Psikiyatri Araştırmaları [1 ed.]
 9786057768216

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

PSİKİYATRİ ARAŞTIRMALARI CARL GUSTAV JUNG çeviren

İSMAİL HAKKI YILMAZ

->2

PiNHAN psikoloji

Cari Gustav Jung

Psikiyatri Araştırmaları

Cari Gustav Jung (1875-1961): İsviçreli psikiyatr, analitik psikolojinin kuru­ cusu.1895 yılında Basel'de hp eğitimi almaya başladı ve 1900 yılında Eugen Bleuler'in asistanı olarak Burghölzli'de psikiyatrist olarak hizmet verdi. Dok­ torasını 1902 yılında tamamladı. Konu, okült fenomenler ve onların psikoloji ve patolojiyle bağlanhları idi. Paris'te altı ay boyunca Pierre Janet ile bilgile­ rini derinleştirdi. 1903 yılında Emrna Rauschenbach ile evlendi. 36 yaşında Uluslararası Psikanaliz Birliğinin ilk başkanı oldu. Cari Gustav Jung sadece psikoterapi bilim dalını değil, aynı zamanda psikoloji, teoloji, etnografı, ede­ biyat ve güzel sanatları da etkiledi. Psikoloji bilim dalında bizzat bulduğu kavramlar geniş çevrelerce kabul gördü. İsmail Hakkı Yılmaz: 1961'de Ordu'da doğdu. Başta Aktüel, Nokta, Radikal, NTV, Milliyet olmak üzere çeşitli dergi, gazete ve TV kanallarında muhabir, editör, müdür, yazar olarak çalışh. 1990 yılından beri gazetecilik mesleğine ek olarak Yaprak Yayınevi, Haziran Yayınevi, Afa Yayınlan ve İş Bankası Kültür Yayınlan gibi yayınevlerine kitap ve dergi çevirileri yapmaktadır.

PİNHAN YAYINCILIK Litros Yolu, Fatih San. Sitesi No: 12/214-215 Topkapı/Zeytinbumu İstanbul Tel: (0212) 259 27 60 Faks: (0212) 565 16 74 \V\V\v.pinhanyayincilik.com info®pinhanyayindlik.com Sertifika No: 40676 Kaynak metin:

PsycJıiatrisclıe Studieıı [G\V 1]. Çeviri için İngilizce baskı esas alınmıştır: Psydıiatric Studies, CW 1, ed.: Herbert Read, Michael Fordham, Gerhard Adler, çev.: R. F.C. Hull, First Princeton / Bollingen Paperback printing, 1983; edisyon esnasında ise hem İngilizce hem Almanca metin kullanılmıştır. Bu eserin yayın haklan, ONK Ajans aracılığıyla alınmıştır. Copyright©2007 Foundation of the Works of C. G. Jung, Zürich ©Pinhan Yayıncılık, 2020 Türkçe çeviri©İsmail Hakkı Yılmaz 2020 Birinci Basım: Eylül 2020 Genel Yayın Yönetmeni: Mahmut Sever Çeviri Editörü: Adem Beyaz Kapak Tasarımı: Mahmut Sever Dizgi: Özlem Sümbül Teknik Hazırlık, Baskı ve Cilt: Yaylaok Matbaaahk San. Tic. Ltd. Şti. Litros Yolu Fatih San. Sitesi No: 12/197-203 Topkap•-İstanbul Tel: (0212) 567 80 03 Sertifika No: 44865 Pinhan Yayınolık: 228 Psikanaliz Dizisi: 36 ISBN: 978-605-7768-21-6 Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır. Tanıbm amaoyla, kaynak göstermek şar­ hyla yapılacak kısa alınhlar dışında gerek metnin, gerek görsel malzemenin ya­ yınevinden izin alınmadan herhangi bir yolla çoğaltılması, yayımlanması ve dağıhlması 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun hükümlerine aykırı­ dır ve hak sahiplerinin maddi ve manevi haklannın çiğnenmesi anlamına geldiği için suç oluşturur.

Psikiyatri Araştırmaları Carl Gustav Jung çeviren: İsmail Hakkı Yılmaz

İçindekiler Editörün Önsözü 1 7 İkinci Baskıya Editör Notu 1 13 1

Okült Denen Fenomenlerin Psikolojisi ve Patolojisi Üstüne + 15 [1. Giriş] I 15 [2.] Kötü Bir Kalıtım Sorımu Olan Bir Kızda Görülen Uyurgezerlik Vakası [Ruhani Medyumluk] 1 29 [3. Vakanın Değerlendirmesi] 157 [Sonuç] l 101 Histerik Yanlış Okuma + 103 II

Kriptomnezi + 107 III

Manik Bozukluk Üstüne + 119 iV Hapisteki Bir Mahkumda Görülen Histerik Bir Uyuşukluk Vakası + 147

v

Delilik Taklidi Üstüne + 167 Bir Delilik Taklidi Yakası Üzerine Tıbbi Görüş + 197 VI

İki Çelişkili Psikiyatrik Teşhis Üstüne Üçüncü ve Son Görüş + 215 Olguların Psikolojik Teşhisi Üstüne + 225

Kaynakça � 229

Editörün Önsözü C. G. Jung'un yapıtları İngilizcede toplu olarak ilk kez İn­ giltere'de Routledge & Kegan Paul Ltd. ile ABD'de Bollingen Vakfının sponsorluğunda Princeton University Press'in ortak girişimiyle yayımlanmışhr. Şimdi Dönüşüm Sembolleri başlı­ ğıyla yayımlanan Bilinçdışı Psikolojisi'nde; Psikoloji ve Din gibi doğrudan İngilizce kaleme alınan eserlerde; Aion gibi daha önce çevrilmemiş eserlerde; ve genel olarak Profesör Jung'un yazılarının büyük bölümünün yeni çevirilerinde olduğu üze­ re, baskıda daha önce yayımlannuş eserlerin gözden geçiril­ miş versiyonları kullanılmışhr. Metinler yazarın kontrolünde -kimi zaman geniş boyutlarda olmak üzere- gözden geçiril­ miştir. Editörler, C. G. Jung'un Toplu Eserlerini kamuoyuna su­ narken, baskı planına dair kısa bir açıklama yapma gereği duymaktadırlar. Editöryel düzenleme çeşitli nedenlerden, özellikle de ya­ zarın sıra dışı üretkenliğinden ötürii zorlu bir sorıın oldu: Jung, Toplu Eserlerin planlanmasından sonra birçok yeni ki­ tap ve makale yazmakla kalmayıp daha önce sınırlı bir yerin ayrıldığı metinleri de sık sık genişlehniştir. Editörler çok geçmeden ilk baştaki çerçevenin ciddi zorlama ve değişiklik­ lere maruz kaldığına tanık olmuşlardır; o kadar ki ilk baştaki çerçeve sonunda tamamen değişmiştir. Buna rağınen editör­ ler aşağıda özetlenen ilkeler çerçevesinde oluşturulan ilk baş­ taki programın olabilecek en iyi program olduğıınu düşün­ mektedirler. Eldeki malzemenin kah bir kronolojiye göre düzenlenmesi daha kolay olınakla birlikte, ortaya kafa kanşhran bir konular ağı çıkacakh: Psikiyatriyle ilgili makaleler, din, simya ve ço­ cuk psikolojisi araşhrmalarıyla iç içe geçmişti. Ama konuya göre yapılacak bir düzenleme de Jung'un araşhrmalarındaki 7

ilerlemenin görülmesini engelleme eğilimi taşımaktaydı. Bu­ nunla birlikte, çalışmalarının genişliği bu iki bakış açısının birleştirilmesine olanak sağladı, çünkü Jung'un psikoloji kav­ ramlarının gelişimi şu veya bu ölçüde ilgi alanlarının gelişi­ miyle örtüşmektedir. C. G. Jung 1875'te, İsviçre'nin kuzeydoğusunda, Protestan bir rahibin oğlu olarak dünyaya geldi. Bilim ve felsefeye ilgi duyan genç bir adam olarak önce arkeoloji kariyeri yapmaya niyetlendi, ama sonunda hbbı seçti ve 1900 yılında yüksek dereceyle mezun oldu. Jung mezun olmadan önce fizyolojik kimya alanında uzmanlaşmayı düşünüyordu, nitekim bu alanda onu parlak bir gelecek bekliyordu; ancak hocalarıyla arkadaşlarını şaşırtarak sürpriz bir şekilde hedef değiştirdi. Bunun nedeni, Krafft-Ebing'in ünlü Deliliğin Kitabı eserini okumasıydı. Kitap ilgisini çekmiş ve kitapta anlatılan o tuhaf olguyu anlamak için içinde güçlü bir arzu duymuştu. Jung'un iç dürtülerine bir de elverişli dış koşullar eklenmişti: Dr. Eu­ gen Bleuler o zamanlar Zürilı'teki Burghölzli Akıl Hastanesi­ nin müdürüydü. Nitekim Jung da bugiin arhk çok iyi bilinen psikiyatri araşhrmalarına onun rehberliğinde başladı. Toplu Eserlerin birincisi olan bu cilt, her ne kadar geniş olmasa da, betimleyici psikiyatri alanındaki çalışmaları kap­ samaya yeterlidir. Kitap Jung'un yayımlanan ilk çalışması olan doktora teziyle yani sonraki çalışmalarına çerçeve oluş­ turan bir inceleme olan "Okült Denen Fenomenlerin Psikolo­ jisi ve Patolojisi Üstüne" (1902) ile başlar. Fakat Jung'un dü­ şüncesindeki biri kesinlikle bu basit betimleyici araşhrınayla yetinemezdi. Nitekim o da çok geçmeden deneysel psikolojiyi psikiyatriye uygulama işine soyundu. Bu araşhrınaların so­ nuçları 2. ve 3. ciltleri oluşturmaktadır. Jung'un çalışmaları, psikozlar araşhrması mahiyetindeki psikiyatriyi statik bir sı­ nıflandırma sisteminden dinamik bir yorumlayıcı bilime dö­ nüştürdü. 3. Ciltte yer alan "Bunamanın Psikolojisi" (1907) başlıklı monografisi faaliyetlerinin bu aşamasının doruk nok­ tasını oluşturmaktadır. 4. Ciltteki psikanaliz metinleriyle anlatılan, Jung'u Freud'la fırhnalı ama verimli bir iş birliğine götüren şey, işte bu de­ neysel araşhrmalar oldu. Bu cildin en önemli yapıh olan "Psi8

kanaliz Kuramı"nda (1913) Jung'un psikanaliz hakkındaki eleştirel görüşleri ayrıntılı olarak ele alınmaktadır. 5. Cilt, Dö­ nüşüm Sembolleri (ilkin 1912'de yayımlandı) ve 7. Cilt, Analitik Psikoloji Üstüne İki Deneme (ilkin 1912 ve 1916'da yayımlandı) bu konudaki eleştirel görüşlerini yeniden dile getirmekle bir­ likte, bir sistem olarak analitik psikolojinin temellerine yeni katkılar sunar. Analitik psikolojinin sürekli gelişimi Jung'un yayımlarını sık sık gözden geçirmesinden de anlaşılmaktadır. Örneğin Analitik Psikoloji Üstüne İki Deneme'nin ilk baskısı birkaç kez gözden geçirilmiştir. İlk İngilizce baskıda (1916) Psyclıologı; of tlıe Unconscioııs [Bilinçdışı Psikolojisi] adıyla yayımlanan yapıt, Jung tarafından geniş ölçüde gözden geçirilerek Toplu Eser­ lerde Dönüşüm Sembolleri başlığıyla yayımlanmıştır. Her ne kadar iki kitap yeniden gözden geçirilip yayınlanmış olsa da editörler bu yapıtları ilk baskı tarihlerini temel alarak yaklaşık bir kronoloji içinde bırakınaya karar vermişlerdir. Gözden ge­ çirme ve genişletıne işlemleri 12. Cildi oluşturan Psikoloji ve Simya (ilkin 1935-36'da yayımlandı) ile bu külliyatın diğer ciltlerindeki birçok makalede de gerçekleşmiştir. İlkin 1921'de basılan Psikolojide Tipler (6. Cilt) hiç değişti­ rilmemiştir; bu yapıt Jung'un psikanalizden uzaklaşmasının bitişini simgeler. 1946'ya kadar başka uzun bir tek yapıt çık­ mamıştır. Jung, mesleki çalışmalarıyla hocalık işlerinin zama­ nının büyük bir bölümünü aldığı aradaki dönemde, bazıları Psişenin Yapısı ve Dinamikleri başlıklı 8. Ciltte toplanan bir dizi kısa makalede temel tezlerini özetlemiş, düzeltıneler yapmış ve ayrıntılandırmıştı. 9. Cildin 1. Kitabında kolektif bilinçdışı ile arketiplere özel gönderme yapan ve çoğu aynı dönemde kaleme alınan maka­ leler bulunmaktadır. Bu cildin II. Kitabında ise geç dönemde (1951) kaleme alman Aion: Kendilik Fenomenolojisi Üstüne Araş­ tırmalar adlı önemli çalışma bulunmaktadır. Aslında kronolo­ jik bakış açısına göre Aion epeyce sonrada yer almalıydı, an­ cak kendilik arketipiyle ilgili olduğu için buraya alınmıştır. 10. Ciltten itibaren, buraya kadar yeterince açıklığa kavuş­ turulmuş olan Jung'un temel kavramlarının uygulanmasıyla ilgili malzemeler tarihsel geçmişleriyle birlikte ele alınmakta9

dır. Esas olarak, din, toplum, psikoterapi ve eğitim gibi birkaç tema etrafında düzenlenen 10. Ciltten 17. Cilde kadar olan bö­ lümün konuları cilt başlıklarında ve içindekiler bölümlerinde gösterilmiştir. Jung'un somaki yıllarında yeniden uzun yapıt­ lar kaleme almaya başladığı hemen dikkati çekecektir: Aion, Mysterium Coniunctionis ve muhtemelen de kaleminden çıka­ cak yeni yapıtlar. Kuşkusuz, bunlar Jung'un düşünsel döne­ minin, yani analiz çalışmalarını bırakıp artık kendisini tanı­ yanların nicedir basılmasını istediği fikirlere zaman ayırdığı dönemin ürünleridir. Profesör Jung 1956'da, Toplu Eserlerin editörlerine, külli­ yatın kapsamını genişletip toparlayacak iki malzeme daha ve­ receğini bildirdi: Bunlardan birincisi, (Freud'a yazdığı bazı mektupların da aralarında olduğu) bilimsel konulardaki ya­ zışmalarından bir seçki idi; diğeriyse Jung'un verdiği bazı seminerlerin metinleriydi. Bu nedenle 18. Cilt ve bundan son­ ra gelebilecek ciltler bu materyale ayrılacaktır. Editörler, küçük deneme, makale, gazete yazısı ve benzeri yazılar için de son bir cilt ayırmışlardır. Bunlar muhtemelen küçük bir cilt tutacaktır. Bu durumda toplu eserlerin bir dizi­ ni ile Jung'un özgün yazılarından ve İngilizce çevirilerinden oluşan bir kaynakça bunlarla birleştirilecektir; aksi halde di­ zinle kaynakça ayrıca yayımlanacaktır. *

Editörler her metnin en son versiyonunu almış, ancak ge­ rekli olduğımda önceki metinlere gönderme yapılmıştır. Pro­ fesör Jung'un İngilizce metinde yaptığı yahut yapılmasına izin verdiği gözden geçirmeler belirtilmiştir. Yarım yüzyıldan uzun bir süreyi kapsayan bir yapıtta terminolojinin standart olmasını beklemek mümkün değildir; hatta Jung'un daha önce kullandığı kimi teknik terimlerin ye­ rini daha sonra başkaları almış yahut farklı şekilde kullanıl­ mıştır. Yeniden gözden geçirme işlemleri sırasında bizzat Jung tarafından değiştirilenler hariç, bu tip terimler tarihsel açıdan taşıdıkları önem çerçevesinde ait oldukları döneme sadık kalarak çevrilmiştir. Zaman zaman, önemli terimlere editör yorumları eklenmiştir. Her cilde dizin ve kaynakça ek­ lenmiştir. 10

