin durumu, kendine bir ev yapan örümceğin durumu gibidir. Oysa evlerin en dayanıksızı, örümcek evidir'' (29/4 1 ) .

1 18

Vicdan Böyle Buyurdu

1nsan 1çin 'Dinin 'Misa(i Çoğu insan , dini; ekonomik faaliyet (ticaret/üretim) yerine , gönüllü sadaka vermek, yardım etmek gibi algılar. Oysa din, ticari alış-verişte düzenlenen iki nüshalı fatura/sözleşmeye benzer. Bir nüshası Allah için, diğeri insan içindir; bir nüs­ hası bu "dünya" için , diğer nüshası "bitmeyen bir kazanç"

(35/29) olan "ahiret" içindir.

'Jlffafi'ın Varfıgı Kur'an'da Allah, mantıken "varlık" değil, "var" olarak vazedi­ lir: "De ki: Allah tek, varlığın kaynağı, doğmamış, doğurmamış,

hiçbir şey ona denk değildir" ( 1 1 2 / 1 -4) .

1ki rTür(ü 'Din İki türlü din/mezhep /inanç vardır: 1 - Taklit, tarih , gelenek, atalar kültü, kültür, kör inanç , dogma, alışkanlık ve örfe da­ yanan itikat. 2- Düşünce , seçme , bilinç/şuur, şüphe, sorgu­ lama ve eleştiri sonrası oluşturulan itikat. Birinci hususları, bir dinin "doğru"luğunun kriteri olarak kabul edecek olursak, bütün dinler /mezhepler "doğru" olacaktır. Mantıksal olarak bunun "çelişki" olduğu ortadadır. İslam, doğuş anında ikinci türden bir dinken zamanla birinci tür dine dönüşmüştür.

'Batı( 'Dindarfık 1çinde "'}[af 'Din"in 'Misa(i İnsanın dindarlık kapasitesi/ eğilimi, içerisinde doğru iman ve doğru amel olarak "hak din" , düz ovalardaki debisi yüksek ve sürekli bulanık akan "nehir"lere değil , yüksek dağlardan çağlayan temiz/berrak/duru çaylara, derelere benzer. Otla­ rın içinde "çiçek"lere , ormanların içinde "meyve ağaçlan"na benzer.

Din- İ man- İbadet

1 19

'A((afi'ın Varfıgı "Hiçbir şey, O'na denk değildir. " ( 1 1 2/4) ve " O'nun benzeri hiç­ bir şey yoktur." (42/ 1 1 9) ifadeleri, idrak kapsamındaki "vücu­ du/varlıkı" Allah'tan yadsıyarak, O'nun "var/mevcut"luğunu onaylamadır. Mantık ve nedensellik nihilizmin, ateizmin ve sekülarizmin hanesine değil, Allah'ın varlığı hanesine yazıl­ ması gereken hususlardır. Kur'an, mantıki-ahlaki nedenlerle Allah'ın varlığını ileri sürer.

'Do3matizmin Psikofojisi Dinsel -veya değil- dogmatizm, ikna olma ve itminan yerine, entelektüel/hikmetle gerekçelendirememe korkusundan veya zaafından kaynaklanır. İnancın sertleşmesinin altında ise öd­ leklik yatar.

Sınır(arın Sanarrıgı Kültürlerin, dinlerin, mezheplerin, teolojilerin "hakikat" hak­ kında çizdikleri sınırlar, ulus devletlerin çizdikleri coğrafi "ülke" sınırları kadar meşrudur. Yukarıdan bakıldığında gö­ rülmez. Çünkü, fiktif/sanaldır.

'Dindar O(manın Sebebi İnsanın "ffuıi"liği, onu acil olarak ebedi v ar olma ve kurtulma stratejilerine itiyor ( to be, or not to be) . Dinlerin çokluğu, ke­ sinliği ve batıllığının (vehim) bolluğunun sebebi bu. Antropo­ loji, bunu teşhis edecek "kirpi"dir.

Pa3anizmin 'Fıtrifigi Takı, aksesuar ve biblo merakı, insanın pagan eğilimlerinin

bir yansımasıdır. İnsan çıplak dünyaya ve bedene tahammül edemez. Bu bağlamda "tevhid inancı" zor bir iştir.

Vicdan Böyle Buyurdu

1 20

'Dinse{ '.BiUncin Zaafı Dinsel bilincin en zayıf yanı cehalet, vehim, zan (batıl itikat) veya özü itibarıyla yorum, teori, içtihat yani teoloji olanı tesli­ miyet/ iman değerine yükseltip mutlak ve kutsal kabul etmesi ve bunun için kolayca şiddete başvurabilmesidir.

'Denenmenin 'Dogası Denenme/din, varlıkların koruculuğu/ çobanlığı, hemcinsinin koruyuculuğunu/dostluğunu (velayet) yapmaya çalışmaktır.

1manın 'MisaU İman, uçma gibi bir şeydir. Uçabilmek için mantık ve düşün­ meye ihtiyaç vardır. Doğru uçabilmek için de radara (hidayet) ve rotaya (istikamet) ihtiyaç vardır.

�{(ah'ın 1{mi ve 1rad"esi Allah'ın ilmi, onun pasif hafızasıdır. Onun aktifliği, "sürekli" irade/meşiet ve yaratmasındadır.

'Dinin 'T'ell(ifesi Dinin tehlikesi coşku , kör/kesin inanç/dogma yaratarak "iman" ve "ahlak" için ahlaksızlık işletebilmesidir. Din çarp­ ması, cin çarpmasına benzer. Din donduğunda, mümin de dogmatikleştiğinde özlerine yabancılaşır (Allah, İslam, şeriat,

Sünni , Şü vs. birer puta dönüşür) ve insanları özüne ya­ bancılaştırır (olumlu insani kabiliyetlerini dumura uğratır) . . . .

Böylesi durumlarda öznel "hakikat" yerine, genel olan "maru­

fa" başvurmak yeğdir.

Din-İman-İbadet

121

"Para(e( Yay ı" O(arak rTasawuj Tasavvuf zahir-batın, vahiy-ilham,

peygamber-veli,

muci­

ze-keramet, şeriat-hakikat, ilim-marifet . . . gibi kavram çiftleri yaratarak İslam dinine "Paralel Yapı" olarak onun içinde orta­ ya çıkmıştır: İslam dinin içinde-üstünde ayrı bir din.

'Dindarfıgımızın 1J-fa(i Bin dört yüz sene sonra bugün Müslümanlığımız, diğer din­ darlık tarzlarıyla aynı tarzda. Oysa İslam, şuura, vicdana, ah­ laka, akla (iman-salih amel) bağlı olarak daha "üstün" bir tarz yaratmıştı.

Sünnifik ve Şiifikte Ya6ancı(aşma Sünnilik Allah , ahiret, ibadet, şeriat, şeytan . . . gibi kavram­ ları "mana" içeriğinden boşaltıp "put"laştırarak; Şiilik ise Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Hz. Fatıma, Kerbela, İmam/Mehdi, Yezid . . . gibi kavramları "put"laştırarak insana/hemcinsine/ahlaka yabancılaştılar.

'Din(e Ortadot]u'da Sorun Çözme Cahil ve baskı altında hınç, kin dolu ve cinnet geçiren toplu­ ma (Ortadoğu) işini görmesi için eline bıçak veya iyileşmesi için haddinden fazla ilaç (din) verilemez. Ya intihara kalkışır ya da başkasını bıçaklar. Önce koşulları düzeltip sükünete, sağduyuya çağırmak gerekir.

'Kendini ('lfefs i) Ö(dürme O(arak rTasawuj Tasavvuf, "vur/ döv" deyince öldürmektir: İslam, nefis terbiye­ si; tasavvuf onun öldürülmesidir (mutii., kable entemut) .

1 22

Vicdan Böyle Buyurdu

1nancın 'MisaU İnanç, elbise gibidir; kaliteli kumaştan, iyi bir terzinin elinden çıkmış, yeni/temiz ve yakışan olmalı. Diğer türlüsü eskimiş kumaştan, kirli, dikimi kötü , yırtık-pırtık, yakışmayan ve ka­ lın-ince . . . dir.

