120 17
Turkish Pages 284 [286] Year 2015
TEFSİR TARİHİ
PROF. DR. MUHSİN DEMİRCİ
Yirmi Yedinci Baskı
TEFSİR TARİHİ
M.Ü. İLÂHİYAT FAKÜLTESİ VAKFI YAYINLARI Nu: 192
ISBN 978-975-548-184-5 Sertifika No: 16209
Kitabın Adı Tefsir Tarihi
Yazarı Prof. Dr. Muhsin DEMİRCİ Kapak ve Sayfa Tasarım Eren SAKIZ Baskı: Pasifik Ofset
Cihangir Mah. Güvercin Cad. No: 3/1 Baha İş Merkezi A Blok Kat: 2
34310 Haramidere / İSTANBUL Tel: 0212 412 17 77 Sertifika No: 12027
27. Baskı Eylül 2015 - İSTANBUL Bu eserin bütün hakları İFAV'a aittir. Yayınevinin izni olmaksızın, kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik
ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve dağıtımı yapılamaz.
İsteme Adresi M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları Nuhkuyusu Cad. No: 110 Bağlarbaşı 34662 Üsküdar - İSTANBUL Tel: 0216 651 15 06 Faks: 0216 651 00 61 [email protected] • www.ilahiyatvakfi.com
M.Ü. İLÂHİYAT FAKÜLTESİ VAKFI YAYINLARI Nu: 192
tefsir tarihi Prof. Dr. Muhsin DEMİRCİ
27. Baskı
İstanbul - 2015
Muhsin DEMİRCİ
1953 yılında Erzurum'da doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini Erzurum'da tamamladı. 1964 yılında hıfzını bitirdi ve 1965 senesinde İstanbul'a gelerek Beyazıt
Câmi imam hatibi Abdurrahman Gürses hoca efendiden tecvid ve tashih-i hurûf dersleri aldı. 1966-1972 yılları arasmda Erzurum İmam Hatip Lisesinde okudu.
1973 senesinde girdiği Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi'nden 1978'de
mezun oldu. 1978-1980 yılları arasmda Erzurum Ticaret Lisesi'nde daha sonra da
bir öğretim yılı İmam-Hatip Okulu'nda meslek dersleri öğretmeni olarak görev
yaptı. 1982 senesinde M. Ü. îlâhiyat Fakültesi'nde açılan araştırma görevliliği sınavını kazanarak Tefsir Araştırma Görevlisi oldu. 1984'de Yüksek Lisansım, 1988
yılında da doktorasını tamamladı. 1994'de Yardımcı Doçent, 1996'da Doçent, 2004 yılında da Profesör oldu. Halen aynı fakültede Tefsir Anabilim Dalı Başkam olarak
görev yapmaktadır. Arapça ve Fransızca bilir. Evli ve iki çocuk babasıdır.
Yayınlanmış Eserleri: 1- Ebu's-Senâ Mahmud b. Abdirrahmân el-İsfahânî ve Tefsirdeki Metodu, (Basılmamış
Doktora Tezi), İstanbul 1989. 2- Vahiy Gerçeği, (II. Basım), İFAV Yayınları, İstanbul 2011.
3- Kur'ân'm Müteşâbihleri Üzerine, Birleşik yayıncılık, İstanbul 1996. 4- Lokman Sûresi ve Ahlâki Öğütler, (III. Basım), Çamlıca Yayınları, İstanbul 2011. 5- Tefsir Usûlü ve Tarihi, İFAV Yayınlan, İstanbul 2003. 6- Kur'ân ve Yorum, İFAV Yayınları, İstanbul 2014. 7- Kur'ân'dan Evrensel İlkeler, Ensar Neşriyat, İstanbul 2007. 8- Nas-Olgu Bağlamında Kur'ân'da Sosyal Gerçeklik, Ensar Neşriyat, İstanbul 2007.
9- Kur'ân'm Ana Konuları, (VIII. Basım), İFAV Yayınları, İstanbul 2010. 10- Tefsir Terimleri Sözlüğü, (III. Basım), İFAV Yayınları, İstanbul 2011.
11- Kur'ân'a Göre İnsan ve Sorumlulukları, Ensar Neşriyat, İstanbul 2010. 12- Kur'ân Tarihi, (VI. Basım), İFAV Yayınları, İstanbul 2011. 13- Tefsirde Metodolojik Sorunlar, İFAV Yayınları, İstanbul 2012. 14- Tefsire Giriş, (II. Basım), İSAM Yayınları, İstanbul 2013.
15- Kur'ân'da Toplumsal Düzen, (II. Basım) İFAV Yayınları, İstanbul 2013. 16- Konulu Tefsire Giriş, (II. Basım) İFAV Yayınları, İstanbul 2013. 17- Tefsir Tarihi, (XXIV. Basım), İFAV Yayınları, İstanbul 2014.
18- Tefsir Usûlü, (XXXVI. Basım), İFAV Yayınları, İstanbul 2015.
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR....................................................................................................
ÖNSÖZ................................................................................................................... GİRİŞ......................................................................................................................
KUR'ÂN'IN İNZÂLİ ve KİTAPLAŞMA SÜRECİ......................................... BİRİNCİ BÖLÜM
TEFSİRİN TANIMI VE NİTELİĞİ
I. TEFSİRİN TANIMI............................................................................................! A. Tefsir Kavramı......................................................................................................................... B. Tefsirle Anlam Yakınlığı Olan Kavramlar......................................................................
1. Te'vil..................................................................................................................................... a. Tanımı............................................................................................................................
b. Şartları........................................................................................................................... c. Çeşitleri.......................................................................................................................... ca. Beyânî Te'vil.......................................................................................................
cb. İrfânî Te'vil......................................................................................................... cc. Burhânî Te'vîl....................................................................................................
d. Te'vîl İle Tefsir Arasındaki Farklar....................................................................
2. Tercüme................................................................................................................................ a. Tanımı............................................................................................................................
b. Çeşitleri......................................................................................................................... ba. Harfi Tercüme................................................................................................... bb. Tefsiri Tercüme.................................................................................................
3. Meâl........................................................................................................................................
II. TEFSİRİN NİTELİĞİ...................................................................................... A. Tefsirin Konusu ve Amacı................................................................................................... B. Tefsirin Gerekliliği.................................................................................................................. C. Tefsirin Diğer İslâmî İlimlerle İlişkisi..............................................................................
TEFSİR TARİHİ
6
III. TEFSİRDEKİ FARKLI YAKLAŞIMLARIN SEBEPLERİ...................... 43 A. Kırâat İhtilâfları....................................................................................................................... 43 B. Çok Anlamlılık......................................................................................................................... 45
C. Itlak - Takyid Anlayışı...........................................................................................................46
D. Umûm - Husûs İhtilâfı...........................................................................................................47 E. Mensûh - Muhkem İhtimâli................................................................................................. 48 F. Seleften Farklı Rivâyetlerin Gelmesi................................................................................. 49
G. Mezhep Taraftarlığı................................................................................................................ 50
H. Tefsirde Dirâyet ve Rivâyet Olgusu................................................................................ 51
İKİNCİ BÖLÜM TEFSİRİN DOĞUŞU ve TEDVİNİ
I. TEFSİRİN DOĞUŞU ve GELİŞMESİ (Sözlü Nakil Dönemi)................ 55 A. Hz. Peygamber'in Tefsiri...................................................................................................... 55
1. Hz. Peygamber'in Kur'ân'ı Tefsir Vesileleri............................................................. 55 a. Âyet Okuyarak Tefsir Etmesi................................................................................ 56 b. Ashâba Soru Sorarak Tefsir Etmesi..................................................................... 56
c. Sözünü Delillendirmek Maksadıyla Tefsir Etmesi.........................................57 d. Sahâbilerin Soruları Üzerine Tefsir Etmesi...................................................... 57 2. Hz. Peygamber'in Kur'ân'ı Tefsir Yöntemi............................................................. 57
a. Mücmelin Tebyini...................................................................................................... 58 b. Müphemin Tavzihi.................................................................................................... 59
c. Mutlakm Takyidi........................................................................................................ 60
d. Müşkilin Te’lifi............................................................................................................ 60 3. Hz. Peygamber'in Tefsir Ettiği Naslarm Miktarı................................................... 61 a. Kur'ân'm Bir kısmını Tefsir Ettiği İddiası..........................................................61 b. Kur'ân'm Tamamını Tefsir Ettiği İddiası........................................................... 62
4. Sünnetin Kur'ân Karşısındaki Fonksiyonu ve Değeri.......................................... 64 a. Sünnetin Fonksiyonu................................................................................................ 64
b. Sünnetin Kaynağı ve Değeri................................................................................... 65 ba. Sünnetin Kaynağı............................................................................................. 65
bb. Sünnetin Değeri................................................................................................ 69
B. Sahâbe Tefsiri............................................................................................................................. 71 1. Yaklaşım ve Yöntem........................................................................................................ 72
a. Rivâyet Taraftarları.................................................................................................... 72 b. Re’y Taraftarları..........................................................................................................75
2. Bağlayıcılığı......................................................................................................................... 78
3. Genel Özellikleri................................................................................................................ 80
7
İÇİNDEKİLER
4. Meşhur Sahâbî Müfessirler............................................................................................ 80 (1) Abdullah b. Abbâs....................................................................................................81 (2) Abdullah b. Mes'ûd................................................................................................ 83 (3) Ubeyb. Ka'b............................................................................................................... 85
(4) Hz. Ali.......................................................................................................................... 85
C. Tâbiûn Tefsiri............................................................................................................................87 1. Tefsir Metodları................................................................................................................. 87
2. Tefsir Medreseleri.............................................................................................................. 90 a. Mekke Medresesi....................................................................................................... 91
b. Medine Medresesi...................................................................................................... 92 c. Küfe Medresesi............................................................................................................93 3. Mevâlî Müfessirler............................................................................................................ 94
4. Kaynak Değeri.................................................................................................................... 96 a. Kaynak Değeri Taşımadığı İddiası...................................................................... 96
b. Kaynak Değeri Taşıdığı İddiası............................................................................ 97 c. İttifak Edilen Hususların Kaynak Olabileceği İddiası................................... 98
5. Belirgin Nitelikleri............................................................................................................. 99
II. TEFSİRİN TEDVİNİ (Yazılı Nakil Dönemi).......................................... 100 A. Giriş............................................................................................................................................ 100 B. Tefsirin Hadisle Birlikte Tedvini...................................................................................... 103
C. Tefsirin Müstakil Olarak Tedvini.................................................................................... 104 D. Tedvin Döneminin îlk Müfessirleri ve Tefsirleri....................................................... 105
1. Mukâtil b. Süleyman, et-Tefsîru'l-kebîr..................................................................... 105
2. Süfyânu's-Sevrî, Tefsîru 's-Sevrî................................................................................... 107
3. Yahyâ b. Sellâm, Tefsîru Yahya.................................................................................... 108 4. Ferrâ, Meâni'l-Kur'ân...................................................................................................... 108 5. Ebû Ubeyde, Mecâzu'l-Kur'ân..................................................................................... 109 6. Abdurrezzâk b. Hemmâm, Tefsîr.............................................................................. 110
E. Tedvin Dönemi Tefsirlerinin Genel Özellikleri........................................................... 111
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TEFSİR ÇEŞİTLERİ GİRİŞ..................................................................................................................... 115 I. MEVDİ'Î (KONUMLU) TEFSİR j^l)........................................ 116 1. Rivâyet Tefsiri................................................................................................................... 117 a. Tanımı ve Kaynakları............................................................................................. 117
b. Rivâyet Tefsirinin Zaafları.................................................................................... 121 ba. Uydurma Rivâyetlerin Tefsire Sokulması............................................. 122 bb. Rivâyetlerin Tahkiksiz ve Senedsiz Nakledilmesi............................. 123
TEFSİR TARİHİ
8
bc. İsrâiliyâta Yer Verilmesi............................................................................... 124 bca. İsrâiliyâtm Tanımı ve Kısımları....................................................... 125 bcb. İlk Nakilcileri ve Naklediliş Amacı.................................................128 c. Meşhur Rivâyet Müfessirleri ve Tefsirleri...................................................... 130 (1) Taberî (ö. 310/923), Câmiu'l-beyân.............................................................. 130 (2) Begavî (ö. 516/1122), Me'âlimu't-tenzîl..................................................... 136 (3) İbn Atiyye el-Endülüsî (ö. 546/1151), el-Mııharreru'l-vecîz................138 (4) İbnü'l-Cevzî (ö. 597/1201), Zâdu'l-mesîr................................................... 141 (5) İbn Kesîr (ö. 774/1377), Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm................................... 143 (6) Süyûtî (ö. 911/1505), ed-Dürrü'l-mensûr................................................... 147 2. Dirâyet Tefsiri................................................................................................................... 148 a. Dirâyet Tefsiriyle İlgili Yaklaşımlar................................................................... 149 aa. Câiz Görmeyenlerin Delilleri..................................................................... 149 ab. Câiz Görenlerin Delilleri.............................................................................. 151 b. Dirâyet Tefsirindeki Hata Nedenleri................................................................. 153 c. Meşhur Dirâyet Müfessirleri ve Tefsirleri....................................................... 155 (1) İmâm Mâtüridî (ö. 333/944), Te’vîlâtü'l-Kur'ân.................................... 155 (2) Râzî (ö. 606/1210), Mefâtîhu'l-gayb............................................................. 160 (3) Beyzâvî (ö. 685/1286), Envâru't-tenzîl........................................................165 (4) Nesefî (ö. 710/1310), Medâriku't-tenzîl...................................................... 168 (5) Şirbînî (ö. 977/1570), es-Sirâcu'l-münîr................................................172 (6) Ebussuûd (ö. 982/1574), İrşâdu'l-akli's-selîm........................................... 175 (7) Elmalılı Hamdi Yazır (ö. 1942), Hak Dini Kur'ân Dili.......................... 180
II. MEVDÛ'Î (KONULU) TEFSİR
.....................................184
A. Tanımı ve Amacı................................................................................................................... 184 B. Tarihi Seyri............................................................................................................................... 185 C. Yöntemi..................................................................................................................................... 189 D. Önemi ve Faydalan.............................................................................................................. 191
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TARİHTEN GÜNÜMÜZE TEFSİR AKIMLARI
GİRİŞ.................................................................................................................... 197 I. MEZHEBİ TEFSİRLER................................................................................. 197 A. Ehl-i Sünnet Tefsiri............................................................................................................... 198 B. Mu'tezile Tefsiri..................................................................................................................... 199 1. Mu'tezile'nin Tefsirdeki Metodu.............................................................................. 200
2. Meşhur Mu'tezile Tefsirleri......................................................................................... 203 C. Şia Tefsiri................................................................................................................................. 206 1. Şia'nın Tefsir Anlayışı.................................................................................................... 206 2. Meşhur Şia Tefsirleri...................................................................................................... 209 D. Hâricî Tefsiri.......................................................................................................................... 209
İÇİNDEKİLER
9
II. İŞÂRÎ TEFSİRLER.......................................................................................... 210 A. Tanımı ve Şer'i Yönü............................................................................................................ 210 B. Makbul Olmasının Şartları................................................................................................ 212
C. Doğuşu, Gelişmesi ve Sistemleşmesi............................................................................. 213 D. İşârî Tefsir Örnekleri ve İşârî Tefsire Yöneltilen Tenkitler..................................... 215
1. İşârî Tefsir Örnekleri...................................................................................................... 215 2. İşârî Tefsire Yöneltilen Tenkitler............................................................................... 217
III. FIKHÎ TEFSİRLER........................................................................................ 219 A. Konusu ve Gayesi................................................................................................................. 219 B. Kaynakları................................................................................................................................ 220 C. Önemli Bazı Fıkhî Tefsirler................................................................................................ 225
IV. İLMÎ TEFSİRLER..........................................................................................230 A. Tanımı....................................................................................................................................... 230 B. Ortaya Çıkışı ve Gelişmesi................................................................................................. 232
C. İlmî Tefsire Karşı Çıkanlar................................................................................................ 236
V. İÇTİMÂİ TEFSİRLER................................................................................... 238 A. Kurucusu, Yöntemi ve Amacı........................................................................................... 239
B. Diğer Temsilcileri.................................................................................................................. 240
C. İçtimâî Tefsirin Eleştirilmesi.............................................................................................. 242 1. Olumlu Eleştiriler............................................................................................................ 242 2. Olumsuz Eleştiriler........................................................................................................ 243
VI. MODERNİST TEFSİRLER..........................................................................244 A. Modernist Tefsirin Amacı................................................................................................. 244 B. Modernist Tefsir Yöntemleri............................................................................................. 245 1. Klasik Modernist Tefsir................................................................................................ 246
2. Çağdaş Modernist Tefsir.............................................................................................. 251 a. Savunucuları ve Fikri Alt Yapısı........................................................................ 251
(1) Fazlur Rahman................................................................................................ 251 (2) Roger Garaudy................................................................................................ 254
(3) Muhammed Arkoun...................................................................................... 257 (4) Haşan Hanefi........................................................................................... ........ 257 b. Kur'ân'ı Tarihselci Okumanın İmkânı............................................................. 258
ba. Tarihselciliğin Problemleri..........................................................................258 bb. Kur'ân'da Mahalli Naslar Meselesi..........................................................262
BİBLİYOGRAFYA............................................................................................. 267 DİZİN.................................................................................................................... 279
KISALTMALAR age. : Adı geçen eser b. : İbn Bkz. : Bakınız Böl. : Bölüm
Der. : Dergisi DİA : Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
EAÜİİFD : Erzurum Atatürk Üniversitesi İslâmi İlimler Fakültesi Dergisi gös. yer : Gösterilen yer H. : Hicrî
İA : İslâm Ansiklopedisi İAD : İslâmî Araştırmalar Dergisi Ktp. : Kütüphane
M. : Miladî MÜİF : Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi
Mür : Mürettib No : Numara
nşr. : Neşreden
(ra) : Radiyallahu anhu / anha s. : Sahife
SA : Siret Ansiklopedisi
(s.a.v) : Sallalallahu aleyhi ve sellem Sül. : Süleymaniye TDVY : Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
thk. : Tahkik eden trc. : Tercüme eden
ts. : Tarihsiz vd. : Ve devamı
vr. : Varak yy. : Baskı yeri yok
ÖNSÖZ Ahlâkî ve İnsanî değerlerin tamamen kaybolduğu, beşeriyetin cehalet karan lıkları altında kıvranıp durduğu bir zamanda hidâyet ufkundan doğan bir güneş, cihâna ilim ve hikmet nurlarını yayarak insanlığı tarihin karanlıklarından aydınlığa çıkarmıştır. İşte bu güneş hiç kuşkusuz Kur'ân-ı Kerim'dir. Onun sahip olduğu semâvî feyizleri ve hayâti kuvveti ortaya çıkaran bilim dalı ise Tefsir ilmidir. Tefsir, bilindiği gibi Kur'ân'm dil bakımından tahlil edilmesiyle ve metnin anlaşılması için gerekli olan verilerin bir araya getirilmesiyle gerçekleştirilen bir faaliyettir. Bu faaliyet, önceleri şifahî bir tarzda hicrî II. asrın ikinci yarısından itibaren de yazıya geçirilerek (tedvin) günümüze kadar devam edip gelmiştir, işte Kur'ân mesajının anlaşılmasına yönelik bu aktiviteler tarihsel bir süreci oluşturmaktadır ki buna, "Tefsir Tarihi" denilmektedir. Söz konusu tarihin başlangıçtan bugüne kadar geçirmiş olduğu gelişim sürecinin bilinmesi elbetteki zaruridir. Özellikle Kur'ân üzerine araştırma yapanların -ister tefsir isterse tefsir usûlü ile ilgili olsun- bu tarihi süreç içerisindeki Kur'ânî yaklaşımları çok iyi bilmeleri gerekmektedir. Gerçi Doğu'da ve Batı'da Tefsir Tarihiyle alakalı birtakım çalışmalar yapılmıştır. Ancak bunlar tefsire yönelik faaliyet sürecinin tamamını kapsayacak mahiyette eserler olmayıp, bazı müfessirlerin tefsirdeki metodlarını ele alan araştırmalardan ibarettir. Tefsir Tarihinin birer halkası niteliğinde olan bu tür bireysel çalışmaların devam etmesi, ileride kapsamlı "Tefsir Tarihi" kitaplarının yazılmasına da tabiatıyla katkı sağlayacaktır. Fakat bugün için bu alanla ilgili bilgiler, oldukça sathî bir özellik arzetmektedir. Çünkü bu ferdî çalışmalar başlangıçtan günümüze kadar geçen tarihi süreci içerisine alacak miktara henüz ulaşmış değildir. Biz de bir taraftan bu hususu göz önüne alarak diğer taraftan da İlahiyat Fakülteleri müfredat programlarına uygunluğunu düşünerek bir anlamda "Tefsir Tarihi" nin genel çerçevesini ortaya koymak istiyoruz.
Bunun için çalışmamızı bir giriş ve dört bölüm olarak hazırladık. Kur'ân'm inzâli ve kitaplaşma süreci ile ilgili bilgileri serdettiğimiz giriş kısmından sonra birinci bölümde, tefsir ve tefsirle anlam yakınlığı olan kavramların tanımı, tefsir ilminin gerekliliği ve tefsirde yorum farklılığına yol açan sebepler üzerinde durduk.
12
TEFSİR TARİHİ
İkinci bölümde tefsir ilminin ilk merhalelerini yani Hz. Peygamber sahâbe ve tâbiûn dönemindeki tefsir hareketlerini ele alıp, söz konusu üç ayrı tefsir biriki
minin sonraki müfessirler için ne anlam ifade ettiğini tespit etmeye çalıştık. Sonra da tefsirin hadisle birlikte ve müstakil olarak tedvininin nasıl gerçekleştiği hâdisesini anlattık.
Tefsir çeşitlerini ele aldığımız üçüncü bölümde, tefsiri mevdi'î (parçacı) ve mevdû'î (bütüncül) formatları açısından değerlendirmek suretiyle daha çok nakil ve dirâyet yönüyle inceledik ve bu arada meşhur rivâyet ve dirâyet müfessirlerinden bazılarının tefsirlerini yöntem açısından tahlile çalıştık. Dördüncü bölümde ise tarihten günümüze kadar geçen süreçte ortaya çıkan tefsir ekollerini, bunların tefsirdeki yöntemlerini ve söz konusu ekollerin yetiş
tirdiği önemli müfessirlerin tefsirlerini inceleme konusu yaptık.
Hazırladığımız bu çalışma ile Allah'ın rahmet ve bağışını temenni ederken, farkında olmadan yaptığımız hata ve kusurlardan dolayı okuyuculardan özür diler ve tenkide her zaman açık olduğumuzu belirtmek isteriz
Prof. Dr. Muhsin DEMİRCİ İstanbul - 2003
GİRİŞ
KUR'ÂN'IN İNZÂLİ ve KİTAPLAŞMA SÜRECİ
Yirmi üç senelik bir uygulama süresi içinde tedricen indirilen Kur'ân vahyi, bir taraftan muhatap kabul ettiği toplumun ihtiyaçlarına cevap verirken diğer taraftan da, o toplumdan sonsuzluk âlemine uzanan hayat çizgisinde fert ve cemiyetin muhtaç olduğu evrensel prensipleri koymuştur. Nihâî amacı Allah'ın irâdesi doğrultusunda in sanları ıslah etmek olan Kur'ân, kendi direktiflerini, emir ve yasaklarını beyân etmek için toplumun, daha geniş anlamda muhitin değer ve dav ranış biçimlerini, inanç motivasyonlarını ve toplumda meydana gelen ihtilâf ve problemleri de dikkate almıştır1. İşte bu İlâhî kaynak, Hz. Peygamber'e inzâl edildiği andan itibaren hem hıfz hem de yazım yoluyla tespit edilmeye başlanmıştı. Çünkü Hz. Peygamber'in aslî görevi, vahiy kanalıyla gelen Allah'ın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmek, aynı zamanda gelecek kuşaklara da intikalini sağlamak amacıyla onları korunabilecek bir hale getirmekti. Bu yüzden Allah Resûlü, bir taraftan tebliğ vazifesini yerine getirirken diğer taraftan da sahâbîleri, Kur'ân'ı okumaya ve ezberlemeye teşvik ediyordu2.
Esasen Müslümanlar yeni bir dine girmenin verdiği heyecan ve imânla Kur'ân metnini ezberliyor ve onu gece gündüz okuyorlardı. Ancak Hz. Peygamber nâzil olan Kur'ân vahyinin sadece ezberlenmesini yeterli bulmuyordu. Çünkü onu ne kadar çok insan ezberlerse ezberlesin, hâfıza daima unutkanlık illetiyle karşı karşıya olduğu için belli bir zaman sonra yanılma, unutma, karıştırma ve hata söz konusu olabilir. İşte bu yüzden Hz. Peygamber, ashâbı Kur'ân'ı ezberlemeye teşvik etmekle birlikte, onun yazıya geçirilmesini de emrediyordu3. 1 2 3
Kılıç, Sadık, Mitoloji Kitab-ı Mukaddes ve Kur'ân-ı Kerim, İzmir 1993, s. 184. Buhârî, el-Câmiu's-sahîh, İstanbul ts., Fezâilu'l-Kur'ân, 20; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Beyrut ts., VI, 66. Kur'ân metninin yazıya geçirildiğinin delilleri için bkz. Demirci, Muhsin, Tefsir Usûlü ve Tarihi, İstanbul 1998, s. 48-49.
16
TEFSİR TARİHİ
Kaynakların kaydettiğine göre Hz. Peygamber tarafından vahiy kâ tiplerine dikte ettirilen Kur'ân metinleri, bizzat Allah Resûlü tarafından tashih edildikten sonra Hz. Peygamber'in evinde muhafaza ediliyordu4.