*

"Okült Denen Fenomenlerin Psikolojisi ve Patolojisi Üstü­ ne" başlıklı monografi dışında, 1. Ciltteki metinlerden hiçbiri daha önce İngilizceye çevrilmemiştir. "Okült Denen Feno­ menlerin Psikolojisi ve Patolojisi Üstüne" M.D. Eder'in çeviri­ sinden de yararlanarak yeniden çevrilmiştir. "Okült Feno­ menler"in 1916 tarihli İngilizce versiyonu dışında, bu makale­ lerden hiçbiri başka bir yerde yayımlanmamışhr.

il

İkinci Baskıya Editör Notu Yukarıdaki paragrafların yazılmasından ve Jung'un 6 Ha­ ziran 1961'de ölmesinden beri yazışmaların ve seminerlerin yayınlanması için çeşitli düzenlemeler mirasçılarının da ona­ yıyla yapıldı. Bu yazılar artık ilk başta kararlaştırıldığı gibi 18. Cildi ve Toplu Eserleri izleyen ciltleri oluştıırmayacak. Bunun yerine, Freud'a yazılan bazı mektııpları da içerecek şekilde sadece bilimsel yazışmalarla sınırlı olmayan geniş bir seçki Dr. Gerhard Adler'in editörlüğünde Toplu Eserlerin dışında yayımlanacak. Başta 1924 ve 1939 yılları arasında verilenler olmak üzere, seminerlerden oluşan bir seçki de birkaç cilt ha­ linde yine Toplu Eserlerin dışında yayımlanacak. Genellikle seminer olarak tanımlanan iki yapıt ise Jung'un bizzat onayladığı metinler olarak Toplu Eserlerde yayımlan­ maktadır: 1935 yılında Londra'da sunulan ve büyük ölçüde Tavistock Konferansları adıyla bilinen çalışma, teksir şeklinde çoğaltılarak özel bir çevrede dağıtılmış ve Analytical Psycho­

logy: Its Tlıeon; and Practice [Analitik Psikoloji: Kuram ve Uygu­ lama] (Routledge & Kegan Paul, Londra ve Pantheon Books, New York, 1968) başlığıyla ayrı bir cilt halinde yayımlanmış­ tır; 1938'de Londra'da Pastoral Psikoloji Derneği üyelerine verilen seminer ise 1954'te dernek tarafından Sembolik Yaşam başlığıyla kitapçık olarak yayımlanmıştır. Her iki yapıt da Sembolik Yaşam genel başlığını taşıyan 18. Ciltte yayımlana­ caktır. Aynı zamanda, daha önce "nihai bir cilt" ayrılan kısa de­ neme, makale, önsöz, gazete yazıları vb. de 18. Cilde dahil edilecektir. Bunun dışında, Toplu Eserlerin planlanmasından sonra ortaya birçok yeni malzeme daha çıktı. Bunların çoğu Jung'un ölümünden sonra bulunmuş olduğu için, tematik olarak ait oldukları yerlere yerleştirilmesi artık mümkün de­ ğildir. Bu yüzden Editörler yeni ve Jung'un ölümünden sonra 13

ortaya çıkan materyali de ilk başta düşünüldüğünden daha kapsamlı olacağı anlaşılan 18. Cilde eklemişlerdir. Toplu eser­ lerin dizini ve Jung'un yapıtlarının özgün ve çeviri haldeki kaynakçası iki ayrı ve son cilt halinde basılacakhr. Jung'un uzun yılları kapsayan yarahcı çalışmaları, ölü­ münden sonra yayınılanan ve Aniela Jaffe tarafından düzen­ lenip kayda geçirilerek, Richard ve Clara Winston tarafından İngilizceye çevrilen Memories, Dreams, Reflections [Anılar, Rü­ yalar, Düşünceler] (Collins ile Routledge & Kegan Paul, Lond­ ra ve Pantheon Books, New York, 1963) ile sona ermektedir. Jung'un isteği üzerine bu çalışına Toplu Eserlere dahil edil­ memiştir. *

Son olarak, Editörler ve çevirmen de dahil olmak üzere yayın programıyla yakından bağlanhlı olanlar, 12 Haziran 1968'de yaşama veda eden meslektaşları ve dostları Sir Her­ bert Read'in kaybından dolayı derin üzüntülerini ifade ehnek istemişlerdir. *

Psikiyatri Araştırmaları'nın ikinci baskısında kaynakçalar ve dipnotlar Toplu Eserler çerçevesindeki yayınlar ışığında gözden geçirilıniş ve gerekli düzelhneler yapılmışhr. *

Freud ve Jung'un aileleri, 1970'te, Freud!Jımg Mektupla­ rı'nın (elde bulunan 360 mektubun tümü) 1974 yılında Wil­ liarn McGuire'ın editörlüğünde yayımlanmasını kararlaşhr­ rnışlardır. Ayrıca, Jung'un kariyeri boyıınca gerçekleştirdiği bütün yazışmalardan bir seçki Gerhard Adler ve Aniela Jaffe'nin editörlüğünde düzenlenerek 1973 (1906-1950) ve 1975 (1951-1961) yıllarında yayınılanmışhr. Son olarak, Jung'la yapılan röportajlardan bir seçki 1977 yılında C. G.

Jung Speaking: Intewiews and Encoımters [C. G. Jung Konuşuyor: Röportajlar ve Karşılaşmalar] başlığıyla yayırnlanmı şhr.

14

I

Okült Denen Fenomenlerin Psikolojisi ve Patolojisi Üstüne' [1. Giriş] 1 Epilepsiye, histeriye ve nevrasteniye dair klinik görü­ nümlerin sınırlarını çizerken bilimin referans aldığı o geniş psikopatik düşüklük alanında, ender belli bilinç durumları üzerine yapılmış dağuuk gözlemler görürüz ki bilim adamları bunların anlamı konusunda henüz fikir birliğine varmış de­ ğiller. Bu gözlemler narkolepsi, letarji, ambulatııar otomatizm, periyodik amnezi, ikili bilinç, uyurgezerlik, patolojik hayalci­ lik, patolojik yalancılık, vb. ile ilgili literatürde belli aralıklarla ortaya çıkar. 2 Yukarıda sözü edilen durumlar bazen epilepsiye, ba­ zen histeriye,. bazen sinir sisteminin çökmesine -nevrasteni­ bağlanmakta ve hatta bazen de sııi generis bir hastalık ciddiye­ tiyle ele alırunaktadır. Bazen bu hastalara epilepsiden histeri­ ye ve delilik taklidine kadar değişen yelpazedeki bütün hasta­ lık teşhisleri konulmaktadır. 3 Aslında bu durumları çeşitli nevroz tiplerinden ayırt etmek oldukça güç ve hatta bazen de imkansızdır, ama öte 1 [Esas metin: Zıır Psyclıologie und Patlıologie soganmınter occulter Phiiııomene (Leipzig, 1902). Metin, Prof. Jung'un Zürih Üniversitesi Tıp Fakültesinde verdiği doktora tezidir. 1902 tarihli baş sayfa, yazarın o yıl "Burghölzli Klini­ ğinde Birinci Asistan Doktor" olduğunu ve tezin Profesör Eugen Bleuler tara­ fından onaylandığını göstermekteydi. Kitap, yazarın eşi Emma Rauschen­ bach Jung'a (1882-1955) ithaf edilmiştir. M. D. Eder tarafından yapılan İngi­ lizce çeviri Collected Papers 011 Analytical Psyclıology [Analitik Psikoloji Üstiine Toplu Yazılar] (Londra ve Ne\v York, 1916; 2. baskı, 1917) dahilinde yayım­ lanmıştır. Aşağıdaki versiyonda, monografinin yapısını açıklığa kavuştur­ mak üzere başlıklar yeniden sıralanmış ve köşeli parantez içinde yeni başlık­ lar verilmiştir. -EDİTÖRLER.] 15

yandan kimi özellikler patolojik düşüklüğün ötesine geçer; normal psikoloji fenomenleriyle ve hatta normalüstü yani dahi psikolojisiyle sadece benzerlik ilişkisi taşımaktan daha fazla bir şeye işaret eder. 4 Bireysel fenomenler kendi içlerinde ne kadar çeşitli olursa olsun, aracı bir vaka üzerinden diğer tipik vakalarla ilişkilendirilemeyecek hiçbir vaka yoktur. Bu ilişki histeri ve epilepsinin klinik resimlerine kadar derinlemesine uzanır. Hatta son zamanlarda epllepsiyle histeri arasında kesin bir sınır çizgisi bulunmadığı, farkın sadece uç vakalarda belirgin olduğu bile söylenmiştir. Örneğin Steffens şöyle der: "Histeri ile epilepsinin özünde farklı olmadığım, hastalığın sebebinin aynı olduğunu, sadece kendini farklı şekillerde ve farklı şid­ det ve sürelerde ortaya koyduğunu kabul etmek zorunda kaldık."2 5 Histeri ile kimi sınır boyu epilepsi biçimlerinin do­ ğuştan ya da sonradan ortaya çıkan psikopatik düşüklükler­ den ayırt edilmesi de büyük giiçlükler yarahr. Semptomlar her noktada örtüşmektedir, o kadar ki ayn ayn şu veya bu gruba dahil edilmek suretiyle aslında olgular zorlanmaktadır. Psikopatik düşüklüğü normalden ayırmak kesinlikle imkansızdır, çünkü fark sadece "biraz daha az" ya da "biraz daha fazla" olmaktan ibarettir. Aynı şekilde düşüklük alanın­ da bir sınıflandırmaya giderken de benzer giiçlükler çıkacak­ hr. En iyi olasılıkla, ancak tipik özellikler gösteren bir çekir­ dek etrafında belirginleşen belli grupları ayırmak mümkün­ dür. Düşünsel ve duygusal düşüklük gibi iki büyük grubu bir kenara koyacak olursak, elimizde ağırlıkla histerik, epileptik (epileptoid) ya da nevrastenik semptomlarla renklenmiş, ne düşünsel ne de duygusal bir düşüklük özelliği göstermeyen gruplar kalmaktadır. İşte yukarıda sözü edilen ve kesin bir sınıflandırmaya tabi tutulamayan durumlar bu alanda bu­ lunmaktadır. Çok iyi bilindiği üzere bunlar, kısmen tipik epi­ lepsi veya histeri şeklinde dışa vurabileceği gibi, psikopatik düşüklük şeklinde ayn olarak da var olabilmektedir. Bu du­ rumda "epileptik" ya da "histerik" nitelemesi nispeten önemı

"Über drei Fiille von 'Hysteria magna'" (1900), s. 928. 16

siz alt semptomlardan kaynaklanır. Uyurgezerlik bu yüzden genellikle histerik hastalıklar arasında sınıflandırılır, çünkü zaman zaman kendini kısmen ciddi histeri şeklinde ya da da­ ha ılımlı denebilecek "histerik" semptomlar eşliğinde dışa vu­ rur. Binet şöyle der: "Uyurgezerlik tek ve değişmez sinirsel bir durum değildir; birçok uyurgezerlik bulunur."3 Ciddi his­ terinin kısmi dışavurumu olarak uyurgezerlik bilinmeyen bir fenomen değildir, ancak konuyla ilgili Alman literatürünün yetersizliğine bakarsak, ayrı bir patolojik varlık, sui generis bir hastalık olarak ender görülen bir fenomendir. Hafif histerik psikopatik düşüklüğe dayanan spontane uyurgezerlik adı ve­ rilen durum çok yaygın değildir, ancak bizlere ilginç gözlem­ ler sağlayacağı için bu tür vakaları daha yakından incelemek­ te yarar vardır. E. HANIM VAKASI, 40 yaşında, bekar, büyük bir şir­ 6 kette mali işler müdürü. Ailenin başına gelen kaza ve hasta­ lıktan soma erkek kardeşinin yaşadığı "sinirsel rahatsızlık" dışında hiçbir kalıhmsal bozukluğu yok. Eğitim almış, neşeli biri, para biriktirmek gibi bir yeteneği yok; "kafamda her za­ man büyük fikirler vardı." Oldukça iyi kalpli ve nazik biri, mütevazı koşullarda yaşayan anne-babası için, yabancılar için çok şeyler yapmış. Yine de mutlu değildi, çünkü yanlış anla­ şıldığını düşünüyordu. Birkaç yıl öncesine kadar sağlığı çok iyiymiş, derken mide genişlemesinden ve tenyadan dolayı te­ davi görmüş. Hastalık sırasında saçları !uzla ağarmış. Soma tifoya yakalanmış. Nişanlısı felç geçirerek hayahm kaybehniş. Bir buçuk yıl boyunca sinirleri epeyce alt üst olmuş. 1897 ya­ zında hava değişimi ve hidroterapi için evden uzaklaşmış. Söylediğine göre, aşağı yukarı bir yıl boyı.ınca iş yerinde uyuya kalmasa da- zihni adeta durur gibi olmuş. Buna rağ­ men hesaplarda hiç hata yapmamış. Sokağa çıkhğında sık sık yanlış yerlere sapmış ve neden soma birden doğru sokakta olmadığını fark ehniş. Hiç baş dömnesi ya da bayılma nöbeti geçirmemiş. Daha önceleri hiçbir sıkınh yaşamadan dört haf­ tada bir adet görüyormuş; somaları sinirlilik ve aşırı çalışma yüzünden bu süre on dört giine düşmüş. Uzun bir zaman sü3

Les Alterations de la personnalitıi (1892), s. 2. 17

rekli baş ağrıları yaşamış. Büyük bir iş yerinin muhasebecisi ve mali işler müdürü olarak oldukça yorucu bir işi vardı, ama burıa rağmen işinde iyi ve özenliydi. Bu yıl işinde yaşadığı sı­ kıntılara bir de her türden yeni kaygılar eklenmişti. Erkek kardeşi aniden boşanmış, kadın kendi ev işlerine ek olarak, ciddi bir hastalık yüzünden bir de onurı işlerini yapmaya, ona ve çocuğıma bakmaya, vs. başlamışh. Toparlanmak için

13

Eylülde güney Almanya'daki bir kadın arkadaşını görmeye gihnişti. Aradan geçen uzurı zamandan soma arkadaşını tek­ rar görmenin keyfi ve yeniden buluşmayı kutlamak için veri­ len parti yüzünden dinlenememişti. Ayın on beşinde hiç adeti olmadığı halde arkadaşıyla birlikte Bordeaux şarabı içmişti. Sonra mezarlıkta yürüyüşe çıkmışlardı ki orada birden çiçek­ leri koparmaya, mezarları hrmalamaya başlamışh. O andan soma olup bitenleri hiçbir şekilde hahrlamıyordu. On alhsını kayda değer herhangi bir şey olmadan arkadaşıyla birlikte geçirmişti. On yedisinde arkadaşı onu Zürih'e getirmiş. Bir tarudıkla birlikte akıl hastanesine geldiler; yolda gayet man­ tıklı konuşuyormuş ancak oldukça yorgımınuş. Hastane dı­ şında üç çocukla karşılaşmışlar; kadın onların "kazıp çıkardı­ ğı ölüler" olduğımu söylemiş. Sonra yakınlardaki mezarlığa gihnek istemiş, ancak zorla ikna ederek hastaneye getirmişler.

