İslam'da Cinsiyet Diyalektiği: İslam'ın Taosu [1 ed.]
 9786057547156

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview



ISLAM'DA •



CiNSiYET DiYALEKTi •



İSLAM'IN TAOSU

Sachiko Muıata: 1943 yılında Japonya'da dünyaya gelen yazar Japon ge­

leneklerine bağlı bir ailede yetişti. Chiba Üniversitesinde Aile Hukuku alanında lisansını tamamladıktan sonra Tokyo'da bir hukuk bürosun­ da çalıştı. İslam aile hukukuna duymuş olduğu ilgi sonucunda, Tahran Üniversitesinin kendisine sunmuş olduğu bir burs ile İslam Hukuku alanında çalışmalar yapmak üzere Tahran'a gitti. 1971 yılında, "Nizami Gencevi'nin (ö. 1204) Heft Peyker'inde Kadının Rolü" üzerine yapmış olduğu doktorasını tamamladı.

Daha sonra Tahran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Fıkhı bölümün­ de ilk kadın ve ilk yabancı öğrenci olarak öğrenime başladı. 19 75 yılında "İslam'da Geçici Nikah: Muta" başlıklı yüksek lisansını tamamladı. Mu­ rata söz konusu eserinde Şii ve Sünni Kaynaklarda Muta Nikahının nasıl yer aldığını araştırdı. Murata doktora çalışmalarını sürdürürken halen "Felsefe ve Hikmet Araştırmaları Kurumu" olarak felsefe alanındaki fa­ aliyetlerini sürdüren, Seyyid Hüseyin Nasr yönetimindeki Kraliyet Fel­ sefe Akademisi'nde Araştırmacı olarak görev yaptı. Burada İslam İrfan geleneği üzerine çalışmalar yaptı. Seyyid Hüseyin Nasr'ın Gülşen-i Raz kitabı ile ilgili yapmış olduğu derslere katıldı. İkinci doktora çalışması, İran'da İslam devrimi dolayısıyla kesintiye uğradı. Murata 1983 yılından beri New York'ta bulunan Stony Brook Üniversitesinde İslam, Konfüç­ yanizm Taoizm ve Budizm üzerine dersler vermektedir. William Chittic ile evlidir. Murata'nın belli başlı eserleri şunlardır: Isuramu Hôriron ]o­ setsu (Med/im-i Usu/iddin' Japonca

tercümesi} (Iwanami, 1985) Ihe Tao ,

ofIs/am: A Sourcehook on Gender Re/ationships in Is/am

·

ought

(SUNY

Press, 1992); İs/am'ın Vizyonu, çev. Turan Koç (İ an Yayınları 2008); Chinese G/eams

ofSu.fi Light: Wang Daiyu's Great Le

rning

Rea/ and Liu Chih's Displaying the Concea/ment ofthe

ofthe Pure and

ea/ Rea/m

(SUNY

Press, 2000) ; Ihe Sage Learning ofLiu Zhi: Is/amic Ihought in Confucian Terms

(William C. Chittick and Tu Weiming ile birlikte) (Harvard Uni­

versity Press, 2009.

Şamil Öçal: 1999 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü­ sünde "Kemalpaşazade'nin Felsefi Kelami Görüşleri" adlı teziyle dokto­ rasını tamamladı. 1994-2004 yılları arasında Kırıkkale Üniversitesinde

Arş. Görevlisi olarak çalıştı. 2004-2008 yılları arasında T. C. New York Başkonsoloslu­ ğunda Eğitim Ateşesi olarak çalıştı. 2008-2009 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünde Unesco ve BM'den sorumlu şube müdürü olarak görev yaptı. 2009-2010 yılları arasında Çankırı Karatekin Üniversitesi Felsefe Bö­ lümünde, 2010-2015 yılları arasında Kırıkkale Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalıştı. 2015-2016 yılları arasında Yunus Emre Enstitüsü Tahran Tıirk Kültür Mer­ kezinde Müdür olarak görev yaptı. 2015 yılından itibaren Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapan Öçal 2012 yılında doçent, 2017 yılında ise Prof. ünvanını aldı. İslam Düşüncesi, İslam Felsefesi, Tıirk İslam Düşünce­ si, Osmanlılar Dönemi İslami Düşünce, İran'da Felsefi Düşünce, Yüksek Öğretim'in Meseleleri gibi alanlarda telif ve tercüme kitapları ve makaleleri yayınlanan yazar evli ve üç çocuk babasıdır.

İS LAM 'DA CİNSİYET DİYALEKTİÔİ İslam'ın Taosu

SACHIKO MURATA

H E C E YAYINLARI

He ce Yayınları : 530 İnceleme

Orijinal Adı The Tao ofIslam: A Sourcebook on Gender Relationships in lslamic Thought Bu kitabın Türkfeye fevrilmesi State University ofNew York Press'in izniyle mümkün olmuıtur @1992, ve satııı sadece Türkiye'de yapılabilir.

©Hece Yayınları

Edi tör Manolya Gürocak

Biri nci Basım Nisan 2019

Kapak Tasarımı www. sarakus ta. com. tr

Teknik Hazırlık www.hece.com . tr

ISB N: 978-605-7547-15-6

Baskı www. dumat. com. tr

HECE B asın Yayın Reklam cılık San. Tic. Ltd. Şti. Konur Sokak No: 39/1-2 Kızılay-Çankaya /A nkara Yazışma: P.K. 79 Yenişehir/ Ankara T: (O 312) 419 69 1 3 F: (O 312) 419 69 14 e -po s ta : he ce @he ce .com. tr Sertifika No: 17672

İÇİNDEKİLER ÇEVİRMENİN ÖN SÖZÜ • 9 TÜRKÇE TERCÜMEYE ÖN SÖZ• 13 ÖN SÖZ • 16 GİRİŞ· 23 İslam'da Entelektüel Gelenek 25 İslam'a Yonelik Feminist Eleştiri 28 Kitabın Ö yküsü 29 Çin ve İslam Düşüncesi 34 Teolojik Kutuplaşma 36 Allah'ın Ayetleri 41 Evrensel Uyum 49 İ nsani Denge 50 Kitapta Takip Edilen Plan 55

1.

1. Bölüm: ÜÇ GERÇEKLİK• 59 Ufukta ve Nefslerdeki Ayetler 59 Niteliksel Tekabüliyet 67 Nitel Düzeyler 75 İ nsanın Kuşatıcılığı 79 Unsurun Çocukları 88 Hz. Adem'in Yaratılış Miti 92 İ nsanın Oluşumu 101 Evrensel ve Beşeri Kitap 105



il. TEOLOJİ 2. Bölüm: İLAHİ İKİLİK• 109 Tanrı ve Zat 110 Tenzih ve Teşbih 113 Tamamlayıcı İ simler 121 Tanrı ve Kulları 125 Bir ve İ ki 128 Çokluğun Yaratılışı 133

Ayrışmamış Olanın Ayrışması 136 Varlık ve Bilgi 144 CeW ve Cemal 149 Heybet ve Ünsiyet 160 İlahi İkiliğin Sosyal Çağrışımları 167

3. Bölüm:TANRI'NIN İKİ ELİ• 175 Sağ ve Sol 177 Müfessirlerin Görüşleri 182 Parmaklar ve Ayaklar 183 Fütuhat-ı Mekkiye'de İki El 189 Füsusu'l-Hikem 194 Müeyyeddin el-Cencli 197 Abdurrezzak Kaşani 206 Davud Kayseri 210 Sadettin Konevi 214 Sadüddin Fergani 221 Fergani ve İki Avuç 229 III.

KOZMOLOJİ

4. Bölüm: EVRENİN YARATILIŞI • 241 Evrenin Yaratılışı 243 Sema ve Arz'ın Taosu 249 Bağlantılı Terimler Olarak Gök ve Yer 255 Teşbih 261 Değişen İlişkiler 269 Yedi Gök 274 Dört Unsur 279 Yer'in Faziletleri 288

5. Bölüm: MAKROKOZMİK EVLİLİK • 293 Babalar ve Anneler 294 Evrensel Evlilik 302 Teslis 309 Kalem ve Levh 313

Akıl ve Nefs 317 Doğal Çocuklar 324 Değişen İ lişkiler 330 Akıl'ın Yüzleri 337 Cebrail'in İki Kanadı 344

6. Bölüm: İNSANIN E�İLİGİ • 347

� (1�

Toplumda Evlilik 348

Erkekler'in Kadınlar'dan Üstünlüğü Erkeklerin Kadınlardan Üstünlüğü (il) 360 Karşılıklı Sevgi 368 Sevimli Kılınan Kadın 374 Füsusu'l-Hikem 384 Karşılıklı Özlem 388 Kadında Tann'ya Tanık Olmak 391 Evlilik ve Yaratma 395 Kamil Cinsel Birleşme 398 Gramerdeki Cinsiyet Sembolizmi 401 Manevi İstişare 406

7. Bölüm: ANA RAHMİ• 413 Evrensel İbadet 413 Varlık Rahmeti 149 Eş ve Anne Olarak Tabiat 426 Ebeveyn Sevgisi 431 Mikrokozmoz Olarak Ana Rahmi 438 Doğa Olarak Ana Rahmi 445

iV. MANEVİ PSİKOLOJİ 8. Bölüm: STATİK HİYERARŞİ • 454 Tevhid'in İlkeleri 454 Gaybi İsimler 462 Mikrokozmozun İşaretleri Ruh 470 Nefs 478

464

Sachiko Murata

Akıl 482 Ruhun Krallığı 488 Gök ve Yer 491

9. Bölüm: NEFSİN DİNAMİKLERİ• 499 Tanrı Yolunda Mücahede 499 Nefsin Kötülüğü 510 Birbiriyle Çatışan Davranış Biçimleri 515 Nefsin Edilgenliği 523 Mertlik ve Cömertlik 535 Menfi Dişilik 540 Adem, Havva ve İ blis 548 Nefsin Hayvanları 558 Nefsin Tezkiyesi 571

10. Bölüm: KALP • 582 Kur'an ve Hadis'te

Kalp 582

Ruh ve Nefs Arasında 588 İ bn Arabi Okulu'na Göre "Kalp" 602 Kalbin Doğıışu 614 İzzeddin Kaşani'ye Göre Aklın Doğıışu 618 İ bn Arabi Okuluna Göre Kalbin Doğıışu 626 Bakire Anne Olarak Nefs 631 Mükemmel Kalp 632 Dürüst Adamlar ve Dürüst Kadınlar 636

EK•643 KAYNAKLAR•655 DİZİN•664

ÇEVİRMENİN ÖN SÖZÜ İslam düşüncesi özellikle de irfani felsefe alanındaki çalışmalarıyla bilinen Sachiko Murata mütevazı kişiliğinden ve belki kısmen çalışmalarının bir kısmında İslam ile Çin Konfüçyanist ve Taoist düşünsel gelenek arasındaki ilişkiyi ele aldığı için ülkemizde ve genel olarak İ slam dünyasında çok fazla tanınmıyor. Ancak son zamanlarda eserlerinin Türkçeye çevrilmesiyle ve ülkemizde yaptığı konuşmalarla Murata'nın çalışmaları ve düşünceleri daha yakından tanınma imkanına kavuştu. Murata'nın İslam düşüncesine ilgi duyması, kitabında belirttiği gibi Tokyo yakınlarında bulunan Chiba Ü niversitesinde aile hukuku üzerine eğitim alırken başlar. Murata İslam hukukunda bir erkeğin, aralarında adaleti sağlamak şartıyla dört kadınla evlenebileceğini öğrendiğinde çok şaşırır ve İ slam hukuku ve özellikle de İslam aile hukuku alanında çalışmaya karar verir. Uzun süre İran'da kalır ve Farsça öğrenir. Bu esnada Nizami Gencevi'nin (ö.1204) şiirlerinden oluşan Heft Peyker adlı eserinde kadının rolü konusunda doktorasını yapar. Murata'nın İran'da geçirdiği yıllar , İslam'da kadının durumu ile ilgili daha önce Batılı kaynaklardan edindiği bilgilerin gerçek durumla uyuşmadığını anlamasına yardım eder. Murata, İslam hakkında daha derinlikli çalışmalar yapmak için çok isteklidir ve bu isteklilik onun Tahran Üniversitesi İ lahiyat Fakültesindeki İ slam fıkhı bölümündeki yüksek lisans programına ilk kadın öğrenci olarak kabul edilmesiyle sonuçlanır. Sınıf arkadaşlarının hepsi erkek/molla olma­ larına rağmen, Murata her zaman hocalardan ve öğrencilerden saygı görür. Burada zamanın önde gelen hocalarından İ slam hukuku dersleri okuyan Murata, Seyyid Hasan İftiharzade'nin yardımı ve Toshiko İzutsu'nun yön­ lendirmesi neticesinde Mealim-i Usul adlı fıkıh usulü kitabını Japoncaya tercüme eder. Murata üniversitedeki hocaların kendisine diğer öğrencilerden farklı davranmadıklarına ve diğer öğrenciler gibi kendisiyle de her konuyu tartıştıklarına dikkat çeker. Murata'nın ilahiyat alanındaki yüksek lisans tezi­

nin konusu "Muta Nikahı ve Sosyal Bağlantıları"dır. Sachiko Murata'ya göre Batılı düşünürlerin kendi gelenekleri içinde edinmiş oldukları ön yargılı bakış açılarından dolayı muta evliliğini doğru anlamaları mümkün değildir. Mura­ ta'nın muta hakkındaki düşüncelerinin değişip değişmediğini bilmiyorum, ancak onun muta konusundaki ifadeleri oldukça şaşırtıcıdır: "Muta, benim 9

Batı'da defacto geçici evlilik (ya tesadüfen ya da diğer gayrimeşru ilişkiler ya da boşanmayla beraber gelen ilişkiler dizisi) adını verdiğim şeyle bağlantılı olan marazlardan korur" (Giriş, s.5). Murata muta nikahında suistimaller olduğunu kabul eder ancak bunun söz konusu nikahın özüyle ilgili olmadı­ ğını ve aynı suistimalin normal nikah biçimlerinde de görülebileceğini söyler. İran'daki yılları aynı zamanda Murata'nın İslami irfan geleneğiyle tanış­ masına yardım eder. Toshiko İzutsu'nun Füsusu'l-Hikem derslerine devam eder. Aynı şekilde Seyyid Hüseyin Nasr'ın Şerh-i Gü/şen-i Raz üzerine verdi­ ği derslere devam eder. İran İslam Devrimi ile birlikte Murata İran'dan ayrıla­ rak çalışmalarını Amarika'da sürdürür. Murata çalışmalarını halen New York State Üniversitesinin bir şubesi olan Stony Brook Üniversitesinde sürdürüyor. Murata'nın bütün görünümleriyle birlikte İslam medeniyetine duyduğu ilgi kendisinin ait olduğu Uzak Doğu medeniyetine olan benzerliğinden kaynaklanmaktadır. Sachiko Murata'nın bu eseri dahil olmak üzere tüm eser­ lerinde bunun izlerini görmek mümkündür. Murata, İran İslam Devriminin arefesinde İslami aile öğretisi ile Konfüçyarıist aile öğretisinin mukayesesine dair bir doktora tezi yapmaya niyetlendiyse de devrim bu niyetinin gerçek­ leşmesine engel olur. Fakat o, daha sonra her iki entelektüel geleneği irfani felsefe açısından çeşitli boyutlarıyla kıyaslayan çalışmalarına devam eder. 1983 yılında Stony Brook Üniversitesinde "Dünya Dinlerinde Dişil

Maneviyat" konusunda ders vermeye başladığında bu kitabın temel çerçevesi oluşmaya başlar. Henüz tanıştığı bir konuyu nasıl kavramsallaştıracağı konu­ sunu düşünmeye başlayan Murata'nın imdadına kendi geleneğinden getirdiği terminoloji ve düşünsel altyapı yetişir. Bu sebeple sıklıkla Geleneksel Çin düşüncesinin en önemli metni I Chinge başvurur. Hatta dinlerin ve özellikle İslam'ın cinsiyet ilişkileri konusuna bakışını politik mülahazalardan uzak ve daha doğru bir şekilde değerlendirebilmeleri için öğrencilerine bu kitabı önerir. Elinizdeki eserle ilgili daha ayrıntılı bilgiler vermeden önce Sachiko Murata'nın diğer çalışmalarına değinmemiz gerekir. Yazarın şimdiye kadar Türkçeye çevrilen tek eseri eşi William Chittick ile birlikte kaleme almış oldukları İslam'ın Vizyonu adlı eserdir (İnsan Yayınlan 2008). Turan Koç tarafından dilimize kazandırılan eserde yazarlar iman, İslam ve ihsanı temel çerçeve

alarak

İslam'ın entelektüel boyutu hakkında Batılı okuyucuyu bil­

gilendirmeyi amaçlamaktadırlar. Murata, Türkçe baskıya yazdığı ön sözde belirttiği gibi İslam'ın Taosu nu yazdıktan sonra çalışmalarını Çin'deki Müs'

10

lüman ulemanın Çince eserleri ü:ıerine

yoğunlaştırdı. Onu cezbeden şey, 17.

yüzyılda Çinli Müslümanların Çin dillerinde İslami öğretiyi ifade biçimiydi.

Arapçada ve diğer dillerde İslam'ı ve İslami entelektüel geleneği anlatan kitap­ lar mevcut olduğu halde Çin dillerinde böyle kitaplar yoktu ve Müslümanlar İslami öğretiyi unutma tehlikesiyle yüz yüze geldiler. Çünkü yeni yetişen nesil

Arapça ve Farsça bilmiyordu. Ayrıca kavramsallıştırma büyük bir sorun olarak görülüyordu. Bu sebeple Çinli alimler İslam'ı Çin dilleriyle dolayısıyla kadim Çin geleneği terminolojisiyle ve kavramlarıyla anlatan kitaplar yazdılar. Mura­ ta'ya göre bu eserlerde kullanılan dil ve terminoloji dinlerin özünde ortak bir

hakikati barındırdığını ortaya koymaktadır. Bu eserlerde dinin zahiri yönünü oluşturan Şeriat kurall arı (Küçük Öğrenim) zaruri görülürken, asıl edinilmesi ve

öğrenilmesi gereken şeyin kelam, felsefe

ve

tasavvufun ele aldığı deruni

düşünce, onların ifadesiyle "Büyük Öğrenim"dir. Onlara kaynaklık eden düşü­

nürlere baktığımızda bunun daha iyi anlaşılacağını söyleyebiliriz. Bunlar daha çok Abdurrahman Cami ve Necmüddin Kübra gibi Mutasavvıf düşünürler ve Adudüddin İci gibi kelamcılardan yararlanmışlardır. Özellikle Abdurrahman Carni'nin çok yönlü (kelam, tasavvuf, felsefe, edebiyat) entelektüel kişiliği bu bakımdan oldukça önemlidir. Murata'nın bu alandaki üç eseri şunlardır:

Chinese Gleams of Sufi Light (Sufi Işığının Çincedeki Parıltıları) (2000 ) , The Sage Learning of Liu Zhi: Islamic Thought in Confacian Terms (Liu Zhi'nin Ferasetli Öğrenimi: İslami Düşüncenin Konfüçyanizmin Terimleriyle İfade­ lendirilmesi) (2009) ve The First Is/amic Classic in Chinese: Wang Daiyu's R.ea/

Commentary on the True Teaching (Çincede İlk İslam Klasiği: Wang Daiyu'nun Sahih Öğreti Üzerine Gerçek Yorumları) (2017). Yazar, İslam'ın Taosu adını verdiği bu kitapta bazı sufi düşünürlerin görüşlerini esas alarak İ slam düşüncesindeki cinsiyet ilişkilerini ele almak­ tadır. Ancak buradaki cinsiyet ilişkileri feminizm ya da modem cinsiyet çalışmalarıyla ilgili bir kavram değildir. Burada 'cinsiyet', Tanrı'da, evrende ve insanda var olan çift kutupluluğu ele alır. Murata, şimdiye kadar İ slam'ın cinsiyet ilişkilerindeki görüşlerini, Batılıların doğru anlamamalarının sebe­ binin; temel kaynaklardaki düşünceleri, orijinal ifade

ve

terminolojileriyle

olduğu gibi aktarmak yerine Batılı terminoloji ve kavramlarla yeniden ifade

etmelerinin olduğunu ileri sürer. Böyle olunca metinlerin ana teması gibi yardıma ve etrafındaki temalar da bulanıklaşır. Bu sebeple kitapta esas alınan İbn Arabi, Konevi, Davud Kayseri, Azizüddin Nesefi, Mevlana Celaleddin

11

Rfuni, Müeyyeddin Cemli, Raşidüddin Meybıidi, İhvan-ı Sefa, Ayne'l-kudat Hemedani, Gazzali, Saduddin Fergani, İbn Sina ve Molla Sadra gibi sufi düşünürlerin ve filozofların eserlerinden bolca alınb yaparak Murata çeşitli konulardaki görüşlerini daha açık ve ayrınblı biçimde öğrenmemize yardımcı olur. Bir bakıma o, bize düşünürleri anlatmak yerine bizi düşünürlerin kendi­ leriyle baş başa bırakır. Çünkü meselenin üzerinde fikir yürütebilmek için ne olduğunu tam olarak anlamamız gerekir.

İslam'ın Taosu'nun cinsiyet ilişkileriyle ilgili bir esere ad olması sebebiyle akla

bazı soruların gelmesine yol açacağını tahmin etmek zor değil. Çünkü

burada İslami düşüncenin temel ilkesi başka bir dinin esası olan bir ilkeyle anlablmaya çalışılmaktadır. Yazarın ifadesini kullanarak açıklayacak olursak

İslam'ın Taosu'nu

üç büyük hakikatin oluşturduğunu söylemek mümkündür.

Bunlar Tanrı, evren ve insandır. Çin geleneğinde olduğu gibi irfani gelenekte de bu üç hakikatin birbirinden ayrılmayacağını ileri sürer. Her biri farklı biçimlerde aynı "nitelikleri", sıfatları ya da özellikleri tezahür ettirir. Her biri, uyum içindeki iki temel ilkesi olan yin ve yang ile birlikte Tao'nun bir nüshası olarak görülebilir. Kitabın giriş kısmında ve birinci bölümünde bu konu ele alınır. Geri

kalan kısmında ise burada dile getirilen iddialara kanıtlar getirilir.

Gerek bu eserinde gerekse diğer eserlerinde yazar, zımnen kadim dini gelenekler arasında müşterek ezeli bir hakikat anlayışının bulunduğunu ispat etmeye çalışır. Bu sebeple kitabın ismi Murata'nın hakikat anlayışıyla çelişmez. Çünkü kadim bir temele dayanan geleneklerin hepsinde de aynı öz vardır ve yazar bu müşterek özü, hakikati ortaya çıkarmaya çalışır. Kitabın tercümesiyle ilgili de birkaç şey söylemem gerekir. İslam felsefesi ve tasavvufuna dair teknik terimlerin bolca kullanıldığı bu kitabın tercüme­ sinde de aslında var olan plana sadık kaldım ve yazarın kullandığı kavramları ve terimleri orijinaliyle birlikte vermeye çalışnm. Ancak bazı terimlerin Türk­ çeye çevrilmesinde yaşadığım zorlukları parantez arası açıklamalarla aşmaya çalışbm. Genellikle cümleleri birebir tercüme etme gayretime rağmen birebir tercüme yapmanın imkansız olduğu durumlarda anlam içeriğini aktarmayı tercih ettim. Tarihlendirmelerde sadece

miladi tarihleri verdim.