Nitekim Hz. Ebû Bekr'in, Kur'ân'm toplanması esnasında Resûlullah
(sav)'m evinde çok sayıda yazılı metin bulup5 bunları iplerle birbirine bağlatmak suretiyle toplattığını gösteren rivâyet6 de bu hususu destekler mahiyettedir7.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Resûlullah (sav) her gelen vahiy metnini öncelikle vahiy kâtiplerine kaydettirmiş, sonra da ashabma oku muş ve okutmuştu. Onun Kur'ân'm yazımı ve kırâatıyla ilgili faaliyeti Kur'ân vahyinin tamamını kapsamaktadır. Hal böyle iken Hz. Peygam ber zamanında bir Kur'ân nüshasının oluşturulmamış olması, doğrusu insanı düşündürmektedir. Ancak bunun bir takım sebepleri olduğunu biliyoruz. Birincisi, Resûlullah (sav) devrinde buna ihtiyaç duyulma mıştı. Çünkü "emînu'l-vahy" (vahyin güvencesi) olan zât henüz hayatta idi, bu yüzden de Kur'ân'm herhangi bir şekilde zarar görmesi ve kay bolma endişesi söz konusu değildi. İkincisi, son nâzil olan âyet ile Hz. Peygamber'in vefatı arasında geçen süre bir rivâyete göre 81 gün, çoğunluğun kanaatine göre de 9 gecedir. Görüldüğü gibi her iki sürenin de Kur'ân'm toplanmasına yetmeyeceği ortadadır8. Üçüncüsü, Kur'ân'm tamamı bir defada inmeyip çeşitli vesileler üzerine değişik zamanlarda nâzil oluyordu. Hz. Peygamber (sav) de vahyin ne zaman kesileceğini 4
5 6 7
8
Zerkânî, Menâhilu’l-irfân fi ulûmi'l-Kur'ân, Mısır ts., I, 247; Ebû Şuhbe, Medhal li dirâseti’l-Kur'âni'l-Kerîm, Mısır ts., s. 267; İzmirli, İsmail Hakkı, Târih-i Kur'ân, İstanbul 1956, s. 9. Zerkeşî, Burhan fi ulûmi’l-Kur'ân (thk. Muhammed Ebu'1-Fadl İbrahim), Mısır 1972, I, 238; Süyûtî, el-İtkânfi ulûmi'l-Kur'ân, yy., ts., I, 73. Süyûtî, İtkân, I, 73; Hamidullah, Muhammed, Kur'ân'ı Kerîm Tarihi, (trc. Salih Tuğ), İstanbul 1993, s. 49. Muhammed Hamidullah, bu rivâyeti şöyle değerlendirmektedir. Hz. Ebû Bekr'in bağlattığı bu sahifeler, tam bir Kur'ân nüshası değildi. Şayet öyle olsaydı Hz. Ebû Bekr, Zeyd b. Sâbit'in başmda bulunduğu Kur'ân'ı cem etme komisyonunu kurmazdı. Öyle anlaşılıyor ki bu sahifeler, Hz. Peygamber'e aitti. En çok itimat edilecek nüsha da bu olmalıydı. Belki de Hz. Peygamber kendisine ait bir Kur'ân nüshası te'min etmek istemiş, bunu birine yazdırmış, fakat tamamlanmadan vefat etmişti. Muhtemelen bu fikir Hz. Peygamber'e çok sonraları gelmişti. Zira onun önceden böyle bir düşüncesi olsaydı, hususi nüshası da tamamlanmış olurdu. Bkz. Hamidullah, Muhammed, Kur'ân-ı Kerîm Tarihi Ders Notları, (trc. Suat Yıldırım), Erzurum 1975, s. 19. İzmirli, Târih-i Kur'ân, s. 10; Çetin, Abdurrahman, Kur'ân limleri, s. 92.
GİRİŞ
17
tam olarak bilmiyordu. Böyle olunca henüz vahiy devam ederken Kur'ân'ı iki kapak arasında toplamak elbetteki söz konusu olamazdı9. Dolayısıyla bütün bu sebepler göz önünde bulundurulduğunda Resûlul lah (sav)'m hayatında Kur'ân'ı bir kitap haline neden getirmediği kolay ca anlaşılmış olur. Esasen burada şu da söylenebilir. Resûlullah (sav) bazı konuları, halletmeleri için ashâbma bırakmıştı. Çünkü onlar Allah Resûlü (sav)'nün nezaretinde yetişmiş ve belli bir olgunluğa ulaş mışlardı. Artık Hz. Peygamber (sav) aralarında olmadan da bir araya gelip İslâmî ve Kur'ânî konularda bazı kararlar alabilirlerdi.
Sonuç olarak şu anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber devrinde her ne kadar Kur'ân'ı kitâbeten derleme mümkün olmamışsa da, tilâveten derleme tam ve mükemmel bir şekilde gerçekleştirilmiştir10. Kur'ân'm kitâbeten derlenmesi, bilindiği gibi Hz. Peygamber'in vefatmdan sonra halifeliğe seçilen Hz. Ebû Bekr devrinde yapılmıştır. Tabii ki Hz.Peygamber'in yazdırmış olduğu sahifeler varken, Hz. Ebû Bekr'i böyle bir faaliyete sevkeden birtakım âmiller mevcuttu.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, Peygamberimizin mübarek var lıkları birçok hususta olduğu gibi, Kur'ân metnine merci (kaynak) olma konusunda da tek başına bir teminat idi. Ancak Allah Resûlü Hz. Muhammed'den sonra gelen halifenin böyle bir sıfatı olamayacağından, onun dağınık haldeki Kur'ân sahifelerini iki kapak arasında derleyip bir Mushaf haline getirme mecburiyeti vardı. Çünkü derlenecek bu Mus haf'ın artık bundan sonra esas otorite ve teminat olması gerekiyordu11. Hz. Ebû Bekr esasen Mushafı, Hz. Peygamber'in vahiy kâtiplerine yazdırmış olduğu mevcut sahifelerden -mümkün olduğu kadaristinsah ettirebilirdi. Ama bu şekilde hareket etmenin bir takım sakıncaları vardı. Yani Müslümanlar arasında daha sonra ortaya çıkması muhtemel olan birtakım durumları hesaba katmak icap ediyordu. Çünkü tam veya kısmî olan hususî Kur'ân nüshalarında ufak tefek istinsah hatalarının bulunması mümkündü. Kur'ân'm bazı parçaları çok az kimsede yazılı olarak bulunduğundan bunlar çok geçmeden tamamen ortadan kaybolabilirdi. Yine az da olsa tilâveten neshedilen âyetler vardı, bunları bilenlerin yanında bilmeyenlerin de 9 10 11
Zerkârû, Menâhil, I, 248. Keskioğlu, Osman, Kur'ân Tarihi, İstanbul ts., s. 152. Yıldırım, Suat, Kur'ân-ı Kerîm ve Kur'ân İlimlerine Giriş, İstanbul 1983, s. 63.
18
TEFSİR TARİHİ
bulunma ihtimali söz konusu idi. Bundan dolayı elde mevcut olan metni bir yandan ashabın nüshaları ve hâfızaları ile teyid ederek, bir yandan da ferdi hataları düzelterek, sonuçta ümmetin icmâma mazhar olabilecek "İmam Mushaf'a resmi bir hüviyet kazandırmak gerekiyordu12.
Bütün bu görünmeyen sebepler yanında esasen asıl bir sebep vardı ki, o da Hz. Ebû Bekr zamanında yapılan Yemâme savaşında birçok kurrâ sahâbinin şehid edilmesi idi. Çünkü bu, istikbalde Kur'ân'a yönelik en büyük tehlikenin sinyali demekti. İşte bu muhtemel tehlikeyi sahâbe ara sında ilk sezen Hz. Ömer olmuştu. Ona göre Yemâme savaşından sonra vuku bulabilecek benzer bir savaşta aynı korkunç neticenin meydana gelmesi, tamamı yazılı olmakla birlikte henüz bir araya toplanmamış olan Kur'ân metnine ciddi şekilde zarar verebilirdi. Bu yüzden Hz. Ömer hiç vakit kaybetmeden Hz. Ebû Bekr'in yanma giderek endişesini dile getirip ona Kur'ân'ı derlemesini teklif etti. Hz. Ebû Bekr böyle bir teklif karşısında ilk anda bir tereddüt geçirdi. Onun bu tereddüdünün sebebi, Kur'ân'ı derleme sorumluluğundan kaçmak değil, muhtemelen insanla rın bundan böyle Kur'ân'ı ezberlemede gevşeklik gösterebilecekleri en dişesi idi13. Belki bunun ötesinde de Hz. Peygamber'in yapmadığı bir işi yapmaktan çekinme kaygısı yatıyordu14. Ama bütün bunlara rağmen o, çok geçmeden Hz. Ömer'in teklifini kabul etmiş ve Halife ile birlikte Kur'ân'ı cem etme işi için seçilecek en uygun sahâbinin Zeyd b. Sâbit olacağı fikrini benimsemişti bile. Neticede Zeyd b. Sâbit Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer'in de yardımlarıyla bir yıl süren bir çalışmanın sonunda Kur'ân'ı derlemişti15Kur'ân'm ilâhîlik vasfını korumak amacıyla girişilen beşerî faali yetlerin en önemlilerinden biri de, onun çoğaltılmasıdır. Bu yüzdendir ki, söz konusu faaliyet, Hz. Ömer'in vefatından üç gün sonra halife olarak kendisine biat edilip16, on seneyi aşkın bir süre bu görevde kalan Hz. Osman'ın devlet başkanlığı esnasında yapmış olduğu hizmetlerin en büyüğü olarak nitelendirilmiştir17. Kur'ân'm beşer tarihindeki 12 13 14 15 16 17
Yıldırım, Suat, Kur'ân ilimlerine Giriş, s. 63-64. Kevserî, Makâlâtu'TKevserî, yy., ts., s. 9. Kılıç, Sadık, Mitoloji, s. 126-127. Geniş bilgi için bkz. Demirci, Muhsin, Kur'ân Tarihi, İstanbul 1997, s. 142 vd. Süyûtî, Târîhu'l-hulefâ, (thk. Muhyiddin Abdulhamid), Mısır 1952, s. 153. Sıbâî, Mustafa, Uzamâunâfi't-tarih, Beyrut ts., s. 148,
GİRİŞ
19
seyrini alakadar eden böyle bir meselenin gündeme getirilmesi, ümmetin fertleri arasında ortaya çıkan kıraat ihtilaflarına dayandırılmaktadır. Kur'ân kırâatında ihtilafın başgöstermesinin de elbette bazı sebepleri olmalıdır. Bizim kanaatimize göre bu noktada iki sebep üzerinde durulabilir. Bunlardan birisi, Kur'ân'm yedi harf ile okunmasına ruhsat verilmiş olması ve bu ruhsatın bir uzantısı olarak Hz. Ebû Bekr zamanında derlenen Kur'ân'm da aynı şekilde yedi harfi içermesi; diğeri de bazı sahâbilerin husûsî mushaflarma tefsiri mahiyette bir takım kelimeleri ilave etmiş olmalarıdır. Buna göre denilebilir ki, söz konusu ruhsatın bir sonucu olarak Hz. Peygamber'den farklı kıraatler öğrenip, özellikle Hz. Ömer devrinde İslâm Devleti'nin sınırlarının genişlemesi neticesinde Kur'ân öğ retmenliği vazifesiyle çeşitli beldelere giden sahâbîler18, gittikleri yer lerde Hz. Peygamber'den öğrendikleri kırâat tarzlarını okutmuşlardı. Tabiatıyla bu durumda da söz konusu beldelerde yaşayan insanlar ara sında birtakım kırâat farklılıkları ortaya çıkmıştı. Her ne kadar yeni Müslüman olan bu gayr-i Arap unsurlara, sözü edilen ihtilafın mahiye tinden ve bunun bir ruhsatın neticesi olduğundan söz edilmişse de, Mustafa Sâdık er-Râfii (öl. 1356/1937)'nin de dediği gibi onlar yine de, kalplerine birtakım şüphelerin gelmesine engel olamamışlar19 ve bunun sonucunda da zaman zaman birbirlerini tekzibe, hatta tekfire bile gide bilmişlerdi. Çünkü yedi harfin sebebiyet verdiği bu ihtilaflar, öyle anla şılıyor ki manaları aynı olsa da bazı kelimelerin lafız itibariyle farklılığından kaynaklanıyordu20. İşte bu amaçla Hz. Osman devrinde Zeyd b. Sâbit başkanlığında oluşturulan bir heyet, beş sene kadar süren titiz bir çalışmanın sonunda birkaç Kur'ân nüshası yazıp, çeşitli İslâm beldelerine göndermek sure tiyle söz konusu ihtilafları bertaraf etmiş ve Kur'ân'ı daha önceki İlâhî
kitapların başına gelen tahrif ve tebdilden korumuştur.
18
19
20
Kaynakların belirttiğine göre, o dönemde, İbn Mes'ûd Küfe'ye, Ebû Musâ el-Eş'arî, Basra'ya, Ubeyy b. Ka'b ve Ebu'd-Derdâ da Şâm'a Kur'ân muallimi olarak gönderilmiştir. Bkz. Zerkânî, Menâhil, I, 255. Râfii, Mustafa Sâdık, İ'câzu'l-Kur'an, Mısır 1345/1926, s. 19. Bazı kaynaklar da İslâm'a yeni giren bu gayr-i Arap unsurların, sözü edilen bu farklı kıraatleri okuma ruhsatından habersiz olduklarını ifade etmektedirler. Bkz. Ateş, Süleyman, Tefsir Dersleri, Ankara ts., s. 22; Yıldırım, Suat, Kur’ân İlimlerine Giriş, s. 67. Demirci, Muhsin, Kur'ân Tarihi, s. 153.
20
TEFSİR TARİHİ
Kitaplaşma sürecinden kısaca söz etmeye çalıştığımız Kur'ân, bilin diği gibi Hz. Peygamberde çevresindeki müslim ve gayr-i müslim unsur lardan meydana gelen muhataplar topluğuyla canlı bir diyaloğ niteliği taşımaktadır. Ancak söz konusu diyaloğ içerik itibariyle, başlangıçta Müslümanlarla müşrik, münâfık ve kitap ehlinden oluşan gayr-i müslim unsurlar arasındaki mücadeleye kimi zaman rehberlik, kimi zaman refa kat etmiştir. Diyalogun bu niteliği bir taraftan İlâhî kelâmın yaşanan ol gusal tarihe bir tür müdahalesi, diğer taraftan da ilk muhatapların mev cut telakkilerini tasvip anlamım taşıyordu. Vahyin yaşanan hayatla olan
bu sıkı bağı sayesinde, Kur'ân'm nüzûlüne tanık olan nesil, ona gereken
önemi vererek hem tilâvet hem de tefsir bağlamında ellerinden gelen çabayı gösteriyorlardı. Bu canlı aktivite de Kur'ân'ı sürekli aktüel olarak tuttuğu için, Hz. Peygamber hayatta iken Müslümanlar arasında Kur'ân'm bazı pasajlarının unutulması, değişmesi veya ona vahiy ürünü olmayan sözlerin karışması gibi endişeler asla söz konusu edilmiyordu. Bu ilgi Hz. Peygamber'den sonra da hep aynı tarzda devam ettiği içindir
ki, tarihin hiçbir döneminde Müslümanların zihinlerinde, Kur'ân'a yöne lik lafız ve mana yönüyle bir tahrif ve tağyir şüphesi oluşmamıştır. Kısa cası, nüzûlünden itibaren tarihin her döneminde inanan her insan, Kur'ân'ı Allah'tan yeni nâzil olmuş İlâhî bir kitap olarak görüp ona gönül vermiş ve yaşadığı hayatı onun evrensel prensiplerine göre düzenlemeye çalışmıştır.
BİRİNCİ BÖLÜM
TEFSİRİN TANIMI VE NİTELİĞİ
I. TEFSİRİN TANIMI
Kur'ân insanlığa doğru yolu göstermek için indirilen İlâhî bir metindir. Metin denilince tabiatıyla özel bir alana ait herhangi bir düşünceyi ifade eden söz kalıpları akla gelir. Kur'ân İlâhî iradeyi
temsil eden bir kitap olduğuna göre, ister istemez burada söz konusu edilen metnin, epistemolojik anlamda İlâhî alana ait bir metin olduğu anlaşılır. İşte bu metnin anlaşılır hale getirilmesi faaliyeti esasen tefsir demektir. Tabii ki bu da uzmanlık isteyen bir iştir. Bu nedenle Kur'ân tefsiriyle uğraşan bir bilim adamı ya da
araştırmacının sahip olduğu birikim ve perspektif oldukça önemlidir. Çünkü söz konusu kişi kutsal bir metni kendi bilgi biri kimi ve bakış açısına göre anlamaya çalışmak durumundadır. A. Tefsir Kavramı
Tefsir kelimesi (
) veya taklib1 tarikiyle türediği iddia edilen (
kökünden ( Jjûj ) vezninde bir masdardır. (
)
)
sözlükte "bir şeyi
açıklamak, ortaya çıkarmak ve kapalı bir şeyi açmak" gibi mânâlara gelmektedir2. ( ) masdarı ise, "aydınlatmak, ortaya çıkarmak, üzerindeki
örtüyü kaldırmak" gibi mânâlarda kullanılmaktadır3. Bundan dolayıdır ki kadın yüzünü açtığında Araplar (l^-J iîydi Ç-’yM derler4.
Tûfi (ö.716/1312)'ye göre tefsir masdarı, "parçalara ayırmak, çözmek" mânâsına da gelir. Zira Arapların kullandığı (SjyJI oyJ ) "kireci çözdüm" ifadesi, faydalı hale getirmek amacıyla üzerine su dökerek onu cüzlerine
1 2 3 4
Herhangi bir kelimede bulunan harflerin yerlerini değiştirmek suretiyle yeni bir kelime oluşturma sanatı. Bkz. İbn Manzûr, Lisânu'l-arab, Beyrut 1374/1955, "Fesr" md. İbn Manzûr, Lisânu'l-arab, IV, 369; Zerkeşî, Burhan, II, 147. Zerkeşî, Burhan, II, 147.
24
TEFSİR TARİHİ
ayırdım demektir. Bu da tefsir eyleminin gerçekleşmesi için tıpkı kirecin parçalara ayrılması gibi âyetlerin de cüzlere ayrılmasını gerektirir ki, işte
bu faaliyetin adı da esasen tefsirdir5.
Burada zikrettiğimiz söz konusu iki kelimenin anlam bakımından benzerlikler taşıması sebebiyle ( j-Jc ) kelimesinin bu iki kökten yani
hem ( ) hem de ( ) masdarmdan türediği ileri sürülebilir. Durum böyle olmakla beraber Emin el-Hûlî: ( ) veya ( ) masdarlarının her ikisinde de keşfetmek, ortaya çıkarmak anlamı vardır; ancak ( ) kelimesinde maddî, zâhirî ( ) sözcüğünde ise manevî bir keşf söz konusudur, diyerek mânâ ile ilgili olması bakımından ( ) lafzının esasen () kökünden türemiş olduğunu ileri sürmektedir6.
Tefsir kelimesinin sözlük anlamlarıyla ilgili bu kısa açıklamalardan sonra biraz da onun kavram olarak ifade ettiği anlam üzerinde duralım. Öncelikle şunu belirtelim ki, söz konusu kavramla ilgili çeşitli tanımlar yapılmıştır. Sözgelimi İbn Manzur "Lisanu'l-arab" adlı Arapça lügatında tefsiri, "müşkil olan lafızdan kastedilen manayı keşfetmektir"7 şeklinde tanımlamaktadır. Zerkânî'nin tanımı da şöyledir, "Allah Taâlâ'nm muradına delâleti bakımından beşer gücünün yettiği ölçüde Kur'ân'm manasını araştıran bir ilimdir"8. Daha başka tanımlar da yapılmıştır. Ancak sözü daha fazla
uzatmadan bütün bu farklı tanımlardan hareketle tefsiri daha genel anlamda, "Arap dili ve belâgatı ile ilgili bütün araçları kullanıp, âyetleri çevreleyen tarihsel şartları da dikkate alarak, Allah'ın muradım kitap ve sünnet çerçevesinde ortaya çıkarmaktır" şeklinde tanımlayabiliriz. Görüldüğü gibi bu tanımla esasen tefsirin Kur'ân ve sünnet çerçeveli
olması gerektiğini ifade etmek istiyoruz. Buna göre tefsir doğruluğu kesin olan delilllere dayanılarak yapılmalıdır. Aksi halde sıhhatli bir tefsirden söz etmek mümkün değildir. Bu yüzdendir ki, ilk dönemlerde tefsir denilince Hz. Peygamber ve sahâbeden gelen sahih rivayetler akla
5
6 7 8
Bkz. Tûfî, Süleyman b. Abdulkavî, el-İksîr fi ilmi't-tefsîr, (thk. Abdulkadir Hüseyn), Kahire 1977, s. 1-2. Hûlî, Emin, et-Tefsîr ma'âlimu hayâtihi ve menhecuhıı'l-yevm, Mısır 1944, s. 5. İbn Manzûr, Lisânu'l-arab, Beyrut ts., "fesr" md. Zerkânî, Menâhil, 1,471.
TEFSİRİN TANIMI VE NİTELİĞİ
25
gelirdi. Demek ki tefsir, birbiriyle çelişen yahut birbirine alternatif olan
anlamların bulunduğu lafız ve cümleler için değil, daha ziyade bir lafzın tek olan anlamını açıklamak için kullanılan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani tek bir anlam etrafında dönüp dolaşan ve doğruluğu kesin olup başka anlamlar taşıma ihtimali olmayan lafızlar için daha ziyade söz konusu edilmektedir. Buna göre denilebilir ki, tefsir sahih
rivayetlere (Tarih) ve Arapça dilinin kurallarına dayandığı oranda nesnel bilgiler içerir. Şu da bir gerçek ki, sahâbe devrinde tefsir denilince daha çok akla tevkîfî beyanlar geliyordu. Yani bu söz onlara göre Allah'ın -Kur'ân'm Kur'ân'la tefsiri gibi- veya O'nun elçisinin açıklamalarını ifade etmek üzere kullanılan bir kavramdı. Bu yüzden onda hata ihtimali asla söz ko nusu değildi. Böylece denilebilir ki, ashab döneminde ( ) lafzı Allah
ve Hz. Peygamber'in beyanları için söz konusu iken daha sonraları muhtevâsı biraz daha genişletilerek sahâbe açıklamalarını da içine al maya başlamıştır. Nitekim İmâm Mâtüridî (Ö.333/944) "Te'vîlâtu Ehli'ssünne" adlı Kur'ân tefsirinin baş kısmında, tefsir ile tevilin farkına işaret ederek tefsirin ashâb, te'vilin de fakihler için söz konusu edilmesi gerektiğini beyan etmektedir9.
B. Tefsirle Anlam Yakınlığı Olan Kavramlar
Tefsir sözcüğü ile anlam yakınlığı olan üç kavram vardır. Bunlar te'vil, tercüme ve meâldır. Şimdi sözünü ettiğimiz bu kavramlar üzerinde duralım. 1. Te'vîl a. Tanımı Te'vil kelimesi, sözlük manası itibariyle aslına dönmek anlamına ge len (Jjl) kökünden (J^") vezninde masdar olup, döndürmek ve her hangi bir şeyi varacağı yere vardırmak demektir10. Bu kelime, Kur'ân bütünlüğü içerisinde farklı anlamlarda kullanılmıştır.
9 10
Mâtüridî, Te'vîlâtu Ehli’s-sünne, (thk. Fâtıma Yûsuf el-Haymî), Dımaşk 1425/2004,1, 1. İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, "evi" md; Râgıb İsfahânî, el-Müfredât, s. 31; Âsim Efendi, Kamus Tercemesi, İstanbul 1304-1305, III, 1160.
TEFSİR TARİHİ
26
(1)
Hakikat:
Yj ALjIi (dbu Uj "Onun te'vilini/hakikatini ancak
Allah bilir..."11 12. (2) Sebep: \yç^ U J-jk dJisU "Hakkında sabredemediğin şeyle rin te'vilini/sebebini sana bildireceğim"12. (3)
&& “Bu daha iyidir ve te'vil/sonuç bakımından
Sonuç:
daha güzeldir"13. (4)
Rüya tabiri: jJ
JjjÜ 11* çlîb JÜj "Ve Yûsuf dedi ki: Babacı
ğım! İşte bu daha önce gördüğüm rüyanın te'vilHtabiridir "14. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki Kur'ân'a göre te'vil bir şeyin aslını,
hakikatini ve pratik sonucunu bildirme veya izah etme anlamına
gelmektedir. Çünkü araştırıldığında görülür ki te'vile konu olan şey
eğer bir söz ise, bu takdirde te'vil onun gerçek mana ve maksadının ortaya konmasıdır. Şayet onunla kastedilen şey bir rüya ise, bunun
te'vili de rüyada görülenlerin pratik tezahürünü veya reel varlık düzleminde ne şekilde gerçekleşeceğini bildirmektir. Zira kelimenin "rüya tâbiri" anlamında kullanıldığı Yûsuf Sûresi'ndeki muhtelif
âyetlerde
Hz.
Yûsuf'un,
rüyada
görülenlerin
dış
dünyadaki
tezâhürlerine ilişkin ileriye dönük bir bildirimde bulunduğu dikkati
çekmektedir. Te'vil kelimesinin etimolojik anlamım ve Kur'ân'daki kullanımlarını
tespit ettikten sonra terim olarak da, "meşrû bir sebep veya delilden ötürü,
herhangi bir âyeti ya da kelimeyi zâhirî manasından alıp, bağlamından koparmadan kitâb ve sünnete uygun bir şekilde yorumlamaktır" şeklinde
tanımlanabilir15. Lafzî ve terim anlamı itibariyle ortaya konan sonuçlardan anlaşıldı ğına göre te'vil esasen bir delile dayanarak kelâmı zâhir manasından alıp
içsel anlamlarından birine döndürme ameliyesidir. Bu manada te'vil,
11 12 13 14 15
Âl-i İmrân 3/7. Kehf 18/78. Nisâ 4/59. Yûsuf 12/100. Zerkeşî, Burhan, II, 150; Suyutî, İtkân, II, 222; Akk, Hâlid Abdurrahman, Usûlü't-tefsîr ve kavâiduhu, Beyrut 1406/1986, s. 51; Şahinoğlu, M. Nazif, "Te'vil", İA., XII, 216.
TEFSİRİN TANIMI VE NİTELİĞİ
27
kelâmın anlam yelpazesi dışında gerçekleştirilen bir hakikat olmayıp,
aksine onun mana çerçevesi içinde yapılan bir faaliyetten ibarettir.