7

Hasta ufak tefek, zarif görünümlü, hafif kansız biriy­

di. Kalbin sol tarafı hafifçe büyümüştü; herhangi bir üfürüm yoktu, ancak bir iki çarpınh olmuştu; mitral bölgeden dikkat çekici sesler gelmekteydi. Batın sesini dinleyerek yapılan mu­ ayenede karaciğer sınırının sadece üst kaburgalara kadar uzandığı görüldü. Patella refleksi oldukça canlıydı, ancak di­ ğer taraftan tendon refleksi yoktu. Hissizlik ya da acı yitimi, felç söz konusu değildi. Elle yapılan görme alam muayene­ sinde herhangi bir kısıtlanma görülmedi. Saçlar oldukça so­ luk, sarımsı beyaz renkteydi. Hasta genel olarak kendi yaşın­ da göstermekteydi. Geçmişini ve son birkaç günü gayet iyi hahrlıyordu, ancak

C.'deki mezarlıkta ya da hastane dışında 17/18 gecesi bakıcıya oda­

olanları kesinlikle hahrlamıyordu.

nın tamamen iskelet görünümlü ölülerle dolu olduğımu söy­

lemişti. Hiç korkmamış,· daha çok bakıcının da aynı şeyleri görmemesine şaşırmışh. Bir kez pencereye koşmuştu, onurı

18

dışında sessizdi. Ertesi sabah yatakta yine iskeletler görmüş­ tü, ancak öğleden sonra bir şey görmemişti. Ertesi gün sabaha karşı dörtte uyanmış ve yandaki mezarlıkta bulunan ölü ço­ cukların diri diri gömüldüklerini söyleyerek bağrıştıklarını duymuştu. Gidip onları çıkarmak istemiş ancak sakinleştiril­ mişti. Ertesi sabah yedide hala hezeyanlar yaşıyor ama artık C. mezarlığında ve hastaneye gelirken olup bitenleri gayet iyi hatırlıyordu. C.'de kendisine seslenen ölü çocukları mezarla­ rından çıkarmak istediğini söyledi. Mezarları temizlemek için çiçekleri koparmış ancak mezarları açamamıştı. Kadının bu durumda olduğu sırada Profesör Bleuler, kendine geldiğinde her şeyi hatırlayacağını söyledi. Hasta sabahleyin birkaç saat uyudu; sonra oldukça aklı başındaydı ve oldukça iyi hissedi­ yordu. Hatta geçirdiği nöbetleri bile hatırlıyordu, ancak bun­ lara karşı belirgin bir ilgisizlik gösteriyordu. 22 ve 25 Eylül geceleri dışında, sonraki geceler yine kısa sayıklama nöbetleri geçirdi, yine ölülerle uğraşıyordu ancak nöbetler ayrıntıda birbirinden farklıydı. İki kez yatağında ölüler görmüştü; bun­ lardan korkmuş görünmüyordu, ancak onları "rahatsız et­ memek" için yataktan çıkıyordu. Birkaç kez odadan çıkınaya çalışmıştı. 8 Nöbetsiz geçen birkaç geceden sonra, 30 Eylül gecesi hafif bir nöbet geçirdi; pencereden ölülere seslendi. Gündüz zihni oldukça açıktı. 3 Ekim günü tamamen bilinçli haldey­ ken, sonradan hatırladığına göre, bekleme salonunun ağzına kadar iskeletle dolu olduğunu gördü. İskeletlerin gerçek ol­ duğundan kuşku duyduğu halde kendini bunun bir halüsi­ nasyon olduğuna inandıramamıştı. Ertesi gece saat 24.00 ile 01.00 arasında -daha önceki nöbetler de genellikle bu saatler­ de meydana geliyordu- ölüler aşağı yukarı on dakika başına musallat oldu. Yatakta doğruldu, odanın köşesine doğru bak­ tı ve şöyle dedi: "İşte geliyorlar, ama henüz hepsi gelmedi. Haydi gelin, oda yeterince büyük, herkese yer var. Herkes ge­ lince ben de geleceğim." Sonra şöyle diyerek yattı: "Artık hepsi geldi," ve uyudu. Sabahleyin bu nöbetleri en ufak bir şekilde hatırlamadı. 4, 6, 9, 13 ve 15 Ekim günlerinde, hepsi de 24.00 ile 01.00 arasında olınak üzere, yine çok kısa nöbetler meydana geldi. Son üçü adet dönemine denk gelınişti. Bakıcı 19

birkaç kez onunla konuşmaya çalışmış, yanan sokak lambala­ rıyla ağaçları göstermiş, ama o bunlara tepki vermemişti. O zamandan beri tüm nöbetler kesildi. Hasta hastanede kaldığı süre boyunca yaşadığı bazı sorunlardan şikayet etti. Özellikle baş ağrılarından şikayetçiydi ve bunlar özellikle nöbet sabah­ larında şiddetlenmekteydi. Ağrıların dayanılmaz olduğıınu söylüyordu. Beş granül Sakkarum Laktis acısını hemen azal­ hyordu. Sonra her iki önkolundaki ağrılardan yakındı, anlat­ hklarına bakılırsa bunlar kiriş iltihabına benzemekteydi. Pazı kaslarının şiştiğini düşünerek masaj yapılmasını istiyordu. Gerçekte böyle bir şey yoktu ve şikayetlerine kulak verilme­ yince sorunları da geçiyordu. Yüksek sesle ve uzun uzun ayak başparmağının kalınlaşhğından şikayet ediyor, kalınla­ şan kısım alındığı halde şikayetleri devam ediyordu. Sık sık uykusu bölünüyordu. Gece nöbetlerine karşı hipnotize edil­ meyi kabul ehniyordu. Sonunda baş ağrısı ve uyku bölünme­ si için hipnoz tedavisini kabul etti. Hipnoza hemen cevap verdi ve daha ilk seansta ağrı yitimi ve amneziyle derin bir uykuya daldı. 9 Kasım ayında, kendisine tekrar 19 Eylüldeki nöbeti hahrlayıp hahrlamadığı soruldu. Hahrlayacağı düşünülüyor­ du ancak epeyce zorlandı ve sonunda sadece ana hatlarını ha­ hrladı; ayrınhları unuhnuştu. 10 Burada hastanın hiçbir batıl inanca sahip olmadığım ve sağlıklı dönemlerinde doğaüstü şeylere hiç ilgi duymadı­ ğını hahrlahnakta yarar var. 14 Kasımda sona eren tedavi bo­ yunca hastalığa ve hastalığın gelişimine karşı belirgin bir ka­ yıtsızlık gösterdi. Sonraki ilkbaharda tekrar geldi ve baş ağrısı için ayakta tedavi gördü. Yoğun iş temposu nedeniyle geçen aylarda baş ağrıları geri dönmüştü. Diğer rahatsızlıklara ge­ lince, herhangi bir sarım kalmamışh. Geçen sonbahardaki hatta 19 Eylül'deki ve öncesindeki nöbetleri hiç hahrlamadığı görülmüştü. Öte yandan hipnoz a!hndayken mezarlıkta ve akıl hastanesinin dışında ve gece nöbetleri sırasında meydana gelenleri halii büyük ölçüde hahrlayabiliyordu. 11 Tuhaf halüsinasyonlar ve vakamızın genel görüntüsü, Krafft-Ebing'in "uzun süreli histerik hezeyan duruınları" diye tanımladığı durumları hahrlahr. Şöyle der Krafft-Ebing: 20

Bu tür hezeyan durumları orta şiddetteki histeri vakalarında görülmektedir. ... Uzun süreli histerik hezeyan geçici tükenmişlik haline bağlıdır. ... Görünüşe göre duygusal bozukluk bunları tetiklemektedir. Bunlar tekrarlama eğilimi gösterirler. ... Sıklıkla oldukça şiddetli tepkisel korkunun eşlik ettiği eziyet vehimleriyle karşılaşmaktayız. ... Sonra da dini ve erotik vehimlerle. Her türden halüsinasyon da sıkça karşımıza çıkmaktadır. En sık görülen ve en önemli vehimler görüntü, koku ve dokunmayla ilgili vehimlerdir. Görsel halüsinas­ yonlar çoğunlukla hayvan ve cenaze görüntüleriyle, ceset, cin, haya­ letlerden oluşan fantastik kalabalık görüntüleriyle ilgilidir. ... Sesle ilgili vehimler kulaktaki (çığlık, çahrh, patlama gibi) basit seslerden yahut çoğunlukla cinsel içerikli halüsinasyonlardan ibarettir.4

12 Hastamızın gördüğü ceset görüntüleri ve bunların nöbetler sırasında ortaya çıkması bize zaman zaman histero­ epilepside gözlenen durumları hahrlatmaktadır. Burada da belli görüntüler, uzun süreli hezeyandan farklı olarak, tek tek nöbetlerle bağlanhlıdır. İki örnek vereceğim: 13 Grande hystıirie hastası olan 30 yaşında bir kadın he­ zeyan şeklinde alacakaranlık durumları yaşanuş, ürkütücü halüsinasyonlar görmüştü. Çocuklarının zorla kendisinden alındığuu, vahşi hayvanlar tarafından yendiğini, vb. görmüş­ tü. Nöbetlerini tek tek hahrlamıyordu.5 14 Ciddi hisleri hastası, 17 yaşında bir kız. Nöbetlerinde hep ölınüş annesinin cesedinin kendisine yaklaşarak kızı ade­ ta kendisine çekmeye çalışhğuu görüyordu. Nöbetlerini hahr­ lamıyor.6 15 Bunlar ciddi hisleri vakaları olup, bilinç derin bir rü­ ya düzeyinde çalışmaktadır. Nöbetlerin yapısı ve halüsinas­ yonların sürekliliği vakanuzla belli bir benzerlik göstermekte olup, bu bağlamda -örneğin, psişik bir şokun (tecavüz, vb.) histerik nöbetler başlathğı, yahut travmatik olayın kalıplaş­ mış bir halüsinasyon biçiminde yeniden yaşandığı vakalarda olduğu üzere- karşılık gelen hisleri durumlarıyla bir sürü 4 Lehrbuclı der Psyclıiatrie nufklinisclıer Grıındlage (1879), s. 498.

Richer, Etudes cliniqııes (1881), s. 483. A.g.e., s. 487; aynı zamanda bkz. Erler, "Hysterisches und hystero­ epileptisches Irresein" (1879), s. 28, ve Cullerre, "Un Cas de somnambulisme hysterique" (1888), s. 356. s

6

21

benzerlikler sunar. Ancak bizim vakamızm kendine özgü ya­ farklı nöbetler sırasındaki bilinç özdeşliğinden kaynakla­ nır. Bu kendine ait bir belleği olan "ikinci bir durum" olup, total amnezi vasıtasıyla uyanıklık durumundan ayrılır. Bu da onu yukarıda sözü edilen alacakaranlık durumlarından ayı­ rıp, uyurgezerlikte görülen durumlarla ilişkilendirir. Charcot' uyurgezerliği iki temel biçime ayırır: 16 a. Fikir ve eylemler arasındaki uyumsuzlukla kendini gösteren hezeyan. b. Uyumlu eylemlerle kendini gösteren hezeyan. Bu, uyanıklık durumuna yaklaşır. 17 Vakamız ikinci gruba girer. Şayet uyurgezerlikten sis­ tematik bir kısmi uyanıklık• durumunu anlıyorsak, bu hasta­ lığı ele alırken aynı zamanda, ara sıra baş gösteren tekil am­ nezi nöbetlerini de göz önünde bulundurmamız gerekir. Bun­ lar, uyurgezerlik dışında, en basit sistematik kısmi uyanıklık durumlarıdır. Literatürde karşımıza çıkan en dikkat çekici vaka Naef vakasıdır.' Bu vaka kötü bir aile geçmişi ve kısmen işlevsel, kısmen organik birçok bozukluk işaretleri gösteren 32 yaşındaki bir erkekle ilgilidir. Hasta aşırı çalışma sonucu daha 17 gibi erken bir yaşta birkaç gün süren ve sonra birden belleğin yerine gelmesiyle geçen, kuruntuların eşlik ettiği sıra dışı alacakaranlık durumları yaşamıştı. Daha sonra sık sık çarpıntı ve kusmanın eşlik ettiği baş dönmesi nöbetleri geçir­ miş, ancak bu nöbetlerde kesinlikle bilinç kaybı yaşanmamış­ tı. Ateşli bir hastalığın sonunda aniden Avustralya' dan ayrı­ larak Zürih'e gelmiş, kaygısız ve eğlenceli birkaç hafta geçir­ miş ve neden sonra Avustralya' dan aniden kaybolduğu yo­ lundaki gazete haberlerini okuyunca kendine gelmişti. Avust­ ralya'ya yaptığı yolculuğu, orada geçirdiği birkaç ayı ve geri

m,

"Docurnents pour servir a l'histoire des sornnarnbulismes", Guinon (1891). "Uyurgezerlik, sınırlı fakat kendi içinde manhksal tutarlılığa sahip fikir komplekslerinin bilince girdiği sistematik kısmı uyanıklık olarak görülmeli­ dir. Birbirine karşıt fikirler görülmez. Ayrıca, zihinsel faaliyet sınırlı bir uya­ nıklık alanı içinde artan bir enerjiyle devam eder." Loewenfeld, Hypnotis111us (1901), s. 289. ' [Bkz. Kaynakça. -EDİTÖ RLER.]

7

s

22

dönüşü konusunda tam bir geriye dönük amnezi yaşıyordu. Azam tarafından bir periyodik amnezi vakası yayımlanmış­ tır:ıo Hisleri semptomları gösteren on iki buçuk yaşındaki Al­

X. birkaç yıldır çeşitli amnezi nöbetleri geçirmekte, bu

bert

nöbetler sırasında okuma yazmayı, sayı saymayı ve hatta kendi dilini konuşmayı unutınakta ve bu nöbetler haftalarca sürmekteydi. Bunun dışındaki zamanlarda normaldi.

18

Belirgin bir histerik temele dayanmakla birlikte, nö­

betlerin tekrarlaması bakımından Naef'in vakasından farklı olan bir ambulatuar otomatizm vakası Proust tarafından yayım­ lanmıştır:ıı

30 yaşında eğitimli bir erkek grand /ıystı!rie'nin bü­

tün semptomlarını göstermekteydi. Telkine oldukça açıktı ve zaman zaman duygusal heyecanın yarattığı stres altında iki günden birkaç haftaya kadar uzanan amnezi nöbetleri yaşa­ maktaydı. Bu durumdayken sağda solda dolaşır, yakınlarını ziyaret eder, onların evlerindeki bazı şeyleri kırıp döker, bor­ ca girermiş; hatta yankesicilikten tutuklanıp hüküm giymiş.

19

Benzer bir serserilik durumuna Boeteau'da da rastla­

nır:12

22 yaşında oldukça histerik, dul bir kadın salpenjit ope­

rasyonu geçirmesi gerektiğini öğrenince dehşete kapılınış ve hastaneyi terk etmişti. O günden sonra uyurgezerlik nöbeti geçirmeye başlamış ve ancak üç gün sonra total amneziyle uyanınıştı. O üç gün boyunca yaklaşık otuz mil yürüyerek ço­ cuğıınu aramıştı.

20

William James" "ambulatuar tipte" bir vaka anlatır:

Papaz Ansel Bourne, gezgin rahip,

30 yaşında, psikopat, bir­

kaç kez bir saat kadar süren bayılma nöbetleri geçirmiş. Bir gün

(17 Ocak 1887) Rhode Island, Greene'de bir bankadan 551

dolar çaldıktan sonra aniden ortadan kaybolmuş. İki ay gö­ rünmemiş. Bu süre boyunca Pennsylvania, Norristown'da A. J. Brown adıyla küçük bir manav dükkanı işletıniş, daha ön-

Hypnotisnıe, doııble conscience (1887). Benzer bir öykü için bkz. Winslow, Obscııre Diseases of tlıe Brain and Mind (1863): Allg Z f Psych, XXII (1865), s.

