Saray Adabı: Kitabü't-Tac fi ahlaki'l-mülük [1 ed.] 9786055245665


112 24 1MB

Turkish Pages 101 [105] Year 2015

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Recommend Papers

Saray Adabı: Kitabü't-Tac fi ahlaki'l-mülük [1 ed.]
 9786055245665

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Ebd Osmin Amr b. Bahr b. Mahbdb el·CBhız el-Kiııani Arap edebiyaçılannın ve Mu'tezili din bilginlerinin önde gelen simAsıdır. 150-160 (767-777) yıllan arasında Basra'da doğduğu tahmin edilmektedir. Yazdığı eserlerle dönemindeki bilginler içe­ risinde öne çıkmış ve Abbasi Halifesi Me'mun tarafından 200/815 yılında Bağdat'a davet edilmiştir. Cıihız, Abbasilerin başkentinde resmi bir vazife almak yerine daha ziyade eserlerini kendilerine ithaf ettiği kişilerden aldığı cıiizelerle hayatını sürdürmeyi tercih etmiştir. Basra ve Bağdat dışında Humus ve Antakya'yı ziyaret etmiş, et-Tac'ı ithaf ettiği Abbasi devlet adamı ve şair Feth b. Hıikıin'ın (ö. 247 /861) himayesinde Şam'a gitmiştir. Dil ve edebi­ yat, kelam, mezhepler tarihi, tarih, siyaset, sanat gibi alanların da aralarında bulunduğu muhtelif konularda ansiklopedik ma­ hiyette çok sayıda eser telif eden Cahız hayatının son demlerini Basra'da geçirmiş, 255/869 yılında doksan beş yaşlannda iken burada vefat etmiştir.

lsltim Medeniyeti Araştırmalan Dizisi, İslAm medeniyetini tarihi sürekliliği içinde bir bütün olarak incelemektedir. Kültür havzaları arasında fark gö­ zetmeden lslam tarihinin tüm dönemlerini kuşatmayı amaçlayan bu dizi, hem Müslümanların kendi dünyalarını tartışmak için ihdas ettiği problem alanlarına hem de İslam medeniyetinin diğer medeniyetlerle mukaye­ sesi sonucunda ortaya çıkan sorulara ve bakış açılarına yer vermektedir. lslam medeniyetini idrakin anahtarı olan İslam ilimlerine ait meseleleri Müslümanların entelektüel gündeminin esaslı unsurları olarak yeniden kazanmayı hedefleyen dizi, ayru zamanda moderrıleşme sürecinde İslam'a dair gerek Batı'da gerek 1slam dünyasında inşa edilen tasavvur ve bilgiyi tartışan çalışmalardan oluşmaktadır.

Editörler. Eyyfip Said Kaya (!stanbul Şehir Üniversitesi) Hızır Murat Köse Clstanbul Şehir Üniversitesi)

Alt-dizikr Slyased Yeniden Düşünmek Editör: Özgür Kavak (İstanbul Şehir Üniversitesi)

- Adl'e Boyun Etmelc, Bedreddin İbn Cemaa - Sufi Diliyle Siyaset, Necmeddin-i Daye, Kasım b. Mahmud Karahisdri - Siyasi Nasihatndme, derleme ve inceleme Özgür Kavak - Bilge Yöneticinin Elkitabı -Edebü'l-vezir-, Ebü'l-Hasan el-Maverdi

Bilgi ve Toplum Editör. Halit Özkan (İstanbul Şehir Üniversitesi)

- Ortaçag'da Yüksek ôgretim, George Makdisi - lslam Dünyasında Kitabın Tarihi, Johannes Pedersen - Memlüklerin Son Asnnda Hadis: KJJhire (1392-1517), Halit Özkan - Hukulc, Toplum ve Kültür: Kuzey Afrika (1300-1500), David S. Powers - Ortaçag'da Bilgi ve Sosyal Pratik: Şam (1190-1350), Michael Chamberlain islim Medeniyetinin Teşelddi.l Dönemi Editör: Ali Hakan Çavuşoğlu CTDV lslAm Araştırmalan Merkezi)

Modernleşme Öncesi Tecdid Hareketleri Editör: Eyyüp Said Kaya (İstanbul Şehir Üniversitesi)

- Ban Gözüyle Tecdid, ed. Nail Okuyucu Modernleşme Silreclode islimi lıimler ve islim Düşüncesi Editör: Tuncay Başoğlu (TDV İslAm Araştırmalan Merkezi)

- Modem lslıim Hukuk Düşüncesi: Reşid Rıza ômegi, Özgür Kavak - Meşrutiyetten Cumhuriyete, Makaleler, Elmalılı M. Hamdi Yazır - Felsefe Makaleleri, Babaozade Ahmed Naim

,...

Saray Adabı Kitabü't-Tek fi ahlaki'l-müluk

Ebu Osman el.-Cahız

Tercüme Ali Benli

KU\SIK 111. Kitap ISLAM MEDENiYETi ARAŞTIRMALARI 14 Dizi Editörleri Eyyiip Said Kaya Hızır Murat Köse -

Siyaseti Yeniden Düşünmek 5 Editör Özgür Kavak

Saray Adabı Kitılbü't-Tılc ft ahlılki1-mülük Ebü Osman el-Cahız Tercüme Ali Benli Çeviri Eser ©Ali Benli, 2015 ©Klasik, 2015 Birinci Basım Mayıs 2015 ISBN 978-605-5245-66-5 TC Kültür ve Turizm Bakanlığı Sertifika no: 15813 Tasarım/Kapak Salih Pulcu Baskı/Cilt Şenyıldız Matbaacılık Sertifika No: 11964 Gümüşsuyu Cad. Işık San. Sit. No: 19/C 102 Topkapı/lstanbul Tel: 0212 483 47 91

Vefa Cad. No: Tel

48 34134 Fatih lstanbul

0212 520 66 41-42 Faks 0212 520 74 00

www.klaslkyaylnlarl.com [email protected] facebook.com/klaslkyaylnları twltter.com/klaslkyaylnlarl

Takd i m Kitilbü't-Tilc fi Ahlilki'l-Mülük yahut Hükümdar tJe Raiyye için Saray Adilbı

İslam siyaset düşüncesi, İslam düşünce ve ilim geleneğindeki muhtelif disiplinleri ilgilendiren bir alandır. Siyaseti Yeniden Düşünmek başlıklı alt­ dizi bir yandan İslam medeniyeti içerisinde varlık bulan ve siyasetin konu­ larını içeren bu disiplinlere ait birikimi ihya etmeyi hedeflerken öte yandan günümüz dünyasına hitap edebilen farklı bir siyaset dili geliştirmeye matuf yayınlara yer vermektedir. Telif, çeviri ve derleme kitaplardan oluşacak alt­ dizi kapsamında, aynı zamanda Osmanlı Türkçesiyle kaleme alınmış metin­ ler de neşredilmektedir. İslam siyaset düşüncesinin teşekkül dönemine ait bir eser olan et-Tac fi, ahlaki'l-müluk bir yandan artık saltanat idaresinin bütünüyle yerleşmiş olduğu İslam dünyasında başa gelen hükümdarlara ve raiyyesine ahlaki öğütler vermeyi hedeflerken öte yandan farklı medeniyet havzalarının ve özellikle Sasanilerin siyasi tecrübelerini İslam dünyasına aktarmayı/tanıt­ mayı hedefleyen bir kitap olma özelliğiyle öne çıkmaktadır. Siyaseti Yeniden

Düşünmek alt-dizisi içerisinde daha önce yayınlanan Tahir b. Hüseyin'in (ö. 207/822) Siyasi Nasihatname'si ile birlikte elinizde tercümesi bulunan et-Tac

fi, ahlaki'l-müluk İslam dünyasında siyasi düşünce alanında kaleme alınan ilk eserlerdendir. Eser, birçok kaynakta Arap edebiyatının ve Mu'tezili din bilginlerinin önde gelen siması Ebu Osman Amr b. Bahr b. Mahbub el-Cahız el-Kinani'ye (ö. 255/869) nispet edilmektedir. 150-160 (767-777) yıllan arasında Basra'da doğduğu tahmin edilen Ciihız, doğduğu şehirde canlı bir ilim hayatının bu­ lunmasının etkisiyle muhtelif ders halkalarına katılmış, özellikle edebiyat ve tarih alanında kendisini geliştirmiştir. Yazdığı eserlerle dönemindeki bil­ ginler içerisinde öne çıkmış ve Abbasi Halifesi Me'mı1n tarafından 200/815 yılında Bağdat'a davet edilmiştir. Cahız, Abbasilerin başkentinde resmi bir vazife almak yerine daha ziyade eserlerini kendilerine ithaf ettiği kişilerden aldığı caizelerle hayatını sürdürmeyi tercih etmiştir. Basra ve Bağdat dı­ şında Humus ve Antakya'yı ziyaret etmiş, et-Tac'ı ithaf ettiği Abbasi devlet ada.mı ve şair Feth b. Hakiin'ın (ö. 247 /861) himayesinde Şam'a gitmiştir. Dil Takdim 5

ve edebiyat, kelam, mezhepler tarihi, tarih, siyaset, sanat gibi alanların da aralarında bulunduğu muhtelif konularda ansiklopedik mahiyette çok sayı­ da eser telif eden Cah.ız hayatının son demlerini Basra'da geçirmiş, 255/869 yılında doksan beş yaşlarında iken burada vefat etmiştir.1

et-Tac'ın Cahız'a aidiyeti literatürde tartışılmaktadır. Özellikle "eserleri­ ni belirli adlar altında zikretmeyip çeşitli yerlerde farklı isimlerle kaydettiği veya onları yeniden telif ettiği, gençliğinde bazı eserlerini İbnü'l-Mukaffa' (ö. 1421759) ve Halil b. Ahmed (ö. 1751791) gibi alimlerin adlarıyla yazdığı, bu

arada başkalarının onun şöhretinden istifade için kendi kitaplarını Cahız'a isnat ettikleri"2 hususu gözönüne alındığında bu meselenin nihai bir çözüme kavuşturulması oldukça zor gözükmektedir. Yazdığı kapsamlı bir takdim­ le bu eseri Kitabü't-Tac fi ahlaki'l-müluk adıyla neşreden Mağrib kökenli bilgin ve edebiyatçı Ahmed Zeki Paşa (1867-1934) Bağdat'ta kaleme alınan bu kitabın daha ziyade Ahlaku'l-müluk olarak meşhur olduğunu ifade et­ mekte3 bununla beraber literatürde eserin müellifine dair sadra şifa bir bilgi bulamadığını ve hatta Cahız'ı konu alan eserlerde de Kitabü't-Tac ismiyle bu esere işaret edilmediği tespitini yapmaktadır.4 Ahmed Zeki Paşa, Yakut el-Hamevi, Safedi, İbn Şakir ve Katib Çelebi'nin Cahız'ın Ahlaku'l-mülUk adlı bir eserinden söz etmelerinden, et-Tac'daki bazı ifadelerin Cahız'a aidi­ yeti kesin olan aralarında el-Beyan ve't-tebyin, el-Hayevan ve el-Bühala gibi kitaplarla mukayesesinden ve Haleb'den elde ettiği bir yazma nüshada mü­ ellif olarak Cahız'ın isminin bulunmasından hareketle Ahlakü'l-müluk ile

et-Tac'ın aynı eser olduğu sonucuna varmıştır.5 Eserin Cahız'a değil de onun çağdaşı Muhammed b. Haris et-Tağlibi'ye (yahut es-Sa'lebi) ait olduğunu ileri süren Alman araştırmacı Gregor Scho­ eler ise konuyla ilgili makalesinde tespitini Berlin Staatsbibliothek'te bu­ lunan Kitabü Adiıbi'l-mülUk adlı bir esere dayandırmaktadır. Ahmed Zeki Paşa'nın İbn Nedim'in el-Fihrist'inde yer alan bir ifade vesilesiyle et-Tac neş­ rine yazdığı girişte gündeme taşıyıp reddettiği bu ihtimalin6 üzerinde duran "Schoeler'in tesbitine göre bu eser, Ebü'l-Hasan Ali b. Rezin el-Katib tarafın­ dan yazılıp 541-569 (1146-1174) yıllarında emirlik yapan Nureddin Mahmud Zengi'ye ithaf edilmiştir. Ali el-Katib kaynaklan arasında Tağlibi'nin Kitabü

Ahlakı'l-müluk'ünü zikretmiştir. Ali el-Katib'e ait eser büyük oranda et-Tac ile örtüşmekte olup buna göre Ali el-Katib eserini, kendisinin Tağlibi'ye nis-

1

Hayatı ve eserlerine dair malumat için bk. Ramazan Şeşen, "Cfilıız'', DIA, c. Vll, s. 20-24.

2

Şeşen, "Cdhız", s. 21.

3

Ahmet Zeki Paşa, "Tasdir li Kitabi't·Tdc", Cfilıız, et-Tdc fi ahliiki'l-mülük içinde, s. 18.

4

Ahmet Zeki Paşa, "Tasdir li Kitdbi't-Tdc", s. 25.

5

Ahmet Zeki Paşa, "Tasdir li Kitabi't-Tac", s. 26, 32-60, 64.

6

Ahmet Zeki Paşa, "Tasdir li Kitabi't-Tac", s. 50.

6 Saray Adabı

bet ederek Kitaba Ahlaki'l-müluk ismiyle andığı et-Tac fi ahlaki'l-müluk'ten özetleyerek yazmıştır.wı

et-Tac fi ahlaki'l-müluk Zeki Paşa'nın neşrinde bir mukaddime, bir say­ falık bir giriş kısmı ile dört ana bölümden oluşmaktadır. Eserin mukaddime­ sinde telif gerekçesini aktaran müellif "Avamın çoğu, havasın ise bir kısmı -hükümdarlarına itaat etseler dahi- onlara karşı vazifelerini bilmedikleri için kitabımızda bu konuda uyulması gereken kuralları verdik. Bu kitabın insanların bu kuralları öğrenmeleri ve uygulamaları için bir kılavuz olma­ sını hedefledik" (s. 2) demektedir. Tek sayfalık giriş kısmında kitabın esas muhatabının üstün özelliklere sahip hükümdar (el-Melikü'l-a'zam) dışında­ kiler olduğu ifade edilmektedir. Bunun gerekçesi ise şöyle belirtilir: "Çünkü onun ahlakını anlatmaya gücümüz yetmez. Açıklamak istesek de ona karşı yükümlülüğümüzü tam manasıyla yerine getiremeyiz." (s. 5) Birinci bölüm "Hükümdarın Huzuruna Giriş Usulleri" (s. 6-8) başlığını taşımaktadır. Bu bölümde muhtelif tabakadan insanların hükümdarın hu­ zuruna girme ve huzurdan ayrılma adabına ilişkin usuller konu edilir ve bu çerçevede hükümdarların da misafirlerini karşılama ve uğurlama usullerine özellikle Sasani hükümdarlarının uygulamalarından örneklerle yer verilir. İkinci bölüm "Hükümdarlarla Birlikte Yemek Adabı" (s. 9-18) hakkın­ da olup hükümdarların sofrasında nasıl davranılması gerektiği meselesine odaklanmaktadır. Burada misafirlere edep sınırlarını aşmamaları, nefisle­ rinin isteklerine kapılmamaları salık verilmekte, oburluğun edep dışı ka­ bul edildiği aktarılmaktadır. Aynca muhtelif hükümdarların sofra adabla­ rına dair nakillere ve yemek meclislerinde vuku bulan bazı hadiselere yer verilmektedir. "Nedimlik" başlığını taşıyan üçüncü bölüm (s. 19-68) ve "Hükümdarın Nedimlerinin Vasıflan" (s. 69-184) başlığını taşıyan son bölüm ise birbirini tamamlar mahiyette olup hacim bakımından diğer iki bölüme oranla olduk­ ça kapsamlıdır. Bu bölümlerde huzurlarına her tabakadan insanın geldiği hükümdarların nedimlerine dair usuller ele alınmakta, nedimlerin merte­ belerinin Fars ve İslılm toplumlarında aldığı şekillerden ayrıntılı olarak bahsedilmektedir. Bu kısımda aynca Emevi ve Abbasi halifelerinin içki ve eğlence meclislerine dair malumatlar da aktarılmaktadır. Aynca nedimle­ rin sıfatlarına genişçe yer ayrılmakta ve hükümdarlarla sağlıklı ve uzun soluklu bir ilişki sürdürebilmek için gerekli görülen hususlar ayrıntılı bir şekilde ele alınmaktadır. Hükümdarların da nedimleriyle olan ilişkileri

7

Aktaran Mustafa Çağrıcı, "et-Tiic fi ahlaki'l-mühlk", DİA, c. XXXIX, s. 337. Bahsi geçen makale için bk. Gregor Schoeler, "Verfasser und Titel des dem

gah.ü zugeschriebenen sog.

Kitab at-Tag", Zeitschrift der Deutschen Morgenli:indischen Gesellschaft,

c.

CXXX (1980), s.

217-225.

Takdim 7

özellikle Fars tecrübesi merkeze alınarak aktarılır. Bölümlerde hem hü­ kümdara hem de nedimlere ve raiyyeye yönelik tecrübe mahsulü tavsiyelere yer verilmektedir.

et-Tac devlet başkanlarının yaşanılan söz konusu olduğunda "mahrem" olarak nitelenmesi mümkün olan ve hakkında geniş bilgiler elde etmenin pek de imkan dahilinde olmadığı bir kesite odaklanmaktadır. Eserde halife/ hükümdarların gündelik yaşam.lan ve özellikle eğlence hayatlarına yer ve­ rilmekte; yöneticilerin huzuruna çıkma yetkisi bulunan zevata (nüdema) bu çerçevede bir davranış rehberi sunulmaktadır. Dört halife sonrası değişen devlet yapısı içerisinde Arapların kısmen yabancı olduğu bu unsurlar için gösterilen adres umumiyetle Sasani tecrübesidir. Nispeten Hint ve Bizans tecrübelerine de yer verilirken konu adeta tüm devletler için geçerli, ortak aklın ürünü bir gelenekler zincirine işaret edilirmişçesine ele alınmaktadır. Eserde anlatılanlar daha çok, tabir caizse, "bürokratik gelenek" denilebilecek bazı hususiyetlere ve dini nasların doğrudan düzenlemediği alanlara yönelik değerlendirmeler içerse de, bazı davranış ve bilgilerin dini açıdan problem teşkil edecek mahiyette olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle hükümdarların "içki ve eğlence meclisleri" ile ilgili değerlendirmeler bu açıdan öne çıkmak­ tadır. Genellikle saltanat yaşamının Müslümanlar üzerinde bozucu bir etkisi olduğu yönündeki modern yorumlara da mesnet olan bu değerlendirmelerin nasıl anlaşılması gerektiği hususu daha üst çerçevede et-Tac'ın İslam siyaset düşüncesi açısından anlamı üzerine söz söylemeyi de beraberinde bulundu­ racak müstakil bir incelemeyi zorunlu kılmaktadır. Ancak bir takdim yazısı sınırlan içerisinde müellif açısından bu bilgilerin nasıl ele alındığına temas etmekle yetinmek durumundayız. Müellif, dini açıdan haram olduğu zahir olan bir dizi davranışı bu bo­ yutuna temas etmeden ve herhangi bir sorun teşkil edip etmediğine dair değerlendirme yapmaksızın aktarmaktadır. Bu açıdan İslam öncesi gelenek­ lerle İslam sonrası durum arasında bir ayrım da gözetmemektedir. Sözgelimi Behramcı1r, Kızıl Erdevan ve Sabı1r gibi kisralann her gün içki içtiklerin­ den bahsedildikten sonra "İslam hükümdarlarından içki müptelası olan kişi Yezid b. Muaviye idi" denilmekte ve ardından Emevi ve Abbasi hükümdarla­ rının içki içme sıklıkları sıralanmaktadır. Aslında bu üslup müellifin genel bir tutumu olup o, yine "erdemli" olarak gördüğü tüm davranışları da din/ milliyet aynını olmaksızın aktarmakta ve mesela "adaletin gereğini yap­ makla ilgili bir meselede" aynı tutumu/tavrı göstermekte olan Enı1şirvan ve Behram ile Muaviye b. Ebı1 Süfyan'ı ardı ardına sıralayabilmektedir. Belki burada gözden kaçırılmaması gereken bir husus olarak özellikle bir kısım Sünni literatürde halifenin şahsi yaşamındaki problemlerin yöneti­ minde bir halele yol açmadığı müddetçe azil sebebi olmayacağı düşüncesinin hakim olmasına işaret edilebilir. Fıkıhçı yönleriyle öne çıkan bir çok filimin a Saray Adibı

dahi "Halifenin şahsi yaşamında günahkar/fılsık olması" meselesini -halife/ hükümdar fıskını izhar edip raiyyeye dayatmadıkça- doğrudan devlet baş­ kanlığına halel getirecek bir mesele olarak görmemeleri de bu türden değer­ lendirmelerde etkili olmuş olabilir. Müellifin yer verdiği/önemsediği erdemler arasında diğer İslam siyaset düşüncesi metinlerinde de olduğu gibi adaletli olmak başta gelmektedir: Hükümdann herkese, toplumun her tabakasına hakkı nı vermesi onun ada­ letinin göstergesidir. O, tavır ve davranışlannda adalet yolunu takip etme­ lidir. Bunu, kendisine riayet etmesi ve sıkı sıkı sanlması gereken farz ve nafile ibadetleri yerine getirirken uyduğu ilahın dinine bağlılığı derecesinde yapmalıdır. İnsanlara bol bol iyilik etmeli, yiyecek içeceklerini esirgememeli ve böylece yöneticiler, orta seviyedeki insanlar ve raiyyenin geneli arasında bir denge kurmalıdır. (s.

15)

Adalet erdemini cömertlik, haya, sır saklamak gibi erdemler takip et­ mektedir. Hükümdarla raiyyesi arasındaki ilişkilere odaklanan bir metinde hükümdarların raiyyeye kapılarını açması ve onları dinlemesinin ehemmi­ yetine vurgu yapılarak "küçük veya büyük, cahil veya bilgili hiç kimsenin hükümdarlara gelip derdini anlatmasına engel olunmamasının" salık veril­ mesi de adaletli bir idarenin sağlanabilme usulüne işaret etmesi açısından dikkat çekicidir. Hükümdarların huzurunda iken dikkat edilmesi gereken davranış ka­ lıplarına da işaret eden müellif, özellikle insan fıtratı ve psikolojisine dair gözlem ve malumatlarla güçlendirdiği delillere başvurur. Hükümdara say­ gı ve itaatin esas kabul edildiği bu ifadelerinde müellif, bir bilge edasıyla konuşmayı neredeyse hiç terk etmez. Aktardığı tüm problemli hususlara rağmen hükümdarlar hakkında hüsn-i zan sahibi olmayı elden bırakmama­ ya gayret etmekte ve hükümdarların genelde olumlu hasletlerle muttasıf kişiler olduklarını okuyucuya hissettirmektedir. Mesela hükümdara saygı gösterip ona itaat etmenin raiyye için mutluluk vesilesi olduğu Babek oğlu Erdeşir'in dilinden şu şekilde aktarılır: "Avamın mutluluğu hükümdarlara boyun eğmeleri ile vaki olur." Cümlenin devamında ise raiyye için hükümda­ ra itaatın sınırlarını çizen bir kayıt bulunmaktadır. Bu kayıt hem raiyyenin itaat etmesinin esası hem de hükümdarın mutluluğunun anahtarıdır: "Hü­ kümdarların mutluluğu ise her şeyin sahibi [olan Allah'a] boyun eğmelerine bağlıdır." (s. 2) Eserde çokça atıfta bulunulan meşhur bir kaynak yoktur. Müellifin ta­ rih ve edebiyat alanındaki birikimi, şahsi gözlemleri ve "Acemlerin kitapları ile hükümdarların yaptıkları" (s. 136) önemli kaynak olarak belirmektedir. İsmen atıfta bulunulan bir kaynak olarak İbnü'l-Mukaffa' tarafından ArapTakdim 9

çaya tercüme edilen Kelile ve Dimne ile (ayn. yer.) müellifi belirtilmeyen Kitabü'l-Eğani (s. 20) göze çarpmaktadır.

et-Tfic'a atıfta bulunan yahut ondan bilgi aktaran müellif ve eserler ara­ sında ise Ahmet Zeki Paşa'nın tespit ettiği atıf sıklığına göre el-Mehasin ue'l-mesaui, Mehasinü's-süluk, Mürucü'z-zeheb, Tenbihü'l-müluk, el-Mehasin ue'l-ezdad, el-Ikdü'l-ferid, et-Taberi, el-Eğani, Muhadaratü'r-Rağıb, Nehcü'l­ belağa, el-Müstetraf, Subhü'l-a'şa, Metaliü'l-büdur yer almaktadır.8 et-Tac fi ahlaki'l-mülUk MÜ İlahiyat Fakültesi Arap Dili ve Belagatı bi­ lim dalında öğretim üyesi olarak çalışan Dr. Ali Benli tarafından özenli bir çalışmayla dilimize kazandırıldı. Ayet ve hadis tahriçleri ile metinde geçen yer ve kavramlara dair açıklamalar ise tarafımızdan yapılmıştır. Metinde atıfta bulunulan şahıslara dair bilgiler ise daha ziyade eseri neşre hazırla­ yan Ahmed Zeki Paşa'nın tespitlerinden hareketle verilmiş olup buradaki bilgiler yeterli görülmediğinde muhtelif biyografi ve tarih kitaplarına baş­ vurulmuştur. Siyaset düşüncesi sözkonusu olduğıında İs18.m dünyasına hangi mede­ niyet havzalarından hangi uygulama ve düşüncelerin aktarıldığı, hangi ki­ tapların ne gibi tasarruflarla tercüme edildiği meselesi ile Müslüman müte­ fekkirlerin malumu olduğıı halde bazı siyasi uygulamaların veya kitapların niçin aktarılmadığı yahut tercüme edilmediği meselesi başlıbaşına önem arz eder. Yine siyasi düşünce birikimi oluşurken doğrudan "hikmet" kapsamı­ na sokularak bir eserin çevrilmesi yerine hangi eserlerden ne gibi fikirlerin aktarıldığı, nelerin dışarıda bırakıldığı meselesi "bir İslam siyaset düşünce­ sinden" bahsedilecekse elzem gözükmektedir. Tüm bunlar anlamlandınlsa ve bu alandaki boşluklar giderilse bile sadece aktarılan eserler üzerinden yapılan tespitler yine yetersiz kalacak, İsl8.m'ın "özgün" katkısının ne olduğıı meselesi dinin temel metinlerinin, sadece bu metinleri esas alarak bir siya­ set düşüncesi geliştirmeye çalışan düşünürler ve pratik hayatta uygulanan siyaset ilkeleriyle birlikte ele alınmasına ihtiyaç duyulacaktır. Bu değerlen­ dirmelerden hareketle İslam siyaset düşüncesinin dört başı mamur ve tüm kavramsal/düşünsel haritası elde mevcut olan bir disiplin olmak yerine ele alınmaya başlandıkça birçok açıdan yeni sorulan celbeden bir alana işaret ettiği ifade edilebilir. Elinizdeki eserin bu uzun soluk isteyen yolda yeni so­ rular gündeme getirmesini temenni etmekteyiz. Gayret bizden, tevfık Allah'tan... Özgür Kavak Üsküdar, Şaban 1435/Haziran 2014

8

Ahmet Zeki Paşa, "Tasdir li Kitabi't-Tac",

10 Saray Adibı

s.

69.

İÇİNDEKİLER

Takdim Kitdbü't-Tacfi Ahlaki'l-Müluk yahut Hükümdar ve Raiyye İçin Saray Adabı

Kitabü't-Tdcfi Ah/Aki'l-Mülfık Çevirisi [Mukaddime] [Giriş]

5

13

15

19

Hükümdarın Huzuruna Giriş Usulleri ve Bu Sırada Onım Yapması Gerekenler

[Soyluların Hükümdara Selam Verme ve Huzurdan Ayrılma Usulleri]

21

[Orta Tabakanın Hükümdara Selam Verme ve Huzurdan Ayrılma Usulleri] Hükümdarla Birlikte Yemek Adabı

21

23

[Hükümdarın Huzurunda Az Yemek]

Nedimlik

21

23

27

[Nedimlerin Mertebeleri]

27

[Muclu Hükümdarın Diğer Bazı Özellikleri] [Hükümdarın Meclisinde Söze Başlama]

37

39

[Hükümdarın Yaptığı İyilikleri Başa Kakmaması]

39

[Hükümdarın Meclisinde Oturma ve Kalkma Adabı] [Hükümdarla Muhatap Olma Adabı]

40

41

[Hükümdarın Haremine Göz Uzatılmaması] [Hükümdarın Huzurunda Ses Yükseltilmemesi]

46 46

[Hükümdarın Gıyabında Meclisine Hürmet Göstermek] [Hükümdarın Hilat Giydirmesi] Hükümdarın Nedimlerinin Vasıftarı

[Hükümdarla Oyun Oynamak] [Hükümdarın Uyuması]

47

47 49 50

51

[Hükümdarın Namaz Kıldırması]

51

11

[Hükümdara Yolda Eşlik Etme Adabı]

52

Hükümdarın İsim veya Künye ile Anılmaması [Hacamat, Damar Açtırma, ilaç İçme] [Hükümdarı Taziye]

54

55

56

[Hükümdarın Öfkesi ve Rızası] [Hükümdarın Sır Saklaması]

56 57

[Hükümdarın Ülkeye Hıyanet Edenleri Sınaması] [Hükümdarın Merhameti ve Hoşgörüsü]

61

[Hükümdarın Vefa Sahibi Kimselere ikramı] [Hükümdarla Konuşma Adabı]

63

66

[Hükümdarın Huzurundan Ayrılma Usulleri] [Elçilerin Seçilmesi]

60

68

69

[Şehzadenin Babasına Karşı Davranış Tarzı]

71

[Hükümdarın Cömertliği ve Haya Duygusu] [Hükümdarın Hasta Olması]

77

79

[Hükümdarın Yakınlarına Hediye Vermesi]

79

[Hükümdarın Nevruz ve Mihrican Hediyeleri] [Hükümdarın Eğlencesi ve içkisi]

80

82

[Hükümdarın Giyim Kuşamı ve Güzel Koku Kullanması] [Hükümdarın Raiyyeden Birini Ziyareti]

83

84

[Hükümdarın Bayramlarda Raiyyenin Şikayetlerini Dinlemesi]

85

[Hükümdarın Etrafındakiler ve Raiyyesi Hakkında Bilgi Toplaması] [Hükümdarın Devleti ilgilendiren Önemli Olayları Ele Alması] [Hükümdarın Savaşta Hileye Başvurması]

[Sonu�) Dizin

12 Saray Adlbı

97 99

92

90

88

Kitdbü't-Tdc fi Ahldki'l-Müluk Çevirisi

[Mukadd i me]

Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla "Hamd göklerde ve yerde bulunan her şeyin sahibi Allah'a mahsustur. Ahiret yurdunda da hamd O'nadır. O hikmet sahibidir ve her şeyden hakkıy­ la haberdar olandır." [Sebe: 34/1] O Mevla'ya hamd ederim ki ihsanları ardı ardına gelir, nimetleri peşi sıra dizilir, lütufları kesintisiz devam eder. Dilerim ki, bana doğru yolu göstersin ve razı olacağı işlerde bu kulunu muvaffak kılsın. Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur. Eşi benzeri bulunmaz, parçalanmaktan ve bölünmekten; sınırlanmaktan ve başka şeylere benze­ tilmekten, hareket ve sükundan, intikal ve yok oluştan, bir halden başka bir hale girmekten münezzehtir. Kuşkusuz yüce ve müteal olan Mevla'dan başka ilah yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed (a.s.) onun kulu, elçisi, emini ve ha­ bibidir. Risaletin fetret devrine girdiği, insanların doğru yolu nadiren buldu­ ğu, nebilerin ve resullerin getirdikleri dinlerin yok olup gittiği bir dönemde "dirileri uyarsın ve kafirler üzerine söz hak olsun" [Yasin, 36/70] diye gönde­ rilmiştir. O zamanlar Araplar çocuklarını diri diri gömer, birbirlerinin kanı­ nı döker, mallarını mubah sayar, Lat'a, Menat'a ve Uzza'ya taparlardı. İşte böyle bir vakitte o peygamber Rabbinin emrini duyurdu, O'nun yolunda cihat etti, O'nun dinine davet etti. Cinlerin ve insanların "birbirlerine destek olsa­ lar bile benzerini getirmekten" [İsra, 17/88] aciz kaldıkları Kur'an'ı getirdi. Allah'ın salat ve selamı onun ve bütün peygamberlerin üzerine olsun! Al­ lah Tefila bu alemde sadece ona salat u selam etmeyi nafile bir ibadet kılmış­ tır. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun! Konumuza gelirsek, kitabınuzı yazarken anlatmak istediğimiz bazı temel meseleler vardır: Öncelikle yüce Allah hükümdarlara keremini nimet olarak sunmuş, on­ lara saltanatını bahşetmiş, onları yeryüzünün çeşitli bölgelerinde hakimiyet sahibi kılmış, kulların işlerini onlara havale etmiştir. Alimlere de onlara say­ gı duymayı, değer vermeyi vacip kılmıştır; onlara itaat etmelerini emretmiş­

tir. Muhkem kitabı Kur'an'da "Sizi yeryüzünün halifeleri kılan ve bazılarını bazılarından daha üstün yapan O'dur" [En'fun, 6/165] buyurmuştur. Yüce [Mukaddime] 1 5

Allah başka bir ayette de "Allah'a, peygambere ve sizden olan ülu'l-emre (idarecilere) itaat ediniz" [Nisa, 4/59] buyurmuştur. Avamın çoğu, havasın ise bir kısmı -hükümdarlarına itaat etseler dahi­ onlara karşı vazifelerini bilmedikleri için kitabımızda bu konuda uyulması gereken kuralları verdik. Bu kitabın insanların bu kuralları öğrenmeleri ve uygulamaları için bir kılavuz olmasını hedefledik. Bunu yaptığımız için iki türlü ecir kazanmış olabiliriz: Birisi avama hü­ kümdarların kendileri üzerindeki haklarını bildirdiğimiz, diğeri ise hüküm­ darların bu kurallara uymayanları onlara uydurma konusunda hak sahibi olduğunu anlattığımız içindir. Avamın mutluluğu hükümdarlarına saygı göstermeleri ve onlara boyun eğmeleri sayesinde gerçekleşir. Babek oğlu Erdeşir şöyle demiştir: "Avamın mutluluğu hükümdarlara boyun eğmeleri ile vaki olur. Hükümdarların mut­ luluğu ise her şeyin sahibi (olan Allah'a) boyun eğmelerine bağlıdır." Hükümdarlar temel, reaya ise binadır. Temelsiz bina yıkılmaya mah­ kumdur. Bu kitabımızdan önce başka bir kitap daha telif etmiş ve orada yiğitlerin vasıflarından ve kahramanların erdemlerinden bahsetmiştik.1 Ancak gör­ dük ki, hükümdarlarda bulunması gerek huy ve vasıflar hakkında bir kitap yazmaya yönelmemiz aslında daha yerinde ve gerekliymiş. Çünkü Allah bu zümreyi insanlar üzerine hakim kılmış ve kıyamete kadar onlardan bahse­ dilmesini sağlamıştır. Görmez misin ki Yüce Allah eski kavimlerden, geçmiş zamanlardan bah­ sederken alt tabakadan, ayak takımından kimselerin sözünü etmez. Bilakis onlann ağzından şöyle nakleder: "Rabbimiz biz önderlerimize ve büyükle­ rimize uyduk. Onlar da bizi doğru yoldan saptırdılar." [Ahzab, 33/67] Yüce Mevla şöyle buyurur: "Allah'ı bırakıp din adamlarını ve ruhbanları rab edin­ diler." [Tevbe, 9/31] Cenab-ı Hak şöyle buyunır: "Hani Allah kendisine hükümdarlık verdi diye Rabbi hakkında İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi?" [Bakara, 2/258]

Yüce Allah şöyle buyurur: "Musa kavmine 'Ey kavmim, Allah'ın size ver­ diği nimeti zikrediniz.' O sizin aranıza peygamberler gönderdi. Sizi hüküm­ dar yaptı ve size başka kimseye verilmemiş nimetler verdi." [Maide, 5/20] İsimleri mukaddes olan Allah şöyle buyurur: "Hükümdarlar bir memlekete girdiklerinde orayı bozguna uğratır ve halkının önde gelenlerini zelil haline getirirler." [Neml, 27/34] 1

Wılfikü'l-fityfin ue fedfiilü ehli'l-betfile, editörün notu]

16 Saray Adlbı

Yüce Allah şöyle buyurur: "De ki: Ey mülkün sahibi Allah'ım. Mülkü di­ lediğine verirsin ve dilediğinden alırsın. Dilediği aziz kılar, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Sen şüphesiz her şeye kadirsin." [Al-i İmran, 3/26) Yüce Allah, Hz. Musa'yı kullarının en azgını olan Firavun'a gönderdiğin­ de şöyle vahyetmiştir: "Firavun'a gidiniz. O gerçekten azmıştır. Ona yumu­ şak söz söyleyin. Belki öğüt alır ve Allah'tan korkar." [Taha, 20/43-44) Hikmet sahibi olan kimseler, Yüce Allah'tan bize ulaşan bu hikmetleri anlasınlar. Şüphesiz bu ayetler idrak edebilecekler için nadir bulunabilecek hikmetler, gayet beliğ öğütler içermektedir. Ashabımız bize Şebabe [ö. 206/821)-Verka- İbn Ehi Nuceyh [ö. 131/748-9)­ Mücahid b. Cebr [ö. 103/721) yoluyla şöyle nakletmişlerdir:" 'Firavun'a yumu­ şak söz söyleyiniz' [Taha, 20/44) ayetinde onunla Hz. Musa ve Hz. Harun'un kinaye yoluyla konuşmaları murad edilmiştir. O ikisine bunu emretmesinin hikmeti, hükümdarların -pek çoğu asi olsa da- hoş ve yumuşak sözlerle en güzel şekilde Allah'ın dinine davet edilmelerinin gerekli olmasıdır. Eğer is­ yan içinde olan, ayetleri inkar eden ve peygamberlerle inatlaşan hükümdar­ lar hakkında Allah'ın hükmü buysa, kendisine itaat eden, hükümlerini ve farzlarını yerine getirmeye çalışan ve bu şekilde peygamberlerin makamını kuşanan hükümdar hakkında ne dersin! Cenab-ı Hak böyle bir hükümdarı kendisinden sonra hüccet kılmış, ona itaat etmeyi kendisine ve peygamberi­ ne (s.a.v.) itaatle birlikte farz kılmıştır." Gençlerin ve yiğitlerin adabına dair olan ve şan şeref sahiplerinin ihtiyaç duyduğu bazı güzel huylan ve görgü kurallarını içeren kitabımızı elinizdeki bu eserden önce yazmakla hata etmiş olsak da, işte burada hükümdarların ahlak ve vasıflan hakkında bir kitap yazarak bunu telafi ediyoruz. Emir Feth b. Hakan2 devamlı bu edep ve erkanı yerine getirmeye çalışan, ehlini gözeten bir hükümdardır. Dünya döndükçe onun adı da yaşasın diye bu kitabı kendisine ithaf ediyorum. Tevfik ve yardım sahibi olan Allah'tır.