Ancak bu çerçeve bazen maksada yakın bazen de uzak kalmaktadır. Tabii ki, esas olan yapılan te'vîlin Yüce Allah'ın metinde kastettiği maksadın dışına taşmamasıdır.
b. Şartlan İslam bilginlerinin çoğunluğuna göre naslardan hüküm çıkarmada esas olan, te'vile gitmemektir. Yani nasların zâhirî manalarıyla amel etmek vâcibtir ve kuvvetli delil olmadıkça zâhirî manalarım bırakıp te'vile gitmek câiz değildir16. Sözgelimi genel manalı bir nas, kendisini tahsis eden hususî bir nas olmadıkça umum, mutlak manalı bir nas da takyid edici bir nas olmadığı müddetçe mutlak anlam taşır. Emirler de aynı şekilde aksi bir delil bulunmadıkça vücûb ifade ederler. Ancak geniş bir alan için söz konusu olmakla beraber daha çok birbiriyle anlam yönünden çelişir gibi görünen müşkil âyetlerin te'lifi ve manaları gizli bir anlam için sembol teşkil eden müteşâbih nasların açıklığa kavuşturulması gibi durumlarda da te'vil kaçınılmazdır. İşte bu hallerde bir takım şartların göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
(1) Te'vile esas olan mananın, mecâz yoluyla da olsa lafzın kendisine delâlet ettiği manalardan olması gerekmektedir. (2) Te'vil manası açık olan bir nassa ters düşmemelidir. (3) Te'vil, bir lafzın ilk anda akla gelen zâhirî anlamından başka ma nada yorumlanmasına imkân tanıyan şer'i bir delile dayanmalıdır17. Kuşkusuz bu şartlar, te'vilin sahih olup olmadığını birtakım ölçütlerle test etmeyi hedeflemektedir. Öyle anlaşılıyor ki, usulcüler nezdinde te'vilin sıhhat derecesi, son derece yüksek olan kriterlerle ölçülmekte ve bu noktada özellikle dil kurallarına riâyet etme şartına -her ne kadar kurumsal anlamda koordinetörlük yapabilecek bir mekanizma henüz geliştirilmemiş olsa da- çok büyük bir hassasiyet gösterilmektedir18. 16 17 18
Abdülhâmid, İrfan, İslâm'da İtikâdî Mezhepler (trc. Saim Yeprem), İstanbul 1981, s. 230. Abdulvehhâb Hallâf, İlmıı usûli'l-fıkh, Küveyt 1983, s. 164; Ebû Zehra, Muhammed, Usûlu'l-fikh, İstanbul ts., s. 135-136. Öztürk, Mustafa, "Geleneksel Te'vil Çeşitlemelerinin Epistemik Değeri", Bilimname, II, 2003/2, s. 183.
28
TEFSİR TARİHİ
c. Çeşitleri Nasları yorumlama faaliyeti anlamındaki te'vilin Müslümanların ondört asrı aşkın İlmî geleneğinde üç çeşidi mevcuttur. Bunlar, beyânî, irfânî ve burhânî te'vilden ibarettir. Bu te'vil çeşitleri, aslında üç ayrı bilgi sisteminin ürünü sayılmaktadır. Şimdi bu üç te'vil çeşidi hakkında bilgi vermeye çalışalım.
ca. Beyânî Te'vil Daha ziyade kelâmcılarm, fakihlerin, müfessir ve dilcilerin yaptığı bir yorum yöntemidir. Kısaca, "Arap dilinin kuralları dahilinde hareket ederek Kur'an'dan anlamlar üretmek olarak" tanımlanmaktadır. Ancak bu te'vil tarzı bir tercih, istihraç ve istinbat işidir. Yani beyânî te'vil, bir
içtihad yahut ictihâdî bir etkinlik demektir. İçtihâd da esasen
yorumcunun (fakih, müfessir, müevvil) İlâhî irâdeyi keşfetme çabası olarak algılanmaktadır. Buna göre beyânî te'vil Kur'ânî naslarm anlamlarım sübjektif bir tercihle ortaya çıkarmak olarak ifade edilebilir. Böyle olduğu içindir ki, bu nevi bir çaba ile ulaşılan sonuçlar, dogmatik bir içeriğe sahip olmayıp, her zaman için eleştiriye yani kabul ve redde açıktır. Çünkü sübjektif tercihe (ictihâd) konu olan bilgiler zan ifade etmektedir. Bu da sonuç itibariyle beyânî te'vilin zannî olmasını gerektirmektedir. Zan da kesinlik ifade etmeyeceğine göre, beyânî te'vil her zaman ve zeminde sorgulanabilir demektir. Meselâ beyâni te'vil yöntemini benimseyenler "ayn"19
sözcüğünü ilim ve hirâset yani koruma ve gözetme20, Allah'a isnâd edilen "fevk"21 sıfatını kuvvet ve kudret22, "vech"23 i zat (varlık)24, "istiva"25 yı Allah'ın, yarattığı bütün varlıklar üzerinde sonsuz bir saltanat ve hâkimiyet ile işleri düzenleyip icrâ etmesi26, "ityân-meci"27 19 20 21 22 23 24 25 26
Tâhâ 20/39. Râzî, Mefâtîhu ’l-gayb, XXII, 53; XVII, 223. En'âm, 6/18, 61; Feth, 48/10. Râzî, Mefâtîhu'l-ğayb, XII, 174. Bkz. Bakara 2/115, 272; En'âm 6/52; Ra'd 13/22; Kasas 28/88; Rûm 30/38, 39; Rahmân 55/27; İnşân 76/9; Leyi 92/20. Râzî, Esâsu't-takdîs, (thk. Ahmed Hicâzî es-Sakâ), Kahire 1406/1986, s. 155. A'râf 7/54; Yûnus 10/3; Ra'd 13/2; Tâhâ 20/5; Furkân 25/59; Secde 32/4; Hadîd 57/4. Elmalık, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul 1971, III, 2172.
TEFSİRİN TANIMI VE NİTELİĞİ
29
sıfatlarını da Allah'ın emrinin gelmesi27 28 şeklinde yorumlamışlardır.
Görüldüğü gibi bütün bu yaklaşımlar zahiren dil ve lügate aykırılık arzetmemekle beraber sonuçta birer aklî yorumdan ibarettir. Ancak bu yorumlar İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre Kur'ân ve sahih
sünnet naslarma aykırı değildir. cb. İrfânî Te'vil
Tasavvuf erbâbımn kalbine sezgi, keşf ve ilham yoluyla doğan bir bilgi türüdür. Bu da, onların tedebbür, teemmül, tefekkür ve tezekkür gibi kav ramlarla ifade edilen bir manevî tecrübeyi içselleştirmelerinin bir sonucudur. Yani mutasavvıflar Kur'ân okuyarak onun derin anlamları üzerinde düşünceye dalmak (tedebbür), dış dünyanın bağlantılarından ola bildiğince sıyrılarak İlâhî ve ezelî hakikatler üzerine yoğun biçimde kafa yormak (teemmül), eşyanın yaratılış hikmeti yahut Allah'ın nimetleri üze rinde düşünmek (tefekkür) suretiyle bu tür bir te'vile ulaşabilirler29. Ancak tabiatıyla böyle bir te'vil tamamen öznel tecrübelerle birlikte kalbe doğan işaret sayıldığı için, aslında onda naslarm literal anlammı taşıyan "ibare" ye uygunluk aranmamaktadır. Böyle oldukları içindir ki, sûfilerin bu tür irfânî te'villeri doğrulanabilir ve ispatlanabilir nitelikte değildir. Oysa bilginin doğrulanması son derece önemli bir özelliktir. Zira herhangi bir bilgiye doğru veya yanlış denilebilmesi için, tespit edilebilir ve başkalarına bildirilebilir olması gerekmektedir. Halbuki irfânî te'vilin dayanağı konumunda olan sezgi, keşf ve ilhâm, tamamen özneldir. Bu yüzden başkalarına iletilemez ve aktarılamaz. Böyle olduğu için de bu tür bilgilerde objektif bir doğrulamadan söz etmek mümkün değildir30. Örneğin büyük sûfî Hallâc-ı Mansûr (ö.309/922)’a göre herşeyin bilgisi Kur anda, Kur'ân'm bilgisi sûre başlarındaki harflerde, harflerin bilgisi lâm elifte, lâmm bilgisi elifte, elifin bilgisi noktada, noktanın bilgisi aslî ma'rifette, aslî marifetin bilgisi ezelde, ezelin bilgisi meşiette, meşietin bilgisi gayb-ı İlâhîde, gayb-ı İlâhînin bilgisi de hiçbir eşi ve benzeri olmayan aşkın bir varlıktadır. Dolayısıyla hakiki bilgi sadece O'nun katindadır31.
27 28 29 30 31
Bakara 2/210; En'âm 6/158; Ra'd 13/41; Nahl 16/26; Enbiyâ 21/44; Fecr 89/22. Zemahşerî, el-Keşşâf, Beyrut ts., I, 353; Nesefî, Medârik, İstanbul ts., 1,105. Öztürk, Mustafa, "Geleneksel Te'vil Çeşitlemelerinin Epistemik Değeri", s. 185. Öztürk, Mustafa, "Geleneksel Te'vil Çeşitlemelerinin Epistemik Değeri", s. 188. Bkz. Ahbâru'l-Hallâc, (nşr. Louis Massignon), Paris 1957, s. 95-96.
30
TEFSİR TARİHİ
Konuyla ilgili bir örnek de Molla Fenârî (ö. 834/1431 )'nin, besmele hakkında verdiği bilgiler arasmda yer almaktadır. O şöyle demektedir: Bâ harfi yatay olarak yazıldığı için mütevâzi karakterlidir. Allah Taâlâ'nm, elifin aksine bâyı yüceltmesinin sebebi budur. Bu yüzden Allah Resûlü (sav): "Kim mütevâzi olursa, Allah onu yüceltir" buyurmuştur. Ayrıca bâ harfi ilsâk (yapıştırma) ve vasi (bitiştirme) işlevi görmektedir. Harfler arasında sıla-i rahim bağı oluşturduğu için Allah da onu vuslata mazhar kılmıştır. Bu sebepledir ki, Yüce Allah bir kutsi hadisinde sıla-i rahimde bulunanlara yakınlık göstereceğini, sıla-i rahmi kesenlerle de ilişkisini keseceğini bildirmiştir3233 .
cc. Burhânî Te'vîl
Burhânî te'vilin İslâm düşüncesindeki en meşhur kuramcısı İbn Rüşd (ö.595/1198)'dür. Bu yüzden söz konusu te'vili İbn Rüşd'ün anlayışı istikametinde tanımlamak gerekmektedir. Hemen belirtelim ki, söz konusu filozof "Faslu'l-makâl" adlı eserinde burhânî te'vili, nasları bütünsellik içinde ele alarak, zâhirî manalarına uygun düşecek şekilde yorumlamaktadır. Çünkü ona göre akılla elde edilen bilgi ile vahiy yoluyla elde edilen bilgi asla birbirine ters değildir; aksine uyum halin
dedir. Bu uyum ya doğrudan nassm zâhirinden anlaşılan mana ile yahut da burhana dayanan te'villerle gerçekleşmektedir. Burhana dayalı olarak yapılan akıl yürütme varlık hakkında bilgi verdiği gibi naslar da varlık hakkında bilgi verirler. Ancak bazen naslarm bilgi vermediği durumlar söz konusu olabilir. Şayet naslarda herhangi bir
konuda bilgi yoksa o zaman burhana dayalı yorum yani aklî bilgi esas
alınır. Fakat aynı konuda naslarda da bilgi bulunuyorsa, o durumda da bu bilginin zâhiren aklî bilgi ile uyum içinde olup olmadığına bakılır. Şayet uyum içinde ise problem yok demektir. Uyum içinde değil ise o zaman bir problem söz konusudur. İşte bu problemin çözüm yolu naslarm, zâhirine ters düşmeyecek tarzda te'vil edilmesinden
32 33
Bkz. Aynu'l-a'yân, İstanbul 1325, s. 160. İbn Rüşd, Faslu’l-makâl, Beyrut 1987, s. 17-18.
TEFSİRİN TANIMI VE NİTELİĞİ
31
İbn Rüşd'e göre bazen de akıl naslardaki bilgiyi kavrayacak kapasite ve yetenekte olmayabilir. Bu durumda da işin arka plan anlamını naslara havâle ederek yorum yapmamak gerekir. Meselâ varlığı kabul edilen bir zâtın mahiyetinin olmadığını söylemek mümkün değildir. Bu durumda denilebilir ki, Allah’ın mahiyeti vardır, ancak bunun nasıl olduğu
bilinemez. İşte bu noktada Onun mahiyetinin ne olduğu sorusuna verilecek en doğru cevap, Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdiği gibi (
Allah'ın göklerin ve yerin nuru olduğunu kabul etmektir. Aynı şeyi Kur’ân'm mahlûk olup olmadığı tartışmaları için de söz konusu ederek burada da akim bir fonksiyon icrâ edemeyeceğini ileri sürmek suretiyle Kur'ân'm hem lafzen hem manen kesin olarak Allah kelâmı (4>l IJaJ ûî dıjAji)34 35 olduğunu söyler36. Kısaca ifade etmek gerekirse denilebilir ki, İbn Rüşd'ün tanımladığı
burhânî te'vil yöntemi, nasları akim ve dilin örfî kullanımı dahilinde yorumlamayı esas almaktadır. Bundan dolayı burhânî te'vil bir yönüyle kelamcılarm kullandığı beyânî te'vil metoduna benzemektedir. Çünkü burhânî te'vil de diğerinde olduğu gibi hata ve yanılgıya açık olması sebebiyle zannî bilgi içeren ictihâdî bir mahiyet arzetmektedir37. Sonuç olarak şunu belirtelim ki, üç kısım olarak ele almaya çalıştığı mız te'vil tarzlarından Kur'ân yorumu için en uygun olanı beyânî te'vil
yöntemidir. Çünkü irfânî te'vil daha önce de belirttiğimiz gibi tasavvuf erbâbmm kalbine doğan anlamlardan ibarettir; bunda da hiçbir ölçü ve sınır söz konusu değildir. Burhânî te'vil de her ne kadar kelâmcılarm kullanmış olduğu te’vîl tarzına yakın olsa da, bazı durumlarda farklılık
arzetmektedir. İşte tüm bu sebeplerden ötürü Kur'ân yorumunda takip edilmesi gereken en uygun te'vilin, az önce de belirttiğimiz gibi beyânî te'vil metodu olduğu söylenebilir. Zira o, bir yandan şartlara uygunluk diğer yandan da hiçbir zaman aklı naklin önüne geçirmemek gibi iki temel sebepten dolayı diğerlerine göre tercih edilebilir niteliktedir. Böyle
34 35 36 37
Nûr 22/35. Fetih 48/15. Karlığa, H. Bekir, "tbn Rüşd", DİA., İstanbul 1999, XX, 259. Daha geniş bilgi için bkz. Öztürk, Mustafa, "Geleneksel Te'vil Çeşitlemelerinin Epistemik Değeri", s. 191-197..
32
TEFSİR TARİHİ
olduğu içindir ki, genellikle İslâmî gelenekte bu te'vil tarzı öne çıkmış; naslarm yorumunda müfessirler, fakihler ve kelâmcılar sözü edilen beyânî te'vili kullanmışlardır.
d. Te'vîl İle Tefsir Arasındaki Farklar
İlk dönemlerde birbirlerinin yerine kullanılmalarına rağmen te'vil ile tefsir arasında bir takım farkların bulunduğu ileri sürülmektedir. Bu farkları şöyle sıralamak mümkündür:
(1) Te'vil, bir delilden dolayı lafzın muhtemel manalarından birisini tercih anlamı taşıdığı için kesinlik ifade etmez. Ancak tefsire konu olan naslarda tek anlam bulunduğu için onda kesinlik vardır38. Çünkü bu tür tefsir, İmam Mâtüridî (ö.333/944)'nin de dediği gibi Hz. Peygamber ve ashâba dayanmaktadır39. (2) Te'vil genellikle naslarm içsel manalarında, tefsir ise lafızlarda söz konusudur40. Başka bir ifade ile te'vil lafızlarda kastedilen mananın ötesine geçerek bâtmî anlamları ortaya çıkarır; ancak tefsir lafzın sözlük anlamı çerçevesinde açıklamalar yapar41. (3) Te'vil ekseriya akla tefsir ise rivâyete dayanmaktadır. Ancak te'vilin akla dayanması yorumcunun nakilden tamamen bağımsız hareket edeceği anlamına alınmamalıdır. Aksi halde te'vil etkinliğinde bulunan kimse metni kendi şahsî istekleri ve ideolojik eğilimleri yönünde yorumlama cihetine gitmiş olur ki, bu da geçmiş dönem âlimlerinin dediği gibi "mezmûm/sakıncalı" bir te'vil sayılır42.
2. Tercüme a. Tanımı
Kök itibariyle, dört harfli (rubâî) "terceme"4344 veya üç harfli (sülâsî) "receme"^ fiilinden türediği iddia edilen "tercüme" kelimesi, sözlükte, "bir 38 39 40 41 42
43 44
Elmalılı, Hak Dini, (Mukaddime,), I, 27. Mâtüridî, Te'vîlâtu Ehli’s-sünne, I,1. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, Ankara 1993, s. 215. Akk, Usûlu't-tefsîr, s. 52. Ebû Zeyd, Nasr Hâmid, İlâhî Hitabın Tabiatı, (trc. Mehmet Emin Maşalı), Ankara 2001, s. 283-284. Tehânevî, Keşşaf, I, 587. Cevheri, Sıhah, II, 7288; İbn Manzûr, Lisâmı'l-arab, XII, 66.
TEFSİRİN TANIMI VE NİTELİĞİ
33
kelâmı bir dilden bir başka dile çevirmek, bir sözü diğer bir dilde tefsir ve beyân etmek, bir lafzı kendisinin yerini tutacak bir lafızla de ğiştirmek7' gibi manalara gelmektedir45. Tercüme kelimesinin zikredilen bu anlamları yanında başka manaları
da vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir:
(1) Tercüme bir kimsenin yaşantısını ya da çalışma hayatında başın
dan geçen olayları anlatması manasını ifade eder. Türkçede kullan dığımız "terceme-z hal” bu anlamdadır. (2) Bir sözü, birisine ulaştırmak yahut haberi olmayan bir insanı
herhangi bir konuda haberdar etmek de aynı şekilde tercüme kelimesiyle ifade edilmektedir.
(3) Tercüme, ayrıca bir sözü söylendiği dilde tefsir etmek anlamına da gelmektedir. Abdullah b. Abbâs (ö.68/687) için “tercümânu'lKur'ân” tâbirinin kullanılması bu sebebe dayanmaktadır. Bilindiği gibi İbn Abbâs, Kur'ân'ı en isabetli şekilde anlayıp yorumlayan bir müfessirdir.
(4) Tercüme kelimesine verilen anlamlardan biri de, maksadın açık ve net bir şekilde anlaşılmasını temin etmek için bir sözü,
kendi dilinden başka bir dile çevirip
o dilde tefsir etmek
demektir46.
Tercüme terim olarak da, "bir kelâmın manasım diğer bir lisanda dengi bir tâbirle ifade etmek” şeklinde tanımlanabilir47. Buna göre sözü bir dilden diğer bir dile nakletmek, o sözün anlamını diğer dildeki kelimelerle ortaya koymaktan ibarettir. Bu durumda tercüme edilecek dildeki
sözlerin tüm mana ve maksatlarına bağlı kalmak ve tercümeyi buna göre yapmak gerekmektedir. Aksi halde mükemmel bir tercümeden söz etmek mümkün olmaz. 45
46 47
Tercüme kelimesinin manaları için bkz. Cevheri, Sıhah, II, 288; İbn Manzûr, Lisânu'larab, XII, 66 vd; Okiç, M., Tayyib, "Hadiste Tercüman", AÜİF. Der., Ankara 1967, sy., XIV, s. 31. Geniş bilgi için bkz. Zehebî, et-Tefsir ve'l-müfessirûn, I, 23; Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s. 216; Aydar, Hidayet, Kur'ân'm Tercümesi Meselesi, İstanbul 1996, s. 59-61. Elmalık, Hak Dini, (Mukaddime), I, 9.
34
TEFSİR TARİHİ
b. Çeşitleri
Tercüme iki çeşittir. Bunlardan biri harfi yahut lafzî, diğeri de tefsiri ya da manevî tercümedir. Konunun daha iyi anlaşılması için bu hususlar üzerinde biraz durmamız gerekmektedir. Çünkü bizim burada üzerinde
duracağımız tercüme konusu daha çok Kur'ân'm çevirisiyle ilgilidir.
ba. Harfî Tercüme Lafzî tercüme diye de isimlendirilen bu tercüme, "nazmında ve terti binde aslına benzemesi gözetilen" tercümedir48. Bu şekildeki tercüme, ter cüme edilecek metindeki her kelimenin birer birer ele alınıp, onların ye rine geçebilecek diğer dildeki lafızların her yönden gözden geçirilerek
yerine konulması şeklinde yapılan bir tercümedir. Bu bakımdan çoğun lukla bu tür bir tercüme, asıl metnin anlamını çok zor aksettirmektedir49. Onun içindir ki, bu tercüme tarzı edebî eserlerde özellikle Kur'ân-ı Kerim'de kullanımı son derece güç, hatta bazen imkânsız görülen bir ter cümedir. Meselâ, (Hicr 15/9) âyeti, dJiâüJ Û Gp jS'jJI dji l!l "Şüphesiz
Kur'ân'ı biz indirdik, muhakkak onu yine biz koruyacağız” şeklinde tercüme edilir. Halbuki söz konusu âyetin "Muhakkak onu biz koruyacağız" cümle sinde 3 tane te'kid unsuru vardır. Bunlar, "inne", "te'kid lâm'T ve cüm
lenin fiil değil isim cümlesi olarak zikredilmiş olmasıdır. Belki bu te'kid unsurlarını gözeterek âyetin sözü edilen cümlesini, "Şüphesiz, muhakkak surette onu (Kur'ân'ı) biz kesin olarak koruyacağız" şeklinde tercüme etmek mümkündür. Ancak bu da asim vecizliği karşısında çok bozuk bir ter cüme olur. Çünkü üç te'kid ifadesini arka arkaya sıralamak edebi üslup bakımından doğru değildir. Kaldı ki, Kur'ân'da harfi tercüme tarzı ile çevrilmesi hiç mümkün olmayan âyetler de bulunmaktadır50. Bundan
dolayı diyebiliriz ki Allah'ın mûciz bir kelâmı olan Kur'ân'ı, belâğat, fesâhat, icâz ve üslûbuyla başka bir dile harfi tercüme yoluyla tam ve doğru bir şekilde tercüme etmek mümkün değildir51.
48 49 50 51
Zehebî, et-Tefsîr ve'l-müfessirûn, I, 23. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s. 217. Birden çok anlamlı âyetler bu husus için örnek teşkil etmektedirler. Bkz. Sâffât 37/93; Kalem 68/20. Bu hususta geniş bilgi için bkz. Aydar, Hidayet, Kur'ân ’ın Tercümesi Meselesi, s. 240 vd.
TEFSİRİN TANIMI VE NİTELİĞİ
35
bb. Tefsiri Tercüme
Asıl dildeki kelimelerin tertibine ve nazmına bağlı kalmaksızın her hangi bir sözün anlamını bazı şerh ve izahlarla başka bir dile nak letmektir. Manevî tercüme olarak da adlandırılan bu tercüme tarzında önemli olan, tercüme edilecek metindeki gaye ve maksatların güzel bir şekilde ifade edilebilmesidir. Yani harfi tercümenin esas niteliği sayılan “nazmında ve tertibinde asla benzeme" özelliği bu tefsir tarzında aranmamaktadır. Bundan dolayı tefsiri tercüme, harfi tercüme gibi zor bir tercüme değildir. İşte bu özelliği sebebiyledir ki günümüz tercümelerinde daha çok tefsiri tercümeye güvenilmektedir52. Bu söylediğimiz esasen genel anlamdaki tercüme için söz konusudur. Şayet Kur'ân'm tercümesinden söz edilecek olursa, bu durumda zorunlu olarak tefsiri tercüme akla gelir. Çünkü Kur'ân'm pekçok harfi, edâtı, kelimesi farklı manalar ifade etmektedir. Yine Kur'ân'da pekçok edebî sanat vardır. Bunlarla bazen aslî manadan başka anlamlar da kas tedilmiş olabilir. Bütün bunların ötesinde Kur an Allah’ın tarihe bir müdahelesi, muhataplarının hayat tarzını değiştirmeye yönelik eleştiri, uyarı ve gerçekliğin daha başka boyutlarını anlatan İlâhî bir hitaptır. O halde Kur’ân’ı anlamak, bir dili bilme ve anlamanın ötesinde dilin imkânlarını kullanılarak ifade edilmiş bir sözü/kelâmı anlamakla da yakından irtibatlıdır. Dolayısıyla Kur'ân'm bütün bu hususiyetlerini harfi tercüme yoluyla nakletmek pek mümkün değildir. Ancak manaya sâdık kalınarak yapılan bu tercüme tarzında yani tefsiri tercümede yine de mütercim, asıl dildeki ifadeleri iyice anladıktan sonra onlardaki anlamı başka bir dile kendi üslûbuyla aktarırken az önce işaret etmeye çalıştığımız naslarm arka plan anlamlarına da dikkat etmek zorundadır. Aslına bakılırsa bu tercüme de Kur'ân'm bütün mana ve maksatlarını ortaya koyacak nitelikte değildir. Burada şunu hemen ifade etmek gerekir ki, tüm zorluklarına rağmen Kur'ân bütün dünya dillerine çevrilmeli ve böylece Allah'ın sonsuz mesajı tüm insanlığa ulaştırılmalıdır. Aksi halde insanlığın büyük bir çoğunluğu bu İlâhî mesajı aslî kaynağından öğrenme imkânından mahrum kalır.
52 Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s. 217.