Çift 'Katfı ']-{a kikat Hakikat iki katlıdır: Birincisi Allah, ahiret ve ahlak olarak ger­ çekliğin/ dünya ötesi "mutlak" olan; ikincisi sosyolojik-antro­ polojik-psikolojik (tarihsel) olarak ahlakın "değişen" huku­ ki-politik-iktisadi halleridir. Bu alanlarda "hakikat" , " sarp yokuşu tırmanmak" (90/ 1 1 9) olarak, gerçekliğe (yokuş aşağı) ters istikamettir.

'Nifiai Soru(arın 'Muhte(if Cevay (arı "Nereden geliyorum ve nereye gidiyorum?" sorularına felse­ fe , mantıki/akli bir cevap verilemeyeceğini söyler. İlkel-insani dinler ise "kolayca" cevaplar üretir. İbrahimi monoteizm , duy­ gu-sezgi ve ahlak-akıl ile ciddi bir cevap örneğidir: Allah'tan gelip O'nun huzuruna/ahirete gitmek.

']{ayatı 'Kısır 'Dön3ü O(maktan 'Kurtaran Çerçeve Uyku ve çalışmayı (gece ve gündüz) çerçeveleyecek dış-meta­ fizik/aşkın bir "Eee, sonra?" -yani amaç/gaye/hedef/ sonuç (Allah-ahiret) olmak- zorundadır. Diğer türlüsü ise kısır dön­ gü, abes, batıl, boş , saçma ve nihilizmdir.

'Arzu '.Ekonomisi O(arak 'Din Din , özünde ahlaki duygular aracılığıyla, insanın insana zul­ münü engellemek ve birbirlerine karşı adalet ve merhamet

Din- İman- İbadet

1 23

oluşturmak için oluşturulan yan peşin (acil/dünya) , yan ve­ resiye (te'cil/ahiret) bir arzu ekonomisidir: Merhamet, men­ faatin motivi; menfaat, merhametin motivi olarak birbirine bağlanmıştır. Kant'ın, nefret ettiği bir şey.

VarlitJın �tg ıfanışına �yarli 'Dini 'Bakış Gerçekliğe/kevn ve fesada ( is) , yapıya/yapılanmaya ve bozul­ maya/çürümeye "seküler" bir gözle bakma yerine, "Her an

yeni bir işte olan" (55/29) Allah'ın "ayat"ı (O'nun işleri) olarak bakabilsek o zaman gözümüz, sadece oradaki ahlaki ayrık otlarına (haramlara) , az sayıdaki istisnalara (küfür, zulüm, fesad . . . ) bakıp oradaki değişimi/dönüşümü/dinamizmi, ço­ ğulluğu "normal" görüp hep istisnaya fikslenecekti. Gerçek­ liğe "seküler" gözle, yani yaratanı unutarak "kendinde doğa/ tabiat" olarak bakınca, oradaki değişmeyi, yenilenmeyi, icat çıkarmayı , keşfi "bid'at" kavramıyla negatif olarak kodlayıp dini olanı salt sabit/donuk/mumyalanmış olarak algıladık. Oysa din, insanın sabit/değişmez/fıtratı, yani vicdanı/hak olarak (30/ 30) tekvine, oluşa (kevn ve fesiid) teşri gözüyle bakmaktır. Din (düşünce-duygu-davranış) , insanın dibinde­ dir. Tevrat, İncil ve Kur'an, sabit / evrensel dinin tarihsel/top­ lumsal yorumlarıdır. Sabit olan hakikat Allah , ahiret ve ah­ laktır; değişen hakikat ise ahlakın halleridir. Zaman yoktur; varlığın "oluşu" vardır.

1nsanlttJın 'KC!:patı(ma 'Biçimferi Felsefe ve bilim (akıl, mantık) , insanın anlama yetilerinin me­ tafızik (pozitivizm) ile kapatılması; geleneksel din/dogma/ inanç-iman ve teoloji (ortodoksi) ise daha kalın duvarlarla kapatılmasıdır. İnsanın, bu duvarlardan özgürleşmesi gere­ kiyor.

1 24

Vicdan Böyle Buyurdu

'Do3matik 1nancın 'Dezavantaj(arı İnancın dezavantajı, sahibini ebedi hüsran/kayıp/yok olma korkusundan kurtarıp onu ebedi kurtuluşa kavuşma güven­ cisi sağlamasıdır. Bunu vadeden otoritenin (Allah'ın) söyle­ diklerini derinlemesine , dibine kadar araştırma/anlama ve gerektiğinde değiştirme cesaretini/öz güvenini yok etmesidir. O'nun gözüne girme saiki, bütün hayatını kapsar. Dini dog­ matiklerin yüzünde Tann'nın ve Peygamber'in adına konuş­ manın kibriyle , bunun mümkün olamayacağını anlayama­ manın/bilememenin ahmaklığı/aptallığı üst-üstedir. Kanıt, gerekçe, delil, beyyine, sultan, istidlal, burhan yerine; sahip olunan geleneğin ömrünü (tarih) ve yaygınlığını (toplum) "ka­ nıt" diye ileri sürmek, müşriklerin ve Kitap ehlinin başvur­ dukları taklide dayalı bir tutumdur.

So( ve 'Din Solcular, -materyalist kafirler hariç- kurumsal dinin yozlaş­ masına ve çürümesine başkaldırmış dindarlardır.

'Ai(eden 'Dine §iden Yo( Aile, kabile ve dil birliği/birlikteliği, insanlığın da gayeli/ amaçlı, nihai hedefli bir millet (din) oluşturması gerektiğinin kanıtıdır. Liberal kapitalizm, nihilizmin dışa vurumudur.

Çat}daş 'Radika( 1s(amcıfıt}ın "Tevhidi" 'Karakteri Çağdaş radikal İslamcı/Selefi hareketlerdeki "tevhid" vurgu­ su, bu hareketleri insanın (adalet, özgürlük, merhamet) ve Allah'ın haklarını (iman-ibadet) birlikte "dava" edinen hare­ ketler olmaktan çok, Tann hakları (tekbir, ibadet, itaat) hare­ ketlerine dönüştürüyor: İnsana yabancılaşma.

Din- İman- İbadet

125

'Üç 1(afıi 'Dinin 'Karakteri Hristiyanlıktan ve mistisizmlerden farklı olarak Yahudilik ve İslam, "din"i, "ilahi-uhrevi" merkezli (ibadet-kilise) bir hüma­ nizm olan "sevgi/merhamet" davası olarak değil, hayatın bü­ tün alanlarında somut bir "ahlak=adalet-merhamet" davası olarak vazeder. İslam, ahireti bu ahlakın gerçekleştirilmesi­ nin gerçekçi bir bedeli/faturası (ekonomi) olarak vazeder.

'Kur'an ve 'T'asawujun 'Affafı'fa 1Uşki Öneri(eri Kur'an, Allah'la gıyaben (gayb) saygı ve şükran ilişkisi öne­ rirken tasavvuf, O'nu aşkla müşahede ve mükaşefe etme gi­ rişimidir.

'Acı 'Dindirme ve Yara 1yi(eştirme O(arak 1fi 'Farf(ı 'Din Kur'an'ın amacı, insanların acılarını dindirmek, ağrılarını kesmek (uyuşturmak) değil, onların onulmaz kalp hastalıkla­ rını ve yaralarını -gerekirse ameliyat yaparak- iyileştirmektir. Taklit ve tasavvuf, acı dindirme şeklindeki dindarlıklardır.

'}-(z . rNufı'a §öre Zu(üm O(an, Sufilere §öre 'Dinin Özü Hz. Nuh'a göre gaybdan haber vem'ıek "zulüm" iken ( 1 1 /3 1 ) ; mutasavvıflara göre , dinin özü, gaybı (Allah'ı, ahireti) müka­ şefe ve müşahededir.

'Avamın 'Dini Avamın/halkın dini, mezhebidir; kafiri/zındığı (ötekisi) ise kendine en yakın, tanıdığı, kendinden olmayandır. Mezhep savaşlarının, din savaşlarından geri kalmaması , bundandır.