2

Abbasi Halifesi Mu'tasım billah döneminin önemli devlet adamlarından, edip ve şair. 247/861 yılında vefat etmiştir. (editörün notu)

[Mukaddime] 1 7

[Giriş]

Bu kitaptaki sözlerimizin Çoğu üstün özelliklere sahip hükümdar (el­ Meliku'l-a'zam) dışındakiler için geçerlidir. Çünkü onun ahlakını anlatmaya gücümüz yetmez. Açıklamak istesek de ona karşı yükümlülüğümüzü tam manasıyla yerine getiremeyiz. Bizden sonra bu işi yapmaya kalkışacak kim­ seler de ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, ne kadar zeki olurlarsa olsunlar, bizim sunduğumuz bu özrü dile getireceklerdir. Çünkü ideal hükümdarın ahlakının akılda yer edecek, düşünceyle sınır­ landırabilecek bir hududu yoktur. Dünyaya hükmetmiş ilk hükümdardan bu güne, hükümdarlığın işleyişine dair adet ve gelenekler çoğalmaktadır. Dolayısıyla birisi onun bu seviyeye ulaşmış olacağını söylerse Allah'ı başka varlıklara benzetenlerin görüşlerini paylaşmış gibi olur. Bizim bu kitabımızda Siisiinoğullan ve Arap hükümdarlarının adab ve erkanı hakkında bazı şeyler yazdığımızı görenler belki şöyle diyebilirler: "Bu kitabın yazan çelişkiye düşmüş, çünkü en yüce melikin ahlakının sınırı yok­ tur demiş [ama buna rağmen Siisiinoğullan hükümdarlarının kurallarından bahsetmiştir]." Birisi eğer böyle derse zulmetmiş ve haddini aşmış olur. Zira bizim hükümdarlanmız, Sil.sanı hükümdarlarının nezdinde orta tabakadaki insanlar gibiydiler. Bunu açıkça görebilirsin. Bize itiraz eden kişinin söyledi­ ği bu sözü eskilerin tarihine viikıf olan kimse dile getiremez. Tevfik Allah'tandır.

[Giriş) 19

Hükümdarın Huzuruna Giriş Usulleri ve Bu Sırada Onun Yapması Gerekenler

[Soyluların Hükümdara Selam Verme ve HuzurdanAynlma Usulleri] Eğer hükümdarın huzuruna giren kişi soylulardan ve üst tabakaya men­ sup kimselerden ise hükümdarın onun ne çok uzağında ne çok yakınında durması ieap eder. Onu ayakta selamlaması gerekir. Hükümdar onu yanı­ na çağırırsa bu kişi ona yaklaşır ve eteğini öper. Ardından uzaklaşır ve ona benzer bir seviyede bekler. Kendisine oturması işaret edilince oturur. Eğer hükümdar onunla konuşursa kısık sesle fazla hareket etmeden cevap verir. Eğer konuşmazsa oturduğu yere iyice yerleşmeden, ikinci bir selam veya bir emir beklemeden oradan ayrılır.

[Orta Tabakanın Hükümdara Selam Verme ve HuzurdanAynlma Usulleri] Eğer huzura giren kişi orta tabakadan ise uzakta olsa bile hükümdar kendisini gördüğünde durmalıdır. Eğer onu yakınına çağırırsa üç adım ka­ dar yaklaşmalı sonra tekrar durmalıdır. Yine çağırırsa tekrar ilk seferki gibi yaklaşmalıdır. İşaret veya hareketinde hükümdarın yorulmasına itibar edilmez. Zira hükümdar bunu yaparken yorulsa bile bu karşısındaki kişinin hakkı ve ona göstereceği saygının icabındandır. Kişi ana kapıdan girmesi halinde hükümdarla yüz yüze gelir. Eğer sağ­ dan veya soldan bir giriş daha varsa, onunla yüz yüze gelmeyeceği tarafa yönelir ve meclise öylece girer. Ayakta hükümdara bakarak selam verir. Eğer cevap vermezse, selamına karşılık almadan ve hiç konuşmadan oradan ayrılır. Eğer hükümdar onun yaklaşmasını isterse, başını önüne eğmiş halde birkaç adım atar. Sonra kafasını kaldırır. Biraz daha yaklaşmasını isterse, HQkQmdann Huzuruna Giriş Usulleri 2 1

yine birkaç adım atar ve başını kaldırır. Sonunda hükümdar bir işaret veya hareketle ona durmasını söyler. Hükümdarın işaretini kestiği yerde ayakta bekler. Eğer oturmasını işaret ederse başını öne eğip oturur. Eğer onunla ko­ nuşursa sesini yükseltmeden, çok hareket etmeden ve güzelce dinleyerek ko­ nuşur. Hükümdar onun sözünü keserse kalkar ve gerisin geriye döner. Eğer dönerken yüzünü duvara veya bir geçide verebilirse bu şekilde çıkıp gider. Eğer kendisiyle hükümdarlık, reaya nüfusu, soy ve nesepte aynı seviyede bir kişi girerse hükümdarın kalkıp ona doğru gitmesi ve onu kucaklaması gerekir. Onun elini sıkar ve meclisinde yanına oturtur. Çünkü bunlar diğeri­ nin de ona karşı yapmakla yükümlü olduğu davranışlardır. Eğer hükümdar böyle davranmaz da onu küçük düşürürse kendisini ziyaret ettiğinde aynı muameleye maruz kalmayacağından emin olamaz. Eğer birbirlerine karşı yerleşik uygulama ve kurallara aykırı (haric ani'n-nevamis ve'ş-şerdi') dav­ ranışlarda bulunurlarsa hükümdarlar arasında anlaşmazlık çıkar ve bu ara­ larında kin, düşmanlık ve haset gibi kötü duyguların doğmasına sebebiyet verir. Bir devlet (memleke) için bütün bu sebepler bir araya geldiğinde savaş kapısı aralanır. Bu tür bir misafir huzurdan ayrılmak isterse ev sahibi hükümdar onunla birlikte kalkar, gözünün önünde binmesi için atını çağırtır. Misafir ata bin­ meden önce birkaç adım yürüyerek onu uğurlar ve adamlarına onun önün­ den gitmelerini emreder. İşte Sasanoğullarının hükümdarlık adab ve erkanı böyleydi. Babek oğlu Erdeşir de bu siyaseti izlemişti. Ancak Kisra Ebreviz bunu değiştirdi. Oğlu Şiruyeh de babasının yolunu takip etti. Başkalarının hükümdarın yanında uzun süre oturmamalarının hüküm­ darın misafir üzerindeki haklarından olduğunu söylemiştik. Eğer birisi bu konuda hataya düşmüş ve hükümdar ona gitme izni verdiği halde yerinden kalkmamışsa onun edebe ihtiyaç duyan bir kimse olduğu anlaşılır. Böyle bir şey olduğunda bu kişinin hükümdarı ziyaret etmesine aracılık eden kişi de hem ona hem kendisine zulmetmiştir.

22 Saray Adlbı

Hükümdarla Birlikte Yemek Adabı

[Hükümdarın Huzurunda.Az Yemek] Hükümdar birisiyle dostluk edip onunla birlikte yemek yediği zaman, o kişinin huzurda yemek sırasında yayılmaması gerekir. Çünkü böyle dav­ ranmak aşağıdaki kötü sıfatlan taşımak anlamına gelir: Bu durum kişinin oburluğunu gösterir. Edepsizlik ve kendini bilmezliktir. Durmadan el açıp sofraya uzatarak ve sürekli hareket ederek hükümdara karşı cüretkarlık yapmak anlamına gelir. Hükümdarla aynı sofrada iken çok fazla yemek yemenin bir anlamı yok­ tur. Ancak davetli kişi çok yemek için ziyafetlere gitmeyi adet haline ge­ tirmiş oburluklarıyla meşhur olmuş Meysere ve Hafs gibi kimselerden ise yapacak bir şey yoktur. Edepli insanların hükümdarın sofrasından nasibi, kendilerini yükselttiği bu mertebe ve onunla sohbet etme fırsatıdır. İbrahim b. es-Sindi [b. Şahek] 1 babasından şöyle nakletmiştir: Zamanın­ da Haşimoğullarından bir genç, [Halife] Mansı1r'un [ö. 1581771] huzuruna çıkmaya başlamıştı. Halife bir gün onu meclisine aldı ve öğle yemeğine davet etti. Yemekte ona "Yaklaş hadi!" dedi. Genç ise "ben yemek yedim" diye cevap vererek davete icabet etmedi. Rabi delikanlıya bir şey söylememişti. Ben ise gencin bu hatasının farkına varmadığını anladım. Ancak genç dışan çıkmak için kalkınca Rabi onu biraz bekletti. Perdenin arkasına geçince ensesine vurdu. Hacip bunu görünce bekçiler genci dövdüler ve evden dışan çıkardı­ lar. Delikanlının amcalarından bazılan oraya gelip Rabi'i Mansı1r'a şikayet ettiler. Mansur şöyle dedi: "Rabi mazereti olmadan böyle bir işe kalkışmaz. İsterseniz onu bırakın, isterseniz de ne olduğunu sorayım da sözünü dinle­ yin." "Ona sor" dediler. Müminlerin Emiri Rabi'i huzuruna çağırttı. O gelince adamlar olayı anlattılar. Rabi durumu şöyle izah etti: "Bu delikanlı uzaktan selam verip meclisi terk edecekti. Müminlerin Emiri onu yakından selam vermesi için çağırdı. Ardından sofraya oturmasını emretti. Ona bahşettiği es-Sindi b. Şiihek: Abbiisiler döneminde şurta teşkilatının başkanlığı yapmış devlet adamı­ dır.

HDkDmdarla Birlikte Yemek Adabı 23

bu yerin ağırlığına uygun olmayan bir şekilde delikanlı, yemeğe çağırılınca 'Ben yemek yedim' diyerek daveti geri çevirdi." Rabi şöyle ekledi: "Öyleyse söyleyin Müminlerin Emiriyle birlikte yemek yiyen kişi sadece açlığını bas­ tırmak için mi yer? Böyle bir adamı sözle değil sopayla doğrultmak lazımdı." Abdurrahman el-Harrani şöyle nakleder: İshak b. İbrahim'in davetine Ebred'in yeğeni Haşim ve en-Nakidi ile birlikte giderdik. Sofrasında otuz tür kuş olurdu. Tatlısı, ekşisi, sıcağı, soğuğu, sayılmayacak kadar çok olur­ du. Biz bütün bunlardan ancak bir kuşun yiyebileceği kadar yer, ekmeği tır­ naklarımızla bölerdik. "O sizi daha çok yemeniz için teşvik etmez miydi?" diye sordum. "Hayır, bunu yapsa bile biz öyle davranmazdık" dedi. Ardından ekledi: "Sofradan bir şeyler alabilmemiz için onun gözünden uzak olmamız gerekirdi." Hükümdarların huzurunda hiç kimsenin onların yemeğine göz dikmeme­ si gerekir. Aynca oradakiler karnını doyurup işlerine gitmek gibi bir amaç gütmemelidirler. Böyle bir şeyi ancak hükümdarın kardeşi, oğlu, amcası veya amcasının oğlu ile [diğer] aile fertleri düşünebilir. Yemekten sonra hükümdarla aynı mecliste kalıp nedimlik yapacak kişiye bu sofrada yediği miktar, bir gün yetmelidir. Çünkü o hükümdarın meclisinden istediği vakit ayrılamaz. Fars hükümdarları bir kişinin sofralarında açgözlü davrandığını görür­ lerse onu ciddiyet mertebesinden eğlence mertebesine indirirler ve artık ona tazim nazarıyla değil tahkir nazarıyla bakarlardı. Hükümdar bir kişiyi yemeğe davet ettiği zaman o kişinin edep sınırlarını aşmaması, nefsinin isteklerine kapılmaması lazımdır. Oburluklarıyla şöhret bulmuş kimseler edepli sayılmazlar. Hatta sürekli böyle davranırlarsa du­ yarlılık sıfatını kaybederler. Hükümdarlar birisinin önüne yemek koydukları zaman ona ikram olsun diye bunu yapmışlardır. [Aynca] iştahını kabartan yemekleri görünce misa­ firin kendini zapt edip edemediğini kontrol etme amacını gütmüş olabilirler. Bilmez misin ki, Muaviye b. Ebı1 Süfyan, Hz. Hasan'ın önüne bir tavuk koymuştu. Hz. Hasan onu parçalayınca Muaviye ona bakıp "Aranızda bir düşmanlık mı vardı?" diye sormuştu. Bunun üzerine Hz. Hasan "Hayırdır, annesiyle aranda bir akrabalık mı vardı?" diye karşılık vermişti. Bu söz birbirlerine karşı ikisinin kalplerinde bulunan kırgınlığı göstermek­ tedir. Zira Muaviye bu sözü tavuğa çok fazla değer verdiği için söylememiştir. Böyle bir şey nasıl olabilir? Muaviye ülkesinin vilayetlerine, valilerine, Irak'ta bulunan Ziyad [b. Eb'ih]'e fakirleri ve ihtiyaç sahiplerini doyurmasını emretmiş, her gün Şam ordusunun önde gelenlerine taksim edilecek kırk sofra kurulmasını söylemiştir. 24 Saray Adibı

Her halükarda hükümdarın meclisine tazim etmek lazımdır. Sofrada eli her tarafa uzatmak, oburluk göstermek, tıka basa doymaya çalışmak saygı­ sızlıktır. Babek'in oğlu Erdeşir'den Yezdicerd'e kadar Acem hükümdarları bu anlayışı sürdürmüşlerdir. Anlatıldığına göre, Sasani Devleti'nin baş kadısı (mobez) ölünce Sabur-i Şahpur'a İstahr bölgesinden ilim, zühd ve güvenilirliği bakımından bu işe layık bir kişinin adı söylenmişti. Hükümdar haber gönderip o adamı yanına çağırdı. Adam huzura girince yemek istedi ve adamı davet etti. Adam yakla­ şıp sofraya oturdu. Sahur bir tavuk alıp ikiye böldü. Yansını kendi önüne ya­ rısını ise adamın önüne koydu. Sonra ona yemesini işaret etti. Midesini diğer yemeklerle karıştırmamasını, bunun daha hafif olduğunu söyledi. Kendisi de tavuğun diğer yansını aldı ve yiyebileceği kadar yedi. Adam Sabı1r'dan önce yemeği bitirmişti. Sonra elini başka bir yemeğe uzattı. Bu sırada Sahur onu gözlüyordu. Sofra kaldırılınca ona "Hemen veda edip ülkene git" dedi. "Ata­ larımız, eski hükümdarlanmız şöyle derdi: "Hükümdarın önünde yemeğine saldıran kişi halkın mallarına daha çok düşkün olur." Bu adam ise [sofraya] kendisi için getirilenle yetinmemişti. Hükümdar yemek yerken hiç kimse ona bakmamalı ve onunla aynı taba­ ğa el uzatmamalıdır. Hükümdarlık kurallarından biri de sofrada herkesin önüne, hükümda­ rın önündeki yemeklerin aynısının konulmasıdır. Hükümdar başkalarından ayn bir yemek yemez. Çünkü böyle bir davranış hükümdarın sadece kendi­ sini düşündüğünü gösterir. Hükümdarın reayası üzerindeki haklarından biri de onun huzurunda ya­ kınlarından hiç kimsenin ellerini yıkamamasıdır. Bunu ancak makam, mev­ ki ve soy sop bakımından ona denk olan kişiler yapabilir. Bunların yapması gerekenleri yukarıda beyan etmiştik. Hükümdarın herkese, toplumun her tabakasına hakkını vermesi onun adaletinin göstergesidir. O, tavır ve davranışlarında adalet yolunu takip et­ melidir. Bunu, kendisine riayet etmesi ve sıkı sıkı sarılması gereken farz ve nafile ibadetleri yerine getirirken uyduğu ilahın dinine bağlılığı derecesinde yapmalıdır. İnsanlara bol bol iyilik etmeli, yiyecek içeceklerini esirgememeli ve böylece yöneticiler, orta seviyedeki insanlar ve halkın geneli arasında bir denge kurmalıdır. Hükümdarın uyması gereken kurallar reayanınki gibi değildir. Kendile­ rine has hususlarda hükümdarlara benzemek mümkün değildir. Dost ve aile ile birlikteyken reayanın çok yemek yemesi adettendir. Ancak hükümdarlar bu vasfa sahip değildirler. Çok yemekten her zaman müstağni olurlar. Hükümdarın haklarından biri yemeği bitirdiği zaman herkesin sofradan kalkmasıdır. Bir duvar veya başka bir şeyle misafirlerle onun arasına bir HQkOmdarla Birlikte Yemek Adabı 25

engel konur. Hükümdar tekrar meclisine girmeyi istediğinde onların gör­ meyeceği bir şekilde sofradan kalkar. Onlarla oturmak istediğinde ikinci bir izinle onun huzuruna girerler. Hükümdarlık kurallarından birisi onun elini sildiği mendilin yüzünü sildiği mendil gibi bembeyaz ve tertemiz olmasıdır. Bir kere kullanınca bu mendil yıkanmadan kendisine tekrar verilmez. Hükümdarın haklarından biri de kimsenin yemek sırasında ciddi veya şaka yollu hiçbir şekilde konuşmamasıdır. Eğer hükümdar konuşmaya baş­ larsa kendisine karşılık verilmemeli, sadece itaatkar bakışlarla onun sözü dinlenmelidir. Sasanoğulları hükümdarlarının adetleri gereği kendilerine sofra takdim edildiğinde yemek bitene kadar ağızlarından tek kelime çıkmazdı. Konuş­ mak zorunda kaldıklarına anlatmak istediklerini işaretle bildirirlerdi. Bu adetle ilgili olarak şöyle derlerdi: Alemin varlığı ve bekası yemekler sayesindedir. İnsanın yemeği sırasında aklını yormaması, ruhunu ve uzuvla­ rını meşgul etmemesi lazımdır. Böylece her bir uzuv yemekten payım alır ve beden ve kalpteki hayvani ruh ile karaciğerdeki istekler tamamen gıdalamr. İnsan tabiatı onu kabul eder. Yemek yerken konuşmamanın onların adetlerinde (ayin) pek çok fazileti vardı. Kitabımızın sahasına girmediği için biz bunları dışarda bıraktık. Muhaddislerden biri bana şöyle bir haber nakletti: Emirlerden biri, -Bi­ lal b. Ehi Bürde olduğunu sanıyorum- Ebü Nevfel el-Can1d b. Ebi Sebre'ye şöyle demişti: "Abdulala [b. Abdullah b. Amir b. Küreyz el-Kuraşi]'nin yanın­ dayken ne yapıyorsunuz?" Adam şöyle cevap verdi: "En güzel şeyleri görüp işitiyoruz. Ardından huzuruna bir aşçı geliyor ve önünde duruyor. Abdülalıl ona "Neyin var bugün?" diye soruyor. Aşçı da "Şu çeşit yemek, şu çeşit tavuk, şu çeşit tatlı var" diye anlatıyor. Bilal bunları dinledikten sonra "Bunu neden öğrenmek istiyor ki?" diye sordu. Ona şöyle cevap verdi: "Herkesin istedi­ ğini getirmek için." Sonra Abdulala'ya sofra getirilirdi. İlk seferinde biraz atıştırır, hafifçe oturur, sonra iyice yerine kurulur ve yemeğe devam ederdi. Bunun sonunda biraz doysa bile ardından kurt gibi acıkır ve kıtlıktan çıkmış gibi yerdi. Bu haberde adı geçen Caı1d şöyle demiştir: Sirke balı nasıl bozarsa kötü ahlak da ameli öyle bozar.

26 Saray Adibı

Nedimlik

[Nedimlerin Mertebeleri] Hükümdarın erdemlerinden birisi de [kendileriyle birlikte oturduğu] ne­ dimlerini farklı grup ve mertebelere ayırması, bazılarına hususi bazılarına umumi alaka göstermesi, bazılarının mevkilerini yükseltip bazılarınınkini alçaltması ve böylece onları çeşitli kısım ve derecelere ayırmasıdır. Görüyoruz ki, hükümdar düşük seviyeli kimseye oyun ve eğlencesi, cesur kimseye cesareti (be's), mizah düşkünü kimseye nükteleri (hikayat), abid ve zahit kimseye nasihat ve öğütleri için muhtaçtır. Ciddi ve akil insanlara ihti­ yacı olduğu gibi coşan ve coşturan insanlara da ihtiyaç duyar. İlminde derin bilgi sahibi alimin dostluğuna da gereksinimi vardır. Hükümdarların adeti, kendilerinin huzuruna her tabakadan insanın gelmesidir. Çünkü onlar da gah ciddi gah neşeli olurlar. Bazen gülüp eğle­ nir, bazen düşüncelere dalarlar. Bazen oyuna, bazen öğüt ve nasihate ihti­ yaç duyarlar. Eşraf ve ulema dışında bu grupların her biri, hükümdar katında bazen yükseltilir bazen alçaltılır. Kimi zaman kendilerine ihsanlar ve atiyyeler su­ nulur, kimi zaman da bundan mahrum bırakılırlar. Hükümdara bağlı kal­ dıkları ve bunun hakkını yerine getirdikleri sürece onlarla görüşme sırasında mertebeleri yüksek tutulmalı ve kendilerine adaletle muamele edilmelidir. Hükümdarın yanında oturan kişiler onun meclisinden ancak hacet gör­ mek için ayrılabilirler. Bir kişi sıkıştığı zaman hükümdara bakar, eğer hü­ kümdar sessiz kalırsa onun önünde kalkar ve ona tekrar bakar. Eğer hü­ kümdar kendisine nazar ederse ihtiyacını görmeye gider. Döndüğü zaman oturulması işaret edilene kadar hükümdarın önünde ayakta bekler. Oturdu­ ğu zaman iyice yerleşmez. Hükümdarın kendisine tekrar bakması oturduğu yere yerleşmesi için bir izindir. Sohbet meclisine gelen kişinin içtiği şeyin nitelik ve niceliğini belirleme hakkı yoktur. Bütün bunların kararı hükümdara aittir. Ancak kendisine adil ve insaflı davranmasını rica edebilir. Hükümdar onun gücünü aşacak şeyler Nedlmllk 27

emretmez. Yoksa adalet terazisi şaşmış, doğruluk sının aşılmış olur. Zira bir canı kurtarmaya yol bulunabiliyorken onu yok etmeyeceğinden emin olmak lazımdır. Mutlu (sa'ld) hükümdarın bir diğer adeti, kendini nasıl ihya etmeye ça­ lışıyorsa yakınlarını da öyle ihya etmeye gayretli olmasıdır. Çünkü hüküm­ darlığının düzeni ancak onlar sayesinde sağlanır. Artık nedimlerin ve şarkıcıların üç tabakasını söylememizin yeri gelmiş­ tir. Onların mertebeleri Kitabü'l-Eğanı'de sayılmış olsa da burada da zikre­ dilmesi gereklidir. Çünkü bu konu da hükümdarın ahlakına dahildir. Söze Acem hükümdarlarıyla başlayalım. Çünkü onlar bu mevzuya ait kurallan ilk kez koyan kimselerdir. Biz hükümdarlık kurallarını, hükümdarın maiyetinin, ekabir, eşraf ve halkın tertibini, halkı yönetme siyasetini, her bir tabakaya kendi payını verme ve her birini kendi gibi olanla yetinir hale getirme sanatını onlardan öğrendik. Nedimleri ilk kez bir düzene koyan, onları yönetme işini kurala bağlayan Bil.bek oğlu Erdeşir, onları şu üç tabakaya ayırmıştır: [1] Soylu süvariler ve prensler ilk tabakadadır. Bunların meclisi hüküm­ darın örtüsünden on arşın ötede olmalıdır. [2] Ardından ikinci tabaka gelir ki onların oturdukları yer de ilk tabaka­ dan sonra on arşın uzaktadır. Bunları hükümdarın nedimleri, şeref ve ilim ehlinden sohbet arkadaşları oluşturur. [3] Ardından üçüncü tabaka gelir ki, onların oturdukları ikinci tabaka­ dan on arşın öteden başlar. Bunlar komiklik yapan hokkabazlar, oyun ve eğlenceyle uğraşan kimselerdir. Bu üçüncü tabakadan da aslı bozuk, seviye­ siz, uzuvları eksik, aşın uzun veya çok kısa, sakat, kusurlu, anası babası bel­ li olmayan, dokumacılık, hacamatçılık gibi matah olmayan işlerle uğraşan kimselerin çocukları, gaybı dahi bilseler, orada bulunamazlar. Erdeşir şöyle derdi: "Bir hükümdar için basit kimselerle birlikte otur­ maktan, seviyesiz kimselerle konuşmaktan daha zararlı bir şey yoktur. Çün­ kü insanın mizacı ancak şerefli, edepli, soylu kimselerle konuşunca düzelir. Düşük seviyeli ve karaktersiz kimselerle bir araya gelince ise bozulur, ona zarar verir ve erdemlerini ortadan kaldırır. Bu durum şuna benzer: Rüzgar güzel bir koku getirdiği zaman nefsin kendisiyle canlılık bulduğu, uzuvların güçlendiği hoş bir hal olur. Kötü bir koku getirdiği zaman ise nefsi acı duydu­ ğu, etrafındaki her şeye tam anlamıyla zarar veren bir hale sürüklemiş olur." Erdeşir, insanları dört kısma ayırmış ve her bir tabakayı şöyle belirlemiştir: 1

Birincisi hükümdarların neslinden gelen yiğit şövalyelerdir. İkincisi abidler ve Mecusi tapınaklarındaki din adamlarıdır. 28 Saray Adabı

·

Üçüncüsü tabipler, katipler ve müneccimlerdir. Dördüncüsü, çiftçiler, meslek erbabı ve benzerleridir. Erdeşir şöyle demiştir: "Devletlerin el değiştirmesi ve krallıklann yıkı­ ma uğramasını en çok hızlandıran sebep farklı toplum tabakaları arasında gelişigüzel geçişler olmasıdır. Böyle bir durumda düşük seviyeli kimse soylu ve şerefli bir kimsenin mertebesine çıkarken, soylu ve şerefli kimse düşük seviyeli kimsenin seviyesine iner." (Hükümdann meclisinde) prensler ve soylu süvarilerden oluşan birinci tabakanın hemen karşısında musikişinaslar ve şarkıcılar bulunur. Bunlar ortaya bir çizgi çekilse onların tam hizalannda bulunurlar. Hükümdarın nedimleri ve yakınlanndan oluşan ikinci tabakanın karşı­ sında ise ikinci sınıf müzisyenler yer alırlar. Hokkabaz ve meddahlardan oluşan üçüncü tabakanın karşısında ise çal­ gıcılar vardır. Usta çalgıcılar sadece usta şarkıcılara çalarlar. Eğer hüküm­ dar bunun aksini emrederse ona müracaat eder ve durumu bildirirler. Acem hükümdarları çoğunlukla şarkıcıya ancak onunla ayru seviyedeki bir çalgıcının eşlik etmesini emrederlerdi. Alt tabakadan birisini üst tabaka­ ya çıkarmak adetlerinden değildi. Ancak hükümdar çok içip sarhoş olur ve ikinci veya üçüncü tabakadan bir çalgıcıya birinci tabakadan bir şarkıcı için çalmasını emrederse, çalgıcı bu emri dinlemezdi. Hizmetçiler ona yelpaze ve küçük sopalarla vursalar bile "Hükümdann emriyle sopa yiyecek olsam da biliyorum ki, o ayıldığı zaman haddimi bilip sınırı aşmadığım için benden hoşnut olacaktır" diyerek özrünü bildirirdi. Erdeşir, içki içerken ve nedimleriyle sohbet ederken söylediği sözleri kay­ detmeleri için sürekli meclisinde bulunan iki zeki genç katip tutmuştu. Birisi tekrarlar, diğeri ise söylenenleri harfi harfine yazardı. Bunu sadece hüküm­ dar sarhoş olunca yaparlardı. Sabah olup hükümdar yüzünden örtüyü kal­ dınnca katip, o uyuyana kadar meclisinde neler söylediğini ona okurdu. İşte bir gün ona çalgıcıya verdiği emri ve onun bu emre nasıl karşı geldiğini oku­ du. Erdeşir bunun üzerine hemen bahsi geçen çalgıcıyı çağırdı ve ona büyük bağışlarda bulunarak şöyle dedi: "Çok doğru yapmışsın, çünkü hükümdar sana verdiği emirde yanılmıştı. İşte doğru davranışının karşılığı budur. Ceza ise hata edene verilir. Bana verilecek ceza ise bugün sadece arpa ekmeği ve peynir yemek olsun." Gerçekten de Erdeşir o gün başka bir şey yememişti. Hükümdarın bu davranışı ancak onların kurallara bağlı kalmaları ve ge­ rekli tedbirleri almaları için bir teşvikten ibarettir. Acem hükümdarları, Yezdecird oğlu Behramcı1r'un saltanatına kadar bu adetlerine bağlı kaldılar. o ise eşrafın, hükümdarlann neslinden gelenlerin ve ateşgedelerde kalan rahiplerin mertebelerini olduğu gibi bırakıp, nedim Nedimlik 29

ve şarkıcılardan oluşan iki tabakayı eşitledi ve -en alt seviyeden olsalar bile- kendisini coşturanların mertebelerini yükseltti. İsteklerini yerine ge­ tirmeyenleri ise ikinci dereceye aldı. Böylece Erdeşir'in şarkıcılar ve soytarı­ lara dair koyduğu düzenlemeyi bozmuş oldu. Kisra Enı1şirvan'ın hükümdar­ lığı elde etmesine kadar durum böyle devam 1ltti. O ise her tabakayı [daha önceden] olduğu yere tekrar yerleştirdi. Babek'in oğlu Erdeşir'den Yezdecird'e kadar Acem hükümdarlarının hep­ si nedimlerinden bir perde ile gizlenirlerdi. Onlarla ilk tabakalar arasında yirmi arşın mesafe olurdu. Çünkü perdenin hükümdara uzaklığı on arşın, ilk tabakanın perdeye uzaklığı yine on arşın idi. Perdeyi korumakla görevli olan kişi süvarilerden "Hürrem Baş" adında bir adamdı. Bu adam ölünce yerine süvari neslinden bir başkası geçirildi. Ona da "Hürrem Baş" denildi. Hükümdar nedimlerinin yanında oturduğu vakit bir adama saraydaki yüksekçe bir yere çıkmasını ve hazır bulunan­ ların hepsinin duyabileceği bir sesle "Ey lisan! Başını koru, çünkü bu gün sen hükümdarların hükümdarının meclisinde oturuyorsun" diye ilan edip inmesini emrederdi. Hükümdarın eğlence meclislerinde işte böyle yaparlardı. Hiç kimse o mec­ liste perde hareket ettirilene kadar ağzını açmaya, hayır veya şer bir şeyler söylemeye cüret edemezdi. Bu işin görevlisi çıkar, kendisine emir gelince onu uygulardı. "Ey falan! Sen şöyle yap. Falanca sen de şu şarkıyı söyle" derdi. Eşraftan, ekabirden ve hükümdarların çocuklarından, kardeşlerinden, amcalarından, amcaoğullarından ve en alt tabakadan oluşan gruplar hepsi aynı şekilde önlerine bakar, sessizce oturur, başında kuş varmış gibi durup çok az hareket ederlerdi. Kızıl Erdevan hükümdarlığı devralana kadar Acem hükümdarları bu ge­ leneği sürdürdüler. O ise şöyle diyordu: "İçinizden ihtiyacı olanlar, onu kü­ çük bir kağıda yazsın ve ben gitmeden onu kaldırıp bana ulaştırsın. Böylece orada yazanı iyice anlarım ve aklım fikrim yerindeyken onun isteğini karşı­ larım." Bunun dışında bir vakitte bir şey talep eden olursa boynu vurulurdu. Bu adeti çıkaran oydu. İsteyeni geri çevirmez, bir şey istenmeden kendisi vermezdi. Behramcı1r'a kadar hal böyle devam etti. O ise nedimlerine şöyle derdi: "Coşup ciddiyeti elden bıraktığımı gördüğünüz zaman benden ihtiyaçlarınızı talep edin." Bu iş için perdedarı vazifelendirirdi. O sarhoş olduğu zaman, insanlar talep kağıtlarını uzatıyorlar, perdedar onları alır ve kendisine ge­ tirirdi. Onları eliyle alıp buruşturup bir kenara atar içine hiç bakmadan "ne yazıyorsa hepsini yapın" derdi. Belki bir gecede ikta, borç ödeme, yardım taleplerine bir milyon hatta daha fazlası veriliyordu. Tabii ki, bunu sürekli yapmazdı. 30 Saray Adabı

Eğer birisi kağıdında kendisi için uygun olmayan -normal şartların dışı­ na çıkan ve aşın olan- bir istekte bulunursa onun bu ihtiyacı karşılanmaz ve o kişi edepsiz sayılırdı. Bundan sonra da kendisinden asla talep kağıdı alınmazdı. Yezid b. Abdülmelik hükümdar olana kadar Acem ve Arap hükümdar­ larının bu adetlerinde bir şey değişmedi. o ise üst tabaka ile alt tabakayı birbirine kattı. Mertebelerin bölümlerini bozdu. Eğlenceyi seven tabiatı ona galip geldi. Hükümranlık kanunlarını hafife aldı. Meclisindeki nedimlere ko­ nuşma, gülme ve kendisine cevap verme hakkı tanıdı. O şaka yollu da olsa yüzüne karşı kınanan ilk halife olmuştur. İshak b. İbrahim'e şöyle dedim: "Emevi halifeleri nedimlerine ve şarkıcı­ larına görünürler miydi?" Şöyle cevap verdi: Muaviye, Mervan, Abdülmelik, Velid, Süleyman, Hişam ve Mervan b. Muhammed dönemlerinde onlar ile nedimleri arasında bir perde bulunurdu. Nedimlerin hiçbiri halifenin ne yaptığını göremezdi. Bir şarkıyla neşelense, hareketlense, dönse, yürüse, omuzlarını sallasa, kalkıp oynasa, hatta üstünü çıkarsa bile onu yakınındaki cariyeler dışında gören olmazdı. Ses perdenin arkasına gidecek kadar yükselirse perdedar "Yeter artık ey cariye! Bırak!" diyerek nedimlerin bu işi yapanın cariye olduğunu sanmalarını sağlardı. Diğer Emevi halifeleri nedimlerin ve şarkıcıların yanında raks etmekten, çıplak durmaktan çekinmezlerdi. Buna rağmen onlardan hiçbirisi Yezid b. Abdülmelik ve Velid b. Yezid kadar nedimlerin yanında zevk ve sefaya düş­ kün değildi. Bu ikisinin ne yaptıkları hiç umurlarında olmazdı. Dedim ki: "Peki Ömer b. Abdülaziz nasıldı?" Şöyle cevap verdi: Hilafeti alıp bu dünyadan göçene kadar onun kulağına hiç musiki nağ­ mesi girmemiştir. Ama bundan önce müzik dinlerdi. Kendisinden sadece iyi davranışlar görülmüştür. Belki eliyle alkışlamış, yatağında dönmüş, ayakla­ rıyla tempo tutmuş ve eğlenmiş olabilir. Ama sevinci ve eğlenceyi azgınlığa asla dönüştürmemiştir o. "Peki, bizim halifelerimiz nasıldır?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: Ebü'l-Abbas ilk günlerinde nedimlerin yanına çıkardı. Ama bir yıl sonra o da perde arkasına çekildi. Bunu ona Üseyd b. Abdullah [el-Huza'i] söylemiş­ ti. Müzikle coşar, sevinir ve perde arkasından "Aferin, Çok güzel söyledin. Hadi bir kere daha söyle" diye bağırırdı. Şarkı tekrar edilirdi. Her seferin­ de "Aferin!" derdi. Kimsede bulamayacağın bir huyu vardı. Onun huzuruna gelen nedim, şarkıcı veya hokkabaz az veya çok mutlaka bir harçlık veya hilat ile ayrılırdı. Bu gün yapacağı iyiliği yarına ertelemezdi. Şöyle derdi: "Bir insanı sevindirmek için acele etmeyen kişiye şaşarım. Alacağı sevabı er­ telemeye ve vaatlere kaptırır." Her gün ve gece böyle meşgul olurdu. Herkes onun huzurundan sevinçli ayrılırdı. Kendisinden önce ne Arap ne de Acem Nedimlik 3 1

hükümdarları böyle yapabilmiştir. Ancak Behramcur'un yaptıklarının buna yakın olduğu anlatılır. Ebu Ca'fer el-Mansur ise hiçbir nediminin yanına çıkmazdı. Kimse onu su dışında bir şey içerken görmemişti. Onunla perde arasında yirmi arşın, nedimler ile perde arasında da benzeri mesafe bulunurdu. Şarkı söylendiği zaman bu onu eğlendirirdi. Cariyelerden biri perdeyi sallar, perdedar bunu görür ve "Ona Aferin! Allah iyiliğini versin de" diye tembih ederdi. Mansur zaman zaman alkışlar tutardı. Ara sıra meclisinden kalkar bazı kadınlarının odasına girerdi. Nedimlerine veya başkalarına hiç para saçmamıştır. Divan­ da onun bir sicili olurdu. Eğlence ve oyun meclisine gelen kimseye bir karış bile toprak vermemiştir. Herhangi birisine bir şey vermişse bunu mutlaka kaydeder ve yirmi sene geçse de bunu hesap edip söylerdi. Ebu Ca'fer el-Mansur şöyle derdi: "Kim kendisine yapılana benzer bir şeyi yaparsa üzerine düşeni yerine getirmiş olur. Bunu fazlasını yapan ise fazla­ dan teşekküre layık olur. Böyle bir kimse cömert demektir. Başkasına yaptı­ ğı bir iyiliği aslında kendine yaptığını bilen kişi insanların şükran ve minnet duygularını kazanmada ağırdan almaz, onların sevgilerini kendisi için fazla görmez. Öyleyse aslında kendine vermiş olduğun ve ırzını muhafaza ettiğin şeyler ile başkasının teşekkürünü arama. Bil ki senden bir şey isteyen kişi isterken yüzsuyunu dökmüştür, sen de onu reddederek bunu yapma." Benzer şekilde Mehdi de hilafetinin ilk döneminde Mansur gibi bir sene nedimlerine görünmedi. Sonra görünmeye başladı. Bunu sebebini soran Ebu Avn'a şöyle cevap vermişti: "İşte sana benden cevap, be cahil herifl Bu işin tadı insanların yüzlerindeki sevinci ve bana sevinç veren kişileri görmededir. Perdenin arkasında durmanın ne yaran var? Nedimlerim ve kardeşlerime görünmek sadece onlara kendimi göstererek benim onları görerek aldığım keyif gibi bir his vermek anlamına gelse bile bunu onlar için büyük bir şans sayardım." O, fazlasıyla iyilik ve ihsanda bulunur, herkese bol bol verirdi. Huzuruna gelip de zengin olmayanlar azdır. Halim selim, iyi geçimli, hoş soh­ bet bir kişiydi. Bir nedimden bıksa da onu ancak zaruret halinde terk ederdi. Sohbetlerinde sabırlı, güler yüzlü ve kimseye eziyet vermeyen bir kişiydi. el-Hadi ise geçimsiz, tahammülsüz, kötü zan besleyen bir kişiydi. Onun bu huylarını bilip de bunlara tahammül edebilen kişilerden zengin olmayan azdır. Bir kişinin konuşmaya isteklerini söyleyerek başlamasından hiç hoş­ lanmazdı. Şarkıcılara para verilmesini emreder ve eğer biri "Bana hiçbir şey ver[il]medi" derse günler sonra bu kadar daha para verirdi. Anlatıldığına göre Halife el-Hadi bir gün yanında Cami, İbrahim el­ Mevsıli ve -yanına ilk kez giren ve usta bir musikişinas olan- Muaz b. et­ Tabib varken "Bugün beni kim coşturursa hükmünü kendi versin" demişti. 3 2 Saray Adain

Cami ona bir şarkı söylemiş ama onu coşturamaınıştı. Ardından İbrahim onun ne düşündüğünü anlayıp Ey Küçük Selma! Kader getirdi bizi bir araya. Nerede şimdi

o

acaba, nerede acaba!