36
TEFSİR TARİHİ
3. Meal Söz konusu kelime de, te'vil kavramı gibi aynı şekilde "evi” kökün den türemiş "mimli masdar” ya da bir şeyin varacağı yer ve gaye mana sında "ism-i mekân" dır. Sözlükte "bir şeyin özü, hülâsası ve akıbeti" anlamına geldiği gibi, "eksik bırakmak" manasını da içermektedir53. Kavram olarak da: "Bir sözün manasını her yönüyle değil de biraz noksanıyla ifade etmek” demektir54. Bilindiği gibi Kur'ân, hem lafız hem de mana yönüyle Allah kelâmı olduğundan, onun tam olarak tercümesini yapmak mümkün değildir. Yani insan, bütün gücünü ortaya koyarak Kur'ân'ı tercüme etse de, bu hiçbir zaman, onun bütün mana ve maksatlarını mükemmel şekilde ortaya koyacak bir tercüme olarak nitelendirilemez. İşte söz konusu imkânsızlık nedeniyledir ki, yapılan Kur'ân çevirilerine, "tercüme” denilmekten çekinilmiş, onun yerine daha ılımlı ve yapılan işin mahiyetine daha uygun olan "meal” kelimesi kullanılmıştır. Çünkü bu kelime, yukarıda da belirtildiği gibi "eksik ve hatalı tercüme” demektir. Kur'ân'm ifade ettiği bütün manaları tercüme yoluyla aksettirmenin imkânsızlığı düşünülürse, tercüme yerine "meal" kavramım kullanmanın ne derece isabetli olduğu kolayca görülebilir.
II. TEFSİRİN NİTELİĞİ A. Tefsirin Konusu ve Amacı Şüphesiz her ilmin bir konusu ve amacı vardır. Yani ilimler ortaya çı karılırken hangi alan için söz konusu edilmişlerse, o alanla ilgili bilgileri ihtiva ederler. İçerdikleri bilgiler de elbette bir amaca ve hedefe yönelik tir. Meselâ tıp ilmi insanlara ânz olan hastalıkları, onların nedenlerini ve tedavi yöntemlerini konu edinir. Dolayısıyla o, amaçsız ve gayesiz değil dir. Buna göre tıbbın amacı insan sağlığım korumaktır. Aynı şekilde insanla hem bireysel hem de toplumsal anlamda ilgilenen psikoloji, sosyoloji ve hukûk ilmi de bir amaca hizmet etmektedir. Kısacası, ilimler içerdikleri konular itibariyle belli gayeler için vazedilmiş birer araç mesâbesindedirler. Tabiatıyla herbir ilim dalı da içermiş olduğu bilgilerin değeri ile önem arzetmektedir. Buna göre insanlığın sahip ol 53 54
Elmalık, Hak Dini Kur'ân Dili, (Mukaddime), I, 330. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, Ankara 1988,1, 33.
TEFSİRİN TANIMI VE NİTELİĞİ
37
duğu ilimler konu ve amaç bakımından aynı nitelikleri taşımasalar da, söz konusu özellikler açısından aralarında bir benzerlik bulunmaktadır. İşte tefsir de tıpkı diğer ilimler gibi aynı nitelikleri bünyesinde barındıran bir ilim dalıdır. Yani onun da öncelikle bir konusu vardır. Bu konu da Kur'ân'm içerdiği yüce manalardır. Çünkü tefsir ilmi, Kur'ân'da yer alan naslarm içerdiği anlamları, yüce hakikatleri ve derin nükteleri araştırıp ortaya çıkaran bir ilimdir. Tefsir Kur'ân'm yüce gerçeklerini ortaya çıkarırken bunu elbette ki bir amaca yönelik olarak yapmaktadır. Söz konusu amaç da hiç kuşkusuz insanlığa hidâyet yolunu açık ve net bir şekilde gösterip, onların dünya ve âhirette mutlu olmalarını sağlamaktır. Bu, esasen Kur'ân'm da yegâne gayesidir. Çünkü insan dünya denilen mücâdele alanında kendi kendine yeterli bir varlık değildir. Yani yaratılış gayesine uygun hareket tarzlarının belirlenmesinde ve cennete giden yoldaki tehlikelerden sakınmasında herhangi bir yol gösterici, bir mürşid, bir rehber olmadan insanın, sırf aklı ve duygularıyla hareket etmesi mümkün görünmemektedir. Çünkü insanoğluna hayır-şer, güzel-çirkin, iyi-kötü arasında bir tercih yapma kabiliyetiyle beraber sorumluluktan hoşlanmayan bir nefis, hevâ55 ve unutkanlık56 gibi duygular da verilmiştir. Dolayısıyla insana başta, Allah'ın kendisinden ne istediği, iyi bir kul olmanın gereklerinin neler olduğu, imâna, adâlete, güzel ahlâka ve gerçekten mükerrem olmaya layık iken57, irâdesini Allah'ın rızası haricinde kullanması, menfi yöne sarfetmesi ve İlâhî teklifin aksine hareket etmesi durumunda âhirette ne ile karşılaşacağı gibi hususların bildirilmesi gerekmektedir58. Gerçi her akıllı insan düşündüğü vakit kendi aklı ve tefekkürü ile bir yaratıcının olduğunu kavrayabilir. Ancak Mutlak Varlığın sıfatlarını, O'na karşı olan sorumluluklarını ve kendi yaratılışındaki gayeyi tespit edemez; etse bile, kendisini bu gayeye götürecek en doğru ve en güvenilir yolu bulamaz59.
Kısacası, insanı uyaracak ve bütün olumsuz faktörlerin etkisinden kurtarıp onu, en doğruya, en güzele ulaştıracak İlâhî irşâdlara ihtiyaç vardır. İşte bu sebepten ötürüdür ki, yarattığı varlıkları en iyi bilen Allah
” 56 57 58 59
Furkân 25/43; Câsiye 45/23. Tâhâ 20/115. İsrâ 17/6. Şengül, İdris, Kur'ân Kıssaları Üzerine, İzmir 1994, s. 15. Akseki, Ahmed Hamdi, İslâm, İstanbul 1966, s. 63.
38
TEFSİR TARİHİ
yaratılışına uygun hareket etmeleri, şerre düşmemeleri, isyan etmemeleri, ayrıca Allah'a karşı bir bahânelerinin kalmaması60 için tarihin belli dönemlerinde insanlara kitaplar göndermiş ve bu kitapların muhtevalarını peygamberleri aracılığıyla onlara duyurmuştur61. Böylece Kur'ân'm yeryüzüne inişiyle birlikte bir tefsir hareketi de ortaya çıkmaya başlamıştır. Daha önce de belirttiğimiz gibi böyle bir olgunun yegâne amacı da insanlığın hidâyeti için indirilen kitabı, onun gaye ve maksa dına uygun bir biçimde açıklamak suretiyle insanm iki dünyadaki mut luluğunu temin etmektir. Tefsirin konusu ve amacıyla ilgili bilgi verdikten sonra şimdi de biraz tefsirin gerekliliği üzerinde duralım. B. Tefsirin Gerekliliği
Bilindiği gibi, vahiy kaynaklı kitapların sonuncusu ve en mükemmeli Kur'ân-ı Kerîm'dir. Hz. Peygamber'e verilen bu ebedî mûcize, yeryüzüne inişinden itibaren kıyamete kadar bütün insanlığın dünya ve âhiret mut luluğunu gaye edinmiş bir kitaptır. Bundan dolayıdır ki Kur'ân, gerek bireysel ve gerekse toplumsal planda insanm bütün davranışlarına yön vermeyi esas almış, itikâdî, ahlâkî ve hukûkî alanlarda getirmiş olduğu esaslarla her dönemde insanlığa yol göstermiştir. İşte bu özellikleri sebe biyle söz konusu kitabın tefsir edilmesi elbetteki gereklidir. Onun tefsiri edilmesinin gerekliliğini şöyle sıralamak mümkündür: (1) ^1 JJj Is jSJJI dJJI djiîj "...Sana Kur'ân'ı gönderdik ki, insanlara indirileni onlara açıklamasın..."62 âyeti, manasından da anlaşıldığı gibi Kur'ân’m tefsir edilmesini istemektedir. Onun ilk muhatabı ve mübelliği de Hz. Peygamber olduğuna göre tabiatıyla söz konusu tefsir görevi de Allah Resûlü'ne düşmektedir. İşte bu münasebetle Hz. Peygamber (sav) bu fonksiyonunu yerine getirmek için tefsirine ihtiyaç duyulan bazı âyetleri açıklığa kavuşturmuştur. Hz. Peygamber, aralarında bulunduğu sürece ashabın Kur'ân tefsirine hem ihtiyaç duyulmamış hem de onlar böyle bir durumda Kur'ân'ı tefsir etmeyi ahlâkî bulmamışlardı. 60 61 62
Nisâ 4/165; Tâhâ 20/134; Kasas 28/47. En'âm 6/42; Nahl 16/36; Gâfir 40/78. Bkz. Şengül, İdris, Kur'ân Kıssaları Üzerine, s. 15-16. Nahl 16/44.
TEFSİRİN TANIMI VE NİTELİĞİ
39
Ancak bir taraftan, Hz. Peygamberin âhirete irtihâl etmesi sebebiyle onların vahye dayanan bu masum kaynağa müracaat etme imkânlarının ortadan kalkmış olması, diğer taraftan da İslâm'ın geniş bir coğrafyaya yayılması nedeniyle daha önce görülmeyen birtakım meselelerin ortaya çıkması ve bu coğrafyalarda yaşayan insanların, mensup oldukları kültürlerin tesirinde kalarak bazı fikirlerini Kur'ân'a dayandırma gayretleri, bu güzide topluluğu Kur'ân-ı Kerîm'i tefsir etmeye yöneltmiştir.
(2) Tefsirin gerekliliğini ortaya koyan bir başka önemli husus da, mesajı evrensel olan Kur'ân metninin Arapça bir dille gönderilmiş olmasıdır. Bunun anlamı, eğer Kur'ân Arapça'nın dışındaki diğer dillere tercüme ve tefsir yoluyla nakledilmezse, o zaman onu sadece söz konusu dili bilenlerin okuma ve anlamaları mümkün olacak, aksi durumda ondan yararlanmak imkânsızlaşacaktır. Halbuki Kur'ân hem Hz. Peygamber'e hem de onun şahsında ümmetin bütün âlimlerine İlâhî mesajın tebliğ sorumluluğunu yüklemektedir. Bu tebliğin muhatapları içerisinde tabii ki, inanmayan insan toplulukları da söz konusudur. Hal böyle olunca Kur'ân'm pek çok dile tercüme ve tefsir edilmesinde, İslâm'ın geleceği bakımından sayısız yararlar vardır. (3) Kur'ân'da manaları kolayca anlaşılabilecek nitelikte âyetler olduğu gibi, manalarının anlaşılmasında hârici bir delile ihtiyaç gösteren müteşâbih âyetler de bulunmaktadır63. Bunun yanında ayrıca ism-i işâretler, ism-i mevsuller ve zamirlerle işaret edilen şahısların kimler olduğu hususunu konu edinen müphem âyetler, zâhiri itibariyle birbirine muhâlif gibi görünen müşkil naslar, kısa ifadelerden ibaret ol maları sebebiyle lafzen delâletleri açık olmayan mücmel ifadeler de yer almaktadır. Bu yüzden söz konusu nitelikteki naslarm tefsir edilmesi de gerekmektedir. (4) Kur'ân'da mecâz, kinâye, istiâre ve teşbih vb. edebî sanatların yer aldığı da bir vâkıadır. Sözü edilen sanatları sırf Arapça bilgisiyle kavrayıp açıklamak da mümkün değildir. O halde Kur'ân'm mesajım doğru anlamak ve onun hidâyet nurundan istifade etmek için söz konusu sanatların yer aldığı nasları da tefsir etmek kaçınılmazdır64.
63 64
Bkz. Al-i İmrân 3/7. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s. 210.
40
TEFSİR TARİHİ
(5) Kur'ân, müminlerin şahsî ve toplumsal hayatlarını düzenlemek gayesiyle amelî yani ibâdet, hukuk ve muâmelatla ilgili hükümler koymuştur. Bu hükümleri ortaya çıkarmak yalnızca Kur'ân metnini dilsel açıdan çözmekle mümkün değildir65. Bunun için onu öncelikle kendi bütünlüğü içerisinde ele almak, ardından da Hz. Peygamber'in sahih sünnetinden, ashâbm şahsî tercihlerinden, esbâb-ı nüzûl rivâyetlerinden kısacası, ilk muhatapların kültürlerinden yararlanmak suretiyle tefsir etmek kaçınılmaz derecede önemlidir.
(6) Kur'ân-ı Kerîm'de ayrıca bilimsel hakikatler içeren kevnî (kozmolojik) âyetler de bulunmaktadır. Meselâ Kur'ân'da zikredilen dünya, güneş, ay ve bütün gök cisimlerinin birleşik bir gaz kütlesinden koptuğu66, göklerin ve yerin altı devrede yaratıldığı67, kâinâtm genişlemesi68, dağların yaratılış fonksiyonları69, arzın yuvarlaklığı70, yer çekimi71, güneşin kendi yörüngesinde dönmesi72, dünyanın yuvarlaklığı73, hava basıncının varlığı74, deniz sularının birbirine karışmaması75, üç karanlık mûcizesi yani cenini ana karnında kuşatan üç kat zarın varlığı76 ve parmak izi77 gibi hususlar bunlardan bazılarıdır. Bu nasları da gelişen fenni keşiflerden istifade ederek tefsir etmek gerekmektedir. Çünkü bu nevi âyetler bir taraftan müminlerin imanım kemâle erdirmekte, diğer taraftan da inkârcılarm hidâyetine sebep olmaktadır. Kur'ân, bilimle olan ilişkisini bu naslarıyla ortaya koyarken, Müslüman bilginlerin bundan uzak kalmak suretiyle söz konusu ilişkiyi ve bu âyetleriyle Kur'ân'm insanlığa ne demek istediğini açık bir şekilde ortaya koymamaları bir eksiklik sayılırdı. Bu yüzden olmalı ki, Allah'ın kitabını tefsire çalışan bazı muasır müellifler Kur'ân'm bu yönüne biraz 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77
Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kur'ân'ı Tefsiri, s. 18. Enbiyâ 21/30. A'râf 7/54; Yûnus 10/3; Hûd 11/7; Furkân 25/59; Hadîd 57/4. Zâriyât 51/47. Nahl 16/15; Enbiyâ 21/31; Lokman 31/10.; Nebe' 78/7. Zümer 39/5; Nâzi'ât 79/30. Ra'd 13/2; Lokman 31/10. Yasin 36/38. Nâzi'ât 79/30. En'âm 6/125. Furkân 25/53; Rahmân 55/19-20. Zümer 39/6. Kıyâme 75/4.
TEFSİRİN TANIMI VE NİTELİĞİ
41
daha ağırlık vererek, söz konusu ettiğimiz Kur'ân naslarmı gelişen bilim ve teknolojinin verilerini kullanmak suretiyle açıklamaya gayret etmişlerdir.
(7) Kur'ân, ulûhiyyet, nübüvvet ve sem'iyyât gibi temel konuları içerisine almaktadır. Bunlarla birlikte, Kur'ân'm yer verdiği diğer tâli konuların hepsi bir tek külli mananın etrafında dönüp dolaşmaktadır ki o da, "insanları kendi hür irâdeleriyle Allah'a kulluğa çağırma" olgusudur. İşte Kur'ân şayet beşerî te'lif usûllerine göre hareket edip her konuyu ilgili bölümde anlatma yoluna gitmiş olsaydı, sözünü ettiğimiz bu merkezî gayeyi gerçekleştiremezdi. Çünkü bu durumda okuyucu akâid konularını bir bölümde, ibâdet ve âhiret gibi konuları da başka bölümlerde okumuş olacak, bir sonraki bölüme geçtiğinde de öncekileri yavaş yavaş unutmaya başlayacaktı. Bu yüzden Kur'ân, muhataplarını hep teyakkuz durumunda tutmak için muhtevâsındaki konuları içiçe bir tarzda anlatmıştır. Böylece o, çeşitli mevzuları merkezî mananın etrafına serpiştirerek, muhtevâsım hep canlı tutmuştur78. İşte bu durumda Kur'ân'm beşerî te'lif mantığına uymayan bu farklı beyân tarzını, onun asıl gayesine uygun olarak tefsir edip bütün muhatapların zihnine yerleştirmek gerekmektedir. Şayet bu yapılmazsa o zaman Kur'ân'm içerisine serpiştirilmiş olan aslî ve tâli konuları okuyucunun, kendi şahsi gayretiyle belli bir düzen içerisinde anlayıp, bunlarla ilgili Kur'ân'm yaklaşım tarzını ortaya çıkarması çok zor olacak hatta imkânsızlaşacaktır. Bundan dolayıdır ki Kur'ân'm, belli bir ilmi birikime sahip olan yorumcular tarafından tefsir edilmesi icap etmektedir.
C. Tefsirin Diğer İslâmî İlimlerle İlişkisi İslâmî ilimler, müslümanlarm Kur'ân'ı anlamak üzere geliştirmiş oldukları dinî ilimlerdir. Bunlar tefsir, hadis, fıkıh, kelâm, siyer, tarih ve ahlâk ilminden ibarettir. Bütün bu ilimlerin kaynağı da bilindiği gibi Kur'ân'dır. Müslümanlarm bu ilimleri ortaya çıkarma ve geliştirmedeki en temel amaçları, biraz önce de belirttiğimiz gibi Kur'ân'm doğru anlamına ulaşmaktır. Tabii ki bu bağlamda en önemli görev tefsir ilminindir. Vahyin nüzûlünü takiben ortaya çıkmış olan tefsir ilmi, sonraki dönemlerde de büyük bir ivme kazanarak gelişmesini devam 78 Yıldırım, Suat, Kur'ân İlimlerine Giriş, s. 145 vd.
42
TEFSİR TARİHİ
ettirmiştir. Çünkü tefsirin işlevi, Kur'ânî naslarm ne anlama geldiğini ortaya çıkarmaktır. Bunu yaparken o, hem Arap dilinden, hem de Hz. Peygamber ve onun ashâbmdan yani hadis, siyer ve tarih ilminden yararlanmıştır. Tefsir bir taraftan burada sözünü ettiğimiz bu ilimlerden yararlanırken, diğer taraftan da müslümanların bireysel ve toplumsal hayatlarında çok önemli bir yere sahip olan kelâm ve fıkıh ilmine malzeme sağlamıştır. Böyle olduğu içindir ki, tefsirin ürettiği bilgiler bağlayıcı kabul edilmemiş; buna karşılık söz konusu iki disiplinin ürettiği sonuçlar bağlayıcı görülmüştür. Bu münasebetle özellikle kelâm ve fıkıh ilmi, tefsirin kendileri için temin etmiş olduğu malzemenin yorumlanması ve Kur'ân öğretisinin değişik zamanlara taşınması hususunda çok önemli bir görev üstlenmişlerdir. Yani söz konusu disiplinler, Kur'ân naslarıyla ilgili anlama sürecini tefsirin bıraktığı yerden alıp devam ettirmişlerdir. Bunun sonucunda, tefsirin dilsel ve tarihsel incelemesinden çıkardığı sonuçları ele alıp yorumladıktan sonra, bunları müslümanların önüne hüküm olarak koymuşlardır. Çünkü kelâm, müslüman toplum için inanç yönüyle bir çerçeve çizmekte; fıkıh da kitap, sünnet ve icmâ gibi kaynaklardan kıyas yoluyla elde ettiği neticeleri müslümanların hayatlarında izleyecekleri amelî hükümler şeklinde düzenlemektedir.
Kısacası, Kur'ân'm anlaşılmasını temin etmeye çalışırken başta hadis olmak üzere siyer, tarih, Arapça, ahlâk vb. Îslâmî ilimlerden yararlanan tefsir, elde ettiği sonuçları müslümanların itikâdî ve amelî hayatlarında çok önemli bir yere sahip olan kelâm ve fıkıh gibi iki temel bilim dalma takdim etmiştir. Onlar da elde etmiş oldukları bu malzemeyi, kendi yöntemleriyle işleyerek Kur'ân eksenli bir hayat için altyapı oluşturmaya çalışmışlardır. Bu bakımdan diyebiliriz ki, dinin anlaşılması için başta tefsir olmak üzere bütün İslâmî ilimler, üzerlerine düşeni hakkıyla yerine getirmeye gayret göstermişlerdir. Çünkü bütün din bilimleri Kur'ân merkezlidir. Kur'ân'm doğru bir şekilde anlaşılması da hiç kuşkusuz onların sağlıklı bir biçimde yapılanmasını sağlamıştır. Böylece tefsirin, bir kısmından yararlanmak, bir kısmı için de malzeme üretmek suretiyle bütün İslâmî ilimlerle sıkı bir ilişki içinde olduğu anlaşılmaktadır.
43
TEFSİRİN TANIMI VE NİTELİĞİ
III. TEFSİRDEKİ FARKLI YAKLAŞIMLARIN SEBEPLERİ
Hz. Peygamber'in Kur'ânî lafızları insanlara ulaştırma görevi yanında, ihtiyaç duyulduğu zaman onların manalarını açıklama görevi de vardı79. Bunun için Hz. Peygamber aralarında bulunduğu müddetçe sahâbiler, bilmediklerini ona sorarak öğreniyorlardı. Hz. Peygamber'in âhirete irtihâlinden sonra da herhangi bir âyetin tefsirine ihtiyaç duydukları zaman, sahâbiler öncelikle yine Kur'ân'm kendisine müracaat ediyorlar, aradıkları açıklayıcı bilgileri orada bulamazlarsa, o takdirde Resûlullah'm sünnetine başvuruyorlardı. Zira Allah Resûlü (sav) özellikle mugayyebât, ibâdet ve ahlâka dair konularda vahiy yoluyla bilgilendirilmişti. Dolayısıyla bu ve benzeri hususlarda Kur'ân'dan sonra Hz. Peygamber'in beyanı, tefsirin olmazsa olmaz derecede önemli bir referansı demekti. Bu münasebetle sünnete başvur ma daha ashab döneminde kuvvetli bir gelenek haline gelmişti. Ancak sahâbiler -tamamı olmasa da- sünnette tefsirle ilgili malzemeye ulaşamadığında kendi re'y ve ictihâdlarıyla naslarda kastedilen manayı tespite çalışma yolunu seçiyorlardı. İşte bunun doğal sonucu olarak tefsirde ashab döneminden itibaren ihtilaflar başlamıştı. Her ne kadar sahâbilerin tefsire yönelik ihtilafları tezat değil tenevvü (çeşitlilik) ihtilafı olsa da80, sonuçta söz konusu edilen şeyin adı ihtilaftı. Tabiatıyla yorumdan kaynaklanan bu tür ihtilaflar daha sonraki dönemlerde giderek çoğalmaya başlamış ve bunun sonucunda sahâbe döneminde görülen söz konusu tenevvü ihtilafının yerini, tezat yani birbirine zıt yorumlar ve farklı anlayışlar almıştır. Tabii ki bunda da birtakım sebepler rol oynamıştır. Şimdi bu sebepler üzerinde duralım.
A. Kırâat İhtilâfları Bilindiği gibi Kur'ân'm okunmasında çeşitli kırâatler söz konusudur.
Bu kırâatlerin bir kısmı sahih bir kısmı da şaz olarak nitelendiril
mektedir. Ancak ekseriyetin anlayışına göre şaz kırâatlerle amel câiz de ğildir. Onun için biz burada sahih kırâatlerin Kur'ân tefsirine yansıyan ihtilafları üzerinde duracağız. Konuyu bir örnek üzerinden anlamaya çalışalım. Meselâ, 79 80
Nahl 16/44. Ak, Usûlü’t-tefsîr, s. 83-84.
û IIIjŞjİi
IyLste
TEFSİR TARİHİ
44
Jl JajlÜl
I j^ap
\^jz^
Jj>-Î £l>- jl
A
Jl
öf) IjJLjJu (_5^>-
L^b 1.1, .,* 1/? I^,.1.4
dlS" 4i) I 3/^-l_$
ç.E...3I
p .*-J "Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. (Onlar) Rablerine bakacaklardır (O'nu göreceklerdir)"117 âyetlerine
dayanarak
savunmaktadırlar.
kıyâmet
müminlerin âhirette Allah'ı göreceklerini
Çünkü onlara göre bu
gününde
cennette
iken
âyetler,
Rablerini
müminlerin
göreceklerini
bildirmektedir. Hz. Musa'nın Allah'ı görmek istemesi de118 rü'yetullahm mümkün olduğunu göstermektedir. Şayet Allah, görülmesi
mümkün olmayan bir varlık olsaydı, Hz. Musa'nın söz konusu isteği, imkânsızı talep anlamına gelirdi ki, bu da peygamberlik sıfatlarıyla
bağdaşmazdı119.
116 117 118 119
Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, I, 306. Kıyâmet 75/22-23. A'râf 7/143. Bkz. Ateş, Süleyman, Çağdaş Tefsir, X, 179.
TEFSİRİN TANIMI VE NİTELİĞİ
51
Ancak Ehl-i sünnet tarafından birer bid'at mezhebi sayılan Mu'tezile ve Cehmiyye ise yaratılmışlara benzetileceği düşüncesiyle Allah'ın
âhirette görüleceği fikrini kabul etmemektedir. Onlara göre Kıyâmet 75/23. âyette yer alan "nâzire/bakan" kelimesi "muntazire/bekleyen" anlamındadır. Buna göre söz konusu âyetleri bu fırkalar, "Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. (Onlar) Rablerinin nimetini (yahut emrini)
bekleyeceklerdir" şeklinde tefsir etmektedirler. Söz konusu mezhep mensupları bu yaklaşımlarını da, jUıftl yij As"jâı "Gözler O'nu idrâk edemez, Fakat O gözleri idrâk eder"nQ âyeti ile Hz. Musa'nın isteğine karşılık Allah Taâla'nm: jl "Beni asla göremeyeceksin" 120 121 şeklindeki cevabına dayandırmaktadırlar122. Bütün bunlar bize göstermektedir ki,
mezheplerin teşekkülüyle herhangi bir konuda oluşturulan yaklaşımlar, tarihin her döneminde o mezhebe mensup bilginler tarafından da aynen benimsenerek savunulmuştur. H. Tefsirde Dirâyet ve Rivâyet Olgusu İlk dönemlerden itibaren Kur'ân tefsirinde başlıca iki eğilim söz konusudur. Bunlardan biri dirâyet diğeri de rivâyettir. Dirâyet
yalnızca rivâyete bağlı kalmayıp Kur'ânî nasları dil, edebiyat ve çeşitli ilimlere dayanarak tefsir etmek demektir. Rivâyet ise sırf nakle dayalı olarak yapılan bir tefsir çeşididir. Tarihe bakıldığı zaman
görülecektir ki ilk dönemlerden itibaren başlayan tefsir hareketi her iki örneği de içerisinde barındırmıştır. Ancak her müfessirin rivâyet malzemesine olan ihtiyacı sebebiyle olsa gerek ki, bu tefsir şekline bazı tenkid yönleri hariç- hiçbir zaman karşı çıkılmamış, buna mukabil hemen her dönemde dirâyet tefsirini câiz görmeyip ona karşı çıkanlar olmuştur. îşte dirâyet tefsirinin yanında yer alma veya
120 En'âm 6/103. 121 A'râf 7/143. 122 Elmalılı, Hak Dini, VIII, 5483. Ehl-i sünnet âlimleri burada ileri sürülen ilk delili, Allah'ın görülemeyeceği tarzında değil, idrâk edilemeyeceği yani kullar ve diğer varlıklar tarafından Hiçbir zaman tam anlamıyla kavranamayacağı ve algılanama yacağı, "Beni asla göremeyeceksin" sözünün de Hz. Musa'nın Allah'ı dünyada göremeyeceği, ancak bunun Allah'ı âhirette görmeye engel teşkil etmeyeceği şeklinde anlaşılması gerektiğini ileri sürmektedirler. Bkz. Ateş, Süleyman, Çağdaş Tefsir, X, 180.