İslam düşüncesinde cinsiyet ilişkilerinin farklı bir bakış açısıyla ele alındığı bu eser şüphesiz kendi alanında önemli bir boşluğu dolduracakbr ve minellahi tevfik.

Şamil Öçal, Ulus, Ağustos 2018 12

TÜRKÇE TERCÜMEYE ÖN SÖZ

Profesör Öçal'ın kitabımı Türkçeye çevirme zahmetine katlanması beni çok mutlu etti. Giriş'te açıkladığım kitabın yazılma sebebini burada tekrarlamaya gerek görmüyorum. Ancak söylemem gerekir ki kitabın 1992'deki baskı­ sından bu yana Batı'da yapılan İslam'da cinsiyet konulu çalışmalarda çok az

ilerleme kaydedilmiştir. Buna

karşılık yazılan eserlerin önemli bir kısmı

siyasetle alakalı. Akademisyenler İslam hakkında çalışmayı düşündüklerinde, İslami düşüncenin yegane formu sanki fıkıhmış gibi davranıyorlar. Modern dünyadaki ideolojik çabaların doğasını göz önünde bulundurduğumuzda belki bunun beklenen bir şey olduğunu söylemek mümkün. Ancak kadının rolünden bahsettiklerinde bizzat Müslümanların, büyük fılozofların ve sufıle­ rin dile getirdiği kendi entelektüel geleneklerini hala ihmal ettiklerini görmek üzüntü veriyor. Müslümanlar, bunu yapmak yerine vaaz vermeye ve ahlak dersi vermeye yöneldiler; düşünce biçimleri ve dünya görüşleri modern siyasi ideolojiler tarafından kontrol edilmeyen kimseler için hiçbir anlam taşımayan deliller kullanmaya başladılar. Kitabın yayımlanışından bu yana New York State Üniversitesinin birçok kampüsünden biri olan Stony Brook Üniversitesinde ders vermeye devam ediyorum. Beni bu kitabı yazmaya sevk eden "Dünya Dinlerinde Dişil Mane­ viyat" adlı dersi burada neredeyse her yıl verdim. Öğrenciler her zaman baş­ langıçta, genelde "dinin" özelllikle de İslam'ın kadınlara kötü muamele etti­ ğine dair ön yargılarla derse gelirler. Dersi aldıktan sonra cinsiyet ilişkileriyle ilgili meselelerin zannettiklerinden daha karmaşık olduğunu anlamış olurlar. Onlar aynı zamanda "dişil maneviyat"ın "eril maneviyat"tan ayrılamayacağını da bu esnada bilmiş olurlar. Her ikisinin de birbirinin ayrılmaz unsuru olması Tanrı'yla, evrenle ve kendi ruhlarımızla nasıl uyumlu bir hayat yaşayacağımız konusu ile doğrudan alakalı. Derste, her şeyin "bir hakikatle" uyumlu olduğu bir tarzı tasvir eden, matematiksel sembolizmi kullanan kadim Çin klasiği I Ching'den {Değişim­ ler Kitabı) metinler okutarak öğrencilerimin bu meselelerle tanışmasını sağlı­ yorum. Tao adını alan bu hakikat, evreni var eder; gök ve yer, ışık ve karanlık, ruh ve beden, güçlü ve zayıf, bilgi ve cehalet arasında aracı bir konuma insanı yerleştirir. Şu halde insana yüklenen rol, gaflet ve ego merkezli düşünmek13

ten kaynaklanan "yaranlmış düzenin doğal akışına karşı koyma eğilimi"nin üstesinden gelmesidir. 1 Chirıg, dünya literatüründe kozmik İslam (teslimiyet) düşüncesinin en beliğ ifadelerinden biridir. Çünkü o, birçok kez "göklerde ve yerde olan her şeyin O'na teslim olduğunu" (3: 83) sergiler. Dini bir altyapıları olsa da olmasa da öğrenciler I Chirıgi anlaşılır buluyor. Çünkü sayısal sem­ bolizm neredeyse onu "bilimsel" kılıyor. Sonuçta üniversitelerde öğrencilere bilimin evren ve insanın varlığı ile ilgili tüm sorulara cevap verdiği inancı aşılanmakta. Dersin ikinci kısmında İs/am'ırı Taosu'na geçiyoruz. Öğrenciler, Müslüman bilginlerin farklı bir dil kullanarak

1

Chirıg'teki aynı konulara

değindiğini gördüklerinde şaşkınlık yaşıyorlar. Görüntülerin gerisinde gizlen­ miş; modem akademik çalışmalarda ve elbette her kesimden siyasi liderlerce göz ardı edilen bir hikmetin bulunduğunu anlıyorlar. İslam'111 Taosu'nu yayımladıktan sonra İslam'ın cinsiyet konularındaki öğretilerini açığa çıkarmak için yaptığım çalışmalara devam etmedim. Bu kısmen, başkalarının benim açtığım çığırdan ilerlemesini ümit etmemden, kısmen de İslami çalışmaların henüz keşfedilmemiş bir alanının, yani Müs­ lüman ilimlerin Çin dilinde formüle ettikleri İslam düşüncesinin beni büyü­ lemiş olmasından kaynaklanıyordu. Tao'yu yazarken klasik Çin düşüncesiyle ilgili kendi anlayışımı; İslam teolojisi, İslam kozmolojisi ve İslam psikolojisi çalışmalarım için çerçeve olarak kullandım. Birkaç yıl sonra, Konfüçyüs düşüncesine daha fazla aşina olmak için Harvard Üniversitesinde geçirdiğim bir yıl içinde, 17. yüzyıldan itibaren Çince konuşan birçok Müslümanın, kita­ bımın ön sözünde neredeyse özetlediğim Çin düşüncesindeki aynı ilkelerle, zaruretle kullandıkları bir dilde, kendi Müslüman arkadaşları için İslami öğretiyi yorumladıklarını fark ettim. Batılı bibliyoğrafyacılar Çincedeki İslami literatüre aşina oldukları halde bu metinlere bakanlardan hiçbiri, İslam kelamının ve İslam felsefesinin temel ilkelerinin İslami dünya görüşüne nasıl dayandığını açıklamak için yeterli bil­ giye sahip değil. Harvard Üniversitesinden Tu Weiming, eşim ve meslektaşım William Chittick'in yardımlarıyla son yirmi yılımı bu Çince metinleri araş­ tırmaya ve İslam'ın öğretilerinin -Konfüçyüs'ten ve Taoizm klasiklerinden seçme sözlere yer veren, hatta Budizm'den bile yardım alan- I Chirıgin diliyle yeniden formüle edildiği, son derece orijinal bir yolu göstermeye adadım. Bu düşünce okulunun en önemli temsilcileri; Wang Daiyu ve Liu Zhi ile ilgili üç kitap kaleme aldım: Chirıese G/eams of Sufi Light (Sufi Işığının Çincedeki 14

Parıltıları) (2000), The Sage Learning ofLiu Zhi: Islamic Thought in Confocian Terms (Liu Zhi'nin Ferasetli Öğrenimi: İslami Düşüncenin Konfüçyanizmin

Terimleriyle İfadelendirilmesi) (2009) ve The First Islamic C/assic in Chinese: Wang Daiyu's Real Commentary on the True Teaching (Çincede İlk İslam

Klasiği: Wang Daiyu'nun Sahih Öğreti Üzerine Gerçek Yorumlan) (2017). Bu metinler gösteriyor ki Çinli ulema, tüm İslami öğretinin tek bir hedefe, yani insan benini, onu "Tao" ya da "Hakiki Rab" adını verdikleri Nihai Hakikat ile uyumlu h:ile getirecek biçimde dönüştürmekten ibaret tek bir

hedefe odaklandığını anlamış bulunuyordu. Bu :ilimler çabalarının çoğunu, bir bütün olarak hakikatin doğasını ve insanın evrendeki rolünü açıklamaya adamışlardı. "Göksel -ilahi- emrin" insanlara Tao'ya tabi olarak dünyada bir uyum ve denge kurma görevi sunduğunu ifade ediyorlardı. Yazılı Çin dilinin kendine mahsus özelliklerinden dolayı bu ulema, metinlerinde Arapça ve Farsça kelimeler kullanamazdı. Bu sebeple İslam'ın izahının yapıldığı diğer dillerden farklı olarak bunlar, İslami kavramları açıklamak için diğer dinlerde -Konfüçyanizm, Taoizm ve Budizm- daha önce var olan terimlere başvurdu­ lar. Bunlar diğer üç dinde gördükleri eksikleri eleştirdiler; fakat terminoloji ve kavramları kullanmaları, tüm gelenekler arasında modern zamanlarda sık sık unutulan müşterek bir anlayışın olduğunu ortaya koymaktadır. Çince konuşan Müslümanlar, insanın durumuna dair sahih bir anlayışa ulaşabilmek için insanların kendi nefslerini eğitmeleri gerektiğini düşünü­ yorlardı. Böyle bir eğitimde Şeriat temel bir rol oynuyordu. Ancak Şeriat, Konfüçyanistlerin "Küçük Öğrenme" dedikleri şeyi temsil etmektedir. Çünkü Şeriat, özellikle de çocukların

ve

kemale ermemiş ruhların öğreneceği bir

şeydir. Asıl vazife ulemanın kelam, felsefe ve sufızm alanlarında ele aldığı meselelerin kavranmasını ve anlaşılmasını gerektiren "Büyük Öğrenme" dedikleri şeydi. Kullanmış oldukları Konfüçyanist, Budist ve Taoist dile rağmen Çinli Müslümanlar ruhen İslam'ın Taosu'nun çekirdeğini oluşturan metinle tamamen uyum içindeydiler. Kitabın, dünyanın iki büyük entelektüel geleneği olan İslam ve Konfüçyanizm'in bağlantılarını yeniden düşünmeleri için okura yardım edeceğini ümit ediyorum. Sachiko Murata

Mount Sinai, New Yorlc, 10 Mart 2018

15

ÖN SÖZ

1990 yılı Ağustosunda Roma'da başkan sıfatıyla bulunduğum Dinler Tarihi Kongresinde birçok tartışmayı, meslektaşlarım ve öğrencilerime yaptığım açıklamalarla özetlerken; dinler tarihini sadece Batılı bakış açısıyla değil; diğer bakış açılarıyla da din, Tanrı, vahiy gibi kavramları değerlendirmenin tam zamanı olduğunu dile getirmiştim. Özellikle Doğu Asya'dan gelen bazı araştırmacılar vardı ki onların din fenomenolojisi alanına bulundukları katkı­ lar sadece Budizm, Konfüçyanizm ve Şintoizm gibi kendi dinlerinin alanları için değil, aynı zamanda İslam gibi başka dinlerin çalışma alanları için de oldukça önemliydi. Bununla birlikte bu alanla ilgili çalışmalardaki bakış açımız hala "kutsal kitap"a ve "klasik" yaklaşıma dayanıyor görünmektedir. Roma'daki tartışma esnasında sık sık gündeme gelen bir diğer konu, dişil unsurun farklı dini geleneklerdeki rolüydü. Yine aynı şekilde, kadınların töre­ sini "dış"bir bakış açısının miras bıraktığı biçimde çalışmak önemli addedildi. Ayrıca dinler tarihinde "dişil olanın manevi rolü"ne ilişkin diğer yorumlar da zikredildi; son dönemlerdeki hocam ve dostum Profesör Friedric Heiler'in Marburg'ta on yıllar önce derslerinde tartışmaya açtığı bir meseleydi bu. Ken­ disi, Alman Hindolog Moriz Winternitz'in şu sözünü esefle nakletmekten hoşlanırdı: "Kadınlar her zaman dinlerin en iyi dostları olmuşlarsa da dinler genellikle kadınlarla dost olmamıştır." Winternitz'in söylediklerinin doğruluğu özellikle İslami çalışmalar ve İslam'daki kadının durumu söz konusu olduğunda belirginlik kazanır. İslam, kendi yapısını diğer dini yapılarla entegre etmek üzere fenomenolojik bakış açısıyla nadiren ele alınmıştır. Din fenomenolojisi üzerine İslam'la ilgili yazı­ lan tek kitap yoktur, genellikle 'ilginç bulunmayan' ve 'ilham verici olmayan' olarak kabul edilen İslam olsa olsa "kanuncu" dinlerin en mükemmel örnekle­ rinden biri sayılmaktadır. İslam'ın daha pozitif yönlerinden ziyade, sadece dış yüzeye bakmak, çok evliliğin imkanı ve kolay boşanmanın negatif özellikler olduğuna hükmetmek ve örtünmeye işaret etmek (oysa örtünmenin abartılı bir şekilde uygulanması ancak belli bir dönemden sonra ortaya çıkmıştır) çok daha kolaydır. İslam'a göre kadının ruhu olmadığını dile getiren Batılı söylemler, ilim adamları tarafından -hatta genel kamuoyu tarafından- mem­ nuniyetle benimsenmiş görünmektedir. Çok az araştırmacı yüzeyin altını 16

araştırmayı ve İslam'a karşı geleneksel negatif bir tutumla yetişmiş kimseleri şaşırtacak yapıları keşfetmeyi denemiştir. Maalesef İslam dünyasındaki son olaylar, eleştiricilerin kanaatlerini besliyor; köktenci ve militan bir toplumda, kadınların hiçbir Hakk'a sahip olmadığı izlenimini; kendilerini ilgilendiren

dini konularda bile görüşlerini ifade etme hakkından mahrum, mazlum bir grubu teşkil ettikleri izlenimini destekliyor. 1920'li yılların başında Türk Kurtuluş savaşında kadınların rollerine ve Hind bağımsızlık hareketine Hind kadınların katılımlarına ve 1940'lı yıllarda Pakistan için nasıl bir arayış içinde olduklarına baktığımızda bunun tam tersi de kolayca ispat edilebilir. Bu gerçekler göz önüne alın dığında, İslam'da cinsiyet ilişkilerine dair yeni bir yaklaşımın, İslam hukukuyla ve İslam'da ezoterik gelenekle ilgili yaptığı kapsamlı çalışmaların ardından, Sachiko Murata bu kitapta belki de birçok okuyucuyu şaşkınlığa uğratacak araştırmalarının meyvelerini sunuyor. Bu ulaşılan sonuçların, Japon bir hanımdan -Sachiko Murata'dan- gelmesi belki de şaşırtıcı değildir. Dr. Murata haklı olarak diğer dinlerde olduğu gibi İslam'da da kendi­ sini önce ikili, sonra çoklu hale getiren bir birlik (tevhit) ilkesinin merkezde bulunduğuna işaret eder. İşte bu yüzden de kitabının adı İslam'ın Taosu'dur

( The Tao ofİslam). Bir kimse abartıya düşmeden tevhit meselesinin ve onun yaratımdaki işlevinin; İslam'da teolojik -ve özellikle mistik- düşüncenin konusu olduğunu söyleyebilir. Türkiye'de 1950'li yıllarda Ankara İlahiyat Fakültesinde ders verirken öğrencilere Rudolf Otto'nun Numen 'in iki yönünü açıklamaya çalışıyordum (Tanrı ya da Bütünüyle Diğeri); yani Tek İlah olan

Tanrı 'nın haşmet, gazap sahibi yönü ile sevgi, şefkat sahibi yönünün tezahürü ile ilgili tanımını (mysterium tremendum1 ile mysterium fascinans2) ... Hayret eden öğrencilerim şöyle cevap verdiler: "Biz asırlardır bunu biliyoruz! Biz Allah'ın daima bir celal bir de cemal yönü olduğunu, yani Yüce Kudrele ve

Sonsuz Rahmele sahip olduğunu ve bunların O'nda kemal olarak birleştiğini biliyoruz." Öğrencilerim haklılardı. Din fenomenolojisi konusunda yazılar kaleme alan biri sıfatıyla eril, kadir, celal yönünü yang olarak; rahmet, şefkat ve cemal yönünü de yin olarak adlandırmakta bir mahsur olmadığını gördüm. Çünkü herkes bilir ki ancak bu iki ilkenin birlikteliği ile hayat devam eder. Kalp atıUluhiyetin karanlık, hiddetli, cezalandıran, mehabetli yönü; tenzih edilen celal tarafı. Korkutucu ve hayran bırakıcı sır. 17

şındaki kasılma ve genişleme olmadan; nefes alma ve verme olmadan; elekt­ rik akımının hareket edebileceği iki kutup olmadan hayatın devam etmesi

mümkün değil. Çok eskiden beri sufiler yaratıa ilahi emri, (Arapçada k ve n harfleriyle yazılan: kün} "Ol!" emrini, kumaş gibi İlahi Varlığın temel birliğini örten "iki renkli ipliğe" işaret eden bir şey olarak yorumlamışlardır. Özellikle Mevlana Celaleddin Rumi hayatın iki boyutu arasındaki daimi etkileşimi

Fihi ma Fih'teki güçlü nesirlerle açıklamış ve Divan ve Mesnevtsinde yine bu konuya birçok beyitte değinmiştir. Arap alfabesinin mistik yorumu

ilk

harf olan incecik dosdoğru ve ebced değeri bir (1) olan elifi, İlahi Birliğin ilk

tezahürüne; ebced değeri iki (2) olan ikinci ba (y) harfini de yaratılmış

evrenin başlangıana bağlamıyor mu? Çünkü Kur'anın

ilk

harfi Bismillah'ın

(Allah'ın adıyla} Ba (y)'sıdır. İslamda şeyleri ve zihni durumları genellikle ikili gruplar halinde düzen­ leme ve alemde her şeyi bu biçimde yaratılmış olarak görme eğilimini göz önüne aldığımızda, hayatın dişil ve eril yanı nasıl olur da eşit derecede önemli olmaz? Çünkü bunların iş birliği olmadan dünyada hayat mümkün değildir. Rumi'nin her yerde "anneleri" görmesi boşuna değildir. İster uygun madde ile karşılaşınca kıvılamı doğurarak ateşi üreten çakmaktaşı olsun, ister gök tara­ fından döllenen ve kutsal evlilik hieros gamos sonucu bitkiler üreten yeryüzü olsun; yukarı evrendeki her şey kendisinden daha yüksek bir şeyi doğuran bir annedir. Hatta Rumi Mesnevtnin birinci defterinde, kadını, "yaratıcı" demek için şevk duyulan biri olarak tanımlar. İslam'da kadının rolü ile ilgili geleneksel yanlış anlamaları düzeltmek için Kur'an'ın nasıl müslimim ve müslimtit, mü'minıin

ve

mü'minat ismini

birlikte zikrettiğine bakmak yeterlidir: Erkek ve kadın Müslümanlar, erkek ve

kadın müminler. Kadınlar, erkeklerle aynı dini vecibeleri yerine getirmek­

le yükümlüdürler (ancak kadın olmalarından kaynaklanan temiz olmama durumunda bu vecibeleri yerine getirmezler}. Bizatihi peygamber meşhur bir hadisinde, "Allah sizin dünyanızda bana güzel kokuyu, kadını ve bana manevi avuntu veren namazı sevdirdi." der. Bu hadis aynı zamanda İbn Arabi'nin Fususü'l-Hikem"ınde Muhammed bölümünün temelini oluşturur. Hayatta kalan tüm çocuklarının annesi, Peygamberimizin

ilk

eşi Hz. Hati­

ce'nin Peygamberimizin manevi gelişimindeki rolü hiç de abartılmış olamaz: Hz. Muhammed'e sevgiyle kol kanat geren

ve

annesi Hatice" kendisine gelen ve içini titreten 18

onu anlayan "Müminlerin ilk

vahyin müthiş tecrübesi

karşısında dayanması için ona destek oldu. Çünkü onun mesajına inanmıştı. Daha sonra genç eşi Hz. Ayşe, sadece siyasi bir rol yüklenmekle kalmadı aynı zamanda birçok hadisin kaynağı oldu; naklettiği hadislerde Hz. Peygamber'in söz ve davranışlarını muhataplarına aktardı. Böylece onun etkisiyle Orta Çağ İslam dünyasında, hadis tahsil eden, rivayet eden ve öğreten kadınlar silsilesi başlamış oldu. Amcaoğlu Hz. Ali ile evlenen Peygamberimizin küçük kızı Hz. Fatıma da bu esnada unutulmamalı. Hz. Fatıma, Hz. Ali ile evlenerek Şii Müslümanların ikinci ve üçüncü imamı olan Hasan ve Hüseyin'in annesi oldu ve ister iki çocuğunu siyasi entrikalara kurban veren (her ne kadar bu olay vefatından uzun yıllar sonra gerçekleşmişse de) bir tür kutsal anne (mater

dolorosa) vasfıyla, ister bir şefaatçi olarak ve isterse şia terminolojisinde "baba­ sının annesi" (ümm-i ebiha) sıfatıyla anılarak olsun, Şii dindarlık anlayışında oldukça yüksek bir yere geldi. Bununla da yetinmeyip mistik düşünce tarihinde ve mistik yaşamda rolü olan kadınların adını saymak mümkün. Sufi hayat hikayelerinden belli oldu­ ğu üzere geleceğin birçok manevi lideri

ilk

ilhamlarını dindar annelerinden

almışlardır. Nitekim Hz. Peygamber "Cennet'in annelerin ayaklan altında" olduğunu dile getirmemiş midir? İslami hayatın bu dişil

yanı

genellikle görmezden gelinmiştir. Çünkü

erkek olan çoğu Müslüman alim, bir evde bir hanıma refakat eden bir hayat yaşamamış; bu yüzden ister Türkiye'de ister Hind-Pakistan diyarında olsun bir hanımın, özellikle de bir annenin, evindeki rolünün ne denli önemli olduğunu görmemiştir. Alimler; Orta Çağ'da, Delhi'de yaşayan Raziye Sul­ tan (1236-1240) ve onunla yakın dönemde Mısır'da yaşayan Şeceratü'd-dürr (1246-49) gibi bazı kraliçelerin hayatlarını okuyabilirler yahut hayat arka­ daşlarının siyasi kararları üzerindeki etkileriyle şairlerin övgülerine mazhar olmuş prenseslerden bahsedebilirler. Diğer yandan aristokrat ailede dünyaya gelmiş; şiirde, hat sanatında ya da dini yaşantılarında sivrilmiş az sayıdaki kadından haberdar olabilirler. Fakat aile içi yaşam söz konusu olduğunda bu alimlerin bilgileri oldukça kısıtlıdır. Dahası yabancı bir medeniyeti 20. yüzyıldaki Batılı standartların bakış açısıyla yargılamak çok kolay olsa gerek. Wiebke Walter, Die Frau in İslam (İslam'da Kadın) adlı güzel ve hacimli çalış­ masında 1880' li yılların Almanya'sında bile bazı bölgelerde, erkeklerin yasal olarak kadınlan dövme hakkına sahip olduklarına dikkat çeker. Genellikle bağlamı dolayısıyla yanlış yorumlanan Kur'an'daki bir ayet 19

benim anlayışıma göre tam anlamıyla ideal bir cinsiyet ilişkisine dikkat çeker: "Karılarınız sizin için bir elbisedir; siz de onlar için bir elbisesiniz"

(2:188) . Kadim dini düşünceye göre bir elbise insanın ikinci şahsiyetini (alter egosunu) oluşturur. Elbise, bir şahsın yerine geçiyor ve yeni bir elbise yeni bir şahsiyet anlamına geliyor. Dahası elbise bedeni gizliyor, giyinen kimseyi bedeninin özel kısımlarına bakılmaktan korumuş oluyordu. Bu yoruma göre

karı ve koca birbirlerinin ikinci şahsiyetidirler ve biri diğerinin şerefini korur. Bu, yang-yin ilkesinin evlilik ilişkisi söz konusu olduğunda nasıl işlediğini gösterir: Karı ve koca mükemmel birlikteliklerinde eşittirler. Özellikle de münzeviler ve mistikler arasındaki kadın karşıtı saygı dışı ifadeler Arapçada ruha karşılık gelen neft kelimesinin dişil bir isim olma­ sından kaynaklanır. Kur'an'daki bir ifadeye dayanarak (12:53) genellikle (olumsuz anlamda) nefi-i emmôre "insanı kötülüğe teşvik eden nefs" olarak anlaşılır. Bu yüzden neft genellikle inatçı, sabırsız at ve deve, kara köpek, yılan,

fare ve aynı zamanda da itaatsiz kadın imajıyla birlikte temsil edilir. Orta Çağ'daki Arapça ve Farsça metinleri okuyanlar, dışarıdaki temel yansıması yine dişil bir isim olan dünya "maddi alem" olan nefsin nasıl kullanıldığını iyi bilirler. Orta Çağ'da Hristiyanlarca yazılan metinlerde ve verilen vaazlarda da tehlikeli kadın ve Frau welt, Mrs. World (Bayan Dünya) gibi benzer nitelikte aşağılayıcı betimlemeler, sadece bakire kadınların yüceltilip Hz. Meryem gibi olmaya özendirildiği ifadeler bulunmaktadır. Ancak "kadın ruhu" düşüncesi Orta Çağlarda cari olan İslami literatürü zenginleştirdi. Bunun en önemli temsilcisi kusursuz güzellik timsali olan Yusuf 'a karşı duyduğu aşkla kendini tüketen Züleyha figürüdür. Züleyha, nefi-i levvôme (kendini kınayan nefs, Kur'an 75: 2) olmak için uzun süre mücadele verdi ve sonunda yitirdiği maşuğuyla nefi-i mutmainne (huzura ermiş olan nefs Kur'an 89: 27) olarak birleşti. Nefsin Kur'an'da zikredilen bu gelişim aşamaları sadece Türk ve İrarılı mistiklere değil, aynı zamanda sayısız Müslüman Hint şaire de ilham oldu. Genellikle bir kadının merkeze alındığı yerel halk masallarının desteğiyle bu şairler, kayıp sevgilisinin peşinde, çölde ve dağlarda dolaşan ve sonunda aşk içinde temizlenen ve eriyen kadının şarkısını söylüyorlardı. Çünkü mistik yolun büyük sırrı -aşka teslim olarak süfli melekelerin terbiye edilmesi- en iyi kadın ruhu sembolüyle dile getirilebilirdi. Maşuku ile birleşerek her şeyi kuşatan kemal, "İlahi Kemal" içinde o, cemal ve celalin, yang ve yin'in gerçek birliğine ulaşabilir.