ıo

405'te alınhlanmışhr. n Tribıuıe nıt!dicale, 23. yıl (1890). 12 "Automatisme somnambulique ave d€doublement de la personnalite" (1892). 13 The Principles ofPsychology (1890), I, s. 391. 23

ceden böyle bir iş yapmadığı halde bütün alım işlerini özenle kendisi yapmış. 14 Martta birden uyanmış ve eve dönmüştü. O döneme dair tam bir amnezi hali söz konusuydu. 21 Mesnet1' şu vakayı yayımlanuşhr: F., 27 yaşında, Af­ rika alayında çavuş, Bazeilles'te kafatası kemiğinden yaralan­ dı. Bir yıl süren bir kısmi felç geçirdi; felç yaranın iyileşmesiy­ le geçti. Hastalık süresince belirgin bilinç kaybının eşlik ettiği uyurgezerlik nöbetleri geçirdi; tat alma ve kısmen de görme duyuları dışında bütün duyu işlevleri felç oldu. Hareketler eşgüdümlü olmakla birlikte engellerle karşılaşhğında ciddi şekilde kısıtlanmaktaydı. Hasta nöbetler sırasında anlamsız bir toplama çılgınlığına kapılmaktaydı. Çeşitli dış etkilerle ha­ lüsinasyonlara kapılabiliyordu; örneğin, eline bir çubuk ve­ rildiğinde hasta birden kendini bir savaş alanında gibi hisse­ diyor ve alarma geçerek yaklaşan düşmana bakıyordu, vs. 22 Guinon ve Sophie Woltke histeriklerle şu deneyleri yaphlar:1' Bir hisleri nöbeti sırasında bir kadın hastanın önünde mavi bir cam tutuldu, kadın gökyüzünde düzenli bir şekilde annesinin resmini gördü. Kırmızı cam hastaya kana­ yan bir yara, sarı cam bir portakal sahcısı ya da sarı giysili bir kadın gösterdi. 23 Mesnet'in vakası belleğin aniden kısıtlanması vakalarını hahrlahr. 24 MacNish16 bu tür bir vakadan söz eder: Göriinüşe gö­ re sağlıklı bir genç kadın, herhangi bir ön semptom göster­ meksizin, birden anormal biçimde uzun bir uykuya daldı. Uyandığında en basit şeylerin kelime karşılıklarını ve ne ol­ duklarını dahi unuhnuştu. Okumayı, yazmayı ve saymayı en baştan öğrenmesi gerekmiş ve bu konuda hızlı gelişme kay­ dehnişti. İkinci bir uzun uykudan sonra, yaşadıklarını hahr­ lamaksızın, normal kendi olarak uyanmışh. Bu durıırnlar dört 14 "De l'automatisme de la memoire et du souvenir dans la soınnambulisme pathologique (1874), s. 105-12: Alınhlayan Binet, Les Altı?ratioııs de la personna­ liti, s. 42 vd. Aynı zamanda bkz. Mesnet, "Sornnambulisme spontane dans ses rapports avec l'hysterie" (1892). ıs "De l'influence des excitations des organes des sens sur les hallucinations de la phase passionelle de l'attaque hysterique" (1891). 16 Tlıe Plıilosophy ofSleep (1830): Ahnhlayan Binet, s. 4.

24

yıldan uzun bir süre tekrarlamışh; iki durum dahilindeki za­ man bilinci süreklilik gösteriyordu, ancak normal durumun bilinç halinden amnezi vasıtasıyla ayrışıyordu.

25

Bu çeşitli türlerdeki bilinç değişikliği vakaları bizim

vakarnıza da bir miktar ışık tutar. Naefin vakası iki histeri­ form bellek kaybı sunmakta, bunlardan biri kuruntu fikirlerle kendini gösterirken, öteki uzun sürmesiyle, bilincin sınırlan­ masıyla ve dolaşma arzusuyla kendini gösterir. Tuhaf, bek­ lenmedik dürtüler Proust ve Mesnet'te özellikle açıkhr. Bizim vakamızda bu özellikler çiçekleri koparmak ve mezarları kazmak şeklinde ortaya çıkar. Nöbetler sırasında hastanın bi­ lincinin kesintiye uğramaması bize bilincin MacNish vaka­ sındaki davranış şeklini hahrlahr; bu yüzden geçici bir deği­ şen bilinç fenomeni olarak görülebilir. Ancak vakarnızdaki sınırlı bilincin rüyaya benzeyen kuruntusal içeriği, onu sınır­ sız bir şekilde bu "ikili bilinç" grubuna sokmamıza yehnez. İkinci durumdaki halüsinasyonlar kendi kendine telkine açık­ lığından dolayı belli bir yarahcılık gösterir. Mesnet'in vaka­ sında halüsinasyon sürecinin basit dokunma uyarılarıyla baş­ ladığını görmekteyiz. Hastanın bilinçalh bu basit algıları ken­ di sınırlı bilincini ele geçiren karmaşık sahnelerin otomatik inşası için kullanır. Hastamızın halüsinasyonları için de aşağı yukarı benzer bir bakış açısı benimsememiz gerekir; her ha­ lükarda bunların ortaya çıkhğı dışa dönük koşullar bu bağ­ lanhyı güçlendirir gibi görünmektedir.

26

Mezarlıkta yapılan yürüyüş iskelet görüntülerini, üç

çocukla karşılaşma ise hastanın geceleyin seslerini duyduğu diri diri gömülen çocuk halüsinasyonunu uyandırmışhr. Has­ ta mezarlığa uyurgezer bir durumda gelmişti. Alkol aldığı için derin bir uyurgezerlik halindeydi. Sonra bilinçalhnın en azından belli izlenimler edindiği dürtüsel hareketler yapmış­ h. (Burada alkolün oynadığı rol hafife alınmamalıdır. Dene­ yimlerimizden şunu biliyoruz ki, alkol bu koşulları sadece kö­ tüleştirmekle kalmayıp, aynı zamanda her uyuşturucu gibi telkine açıklığı arhrmaktadır.) Uyurgezerlik hali sırasında edinilen izlenimler bilinçalhnda çalışmaya devam ederek ba­ ğımsız oluşumlara yol açmakta ve nihayet algıya halüsinas­ yon olarak ulaşmaktadır. Bu nedenle vakarnız, son zamanlar25

da İngiltere ve Fransa' da aynnhlı araşhnnalara konu olan uyurgezer haldeki rüya-durumlarıyla yakından ilintilidir. 27 İlk başta içeriği olmayan bellek kayıpları tesadüfi oto­ telkinlerle içerik oluşturmakta ve bu içerik kendi kendini belli bir noktaya kadar otomatik olarak inşa ehnektedir. Sonra, muhtemelen henüz başlamakta olan ilerlemenin etkisiyle ge­ lişim durmakta ve nihayet iyileşmeyle birlikte tamamen orta­ dan kalkmaktadır. 28 Binet ve Fere kısmi uyku durumlarında telkinler uy­ gulamak suretiyle birçok deney gerçekleştirmişlerdir. Bu sa­ yede örneğin histerik hastanın uyuşmuş haldeki eline bir ka­ lem konduğunda, otomatik bir şekilde, içeriğine kendisinin de tamamen yabancı olduğu uzun mektuplar yazmaya başla­ dığuu göstermişlerdir. Duyarsız bölgelerdeki deri uyarımları kimi zaman görsel imge olarak ya da en azından kuvvetli ve beklenmedik görsel fikirler olarak algılanmaktadır. Bu ba­ ğımsız basit uyarım değişmeleri uyurgezer rüya resimlerinin oluşumundaki en önemli fenomen olarak görülınelidir. İstis­ nai vakalarda benzer fenomenler uyanık bilinç alanlarında dahi görülmektedir. Örneğin Goethe1' oturup başını eğerek zihninde bir çiçek hayali canlandırdığı zaman, çiçeğin adeta yeni şekil kombinasyonlarına girercesine kendi içinde değiş­ tiğini gördüğiinü söylemektedir. Yan uyanık durumda bu fe­ nomenler çoğunlukla hipnagojik halüsinasyonlar kadar sık ortaya çıkarlar. Goethe'nin otomatizmleri uyurgezerlik du­ rumundakilerden tamamen farklıdır, çünkü onun durumun­ da ilk fikir bilinçli olup, otomatizmin gelişimi ilk fikrin ortaya koyduğu sınırlar içinde, yani tamamıyla motor ya da görsel alanda gerçekleşir. 29 Eğer ilk fikir eşiğin alhna düşerse ya da hiç bilinçli değilse otomatik gelişimi hemen yakındaki alanlara yayılır. 11 Gözlerimi kapayıp başımı eğince zihin gözümde hayali bir çiçek canlandı­

rabiliyordum. Bu çiçek bir an için şeklini kaybetti. Fakat taç yapraklarıyla ye­ şil yapraklarından yeni çiçekler açh. Bunlar doğal değil fantastik çiçeklerdi, hpkı bir heykelhraşın rozetleri kadar düzgün şekilleri vardı. Birdenbire pey­ da olan yaraha imgeleri sabitleştirmek imkfınsızdı, ama yine de -zayıflamadan veya güçlenmeden- onları istediğim kadar hayalimde canlandırabiliyor­ dum." Zıır Natunvissenschaft. 26

İşte o zaman uyanık durumdaki otomatizmlerle uyurgezerlik halindeki otomatizmleri birbirinden ayırmak miirnkün değil­ dir. Örneğin çiçek algısı kendisini çiçeği koparan el yahut bir çiçek kokusu fikriyle özdeşleştirdiğinde bu meydana gelir. Bu takdirde ayrımın tek ölçütü "çok" ya da "az"dır: Birinde "normal uyanık durumdaki halüsinasyonlardan", diğerinde "uyurgezerlik halindeki rüya görüntülerden" söz etmiş olu­ ruz. Halüsinasyonların kaynağının muhtemelen psikojenik olduğunu kanıtlarsak, hastamızın nöbetlerinin histerik şek­ linde yorumlanması doğruya daha fazla yaklaşır. Bu yorum kadının telkinle tedaviye açık olduğu kanıtlanan şikayetleriy­ le (baş ağrısı ve tendovajenit) daha da pekişir. "Hisleri" teşhi­ sinin yeterince dikkate almadığı tek yan etyolojik faktördür, çünkü dinlenerek tedaviye cevap veren bir hastalığın seyri sı­ rasında arada bir tükenmişlik sendromu belirtisi olarak yo­ rumlanabilecek özellikler zaten bekleriz. Bu durumda erken bellek kayıplarıyla geç uyurgezerlik nöbetlerinin tükenmişlik durumu ya da "nevrasteni krizi" olarak görülüp görülmeye­ ceği sorusu ortaya çıkar. Bildiğimiz üzere psikopatik düşük­ lük çeşitli epileptoid nöbetlere yol açabilir, ki bu türlerin epi­ lepsi ya da hisleri altında sınıflanması en azından kuşkulu­ dur. Westphal'in kelimeleriyle söyleyecek olursak: Çeşitli araştırmalara dayanarak vardığım sonuca göre epileptoid nö­ betler akıl hastalığı ve nöropati olarak adlandırılan hastalık grubun­ da görülen en çok bilinen ve en yaygın semptomlardan biri ve sade­ ce bir veya daha fazla epileptik ya da epileptoid nöbetin görülmesi hastalığın ne karakteri ne de formu açısından ya da gelişimi ve seyri bakımından belirleyici değil. . . . Daha önce de söz edildiği üzere, "epileptoid" terimini nöbetin kendisi açısından en geniş anlamda kullandım.1s

30 Vakamızdaki epileptoid unsurlar o kadar uzaklarda değildir; öte yandan, resmin bütününün görünüşünün aşırı ölçüde histerik olduğu söylenerek itiraz edilebilir. Buna karşı her uyurgezerlik vakasının ipso facto histerik olınadığuu söy­ leyebiliriz. Zaman zaman tipik epilepside uzmanların doğruıs

"Agoraphobie" (1872), s. 158. 27

dan uyurgezerlik durumlarıyla paralellik kurduğu yahut his­ teriden sadece gerçek konvülsiyonlarla ayırt edilebilen du­ rumlar ortaya çıkabilir." 31 Diehl'in'° de gösterdiği üzere, nevrastenik düşüklük sıklıkla teşhisi karınaşıklaşhran "kriz"lerin ortaya çıkmasına yol açabilir. Her krizde belli bir fikir içeriği kendini kalıplaş­ mış bir formda tekrarlayabilir. Mörchen de geçenlerde bir epi­ leptoid nevrastenik alacakaranlık durumu vakasını yayımla­ mışh.21 Aşağıdaki vakayı Profesör Bleuler' den aldım: Orta 32 yaşlı, eğitimli bir erkek, daha önce herhangi bir epileptik va­ kası yok. Aşırı zihinsel yorgunluktan dolayı tükenme nokta­ sına gelıniş. (Depresyon, vb. gibi) Başka herhangi bir ön belir­ ti göstermeksizin tatilde intihar girişiminde bulurunuş: Sıra dışı bir alacakaranlık durumunda birden nehir kenarında ka­ labalık bir noktadan kendini suya ahnış. Hemen sudan çıka­ rılmış, ancak olayı belli belirsiz hahrlıyor. Bu gözlemleri akılda tutarak, hastamızdaki nöbetler­ 33 de nevrasteniye kesinlikle kayda değer bir pay ayırmamız ge­ rekir. Baş ağrıları ile "tendovajenit", normalde gizil durumda olup tükenmişlik stresi alhnda ortaya çıkan hafif bir histeriye işaret eder. Bu sıra dışı rahatsızlığın ortaya çıkışı yııkanda söz edilen epilepsi, histeri ve nevrasteniyle bağlanhyı açıklar. Özetle: E. Hanım histeri eğilimiyle birlikte psikopatik bir dü­ şüklük yaşamaktadır. Sinirsel tükenmişliğin etkisi alhnda, ilk bakışta tam olarak yorumlanamayan epileptoid stupor nöbet­ leri geçirmektedir. Olağandışı ölçüde fazla alınan alkol sonu­ cunda nöbetler, hpkı rüyalar gibi kendilerini tesadüfi dış algı­ lara eklemleyen halüsinasyonlarla birlikte tam bir uyurgezer­ lik haline dönüşmektedir. Sinirsel tükeniş hali iyileştiğinde histeriform semptomlar da ortadan kalkmaktadır. 19 Pick, "Vom Bevvusstsein in Zustanden sogenannter Bewusstlosigkeit" (1884), s. 202; ve Pelman, "Über das Verhalten des Gediictnisses bei den verschiedenen Formen des Irreseins" (1864), s. 78. ıo "Neurasthenische Krizen" (1902): "Hastalar krizlerini ilk kez tanımlarken genellikle epileptik depresyonu düşündürten bir tablo çizerler. Bu şekilde çok yanılgıya düştüm." 21 Über Diimmerzustiiııde (1901), vaka 32, s. 75.

28

34 Histerik görünüşlü psikopatik düşüklükte, bu vakada olduğu gibi birkaç farklı klinik tabloya ait olan ama kesinlikle hiçbirine bağlanamayan semptomlar gösteren çeşitli feno­ menlerle karşılaşırız. Bu durumlardan bazıları kendi başları­ na bozukluk olarak tanımlanır: Örneğin, patolojik yalancılık, patolojik hayalcilik, vb. Ancak bunların çoğu hala bilimsel araşhrmayı gerektirmekte; şimdilik şu veya bu şekilde bilim­ sel dedikodu alanında kalmaktadırlar. Sürekli halüsinasyon gören kişilerle esinlenıniş kişiler bu tür durumlar gösterirler; kimi zaman şair yahut sanatçı olarak, kimi zaman kurtarıcı, peygamber yahut yeni tarikat kurucusu olarak kitlelerin dik­ katini Üzerlerine çekerler. 35 Bu insanların sıra dışı zihinsel yapılarının nasıl ortaya çıkhğı büyük ölçüde belirsizdir, çünkü bu benzersiz kişilik­ lerden herhangi birini tam bir gözleme tabi tuhnak çok ender görülen bir durumdur. Bu kişilerin bazen büyük bir tarihsel önem taşıdığı düşünüldüğünde, insan keşke bunların sıra dışı özelliklerinin psikolojik gelişimine yakından bakabilecek ka­ dar bilimsel materyalimiz olsaydı diye düşünür. 19. yüzyılın başlarındaki pnömatoloji okulunun ürettiği, bugiin arhk hiç­ bir değeri olmayan ürünleri bir yana bırakacak olursak, ko­ nuyla ilgili Alman bilimsel literatüründe kayda değer nitelik­ te gözlem bulunmaz; hatta bu alanda gerçek bir araşhrına sı­ kınhsı çekiliyor. Bugüne kadar toplanan verilerin neredeyse tamamını İngiliz ve Fransız araşhrmacılara borçluyuz. Dola­ yısıyla literatürümüzün bu çerçevede genişletilmesi gerek­ mektedir. Bu düşünceler beni histerik alacakaranlık durumla­ rıyla normal psikolojik sorunlar arasındaki ilişkiye dair bil­ gimizi genişletebilecek bazı gözlemleri yayımlamaya ihniş bulunuyor. [2.] Kötü Bir Kalıtım Sorunu Olan Bir Kızda Görülen Uyurgezerlik Vakası [Ruhani Medyumluk] Aşağıdaki vaka 1899-1900 yılları arasında benim göz­ 36 lemim alhndaydı. S. W. Hanımın hekimi ben olınadığım için ne yazık ki hisleri işaretleri konusunda fiziksel bir inceleme yapılamadı. Her oturumu kayda geçirerek seansların ayrınhlı 29

bir günlüğünü tuttum. Aşağıdaki rapor bu notların özetlen­ miş bir halidir. S. W. Hanım ve ailesiyle ilgili bazı önemsiz veriler değiştirilmiş, ağırlıkla çok mahrem bilgilerden oluşan "hayali öyküler"indeki kimi ayrınhlar çıkarılmışhr.