[cümleleriyle başlayan] bir şarkı söyledi. el-Hadi coştu ve oturduğu yerden kalktı. Yüksek sesle "Allah için, hayatım için, bir kere daha oku" dedi. İbra­ him şarkıyı tekrar okudu. Ardından halife "Dostumsun, hadi ver hükmünü" dedi. İbrahim: "Ey Müminlerin Emiri! Abdülmelik b. Mervan'ın Medine'deki bostanı ve pınannı istiyorum" deyince halifenin gözleri döndü, öfkesinden iki kor ateş gibi oldu. "Utanmaz herif! Milletin diline beni coşturduğunu, sana hediyeni seçme hakkı verdiğimi ve bu kıymetli araziyi bağışladığımı mı dolamak istiyorsun? Aklını başından alan şu gafletin olmasaydı gözlerini taşıyan kelleni hemen burada alırdım" dedi. Bir süre sustu. İbrahim "Ölüm meleği Azrail'i onunla aramda görmüştüm. Onun emrini bekliyordu" demiş­ tir. Sonra İbrahim el-Harrani'yi çağırdı ve "Bu gafili al, beytülmale götür. İstediği kadar alsın". Harrani elimden tutup beni beytülmale götürdü. "Ne kadar alacaksın?" diye sordu. "On bin dirhemlik yüz sandık" dedim. "Bırak da halifeye bir sorayım" dedi. Ben "Doksan tane alayım" dedim. "Bırak da sorayım" deyince ben "Seksen tane olsun" dedim. Yine "Olmaz" deyip sormak istedi. Onun amacını anladım ve dedim ki "Tamam yetmişini kendime otu­ zunu sana alayım". "Peki, istediğin gibi olsun" dedi. Yedi yüz bin dirhemle oradan aynldım. Ölüm meleği de evden gitti. Şöyle devam etti: Harun er-Reşid, Ebı1 Cafer el-Mansur'un huyundandı. Verdiği ihsanlar, bağışlar ve hilatler dışında onu örnek alır, bu konularda ise Ebü'l-Abbas ve Mehdi'nin davranışlanna uyardı. Onun sadece su içerken görüldüğünü söy­ leyen kişi yalan söylemektedir. Onun içki meclisine sadece has cariyeleri gi­ derdi. Bazı şarkılarda coşar bazen orta yollu hareket de ederdi. Abbasi halifeleri içinde şarkıcılara Babek oğlu Erdeşir ve Enuşirvan gibi çeşitli mertebe ve tabakalar veren odur. İbrahim [el-Mevsıli], [İsmail Ebü'l­ Kasım] İbnü'l-Cami' ve Zelzel [Mansfu ed-Darib] birinci tabakadaydılar. Zel­ zel ritim tutar diğer ikisi onunla şarkı söylerdiler. İkinci tabaka, Süleym b. Selam [Ebu. Ubeydullah el-KU.fi], Amr el-Gazzal ve benzerleri idi. Üçüncü tabakayı çeşitli sınıflanyla çalgıcılar oluştururdu. Mertebelerine göre ödüllerini ve harçlıklannı alırlardı. Eğer birinci tabaka­ dan bir kişi büyük bir mal ve mülk edinmişse aynı tabakadaki diğer iki arka­ daşına ve alttaki tabakalara da pay ayınrdı. Diğer iki tabakalardakiler ise böyle bir ihsana nail olurlarsa üst tabakadan kimse onlardan bir dirhem bile istemez, hatta böyle bir şeye cesaret bile edemezdi. Nedtmlik 33

Şöyle demiştir: Günün birinde Harun er-Reşid çalgıcı Bursum'a sormuş ve "Ey İshak.! Söyle bakalım, İbn Cami' hakkında ne dersin?" demiş. O da ba­ şını sallamış ve "Kutrabbul 1 şarabı gibi, adama akıl verir sonra aklını başın­ dan alır" diye cevap vermişti. Ardından "Peki ya İbrahim el-Mevsıli hakkın­ da ne dersin?" diye sorunca "İbrahim, şeftali, armut, elma, diken ve harnup dolu bir bahçeye benzer" demişti. Reşid tekrar "Peki Süleym b. Selam için ne diyorsun?" diye sorunca "Kınası ne güzeldir" diye karşılık vermişti. "Peki ya Ömer el-Gazzal için ne dersin?" deyince "Parmaklan ne güzeldir" demişti. Mansfir ez-Zelzel Allah'ın ud çalma konusunda en büyük mahareti ken­ disine bahşettiği kimselerden biridir. Ud[un tellerine] vurduğu zaman Ahnef veya bütün ömründe kendini halim selim sanan kişi bile kendini tutamayıp coşar. İbrahim [el-Mevsıli] şöyle anlattı: Bir gün Zelzel ritim tutarken ben şar­ kı söyledim. Beni hataya düşürdü. Perdedara "Vallahi o hata yaptı" dedim. Perdedar perdeyi kaldırdı ve Müminlerin Emirinin "yanlış yaptın" dediğini bildirdi. Zelzel bu duruma çok içerledi ve şöyle karşılık verdi: "İbrahim! Beni hatalı mı görüyorsun! Ben daha şarkıcı ağzını açmadan ne söyleyeceğini, na­ sıl söyleyeceğini bilirim. Hal böyleyken beni hatalı mı buluyorsun." Perdedar onun bu sözlerini Reşid'e iletti. Reşid "Doğru söyledin. Sen söylediğin gibi­ sin. İbrahim ise yalan söyledi ve hata etti" diye sözünü sürdürdü. İbrahim anlatmaya devam etti: Bu durum benim çok zoruma gitti ve canımı sıktı. Perdedar'a "Müminlerin Emirine söyle: Efendimiz! Fars topraklarında Sü­ neyd adında bir adam vardı. Allah ondan daha maharetli bir ud sanatkarı yaratmamıştır. Eğer Müminlerin Emiri onu buraya getirirse maharetini gö­ recektir. Ben de onunla birlikte şarkı söylerim. Zelzel meddahlar ve maymun oynatıcıları gibi benimle oyun oynuyor." Reşid, Fars diyarına haber salıp o adamı getirtti. Bu durum Zelzel'i çok endişelendirip üzmüştü. Farslı adam geldiğinde onu alıp meclisimize getirdik. Akort edilmiş udlar getirdiler. Ha­ lifenin meclisinde böyle yapılırdı. Birisine ud verilmeden önce mutlaka akort edilmiş olurdu. Böylece müzisyen akort işiyle uğraşmazdı. Farslının udu önüne konulunca Mansfir-i Zelzel ona baktı. Yüzü aydınlandı ve rengi par­ ladı. Adam uda vurdu ve İbrahim onunla birlikte bir şarkı söyledi. Perdedar Zelzel'e "Haydi Mansur! Sen çal" dedi. Zelzel uda vurunca adam izin alma­ dan yerinden sıçradı, Zelzel'in başını elini öpmeye başladı. "Senin gibisi, kurbanın olayım, aşağı görülmez, çalıştırılmaz. Senin gibisine tapılır" dedi. Reşid onun bu sözüne çok şaşırdı ve Zelzel'in Farslı'ya üstünlüğünü anlamış oldu. Adama bahşiş vererek ülkesine gönderdi.

Bağdat civanndaki bir yerleşim yeri. (editörün notu)

34 Saray Adibı

Mansı1r-i Zelzel en cömert insanlardandı. Kendilerine zekat verilecek ka­ dar fakir olan bir topluluğun yanında yaşadı. Kendisi henüz hayattayken birlikte yaşadığı bu insanlar zekat verebilecek duruma geldiler. İshak Bersfun ikinci tabakada idi. Şöyle demiştir: Çaldığı bir parça Reşid'in çok hoşuna gitmişti. Perdedar ona "İshak İbn Cami'in şarkısını bir kez daha çal" dedi. İshak "Çalmam" deyince "Müminlerin Emiri sana emre­ diyor da yapmıyor musun!" diye cevap verdi. Bunun üzerine "Eğer üst ta­ bakadan birisine çalacaksam üst tabakaya çıkarılmam gerekir, ama ikinci tabakada kalıp ilk tabakadaki birine çalmaya gelince bunu yapmam" dedi. Bunun üzerine Reşid "Onu ilk tabakaya çıkart" diye emretti. Kalkınca on­ ların meclisindeki halının verilmesi söylendi. Böylece İshak üst tabakaya çıkarılmış oldu ve iki bin dinarlık halıyı aldı. Onu evine götürdüğünde anne­ si ve kız kardeşleri sevindiler. Annesi düzgün konuşamayan bir Nabatlıydı. Bersfun bir gün bir ihtiyacını karşılamak için evinden çıkmıştı. Komşuları onun başarılarından dolayı annesini tebrik etmek ve dua etmek için evlerine gelmişlerdi. Annesi, eline bir bıçak almış ve gelen herkese halıdan bir par­ ça kesip vermişti. Halının büyük kısmı gitmişti. Bersfun eve gelince halının bıçakla parçalanmış olduğunu görmüş ve "Vay annem, ne yaptın böyle!" de­ yince annesi "Bilemedim oğlum, halının böyle bölündüğünü sandım" demiş. Bersfun, bunu Reşid'e anlatınca gülmüş ve ona başka bir halı vermiş. Said b. Vehb şöyle anlatmıştır: İbrahim el-Mevsıli, Müminlerin Emiri Harun er-Reşid'e bir şarkı söylemişti. O da coşkudan uçacak hale gelmişti. Bütün gece bu şarkıyı tekrar tekrar söyletti. Şöyle dedi: "Hem coşku verici, hem sanat seviyesi yüksek bundan daha iyi bir şarkı duymamıştım." İbra­ him gelip "Ey Müminlerin Emiri! Bir insan sana yüz bin dirhem verse veya yolda yüz bin dirhem bulsan bu şarkıyı duyduğuna mı sevinirsin yoksa o parayı bulduğuna mı?" diye sordu. Halife "Vallahi, bu şarkı bana milyon­ lardan daha çok sevinç verir" diye cevap verdi. İbrahim "Peki, neden sana milyonlardan daha çok neşe veren bir şey getiren kişiye yüz bin veya iki yüz bin dirhem vermiyorsun?" diye sorunca halife ona iki yüz bin dirhem veril­ mesini emretti. İshak [b. İbrahim]'e dedim ki: "Peki hal' edilmiş olan halife Emin bu bah­ settiğin konularda nasıldı?" Şöyle dedi: Onun bütün işleri ne acayipti. Onun değiştirdiği şeylerden bahsedersek, kiminle birlikte nerede oturduğunu umursamazdı. Onunla nedimleri arasın­ da yüz tane perde olsa hepsini yırtar ve onlarla birlikte yere otururdu. Coş­ tuğu ve heyecanlandığı zaman en çok veren, altın ve gümüş dağıtan kişiydi. Bir gece hanedandan birisine bir tekne dolusu altın verilmesini emretmişti. Başka bir gün bana kırk bin dinar verilmesini emretmiş, para önüme yığılNedimlik 3 5

mıştı. İbrahim b. el-Mehdi ona benim pek de hoşuma gitmeyen bir şarkı söy­ lemişti. Oturduğu yerden kalkmış yanına gidip başından öpmüştü. İbrahim de kalkıp onun halısında bastığı yerleri öpmüş, halife kendisine iki yüz bin dinar verilmesini emretmişti. Bir gün onu gördüğümde yanında hizmetçile­ rinden biri vardı. Ona baktı ve "Vah sana! Elbiselerinin yıkanması lazım, otuz bedre2 al ve onunla elbiselerini yıka" dedi. Alleveyh'den [Ebü'l-Hasan Ali b. Abdullah b. Seyfi şöyle nakletmiştir: "O [Emin] kuşatıldığı zaman mancınık taşı onun halısına ulaştı.3 Biz onun ya­ nındaydık. Bir cariyesi şarkı söylemiş ama bir kısmını becerememişti. Ona bağınnış ve "Aşüfte! Bana yanlış şarkı söylersin ha! Hemen onu alın bura­ dan" demişti. Kadını hemen oradan almışlardı. Bu son zamanlannda yaşan­ mış bir olaydı." "Peki Me'mıln nasıldı?" diye sordum. Şöyle dedi: Hilafete gelişinden sonra yirmi ay hiç şarkı dinlemedi. Sonra Reşid'in uygulamasını takip ederek perde arkasından dinlemeye başladı. Yedi sene böyle devam etti. Ardından nedimlerine görünmeye başladı. Bir şarkıyı çok sevdiği ve sevdiğini belli ettiği zaman hanedan mensuplan buna şaşınrlardı. İshak b. İbrahim b. el-Mevsıli'yi sormuş ve huzurunda bulunanlardan biri ona işaret etmiş ve şöyle demişlerdi: Övünmeye yer arar ve bunun için hiçbir fırsatı kaçırmaz. Bir gün Zürzür ona gelmiş ve "İshak! Bu gün Mümin­ lerin Emirinin yanındayız" demişti. İshak şöyle karşılık vermişti: "Öyleyse ona şu güfteyi oku: Ey kaynaklan kapanmış su yolu, sana giden açık bir yol yok mudur Susuzluktan bitkin düşmüş su yolundan mahrum kalmış kimse için."

Zurzur bu [cümlelerle başlayan] şarkıyı söyleyip halifeyi coşturmuş, neşe­ lendirmiş ve hareketlendirmişti. Ona "Bu anlattığın kimdir?" diye sormuştu. "Huzurundan kovulmuş, cefa çeken kulun İbrahim" demişti. "Hemen gelsin" diyerek elçisini İbrahim'e göndermişti. Elçi geldiğinde İbrahim halifenin şar­ kıyı doğru düzgün bir şarkıcıdan dinleyeceğini ve ona haber göndereceğini bildiğinden hazır bekliyormuş. Elçi onu halifenin yanına getirmişti. Hali­ fenin huzuruna girince ona yaklaşmış elini uzatarak "Yakına gel" demişti. Onunla ilgilenmiş, ona sarılmış, yakınına almış ve kendisini dinlemişti. 2 3

Bedre: Bin dinarlık kese. Emin, kardeşi Me'mıln'un komutanı Til.hir b. Hüseyin tarafından kuşatılmış ve kuşatma sonrası öldürülmüştür. Bu hadisede işaret edilen olay Til.hir'in kuşatması olsa gerektir. (editörün notu)

3 6 Saray Adibı

[Mutlu Hükümdarın Diğer Bazı Özellikleri] Mutlu hükümdann özelliklerinden biri de neclimleriyle birlikte oturur­ ken onlardan biri sarhoş olup kendine hakim olamayarak bir şey söylerse çok kızmaması ve müsamaha göstermesidir. Hükümdarın nedimi sarhoşluğun sınırına ulaştığında onun yaptığı ha­ talar, diline gelen sözler, aklına gelip de söylediği laflardan dolayı onu kınamamalıdır. Bunun haddi o kişinin ne söylediğini ve kendisine söylenenleri anlama­ yacak seviyeye gelmesidir. Eğer tek başına bırakılsa kendini istediği yere atacak, biri elbiselerini çıkarsa ona mani olmayacak kadar sarhoş olmasıdır. Ancak gelip gideni bilecek, yanındakileri almak isteyen bir kişiyle dövü­ şecek, kendisine sövülünce kızıp karşı gelecek, düzgün bir şekilde konuşa­ bilecek durumda iken bile bile bir yanlış yaparsa hükümdar onu hatasına göre cezalandınr. Eğer bu ve benzerlerine ceza vermezse saltanatına halel getirmiş olur. Hükümdann ceza vereceği kimselere suçlannın gerektirdiğinden daha fazla ceza vermemesi gerekir. Her suçun şeriatta ve örfte (nevamis), icma veya maslahatın gereğince belli bir cezası vardır. Cezayı yerinde vermeyen kişi suçsuzu bile cezalandırabilir. Gerektiği zaman cezayı terk etmekle suç­ suz birisini cezalandırmak arasında fark yoktur. Allah, hükümdarlara sahip olduklan makam ve mevkii bozukluklan düzeltsinler ve her şeyi doğru düz­ gün hale getirsinler diye vermiştir. ***

Hükümdann yapması gereken şeylerden biri de kokulannı ve buhurla­ nnı yakındakiler ve nedimleri ile paylaşmamasıdır. Çünkü bu onu diğerleri ile eşit hale getirir. Hükümdann yakınlannın bir koku süründüğünde ona dokunınamalan gerekir. Böylece sadece hükümdar bu kokuya sahip olmuş olur. Koku nedim­ lerin iştirak ettiği yiyecek ve içecekler gibi bir şey değildir. Hükümdann yakınlanndan ve nedimlerinden ayn bir şekilde özel olarak kullanacağı şeyleri başkalanna kullandırmaması daha iyidir. Enüşirvan ve Muaviye b. Ebu Süfyan'dan da böyle nakledilmiştir. Reşid'in de buna yakın bazı davranışlan olduğu ilim ehlinden aktarılmıştır. Hükümdara en çok yaraşan -eğer mümkünse- tek başına su içmesi ve hava almasıdır. Çünkü şan, şeref, izzet ve heybet yalnız olmasını gerektirir. Nedtmltk 3 7

Görmez misin eski milletlerin hükümdarlanrun en sevdikleri iş raiyyele­ rinin yapamadıktan şeyler yapmak ve onlann giymeleri yasak olan elbiseleri giymekti. Bu kabilden Babek'in oğlu Erdeşir, Sasanoğullan krallarının en soylusu idi. Başına bir taç koyduğu zaman krallığında kimse başına ona benzer bir reyhan dalı bile koyamazdı. Bir elbise içinde atına bindiği zaman kimsede onun benzeri görülmezdi. Bir yüzük taktığı zaman ülke halkının onun taşına benzer bir taş kullanmaları yasaklanırdı. Bu hükümdarların adetlerinden sayılır ve ülke halkının hükümdarın el­ bisesini, halleri ve davranışlarından çoğunu yapmaktan ve ona benzemekten kaçınması gerekir. Ebı1 Uhayha Said b. el-As Mekke'de sank sardığı zaman, sank başında kaldığı sürece kimse sank saramazdı. Abdülmelik b. Mervan, ayağına san bir çank giydiği zaman o çıkarana kadar kimse böyle bir şey giyemezdi. Daha yakın bir döneme kadar halife olan İbrahim b. el-Mehdi zamanında böyle bir hadise olmuştur. İbrahim, Ahmed b. Ebı1 Duad [b. Ali]'nin yanına gitmişti. Üzerinde içi doldurulmuş renkli çok güzel bir elbise vardı. Başına Rusafe sanklanndan siyah bir sank sarmıştı. Önünde ve arkasında iki püs­ külü vardı. Ayağında san bir çank elinde altınla işlenmiş abanoz bir asa, parmağında parıldayan yakut taşlı bir yüzük vardı. Ona baktı, kalbi hasetle doldu ve şöyle dedi: "İbrahim bana sadece dünyada tek kişiye yakışacak bir elbise içinde ve şekilde geldin." Sonra oradan aynldı ve bir daha onun yanına gitmedi. Ebı1 Hassan ez-Ziyadi bana anlattı ve (Fazl b. Sehl anlatıp ona rahmet okudu): "Bir gece ben yatağımdayken bana bir elçi gelip şöyle dedi: "Sana iki reislik sahibi deniyor. Yann eve geldiğin zaman kalensöve üzerine sank sar­ ma." Korku içinde sabahladım. Bununla ne kastettiğini bilmiyordum. Ertesi sabah huzura girdim. İnsanlar mertebelerine göre sırayla gittiler. Hüseyin b. Ebı1 Said oradakilerin yanına geldi ve şöyle dedi: Müminlerin Emiri içeride oturuyor. Kalensöve üzerine sank sarmış. Hepiniz sanklannızı çıkarın!" Ashabımızdan biri Hasan b. Kureyş'ten şöyle nakletti: "Kasım b. Reşid vefat edince Me'mı1n bana bir elçi gönderdi. Onun yanına gittim. Bana ai­ lesini ve mallarını sormaya başladı. Onu bana şikayet ediyor ve 'Şöyle şöyle yapıyor' diyordu. Sonunda 'Merv'e gittiği zaman Rusafe başlığıyla gidiyor' dedi." ***

38 Saray Adllbı

Hükümdarların özelliklerinden bir diğeri nedimlerinden biri daha fazla içki içemeyecek halde ise ve bundan sonrası onun bedenine ve organlarına zarar verecekse bırakmasını istemesidir. Ona yapabileceğinden fazlasını yüklememelidir. Kim kendine yakın olan insanlarla ilgili konularda adaleti aşarsa, halk ondan asla adalet beklemez.

[Hükümdarın Meclisinde Söze Başlama] Hükümdarın haklarından biri nedimlerinden kimsenin onunla konuş­ maya başlamaması ve hemen söze bir ihtiyacını söyleyerek başlamamasıdır. Bilakis konuşmaya hükümdar başlamalıdır. Eğer birisi bu konuda üzerine düşen görevleri ve adap ve erkanı bilmiyorsa önce ona bunlar anlatılır. Eğer bunu yapamazsa sarayın işlerini düzenleyen kişi onun edebini düzeltmeli veya onun huzura girmesine izin vermemelidir. Böylece hükümdar konuş­ maya başlamış olur. Eğer döndüğü halde akıllanmamışsa mertebesi düşürü­ lür ve bir daha hükümdarlık halısına ayağını basamaz. Ebreviz'in oğlu Şireveyh şöyle derdi: "Hükümdarın yakındakilerin bir sı­ kıntıları olduğu zaman, ondan bir haksızlık gördüklerinde, bir cenazeleri ol­ duğunda, sıkıntıları peş peşe geldiğinde bunu arz etmekte mazur görülürler. Bunu gördüğünde hükümdarın yakınlarının sıkıntılarını gidermesi, onların işlerini düzeltmesi ve ihtiyaçlarını görmesi gerekir. Eğer bir kimse yüksek dereceye sahip ve durumu çok iyi olsa da bunun üstünde bir şey talep etse bu yaptığı tamahkarlık ve başkalarıyla yarış anlamına gelir. Bu ikisini yapan kişinin mal ve mülkü elinden alınıp başkalarına verilmeli ve o alt tabakaya alınmalıdır. İneklerin kuyruklarında gezmeli, toprak sürmelidir."

[Hükümdarın Yapbğı İyililcleri Başa Kakmaması] Hükümdarın özelliklerinden biri de yaptığı iyiliği, kendisine iyilik yapı­ lan kişi ona bağlı kaldığı ve isyan etmediği müddetçe başa kakmamasıdır. Eğer bu kişi böyle bir işe kalkışırsa önce ona yaptığı iyilikleri hatırlatır, kendisine karşı nankörlüğünü ve vefasızlığını söyler ve ardından hak ettiği cezayı verir. Muhammed b. el-Cehm ve Davud b. Ebu Davud şöyle demişlerdir: "el­ Hasan b. Sehl, Nuaym b. Hazim'in cemaatine ait namazgahta oturmuştu. Nuaym yalın ayak başı açık bir halde 'Günahım gökten çok! Günahım ha­ vadan büyük! Günahım sulardan çok!' diyerek geldi. Hasan b. Sehl dedi ki: 'Ağır ol biraz! Sen önceden itaat de etmiştin. Son zamanında tövbe yoluna Nedlmlik 39

girdin. Günahın ilrisi arasında yeri yoktur. Senin günahlann Müminlerin Em.irinin afvından daha büyük değildir elbette."' ***

Mutlu hükümdann özelliklerinden biri öfkeliyken ceza vermemesidir. Çünkü bu durumda verilen ceza sınırı aşacaktır. Hükümdar öfkesi yatışıp tabii haline dönünce şeriatın verdiği cezayı uygular. Eğer şeriatta onun suçunun cezası zikredilmemişse, bu suçun cezasını büyük ve küçük suçlar arasında değerlendirmesi ve nefsi hoşnutken ve kısas hükmü aklındayken hüküm vermesi gerekir. Devlet başkanına iletilen cezanın artık dönüşü olmaz.4 Hükümdann huzurunda hata yapmak, halkın huzurunda hata yapma­ ya benzemez. Alimin huzurunda yanlışa düşmek cahilin huzurunda yanlışa düşmek gibi değildir. Çünkü hükümdar Allah ile kullan arasındadır. Onun huzurunda suç işlenmişse reayanın bunu yapmasına engel olmak için ceza vermesi gerekir.

[Hükümdarın Meclisinde Oturma ve Kallcıa ıı Adabı] Hükümdar -kalkmak için hareketlendiği zaman- yakınlannın ondan önce kalkmalan gerekir. Onlara oturmalannı işaret ederse de onlann gözle­ rinden kaybolana kadar kimse oturmaz. Hükümdar çıktığı zaman onlan ayakta görmelidir. Hükümdar oturduğu zaman da böyle olmalıdırlar. Oturmalan için onlara baktığı zaman, hepsi aynı anda oturmazlar. Önce birinci tabaka oturur. Onlan ikinci tabaka takip eder. En son kişi de oturun­ ca üçüncü tabaka bunlan takip edip oturur. Aynı şekilde her tabakanın bir başı bir sonu vardır. Her bir tabakanın önce başı oturur sonra mertebelerine göre teker teker otururlar. Hükümdara ister büyük ister küçük olsun hiç kimse elbisesi elbisesine değecek kadar yanaşmamalıdır. Ancak bu kişi ana babası bilinen, soylu ve tanınmış bir kimse olabilir. Eğer devlet başkanı, sır olarak sakladığı bir söz veya kendisine soracağı bir şey dolayısıyla akılsız ve düşük bir kişiye hitap etmek zorunda kalırsa 4

Diğer bir nüshada bu cümle "Verilecek ceza devlet başkanına iletildiyse bunun affedilmesi caiz olmaz" şeklindedir. Kanunlann belirlediği bir hükmü hükümdann kaldırması doğru olmaz demektir.

40 Saray Adabı

önce o kişi iyice kontrol edilir. Sonra iki kişi gelip adamı kollarından tutar. Eğer kendisi hükümdarın istediği bilgileri verirse ona iyilik yapılmalı, bah­ şiş verilmeli ve ihtiyacı görülmelidir. Bu kişinin yakınları onun sayesinde hükümdarlarına yaklaşmak isteyebilirler.

[Hükümdarla Muhatap Olına Adabı] Hükümdar konuştuğu veya huzurundaki kişilerin dikkatini bir konuya çektiği zaman o kişi bu konuyu biliyor olsa bile ilk defa duyuyormuş gibi ilgi ile dinler. Duyduğu şeylerden istifade ettiğini güler yüzle belli eder. Onun bu davranışı iki anlama gelir: Öncelikle o kişi edebinin güzelliğini sergilemiş olur, ikinci olarak onu güzelce dinleyerek hükümdara karşı vazifesini yerine getirmiş olur. Eğer konuyu bilmiyorsa zaten insanın nefsi hükümdarın söz­ lerine ve ondan alacağı faydaya halktan ve alelade insanların sözlerinden daha çok istek duyar. İşin aslı ve kendisi ile murad edilen, anlama, anlatma, talep etme ve söy­ lenenleri iyice idrak etmededir. Amr b. el-As şöyle demiştir: "Üç şeyden usan­ mam: Beni anladığı sürece dostumdan, üstümü örttüğü sürece elbisemden ve yükümü taşıdığı sürece bineğimden." Şa'bi, bazı insanlardan bahsederek şöyle demişti: "Bir mecliste onlar kadar birbirlerine uygun cevaplar veren ve konuşanı anlayan kimseler görmemiştim." Said b. Selm [el-Bahili], Müminlerin Emiri Me'mfuı'a şöyle demişti: "Allah'a sadece Müminlerin Emiri benimle konuştuğu, bana doğru işaret ettiği için şükretsem bu şeriatın üzerime farz kıldığı ve hürriyetimin ge­ rektirdiği en büyük vazife olur." Me'mfuı şöyle karşılık vermişti: "Çünkü Müminlerin Emiri, vallahi, konuştuğun zaman her şeyi güzelce anlattığını, konuşulduğunda güzelce anladığını görüyor. Bu özelliği önceden kimsede görmediğini sonra başkasında kolay kolay bulamayacağını biliyor." Rivayete göre Enı1şirvan yolda iken kimse onun yanında öne geçmezdi. Yüksek mertebede olanlar onu arkasından seviyelerine göre takip ederler­ di. Sağa yöneldiği zaman baş muhafız ona doğru gelir. Sola dönerse başka bir muhafız ona yaklaşır ve birlikte yürümek istediği kimseye emredilirdi. Bir defasında yine yürürken sağına döndü. Baş muhafız hemen ona yanaştı. Ona "Falanca" dedi. Hemen adamı getirdi. Adama "Bana Babek oğlu Erdeşir ile Hazar kralının vakıasını anlat" dedi. Adam bu konuyu Enılşirvan'dan bir kere duymasına rağmen bunu garipsemiş ve bilmediği intibamı vermişti. Enı1şirvan ona olayı anlattı. Adam kendisini can kulağıyla dinliyordu. Bir nehir kenarında yürüyorlardı. Adam konuşmayı pür dikkat dinlediği için bi­ neğinin nereye bastığına dikkat etmiyordu. Bineğin ayaklarından biri kay­ dı ve adamı eğerek nehir suyunun içine düşmesine sebep oldu. At ürktü. NecHmltk 41

Hükümdarın maiyeti ve hizmetçileri hemen koşup atı adamdan ayırdılar ve adamı tutup suyun içinden çıkardılar. Enılşirvan bu olaya çok üzüldü ve bi­ neğinden indi. Onun için indiği yere bir halı serildi. Bu yerde bekledi hatta yemeğini orada yedi. En güzel elbiselerinden birisini istedi ve o adama ver­ di. Adam onunla birlikte yemekte bulundu. Adama "Nasıl bineğinin bastığı yere dikkat etmezsin" diye sordu. Adam "Hükümdarım! Allah bir insana bir nimet verdiği zaman ona bir sıkıntı ve mihnet de verir. Mihnetler nimetler kadar olur. Şüphesiz ki, Allah bana iki büyük nimet verdi. Bu kadar kişi arasında hükümdarımız bana yüzüyle yöneldi. Onun Erdeşir hakkında an­ lattığı savaş düzeninden elde ettiğim fayda için güneşin doğduğu ve battığı yerlere bile gitsem buna değerdi. İşte bu iki nimet birleşince aynı zamanda, karşılarına bu sıkıntı çıktı. Hükümdarımızın muhafızları ve süvarileri olma­ sa helak olup gidecektim. Ama ölüp gitseydim bile hükümdarımız bana olan iltifatıyla konuşmamı ilelebet baki bırakacak ve adım yaşayacaktı." Hüküm­ dar buna çok sevindi ve ona "Senin [bu sözleri söyleyecek kadar kıymetli] bir mertebede olduğunu sanmazdım" dedi. Daha sonra o adamı mücevherlere, incilere doyurdu ve çok yakınlarından biri haline getirdi. Ebıl Şecere Yezid b. Şecere er-Ruhavi'den de şöyle nakledilmiştir: Muaviye b. Ebıl Süfyan ile birlikte yürürken Muaviye kendisine Huza'a, Beni Mahzılm ve Kureyş'in Hicretten önceki savaşlarını anlatıyordu. Anlat­ tığına göre o gün iki taraf da yok olmaya yüz tutmuş, sonra Ebıl Süfyan devesiyle bir tepeye çıkarak iki tarafa elbisesinin kollarıyla işaret etmiş ve onlar oradan ayrılmışlardı. Muaviye, Yezid b. Şecere'ye bu hadiseyi anlatırken Yezid'in yüzü bir taşa çarptı ve kanamaya başladı. Kanlar yüzünden elbisesine akıyor ama o yüzü­ nü silmiyordu. Muaviye ona "Ne oldu sana, Allah için bir baksana" dedi. "Ne oldu ki, Ey Müminlerin Emiri" diye cevap verdi. Muaviye: ''Yüzünün kanı elbisene akı­ yor" deyince, "Bütün her şeyim feda olsun. Müminlerin Emirinin sözü beni benden, aklımı başımdan aldı, kalbimi kapladı. O beni uyarana kadar hiçbir şey hissetmedim". Muaviye şöyle karşılık verdi: "Sana bin dirhem veren, seni muhacirlerin ve Sıffin ehlinin aldığından mahrum eden zulmediyor." Ardın­ dan ona beş yüz bin dirhem verilmesini emretti ve bin dirhem daha getiril­ mesini söyledi, onu da elbisesinin içine koydu. Yezid b. Şecere, bu hareketinde Muaviye'yi kandırmak istese bile Muaviye öyle kolay kanacak birisi değildi. Yahut kendisini böyle vasfedecek kadar saf ve akılsız bir kişi olsaydı kendisine beş yüz bin dirhem verilip bin de ilave edilmeye değecek bir kişi olmazdı. Bunun Muaviye tarafından anlaşılma­ yacağını sanmıyorum. Aksine durumu bilmesine rağmen bilmez görünmüş sonra onun hakkını vermiştir. Rivayete göre Muaviye "Bilmezden gelmek cömertliktir" dermiş. 42 Saray Adiibı