TEFSİR TARİHİ
52
ona karşı çıkma olgusu, tefsir geleneğinde doğal olarak farklı yaklaşımların ortaya çıkmasına da zemin hazırlamıştır. Bu da, bir taraftan -rü'yetullah örneğinde olduğu gibi- çeşitli itikâdî ve fıkhî mezheplerin doğmasına yol açmış, diğer taraftan da aynı mezhep içerisinde yer alan âlimlerin farklı tercihlere yönelmelerine zemin hazırlamıştır. Meselâ Ehl-i sünnet bilginlerinin ekseriyeti Kur'ân ve
hadis
naslarına dayanarak
cehennemin sonsuz
olduğunu ileri
sürerken, aynı ekol içerisinde yer alan bazı bilginler söz konusu grubun delillerini yorumlayarak ve bazı aklî açıklamalar getirerek cehennemin sonlu olduğu fikrini benimsemişlerdir. Bu bakımdan
denilebilir ki, tefsirde bir yöntem belirleyerek dirâyet ve rivâyete kapı aralamak müfessiri daha başlangıçta, Kur'ânî nasları farklı şekilde tefsir etmeye götürmüştür.
Sonuç olarak Kur'ân'daki kelimelerin farklı okunuşları, lafızların lügat itibariyle birden fazla anlam için vazedilmiş olmaları gibi temel sebepler yanında, müfessirlerin bilgi birikimleri, naslara yaklaşım tarzları, tefsirde geliştirdikleri yöntemler ve herhangi bir ekole mensubiyetleri gibi tâli nedenler de Kur'ân tefsirinde bir farklılık ve çeşitliliği beraberinde getirmiştir. Ancak bütün bunlar bir ihtilaf ve
kargaşa değil, Müslümanlar için bir bilgi ve kültür zenginliğidir.
İKİNCİ BÖLÜM
TEFSİRİN DOĞUŞU ve TEDVİNİ
I. TEFSİRİN DOĞUŞU ve GELİŞMESİ (Sözlü Nakil Dönemi) Bilindiği gibi semâvî kitapların sonuncusu olan Kur'ân, yaklaşık yirmi üç senelik bir zaman içinde Hz. Peygamber (sav)'e vahyedilmiş kutsal bir metindir. Bu yüzden tebliğ ve teşride olduğu gibi Kur'ân'm tefsirinde de ilk muhatap Allah Resulüdür. Buna göre diyebiliriz ki, tefsirin ortaya çıkış süreci de, Hz. Peygamber (sav) ile başlamaktadır. Ondan sonra da ashâb ve tâbiûn dönemlerinde Müslüman âlimler Kur'ân rehberliğinde bir hayat kurma düşüncesiyle kendi zihin dünyalarında tefsire müstesna bir yer vermişlerdir.
A. Hz. Peygamber'in Tefsiri
Hz. Peygamber, bir taraftan kendisine vahyedilen Kur'ân bölümlerini muhataplara okuyor, diğer taraftan da manası anlaşılmayan hususları açıklayarak tebliğ ediyordu1. Gerçi her ne kadar ilk muhataplar, ana dilleri Arapça olduğu için Kur'ân'ı genel çerçeve itibariyle anlama imkânına sahip iseler de yine de onun bir kısım müteşâbih lafızlarını ve bazı ayrıntılarım anlamada sıkıntı çekiyorlardı. Dolayısıyla Kur'ân'm indiği dönemde yaşayan bu insanların hem anlamadıkları âyetlerin manalarım kendilerine açıklayacak, hem de bazı ameli hükümlerin uygulanış biçimlerini gösterecek bir rehbere ihtiyaçları vardı. İşte bütün bu hususlarda ashâbın tek müracaat kaynağı Hz. Peygamberdi. 1. Hz. Peygamber'in Kur'ân'ı Tefsir Vesileleri
Hz. Peygamber (sav)'in ashâbma açıklamış olduğu Kur'ânî hakikatler, tamamen onları irşâd maksadına yönelikti. Allah Resûlü bu irşâd görevini öğrencilerine program dahilinde ders veren bir öğretmen tarzıyla değil bazı vesilelerle gerçekleştiriyordu. Bu vesileleri şöyle sıralamak mümkündür: Mâide 5/67; Nahl 16/44.
TEFSİR TARİHİ
56
a. Âyet Okuyarak Tefsir Etmesi Kaynaklardan öğrendiğimize göre Hz. Peygamber bazen bir âyeti ya
nüzûlünü müteakip tebliğ maksadıyla okuyarak açıklar yahut kıraat
esnasında veya hutbe irad ederken tefsir ederdi2. Buradaki amaç da öyle anlaşılıyor ki, ashabı bilgilendirme maksadına yönelikti. Meselâ 4)1 «ir? "(Yahudiler ve hıris Uyanlar) Allah'ı
bırakarak hahamlarını ve papazlarını rabler edindiler..."3 âyetini okuyarak rab edinmeyi, yahudi ve hıristiyanlarm kendi din bilginlerinin helal kıldığı şeyi helal, haram kıldıklarını da haram saymaları şeklinde beyan etmiştir4. b. Ashâba Soru Sorarak Tefsir Etmesi
Bu da, Hz. Peygamber'in zaman zaman herhangi bir âyet hakkında
soru sormak suretiyle muhatapların dikkatlerini çekerek açıklaması şek linde gerçekleşir di. Allah Resûlü (sav)'nün sualleri de daha ziyade, "Bu
âyetin manası nedir bilir misiniz?" yahut "Bu âyet ne hakkında nâzil olmuştur
bilir misiniz?" şeklindedir. Burada şunu hemen belirtmek gerekir ki, pey gamber'in sözünü ettiğimiz yöntemi uygulamadaki amacı, ashâbm her hangi bir konudaki bilgilerini ölçmek değil, onların zihinlerini yeni bir
şeyi öğrenmeye hazırlamaktır. Zaten böyle bir durumda onlar bildikle rini bile Resûlullah karşısında söylemekten teeddtiben çekinirlerdi. Bu
yüzden verdikleri cevap genellikle "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" şeklinde olurdu5. Meselâ Ebû Hureyre'nin naklettiği bir hadisde belirtildiği gibi Resûlullah: LajLİ-Î Sjaj İüJj "O gün (yer) bütün haberlerini anlatacaktır"6
âyetini okuyarak, "Onun haberleri nedir bilir misiniz? dedi. Sahâbîler: "Allah ve Resûlü en iyisini bilir" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber
buyurdu ki: "Onun haberleri, sırtında taşıdığı her erkek ve kadın hakkında o, falan gün falan şeyi yaptı diyerek şahitlik etmesidir"7. 2 3 4 5 6 7
Örnekler için bkz. Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kur'ân'ı Tefsiri, s. 139-148. Tevbe 9/31. Râzî, Mefâtîhu'l-gayb, XVI, 37; İbn Kesîr, Tefsîr, II, 349. Örnekler için bkz. Yıldınm, Suat, Peygamberimizin Kur'ân'ı Tefsiri, s. 148 vd. Zilzâl 99/4. İbn Kesîr, Tefsir, VII, 349; Süyûtî, ed-Dürril'l-mensûr, Mısır 1306, VI, 380.
57
TEFSİRİN DOĞUŞU ve TEDVİNİ
c. Sözünü Delillendirmek Maksadıyla Tefsir Etmesi Hz. Peygamber bazen de, bir hükmü belirttikten sonra yahut bir nasihatin ardından veya ashâb için lüzumlu olan bir hususu beyan eder ken mana bakımından ilgili gördüğü başka bir âyeti okur ve onu açık lardı ki buna, "Resûlullah'ın âyeti temessül etmesi" yani delil getirmesi denilmektedir. Meselâ Peygamberimiz: "Allah zâlime mühlet verir, ancak onu yakalayacağı zaman da göz açtırmadan yakalar" dedikten sonra, ^Jî oÜ-î Si Ujli
(55^1
jğ-Î
Ğj dip aAÎ "Rabbin haksızlık eden
memleketleri (onların halkını) yakaladığında, O'nun yakalayışı işte böyledir. Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir"8 âyetini okumuştur9.
d. Sahâbilerin Sorulan Üzerine Tefsir Etmesi
Kaynakların belirttiğine göre sahâbiler daha ziyade hükümlerin pratiği ile ilgili konularında Resûlullah (sav)'tan soru soruyorlardı. Ancak bazen de iki veya daha çok ihtimalin bulunduğu hallerde onlardan birinin tercihi yahut meraklarının tahrik etmesi sonucunda gaybî veya uhrevî bir meseleyi öğrenme amacıyla Resûlullah (sav)'a sorular yönelttikleri oluyordu10. îşte bu durumlarda da Allah Resûlü onların algı ve anlayışlarını, güç ve kudretlerini dikkate alarak açıklamalarda bulunuyordu. Meselâ Ulis dlŞj dlkg ûî "... Rabbinin, seni övgüye değer bir makama çıkaracağını umabilirsin"11 âyetindeki makamın ne olduğu sorulunca, Resûlullah (sav) onun şefaat makamı olduğunu beyan etmişti"12.
2. Hz. Peygamber'in Kur'ân'ı Tefsir Yöntemi
Resûlullah (sav)'a gelen vahiyler çoğu zaman ashab tarafından anla şıldığı için hiçbir açıklamayı gerektirmezdi. Böylesi durumlarda o, inen âyetleri tebliğ etmekle yetinirdi. Ancak bazen de bunun tersi olur, açık 8 9 10 11 12
Hûd, 11/102. Buhâri, Tefsir, 11; Tirmizi, Tefsir, 11. Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kur’ân'ı Tefsiri, s.151. İsrâ 17/79. Tirmizî, Tefsir, 17.
TEFSİR TARİHİ
58
lama zarureti doğardı. O zaman da genellikle Hz. Peygamber ihtiyaç ka
dar tefsir ederdi. Meselâ Allah Taâlâ namazı, orucu, haccı, zekâtı farz kılmış; ancak bunların nasıl yapılacağını, şartlarını, mânilerini açıklama işini sünnete bırakmıştır13. Ayrıca avlanma, hayvanları boğazlama,
nikâh, talak vb. birtakım hususlar aynı şekilde sünnetle açıklanmıştır14. İşte sünnet, Kur'ân'ı açıklamaya yönelik bu misyonunu gelişigüzel değil belli bir yöntemle gerçekleştirmiştir ki, bunları şöyle sıralamak mümkündür:
a. Mücmelin Tebyini Mücmel, "kendisinden ne kastedildiği kapalı olup anlaşılması için ilave bir beyâna ihtiyaç duyan lafız" demektir. Bu tür naslarm bir kısmı Yüce Allah,
bir kısmı da Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır. Allah Resûlü (sav)'nün açıkladığı naslarm başında ahkâm, gayb, yaratılış, kader, kıyâmet vb. konuları içeren âyetler gelmektedir. Bu hususu iki örnekle
açıklayabiliriz.
Örnek: 1)
iul
If&â
"Haklı olmadıkça Allah'ın haram
kıldığı cana kıymayın..."15 âyeti görüldüğü gibi mücmeldir. Buradaki
mücmellik de söz konusu âyetin
^1) yani "haklı olmadıkça"
kısmmdadır. İşte bu mücmelliği Hz. Peygamber (sav)'in: "Allah'tan başka tanrı olmadığına ve benim Allah'ın Resûlü olduğuma imân eden hiçbir Müslüman kişinin kanı helal olmaz. Ancak şu üç şeyden birini yaparsa (o zaman helal olur): Adam öldürmek, evli iken zina etmek ve dinden çıkıp (irtidât)
Müslümanlardan ayrılmak"16 şeklindeki hadisi tebyin etmiş yani açıklığa kavuşturmuştur.
Örnek: 2) dIU
Jlp ölj Js
"Hayır! Bilakis onların işlemekte
oldukları (kötülükler) kalplerini paslandırmıştır"17 âyeti, Ebû Hureyre'nin naklettiği bir hadise göre Resûlullah (sav)'ın: Kul bir günah işledi mi onun kalbine siyah bir nokta konulur. O bunu tevbe ve istiğfar ile koparıp attığı za 13 14 15 16 17
Şâtıbî, el-Muvâfakât, (trc. Mehmet Erdoğan), İstanbul 1999, IV, 19. Bkz. Şâfii, Risale, s. 2,52, 79-96,103-104; Şâtıbî, Muvafakat, IV, 19. En'âm 6/151. Buhârî, Kasâme, 6. Mutaffifîn 83/14.
TEFSİRİN DOĞUŞU ve TEDVİNİ
59
man kalbi cilalandırılır. Ancak tekrar günah işlerse siyah noktalar artırılır. Ni hayet onlar kalbini tamamen kuşatır. İşte bu Yüce Allah'ın Kur'ân'da buyur duğu pastır" şeklindeki beyanıyla açıklığa kavuşmuştur18.
b. Müphemin Tavzihi Mübhem kavramı, "insan, melek ve cin gibi varlıkların yahutta bir topluluk veya kabilenin veya bir kelime ve nitelemenin Kur'ân'da açık değil de ism-i işâretler, ism-i mevsuller, zamirler, cins isimleri, belirsiz zaman zarfları ve belirsiz mekân isimleriyle zikredilmesi" anlamına gelmektedir19. Görüldüğü gibi müphem lafızlar anlam bakımından bir belirsizliği ve anlaşılmazlığı ifade etmektedir. Böyle olunca mübhem olan hususların açıklığa kavuş turulmasında doğal olarak bir zaruret söz konusudur. Bu zaruretin orta dan kaldırılmasında da belirleyici olan aklî muhâkeme ve yaklaşımlar değil bizâtihi nakildir. Bu sebepledir ki İslâm âlimleri mübhem lafızların açıklığa kavuşturulması noktasında sahâbe kavillerini bağlayıcı görmüşlerdir. Çünkü onlara göre bu tür bilgilerin Hz. Peygamber'e dayanması kuvvetle muhtemeldir.
Örnek: 1)
olyUdl Jlp çkili- "Namazlara (özellikle) orta na
maza devam edin..."20 âyetindeki orta namazdan maksadın ne olduğu açık değildir. Yani cins bir isim olan "namaz" ve onu sıfatlayan "vustâ" lafzın dan dolayı âyette anlam yönüyle bir mübhemiyet söz konusudur. İşte Resûlullah (sav)'m: "Orta namaz ikindi namazıdır"21 sözü, bu müphemiyeti ortadan kaldırıp âyeti anlaşılır hale getirmektedir.
Örnek: 2) sSLjj
IJJJ "Güzel davrananlara daha güzel karşılık,
bir de fazlası vardır..."22 âyetindeki "ziyâde" Hz. Peygamber'in hadisine göre müminlerin cennette Allah'ın cemâlini görmeleridir. Çünkü Suhayb Peygamberimizin: "Cennetlikler cennete girince Yüce Allah: "Daha fazla bir şey ister misiniz?" buyurur ve sonra onlara cemâlini gösterir. Artık onlar orada Rablerine bakmaktan daha sevimli bir nimete mazhar olamazlar" dediğini sonra da söz konusu âyeti okuduğunu nakletmektedir23. 18 19 20 21 22 23
Ahmed b. Hanbel, Müsned, VII, 240 Tanım için bkz. Süyûtî, İtkân, II, 185. Bakara 2/238. Tirmizî, Tefsîr, Sûre, 2. Yûnus 10/26. Tirimizî, Tefsir, Sûre, 10.
TEFSİR TARİHİ
60
c. Mutlakm Takyidi
Mutlak, "herhangi bir lafzın anlam yönüyle kayıt altına alınmaması, bir başka kelime ya da niteleme ile belirginleştirilmemesi" demektir. Dolayısıyla mutlakm takyîd edilerek belirgin hale getirilmesi kaçınılmazdır. İşte bu durumda bazen Kur'ân, Allah Resûlü'ünün sünnetiyle takyîd edilmiştir.
Örnek: 1)
ü—s” üj
IÂîjLSJIj
"Hırsızlık yapan erkek ve hırsızlık yapan kadının, yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesin Allah izzet ve hikmet sahibidir”24 şeklinde mutlak bir hüküm ortaya koyan Kur'ân âyetini, Hz. Peygamber: "Sağ elin bilekten kesileceğini” zikretmek suretiyle kayıtlamış olmaktadır25.
Örnek: 2) ûüjül
U
Artık Kur'ân'dan kolayınıza geleni
okuyun...”26 âyetini, Hz. Peygamber'in: "Fatihasız namaz olmaz”27 hadisi takyid ederek, namazda farz olan kıraâtm Fâtiha Sûresi olduğunu göstermektedir. d. Müşkilin Telifi Sözlükte "karışık olan" anlamına gelen müşkil kavram olarak da, "Kur"an'ın bazı âyetleri arasında ihtilaf ve tezat gibi görünen hususlar" diye tanımlanabilir. Ancak şunu hemen belirtmek lazım ki, 4)1 jİp dlS jJj
\y^
"Eğer 0 (Kur'ân) Allah'tan başkası tarafından olsaydı,
elbette içinde birbirini tutmayan birçok şey bulurlardı"28 âyeti Kur'an'da birbiriyle çelişen âyetlerin bulunmasmı imkânsız kılmaktadır. İşte bu bağlamda ele alacağımız örnek hadisler de burada sözü edilen âyeti destekleyerek gerçekte Kur'ân'da bir çelişkinin olmadığım ortaya koy maktadır. Meselâ, 11^- dlŞj Jü dlS" Uofj öp "İçinizden oraya (cehenneme) girmeyecek hiç kimse yoktur. Bu Rabbin üzerine (almış olduğu) kesinleşmiş bir hükümdür”29 buyurularak, istisnâsız herkesin cehenneme gireceği belirtilmekte, birçok âyette ise, 24 25 26 27 28 29
Mâide 5/38. Bkz. Şafii, Risale, s. 104; Şâtıbî, Muvafakat, IV, 17. Müzzemmil 73/20. Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 428. Nisâ 4/82. Meryem 19/71.
IjMd IjjJJI JaAj 4)1
TEFSİRİN DOĞUŞU ve TEDVİNİ
61
oü>- "Allah, inanan ve iyi işler yapanları, altlarından ırmak
lar akan cennetlere sokacaktır"30 denilmektedir. Tabiatıyla bu da ilk bakışta bir çelişki gibi görünmektedir. İşte Hz. Peygamber: "(Ayette geçen) vurûd lafzı, girmek manasınadır. Ne günahsız ne de günahkâr, cehenneme girmeyen hiçkimse kalmayacaktır. Ancak cehennem müminlere, Hz. İbrahim'e olduğu gibi serin ve selâmet olacak, hatta cehennem ateşi onların serinliğinden dolayı feryad edecektir. Sonra Yüce Allah miittakileri kurtaracak, zâlimleri ise öyle diz üstü çökmüş olarak cehenneme atacaktır"31 diyerek, bu müşkili yani âyetler arasındaki çelişki zannım ortadan kaldırmak suretiyle muhtemel sorunu çözmüş olmaktadır32. 3. Hz. Peygamber'in Tefsir Ettiği Naslarm Miktarı
Hz. Peygamber'in Kur'ân'a dair beyanlarının miktarı konusunda âlimler farklı görüşler ortaya atmışlardır. Bazıları söz konusu tefsirin çerçeve itibariyle Kur’ân’m bir kısmını, bazıları da tamamım içerdiğini iddia etmektedirler.
a. Kur'ân'm Bir kısmını Tefsir Ettiği İddiası Bu görüşü ilk defa Gazzalî (Ö.505/1111) ortaya atmış, daha sonra da Süyûtî (Ö.911/1505) onu savunmuştur. Hz. Peygamber'in Kur'ân'dan az
bir kısmı tefsir ettiğini ileri süren bu âlimlerin delilleri şunlardır: (1) Hz. Âişe (ra) naklettiği bir hadisde şöyle demiştir: "Hz. Peygamber,
Cebrâil'in kendisine öğrettiği belirli âyetlerden başka Kur'ân'dan bir şey tefsir etmezdi"33. Dolayısıyla bu hadis, söz konusu peygamberi tefsirin belli
âyetlerle ilgili olduğunu ifade etmektedir. (2) Hz. Peygamber'in Kur'ân'a dair beyanları onun, sadece manası anlaşılmayan bazı âyetleriyle ilgilidir. Zira manaları açık olan âyetler
eğer Resûlullah (sav) tarafından tefsir edilseydi bu, "mâlûmu i'lâm” olurdu.
30 31 32
33
Bkz. Hac, 22/14, 23; Ahkâf 48/12. Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 328-329. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kur'ân'ı Tefsiri, s. 246278; Gümüş, Sadreddin, Kıır'ân Tefsirinin Kaynakları, s. 52-56. Mukaddimetân, s. 263; İbn Kesîr, Tefsir, I, 6.
TEFSİR TARİHİ
62
(3) Bugün elimizde bulunan sahih hadis kitaplarında, Kur'ân'm ancak bir kısım âyetlerini tefsir edici mahiyette müsned ve merfû haber
bulunmaktadır34. (4) Resûlullah (sav) Kur'ân'daki her âyetin manasını açıklamış ol saydı, o zaman, İbn Abbâs için, "Allah'ım onu dinde fakih kıl ve ona te'vili öğret"35 diye dua etmesinin bir anlamı olmazdı36.
(5) Kaynakların bildirdiğine göre Ahmed b. Hanbel (Ö.241/855) gibi rivâyete önem veren bir zat bile, "megâzi" (kahramanlık kıssaları), "melâhim" (harp tarihi) ve "tefsir" gibi üç şeyin aslı yoktur" demiştir.
Eğer Hz. Peygamber Kur'ân'm tamamını tefsir etmiş olsaydı, Ahmed b. Hanbel tefsiri, asılsız olarak nitelendirdiği megâzi ve melâhimle birlikte saymazdı37.
b. Kur'ân'm Tamamını Tefsir Ettiği İddiası
Bu iddiayı da ilk olarak İbn Teymiyye (ö.728/1328)'nin ortaya attığı, daha sonra da bazı âlimlerin aynı kanaati paylaştıkları ifade edilmekte
dir. Bu iddia sahipleri de görüşlerini şöyle delillendirmektedirler: (1)
Jjl U
jS'JJI JHI ÜJiîj "İnsanlara, kendilerine indirileni be
yan etmen için sana da Kur'ân'ı indirdik..."38 âyeti, Hz. Peygamber'e Kur'ân'ı tefsir etme sorumluluğu yüklemektedir. Ayrıca âyetteki "beyân" lafzı, Kur'ân'm bütününü içine alan bir lafızdır. Buna göre Hz. Peygam ber Kur'ân'm tamamını tefsir etmek durumundadır. Eğer o böyle yapmamış olsaydı, o zaman Allah'ın kendisini sorumlu tuttuğu beyân görevinde kusur işlemiş olurdu.
(2) Ashâbm, Resûlullah (sav)'tan on âyet öğrendiklerinde manalarını kavrayıp onlarla amel etmedikçe, başka âyetlere geçmediklerini ifade eden rivâyetler, Hz. Peygamber'in sahâbilerine bütün âyetlerin anlamla 34 35 36 37
38
Gazzâlî, İhyâu ulûmi'd-dîn, Kahire 1306,1, 225. Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 214, 269, 314. Kurtubî, el-Câmi’, I, 33; Zehebî, et-Tefsîr ve'l-müfessirûn, I, 51. Ahmed Emin, Fecru'l-İslâm, s. 199. Konuyla ilgili geniş bilgi için bkz. Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kur'ân'ı Tefsiri, s. 53-60. Esasen Ahmed b. Hanbel bu sözüyle tefsirde nakledilen rivâyetlerin senedsiz olarak zikredildiklerini bu yüzden güvenilir olmadıklarım kastetmiş olabilir. Nahl 16/44.
TEFSİRİN DOĞUŞU ve TEDVİNİ
63
rını açıkladığını göstermektedir. Ayrıca Yüce Allah âyetler üzerinde iyice düşünülmesini Kur'ân'm pek çok yerinde emretmiştir. Ashab da bu emri yerine getirmek için olağanüstü bir gayret göstermiştir. Bilindiği gibi manasını anlamadan herhangi bir söz üzerinde düşünmek de mümkün değildir. Buradan da anlaşılmaktadır ki, Allah Resûlü (sav) Kur'ân'm
tamamım tefsir etmiştir. (3) Herhangi bir ilim dalında yazılmış bir kitabın bile izaha muhtaç olduğu düşünülürse, insana dünya ve âhiret saadetinin yollarım göste
ren Kur'ân'm bir bütün olarak tefsire ihtiyacının olmadığım ileri sürmek aklen de mümkün olmaz39.