1 26

Vicdan Böyle Buyurdu

Örümce k 'Kajafı Din alanında insanların çoğunun zihninin ağ örme kapasite­ si, örümceğin kapasitesinden çok düşüktür. Bundan dolayı, "örümcek kafalı" tabiri, örümceğe hakarettir; çünkü örümce­ ğin ağı, son derece mantıki, geometrik, sağlam ve işlevseldir.

1-(ayatı 1-(akikat 1idiasıy {a rı-fifaye O{arak Yaşamak İnsanların çoğu, hayatı hakikat iddiasıyla, hikaye (kurgu/ zan) olarak yaşar: "Her gnıp, kendi kültürel/dini inancıyla menuumdur' (30/ 32) .

'Kör 1nanç ve 1man Kesin/kör inanç, yapıldığı unutulan duvar; iman ise kaynağı bilinmeyen misk kokusu gibidir.

'Ka6e ve 'Affafi Kabe, insanlığın istinat noktası (kıydm, mesabet, emn, 2/ 1 25 ; 5/97) , Allah ise istimdat kaynağıdır ( 1 / 5) .

'A{{ah'ın sifatfo.rı Kur'an'da "Allah" . hem anne-baba (ebeveyn) hem de hukuk ve siyaset alanında "devlet"tir. Sıfatlarının adalet-merhamet arasında oluşması bundandır. Hristiyanlığın Tanrı tasavvu­ ru, salt ebeveyn; Yahudiliğinki ise salt devlet niteliklidir.

'Dinin 'Amacı Dinin amacı, en vahşi hayvanı insan yapma projesidir.

Din- İ man- İbadet

1 27

Sanat ve 'Din Sanat, yaşamı dini-ahlaki bir sorumluluk olarak yaşama­ yanların, onu arzu/keyf, dans . . . . olarak yaşamasıdır. "Sanat, özünde varlığın tasdiki, kutsanması ve Tannlaştırılmasıdır" (Nietzsche) .

1{afii 'Dinferin 'Dezavantaj{arı Tann'nın zamansal ve yerel bazı ahlaki yargılarını müminle­ rin özellikle de din adamlarının yalakalıkla evrenselleştirme çabalarıdır.

1f.i Tür{ü 'Din-Tanrı 1 - Düşünmeyeceksin; emirlerime itaat edeceksin. 2- Düşüne­ ceksin ve vicd anın la emir /hüküm vereceksin. Kur'an, ikinci türden bir din vazederken Sünnilik ve Şiilik, birinci türden bir din vazettiler. Hafız/ezber, inanç, örf, taklit, alışkanlık, gelenek ve kültür birinci tarzın aktüelleşmesi; düşünme, vic­ dan ve kalbin ürpermesi (23/60) ise ikinci tarz dini aktın ni­ telikleridir.

'}[afif.at ve §erçef.fif. 1fişkisi Evren/kfilnat, Hakk'ın yarattığı/hakikatten kaynaklanan Ger­ çekliktir. Gerçeklik, hakikatin örtüsüdür; onu gizler. Akliliğin/ rasyonelliğin kaynağı, Tann'nın işi olarak, doğadaki düzenli­ lik/kozmos olarak çoğul "ayat"tır. İnsanın dünya hayatı "de­ nenme" (iptila-imtihan ve fitne) olarak ve sonucu olan ahiret, hakikattir. İnsan, gerçeklik ile hakikatin sentezidir; yazı ile tura gibi. İnsan, Allah'tan gelip Allah'a, ahirete gider. Misti­ sizm/tasavvuf, Hakk lehine gerçekliğin değersizleştirilmesi; se­ külaıizm ise gerçeklik lehine hakikatin değersizleştirilmesidir.

128

Vicdan Böyle Buyurdu

'Dini O(mayan 'Do9matizm Dine inanmayanların birçoğunun "inanç"ları, dini inançlar­ dan daha az dogmatik veya daha az kesin değildir; bunların bir de kibirleri yok mu!

'Bu9ünün 'Dini sfo9an(arı Müşrik bir toplumda doğru dini sloganlar: "Allahu Ekber' veya ilahe illallah" idi. Bugünün dini sloganları ise : "Allahu Ve­ liyyun=Allah dosttur!" , "Allah'ım, vallahi varsın!", "Allah'tan "Ut

geldik; Allah'a gideriz!", 'Tanrı tutulması var; çünkü gözlerimiz katarak!" "Hakikat, görünen değil, gerçekliğin dibidir!" , "Haki­ kat, apaçık tecelli eder; ispat edilmez!", "Hevaya/havaya uyan, hakikati bulamaz!", "Batı, babldır!", "Para, putlaşınca puşta yakışır!", "Metropollerden doğaya (küçük şehirlere/kasabala­ ra) kaçın!" "Elini doldurmaya değil, temiz tutmaya çalış! " 'Tek­ noloji, artık sadece kullandığımız 'araç/alet' değil; etrafımıza ördüğümüz 'koza/kafes'tir.", "Sarışın canavarların yaratbğı yalancı/fam cenneti (ABD ve Avrupa) değil, Allah'ın vadettiği ebedi cenneti iste!", "Gün tez geçer, oyalanma, aldanma, yarı­ nı/ebedi olanı (ahireti) düşün!", "Dünya/hayat, oyun/ saçma/ hiçlik değil; ciddi bir iş/projedir; insan, başıboş değil; sorum­ luluk sahibidir!" olmalı. Eskilerin problemi, Allah'ı "gereği gibi takdir edememe'/(' (6/ 9 1 ) idi; günümüzün problemi ise O'nu unutmak veya irıkar etmektir: sekülarizm-nihilizm-ateizm.

'Din(erin 'r'a 6iat(arı Kilise ve Şiilik, patoloji olarak dindir; Hinduizm ve mistisizm, sayıklama/s anrı , rüya . . . olarak din; Budizm-Konfüçyanizm, kısa metrajlı (insanı hesaba katan) ahlak olarak din; İbrahimi monoteizm, gerçek dindir. Son dinin yorum sapmalarını dışa­ rıda tutuyorum.

Din-İman-İbadet

1 29

'][a kikatin §iz(enmesi Hayat, denenme olduğu için hakikat (ciydt) , hem içimizde (en­ jüs) hem de dışımızda (afcik) gizlemiştir ve isteyenler görebilir (4 1 / 53) .

rr'anrı-Lider 1m8esi ve 'Dini-Siyasi Yenirenme Bir mezhep veya siyasal parti, yarattığı Tanrı-Lider imgesinin totaliterliği oranında yeniliğe kendisini kapatmış olur ve za­ manla çöker/ çüıiir .

'Ağacı Qıyet O(arak §örmek Ağaç , sadece ağaç değil, Tanrı'nın birer işi olarak, binlerce "ayet"inden biridir. Kur'an'ın temel davası olarak bunun gö­ rülebilmesi için, insanın kör-ölü değil; görebilen ve diri olması lazımdır.

1stikamet ve 'Malayani "İstikamet" üzere olmayan her davranış/ilişki ve eylem, bi­ rer "ma-la-ya'n1" yani avarelik, oyalanma, aylaklık, eğlence ve aldanmadır. Bilim, sanat, ekonomi, siyaset, hukuk . . . vs . alanları dahil.

'Be((i 'Başfı 'Üç 'Düşünme 'Tarzı 1 Sadece Tanrı'yı merkeze alan ve varlığı "gölge" sayan "mis­ tik" (Hindistan) düşünme. 2- Sadece varlığı merkeze alan ve -

Tanrı'yı "vehim" olarak gören materyalist/pozitivist (Avrupa) düşünme . 3- Hem varlığa, hem de Tanrı'ya mevcudiyet hak­ kını veren İbrahim! monoteist (Kur'ani) düşünme (Ortadoğu) . Düşünmenin saiklerinin farklılığı, tarzı/yolu , en az düşünüp düşünmeme kadar önemli ve problematiktir. Örnek: " O, dü-

1 30

Vicdan Böyle Buyurdu

şünüp taşındı; ölçtü biçti; kahrolası, nasıl da ölçtü biçti; sonra tekrar derin derin düşündü; yüzünü ekşitti, kaşlannı çattı; son­ ra büyüklenerek arkasını döndü ve: 'Bu {Kur'an), sadece sözlü anlatılan bir sihirdir. ' dedf' (74/ 1 8-25) .

rTes6ifi ve Put Tesbihleıin gerçekliği, onların çeşitli taşlar oluşudur; onlara yüklenen isimler ve işlevlerse putlara yüklenen isim ve işlev­ lerle aynıdır: "Putlar, sizin ve babalarınızın uydurduğu isimler­ den başka bir şey değildir'' (53 /23) .