Ebu Bekir el-Hüzeli'den şöyle nakledilir: Ebü'l-Abbas ile birlikte yürür­ ken Ebü'l-Abbas Perslerin sözlerinden bahsetmeye başlamış. Bu sırada bir fırtına kopmuş. Fırtınadan dolayı bir tas Ebü'l-Abbas'ın meclisinin çatısına düşmüş. O ve meclistekiler bu sesten ürkmüşler. Sadece Ebu Bekir hareket etmemiş. Gözleri Ebü'l-Abbas'ın gözlerinde dikkatle onu dinlemeye devam etmiş. Ebü'l-Abhas "Ey Hüzeli! Ne acayipsin, bizi korkutan şey seni korkut­ madı" deyince, "Ey Müminlerin Emiri! Allah Teala buyurur ki 'Allah bir kişi­ nin içine iki kalp koymamıştır.' İnsanın bir kalbi vardır. Müminlerin Emiri­ nin sözlerinden aldığı zevk onu doldurunca başka bir şeye orada yer kalmaz. Allah bir kişiye ikramda bulunmak ve bunun baki kalmasını sağlamak is­ tediğinde bunu bir peygamberinin veya onun halifesinin diliyle yapar. İşte bana da böyle bir ikram verildi. Zihnim, aklım onunla meşgul oldu. Yeryüzü birbirine girse yine bir şey duymaz, aldırış etmezdim. Sadece Müminlerin Emirinin sözlerine kulak verirdim." Ebü'l-Abbas şöyle dedi: "Ben de yaşadı­ ğım müddetçe elbette adını hep yüksek tutardım." Abdullah b. el-Ayyaş el-Mentuf şöyle derdi: "Raiyye hükümdara ancak itaatle, köle hizmetle, yakınlan ve haşiyesi ise sözlerini güzelce dinlemekle yakınlaşabilir." [Ebu Zür'a] Ravh b. Zinba [b. Ravh b. Selame el-Cüzami] şöyle derdi: "Eğer hükümdarın sana kulak vermesini istiyorsan, konuştuğu zaman onu iyice dinle." Esma b. Harice [el-Fezari] şöyle derdi: "Bana ancak sözümü dinleyen kişi galip gelebilir." Muaviye şöyle derdi: "Hükümdar iki türlü razı edilir: Öfkeli olduğunda halim selim olunarak ve sözü dinlenilerek." ***

Hükümdarın vasıflarından biri de bir insanı kendisine yakınlaştırıp onunla şakalaşıp güldüklerinde bile sonradan onunla buluştuğunda arala­ rında bunlar hiç yaşanmamış gibi davranması ve kendisine öncesinden daha fazla saygı göstermesini beklemesidir. ***

Hükümdarların bir diğer özelliği onların huylarının herkes tarafından bi­ linmesi, örnek alınması ve kendilerine bunlar gereğince muamele edilmesidir. Görmez misin, bir hükümdar yakınlarından bir kişiye, işlediği bir kötü­ lük, yaptığı bir hırsızlık, onun saygınlığına hıyanet etmesi gibi bir sebeple kızdığı halde onun cezasını uzun süre erteleyebilir. O anda, söz ve işaretle­ rinden çekinmemesi için onu korkutacak bir şey göstermez. Nedimllk 43

Hükümdarlar ve çocuklannın iyi huylan kıyas götürmez ve benzerleri halkta pek bulunmaz. Eğer onlardan birisi en büyük düşmanını önüne koy­ sa, sürekli onunla olsa ve bu birliktelik uzun süre devam etse bile onu hemen en ufak bir hatasında öldürmesi veya yirmi yıl sonra öldürmesi kendisi için fark etmez. Çünkü onun öç almasından veya hükümdarlığının zayıflamasın­ dan korkmaz. Enuşirvan hakkında şöyle anlatılır: Hizmetçilerinden biri suç işlerken Enuşirvan onu gördü. Adam bunun farkında değildi. İşlediği suç yasalar­ da idam cezasını gerektiriyordu. Enuşirvan onu nasıl öldüreceğini bilemedi: Bu adam hükümdarlann kendisi sebebiyle kan döktükleri bir suçu işlemiş ama bunu alenen yapmamıştı. Bir hükümdar olarak kendisinin onun suçunu ortaya çıkarması da yaraşmazdı. Onu öldürmek için bir tuzak kurmak da dinlerinde ve atalannın töresinde olmayan bir şeydi. Adamı suç işledikten bir sene sonra çağırdı ve onunla yalnız kalıp şöyle dedi: "Bizans kralının yaptığı gizli işlerden biri canımı çok sıkıyor. Bunu bilmeye ihtiyacım var. Senden başkasına da güvenemiyorum. Benim gözümde çok önemli bir yerin var senin. Sana biraz mal vereceğim ve onunla ticaret yapıp Bizans ülkesine girecek ve orada kalacaksın. Elindeki mallan satınca onların mallannı bu­ raya getirecek ve bu esnada haberlerini alacak ihtiyaç duyduğumuz sırlannı bize sağlayacaksın." Adam şöyle dedi: "Bunu yapacağım hükümdanm! Böylelikle hükümdan­ mın sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmayı ümit ediyorum." Enuşirvan ona bir miktar mal verdi ve adam hazırlanıp yola çıktı. Bizans topraklannda bir süre kaldı. Alışveriş yaptı, dillerini bildiği kadanyla onla­ rın konuşmalannı ve krallarının sırlarını öğrendi. Ardından Enuşirvan'ın yanına gelerek bunlan anlattı. Enuşirvan onun gelişiyle çok sevindi ve daha çok bağışta bulundu. Orada daha çok durmasını ticaretle ilgilenmesini söy­ ledi. Adam onun dediklerini yaptı ve tanınan bir tüccar haline geldi. Altı sene durum böyle devam etti. Sonunda yedinci yıl hükümdar kullandığı ka­ dehlerden biri üzerine bir resim yapılmasını emretti. Bu resimde kendisinin karşısına bir adam oturmuş ve ona başını yaklaştınp ona bir sır veriyormuş gibi duracaktı. Sonra bu kadehi hizmetçilerinden birine verdi ve şöyle dedi: "Bu, hükümdarlara yaraşan bir kadeh. Onu satmak istersen Bizans toprak­ larına ticaret yapmaya giden falana ver. Eğer onu hükümdara satarsa sana yarar sağlar, eğer ona satamazsa vezirine veya yakınlanndan birine satar." Hükümdann hizmetçisi adamın yanına geldi. Bu sırada yola çıkmak üzere ayağını atın üzengisine geçirmişti. Ondan bunu almasını, Bizans imparato­ runa satmasını ve onu emanet saymasını rica etti. Bu hizmetçi hükümdann kendine yakın saydığı kişilerdendi. Adam bu kadehin alınmasını ve hazine 44 Saray Adlbı

memuruna verilmesini istedi. Memura "Onu sakla ve Bizans kralının kapısı­ na geldiğimizde ona sunacağım eşyalar arasında olsun" diye emretti. Bizans kralına gidince hazine memuru krala takdim edeceği eşyalar arasından ka­ dehi ayırdı ve ona kadehi verdi. Kadeh Bizans kralının eline gelince ona bak­ tı. Kadehte Enuşirvan ile bu adamın resimleri vardı. Tamamen aynıydılar. Ona "Söyle bana bir kralla soylu olmayan bir adamın resmi birlikte çizilebilir mi?" diye sordu. Adam "Asla böyle şey olmaz" dedi. "Hiç kralın kadehine aslı astan olmayan bir resim çizilir mi?" diye sordu. Adam "Hayır" diye cevap verdi. "Peki, sizin sarayınızda ikisi de kralın nedimi olan ve birbirine tıpatıp benzeyen iki kişi var mı?" diye sordu. Adam "Böyle bir şey bilmiyorum" dedi. Kral ona kalkmasını söyledi. Adam kalktı. Kral onu ayakta izledi. Kadehteki ayakta duran kişi ile aynı idi. Arkanı dön dedi. Arkasını dönünce kadehte arkasını dönmüş kişinin resmi ile aynı olduğunu gördü. "Önünü dön" dedi. Dönünce kadehte yüzü dönük resmi inceledi ve aynı olduğunu gördü. Adama tıpatıp benzediğini fark etti. Kral bu duruma güldü. Ama adam ona olan saygısından dolayı neden güldüğünü soramadı. Kral kalktı ve "Koyun bile insandan akıllı, bıçağını alır da bir yere gömer. Sen ise kendi bıçağını bize elinle teslim ettin" dedi ve "Yemek yedin mi?" diye sordu. Adam "yemedim" deyince "yemek getirin" dedi. Adam "Kralım! Ben zelil bir kulum sadece. Kullar kralların huzurunda yemek yemezler" dediyse de kral "Sen Bizans kralının huzurunda onun sırlarına vakıf bir kulsun. Fars ülkesine gittiğin zaman ise kralın nedimi, hatta kralsın. Onu doyurun" dedi. Adam yedirildi, içirildi ve üzerine bir ağırlık çöktü. Kral ona şöyle dedi: "Bizim adetimiz ca­ susları en iyi hallerinde öldürmektir. Aç ve susuz bir halde onları öldürme­ yiz." Onun bütün şehri görebileceği bir kuleye çıkarılmasını emretti. Sonra boynu vuruldu ve aşağı atıldı. Başı insanlara gösterildi. Bu haber Kisra'ya ulaşınca, başmuhafıza çanı çalan kişinin çana vura­ cağı zaman hükümdarın kadınlan ve cariyelerinin sıra gelince "Yeryüzünde öldürülmesi gereken herkes öldürülür. Ama hükümdarın haremine göz di­ ken kişi gökyüzünde öldürülür" diye ilan etmesini emretti. Raiyyesinden hiç kimse o ölene kadar bununla ne kastettiğini anlamadı. Yeryüzünde kin ve düşmanlığa karşı hükümdarlar kadar sabırlı hiç kim­ se yoktur. Bundan dolayı başkalarının davranışlarını onlarla kıyaslamak yanlıştır. Zeki ilim ve hikmet sahibi kimselerin bu konudaki görüşleri ve onları karşılaştırmayla ilgili fikirleri ise bir şekilde yorumlanır ve uygun bir mecraya sokulur. Abdülmelik b. Mervan ve Amr b. Said el-Eşdak hakkında şöyle anlatıl­ mıştır: Abdülmelik senelerce Amr'ı öldürmeyi düşünmüştü. Bazen bunu er­ teliyor, bazen bunu yapmaya karar veriyor. Bu karan bazen erteliyor, bazen ise geriye alıyordu. Sonunda onu en kötü halinde öldürdü. Nedtmlik 45

Kusem b. Cafer b. Süleyman şöyle anlattı: Hizmetçi Mesrur bana şöyle hikaye etti: Allah şahidim olsun ki, Reşid'in yanı başındaydım. Elbisem el­ bisesine değiyordu. Kabe'nin örtülerine asılmış rabbine münacat ediyor ve şöyle diyordu: "Allahım! Ca'fer b. Yahya'yı öldürme konusunda istihare edi­ yorum." Bundan beş veya altı yıl sonra onu öldürdü.

[Hükümdarın Haremine Göz Uzatılmaması] Hükümdarın haklarından biri de maiyetinden hiç kimsenin küçük olsun büyük olsun haremine göz uzatmamasıdır. Nice filler vardır ki büyük bir ki­ şiyi ezmiş ve onun karnını ve midesini dışarı çıkarmıştır. Nice izzet ve şeref sahibi kimseler vardır ki, vahşi hayvanlar onları paramparça etmişlerdir. Nice güzel ve zarif, herkesçe değerli kabul edilen cariyeler vardır ki, denizin balıklan ve kuşlar onu yemişlerdir. Korunan miskle kokulanan nice kafa­ tasları bir çöplüğe atılmış ve yalnız kalmışlardır. Ey hizmetçiler ve dostlar! Şeytan bir kimseye bir kapıdan geldiği zaman onun etlerini, organlarını pa­ ramparça eder. Şeytan, bu kapıdan insanın kalbine girmeyi daha çok sever. Çünkü bu onun en ince vesveselerinden biridir. Bu hafif rüzgarın ve bu güzel suyun (yani nimetin) devam etmesini dile­ yen hikmet sahibi kişinin yapabileceği her türlü hileye başvurarak bunlar için çalışması gerekir. Selamet ve felaket arasındaki her şeyi birbirinden ayırması, gizli gizli hainlik içinde olmaması ve akılsız insanların günahları­ na itibar etmemesi lazımdır. Şüphesiz ki, böyle bir şey kurtuluş olarak isim­ lendirilemez. Bu ancak kıyamet günü yaşanacak olan üzüntü ve pişmanlık­ tır. Nice davranışlar vardır ki, üzerinden günler geçtikten sonra ortaya çıkar ve o zaman iyi zan besleyenler dün gibi bunu unuturlar. ***

Hükümdarın haklarından bir diğeri de kendisiyle ünsiyet kurararak şa­ kalaştığı, güldüğü, sırlarını paylaştığı kişinin hükümdarın yanına başka biri veya bir ziyaretçi geldiğinde saygı ve taziminden dolayı hükümdara bakma­ ması, güldüğü zaman gülmemesi ve şaşırdığı zaman şaşırmaması, sessizce beklemesidir.

[Hükümdarın Huzurunda Ses Yükseltilmemesi] Devlet başkanına karşı vazifelerden biri de huzurunda kimsenin sesini yükseltmemesidir. Çünkü hükümdarı tazim ve tebcil huzurunda sesi kısa­ rak gerçekleşebilir. Bu onun izzetini ve saltanatını büyük gösterir. 46 Saray Adibı

Cenab-ı Hakk da peygamberin ashabını böyle edeplendirıniş ve "Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize hitap ettiğiniz gibi ona hitap etmeyin. Belki bu sebeple amelleriniz zayi olur da hiç hissetmezsiniz." [Hucurat, 49/2] buyurmuştur. Bu ayette sesini pey­ gamberden daha yüksek çıkaran kişinin ona eziyet edeceği, buna kalkışanın Allah'a hürmetsizlik etmiş olacağı ve amellerinin boşa gideceği bildirilmiştir. Temim kabilesinden bazı kaba ve cahil insanlar Hz. Peygamber'in ya­ nına gelmiş "Muhammed! Dışarı çık da konuşalım" diye bağırmışlardı. Hz. Peygamber onların edepsizliğinden dolayı üzülmüş, Cenab-ı Hak "Odaların arkasından bağıran insanların çoğu akıl etmezler" [Hucurat, 49/2] ayeti­ ni indirmişti. Cenab-ı Hakk, sonra, Hz. Peygamber'in huzurunda seslerini kısanlan övmüş ve "Şüphesiz Allah Resulünün yanında seslerini kısanlar, Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir" [Hucurat, 49/3] aye­ tini indirmişti. Hükümdara karşı yapılan saygı göstergelerinden biri de kalkıp gidene kadar onun huzurunda sesi kısmaktır. Böylece onun makamına hiçbir halel gelmemiş olur.

[Hükümdarın Gıyabında Meclisine Hürmet Göstermek] Acem hükümdarları şöyle derlerdi: "Hükümdar yokken onun meclisine hürmet etmek, o oradayken hürmet etmek gibidir." Hükümdar olmadığı zaman meclisinde casusları bulunur. Hükümdar orada yokken meclise geldiği zaman sanki oradaymış gibi konuşmalı, işaret etmeli, az hareket etmeli, sözlerini güzel seçmeli, edepli olmalı, hatta alıp verdiği nefeslerini bile hesap etmelidir. Böyle davranan kişi "mert" (zu veçh) diye adlandırılır. Ama bunun aksine huylarının tam tersini yapan, onun hu­ zurundaki gibi davranmayana "ikiyüzlü" derler.

[Hükümdarın Hilat Giydirmesi] Hükümdarın özelliklerinden biri de kendisini sevindiren kişiye hil'at giy­ dirmesidir. Sevinmesine vesile olan konu kendi şahsıyla veya saltanatıyla ilgili olabilir. Eğer kendi şahsı ile alakalı ise hil'atı kendi sarayında mai­ yetinin huzurunda giydirmelidir. Eğer saltanatım destekleyen bir konu ise halkın önünde giydirir. Böylece o kişinin namı yayılır, hakkında konuşulur ve ona karşı iyi niyet ile hareket edilir. Bu saltanatın ve onun rükünlerinin desteklenmesi anlamına gelir. Nedimlik 47

Kendisine hediye verilecek kişiye sadece hil'at verilmesi adaletli olmaz. Bununla birlikte bir eğlence tertip edilmelidir. Eğer hil'at verilecek kişi­ nin durumu yukarıda zikrettiğimiz iki konudan biriyle, yani hükümdarın şahsı veya devlet düzeni ile ilgiliyse ödül verilecek kişiye aynca bir harçlık veya valilik gibi bir görev ve arazi iktaı, mal mülk yardımı, istediği bir esirin salıverilmesi, borçlarının ödenmesi, iyilik ve ihsan gibi bir ikram daha yapılmalıdır.

H ükümdarı n Ned i mler i n i n V ası f ları

Hükümdarın nedimi tabiatı ve mizacı mutedil, uzuvları ve huyları bo­ zulmamış, safrası kendisini endişelendirip hareketlendirmeyen; rutubet ve

balgam kendisini zorlamayan, küçük abdesti, tükürmesi, esnemesi ve uyku­ su çok olmayan; sevdası kendisini sıkıp düşüncelerini ve emellerini uzatıp mizacını bozmadığı bir kişi olmalıdır. Demevi bu zernrnedilen kısımların içi­ ne dahil değildir. Çünkü bedenin ona duydupu ihtiyaç sağlığına olan ihtiyacı gibidir. 1 ***

Haşiyesinden birisi hükümdar ile arkadaşlık ettiği zaman yol menzilleri­ ni ve mesafeleri ne kadar zamanda kat edileceğini bilmelidir. Yolun şartları, önemli mevzileri ve su kaynaklarından haberdar olmalıdır. Az uyuyan ve esneyen, az öksüren ve hapşıran bir kişi olmalıdır. Mizacı mutedil, bünyesi sağlam, hoş sohbet, geveze olmayan, tarihi ve görgü kurallarını bilen, nadir şiir ve mesellerden haberdar olan, her konuda biraz bilgisi bulunan ve iyinin kötünün farkında olan bir kimse olmalıdır. Ahiretten ve cennet nimetinden bahsettiği zaman ona Allah'ın itaat edenlere hazırladığı nimetlerden bahset­ meli ve ondaki özelliklerle rağbet ettirmelidir. Cehennemden bahsettiği za­ man ona götüren şeylerden sakındırmalıdır. Bazen korkutmalı, bazen teşvik etmelidir. Elbette her devlet başkanının bu vasıflara ait nedimlere ihtiyacı vardır. Böyle birisini bulduğu zaman büyük bir hata işlemedikçe ondan ay­ rılmaması gerekir. ***

Hükümdarın yapması gereken şeylerden bir diğeri sefere veya gezintiye çıktığı zaman beraberinde bağışlayacak kaftanlar, kendileriyle bazılarına Müellif bu ifadeleriyle kendi döneminde revaçta olan bir tıbbi anlaşıya atıfta bulunmakta­ dır. Buna göre insanın biyolojik, ahlaki ve psikolojik yapısını ve eylemlerini etkilediği ka­ bul edilen dört sıvı madde bulunmaktadır: Kan, balgam, kara safra ve san safra. (editörün notu)

HDkDmdann Nedimler1nin Vasıflan 49

edep verilecek kırbaçlar, asiler için zincirler, düşmanlar için silah, arkasın­ dan ve önünden gidecek muhafızlar, sırrını açabileceği bir dost, başına gele­ cek hadiselerin durumunu ve bu konuda tabi olduğu dinin hükmünü (sünnete

şeriatihi) sorabileceği bir alim ve gecesini kısaltacak kendisini eğlendirecek bir kişiyi yanında bulundurmalandır. Acem hükümdarları başından sonuna kadar hep böyle davranmışlardır. Arap hükümdarları da bu kuralları takip edip gereğini yapmışlardır. Hükümdarın nedimlerinin ve yakınlarının onunla eşit olarak sahip ol­ dukları bazı haklan vardır. Bunlar hükümdara bir halel getirmez. Top oy­ nama, av yapma, hedeflere atış yapma, satranç oynama ve benzerleri bu kabildendir. Hükümdarın vazifelerinden biri, birlikte oyun oynadığı kişiye yukarıda saydığımız konularda insaflı davranmasını isterse onun bu talebini kabul etmesidir. Oyuncunun oyun sırasında çeşitli hileler yapmak, eşit şartlarda olmak, göz yumınamak ve hakkını sonuna kadar almak gibi haklan vardır. Ancak bu yapılırken kötü bir söz söylenmez, hükümdarın hakkını ihlal edecek bir itiraz yapılmaz, ses yükseltilmez, oyun taşları atılmaz veya adalet sınırları­ nın dışına çıkan başka bir davranış sergilenmez. Sabılr hakkında şöyle anlatılmıştır: Bir gün akranlarından biriyle satranç oynuyordu. Ne üzerine olduğunu belirlemeden iddiaya girmişlerdi. Kazanan kişi istediğini emredebilecekti. Akranı onu yendi. Sahur "Söyle bakalım ne istersin?" diye sordu. Adam "Sırtına bineceğim ve halkın girdiği kapıya senin üstünde çıkacağım" dedi. Sabılr "Seni ne kötü bir makama getirmişim, başka bir şey iste be adam!" dedi. Adam "Artık böyle söylemiş oldum" diye cevap verdi. Sabılr buna çok üzüldü. Bir peçe istedi ve suratını iyice örttü. Sonra eğildi ve akranı hükümdara olan saygısından dolayı onun sırtına binmedi. Sabılr bundan bir süre sonra halka "Belli olmayan bir iddia ile sakın oyun oynamayın, bunu yapanın kanı helaldir" diye ilan ettirdi. Eğer bu konuda sarf edilenler bir hakkı talep etmek ve bir şiir muaraza­ sında bulunmak bir mesel ve nadir bir kelamı veya oyunun kötü oynadığını bildirmek için ise bu hükümdara söylenebilecek sözlerdendir. Ancak bunun dışında olursa ve Sabılr'un rakibinin yaptığı gibi cüretkarlık anlamına gelse de yapan kişinin bir hatası ve söyleyenin hükümdara karşı cüretidir. Raiy­ yenin yöneticiye cüret etme hakkı yoktur.

[Hükümdarla Oyun Oynamak] Hükümdarla top oynayan kişinin onunla birlikte topa vurduğu zaman atını onun atının önüne alması, sopasını onun sopasının önüne koyması, 50 Saray Adabı

hakkını vermemesi, yarışlarda geri kalmaması, topu yakalamada ağır dav­ ranmaması gibi haklan vardır. Hedeflere ok atma, avcılık ve satranç oynama konusunda da aynı kural­ lar geçerlidir.

·

Muhammed b. el-Hasan b. Mus'ab şöyle demiştir: "Beni Mahzftm'dan bir arkadaşım vardı. Maharetli bir satranç oyuncusuydu. Onun adını Ebü'l-Abbas Abdullah b. Tahir'in yanında andım. "Onu buraya getir" dedi. Mahzftmi'ye "Ebü'l-Abbas'la görüşmeye hazırlan" dedim. Edep erkan bilen bir insandı. Onu halifenin yanına götürdüm ve huzura girdik. Ebü'l-Abbas onu görünce durdu. Onunla konuşmadan ayrıldı ve şöyle dedi: "Bu edepli bir kişi. Onu getir ve huzurumda onunla satranç oyna bir bakayım. Onunla alay et, iş alaya ve sövüşmeye kadar gitsin." Oturduğumuzda ben onun bir taşını çıkardığımda "Onu al, ben Buşencli oğlanım!" dedim. O ise sessizdi. Başka bir hamlemde "Al bakalım ben Mahzftm'un efendisiyim!" dedim. Sus­ kun kaldı. Ardından başka bir hamle yapıp "Al bakalım Mahzftm'un oğlu" dedim. Sustu. Abdülmelik b. Salih kabilesinden bir adamın huzura girmesi için izin istenildi. Ebü'l-Abbas'ın yakınlarındandı. Ona izin verilmesini em­ retti. Haşimi gelip oturdu ve Mahzftmlu bana "Ne şerefin ne izzetin var! Niye seninle boy ölçüşeyim. Buşencli peş para etmez bir herifsin. Bu Haşimi'ye söyle de benimle övünme yarışı yapsın. Sen kimsin ki seninle övünme yarışı yapayım." Ebü'l-Abbas iki büklüm olacak denli güldü, ona beş yüz dinar ve­ rilmesini emretti ve onu kendisine yakın kişilerden yaptı.

[Hükümdarın Uyuması] Hükümdarın sahip olması gereken vasıflardan biri de uykusu geldiği zaman huzurundaki herkesin yavaş hareketlerle meclisinden kalkmasıdır. Uyandığı zaman ona yakın bir yerde olurlar. Kimse "Hükümdar uyandığı za­ man beni sormaz belki, uykusu uzun sürer başka bir işi çıkar" dememelidir. Bu en büyük hatalardan biridir. Hükümdarlardan biri, bir adamı bu sebeple öldürmüştür. Hikmet sahibi kimsenin hükümdarın gözünden kaçmaya çalışması akıl­ lıca bir iş değildir. O, hükümdarın cömertliği ve şefkati sebebiyle kınamadan kurtulmuş olsa dahi hükümdarın içinde ona karşı bir kin kalır. En uygun olan tutum, böyle bir davranışa tevessül etmemesidir.

[Hükümdarın Namaz Kıldırması] Namaz vakti geldiği zaman hükümdar imamlığa daha hak sahibidir. Bu onun şu özellikleri sebebiyledir: O önder, raiyyesi ise tabi olanlardır. O sahip, diğerleri ise kullandır. Meclisinde insanların en alimi ve zahidi bile bulunsa HDkDmdann Nedimlerinin Vasıflan 51

ülkesinde, hakimiyet kurduğu memleketinde onun yönetiminde bulunan bir mekanda hükümdar, bu işe daha çok hak sahibidir. Namaza kalktığı zaman onunla arkasındakiler arasında on arşın mesafe bulunmalıdır. Kimse tekbir, rüku, secde ve kıyamda onun önüne geçmemeli­ dir. Bu küçük olsun büyük olsun, soylu olsun olmasın her imama yapılması gereken bir şey olduğu halde hükümdara yapılması daha çok gereklidir. Hükümdar selam verdiği zaman arkasındaki herkes kalkmalıdır. Çünkü onun nafile mi kılacağını yoksa meclisine mi gideceğini bilmezler. Eğer na­ file kılarsa diğerlerinin de onun gibi kılmasını beklemek hükümdarın hakkı değildir. Çünkü onlar kendilerini geçeceğini, namazını kesip kesmeyeceğini bilemezler. Belki onları geçmeye ihtiyaç duyabilir. Onlar ayakta iken o otu­ rarak kılabilir. Ancak onlar ne yaptığını bilecek şekilde bir yerde dururlar. Oturduğu zaman onu göremeyeceği şekilde eğilirler ve nafi.lelerini kılarlar. Eğer namaza başlarsa kendi bulundukları yerde onlar da kılarlar.

[Hükümdara Yolda Eşlik. Etıne Adabı] Önceden de söylediğimiz gibi birisi hükümdara yolda eşlik etmek istediği zaman onun yanına hemen gelmez. Buna cüret etmeye layık kişi hükümda­ ra bakar eğer onun görebileceği bir yerde duruyorsa ve ona işaret etmişse kendisine eşlik eder. Eğer bunları yapmamışsa bu kendisine izin verilmediği anlamına gelir. Birisi hükümdara eşlik ettiği zaman elbisesi onun elbisesine sürtün­ memeli, atı onun atına yaklaşmamalıdır. Atının başı hükümdarın eyerini geçmemelidir. Ancak hükümdarın başını ona çevirmek için zorlanmaması lazımdır. Söze asla hükümdardan başkası başlamamalıdır. Eğer atının huyuna ve onu istediği gibi istediği zaman zapt edebileceği­ ne güvenemiyorsa hükümdara eşlik etmemelidir. Çünkü bu hem kendisinin hem de hükümdarın zarara uğramasına sebep olabilir. Çünkü o hem kendi­ sini hem de atını yoracak sürekli harekete ihtiyaç duyar. Belki bu sebeple edep, mertlik ve şeref sahiplerinin sahip olduğu özellikleri kaçırır ve arzusu­ na ulaşamaz. Hükümdara karşı ise hürmetsizlik olur. Çünkü hükümdar ona sabretmek durumunda kalırsa onun yürüyüşünü takip etmek zorunda olur. Ülkenin töresinde (ayin) büyük bir kimsenin kendisinden düşük bir kimseyi takip etmesi yoktur. Bundan dolayı süvarilerin reisleri, debir-bez2, mubez (baş kadı) ve benze­ ri kimseler hükümdar geziye veya başka bir iş için seyahate çıkmaya karar 2

Debir-bez: Sasfmilerde resmi yazışmaları yapan katiplerin başı. Debir-bez'ler Sasani şahına yakın olan gruplar arasında yer almaktaydı. (editörün notu)

52 Saray Adibı

verince bineklerini onun seyisine götürürler. Bunların hepsi hükümdarla birlikte yürümeye ve onunla konuşma layık değildirler. Bu bineklerin zekası, serkeş olup olmadığı, tökezleyip tökezlemediği kontrol edildikten sonra belli olur. Bu sebeplerden dolayı hükümdarın başına istemediği şeyler gelebilir. Seyis bütün binekleri tek tek teftiş eder. Seçtiklerine binilir, diğerleri ise sonraya bırakılır. Hükümdarla birlikte yürümek isteyen kişinin bineği etrafı kirletmemeli, hızlanmamalı, hükümdarın atıyla aynı hizada yürümeye çalışmamalı, eğer böyle yaparsa binici tarafından engellenmelidir. Acem hükümdarları hakkında şöyle nakledilmiştir: Kubad bir gün atıyla giderken başkadı da ona eşlik ediyormuş. Baş kadının atı dışkılarnış, Kubad da bunu görmüş. Adam bu duruma çok üzülmüş ve aralarında konuşurken Kubad ona "Bir insanın aptallığını gösteren ilk şey nedir?" diye sormuş. Adam "Sabah hükümdarla birlikte yürüyeceğini bildiği halde akşam atını yemlemesidir" diye cevap vermiş. Kubad bu cevaba katıla katıla gülmüş. "Sen yok musun! Atının yaptığı işi nasıl da bir sözünle hallettin. Seni hü­ kümdarların önüne geçiren ve hükümlerini verene and olsun" dedi. Ardın­ dan has atlarından birini çağırdı ve "Sana isyan eden şu hayvanı bırak da sana itaat edecek olan şu ata bin" dedi. Yine anlatıldığına göre Muaviye b. Ebu Süfyan, Şurahbil b. es-Simt ile birlikte yürüyormuş. Tam bu sırada Şurahbil'in atı dışkılamış. Şurahbil'in başı büyük, boyu ise kısaymış. Muaviye atın dışkıladığını görmüş ve bu du­ rum Şurahbil'in canını sıkmış. Muaviye ona şöyle demiş: "Ebu Yezid! Denir ki: Başın büyük olması beynin geniş ve aklın sıhhatli olduğunu gösterir". O şöyle cevap vermiş: "Ey Müminlerin Emiri! Başım büyük olsa da aklım zayıf ve eksiktir." Muaviye tebessüm edip "Bu nasıl olur! Allah iyiliğini ver­ sin!" deyince "Bu anası ölesiye iki çuval yedirdiğim için" diye cevap vermiş. Muaviye gülmüş ve "Kötü biri değilsin ama hata yapmışsın" demiş ve onu kendi bineklerinden birine bindirmiş. Hükümdarla beraber yürüyen kişiler onun gözüne kötü bir şey gösterme­ mek için azami gayret sarf etmelidir. Çünkü onunla birlikte yürümenin bazı kuralları vardır. Bu işe kalkışan kişinin önceden halletmesi gereken bazı şartlar bulunmaktadır. Ancak hükümdarla sürekli yan yana yürümeyi Acemler uğursuz sayar­ lar ve bundan hoşlanmazlardı. Hükümdar da bunu bildiği için sürekli aynı kişiyle gitmezdi. Said b. Seml, Müminlerin Emiri Mil.sa ile birlikte yürüyormuş. Abdullah b. Malik [el-Huzai] onların önündeymiş ve elinde bir mızrak varmış. Rüzgar Abdullah'ın atından çıkan tozu Mil.sa'nın gözüne getiriyormuş. Abdullah ise HDkDmdann Ned1mleıin1n Vasıflan 53

bundan haberdar değilmiş. Musa tozdan kaçınmaya çalışıyormuş. Abdullah bu sırada Mı1sa'ya ve onun durduğu yere bakıp aynı hizada kalmaya gayret eder haldeymiş. Aynı hizaya geldiklerinde halifeye daha çok toz gelmiş. Toz­ lar çoğalınca ve halifeyi iyice rahatsız edince Said'e: "Bu hainden çektiğimizi görüyor musun?" demiş. O da "Ey Müminlerin Emiri! Gayretinde kusur et­ medi ama başarıdan mahrum kaldı" diye cevap vermiş.

[Hükümdarın İsim veya Künye ile Anılmaması] Hükümdara ciddiyet halinde, oyun esnasında, samimi durumlarda ve di­ ğer şartlarda isim veya künye ile hitap edilmemesi gerekir. Eski şairler hükümdarları şiirlerinde künye ile anmışlar, bunu caiz gör­ müşler ve adet haline getirmişlerdir. Bir hükümdarı veya halifeyi künye ile anan kişi ancak ceza ile karşılık bulur. Sasanoğulları hükümdarlarını hiç kimse künye ile anmamış, şiir, hutbe ve övgülerinde reayadan kimse onla­ rın isimlerini zikretmemişlerdir. Bu Hire hükümdarları için de geçerli bir durumdur. Bunun delili şudur: Hatiplerden veya şairlerden birisi şiir dışındaki söz­ lerinde bir hükümdarı veya halifeyi künyesiyle zikretse ve ona ismiyle hitap etse bu edep sınırlarının dışına çıkmış cahil bir kimse olduğunu gösterir. İnsanların üzerinde anlaştığı usul bunun men edilmesi olduğu için bu husus hemen gerçekleştirilmelidir. Eskiler bunu neden yapmışlardır, hükümdarları bunu neden kabul edip razı olmuşlardır bilmiyorum. Hükümdarların ortak özelliği herkesten üstte olmak ve müstağni kalmaktır. Bedevi Araplar edep erkan bilmemeleri ve haşin tabiatları sebebiyle Hz. Peygamber'e (s.a.v.) hitap ettiklerinde bile onu ismiyle ve künyesiyle çağırmış­ lardır. Onun ashabı ise "Ey Allah'ın resulü! Ey Allah'ın nebisi!" demişlerdir. Hükümdarlara hitap ederken de "Ey Allah'ın halifesi! Ey Allah'ın emini! Ey Müminlerin Emiri!" demek gerekir. Huzura giren adamın ismi hükümdarın sıfatlarından biri ise, ona ismini sorduğu zaman sadece künyesini ve babasının adını söylemesi gerekir. Said b. Mürre el-Kindi, Muaviye'nin huzuruna geldiği zaman "Sen Said misin?" diye sorunca "Asıl said [bahtiyar] olan Müminlerin Emiridir. Ben Mürre oğ­ luyum" diye cevap vermişti. Seyyid b. Enes el-Ezdi, Me'mı1n kendisine ismini sorup "Sen seyyid mi­ sin?" deyince "Müminlerin Emiri seyyiddir. Ben Enes'in oğluyum" cevabını vermişti.

5 4 Saray Adibı

Hz. Peygamber'in amcacı Abbas b. Abdülmuttalib'den de böyle bir ha­ ber gelmiştir. Ona "Sen mi yaşça büyüksün yoksa Allah Resulü mü?" diye sorulduğunda "Ben ondan önce doğsam bile o benden büyüktür" diye cevap vermiştir. Görmez misin o nasıl dilini kullanıp edebin zirvesine çıkmıştır. İşte hükümdarlara hitap edilirken bu örneğin izlenmesi gerekir. Onlarla konuşmak raiyyeden kimselerle konuşmaya benzemez. Babek oğlu Erdeşir zamanında hükümdarlara böyle demiştir.