Her iki tarafın delillerini serdettikten sonra hemen belirtelim ki, sahih hadis mecmuaları incelendiği zaman görülür ki, Resûlullah'm Kur'ân'a dair beyanları, itikâd, ibâdet ve amelî hükümlere ait âyetler yamnda, âhiret ahvâliyle ilgili nasları da ihtiva etmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber terğib ve terhib ifade eden âyetlerle beraber, bazen muğayyebâta dair
âyetleri de tavsif ve tasvir ederek, zaman zaman da temsil yolunu kulla
narak tefsir etmiştir. Yani Allah Resûlü ne Kur'ân'm pek az âyetini tefsir ederek onu, kendi görüşleri istikametinde açıklamak isteyenlere meydam boş bırakmıştır; ne de tamamını tefsir etmek suretiyle insan akimı işlevsiz hale getirmiştir40. O halde ilk görüştekilerin öne sürdüğü Hz. Âişe hadisi, Resûlullah (sav)'ın Kur'ân'a dair yapmış olduğu beyanların tümünü değil, bazı âyetlerle ilgili olarak Cibril'e soru sorması üzerine gelen açıklamaları ifade etmektedir. Çünkü İslâmî geleneğe göre Hz. Peygamber'in, manasım bilmediği bazı âyetleri Cibril'den sorması mümkündür41. İkinci görüşte olanların nas olarak ileri sürmüş oldukları en-Nahl
16/44. âyeti de, aynı şekilde Kur'ân'm tüm âyetlerini içermeyip, mücmel, müphem, mutlak, müşkil ve bazı gaybî konulara ait âyetleri ihtiva etmektedir. Buna göre denilebilir ki Hz. Peygamber'in açıklamaları, Kur'ân'm tümünü içine almayıp ihtiyaç duyulan âyetlerin tefsirini kapsamaktadır. Çünkü Allah Resûlü'nün Kur'ân'm tamamını 39 40 41
Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kur'ân'ı Tefsiri, s. 61 vd. Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kur'ân'ı Tefsiri, s. 70-71. Mukaddimetân, s. 191.
TEFSİR TARİHİ
64
tefsir ettiği iddiasını elde mevcut nebevi tefsirle kanıtlamak mümkün değildir. Yani sahih hadis mecmualarında yer alan tefsirle ilgili merfu
rivâyetlerle bunu kanıtlama imkânı yoktur. Ancak burada bir başka
yaklaşımla olaya baktığımızda Hz. Peygamber'in Kur'ân'm tamamını tefsir ettiğini söyleyebiliriz. Bilindiği gibi Allah Resûlü (sav), Kur'ân'ı sadece metinsel anlamda tebliğ edip pratikleriyle ilgilenmeyen bir peygamber değildi. Aksine Kur'ân'm mesajım ilk önce hayata geçiren ve ashâbma da bunu bizzat gösteren model bir insandı. Yani Hz. Peygamber yaşayan bir Kur'ân'dı. Böyle olunca o, Kur'ân'ı baştan sona fiilen tefsir etmişti. Buna göre diyebiliriz
ki, Hz. Peygamber'in bize bırakmış olduğu Kur'ân tefsiri kısmen sözlü; kısmen de fiilî bir tefsirdir. Ancak onun kavlî tefsiri de esasen pratiğe döküldüğü için, baştan sona bütün Kur'ân Allah Resûlü tarafından
yaşanarak tefsir edilmiştir. 4. Sünnetin Kur'ân Karşısındaki Fonksiyonu ve Değeri
a. Sünnetin Fonksiyonu Büyük müfessir Kurtubî (ö.671/1273) tefsirinin mukaddimesinde,
İslâm bilginlerinin ekseriyetinin fikirlerine tercüman olarak, sünnetin Kur'ân karşısında iki fonksiyon icra ettiğini belirtmektedir. Bunlardan biri sünnetin, açıklanması gereken Kur'ânî nasları tefsir etmesidir ki buna tebyîn, diğeri de bazen helâl ve haram noktasında bazen de değişik konularda Kur'ân'da yer almayan bir hükmü koymasıdır ki, buna da teşri' (hüküm koyma) fonksiyonu denilmektedir42. Tebyîn fonksiyonu onun, Kur'ân'daki mutlak
nasları takyid, müphemleri tavzîh, mücmelleri beyân, müşkilleri te’lîf ve genel manalı âyetleri tahsîs etmesinden ibarettir. Bu
meseleyi daha önce örnekleriyle ele aldığımız için burada üzerinde durmak istemiyoruz. Sünnetin teşri fonksiyonuna gelince öncelikle şunu ifade edelim ki bu,
Allah'ın Hz. Peygamber'e vermiş olduğu yetkinin bir neticesidir. Esasen mutlak anlamda şâri sıfatının yegâne sahibi Allah'tır. Ancak Allah'ın 42 Kurtubî, el-Câmi', I, 39.
TEFSİRİN DOĞUŞU ve TEDVİNİ
65
verdiği yetkiye dayanarak Hz. Peygamber de Kur'ân'm boş bıraktığı alanlarda hüküm koyabilir43. Buna göre Allah mutlak manada şâri, Hz. Peygamber de mecâzî anlamda şâri demektir. Hz. Peygamber'in kendisine tevdi edilen mecâzi anlamdaki şâri sıfatıyla öngördüğü
hükümlere örnek olarak bir kadının, halası, teyzesi, kızı ve kardeşinin
kızı üzerine nikâhının haram oluşu44, ehli eşeklerin45, köpek dişli yırtıcı hayvanların etlerinin haram kılınması46, diyet, Müslümanın kâfire karşı
kısas yoluyla öldürülmemesi47, nesep açısından haram olan şeyin süt emzirme yoluyla da haram oluşu48, çoğu sarhoş eden şeyin azmin da haram olacağı49 gibi hususları sayabiliriz. Ayrıca beş vakit namazın vakti, nasıl kılınacağı, vitir namazının vâcip oluşu, namazlarda Kâbe'den önce Beyt-i makdis'e yönelme, orucu bozan ve bozmayan şeyler, kimlere zekâtın farz olduğu, şer'i boşamanın şekli, hayızlı kadının namaz kılmaması, oruç tutmaması, büyük annenin mirası gibi hususlar da burada örnek olarak zikredilebilir50.
b. Sünnetin Kaynağı ve Değeri ba. Sünnetin Kaynağı
Biraz önce sünnetin teşri fonksiyonundan söz ederken Hz. Peygam ber'in mecâzi manada şâri yetkisine sahip olduğunu söylemiştik. Şurası muhakkak ki bu yetki, sünnetin vahiy kaynaklı olup olmamasıyla ilişkilidir. Usûl âlimleri, Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrir (onay-tasvip) terinden ibaret saydıkları sünneti51, kaynağı itibariyle farklı bir biçimde ele almışlardır. Görebildiğimiz kadarıyla bu husustaki tartışmalar, başlıca iki eğilimin doğmasına yol açmıştır. 43 44 45 46 47 48 49 50
51
Bkz. Şâfii, Risale, s. 52; İbn Hazm, el-îhkâm fi usûli'l-ahkâm, Beyrut 1985,1,114. Buhârî, Nikâh, 27; Müslim, Nikâh, 37-39. Buhârî, Zebâih, 28; Megazî, 38; Müslim, Nikâh, 39. Buhârî, Tıb, 57; Müslim, Sıyâm, 11; Ebû Davûd, Sünnet, 5. Buhârî, İlim, 39. Buhârî, Şehâdet,7; Nikâh, 2; Müslim, Rıdâ', 1; Ebû Davûd, Nikâh, 6. Ebû Davûd, Eşribe, 5; Tirmizî, Eşribe, 3. Güngör, Mevlüt, Kur'ân'm Hz. Peygamber'in Sünnetine Verdiği Değer, (Basılmamış makale), Ankara 1995, s. 13. Âmidî, el-İhkâm fi usûli'l-ahkâm, Beyrut 1986/1406, I, 145; Ebu Zehra, Usûlü'l-fıkh, yy. ts., s. 105; Zeydân, Abdulkerim, el-Veciz fi usûli'l-fıkh, İstanbul 1979, s. 131; Kardâvi, Yusuf, Sünneti Anlamada Yöntem, (trc. Bünyamın Erul), Kayseri 1993, s. 27-29.
66
TEFSİR TARİHİ
(1) Bu eğilimlerden birine göre sünnet de Kur'ân gibi vahiy kaynaklıdır.
(2) Diğerine göre de o, Hz. Peygamber'in kendi çevresinden elde
ettiği bilgi birikiminin, akıl ve tecrübesinin ve bunlara dayanarak Kur'ân'la ilgili yapmış olduğu yorumların bir ürünüdür52. Ancak hemen belirtelim ki, sünnetin vahiy kaynaklı olduğunu kabul
edenler büyük bir çoğunluğu teşkil ederler. Söz konusu görüşü
benimseyenlere göre vahyin İlâhî kaynaklı olduğunun Kur'ân ve hadisten delilleri bulunmaktadır. Meselâ, IŞ-j ^1 iül
dİ
dl£ Uj
âyetinde53 yer alan (l^-j *tfl) sözü, Resûlullah (sav)'m ilhâm yoluyla vahiy aldığına işaret etmektedir. Kuran vahyini değerli elçiden dinleyerek
aldığına göre bu husus, onun sünnet vahyine mazhar olduğu bir yol
olmalıdır54. Hz. Peygamber'e hüküm koyma yetkisinin verildiğinden söz eden, Uj
(İrf öî l>î tiISI 'ij d£ "Allah ve Resûlü bir konuda hüküm verdikten sonra artık inanmış bir erkek ve kadının
kendileriyle ilgili konularda tercih serbestisi yoktur..."55; I^Jji dİ 4.jti^iıjj 4Üİ Jl Ij^i ISI
dl^
"Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Resûliıne çağrıldıkları zaman mü minlerin sözü ancak: "işittik ve itaat ettik" demeleridir..."56; ^Jl
lAAj tiiAAAj ^l lAtiA iy^i* ^41'^ 5^- dJJS yj-^l pjJlj 4üL «Syûj; dİ "Ey İmân edenler! us?
Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülü'l-emre (idarecilere) de itaat edin. Herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, -eğer gerçekten Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız- onu Allah' ve Resulüne götürün. Bu hem hayırlı,
hem de netice bakımından daha güzeldir"57, âyetler de bu hususun örnekleri arasında yer almaktadır. 52 53 54 55 56 57
Bu konuda bilgi için bkz. Kırbaşoğlu, M. Hayri, İslâm Düşüncesinde Sünnet, Ankara 1993, s. 252 vd. Şûrâ 42/51 Nesefî, Medârik, IV, 110). Ahzâb 33/36. Nûr 24/51. Nisâ 4/59.
TEFSİRİN DOĞUŞU ve TEDVİNİ
67
Ayrıca daha önce de belirttiğimiz gibi Hz. Muhammed (sav)'in beyanları da, Kur'ân dışında kendisine vahiy geldiğini ifade etmektedir. Meselâ, rivâyet edildiğine göre bir Yahudinin gelip Hz. Peygamber
(sav)’e soru sorması üzerine o şöyle demişti: "Hakikaten bu adam bana so racağım sordu. Aslında ben onun sorduğu sorular hakkında bir şey bil miyordum, ama Allah onları bana vahyetti"58. Başka bir zamanda da Peygamber (sav): "Allah sizin alçak gönüllü olmanızı bana vahyetti"59
demiştir. Konuyla ilgili bir diğer hadisde de Resûlullah'm şöyle dediği nakle dilmektedir: "Biliniz ki, bana Kur'ân ve onunla beraber bir de benzeri verildi"60. İbn Mâce'nin rivayet ettiği bir hadis de şöyledir: "Biliniz ki, Resû-
lullah'ın haram kıldığı Allah'ın haram kıldığı gibidir"61.
Bunlardan başka Cebrâil'in Kur'ân vahyi dışında Resûlullah (sav)'a bazı telkinlerde bulunup, ibâdetlerin şekilleri ve yapılış tarzları hak kında, bizzat göstererek bilgiler verdiği ifade edilmektedir. Meselâ nasıl abdest alacağı, nasıl namaz kılacağı62, hacda nasıl telbiyede bulunacağı63 gibi bazı konuları Cebrâil'in, bizzat gelerek Hz. Peygamber'e öğrettiği nakledilmektedir64.
Görüldüğü gibi bütün bu rivâyetler, sünnetin de Kur'ân gibi vahiy kaynaklı olduğunu hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kadar açık ve
net bir biçimde ortaya koymaktadır. Bu sebeple denilebilir ki esasen sün netin vahiy kaynaklı olduğunda herhangi bir problem söz konusu değil dir. Ancak burada üzerinde durulması gereken asıl problem, sünnetin tamamen mi yoksa kısmen mi vahiy mahsulü olduğu hususudur. Hemen ifade edelim ki, sünnetin vahiy ürünü olduğunu kabul eden İslâm âlimleri bu meselede görüş birliğine varamamışlardır. Çoğunluk, sünnetin kısmen vahye, kısmen de Resûlullah (sav)'m iç58 59 60 61 62 63 64
Müslim, Hayz, 34. Müslim, Cennet, 64; Ebû Dâvûd, Edeb, 48. Ebû Dâvûd, Sünnet, 6. İbn Mâce, Mukaddime, 2. Ahmed b, Hanbel, Müsned, IV, 161. Ebû Dâvûd, Menâsik, 27; İbn Mâce, Menâsik, 16; Tirmîzi, Hac, 14. Değişik örnekler için bkz. Buhârî, Bed'u’l halk, 6; Müslim, İmân, 264; Ebû Dâvûd, Menâsik, 94; Salât, 2; Sünnet, 9; Tirmîzi, Hac, 14.
68
TEFSİR TARİHİ
tihadma dayandığını kabul ederken, İbn Hibbân (Ö.354/965)65 ve İbn Hazm (Ö.456/1063)66 gibi bazı âlimler sünnetin tamamını vahiy kaynaklı olarak telakki etmişlerdir. Bu görüşün günümüzde de temsilcileri mevcuttur. Bunlar arasında Afzalur Rahman67, Muhammed Taqi Usmânî68 ve Muhammed Hamidullah69'm isimleri sayılabilir. Bu zatlar kendi tezlerini te'yid etmek için birçok delil ileri sürmüşlerdir, ancak konumuzun sınırlarını aşacağı endişesiyle söz konusu delillere burada yer vermek istemiyoruz. Şu kadarını söyleyelim ki, sünneti kısmen vahiy olarak kabul edenlere göre sünnetin tamamını vahiy olarak düşünmek bir anlamda Hz. Peygamber'i İnsanî özelliklerden soyutlamak demektir ki bu da, onun beşer olduğunu gösteren âyetlere70 ters düşer. Çünkü sünneti bu konumda ele almak, Resûlullah’m attığı her adımm, söylediği her sözün, yaptığı her şeyin vahiy olduğunu kabul etmek demektir ki, bu durumda da söz konusu özellikleri taşıyan bir zâtın beşer olarak hiçbir insiyatifinden söz edilemez71. Bu sebeple böylesi bir anlayışın isabetli olduğunu söylemek oldukça zordur. Çünkü bu aynı za manda Hz. Peygamber'in din konusunda yapmış olduğu bazı hatalardan dolayı uyarıldığını ifade eden Kur'ân âyetlerine de ters düşmektedir72. Sünnetin tamamının vahiy ürünü olamayacağını gösteren bir başka delil de, fıkıh usûlü kitaplarında ele alman "Hz. Peygamber'in içtihadları" konusudur. Burada şunu belirtmede yarar vardır. İçtihadlarm niteliği ne olursa olsun, önemli olan, pekçok İslâm âliminin söz birliği edercesine Hz. Peygamber'in içtihadda bulunduğunu kabul etmiş olmasıdır. Hatta bu husus bile, sünnetin tamamen vahiy mahsulü olmadığını ortaya koyucu nitelikte bir delil sayılabilir73. 65 66 67 68 69 70 71 72 73
Bu husustaki görüşü için bkz. İbn Hibbân, el-İhsân fi takribi sahihi İbn Hibbân (Mür. Ali b. Belbân el-Fârisî), Beyrut 1988,1,189 Bkz. İhkâm, I, 96-97. Afzalur Rahman, "Hz. Muhammed" SA., İstanbul 1990, II, 543-546. Usmânî, The Aut hority of Sunnah, Karaçhı 1990, s. 23 vd'dan naklen Kırbaşoğlu, M. Hayri, Sünnet, s. 263. Hamidullah, "Sünnet", İA., İstanbul 1987, XI, 243. Bkz. Kehf 18/110; Enbiyâ 21/3; Şuarâ 26/104,186; Fussilet 41/6. Kırbaşoğlu, M. Hayri, Sünnet, s. 276. Bkz. Enfâl 8/67; Tevbe 9/43; Yûnus 10/99; Tahrîm 66/1; Abese 80/1-10. Kırbaşoğlu, M. Hayri, Sünnet, s. 277.
TEFSİRİN DOĞUŞU ve TEDVİNİ
69
Sonuç olarak şunu belirtelim ki, bu konuda ileri sürülen birkaç âyete
bakarak, Kur'ân dışı vahyi sünnetin tamamına teşmil etmek, pek isabetli görünmemektedir. O halde burada söylenecek en doğru söz, Kur'ân dı şındaki vahyin muayyen konularla sınırlı olduğunu belirtmek74 ve sün
netin, vahiy dışında kalan kısmının, Hz. Peygamber'in içtihadının bir
ürünü olduğunu kabul etmektir. îşte bu anlayış neticesinde İslâm bilginleri Kur'ân vahyini vahy-i metluvv (okunan vahiy) yahut vahy-i celi
(açık vahiy) olarak vasıflandırırken, sünneti de onun karşısına koyarak
vahy-i gayr-i metluvv (okunmayan vahiy) veya vahy-i hafi (gizli vahiy)75 şek linde tavsif etmişlerdir76. Böylece bu taksim, zamanla yerleşmiş ve vahiy
denilince söz konusu bu iki kısım akla gelir olmuştur77. bb. Sünnetin Değeri Daha önce de belirttiğimiz gibi İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu
sünnetin değerinden söz ederken kaynak itibariyle onunla Kur'ân arasında bir fark gözetmemişlerdir. Yani onlara göre her iki metin de vahiy olması sebebiyle aynı kaynaktandır. O halde sözünü ettiğimiz
bu iki metin arasında değer bakımından herhangi bir fark mevcut değildir. Bu sebepledir ki, daha önce sünnetin Kur'ân karşısındaki
fonksiyonunu ifade ederken de belirttiğimiz gibi, Kur'ân'm boş bıraktığı alanlarda Allah Resûlü (sav) hüküm koymuştur. Nitekim İbn
Hazm (Ö.456/1063) bu mesele ile ilgili olarak şöyle demektedir: " (...)
Bizim, Allah tarafından Resulüne gelen vahyi iki kısma ayırmamız doğru olur: Birincisi, nazmı, tertibi itibariyle mûciz olup, ibadetlerde
tilâvet olunan vahiydir ki, bu Kur'ân'dır. İkincisi de rivâyet edilip nakledilen ve nazmı itibariyle mûciz olmayan vahiydir ki, bu da Allah 74 75
76 77
Kırbaşoğlu, M. Hayri, Sünnet, s. 278. Kutsî ve nebevi hadisler de bu vahiy çerçevesi içerisinde telakki edilmiştir. Kutsi hadislerin hadis ilmi açısından değeri hakkında bilgi için bkz. Kırbaşoğlu, M. Hayri, Sünnet, s. 280-298. Ak, Usûlü 't-tefsîr, s. 38. Vahyin taksimatı için bkz. Şâfii, el-Ümm, (thk. Muhammed Z. Neccâr), Beyrut ts., V, 127; Gazzâli, el-Müstasfâ min ilmi'l-usûl, Bulak 1324, I, 129; Süyûtî, Miftâhu'l-cenne fi'lihticâc bi's-siinne, (thk. Mustafa Abdulkadir), Beyrut 1987, s. 43; Hamidullah, İslâm Ta rihine Giriş, (trc. Ruhi Özcan), İstanbul 1994, II, 903; Kardâvî, Sünneti Anlamada Yöntem, s. 58; Toksan, Ali, Delil Olma Yönünden Sünnet, Kayseri 1994, s. 96.
TEFSİR TARİHİ
70
Resûlü (sav)'nden bize ulaşan hadislerden ibarettir. (...) Yüce Allah
birinci tür vahye yani Kur'ân'a uymamızı emrettiği gibi, ikinci tür vahye uymamızı da emretmiştir. Bu yüzden vahyin bu iki türü arasında herhangi bir fark söz konusu değildir"78. Sünnetin değeri konusunda Şâtıbî (ö.790/1388) de şunları söyler: "Ha dis ya Allah tarafından gönderilmiş bir vahiydir ya da Hz. Peygamber'in
yapmış olduğu bir içtihaddır. (...) Her iki takdire göre de hadisin, Allah'ın kitabıyla çelişkide olması mümkün değildir. Çünkü Hz. Pey gamber hiçbir zaman kendi hevâ ve hevesinden konuşmaz; onun konuş ması ancak kendisine ilkâ edilen (kalbine atılan) bir vahiydir79. Resûlullah (sav)'m (şahsî içtihadlarmda) hata yapabileceği kabul edilse bile, o asla hatası üzerinde devamlı bırakılmaz, derhal tashih edilir ve sonunda mutlaka doğruya döner. Dolayısıyla Hz. Peygamber'den risâlet konusunda sâdır olan hadislerin hiçbirinde hata ihtimali söz konusu değildir."80. Bu konuda Muhammed Hamidullah'm görüşü de şöyledir: Nazari olarak Kur'ân ve hadis, cemiyet ile ilgili hususlarda hemen aym değeri taşır. Müslüman bir kimse bu prensip dışında düşünemez. (...) Bugün her şeyden önce Allah Resûlü Muhammed'e isnâd edilen bir hadisin sa hih olup olmadığı araştırılır. Şayet sahih ise o takdirde bu hadis, tatbiki bir değer kazanır ve uygulanması gerekir81.
Öyle anlaşılıyor ki İslâm âlimleri vahiy itibariyle olduğu gibi dinî ko
nulara kaynak olma açısından da sünnetle, Kur'ân arasında bir farkın
olmadığını ifade etmişlerdir. Onları bu görüşe sevkeden yegâne âmil, Resûlullah (sav)'m, ismet sıfatının bir uzantısı olarak devamlı vahyin
kontrolünde bulunmasıdır82. Bunun sonucudur ki o, gerek sözlerinde,
78
79 80 81 82
İbn Hazm, İhkâm, I, 96 vd. İşte bu özelliğinden dolayı bazı âlimler tarafından sünnetin, Kur'ân'ı neshedebileceği dahi ileri sürülmüştür. Bunu savunanlardan biri de Gazzâli'dir. Nitekim bu hususla ilgili olarak bize ulaşan sözü şöyledir: "Hepsi Allah katmdandır, o halde sünnetin Kur'ân'ı neshine ne engel vardır?" (Bkz. Mustasfâ, 1,124). Necm 53/3-4. Şâtıbî, Muvâfakât, IV, 19. Bkz. Kur'an-ı Kerim Tarihi, (trc. Salih Tuğ), İstanbul 1993, s. 16. Erdoğan, Mehmet, Sünnet, s. 191.
TEFSİRİN DOĞUŞU ve TEDVİNİ
71
gerek fiillerinde kendisini lekeleyecek ve kıymetini düşürecek her türlü
hatadan korunmuştur. Eğer kasıt ve irâdesi olmaksızın kendisinde dinî
konularla ilgili olarak herhangi bir hata vuku bulacak olursa, Yüce Allah onu uyarır, yerine göre kınar, hatta bu konuda peygamberi kendi haline
bırakmak şöyle dursun, onu uyarmayı bile geciktirmez83. İşte bu özelliği sayesinde Resûlullah (sav) hata etmek, yanılgıya düşmek, tebliğde ihmal
göstermek, çağrı yapmakla görevli olduğu şeriatın ayrıntılarını bilme mek gibi "mucize" kavramının manasına ters düşen davranışlardan uzak
tutulmuştur84. Buraya kadar kısaca tefsirin doğuşu bağlamında Hz. Peygamber
tefsirini ele alıp inceledik. Tefsirin sistemleşmesi ve gelişmesinde elbette ki, sahâbîlerin de çok önemli bir misyon üslendiklerini biliyoruz. O
halde bundan sonra da sahâbe tefsiri üzerinde durarak, söz konusu örnek neslin tefsire olan katkılarını anlatmaya çalışalım.
B. Sahâbe Tefsiri
Sahâbe, arkadaş anlamına gelen "sahâbî" kelimesinin çoğulu olup, Hz. Peygamber'i sağlığında görmüş ve onunla karşılaşmış olan müminlere verilen bir sıfattır. Sahâbî olmada Hz. Peygamber'den hadis rivâyet etme şartı olmadığı gibi yaş sınırı da söz konusu değildir. Buna göre sağ iken bir an bile olsa onunla görüşüp sohbet etmek ve Müslüman olarak ölmek sahâbi olmada yeterli bir şart olarak kabul edilmektedir85.
Kur'ân tefsirinin doğuşunda sahâbe tefsirinin çok önemli bir yeri var dır. Çünkü sahâbiler Arap oldukları için Arap dilinin üslup ve incelikle rini, Arap örf ve âdetlerini iyi biliyorlardı. Aynı zamanda üstün bir idrâk gücü ve sarsılmaz bir imana sahiptiler. Ayrıca onlar eski medeniyetlerin ve felsefi akımların tesirinden oldukça uzak yaşadıkları için zihinleri ber rak ve dilleri fasihti. Bütün bunların yanında Kur'ân'm inişine şâhit idiler. Bu yüzden âyet ve sûrelerin hangi sebeplerden ötürü inzâl 83 84
85
Sâbûnî, Nûreddin, Mâtııridiye Akaidi, (trc. Bekir Topaloğlu), Ankara 1979, s. 121-122. Gazzâli, Müstasfâ, II, 212 vd. Gazzâlî risâletle ilgili olmayan konularda pey gamberlerin unutmalarının ya da hata yapmalarının ismet sıfatına ters düşmediğini ifade etmektedir. Bkz. Müstasfâ, II, 212-214. Bu konudaki çeşitli görüşler ve bunların delilleri çin bkz. Abdulganî Abdulhâlık, Hucciyyetu's-Sünne, Hemdon 1993, s. 108 vd. Bkz. Goldziher, İgnaz, "Eshab", İA., İstanbul 1940, IV, 370.