20

Bunlar Sachiko Murata'nın kitabını okurken aklıma gelen sadece bir­ kaç düşünce. Biliyorum ki bazıları -İslam'dan anladıkları şeye çok uzak gibi görünen- onun cinsiyet ilişkisine, irfani yaklaşımına belki de karşı çıkacak. Ancak bu kitapta tercümesi yapılan metinler -bunların çoğu ilk kez tercüme edildi- yaklaşımının

tam

anlamıyla geçerli olduğunu gösteriyor. Aslında çok

sayıda metin, kitabın en önemli parçası olma özelliği taşıyor; bunlar kendi başlarına mistik hikmet antolojisini oluşturuyor ve İslam'la ilgilenen herkesçe üzerinde dikkatlice durulması gerekir. Hatta İ slam'da kadının rolünü (genel olarak İslam'ı) tamamen tarihsel, filolojik ve sosyolojik açıdan değerlendiren

ehl-i zahir bile, Murata'nın ulaştığı sonuçlardan bazılarına katılmamış olsalar da, İslam'ı daha iyi anlamalarına bir şekilde yardım edecek olan ve şimdiye kadar pek bilinmeyen birçok kaynak keşfedeceklerdir. Doğru bir tarihsel yaklaşımın ilk defa bir Alman kadın olan Wiebke Walter tarafından ortaya konulması ve İ slam'da ilk dönem sufı kadın olan Rabia hakkındaki ilk bağımsız çalışmanın İ ngiliz bir oryantalist kadın Mar­ garet Smith tarafından yapılmış olması (1928) gibi, cinsiyet ilişkileri ile ilgili bu tarz bir çalışmanın da bir kadın tarafından yapılması uygun görünmekte­ dir. Saf aşka dair unsurları İ slam'daki ilk çileci hareketlere dahil eden Rabia, daha sonraki yazarlar ve şairler tarafından takdirle karşılandı. Bu takdim yazımızı Cami'nin (ö. 1492, Herat) Arap şairi Mütenebbi'den naklettiği ve Basralı bu kadın sufiye adanan mısralarla kapatabiliriz:

Eğer tüm kadınlar bahsettiğimiz kadın gibiyse Kadınlar erkeklere tercih edilir. Çünkü kadın cinsi, güneşe yemin olsun ki utanılacak varlık değildir! Erkek cinsi de hilale yemin olsun ki şerefduyulacak varlık değildir! Annemarie Schimmel Harvard Universitesi

21

Tarihler ve Kur'an alıntılan hakkında açıklama: Tarihler hem hicri (H) hem de miladi tarih esas alınarak yapıldı. Her iki

tarih kesme ile birbirinden ayrıldı. Mesela; 1/622, 700/1300, 1410/1990. Kur'andan yapılan alıntılar parantez içinde, sure ve ayet numaraları bir­

birinden iki nokta ile ayrılarak gösterildi. Mesela; (28:88). 22

GİRİŞ Artık şimdilerde, İslam' ın, vahşi Arap savaşçılarının Hristiyanları öldürmek için develeriyle çölü geçerek taarruz etmeleri ve kafırleri kılıç zoruyla Müslüman etmeleri sonucunda zuhur ettiğini düşü­ nen çok fazla kimse kalmadı. Ancak İslam'da kadının yeri ile ilgili eski düşünceler pek değişmedi. İslam hakkında dersler verirken sadece öğrencilerimin değil, aynı zamanda meslektaşlarımın derin ön yargıları karşısında İslam'da kadının rolünü doğru bir biçimde izah etmek karşılaştığım en zor meselelerden biri oldu. Birkaç yıl önce "Dünya Dinlerinde Kadın Maneviyatı" adlı bir ders vermem istendi. Aldığım eğitime ve öz geçmişime bakılınca Uzak Doğu ve İslam üzerinde durmam doğaldı. Öğrencilerin öz geçmişlerine bakılınca, Doğu kadınının özellikle de Müslüman kadının dünyanın en mazlum ve ezilen kadını olduğu -ve her ne kadar İslam'ın belli konularda söyleyebileceği ilginç şeyler olsa da­ kadınların toplumdaki rolü konusunda teklif edebileceği hiçbir şey bulunmadığı hususunda ikna olmuş bir farkındalık derecesiyle sınıfa gelmeleri doğaldı. Öğrencilerimin zihinlerinde var olan engelleri ancak arka kapı yaklaşımıyla ortadan kaldıracağımı anla­ dım. Bu sebeple İslam'a Batılı bağlamda giriş yapmadım; Doğulu bağlamın cinsellik ve cinsiyet rolleri ile ilgili ima ettiği tüm ön kabulleriyle birlikte Doğulu bağlamdan giriş yaptım. Bu kursta giriş metni olarak I Chingi seçtim ve bu böyle devam etti. İnsanlar bir süreliğine ön yargılarını bir kenara bırakıp cinsiyet ilişkileriyle dünya-ötesi bir seviyede ilgilendikleri takdirde Ç11 ve İslami dünya görüşlerini etkileyen ilkeleri kavrayabilirlerdi. Erkek ve kadınlar arasındaki ilişkiyi sorgularken kültürler arası farklılık söz konusu olduğunda temel sorun gerçek anlamda farklı dünyalarda yaşıyor oluşumuzdur. Hayatta neyin önemli olduğu konusunda Batılıların kültürel varsayımı, Müslümanların ve Japonların geleneksel görüşlerinden oldukça farklı. Bu, bizim bir başka dünyada şahit olduğumuz haksızlık karşısında sessiz kal­ mamız gerektiği anlamına gelmez. Ancak kendi kültürel gözlük23

Sachiko Murata

!erimizin doğru görmemize izin verip vermediğini sorgulamamız gerektiği anlamına gelir. Bu aynı zamanda, doğru gördüğümüzü varsaydığımızda, adaletsizliğin sebepleriyle ilgili analizlerimizin doğru olup olmadığını kendi kendimize sormamız gerektiği anlamına gelir. Kendine mahsus dünya görüşüyle birlikte kendi toplumumuzdaki benzer sosyal şartlar, belli bir çözümü; farklı bir toplumda da farklı bir çözümü gerekli kılabilir. Müslüman kadınların başka yerdeki kadınlardan daha fazla zulüm görüp görmedikleri sorusuna bir cevabım yok. Ancak ben, genel olarak geleneksel İslam'daki kadının rolünün -bugün var olan İslam toplumlarından birini kastetmiyorum- İslami dünya görüşü ile uyumlu olduğunu iddia ediyorum. Günümüzde İslam' ın hakim din olduğu ülkelerde durum oldukça farklı ola­ bilir. Belki de, artık bütünlük arz eden İslam toplumları mevcut olmadığı için bu kitapta ortaya koyduğum ilkelerin yeryüzünde herhangi bir yerde uygulanmadığını söylemem dürüstlüğün bir gereği olsa gerek. Çağdaş İslam dünyasındaki toplum -başka herhangi bir yer­ deki toplum gibi- suistimallere aşinadır. Ancak İslami ideallere uygun bir hayat yaşamaktan kaynaklanan suistimaller ile bu ide­ allere uygun bir hayat yaşamamaktan kaynaklanan suistimalleri birbirinden ayırt etmemiz gerekir. Birinci durumdaki suistimal­ lerin, hakikate nazaran daha belirgin ve yabancısı olduğumuz bir medeniyete hayat veren temel ilkeleri idrak etmekteki yetersiz­ liğimizden kaynaklandığını iddia ediyorum. İkinci durumda ise suistimaller gerçektir. Fiilen var olan bu suistimallere nasıl çare bulunabilir? Yaygın yaklaşım Müslüman toplumların Batılı çözümleri takip etmesini öngörmektedir. Ancak Batılı çözüm önerilerindeki müşterek tek nokta; İslami entelektüel geleneğinde ortaya koyulan cinsiyet gele­ neğine karşı duyulan antipati. Bu ise daha çok İslam reformu için Batı' nın yaptığı tekliflerin tümünün İslam'ın üzerine bina edildiği ilkelerin değiştirilmesi ile ilgili olduğunu söylemek anlamına gelir. "İslam yirminci asra taşınmalıdır." Diğer bir yaklaşım ise İslami dünya görüşünün diriltilmesi ve 24

lslam'da Cinsiyet Diyalektiği

nasıl gerekiyorsa o şekilde uygulanması için çalışır. Aynı şekilde bu yol da zorluklarla doludur, ancak en azından insanların kendi asıl ve kökenlerine -ve İslami açıdan daha da önemlisi- Allah'ın ken­ dilerinden istediği şeye sadık kalacaklarına dair bir ümidi içerir. Bu yaklaşımın doğasında var olan zorluklar genel olarak "İslami fundementalizm" diye adlandırılan şeyde tezahür eder. Birçok durumda Batı medyasının bu kategori içinde bir araya getirdiği birbirinden farklı hareketler, İslami entelektüel geleneğe karşı saf Batılı yaklaşımlar kadar büyük bir antipati besler.

İslam'da Entelektüel Gelenek Konuyu ele almaya başlamadan önce İslami "entelektüel gelenek" ile neyi kastettiğimi açıklamam gerekiyor. Çünkü bu, kitapta yap­ maya çalıştığım şey açısından anahtar bir rol oynamaktadır. İslam düşüncesinde kökenleri Kur'an ve hadise dayanan derin bir akıntı olduğunu düşünüyorum. Bu geleneği, şeriatin hukukçu yaklaşı­ mından ayıran nokta, temsilcilerinin 'şey'lerle ilgili sadece 'nasıl' sorusunu değil aynı zamanda 'niçin' sorusunu da sormuş olmaları. Buna karşılık şeriat adına konuşan hukukçular genellikle insanlara neler yapmaları gerektiği konusunu anlatmakla meşgul oldular. Bunların niçin yapılması gerektiğini sormuyorlardı. Çünkü onla­ ra göre şeriatin temel kurallarını sorgusuz sualsiz kabul etmek gerekiyordu. İslam toplumu için şeriat ne kadar önemli olursa olsun, kendisini aşan temel ilkelere dayanır. Bu; usul-ıfik.h (hukuk metodolojisi) olarak bilinen disiplin alanında çalışan kimselerin her zaman farkında oldukları bir olguydu. Entelektüel gelenek, en derin anlamda bu ilkelerin keşfedilmesidir. Bu temel ilkeler ortaya koyulduğunda, şeriatın ruhuna ya da lafzına zarar vermeksizin yeni meselelere uygulanabilirdi. Bu ilkeler bilinmeden şeriatın kurallarını uygulamak için yeni yaklaşımlar benimsenebilir ancak onun ruhu ile olan ilişki sıklıkla kesilmiş olur. Modern insanın cinsiyet politikalarına ilişkin dile getirdiği endişelerin şeriat yoluyla giderilmesi mümkün değildir. Zira şeriat sürekli olarak emirler verir. Çünkü şeriat bize bir kadının ebeveyninin mirasını paylaşırken niçin erkek kardeşinden daha 25

Sachiko Murata

az alınası gerektiğini söylemez. Birileri buna itiraz ettiğinde hukukçunun vereceği cevap ancak "çünkü Allah bize bu şekilde söyledi" şeklinde olabilir. Bugünlerde Müslüman savunmacılar, Batı'dan esinlenen eleştirilere cevap vermek için her tür sosyolojik değerlendirmeye başvuruyorlar. Ne var ki bu sosyolojik ve hukuki yaklaşım İslami dünya görüşü için daha derin nedenler sunmuyor. İşte entelektüel geleneğin ilgilendiği şey bu derin nedenlerdir. Zihinlerde cinsiyet ilişkileriyle ilgili doğal olarak uyanan soru­ lar, İslam düşüncesinin dayandığı temeller ve ilkelere aşina olma­ yan kimselere müracaat edilerek bulunamaz. İslam tarihi boyunca entelektüel geleneğin Gazzali gibi büyük bir otoritesi, birey olarak insanların yaşadıkları sorunlara dair hukukçuları; dar görüşlü, derinlik yoksunu ve tek boyutlu düşünmeye yatkın bir bakış açısı­ na sahip olmakla tenkit etmiştir. İslami dünyanın rahatsızlığının çağdaş ve esef verici işaretlerinden biri de; hukukçular özgür bir şekilde her istedikleri gibi konuştukları hal.de; entelektüel otori­ teler sahneden bütünüyle çekilmişlerdir. Bunun çeşitli nedenleri vardır; bazı Batılı akademisyenler şeriatin, ortodoksi (doğru inanç) ile değil; sadece ortopraksi (doğru eylem) ile ilgilendiğine işaret ettiği hal.de, Batılıların ortodoks İslam'ın şeriatta mevcut olduğu­ nu söylemesi en önemli nedenler arasında yer alır. İslam'ın "sahih öğretileri"yle aslında hukukçu olmayan kimseler ilgilenmiştir; ilgi­ lenenler daha ziyade tipik birer fıkıh uzmanıdırlar. Keza ortodoksi sadece kelam taraftarlarının görüşleriyle de sınırlandırılamaz. En az Eşari kelamı kadar ortodoksi olma iddiası taşıyan ve İslami öğretinin temellerini araştıran başka akımlar da vardır. Üstelik kelam, cinsiyet ilişkisi sorunu için aydınlatıcı olacak gerçekliğin doğası ile ilgili tartışmalarla pek meşgul olmaz. Kelamın temel hedefi emirlerin kaynağı olarak Kur'an'ın otoritesini desteklemek­ tir. Sonuç olarak kelam hakikatin doğasını değil, şeriati esas alır. Bu kitapta inceleme konusu olarak, nihai gerçeklik düze­ yinde cinsiyetin doğası ile ilgili temel sorular soran entelektüel otoritelerin eserlerini seçtim. Bu otoritelerden çoğu sufı olarak sınıflandırılmıştır. Bu tahkir edici anlamda onların "mistik" olduk­ ları anlamına gelmez ve ancak onların yüzeysel okumalarla ve 26

lslam'da Cinsiyet Diyalektiği

yapay yorumlarla kendilerini sınırlamadıkları anlamına gelir. Aynı zamanda felsefi geleneğe mensup birkaç filozofu da inceleme konusu yaptım. Çünkü filozoflar da doğru sorular soran kimseler­ dir. Dahası felsefe ile teorik sufizm arasında sınır çizmek genel­ likle son derece zordur. Baba Afzal Kaşani, Sühreverdi el-Maktul ve Molla Sadra felsefenin dilini kullanıyor olmalarına rağmen sufi yaklaşıma ilham veren aynı deruni dünya anlayışına sahiptirler. Beni bu kitabı yazmaya sevk eden incelemede ancak "irfani gelenek" adını verebileceğimiz akımın temsilcilerinin cevaplama imkanına sahip olduğu sorulara cevap arıyordum. İslami dünya görüşünde cinsiyet ne anlama geliyordu? Kadın ve erkek doğal dünyanın yapısıyla nasıl ilişkilidir? Cinsiyet ayrımımın teolojik kökenleri nelerdir? Tanrı birincil olarak baba mıdır, yoksa anne midir ya da her ikisi midir, yoksa hiçbirisi midir? Kendisini cin­ siyet ayrımı içinde ortaya koyan bizatihi varlığın doğası nedir? Bu ayrım gerçekliğin doğası için esas mıdır, yoksa çevresel midir? Cinsiyet ayrımını görmezlikten gelebilir miyiz? Eğer görmezden gelebilirsek hangi alanlar için geçerlidir? Eğer bu mümkün değilse neden bu ayrımı kabul etmemiz gerekir? Cinsiyet ayrımının algı­ lanan sonuçlarından hoşlanmadığımız sonucunu çıkardığımızda ne olur? Daha iyi bir insanlık ve daha iyi toplumlar inşa etmek için uygulanan cinsiyet ayrımını ne oranda değiştirebiliriz? Bu soruları, insanlara 'şunu yap bunu yapma' gibi bir liste sunan şeriat düzeyinde cevaplamak mümkün değildir. Aynı şekilde bu sorular, KoMutan ve Kral olan Tanrı'yı (Tanrı Babanın yakın ortağını) temel ilgi alanı olarak belirlemiş bir yaklaşıma kilitlenen kelam tarafından da cevaplandırılamaz. Bu sorular ancak kendisini bize takdim ettiği gibi gerçekliğin yapısı ile ilgilenen irfan gelene­ ği tarafından cevaplandırılabilir ve cevaplandırılmıştır da. Bazı araştırmacılar 'İslami bilinçte cinsiyetin yeri'yle ilgili çalışmalar yapmışlarsa da çalışmalarında normal olarak psikolojik yaklaşımı kullanmışlardır. Bu iyi ve faydalı bir yöntemdir. Ancak bu yaklaşım, İslami geleneğe insan ruhunu kendi usulüyle analiz edilebilmesi imkanını pek vermez. İnsanla ilgili modern yaklaşım­ ların gerçekliğin çoğuna kör kaldığına

ilk kez işaret eden sufiler 27

Sachiko Murata

olmuştur. Modern araştırmacılar, seçilmiş olan disiplinlerinin doğası gereği, insan ruhu ile ilgili irfanı geleneğe mensup olan otoritelerin ilgilendiği derinliklere dalamazlar. Bu araştırmacılar Müslümanlarda etkin olan "bilinç dışı" güçlere dair bize ilginç yorumlar sunabilseler de, kendi ruhlarında kendilerini sorular sor­ maya sevk eden bilinç dışı güçlere doğrudan ışık tutamazlar. Tüm bunlarla ilgili büyük Müslüman düşünürlerin söyleyecekleri şeyin ne olduğu sorusunu sormak, herkesin ilgi alanına giren bilinç ve bilinç dışı akıllara ışık tutma avantajı sağlayabilecektir.

İslam'a Yönelik Feminist Ele�tiri Birçok çağdaş yazarın yazılarındaki İslam toplumuna ve düşünce­ sine yönelik feminist eleştirilerini ele almak için burası uygun bir yer değildir. Çünkü ben doğrudan aynı konularla ilgilenmiyorum. Ancak bu kitabın neden bu eleştiriye dair bir şeyler söylemesi gerektiğini mümkün olduğunca açıklığa kavuşturmak istiyorum. Öyle görünüyor ki İslam'ın ya da İslam toplumunun değişik boyutlarını eleştiren feministler, bu tutumlarını İslam'ınkiyle taban tabana zıt olan bir dünya görüşüne dayandırmaktalar ve eleştirileri hasseten ahlaki bir duruşa sahiptir. Aleni ya da örtük bir biçimde reform talep ederler. Akıllarındaki reformlar standart modern Batı tipi reformlardır. Bu başka anlamlarla birlikte, eski düzenin dev­ rilmesiyle birlikte dayatılacak olan biz ya da "liderimizce" tasavvur edilen soyut bir ideal düzen talebi anlamına da gelir. Bu reform aslında, köken itibarıyla Doğu'da Hristiyan misyoner faaliyetlerin­ de görülen Batı emperyalizmi ile aynı soydan gelmektedir. Beyaz adamın yükü tedricen kendi ufkunu genişletti ya da -bakış açısına bağlı olarak- daralttı. Artık dillere pelesenk olan kurtuluş Hris­ tiyanlıkta değil, bilimde ve ilerlemedeydi. Birçok araştırmacının da gösterdiği üzere "oryantalist " bakış açısı, Batı dışı toplumlara yönelik bu zaferci yaklaşıma çok iyi uymaktadır. Burada dünya için felaketi beraberinde getiren azgın bir egemenlik kurmak isteyen eril dürtülerle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Beraberin­ de getirdiği ekolojik maraz -arza tecavüz- ile birlikte dizginsiz teknolojik büyümenin de aynı dürtünün eseri olduğunu burada 28

/s/am'da Cinsiyet Diyalektiği

hatırlamamız gerekir. Batı düşüncesindeki diğer birçok reformist akım da aynı şekilde, "ötekiler" için -her ne kadar onlar bu iyiliğin kendileri için yapıldığından habersiz olsalar bile- iyilik yapma isteği ile doludur. Belli feminizm biçimlerinin aynı düşünme çizgisine uygun düştü­ ğü görülmekte. Proselitizm (tebliğ) olarak bilinen olumsuz, eril bir tutumun benimsendiğini; ve eski ve baskıcı olanın yeni çeşitlerini görüyoruz. İslam dünyasında ya da Japonya'da, bunlar ancak kendi manevi ve entelektüel dünyalarıyla irtibatlarını kaybetmiş olan kimseler için çekici. Hareketin sözcüleri bilinç seviyeleri arttıkça diğerlerinin de onları izleyeceklerini söylüyor. Ancak biz burada, yukarı ve aşağı arasındaki farkı nasıl söyleyeceğimizi sorduğumuz için kesinlikle suçlanamayız. Tam da bu noktada İslam, yukarı ve aşağı, sağ ve sol, ileri ve geri, iyi ve kötüyü birbirinden ayırt etmede kendi entelektüel oto­ ritelerini tanıklık etmeye çağırma hakkına hatta sorumluluğuna sahiptir. Batı'da yaşayan ve bu gibi problemlerle ilgilenen kimseler olarak bizler de doğru sorular sormakla yükümlüyüz. Çünkü bun­ lar, insan olmanın anlamı ile yakından alakalı büyük meselelerdir. İslami geleneğin en temel ilgisi "insan olmanın ne anlama geldi­ ği" konusu üzerindedir. Bu ortaya konduğunda, neden erkek ve kadından müteşekkil iki temel insanlık türü olduğunu ve bunların birbirleriyle ilişkisinin ne olduğunu sorabiliriz. Bu noktada, bili­ nen herhangi bir durumda onların mevcut ilişki biçiminin doğru olup olmadığını da sorma hakkına sahip oluruz. En önemlisi de, ilişkinin doğruluğunu yargılayabilmek açısından normatif ilkeler hakkında sorular sormamız gerekir.