[Hacamat, Damar Açbrma, İlaç İçme] Hükümdar payitahtında üç şeyi kendisine has kılar ve kimse bunlara ortak olmaya, onunla aynı gün bu işl_eri yapmaya heves edemez. Bunlar: Hacamat, damar açtırma ve ilaç içmedir. Hükümdarın yakınlarından veya halktan kimse payitahtta onun bu işleri yaptığı gün yapamaz. Acem hükümdarları bunu yapmayı yasaklar ve bu kuralı ihlal edenleri cezalandırırlardı. Şöyle derlerdi: "Hükümdarların kanlarını akıttıkları za­ man kimsenin kanını akıtmaya ve onunla aynı olmaya hakkı yoktur. Bilakis yakınlardan ve halktan herkes hükümdarın ne durumda olduğunu araştır­ malı, onun sağlığıyla meşgul olmalı, afiyette olmasını dilemeli ve tedavisinin sonucunu nasıl bulduğunu araştırmalıdır." Bu ve benzeri konularda hükümdarın davranışlarını taklit etmek, tam manasıyla itaat eden, iyi niyet sahibi kimselerin yapabileceği bir şey değil­ dir. Çünkü bu onu küçük görmek anlamına gelir. Başka günlerde ve zamanlar yapabileceği halde bile bile hükümdar ile aynı gün bu işleri yapmaya çalışan kimse ona isyan etmiş ve yasaları çiğne­ miş olur. Anlatıldığına göre Kisra Enuşirvan daha çok Cumartesi günleri hacamat olurdu. -Cumartesi sabah olduğunda- bir tellal "Ey itaat ehli! Bugün haca­ mattan uzak durmayı sakın unutmayın! Ey hacamatcılar! Bugünü kadınla­ rınıza ve elbiselerinizi yıkamaya ayırın!" diye nida ederdi. Hükümdarın damar açma işlemi yaptığı ve ilaç aldığı günlerde de böyle yapardı. ***

Hükümdar hapşırdığı zaman kendisine bir şey denilmemelidir. Dua ettiği zaman duasına da amin denilmez. Acem hükümdarları şöyle derlerdi: "Salih hükümdarın salih raiyye için dua etmesi lazımdır. Salih raiyyenin onun için dua etmesi doğru olmaz. Çün­ kü Allah'a en yakın dua salih bir hükümdarın duasıdır." HOkümdann Ned1mler1n1n Vasıflan 55

[Hükümdarı Taziye] Hükümdara karşı vazifelerden bir diğeri maiyetinden, yakınlarından, akrabalarından hiç kimsenin onu taziye etmemesidir. Çünkü taziye musi­ betten uzakta kalan veya hükümdara izzet, güç ve iktidar bakımından yakın seviyede olan kimselerce yapılır. Bunun altındakiler taziyeden men edilirler. Zikredildiğine göre Abdülmelik b. Mervan'ın oğullarından biri küçük yaşta vefat etmişti. Velid ona taziye ziyaretinde bulunmuş, Abdülmelik de ona "Oğlum! Senin için başıma gelecek musibet kardeşin için olandan daha yaralayıcıdır. Hiçbir oğlun babasını taziye ettiğini gördün mü?" demiş. Bu­ nun üzerine Velid: "Ey Müminlerin Emiri, bunu annem emretti" diye cevap vermiş. Halife "Bu gönlüme daha hafif geldi. Kadınlarla istişare böyle olur işte!" demişti.

[Hükümdarın Öfkesi ve Rızası] Hükümdarın hasletlerinden biri çabuk kızması ancak hemen hoşnut ol­ mamasıdır. Çabuk sinirlenmesi herkesin sürekli onun emirlerine boyun eğmesi se­ bebiyledir. Çünkü hükümdar hoşlanmadığı şeyleri her zaman duymaz. Bu derece izzet-i nefis sahibi bir insanda bu artık bir sıfat haline gelir. Nefsi­ nin alışık olmadığı bir şeyle karşılaşınca hemen ondan kaçar ve öfke ortaya çıkar. Hükümdarın hoşnutluğu ise çok yavaş vuku bulur. Çünkü bu nefsin yap­ maktan çekindiği bir şeydir. Bu konuda halkın başka adetleri vardır. Ebü'l-Abbıis hakkında şöyle anlatılır: Ebü'l-Abbas bir gün, şimdi adını unuttuğum bir adama kızmış. Bir gece bu adam aklına gelmiş. Yanındaki sohbet arkadaşlarından biri, "Ey Müminlerin Emiri! Falan kişiyi Allah'ın en azılı düşmanı görse kalbi ona acır" demiş. Halife "Neden?" diye sorun­ ca adam "Müminlerin Emirinin öfkesi sebebiyle" diye cevap vermiş. Bunun üzerine "Onun bu kadar cezaya uğrayacak günahı nedir ki!" demiş. Adam "Ey Müminlerin Emiri ona acıyın ve hoşnutluğunuzu gösterin" diyerek rica­ da bulunmuş. Halife ise "Bunun zamanı değil şimdi" diyerek razı olmamış. Adam "Ey Müminlerin Emiri onun suçunu küçük gördüğün için ondan hoş­ nut olmanı istedim" demiş. Ne var ki, Ebü'l-Abbas öfkesi ile rızası arasında uzun süre bulunanlardan değildi. Kızmayı ve razı olmamayı beceremezdi. İşte hükümdarların ahlakı ve yaptıkları işler böyledir. 56 Saray Adabı

Abdullah b. Malik el-Huzai ile Reşid arasında da benzer bir hadise vuku bulmuştu. Reşid, ona bir gün çok kızarak ailesinin ve yakınlarının hem onun­ la konuşmaktan ve alışverişten hem de ona hizmet etmekten uzak durmasını emretmişti. Bu, Abdullah b. Malik'e o kadar tesir etmiş ki, sağlığı bozulmuş yataklara düşmüştü. Kendisine en yakın olanlar, ailesi ve akrabalan bile on­ dan uzak durmaya başlamışlardı. Bir gece yansı -çok samimi dostlanndan olan- Muhammed b. İbrahim el-Haşimi onun yanına gelmiş ve şöyle demiş: "Bana asla unutamayacağım iyiliklerin dokunmuştu. Müminlerin Emirinin öfkesi sebebiyle başına gelenleri duydum. İşte ben önünde, huzurundayım. Bana istediğini emret; artık senin koruyucun olacağım. Senin nefsini rahat­ sız eden her şeyi ortadan kaldıracağım". Abdullah da ona güzel sözler söy­ lemiş, onu övmüş ve halifenin kendisine neden öfkeli olduğunu anlatmış. Muhammed, Müminlerin Emiri ile konuşup özürlerini ona ileteceğine dair söz vermiş. Sabah olunca halifenin elçisi Muhammed'in yanına gelmiş. Ata binip halifenin huzuruna gitmişler. Halife "Gecenin bu vakti kim gelmiş" deyince "Ey Müminlerin Emiri kulunuz Abdullah b. Malik geldi. Eşlerimi boşamak, kölelerimi azat etmek, bütün mal ve mülkümü sadaka vermek ve yirmi defa yalın ayak hacca gitmek üzerime farz olsun ki, Allah'ın Abdul­ lah b. Malik'e duyurduğu şeyi, halifemize ulaştırmalıyım." Reşid düşünceli bir şekilde başını eğmiş. Muhammed ona bakıyormuş ve sonunda yüzünde­ ki güzel haberi fark etmiş ve halife başını kaldınp "Doğru söylediğini sanı­ yorum. Ey Muhammed, ona söyle de kapıya gelsin" demiş. Bunun üzerine "Ben de onunla birlikte gideyim mi?" diye sormuş. Halife "Evet" diye cevap vermiş. Muhammed, Abdullah'ın yanına gitmiş ve ona müjdeyi yetiştirmiş. Yola çıkmak için atlara binmelerini söylemiş. Hemen huzura çıkmışlar. Ab­ dullah, Reşid'i görünce kıbleye dönüp secde etmiş. Başını kaldınnca Reşid onu yanına çağırmış. Gözlerini kaçırarak ona doğru yanaşmış, ayaklannı, halıyı ve bastığı yerleri öpmüş ve özür dilemesine izin vermesini rica etmiş. Reşid "Özür dilemeye ihtiyacın yok. Özrünü anladım" demiş. Abdullah bun­ dan sonra Reşid'in huzuruna ne zaman girse onda bir kırgınlık görürmüş. Muhammed "Ey Müminlerin Emiri! Abdullah sizde önceki dargınlıktan ka­ lanlan görmekten şikayet ediyor. Ona karşı daha sıcak davranmanızı rica ediyor" demiş. Bunun üzerine Reşid "Muhanuned! Biz hükümdarlar yakın­ lanmızdan birine kızdığımız sonra onu affettiğimiz zaman, yine de içimizde gece ve gündüzün sökemediği bir şeyler kalır" demiş.

[Hükümdarın Sır Saklaması] Hükümdann haklarından birisi de sırlarını, baba, anne, kardeş, eş ve arkadaştan saklamasıdır. Hükümdar kusurlu ve sıkıcı insanlara tahammül HDkDmdann Ned1mlerintn Vasıflan 57

edebilir, ama üç kişiye asla tahammül edemez: Onun hükümdarlığına saldı­ ranları, sırlarını yayanları ve haremine yan gözle bakanlan. Bunun yanında, yakınlarının iç dünyalarını bilmesi ve bu üç sıfata sahip olmayanları dinlemesi de hükümdarın özelliklerindendir. Kisra Ebreviz şöyle derdi: "Mutlu hükümdarın bütün gayretini bu sı­ fatlara sahip olanlan denemeye sarf etmesi lazımdır. Mülkün temel taşlan bunlardır." Kisra Ebreviz'in sır tutma konusunda etrafındakilere uyguladığı imtiha­ nı çok ilgi çekiciydi. Adalet çerçevesinin dışında hatta zulüm dairesinde bile denilebilirdi. Ancak her hükümdarın kendine has yöntemleri vardı. Hükümdar yakınlarından iki kişinin her konuda birbiriyle uyumlu, an­ laşma içinde olduğunu görürse, birisiyle yalnız kalır, ona diğeri hakkında bir sır verir ve onu öldürmek istediğini söylerdi. Bunu sır olarak saklamasını emrederdi. Bu konuda onu sıkı sıkı tembihlerdi. Sonra arkadaşının giriş çı­ kışındaki, onunla karşılaşmalarındaki tavırlannda ve yüzünün renginde bir değişim olup olmadığına bakar ve onu bir süre takip ederdi. Davranışlarında bir farklılık bulmazsa diğerinin sırrı ifşa etmediğini anlardı. Onu kendisine daha çok yakınlaştırır ve mertebesini yükseltirdi. Sonra yalnız kaldıkları bir anda "Falancayı bana ulaşan bir haberden dolayı öldürmeyi düşünmüştüm, fakat bunun doğru olmadığını öğrendim" derdi. Eğer arkadaşında bir değişiklik, yüz çevirme görürse sım açtığını anlar, sım ifşa eden adamı uzaklaştırır. Arkadaşına da sadece onun sır tutup tut­ madığını denediğini haber verirdi. Eğer makam ve mevki sahibi bir kimseyse elinden mertebesini alır. Eğer nedimlerden ise meclisinden uzaklaştırırdı. İşçilerden ise bir daha çalıştırılmamasını emreder. Eğer ateşgede rahiplerin­ den ise azledilmesini ve nzıklannın kesilmesini söylerdi. "Kim hükümdarına karşı doğru olmazsa, kendisine karşı da doğru olamaz. Kendine karşı dürüst olmayanda ise hayır yoktur" ve "Kalbin başka bir kalp hakkındaki şehadeti lisanın şehadetinden çok daha adildir. Kalpteki her şeyi gözler izhar eder. Çünkü uzuvlar birbirleriyle ilgilidirler" derdi. Hükümdarın haremi konusundaki imtihanı ise şöyle olurdu: Eğer bir adam ona yakınlaşmaya başlamış dışarıdan bakınca ırzını, malını kendisine emanet edebileceğini sanıyor ise gizli bir şekilde onu sınaması gerekir. Onun kendi sarayına taşınmasını emreder. Yakınındaki odalardan birini ona tah­ sis eder. Onun yanına herhangi bir cariye veya kadın girmesine mani olur ve "Gece gündüz seninle birlikte olmak isterim. Eğer hareminden birilerini getirirsen, onunla ilgilenirsin. Eşlerinin evine beş gecede bir gidersin" der. Adam saraya taşındıktan sonra onunla sohbete başlar, meclisten en son o adam ayrılır ve bu şekilde aylarca devam eder. 58 Saray Adibı

Hükümdar has adamlarını haremi konusunda aşağıda anlattığımız şe­ kilde imtihan eder: Rivayete göre hükümdar en yakın cariyelerden birisini yakınlarından birine casus olarak hediyelerle birlikte göndermiş ve ilk sefe­ rinde cariyeden onun yanında hiç oturmamasını istemişti. Hükümdarın he­ diyelerini getiren cariye hiç beklemeden adamın yanından ayrılmıştı. İkinci defada cariyenin çok kısa süre oturmasını ve bazı güzelliklerini göstermesini söylemişti. Kadın bunu yapınca adam onu izlemiş ve cariye oradan ayrılmış­ tı. Üçüncü seferde orada daha çok oturmasını ve onunla konuşmasını, daha fazla konuşmak isterse buna cevap vermesini emretmişti. Kadın bunları yapınca artık adam onunla konuşmaktan ve ona bakmaktan hoşlanır hale gelmiş. Tabiatıyla nefsi bundan sonra başka şeyler de istemeye başlamış. Bunun üzerine kadın "Bizi bulmalarından korkuyorwn. Ben bir şeyler dü­ şünürüm" diyerek oradan ayrılmış ve hükümdarın yanına giderek her şeyi haber vermiş. Hükümdar adama en has cariyelerinden başka birini hedi­ yelerle göndermiş. Adam başka bir cariye gelince ilk geleni sormuş. Cariye "O hasta oldu" deyince adamın rengi solmuş. Bu yeni gelen ilk cariye gibi fazla yanında oturmamış. Sonra adam ona da alışmış. İkinci seferinde bi­ rinciden daha çok oturmuş ve bazı güzelliklerini göstermiş. Üçüncüde ona daha yaklaşmış ve onunla şakalaşmaya gülüşmeye başlamış. Adam onu da arzu etmeye başlamış ve davet etmiş: Kadın şöyle demiş: "Şimdi hükümdar birkaç adım ötemizde bulunuyor. Aynı evde birlikteyiz. Ama üç gün sonra bostanına gidip orada kalacak. Senin de gelmeni isterse hasta olduğunu söy­ le numara yap. Eğer seni eşlerinin evine dönmek veya burada kalıp onun dönüşünü beklemek arasında muhayyer bırakırsa burada kalmayı tercih et ve hareket edemediğini söyle. Senin dediğini kabul ederse gecenin başında buraya gelip sonuna kadar yanında kalırım." Akılsız adam bu oyuna kanmış. Cariye hükümdarın yanına gelip aralarında geçen her şeyi ona anlatmış. Hükümdarın bahçeye gideceği vakit adamı çağırtmış. Ne var ki adam, el­ çiye "Hasta olduğwnu söyle" demiş. Elçi durumu anlatınca Ebreviz gülmüş ve "İşte şerrin başlangıcı" demiş. Adama bir sargı göndermiş. Adam onunla huzura başı sanlı bir halde taşınmış. Uzaktan onu görünce "Başını sarma­ sı ikinci kötülük" demiş ve tebessüm etmiş. Adam hükümdara yaklaşınca yere eğilmiş. Ebreviz ona "Ne zaman başına geldi bunlar?" diye sorunca "bu gece" diye cevap vermiş. Ebreviz "Ne yapmak istersin! Sana baksınlar diye evine ve kadınlarının yanına mı gidersin yoksa ben dönene kadar burada mı kalırsın?" diye sormuş. Adam "Burası benim için daha iyidir, daha az hare­ ket eder dinlenirim" diye karşılık vermiş. Hükümdar "Doğru söylemiyorsun. Eğer seni burada bırakırsam evinden daha çok hareket edeceksin" demiş. Sonra zina edenlerin damgalandığı asanın çıkarılmasını emretmiş. Adam başına bir kötülüğün geleceğini anlamış. Ebreviz söylediklerinin tek tek ya­ zılmasını ve insanların yanında okunmasını söylemiş. "Adam ülkenin en Hllkllmdann Ned1mlerin1n Vasıflan 59

uzağına gönderilecek. Tanımayanların kendisinden sakınması için her za­ man bu asayı bir mızrağın ucunda taşıyacak" demiş. Adam Medılin'den çıka­ rılıp Faris bölgesine doğru gönderilmiş. Kendisine vekil bırakılmış yardımcı­ larından biriyle birlikte olan bıçağı almış ve adamın cinsel organını kesmiş. Adam "Kim vücudunun küçük bir uzvuna itaat ederse, küçük büyük bütün uzuvlarını onunla ifsad eder" demiş ve o anda ölmüş.

[Hükümdarın Ülkeye Hıyanet Edenleri Sınaması] Hükümdar ülkeye karşı niyetini bozan ve ülke aleyhinde davranışlarda bulunan kişileri sınayacak bir görevli tayin eder. Bu görevli insanlara dün­ yadan uzaklaştığını, ahirete meyilli olduğunu, hükümdarların kapılarından uzak olduğunu izhar eder. Halka vaaz verir ve onları ağlatır. Arada hüküm­ darı eleştirir ve onun milletin tabi olduğu hükümlerini, dinin kurallarını ve babalarının adetlerini terk ettiğini söyler. Ebreviz'in böyle bir süt kardeşi ve çocukluk arkadaşı olduğu anlatılır. İşte böyle bir vaizden bu taktikle yakın­ larından birini sınamasını istemişti. Bir gün adamın söyledikleri kendisine haber verilince Ebreviz buna güldü ve şöyle dedi: "Falancanın aklı biraz zayıftır, bunu biliyorum. Eğer böyle ise yaptıkları bana veya ülkeye zarar vermez" demiş ve böylece o adamın yaptıklarını küçümseyerek ona karşı bir güven duygusuna sahip olduğunu izhar etmişti. Sonra onu davet etmek için adamlarını gönderdi. Süt kardeşi ise güya ona cevap vermekten imtina ediyor ve "Allah'tan korkan kişinin başka kimseden korkmaması lazımdır" diyordu. Hükümdara ve ülkeye düşmanlık besleyenler bu kişiyle ziyaretle­ rinde uzun süre haşhaşa kalıyor ve onunla yakınlık kuruyordu. Yalnız kal­ dıklarında hükümdarın durumunu konuşuyorlardı. Bir keresinde vaiz hü­ kümdara ve ülkeye sövmeye başladı. Hainler ona destek çıktı ve aynı şeyleri düşündüğünü söylediler. Vaiz ona "sakın bunu zalim hükümdara söyleme! Benden tahammül ettiği şeyleri senden duyunca tahammül edemez. Kanını ondan koru" dedi. Diğerinin ona olan güveni iyice artmıştı. Vaiz hükümdar hakkında idam cezasını gerektirecek sözler söyleyecek dereceye vardığını anlayınca ona "Yarın bir meclis tertip edip insanlara hitap edeceğim, sen de gel. Konuşmalarda kalbi yumuşak bir adamsın. İyi niyetlisin, sesin uzakla­ ra ulaşır. İnsanlar seni benim yanımda gördüklerinde maneviyatları yük­ selir ve benim söylediklerimi kabul ederler" dedi. Adam şöyle cevap verdi: "Ben zalim hükümdardan korkuyorum. O geldiği zaman meclisinde onun adını anma." Vaizle Ebreviz arasındaki parola adamın onun meclisinden ayrılmasıy­ dı. Vaiz konuşmasında hükümdarın halini anlatmaya başladı. Ebreviz onun meclisine katılacak casuslar göndermişti. 60 Saray Adibı

Zahid vaaz etmeye başladı, insanları dünyadan sakındırıp ahirete rağ­ bet ettiriyordu. Hain adam da meclise geldi. Vaiz hikayelerini bitirince sözü hükümdara getirdi. Diğer adam yerinden kalktı, Ebrev:iz'in adanılan gelip ona durumu bildiriler. Onun hakkındaki şüphesi artık netleşmişti. Onu bir beldeye gönderdi ve valisine şöyle yazdı: "Sana bir adam gönderiyorum. Bu mektubunun gelişinden şu kadar vakit sonra yanına ulaşacak. Ona önce iyilik yap, ünsiyet kur ve kendisine güvendiğini belli et. Evine yerleştikten sonra onu öldür ve ateşgedeyi onunla yak. Nevbehar'ın3 hürmet ve hakkını yerine getirsin. Meşru bir sebep olmadan niyeti bozulan kişi bir daha iflah olmaz."

[Hükümdarın Merhameti ve Hoşgörüsü] Hükümdarın sahip olması gereken hasletlerden biri de hükümdarlığa zarar vermeyen, mal ve mülkü zayi etmeyen, izzet ve şerefi düşürmeyen kü­ çük hataları görmezden gelmesidir. Sasanoğulları hükümdarlarının adeti böyledir. Behramcı1r hakkında şöyle bir hikaye anlatılır: Behramcı1r bir gün ava çıkmış ve atı ile bir ağacın altında duran bir çobanın yanına kadar gelmişti. Sıkıştığı için çobana "Atımın ipini tut da şurada hacetimi göreyim" dedi. Ço­ ban atın ipinden tuttu. Atın gemi altın kaplıydı. Behram'ın gafil bir anında çoban cebinden bir bıçak çıkardı ve gemin ucundan birazını kesti. Behram başını kaldırıp ona bakınca durumu fark etti, gözlerini yere çevirdi ve çoban gemden ihtiyacı kadarını alsın diye ağırdan almaya başladı. Çoban da ya­ vaş davrandığını görüp sevindi. Behram çobanın ihtiyacı kadarını aldığını düşününce "Çoban, atımı bana getir. Rüzgardan gözüme toz girdi. Gözümü açamıyorum" diyerek gemin süsünü aramadığını sanmasını sağladı. Çoban atı yaklaştırdı ve Behram ata bindi. Çoban arkasından "Ey yüce hükümdar! Falanca yere nasıl giderim?" diye sordu. Behram "Neden soruyorsun orayı?" deyince "Evim orada, buraya daha önce hiç gelmemiştim. Oraya nasıl döne­ ceğimi bilmiyorum" dedi. Behram güldü ve onun ne istediğini anladı. "Ben yolcu bir adamım ve oraya hiç dönemeyebilirim" dedi ve yoluna devam etti. Atından inince atlarına bakan seyise "Atın gemini yolumdan geçen bir dilen­ ciye verdim. Kimseyi suçlamana gerek yok" dedi. Buna benzer başka bir olay da Enı1şirvan hakkında anlatılır. Bir Nev­ ruz veya Mihrican gününde tahtına oturmuş, önüne sofralar kurulmuştu. Ekabir sırasıyla eyvana toplanmışlardı. Sofralarla ilgilenen hizmetçiler de oraya gelmişlerdi. Kisra bu sırada onları görebiliyordu. İnsanlar yemeği bi3

Belh şehrinde Kabe'ye öykünerek kurulan bir ateşgede. (editörün notu)

Hllkllmdann Nedtmlerintn Vasıflan 61

tirince, hizmetçiler gümüş bardaklar ve altın kaplama camlarda içecek ge­ tirdiler. Süvariler ve üst tabakaya mensup olanlar altın tastan içiyorlardı. Davetliler ayrılıp sofralar kaldınlınca orada bulunanlardan biri altın kap­ lama bir kadehi aldı ve elbisesinin içine sakladı. Enüşirvan onu gördü ama yüzünü ondan çevirdi. İçecek dağıtımıyla ilgilenen kişi kadehi aramaya baş­ ladı ve bulamayınca "Kontrol edilmeden kimse dışarı çıkmayacak" dedi. Bu­ nun üzerine Kisra "kimseye dokunma" dedi ve insanlara çıkmaları için izin verdi. Sonra adam hükümdara "Ey hükümdarım! Biz altın bir kadehimizi kaybettik" deyince, "Doğru söyledin, onu sana geri vermeyecek birisi aldı" dedi. O, bu durumu açığa vurulmaya değer bir mesele olarak görmedi. Adam da kadehle birlikte ayrıldı. Muaviye b. Ebü Süfyan da bir bayram günü böyle yapmıştır. İnsanlar oturmuş, sofralar kurulmuş, dirhem ve dinarlar insanlara dağıtılmak üzere getirilmişti. Topluluktan bir adam insanlar yemek yerken gelmiş ve içinde dinar olan bir kesenin üzerine oturmuştu. Hizmetçiler, "Kaçıl, bu yer senin değil" deyince Muaviye bunu duymuş ve "Adamı bırakın meclisin bittiği yere otursun" demiş ve altın kesesini alıp kucağına atmıştı. Adam kalkınca kimse ondan onu almaya cesaret edememişti. Hizmetçi "Allah Müminlerin Emirini ıslah etsin! Malını bir kese azalttı" deyince, "Onun sahibi benim ve [bu kese­ nin bir misli] sana bağışlanacaktır" dedi. İşte hükümdarların hayatlarında ve onlar hakkındaki kitaplarda olan adetleri bunlardır. Bu davranışlar hükümdardan daha alt seviyede olan kimselerde bulun­ mayabilir. Ama hükümdar her şeyden müstağni olabilmeli ve onun gözünde her şey küçük olmalıdır. Avam bu gibi şeyleri yanlış anlayabilir. Bu, şeytanın onların kalplerine koyduğu ve dillerinde döndürdüğü bir vesvesedir. Müşteri ve satıcı konu­ sunda "aldatılan kişi övülmüş değildir" derler. Satıcılarla pazarlık yapma, düşük kimselere sataşma, alçak kimselerle çekişmeyi, ufacık tanenin bile peşinde koşmayı, ölçüyü tartıyı ince ince takip etmeyi maharet sanırlar. Aslında "gel beni aldat" demedikçe bu şekilde aldatılan kişinin övülmesi gerekir. Hatta böyle dese bile bu bir fazilet ve söyleyenin cömertliğine ve soyluluğuna delalet eden bir durumdur. Bundan dolayı Araplar "Görmezden gelmek fazilettir" demişlerdir. Bir yere gittiği zaman malını, aldatıldığı zaman yaptığı alım satım mua­ melesini, zarara uğradığı zaman da durumunu ince ince hesap etmeyen kişi­ nin kalbinde bir heybet ve fazilet hissi uyandığını görürsün. Peygamberimiz (s.a.v.) de bize böyle edep vermiş ve şöyle buyurmuştur: "Allah alış verişi kolaylaştıran, davalarda kolaylık sağlayan kişilere merha­ met eder." 62 Saray Adabı

İşte bu edepler "Aldatılan övülmez" sözünün kapsamı dışındadır. Hz. Hasan (a.s.) "Mümin alış verişinde çok şüpheci olmaz" demiştir. Muaviye bu konuda "Ben eteğimi aldatmalar üzerinde sürürüm" demiştir. Süleyman b. Abdülmelik hakkında şöyle anlatılmıştır: Babasının hayatı sırasında gezintiye çıkmış, sahrada kendisine sofra kurdurmuş ve arka­ daşlarıyla birlikte yemek yemişti. Oradan ayrılma vakti gelince hizmetçileri yol hazırlıklarına başlamışlardı. Tam bu sırada bir bedevi gelip gaflet anın­ da Süleyman'ın üstüne attığı kalın örtüyü almış ve kendi omzuna atmıştı. Süleyman da bu sırada onu seyretmekteydi. Onun yakınlarından biri ola­ yı görmüş ve "Hemen üzerindekini at!" demişti. Bedevi, "Asla olmaz, bunu atamam! Bu müminlerinin emirinin elbisesidir" deyince Süleyman gülmüş "Doğru ona ben giydirdim" demişti. Adam da bunun üzerine oradan fırtına gibi ayrılıp gitmişti. Ca'fer b. Süleyman b. Ali'nin bir zamanlar yaptığı bundan daha iyidir. Güya bir adam onun önünden muhteşem bir inci çalmış. Günler sonra inci aranmaya başlanmış ama bulunamamış. Adam daha sonra onu Bağdat'ta satmış. Tabii ki, önceden mücevhercilere durumu haber vermişler. Adam he­ men yakalanarak Ca'fer'e götürülmüş ve [halifenin huzurunda] çok utanmış. Halife ona "Benden bunu isteseydin de sana verseydim olmaz mıydı?" demiş. Adam "Elbette verirdiniz" demiş. Halife "Bu adama dokunmayın" demiş. Adam bu inciyi iki yüz bin dirheme satmış.

[Hükümdarın Vefa Sahibi Kimselere İkramı] Hükümdarların hasletlerinden biri de vefa ehline ikramda bulunmak, on­ lara iyilik etmek ve kendilerini herkesin önüne almaktır. İnsanda vefadan daha soylu daha yüce ve büyük bir erdem bulunmaz. Vefakarlık sadece dille teşekkür anlamına gelmez. Çünkü sözle yapılan te­ şekkür kimseye zor gelmez. Vefa şu özellikleri içermektedir: [1] İnsan kendisine iyilik eden kimseyi hükümdarın ve daha alt sevi­ yedeki yöneticilerin huzurunda anmalıdır. Eğer hükümdar o kişiye karşı kötü bir düşünceye sahipse bu görüşünü daha da alevlendir­ mek vefalı bir davranış değildir. İnsan eğer hükümdarın kırbacından ve kılıcından korkarsa sıfatlarının en güzeli onun iyi veya kötü sözü­ nü etmekten kaçınmaktır. (2) Bir diğeri ondan malını esirgememek ve dirhemi dirhemle, çarığı ça­ rıkla, elbiseyi elbiseyle bölüşmektir. HDkDmdann Nedimlerin1n Vasıflan 63

[3] Bir diğeri soyunu ve ailesini korumak, sıkıntıda ve rahatta her za­ man onlara yardım etmektir. [4] Bir diğeri ona sözle ve fiille yardım etmektir. Bütün Acem hükümdarları, avamdan olsun havastan olsun insanların kendilerine iyilik yapan bir kimseyi yanlarında anmalarını, övmelerini, iyi­ liğini söylemelerine engel olmazlardı. Hukuk (eş-Şeria) gereği öldürülmüş, hükümdar ona kızmış olsa bile bu kişilerin övülmesine mani olmazlardı. Bilakis hükümdarlar böyle davranan kadirşinas kişilerin faziletini bilir ve onlara iyilik yapılmasını emrederlerdi. Kubad memleketinde isyan çıkaranlardan bir adamın öldürülmesini em­ retmişti. Adam öldürülmüş, başında komşularından bir adam durup "Allah sana rahmet etsin! Sen komşulara iyilik eder, eziyetlerine katlanırdın. İhti­ yaç sahiplerine yardım eder, dertlilere elini uzatırdın. Şeytan seni nasıl kan­ dırıp da hükümdarına isyan ettirmiş, onun itaatinden çıkıp da isyana kalkış­ mışsın. Eskiden senden daha güçlüler bile bu işe kalkışmamışlardı" demişti.

Sahibu'ş-şurta adamı alıp hapse atmıştı. Bu adamın haberi Kubad'ın kula­ ğına gitmiş ve "Kendisine iyilik yapan kişiye vefalı davranıp iyilik edene biz de öyle davranırız" demiş ve [derhal hapisten çıkartılan bu] adamın derecesi yükseltilmiş, kendisine fazla fazla para verilmişti. Said b. Amr b. Ca'de b. Hübeyre [el-Mahzümi] de Mervan [el-Ca'di]'nin başı, Kı'.ife'deki Ebü'l-Abbas [es-Seffah]'ın yanına götürülünce böyle yapmıştı. Bir meclis oluşturulmuş ve [Mervan'ın] kesik başı getirilip ortaya konulmuş­ tu. Said b. Amr b. Ca'de ayağa kalkmış ve uzun süre bekleyip şöyle demişti: "Bu bizim dünkü halifemiz Ebu Abdülmelik'in kafasıdır. Allah ona rahmet etsin." Bunun üzerine Ebü'l-Abbas onun üzerine atılmış, [bunun üzerine] İbn Ca'de de oradan ayrılıp evine gitmişti. İnsanlar bu olayı konuşmuşlar, oğullan ve ailesi onu kınamışlar; "Hem bizi hem kendini helake sürüklüyor­ sun" demişlerdi. "Allah yüzünüzü karartsın, susun! Siz dün Harran'da bana Mervan'a arkamı dönmemi söyleyenler değil misiniz. Vefasız insanlar gibi bu söylediğinizi yaptım ben de. Bunun utancını ancak bu yaptığım temiz­ leyebilirdi. Ben bir ayağı çukurda bir ihtiyarım. Bugün ölümden kurtulsam yarın öleceğim" diye karşılık vermişti. Çocukları geceleyin Ebü'l-Abbas'ın el­ çilerinin gelmesini beklemeye başladılar. Sabaha kadar kendilerine kimse gelmedi. Sabah olunca adamın yanına Selim b. Mücalid geldi. Selim onu gö­ rünce "Ey İbn Ca'de! Müminlerinin emirinin memnuniyetini dile getirmeye geldim. Bu gece senin davranışını anlattı ve şöyle dedi: 'Şeyhten çıkan söz bir vefa örneğidir. O bize daha yakın akraba, bize Mervan'dan daha çok şefkat duyar, eğer ona iyilik edersek."' Şeyh, "Evet, vallahi öyle" diye cevap verdi. 64 Saray Adabı

Kays b. Sa'd b. Ubade [el-Ensari]'nin Muaviye ile olan hadisesi de böyle­ dir. Muaviye kendisini Hz. Ali'nin saflarından ayrılıp ona itaat etmeye çağı­ rınca Kays b. Sa'd şöyle yazmıştı: "Ey put oğlu put! Bana Ali b. Ebu Talib'i bırakıp senin saflarına geçmemi mi yazıyorsun. Arkasındakilerin onu terk edeceklerini, insanların sana yöneleceğini söyleyerek beni tehdit mi ediyor­ sun! Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a and olsun ki, onun arkasında benden başka tek bir kişi bile kalmasa, o seninle anlaşmadıkça asla seninle elbirliği yapmam. Sen onun düşmanıyken asla sana itaat etmem. Allah düş­ manını O'nun velisine; şeytanın hizbini Allah'ın hizbine tercih eder miyim! Vesselam!" İskender-i Zülkarneyn'in hayatı hakkında şöyle anlatılmaktadır: Fars di­ yarına doğru yönelince Zülkarneyn'i hükümdarlarının önünde süvarilerden bir grup karşılamış ve ona yakınlaşmak istemişlerdi. İskender ise hüküm­ darlarına hıyanet ettiklerinden dolayı onların öldürülmelerini emretmiş ve "Kendi hükümdarına hıyanet eden başkasına karşı daha hain olur" demişti. Şiruveyh hakkında şöyle bir hadise anlatılır: Şirftveyh, el-Meydan'dan döndüğü sırada halktan biri önünü kesmişti. "Ebreviz'i senin ellerinde öldü­ ren Allah'a hamd olsun. Seni layık olduğun tahta geçirdi ve Sasanoğullarının zulmünden, cimriliğinden bizi kurtardı. Onlar bir tane karşılığında binlerce alan, zan ile öldüren, suçsuzu korkutan, hevasına göre hareket eden bir ha­ nedandı" dedi. Şirftveyh hacibine "O adamı benim yanıma getir" dedi. Adam huzura getirilince "Ebreviz yaşarken gelirin (erzak) ne kadardı?" diye sordu. Adam "Yetecek kadardı" dedi. "Bugün ne kadar artırıldı?" diye sorunca "Hiç­ bir şey artırılmadı" dedi. "Ebreviz bu dünyadan gitmişken, söylediklerinle ona karşı bir şey elde ettin mi?" diye sordu, adam "hayır" diye cevap verdi. Bunun üzerine "Sana karşı bir şey yapmadığı, gelirini kesmediği halde ona neden böyle diyorsun. Raiyenin hükümdarlara karşı böyle konuşmaya hakkı mı varmış!" dedi ve adamın dilinin kesilmesini emretti. Sonra da "Susmak, gereksiz konuşmağa yeğdir sözünün hatırına bunu yaptım" dedi. Sabah b. Hakan bana babasından nakille şöyle anlattı: İbrahim b. Mansur'un kellesi getirilip Mansftr'un önüne konulunca Ruveydiyye'den biri gelip elindeki bir sopayla ona vurmuş. Bunun üzerine Mansur, el-Müseyyib'e "Şunun suratına vur" deyince el-Müseyyib de burnuna vurmuş. Sonra da Mansftr "Ey edebsiz, soysuz! Artık hiçbir şey yapacak hali kalmamış amca­ mın oğlunun başına sopayla nasıl vurursun. Beni öldürmek istedi de üzerim­ den mi kovuyorsun! Allah'ın lanetine git, cehenneme kadar yolun var" demiş. Ebu Cafer, Hişam'ın yakınlarından olan Şam halkından bir adama ha­ ber gönderdi ve Hişam'ın haricilerle savaşında izlediği bazı taktikleri sordu. Adam "Rahmetli şöyle yapmıştı, böyle yapmıştı" diye anlattı. Mansftr, "Kalk Hllkllmdann Nedimlerlntn Vasıflan 65

buradan lanet olası! Benim halıma basıp düşmanıma nasıl rahmet okursun!" dedi. Adam kalktı ve oradan aynlırken "Düşmanın bana verdiği nimet boy­ numda asılıdır. Onu oradan ancak benim ölmüş bedenimi yıkayan kişi ala­ bilir" dedi. Bunun üzerine Mansur "Geri dön!" dedi. Adam geri geldi ve ona dedi ki: "Sen soylu bir kadının çocuğu, şerefli bir ailesinin oğlusun! Sözüne dön!" Adam konuştuğu konuya döndü ve sözünü tamamladı. Ona bir mik­ tar bağış yapmak istedi ve almasını rica etti. Adam "Ey Müminlerin Emiri! Vallahi, buna ihtiyacım yok. Az önce sözü geçen adam vefat edip gitti. O, kendisinden sonra beni kimsenin kapısına muhtaç etmeyecek kadar bana iyilik yapmıştı. Müminlerin Emirinin izzeti ve ona itaati seçmemiş olsaydım ondan sonra kimsenin verdiğini giymezdim." Mansur "Allah ömrünü uzun etsin, sana nimetini bahşetsin! Kavminde senden başka kimse kalmasa sen onlar için kıyamete değin sürecek bir övünme vesilesi bıraktın" dedi. Bu ada­ mın Şeyban'dan olduğu söylenmektedir.