[Aııamııez] 37 S. W. Hanım on beş buçuk yaşında, Protestan. Baba tarafından büyükbabası sık sık uyanık durumda halüsinas­ yonlar (çoğunlukla görüler, dramatik diyalog sahneleri, vb.) gören, oldukça zeki bir din adamıymış. Büyükbabasının er­ kek kardeşi zeka geriliği olan ve o da hayaller gören sıra dışı bir kişilikmiş. Kız kardeşlerinden biri de sıra dışı, tuhaf bir karaktermiş. Baba tarafından büyükannesi yirmili yaşlarında geçirdiği ateşli bir hastalıktan sonra üç giin boyunca trans ha­ linde kalmış, başının üst kısmı kor halindeki bir demirle ya­ nana kadar uyanamamış. Daha sonra, duygusal olarak heye­ canlandığı bir sırada bayılma nöbetleri geçirmiş; hemen her defasında bunları bazı kehanetler mırıldandığı kısa uyurge­ zerlik nöbetleri izlemiş. Baba da tuhaf fikirleri olan kendine özgü biriymiş. İki erkek kardeşi de ayıu durumdaymış. Üçü de uyanık durumda halüsinasyonlar görmekteymiş. (Alhncı his, malum olma, vb.) Üçüncü erkek kardeş sıra dışı, tuhaf, zeki ama tek yanlıyınış. Annede sık sık psikoz noktasına va­ ran doğuştan psikopatik düşüklük varmış. Kız kardeşlerden biri histerik ve kuruntuluymuş, diğer bir kız kardeş "sinirsel kalp krizleri" geçirmekteymiş. 38 S. W. zarif bir görünüme sahipti, hafif raşitikti ancak dikkat çekıneyecek kadar hidrosefalik bir kafatası vardı, yüzü oldukça solgundu, koyu renkli gözlerinin tuhaf denecek ka­ dar delici bakışları vardı. Ciddi bir hastalığı yoktu. Okulda vasat bir öğrenciydi, derslere fazla ilgi göstermezdi ve kah­ lımcı değildi. Genel olarak oldukça çekingen bir yapısı vardı, fakat bu yerini ani coşku ve heyecanlara bırakırdı. Ortalama bir zekaya sahipti, özel bir yeteneği yoktu, müzikten de kitap­ lardan da hoşlanınaz, el işlerini ya da öylece oturup hayaller kurmayı severdi. Okulda bile sık sık dalıp gider, yüksek sesle kitap okurken tuhaf şekilde hatalar yapardı -örneğin, "Ziege" (keçi) diyeceğine "Geiss" (dadı), "Treppe" (merdiven) diye30

ceğine "Stege" (yörünge) derdi; bu o kadar sık olurdu ki, kar­ deşleri kendisine gülerdi.22 Bunun dışında S. W.' de kayda de­ ğer bir anormallik ve özellikle de ciddi bir histerik semptom yoktu. Ailede herkes zanaatkar ve iş adanuydı, fazla da me­ rakları yoktu. Ailede mistik kitaplara izin verilmezdi. Eğitimi yetersizdi; oldukça vasat bir eğitim görmüş olan kız ve erkek kardeşler annelerinden tutarsız, kaba ve sık sık da zalimce muamele görmekteydi. Hep işiyle meşgul olan baba çocukla­ rına fazla zaman ayırmazdı ve S. W. henüz ergenlik çağın­ dayken ölmüştü. Bu ıshraplı koşullarda içine kapanması ve mutsuz olması şaşırhcı değildi. Genellikle eve gitmekten kor­ kar, eve gitmektense başka bir yerde olmayı yeğlerdi. O yüz­ den çoğunlukla oyun arkadaşlarının yanında olmuş ve biraz kaba büyümüştü. Dolayısıyla eğitim düzeyi de oldukça dü­ şük, ilgi alanları epeyce suurlıydı. Edebi bilgisi de aynı şekil­ de sınırlıydı. Schiller'in ve Goethe'nin alışılagelmiş şiirlerini bilirdi, diğer birkaç şiiri okulda, birkaç sahrı da bir şarkı kita­ bından ve ilahilerden ezberlemişti. Gazete ve dergi öyküleri ona göre fazla üst düzeydeydi. Uyurgezerlik durumu ortaya çıkıncaya kadar kültürel bir değeri olan hiçbir şey okumanuşh.

[Uyurgezerlik Dummlan] 39 Evde ve arkadaşlar arasında ruh çağırma öyküleri dinlemiş, ona merak sarmışh. Bu tür seanslara kahlmak iste­ miş ve isteği kabul edilmişti. 1899 Temmuzunda aile orta­ nunda arkadaşlarıyla birlikte birkaç ruh çağırma seansına ka­ hlmış, şaka olsun diye masayı çevirmişti. İşte o zaman kendi­ sinin mükemmel bir medyum olduğu keşfedilmişti. İş ciddiye binmiş ve birçok kişi şaşırıp kalmışh. Ruhani havaları hayret vericiydi. Sonunda ruhun medyumun büyükbabası olduğu ortaya çıkmışh. Aileyle tanışhktan sonra ben de bu seanslara kahldım. 1899 Ağustosunun başında ilk uyurgezerlik nöbetle­ rine tanık oldum. Nöbetler şöyle gelişmekteydi: S. W.'nin yü­ zü sapsarı oluyor, ağır ağır yere ya da bir sandalyeye çökü­ yor, gözlerini kapıyor, katalepsiye giriyor, derin derin nefes 22

[Alternatif terimler İsviçre diyalektine aittir. Bkz. par. 73 ve aynca sonraki makale, par. 151 vd., altta. -EDİTÖRLER.] 31

alıyor ve konuşmaya başlıyordu. Bu aşamada genellikle ol­ dukça rahat oluyor, göz kapakları normal refleks gösteriyor ve dokunma duyusu normalliğini koruyordu. Beklenmedik dokunuşlara karşı duyarlıydı ve özellikle de ilk aşamada ko­ layca ürküyordu. 40 Adı söylendiğinde tepki vermiyordu. Uyurgezer hal­ deki diyaloglarda dikkat çekecek kadar zekice bir şekilde ve bütün kusurlarıyla ölü yakınlaruu, ahbaplaruu taklit ediyor­ du. O kadar ki bu hareketleriyle kolayca etkilenmeyecek kişi­ leri bile etkiliyordu. Sadece gıyaben tanıdığı kişileri dahi tak­ lit edebiliyor ve bunu o kadar iyi yapıyordu ki, görenler mü­ kemmel bir oyuncu yeteneği olduğırndan en ufak bir kuşku duymuyordu. Jestlere giderek sözler eşlik ediyor ve sonunda hareketler "hararetlenip" büsbütün dramatik sahnelere dönü­ şüyordu. Bir anda dua pozisyonuna giriyor ve kendinden ge­ çiyor, gözlerini dikip coşkulu ve hararetli bir şekilde konuş­ maya başlıyordu. Bu sırada, uyanık durumdaki o hep güven­ siz ve mahcup üslubunun tam tersine, oldukça rahat ve ken­ dinden emin bir şekilde edebi bir Almanca konuşuyordu. Ha­ reketleri oldukça rahat ve soylu bir zarafete sahip olup, deği­ şen duygularını olabilecek en zarif biçimde dışa vuruyordu. Bu aşamada nöbetler sırasındaki davranışları istikrarsız ve alışılmadık biçimde değişkendi. Bir bakarsuuz, on dakika ila iki saat boyunca sofada ya da yerde hareketsiz, gözleri kapalı biçimde uzanır; bir bakarsınız, yarı oturur bir pozisyona ge­ çer ve değişken bir ses tonuyla ve diksiyonla konuşmaya baş­ lardı; ya da zaman olur, bir an bile yerinde duramaz, panto­ mim yapar gibi akla gelebilecek her türlü hareketi yapardı. Aynı şekilde konuşma biçimi de değişken ve istikrarsızdı. Kimi zaman birinci tekil şahısla konuşur ama asla uzatmaz, sadece yaklaşan nöbetini haber verirdi; kimi zaman da -ki en sık görülen durum buydu- kendisinden üçüncü tekil şahıs olarak söz ederdi. Sonra başka birinin, ölmüş bir tanıdığın yahut kendi uydurduğu bir kişinin yerine geçer ve kafasında tasavvur ettiği o kişinin özelliklerini taklit ederdi. Bu esriklik halini genellikle Jlexibilitas cerea ile birlikte yavaş yavaş uya­ nıklık durumuna geçen bir kataleptik durum izlerdi. Nere­ deyse her defasında görülen bir şey de yüzüne insanı ürküte32

cek kadar solgun bir görünüm veren ani beniz sararmasıydı. Bu bazen nöbetin hemen başlangıcında meydana gelmekle birlikte, çoğunlukla sadece ikinci yarıda ortaya çıkardı. Bu sı­ rada nabzı düşük ama düzenli ve normal frekansta olurdu; solunum hafif, yüzeysel olur ve çoğunlukla da güç anlaşılırdı. Daha önce de dediğimiz gibi, S. W. nöbetlerini çoğunlukla önceden tahmin ederdi; nöbetlerden hemen önce tuhaf duy­ gulara kapılır, heyecanlı hatta daha çok da kaygılı bir ruh ha­ line bürünür ve zaman zaman ölüm düşüncesinden söz eder, bu nöbetlerden biri sırasında muhtemelen öleceğini, ruhunun bedenine her an kopacakmışçasına, pamuk ipliğiyle tutundu­ ğunu söylerdi. Bir defasında kataleptik durumdan sonra ta­ kipne ortaya çıkh, iki dakika süren bu durum sırasında daki­ kada 100 soluk alışverişi oldu. İlk başta nöbetler kendiliğin­ den başlıyordu, ancak daha sonra S. W. karanlık bir köşede oturup yüzünü elleriyle kapatarak nöbetleri başlatabiliyordu. Fakat bu her zaman mümkün olmuyordu, çünkü kendi deyi­ şiyle bazen "iyi" bazen "kötü" günler oluyordu. 41 Nöbetlerden sonra meydana gelen amnezi sorımu ne yazık ki oldukça bulanıkhr. Kesin olan bir şey varsa o da has­ tanın her nöbetten sonra "kendinden geçtiği" sırada yaşadığı özel deneyimleri çok iyi hahrladığıdır. Ancak nöbet sırasında aracı olduğu konuşmaları ve çevresinde meydana gelen deği­ şiklikleri ne kadar hahrladığı belirsizdir. Çoğunlukla bunları belli belirsiz hahrlar görünür, çünkü sık sık uyanır uyanmaz şunu sorar: "Oradaki kimdi? X ya da Y orada değil miydi? Ne dedi?" Ayrıca konuşmaların içeriğinden sadece yüzeysel ola­ rak haberdar olduğunu göstermekteydi. Sık sık ruhların ken­ disine uyanmadan önce söylenenleri anlathğıru ifade ehrıek­ teydi. Ama çoğunlukla durum hiç de böyle değildi. Kendi is­ teği üzerine biri kendisine trans halindeki konuşmalarını an­ lathğında öfkelenip üzülüyor ve özellikle de düşüncesizce bir davranışla karşılaşhğmda saatlerce depresyona giriyordu. Ruhlara sövüp sayıyor ve bir dahaki sefer rehberinden bu tür ruhları kendisinden uzak tuhnasıru isteyeceğini söylüyordu. Öfkesi yapmacık değildi, çünkü uyanık durumdayken kendi­ ni ve hareketlerini kontrol edemiyordu, öyle ki herhangi bir ruh hali değişikliği anında yüzüne yansıyordu. Zaman zaman 33

nöbet sırasında etrafında olan bitenin neredeyse hiç farkında olmuyordu. İçeri kim girmiş, kim çıkmış, çok ender fark ede­ biliyordu. Bir defasında, bana söylemek istemediği özel bir iletişim kurmayı beklediği sırada içeri girmemi yasaklamışh. Ben yine de girdim içeri, öteki üç kız kardeşle birlikte otur­ dum ve her şeyi dinledim. S. W. gözlerini açh ve beni fark ehneden ötekilerle konuştu. Beni ancak ben konuşmaya baş­ layınca fark etti ve tam bir sövgü fırhnası koptu. İçerdekilerin trans halindeki ya da kendi kendine yaphğı konuşmalarla il­ gili sözlerini hala bulanık da olsa daha iyi hahrlıyordu. Bu bağlamda kesinlikle belli bir ilişki bulamadım. Belli bir yasayı takip ediyormuş gibi görünen "şiddet­ 42 li" nöbetlerin yanında, S. W. ayrıca çok sayıda başka otoma­ tizmler daha sergilemekteydi. Önseziler, içine doğmalar, an­ laşılmaz ruh halleri ve hızla değişen fanteziler giinlük sıradan şeylerdi. Hiç basit uyku durıunları gözlemlemedim. Öte yan­ dan, bir süre sonra, canlı bir konuşmanın tam ortasında kafa­ sının tamamen karışıp, yarı kapalı gözlerle sersemlemiş bir halde önüne bakarak, tuhaf denecek bir tekdüzelikle, duygu­ suzca konuşmaya devam ettiğini fark ettim. Bu kayıp gihne­ ler genellikle birkaç dakika sürüyordu. Sonra birden devam ediyordu: "Evet, ne demiştiniz?" İlk başta bu kaymalar hak­ kında bir şey söylemiyor, kaçamak bir ifadeyle biraz başının döndüğiinü, ağrıdığını, vb. söylüyordu. Daha sonra tam ola­ rak şöyle dedi: "Gene onlardı," ruhları kastediyordu. Bu kaymalar çoğunlukla kendi iradesi dışında meydana gelmek­ teydi; genellikle bunlara karşı direniyordu: "İstemiyorum, şimdi olmaz, başka bir zaman gelsinler, sanki sadece onlar için burada olduğumu sanıyorlar." Kaymalar sokakta, mağa­ zada, her yerde olabiliyordu. Sokakta olduğunda, bir duvara dayanıyor ve nöbetin geçmesini bekliyordu. Şiddeti epeyce değişen bu nöbetler sırasında hayaller görüyordu; sıklıkla ve özellikle de yüzünün aşırı solgunlaşhğı nöbetler sırasında "geziniyor" yahut kendi deyişiyle bedenini kaybediyor ve ruhların kendisini götürdüğü uzak yerlere sürükleniyordu. Esriklik sırasındaki uzak seyahatler onu aşırı yoruyordu; bu nöbetlerden sonra saatlerce bitkin düşüyor ve çoğu kez ruhla­ rın yine gücünü tükettiğinden, bu fiziksel çabaların kendisini 34