Kitabın Öyküsü Kitabın, benim İslam'a olan ilgim kadar uzun bir tarihi var. Tokyo dışında bulunan Chiba Üniversitesinde aile hukuku ile ilgili lisans düzeyinde eğitim gördüğüm sırada -oldukça meraklı bir çevre­ de- İslam aile hukukunda bir erkeğin dört kadınla evlenmesine müsaade edildiği ve aynı zamanda huzur ve barışın sağlamasının beklendiği hususunda duyduğum şeyler karşısında adeta büyü29

Sachiko Murata

lenmiştim. Nihayet, bir yıl, bir hukuk firmasında çalıştıktan sonra bilhassa İranlı bir arkadaşımın Tahran Üniversitesinde benim için bir burs ayarlamayı teklif etmesiyle bu konudaki merakıma yenik düştüm. İran'a İslam hukuku çalışmak için gitmiştim. Ancak öncelikle Farsça öğrenmeliydim. Orada üç yıl boyunca kendi alanımda çalışmalar yaptım. Sonunda Fars Edebiyatı alanında Nizami'nin (ö.600/1204) şiir kitabı olan Heft Peyker'de kadının rolü konulu doktora çalışmamı tamamladım. Çok geçmeden İslam toplumunda kadının yeri konusunda ön yargılarımın -bunlar aslında Japonların Batılılardan öğrendiği ön yargılardı- İran toplumunun gerçeklikleriyle alakasız olduğunu farkına vardım (bu "İslam" devriminden çok uzun süre önce idi). Her halükarda, fıkıh bölümüne kaydolan ilk Müslüman olma­ yan öğrenci olduğum Tahran Üniversitesi İlahiyat Fakültesine girmekte herhangi bir çekince yaşamadım. Benimle aynı dersleri alan sınıf arkadaşlarımın (hemkilas) çoğu yeni düzende başarılı olmaya karar vermiş olan mollalardı (Sınıftakilere, sınıfta ilk kadın olduğum için bana tavsiye edildiği üzere hemkilas (aynı sınıfta ders gören) demeyi tercih ediyordum. Öğrencilerden ve hoca­ lardan genellikle saygı ve hürmet görüyordum. Burada alanında otorite sahibi, önemli hocalarla İslam fıkhı çalışma fırsatı elde ettim. Özellikle, Ayetullah Hoyi'nin en gözde talebelerinden biri olan ve diğer öğrencilerinin o güne kadar öğrendikleriyle benden daha ileri düzeyde olmalarından dolayı kendimi dezavantajlı bir konumda görmemem için özel bir itina sarf eden Profesör Ebu'l-Kasım Gurci'ye her zaman minnettarlık duydum. Tahran Üniversitesinde İslam Felsefesi alanında doktora yapmış olmasına karşın geleneksel medrese eğitiminden geçmiş olan ve din adamlarına özgü sarık takan özel hocam Seyyid Hasan İftiharzade Sebzivari ile yaptığımız dersler bu yıllara ait en iyi hatıralarım arasındadır. Hem akli bilimlere hem de hukuk bilimine hakim olan biri olarak Fıkıh'ın ve Fıkıh Usulü'nün en zor metinlerini okumamda bana yardım etti. Onun yardımı ve hocam Toshihiko İzutsu'nın genel rehberliği sayesinde 10./16. yüzyılda yazılmış olan Fıkıh Usülü'nün klasik bir kitabı olan 30

/s/am'da Cinsiyet Diyale�tiği

Medlimü'l-usu!ü Japonca'ya çevirebildim. ı İftiharzade başlangıçta, Japon bir kadın öğrencisi olduğu konusunda eşini ikna etmede bir hayli zorlandı. Eminim ki eşi, böylesi bir tuhaf hikaye ile eşinin kendisinden bir şeyler gizlediğini düşünüyordu. Sonunda, önce­ likle benim eşimin de orada hazır bulunacağından emin olduktan sonra eşini beni ziyarete getirmek zorunda kaldı. Gurci, İftiharzade ve diğer gelenekçi alimlerle çalıştığım yıllarda kadın olduğum için şahsıma yönelik özel bir davranış sergilendiği hissine kapılmadım. Molla olan diğer meslektaşlarıyla müzakere ettikleri mevzuları benimle de müzakere ettiler. Bazen haklı olduklarına beni ikna ettiler; zaman zaman da yanıldık­ ları hususunda ben onları ikna ettim. Çoğu zaman karşı tarafın düşüncesine saygı gösterirken kendi düşüncemizi savunmaya devam ediyorduk. Bilgilenme düzeyinde cinsiyet mesele teşkil etmiyordu. Ancak bir erkek eşiyle birlikte başka birinin evini ziya­ rete gittiğinde belli kurallara uyulması gerekiyordu. Geçici nikah -Muta- ve toplumsal bağlantıları hakkındaki yüksek lisans tezimi İlahiyat Fakültesinde tamamladım. Konu oldukça cazip olmasına rağmen burası onu ele almaya pek uygun değil.2 Sadece şunu ifade etmem gerekir ki bu kurumun sosyal ve hukuki uzantıları üzerinde birkaç yıl çalıştım. Genellikle kendile­ rine konuyu açtığım Batılılar evlilik hakkında kendi ön kabullerini sorgulamadan bugünün dünyasında ya da herhangi bir dünyada bunun kabul edilemez olduğu hususunda ikna olmuşlardı. Benim kanaatime göre bu, pratik ve realist bir sosyal kuruma yönelik Batılı basmakalıp düşüncenin; karşı tarafın duygularını paylaşan sempatiyi engellediği alanlardan biridir. Gerçekte Muta, benim Batı'da de facto geçici evlilik (ya tesadüfen ya da diğer gayrimeş­ ru ilişkiler ya da boşanmayla beraber gelen ilişkiler dizisi) adını verdiğim şeyle bağlantılı olan marazlardan insanı korur. Diğer kurumlar gibi Muta evliğinde de kendisine mahsus suistimaller vardır. Bunlar, şeriatte bu kurumla ilgili vazedilenle ilgili olmayıp, lsuramu Hoorirorı]osetsu adıyla yayımlandı (Tokyo: lwanami Shoten, 1985). İngilizce tercümesini Temporary Marriage in islamic Law (London: Muhammadi Trust, 1987) adıyla yayımladım. 31

Sachiko Murata

suistimalle ilgilidir. İran'da hukukla ilgili çalışmalarıma ilaveten irfan geleneği ile ilgili de ciddi çalışmalar yapmaya başladım. Yıllarca İzutsu' nun Arabi'nin Füsusu'l-Hikem derslerine katıldım. Keza Seyyid Hüse­ yin Nasr'ın Arabi Okulu'nun büyük Farsça klasiklerinden biri olan Şerh-i Gülşen-i Rdz derslerine devam ettim. Bu yıllarla ilgili en tatlı hatıratımdan biri, salt varlığı ile İ slarn'ın büyük ve yaşayan manevi bir geleneğe sahip olduğuna beni ikna eden Celaleddin Hümai'nin ışık saçan hocalığıydı. Devrimle birlikte İ lahiyat Fakültesindeki derslerim yarıda kalınca Amerika'ya geldim ve burada entelektüel gelenekle ilgili çalışmalarıma azimle devam ettim. Sanat, mimari, şiir, hukuk öğretileri, töreler, yemek alışkan­ lıkları ve genel dünya görüşü gibi klasik İ slam medeniyetinin tezahürleriyle karşılaştığım ilk zamarılardan bu yana, burıların benim Yakın Doğu geçmişimle derin bir akrabalığının bulundu­ ğunu gördüm. 1977'de İ slam ve Konfüçyanizmin aile öğretilerini karşılaştıran bir doktora tezi hazırlamaya karar vermiştim. Ancak devrim bu alandaki araştırmalarımı sona erdirdi. Yine bu yıllarda Profesör İzutsu ile birlikte 1 Ching üzerinde çalışıyordum ve Çin düşüncesinin zahirdeki felsefi temellerine aşina olmuştum. 1983'de Stony Brooks'un akademik kadrosuna katıldığım­ da -daha önce de zikrettiğim üzere- "Dünya Dirılerinde Dişil Maneviyat" adı altında bir ders vermem istendi. Burada ilk defa, sadece İ slam'la değil fakat kadının rolüyle ilgili derirılere kök salmış olan ön yargılarla, doğrudan yüzleşme sorunuyla karşı karşıyaydım. Başlangıçta İslam'a bir Uzak Doğu perspektifinin yardımıyla yaklaşmam gerektiğini, aksi takdirde tam bir yenilgiye maruz kalacağımı arılamış bulunuyordum. Orijinal metirılerin arılamına zarar vermeden dişil ilke konusunda İslami öğretiyi kavramlaştırmak için kendime bir yol bulmaya çalışırken 1 Chinge müracaat etmem doğaldı. Aslında kadın konusunda 1 Ching ve Çin öğretisi hakkındaki çalışmalarımızı tamamladığımızda öğrencilerin savunmacı tutumlarının da sona erdiğini arıladım. Bu kitapta ortaya koyduğum bir yaklaşımı benimseyerek işimi daha 32

lslam'da Cimiyet Diyalektiği

da kolaylaştırdım: Cinsiyet ilişkileri ile ilgili olan ilkelere teoloji, kozmoloji ve psikoloji düzleminde yaklaştım. O vakit elimde nis­ peten az miktarda ders metni bulunuyordu. Ancak bunlar derste İslam'ı anlatmam için bana birkaç hafta için yetiyordu. Müzakere­ nin sonlarına doğru İslami maneviyat öğretileri açısından kadının toplumdaki ideal rolünün ne olduğunu ele almaya başladığımızda artık öğrenciler İslami cinsiyet rolünün ne tesadüfi ne de ağırlıkla siyasetin güdümünde bir şey olmadığı olgusunu değerlendirmekte herhangi bir zorluk yaşamadılar. Bu kitabı, bu ders esnasında uygulamaya koyduğum yaklaşımı esas alarak yazdım. Ancak metodumu "karşılaştırmalı" biçimin­ de nitelendiremeyeceğimi belirtmeliyim. Yüzeysel benzetmeler temeline dayalı olarak zahmetsizce ulaşılan sonuçların ön plana çıktığı karşılaştırmalı yaklaşımın içerdiği örtük tehlikelerin farkın­ dayım. İki şeyi karşılaştırabilmek için bunlarla aynı zeminde temas etmek gerekir. Ancak benim niyetim bu olmadığı gibi, istesem de bunu yapamam. Benim yapmaya çalıştığım şey, İslam düşün­ cesinin göze çarpan belirli özelliklerini, Batılı olmayan başka bir geleneğin belli bazı prensiplerine göndermede bulunarak ortaya koymak. Bunu yapmakla özellikle de İslam'daki cinsiyet ilişkileri konusunda birçok Batılı araştırmacıda bulunan gerçekliğin doğa­ sına dair değişik ön yargılardan kaçınmış olmayı umut ediyorum. Ümit ediyorum ki nispeten yeni sayılacak bu bakış açısı, genel yaklaşımlarda gözden kaçırılan İslam düşüncesindeki önemli bir şeyi gözler önüne serecektir. Öncelikle açıklığa kavuşturulması gerekir ki ben Tao'dan, yin ve yang'dan söz ettiğimde bu terimlerle ilgili aklımda oldukça genelleştirlmiş bir anlayış var. Gerçekte Çin tarihinde bu konu­ larla ilgili birbirinden oldukça farklı birçok görüşün olduğunu biliyorum. Mukayesemi daha ileri noktalara taşımak istemedim çünkü, o zaman Çin'le alakalı hususlarda fazla bir genelleme yapa­ maz duruma gelecektim. Kısaca Çin düşüncesinin ilkeleriyle ilgili burada sunulan benim kendi görüşümdür ve alanın çoğu uzmanı bu konuda benden farklı düşünmüş olabilir.

33

Sachiko Murata

Çin ve İslam Düşüncesi Çin kozmolojisi evreni, varlığın "faal/aktif" ve "kabul edici" ya da eril ve dişil ilkeleri olarak anlayabileceğimiz yin ve yang çerçeve­ sinde açıklar. Yin ve yang birbirlerini tam bir uyum içinde kucaklar ve birlikleri On Bin Şey'i yani var olan her şeyi üretir. Tai Chi'nin meşhur sembolü "Nihai Büyüklük" ya da Tao, yin ve yang'ı daimi hareket yahut değişim olarak tasvir eder. Verili herhangi bir feno­ mende yin ve yang arasındaki ilişki sürekli değişir. Bu sebeple tüm kainat akan bir nehir gibi an be an değişmektedir. Değişim ya da I, kendisiyle yerde ve gökte ve her ikisi arasında bulunan şeylerin sürekli olarak yaratıldıkları bir süreçtir. Yin ve yang değişimin ilkeleri ve evrendeki tüm hareketin sembollerdir. Güneş çıktığında ay kaybolur. Bahar gelince kış gider. Konfüçyüs'ün ifadesiyle "akan bir nehir gibi tüm kainat durmadan gece gündüz akış içindedir." Varoluş, Tao temeline dayanmış ahenkli değişim anlamına gelir. Eğer yin ve yang arasındaki bu ahenk yok olursa o zaman kainatın akışı duracak ve hiçbir şey var olamayacaktır. Çin düşüncesinin bu temel öğretileri Batı'da birçok eğitimli kimsenin aşina olduğu şeylerdir. I Chingin tanınmışlığı ve yin yang sembollerinin her yerdeki mevcudiyetini göz önünde bulun­ durulduğunda, Çin düşüncesinin varlığın iki ilkesi arasındaki denge, ahenk ve uyum ile ilgili olduğu açıklamasına muhtaç çok az kimse vardır. Buna karşılık İslam kozmolojisi neredeyse hiç bilin­ mez, çünkü İslami enstitülerin ardındaki dünya görüşünü dikkate alan çok az akademisyen vardır. Aktif ve kabul edici ilkelerin kutuplu ya da bütünleyici temel­ lere dayanmasıyla İslam kozmolojisinin birçoğu Çin kozmolojisini andırır. Ancak Müslüman arifler çok alışık olmadığımız bir ter­ minoloji kullanır. İki ilkenin rolünü açıkça ortaya koymadan önce biraz daha analiz gerekli. Dahası, bilhassa İslami düşünce All ah ile başlar, düşünceyi aşan ve organik biçimde onun dışında büyüyen bir uygulama deneyiminin yaptığı gibi. İslami uygulamanın değiş­ mez beş şartından birincisi "Allah'tan başka Tanrı'nın olmadığını ve Hz. Muhammed'in onun elçisi olduğunu" dil ile ikrar etmektir. İmanın şartlarından birincisi Allah'a iman etmektir. İslam'ın üç 34

/ı/am'da Cimiyet Diyalektiği

ilkesinden birincisi ve en temelli olanı "tevhit" "birliğin ikrarı" yani "la ilahe illallah"tır (Allah'tan başka tanrı yoktur). Eğer kainatta ikilik bulunuyorsa bu bir şekilde her ikiliğin ardındaki bir ile ilişkilidir. Evren var olmadan "önce" Yaratıcı'dan başka hiçbir şey mevcut değildi. 3 Tüm Müslümanlar evrenin varo­ luşunun bu tek Hakikat'e dayandığında hemfikirdirler. Genellikle sufılerin göndermede bulunduğu bir hadise göre Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Allah var idi ve O'nunla birlikte başka bir şey yok idi." Büyük hadis ilimi Buhari hadisin başka bir biçimini bize nakleder: "Allah var idi ve O'ndan başka hiçbir şey yok idi. "4 "Başlangıçta" sadece Allah var idi, ancak bütünüyle gayb halindeydi. Ayrışmamış Bir'de bulunan bireysel sıfatları ve nitelikleri gösterecek başka herhangi bir şey mevcut değildi. Çin geleneğine göre de yin ve yang varlık alanına çıkmadan önce Tai Chi ya da Nihai Büyük var idi ve o bütünüyle ayrışmamış bir durumdaydı. Konfüçyus'un "Değişim içinde olan bir Thai Chi var; değişim, iki temel gücü; iki temel güç, dört sureti; dört suret de sekiz trigramı meydana getirdi" dediği rivayet edilmektedir.5 Burada daha sonra sürekli olarak yin ve yang adını alan şeye göndermeden bulunacak olan "iki temel güç" var. Ancak "dört suret"in neliğine ilişkin birkaç görüş mevcut. Bunlardan birine göre bunlar yin ve yang'ın dört durumu: Büyük ya da yaşlı yin, büyük ya da yaşlı yang, küçük ya da genç yin, küçük ya da genç yang. Diğer bir görüşe göre ise bunlar dört elementi temsil eder: metal, odun, su ve ateş. Bir başka görüş ise bu dört gücün dört mevsim anlamına geldiğini, bir diğeri bunun yumuşaklık, sertlik, gölge (yin) ve parlaklık (yang) olduğunu bildirir. Hangi görüş esas alınırsa alınsın "dört güç", tüm şeylerin hakikatlerindeki değişimi ortaya çıkaran 'varlığın birincil unsurları'nı temsil ederler. Bunlar Burada "önce" yi tırnak içine aldım, çünkü birçok düşünür bunu zamansal bir ifade olarak değil, mantıksal ve ontolojik bir ilişki olarak görür. Bed'ül-halk 1. Buhari aynı şekilde aynı hadisin başka bir şeklinden daha söz eder: "Al­ lah var idi ve O'ndan önce başka hiç bir şey yoktu." (Tevhid 22). Bazen İbn Arabi'nin de işaret ettiği gibi, Allah söz konusu olduğunda "idi" anlamında kullanılan "kine" ke­ limesi zamansal bir geçmiş zaman anlamına gelmez, dolayısıyla bu kelime İngilizce "is" Ttirkçede -dır eki işlevi görür. Ta Chuan 1 1 .5 . İngilizce tercüme bana ait. Krş. Wilhelm, J Ching 318. 35

Sachiko Murata

yin ve yangın değişmiş halleridir ve onun yerini alır. Bir sonraki düzeyde "sekiz triagram" düzlemi varlığın ilkel doğasını temsil eder ve baba, anne, üç oğul ve üç kız ile temsil edilir. Konfüçyüs şöyle der: "Şeylerin gök ve yerden daha büyük ilkel (kadim) suretleri yoktur. Dört mevsimden daha büyük bir hareket ve değişim yoktur. "6 Sema saf yang' ı yer ise saf yin'i temsil eder. Dört mevsim ise dört şeyi temsil eder: Sonbahar metal, bahar odun, kış su, ateş ise yazdır. Tüm bunlarda farklı fenomenlerin sahip olduğu niteliklere dikkat çekilir. En kadim olan nitelik bizzat Tao'nun kendisidir. Bir bakış açısına göre bu nitelik saf birliktir. Başka bir bakış açısına göre ise bu nitelik, bizim yin ve yang olarak göndermede bulun­ duğumuz iki eğilim arasındaki tam uyumlu bir ilişkidir. Bunların her biri de Tao'nun farklı yüzünden başka bir şey değildir ve her biri diğeri ile birleşir ve onda erir. Ancak yine de belli bir ayrım yapmak mümkündür. Bu, dört mevsim, sekiz trigram, altmış dört heksagram ve On Bin Şey arasında yapılabilecek ayrıma temel teşkil eder. Tao'nun birliği, her seviyede, bu seviyeye kendine ait bir özellik veren özel bir biçimde tezahür eder. Bu nitelikler seviyenin kimliğini tanımlar. Tüm nitelikler ikiye ve bire dayanır. Tüm niteliklerin belli bir düzeyde birbirleriyle ilişkili oldukları ispat edilebilir. Çünkü hepsi de aynı ilkeyi tezahür ettirir. İşte kozmoloğun ilgilendiği şey de onlar arasında cereyan eden bu ilişki ve haberleşmedir. Bunlardan yola çıkılarak bütünün birliği kavranabilir. Bu ilişkiler ve haberleşmeler olmadığında, anlamsız nicelikler ve çokluklar yığını ile baş başa kalmış oluruz.