'Affafi'ın VarlitJının 'Kanıtı Ucu-bucağı olmayan deli düz/ovanın ortasında, dağın-dere­ nin yamaçlarında, vadinin kenarında . . . ev/aile/yuva kurmak için durmak, eğlenmek, yerleşmek ve sıkılmadan orada yaşa­ mak, Allah'ın varlığının kanıtı olsa gerek.

'Asli O(mayan "'Fani" 'Dünya Depremler kadar, kısa süre önce mera-tarla, dağ-tepe, de­ re-çukur. . . olan mekanların çarşı-pazar, bağ-bahçe, bi­ na-mesken olarak "şehir"leşmesini görmek, insana hayatın asaleti olmadığı, fani olduğu hissini veıiyor.

rı-Cer Şeyin 'Ayet O(uşu Kur'an ayetleıi, yeryüzünde ve güneş sistemindeki her şeyin "ayet/alamet/işaret" olduğunu söyler.

Din- iman- İbadet

131

1sfam ve 'Kay itafizmde 'Mü[fiyet Hayat "ffuıi" olduğuna göre , kapitalizmin-sekülaıizmin mut­ lak "mülkiyet/sahiplik"ten bahsetmesi, temelsizdir ve insan­ ları kandınnaktır. Gerçek olan (İ slam) , -sosyal sorumluluk koşuluyla- intifa/yararlanma hakkı ve bunun mirasıdır.

1nsanfığın 'Büyüf Sayışı İslami metafizik açısından son üç yüz senedir Avrupa'nın in­ sanlığı içine soktuğu yön/yol, hakikatin 1 80 derece tersi isti­ kamettedir. İ nsanlık "dalalet"e sapmış durumdadır. Yeryüzü nüfusunun çoğunluğu, bu iğvaya kandığı/kapıldığı için, şu anda olayın büyüklüğünün, vahametinin, skandallığının far­ kında değiliz: "El ile gelen düğün bayram . "

§ünümüzde 'Din İman olmadan din olmaz; hasbi düşünme , takdir etme , an­ lama, izan, fark etme (tefekkür, taakkul, tedebbür, tefakkuh, teemmül, tezekkür) olmadan da iman/şükran (Allah'ın hak­ kını ona vermek) olmaz. Bugün ortada olan sadece gelenek/ kültür, hafıza, ezber, taklit, dogma/kör inanç ve alışkanlıktır.

'Din Çaryması-Cin Çaryması Cübbeli Ahmet ve Müslüm Gündüz. . . tipleri, dinin cin çarpar gibi insanı çarpabileceğinin kanıtlarıdır.

"'Dünya"nın 'Mafıiyeti Ağaçlar kök salsalar da dünyada hiçbir şeyin "temeli" yoktur:

"Oradaki her şey fanidir" (55/ 26) . Doğru olan tutum, kişinin orada "asalet" oluşturmaya çalışmasıdır.

Vicdan Böyle Buyurdu

1 32

'.A.((afi-Peygam6er ve 'Din '.A.dam(arının Otorite 'Kaynagı Allah ve Peygamber, Kur'an'da "otorite"lerini, insan vicda­ nına/ aklına dayanarak insana bahşedilenler ve insana reva görülenlerden

(merhamet-adalet)

gerekçelendirildiği hfilde,

teologlar/ din alimleri, beleşten ve utanm adan bu otoriteyi paylaşma terbiyesizliğini gösterirler

1manın 'Dört Çeşidi 1 - Bulanık su : batıl itikat, şirk. 2- Temiz su: Müslüman filozof ve kelamcılar. 3- Şarap : Hristiyan teologlar ve sufiler. 4- Şer­ bet/ şıra, meyve suyu: Kur'an .

'Dinferde '.A.fi(aki Pro6fem(erin 'Kaynagı Tann 'nın "var" olduğu hakkında kesin tasdikimiz/kanaati­ miz (mantıki gerekçemiz, delilimiz) olduğu hfilde, mahiyeti/ hüvviyeti/kimliği/ karakteri hakkında -Kitabın verdiği bilgiler dışında- bilgimizin olmaması, din adamlarının onun adına "olmadık" şeyleri uyd urm alarına zemin hazırlıyor: "Kader" ör­ neğinde olduğu gibi.

1manın 'Üç 1J-fa(i 1 - Mantığa, bilgiye dayalı saf su hfili: Kelamcılar ve ilahiyatçı filozoflar. 2- Şarap hali: Teslimiyetin, koşulsuz boyun eğme­ nin, itaatin, dogmanın sarhoşluğu: Hristiyanlar ve mistikler.

3- Mantık ve ahlaki duygulanımı birlikte içeren şerbet, şıra, meyve suyu hali: Kur'an .

ıTanrı'nın 'Mizahı O(arak 'Kaktüs Kaktüs çiçeği, meyvesi, dikeni ve geometrisiyle Tann'nın mi­ zahıdır, şakasıdır.

Din-İman-İbadet

1 33

1manın 'Dört tNedeni Dini anlamda imanın/inancın başlıca dört saiki vardır: 1 -

Korku-ihtiyaç . 2 - Şartlandırılma-taklit. 3 - Ahlaki minnet/ şükür hissi. 4- Mantıki-düşünsel zorunluluk. Son iki saikin müminlerdeki oranı %5- 1 O'u geçmez .

'T'anrı'nın Varligının 'Defi(i Çocuğa nispetle babanın "var" olması gerektiğinden iki misli daha güçlü delille Tanrı vardır. Zira baba, çocuğun "oluşu­ munun" nedenidir; Tanrı, varlığın hiçlikten varlığa çıkarıl­ masının (yaratılmasının) bir de "öyle"/ şekillenmiş (kuş, taş . ­ baş . . . ) oluşlarının nedenidir.

'T'anrı 'T'asawurunun 'Dindeki Önemi Güçsüzlüğümüzden doğan yalakalık ruhuyla Tanrı'yı salt sonsuz güç/ mutlak kudret olarak tasavvur ettiğimiz andan itibaren, doğadaki "nedensellik" itibarsızlaştığı gibi insani ilişkilerdeki "ahlak" da itibarsızlaşmaktadır. Böylece müm­

kün, makul ve zorunlu ile muhal, müstehil ve imkansız bir­ birine karışmaktadır. Oysa akıl, "All.ah'm her şeyi bir ölçüye

göre yaratması" (54/ 49) anlamında "nedensellik/mantık"tır. Ahlak da buraya yaslanır.

1manın 'Mafiiyeti İman, gerçek ve şimdinin karşıtı olarak, gayba (Allah) ve gele­ ceğe (ahiret) umutla ve gerekçeyle bağlanmaktır.

1 34

Vicdan Böyle Buyurdu

'Din-'Dünya 1Cişkisi Hayattan bağımsız bir din-iman olmaz; hayatın kendisi, ya dindarca yaşanır ya da dinsiz. Hayattan kopuk dini bir ey­ lem -örneğin, Tann'ya şükretmeyi ifade etmiyorsa bir ritüel-, kötü bir matematik/ ekonomidir. Din, uğrundalığın (şehadet) karşılığı olarak armağandır.

'Dünyanın 'DetJeri Dünyanın en hakiki kavranışı, onun "fam" ve "aldatıcı" oldu­ ğunu kavradıktan sonra, onu ciddiye alıp imar ve ıslah et­ mektir.