[Hükümdarla Konuşma Adabı] Hükümdarın sohbet arkadaşları geldiği zaman onlardan hiçbiri söze baş­ lamamalı, çok bilinmedik (nadir) bir şey söylemiş olsa bile ona itiraz edip sö­ zünü kesmemelidir. Onların amacı hükümdarın sözlerini güzelce, pür dikkat dinlemektir. Sözü bitirip de birisine bakarsa ona benzer konularda konuşma izni vermiş dernektir. Kimsenin sözü başka bir mecraya çekme hakkı yoktur. Hükümdara hitap ederken sözlerini ifsad etmekten, "Beni bir dinle! Şu sözümü anla! Hey adam! Görmez misin!" gibi edepsizce sözlerden kaçınmalı­ dır. Bunlar söyleyenin konuşma konusundaki beceriksizliğine, dilini iyi kul­ lanamadığına, kaba biri olduğuna işaret eder. Öyleyse hükümdarla konuşan kimsenin sözleri yumuşak, kelimeleri tatlı ve düzenli olsun, düşük ifadeler kullanılmasın. Bir sözü bitirdikten sonra onu bir başka söze bağlama veya birinci konuya benzer şeyler söylemeye hakkı yoktur. Bunu ancak hükümda­ rın ona yöneldiğini ve kendisini dinlediğini anlarsa yapar. Eğer hükümdar başka bir işle meşgul olursa konuşmasına devam etmez. Çünkü böyle yapar­ sa hükümdar hem o işle uğraşmak hem de onu dinlemek, yani iki işi aynı anda yapmak zorunda kalır. Böyle bir davranış ona karşı edepsizliktir. Bila­ kis hükümdarı iyice dinlemek lazımdır. Eğer hükümdarın işi devam ederse konuşmayı bırakmalıdır. Eğer [başka bir işle ilgilenmeyi] keser ve konuşana bakarsa sözünü devam ettirir ve tamamlar. ***

Hükümdarın sözüne gülrnernelidir. Çünkü onun huzurunda gülmek ona karşı cürettir. Onun sözüne şaşkınlık izhar etmemek lazımdır. Bu ancak 66 Saray Adibı

onun zatı karşısında duyulan hayranlıktan yapılır. Eğer hükümdar bir söze gülerse ve sevinirse bu onun konuşmasının amacıdır. Onu kastetmiştir. Eğer susarsa konuşmada kendisini eğlendiren ve coşturan veya fayda veren bir şey yok demektir. O gülmese ve beğenmese de söz ayıplardan salim olabilir. ***

Hükümdara karşı vazifelerden birisi de onun huzurunda bir sözün iki kez tekrarlanmamasıdır. Ancak aradan uzun zaman geçip konu unutulursa tekrarlanabilir. Eğer hükümdar onu hatırladığı halde tekrarlanmasına mü­ saade etmişse, bu onun verdiği bir izinle gerçekleşmiş demektir. Ravh b. Zinba' şöyle derdi: "Abdülmelik'le birlikte on yedi sene geçirdim. Bir söylediğim sözü bir kez bile tekrar etmedim." Şa'bi şöyle derdi: "Bir adama aynı sözü iki kere söylemedim." Ebü'l-Abbas şöyle derdi: "Ebft Bekir el-Hüzeli'den daha bilgili birisini gör­ medim. Bana bir söylediği sözü tekrar söylemezdi." İbn Ayyaş şöyle derdi: "Mansı1r'a binden fazla hikaye naklettim. Bir gece ona Zikar gününden bahsederken bana şöyle dedi: 'Tekrarlamak zorunda kaldın, İbn Ayyaş!' Ben de 'Neyi tekrarladım ey Müminlerin Emiri?' diye sordum. 'Şimşekli ve yağmurlu geceyi hatırlamıyor musun? O zaman bana Zikar gününden bahsetmiştin. Sana Zikar günü bu geceden daha mı çetindi? diye sormuştum', dedi." Şarki b. el-Kutami bir sözü defalarca tekrar ederdi. Çünkü sözlerinin çoğu fıkralardan oluyordu. Mehdi'nin hoşuna gidiyor ve onları tekrar dinle­ mek istiyordu. İbn De'b, Müminlerin Emiri Mı1sa'ya bir şeyler söylediği zaman ezberle­ mesi için onları tekrar ederdi. Denilir ki halifeler İsa b. De'b'den daha soylu, daha edepli, daha güzel ko­ nuşan, sohbeti daha tatlı ve kadir kıymeti yüksek olan bir kimseyle nedimlik yapmamışlardır. İsa b. De'b, müminlerinin emirinin meclisinde sırtına yas­ lanarak oturma hakkına sahipti. Onun döneminde hiç kimsenin böyle bir şey yapma hakkı yoktu. Ravh b. Zinba"ın hastalığı sırasında Abdülmelik'in ona bir sedirde dua ettiği söylenir. ***

Hükümdarla konuşan kimsenin acele etmemesi, sözleri birbirine karış­ tırmaması, el işaretleri yapmaması, başını oynatmaması, oturduğu yerden kalkmaması, oturuşunu değiştirmemesi, sesini yükseltmemesi, sağa sola fazla dönmemesi, hükümdardan başka tarafa bakmaması gerekir. Onun ga­ yesi hükümdarın kendisini anlaması olmalıdır. Hilkilmdann Nedimlerinin Vasıflan 67

[Hükümdarın Huzurundan Ayrılma Usulleri] Hükümdar esnediğinde, eline yelpaze aldığında, ayaklarını uzattığında, yaslandığında veya yorulduğunu gösteren buna benzer şeyler yaptığında mecliste bulunan herkesin kalkması gerekir. Babek oğlu Erdeşir uzandığı zaman meclis arkadaşları kalkarlardı. Kızıl Erdevan4 gecenin belli vakitlerinde otururdu. Bu vakitler geçince hizmetçi onun nalinini getirir ve huzurda bulunanlar kalkarlardı. Yustasif gözlerini ovuşturunca; Zalim Yezdecird "Şeb be şod"5 dediğinde; Behramcılr, "Hurrem hoftar"6 dediğinde; Kubad, başını yukarı kaldırınca; Sahur "Yeter artık ey insan" dediğinde;

Enılşirvan "Gözünüz aydın" dediğinde;

Ömer b. el-Hattab "Namaz!" deyince kalkarlardı. Yatsı namazından son­ ra oturmayı menederdi. Osman "İzzet Allah'ındır" dediğinde; Muaviye "Gece gitti" dediğinde; Abdülmelik elindeki sopayı atınca; Velid "Allah'a emanet olun" dediğinde; el-Hadi "Size selam olsun" dediğinde; Reşid "Sübhanakellah ve bi haındik" dediği zaman; Mu'tasım nalıncısına baktığı zaman; Vasık yan­ larını tutup esnediğinde; Me'mıln yatağına uzandığında kalkarlardı. Zikrettiklerimizden bazıları başka bir işaret veya sözden dolayı da kalkı­ yor olabilirler. Biz burada herkesin birine en çok yaptığı hareketi naklettik. ***

Hükümdara karşı vazifelerden birisi de küçük veya büyük olsun hiç kim­ senin onun huzurunda ayıplanmamasıdır. Ancak hükümdarlar iki kişiyi bir­ birine düşürmek, birbirlerine karşı kışkırtmak gibi davranışlar yapabilirler. Hükümdarların bazıları bunu siyaset icabı bir düzen içinde yapmışlardır. Denilir ki, hükümdar nezdinde iki kişinin aynı seviyede olması çok nadir bir durumdur. Eğer böyle olursa bu durum, ülkenin yönetiminde kargaşaya yol açabilir. Çünkü aynı seviyedeki iki vezir aralarında anlaşmaya mukte­ dir olurlar. İstedikleri zaman hükümdarın aldığı kararları bozabilirler. İkisi farklı seviyelerde olursa onların ayrılıkları hükümdarın gücünü ve ülkenin dirliğini daha artırır. Biri bir şey istediği zaman diğeri onun tam aksini is4

Kitabın muhakkiki Ahmed Zeki Paşa Erdevan'ın lakabının Kızıl (ahmar) değil, Küçük (asbar) olduğunu ifade etmektedir. (editörün notu)

5

Farsçada "Gece oldu" (editörün notu)

6

Farsçada "İyi geceler" (editörün notu)

68 Saray Adabl

teyebilir. Birbirileri ile anlaşmazlığa düşerlerse istesinler istemesinler hü­ kümdar ile samimi olmaya çalışırlar. Her biri onu kendine tercih eder. Böy­ lece hükümdar onlar için aldığı tedbirleri tamamlar. Hükümdarlar arasında böyle bir şey yapmayan yani vezirleri ve yakınlan arasına fitne sokmayanlar da vardır. Bunlar da her birinin kusurlarına va­ kıftılar. Bu da vezirin kendi ihtiyaçları için vakit bulmasının ve hükümdara karşı hazırlık yapmasının önüne geçer.

[Elçilerin Seçilmesi] Hükümdarın vazifelerinden biri elçisinin bozulmamış bir fıtrat ve mizaca sahip olmasını sağlamasıdır. Elçi, güzel konuşma, yerinde söz söyleme mele­ kelerine vakıf olmalı, hükümdarın sözlerini ve bunların ne anlama geldiğini iyice anlatabilmeli, kendi istek ve arzularına meyletmemeli ve taşıdığı görevi hakkıyla yerine getirmelidir. Hükümdar bir kişiyi elçi tayin etmeden onu uzun süre denemelidir. Acem hükümdarları halklarından bir kişiyi başka ülkelere elçi olarak gönderecekleri zaman önce onu imtihan eder, başkentte bulunan kendi ya­ kınlarından birisine elçi olarak gönderir ve bazı mektuplarını iletirlerdi. Sonra onun peşine bir casus takar, casus onun sözlerini yazıp bunları hü­ kümdara getirirdi. Hükümdar yazılı olan hususları elçinin söyledikleriyle karşılaştırırdı. Eğer sözler ve manaları birbirine uyuyorsa hükümdar onun akıllı ve düzgün konuşan biri olduğunu anlar ve düşmanlarına elçi olarak gönderirdi. Yanında onun söylediklerini yazacak ve hükümdara sunacak bir casus da yollardı. Eğer elçinin söyledikleriyle casusun yazdıkları birbirini tutuyorsa bu elçinin kendisine bağlı doğru sözlü bir kişi olduğunu, araların­ daki düşmanlığı artırmak için çalışmadığını anlardı. Ardından onu diğer ül­ kelerin hükümdarlarına gönderirdi. Bundan sonra onun getirdiği haberleri artık kesin bir delil olarak kabul ederdi. Babek oğlu Erdeşir şöyle derdi: "Bir elçi haksız yere insanların kanını dö­ kebilir. Bir elçinin hıyaneti yüzünden nice ordular, nice canlar, mallar feda edilebilir." Başka bir sözü de şöyleydi: "Hükümdarın başka bir hükümdara elçi gönderdiği zaman yanında bir kişi daha göndermesi lazımdır. Eğer iki elçi göndermişse yanlarına iki kişi daha takmalıdır. İki elçinin yolda bir arada bulunmamasını, birbirleriyle buluşmamalarını sağlayabilirse bunu yapar. Eğer bir elçi kendisine bir hükümdardan iyi veya kötü bir mektup getirirse, diğeri de getirmeden ve birincisinin mektubundakileri harfi harfine aynen söylemeden harekete geçmemelidir. Zira elçi umduğu bazı şeylerden malıHDkDmdann Nedtmlerlntn VaSlflan 69

rum

edilmiş, kendi kafasından bir mektup yazmış ve mektubun yazıldığı

kimseyi, yazana karşı kışkırtmış olabilir." Şöyle anlatılır: "İskender bir elçisini Doğu hükümdarlarından birisine göndermişti. Elçi ona bir mektup getirmiş ama İskender onun bir harfin­ den şüphelenerek 'Yazık sana! Hükümdarlar yazılarını düzeltecek birisini elbet yanlarında bulundururlar. Sen bana yazılan düzgün, muhtevası açık bir mektup getirmiştin. Ancak bir harf eksik. Sen bu harften emin misin yoksa şüpheli mi?' diye sormuş. Elçi: 'Eminim aynen böyle söyledi' diye cevap vermiş. Bunun üzerine İskender lafızların tek tek yazılmasını ve hüküm­ dara başka bir elçi ile gönderilmesini ve ona okunarak tercüme edilmesini emretmiş. Mektup o hükümdara okunduğu zaman tam bu harfin bulunduğu yerdeki söz hoşuna gitmemiş ve mütercime 'Elini bu harf üzerine koy' de­ miş. Adam elini oraya koymuş. Bu harfin bir bıçakla kazınmasını istemiş ve mektup bu şekilde İskender'e gönderilmiş. İskender'e şöyle yazmış: 'Ülkenin başlıca dayanağı hükümdarın fıtratının düzgün olmasıdır. Hükümdarın da­ yanağı ise elçisinin dilinin düzgün olması, kulağının duyduğu dilin söylediği şey ile aynı olmasıdır. Sözümden olmayan kısmı bıçağımla kazıdım. Ama se­ nin elçinin dilini kesemedim.' Bu elçi İskender'e gelince, ilk elçiyi çağırmış ve 'İki ülkenin arasını bozacak bu hatayı neden yaptın?' deyince o kendisine ve­ rilen miktarın azlığından dolayı bunu yaptığını itiraf etmiş. İskender elçiye 'Görüyorum ki ülke için değil kendin için çalışmışsın. Kazanmayı umduğun miktar eline geçmeyince bu büyük insanlardan öç almak istemişsin.' demiş ve elçinin dilinin kesilmesini emretmiş." Hükümdarın hasletlerinden biri de gece ve gündüzün uyku için kendisine belirli mekanlar tahsis etmemesidir. Çünkü birileri hükümdara tuzak kur­ mak isteyebilirler. Bu sebeple onun uykusu ve dinlenme saatleri gözlenir ve takip edilir. Denilir ki Sasanoğullan hükümdarlarının nerede uyuyup nere­ de kaylule yaptıkları bilinmezdi. Babek oğlu Erdeşir, Sabı1r, Behram, Yezdicerd, Kisra Ebreviz ve Kisra Enı1şirvan için kırk yerde kırk farklı yatak yapılırdı. Uzaktan birisi bu ya­ taklardan birini görse hükümdarın kesinlikle onda yattığını sanırdı. Belki de hükümdar bu yatakların hiçbirinde olmaz hafif bir döşek üstünde kolunu yastık yapıp uyurdu. Eğer hükümdarlarımıza uyurken kendilerini korumaları ve her türlü gözden ve kulaktan kendilerini sakınmaları gerekmemiş olsa bile, Hz. Pey­ gamber (s.a.v.) -ki kendisi Cenab-ı Hak katında hususi bir makama sahip olduğu ve Ruhu'l-Emin kendisini kolladığı halde- bunu tedbir amacıyla yaptığından, bizim hükümdarlanmızın da Resulullah'ın yolunu takip etme­ leri gerekir. Müşrikler Resulullah'ı öldürmeye karar verince Cebrail bunu Allah'tan [gelen bir vahiyle] ona bildirmiş ve o da Ali b. Ebı1 Talib'i çağırarak yatağına yatırmıştı. Kendisi ise başka bir yerde uyumuştu. Müşrikler onun 7 0 Saray Adabı

yatağına gelince [Resulullah'ın yatağında uyuyan] Ali kalkmış ve bunun üze­ rine müşrikler oradan aynlmışlardı. İşte bu olay, [yukanda] söylediğimizin en büyük ve sahih delilidir. Hükümdarlann canlan semanın gölgelendirdiği yeryüzünün üzerinde taşıdığı herkes ile ölçülen değerli canlardır. Acemler şöyle derlermiş: "Hükümdann uyuduğu yeri yalnızca onun anne ve babası bilebilir. Onlann dışındakilerden uzaklaşmak ve onlara karşı ted­ bir almak lazımdır. Böyle davranmak hükümdarlar için daha sağlam bir si­ yaset, töreye (şeria) daha uygun bir davranış ve daha salim bir yoldur."

[Şehzadenin Babasına Karşı Davranış Tarzı] Hükümdann haklanndan biri oğlunun ona karşı bir kölesinin muamele ettiği gibi muamele etmesidir. Oğlu, izni olmadan onun huzuruna giremez. Onun üzerindeki perde kendisinden daha aşağıdakilere göre daha kalın olur ki, bulunduğu mevki onu haksızlığa sevk etmesin. Anlatıldığına göre Yezdicerd oğlu Behram'ı durmaması gereken bir yer­ de görmüş ve "Hacibin yanına uğradın mı?" diye sormuştu. Behram "evet" deyince "Peki, buraya girdiğini biliyor mu?" diye sordu. Behram "evet" diye cevap verince "Öyleyse kalk ona otuz kırbaç vur, onu perdeden uzaklaştır ve yerine hacib olarak Arademerd'i getir" demiş, Behram da bunu yapmıştı. Bu sırada on üç yaşındaydı. Hacib hükümdann neye kızdığı anlamamıştı. Behram biraz sonra girmek için gelince Arademerd onun göğsüne bir kez vurmuş, canını yakmış ve ardından "Seni burada bir kere daha görürsem altmış kırbaç vururum. Otuzu dünkü hacibin başına gelenler için, otuzu da bana karşı böyle bir şeye [bir daha] kalkışmaman için" demiştir. Bu olayı Yezdicerd duyunca Aradamerd'i çağırttı ve ona bahşişler verdi. Anlatıldığına göre Yezid b. Muaviye ile babası arasında sadece bir kapı vardı. İçeri girmek istediği zaman "Cariye! Bak Müminlerin Emiri kalkmış mı?" diye sordu. Cariye gelip kapıyı açmıştı. Gördüğü manzara şu şekildeydi: Muaviye oturmuş vaziyetteydi. Kucağında mushaf vardı. Önünde bir cariye ona bakıyordu. Cariye Yezid'e bunu haber verdi; o da içeri girdi. Bunun üze­ rine Muaviye "Oğlum, avam (amme) ile aramda olduğu gibi seninle bir kapı koydum. Bu kapıdan hiç kimse izinsiz girebilir mi?" diye sordu. Yezid "Hayır, elbette giremez" deyince "İşte senin kapın da böyle olsun, kapıya vurulunca bunu izin say" dedi. Benzer şekilde Musa el-Hadi'nin Müminlerin Emiri el-Mehdi'nin huzu­ runa böyle izinsiz girdiği ve onun da "Sakın bir daha böyle izinsiz, kapı sana açılmadan gireyim deme" diye azarladığı anlatılır. HDkDmdann Nedimler1ntn Vasıflan 7 1

Anlatıldığına göre Me'mıln'un ağrılan fazlalaşınca oğullarından biri hacibden kendisini onun yanına götürmesini istemişti. Hacib "Vallahi, bu olacak şey değil. O seni görmeden onu izlemek istiyorsan şu kapının deliğin­ den bakabilirsin" dedi. Me'mıln'un oğlu da babasını delikten bakarak izledi ve sonra oradan ayrıldı. İtah bize şöyle anlatmıştır: Vasık, daha Mu'tasım hayatta iken durmama­ sı gereken bir yerde beklerken görülmüştü. Hacib onu durdurmuş ve "Öteye git, kaçıl! Vallahi senden önce gelmemiş olsaydım sana yüz sopa vururdum" demişti. Hükümdarların çocukları babalarına kapılarındaki köleler gibi itaat et­ meli, boyun eğmeli ve saygı duymalıdırlar. Hükümdarın evladı, onun varisi olduğunu izhar etmemelidir. Bu ancak onlardan sonra gelen orta seviyede­ ki insanlar için caiz olabilir. Hükümdarlar ise bununla alakalı her şeyden uzaktırlar. Hükümdarın oğlu kimsenin kanını dökemez. Eğer hukuk (şeriat) kan dökmeyi gerekli kılmışsa ve millet bunu kabul etmişse bunu hükümdarın izni ile yapabilir. Eğer bunu kendi başına karar vererek yaparsa kendini hükümdarın yerine koymuş olur. Bu da hükümdarı ve ülkeyi zayıflatacak bir davranıştır. Benzer şekilde hükümlere dair karar verme hakkı yoktur. Veliaht olsa da babasının emrine itaat etmesi gerekmektedir. Eğer hükümdar ile aynı yerde yaşıyorsa ancak onunla aynı yemeği yemeli ve onunla aynı şeyi içmeli ve onun kadar uyumalıdır. Sevinçli veya hüzünlü işlerinde onun hareketlerini takip etmelidir. Hü­ kümdarın ailesinden oğlu dışındakiler bunu yapamazlar. Çünkü hükümda­ rın oğlu onun vücudundan bir parçadır. Hükümdar asıl, oğul ise daldır. Dal gövdeye tabidir. Asıl ise daldan müstağnidir. Hükümdarın oğlu onun kızdığı kimselerden razı olamaz. Hükümdarın öf­ kesine maruz kalan kişi suçsuz bile olsa durum böyledir. Çünkü o hükümda­ rı destekleyen kişinin yanında olmalı, ona düşmanlık edene düşmanlık etme­ lidir. Bu konuda kendi düşüncesine ve isteklerine bakmaz. Hatta bu adam eline geçse onu öldürmelidir. İşte hükümdarın düzeni bu şekilde olmalıdır. ***

Hükümdarların uydukları kural ve töreler, yenilenme arzusu sebebiyle bir sıkılmaya sebep olabilir. Hükümdar bir adet çıkardığında dostunun onun aynısıyla kendisine karşılık verme hakkı yoktur. Hükümdarın alışılmış ku­ rallara aykırı davranması veya mutadın dışına çıkması halinde bunun ben­ zerini yapması uygun olmaz. Ne zaman böyle yaparsa niyeti bozulmuş olur. Niyeti bozulduğunda itaati artık masiyet, dostluğu düşmanlık haline gelir. 72 Saray Adabı

Hükümdara karşı çıkan kişi aslında kendi nefsine düşmanlık etmiş ve onu küçük düşürmüştür. Hükümdar yeni bir kural koyduğunda kalbini ona doğru yöneltmesi la­ zımdır. Bu hususta bulunacak çare (hile) çok kolaydır: Onun yalnız bir anını kollamalı, bir fıkra, güzel bir nükte anlatarak onu eğlendirmelidir. Acem hükümdarların dostlarından birinin yaptığı buna benzer. Hüküm­ dar birisine sıkıldığını belli etmişti. Yakınlarından biri bunu görünce köpek havlamasını, kurt ulumasını, eşek anırmasını, horoz ötüşünü, at kişnemesi­ ni öğrenmiş, boş bir anında hükümdarın meclisine yaklaşıp gizlenmiş ve kö­ pek gibi havlamıştı. Hükümdar bu sesin köpek veya enikten geldiğini sanmış ve "Bakın neymiş bu" demişti. Hizmetçiler onu aramaya başlamışlar fakat her seferinde farklı bir ses çıkarmaya başlamıştı. Bu duruma çok şaşırmış­ lardı. Sonra toplanıp onu bulmuşlar ve gizlenmiş çıplak bir halde onu olduğu yerden çıkarmışlar ve "İşte bu hokkabaz Mazibar'mış" demişlerdi. Hüküm­ dar iki büklüm oluncaya kadar gülmüş ve ''Vay be! Niye böyle yaptın" diye ona sormuştu. O da "Hükümdarım bana kızınca Allah beni, köpek, kurt ve eşeğe çevirmişti" diye cevap vermişti. Bunun üzerinde hükümdar ona hediye verilmesini ve eski yerine yeniden atanmasını emretmişti. Bunu ancak alt tabaka yapabilirdi. Eşrafın ise kendi seviyelerine göre başka çözüm yolları (hiyel) vardı. Arapların dahilerinden biri olan Ravh b. Zinba', Abdülmelik b. Mervan'ın surat astığını görünce Velid'e şöyle demişti: "Hükümdarın benden yüz çevir­ diğini görmez misin. Bütün canavarlar ağızlarını bana doğru açmışlar, tır­ naklarını bana doğru uzatmışlar." Velid ona "Sen de onu güldürecek bir söz söyle" demişti. Ravh meclisin uygun bir yerinde bana 'Abdullah b. Ömer'ın mizahlı şeyler konuşup konuşmadığını yahut dinleyip dinlemediğini sor" dedi. Velid "Tabii sorarım" diye cevap verdi. Meclise önce Velid ardından Ravh geldi. Meclise yerleştikten sonra ona "İbn Ömer mizahi konuşmaları dinler miydi?" diye sordu. Ravh şu hikayeyi anlattı: "İbn Atik'in anlattığına göre karısı Atika binti Abdurrahman kendisini hicvetmiş ve şöyle demişti: Allah yaptıkların yüzünden seni helak etsin

[Zira] gecelerini kumarla kararttın Malını utanmadan harcadın Şaraba ve her fahişeye savurup saçtın

İbn Ebu Atik gazel ve fıkrayı seven bir kişiydi. Bu iki beyti alıp bir kağı­ da yazmış ve kağıdı yanına alarak [bulunduğu yerden] ayrılmıştı. Abdullah b. Ömer'i gördüğü bir esnada 'Ey Ebu Abdurrahman! Bu kağıda bak da ne düşünüyorsun bana söyle' demişti. Abdullah yazılanları okuyunca 'FesubhaHfikfimdann Nedimlerinin Vasıflan 73

nallah' deyip şaşkınlığını belirtmişti. Adam 'Beni böyle hicvedene ne yapa­ yım dersin?' diye ona sormuştu. Abdullah b. Ömer 'Affetmen lazım' demişti.

'Vallahi ey Ebu Abdurrahman, onu söyleyeni bulursam onu belleyeceğim!' diye karşılık vermişti. İbn Ömer sararıp solmuş ve 'Yazık sana! Allah'a isyan etmekten utanmaz mısın?' demiş, ama 'Vallahi sana dediğim şeyi yapacağım' cevabını almıştı. Sonra ayrılmışlardı. İbn Ehi Atik bu olaydan günler sonra onu görmüş ama İbn Ömer yüzünü çevirmişti. 'Peygamber hatırı için! Şu sözümü bir din­ le?' Abdullah kaçınmış, geri durup ondan yüzünü çevirmişti. Daha sonra da şöyle demişti: 'Ey EM Abdurrahman ben bu şiiri söyleyeni buldum ve onu becerdim.' İbn Ömer şaşırdı ve sendeleyerek yere düştü. Onun içine düştüğü bu durumu görünce kulağına yaklaştı ve 'O benim kanın' dedi. İbn Ömer kalktı ve onu kaşlarının arasından öptü." [Bu hikayeyi dinleyen] Abdülmelik güldü, ayaklan yerden kesildi ve "Al­ lah iyiliğini vermesin Ravh! Ne hoşmuş bu söz!" dedi ve ona iki elini uzattı. Ravh kalkıp oraya gitti ve ellerini öptü "Ey Müminlerin Emiri bir kusuruma mı özür dileyim; yoksa sıkıldınız da mı böyle yaptınız" dedi. Halife "Hayır vallahi, sende hoşlanmadığımız bir şey yoktur" dedi ve aralan eskisinden daha iyi oldu. Cerir b. el-Hatafi hakkında da benzer bir hikaye anlatılır. Haccac b. Yusuf ona geldiğinde Abdülmelik'in huzuruna girmişti. Muhammed b. el­ Haccac, Cerir'e şöyle dedi: "Sen en son gir." Cerir huzura girdiği zaman Mu­ hammed "Ey Müminlerin Emiri, bu işte senin meddahın ve şairin Cerir b. el-Hatafi'dir" dedi. Halife Abdülmelik ise "Bilakis Haccac'ın meddahı ve şa­ iridir" dedi. Cerir "Müminlerin Emiri uygun görürse medhini okumam için izin versinler" deyince Halife "el-Haccac hakkında bir şiir oku" dedi. Cerir "Sizin hakkında ey halifemiz" dese de o, el-Haccac hakkında diye ısrar etti. Bunu üzerine Cerir şu beyitleri okudu: Ey Ebu Ukayl oğlu! Nefsini sabır küpü yaptın korumak için, Peki şimdi sevabı nasıl görürsün? Eğer rabbini razı etmezsen indirmez O bilesin Zaferle birlikte gazaplı melekler Halife savaş ateşini yaktığı zaman, el-Haccac onun en ateşli kıvılcımını görür.

Halife "Doğru söyledin, gerçekten de böyledir" dedi. Sonra arkamda olan Ahtal'a7 "Kalk da bizim methimize dair bir şeyler oku" dedi. Ahtal kalkıp 7

Gıyas b. Gavs, 19/640 doğumlu Arap şairi. Hristiyan idi. Cerir ve Ferazdak'la birlikte yaşa­ dıklan dönemin en meşhur şairlerinden sayılmaktadır. 921710 yılında ölmüştür. (editörün notu)

7 4 Saray Adabı

güzel bir şiir okudu. Ona "Sen bizim şairimiz ve meddahıınızsın, kalk da onun sırtına bin" dedi. Hristiyan [olan Ahtal] ayağa kalkıp elbisesini çıkarttı ve ona [Cerir] "Eğil! Ey Merağa oğlu" dedi. Bu, orada bulunan Mudarlılann hoşuna gitmedi. "Ey Müminlerin Emiri, Müslüman bir kimsenin sırtına bi­ nilir mi" dediler. Bunun üzerine Abdülmelik utandı ve "Onu bırak" dedi. Mü­ minlerin Emirinin benden yüz çevirip düşmanıma yüz verdiğini görünce çok üzüntülü bir şekilde oradan ayrıldım. Yola çıkma günü gelince halifeye veda etmek için geldim. Oraya en son giren kişiydim. Muhammed b. el-Haccac "Ey Müminlerin Emiri, bu Cerir'dir. [siz] Müminlerin Emiri hakkında methiyesi vardır" dedi. Halife "Hayır, hayır. O el-Haccac'ın şairi" deyince "Senin de şa­ irinim ey Müminlerin Emiri" dedim. "Hayır" dediği zaman şu şiiri okudum: "Uyanır mısın yoksa gönlün hala uykuda mıdır?" Bana , "Bu senin gönlün" dedi.

Onu sevindiren beyte kadar okumaya devam ettim. Bu şu sözümdü: "Bineklere binen en hayırlı insanlar değil misiniz! Alemlerin en şerefli kavimleri değil misiniz."

Halife oturduğu yerden doğruldu. "Elbette biziz, tekrarla" dedi. Sözümü tekrarladım. Yüzü parladı. Bana karşı kırgınlığı kayboldu. Muhammed b. el-Haccac'a döndü ve "Ümmü Hazre'yi8 yüz deve suya kandınyor mu?" dedi. Ben "Evet, Kelb kabilesinden olsaydı böyle olmazdı. Onu sadece Allah doyu­ rabilirdi, ey Müminlerin Emiri" diye cevap verdim. Bana yüz büyük deve ve­ rilmesini emretti. Elimi uzattım. Bu sırada önünde kendisine hediye edilmiş dört gümüş tas vardı. Sütü nereye sağacağız, ey Müminlerin Emiri" dedim ve kaplardan birini aldım. "Al onu da. Mübarek olmasın!" dedi. "Müminlerin Emirinden aldığım her şey benim için mübarektir" diye cevap verdim. Vakti zamanında Abdülmelik b. Mühelhil el-Hemedani de böyle yap­ mıştır. Ebu Ca'fer ona danlmıştı. Birgün öğlen sıcağında ona gelmiş ve izin istemişti. Hacib, "Emirden izin isteme zamanı değildir" demişti. O da ona "Emire yerimi haber ver" diye karşılık vermişti. Hacib emirin yanına girmiş, emir ona "Ona ayakta selam vermesini ve hafifçe konuşmasını emret!" de­ mişti. Hacib emirin yanından çıkıp ona hafifçe hareket etmesini emretmişti. Abdülmelik ayakta selam vermiş ve "Allah emiri ıslah etsin! Ben dün gece evime doğru yönelmiştim. Yolda iken müezzin bir mescitten ezan okumaya başlamıştı. Çıktım, çıktım ve çıktım . . . " Süleyman şöyle dedi: "Sonunda göğe mi ağdın!" dedi. "Bir insan geldi. Küreyhli, Süneydli veya Tumtumalı idi. İn­ sanlara imamlık yaptı ve hiç anlamadığım dilde bir şeyler okudu. Ardından "Malı toplayıp sayan kediye yazıklar olsun!" diye okudu. "Kaş göz işareti ya8

Hazre, Cerir'in kızıdır. (editörün notu)

Hükümdann Nedtmlerintn Vasıflan 75

pan, mal toplayıp sayanlara yazıklar olsun" (Hümeze, 104/1-2) ayetini oku­ mak istiyordu. Arkasında neredeyse bütünüyle aklını kaybetmiş zil zurna sarhoş bir adam vardı. Anlaşılmaz bazı ifadeler sarfetti.9• Süleyman güldü ve gülmekten ters döndü. "Bana yanaş ey Ebu Muhammed, sen Muhammed ümmetinin en latif insanısın" dedi. Sonra ona bir kaftan bağışlanmasını em­ retti. "Kapımda ol ve her gün uğra" dedi. Böylece adam hükümdar nezdinde en güzel mevkiyi kazanmış oldu. Anlayanlara hükümdarlann adetleri işte böyledir. Onlann davranışla­ rının farklı renklere bürünmesi gayet tabiidir. Çok yakın dostlanmızın bile huylarının aynı kalmayıp değiştiğini görürüz. İnsan dostundan yakınından müstağni kalabilir. Ama doğuya batıya, siyaha beyaza, hüre köleye, şerefliye alelade insanlara, aziz veya zelil olmuşlara hakim olan bir hükümdara karşı bunu nasıl yapsın. ***

Devlet başkanının kendisini düzeltmek istediği arkadaşına danlması yakınlık göstermesinden daha etkilidir. Elbette bu, kendisine danldığı kişi­ nin muvafakatıyla vaki olmaz. Çünkü bu, o kişinin kendi haline bırakılması anlamına gelir. Bu muameleye maruz kalan kimse sohbet ve muhabbet eh­ linden olsa da durum budur. Bu ayrılıktan istifade ederek kitaplan tetkik etmeli, insanlarla buluşarak yeni ve ilgi çekici bir bilgi çıkarmalıdır. Çünkü önceden çalıştığı için bu tür bir faaliyete vakit bulamayabilir. Ayrıca hüküm­ darın bu dargınlığı arkadaşının edep kazanmasını sağlayabilir. Hükümdann kendisine meclisini açtığı, uzun süre oturduğu kişiler bir süre ayn kalmayı, kendi kendine kalmayı isteyebilirler. Uzun süre ondan ayrı kalan ise yalnız­ lık hisseder ve yeniden onunla birlikte oturmayı ister. İ şte fıtratlar bu şekilde oluşturulmuş edilmiş ve nefisler bu şekilde yoğrulmuştur. İnsan istirahat edeceği boş vakti hiç beklemediği bir şekilde bulursa nefsi çalışmayı ve kendisinden kaçtığı işi arzu eder. Bu kimse izzet, yüksek makam (mene'a) ve dediğini yaptırma gücüne (emr ve nehy) sahip olabilir. Hükümdara yakın ve kendisine saygı duyulan bir kişi olabilir. Bu durumda iken hükümdar ondan uzaklaşırsa tanıdığı kişi­ ler onu tanımazlıktan gelir, kendisine itaat eden ona isyan eder, iyilik yapan cefa etmeye başlar. Hükümdann dargınlığı halk üzerinde şefkat ve merhamet duygulannın ortaya çıkmasına vesile olabilir. Bu duruma [hükümdann dargınlığına] ma­ ruz kalana karşı iyi niyet duyulmasına vesile olabilir. 9

Metinde "İraki, ir'aki, iraki derkli, iraki derkli fi hınmmi karik" şeklinde bir ibare yer almaktadır.

76 Saray Adibı

Rıza, dargınlığın ardından geldiği zaman, bu kişi Allah'ın hükümdara ilham ettiği şefkat için şükreder, sadaka dağıtır, zekat verir, oruç tutar ve namaz kılar. Rıza veya gazap, alma ve men etme, verme ve saçma, sevindirme ve zarar verme konusunda hükümdarın yaptığı her iş güzeldir. Ancak hikmet ve tem­ yiz sahibi kimsenin bütün gücünü hükümdara karşı orta yollu bulunmaya harcaması lazımdır. Nimetin devamı için en uygun menzil, halin istikameti, hasetçilerin ve ispiyoncuların mücadelesinden kurtulmanın yolu budur. ***

Hükümdarın kadri yüce, ilmi geniş, tıyneti hoş olanı, güvenirliği apaçık belli, edebi kamil olan herkesi [kendisine] yakınlaştırması uygun değildir. Hükümdar bu tür sıfatlara başka kimselerde ihtiyaç duyabilir. Kadılarda anlayış ve güvenilirliğe, doktorda maharet ve sağlamlığa, katipte lafızları seçebilme, sözün nasıl söylendiğini bilme yeteneğine ihtiyaç duyar. Yakınlar, sohbet ve eğlence arkadaşları ve benzerleri hükümdara yakın olanları bu vasıfların tamamına sahip olmayabilirler. Acemlerin kitaplarında ve hükümdarlarında bu özelliklerin bulunduğu­ nu gördük. Enfışirvan'dan nakledildiğine göre şöyle demiştir: "Arkadaşın elbisene bağlanandır."