aştığından, ruhların başka bir medyum bulması gerektiğin­ den vs. yakınıyordu. Bir keresinde esriklik halinden sonra ya­ rım saat boyunca histerik körlük yaşamıştı. Sarsak bir şekilde ve elleriyle çevresini yoklayarak yürümüş; birinin kendisine yardım etınesi gerekmiş, göz bebekleri tepki verdiği halde masanın üstiindeki lambanın ışığını görememişti. 43 (Sözcüğü ileri derecede dikkat bozulması anlamında kullanacak olursak) Doğru dürüst kayma olmadığı halde bol­ ca görü görüyordu aynı zamanda. İlk başlarda bunlar sadece uyku başlangıcında görülüyordu. Yatağa girdikten kısa bir süre sonra oda birden aydınlanıyor ve sisli bir ışığın içinden parlak beyaz figürler çıkıyordu. Hepsi de örtüye benzer be­ yaz sabahlıkların içindeydi, kadınların başlarında türbana benzer şeyler ve bellerinde kuşaklar vardı. Daha sonra (kendi ifadelerine göre) yatağa gittiğinde "ruhlar da gelmişti". Niha­ yet figürleri gündüzleri de görmeye başladı, sanki gerçek bir kayma yokmuşçasına bulanık ve kısa süreli de olsa (sonra fi­ gürler dokunacak kadar sert oldu). Ama o her zaman karanlı­ ğı tercih ediyordu. Söylediğine göre, görüler genellikle keyif verici türdeydi. Güzel figürlere bakmak kendisine tatlı bir mutluluk veriyordu. Şeytani karakterdeki ürkütücü görülerse çok daha seyrekti. Bunlar sadece geceleri ya da karanlık oda­ da ortaya çıkıyordu. Geceleri ara sıra sokakta veya odasında siyah figürler görüyordu; bir keresinde karanlık koridorda bakır renginde korkunç bir yüz görmüştü; yüz aniden çok yakından ortaya çıkarak gözlerini ona dikmiş ve onu korkut­ muştu. Görülerin ilk ortaya çıkışları üzerine tatınin edici bir şey bulamadım. Hasta beşinci veya altıncı yılında, bir gece "rehber"ini - hayatında hiç görmediği büyükbabası- gördü­ ğünü söyledi. Akrabalarıyla ilgili bu erken görü hakkında herhangi bir nesnel ipucu bulamadım. İlk seansa kadar böyle bir şeyin olduğu söylenmemişti. Hipnagojik parlaklık ve "kı­ vılcımlar görmek" dışında hiç yarım halüsinasyonlar olma­ nuştı; halüsinasyonlar en baştan beri sistematik olup, eşit bi­ çimde bütiin duyu organlarını içermekteydi. Bu fenomenlere verilen düşünsel tepkiye gelince, burada dikkat çeken şey hastanın bunları şaşırtıcı derecede olağan kabul etınesiydi. Bütiin o uyurgezerliğe dönüşme süreci, yaşadığı sayısız tuhaf 35

deneyim ona tamamen doğal görünmekteydi. Bütün geçmişi­ ni bu ışık altında görmekteydi. Çocukluk döneminden beri yaşadığı her çarpıcı olay şimdiki durumuyla açık ve zorunlu bir ilişki içindeydi. Gerçek uğraşını bulmuş olmaktan dolayı mutluydu. Doğal olarak, gördüğü görülerin gerçekliğinden kesinlikle emindi. Sık sık ona bazı kritik açıklamalar yapmaya çalışıyordum, ama o hiç kulak asmıyordu, çünkü normal du­ rumdayken rasyonel bir açıklamayı anlanuyordu. Yarı-uyur­ gezerlik durumundayken de yüz yüze geldiği gerçeklere ba­ karak bu açıklamaları anlamsız buluyordu. Bir defasında şöy­ le demişti: "Ruhların bana söylediği ve öğrettiği şeylerin doğ­ ru olup olmadığım bilmiyorum, onların gerçekten söyledikle­ ri kişiler olup olmadığını da bilmiyorum; ama ruhlarırnın var olduğu kesin. Onları önümde görüyor, onlara dokunuyorum. Tıpkı sizinle konuştuğum gibi onlarla da istediğim şeyi konu­ şuyorum. Gerçek olmalılar." Bu tezahürlerin bir çeşit hastalık olduğu fikrini kesinlikle reddediyordu. Sağlığıyla yahut hayal dünyasının gerçekliğiyle ilgili kuşkular onu derinden üzü­ yordu; sözlerime öyle kırılıyordu ki, içine kapanıyor ve uzun süre orada olup olmadığınu fark etmiyordu; bu yüzden ona kuşku ve kaygılarımdan söz etmemeye özen gösterdim. Diğer taraftan yakın akraba ve tanıdıkları kendisine tam bir saygı ve hayranlık besliyor, her konuda ondan tavsiye istiyorlardı. Zamanla takipçileri üstündeki etkisi öyle arth ki, üç kız kar­ deşi de halüsinasyon görmeye başladı. Halüsinasyonlar ge­ nellikle her türden canlı ve dramatik gece rüyaları şeklinde başlıyor, giderek -yarı hipnagojik, yarı hipnopornpik- uyanık­ lık aşamasına geçiyordu. Özellikle de evli kız kardeşi, mantık tutarlılığı .içinde geceden geceye devam eden ve nihayet uya­ nık bilinç durumunda da -ilk başta belli belirsiz kuruntular olarak, sonra gerçek halüsinasyonlar şeklinde- ortaya çıkan olağanüstü canlı rüyalar görüyordu. Ancak bunlar S. W.'nin görülerinin estetik berraklığına kesinlikle ulaşmıyordu. Böy­ lece, bir keresinde rüyasında, yatağuun yam başında şeytana benzer kara bir figiir görmüştü; figiir kendisini engellemeye çalışan giizel, beyaz bir figiirle sertçe tartışıyordu; ama kara figiir onu boğazından yakalayarak boğınaya başladı; neden sonra hasta uyandı. Eğilince dış hatlarıyla insanı andıran si36

yah bir gölge gördü, yanında da bulanık bir beyaz figür vardı. Görüler ancak mumu yakınca kayboldu. Benzer görüler defa­ larca kez tekrarlandı. Öteki iki kız kardeşin görüleri de benzer nitelikle olmakla beraber yoğunlukları daha azdı. Zengin fantastik görüleri ve fikirleriyle tanımladığı­ 44 mız nöbet tipi bir aydan kısa bir zaman içinde gelişerek aşı­ lamayacak bir noktaya ulaşmışh. Bundan sonra gelen şey sa­ dece daha en başta şu veya bu şekilde önceden gösterilen bü­ tün düşüncelerin ve görü döngülerinin ayrıntilarına inmek oldu. Malzeme bakımından içeriği aynı olan "şiddetli nöbet­ lere" ve "küçük kaymalara" ek olarak sözü edilmesi gereken bir üçüncü kategori daha bulunmaktadır. Bunlar yarı­ uyurgezerlik durumları olup şiddetli nöbetlerin başında veya sonunda ama aynı zamanda nöbetlerden bağımsız olarak gö­ rülmekteydi. Birinci ay içinde yavaş yavaş ortaya çıkmışlardı. Bunları tam olarak anlatmak mümkün değil. Bu durumda özellikle dikkat çeken şey, yüzdeki kah ifade, parlayan gözler ve hareketlerde görülen kesin bir vakar ve gösterişlilikti. Bu koşulda S. W. kendisiydi ya da daha doğrusu uyurgezer ego­ suydu. Tamamen dış dünyaya dönmüştü ancak bir ayağı sanki hayal dünyasındaydı. Ruhlarını görüyor ve duyuyor, onların oradaki kişiler arasında dolaşhğını, bir onun yanında, bir bunun yanında durduğunu görüyordu. Görülerini, seya­ hatlerini ve aldığı talimatları net bir şekilde hatirlıyordu. Usul usul, net ve kesin bir şekilde konuşuyor ve hep ciddi, nerdey­ se ağırbaşlı bir havada oluyordu. Dindarlık taslama görüntü­ sünden uzak, derin bir dini duygu bütün varlığına hakim oluyor, konuşması rehberinin İncil jargonundan hiçbir şekilde etkilenmiyordu. Ağırbaşlı tavırlarında hüzünlü ve melankolik bir şey vardı. Geceye ait ideal dünyasıyla gündüzün kaba gerçekliği arasında büyük bir fark olduğunun acı bir şekilde farkındaydı. Bu durum uyanık varlığıyla tam bir zıtlık oluş­ turmaktaydı; o istikrarsız ve uyumsuz yarahğın, o tipik kırıl­ gan, sinirli mizacının hiçbir izi yoktu bunun içinde. Onunla konuştuğunuzda sanki sayısız deneyimin ardından dingin bir huzura kavuşmuş olan çok daha yaşlı biriyle konuşuyormuş duygusuna kapılıyordunuz. En iyi sonuçları işte bu durumda alıyordu, gerçi hayali öyküleri uyanık durumda ilgi duyduğu 37

şeylerle daha yakından örtüşüyordu. Yarı-uyurgezerlik genel­ likle kendiliğinden, özellikle de ruh çağırma seansları sırasın­ da ortaya çıkıyor ve daima ruhun ne söyleyeceğini S. W.'nin önceden bilmesiyle başlıyordu. Sonra ruh çağırma seansını durduruyor ve kısa bir duraklamanın ardından aniden esrime haline geçiyordu. Bu durumdayken oldukça duyarlı oluyor­ du. Masadaki medyum olmayan katılımcılardan birinin ak­ lından geçen basit soruları önceden tahmin edebiliyor ve ce­ vap veriyordu. Gerekli ipucıınu vermek için bir eli masaya yahut onun elinin üstüne koymak yetiyordu. Kesinlikle doğ­ rudan düşünce aktarımı yoktu. Bütün kişiliğinin açık bir şe­ kilde genişlemesine ek olarak, olağan karakterinin de varlığı­ m devam ettirmesi çok şaşırtıcıydı. Çocukluk dönemindeki küçük deneyimlerinden, flörtlerinden, aşk sırlarından, yanın­ dakilerin ve oyun arkadaşlarının yaramazlıklarından ve haşa­ rılıklarından söz ederken yüzüne gizleyemediği bir mutluluk geliyordu. Sırruu bilmeyen biri için o sadece binlerce kızdan farkı olmayan on beş buçuk yaşında bir kızdı. İnsanlar onun öteki yanını keşfettiklerinde şaşkınlıkları da o kadar büyük oluyordu. Akrabaları değişimi ilk başta fark etınemişti; de­ ğişimin bir kısmını hiç mi hiç anlamamışlardı, bu yüzden ai­ le içinde sık sık tartışma çıkıyor, bir kısmı taşkın bir coşkuy­ la S. W.' den yana tavır alırken diğerleri "batıl inancını" kü­ çümseyen bir eleştiriyle karşı çıkıyorlardı. Böylece S. W. onunla görüştüğüm süre boyunca tuhaf biçimde çelişkili bir yaşam, yan yana ya da art arda var olan ve ikisi de baskın çıkmaya çalışan, iki kişilikli, gerçek bir "ikili yaşam" sür­ dürmüştü. Şimdi seansların ilginç ayrıntılarını kronolojik sı­ raya göre aktaracağım. [Seans Kayıtları] 45 BİRİNCİ VE İKİNCİ OTURUMLAR (Ağustos 1899). S. W. "iletişim"in kontrolünü derhal ele geçirdi. "Psikograf" ni­ yetine kullanılan, sağ elin iki parmağuun üstüne yerleştirildi­ ği büyük bir bardak şimşek hızıyla harften harfe gitti. (Harfler ve rakamlarla işaretlenmiş kağıt şeritler bardağın etrafına dai­ re şeklinde yerleştirilmişti.) Kurulan iletişim sırasında med­ yumun büyükbabasının orada olduğu ve bizimle konuşacağı 38

söylendi. Art arda süratle birçok iletişim kuruldu, bunların çoğu dini nitelikli olup, kısmen düzgünce oluşturulmuş söz­ cükler, kısmen de sıraları farklı ya da tersine dizilmiş harfler şeklindeydi. İkinci gruptaki sözcüklerle cümleler genellikle o kadar hızlı üretiliyordu ki, insan anlamlarını takip edemiyor, sadece harflerin tersine yerleştirilmesinden sonra kavrayabi­ liyordu. Bir defasında mesajlar, yazarın büyükbabasınm ora­ da olduğunu bildiren bir iletişimle kaba bir şekilde kesildi. Biri espriyle karışık şöyle dedi: "Anlaşılan iki ruhun arası pek iyi değil." Deney sırasında hava karardı. S. W. birden heye­ canlanarak sinirli bir şekilde zıpladı, dizlerinin üstiine düştü ve bağırdı: "Orada, orada, oradaki ışığı, o yıldızı görmüyor musunuz?" Heyecanı giderek arth ve dehşet içinde bir lamba istedi. Yüzü solmuştu, ağlıyor, kendini tuhaf hissettiğini söy­ lüyor, neyinin olduğunu bilmiyordu. Lambanın getirilmesiyle sakinleşti. Deney durduruldu. 46 İki gün sonra yine akşamleyin yapılan ikinci oturum­ da S. W.'nin büyükbabasıyla benzer bir iletişim yaşandı. Ka­ ranlık çökünce birden sofaya uzandı, rengi soldu, gözleri yarı açık halde öylece yath. Göz yuvarları yukarı döndü, göz ka­ pağı refleksleri sağlam ve dokunmaya duyarlıydı. Solunum hafif, neredeyse algılanmayacak düzeydeydi. Nabız düşük ve zayıfu. Bu durum yaklaşık yarım saat sürdü, sonra birden doğrularak derin bir nefes aldı. Nöbet boyımca süren yüzün­ deki solgımluk her zamanki allığırıa döndü. Sersemlemiş ve sıkılmış gibiydi, "her türlü" şeyi gördüğünü ama hiçbir şey anlahnayacağını söyledi. Ancak ısrarlı sorular üzerine, tuhaf bir uyanıklık halinde, benim büyükbabamla kendi büyükba­ basını kol kola gördüğünü söyledi. Üstü açık bir at arabasın­ da yan yana oturur halde geçip gitmişlerdi. 47 ÜÇÜNCÜ OTURUM. Birkaç gün sonra gerçekleştiri­ len üçüncü oturumda yarım saati aşkın bir süreyle benzer bir nöbet yaşandı. Sonra S. W. kendisine özel simgesel anlamı olan bir çiçek veren şekil değiştirmiş birçok beyaz formdan söz etti. Çoğu ölmüş akrabalarıydı bunların. Neler söyledikle­ ri konusunda ısrarla sessiz kaldı. 48 DÖRDÜNCÜ OTURUM. S. W. uyurgezerlik duru­ muna geçtikten sonra dudaklarıyla sıra dışı hareketler yap39

maya, yutkunma ve şırılh sesleri çıkarmaya başladı. Sonra çok yumuşak bir şekilde anlaşılmaz bir şeyler söyledi. Bu bir­ kaç dakika boyunca böyle devam ederken aniden değişik, de­ rin bir ses tonuyla konuşmaya başladı. Kendinden üçiincü te­ kil şalusla söz ediyordu: "Burada değil. Uzaklara gitti." Bunu dini ayin havasındaki bazı cümleler izledi. Bunların içerik ve dilinden, kızın rahip olan büyükbabasını taklit ettiği anlaşıla­ biliyordu. Konuşmasının özü "iletişim"in zihinsel düzeyini geçmiyordu. Ses tonunda bir yapaylık, bir zorlama vardı. Ton ancak zaman içinde medyumun kendine özgü tonuna dönü­ şerek doğallaşh. (Ses sonraki oturumlarda da yeni bir ruhun tezahür ettiği sırada birkaç dakikalığına değişti.) Kız trans ha­ lindeki iletişimi sonradan hahrlamıyordu. Bir süre öteki taraf­ ta kaldığını ima ediyor ve tasavvur edilemeyecek bir kutsallık hissettiğini söylüyordu. Kızın nöbetler sırasında tamamen kendiliğinden konuştuğıınu, herhangi bir telkine maruz kal­ madığını burada hahrlatmak gerekir. 49 S. W. bu oturumdan hemen sonra Justinus Kemerin Die Seherin von Prevorst23 adlı kitabıyla tanıştı. Bundan sonra, kısmen doğal geçişlerle, kısmen her iki koluyla birden çizdiği tuhaf sekiz resimleri ve daireler aracılığıyla nöbetlerin sonla­ rına doğru cezp olmaya başladı. Bunu nöbetlerden sonra çı­ kan baş ağrılarını gidermek için yaphğını söyledi. (Burada ayrıntısı verilmeyen) Ağustostaki öteki oturumlarda büyük­ babaya kayda değer herhangi bir şey üretmeyen başka akra­ balar da eklendi. Her yeni ruh eklenişinde bardağın hareket­ leri ürkütücü biçimde değişmekteydi: Harf sıraları boyunca gidip geliyor, bazılarına vuruyor, fakat bundan anlamlı bir şey çıkmıyordu. İrnlii oldukça belirsiz ve özensizdi ve ilk cümleler genellikle eksikti ya da anlamsız harf karmaşaların­ dan ibaretti. Çoğu durumda akıcı yazı birden bu noktada baş­ lıyordu. Zifiri karanlıkta otomatik yazı girişimleri de olınuştu. Hareketler bütiin kolun şiddetli bir şekilde silkinınesiyle baş­ lıyor, kalem dosdoğru kağıdın üstiinde dolaşıyordu. İlk giri­ şim çeşitli çizgilerden ve yaklaşık 8 santim yüksekliğindeki zikzaklardan ibaretti. Sonraki girişimlerde, ilk başta oldukça 23