1'fe3atif rfeofojinin 'Maskesi Negatif teoloji, -"meontoloji" gibi- uluhiyyet hakkında sözü, gözü, niyeti, cesareti olmayanların ciddiyet kisvesidir: "Dırdır etmeyelim . " Doğru , dırdır etmeyelim de; "Dut yemiş bülbül"e de dönmeyelim. "Ağır ol; molla desinler." ayağına da yatma­ yalım . Tanrı ve ahlak hakkında konuşmak, cesaret ve vicdan gerektirir.

Varligın 'Faz(ası Allah (zorunlu varlık) ve ahlak-ahiret (zorunlu eylem} , onto­ loji/mümkün varlık/evren ve bütünlüğün fazlasıdır (aşkın/ yüce) din dilinin "teşbih"e başvurması bundandır.

Din- İman- İbadet

1 35

'Dinin 'Dezavantajı Dinin en büyük dezavantajı, insan aklını mukayyet hfile ge­ tirerek onu dogmatikleştirmesi, çocuklaştırması ve aptallaş­ tırmasıdır. Dinin gücü, Tann'nın gücünden gelir; Tann'nın gücü, insanın korkaklığından, faniliğinden, umudundan ge­ lir. Gerçek Tann'nın azameti/ saygınlığı ise kudretiyle birlikte rahmfuıiyetinden gelir.

'Dinin §erçek 'Kaynagı Dinin asıl kaynağı/menbaı/gözesi küllenmiş ocak, söylenmiş söz {kutsal kitap) değil, o ocağın bir zamanlar kor /yanan hali olan insanın vicdanıdır. Sürekli şükredici düşünmedir. Tanrı, bütün o canlı hakikatleri {ayetleri) bu ocakta pişirmişti. "Ah­ lak yolu dardır; tetik bas, önü yardır. "

'Dini 'Düşünme Dini düşünme, doğanın insanla ilişkisinin sınırsız bir inam, ihsan, ikram, lütuf ve rahmet olduğunu anlayarak/kavraya­ rak daima şükran makamında (canlı iman) olmaktır.

1iman ve 1nanç/1tikat 'Arasındaki 'Fark İnanç/itikat bir kulpa yapışmak; iman ise ellerinde kuş tut­ maktır; ihtimam ve dikkat gerektirir.

1ndaffafita 'Kurtu{manın 1ki 'Koşu{u Hesabi {tilki-kurt) olmayıp hasbi (dürüst) ve muhasibi/ cri­ tical/ eleştirel {kül yutmama, uyanık olma, eşikte durma . . . ) olan herkes, -velev ki yanlış yapsın- indallahta affedilip kur­ tulur. "Dindarlık" , insanı cehenneme götürebilir.

1 36

Vicdan Böyle Buyurdu

11.nutma O(arak 'DinsizUk ve '}[atır(ama O(arak 'Din Yaşamın-zihnin doğal hali; ölümü, Tann 'yı ve ahireti unut­ maktır. Din, bunların düşünülerek (nazar/ibret, tefekkür . . . ) hatırlanmasıdır ( zikir/ tezkire) .

'lfiçin Sorusunu Cevay (amayı 'Reddetmenin �n(amı "Niçin?" sorusunu cevaplamayı (metafizik/ din) reddetmek, insanın başını kuma sokması gibidir.

1iea( 'Mümin İdeal mümin olan mücahit, uçma (teemm�l/tefekkür /tezek­ kür /teşekkür /tefakkuh/tedebbür) , yürüme (bilim, keşif, icat) ve yüzme (sezgi, ilham, feraset, irfan, basiret) faaliyetlerine birlikte sahip olup bunların gereğini yapan/eden, faal/aktif (salih amel) kişidir.

rr'ay ınma/'RitüeV16adet Sorunu Bugün namaz, oruç ve hac ibadetlerinin etkisiz hale gel­ mesinin sebebi, bu ritüellerin 1 400 yıldan beri aynıyla tek­ rar ederek alışkanlık haline gelmesi ve otomatikleşmesidir: "Onlar, ibadetlerini (saldt) ciddiye almazlaı'' ( 1 07 / 5) . Oysa, bu durumu aşmak için Allah, "Her toplum için ayn ibadetler (menasik) vazetmiştik." (22/67) diyor. Hac ve orucun, etnisite ve dille ilişkisi yoktur. Namazın formu değil de, sözlü (kıra­ at, zikir-tesbih) bölümü Arapça olduğu için, Arap olmayan halklarda sorun çıkarır. İbadet/ritüel/menasik/tapınma, Al­ lah'a karşı genellikle ortak olarak ifa edilen saygı, şükran, hatırlama, övgü, yardım, sığınma . . . ifade eden sözlü ve ameli, sembolik formlar olduğu için, her toplumun kendi dilinde bi­ linçli/ şuurlu olarak icra edilmesi önemlidir. Bundan dolayı Türkler "Sema" ve "Semah" şeklinde kendi ibadet formlarını yarattılar. Ancak. onlar da zamanla rutinleşti.

Din-İman-İbadet

137

'Uzayın Sessizfiğ i ve 'Dünyanın 'Düzeni Uzayın dehşetengiz boşluğu/ sessizliğiyle mukayese edildi­ ğinde "dünya"mızın göğüyle birlikteki "Has Bahçe"liliğini, cıvıl cıvıl oluşunu , düzenini ve ona sonradan yerleştirilen "insan"ın başı boş olduğunu iddia etmek kadar aptallık ola­ bilir mi?

Parafe( Yay ıfar Hasta ve sağlam olmakla, hidayet ve dalalette olmak birbirine paraleldir.

'Dinin Çeşit(eri Din, cins isimdir; maden gibi: Yakutu var, altını var. bakırı var, demiri var, kömürü var . . .

'T'anrı-'Mantık ve 'Kafp Akıl/mantık, ancak ''Tanrı olmalı" diyebilir (deizm, teizm) . ''Tanrı vardır" diyebilen ancak,

kalp/gönül, ahlaki duygu,

sezgidir.

1(ke( ve §efişmiş 'Dinin Öze((ik(eri "İlkel din"in özelliği sorgulanmaz, dogmatik, vehim/zan/ta­ hayyül kaynaklı olduğu halde kör/kesinliğidir. Gelişmiş dinin özelliği ise akla, soruşturmaya, delile,

olayın-amelin dina­

mikliğine bağlı olarak yenilenmeye açık olmasıdır.

1 38

Vicdan Böyle Buyurdu

1nsanfıt}ın Tekamü(ü ve 'Monoteizm Neyin "mümkün" veya "mümkün olmadığı" , insanın zih}nsel tekamülü/ evrimi /büyümesiyle ilgili; neler "yapılabilir/ edile­ bilir" neler de "yapılamaz/ edilemez" ise insanın hayvanlıktan uzaklaşıp, "insan" olmaklığıyla ilgilidir. Monoteist din, bir "in­ sanlık" proj esi-pedagojisidir. İbrahimi monoteist dini öğreti­ nin üç fraksiyonu (Yahudilik, Hristiyanlık, İslam) ve sonun­ cu tecrübenin (İslam) de tarihsel fermantasyonları (Haricilik, Şia, Sünnilik) , bu bilincin "topal"lığını ortaya koyar.

xr öymenin �n(amı Büyüklerin eğilerek elinin öpülüp alına konması, Tann'ya ya­ pılan secdenin "büyük"lere transferidir.

'Mümin ve 'Kafir �rasındaki 'Fark Alim ile cahil arasındaki fark ne ise hakiki -dogmatik değil­ mümin ile kafir arasındaki fark da aynıdır.

'lfidayet ve 'Da(a(etin 'Misafi Hidayet (nüıi ve dalalet (zulümdô , biri duru, diğeri bulanık akan iki

nehir gibidir. Duru nehirde "alabalık" , bulanık akan nehirde

"sazan" balığı yaşar/yetişir. Her tür, diğer nehre girince ölür.

Vahyin 'Din 'Konusunda 1nsanfıga 'Daimi 'Üç 'Katkısı Peygamberlerin daimi olarak vurguladıkları hususlar, yani "vahy"in din konusundaki esas katkısı şu üç şeydir: 1

-

Al­

lah'ı hakkıyla takdir/tasvir etmek (esmdü'l-hüsnd) . 2- İnsan olarak yeryüzündeki misyonumuzun ve sonumuzun ne oldu­ ğunu "büyük haber" olarak (78/ 1 -3) bilmek. 3- Arzularımızı kolayca ilahlaştırabileceğimiz tehlikesi ve ahlak konusunda titiz-müteyakkız , tetikte olma mecburiyeti.