Kelile ve Dimne'nin meselleri arasında şöyle bir vecize görmüştük: "Hü­ kümdar ağaçların en yükseğine değil, en yakın olanına dolaşan sarmaşık gibidir. Bu ibarenin doğruluğunu her zaman ve tüm zamanlara ait [bize nak­ ledilen] haberlerde görmekteyiz."

[Hükümdarın Cömertliği ve Haya Duygusu] Cömertlik ve haya hükümdarın sahip olması gereken huylardandır. Bu iki haslet yeryüzündeki her hükümdarın ayrılmaz bir vasfı olmalıdır. Birisi "Bu huylar hükümdarın iç organları gibidir" dese şu ifadeleri dikkate alması gerekir: "Biz Acemlerin ve diğer milletlerin hükümdarlarında çirkinlik ve cimriliği bir arada bulunduran bir kimseyi ne duyduk ne de gördük." Her ne kadar cömertlik hükümdarın doğuştan sahip olduğu bir huy olma­ sa da, eğer hükümdar iyiyi kötüyü ayırt edebilen bir kişiyse onu kazanmaya gayret göstermelidir. [Zira cömertlik kişinin] harcadığından çok daha fazla fayda sağlar. Eğer bu her hükümdarın huyu haline gelirse, birtakım hayır işleri yapmak, iyilik ve ihsanı dostlarından yakın ve uzak herkese yaymak, HOkOmdann Nedimlerinin Va51flan 77

fakirler ve düşkünlere acımak ve ihtiyaç sahiplerine yardım etmek için faz­ ladan bir şey yapması gerekmez. Haya duygusu ise merhametin türlerindendir. Hükümdarı çoban halkı bir sürü kabul edersek, onun sürüsüne merhamet etmesi gerektiğini söyleye­ biliriz. Eğer bir imamsa kendine uyanları düşünmelidir. Eğer bir efendi ise kölesine şefkat göstermelidir. Avam ve hükümdar yakınlan (el-hassa) pek çok hataya düşebilir, hüküm­ darları yanlış isimlerle çağırabilir, onların adaletli ve iktisatlı bir şekilde harcama yaptığını gördükleri halde onların cimri olduklarını söyleyebilirler. Allah peygambere "Elini boynuna bağlama ve onu tamamen açıp savurganlık etme" [İsra, ı 7/291 ayetiyle bu konuda takip etmesi gereken yolu bildirmiş, "İnfak ettiklerinde israfa kaçmazlar ve cimrilik etmezler. Bunun arasında bir yol tutarlar" [Furkan, 25/67] ayetiyle salih kullarının takip ettikleri yolu bildirerek bunun orta yolda bulunmak (iktisad) olduğunu bildirmiştir. Cahillerden biri [Cimri hükümdarlar hakkında telif ettiği bir kitapta] Hişam b. Abdülmelik b. Mervan, Mervan b. Muhamme d, Ebu Ca'fer el­ Mansur ve diğer bazı kimselerin cimri olduğunu söylemiştir. Bu şahsın ce­ haletini anlatmak gerekse de onu burada dile getirip ona cevap vermenin bir anlamı yoktur. Mansur nasıl bu sözün içine dahil olabilir ki. Ondan başka İslam halifelerinden ve diğer milletlerin hükümdarlarından hiç kimsenin bir tek adama bir milyon verdiği bilinmemektedir. Bunu sadece o yapmıştır. Ai­ lesinden bazı kimselere de toplamda on milyon dirhem dağıtmıştır. Bunu el­ Heysem b. 'Adi ve el-Medayini söylemektedir. Ashabımızdan biri babasından o da İsa b. Nehik'in azatlısı Zeyd'den şöyle nakletmektedir: "Mansur, efen­ dimin ölümünden sonra beni çağırdı. 'Zeyd!' dedi. 'Buyurun ey Müminlerin Emiri!' dedim. 'Ebu Zeyd miras olarak ne kadar mal mülk bıraktı?' diye sor­ du. 'Bin dinar kadar' diye cevap verdim. 'Peki bunlar nerede?' diye sordu. 'Eşi bütün parayı mateminde harcadı' diye cevap verdim. Şaşırdı ve 'Bir cenaze için bin dinar mı harcamış! Ne garip!' dedi ve 'Peki ardında kaç kız bıraktı?' diye sordu. 'Altı tane' diye cevap verdim. Başını eğip biraz düşündü sonra 'Mehdi Kapısı'na git' dedi. Oraya gidince 'Yanında binek var mı?' diye sordu­ lar. 'Bana bir katır veya başka bir şey getirmem söylenmedi. Niçin buraya ça­ ğınldığımı da bilmiyorum' dedim. Oradaki görevli 'Sana yüz seksen bin dinar verildi. Ebu Zeyd'in kızlarından her birine otuz bin dinar vereceksin' dedi. Emri yerine getirdim. Sonra Mansur beni çağırdı. 'Bağışladığımız miktarı Ebu Zeyd'in kızlarına verdin mi?' diye sordu. 'Verdim, ey Müminlerin Emiri' dedim. 'Bana onların dengi birilerini getir de onları evlendireyim' dedi. el­ Akki

ailesinden üç kişi, [kızların] amca oğullan Nehik oğullarından üç kişi

getirdim. Her birini otuz bin dirheme evlendirdi. Mehirlerinin de kendi ma­ lından verilmesini emretti. Bana onlara geçimlerini sağlayacakları araziler satın almamı söyledi." 78 Saray Adabı

Bu kitabın yazan cahil ve yalancı adam bu yüce ahlakı Arap veya Acem­ lerden herhangi bir kimsede duymuş mudur? Biz Mansftr'un ahlakını uzun uzun anlatmaya kalksak bu kitap oldukça hacimli bir hal alır. Halk ve hükümdarın yakınlarının çoğu tartışmalı konularda anlatılan­ ların doğruluğunu soruşturma yöntemini (et-temylz) çok kullanmaz. Halkın büyük kısmı taklidi tercih ederler. Çünkü bu daha zahmetsiz, daha kolaydır. Halkın cahilliği konusunda şişmanı zayıfa tercih etmeleri delil olarak yeter. Halbuki şişman saf, zayıf ise iyi huyludur. Uzunu zayıfa tercih ederler. Bunu uzunluktan dolayı değil, bilmediğimiz bir şey sebebiyle yaparlar. Ata bineni, katıra binene, katıra bineni eşeğe binene tercih ederler. Bütün bunları tak­ lide dayanarak yaparlar. Çünkü taklit yolunu takip etmek daha kolaydır.

[Hükümdarın Hasta Olması] Hükümdar -hasta olduğu zaman- yakınlarına yanına gündüz değil de gece gelmelerini söyleyebilir. Böylece gelenlere izin veren kendisi olur. Hacib kendisine izin verilmeden onların isimlerini okumaz. Halka huzura giriş izin verildiği zaman yüksek tabaka daha düşük tabaka ile birlikte huzura gire­ mez. O tabakadan veya diğerinden sadece bir grup da hükümdarın huzuruna giremez. Ancak hacibin üç tabakanın tamamını veya gelenleri hazır etmesi ve ardından önce yüksek olanlara huzura çıkma izni vermesi gerekir. Onun huzuruna girdikleri vakit mertebelerine göre dururlar. Hükümdarın kendi­ lerini gördüğü anlaşıldığı zaman hükümdar için kısaca dua edip huzurdan çıkarlar. Ardından diğer grup sırasıyla huzura girer. İlkinden daha kısa süre orada kalırlar ve onlardan daha kısa dua ederler. Sonra üçüncü grup girer, onların nasibi sadece sultanı görmektir. Hükümdarların adeti bu üçüncü grubun onların huzurunda beklememeleridir. Onların mertebeleri sadece onu görmelerini icab eder. Hükümdarın haklarından biri de şudur: Yukarıda bahsettiğimiz tabaka­ lardan sefere çıkmak isteyenler ancak hükümdarın sağlığına kavuşmasın­ dan sonra bunu yapabilir. Onların efendilerinin avlusunu terk etmemeleri ve onun iyileşmesini beklemeleri gereklidir.

[Hükümdarın Yakın]arına Hediye Vermesi] Hükümdarın maiyetine ve yakınlarına ödüller ve hediyeler vermesi ve bunu hem gizlice ve açıkça yapması lazımdır. Hükümdarın huylarından biri de verdiği bahşişleri ve hediyeleri iyice bil­ mesi ve bunun için kimsenin kendisinden talep etmesine yahut hatırlatmasıHDkDmdann Nedimlerinin Vasıflan 79

na gerek bırakmamasıdır. Bu durum, yani vaadini unutmak hükümdarların huylarından biri değildir. Sasanoğulları hükümdarları bu konuda bugün bile konuşulmaya devam eden ve dünyanın sonuna kadar da konuşulacak olan bir adete sahiptiler: Hükümdar yakınındaki kimseler için orta yollu bir maaş belirler ve onla­ rın bütün ihtiyaçlarını bu şekilde karşılardı. Eğer bu konuda yaptığı takdir anlattığımız gibi ise ayda on bin dirhem verirdi. Adamın arazisi varsa ihti­ yaçları ve harcamaları için otuz günde bir ona [yine] on bin dirhem verilme­ sini emrederdi. Aynca ona şöyle derdi: "İstifade etmekte olduğun arazinin bi­ zim sana bahşettiğimiz mülklerden olduğunu biliyoruz. Bunun teşekkürünü geçmişte hakkıyla ifa etmiştin. Bizim hizmetimize devam ettiğin halde geçi­ mini önceden teşekkür ettiğin bir şeyle karşılaman doğru olmaz. Mülkünden gelen gelirin senin zor zamanlar için sakladığın malın olsun. Geçimin ise bizim has mallarımızdan karşılansın". Diğer tabakalara sunulacak atiyyeler de böyle muntazam ve muhkem olurdu. Birisi yinni sene geçmesine rağmen bir ihtiyacı için hükümdara hiç­ bir şey dememişti. Elde ettiği gelir ile rahatça yaşamış ve hiç şikayet etmeye gerek duymamıştı.

[Hükümdarın Nevruz ve Mihrican Hediyeleri] Hükümdarın bir diğer vazifesi de Mihrican ve Nevruz kutlaması yapma­ sıdır. Çünkü Nevruz ve Mihrican mevsimlerin başlangıcıdır. Mihrican kışın ve soğuk mevsimin, Nevruz ise sıcak mevsimin girişinin habercisidir. Ancak Nevruzda yaşananlar Mihricandaki gibi olmaz. O aynı zamanda yeni yılın karşılanması, haracın açılması, valilerin atanması veya değiştirilmesi, dirhemlerin ve dinarların basılması, ateşgedelerin temizlen­ mesi, su dökülmesi, kurban kesilmesi, kutlamaların tertip edilmesi ve ben­ zeri işlerin yapılması gereken bir dönemdir. İşte bu sayılanlar, Nevruzun Mihricana üstünlüğünün sebepleridir. Hükümdarın haklarından biri de halkın ve ekabirin ona hediyeler sun­ masıdır. Hükümdara hediyelerin takdim edilmesinde takip edilecek kural kişinin üst tabakaya mensup olması halinde sevdiği mallarından hediye ver­ mesidir. Mesela eğer miski seviyorsa, misk; anberi seviyorsa anber hediye eder. Eğer elbiselere düşkün ise elbise hediye eder. Eğer cesur ve yiğit bir kişi ise adet olan bir at, mızrak veya kılıç armağan etmesidir. Eğer okçuysa yay verir. Eğer mal mülk sahibi ise gümüş veya altın vermelidir. Eğer hü­ kümdarın memurlarından ise geçen senenin tahsilatından kalanları vermesi gerekir. Kalanları toplayıp bir ipek kaplı sininin içine gümüş pullar, ibrişim ipler ve anber ile süsleyerek ona sunar. 80 Saray Adabı

Topladıklan vergilerinin fazla oluşunun verdiği sevinci ve emanetini eda etmenin gururunu yaşamak isteyen memurlar verecekleri paralan işte böyle süsleyebilirler. Şair şiirini, hatip hutbesini, içki dostu turfanda meyve sebzesini getirir. Hükümdann eşleri ve cariyeleri de erkeklerde anlattığımız gibi ona sevip seçtikleri şeylerden hediye vermelidirler. Eğer bir kadının elinde güzel bir cariye varsa ve hükümdarın onu istediğini biliyorsa, o cariyeyi en güzel süs­ leri ve hali içinde ona hediye etmesi gerekir. Bunu yapınca hükümdar artık onu diğer kadınlannın önüne almalı ona yüksek mevki vermeli ve cömert­ likte bulunmalıdır. Onu kendisine tercih ettiğinin, elinden gelen her şeyi yaptığının ve kadınlann çok azının yapabileceği bir iyilikte bulunduğunun farkında olmalıdır. Hükümdann yakınlannın hediyeleri hükümdara arz edilmeli ve kıymet­ leri adilce belirlenmeli ve bilinmelidir. Eğer hediyenin değeri on bin dinar­ dan fazla ise bu hassa divanında kaydedilir. Eğer onun sahibi daha çok ka­ zanmak için ticarete atılır ve başına bir iş gelirse, bir bina yapmaya, ziyafet tertip etmeye, oğlunu veya kızını evlendirmeye kalkışırsa divana bakılır. Bu adamı takip eden bir kişi belirlenir. Eğer hediyenin değeri on binden fazla ise zor duruma düştüğünden onun katlarca fazlası kendisine sunulur. Bir kişi hediye olarak ok, dirhem, elma veya narenciye getirmişse bu di­ vana kaydedilir ve başına bir iş geldiğinde hükümdara haber verilir. Hü­ kümdann o kişiye yardım etmesi gerekir. Eğer süvarilerinden, yakınlann­ dan ve nedimlerinden ise ve eğer bu kişinin bir yayı, narenciyesi veya elması varsa hükümdar onun alınıp içine dizili dinarlar doldurulmasını ve kendisi­ ne gönderilmesini emreder. Elma veren kişi ile narenciye veren kişi aynı şeyi vermez. Yay veren kişinin yayı dolaptan çıkanlır. Üzerinde ismi bulunur. Ok dikilir ve yanında onun boyuna gelene kadar hükümdann ve diğer kimsele­ rin elbiselerinden konulur. Sonra sahibi çağınlır ve bunlar kendisine verilir. Nevruz veya Mihricılnda [küçük veya büyük, az veya çok] hediye ver­ miş olup da sıkıntı anında hazineden kendisine bir şey verilmemiş kimsenin hükümdann divanına gidip bunu hatırlatması, adetlerin canlandınlması ve kanunlann uygulanmasından gafil kalmaması gerekir. Eğer bunu bir maze­ ret sebebiyle veya kasten terk etmişse hükümdann onu altı ay erzakından mahrum etmesi ve eğer düşmanı varsa ona vermesi gerekir. Hükümdara getirdiği şeyde bir ayıp olması durumunda da bu yapılır. Babek'in oğlu Erdeşir, Behrı1mcı1r ve Enı1şirvan Mihrican ve Nevruzda hazinelerindeki elbiselerin çıkanlması ve yakınlanna ve nedimlerine, sonra onlann yakınlarına ardından da sırasıyla diğer insanlara bahşiş dağıtılması­ nı emrederlerdi. Halk şöyle der: "Hükümdar yaz elbisesine kışın, kış elbisesi­ ne yazın ihtiyaç duymaz. Onun elbiselerini dolaplarda saklaması da yakışık alır bir davranış olmaz. Böyle yaparsa halka benzemiş olur." HDkDmdann Nedimlerinin Yasıflan 81

Hükümdar Mihrican gününde yeni ipek elbiseler giyer ve süslerle beze­ nir. Sonra yaz elbiseleri anlatıldığı gibi dağıtılırdı. Nevruz gününde ise hafif ve ince elbiseler giyer ve bütün kışlık elbiseleri­ nin dağıtılmasını emrederdi. Onlardan sonra bu adetleri devam ettiren sadece Abdullah b. Tahir10 ol­ muştur. Muhanuned b. Hasan b. Mus'ab'dan onun Nevruzda ve Mihricanda bunu yaptığını ve dolaplarındaki tüm elbiseleri dağıttığını duymuştum. Onun hakkında anlatılan en büyük iyiliği de budur.

[Hükümdarın Eğlencesi ve İçkisi] Eğlenmek ve hoş vakit geçirmek hükümdarın yaptığı şeylerdendir. Ancak en güzel olanı eğlence için bir vakit belirlemesi ve buna bağlı kalmasıdır. Eğer bunu yaparsa eğlencesi, gülmesi de zevkli ve tatlı hale gelir. Eğer buna alışırsa eğlencesi ciddiyet, batıl barındırmayan bir hak ve kendisinden ayrı­ lamayacağı bir huy haline gelir. Bu mutlu (said) hükümdarın özelliklerinden değildir. Dünya lezzetlerinden birine alışan kimse, yemek yemeyi çok özleyen iş­ tahlı bir kişinin lezzetini yemekte bulamaz. Biz bunu apaçık görmekteyiz. Yemeklerin en lezzetlisi ve güzeli çok açlık çeken kişinin yediğidir. En lez­ zetli cinsel birliktelik çok arzulu olan ve uzun süredir bunu bekleyen bir ki­ şinin yaptığıdır. En tatlı uyku yorgunluk ve uykusuzluktan sonra gelenidir. Dünyanın bütün zevkleri işte böyledir. Eski hükümdarlar bu zevkleri tatmak için günün veya gecenin belli bir vaktini işte bu sebeple belirlemişlerdir. Mutlu hükümdarın gününü belirli parçalara ayırması gerekir. Günün başında Allah'ı zikretmeli, onu tazim ve tebcil etmelidir. Ardından raiyyenin işlerine bakmalı, ortasında yemek yeme­ li ve uyumalı, sonunda ise eğlenmeli ve dinlenmelidir. Her gün [eğlenceyle] oyalanmaya alışmamalıdır. Şurası da var ki, eğer günün bu düzenine uzun süre riayet ederse, eğlencenin hiçbir lezzeti, nimetlerin bir manası kalmaz. ***

Behramcılr, Kızıl Erdevan ve Sabılr dışında eski kisralar üç günde bir içerlerdi. Bu üç kişi ise her gün içki içmeye alışmışlardır. Nu'man b. Münzir gibi Arap hükümdarları ise gece ve gündüz bir kere içerlerdi. 10

Me'mıln döneminin en etkili devlet adamlarından olan Tahir b. Hüseyin'in oğludur. Me'mıln döneminde Mısır ve Rakka valiliği yapmıştır. Kimi siyasetnıı.melerde kendisi bil­ ge idareci olarak anılır ve yukarıda olduğu gibi bazı uygulamaları olumlanarak aktarılır. Tıı.hir'in oğluna yazdığı mektup için bk. Özgür Kavak, Siyasi Nasihatname, İstanbul: Kla­ sik, 2012. (editörün notu)

82 Saray Adibı

İslam hükümdarlarından içki müptelası olan kişi Yezid b. Muaviye idi. Onun ayık yattığı, sağlam kafayla uyandığı bilinmemektedir. Abdülmelik b. Mervan ayda bir kere sarhoş olur, bu durumda gökte ve suda [bir başka nüshada: yerde] ne olduğundan haberi olmazdı. "Bununla aklımı parlatmak, hafızamı güçlendirmek ve kafamı cilalamak istiyorum" derdi. Ama sarhoş olunca midesindeki her şeyi çıkarır, hiçbir uzvunda içki­ den eser olmaz, bedeni hafifler, aklı daha iyi çalışmaya başlar, hareketli ve dinç olurdu. Velid b. Abdülmelik bir gün içer bir gün içmezdi. Süleyman [b. Abdülme­ lik] üç gecede bir içerdi. Ömer b. Abdülaziz hilafete geçtikten vefatına kadar hiç içmedi ve hiç müzik dinlemedi. Hişam her Cuma sarhoş olurdu. Yezid b. Velid ve Velid b. Yezid eğlence ve içkiye düşkündüler. Yezid b. Velid ya sarhoş ya da mahmur olurdu. Başka hali bilinmezdi. Mervan b. Muhammed Salı ve Cumartesi geceleri içerdi. Ebü'l-Abbas [es-Seffah] Cumartesi dışında sadece Salı akşamlan içerdi. Mehdi ve el-Hadi bir gün içer bir gün içmez­ lerdi. Reşid her Cuma iki kere içerdi. Bugünleri ileri veya geriye alabilirdi. Ancak kimse onu içerken görmemiştir. Bu günlerde sadece nedimleriyle bir­ likte otururdu. Me'mil.n ilk günlerinde Salı ve Cuma günleri içerdi. 215/830 yılında Şam'a gittikten sonra ölene kadar her gün içmeye başladı. Mu'tasım Perşembe ve Cuma günü içmezdi. Vasık da her gün içki içmiş olabilir. Ancak Cuma günü değil gecesi içerdi.

[Hükümdarın Giyim Kuşamı ve Güzel Koku Kullanması] Hükümdarların giyim ve kokuya dair gelenekleri birbirinden farklıdır. Bazıları bir gömleği (kamis) sadece bir gün [hatta] bir saat giyerler. Çı­ kardıkları zaman onu bir daha giymezlerdi. Bazıları bir gömlek ve cübbeyi günlerce giyer. Parlaklığı gidince onu atar ve bir daha giymezdi. Babek'in oğlu Erdeşir, Yezdecird, Behram, Kisra Ebreviz, Kisra Enfişirvan ve Kubat gömlek giyerler, giydiklerini yıkandıktan sonra tekrar giyerlerdi. Üç defa yıkandıktan sonra bir daha giymezlerdi. Elbisenin işi bitince çocukla­ ra, akrabalara, amcalara, amca çocuklarına, kardeşe ve yeğene verilirdi. Giy­ dikleri elbiseleri ancak hanedandan kimselere verirler, onlardan başkalarına vermezlerdi. Diğer tabakalara elbiseler parçalanıp kumaş halinde sunulurdu. Arap hükümdarlarından bir giydiği gömleği yıkandıktan sonra tekrar gi­ yen Muaviye, Abdülmelik, Süleyman, Ömer b. Abdülaziz, Hişam, Mervan b. Muhammed, Ebü'l-Abbas, Ebu Cafer ve Me'mfin'dur. Yezid b. Muaviye, Velid b. Yezid, Yezid b. Velid, Mehdi, el-Hadi, Reşid, Mu'tasım, Vasık ise bir gömleği sadece bir kez giyerlerdi. Elbisenin çok güzel ve nadir olması istisnai bir durumdu. HOkümdann Nedimlerinin Vasıflan 83

Cübbe ve pelerin ise senenin pek çok gününde giyilirdi. Senelerce aynı cübbe ve pelerini giyenler de vardı. Çünkü cübbe ve pelerinler gömlek ve şalvarlar gibi değildir. Gömlek ve şalvar iç giysi, diğerleri ise dış giysidir ve iç giysilerin ödünç verilmesi hoş karşılanmaz. ***

Hükümdarların koku kullanma konusundaki davranışları farklı farklıdır. Bazıları güzel kokular süründüğü zaman elbisesinde koku kaldığı müd­ detçe bir daha bunu tekrar yapmaya ihtiyaç duymazdı. Bazıları koku sürün­ düğü, etrafa yayıldığı ve elbisesine sindiği zaman başına gül suyu dökülme­ sini emrederdi. Ertesi gün olunca tekrar bunu yapardı. Elbisesinde koku kalmayana kadar koku sürünmeyenler ise Babek'in oğlu Erdeşir, Kubiid [b. Feyrı1z b. Yezdecird], Kisra Enı1şirvan'dı. Arap hü­ kümdarlarından Muaviye, Abdülmelik, Velid, Süleyman, Ömer b. Abdüla­ ziz, Hişam, Mervan b. Muhammed, Abbasi halifelerinden Ebü'l-Abbiis, Ebu Ca'fer ve Me'mı1n da böyle yaparlardı. Mu'tasım çok az koku sürünürdü. Bu­ nunla bedenini güçlendirmeyi, öfkesini dindirmeyi amaçlardı. Savaş günle­ rinde ise ona yaklaşan silah küfü ve demir kokusu duyardı.

[Hükümdarın Raiyyeden Birini Ziyareti] Hükümdarların vasıflarından biri de kendilerine ikram yapacakları ve mertebelerini yükseltecekleri kimseleri ziyaret etmeleridir. Hükümdarların ziyaretleri dört kısımdır: Bir kısmı birlikte yemek yemek ve bir şeyler içmek için, ikincisi hastayı görmek, üçüncüsü taziye, dördüncü­ sü ise sadece bazı insanları onurlandırmak içindir. Bunların en üstünü bir kişiyi onurlandırmak için yapılandır. Çünkü bu üç kısmın çoğu ziyaret edilen kişinin ricası ve hükümdarın ona şefkati dola­ yısıyla gerçekleşir. Kimi zaman hükümdar vezirin mertebesini yükseltip onu diğer yakınla­ rından daha öne geçirebilir. Vezir hasta numarası yaptığı için hükümdar onu ziyaret etmiş olabilir. Böylece halkın gözünde hükümdar katında ne kadar değerli olduğunu göstermiş olur. Veziri, komutanı veya başka bir kişi kendisini ziyaret etmesini rica et­ tiğinde kabul eden hükümdar azdır. Hele bunu mertebesini yükseltmek ve adını duyurmak için yaptığını anlarsa. Eğer hükümdarın ziyareti bu üç kı­ sımdan birine giriyorsa ziyaret edenin ulaştığı bir gayesi olur. Tazim için yapılan ziyaret ise ziyaret edilen kişinin ricasıyla gerçekleş­ mez. Vezir olsun başka kişi olsun hükümdara "beni ziyaret ediniz de insan­ lar arasındaki mevkim yükselsin" diyemez. Bu edepsizlik olur. 84 Saray Adab1

Eğer bu ziyaret talebi hükümdardan gelmişse ziyaret edilecek kimsenin vezirlerin en yüksek mertebeye sahip olanı ve eşrafın en yükseği olduğunu anlarız. Erdeşir ve Enuşirvan vezirlerinden birini veya devlet büyüklerinden bi­ rini tazim için ziyaret ettiklerinde Pers tarihçileri bunu kaydetmiş, tarih ki­ tapları bu ziyareti her tarafa taşımışlardır. Hükümdarın ziyaret ettiği kimsenin arazilerinden vergi alınmamalı, at­ ları ve hayvanları koşwnlanmalıdır. Sahibu'ş-şurta vekili her gün ona üç yüz atlı ve yüz piyade ile gelir. Güneş batana kadar onun kapısında durur. Atına bindiği zaman piyadeler önünde süvariler arkasına gider. İşlediği bir kusur­ dan dolayı yakınlarından kimse hapsedilmez. Kölelerinden hiçbiri hakkında hüküm verilmez. Yakından biri hakkında bir hüküm verilecekse ona getirilir ve onun görüşü alınır. Arazilerinin haracını getirme işi kendisine bırakılır. Nevruzda ve Mihricanda hediyeler verilir ve bu hükümdara arz edilir. İlk izin verdiği kişi hacib olur. Bindiğinde ve oturduğu zaman hükümdarın sa­ ğında olur. Ülkeden çıktığı zaman yerine kimse oturmaz.

[Hükümdarın Bayramlarda Raiyyenin Şikayetlerini Dinlemesi] Hükümdarın sahip olması gereken özelliklerden bir diğeri Mihricanda ve Nevruzda birer gün halka kapılarını açması ve onları dinlemesidir. Bu iki gün küçük veya büyük, cahil veya bilgili hiç kimse ona gelmekten men edilemez. Hükümdar halkla buluşmadan günler önce bunu ilan eder. Birisi derdine dair söyleyeceklerini bir diğeri gördüğü zulüm konusundaki delilini hazırlar. Başka bir kişi düşmanının hükümdara gideceğini duyarak onunla anlaşma yoluna gidebilir. Hükümdar baş kadıya güvenilir kimselerin halkın huzu­ ra gireceği kapıda beklemelerini sağlamasını ve hiç kimseyi onun huzuruna girmekten men etmemelerini emreder. "Kim bir insanın zulmü ortadan kal­ dırmasını men edere, Allah'a isyan etmiş ve hükümdarın adetine (sünnetü'l­

melik) muhalefet etmiş olur. Kim Allah'a ve hükümdara isyan ederse hem Allah'a hem de hükümdara karşı harp ilan etmiş olur" diye her tarafta du­ yuru yaptırır. Sonra insanlara izin verilir ve şikayet dilekçeleri alınıp bunlara bakılır. Hükümdarın bizzat kendisinden şikayet eden varsa onlar öne alınır. Hü­ kümdar, baş kadı, debır-bez ve din adamlarının reisini de divana getirir. Sonra bir kişi ayağa kalkar ve "Hükümdardan şikayet edenler ayrılsın!" diye bağırır. Bu kimseler bir yana ayrılırlar. Hükümdar hasımlarıyla birlikte kal­ kar, başkadının önünde oturur ve şöyle der: "Ey başkadı! Allah katında hüHOkOmdann Nedimlerinln Vasıflan 85

kümdarlann günahından daha büyük bir günah var mıdır? Allah insanlan kendisine üzerlerindeki zulümleri kaldırsın, zalimlerin bu tür davranışla­ nndan onlan korusun diye reaya yapmıştır. Eğer hükümdann kendisi zalim ise ondan daha aşağıda olan kişi ateşgedeleri yakıp yıkabilir; mezarlardaki kefenleri çalabilir. Bu gün senin önünde -zelil bir köle gibi- durmaktayım ve buradaki duruşum, senin yann Allah'ın huzurunda duruşun gibidir. Eğer Allah'ı tercih edersen o da seni tercih eder. Eğer hükümdan seçersen o hü­ kümdar sana zulmetler" dedi. Baş kadı: "Şüphesiz ki Allah kullannın saadet içinde olmasını dilediği zaman onlar için yeryüzündeki en hayırlı kişiyi se­ çer. Onlara kadrini bildirmek için senin lisanında olan şeyi onun lisanında cereyan ettirir" der ve ardından onun ve hasmının davasına adaletle bakar. Eğer hükümdar aleyhine bir hak ortaya çıkmışsa onu alır ve hak sahibine iade eder. Aksi takdirde haksız olarak ona karşı davaya kalkışmışsa bu kişi hapsedilir ve "İşte hükümdara iftira edip ülkeyi fesada sürüklemenin cezası budur" cümlesiyle durum ilan edilir. Hükümdar kendisi hakkındaki şikayetleri tamamlayınca kalkıp Allah'a hamd eder, onu tebcil eder. Sonra tacını başına koyar ve tahtına oturur. Ya­ kınlanna ve maiyetine yönelir ve şöyle der: "Benim kendimle başlamam nef­ simi temize çıkartmak için değil, kimsenin bana karşı tamahkar olmamasını istediğimdendir. Artık herkes hasmına karşı ortaya çıksın ve tüm meseleler sulh ile veya başka bir yolla çözülsün." İnsanlann hükümdara en yakın olanları hak hukuk konusunda ona en uzak olanlar, en zayıfı en güçlü olanlar gibidir. İnsanlar Babek'in oğlu Erdeşir zamanından beri, Zorba (el-Esım) Yezdi­ cerd kendilerine hükümdar olana kadar bu uygulama böyle devam etmiştir. O, Sasanoğullannın adetlerini değiştirmiş, yeryüzünde fesat çıkarmış, rea­ yaya zulmedip ceberrutluk ve bozgunculuk yapmıştır. Şöyle dediği nakledi­ lir: "Raiyyenin yöneten tarafından insaf görmesine gerek yoktur. Hükümdar­ lann halkın şikayetlerini dinlemeleri gerekmez. Hak konusunda düşük bir kimse yüksek bir kimse ile ayru hakka sahip olamaz." Acemler tarih kitaplannda ve hükümdarlannın hayatlarına dair eserler­ de şöyle bir hadise naklederler: ''Yezdicerd eyvanında oturuyordu. Maiyeti de huzurunda mertebelerine göre oturmuşlardı. Eyvanın kapısı açıldı ve içeriye ağzına gem, sırtına eğer vurulmuş bir at girdi. Bu mecliste önceden ondan daha güzel ve koşumlan daha hoş bir at hiç görülmemişti. At Yezdicerd'e doğru gitti. Süvariler atı çevirmek için kalktılar. At kendisine yaklaşan her şeyi ayaklan altına alıyor ve savuruyordu. Bu sırada hükümdara doğru yö­ neldi. Yezdicerd bunun üzerine süvarilerine 'Onu bırakın bana geliyor' dedi. At onun yanına gelince onu tanıdı ve sakinleşti. Yezdicerd ata bindi ve biraz 86 Saray Adabı

gezdi. Ardından tekrar onu meclisine getirdi. Ondan indi ve eliyle okşamaya başladı. Tam bu sırada at onun bir boşluğunu buldu ve tam kalbinin üzerine çifte atarak onu öldürdü. Persler, 'O aslında bir melekti. Allah onu at su­ retine koyup raiyyeye zulmeden ve fesad çıkaran Yezdicerd'i öldürmek için göndermişti' görüşündedirler." Yezdicerd'in oğlu Behramcı1r, Hire hükümdarı Nu'man b. Münzir'in yanın­ daydı. Arapların adabını, tarihini, haberlerini ve dilini öğrenmesi için onun yanına gönderilmişti. Babasının başına gelenlerin haberi kendisine ulaştı. Persler, hanedandan olmayan birisini hükümdar yapmışlardı. Behramcı1r, Nu'man b. Münzir'den yardım istedi. "Sizin üzerinizde hakkım vardır. Çün­ kü sizin çocuklarınızdan biri sayılırım. Persler hanedandan olmayan birini hükümdar yaptılar. Sen de beni bırakırsan Sasanoğullarının mülkü yok olup gidecek" dedi. Nu'man ona şöyle dedi: Benimle Sasanoğullarının hükümdar ve benim raiyye değil miyim? Ama ben senin niyetini güçlendirmek, azmini artırmak için ordumu da yanıma alarak seninle birlikte geleceğim. Sen kav­ mine, onlar da sana layıktır. İşte bunu istiyorum." Nu'man, Behramcı1r'la birlikte yola çıktı, Medıiin'e kadar geldiler. Pers­ ler onların geldiği haberini aldılar. Behrıim'ın karşısına çıkıp "Ne istiyor­ sun!" diye sordular. "Babamın hükümdarlığını, Sasanoğullarının mirasını" diye cevap verdi. "Baban bize çok eziyet etti. Allah onun canını bizzat ken­ disi aldı. Artık onun soyundan kimseyi istemeyiz" dediler. Bunun üzerine "Babamın zulmü bana bir zarar vermez. Siz benden bahsetmiyorsunuz ki, bana övgü veya yergi yapılsın" dedi. "Razı olduğumuz birisini seçtik" dediler. "Ehil olmayanı hükümdar yapmak hükümdarlığın temeline (sulb) ihanettir. Beni ve seçtiğiniz adamı ülkenin kaderiyle ilgili bir konuda imtihan edin" dedi. "Bunu nasıl yapalım" diye sordular. "İki aslanı birbirine vuruşturun. Ülkenin tacını o ikisinin arasına koyun ve hükümdar yaptığınız kişiye 'tacı oradan almanız gerekiyor' deyin. Eğer yaparsa taca benden daha layıktır. Yapmaktan çekinir de, sonrasında ben tacı alırsam, ondan daha çok hak sa­ hibiyim demektir" dedi. "Bunu ona teklif edeceğiz" dediler. Bunu [hükümdar yaptıkları] kişi, "Böyle bir şey yapamam. Behrfuncı1r'a söyleyin de yapsın. Eğer tacı iki aslanın arasından alabilirse hükümdarlığa benden daha layıktır" dedi. Tacı alıp iki aslan getirdiler. İkisini de aç bırak­ tılar. Sonra tacı onların arasına koydular ve Behrıimcı1r'a "Hadi bakalım" dediler. Behram atından indi, eline bir gürz aldı ve aslanlara doğru koştu. Ardından gürzü beline koydu ve aslanlara yaklaştı. Aslanlar da ona doğru geldiler. Birinin başını diğerinin başına yaklaştırdı ve gürzle

p ikisini

vuru

birden öldürdü. Tacı olduğu yerden çekip aldı ve başına taktı. HDkDmdann Nedimlerinin Vasıflan 87

Persler onu başa geçirdiler. Nu'man da Hire'ye döndü. Behramcur iyi bir yönetim sergiledi. Halka adaletle muamele etti ve Sasanoğullarından en çok sevilen hükümdar oldu. Ancak oyun ve eğlenceye çok düşkündü.