["Prevorst Kahini", 1829. -EDİTÖ RLER.] 40

büyük ancak giderek küçülen ve belirginleşen okunaksız söz­ cükler üretildi. Medyumunkilerden çok farklı değildi. Kontrol eden ruh bir kez daha büyükbabaydı. 50 BEŞİNCİ OTURUM. 1899 Eylülündeki uyurgezerlik nöbetleri. S. W. sofaya oturdu, arkasına yaslandı, gözlerini kapath, düzenli bir şekilde hafif hafif soluk alıp vermeye baş­ ladı. Giderek kataleptik duruma geçti. Katalepsi yaklaşık iki dakika sonra kayboldu ve kız kasları epeyce gevşemiş olarak sakince uyumaya başladı. Birden alçak bir sesle konuşmaya başladı: "Hayır, sen kırmızıyı alacaksın, ben beyazı. Sen yeşili alabilirsin, sen de maviyi. Hazır mısınız? Haydi." (Birkaç da­ kikalık duraklama, bu sırada yüzü bir ceset kadar solgun. El­ leri soğuk ve oldukça kansız.) Aniden yüksek ve törensel bir sesle seslendi: "Albert, Albert, Albert," sonra fısıldayarak: "Şimdi konuş," bunu daha uzun bir duraklama izledi, bu sı­ rada yüzündeki solgı.ınluk çıkabileceği en yüksek noktaya çıktı. Yine yüksek ve törensel bir sesle: "Albert, Albert, baba­ na inanmıyor musun? N'nin öğrettiklerinde bir sürü yanlış olduğunu söylüyorum sana. Bunu düşün." Duraklama. Sol­ gunluk azaldı. "Çok korktu, arhk konuşamıyor." (Bu sözcük­ leri her zamanki konuşma tonunda söyledi.) Duraklama. "Ke­ sinlikle bunu düşünecek." Aynı konuşma tonuyla fakat Fran­ sızca, İtalyanca karışunı görünen, bazen Fransızcayı bazen İtalyancayı hahrlatan tuhaf bir lehçeyle devam etti. Akıcı, hız­ lı ve alımlı bir dille konuşuyordu. Birkaç sözcük anlaşılabili­ yordu, fakat bunları akılda tuhnak mümkün değildi, çünkü dil oldukça garipti. Zaman zaman wena, wenes, wenai, wene, vb. gibi belli sözcükler tekrarlanıyordu. Konuşma hayranlık uyandıracak kadar kusursuz bir doğallıktaydı. Arada bir san­ ki biri kendisine cevap veriyormuş gibi duraklıyordu. Birden Almanca şöyle dedi: "Ah canım, zamanı geldi mi?" (Hüzünlü bir sesle) "Gihneli miyim? Elveda, elveda!" Bu sözlerle birlik­ te yüzünde tarif edilemez bir esrik mutluluk ifadesi belirdi. Kollarını kaldırdı, o ana kadar kapalı olan gözlerini açh ve parıldayan gözlerle yukarı bakh. Bir an için bu konumda kal­ dı, soma kolları ağır ağır düştü, yüzüne yorgun ve bitkin bir ifade oturdu. Kısa bir kataleptik aşamadan sonra içini çekerek uyandı. "Yine uyudum, değil mi?" Kendisine uykuda konuş41

tuğu söylenince fena halde öfkelendi, yabancı bir dilde ko­ nuştuğu söylenince öfkesi daha da artlı. "Ama ruhlara ko­ nuşmak istemediğimi, konuşamayacağımı söylemiştim, bu beni çok yoruyor." (Ağlamaya başladı.) "Ah Tanrım, her şey, her şey son defaki gibi geri gelmeli, her şeyi ben mi yapaca­ ğım?" 51 Ertesi gün aynı zamanda yeni bir nöbet vardı. S. W.'nin uykuya dalmasından sonra birden Ulrich von Ger­ benstein ortaya çıkıverdi. Kuzey Alman aksanıyla akıcı bir Yüksek Almanca konuşan eğlenceli bir gevezeydi. S. W.'nin neler yaphğı soruldu, oldukça kaçamak ifadelerde onun uzaklarda olduğunu, onun yokluğunda bedenine, kan dola­ şımına, soluk alıp verişine, vs. kendisinin göz kulak olduğu­ nu anlath. Hiçbir siyahinin onu ele geçirip zarar vermemesine dikkat etmeliydi. Israrlı sorular üzerine S. W.'nin uzak bir ak­ rabayı bulmak ve onun budalaca bir evlilik yaprnasuu engel­ lemek üzere başkalarıyla birlikte Japonya'ya gittiğini söyledi. Sonra fısıldayarak toplanhnın tam olarak ne zaman yapıldı­ ğım açıkladı. Birkaç dakika aradan sonra, S. W.'nin yüzünde­ ki ani solgunluğa işaret ederek, bu kadar büyük mesafeler arasında iletişim kurmanın çok fazla güç harcathğırn söyledi. Sonra, bunu izleyecek şiddetli baş ağrısuu hafifletmek üzere başına soğuk kompres uygulanrnasuu istedi. Yüzüne yavaş yavaş renk gelmesinden sonra iletişim daha da canlandı. Her çeşit çocuksu şaka ve saçmalıklar yapıldı, sonra U. V. G. bir­ den şöyle dedi: "Görüyorum geliyorlar, ama henüz uzaktalar; orada küçük bir yıldız gibi." S. W. kuzeyi gösterdi. Doğal ola­ rak şaşkınlıkla niçin doğudan gelmediklerini sorduk. U. V. G. gülerek cevap verdi: "Doğrudan Kuzey Kutbundan geliyor­ lar. Şimdi gitmeliyim, hoşça kalın." Hemen arkasından S. W. iç çekerek uyandı. Keyifsizdi, şiddetli baş ağrısından yakuu­ yordu. U. V. G.'nin yanında durduğunu gördüğünü söyledi; bize ne anlahnışh? "Aptalca konuşmalardan" dolayı öfkeliy­ di, neden bir kez olsun çenesini tutamıyordu ki? 52 ALTINCI OTURUM. Her zamanki gibi başladı. Yüzü aşırı solgun; neredeyse soluk almadan, uzanmış yahyor. Bir­ den yüksek ve törensel bir sesle konuşmaya başladı: "İyi öy­ leyse, kork; ben korkuyorum. N'nin öğrettikleri konusunda 42

seni uyarıyorum. Bak, umudun içinde inanç için gereken her şey var. Kim olduğumu bilmek istiyor musun? Tanrı verir, yeter ki iste. Beni tanınuyor musun?" Sonra anlaşılmaz fısıltı­ lar. Birkaç dakika sonra uyandı. 53 YEDİNCİ OTURUM. S. W. sofaya uzandı ve çok geçmeden uykuya daldı. Solgundu. Hiçbir şey söylemedi, arada bir iç çekti. Gözlerini açtı, ayağa kalktı, sofaya oturdu, öne eğildi, yumuşak bir sesle şöyle dedi: "Büyük günah işle­ din, çok ileri gittin." Sonra sanki önünde diz çökmüş biriyle konuşuyormuşçasına daha da eğildi. Ayağa kalktı, sağa dön­ dü, elini ileri uzattı ve üstüne eğildiği noktayı işaret etti: Yük­ sek sesle "Onu bağışlayacak mısın?" diye sordu. "İnsanları değil ruhlarını bağışla. Kadın değil bedeni günaha bulaştı." Sonra diz çöktü, dua eder gibi aşağı yukarı on dakika öyle durdu. Aniden ayağa kalktı, esrik bir ifadeyle gökyüzüne baktı, sonra kendini tekrar dizlerinin üstüne bıraktı, yüzü el­ lerinin arasında anlaşılmaz bazı sözcükleri fısıldadı. Birkaç dakika öylece hareket etıneden kaldı. Sonra ayağa kalktı, ne­ şeli bir ifadeyle tekrar gökyüzüne doğru baktı, sofaya uzandı, kısa bir süre sonra uyandı.

Uyurgezer Kişiliğin Gelişimi 54 Birçok seansın başlangıcında bardağın kendi kendine hareket etınesine izin verildi ve bunu her zaman kalıplaşmış bir davet izledi: "Bir soru sormalısın." Seanslara bazı inançlı ruh çağırıcılar da katıldığı için, tabii her türlü ruhsal mucize­ ye ve özellikle de "koruyucu ruhlar" a yönelik bir talep pat­ laması yaşandı. Bu talep üzerine bazen tannunış ölü kişilerin, bazen de Berthe de Valours, Elisabeth von Thierfelsenburg, Ulrich von Gerbenstein, vb. gibi bilinmeyen kişilerin isimleri gündeme geldi. Kontrol ruhu istisnasız her zaman medyu­ mun büyükbabasıydı. Büyükbaba bir keresinde "medyumu bu dünyada herkesten çok sevdiğini, çünkü ona çocukluğıın­ dan beri baktığını ve bütün düşüncelerini bildiğini" söyledi. Bu kişi İncil'den bir sürü meseller, ahlaki gözlemler, kitaplar­ dan şiirler aktardı, aynı zamanda şunun gibi muhtemelen kendi ürettiği dizeler de aktardı:

43

İnancın sağlam ve içten olsun, Sıkı sıkı sarıl Tanrı inancına, İlelebet yaşayacağın, Cennetteki rahahn hiç bozulmasın, Dünyevi kaygılar sarınca zihnini Sonsuz huzur için Tanrıya sığın; Yürekten dua edebilen insan Ne kadar zalim olsa da inançla eğilir.

55 Bu türden sayısız taşmalar basmakalıp ve samimiyet­ ten uzak içerikleriyle kaynaklarını şu veya bu şekilde ele vermekteydi. S. W.'nin esriklik anlarında konuşmaya başla­ dığı günden beri, çemberdekilerle uyurgezer kişilik arasında canlı bir diyalog oluşmuştu. Alınan cevapların özü, psikogra­ filc iletişimlerin banal ve genelde yol gösterici laf kalabalığıyla temelde aynıydı. Bu kişiliğin karakterinin farkı, kuru ve sıkıcı ağırbaşlılığı, aşırı sıradanlığı ve (tarihsel gerçeklikle hiç uyuşmayan) sahte dindarlığıydı. Büyükbaba medyumun reh­ beri ve koruyucusuydu. Esriklik anlarında her türlü tavsiyede bulunuyor, sonraki nöbetleri ve uyandığında, vb. neler olaca­ ğını önceden tahmin ediyordu. Soğuk kompres istiyor, med­ yumun kanepede nasıl uzanacağını söylüyor, oturma düze­ nine dair emirler veriyordu. Medyuma karşı aşırı sevecendi. Bu ağır hareket eden rüya-kişiliğinin tam tersine, bir de ilk oturumların psikografik iletişimi sırasında ara sıra ortaya çı­ kan bir kişilik vardı. Kısa bir süre sonra bu kişilik, o sırada se­ anslara kahlmakta olan R. Beyin ölen erkek kardeşi olduğunu açıkladı. Bu ölü kardeş, yani P. R. Bey, sağ olan kardeşini, kardeşçe sevgi, vb. gibi basmakalıp söz yağınuruna tuhnuştu. Özel sorulardan ısrarla kaçınıyordu. Ayrıca çemberdeki ka­ dınlara karşı şaşırhcı derecede tatlı bir dil kullanıyor, özellikle de daha önce hayahnda hiç görmediği bir kadına ilgi gösteri­ yordu. Ona sağken de hayranlık beslediğini, kim olduğıınu bilıneden sık sık sokakta karşılaşhklarını ve böyle sıra dışı bir şekilde de olsa kendisiyle tanışmaktan büyük mutluluk duy­ duğımu söylüyordu. Seansların büyük bir bölümünü klişe il­ tifatlar, erkeklerle ilgili laubali ifadeler, zararsız çocuksu şaka­ lar, vs. alıyordu. Çemberdeki bazı isimler bu ruhun ciddiyet­ sizliğine ve banalliğine itiraz ediyor, ama ruh tekrar ortaya 44

çıkıyor, ilk başta dudaklarından Hıristiyan meselleri dökülü­ yor ve düzgün davranıyor, ama çok geçmeden eski haline dönüveriyordu. 56 Birbirinden oldukça farklı bu iki kişilik dışında, bü­ yükbaba tipinden çok da farklı olmayan başka kişilikler de or­ taya çıkh; bunlar çoğunlukla medyumun ölınüş akrabalarıy­ dı. İlk iki aydaki seansların genel ahnosferi, ara sıra P. R.'nin önemsiz konuşmalarıyla bölünınekle birlikte, görece ağır baş­ lı ve öğreticiydi. Seansların başlamasından birkaç hafta sonra R. Bey çemberimizden ayrıldı, o andan itibaren P. R.'nin dav­ ranışlarında gözle görülür bir değişiklik oldu. Az konuşmaya, daha az gelmeye başladı ve birkaç oturumdan sonra da ta­ mamen ortadan kayboldu. Bir süre sonra, çoğımlukla da sa­ dece medyumun söz konusu kadınla baş başa olduğu zaman­ larda tekrar arada bir görünmeye başladı. Derken yeni bir ki­ şilik öne çıkıverdi; her zaman İsviçre diyalektiyle konuşan P. R.' den farklı olarak bu bey güçlü bir Kuzey Alman aksanıyla konuşuyordu. Bunun dışında P. R.'nin tam bir kopyasıydı. Şaşırhcı derecede güzel konuşuyordu, çünkü S. W. çok az Yüksek Alınanca bilirken, kendisini Ulrich von Gerbenstein olarak adlandıran bu yeni kişilik insanı kıskandıracak kadar güzel sözler ve çekici iltifatlarla neredeyse hatasız bir Alman­ ca konuşuyordu." 57 Ulrich von Gerbenstein geveze, şakacı ve aylak biri olup, kadınlara büyük hayranlık duyan ve aşırı ölçüde bahl inançları olan uçarı biriydi. 1899/1900 kışında ortama giderek ağırlığuu koydu ve büyükbabanın yukarıda söz edilen bütün işlevlerini bir bir üstlendi, sonunda seansların ciddiyeti onun etkisiyle gözle görünür biçimde bozuldu. Bunu düzelhne ça­ baları tamamen başarısızlıkla sonuçlandı ve sonunda sırf bu nedenle seanslar giderek daha uzun aralıklarla askıya alındı. 58 Bütün bu uyurgezer kişiliklerin sahip olduğu bir or­ tak özellikten de söz ehnekte yarar var. Medyumun bütün ha­ fızası, hatta hafızanın bilinçdışı kısmı bunların emri alhnda­ dır, bunlar aynı zamanda kızın esrik durumdayken gördüğü görülerden de haberdardırlar, fakat kızın esriklik halindeki 24 S. W.'nin evine sık sık gelen konuklardan birinin de Kuzey Almancası ko­ nuşan bir adam olduğunu hatırlatmakta yarar var. 45

fantezileri hakkında çok yüzeysel bilgileri vardır. Uyurgezer­ lik hayallerinden ise sadece çemberdekilerden zaman zaman duyulabilenleri bilmektedirler. Kuşkulu noktalar hakkında hiçbir bilgi veremezler, ya da medyumun kendi açıklamala­ rıyla çelişen bilgiler verirler. Bu tür sorulara verilen basmaka­ lıp cevap, "lvenes'e sorun, Ivenes bilir"dir." Farklı esriklik durumlarına dair verdiğimiz örneklerden, medyumun bilin­ cinin trans halindeyken hiç boş durmadığı, olağanüstü zengin bir fantezi faaliyeti içinde olduğu açıkça görülmektedir. Med­ yumun uyurgezerlik egosunu yeniden oluştururken, tama­ men onun sonraki cümlelerine bağımlı durumdayız, çünkü ilk olarak, egonun uyanıklık durumuyla bağlanblı spontane konuşmaları çok az olup çoğunlukla da birbirinden kopuktur. İkinci olarak, esriklik durumlarının çoğunda herhangi bir ha­ reket ve konuşma olmaz, dolayısıyla dış görünüşten iç süreç­ ler hakkında herhangi bir sonuç çıkartılamaz. S. W. esriklik durumunda otomatik olarak meydana gelen fenomenler hak­ kında neredeyse hiçbir şey hahrlamaz, çünkü bunlar kendi egosuna yabancı olan kişiliklerin alanında kalır. Fakat kendi egosuyla doğrudan bağlanhlı olan, yüksek sesle konuşmak, gloso!ali vb. diğer fenomenleri genellikle net bir şekilde hahr­ lar. Her olayda, esriklik halinden hemen sonraki birkaç daki­ kada tam bir amnezi yaşanır. Dalıp gitme, halüsinasyon, vb.'nin eşlik ettiği bir tür yarı-uyurgezerliğin hi'i.Ja devam et­ tiği ilk yarım saatte amnezi giderek ortadan kaybolmakta ve olup bitenlere dair oldukça düzensiz ve rastgele anılar parça parça ortaya çıkmaktadır. 59 Sonraki seanslar genellikle ellerimizin masa üstünde birleştirilmesiyle başladı. Eller konur konmaz masa hareket etmeye başladı. Bu arada S. W. giderek uyurgezer duruma geçiyor, ellerini masadan kaldırıp, sofaya sırt üstü uzanıyor ve esrik bir uykuya dalıyordu. Bazen sonradan bize yaşadık­ larını anlatıyordu, ancak yabancılar varsa çok ketum davra­ nıyordu. hk birkaç esriklik halinden sonra dahi ruhlar arasın­ da farklı bir rol oynadığını ima etti. Bütün ruhlar gibi onun da özel bir adı vardı; adı Ivenes idi; büyükbabası onu büyük bir