Teolojik Kutuplaşma İslami terminolojide dünya ya da kozmoz (el- alem), herhangi bir zamansal ve mekansal nitelik atfedilmeden Allah'ın dışındaki her şey (md siva) olarak tanımlanabilir. Özellikle son dönem ente­ lektüel gelenek içinde Allah'a atfedilmeden ele alınan hiçbir şey yoktur. Bu kendisi aracılığıyla doğru anlayışın elde edilebileceği Ta Chuan 1 1 .7. krş. Wilhelm, J Ching 3 19. 36

lslam'da Cinsiyet Diyalektiği

bir bakış açısı ortaya koyar. Ne

var

ki her zaman temelde birbi­

rinden farklı olan iki kutupsal ilişki olmuştur. Çünkü Allah tek bir hakikattir. Bir açıdan Allah evrenden tamamen farklıdır. Bununla ilgili kullanılan teolojik terim "Allah'ın kendisi dışındaki hiçbir şeye benzemediğinin ilan edilmesi" anlamında tenzih'tir. Bu açıdan Allah yaratıkları için erişilemez olup aynı zamanda onların idrak­ lerinin ötesindedir. Bu kelam ilminin klasik tutumudur. Kur'an-ı Kerim'in bu görüşü desteklediğini göstermek maksadıyla birçok ayet zikredilebilir: "Üstünlük ve güç sahibi olan senin Rabb'in onların nitelendirdiklerinden yücedir." (37: 1 80). Ya da daha basit ifadeyle "O'nun benzeri gibi olan (kemişlihi) hiçbir şey yoktur." ( 42:

1 1). Bu itibarla Allah insani ilgilerin çok ötesinde gayri şahsi bir varlıktır. O, negatif teolojinin belli biçimlerini içeren bir Allah'tır. Her ne kadar kelamcılar Batılı araştırmacılar tarafından genel­ likle "ortodoks" İ slam'ın temsilcileri olarak görülmüş olsalar da diğer birçok araştırmacının da işaret ettiği üzere bu, İ slam Mede­ niyetine uygun olmayan bir kategorinin dayatılması demektir. Gerçekte Müslüman olmanın kıstasları genellikle şeriata uymak ve belli bir imani akidenin doğruluğunu kabul etmektir. Bundan öte, imanın detaylarıyla ilgili farklı itikatlerin olması mümkündür. Ancak bunların hiçbirine, diğerlerinin dışlanmasıyla "ortodoks" denilemez. Böyle bir görüş açısı ile baktığımızda evrensel olarak tanınmış bir Ortodoks düşünce okulunun olmadığını ve daha çok imanın temel esaslarının nasıl anlaşılması gerektiğini kendi ara­ larında tartışan çok sayıda okul olduğunu görürüz. Sonuç olarak uzun ve geniş bir entelektüel etkileşim tarihi mevcuttur. Burada söz konusu edilen, ancak toplum üzerinde sınırlı bir etkisi bulunan az sayıdaki entelektüellerce temsil edilen ve özellik­ le Allah' ın tenzihi üzerinde yaptıkları vurgu ile bilenen dogmatik teologlardır. Popüler İ slam, felsefi gelenek büyük sufılerce temsil edilen tasavvufi gelenek birçok Kur'an ayeti tarafından açıkça desteklenen ikinci bir bakış açısına vurgu yapar ya da en azında geniş bir yer açar. Kelamcıların Tanrısı, İ bn Arabi'nin ifadesiyle, çok uzaklarda ve idrak edilemez olduğu için kimsenin kolaylıkla 37

Sachiko Murata

sevemediği bir Tanrı'dır.7 Ancak Kur'anın Tanrısı, Peygamber'in anlattığı Tanrı, son derece sevecendir. Çünkü yarattığı varlıklarla çok alakadardır. Kur'anın da belirttiği üzere "O, onları sever, onlar da O'nu severler" (5:

54). Tann'nın yaratıklara karşı duyduğu sevgi,

yaratıklarda da bir sevgi meydana getirmektedir. Merhamet ve sevgi Tanrısı kavranıp anlaşılabilen bir Tann'dır. Teolojik terim­ lerle ifade edersek O'nun yaratıklarına bazı bakımlardan benze­ diği

(teşbih)

söylenmelidir. Bizler haklı olarak onu ancak insani

sıfatlarla anlayabiliriz. Bu, Allah'ın her şeyde içkin olduğuna dair bir bakış açısı olup aşağıdakine benzer Kur' an ayetleriyle des­ teklenmektedir: "Her nereye dönerseniz Allah' ın yüzü oradadır"

(2: 1 15); "Biz insanlara şah damarlarından daha yakınız" (50: 16). Bu bakımdan Tanrı şahıs olan bir Tanrı'dır. Bu iki temel teolojik bakış açısı, her ikisi arasında İslam düşüncesinin şekillendiği iki kutbu oluşturur. Müslüman düşü­ nürler arasında en bilgece düşünenleri bu iki konum arasında ince bir dengenin bulunduğuna dikkat çektiler. Hem negatif hem de pozitif teoloji İlahi Hakikatin doğru anlaşılmasını ortaya koymak durumundadır. Konfüçyanizmin yang'a ve Taoizmin de yine vur­ gusuyla kıyaslayarak bir kimse İslarn'da bu iki görüş açısının oyna­ dığı rollerle ilgili bir bakış açısı kazanabilir. Bizzat Tao'da yang' ın mı yinin mi hakim olduğu sorusuna Konfüçyanist büyük bir ihti­ malle yang; Taocu da yin cevabını verecektir. Aynı şekilde İslam

fıkhı ve kelamı alanında uzmanlar, yani İslam'ın zahiri ve hukuka konu olan öğretilerini savunan kimseler Allah' ın tenzihi boyutuna vurgu yaparlar. Sürekli O'nun gazabından bahsederler ve insanları cehennemle ve azapla korkuturlar. O; mesafeli, hükümran ve itaat edilmesi gereken kudretli bir idarecidir. Sıfatları katı ve otoriter bir babanın sıfatlarıdır. İslamın daha çok ruhani boyutuyla ilgile­ nen otoriteler sürekli olarak "Allah'ın rahmeti gazabını geçmiştir"

Allah'a andolsun ki, İlahi haber aracılığıyla şeriat gelmeseydi kimse Allah'ı bilemeye­ cekti! Allah'ın Zatının ne olduğuna dair elimizde O, şuna benzemez, buna benzemez türünden, rasyonel düşünürlerin kullandığı sadece rasyonel de1iller olsaydı hiçbir yaratık Allah'ı sevmeyecekti. (el-Fütuhatü'l-Mek.iyye, il, 326.12, aktaran Chittick, 7he Sufi Path ofKnowledge [bundan sonra SPK olarak anılacaktır] 1 80).

38

lslam'da Cimiyet Diyalektiği

diyerek nebevi bir toplumu hatırlatırlar. Bunlar varlığın, ağır basan hakikatinin merhamet, sevgi ve lütuf olduğunu ve sonunda bunla­ rın galip geleceğini ileri sürerler. Tanrı öncelikle haşin, yasaklayan bir baba değil sıcak ve seven bir annedir. İslam.'ın Allah hakkındaki düşüncesi Kur'an'ı Kerim.'de açıkla­ nan ilahi isim ve sıfatlara, Allah' ın doksan dokuz ismine dayanır. Bu temel iki yaklaşımdan her biri, yani teşbih ve tenzih, belli isim ve sıfatlarla irtibatlıdır. Allah'ın benzersizliği (tenzih) el-Kadir, el-Cebbar, el-Ganiy, el-Kebir, el-Aziz, el-Cami, el-Halik, el-Aziz, el-Melik, el-Celil, el-Müntekim, el-Mümit, el-Kahir, el-Melik, el-Mütekebbir gibi isimleri akla getirmektedir. Hadislerde bunlara "Allah'ın celal (ya da kalır, ya da adl, veya gazap) isimleri" denilir. Şimdiki bağlamda ben bunlar için "yang isimler" adını vereceğim. Çünkü bunlar azamet, kudret, kontrol ve erilliğe vurgu yapar. Buna karşılık Allah'ın teşbihi yönü, el-Cemil, el-Garib, Rah­ man, Rahim, el-Afüw, el-Ekrem, el-Gaffar, el-Hannan, el-Latif gibi sıfatları akla getirmektedir. Bu isimler, Allah'ın cemal, lütf, /adi, rahmet isimleri olarak bilinirler. Bunlar "yin isimler"dir. Çünkü bunlar diğerlerinin iradesine teslim olma, hilm, kabul edi­ cilik üzerine vurgu yaparlar. İslam' a yönelik zahiri ve hukuksal bir yaklaşım genellikle yang isimlere daha fazla vurgu yapar. Hukukçular, yin isimleri kabul etmekle birlikte bunların önemi daha geri planda kalır. Tersine hikmet geleneğine mensup otoriteler yin isimlere vurgu yaparlar. "Allah'ın rahmetinin gazabını geçtiği" ya da "Allah'ın yin özellik­ lerinin yang özelliklerine üstün geldiği" düşüncesi bunların ger­ çekliğe yaklaşımlarının temeli oluşturur. Birinci yaklaşım Allah' ın kıyaslanmazlığına, uzaklığına ve eşsizliğine vurgu yaparken ikinci yaklaşım O'nun benzerliğine, yakınlığına ve aynılığına vurgu yap­ maktadır. Gerçekliğe yönelik bu iki yaklaşım arasındaki zıtlık, tüm İslam düşüncesine ve toplumuna da yansır. Allah'ın uzaklığını ve farklı­ lığını vurgulayanlar çokluk ve farklılık dünyası üzerinde etraflıca düşünme eğilimindedir. Bunlar, bireylerin cüzi hakikatlerine, yara­ tılanlar ve Yaratıcı arasındaki farklılığa ve şeylerin birbirlerinden 39

Sachiko Murata

ayrı oluşlarına ve bu ayrılığın hakikatine vurgu yaparlar. Allah'ın benzerliğini, yakınlığını, beraberliğini [maryye- Kur'an'ın "Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir" ayetine gönderme ile (57/4)] ön plana çıkaranlar, tevhit ve karşılıklılık üzerinde dururlar. Bun­ lara göre farklılık göreceli olup farklı bir açıdan bakınca ortadan kalkar. Gerçeklik, sadece zahire ve ayrılığa değil aynı zamanda

batına ve benzerliğe dayanır. Roger T. Ames, gerçeklikle ilgili temel Taocu yaklaşımı orta­ ya koyma maksadıyla onu Batı'da hakim olan iki felsefi düşünce

biçimiyle karşılaştırır. Onun yaklaşımı bize, İ slam'daki hukuki ve irfani yaklaşım biçimini biraz farklı şekilde açıklama imkanı verir. Onun ortaya koyduğu karşıtlık bilhassa, Batı'daki genel İslam algısının İ slam düşüncesini, -Ames'in birinci kategori olarak tanımladığı- Batılı gelenek içine yerleştirmesi bakımından öğreti­ cidir. O, genelde Çin düşüncesinin, özelde de Taoizmin düalistik açıklamalardan uzak durduğunu ve şeylere "kutuplu" bir bakışı tercih ettiğini açıklar: İlişkilerin dualistik açıklamalarında gizlenmiş farklılık, için­ de "şeylerin" ayrıklık, ereklilik, kapalılık, kesin/ilik, bağımsızlık ile nitelendirildiği bir dünyanın; ve bir şeyin "diğerine" arızi olarak bağlandığı bir dünyanın özcü yorumuna vesile olur. Tam aksine, iliş­ kilerin kutupluluğa dayalı açıklaması ise tersine; dünyanın birbiriyle bağlantılılık, birbirine bağlılık, arıklık, karşılıklılık, belirlenemezlik, tamamlayıcılık, bağıntılılık, birbirinin sınırlarına genişleme ile nite­ lendirilen odaklar dünyasının ve içinde odakların daima birbiriyle ilişkili olduğu bir dünyanın holoğrafık bir yorumunu öne çıkarır. 8

Her iki yaklaşım İ slam düşüncesinde mevcuttur. Ancak büyük oranda kelamcılar ve fıkıhçılar birincisine vurgu yaparken, irfani gelenek otoriteleri ikincisine vurgu yapar. Büyük oranda, her iki yaklaşım birbirinin muhtemel aşırılıklarını denetleyerek, barış içinde bir arada

var

olmuşlardır. Genellikle dualistik yaklaşım

Putting the T Back into Taoiım, Nature in Asian Traditions oflhoughts (Albany: Suny Press 1989) ed. J. Baird Callicott ve Roger T. Ames, 120.

40

lslam'da Cinsiyet Diyalektiği

sosyal öğretiye hakim olurken; kutuplu bakış açısı tasavvufi öğreti­ lerde vurgulanmıştır. Dahası, irfani gelenek, birinci yaklaşımı baş­ langıç noktası olarak zaruri saymıştır; en başta bu dili kullandığı için birçok araştırmacı, düşüncenin ilişkisel ve kutuplu doğasını gözden kaçırmıştır. Burada birçok yerde ikili dili sürdürmemin, bizzat metni izlemekten başka bir sebebi yoktur. Ancak okuyucu çok geçmeden dualitenin felsefi şamar oğlan olarak monte edildi­ ğini anlayacaktır. Ayrım çizilinceye kadar kutupluluk belirginleşe­ meyecek. Buradaki tezat idrak edilmedikçe ortadan kaldırılması mümkün olmayacak. Nihai hedef her zaman tevhit'in tesisidir, yani gerçekliğin birlik içinde ve birbiriyle ilişkili olmasıdır.

Allah'ın Ayetleri Kur'an sürekli olarak her şeyin Alalh'ın "ayeti" olduğunu tekrar eder. Bu, her şeyin Allah'ın doğası ve hakikatinden haber vermesi anlamına gelir. Bunun sonucu olarak, özellikle evren-bilimciler olmak üzere birçok Müslüman düşünür, evrendeki her şeyi, ilahi isimlerin ve sıfatların birer yansıması olarak gördü. Bu isim ve sıfatlar O'nun celal, cemal, hayat, ilim vb. gibi sıfatlarını temsil eder. Dolayısıyla şeylerin niteliksel boyutları -şeylerin, (maddesel ya da basitçe potansiyel anlamda) tümüyle niceliksel ya da maddi özelliklerinden ayrıldıkları ölçüde- önem arz eder. Teşbihi açıdan baktığımızda, mahlukatın nitelikleri bize ilahi sıfatlardan haber verirken, tenzihi bir bakış açısıyla baktığımızda Alah'ın bütünüyle farklı bir varlık olduğunu ilan eder. Benzerlik gösterdiği ölçüde ve bize Mutlak Hakikat'in bilgisini verdiği ölçüde Allah'ın ayetleri, mahlukat arasında niteliksel benzerlikler kurar. Bu benzerlikler genellikle modern kategoriler bakımından pek anlam ifade etme­ yen şeyler arasındaki; ve şeyler ile Tanrı arasındaki gizli ilişkileri keşfetmemize aracılık eder. Meşhur bir (kutsi) hadise göre Peygamber, Allah'ın şeyleri niçin yarattığını şöyle açıklar: "Allah dedi ki: Gizli bir hazine idim ve bilinmek istedim. Bu yüzden bilinmek için halkı yarattım. "9 Şu Bu hadis, ilınin uzmanlarınca şüpheli bulunur. Yang bakış açısını esas alan kimseler bu 41

Sachiko Murata

halde dünya, içinde Gizli Hazineler'in bilineceği bir yerdir. Allah evren aracılığıyla bilinir ve evrende yaratılmış olanlardan başka bir şey olmadığı için, bize Gizli Hazine'lerden haber veren de bizzat bu yaratılmış şeylerdir. Birçok kozmolog, alemin Allah ile olan ilişkisini açıklamak için zuhur ve tecelli terimlerini kullanır. Allah , evren aracılığıyla kendisini yarattıklarına açar. Yaratılanların ken­ dileri de Allah'ın isimleri ve sıfatlarının dışavurumlarıdır. Bunların nitelikleri nihai anlamda Allah'ın nitelikleridir. Daha önce Tanrı'nın sıfatlarının, geniş ve tamamlayıcı olan kategorilere, yin ve yang isimlerine ayrıldıklarını görmüştük. Koz­ mologlara göre bu iki kategori evreni var etmek için uyum içinde çalışır. Mevlana da kendilerine özgü, baskın nitelikleriyle bu iki isme göndermede bulunur, "kahır ve lütuf evlendiler ve bu ikisin­ den hayır ve şerden oluşan bir dünya meydana geldi."10 Birçok kelamcı Kur'an'da geçen "Allah'ın iki eli" ifadesinin bu iki isim türüne göndermede bulunduğunu düşünür. Onlar bunu tenzih ve teşbih ya da celal ve cemal ilişkisinin bir sembolü olarak kabul ederler. Kur'an-ı Kerim, tüm yaratılanlar arasında sadece insanın Allah'ın iki eliyle yaratıldığını söyler (38:76). Peygamber'in söylediği gibi bu, Hz. Adem'in Allah'ın suretinde yaratılması olgu­ sunu ima eder. Bu sebeple insan, hem celal hem de cemal olmak üzere Allah' ın tüm isimlerini beyan eder. Rahmet meleklerinde ise durum farklıdır, onlar Allah' ın sağ eliyle, şeytanlar ise Allah'ın sol eliyle yaratılmıştır. Sadece insan İlahi Hakikatin tümünü temsil eder. Bunun dışındaki her şey, sadece sağ ya da sol elin hakim olduğu eksik bir imajı ortaya koyar. Sadece insan, her iki sıfat türü arasında kurulan mükemmel bir denge ile yaratılmıştır. Evren aracılığıyla tecelli eden Allah'ın hakikatinin kendisi zıt ve birbiriyle çatışan nitelikler olarak tanımlanabileceğinden, hadisi kesin bir şekilde reddederler. Yin bakış açısını temsil eden kimselere göre ise ha­ diste dile getirilen düşünce doğrudur, çünkü onların duruşunu destekler. Onlar, Peygam­ ber'in gerçekten bu sözü söyleyip söylemediği konusuyla çok fazla ilgilenmezler. İbn Arabi'nin ifade ettiği gibi hadis keşif temelinde sahih, ancak rivayet zinciri bakımından tam olarak doğrulanmış değildir." (Aktaran: SPK 391). Mmıl!'Vi il 2680 (Aktaran Chittick, 7he Sufi Path ofLove 101). Bundan sonra bu kitaba SPL olarak göndermede bulunulacaktır. 42

lslam'da Cinsiyet Diyalektiği

evrenin kendisi de büyük bir karşıtlıklar derlemesi olarak görüle­ bilir. Allah'ın iki eli de, tüm varlıklara şekil vermekle meşguldür. Bu yüzden rahmet ve gazap, celal ve cemal, diriltici ve öldürücü olması, yüceltici ve alçaltıcı olması ve Allah'ın geriye kalan diğer tüm karşıt sıfatları varoluşta sergilenir. İsimlerin sürekli etkileşimini algılama yollarından biri de değişim (bark) ve dönüşümdür (istihale). Chuang Tzu şöyle şöyle diyor: "Şeylerin varlığı, dörtnala koşan bir at gibidir. Her bir harekette varlık değişmekte ve her bir saniyede dönüşmektedir. " 1 1 Hakim kelam okulu olan Eşariliğe mensup alimler, yaratıklar için­ de hiçbir şeyin sabit kalmadığını ve hiçbir olgunun birbirini takip eden iki anda kendi yerinde daim kalmadığını söylediler. Her şey sürekli olarak ilahi ikmale muhtaçtır. Bu sebeple hiçbir şey kendi başına varlığını sürdüremez. Allah evrene bir an bile olsa varlık vermeyi durdurmuş olsa evrenin varlığı sona ermiş olacaktı. Bu cihetle Allah, yok olmaktan korumak için evreni sürekli olarak yeniden yaratmaktadır. Evrenin daimi olarak yeniden yaratılışı düşüncesi, İslami kozmoloji düşüncesinin temel dayanak noktalarından biri oldu. Birçok Müslüman düşünür, sürekli değişim ve dönüşümü farklı ilahi isimlerin karşılıklı etkileşimi olarak yorumlamışlardır. Böy­ lece ilahi celal ve cemal her an evrendeki her şeyi yaratmaktadır. Başka bir deyişle Tanrı şeylerle olan benzerliğini ve evrendeki varlığını her an yeniden onaylamaktadır. Ancak Tanrı aynı zamanda her şeyden münezzehtir ve başkadır. Bu sebeple nasıl ki rahmetiyle yaratıyorsa aynı şekilde gazabıyla da yok etmektedir. O'nun eşsizliği ve mutlak gerçekliği "kıskançlığını" (gayret) ortaya çıkarır: Kendisiyle birlikte başka bir birinin (gayr) var olmasına izin vermez. İlahi rahmet her an evreni var ederken, ilahi celal her an onu yok etmektedir. 12 Birbiri ardı sıra gelen anların hepsi 11 12

Chuang Tzu, 1 7.6. "Diğerlerinin" yok olmasını gerektiren gazap, Kur'an'da kıyameti ima eden bir ayette zikredilen Birlik ve Kahır ile ilişkilendirilir: "Bugün mülk (hükümranlık) kimindir? Tek olan, kudreti ve hakimiyeti alnnda her şeyi tutan Allah'ındır" (40:1 6). Bu sebeple 8./12. Asır Sufi yazar Ahmed Samani yaratma, yok etme ve yeniden dirilmeyi gerektiren üç ilahi sıfattan bahseder: "Başlangıçta kudretin gerekli kıldığı var etme [icad], ortasında 43

Sachiko Murata

de yeni bir evren anlamına gelir. Bu daha öncekine benzemesine rağmen aynı zamanda ondan farklıdır. Her yeni evren Tanrı'nın yeni bir tecellisi demektir. Kozmolojik varsayıma göre, "Tanrı'nın tecelli süreci kendini tekrar etmez" çünkü Tanrı sonsuzdur. 1 3 Evren, Allah'ın -isimlerinin tecelli mekıinı olan- ayetleri ara­ sındaki ilişkinin sürekli değişen ve devinen bir örüntüsüdür. Evren, tek bir İlke'nin faaliyetlerini yansıtan karşıt isimler ve sıfatların faaliyetleri aracılığıyla yaratılır ve varlığını sürdürür. Bundan dolayı dualiteyi her seviyede gözlemek mümkündür. Ancak daha yakın­ dan baktığımızda görebilmeliyiz ki karşıt güçler, mutlak anlamda karşıt değiller; daha ziyade tamamlayıcı ya da kutup vazifesindedir­ ler. Yin ve yang sürekli bir değişimi ve dönüşümü oluşturmak için her yerde birlikte faaliyet gösterirler. Kur' an, Allah' ın şöyle dediğini bize nakleder: "Biz her şeyden bir çift yarattık" (51 :49) ya da "Şüphesiz O, iki eşi, erkeği ve dişiyi (rahme) atıldığında az bir sudan yaratmıştır" (53:45). Evrende bulunan her şey başka şeylerle eşleşir. Kur'an'da zikri geçen birçok eş yaratılışın temel ilkesi olarak özel bir önem arz eder. Özellikle İslami semboller arasında yer alan levh ve kalem, Çin geleneğinde ve başka yerlerde benzerlerine rastladığımız gökyüzü ve yeryüzü bunlara dahildir. Levh ve kalem Kur' an'da ve Peygamber'in hadislerinde bir­ kaç kez zikredilmiştir. Kur'an-ı Kerim kendisine göndermede bulunurken "Hayır, O şanı yüce bir Kur'an'dır. O korunmuş bir levhadadır (Levh-i Mahfuzda)." (85:21-22). Müfessirler, burada geçen Levh'i Kur'an'ın -Allah'ın ebedi ve ezeli ve yaratılmamış sözlerinin- üzerine yazıldığı manevi bir hakikat olarak yorumbirliğin gerekli kıldığı yok etme [i:iam] ve hikmetin gerektirdiği tekrar diriltme [i'ada ]. Kudretiyle O, hikmet zeminine yaratılış tohumunu saçar. Bazıları hoş kokulu bazıları da ciğer kazıyan cinsten diken olmak üzere birt çok çeşir bitki ekilir. Sonra Tevhid Alemin­ den gayret rüzgıi.rı eser ve kahır fırtınası kopar. Evreni yokluk elbisesini giydirir. Kahır eliyle, mevcudatın ve yaratıkların boynundaki varlık yakasını çıkarır. Samani, Rawh al­

arwah 4-5.

Lütuf ve kahır isimlerinin sürekli yenilenen evreni meydana getirmek için nasıl bir­ birlerini etkiledikleri konusunda nispeten ayrıntılı açıklama için krş. Cami, Levaih: A Treatise on Sufism: A Treatise on Sufism 32-33. Cami'nin görüşleri büyük oranda İbn Arabi'nin görüşlerine dayanır (krş. SPK, özellikle 6. bölüm).