TEFSİR TARİHİ
72
edildiğini biliyorlardı. Anlamada sıkıntı çektikleri ya da açıklama ihtiyacı duydukları zaman da Resûlullah (sav)'a sorarak öğreniyorlardı. Böylece yaklaşık yirmi üç sene boyunca Kur'ân'm inişini müşâhede edip bu esnada meydana gelen olayları bizzat yaşayan sahâbiler hem ilim hem de imân noktasında belli bir olgunluğa erişmişlerdi. Bu da, Kur'ân naslarını tefsir konusunda ashabı Resûlullah'tan sonra en güvenilir ko numa getirmişti. Ancak şurası da bir gerçek ki her sahâbînin Kur'ân'ı aynı seviyede anladığım söylemek mümkün değildir. Çünkü onlar hem zekâ hem de ilmi elde etme imkânları bakımından farklı konumdaydılar. Meselâ Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah İbn Abbâs ve Hz. Aişe gibi Kureyş'in önde ge len ailelerine mensup olup, Arap dilinin üslup ve inceliklerini, eski Arap şiirini, Arap örf ve geleneklerini çok iyi bilenlerin yanında, kültür ve sos yal imkânlar bakımından bunlardan daha zayıf olanlar da vardı. Hatta bunlar arasında Selmân-ı Fârisi (Ö.36/656) ve Bilâl-i Habeşî (Ö.20/641) gibi Arap olmayan unsurlar bile mevcuttu86. Bütün bunlara rağmen sahâbenin Kur'ân'ı yorumlama noktasında göstermiş olduğu üstün gayret, tefsirin gelişmesi ve zenginliği açısından çok önemli bir fonksiyon icrâ etmiştir.
1. Yaklaşım ve Yöntem
Hz. Peygamber'in vefatının ardmdan Kur'ân'ı tefsir etme vazifesiyle karşı karşıya kalan sahâbiler, Allah Resûlü (sav)'nün alternatif yorumlar
için bırakmış olduğu alanda bir taraftan rivâyetleri esas alarak diğer taraftan da kendi görüşlerine yer vererek Kur'ân'ı yorumlamışlardır. Bu
da tabiî olarak iki eğilimin doğmasına yol açmıştır. Söz konusu
eğilimlerden biri rivâyet diğeri de re'ydir. a. Rivâyet Taraftarları
Kur'ân'ı nakle bağlı kalarak tefsir etme yolunu tercih eden sahâbîler, İslâm'ın ilk günlerinden itibaren özellikle müphem, mutlak, mücmel ve müteşâbih nasları açıklama konusunda oldukça çekingen davranarak
re'y ile tefsire karşı çıkmışlardır. Meselâ Hz. Ebû Bekr (ö. 13/634): "Allah'ın kitabına dair herhangi bir şeyi kendi fikrime göre tefsir eder 86 Bkz. Gümüş, Sadreddin, Kur'ân Tefsirinin Kaynakları, s. 60.
TEFSİRİN DOĞUŞU ve TEDVİNİ
73
veya anlamını bilmediğim bir şey hakkında konuşursam, hangi arz
beni üzerinde taşır ve hangi semâ beni altında gölgelendirir?" demiştir87.
Aynı şekilde Ebû seleme b. Abdurrahmân b. Avf (Ö.94/713) elHasan el-Basrî (ö.110/728)'ye: "Allah'ın kitâbmı veya Resûlullah'ın sünnetini bırakıp kendi reyinle ictihadda bulunma"88 demiş; Abdullah
b. Ömer de aynı zata: "Sadece Kur'ân ve sünnetle fetvâ ver. Aksi halde hem
kendini
hem
başkalarını
de
helâk
edersin"89
uyarısında
bulunmuştur.
Bu rivâyetler bize gösteriyor ki, o dönemde bir kısım sahâbî
Kur'ân âyetlerini yorumlama ve fetvâ verme noktasında çok duyarlı
ederek,
hareket
nasları
kendi
tercihleri
doğrultusunda
anlamlandırmayı İlâhî irâdeye müdâhele olarak telakki ediyor;
bunun için de böyle bir müdâheleden uzak durmayı daha isabetli bir
yol olarak görüyorlardı. Öyle anlaşılıyor ki, bu düşüncenin altında da Allah
Resûlü'nün:
cehennemdeki yerine
"Kur'ân'ı
kendi
hazırlansın"90;
görüşüyle
"Kim
kendi
tefsir
eden
içtihadıyla
kimse
Kur'ân
hakkında bir şey söylerse isabet etse bile hata etmiş olur"91 şeklindeki
tehdit dolu sözleri yer alıyordu. Burada şunu da hemen belirtelim ki, Kur'ân'ı tefsir ederken re'yi
isabetli bir yol
olarak
görmeyen
sahâbîlerin
müracaat ettikleri
kaynakların başında Kur'ân'm Kur'ân'la tefsiri gelmektedir. Hz. Ali
"Yükseltilmiş tavana andolsun!"92 âyetini,
(ra)'nin lU
lîisuŞ-j
lilLi "Biz, gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık..."93 âyetinin
delâletiyle
"semâ"
olarak
açıklaması bu
hususun
örneklerinden
biridir94. 87 Taberî, Câmiu'l-beyân, I, 27; İbn Kesîr, Tefsir, IV, 473. 88 Dârimî, Mukaddime, 30. 89 Dârimî, Mukaddime, 30. 90 Tirmizî, Tefsir, 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 269; Taberî, Câmiu'l-beyân, I, 27. 93 Tirmizî, Tefsir, 1; Taberî, Câmiu'l-beyân, I, 27. 92 Tûr 52/5. 93 Enbiyâ 21/32. 94 Taberî, Câmiu'l-beyân, XXI, 567. İbn Abbas ise: "Âyette yer alan "yükseltilmiş tavan" dan maksat "arş" yani cennetin tavanıdır, demiştir. Bkz. Kurtubî, el-Câmi, XIX, 516.
TEFSİR TARİHİ
74
Sahâbenin rivâyet tefsir kaynaklarından biri de Resûlullah (sav)'m
sünnetidir. Meselâ denildiğine göre Ebû Hureyre (ra): obt IjjJJI dJûJ lljj isûfljl pi ,4)
(i4JLU>î dkkyd tfÜJj
"İşte onlar, Rablerinin âyetlerini
ve O 'na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir ki, biz
onlara kıyamet gününde hiçbir değer vermeyeceğiz"95 âyetinde yer alan ( bjj iikîJl jijj
ifadesini, Hz. Peygamber (sav)'in: "Kıyâmet günü (bu niteliği
taşıyan) iri cüsseli bir adam (Allah'ın huzuruna) gelir; ancak onun Allah katında
sivrisinek kadar bile bir değeri yoktur"96 hadisiyle tefsir etmiştir97. Kur'ân'ı rivâyet tefsir kaynaklarıyla açıklamaya çalışan sahâbîlerin başvuru kaynaklarından biri de esbâb-ı nüzûl rivâyetleridir. Sözgelimi Abdullah b. Abbas diyor ki: "Jj ûjû
J>-
& Uj
j-Aş üJli Jj> 54%; üJb 5^*' çA jjj ajjlj jji "Kim hidâyet yolunu seçerse, bunu
ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü üstlenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz"98 âyeti, Velid b. Muğîre hakkında nâzil olmuştu. Çürdkü o bir gün Mekkelilere: 'Muhammed'i
inkâr
edip
bana
tâbi
olursanız
ben
sizin bütün
günahlarınızı yüklenirim, demişti. Bunun üzerine Yüce Allah söz konusu âyeti inzâl ederek onlara demiş oldu ki, Velid sizin günahlarınızı
taşıyamaz; zira herkesin günahı kendisine aittir"99100 .
Rivâyet taraftarı olan sahâbîler Kur'ân'ı bazen de nesh yöntemiyle tefsir etme cihetine gitmişlerdir. Bu hususa örnek olması bakımından
Abdullah b. Abbas'tan yapılan şu nakli burada zikredebiliriz: Söz
konusu sahâbi diyor ki:
îşjî kjjUj
J&j "...Oruç tutmaya
güçleri yetmeyenlere bir fakiri doyuracak kadar fidye gerekir... "wo âyeti, jAİ 13
.t. j
. . . Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler o ayda oruç
tutsun... "101 âyetiyle neshedilmiştir102.
95 96 97 98 99 100 101
Kehf 18/105. Buhârî, Tefsir, V, 236. Taberî, Câmiu'l-beyân, XVI, 35. İsrâ 17/15. Kurtubî, el-Câmi, XIII, 42. Bakara 2/184. Bakara 2/185.
75
TEFSİRİN DOĞUŞU ve TEDVİNİ
Sahâbîler
tefsirde
eski
şiirini
Arap
de
referans
olarak
kullanmışlardır. Özellikle İbn Abbâs'm tefsirde Arap şiirini çok
kullandığı hatta kendisini imtihan etmek maksadıyla soru soran Nâfi
b. el-Ezrak (ö.65/684)'m sorduğu her kelimeyi bir beyt okuyarak cevaplandırdığı ifade edilmektedir102 103. Meselâ,
JU4JI jpj
IjyiS'
JJl Jüi
û* "O inkâr edenlere ne oluyor ki, sana doğru
Sağdan soldan, ayrı ayrı gruplar halinde (gelip etrafını
koşuyorlar.
sarıyorlar)"104 âyetinde yer alan "izin" kelimesini İbn Abbâs, "halkalar ve dağınık fırkalar" olarak tefsir etmiş ve verdiği anlamın isabetli
olduğunu göstermek için de ILjp Ul£J&
sanırsın. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler. (Bu) her şeyi sapasağlam yapan Allah'ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tama
mıyla haberdardır"185 âyetini tefsiri esnasında, dünyanın yuvarlaklığını ve
hareket etmekte olduğunu ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaktadır186. Bütün bu olumlu tarafları yanında Envâru't-tenzîl'e isnâd edilen
olumsuz bir nitelik vardır ki o da müfessirin, sûrelerin faziletlerine dair naklettiği uydurma rivayetlerdir. Öyle anlaşılıyor ki Beyzâvî bu
hadisleri, Kur'ân sûrelerinin faziletleri konusunda uydurma hadis nakletmekle tanınan Sa'lebî (ö.427/1035) ve Vâhidî (Ö.468/1075)187
kanalıyla rivâyet eden Zemahşerî'ye tâbi olarak tefsirine sokmuştur.
Bundan dolayıdır ki, müfessir Şirbînî (Ö.977/1569) "es-Sirâcu'l-mümr " adlı tefsirinde Zemahşerî ve ona tâbi olarak aynı hadisleri nakleden
Beyzâvî'nin pekçok uydurma hadisi kitaplarına aldıklarından söz et
mektedir. eş-Şirbinî'ye göre bu iki müfessir Bakara, Nahl, Kehf, Secde,
Yâsin, Duhân, Vâkıa, Zilzâl, Tekâsür ve Nâs sûreleri hariç, diğer 104 sûrenin fazileti hakkında uydurma (mevzû) hadis nakletmiştir. Söz
konusu müfessirin bu tespiti, onun her sûreyi tefsir ettikten sonra, o
sûrenin faziletiyle ilgili rivâyetleri naklederken: "Bu hadis, Beyzâvî'nin Zemahşerî'ye tâbi olarak rivâyet ettiği bir hadistir ancak uydurmadır"
şeklindeki değerlendirmelerinde görülmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla eş-Şirbinî
söz
konusu hadislerin mevzû
olduklarını
belirtirken,
185 Nemi 27/88. 186 Beyzâvî, Envâru't-tenzîl, II, 207. 187 Bkz. Irâkî, Zeynuddin, Fethu'l-muğîs bi şerhi elfiyeti'l-hadîs, Mısır 1355/1937, I, 131; Ali el-Kârı, Şerhu nuhbeti'l-fiker fi mustalahati ehli'l-eser, İstanbul 1327, s. 128; Şevkânî, elFevâidu'l-mecmu'afi'l-ehâdisi'l-mevzu'a, Mısır 1380/1960, s. 315-317.
168
TEFSİR TARİHİ
âlimlerin
ekseriyetinin
görüşünden
hareket
etmiştir.
Nitekim
Zeynuddîn Irâkî, Ali el-Kârî ve Şevkânî gibi âlimler, hadis uydur
macılığında "fezâilu'l-Kur'ân” m ayrı bir yeri olduğunu belirtmişler ve
bir adım daha ileri giderek bu meselede nakledilen hadislerle ye tinmeyen
bazı
kişilerin,
Kur'ân'm
her
sûresi
hakkında
hadis
uydurduklarını beyân etmişlerdir188. Kısaca denilebilir ki, -bu yönü istisna edilirse- edebi ve felsefi tahlille
rin veciz bir üslupla ifade edilmesinden dolayı zor anlaşılmasına rağmen
Envâru't-tenzîl, özellikle araştırmacı âlimler tarafından büyük bir itibar görmüştür. Müellifin özellikle felsefe, kelâm ve tabiat konularına dair
bilgilerini belâgat kâideleri ile mezcedip edebi bir üslupla ortaya koyması, Kur'ân'm manalarını anlamak isteyen kimseler için bu tefsiri, vazgeçilmez kaynaklardan biri haline getirmiştir189.
(4) Nesefî (ö. 710/1310), Medâriku't-tenzil Asıl adı, Ebu'l-Berekât Abdullah b. Ahmed b. Mahmud olan Nesefî,
Moğol istilasının hemen sonrasında, siyasî çalkantıların çok yoğun ol duğu bir dönemde, Maveraünnehir bölgesinin yetiştirdiği önemli İslâm
âlimlerinden biridir. Kaynakların belirttiğine göre Özbekistan'da bulu
nan Soğd ülkesindeki Nesef şehrinde dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi hakkında herhangi bir bilgi mevcut değildir. Nesefî, tahsilini bitir
dikten sonra Kirman'daki el-Kutbiyye es-Sultaniyye Medresesi'nde müderrisliğe başlamıştır. Bazı seyahetlerinden söz edilirse de bu
konuda sadece 700/1300 tarihinde Bağdat'a yapmış olduğu seyahat hakkında bilgimiz mevcuttur. Denildiğine göre Nesefî bu seyahatinden
dönerken
Huzistan
bölgesinde
bulunan İzec
şehrinde
710/1310
Rebiülevvel (Ağustos) ayında vefat etmiştir. Nesef'te yetişen mümtaz kişilerden biri olduğu kabul edilen Nesefî, fıkıh, fıkıh usûlü, tefsir, ke
lâm ve hadis gibi ilimlerde temayüz etmiş bir âlimdir. İslâmi ilimler 188 Bkz. Irâkî, Fethu'l-muğîs, I, 131; Ali el-Kârî, Şerhti nııhbetu'l-fiker, s. 128; Şevkânî, elFevâidu'l-mecmu'a, s. 315-317. 189 Geniş bilgi için bkz. Zehebî, et-Tefsîr ve'l-müfessirûn, I, 296-304; Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, II, 295 vd; "Envarü't-tenzil ve esrâru'te'vîl" DİA., İstanbul 1995, XI, 260-261.
TEFSİR ÇEŞİTLERİ
169
alanında pekçok eser vermiştir. Birçoğu günümüze kadar gelen bu eserlerin bir kısmını müellifin kendisi bir kısmını da başka âlimler
şerhetmişlerdir190. Bilindiği gibi Nesefî, "Medar iku't-tenzîl ve hakâiku't-te'vîl" adlı tefsirini,
Mu'tezile mezhebinin yorumlarım içeren "el-Keşşâf" a karşılık Ehlü'ssünne akaidini savunmak gayesiyle yazmıştır. Ancak müellif, söz konusu eserinde Keşşaftan çok fazla yararlanmıştır. Öyle ki her âyeti tefsir ederken Nesefî, öncelikle Zemahşerî'nin görüşlerini tetkik etmiş,
özellikle fesâhat ve belâğat açısından o tefsirdeki güzellikleri gör mezlikten gelmemiştir. Ancak akîdevî konularda Zemahşerî'yi tenkit etmiş, diğer konularda ondan istifadeyi esas alarak bazen kısa ilavelerde bazen de ihtisarda bulunmuştur. Ne okuyucuyu usandıracak kadar uzun
ne de anlaşılmayı zorlaştıracak kadar kısa bir tefsirdir. Dirâyet müfessiri olmakla birlikte diğer aklî tefsirlerde olduğu gibi
Nesefî de tefsirinde rivâyete yer vermiştir. Bunun için öncelikle takip ettiği yöntem, Kur'ân'm Kur'ân'la tefsiridir.
Müfessir aradığını Kur'ânî naslarda bulamazsa o takdirde Hz. Pey gamberin merfû haberlerine başvurarak âyetleri hadislerle tefsir etmeye çalışmıştır. Ancak Ebuİ-Berekât, genellikle hadislerin senedlerini hazfederken, nâdiren de olsa bazı durumlarda ilk râvisini
vermiştir. Nakletme durumunda olduğu hadisler uzun ise, o zaman da sadece âyetle veya yapmış olduğu tercih ya da te'ville ilgili kısımları zikretmiştir191. Bunlardan başka rivâyet tefsirinin vazgeçilmez malzemesi sayılan sahâbe kavli, tâbiîn ve tebe-i tâbiînin tercihleri de müfessirin müracaat ettiği nakiller arasında yer almıştır. Medârik'te ahkâm âyetlerinin tefsirine büyük bir özen gösterilmiştir. Görebildiğimiz kadarıyla müfessir, fıkhî konuların geçtiği yerlerde sa dece mensubu bulunduğu Hanefî mezhebinin görüşlerini serdetmekle yetinmeyerek diğer mezheplerin görüşlerine de yer vermekte; hatta za
190 Hayatı ve eserleri hakkında bilgi için bkz. el-Leknevî, Muharruned Ebu'l-Hayy, elFevâvidu'l-behiyye, Mısır 1324, s.102; Şemsuddin Sâmi, Kâmusu'l-a'lâm, İstanbul 1314, s. 3510; W. Heffening, "Nesefî", M., İstanbul 1987, IX, 199; Çetiner, Bedrettin, Ebu'lBerekât Nesefî ve Medârik Tefsiri, İstanbul 1995, s. 29 vd. 191 Hadislerle ilgili örnekler için bkz. Nesefî, Medârik, 1,11, 19, 46, 47, 89.
170
TEFSİR TARİHİ
man zaman Ebû Hanîfe'nin talebeleri arasında meydana gelen bazı fıkhî ihtilafları da zikretmektedir. Meselâ Nûr 6-9. âyetlerini tefsir ederken şöyle demiştir: Karşılıklı lanetleşme (lian)'nin aslı bize göre lanetle bir likte yapılan ve yeminle pekiştirilmiş şehâdetten ibarettir. Bu, erkek hak kında "haddü'l-kazf" m yerine, kadın hakkında da "haddü'z-zina" nm ye rine geçer. Çünkü Yüce Allah bunu şehâdet olarak isimlendirmektedir. (...) erı-Nehr adlı eserde açıklandığı üzere lanetleştiklerinde kadı, eşlerin arasını ayırmadıkça boşanma gerçekleşmez. Ancak İmam Züfer lanetleşmenin, talâk-ı bâine yani evliliği sona erdiren bir boşanmaya yol açacağı görüşündedir. Ebû Yusuf, Züfer ve Şâfii'ye göre ise bu, boşama değil ebedî haramlıktır192.
Tefsirinde kelâmî konulara da ehemmiyet veren Nesefî, bu nevi âyetleri açıklarken Ehl-i sünnet akidesi dışına çıkan mezheplere karşı açık bir tavır sergileyerek, onların fikir ve delillerini çürütmeye çalış maktadır. Akâidle ilgili meselelerde İmâm Mâtüridi'nin görüşlerini be nimseyen Ebu'l-Berekât, tefsirinde Ehl-i sünnet mezhepleri arasında fark gözetmemiştir. Yani tevcihlerinde Eş'ariler veya Mâtüridiler diye bir ayırım yapmadan kelâmî konuları Ehl-i sünnet'in görüşü diye takdim et mektedir. Çünkü müellifin daha çok üzerinde durduğu mesele, Ehl-i sünnet dışı mezheplerin görüşleridir. Bunun için her fırsatta onlara yö nelik tenkidlere yer vermiştir. Meselâ Bakara 81. âyetin tefsiri esnasında Nesefî, söz konusu âyetin sonundaki "onlar orada ebedi kalıcıdırlar" ifade sinin Mu'tezile ve Hâricilerin görüşlerine delil olmaması için âyetin baş tarafında yer alan "seyyie" kelimesini -İbn Abbâs ve Mücâhid'in açıkla malarına dayanarak- şirk diye tefsir etmektedir193. Medârik'te müfessir âyetlerin nüzûl sebeplerine de gereken önemi vermiş ve kendisine bu konuda ulaşan hemen bütün haberleri zikretmiş tir. Ancak Nesefî'nin söz konusu türdeki rivâyetleri herhangi bir tenkide tâbi tutmadan naklettiği görülmektedir. Meselâ Bakara 115. âyeti tefsir ederken İbn Ömer'den yaptığı bir nakille bu âyetin, binit üzerinde yolculuk yapan bir kimsenin kılacağı namaz hakkmda nazil olduğunu194 belirtmektedir.
192 Nesefî, Medârik, III, 133. Diğer örnekler için bkz. age., 1,13,14, 66, 244, 264. 193 Nesefî, Medârik, 1,159. 194 Nesefî, Medârik, I, 70-71.
TEFSİR ÇEŞİTLERİ
171
Müfessirimiz, tefsirinde dil, irâb ve belağât konularına da oldukça ge niş yer vermiştir. Âyetlerde geçen edebî sanatları bazen onları tanımlayarak, bazen de Kur'ân'daki kullanılış biçimlerini uzun uzun izah ederek zikretmektedir. Meselâ Bakara 16. âyette yer alan "onların ticâretleri kazanmadı" ifadesini tefsiri esnasında şöyle demektedir: Kazancın ticarete isnâdı mecâzidir. Buna göre söz konusu ibârenin anlamı, "Onlar ticâretlerinde kazanmadılar (kâr etmediler)" şeklindedir. Çünkü ticâretin kendisi değil, ticâreti yapan kimse kâr eder195.
Ebu'l-Berekât tefsirinde kırâata önem veren bir müfessir olarak gö rülmektedir. Tefsirinde genellikle on mütevâtir kırâate yer vermekle bir likte zaman zaman da Hz. Ali, İbn Mes'ûd ve Ubey b. Ka'b'm Mushaflarındaki kırâat vecihlerine de işaret etmiştir196. Ne yazık ki, Nesefî de pek çok müfessir gibi tefsirinde, isrâilî haber leri zikretmekten kendini alamamıştır. Onun isrâiliyatla ilgili naklettiği hususlar genellikle geçmiş peygamberlerle onların ümmetlerine dair haberlerde kendini göstermektedir. Ancak sözgelimi birkaç istisnâsı dışında müellif bu tür haberleri hiçbir şekilde değerlendirmeyerek "ruviye" veya "kile" tabirleriyle nakletmektedir. Şu da bir gerçek ki, diğer tefsirlerle mukayese edildiği zaman isrâiliyatm Medârik'de oldukça az olduğu görülmektedir. Meselâ Bakara 57. âyetin tefsiri esnasında "Bulutla sizi gölgelendirdik" ifadesini açıklarken şunları söyler: Bu Tih'de meydana gelmiştir. Allah bulutu İsrâiloğullarmın emrine vermişti. Bundan dolayı bulut onlarla birlikte yürüyor ve onları güneşten koruyordu. Geceleri ise ateşten bir direk iner ve onlar o ateşin ışığında yürürlerdi. Ayrıca elbiseleri kirlenmez ve eskimezdi197. Sonuç olarak denilebilir ki Nesefî'nin kaleme almış olduğu Medârik, Kur'ân'ı baştan sona açıklayan özgün bir eser olmakla birlikte, özellikle akâid konusunda Mâturîdi, fıkıhta da Hanefi mezhebinin görüş ve
tercihlerine dayanak olan Kur'ânî nasları, dil, kırâat, belâğat ve diğer hususlar itibariyle veciz bir tarzda ele alan bir dirâyet tefsiridir198. 193 196 197 198
Nesefî, Medârik, I, 22. Örnekler için bkz. Nesefî, Medârik, I, 64, II, 83; III, 27, 225. Nesefî, Medârik, I, 49. Diğer örnekler için bkz. 1,117,125-126; III, 184,185. Söz konusu tefsir hakkında daha geniş bilgi elde etmek için bkz. Çetiner, Bedrettin, Ebu'l-Berekât Nesefî ve Medârik Adlı Tefsiri, İstanbul 1995.
172
TEFSİR TARİHİ
(5) Şirbînî (ö. 977/1570), es-Sirâcu'l-münîr Hicrî X. asırda yetişen seçkin bilginlerden biri de Hatîp Şirbînî'dir. Asıl ismi Şemsuddin b. Ahmed olan Şirbînî, Kahire yakmlarmda bulunan Şirbîn kasabasında dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgi mevcut değildir. İlk tahsiline memleketinde başlayan Şirbînî, bilgi ve tecrübesini artırmak maksadıyla daha sonra Mekke ve
Medine'ye seyahetlerde bulunmuştur. Müfessir Şirbînî'nin dünya işleriyle fazla iştigal etmeyip zamanının büyük bir kısmını ibâdet, tedris ve halkı irşâd etmeye ayıran bir âlim olduğu bildirilmektedir. O, bir yandan söz konusu faaliyetlerde bulunurken diğer yandan da İslâmî ilimlerin değişik alanlarında eserler yazmıştır. Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmayan Şirbînî, 977/1570 senesi Şaban ayının ikinci gününde Kahire'de vefat etmiştir199. Şirbînî'yi şöhrete ulaştıran "es-Sirâcu'l-münîr" adlı tefsiri, daha çok
aklî izahları içerdiği için dirâyet tefsiri olarak mütalaa edilmiştir. Ancak
şunu hemen belirtmek gerekir ki Şirbîni, kendi hevâ ve hevesleri doğ rultusunda mücerret re'y ile Kur'ân'ı tefsir edip, onu kendi gayelerine dayanak yapanların âhirette maruz kalacakları azabı haber veren Hz. Peygamber (s.a.s) in hadisinden200 dolayı tefsirinde akla gereği kadar yer
vermiştir. Bu yüzden o, âyetleri açıklarken önce Hz. Peygamber, sahâbe, tâbiûn ve etbâu't-tâbiînden nakledilen rivâyetleri toplamış, naklin bulunmadığı durumlarda ise, lafızların nüzûl dönemindeki manalarına itibar ederek lügat ve sarf yönlerini dikkate almak suretiyle tefsir etmiştir. Bunun örneğini, Bakara 5. âyette geçen "küfr" kelimesinin lugavî tefsirini yaparken yaptığı açıklamalarda görmek mümkündür201.