Din- İman- İbadet

1 39

Çağdaş 1s{ami Vecize{er/Sfogan{ar "Ll

ilahe illellah'' , "Allahu Ekber" gibi dini sloganlar, müşrik

bir toplumda anlamlıydı. Bugün ise Allah ve ahiretin unutul­ duğu veya inkar edildiği " seküler" bir çağda yaşıyoruz. Bugü­ nün İslami "vecize / slogan"ları şöyle olabilir: "Allah'tan geldik; Allah'a, ahirete gideriz. " "Kapitalizme inat, yoksullar ve çaresizler gönüllü ortak­ larımızdır. " "Korkma, paylaş ; çoğaldığını göreceksin. " "Sekülarizm , gaflettir; oysa, her şey ayettir. " "Sekülarizm, -Tann'nın unutulması olarak- şeytanın partisinin (hizbüşşeyta.n) iktidarıdır. " "Ağacın, sadece ağaç değil; aynı zamanda ayet olduğu­ nu anlamamak, aptallıktır. " "İnsanlara faizle/fazla borç verme; onlara yardımla Al­ lah'a borç ver. " "Acilcilik/peşincilik, ahmaklıktır; akıllılık, yarını dü­ şünme , veresiye, yatının ve ahirettir. " "Akıllı insan, yarını düşünür, yarını; yani ahireti/ ebedi hayatı. " "Dolar v e Avro , kağıttan i ki puttur . " "Zenginliğin herkesçe arzu edilir oluşu, her zenginin doğru-dürüst olduğu anlamına gelmiyor. " "Zenginlerin kafir oluşu, kafırlerin muhteris /mütekeb­ bir oluşundandır. " "Cimrinin içinde şeytan gizlenmiştir. " "Aldığın zaman sevinemeyeceğin şeyi, hayır diye verme . "

1 s (anı

W(e-i Şer'iyyenin 'Doguşu İslam hukuk metodolojisi (fıkıh usülü) , dinamik bir şekilde sorunları halledemediği/çözemediği için halk, "hile-i şer'iy­ ye"ye başvurmak zorunda kaldı.

Özcü(ük ve 1s(am İslam; Yahudilik, Hristiyanlık ve Arap cahiliye döneminden seçmelerle ve yeni bazı orijinal katkılarla zaman içerisinde tedrici olarak oluşmuş bir entite/ öz ise bu tarz dinamik öz­ cülüğünü, tarih içinde de sürdürmeliydi. Bunu yaptığı erken dönemlerde mistisizm ve Yunan felsefesiyle eklemlenme giri­ şimleri oldu ise de kısa süre sonra dondu ve bünyesine aldığı bu yeni unsurlarla katı bir özcülüğe sığındı.

1nsaf O(arak 1s(am İslam, başkasında/ötekinde olan iyi ve doğruyu görme/takdir etme; kendinde-bizde olan kötüyü ve yanlışı görme/tekdir etme yeteneğidir. "İnsaf, dinin yansıdır. " sözü, bu gerçeği dile getirir.

Siyasette 1s(am'ın 'Başına §e(en İslam siyasette adalet, eşitlik, meşveret ve ehliyet ilkelerini salık verdiği halde; mitleştirilen Dört Halife (hulefü-yi raşidin) dönemi, bir kabile (Kureyş) devleti; saltanat dönemi ise aile (Emevi-Abbasi-Seçuklu . . . ) devleti olmuştur.

1 44

Vicdan Böyle Buyurdu

Söyfenmiş 'DotJru Söz ve 'DotJru Söz Söyfeme �rasında 1s(am İslam, sadece doğru söylenmiş bazı sözlerin (Kur'an-hadis) toplamı ve onların tatbiki değildir; yeni doğru sözler söyle­ me ve yeni doğru eylemler ortaya koyma pratiğidir. Söylen­ miş söz, uyuyan kor ise konuşma; yarılmış tohum , çakılmış çakmak, tutuşturulmuş çıra gibidir; yeni yangınlara gebedir. Soru sormak, düşüncenin fitilidir.

Xvrense(ci(erin §erçek 'Niyeti Evrenselciler, Kur'an metninin anlam dünyasını ve ufkunu gramere ve kelime dağarına bağlı, eşsüremli (yatay-synchro­

nic) olarak sınırlı (tarihsel-toplumsal) değil; Tanrısal olarak sınırsız/sonsuz gördükleri için, zamanla her kuşak kendi vehmini, zannını, beklentisini, umudunu . . . Tanrı üzerinden metne yüklemeyi başarabiliyor. Bunca tahrifata da Kur'an'ın "mucizeliği"inden kaynaklanan anlam zenginliği diyorlar.

'Kavram 'Üretme ve 1s(am İslam'ın söylenmiş söz (ayet-hadis) , üretilmiş kavramlar/me­ taforlardan oluşan mutlak bir ilahi "logos/kelam" mıdır; yok­ sa süren hayatın/ oluşun, değişmenin içinde yeni kavramlar/ hükümler/ sözler üretmek midir? İslam'ın değişen bir evri­ minden söz edebilecek miyiz? Yoksa kavramsal ve duygusal olarak onu Arabistan'ın ve Arapların donmuş ve fosilleşmiş hali olarak mutlaklaştıracak mıyız? Kavram yaratma, etraf­ taki olay ve olgulara bağlantılı olarak gerçekleşiyorsa İslam düşüncesinin meşru ve fakat usfıl olarak yanlış ana kavram üretme disiplinleri olan fıkıh ve kelamla, gayrimeşru kavram üretme stratejileri olan tasavvuf ve felsefenin ürettikleri kav­ ramların büyük ölçüde anlamlarını yitirdikleri ortada. Kav­ ramlar, canlı çığlıklarsa Kur'an, mutlak bir logos değil; insani arzunun, hevanın, içgüdülerin, nefsin, kalbin bir analizidir. İslam, Tanrı'nın aktüel ve tarihsel olaylar hakkında "yorum"

İslam

1 45

yapması; muhatapların a vaaz etmesi, yani tehdit, kınama, tavsiye ve teşviklerde bulunmasıdır. İslam'da anlamı sabit olan alan iman ve ibadetler, anlamı değişen alanlar ise ahlak, hukuk ve siyasettir. Vahyin nicelik olarak mücessemen (ol­ gusal, parçalı, peyderpey, dura-dura) inmesi, nicelik olarak da dinin "genişlemesi" anlamına gelmiyor; dinin eğitim olarak anlaşılması ve benimsenmesi/içselleştirilmesi anlamına ge­ liyor. Yani Kur'an, şimdiki hacminin yarısı kadar olup yine İslam tamamlanmış olabilirdi .

rTasawujun rTa6iatı Tasavvuf, Hristiyanlığın İslam içinde aynı psikolojiye sahip insanlar tarafından olumlanması ve yeniden üretilmesidir: Yaşamı olumsuzlama, idealizm ve çilecilik.

'Rant 'Fıkhı Fıkıh, vaktiyle faizi kendine mevzu yaptığı gibi, günümüzde "Emlak Rantı"nı mevzu edinip bir çözüm üretmedi . Emlak-ar­ sa, göçün olduğu toplumlarda paranın eddfen muddafen (kat kat) kazanç sağlamasından daha fazla elf muddafen (bin kat) durduk yerde, emeksiz kazanç sağlamaktadır. Kamuya ait arazilerin gerek satışından, gerek irtifa izninden dolayı ka­ zanç sağlanmaktadır. Siyasiler ve bürokratlar, kamu otorite­ sini/nüfuzunu kullanarak bu emlakların satışından kişisel haksız kazanç sağlamaktadırlar. Kat irtifası izni, şehirde ya­ şayanların güneş , hava, manzara ve ufuklarını engellemele­ rinden dolayı kamuya bir bedel ödemeleri gerekir.