44

lslam'da Cinsiyet Diyalektiği

larlar. Kur'an-ı Kerim Peygamber'e vahyedilen daha ilk ayetlerde Kalem'den bahseder: "Yaratan Rabb'inin adıyla oku. O insanı 'alak'tan yarattı. Oku senin Rabb'in en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir." (96:1-5). Başka bir ayette Allah, kalem üzerine yemin eder: "Kalem ve yazdıklarına andolsun ki" (68:1). Bilhassa Peygamber de hadisle­ rinde buna dair ilginç açıklamalar yaptığı için bu kısa ve gizemli ayetler düşünmek için yeterince malzeme temin etmektedir. Bazı hadislerde kalemin Allah'ın ilk yarattığı şeylerden birisi olduğu vurgulanmıştır. Başka hadislerde ise Allah'ın ilk yarattığı şeyin akıl olduğuna işaret edilmitir. Kozmoloji alimlerinin, kozmik Kalem ile "İlk Aklı " özdeşleştirdikleri klasik yer burasıdır. Tüm yaratıklar, tıpkı kalemdeki mürekkep gibi, aklın bilgisinde örtük ve birbirinden ayrışmamış biçimde bulunuyordu. Daha sonra akıl yoluyla Tanrı tüm evreni yarattı. Kalem terimiyle alakalı olan niteliklerin yang tipi olduğu açıktır; aynı gerçekliğe Akıl yin yönünü ilave eder. Çin kozmo­ logları gibi Müslüman kozmologlar da hiçbir şeyi yalnızca aktif (verici) ya da yalnızca alıcı (kabul edici) olarak görmemişlerdir. Evrende bulunan her şey, hem yang hem de yin özelliklerine sahiptir. Şeylerin birbiriyle kurduğu çeşitli ilişkileri araştırarak bunu anlamak mümkündür. Mesela doğal özelliği bakımından sahip olduğu eril ve aktif yönüyle, ilk yaratılan tinsel şeye Kalem denilmiştir. Tanrı, geriye kalan evreni var etmek için Kalemi yarattı. Dolayısıyla Kalemin evrene dönük bir yüzü vardır. Kalem, Tablet (levha) üzerine yazar ve evren Tanrı'nın yazılmış kelimele­ ri olarak varlık alanına çıkar. Diğer yandan, bu manevi gerçeklik, en azından kısmen kendi doğasında dişil ve alıcı bir yön bulundu­ ğu için Akıl olarak adlandırılmıştır. Etimolojik olarak akıl; bağ­ lamak, birleştirmek, daraltmak gibi anlamlara gelmektedir. Aklın Tanrı'ya dönük olan bir yüzü vardır ve bununla Tanrı'yı tefekkür eder ve O'nun nuruyla kendisini tamamlar. Aynı zamanda bir yaratık olarak kendi sonluluğun içinde bu nuru sınırlandırır ve kapsamını daraltır. Evreni varlık alanına çıkarabilmek için Kalem yazı yazacağı 45

Sachiko Murata

bir yere ihtiyaç duyar. Levh olmadan manevi varlıkta ikilik tezahür etmez, ikilik olmadan ikilere, üçlere, dörtlere ve sonsuza dayanan fiziksel evren olamaz. Nasıl ki Levh, İlk Akıl olarak adlandırılı­ yorsa aynı şekilde kalem de "Evrensel Nefs" olarak adlandırılır. İlk Akıl; Tanrı'ya nispetle kabul edici, karanlık ve 'yin'dir; ancak Evrensel Nefse nispetle Kalem'dir; fail, nurani ve 'yang'dır. İnsanda ruh ve nefsin, İlk Akıl ve Evrensel Ruh ile aynı özelliklere sahip olduğu şeyler biçiminde görüldüğü bu kuralın psikolojide önemli yansımaları vardır. Birçok Müslüman düşünür gibi İbn Arabi evrendeki tüm gerçeklikleri farklı ilahi isimlerin tezahürleri olarak tasvir eder. Şu Kur'an ayetinde Kalem ve Levh'in ilk örneklerini bulur: "O her işi evirip düzenler; ayetleri tafsil edip ayırır." (13:2). Kalem, ilahi isimlerden Müdebbir'i [İşleri, sonucu güzel olacak şekilde evirip çeviren, idare eden] , Levh ise Mufassal'ı [Bir şeyi ayrıntılarıyla anlatan, açıklayan, tafsil eden] tezahür ettirmektedir. Daha alt düzeye geldiğimizde ruh, bedene nispetle Müdebbir ismini teza­ hür ettirir. Hayatın ve bilincin ilkesi olan ruh, tıpkı Kalemin Levhi idare ettiği, kontrol ettiği ve yönlendirdiği gibi bedeni kontrol eder idare eder ve yönlendirir. Beden ise Allah'ın Mufassal ismini teza­ hür ettirir. Çünkü o, sayısız fonksiyonu ve faaliyetleri aracılığıyla ruhun tek bir gerçekliğinin güçlerini ve niteliklerini gösterir. Levh olmadan, kalem yazamazdı. Levh, Kalemde ayrışma­ mış olan şeyleri alır ve tüm ayrıntıları ortaya koyar. O Tanrı'nın varlıksal kelimelerini, varlığın manevi düzleminde dile gelmesine müsaade eder. Bu ilahi, yaratıcı kelime sembolizmi İslami kozmo­ lojik düşüncenin merkezinde yer alır ve şüphesiz bunun nedeni Kur'an'da yer alan birçok ayetin bunu ima etmiş olmasıdır. Her şeyin Allah' ın kelimesi olduğu düşüncesini desteklemek için en sık zikredilen ayetlerden birisi şudur: "Bir şeyin olmasını dilediğinde Allah'ın emri sadece 'Ol!' demektir. O da hemen oluverir" (36:82). Bu sebeple kozmoloji bilginleri evrendeki her varlığın ilahi 'Ol! emrinin bir ifadesi olduğunu söylerler. Kalem, her şeyin manevi özlerini tezahür ettiren bu ilahi kelimeleri Levh'in üzerine yazar. Evrendeki her bir şeyin ruhu Levh üzerinde eşsiz bir kelime olarak 46

lslam'da Cinsiyet Diyalektiği

var edilir. Kalem ve Levh, faal ve alıcı olan, yang ve yin her ikisi de, her şeyin manevi gerçekliğinin aktüalite kazanması için gereklidir. Kalem'in iki yüzü vardır. Bir yüzüyle Tanrı'ya bakarken, diğer yüzüyle Levh'e ve onun altında bulunan her şeye bakar. Aynı şekilde Levh'in de iki yüzü vardır. Bir yüzü kaleme bakarken diğer yüzü de altındaki alemlere bakar. Kaleme nispetle Levh alıcıdır, bu sebeple ayrışmayı yansıtır. Ancak evrene nispetle Levh faaldir idari bir kontrolü gösterir; bu durumda yang bir gerçeklik haline gelir. İbn Arabi'ye göre Levh'in evrenle ilişkisini dikkatle incele­ diğimizde hem yaratıcılığı hem de kabul ediciliği, yöneticiliği ve ayrışmayı (fasl) bir arada görebiliriz. Kendi adıyla -yani 'Evrensel

(külli) Nefs- adıyla ele alındığı zaman Levh'in iki melekeye sahip olduğu söylenir: Kendisi aracılığıyla akıldan gelenleri kabul ettiği hilme melekesi ve kendisi aracılığıyla kontrol işini gerçekleştirdiği yapma ya da eyleme melekesi. Kendi içinde ayrışmaya uğramaları dolayısıyla her şeyin varlığının ayrıntılarını bilir. Bu ayrıntıları hildiği için de her şeyin yazgısını kontrol eder, çünkü hiçbir şey onun bilgisinden kaçmaz. Bildiği şeye varlık bahşetmek suretiyle faaliyet gösterir. Kalem ve Levh, manevi ya da gayb aleminde yang ve yin'in yaptığı işleri resmetmektedir. Daha alt varlık düzeyinde, mane­ vi dünya, görünür dünya ile etkileşim içine girer. Bu etkileşim genellikle, Kur'an'da sürekli bahsi geçen sema ve arz terim çifti çerçevesinde tasvir edilir. Kozmoloist Nesefi, sema'nın başka bir şeyin üzerinde olan her şey için kullanıldığını; arz' ın, başka bir şeyin altında bulunan her şeye işaret ettiğini söyler. Dolayısıyla her iki terim de görecelidir ve bizim bakış açımıza bağlı olarak anlam kazanır. Bir şeye nispetle 'arz' adını alan bir şey; başka bir şeye nispetle 'sema' adını alabilir. Tıpkı tek bir gerçekliğin bir şeye nispetle yang, başka bir şeye nispetle de yin olması gibi. Sema, ışık ve varlık taşkınlıkla faaliyet gösterirken, arz bu taşkınlık eden şeyleri kabul eder. Fakat arzın konumunun sema­ nın konumuna belli bir önceliği vardır. Bu durum, her ikisinden birinin daha önce var olduğu anlamına gelmez. Çünkü yaratılışta her zaman sema ve arz, üstte olma ve altta olma hali mevcuttur. 47

Sachiko Murata

Yaratılmışlık "Allah'tan başka" her şey için geçerlidir. Bu sebep­ le yaratılmış olan tek bir şey değildir. Sadece Allah her bakımdan bir olandır. Çünkü yaratılmış olma tanım gereği çokluğu gerektirir. Yaratılmışlık, ayrışma ve yayılmanın gerçekleştiği alandır. Ortada iki şey olduğunda, belli nitelikler aracılığıyla kurulan ilişki çerçe­ vesinde bunlardan biri altta, diğeri de üstte olması gerekir. Diğer nitelikleri hesaba kattığımızda ise bu ilişki tersine çevrilebilir. Belli açılardan eğer sema öncelik taşıyorsa -hatta semaya 'yukarısı' bile denebiliyorsa- bunun anlamı semanın varlığının sebebinin arza ihsanda bulunmak olmasıdır. AIZ olmadan semanın bir anlamı yoktur. Alt olmadan üst olmaz. Elbette aynı şekilde üst olmadan da altın olduğunu söyleyemeyiz. Eğer yer, taşan şeyleri almaya hazır olmasa, semanın olması da mümkün olmayacaktı. Sema ve iki kutupsal gerçeklik oldukları için birbirlerine bağlı olarak tanımlanır. Dolayısıyla arzın varlığı semada gizlenmiş olan nite­ liklerin tezahürü için bir ön şarttır. Semavi hakikatler manevidir ve arz onlara cismani suretler arz,

verir. Aynı şekilde küçük evren olarak insandaki semanın örneği olan ruh; onu aracı ve aleti olarak faaliyet gösteren bir beden olma­ dan hiçbir şey yapamaz. Kendi mükemmelliklerini -gizli hazinele­ rini- göstermek için Tanrı nasıl evreni yarattıysa, aynı şekilde ruh da kendi potansiyelini aktüel kılmak için bedene ihtiyaç duyar. Rumi bu şöyle açıklar: Ruh iş göremez ki olmadan beden Bedenin cansız soğur, donar hemen. Bedenin meydanda, canınsa gizli İkisiyle yürür dünya işleri. 14

Nesefi, mevcudatı üçe ayırır: Feyz veren, feyz alan ve bu ikisi arasındaki etkileşimin ürünü olan şeyler. Sema başka bir şeyin üzerinde olup aynı zamanda ona feyz verendir. Sema ruhani ya da cisimsel bir gerçeklik olabilir. Arz ise başka bir şeyin altında bulu­ nan ve aynı zamanda ondan feyz alandır. Arz da aynı şekilde hem 14

48

Mevlana, Mesnevi V 3423 (krş. SPL 29). Tıirkçesi için bkz. Mesnevi V. 3423, çev. Hicabi Kırlangıç, Hece Yayınları, Ankara 2017.

lslam'da Cinsiyet Diyalektiği

ruhani hem de cismani aleme ait olabilir. Yaratıklar ise semanın ve arzın çocukları, bunlar arasındaki etkileşimin ürünleridir. Rılmi bu düşünceyi bir beytinde şu şekilde açıklar: Gök erkek, yer kadındır akla göre Göğün attığını yer beslemekte15

Bu bağlamda Konfüçyüs'ün sözleri sanki bir başka Müslüman kozmoloğun görüşlerini yansıtır gibidir: Sema azametli, yer ise alçak. . . Yaratıcı büyük başlangıcı yönlen­ dirir ve alıcı olan her şeyi tamamlar.16

Evrensel Uyum Dikkatli bir okuma yaptığımızda Kur'an ve hadis külliyatı, l slam'da temel olarak birbirlerini tamamlayıcı işlev gören bir kadın erkek anlayışının bulunduğunu gösterir. "Biz her şeyden bir

ve

\:İft yarattık." (5 1 :49). Hiçbiri diğeri olmadan tam değildir. İslami

kozmolojik düşüncede evren, her şeyde var olan çiftler arasındaki uyumlu kutupsal ilişki üzerine kurulu bir denge olarak algılanır. Dahası tüm harici fenomen, deruni numenin ve nihai olarak da Tanrı'nın birer yansımasıdır. Ttim çokluk, bir şekilde Bir'e indirge­ nebilir. Kainattaki tüm yaratıklar Tanrı'nın ayetlerinden başka bir şey değildir. Şu halde, erkek ve dişi dahil olmak üzere çiftler bize Tanrı'nın kendi zatı ile ilgili bir şeyler söylemek durumundadır. Klasik İslam medeniyetinde birçok gelişen ilim dallarından biri de astroloji ya da 'yıldızların hükümleri' (Ahkdm-ı nücum) ilmiydi. Çoğu Müslüman düşünür, semanın arz üzerindeki özel etkisini içindeki gerçekliklerle birlikte araştırmanın bu ilmin hedefi olduğu kanaatindedir. Astrolojik araştırmalar, üst dünya­ daki şeyler ile alt dünyadaki şeyler arasındaki niteliksel uyumun keşfi biçiminde yürütülmekteydi. Basiretli biri aslında yıldızların doğrudan "etkisi" diye bir şeyin olmadığını bilir. Aksine burada söz konusu olan semavi cisimler arasında; ve sema ve arz arasındaki ilişkilerin, bu alemde ve ruhta onlara tekabül eden ya da benzeyen "

1•

Mevlana Mesnevi, III 4404 (krş. SPL 163). Tıirkçesi Hicabi Kırlangıç. Ta Chuan 1 . 1 ,5 . krş. Wilhelrn, 1 Ching 280, 281. 49

Sachiko Murata

ilişkileri aydınlatmasıdır. Burada anahtar kavramlar tekabüliyet ve benzerliktir. Bu tekabüliyet ve benzerliği tesis eden, şeylerin tezahür ettirdikleri ve nihayetinde Bir'den kaynaklanan nitelik­ lerdir. Başka bir deyişle farklı şeyler, farklı gerçeklik düzeyinde ya da farklı zamanlarda ve mekanlarda aynı nitelikleri ya da Hakk'ı tezahür ettirir. Astrolojide bulunan ve analojik düşünce biçimiyle yakından ilişkili olan şey birçok sufı tarafından ve bazı Şii ilimler tarafından uygulanan Kur'an'ın işari [ezoterik/batıni] yorumu, ya da tevildir. Tevilin sıklıkla amacı, evrenden ve peygamberlerin kıssalarından bahseden Kur'an ayetlerinin, bireynin deruni durumuna ilişkin ikinci bir yorum düzeyi olabileceğini göstermektir. Küçük kainat (insan), büyük kainata (evren) tekabül eder. Bu düzeyde Kur'an, insan ruhunun, Tanrı ile olan ilişkisinin dramını tasvir eder. İlk okuyuşta tevil gelişigüzel bir şey olarak görülebilir. Ancak geleneğin kendisinden ortaya çıktığı analojik düşünce hesaba katı­ lırsa bunun böyle olmadığı anlaşılacaktır. Tevi!ın anahtarını araya­ cağımız en doğru adres, büyük kainat ile küçük kainat arasındaki uyumu konu alan ve genellikle Yunan öğretisi ile derinlemesine bütünleşik bir halde bulunan ve astrolojinin, analojik düşüncenin bağlamına daha genişçe yerleştirildiği metinlerdir.

İnsani Denge İslam'daki kozmolojik düşünce İslami dünya görüşüyle bütünüyle ve yakından ilgilidir. Bu sebeple hiçbir şekilde şeylerin doğasına ilişkin ilgisiz bir araştırma değildir. Aksine birçok kozmoloji bilgini, insanın evrende Tanrı'nın temsilcisi ya da halife vasfıyla oynadığı biricik rolü ortaya koyma maksadıyla her seviyedeki varlıklar arasındaki benzerlikleri ispat etmekle meşgul oldu. Dolayısıyla bu, insanın sorumluluğunu gerekli kılar. Hukukçu bakış açısı, bir kölenin efendisinin emirlerine karşı gelmesi düşü­ nülemeyeceği için insanların Allah'a hesap vermek durumunda olduklarını söyleme eğilimindedir. Başkasının mülkiyetinde olma sorumluluğunun idrakindedir. Buna karşılık irfani bakış açısı, asaleten sorumluluğa (noblesse oblige) vurgu yapar: Allah'ın bir 50

lslam'da Cinsiyet Diyalektiği

temsilcisi olarak insanların, kendilerine ve çevrelerindekilere karşı olan sorumluluklarını yerine getirmekten başka seçenekleri yoktur. Allah' ın dünyadaki ve insanın özündeki mevcudiyeti tanınmalı ve kabul edilmelidir; ve bir kimse Tanrı gibi, Tanrı'nın temsilcisine yakışır biçimde faaliyet göstermelidir. Bu yüzden irfani gelenek sürekli olarak insanın bağlamını, halifeliğin gerektirdiği "Tanrı'yla olan benzerliği"ni vurgulayarak açıklar. Bunu yapmak için insani niteliklerin nasıl ilahi niteliklere tekabül ettiğini ve evrendeki şeyler arasındaki niteliksel ilişkilerin, asaletine uygun olarak kendisine yüklenen ağır sorumluluk yüküy­ le birlikte insanı nasıl yaratılmış varlığın zirvesine yerleştirdiğini açıklama gereği duyar. İnsanın dışındaki tüm yaratıklar iyidirler; çünkü bunlar Allah tarafından yaratılmışlardır ve Allah'ın ayetle­ ridirler; Allah'ın sıfatlarının tecellisidirler ve olduklarından başka bir şekilde olmaları mümkün değildir. Allah' ın ayetleri olarak İnsanlar da belki belli bir doğal iyiliğe sahiptirler. Ancak diğer tüm varlıklardan farklı olarak yalnızca kendilerine bahşedilen asaleti uygun bir şekilde kullanamadıkları için aynı zamanda kötü de olabilirler. Tamamen ve kelimenin gerektirdiği biçimde insan olabilmek için fitraten sahip oldukları kendi iyi niteliklerini aktüel hale getirmeleri gerekir; fakat aynı zamanda bunları normatif bir denge ve uyuma göre kullanılmalıdır. İnsanlar bu denge ve uyumu ortadan kaldırdıklarında ya da sema ve arzın Taousu'na aykırı davrandıklarında kötülük zuhur eder. Kötülüğün dünyada tezahür edeceği başka bir araç yoktur; çünkü sadece insan kötülüğü seçme özgürlüğüne sahiptir. Bu özgürlük onlara eşsiz bir şeref, merke­ zilik, her şeyi kuşatabilirlik verir; ancak aynı zamanda süistimale kapı aralar. Bu bakımdan şu ya da bu şekilde insana benzeyen yegane yaratıklar, daha sonra etraflıca ele alacağımız ateşten yara­ tılan "cin" olarak bilinen varlıklardır. Bunlar da aynı şekilde Tao'ya "hayır" deme özgürlüğüne sahiptirler. "Evet" diyen iyi cinlerin aksine kötü cinlerin reisi İblis ya da şeytandır. Evrendeki her şey, çeşitli ve farklı biçimlerde Allah'ın isimle­ rini ve sıfatlarını yansıtır. Buna karşılık insanlar, tüm bu nitelikleri bir araya getirir. Bunun bir neticesi olarak varlıkta, Allah'ın evren 51

Sachiko Murata

ile doğrudan ilişkide olduğu bir yerde insanlar aracı, bir gerçeklik olarak faaliyet gösterirler. Çünkü bu niteliklerin hepsi Tanrı'da farklılaşmamış bir birlik halinde mevcutken, evrende farklılaşmış çokluklar olarak mevcuttur. Sadece insanda, bunlar, hem farklılaş­ mamış hem de farklılaşmış biçimde bulunur. İbn Arabi'nin takipçileri insanın hakikatine Büyük Berzahlık doğası (el-berzahiyyetü'l-kübra) olarak göndermede bulunur. Ber­ zah gibi insanlar da iki okyanusun -Tanrı ve evren- arasındadır. Merkeziliği ve toplayıcılığı (cem'iyye} sebebiyle insan; Tanrı ve evren arasındaki doğal dengeyi ve uyumu bozabilir. Dahası sadece insan, aracı konumu ve Tanrı'nın yeryüzündeki halifesi olması sebebiyle Hak ve halk arasında mükemmel dengeyi ve uyumu kurabilir. İnsanların olmadığı bir evren anlamsızdır; çünkü sadece onlar Tanrı'nın bizatihi tecellisi olarak faaliyet gösterirler. Elbette burada göz önünde bulundurulan şey, yeryüzünde mevcut haliyle insan türü değil, fakat bu türde mevcut ve belki başka dünyalarda bulunabilen benzer türlerde bulunan niteliklerdir: Merkezilik, kapsayıcılık, berzahlık doğası, halifelik. .. Bu tanıma göre Tanrı'nın sureti sadece "insanlarda" tam olarak yansır. Gizli hazineler sadece onlarda, yaratılmışlık düzeyinde asli çeşitliliği ile tezahür eder. İnsan; evrenin, her şeyin kendi çevresinde döndüğü ekseni ve mihveridir. İnsan aracılık işlevini ve her şey arasında barışı ve den­ geyi kurma işlevini yerine getirmelidir. Ancak paradoksal olarak Tanrı'nın suretinde yaratıldığı ve O'nun özgürlüğünü paylaştığı için sorumluluğunu yerine getirmeme, uyumu ortadan kaldırma ve evreni fesada verme konularında özgürdür. Kısacası İslam kozmolojisi öğretisinin gayesi entelektüel gele­ nek bağlamında insan varlığının yükümlülüklerini ifade etmektir. İnsanlar, genel olarak yer üzerinde özel olarak insan toplumun­ da uyumu sağlamak için, doğaları gereği Tao ile ahenk içinde yaşamakla ya da göklerin ve yerin yoluna teslim olmakla (İslam) yükümlüdürler. İslami İrfan geleneğinin nihai hedefi Chuang Tzu'nun şu sözünde çok güzel dile getirilmiştir: "Gök ve yer ve

52

ls!am'da Cinsiyet Diyalektiği

ben birlikte yaşarız -her şey ve ben biriz."17 Halihazırda söylenilen şeyi değerlendirdiğimizde Tek bir Tanrı'ya iki açıdan bakıldığını görürüz. Tanrı'nın uzaklığı ve her şeyden münezzeh oluşu bakımından, insanlar ve tüm diğer yara­ tıklar mutlak anlamda O'nun hizmetçileridir ve O'nun iradesine boyun eğmekle yükümlüdür. Ancak O'nun yakınlığı ve benzerliği bakımından insanın oynadığı başka bir rol daha vardır. İlahi suret­ te ve Tanrı'nın iki eliyle yaratıldığı için sadece insanlar ke�dilerin­ de Tanrı'nın ve yaratılışın tüm niteliklerini bulurlar. Bu sebeple sadece onlar, yeryüzünde Tanrı'nın halifesi olabilirler. Doğru bir marifetullaha ulaşmak için bir kimsenin Tanrı'nın münezzehliği anlayışı ile O'nun benzerliği anlayışını birleştirmesi gerekir. Fakat bunlar boş kavramlar değildir. Bunların her birinin gerektirdiği şeyler vardır. Bunların tam olarak anlaşılması nefste belli tutumların oluşması anlamına gelir. Bu tutumlar iki anahtar Kur'ani terimle özetlenebilir: Kul (abd) ve halife. Söylemiştik ki İslam; insanın halifeliğini, insan hayatının gayesi ve üstün insan statüsü olarak görür. Fakat insanın Tanrı'yı temsil edebilmesi için bu görevi hak eden bir kimse olması gerekir. Tanrı Kendi yerine bir dilenciyi göndermez. Esasında, üstün insan statüsü olarak vekaletin [hilafetin] , Tanrı'ya yönelik vazgeçilmez ve ayrılamaz bir bütünlüğü içeren mükemmel bir yin tutumu olduğu ve evrene yönelik ise mükemmel bir yang tutumu olduğu anlaşılmadıkça vekaletle ilgili konuşmak yanıltıcıdır. Kulluk ve hilafet metal bir paranın iki yüzü gibidir. Üstelik nasıl ki Aklın Kaleme üstün yönü varsa aynı şekilde kulluğun da hilafete üstün olan yönleri vardır. Akıl ve Kalem özdeş olmalarına rağmen Akıl, Tanrı'dan almadıkça Kalem bir şey yazamaz. Dolayısıyla insanlar Tanrı'nın iradesine teslim olmadıkça (İslam) ve O'nun kulları olmadıkça gerçek anlamda O'nun temsilcileri olamazlar. Tanrı ve bireyle ilgili anlayışımız bakış açımıza bağlıdır. Ne Tanrı'nın ne de insanın iki özü vardır. Tanrı tektir; insan da biriciktir. Ancak insanlar iki taraflı ayna gibidirler. Bir taraf tüm 17