[Hükümdarın Etrafındakiler ve Raiyyesi Hakkında Bilgi Toplaması] Saadete ermiş hükümdarın sahip olması gereken vasıflardan biri de yakı­ nında bulunan kimselerin niyetlerini ve iç yüzlerini öğrenmeye çalışmasıdır. Onların başına hususi, halka da umumi hafiyeler koymalıdır. Hükümdarın "çoban (rd'i)" olarak isimlendirilmesi, yönettiği halkın gizli saklı işlerini, niyetlerini araştırmasından dolayıdır. Ne zaman bunları araş­ tırmaz ve bunlardan haberdar olmazsa bu ismi sadece sözde, hükümdarlık vasfı sadece dilde kalır. Saadete ulaşmış hükümdar ise her türlü gizli işi, kendisini bilir gibi bil­ melidir. Onun siyasette ve ülkesine düzen verirken bundan daha çok önem verdiği bir şey bulunmamalıdır. Bu konuda Babek oğlu Erdeşir'den daha garip bir hükümdar görülme­ miştir. Söylendiğinde göre o sabah olduğunda gece ülkesinde neler olup bit­ tiğini, gece olduğunda nasıl vakit geçirdiklerini bilirdi. İstediği zaman en yüksek veya en alt seviyedekilere "Bu gece şöyle şöyle bir derdin vardı" der ve sabaha kadar ne yaptığını anlatırdı. Bazıları ona gökten melek gelip haber verdiğini söylese de, aslında bu söylenti, çok uyanık olmasından ve raiyyesinin işlerini takip etmesinden kaynaklanıyordu. Denilir ki: "İlki ve sonu, eskisi ve yenisi hiçbir millet, Acem hükümdar­ larından Babek oğlu Erdeşir ve İslam halifelerinden Ömer b. Hattab'dan çe­ kindiği kadar çekinmezdi." Hz. Ömer'in uzaktaki memur ve raiyyesinin durumunu aynı döşekte aynı yastıkta uyuduğu kişiyi bildiği gibi bilirdi. Hangi bölgeye bir komutan veya vali göndermişse mutlaka onun peşinden yanından ayrılmayacak bir de ca­ sus gönderirdi. Doğu'daki ve Batı'dakilerin yaptıkları sabah, akşam onun kulağındaydı. Bunu onun memurlarıyla aralasındaki mektuplarda açıkça görebilirsin. Bunlardan anlaşıldığı kadarıyla herhangi bir memuru ona en yakın kişiyi, kendisine has bellediği adamlarını dahi itham edebiliyordu. Ra­ iyyenin sırlarını araştırma konusunda Babek oğlu Erdeşir'in siyasetini takip etmişti. Ardından Muaviye de onun yaptıklarını ta.kip etmiş ve bu sayede işleri düzene girmiş ve hilafeti uzun sürmüştü. 88 Saray Adibı

Muaviye'nin Hz. Ömer'i takip etmesi gibi Ziyad b. Ebih de bu konuda onu takip ediyordu. Anlatıldığına göre bir adam bir ihtiyacı konusunda -ha­ berdar olmadığını sanarak- onunla konuşmuştu. "Allah Emir'i ıslah etsin. Ben falan oğlu falancayıın" demişti. Bunun üzerine Ziyad tebessüm etmiş ve "Ben seni babandan daha iyi tanıyorum, hala bana kendini mi tanıtıyorsun. Vallahi ben seni de babanı da dedeni de anneni de onun babasını da, üze­ rindeki cübbenin kime ait olduğunu da biliyorum. O falancanındır" demişti. Adam bunları duyunca neye uğradığını şaşırmış, afallamış ve bayılacak gibi olmuştu. Abdülmelik b. Mervan ve Haccac b. Yusuf da bu yolu izlemişlerdi. Bunlardan sonra Mansfu'a kadar bu siyaseti izleyen kimse çıkmadı. Mansiir'un en çok önem verdiği şey halkının halini bilmek, dostunu düşma­ nını tanımaktı. Uzun süre hükümdar olarak kalması da onları sabah aydın­ lığı gibi tanıması sebebiyle idi. Ardından bu siyaset yöntemi Reşid'in hükümdar olmasına kadar yok oldu. Reşid, halkın sırlarını öğrenmeye çalışan, onlara çok önem veren ve bu konuda en fazla gayret sarf eden kişiydi. Memun da yönetimi sırasında onu takip etti. Bu iddiamıza dair delilimiz onun Şam'da bulunan İshak b. İbrahim'e fıkıh ve hadis alimleri hakkında.ki mektubunda gördüklerimizdir. Bu mektupta ona ulemadan her birinin ayıp­ larını tek tek sayıp dökmüş, yine o ya.kınında ve uzağındaki kişilerin pek çoğu bilinmeyen vaziyet ve işlerini de haber vermiştir. Halkın sırlarını araştırma ve gizli hiçbir şey kalmamasını sağlama konu­ sunda zamanımızda İshak b. İbrahim'den daha gayretli kimseyi görmemiş­ tim. O bu konuda zirveye ulaşmıştır. Gece gündüz bununla uğraşmaktadır. Musa b. Salih b. Şeyh bana şöyle anlatmıştı: Ailemizden bir kadın hakkında onun fikrini öğrenmek istemiştim. "Ey EM Muhamme d! Bu kadının hfili, işleri şunlardır" diye uzun uzun anlatmıştı. Vallahi sorduğum kadından o kadar bahsetti ki şaşınp kaldım. Şair Ebü'l-Berk şöyle anlatır: İshak b. İbrahim bana erzak veriyordu. Onun huzuruna girdim. Kendisine şiir okuduktan sonra "Ailen kaç kişi. Ayda şu kadar una, oduna vs. ihtiyacın var" dedi ve bana evimle ilgili benim bile bilmediğim şeyler anlattı. Onun yakınlarında bulunan biri şöyle anlatmıştı: Kendisine bir dilekçe vermiş ve bazı malların bana verilmesini talep etmiştim. "Ailen kaç kişi?" diye sorunca sayıyı olduğundan fazla söylemiştim. Hemen "yalan söylüyor­ sun" dedi. Şaşınp kaldım. "Acaba yalan söylediğimi nereden anladı!" diye kendi kendime sordum. Bir sene onunla konuşmaya cesaret edemedim. Son­ ra ona başka bir dilekçe daha yazdım ve yardım istedim. "Ailen kaç kişi?" HQkOmdann Nedimlerinin Vasıflan 89

diye sordu. "Dört kişi" deyince "doğru söyledin" dedi ve dilekçemin kenarına "Ailesine şu kadar verilsin" diye imza attı. Eğer kitabımız İshak b. İbrahim'in haberleri ile dolmayacak olsaydı onunla ilgili anlatacaklarımız uzar giderdi. Ancak bu kadarla yetinelim. Hükümdarın iyi bir araştırma yaparak dostlarını ve düşmanlarını tanı­ ması lazımdır. Onların nerede gecelediğini, öğle uykusu uyuduğunu öğren­ me imkanı bulursa, bu bilgileri bile elde eder. Raiyyenin kalpleri hükümdarına karşı -cin ve insanlar ona ibadet bile etse, bütün hükümdarlar ona boyun da eğse- ancak kendisini çok iyi kontrol ediyor, gizli açık hallerini biliyorsa mutmain olur. ***

Eskilerin kitaplarında hükümdarlara öğütler ve onların adabı hakkında şunlar söylenir: Eğer bir hükümdarda dört haslet varsa onun devleti uzun sürer: 1.

Raiyyesi için ancak kendisi için istediği şeyleri ister.

2.

Akıbetinden korktuğu bir işi ertelemez.

3. Veliaht olarak kendi istediğini değil raiyyenin istediğini seçer. 4.

Emziren annenin bebeğinin uyuyup uyumadığını kontrol etmeye va­ rıncaya kadar raiyyenin tüm sırlarını araştırır.

Bu sözün doğru olduğunu görüyoruz. Araplardan ve Acemlerden uzun süre hükümdarlık yapanların ancak sırlan araştıran, gizli olaylar hakkında istihbarat faaliyetinde bulunan ve halkın durumunu çok iyi bilen kimseler olduğunu gördük.

[Hükümdarın Devleti İlgilendiren Önemli Olaylan Ele Alması] Hükümdarın sahip olması gereken vasıflardan bir diğeri, bir bucağın fet­ hi, bir düşmanla savaş veya milletin anlaşmazlığa düşmesine sebep olan bir tehlikenin ortaya çıkması gibi önemli bir konuyu düşünme işini eğlence sa­ atlerine bırakmamasıdır. Başka zamanlarında düşmanlarına karşı tuzaklar kurmak, ordularını hazırlamak gibi işlerle uğraşmalıdır. Bunun için (Acem­ lerin ve diğer milletlerin hükümdarlarının yaptıkları gibi) aklını, fikrini ve boş zamanını bu işe tahsis etmeli, erteleme, tfil-i emel ve boş hayallerle avunma gibi yollarla vakit kaybetmemelidir. Zira bu yollara tevessül etmesi hükümdarın acziyetini ve gevşekliğini gösterir. Acem hükümdarları, başlarına böyle bir iş geldiği zaman her gün kuru­ lan sofraların kaldırılmasını emreder sadece üç kişinin, baş kadının (mubez-i 90 Saray Adabı

mübezan), debir-bez ve süvari başının katıldığı bir sofrada yemek yerdi. Sofraya sadece ekmek, tuz, sirke ve baklagiller konurdu. O ve yanındaki­ ler sofradakilerden biraz alır sonra hizmetçi bezmaverd yemeği11 getirirdi. Ondan bir lokma yerler ardından sofra kaldırılırdı. Savaşın düzenlenmesi ve askerlerin hazırlanması ile uğraşırlardı. Söz konusu kriz atlatılana ve düş­ manlara karşı zafer kazanılana kadar durum bu şekilde devam ederdi. Kriz atlatıldığı zaman hükümdar önceden olduğu gibi yemek yapılmasını emre­ der, yakınlarını ve halkı davet ederdi. Önce hatipler tebrik etmek ve yardı­ mından dolayı Allah'a hamd etmek için konuşmalar yaparlardı. Ardından kadı kalkıp konuşur, sonra vezirler hatiplere benzer sözler ederlerdi. Sonra insanlar mertebelerine göre yemeğe başlarlardı. Yemeği bitirdikleri zaman halka eyvanın açığında, maiyetle hükümdarın huzurunda halılar serilirdi. Sahibu'ş-şurta hükümdar gibi halkın başında otururdu. Sonra şarkıcılar ve hokkabazlar çağırılırdı. Derler ki: Nimetin şükrü ancak onun tesirinin kişi üzerinde görülmesiy­ le yerine getirilebilir. (Halife ve emirler bir iş konusunda düşündüklerinde minberlere koşar ve insanları itaate ve cemaatten ayrılmamaya çağırırlar.) Muaviye'den nakledildiğine göre şöyle demişti: "Sıffin günü, et, yağ, tat­ lı, ekşi tatmadım. Sadece, ekmek, peynir ve sert tuz yedim ve istediğimi elde ettim." Abdülmelik b. Mervan hakkında şöyle nakledilir: "İfrikiye hakimi ona çok güzel, alımlı bir cariye hediye etmişti. Cariye, Abdülmelik b. Mervan'ın hu­ zuruna girince ona bakmıştı. Bu sırada elinde sopa vardı. Bakışını cariyeye doğru çevirmiş ve sopayı ona atmış ve "geri at bana sopayı" demişti. Kadın sopayı atmaktan çekinince ona uzun süre bakmış ve "Vallahi sen herkesin isteyeceği bir cariyesin" demişti. Cariye "Eğer ben böyleysem ey Müminlerin Emiri sana mani olan nedir?" diye sormuş o da Ahtal'ın şu beyti demişti: Öyle bir topluluktur ki, savaştıklarında ilgilenmezler kadınlarla, O kadınlar ne kadar alımlı olsalar da.

Bu olay Abdurrahman b. Muhammed el-Eş'as'ın isyanı sırasında yaşan­ mıştı. Halife bu cariyenin korunmasını ve ona hizmet edilmesini emretmiş, sıkıntılı durum giderilince çağırdığı ilk cariye o olmuştu. Mervan b. Muhammed el-Ca'di'den nakledildiğine göre öldürülene ka­ dar otuz ay hiçbir cariyeyle birlikte olmamıştı. Bir cariye ona yaklaştığında "Benden uzak dur! Vallahi eğer bir kadına yaklaşırsam Horasan zaferle tit­ rer ve Ebu Mücrim orayı benden zorla alır" derdi. 11

Arapçası Zümmaverd olan ve kadı lokması yahut halife lokması da denilen bu yemek ka­ vurma, tereyağı ve yumurta kanşımıyla yapılan bir yemektir. Bk. http://www.loghatnaa­ meh.org/dehkhodaworddetail-2a6e27f4e4bf414babe9c80c143b52e2-fa.html (editörün notu)

Hükümdann Nedimlerinin Vasıflan 91

[Hükümdarın Savaşta Hileye Başvurması] Hükümdarların sahip olması gereken özelliklerden bir diğeri savaşların­ da hileye başvurmalarıdır. Bundan dolayı şöyle denilmiştir: "Saadete erecek bir hükümdarın savaşı son çare olarak görmesi gerekir. Çünkü diğer hallerde harcanan nihayetinde maldır; savaşta ise can verilir. Eğer hilelerin sonu güzel olacaksa bu hüküm­ darın saadetine vesile olur. Malını ve mülkünü muhafaza eder, askerlerinin kanını korumuş olur. Eğer bütün hile ve çabalar çaresiz kalmışsa bunun ardından savaş gelir." En mutlu hükümdar düşmanlarına hile ve tuzak yoluyla galip gelendir. Peygamber'imizden (s.a.v.) bu görüşü destekleyen bir hadis nakletmiştik: "Savaş, hiledir."12 Hiç kimse tarihte Acem hükümdarları kadar hilekar olamamıştır. Bu konuda onlardan pek çok haber nakledilmiştir. Burada ancak bir veya iki tanesini zikretmekle yetineceğiz. Bunlardan biri, Behramcür hakkındaki şu hadisedir: Behramcür, Babası Yezdicerd'den sonra tahta geçince sınır bu­ caklarının birinin düşmanları tarafından işgal edildiğini öğrendiği halde bu konuyu hafife aldı. Sonunda düşmanı daha güçlendi. Bu durum kendisine haber verilince düşmanlarını tekrar küçümsedi ve durumu önemsiz gördü­ ğünü bildirdi. Sonunda "Düşmanın sana saldırıyor, askerlerini payitahtına sürüyor" denildiği zaman "Bırakın ne yaparsa yapsın, bir şey olmaz" dedi. Vezirleri onun vurdumduymazlığını, düşmana karşı umursamazlığını gö­ rünce toplanıp huzuruna çıktılar ve ona "Hükümdarın düşmana karşı ağır davranması, doğru bir siyaset değildir. Bu düşman payitahtına çok yaklaştı. Her geçen gün daha da güçleniyor" dediler. Behramcıir "Bırakın düşmanı. Ben onun zayıf yönlerini sizden daha iyi bilirim" diye karşılık verip yine oyun ve eğlenceye daldı. Düşmanı iyice yaklaşıp onun üzerine geldiği zaman, vezirleri ve valileri devletin yok olmasından korktular. Aralarında anlaşıp davranışlarından dolayı onu uyarmayı ve devletin yok olmaya doğru gittiğini kendisine haber vermeyi kararlaştırdılar. Haber kendisine ulaşınca hüküm­ dar iki yüz cariye hazırlanmasını emretti. Hepsi farklı renklere boyanmış el­ biseler giydiler ve başlarına reyhan dallan taktılar, kamış arabalar üzerine bindiler. Behramcür da onlar gibi yaptı. Onların boyalı elbiselerinden giydi ve bir kamış arabanın üzerine bindi. Vezirlere girmeleri için izin verilince onun huzuruna çıktılar. Onları görünce cariyelerine seslendi. Behramcıir ar12 Buhari, "Cihad", 157, "Menfıkıb", 65, "İstitfıbe", 6; Müslim, "Zekat", 153, "Cihad", 18, 19;

Ebu Davud, "Cihad", 96, "Sünne", 28; Tirmizi, "Cihad", 5; İbn Mfıce, "Cihad", 28; Darimi, "Siyer", 13; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 81, 90, 1 13, 126, 131, 134, il, 316, 314, III, 224, 297, 308, VI, 387.

92 Saray Adabı

kalannda şarkı söylüyor, onlar da onunla birlikte şarkı söyleyip bağınyor, raks ediyorlardı. Vezirler bunu görünce iyice ümitsizliğe kapıldılar ve onu tahttan indirmeye karar verdiler (icteme'Cı ala hal'ıhi). Bir cariyesini çağınp ona "Eğer benim ne yapmak istediğimi kimse öğrenirse vay haline" dedi ve ardından başını traş etmesini emretti.Kadın saçlannı kesti. [Kalın] yünden örülmüş bir zırh alıp onu giydi. Gece yansı eline okunu ve yayını alıp çıktı. Çıkmadan önce cariyeye kendisinin bu durumunu gizlemesini ve hasta ol­ duğu numarasını yapmasını emretti. Tek başına çıkıp düşman askerlerinin karargah kurduğu yerlere kadar geldi. Yol üzerinde bir mağaraya saklandı. Havada uçan kuşu, yerde yürüyen her şeyi vuruyordu. Avladığı her şeyi bir yere topladı. Çok büyük bir küme oluştu. Düşman ordusunun öncüsü oradan geçti. Onun haline bakıp şaşırdı ve onu alarak "Vah sana! Sen nesin, kim­ sin ve neredensin!" diye sordu. O "Bana aman verirsen sana söylerim" dedi. Adam "Sana aman verdim" deyince "Ben bir hizmetçi seyistim. Efendim bana kızdı. Beni dövdü, elbiselerimi çıkardı, saçımı kesti ve bana bu elbiseyi giydi­ rerek beni aç bıraktı. Ben de onun gafletinden faydalanmak istedim. Avlanıp bir şeyler yemeyi arzuladım. Avım hoşuma gidince bütün oklanmı harcamak istedim ve oradan aynldım" dedi. Adam onu alarak düşman hükümdannın yanına götürdü. Hükümdar ona "Bir de benim önümde at" dedi. Nişan aldığı kuşu, hayvanı anında düşürüyordu. Hükümdar çok şaşırdı. "Vay be! Bu ül­ kede senin gibi atıcı var mı!" dedi. Behramcfir güldü ve "Hükümdanm! Ben onlann en kötü atıcısıyım. Benim başka bir hünerim var" dedi. Hükümdar "Nedir o?" diye sorunca "Bana iğne getirin" dedi. İğneyi getirdiler. On arşın öteye attı. Sonra başka bir tane attı ve onu deldi, ardından bir tane daha attı. Sonunda birbirine bağlanmış bir zincir oluştu. Düşman hükümdan çok şaşırdı, kalbi korku ile doldu. "Sizin hükümdan­ nız cahilin biri! Payitahtına yaklaştığımı bilmiyor mu hala" dedi. Behramcfir güldü ve "Hükümdanmız bana aman verirlerse kendisine birkaç söz söyle­ yeyim" dedi. Adam "Aman verdim" deyince "Bizim sultanımız seni küçük gördüğü için bırakıyor, seninle uğraşmıyor. Elinden kaçamayacağını biliyor. İşte ben onun ülkesindeki en düşük kişiyim. Bir düşün, ben böyle isem, bir okla bin adam öldürüyorsam, o nasıldır! Payitahtında tam yüz bin tane ada­ mı var. En küçüğü bile benden çok daha büyük" dedim. Hükümdar "Doğru söyledin. Behramcfir'un beni küçük gördüğünü ve hafife aldığını duymuş­ tum. Söylediklerin buna uyuyor. Ülkesinin bu bölgesine kadar gelmem de ancak söylediğin sebeple oldu" dedi. Ordu komutanına hemen oradan aynl­ malannı emretti. İnsanlara sefer çağınsı yapıldı. Düşman hiçbir şeye dokun­ madan çekip gitti. Behramcfir'u da serbest bıraktı. Oradan aynlıp gece üçten sonra evine girdi. Sabah olunca insanlarla birlikte oturdu. Vezirleri ve devle­ tin önde gelenleri onun huzuruna geldiler. "Düşmanlannuzdan bir haber var mı?" diye sordu. Düşmanın ülkeden aynlıp gittiğini söylediler. "Size onun HDkDmdann Ned1mler1n1n Vasıflan 93

değersiz, zayıf birisi olduğunu söylemiyor muydum" dedi. Kimse düşmanın neden ayrılıp gittiğini anlamamıştı. Behramcfrr'dan sonra Kisra Ebreviz de savaşlarda düşmanlarım alt eden pek çok hile yapmıştır. Ebreviz, ordu komutam Şehreberaz'ı Bizans kralı ile savaşması için göndermişti. Onun çok değer verdiği, kahraman, gözü pek ve deneyimli bir komutandı. Şehreberaz, Bizans kralının başkentini ona dar et­ miş, ateşkes isteyene kadar ona baskı yapmış ve [nihayetinde kral] dayana­ mayarak barış istemek zorunda kalmıştı. Şehreberaz bunu kabul etmeyince Bizans kralı çok daha iyi bir hazırlık yapmış, onunla denizde karşılaşmak için sayısız asker toplamıştı. İhtiyacı olan her türlü yiyecek, içecek, silah ve malzemeyi hazırlamıştı. Gemileri ağzına kadar doluydu. İşte tam bu sırada geceleyin büyük bir fırtına koptu ve gemilerin demirlerini sökerek onların Şehreberaz tarafına taşıdı. Böylece gemiler onun eline geçmiş oldu. Sabah olduğunda Bizans kralının elindeki mal, hazine ve silahın çoğu gitmişti. Şehreberaz bu hazine ve malları Ebreviz'e gönderdi. Ebreviz onun gönder­ diği bu ganimetleri görünce Şehreberaz'ın onun gözündeki değeri çok arttı. "Şehreberaz'dan daha çok övülmeye, duaya layık kim olabilir! Bize nefislerin vermeyeceği, kalplerin sunamayacağı hediyeler gönderdi" dedi. Vezirlerini topladı ve bu mal ve hazinelerin getirilmesini ve önüne konulmasını emretti. Sonra onlara "İçinizde Şehreberaz'dan teşekküre daha layık kimse var mı?" diye sordu. Vezirlerin her biri kalktı ve Allah'a hamd edip hükümdarı övdük­ ten sonra Allah'ın ona Şehreberaz'ın nakibliğini nasip ettiğini, onun ne kadar iffetli, temiz, soylu ve dirayetli bir kişi olduğunu söylediler. Sonra Ebreviz malların ve hazinelerin sayılmasını emretti. Ardından kalkıp kadınlarının yanına gitti. Hükümdarın Rüste adında bir kölesi vardı. Şehreberaz'dan hoş­ lanmıyordu. "Hükümdarımız! Çoğun azı, büyüğün küçük parçası, muhteşem bir bütünün küçük bir kırıntısı kalbinizi doldurmuş. Şehreberaz size ihanet etti ve kendisini [size] tercih etti. Eğer hükümdarımız, dirayetiyle kararlılı­ ğına rağmen Şehreberaz'ın emaneti iade ettiğini sanıyorsa kuşkusuz onun bakış açısı doğrudan uzak kalmıştır" dedi. Onun bu sözleri güya Ebreviz'in aklım karıştırdı. Ona "Doğru söylüyorsun sanının. Sence ne yapmalıyım?" diye karşılık verdi. Rüste "Ona buraya gelmesini yazın. Ancak kendisiyle mektupla bildirilemeyecek bir konuda görüşmek istediğini söyleyin. Geldi­ ğinde sahip olduklarım arkasında bırakmayacaktır. Çünkü oraya geri dönüp dönmeyeceğini bilmiyor. O zaman nelere sahip olduğunu gözlerinizle görür­ sünüz" dedi. Ebreviz, Şehreberaz'e mektupla bildirilemeyecek bir konuda konuşmak üzere hemen gelmesini yazdı. Elçi gidince onun arkasından bir elçi daha gön­ derdi ve şu mektubu yazdı: "Sana önemli bir konu hakkında konuşmak için gelmeni yazmıştım. Sonra anladım ki, orada kalman düşmanı korkutman,

94 Saray Adabı

memleketi koruman için daha uygun olacak. Orada kal ve düşmanına karşı dikkatli ol, onun saldınlanna karşı teyakkuzu elden bırakma. Malı giden kendisini yok olmaya ve felce teslim eder demektir. Vesselam." İkinci elçi[yi gönderirken] şöyle dedi: "Eğer oraya gittiğinde benim yanı­ ma gelmek için yol hazırlığına başlamışsa ve bu hazırlıklar askerde de görü­ nüyorsa bu mektubu ona ver." Bu mektupta şöyle yazıyordu: "Sana yazmış ve buraya gelmenin ve hareketini yavaşlatmam istemiştim. Bu senin işini düzeltecek ve düşmanı tuzağa düşürecek bir sebepten olduğunu anladım. Sana bu mektubum gelince kardeşini işin başına geçir ve hemen yola çık. Hiçbir işe bakmadan buraya gel." "Eğer onun yanıma gelmek için hazırlan­ madığını görürsen ona birinci mektubu ver." İkinci elçi geldiğinde Şehreberaz'ın hareket etmeye dair bir niyeti ve gay­ reti yoktu. Ona birinci mektubu verdi. Şehreberaz şöyle dedi: Her savaşın başı hiledir. Şehreberaz'ın hükümdarın yanındaki adamı ona Rüste'nin hü­ kümdara söylediği sözleri ve aldığı cevabı yazmıştı. Sonra Ebreviz'in içi içini kemirmiş ve Şehreberaz'ın gelmesini istemişti. Şehreberaz onun üçüncü mektubunu okuyunca şöyle dedi: "İş bugünden önce gizliydi, fakat şimdi açığa çıktı." Ebreviz Şehreberaz'ın niyetinin bozulduğunu ve yanına gelmeyeceğini anladı. Şehreberıiz'ın kardeşine "Ordunun yönetimini ve Bizans kralıyla sa­ vaşma işini sana veriyorum. Eğer Şehreberaz sana bu yetkileri teslim etmez­ se onunla savaş" diye yazdı. Mektup kendisine gelince bunu [ağabeyine] gösterdi ve Şehreberaz'a hü­ kümdarın kendisini bu işe tayin ettiğini, eğer orduyu teslim etmezse kendi­ siyle savaşmak zorunda kalacağını belirtti. Şehreberaz "Ben Ebreviz'i sen­ den daha iyi tanının. Çok hilebazdır. İkimiz hakkında da niyetini bozmuş. Bu gün beni öldürse yann seni öldürecek. Bugün seni öldürse yann beni öldürecek" dedi. Şehreberaz Bizans kralıyla anlaşma yaptı. Ebreviz korkunca iki taraf bir­ biriyle anlaşıp ona karşı savaşa karar verdiler. Şehreberaz şöyle dedi: "Onun­ la savaşma işini bana bırak. onun tuzaklarını ve zayıf noktalarını ben daha iyi bilirim." Bizans kralı bunu kabul etmedi ve "Tam aksine sen benim ülkem­ de kal. Ben onunla bizzat savaşayım". cevabını verdi. Şehreberaz şöyle dedi: "Eğer buna yanaşmazsan sana bir plan yapayım da ona göre hareket et." Sonra Ebreviz'e giderken konaklayacağı her mevkii ona anlattı. Hangi mevzilerde durması gerektiğini açıkladı. Savaş için hangisinin daha uygun bir yol olduğunu anlattı. "Eğer Nehrevan'dan gidersen, orada dur. Hemen orayı geçmeyip karargah kur ve askerlerini hazırla" dedi. Bizans kralı o tarafa doğru yola çıktı. Ebreviz'e haber ulaşınca çok sı­ kıntıya düştü. Askerlerinin çoğu para bulabilmek için dağılmıştı. Onlardan gerekli iktalan kesmişti. Ordusunda yalnızca çok zayıf askerler kalmıştı.

HOkOmdann Nedtmlerintn Vasıflan 95

Bizans kralı, Şehreberaz'ın kendisine tarif ettiği şekilde yolu kat etti. Nehrevan'a gelince orada karargah kurdu ve Ebreviz'le karşılaşmaya hazır­ landı. Onun askerlerinin durumuna dair haberler kendisine ulaştı. Dört yüz bin kişilik bir orduya sahipti. Yollan kapanmıştı. Artık Ebreviz'i öldüreceği­ ni düşünüyor, bunda hiç şüphe etmiyordu. Ebreviz bir Hristiyan çağırdı. Bu adama dedesi iyilik yapmış ve Mani'nin katledildiği sırada onu kurtarmıştı. Kendisini [meşru hükümdar] kabul eden­ ler arasındaydı. Ebreviz ona şöyle dedi: "Bizden size gelen iyilikleri bilirsin, eskiden beri ve halen [bu iyilik] aileniz üzerinde devam etmektedir" dedi. Adam "Evet ey hükümdarımız! Size ve atalarınıza bunun için minnettarız" dedi. Hükümdar, "Öyleyse bu sopayı al ve Şehreberaz'a git. Bizans kralının başkentinde bulunuyor. Bunu bizzat kendi elinle ona teslim et" dedi. İçi delik bir sopaydı. İçine Şehberebaz'a yazdığı küçük bir mektubu iliştirmişti: "Ben bu mektubu sana yazıp asanın içine koydum. Sana ulaştığı zaman, Bizans devletini yakıp yık. Savaşabilecek herkesi öldür. Kadınları esir al. Mallan ganimet al. Gören göz, işiten kulak, anlayan kalplerin hepsinde senin hük­ mün olsun. Ben de şu gün Bizans kralına saldıracağım. Bu senin emirlerimi yapacağın tarih olsun." Hristiyan'a para verilmesini emretti ve onu hazırladı. "Salcın hiçbir şeyle oyalanma, bir gün bile gecikme ve kesinlikle bu asayı Şehreberaz'dan başka kimseye verme" dedi. Sonra onunla vedalaştı ve Hristiyan yola çıktı. Nehrevan'ı geçerken tam çanların çalındığı saate. denk geldi. On bin veya daha fazla çan çalındığını duydu. Gözleri doldu ve "Ben ne kötü bir adamım! Hıristiyanlığa karşı bu ceberut ve zalim kralın sözüne itaat ediyorum" dedi. Bizans kralının kapısına geldi ve onun huzuruna girmek için izin istedi. Ebreviz'in hikayesini harfi harfine ona anlattı ve sopayı ona verdi. Kral onun içine baktı. Sonra mektubu içinden çıkardı. Kendisine mektubu okudukla­ rında dişlerini hiddetle sıktıktan sonra "Şehreberaz, beni aldattı. Eğer onu bir daha görürsem öldüreceğim!" dedi. O anda çadırlarını söktürdü ve dönüş hazırlıklarına başlanmasını emret­ ti. Kimseye dokunmadan memleketine gitti. Ebreviz onun ordusunun ne yaptığını gözetlemek için bir casus görevlen­ dirmişti. Sonunda kralın hiçbir yere dokunmadan gittiğini öğrenince "Tek bir kelime dört yüz bin askeri yendi. Ne büyük bir kelime ve yüksek bir söz!" dedi.

[ S o nu ç ]

Böylece kitabımızın [son] kısmına ulaşmış ve hükümdarların taşımala­ rı gereken huylan ve reayanın onlara karşı sorumluluklarını gücümüz yet­ tiğince anlatmış olduk. Kitabımızı onu yazmamıza vesile olan zatın adını zikrederek bitirelim, zira bu kişi kitabın telif ve tedvini için bir anahtar mesabesindeydi. Öncelikle şöyle diyelim: Biz bu kutlu Abbasi Devleti'nin (ed-deule el­

mübareke el-Abbasiyye) ilk döneminde veya tarihinde bugüne kadar hüküm­ darların erdemlerini, edeplerini, üstün özeliklerini toplayan Haşimoğullann­ dan, iyi yürekli (tayyibin) Abbasi halifelerinden veıa ve üstün tutulma hakkı alan, nebilerin sonuncusunun varislerinden ve müminlerin imamlarından olan Mu'tasım-Billah'ın ve iyilik sever (ebrar) kardeşlerinin evlat bildiği

(tebenni) tek kişi Müminlerin Emirinin azatlığı (meula) Feth b. Hiikan'dır. Kendisine bahşedilen bu nimet kutlu olsun, Allah mübarek eylesin. Al­ lah bu nimetini onda devam ettirsin ki, en zirvesine en yüksek derecelerine ulaştırsın. Uzun ömür versin, zamanın musibetlerinden, tökezlemelerinden muhafaza buyursun. Şüphesiz ki O rahmet ve kerem sahibidir.

[Sonuc] 97

D izin

Abbas b. Abdülmuttalib 55

Behramcı1r 29, 30, 32, 61, 68, 81,

Abbasi Devleti/Abbasiler 17, 23, 33, halifeleri 33, 84, 97

82, 87 88, 92-94 ' Beni Mahzı1In 42, 5 1

Abdullah b. Malik el-Huzai 53,

Bizans; - devleti 96;

84, 97;

-

57

-

imparatoru

44; - kralı 44, 45, 94-96;

Abdullah b. Ömer 73, 74

raklan 44;

-

-

top­

ülkesi 44

Abdullah b. Tahir 51, 82 Abdülmelik b. Mervan 31, 33, 38, 45, 56, 67, 68, 73-75, 78, 83, 84, 89, 91

cesaret 27, 33, 62, 89 cömerfflik 32, 35, 42, 51, 62, 77, 81

Acem 53, 77, 79, 86, 90 Acemler 53, 77, 79, 86, 90; -in hü­

deblr-bez 52, 85, 9 1

kümdarları 25, 28-31 , 47, 50, 53, 55, 64, 69, 7 1 , 73, 88, 90, 92; -in kitapları 77, [86] adalet 25, 27, 39, 48, 50, 58, 78, 86, 88;

-

terazisi 28;

-

yolu 25

Ali, Hz./ Ali b. Ebı1 Talib 65, 70 Arademerd 71 Arapnar 15, 31, 54, 62, 73, 79, 90; ­ hükümdarlan 19, 31, 50, 82-84; -

ın adabı 87

Ebreviz 22, 39, 58-61, 65, 83, 9496 Ebü'l-Abbas 31, 33, 43, 51, 56, 64, 67, 83, 84 Emevi halifeleri 3 1 Enuşirvan 30, 3 3 , 3 7 , 4 1 , 42, 44, 45, 55, 61, 62, 68, 70, 77, 81, 83-85 Erdeşir 16, 22, 25, 28-30, 33, 38, 41, 42, 55, 68-70, 81, 83-86, 88

Babek 16, 22, 25, 28, 30, 33, 38, 41,

Erdevan 30, 68, 82

55, 68, 70, 81, 83, 84, 86, 88 Bağdat 63

Faris bölgesi 60

Behram 61, 70, 7 1 , 83, 87

Feth b. Hak.an 17, 97 Dizin 99

M:e'mı1n 36, 38, 41, 54, 68, 72, 82-

ganimet 94, 96

84 Haccac b. Yusuf 74, 89

M:ecusi tapınakları 28

el-Hadi 32, 33, 68, 71, 83

M:edıiin 60, 87

Harun er-Reşid 33-37

M:ehdi 32, 33, 36, 38, 67, 71, 83

Hasan, Hz. 24, 63

M:erv 38

Haşimoğullan 23, 97

M:ervan b. M:uhammed el-Ca'di 31, 33, 64, 78, 83, 84, 9 1

Hicret 42 Hire 54, 87, 88

M:ihrican [günü] 61, 80-82, 85

Hişfun/Hişam b. Abdülmelik b.

M:uaviye b. Ebı1 Süfyan 24, 3 1, 37,

M:ervan 31, 65, 78, 83, 84

42, 43, 53, 62, 63, 65, 68, 7 1 , 83, 84, 88, 89, 9 1

Horasan 91

mubez/mubez-i mubezan 52, 90

Hristiyan 74, 75, 96

muhacir 42

Huza'a 42

M:uhammed, Hz./ Hz. Peygamber/

Hürrem Baş 30

Resulullah 15, 47, 54, 55, 70, 71

Irak 24 İbrahim b. el-M:ehdi 38 icma 37

mülk 33, 39, 48, 57, 58, 61, 78, 80, 87, 92

içki 29, 39, 81-83;

-

meclisi 33

ifrikiye 91 ilim 25, 45, 77;

M:u'tasım 68, 72, 83, 84

Nevbehar 61 -

ehli 28, 37

Nevruz 61, 80-82, 85

İskender 65, 70

Nu'man b. M:ünzir 82, 87, 88

Kelile ve Dimne 77

Osman, Hz. 68

Kitabü'l-Eğani 28

Ömer b. Abdülaziz 31, 38, 84

Kubad 53, 64, 68, 84

Ömer b. el-Hattab/Ömer, Hz. 68,

Kfife 64 Kur'an 15

88, 89 örf 37

Kureyş 42 Persler 43, 87, 88 M:ansı1r, Ebı1 Ca'fer 23, 32, 33, 6567, 78, 79, 89

reaya/raiyye 16, 22, 25, 38, 40, 43,

M:ansı1r-ı Zelzel 33-35

45, 50, 51, 54, 55, 82, 84-88, 90,

maslahat 37

97

ıoo Saray Adibı

Ruveydiyye 65

Vasık 68, 72, 83 vefa 63, 64

Sabur-i Şahpftr 25, 50, 68, 70, 82

Sahibu'ş-şurta 64, 85, 9 1 Sasanoğulları/Sasani 1 9 , 22, 25, 26,

Velid b. Abdülmelik 31, 56, 68, 73, 83, 84 Velid b. Yezid 31, 83

38, 54, 61, 65, 70, 80, 86-88 Süleyman b. Abdülmelik 31, 63, 75, 76, 83, 84

Şam 24, 65, 83, 89 Şehreberaz 94-96 şeriat 37, 40, 41, 50, 72

Yezdicerd 25, 70, 71, 86, 87, 92 Yezid b. Abdülmelik 3 1 Yezid b. Muaviye 71, 83 Yezid b. Velid 83 Yustasif 68

Şeyban 66 Şirı1veyh 65

Ziyad b. Ebih 89 zulüm 58, 85, 86

ulema 27, 89

zühd 25

ülu'l-emr 16

Dizin 101