Müfessirin bazen de Kur'ân'm kelimelerini ve nahvî meselelerini eski Arap şiirini istişhâd ederek açıklama cihetine gittiği görülmektedir. Me selâ Jlp p "...Sonra (Allah) Arşa istiva etti..."202 âyetinde yer 199 Kâtip Çelebi, Keşfu'z-zunûn, İstanbul 1943, II, 1976; İbnuT-İmâd, Şezerâtu'z-zeheb, Beyrut yy., VIII, 384; el-Bağdâdî, İsmail Paşa, İzâhu'l-meknûn, İstanbul 1947, II, 587; Hediyyetü'l-ârifîn, İstanbul 1951-1955, II, 250; Zehebî, et-Tefsîr ve'l-müfessirûn, I, 338. 200 Burada sözü edilen hadis Hz. Peygamber'in: "Kim bilmeden Kur'ân hakkında bir şey söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın" sözüdür. Bkz. Tirmizî, Tefsir, 1; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 269. 201 Şirbînî, es-Sirâcu'l-münîr, Mısır ts, 1,19. 202 A'râf7/54
173
TEFSİR ÇEŞİTLERİ
alan "istiva" fiilini, 5-A 11 p " ...Sonra Arş'a istivâ itti..."74 âyetini tasavvufî anlamda, "Allah bütün sıfatlarıyla Muhammed'in kalbine tecelli etti" şeklinde yorumlamıştır75. Örnek: (2)
İbn Arabi,
*^1
bp " ...Onu övgü ile
teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne varki siz onların teşbihini anlamazsınız..."76 âyetini delil getirerek harflerin de birer sorumlu ümmet olduklarını, bu yüzden onların da insanlar gibi Allah'ı her an teşbih et tiklerini ileri sürmektedir. Hatta bunu söylerken de harfleri kendi arala rında havâs ve avâm diye sınıflara ayırarak, bazı sûrelerin başında bulunan hurûf-ı mukattaayı havâs harflerden saydığı görülmektedir77.
Örnek: (3) 5^ "...Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi"78 âyetini tefsirde de şu görüşlere yer vermektedir: Herşey ezelde belirlen diği için ne insan ne de Allah hür değildir. Dolayısıyla Yüce Allah da dahil olmak üzere hiçbir varlık bu belirli düzenin dışına çıkamamaktadır. Bu bakımdan Allah'ın dileğinden söz etmenin hiçbir anlamı yoktur. Çünkü eşyanın tabiatında olmayan bir şeyi Allah'ın murad etmesi imkânsızdır79.
Örnek: (4)
İbn Arabi'ye göre cehennemde azap vardır. Ancak azâb "azb" kökündendir. Azb da "tatlılık" demektir. Dolayısıyla azâb sözü, onda gizli bulunan lezzetler için bir kabuk gibidir. Kabuk ise özü koruyan bir nesnedir80. Yani cehennem ateşi sonunda azba dönüşerek azap olmaktan çıkacaktır. 74 75 76 77 78 79
80
A'râf 7/54. Kâşânî, Te'vîlât, I, 240-241'den naklen, Ateş, Süleyman, İşârî Tefsir Okulu, s. 211. İsrâ 17/44. İbn Arabî, el-Futuhât, I, 64 vd. En'âm 6/149. Bkz. Afifi, A. E., The Mystical Philosophy, s. 156'dan naklen, Akdemir, Salih, A. E. Afifi'nin "The Mystical Philosophy of Muhyiddin İbnu'l-Arabî" Adlı Eseri ve Ter cümesi Üzerine, İA., Der., C. II, sy., 7, s.30. İbn Arabî, Fusûsu'l-hikem, (trc. M. Nuri Gençosman), İstanbul 1971, s. 165.
217
TARİHTEN GÜNÜMÜZE TEFSİR AKIMLARI
Örnek: (5)
İbn Arabî zekâtın sözlükte "temizlerim ve arınma" manasına geldiği tezinden hareketle LjAp j-IjİİİJ oIİjUJI idj iulj 4Uİ y»
pili
Jcr*
"Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah
yolunda çalışıp cihad edenlere, yolcuya mahsustur. Allah pekiyi bilendir, hikmet sahibidir "81 âyetinde zekâtın veriliş mahalli olarak zikredilen 8 sınıf insanın esasen temizlenmesi gereken 8 organ olduğunu ifade etmektedir. Ona göre sadaka da bütün bedeni temizlemek demektir82. Görüldüğü gibi İbn Arabi'ye izâfe edilen çok çeşitli te'viller vardır. Ancak bunların bir kısmı mûtedil olmakla birlikte bazıları oldukça aşırıdır. Bu yüzden olmalı ki bir grup İslâm âlimi ona karşı güzel zan beslemekle beraber eserlerinin okunmasmı zararlı bulmakta, bazıları da biraz daha ileri giderek onun zındık olduğunu söyleyip kitaplarının okunmasmı haram saymaktadır83. Ancak Abdulvahhâb eş-Şa'rânî, İbn Arabi'nin eserlerindeki Ehl-i sünnet inancına ters düşen hususların gerçekte ona ait olmadığını, büyük bir ihtimalle bazı art niyetli kişilerin sonradan bunları söz konusu eserlere ilâve ettiklerini söyleyerek84 şeyhi, böyle bir durumdan kurtarmak istemektedir.
2. İşârî Tefsire Yöneltilen Tenkitler Buraya kadar İbn Arabi'ye isnâd edilen bir kısım bâtmî tefsir örnekle
rini zikrettikten sonra şimdi de işârî tefsire yöneltilen eleştiriler bağlamında bazı âlimlerin tenkitlerine geçelim. Hemen belirtelim ki
sûfilerin Kur'ân'a dair yaptıkları yorumlarla ilgili olarak sözgelimi mü fessir Vâhidî (Ö.465/1072): "Sülemî (Ö.412/1093) "Hakâiku't-tefsîr" adıyla 81 82 83 84
Tevbe 9/60. îbn Arabî, Fütuhat, I, 559. Ali el-Kârî, Risale, s. 62. Ateş, Süleyman, İşârî Tefsir Okulu, s. 176.
TEFSİR TARİHİ
218
bir tefsir yazmıştır. Eğer o, bu eserindeki söylemlerine inanıyorsa küfre gitmiştir" diyerek85 işârî tefsir çerçevesindeki aşırı yorumları küfür sebebi saymaktadır.
Büyük İslâm bilgini Şâtıbî (ö.790/1388)'nin konuyla ilgili açıklama ları da şöyledir: Kur'ân'm bir zâhiri bir de bâtını anlamı vardır diyen kimse, eğer zâhir ile Kur'ân'm Arap dili açısından anlaşılanı, bâtın ile de Allah'ın gözettiği maksadı kastediyorsa bu doğrudur ve o insanın
anlayışı hakkında herhangi bir tartışma söz konusu değildir. Ancak bunun dışında başka bir şeyi kastediyorsa, o zaman sahâbe ve onları
takip eden selef tarafından bilinmeyen yeni bir şeyi ortaya koyuyor
demektir. Bu durumda tabii ki iddiasını ispat etmek için kesin bir delile
ihtiyaç
bulunmaktadır.
Çünkü
iddia,
Kur'ân
tefsirinde
başvurulacak bir esastır; dolayısıyla onun zan ile sâbit olması mümkün değildir86.
Zerkeşi (Ö.794/1392) de, "tasavvufcularm Kur'ân'la ilgili yorumları tefsir değil, onların Kur'ân tilâveti esnasında hissettikleri duygu ve
anlamlardır" diyerek87 bu tür açıklamaların temelsizliğine dikkatleri çekmektedir. Görüldüğü gibi işârî tefsire yönelik ciddi eleştiriler mevcuttur.
Bize göre bu tefsire yönelik eleştirilerin temelinde zâhirî anlamın tamamen
yorum
dışına
atılması
ve
ortaya
konan
tefsiri
delillendirecek sahih nakillerin bulunmaması gerçeği yatmaktadır. Zira sûfî anlayış, öznel tecrübelerle birlikte tamamen kalbe doğan işaretlere dayandığı için, esasen onda naslara yüklenen mananın ibâreye
uygunluğu
söz
konusu
edilmemektedir.
Bu
da
öyle
anlaşılıyor ki, sûfi anlayıştaki bilgilerin gizli kanallardan geldiği iddiası içerisinde yer almaktadır. Bu anlayış devam ettiği müddetçe mutasavvıf müfessirlerin kendilerini bu eleştirilerden uzak tutmaları imkânsızdır.
85 86 87
Zehebî, et-Tefsîr ve'l-müfessirûn, II, 368. Şâtıbî, Muvafakat, III, 370. Zerkeşî, Burhan, II, 170.
TARİHTEN GÜNÜMÜZE TEFSİR AKIMLARI
219
III. FIKHÎ TEFSİRLER
Bilindiği gibi Kur'ân'da itikâdî, ahlâkî, içtimâi, kevnî (kozmolojik) ve tarihî naslar yanında ahkâmı konu edinen naslar da mevcuttur. İşte fıkhî tefsir burada sözünü ettiğimiz Kur'ân'm ahkâmla ilgili âyetlerini ele alıp incelemekte ve Müslümanların kendi dinlerini yaşamalarına imkân sağlayacak sonuçlar üretmektedir. Fıkhî tefsirin
ortaya çıktığı dönemden itibaren ahkâm âyetleriyle ilgili çeşitli
zamanlardaki yaklaşım ve gayretler de bu anlamda bir ekol olarak algılanmaktadır. A. Konusu ve Gayesi
Hemen ifade etmek gerekir ki fıkhî tefsir, “ibâdât, muamelât ve ukûbâtla ilgili âyetlerin izahlarıyla meşgul olup, bu alana ait âyetlerden hükümler çıkarmaya çalışan bir tefsir hareketi olarak" tanımlanabilir. Buna göre söz konusu tefsirin konusu ahkâm âyetleridir. Yani müçtehidlerin hüküm
çıkarmada içtihadlarına konu edindikleri Kur'ân naslarıdır. Amaç da, İslâm'ın temel kaynağı olan Kur'ân'm içermiş olduğu hükümleri, kâide ve prensipleri ortaya çıkarıp insanlara dünya ve âhiret mutluluğunun yollarını göstermektir. Böylece bu tefsir sayesindedir ki, bazı bilginler
ahkâm âyetlerinin ihtivâ ettiği hükümlere ve fakihlerin söz konusu âyetlerden çıkarmış oldukları farklı neticelere işaret etmişlerdir. Ancak bu alanda fikir beyan eden İslâm âlimleri, Kur'ân'daki ahkâm
âyetlerinin sayısı hususunda ittifak sağlayamamışlardır. Gazzâlî ve Râzî gibi bilginler bu nevi âyetlerin sayısını 500 olarak tespit ederken, bir kısım âlim bu sayıyı 800'ün üzerine çıkarmış, bir kısmı da aksine 200'e kadar indirmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, bu konuda farklı rakamların tespit
edilmiş olması, bazı âyetlerde ahkâmın bulunduğuna açıkça işaret edilmesinden, bazılarında da -kıssa ve emsâl gibi- dolaylı olarak hüküm çıkarmanın mümkün olmasından kaynaklanmaktadır88. Bu yönüyle ahkâm âyetleri ikiye ayrılmaktadır.
(1) İçinde ahkâmın bulunduğu açıkça ifade edilen âyetler. (Bakara,
Nisâ, Mâide, En'âm Sûrelerinde bu nevi âyetler oldukça fazladır) 88 Çetiner, Bedreddin, "AhkâmuT-Kur'ân", DİA., İstanbul 1988,1, 551.
220
TEFSİR TARİHİ
(2) Doğrudan doğruya bir hüküm ifade etmeyip, istinbat yoluyla hü
küm çıkarılabilen âyetler. Bunlar da kendi aralarında, başka bir âyete başvurmaya gerek kalmadan hüküm çıkarılabilenler ve başka bir ya da birkaç nas yardımıyla kendilerinden hüküm çıkarılabilenler olmak üzere ikiye ayrılırlar89.
B. Kaynaklan
Fıkhı tefsirin kaynakları arasında kitap, sünnet, icmâ, kıyâs, şer'u men kablenâ, sahâbe kavli, örf, istihsân, ıstıshâb, maslahât ve sedd-i zerâi yer
almaktadır. Şimdi sözünü ettiğimiz kaynaklarla ilgili biraz bilgi vermeye çalışalım.
(1) Kitap Bilindiği gibi Kur'ân'm bir kısım âyeti kendi kendini tefsir etmektedir.
Bu yüzden genelde müfessirler özelde de ahkâm (fıkıh) tefsiri yazan
müellifler evvela İslâm'ın ilk temel kaynağı olan Kur'ân'a sonra da diğerlerine başvurmuşlardır. Bu başvuru
da hem aranan delilin
Kur'ân'da bulunması hem de bulunmaması durumunda söz konusudur. Biz bu konuyu daha önce ele aldığımız için burada üzerinde daha fazla
durmak istemiyoruz. (2) Sünnet
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Hz. Peygamber, bir taraftan kendisine vahyedilen Kur'ân bölümlerini muhataplara okuyor, diğer taraftan da manası anlaşılmayan hususları açıklayarak tebliğ ediyordu90. Bu yüzden sünnet tefsirde vazgeçilmez bir kaynak niteliğindedir. Böyle olduğu içindir ki, bütün müfessirler söz
konusu kaynağa gereken önemi vermişler; hem mezhep imamları,
hem fakihler hem de Kur'ân'm ahkâm âyetlerini tefsir eden fakih
müfessirler söz konusu kaynağı en mükemmel şekilde kullan mışlardır91.
89 90 91
Çetiner, Bedreddin, "Ahkâmu'l-Kur'ân", DİA., I, 551. Mâide 5/67; Nahl 16/44. Biz sünnetle ilgili daha önce gerektiği kadar bilgi vermiştik.
221
TARİHTEN GÜNÜMÜZE TEFSİR AKIMLARI
(3) İcmâ Hz. Peygamberin vefatından sonra belli bir asırda din bilginlerinin
(müctehit) herhangi bir dinî meselede görüş birliği içinde olmaları
demektir. Her şeyden önce şunu belirtmeliyiz ki, muteber bir icmâ, Islâm bilginlerinin tümünün bir konuda aym görüşte olmalarım zorunlu kılmaktadır. Buna göre çoğunluğun bir meselede görüş birliğine varması icmâ sayılmamaktadır. İşte bu zorluğu sebebiyle denilebilir ki, icmâ bir
süreç işidir. Zira belli bir vakit içinde bütün İslâm bilginlerini bir araya
toplayıp
aralarında
uzlaşı
sağlamanın
imkânı
yoktur.
Ashâb
döneminden sonra da bu durum giderek çok daha zor hâle gelmiştir92.
(4) Kıyâs Lügatte ölçme ve değerlendirme anlamım ifade eden "kıyâs" da fıkhı
tefsirin önemli kaynaklarından biridir. Kıyas Kitap, sünnet ve icmâda hükmü bulunmayan bir meseleye, aralarındaki illet birliği sebebiyle, bu
kaynaklardan birinde yer alan bir meselenin hükmünü vermek demektir93. Buna göre gerçekleştirilen bir kıyas olayında hükmü nas ile
bilinen bir asıl, bir de hükmü henüz bilinmeyen yeni bir olay (fer') bulunmaktadır. Eğer söz konusu iki olay arasında "illet" adı verilen
ortak bir payda oluşturulabilirse, o takdirde asıl için nas ile sâbit olan
hükmün aynısı, "fer" için de ortaya çıkarılmış olur. İşte yapılan bu faaliyete kıyas adı verilmektedir94. Sözgelimi Yüce Allah, id) Iyili- JJ1 l^îb jlkddl d'LaiSîlj yUJI "Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi
pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz"95 âyetiyle şarabı (hamr) haram kılmıştır. Söz konusu âyette şarabın haram oluşunun illeti, onun 92
93 94 95
Erdoğan, Mehmet, Fıkıh İlmine Giriş, İstanbul 2009, s. 115. İki türlü icmâdan söz edilmektedir. Bunlardan biri sarih icmâdır ki, bu tür icmâda bütün fıkıh âlimlerinin görüşlerini açıkça bildirmeleri ve bu görüşlerin ittifakla sonuçlanması gerekmektedir. Diğeri ise sükût! icmâdır. Bu da herhangi bir konuda bir veya birkaç müctehidin görüşlerini belirttikten sonra diğer bilginlerin buna karşı çıkmayıp sükût etmeleri anlamına gelmektedir. (Bkz. Şa’bân Zekiyyüddin, İslâm Fıkıh İlminin Esasları, (trc. İbrahim Kâfi Dönmez), Ankara 1990, s. 92. Şa’bân Zekiyyüddin, İslâm Fıkıh İlminin Esasları, s. 110. Erdoğan, Mehmet, Fıkıh İlmine Giriş, s. 125. Mâide 5/90.
TEFSİR TARİHİ
222
sarhoş etme özelliğidir. Aynı özellik rakı, viski ve votka da bulunduğu için söz konusu illetten hareketle onların da haram olduğu ifade
edilmektedir. Yine Kur'ân,
^İl Ijjij
dûj
Ijâj-Ü âjuAÎI pjs
IS| IIyLsİP "Ey iman edenler! Cuma günü namaza
çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah 'ı anmaya koşun ve alış verişi
bırakın. Eğer bilirseniz, elbette bu sizin için daha hayırlıdır"96 âyetiyle Cuma namazı için ezân okunduğu zaman alış-verişin bırakılıp namaza
gidilmesini
emretmektedir.
Burada
emredilen
husus,
alış-verişin
terkedilmesidir. Gerekçe ise o esnada yapılan alış-verişin insanı
namazdan alıkoymasıdır. Aynı gerekçe kiralama, nikâh vb. işlemlerde de söz konusudur. Öyle ise Cuma namazı saatinde bu nevi işlerle meşgul olmak da ilgili nassa göre haramdır97.
(5) Şer'u Men Kablenâ Söz konusu kaynak, Kur'ân'm geçmiş şeriatlerle ilgili bir hususu zikredip uygulamp uygulanmaması konusunda herhangi bir beyanda bulunmadığı hükümler anlamına gelmektedir. oAû!>\ dî I4J 4j u-iTS/L dkljh ili Jjiî U-j ijlİS >4» "Tevrat'ta onlara şöyle
yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve
cezadır). Yaralar da kısastır (Her yaralama misli ile cezalandırılır). Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zâlimlerdir"98 âyetinin ifade ettiği hüküm gibi99. Buna göre denilebilir ki, bu tür bir hükmün Kur'ân'da zikredilmiş
olması, söz konusu hükmün yer aldığı şeriatın da -Kur'ân'da geçen hükümler bağlamında- bizim için vazgeçilmez bir kaynak olduğu anlamına gelmektedir100.
(6) Sahâbe Kavli Ahkâm âyetlerinin tefsirini yaparken fakih müfessirler sahâbe kavillerinden de mümkün olduğunca istifade etmişlerdir. Ancak bu 96 97 98 99 100
Cuma 62/9. Erdoğan, Mehmet, Fıkıh İlmine Giriş, s. 127. Mâide 5/45. Erdoğan, Mehmet, Fıkıh İlmine Giriş, s. 120. Geniş bilgi için bkz. Şa'bân Zekiyyüddin, İslâm Fıkıh İlminin Esasları, s. 180 vd.
TARİHTEN GÜNÜMÜZE TEFSİR AKIMLARI
223
anlayışın temelini, o kavlin bizzat Hz. Peygamber (sav)'den duyulmuş olması esası oluşturmaktadır. Bu itibarla sahâbî kavlinin diğer re'y ve ictihadlar arasında önemli bir yeri bulunmaktadır101.
(7) Örf Örf, insanlar arasında alışkanlıkla yapılagelen kitap ve sünnete uygun olup akl-ı selim tarafından da kabul edilen hususlardır102. Islâm fıkhına göre bir şeyin örf olabilmesi için hem kitap ve sünnete uygun olması hem de ortak akim kabulüne mazhar olması gerekmektedir. Buna göre herhangi bir örfün yalnızca örf olması yeterli değildir. Onun aynı zamanda Kur'ân ve sünnetin yanında ortak akıl denilen kamu vicdanına da muvâfık olması lazımdır. Ancak bu nitelikteki örfler kaynak olarak kullanılabilirler103. Sözgelimi, kiralık bir evin hangi türden masraflarının kiracıya, hangisinin kiralayana ait olduğu sözleşmede belirtilmemişse işte bu durumda belirleyici olan örftür.
(8) İstihsân Bilindiği gibi ahkâm âyetlerinden hüküm çıkarmada başvurulan bir diğer kayanak da "istihsân" dır. Kelime anlamı "güzel bulmak" demek olan istihsân, terim olarak müctehidin herhangi bir meselede daha önce verilmiş bir hükümden vazgeçip nas, icmâ, zaruret, örf ve maslahat gibi bir delile dayanarak faydalı olduğuna inandığı yeni bir hüküm ortaya koymasına denir104. Meselâ bir mescidin toprak altında kalan kısmıyla toprak üstündeki kısmı mescid hükmündedir. Bundan dolayı amacı dışında kullanılması doğru değildir. Ancak günümüzde ihtiyaca binâen bazı mescidlerin alt katlarının ev ya da dükkân olarak kullanılmasına izin verilmektedir. İşte bu istihsânm bir sonucudur. Aynı şekilde mezarlıklardaki otların kuruması halinde yangına sebebiyet verme ihtimali, söz konusu mekânların zararlı otlardan arındırılmasını istihsânen câiz kılmaktadır105. Halbuki esasen bu otlara dokunulmaması gerekmektedir. Çünkü onlar sallandıkça lisân-ı hâl ile Allah'ı zikredip, o mezarda yatanlar için istiğfârda bulunmaktadırlar. 101 102 103 104 105
Erdoğan, Mehmet, Fıkıh İlmine Giriş, s. 120. Atar, Fahrettin, Fıkıh Usûlü, İstanbul 1988, s. 87. Erdoğan, Mehmet, Fıkıh İlmine Giriş, s. 121. Şa'bân Zekiyyüddin, İslâm Fıkıh İlminin Esasları, s. 162. Erdoğan, Mehmet, Fıkıh İlmine Giriş, s. 131-133.
TEFSİR TARİHİ
224
(9) Istıshâb Burada ele alınması gereken kaynaklardan biri de hiç kuşkusuz "ıstıshâb" tır. Birlikte olmak, ayrılmamak anlamına gelen "musâhabe" kelimesinden türetilen ıstıshâb, terim olarak geçmişte sabit olan bir durumun değiştiğine dair bir delil bulunmadıkça hali hâzırda mevcut olduğuna hükmedilmesi demektir106. Ölüp ölmediği bilinmeyen kayıp bir şahsın (mefkûd) hayatta olduğuna hükmedilmesi gibi. Zira burada aslolan ilk hâlin devam etmesidir107. Buna göre söz konusu şahsın son durumu bilinmediğine göre bu noktada geçerli olan önceki durumdur. Aynı şekilde yiyecek, içecek ve giyeceklerin kitap, sünnet ve diğer kaynaklarda hükmüne rastlanmıyorsa onların ıstıshâben cevâzma hükmedilir. Çünkü eşyada aslolan ibâhadır108. Yine kişi, kendisine isnâd edilen suç ispat edilinceye kadar suçsuzdur. Zira berâat-ı zimmet
asildir109. (10) Maslahat Menfaati celb, mefsedeti def etmek yani faydalı olanı elde edip zararlı olanı yok etmek anlamına gelen "maslahat" da fıkhı tefsirin kaynaklarından biridir. Esasen Kur'ân ve sünnet tarafından getirilen
bütün hükümlerin nihâî amacı, insamn yararına olan şeyleri emredip zararlarına olanları da yasaklamaktır. Buna göre denilebilir ki, İslâmî hükümler maslahatı (faydayı) esas almaktadırlar110111 . Meselâ Hz. Ömer, jjji- iıılj Lij IjAluli ÂîjUiJlj j Hırsızlık eden erkek ve kadının yaptıklarına karşılık bir ceza ve ve Allah'tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir "m âyetine rağmen, kuraklık senesinde el kesme cezasını uygulamamıştır112. Çünkü bu cezanın uygulanabilmesi için hırsızlık yapan şahsın durumu, hırsızlığın Şa'bân Zekiyyüddin, İslâm Fıkıh İlminin Esasları, s. 188; Atar, Fahrettin, Fıkıh Usûlü, s. 75. Atar, Fahrettin, Fıkıh Usûlü, s. 75. Şa'bân Zekiyyüddin, İslâm Fıkıh İlminin Esasları, s. 188-189; Atar, Fahrettin, Fıkıh Usûlü, s. 76. Şa'bân Zekiyyüddin, İslâm Fıkıh İlminin Esasları, s. 188-189; Atar, Fahrettin, Fıkıh Usûlü, s. 76. Zira makâsıdü'ş-şeri'a denilen dinin en genel maksatları zaruriyyât, hâciyyât ve tahsiniyyât diye sıralanmaktadır. Zarûriyyât da dinin, canın, ırzın, aklın ve malın korunması şeklinde belirlenmiştir. İşte bütün dinî hükümler bu genel maksattan korumaya yöneliktir. 111 Mâide5/38. 112 Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, III, 1673.
106 107 108 109 110
TARİHTEN GÜNÜMÜZE TEFSİR AKİMLARI
225
sübûtu ve çalman şeyin mahiyeti vb. bir takım şartların bulunması gerekmektedir. Yani ceza için gerekli şartlar tamamlandığı takdirde ancak hırsızın elinin kesilmesine hükmedilebilir. Şayet bu cezanın uygulanmasına engel teşkil edebilecek bir takım ârızî durumlar söz konusu ise, o vakit bunlar cezayı düşürürler113. İşte Hz. Ömer'in söz konusu cezayı uygulamaması maslahatın bir gereğidir. Hz. Ebû Bekr'in halifeliği zamanında Kur'ân'm cem edilmesi, Hz. Osman döneminde de ortaya çıkan ihtiyaç sonucunda birkaç Mushaf'ın istinsah edilerek çeşitli İslâm beldelerine gönderilmesi vb. birer maslahat örneğidir. Her iki
halife zamanında gözetilen maslahat da esasen Kur'ân'm okunuşu ve yazımıyla ilgili ihtilafları ortadan kaldırmaktadır114115 . (11) Sedd-i zerâi Söz konusu kavram vasıtalara sed çekmek, insanı kötülüğe götüren yolları kapatmak anlamına gelmektedir. Meselâ,