Chuang Tzu, 2.6. 53

Sachiko Murata

varlıklarda tezahür ettiği biçimiyle kulluk özelliklerini yansıtırken diğer taraf, Tanrı'nın sahip olduğu Rablik özelliklerini yansıtır. İnsanlar, İbn Arabi'nin söylediği gibi hem kul hem de Rabdirler: İnsan iki türlü bir nüshadır: Dış nüsha ve iç nüsha. Dış nüsha bütünlüğü içinde büyük kainatla, iç nüsha ise Tanrı'yla uyum içindedir.18 İnsanın dışa açılan boyutu (zahiri) kulluk ile içe açılan (batıni) boyutu ise Rablik ve hilafet ile alakalıdır. Dış boyutu Tanrı'dan uzaklığını yansıtır ve bu yüzden O'nun münezzeh oluşunu hatıra getirir. İç boyutu ise O'nun yakınlığını yansıtır ve benzerliği ile bağlantılıdır. İki boyut böylece, kendisi aracılığıyla insanların yara­ tıldığı Tanrı'nın iki elini yansıtır. Evren, bütünüyle birbirini tamamlayan isimlerinin; cemal ve celal isimlerinin evliliği sonucu var oldu. Birinci grupta yer alan isimler Allah'ın benzer oluşuyla yakından alakalıyken, ikin­ ci grupta yer alan isimler O'nun münezzeh oluşuyla alakalıdır. Allah'ın yaratılmış şeylerle olan çift yönlü ilişkisi insanın kutupsal bir yapıda ortaya çıkmasıyla neticelendi: Ruhani ve cismani, ya da formsuz (suretsiz) ya formel (suretli) yapı. Gerçekliğin cismani boyutu yeryüzünün sınırlayıcı nitelikleriyle alakalıdır. Bu da sert­ liği, ağırlığı, katılığı karanlığı ve cehaleti içerir. Allah bu sıfatlar­ dan tamamen münezzehtir. Yaratılmış gerçekliğin ruhani boyutu, ışığın (nurani) özellikleriyle bağlantılıdır. Bu da, cisim olmamayı, soyutluğu, parlaklığı, letafeti, zarafeti ve aklı içerir. Bunlar Allah'ın benzerliği ile yakından alakalıdır. Allah göklerin ve yerin nurudur, her şeyi Bilendir, Zekidir. Ancak O'nun sıfatlarını paylaştıkları için insanlar da ruhani bir boyuta sahip olabilirler. Ruh özelliği itibarıyla Tanrı'ya bedenden daha yakındır ve bu yüzden nispeten Tanrı'nın benzeridir. Ancak insan söz konusu olduğunda dış form ya da beden, ruhtan ayrılamaz. Tüm ilahi isimleri, ruh ve beden birlikte tezahür ettirir. İnsan doğasının karanlık, maddi, cahil tarafları Tanrı'nın tenzihi yönü olmadan anlaşılamaz. Kısaca, insanın asli tabiatı 18

54

İbn'ul Arabi, imha ' al-dawa'ir, 21.

fslam'da Cinsiyet Diyalektiği

(fitrat) ilahi hakikatin yansıyan görünümüdür. Ruhani mükem­ meliyet bir kimsenin, kadim ve asli doğasını, kendisinde gizil bir şekilde bulunan ilahi hakikati gerçekleştirmesidir. Bu mesele Konfüçyüs'ün şu sözlerinde çok iyi özetlenmiştir: "Bir yin ve bir yang. Tao budur. Tao'dan miras kalan iyidir. Tao'nun yaşama geçirilmesi kadim insan doğasıdır."19

Kitapta Takip Edilen Plan Benim bu kitapta asıl ilgilendiğim mesele, çift kutuplu ilişkinin özelliklerinin önemine dikkat çeken Müslüman ilim otoriteleri arasındaki düşünme biçimini ortaya çıkarmaktır. Bunun için, sadece genel ifadeler kullanarak Müslümanların şöyle şöyle söy­ lediklerini ya da şu şekilde ya da bu şekilde düşündüklerini dile getirmek yeterli değildir. Kendi düşüncelerimizi onlara dayatma­ mamız için onların düşüncelerinin mümkün olduğu kadar kendi ifadelerine en yakın biçimde sunulması gerekir. Kelimelerin anla­ mı dilin kull anılış biçimi ve bağlam ile yakından ilgilidir. İslami düşünce tarihi ile ilgili kitaplarda -genelde takip edilen- açıklama ve asli metinleri yeniden ifadelendirme yöntemi, her bir parçası "kelimelerin" anlamı kadar önemli olan düşünce ve ifadelerdeki ince farklılıkların kaybolmasına sebep olmaktadır. Tüm bunlar benim niteliksel yaklaşım dediğim şeyle yakından bağlantılıdır. Burada söz konusu olan "nitelikler" normalde söylem biçiminin kendisinde, kullanılan sıfatlarda ve fiillerde mevcuttur. Biz meselenin ne olduğunu tam anlamadan düz bir şekilde mese­ lenin üzerine gidemeyiz. Orijinal metinden ne kadar çok alıntı yapabilirsek Müslüman ilim otoriteleri için sorun teşkil eden şeyin gerçekte ne olduğunu ortaya çıkarmak o derece mümkün olabilir. Tercümenin tutarlı olmasına çok dikkat ettim. Bu sadece, İslam felsefesi ve sufızmin teknik terminelojisinin olduğu gibi kabul edilmesini ve anahtar terimler olarak korunmasını sağlama alma sorunu değildir. Gerçekte, metinle ne kadar çok haşır neşir olursam, "çevrede" bulunan sözcüklerin de "mühim" sözcükler 19

Ta Chuan, 5.1-2.

55

Sachiko Murata

kadar önemli olduğunu daha çok anlayabiliyorum. Bu metinlerden hiçbiri boş yere yazılmadılar. Yazarlar kullanmış oldukları kelimle­ re son derece dikkat ediyorlardı. Kelimelerin sadece teknik anlam­ ları yoktur, aynı zamanda tartışmanın tümünü biçimlendiren ve renklendiren gölgeleri ya da tonları vardır. Burada alıntı yaptığım metinlerin, her ne kadar çoğunluğu dört yüzyıllık bir döneme ait olsa da, bütünü yaklaşık bin yıllık bir zaman dilimini kapsar. Bura­ da, her ne kadar hepsi aynı sözcükleri kullansa da birçok düşünce okulu temsil edilmektedir. Onların zihinlerinde, kelimelerin Kur'an, hadis ve diğer fikir mekteplerindeki kullanımı mevcuttur. Bağlamın değişmesi olarak görülen şeye uygun düşmesi için ter­ cümeyi değiştirdiğimizde önemli birçok bağlantı gözden kaçar ki ben tez olarak; İ slam düşüncesindeki merkezi meselenin, ilişki ve bağlantılar olduğunu savunmaktayım. Dilsel bağlaşım ilişkilerini kaybettiğimizde, kavramsal bağlaşım ilişkileri ortaya koymak için daha zor çalışmalar yapmak durumunda kalırız. Kitap büyük oranda elimdeki malzemelerin doğasının bana dayattığı şekilde yapılandı. İ slam düşüncesi her zaman Allah ile başlar. Tevhid ya da "Allah'tan başka ilah yoktur" ifadesi tüm Müslüman düşünürleri tarafından tartışmasız doğru kabul edilir. Bu sebeple daha işin başında teoloji ile ilgilenmek gerekir. Fakat burada teoloji derken 'kelam' ı kastetmiyorum, çünkü dogmatik teolojinin belli bir türü olan kelam burada ilgilendiğim meselelerin araştırılmasında pek kullanışlı değildir. Düşündüğüm, lafzi anlamı itibarıyla teolojidir: Marifetullah. Bu sadece kelam taraftarlarının değil birçok sufı ve fılozofun da asıl ilgilendiği şeydir. Burada benimsediğim araştırma şekline İ slami söylemin sembolik evreni­ nin kapılarını açan sufılerin ve fılozofların irfani yaklaşımı budur. Teoloji konusunu ele almadan önce niteliksel düşünme ve " İ slam'ın Taosu" adını verdiğim şeyin genel yapısı ile ilgili birkaç şey daha söylemeyi faydalı görüyorum. Bundan dolayı birinci bölümde bu Tao'yu oluşturan üç büyük gerçekliği ele aldım: Tanrı, evren ve insan. İrfani geleneğin bu üç gerçekliği nasıl birbirinden ayrılamaz şeyler olarak gördüğünü gösterdim. Her biri farklı biçimlerde aynı "nitelikleri" sıfatları ya da özellikleri tezahür etti56

/s/am'da Cinsiyet Diyalektiği

rir. Her biri, uyum içinde iki temel ilkesi yin ve yang ile birlikte Tao'nun bir nüshası olarak görülebilir. Kitabın geri kalan kısmı, girişteki ve 1 . bölümdeki iddialara getirilen metinsel kanıtlarla ilgilidir. Bu sebeple üç kısma ayrılmış­ tır: Tanrı, evren ve manevi psikoloji ya da metakozmoz, makro­ kozmoz ve mikrokozmoz. Mikrokozmozla ilgili İslami görüşün, ilgilendiğim entelektüel geleneğe göre İslam'ın merkezi gayesi olan insanların manevi olgunluğu ile ilgili olduğuna işaret etmek maksadıyla manevi psikoloji terimini kullandım. Bu üç bölümden her birinin yalnızca söz konusu olan soru­ nu ele alması için herhangi bir gayret gösterilmedi. Malzeminin özelliği göz önüne alındığında ciddi çarpıtmalar yapmadan bunun gerçekleşmesi imkansızdı. Üç temel konu her düzeyde birbiriyle ilgili ve buradaki metinler bu konuları birbirinden soyutlayarak ele almıyor. Bölüm başlıkları sadece her bölümün başat konusuna işaret eder, ancak diğer iki konu da zorunlu olarak gündeme gel­ mektedir. Kanaatimce merkezi mesele kelimenin en geniş anlamı iti­ barıyla teolojiktir. İ slam'ın cinsiyet ilişkilerini nasıl resmettiği, İslam' ın gerçekliğin doğasıyla ilgili çizdiği resme bağlıdır. Mutlak hakikat, Kur'an'ın sıklıkla Hak (el-Hakk) dediği Allah'tır. Her ne kadar burada meseleler yalnızca İslami terimlerle sunulmuş olsa da, "Baba Tanrı", "Ana Tanrı" gibi terimlerle ima edilen her şey üzerine süregiden teolojik tartışmalara dair bu kitabın söyleyecek bir şeyleri olmasını ümit ediyorum. Kitap onu ilk tasarladığım zamandan beri önemli değişimler geçirdi. "Dünya Dinlerinde Dişil Maneviyat" üzerine verdiğim derse müteakip " İ slamda Dişil İ lke" konusunda bir kitap yazmak­ ta destek sağlamaları için Ulusal Beşeri Bilimler Vakfi'na burs için müracaat ettim. Bursu aldım ve 1986-87 akademik yılını bu kitapta kullandığım malzemeleri toplamakla geçirdim. Söz konusu vakfa (NEH) yardımları için son derece minnettarım. Fakat metinler üzerinde çalışmam ilerledikçe dişillik hakkındaki İslami görüşü, erillik hakkındaki İslami görüşten ayırmanın hiçbir şekilde mümkün olmadığını daha açık bir şekilde gördüm. Böy57

Sachiko Murata

lece çalışma tedricen cinsiyet ilişkileriyle ilgili araştırmaya dönüş­ müş oldu. Ne var ki bunun bile ancak · alt başlık olarak anılması gerekiyordu; çünkü böyle bir ilişki daha geniş bir olgunun tek bir örneğini temsil ediyordu. Bu olgu, ilişkileri merkeze yerleştiren bir tür kutuplu düşünme biçimidir. Bu düşünmenin gayesi, mut­ lak hakikat bağlamında her şeyin nasıl birbiriyle ilişkili olduğunu göstermektir. Başka bir deyişle amaç, tevhidın tesisidir. Gerçi bu tevhit, kutuplaşmanın etkisini ortadan kaldırmamaktadır. Tersine birliğin kuruluşu, nasıl bizzat kutupsallığın, kendisi aracılığıyla birliği tezahür ettiren temel bir ilke olduğunu göstermektedir. Bu sebeple, İslarn'daki ilişkisel düşünceye ve kutuplaşmanın birliğine göndermede bulunmak amacıyla kitabın adı İslam'ın Taosu oldu. Erkek ve dişi varlıkta bulunan birçok ilişkisel çifti oluşturduğu için, bu çalışmada cinsiyet ilişkisi önemli bir rol oynar. Kitabın şu anki biçimi eşim William Chittick'e çok şey borçludur. Sadece onun basılmış ya da henüz basılmamış olan kitaplarını özgürce kullanmakla kalmadım, aynı zamanda burada ele aldığımız konularda yıllarca süren iş birliğimiz ve müzakere­ lerimiz benim ve onun düşüncelerimizin şekillenmesine yardım etti. Çevirileri orijinaliyle karşılaştırmak suretiyle kontrol etti ve kitabın son halini düzenlemek için epey bir zaman ayırdı. Keza, sadece bana Arapça, sonar da İbn Arabi'nin metafiziğini öğretmekle kalmayan, aynı zamanda I Ching çerçevesinde İslami kozmogoniyi anlamanın anahtarını veren Profesör İzutsu'ya özel bir minnet borcum var. Zihnime ektiği çekirdek nihayetinde bu kitapta meyvesini verdi.

58

1 1. Bölüm ÜÇ GERÇEKLİK Kullandığımız çoğu metinde üç temel gerçeklik göz önüne alın­ mıştır: Tanrı, evren ya da makrokozmoz ve insan ya da mikrokoz­ moz. Biz bunu bir üçgenin üç açısı olarak resmedebiliriz. Burada özellikle dikkat çekici olan şey, bu açılar arasında kurulan ilişkidir. Tanrı burada zirvede olan ve temeldeki diğer iki açıyı varlık alanı­ na taşıyan bir kaynaktır. Çünkü hem büyük kainat hem de küçük kainat türev gerçekliklerdir. Her bir açı hem diğer açıdan sadece biri veya her iki açıyla ilişkisi bakımından ele alınabilir. Her üç gerçekliğin her birinin iki temel boyutunun olması ve bir haç olarak resmedilebilmesi gerçeği, üçgen resmini daha da karmaşık hale getirmektedir. Dikey eksen belli bir ilişki biçimini, yatay eksen de başka bir ilişki biçimini temsil etmektedir. Zirvede dikey eksen İlahi Zat ile ilahi sıfatlar arasındaki ayrımlar tarafın­ dan kurulmuş, yatay eksen ise Hafid (alçaltıcı) ve Rafi (yücelten), Muhyi (hayat veren) ve Mümit (can alan) gibi tamamlayıcı ilahi isimler arasındaki ilişkiyi yansıtır. Mikrokozmoz ve makrokozmoz arasında da benzer ilişkiler ortaya konabilir. "Sema ve yer", ya da "ruh ve beden'' dikey ekseni temsil eder, gerçeklikler arasında her seviyedeki ilişki ise bazı yatay açıları meydana getirir. Şimdilik önemli olan tüm gerçekliğin bu üçgen biçimindeki yapısını ortaya koymaktır. Daha sonraki bölümlerde iç ve dış ilişkiler konusu ele alınacaktır.

Ufukta ve Nefslerdeki Ayetler Makrokozmoz ve mikrokozmoz için metirılerde en yaygın olarak kullanılan ifadeler, Yunanca terimlerin Arapça lafzi tercümesi olan e/- 'a/emü ;/-kebir ve e/- 'a/emü's-sagir (büyük alem ve küçük alem)dir. 59

Sachiko Murata

'Büyük' ve 'küçük' yerine, genellikle 'daha büyük' ve 'daha küçük' ifadeleri kullanılır. Bazen de öncelik insana verilir. Makrokozmoz bu durumda "büyük insan" (el-insanü'l-kebir) olurken mikrokoz­ moz da "küçük insan" (el-insanü's-sagir) adını alır.1 Makrokozmoz terimi, genellikle 'Allah'tan başka her şey'i tanımlayan dünya ya da evren ile eş anlamlıdır. Yazarlarımız evren (kozmoz) yerine makrokozmoz terimini kullandıklarında bunu mikrokozmoz ile aralarında bir karşıtlık oluşturmak maksadıyla yaparlar. Mikro­ kozmoz; makrokozmoz ve Tanrı'daki özelliklerin bir özeti olan bireydir. Birçok yazar makrokozmoz ve mikrokozmozu "ufuklar ve nefsler" (el-dfok ve'l-enfos) terimini kullanarak ima yoluyla anlat­ maya çalışırlar. Bu ifade Kur'anın şu ayetine dayanır: "Biz ayet­ lerimizi ufuklarda ve kendi nefslerinde onlara gösterceğiz. Ta ki O'nun Hak olduğu onlara açık olsun" (41 :53). Hem insanın kendi içinde hem de onun dışında bulunan bu işaretler (ayet) Kur'anda en çok yinelenen temel temalardan biridir. Kitapta birbiriyle yakından alakalı olan birçok anlamda, tekil ya da çoğul biçimde bu işaretler 288 defa geçer. Allah'tan haberler veren herhangi bir fenomene ayet denir. Bu ayet, bir peygamber ya da nebevi bir mesaj, nebevi bir mucize olabileceği gibi sadece tabiatla (doğal dış dünyayla) ilgili şeyler de olabilir. Daha dışarıda bir dünyaya, makrokozmik alana da ait olabilir; iç, mikrokozmik alana da. "Yeryüzünde ve nefslerinizde Allah'a kesin inananlar için ayetler vardır, görmez misiniz?" (5 1 :20-21). Kısacası evrendeki her şey Allah' ın ayetidir. Doğadaki her şeyin Allah'ın ayeti olduğu fikrini dile getiren onlarca Kur'an ayeti var. Bu fikrin İslam düşüncesinin temelini oluşturduğunu anlamak oldukça önemli. Çünkü bu, Allah ile evren arasındaki ilişkileri açık ifadelerle tesis eder. Bu ifadelerin B aze n insan insanın halifeliği ile ilgili s ahi p olduğu ni teliksel üs tünlük dolayısıyla daha büyük bir h akika t olarak görülür. Bu durmda insan m akrokozmoz (büyük kainat), evren ise mikrokozmoz (küçük kainat) tır. Mesela Samani, (Ravhu'l-er­ vah/ 180) şöyle yazar: "Her ne kad ar insanın yapısı senin görme duyun b akımın­ dan küçük olsa da onun içine yerleştirilmiş olan manalar, yücelikler, h azineler ve sırlar b akımından o d ah a büyük bir alemdir (alem-1 ekber) ."

60

ls!am'da Cinıiyet Diyalektiği

kullanıldığı ayetler, çoğunlukla Allah' ın ayetlerine insanların verdiği şu tepkilerle birlikte kullanılır: Anmak (hatırlamak/zikret­ mek), anlamak, görmek, şükretmek, düşünmek, aklını kullanmak, Allah'tan korkmak vb. . . Bu hususun daha iyi anlaşılması için birkaç ayet zikredeceğim: O kara ve denizin karanlıklarında kendileriyle yol bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır. Gerçekten biz bilen bir toplum için ayetleri etraflıca açıkladık. (6:97) Rabb'inin izniyle güzel memleketin bitkisi (güzel) çıkar. Kötü olandan ise faydasız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte biz şükreden bir kavim için ayetleri böyle açıklıyoruz. (7:58). Gece ve gündüzün değişmesinde, Allah'ın göklerde ve yerde yarattıklarında Allah'tan çekinen kimseler için işaretler (ayat) vardır.