1s(am 'Dis�lin(erinin 'Meşruiyeti İlahiyat fakültelerindeki hocalar hep kendi disiplinleri/bi­ lim dalları üzerine güzellemeler yapıyorlar/yazıyorlar. Kimse kendi disiplininin bağlı olduğu gövde, kök, toprak ve iklim

1 46

Vicdan Böyle Buyurdu

üzerine sorgulama yapamıyor, konuşamıyor. Herkes kendi disiplininin toplam İslam düşüncesi ve kültürünün bir par­ çası olduğunu söylüyor; kimse kendi dalının meşruiyeti ve ağacın selameti için gerektiğinde kendi dalının budanmaya ihtiyacı olup olmadığını sorgulayamıyor.

1 ki Çözüm Şekfi Sorunları dini-İslami esin/ saikle, çözmekle onları "İslam'da çözmek" birbirinden ayrı iki şeydir.

'Kur'an 'A.ray Sokağına mı Yoksa ']-(erkese-'}-{er Zamana mı 'Konuştu Tanrı, Mekke ve Medine'nin sokaklarına (Arap sokağına) ko­ nuştuğu halde (umme'l-kurii ve men havleha) ulema, O'nun herkese ve her zaman için olduğunu sandılar. Kur'an, ancak Mekke ve Medine'nin patronaj ında, (psikolojisinde , sosyolo­ jisinde , antropolojisinde, ekonomisinde, siyasetinde) anlaşı­ labilir.

Se(efiyyenin §eçmiş 'Af8ısı Selefıyye, Bedeviliği, geçmişi, tarihi mümkün olgu olarak gör­ me yerine , onu dinin ontolojik/zorunlu parçası olarak mut­ laklaştırdı. Yeni olguları yorumlamayı (tecdid) "bid'at" olarak lanetledi.

1kfimin 1s(am'ı Yorum(amaya '.Etkisi Hariciler, Ashabü'l-Hadis , Hanbelilik, Selefilik, Zahirilik, Veh­ habilik; İslamiyet'i, "çöl" ikliminin meyve ağacı olan "hurma" ve yine bu iklimin hayvanı olan "deve" gibi, çöl insanının (Araplar) psikolojisi, fizyolojisi, antropolojisi ve sosyolojisi ola-

İslam

1 47

rak yorumlamışlardır: Bu durumda spesifik bir atmosfer veya iklim bağlamında çöl, Arap, deve, hurma ve İslam akrabadır. Fıkıh, kelam, tasavvuf ve felsefe, İslam'ı tarım-imparatorluk koşullarında "cihanşümul"leştirme çabalarıdır. Modern dün­ yaya uyarlama çabaları devam ediyor.

Tasawuj ve 1s(am 1fişkisi Tasavvuf, omurgası/iskeleti ve ruhu yabancı; fakat eti ve elbi­ sesi İslam olan bir bedendir. İslam, insanın zaaflarını "ıslah" etmeye yönelik bir mücadele/ cihad (dava) iken tasavvuf, bu zaafları "hoş gören" bir söylemdir.

�k ve Sev8inin 1sfami 11-fükmü İlahi ve insani olan çeşitleriyle sevgi, ötekine (Tanrı ve insan) karşı ahlaki bir sorumluluk; aşk ise kişisel bir egoizm veya hastalıktır. İslam , sevgiye koşullu olarak "evet" derken; aşkı. -hastalığı gönüllü olarak isteme olduğu için-, zorunlu olarak yasaklaması gerekir. Mistikler onu, ilahi bir dava olarak yü­ celttiler.

Tasawujun 'Mahiyeti Tasavvuf, dünya hayatının "ffuıi"liğinin ve "ayartıcı"lığının aşın vurgulanarak insanların hayattan soğutulmasıdır. Ta­ savvuf, bedenin "it" yerine konup aşağılanması yoluyla ruhun melekleştirilmesi çabasıdır. İslam ise fani ve ayartıcı hayatın ve azgın bedenin ıslah edilmesi davasıdır. Tasavvuf, dağcılığın veya dalgıçlığın, halk/avam için "dava" haline getirilmesidir (tarikatlar) . Sonuç birçok vatandaşın boğulması veya uçu­ rumdan düşüp yaralanması veya ölmesidir.

1 48

Vicdan Böyle Buyurdu

1s{am'ın SentezciUt]inin 'Jlrka P{anı Tarihte Müslümanları -yanlışlara düşme pahasına- kolayca yabancı düşüncelerle sentezler kurmaya iten saik, Müslü­ manlığın özünde taşıdığı cihanşümullüktür.

1s{am'daki '}(ristiyanfık Hz . İsa'nın davası, Kur'an'da "yüce" bir tercih alternatifi ola­ rak: "Her kim, sabreder ve bağışlarsa, işte bu, azmedilecek

bir mertebedir." (42/ 43) ve "Eğer sen kötülüğe iyilikle muka­ belede bulunursan; seninle arasında düşmanlık bulunan kişi­ nin, sana sıcak bir dost olduğunu görürsün; bu seviyeye ancak sabredenler ve olgun kişiler ulaşabilir." (4 1 / 34-35) ifadeleriyle sürdürülür.

1s{am ve 'KayitaUzm Kapitalizm, malın, nimetlerin ihtirasla kazanılması ve ihti­ raslar uğruna harcanmasıyken İslam, malın ve nimetlerin iktisatla kazanılması ve ihtiyaçlar uğruna harcanmasıdır. Ka­ pitalizm, insandaki tamah, açgözlülük, istifçilik, tuğyan ve te­ kebbür arzularının meşrulaştırılmasıdır. İslam, bu arzuların dizginlenmesi çabasıdır.

Yaratma Sifatını tTakUdin Yasakranması Klasik Sünni teoloji, Tann 'nın Yaratma (Halik) sıfatını taklit etmeyi (resim, heykel, müzik) müminlere yasaklayarak onlara en büyük kötülüğü etmiştir. Çocuğa -tehlikesinden dolayı­ havuz başında durmayı yasaklama, büyüyünce yüzme öğren­ mesini engellemeyi gerektirmez.

İslam

1 49

1s(am ve Tasawuja §öre tRufi ve 'Beden İslam, ruh-beden birlikteliği üzerine kurulmuşken tasavvuf, bunların ayınını ve bedenin aleyhtarlığıdır.

1sfam'ın 1ki Yarısı İslam'ın yansı ilahlık davası ise (tevhid) ; diğer yansı da insan­ lık davasıdır (adalet ve merhamet) .

1sfam ve ']-(ristiyanfık İslam , ruhani/ilahi ve uhrevi bir karaktere sahip olan Hristi­ yanlığa bedeni, insani ve dünyevi bir elbisenin giydirilmesidir.

§reffer, mntfifer ve 1s(am Greklerin ahlaktaki "orta yol" değerleri (Aristo-Stoalılar) , İs­ lam'a Hintlilerin ve onların Ortadoğu'daki (Kabbala, tasavvuf) ve Batı'daki (Hristiyanlık, Yeni Platonculuk) mezheplerinden daha yakındır.

1sfam'ın 'Başına §e(enfer Tanrı'nın eleştiri-emir, tasvip /tavsiye-tekdir/tahrimleri (Kur'an) ,

Hz. Muhammed (Sünnet) ve ilk Müslümanlar ( icmd) tarafın­ dan izan, idrak, iman ve icra ile açıkça ortaya konan düşün­ ce, duygu ve davranış bütünlüğünden (akide ve şeri.'a) olu­ şan "İslam" , erken döneminde (Hülefü.-yi raşidin, Emeviler) siyasal tahrip; orta dönemlerinde yorumsal tahrif (lafızcılık/ Selefiyye, Batıncılık/tasavvuf, kılı kırk yaran şekilcilik/fıkıh, kuru mantıkçılık/kelam-felsefe) ; geç döneminde (Osmanlı) zihinsel/ düşünsel taklit ve donma; bugün ise mezhep kav­ gası ve terör gölgesinde, öğreti/ doktrin/teori ve toplumsal/ pratik örneklik yüzünden tanınmaz haldedir. Böylece Allah'ın

1 50

Vicdan Böyle Buyurdu

Yahudi ve Hristiyanlara yaptığı: "Dinlerini parçalayanlar

ve

kendileri de mezheplere aynlanlarla senin bir ilgin yoktur; on­ lann iijiAllah'a kalmıştır; Allah, onlara yaptıklannı soracaktır." (6/ 1 59) eleştiri, Müslümanlar için de geçerlidir.