(10:6) Yeryüzünde sizin için rengarenk yarattıklarında da öğüt alan bir topluluk için gerçek ibretler vardır. (16: 13). Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş kuşları görmediler mi? Onları gökte ancak Allah tutar. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır. (16:79) Yine O'nun ayetlerindendir ki size korku ve ümit vermek üzere şimşeği gösteriyor, gökten su indirip ölümünün ardından arzı onun­ la diriltiyor. Doğrusu bunda aklını kullanan bir kavim için dersler vardır. (30:24) Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır. (39:42)

Kur'an-ı Kerim insanlara her şeyi Allah'ın ayetleri olarak görmelerini emrettiği zaman, onları; eşyalara, cisimlere ya da verilere odaklanmayan özel bir zihinsel süreçten faydalanmayı teşvik ediyordu. Tam tersine Kur'an bize şeyleri kendi özlerinde oldukları halden çok bunun ötesinde anlattıkları şeyi idrak etme­ miz gerektiğini söyler. Şeyler benzerlik, benzeşme ve sembollerdir. Lane klasik Arapça sözlüğünde kadim bir bilgeden alıntı yaparak 61

Sachiko Murata

ayet kelimesinin aynı derecede zahir olmayan bir şeyden ayrılması mümkün olmayan herhangi zahir bir şeye işaret ettiğini, bu sebep­ le birincisini algılayan bir kimsenin, doğrudan kendisini idrak edemeyeceği ikinci şeyi de bu şekilde anladığını söyler.2 Tanım gereği Allah görülemez. Fakat O'nun bizi hayran bırakan hakika­ tinin izleri ve imalarını, her şeyden derlemek mümkündür; yeter ki bunlar üzerine tefekkür edelim. Allah'ın ayetlerine gösterilen özen, varlığın gaybi (görünmez) boyutuna karşı bir duyarlılık teşvik edecektir. Bu yaklaşıma "bilim­ sel" demek bir hayli zor; çünkü maddesel ve niceliksel etkenler de (İhvan-ı Safa'nın Pisagorcu yaklaşımında olduğu gibi) Bir'i işaret etmedikçe herhangi bir asli değere sahip değildir. Bu düşünceyi "Kur'an, şiirsel düşünceyi teşvik ederken bilimsel düşünceden cay­ dırır" şeklinde dile getirmek mümkündür. Kur'an insanlardan şey­ lerin Allah'a nispetle anlamlarına ve derunu manasına bakmalarını ister. Fenomenlerin anlamlarını, kendi biçimleriyle ve görünüm­ leriyle sınırlayarak veya diğer fenomenlerle ilişkisi çerçevesinde zihinde canlandırmamaları için onları uyarır. Asıl dikkat edilmesi gereken şey mevcudatın kendi ötesindeki mutlak hakikati anlatan nitelikleridir. Bu nitelikler Allah'ın faaliyet biçimlerinin, isim ve sıfatlarının alametlerini bize temin eder. Kısacası makrokozmoz ve mikrokozmoz içinde mevcut feno­ menlerin önemi ile ilgili tartışmaların insanın ve alemin "bilimsel açıdan değerlendirilmesi" dediğimiz şeyle ilgisi yoktur. Metinler daha çok gayb ve şehadet alemleri arasındaki karşılıklı ilişkinin niteliğinin değerlendirilmesiyle ilgilidir. Gayb sadece şu anda duyularımızın ulaşamayacağı alan değil, aynı zamanda, araştırmak için hangi bilimsel aracı kullanırsak kullanalım, tanım itibarıyla da duyularımız için ulaşılamaz olandır. Fakat makrokozmozun görünmez alanı, mikrokozmoz içinde ona tekabül eden alan için ulaşılamaz değildir. İnsan ruhu belli şartlarda gayb aleminin ger­ çekliklerine ulaşabilir. Zaman zaman metinlerde bilimsel yaklaşımı hatırlatan bir Lane, Arabk-English Lexicon 135. 62

lslam'da Cinsiyet Diyalektiği

terminoloji kullanıldı. Dünyada gözlenebilen, sayılabilen, ölçüle­ bilen şeyler sıklıkla inceleme konusu yapıldı. Fakat genel bir kural olarak Müslüman düşünürler şeylerin kendisiyle ilgilenmekten ziyade, farklı yaratıklarda ya da farklı varlık alanlarında Allah'ın sıfatları ya da ayetlerinin nasıl gözlemlenebileceğini ispat etmekle ilgilendiler. İç dünya ile uyum içindeki nitelikler dış dünyada keş­ fedildiğinde, Allah' ın ayetleri üzerine kafa yormak, tefekkür etmek ve derinleşmek için daha fazla neden oluşuyordu. Çok sayıda Müslüman kozmolog, görünür (şahit olunan) alemde mevcut olan niteleliklerden Tanrı hakkında neler öğrene­ bileceğimizi ortaya çıkarmak için dış dünya üzerinde çalışmalar yaptı. Kozmoloji konusundaki metinleri inceleyen Batılı bilim adamından çok azı bu yaklaşımı takdir etti. İslam kozmolojisini daha çok bilimin ilkel bir biçimi olarak kabul ediyorlar ve çoğun­ luklukla "bilim tarihi" ile ilgileniyorlardı. Bu durum geçtiğimiz yüzyılda neden çok az sayıda Müslüman bilim adamının İslam kozmolojisini ciddiye aldığını açıklamaya yardım eder. Araştır­ macıların pek azı çağdaş dünyada sembolizmden nasıl yararla­ nılabileceği konusunu araştırsa da İslam kozmolojisi genellikle bilim dışı ya da en iyi ihtimalle sembolik bulunarak ihmal edildi. Ya fıkhi gelenekten devşirilen ırsi basmakalıp düşünme sebebiyle ya da popüler bilimcilikten türeyen esneklikten yoksun düşünce sebebiyle Müslüman düşünürlerin çoğu Kozmolojiye büyük teo­ risyenlerin öğrettiği bakış açısıyla bakmadılar. İslam kozmolojisini; imgelerin ve hayallerin dünyası üzerine, niceliksel değil niteliksel unsurlar üzerine, tekabüliyetler ve gizli benzerlikler üzerine inşa edilen bir alan olarak düşündüğümüzde İslam kozmolojisi çalış­ ması çok şey kazanabilir. Modern bilim, bize fenomenlerin kesinlikle göründükleri gibi olmadıklarını söylemektedir. Ancak modern bilimin metodolojisi, görünmez (gaybi) alanlara girmek için o şeyin kendisi dışında her­ hangi bir şeyden yardım almayı men eder. Başlangıçtan itibaren İslami kozmoloji düşüncesi, şeylerin sadece gösterge olduklarını ve kendi başlarına bir anlamlarının olmadığı düşüncesine dayandı. Eşyanın kendisinden ziyade tezahür ettirmiş olduğu niteliklerin 63

Sachiko Murata

birinci derecede ilgi konusu olduğunu anladığımızda, İslami koz­ molojinin, bilimsel kozmolojinin sürekli değişen görüşü ile ilgisi olmayan bir bakış açısı sunduğunu kavramak mümkün olacaktır. Burada; Tanrı'nın, evrenin ve bireyin birbirleriyle ilişkili duruşu­ nu resmeden niteliksel örtüşme şemasını ele alıyoruz. Dünyanın güneşin etrafında dönmesi ya da tersinin olması bu bakımdan alakasızdır. "Yukarısı ve aşağısı" ya da "sema ve yer" belli ilişki biçimlerini açıklayan ve bilimsel hakikatte'ki değişimlere aldırma­ dan gerçeğe tutunan terim çiftleridir. Reşidüddin el-Meybfıdi, 520/1 126'da yazdığı Keşfo'l-esrdr adlı Kur'an tefsirinde "ufuklarda ve kendi nefslerinde ayetlerimizi onlara göstereceğiz" ayetini (41 :53) varlığın nitelikleri üzerine düşünme konusunda açık bir emir olarak kabul eder. Her ne kadar, mikrokozmoz ve makrokozmoz arasındaki tekabüliyeti (kesişmeyi) ele almasa da onun niteliksel değerlendirmesi özgün­ dür. Meybudi, Kalem'in üzerine yazdığı Levh ile insan bedenini karşılaştırarak sıklıkla karşılaştığımız türde bir benzetme yapar: Ayette Allah şöyle der: Neden sen kendine bakmazsın ve kendi yapın üzerinde tefekkür etmezsin? Alemlerin Rabb'i ezeli lütuf kalemiyle, bu beden tabletine hikmetten birçok güzel noktaları ve eserinin hakikatini kaydetmiştir. Bu bedene O, birçok sanatsal şeyi ve daha birçok şerefli şeyi nakşetmiştir. Yuvarlak kafayı -akıl çadırını ve bilginin buluşma yerini- duyuların manastırına çevirmiştir. Biri­ leri çıkıp da bu içi oyuk olan yapının, bu mürekkep şahsın bir değeri olduğunu söylüyorsa, o bunu o kişinin aklı ve bilgisinden dolayı söylüyor. İnsanın değeri aklından ve bilgideki öneminden, akıldaki kemali bilgideki güzelliğindendir. Tanrı insanın alnını bir gümüş kalıbı gibi yarattı. Kaşlarının iki yayını salt misk ile dizdi. Gözlerinin iki ışık noktasını iki karanlık kabına döktü. İki yanağının bahçesinde yetişen yüzbinlerce kırmızı gül yarattı. Ağzının içinde istiridye kabuğundaki inciler gibi olan otuz iki diş gizledi. Ağzını parlayan akikle mühürledi. Dudağından boğazına kadar, yirmi dokuz harfi telaffuz etmesi için yirmi dokuz durak (mahreç) yaptı. Kalbinden bir kral var etti, göğsünden ise kraliyet tören zemini, teneffüsünden hızla akan dağlar, düşüncele64

ls!am'da Cinsiyet Diyalektiği

rinden hızlı bir elçi yarattı. O iki alan el ve iki koşan ayak yarattı. Yukarıda zikredilenlerin hepsi sadece bir yaratılış elbisesidir ve dış alanın güzelliğidir. Bunun ötesinde iç dünyanın güzelliği ve mükemmelliği vardır. Bir an için, şu bir avuç toprağı düzenlerken Rabb'imizin gösterdiği ustalığın, şefkatin, ilahi özenin ve dikkatin izleri üzerine düşün. İnsan için takdir ettiği çeşitli şereflere ve yakın olma ayrıcalığına bakın. Zira O, tüm evreni yaratmış olmasına rağ­ men, hiçbir yaratığa sevgi gözüyle bakmadı, hiçbir varlığa tek bir elçi göndermedi, hiçbir yaratığa tek bir mesaj göndermedi. Adem'in çocukları söz konusu olduğunda onları şefkatiyle yüceltti ve nuru­ nun ocağı ve cömertliği onları okşadı. Onların deruni esrarını kendi bakışların meskeni kıldı ve onlara elçiler ve onları koruyacak melekler gönderdi, kalplerine aşk ateşini yerleştirdi ve sürekli olarak hasrete teşvik edecek ve arzuya yöneltecek şeyler gönderdi. Ttim bu sözlerin ve benzetmelerin amacı insanın bir avuç toprak olduğunu göstermektir. İnsanlar sahip oldukları tüm şereflerini yüce Rabb'imizin lütfundan ve sevgisinden alırlar. O bunları, sen hak ettiğin için değil, kendi cömertliği sebebiyle bahşeder. O, sen huzu­ runda secdeye kapandığın için değil kendi alicenaplığıyla lütfeder. Senin iyi amellerin için değil, kendi cömertliğiyle lütfeder. Sen bir köşkün sahibi olduğun için değil, O Rab olduğu için sana verir.3

Allah' ın ayetleri Allah' ı bilmeye aracılık ederler ki bu irfani geleneğe göre insan hayatının gayesidir. Kur'anda Allah şöyle der:

"Ben cinleri ve insanları sadece bana ibadet etsinler diye yarattım" (51 :56). Peygamber'in ashabından İbn Abbas ayette geçen "Bana ibadet etsinler"in ifadesinin "Beni bilsinler" anlamına geldiğini açıklar. 4 İrfani geleneğin önde gelen ilimlerine göre burada söz konusu olan Allah' ı bilmek kişinin kendisinde bulunan ayetleri bilmesine bağlıdır. Bu ilimler, hadis olduğu ileri sürülen "Nefsini bilen, Rabb'ini bilir" sözünün, standart hadis kitaplarında yer almadığını biliyor olmalılar. Ancak buna rağmen, bilgi elde etme hedefini en özlü bir şekilde ifade ettiği için sık sık bu hadise atıfta Meybüdi, Keifi/1-esrar VIII, 545-46.

İbnü'I Arabi, Fütuhat II 2 1 4 . 1 6 (SPK 150). 65

Sachiko Murata

bulunurlar. Bu söz, kesinlikle mikrokozmoz içinde anlamanın anahtarı olan işaretlere dikkat çeken Kur'an ayetleri tarafından desteklenmektedir. Meybudi, "Yine, sizi topraktan yaratması ve her tarafa dağılmış ölümlü insan haline getirmesi O'nun ayetle­ rindendir" (30: 20) ayetini yorumlarken insanın kendi özündeki ayetleri bilmesinin zaruri olduğunu şiirsel bir dille açıklar: Allah şöyle diyor: Ey Ademoğulları Allah'ın birliğinin işa­ retlerini ve alametlerini bilmek istiyorsanız ve O'nun ferdiyetinin izlerini tanımak istiyorsanız düşünme ve akıl gözünüzü açınız. Nefs :lleminde gezip dolaşın ve kendi yaradılışınıza bakın. Siz bir avuç topraktınız; sıfatların karanlığında şaşırmış olan kendi bilinmezliğinizin zulmetine gölgeden bir beden yerleştirildi. Daha sonra gizemler göğünden nur yağmuru yağmaya başladı: Işığını Üzerlerine döktü.5 Toprak, yasemin; taş, inci oldu. Bu kesif beden bu ustaca aşılama ile değer kazandı. Toprak pak oldu, zulmet nur oldu. Evet, süsleyen ve boyayan Biziz. İ stediğimizi nurumuzla süs­ leyen Biziz. Cenneti dostlarımızla Biz süsledik. Dostlarımızı kalpleriyle süsledik, kalpleri ise nurumuzla süsledik. Böyle yaptık, çünkü kendi bahtsızlıklarının cesediyle ulaşılamazlık köşkümüze varamazlarsa, bizim celalimizin bahtlı nurları ile Bize ulaşacaklardır. Şeyhin birine sordular: Bu nurun alameti nedir? Şeyh şöyle cevapladı: Onun alameti kulun O'nu bulmadan bu nurla Allah'ın varlığını bilmesi, görmeden O'nu sevmesi, O'nun zikriyle ve O'nunla meşgul olarak kendisiyle meşgul olmaktan ve kendisini hatırlamaktan yüz çevirmesidir. O'nun yoluna girmekle huzur ve sükunet bulur. Dostlarına sırlarını aktarır ve onlardan iyilik diler. Gündüzleri din işleri ile meşgulken, geceleri mutlak yakinin müjdeleri ile kendinden geçer. Gündüz vakti iyi karakterli yaratık­ larla, gece ise Hak ile samimiyet içindedir.6

Meybüdi burada ima ettiği şu hadis metnini kendisi tamamlar: "Allah mahlukatı zul­ met içinde yarattı, sonra da onların üzerine Kendi nurundan akıttı." Bilinen kaynaklar­ da benzer bir hadis vardır: "Allah varlıkları karanlıklar içinde yarattı sonra da nurundan bir kısmını onlara akıttı." (Tirmizi, Iman 1 8; Ahmed II 176). Meybüdi, Keffii'l- esrar VII, 455 . 66

İslam'da Cinsiyet Diyalektiği

Niteliksel Tekabüliyet Tüm doğal fenomenlerin Tanrı'nın işaretleri olduğunu söylemek, var olan her şeyin Tanrı hakkında bir şeyler anlattığını söylemek anlamına gelir. Ancak Kur'anda geçen ayet kelimesi doğal feno­ men değil ilahi vahiy anlamına gelir. Hz. Ademden Hz. Muham­ med'e kadar tüm peygamberler Allah' ın ayetlerini beyan etmek, O'nun mesajını tebliğ etmek üzere gönderilmişlerdir. Özel tarihi anlamı itibarıyla İslam'ın kendisiyle başladığı en büyük mesajı Kur'an; Allah'ın ayetlerinin bir derlemesidir. Kur'anın cümleleri için kullanılan kelime tam da bu ayet terimidir. Ayet kelimesinin hem doğal fenomenlere hem de ilahi vahye işaret etmesi, ister makrokozmik düzeyde ister mikrokozmik düzeyde olsun fenomenlere ilişkin insan için ulaşılabilir olan bilginin, genel anlamda peygamberlere verilen bilgiyle; özel anlamda ise Kur'anda verilen bilgiyle uyum içinde olduğunu ima eder. Müslümanların genel anlamda doğa bilgisini elde etmekle vahiy ile gayba ait bilgileri alma arasında herhangi bir çelişki gör­ memelerinin sebeplerinden birisi budur. Tanrı'nın varlığına dair en büyük delil, şeylerin varoluş biçimidir. Doğal düzen öylesine hayret vericidir ki, bu ancak Tanrı'nın emrinin bir neticesi olarak var olmuş olabilir. Tanrı hakkında Kur'anın temel öğretisi, O'nun faaliyetleri ve isimleri çerçevesinde ifade edilir. Başka bir deyişle Kur'an bize dilsel göstergeler kullanarak Tanrı'nın ne olduğunu ve ne yaptığını anlatıyorsa, evrenin tümü işaret diliyle "gözü olanlar"ı hedefleye­ rek aynı şeyi anlatmaktadır. Yaratılış kendi varlığıyla, ilahi sıfatla­ rın ve faaliyetlerin varlığını ilan eder. İslami entelektüel geleneğe ait çeşitli mektepler, Kur'anın Allah'ın faaliyetleri ve O'nun dünya ile ilişkisi konusundaki öğretisini özet bir şekilde anlatmak iste­ diklerinde, umumiyetle Allah'ın isimlerini ve sıfatlarını zikredip anlamlarını açıklama yoluna giderler. Kelamcılar, sufıler ve fılo­ zoflar tarafından ''Allah'ın doksan dokuz ismi" üzerine eserler yazılmıştır. 7 Batılı araştırmacıların İslam düşüncesindeki ilahi isimlerin önemi hususuyla çok fazla ilgilenmemiş olmaları dikkat çekicidir. D. Gimaret, çığır açıcı nitelikteki Les noms di67

Sachiko Murata

Her ne kadar bazı kelamcılar ikisi arasında bir ayrım yapmış­ larsa da burada kendi amacımız için isim terimi ile sıfat terimini eş anlamlı kabul edebiliriz. Ancak ikisi arasında gramer açısından bir ayrım yapmak yararlı olacaktır; çünkü bir isim, (özel isim olarak kullanılan) bir sıfat iken bir sıfat, soyut bir isimdir. Mesela Tanrı'nın Rahman ismi vardır, buna tekabül eden sıfat ise rah­ mettir. O'nun isimlerinden biri 'Adil'dir, buna karşılık gelen sıfat ise 'adalet'tir. Müslüman düşünürler ufuklardaki ve kendi nefslerindeki ayetlere baktıkları zaman, genellikle bulduklarını, ilahi sıfatlarla bağlantılı olarak ifade ederler. Mesela dünyaya baktığımızda bazı şeylerin cansız, bazı şeylerin canlı, bazı şeylerinse bir zamanlar diriyken artık ölü olduklarını görürüz. Burada yapılan ayrımda, ilahi öz niteliğin yaşam izleri mevcut; ve bu, yaratılanların bazı­ sında kendini belli ederken bazısında tecelli etmez. Yukarıda Meybudi'den alıntıladığımız paragrafta tipik tarzda dikkat çekil­ diği üzere insanlar ve dünyanın diğer tüm şeyleri sadece bir avuç topraktan ibarettir. Kendiliklerinden hiçbir şeye sahip değillerdir. Sokaktaki topraktan farklı olarak eğer insan canlı ise bu yaşamın Tanrı'nın müdahalesiyle elde edilmiş olması gerekir. İnsan hayatı ancak ilahi hayattan ödünç alınmak suretiyle ortaya çıkan bir şey­ dir. Dahası, eğer bazı insanlar, bir zamanlar dirilerken şimdi ölü­ lerse bunun sebebi şimdi geri alınan hayatlarının Tanrı'dan ödünç alınmasıdır. Nitekim hayatın niteliği üzerine düşünerek Allah'ın Diri (el-Hayy) olduğunu ve Hayat Veren (el-Muhyi) ve öldüren (el-Mumit) olduğunu anlarız. Allah'ın doksan dokuz isminden üçünün anlamı bu şekilde ortaya konulmuş oldu. Filozoflar, kelamcılar ve sufıler tarafından Allah' ın isimleri üzerine yazılan çok sayıda risale ve Kur'an tefsirlerindeki görüş­ lerden hareketle Allah'ın tüm isimlerini makrokozmik ve mikro­ kozmik ayetlerden devşirmek mümkündür. Fakat benim buradaki vins en İslam adlı eserinde Batılıların İslam'la ilgili çalışmalarındaki bu şaşırtıcı boşluğa işaret eder. Allah'ın doksan dokuz ismi üzerine Gazzill'den önce yazılmış yirmi bir şerhin adını zikreder. Ancak o, araştırmasını daha çok filologlar ve kelamcıların yazdığı eserlere hasreder. 68

lslam'da Cinsiyet Diyalektiği

amacım, İslam entelektüel geleneğinin -birçok büyük temsilciyi saymazsak- en bariz özelliğinin, "ilahi sıfatlarla olan ilişkileri bakımından şeylerin niteliklerini idrak etmek" olduğunu ortaya koymaktır. Temelde evrendeki şeylerle insan nefsindeki şeyler ara­ sında var olan niteliksel benzerlikler; ve ruh ile dünya arasındaki benzerlikler, bilginin -öncelikli olmasa da- en önemli biçimidir; çünkü bu benzerlikler her şeyi yeniden Hakk'a bağlar. Giriş'te işaret edildiği üzere, tevil (ewterik hermenötik) olarak bilinen Kur' an yorumunun tarzı birçok biçiminde ortaya çıktığı üzere şeyler arasındaki, özellikle de mikrokozmoz ve makro­ kozmoz arasındaki niteliksel benzetmelere dayanır. Eğer biri, bu benzerlik ve kesişmelerin içsel mantığından haberdar değilse bu yorum biçimi ona gelişigüzel gibi görünecektir. Fakat ufuktaki ayetlerle nefslerdeki ayetler arasındaki ilişkileri ele alan kozmolo­ jik literatüre hakim biri, Abdurezzak Kaşani'ye ait Tevilu'l-Kur'an gibi bir eserin bu gelenek içinde gömülü olduğunu ve orijinal diyebileceği çok az benzerlik çizebileceğini görecektir. Bu tür düşünceye örnek olması için aşağıda mikrokoz­ moz ve makrokozmoz arasında benzerlikler kuran birkaç parça metin nakledeceğim. İlkin, Yunancadan Arapçaya çevrilmiş felsefi metinlerden -özellikle de Pisagor'un sayısal sembolizminden­ doğrudan etkilenen 4./10. Yüzyılın meşhur bilgeleri İhvan-ı Safa ya da Safa Kardeşlerden bir alıntı yapacağım. Aşağıda "İnsanın mikrokozmoz olduğunu söyleyen bilgelerin sözleri üzerine" adlı risaleden alınan parçada İhvan-ı Safa mikrokozmozun yapısı ile dış dünyada gözlemlenebilen çeşitli yapılar arasında benzerlikler kurar. Tekrar etmek gerekirse bu metni ve aşağıda yer alan diğer metinleri, okuyucuyu geleneğe sinmiş benzetmelere ve düşünce sürecinin biçimine aşina kılmak için naklediyorum sadece. Bura­ daki amaç bilgi olması bakımından bilgi değildir. Fenomenler içindeki nitelikler ve kurulan ilişki biçimleri önemlidir. Bizzat kitapların yazarları, örneklere (misalat) ve benzetmelere (teşbihat) -yani ilişkilere- niteliksel düzeyde baktıklarını dile getiriyorlar. Onlar fenomen bakımından bizzat fenomenin kendisiyle değil, gösterdiği niteliklerle ilgileniyorlar. 69

Sachiko Murata

İ lk bilginler bu maddi dünyayı kendi gözlerinin bakışıyla gör­ meleri bakımından değerlendirmişler ve işlerin tecelli eden boyut­ larına duyuların algılamasıyla şahit olmuşlardır. Daha sonra bunlar akıllarıyla evrenin durumları üzerine düşünmüşler ve bakışlarıyla onun evrensel bireylerinin faaliyetlerinin kapsamını incelemişler ve temkinle evrendeki tikel şeylerin bilgisini elde etmişlerdir. Onlar evrenin parçaları içinde, yapı olarak insandan daha tamamlanmış ve biçim olarak ondan daha mükemmel ve bütünlüğe ondan daha yakın tek bir şey bile bulamamışlar. İ nsan cismani (maddi) bir beden ile ruhani bir nefsten teşekkül etmiş olan bir bütündür. Bu yüzden bilginler, cismani alemin tüm varlıklarında insanın bedenine ait benzerlikler bulmuşlardır. Bu mevcut varlıklar; dünyanın cismani alanlarının kompozisyonunu, değişik takımyıldızlarını, hareket eden gezegenleri ve harika bir gökkubbe dizilimini, esasların (anaların) ve usullerin (erkanların) terkibini, farklı mineral ve bitki çeşitlerini ve muazzam bedenleri olan hayvanları kapsar.

Usul (erkan) ve esaslar (ümmehat) dört unsurdur; çocukların (mevalid) ya da "doğan şeylerin'' (müvelledat) yani üç krallık dedi­ ğimiz; cansızlar, bitkiler ve hayvanların üretimi için bir araya gelen şeylerdir. Üstelik insan ruhunda ve onun melekelerinin beden yapısına nüfuz etmesine bakarak melekler, cinler, insanlar, şeytanlar ve diğer hayvanların ruhu gibi farklı ruhani yaratıklar ve onların evrendeki faaliyetleri arasında benzerlikler kurmuşlardır. Bu işler, onlara insan biçiminde ayan olduğunda bu biçime "küçük alem" adını verdiler. Burada söz konusu benzerliklere birkaç örnek verelim: Daha önce de ifade ettiğimiz gibi insan zulmani bir beden ile ruhani bir nefsten oluşmuştıır. Bedenin durumunu, organların harika terkibini ve eklemlerin birbirine bağlanma biçimini göz önünde bulundurduğumuzda yerleşmek için hazırlanmış bir eve benzediğini görürüz. Diğer yandan nefsin durumuna, beden heykeli üzerindeki acayip kontrolüne ve yetilerinin beden eklemlerine nüfuz 70

lslam'da Cinsiyet Diyalel