1s(am'ın rTrajedisi Güçlü ilahi kaynaklara/bilgillere (Kitap, Sünnet, icmal sahip olduğuna inanan Sünnilikte akla (kıyas /içtihada) , hayatta/ ahlakta halk için hiç , ulemaya da dörtte bir yer kaldığı (kulla­ nılmadığı) için , bu kabiliyet kötürümleşti. "Hayatın 'Niçin?'ine sahip olunan yerde 'Nasıl?' sorusu sorulmaz ve akıl yok olur" (Nietzsche) .

1s(am'ın 'UmumiUtJi Siyasette umumi maslahat celbediliyor ve umumi mefsedet de defediliyorsa ayrıca "İslam'a göre . . . " ifadesine gerek yoktur.

'Meş fiur(arın 1fitidasının '.Müs(üman(arda YarattıtJı 'Duy3u Roger Garaudy, Cat Stevens, Tony Blair'in baldızı . . . . nın Müs­ lüman olması, ağanın marabaları ziyareti, varoşa zengin ma­ halleden gelin gelmesi, köye devlet büyüğü gelmesi gibi bir duygu yarattı.

'KöfeU!Ji 'Kaftlıramayan 'Müsfüman(ar Kur'an, köle özgürleştirmeyi büyük bir ahlaki erdem olarak görmesine rağmen (90/ 1 1 - 1 3) Müslümanların, köleliği kaldı­ ramamış olmaları, ahlaksızlıklarındandır.

İslam

151

'Düşünce ve �feştiri Yoksunu 1s(am 'Dünyası Kadın sünneti, peçe-çarşaf, imam nikahı, kader-kısmet, kafa kesme, terör-şiddet, mezhepçilik . . . vs gibi ilkel uygulama ve inançların İslam dünyasındaki yaygınlığı, uzun süreden beri bu dünyada düşünce ve kritiğin olmadığının kanıtıdır. Mi­ toloji ve Kilise üzerine kurulan Hristiyanlık, reformasyondan sonra epeyce eli yüzü düzgün hale geldi; aslı akıl ve vicdan üzerine kurulan İslamiyet ise zamanla karikatür hale geldi.

1s(am'ın Çöküş %deni Tanrı'nın "mutlaklık" imgesi, Kur'an'ın "mevsukiyeti" /tahrif olmamış olması ve Hz. Muhammed'in "son peygamber" oluşu, Müslümanlarda İslam dininin "mükemmel" olduğu imajını doğurarak onun kendini aşması, zamanın/tarihin sessiz öğü­ tücülüğüne/çürütücülüğüne karşı tecdit edilmesi gerektiği düşüncesini yok ederek, zamanla tüm büyük şeylerin ken­ dileri yüzünden telef olmaları kuralına bağlı olarak bozuldu. Geniş grup kimliğine aidiyetin doğurduğu -sahte- öz güven, bireylerin taşıdığı kimliğin hakikatini veya sahteliğini/çürü­ mesini sorgulamayı ortadan kaldınr.

'Müs(üman(arın Tecdit 'Korkusu İslam'ın tarihi süreç içinde yaşamdan ve düşüncenin geliş­ mesinden doğan, bazı bölümlerinin, kurumlarının, teolojisi­ nin olağan eskimesinin tecdidi uzun süreden beri, -en az beş yüz yıldan beri- yapılmadığı için, değişecek parçaların sayı­ sı fazla; tecditle aslı bozulur korkusuyla kitleler, entelektüel yetersizlikten/ cesaretsizlikten dolayı da alimler, tecdidi göze alamıyor. 'İslam, son din' , 'İslam, bozulmamış din' , 'İslam en mükemmel din' söylemleriyle kendilerini tatmin ediyorlar. Bu da onu daha fazla tarih dışına itiyor.

1 52

Vicdan Böyle Buyurdu

1s(am 'Düşüncesinde 'Beş Tür rfeofoji 1 - Gece Nöbeti: Uykusuzluk, gözü tavanda olmak, tetikte ol­ mak/tetik basmak, teyakkuz hali, kül yutmama, mahallenin/ ailenin/ümmetin ve sınırların namus bekçiliği (Mutezile-Ma­ turidilik) . 2- Akşam Eğlencesi: Gevezelik, dırdır, sohbet, geyik yapma, Tann 'ya ve halka yalakalık, laf ebeliği, muhatabı faka bastırma çabası, cedel/ polemik, sidik yarıştırma (Eş'arilik) .

3- Anti-Teoloji: Dogmatik saflık, çocuk ruhluluk, püriten sa­ mimiyet/ dürüstlük (Selefilik) . 4- Mistisizm: Görevden kaçma, dünyayı , içgüdüleri, bedeni terk etme , aşağılama, çilecilik, ruhsal hedonizm, sarhoşluk, aşk-meşk (tasavvuf) . 5- Felsefi Teoloji: Tekebbür, güç istenci, mutlak hakikati bulma iddiası, uzayda gezme, avamı aşağılama (filozoflar) .

rfasawujun 'Kaynak(arı Tasavvufun, bir iki mecaz içeren ayeti (24/35; 8/ 1 7 ; 1 8 / 65) gerçek (ontolojik) olarak yorumlamasının ötesinde , Kur'an'ın içgüdüleri "evet"leme ahlakına ilgisiz olduğu (zühd) ; daha zi­ yade İncil'in onlara "hayır" demesine iştiyak duyduğu; kay­ nak olarak bazı zayıf hadislere ve evliya menkıbelerine dayan­ dığı dikkatlerden kaçmıyor.

"§erçek 1s(am"(ar 'Bataffıgı Entelektüel zaaftan dolayı içtihat kapısı kapandığı için, bin yıldan beri "tecdit" edilmemiş bir dinin evi (siyasal bedeni) başına yıkılınca, atmosferi yırtılınca, içinde yaşadığı iklim (ta­ nın-ticaret-hayvancılık) değişince (sanayi/teknoloji devrimi) , ilmi otoritesi itibarsızlaşınca (medresenin çöküşü) , el yorda­ mıyla herkes kendince mevcut malzemeden bir "gerçek İslam" üretiyor. En revaçta olanlar da "Selefi" denen primitif İslam'a dönmek isteyenler. Tarihsel kritikle geçmiş ve içinde bulun­ duğumuz ortamın doğru değerlendirmesi yapılmadığı sürece, bu bataklıktan asla kurtulamayacağız.

İslam

1 53

1s(am'ın 'T'amam(anmışfığı ve 'Mükemmeffiği Yanırsaması İslam toplumunun trajedisi, vahyin bir "atış rampası" olmak­ tan çıkıp "ayak bağı" hfiline gelmesidir. "İslam tamamlanmış­ tır!" ve "İslam mükemmel bir dindir!" sloganları, İslam'ın "hare­ ketli cevher" (Molla Sadra) ve "sürekli devrimci" (Trocky) özünü bitirmiştir. Oysa ilgili ayetin (5/3) kastettiği, o günlerde Müslü­ manların politik hegemonyasının tamamlanmış olmasıdır.

'An(aşı(mayı 1stemeyen Tanrı İnsanlar tarafından anlaşılmayı istemeyen bir Tanrı, iyi niyet­ li ve ahlaklı olamaz. "Hikmetinden sual olunmaz" mottosuna inanan Eş'arilik, böyle bir Tann tasavvuruna sahiptir.

'Fiten '}{adis(erinin 'An(amı Hadis kitaplarındaki "Fiten" edebiyatı (gelecekte vuku bula­ cak zulmün, fitnenin, kıyametin, kıtalin haber verilmesi) , Hz. Muhammed'in "felaket tellalığı" değilse erken patlak veren iç savaşın meşrulaştırılma girişimidir.