25

Ivenes medyumun uyurgezer egosunun mistik adıdır. 46

özenle koruyordu. Çiçek görüsünü gördüğü esriklik duru­ munda hali\ dikkatle sakladığı özel sırlar öğrenmişti. Ruhları­ nın konuştuğıı seanslarda uzun seyahatlere çıkmış, çoğıınluk­ la akrabalarını ziyaret etmiş yahut kendisini Öte Tarafta, yani "insanların boş olduğıınu zannettiği ama aslında sayısız ruh dünyasının bulunduğıı yıldızlar arasındaki yerde" bulmuştu. Bir keresinde, nöbetlerini takip eden yarı-uyurgezerlik duru­ mundayken, Öteki Taraftaki manzarayı gerçek bir şiirsel ifa­ deyle tarif etmişti: "Henüz doğmamış kuşakların yaşayacağı, ay ışığıyla aydınlanmış muhteşem bir vadi." Uyurgezer ego­ sunu bedenden neredeyse tamamen kurtulmuş bir kişilik ola­ rak tarif etmişti: Belirgin bir biçimde Yahudiye benzeyen, be­ yaz giysiler içinde, başı türbanla örtülü, küçük ama iyice ge­ lişmiş, siyah saçlı bir kadın. Kendine gelince ruhların dilini anlıyor ve konuşuyordu, çünkü ruhlar insanlıktan kalma bir alışkanlıkla hilla birbirleriyle konuşuyordu; aslında buna ihti­ yaçları yoktu, zira birbirlerinin düşüncelerini görebiliyorlardı. Aslında kendisi onlarla her zaman konuşmuyordu, onlara sa­ dece bakarak ne düşündüklerini anlıyordu. Dört beş ruhla, ölü akrabayla birlikte dolaşıyor, yaşayan akraba ve tanıdıkları ziyaret ederek yaşamlaıını ve düşünme biçimlerini araşhrı­ yordu; ruhani yolculuğıınun üstündeki her yeri ziyaret edi­ yordu. Kemer'in kitabuu gördükten sonra, (Kahin gibi) o da kaderinde belli bölgelere sürülen yahut kısmen toprak alhnda yaşayan siyah ruhları eğitip geliştirmek olduğıına inanıyor­ du. Bu faaliyet başına epeyce dert ve sıkmh açmışh; hem es­ rime öncesinde hem de sonrasında boğııcu duygulardan, şid­ detli baş ağrılarından, vb. yakınmışh. İki haftada bir, çarşam­ ba günleri geceyi kutsanmış ruhlarla birlikte Öteki Tarafta ge­ çirmesine izin veriliyordu. Orada dünyayı yöneten güçler, in­ sanlar arasındaki sonsuz ölçüde karmaşık ilişkiler ve reen­ kamasyon yasaları, yıldızlarda yaşayanlar, vs. hakkında bilgi alıyordu. Ne yazık ki sadece dünyevi güçler ve reenkamas­ yon hakkında ayrınhlı bilgi veriyor, diğer konuları üstünkörü geçiştiriyordu. Örneğin, bir defasında bir tren yolculuğıından oldukça kaygılı bir şekilde dönmüştü. İlk başta başına tatsız bir şey geldiğini düşünmüştük; ama sonunda kendini topladı ve "yıldızda yaşayan birinin trende karşısına oturduğıınu" 47

söyledi. Yaptığı tariften bu kişinin, tanıdığım oldukça antipa­ tik suratlı, yaşlı bir tüccar olduğımu anladım. Bu olay çerçe­ vesinde bize yıldızlarda yaşayanların garip yanlarını anlattı: Bunların insanlarda olduğu gıbi üstün ruhları yoktu, bilim­ den, felsefeden anlamıyorlardı ama teknik konularda bizler­ den çok daha üstünlerdi. Dolayısıyla Mars'ta uzun zamandır uçan makineler vardı; Mars'ın her yeri kanallarla kaplıydı, kanallar yapay göller olup sulamada kullanılmaktaydı. Ka­ nalların hepsi de düzdü ve içlerinde çok az su vardı. Kanalları kazmak Marslılar için pek sorun olınaınıştı, çiinkü oradaki toprak dünyadakinden hafifti. Kanallar üzerinde hiç köprü yoktu, fakat bu iletişim açısından sanın olmuyordu çiinkü herkes uçan makineyle dolaşıyordu. Yıldızlarda savaş yoktur, çünkü onlarda fikir ayrılığı yoktur. Yıldızlarla yaşayanların şekli insana benzemediği gibi, insanın aklının almayacağı ka­ dar da gülünç görünürler. Öteki Tarafa seyahat etme izni alan insan ruhlarının yıldızlara ayak basmasına izin verilınez. Ay­ nı şekilde, seyahat eden yıldız sakinleri dünyaya ayak basa­ maz, dünya yüzeyine en fazla 25 metre yaklaşabilirler. Bu ku­ ralı çiğnerlerse, dünyanın etkisi altına girerler ve insan şekli­ ne girmeleri gerekir. İnsan şeklinden de ancak doğal bir şe­ kilde öldükten sonra çıkabilirler. İnsan olarak soğuk, katı yü­ rekli ve zalimdirler. S. W. onları kendilerine özgü görünüşle­ rinden, "manevi yönü" olmayan, saçsız, kaşsız, keskin hatları olan görüntülerinden tanıyabilmektedir. !. Napolyon tipik bir yıldız sakiniydi. Seyahatlerinde alelacele geçtiği yerleri görmemişti. 60 Havada kayıyormuş gibi hissetınişti, ruhlar kendisine doğru noktada olduğımu söylemişti. O zaman, önüne çıkmak yahut görmek istediği kişinin sadece yüzüyle bedeninin üst kısmını görmüştii. Bu kişinin nasıl bir ortamın içinde olduğımu söy­ leyemiyordu. Ara sıra beni görüyordu, ancak sadece başımı görebiliyor, arka planı göremiyordu. Daha çok ruhların büyü­ leriyle ilgileniyor, bunun için garip garip yerlerde sakladığı kağıt şeritlerin üstiine yabancı dilde anlaşılmaz bir şeyler ya­ zıyordu. Onu en çok rahatsız eden şey, Conventi adını verdi­ ği, evimdeki İtalyan bir katildi. Birkaç kez ona büyü yapmaya çalıştı ve benim haberim olmadan çeşitli yerlere kağıt şeritler 48

sakladı, bunları daha sonra tesadüfen buldum. Bunlardan bi­ rinde (kırmızı kurşun kalemle) şu mesaj yazılıydı:

Canventi:

Conventi. go orden, astaf

Marche 1 4 �ovi

vene.

lvenes.

Gen palus, vent allis

ton prost afta ben gem.His.

Şekil 1

61

Ne yazık ki bunları çeviremedim, çünkü bu konuda S.

W.'ye yaklaşmak hiç de kolay değildi.

62

Uyurgezer Ivenes arada bir doğrudan toplulukla ko­

nuşmaktaydı. Bunu adeta büyümüş de küçülınüş bir eda ko­ kan ağırbaşlı bir dille yapmaktaydı, fakat Ivenes hiç de iki rehberi gibi sıkıcı yahut önüne geçilemez bir biçimde budala değildi; o ciddi ve olgun, içten ve sağduyulu, kadınsı bir se­ vecenlikle dolu, oldukça alçakgönüllü ve başkalarının fikirle­ rine değer veren biri. Duygusal ve melankolik bir yanı, me­ lankolik bir tevekkül havası var; bu dünyadan uzaklaşma öz­ lemi duymakta, gerçekliğe istemeye istemeye dönmekte, kötü kaderi, iğrenç aile koşulları için kederlerırnektedir. O bütün bu yanlarıyla muhteşem bir kadın; etrafındaki ruhlara emirler vermekte, von Gerbenstein'ın aptalca "gevezeliklerinden" tiksirırnekte, diğerlerini rahatlatmakta, zor durumdakilerin yardurırna koşmakta, onları canla başla tehlikelere karşı uyarmakta ve korumaktadır. Bütün tezahürlerin entelektüel ürünleri için bir kanaldır, gerçi kendisi bunu ruhlardan öğ­ rendiğini söyler. S. W.'nin yarı-uyurgezer durumunu doğru­ dan kontrol eden kişi Ivenes'tir.

Hayali Öyküler 63 S. W.'nin yarı-uyurgezerlik durumunda gözlerine yerleşen tuhaf ruhani görünümden dolayı çemberdeki bazı 49

üyeler onu Prevorst Kahinine benzetmişti. Tabii bu telkinin bazı sonuçları oldu. S. W. daha önce yaşadığı eski varlıklar­ dan söz etti, birkaç hafta sonra da -daha önce hiç böyle bir şeyden söz etmediği halde- aniden ortaya bir reenkamasyon sistemi alıverdi. Ivenes'in öteki insanların ruhlarına karşı belli üstünlükleri olan ruhsal bir varlık olduğunu söyledi. Her in­ san ruhu yüzyıllar içinde bir beden sahibi olınalıdır. Fakat Ivenes'in her iki yüz yılda en azından bir kez beden sahibi alınası gerekmekteydi; onun dışında sadece iki insan, yani Swedenborg ile Frorence Cook (Crookes'in26 ünlü medyumu) bu kaderi paylaşmaktaydı. S. W. bu iki kişinin erkek karde­ şiyle kız kardeşi olduğunu söylüyordu. Önceki varoluşlarına dair hiçbir şey söylemedi. Ivenes 19. yüzyılın başında Pre­ vorst Kahini Frau Hauffe idi, 18. yüzyıl başında ise orta Al­ manya'da (tam yer belirtilmiyor) bir rahibin karısıydı. Goethe onu baştan çıkarmış ve ondan bir çocuğu olmuştu. 15. yüz­ yılda bir Sakson kontesiydi ve Thierfelsenburg gibi şiirsel bir adı vardı. Ulrich von Gerbenstein o zamandan beri akraba­ sıydı. Yeniden doğmasından önce geçen üç yüz yılın ve Goet­ he'yle yaşanan maceranın kefaretini kahinin acı çekerek öde­ mesi gerekiyordu. 13. yüzyılda, Fransa'nın güneyinde yaşa­ yan Valours adlı soylu bir kadındı ve cadı olduğu gerekçesiy­ le yakılmışh. 13. yüzyıldan geriye, Neron'un Hıristiyanlara karşı giriştiği zulümlere kadar uzanan zaman içinde S. W.'nin ayrınhsını vermediği birçok reenkamasyon yaşanmışh. Hıris­ tiyanlara karşı girişilen zulüm sırasında şehit olınuştu. Sonra Davut'un zamanına doğru daha gerilere gidince, Ivenes'in sı­ radan bir Yahudi kadın olarak yaşadığı başka bir karanlık dönem geçmişti. Bir Yahudi olarak öldükten sonra Astaf'tan, yani cennetteki meleklerden birinden muhteşem kariyeri için yetki alınışh. Daha önceki bütiin varoluşlarında medyunıluk ve bu dünya ile Öteki Taraf arasında aracılık yapınışh. Kız ve erkek kardeşleri de kendisiyle aynı yaşta olup aynı işi yap­ mışlardı. Daha önceki bütiin dünyaya gelişlerinin hepsinde de evlenmiş ve bu sayede, kendinden geçtiği zamanlarda uğ­ raşhğı o sonsuz ölçüde karmaşık ilişkilere yol açan devasa bir 26

[Hekim ve ruh araşhrmacısı Sir William Crookes. MEDİTÖRLER.] 50

aile ağacı oluşturmuştu. Derken, 18. yüzyılda bir dönemde dünyevi babasının ve dahası büyükbabasıyla benim büyük­ babamın annesi olmuştu. Dolayısıyla aslında birbirini tanı­ mayan bu iki yaşlı adam arasında olağanüstü bir dostluk vardı. Madam Valours olarak benim arınemdi. Cadı olduğu gerekçesiyle yakıldığında bundan çok etkilenmişim; Ro­ uen' de bir manastırda inzivaya çekilmişim, gri bir din adanu elbisesi giymiş, başrahip olmuş, botanik üstüne bir kitap yaznuş ve sekseni aşkın bir yaşta ölmüşüm. Manastırın ye­ mekhanesinde Madam Valour'un yarı oturur, yarı arkaya yaslanır bir şekilde tasvir edildiği bir portresi asılıymış. (S. W. de yarı-uyurgezerlik durumunda iken sofada çoğunlukla böyle otururdu. Bu konum tamı tamına David'in ünlü Ma­ dam Recamier tablosuna benzemektedir.) Seanslara sık sık katılan ve uzaktan bana benzeyen bir beyefendi de o zaman­ larda onun oğluymuş. Tanıdığı veya ilişkisi olduğu herkes bu çekirdek ilişki ağı etrafında şu veya bu uzaklıkta yerini aldı. Biri 15. yüzyıldan geliyordu, öteki 18. yüzyıldan bir kuzendi, vs. Üç büyük aile kaynağından Avrupa ırklarının büyük 64 bir bölümü çıkmıştı. O ve erkek ve kız kardeşleri cisirnleşerek ortaya çıkan Adem' den gelmişlerdi; o zamanlar var olan, Ka­ bil'in eşinin de türediği diğer ırklar maymunlardan gelmiş­ lerdi. S. W. bu kendi aralarında ilişkili gruplardan epeyce aile dedikodusu, sayısız hayali öykü, etkileyici maceralar, vs. üretti. Hayali öykülerinin başlıca hedefi, bilmediğim bir ne­ denle S. W.'nin hiç hoşlanmadığı, benim de tanıdığım bir ka­ dındı. S. W. bu kadının 18. yüzyılda adı ayyuka çıkmış ünlü bir Parisli zehircinin enkarne olmuş hali olduğıınu söyledi. Bu kadının hiila o tehlikeli işe devam ettiğini, ama bu işi eski­ sinden daha ustaca ve ince biçimde yaptığuu iddia etti. Ya­ nındaki kötü ruhların yardımıyla, havayla temas ettiğinde havada uçuşan her türlü tüberküloz bakterisini çekerek bak­ teriler için mükernrnel bir ortam oluşturan bir sıvı keşfetınişti. Yiyecekle karıştırdığı bu sıvıyla (gerçekten de tüberkülozdan ölen) kocasını, bir aşığını ve kendi erkek kardeşini öldürmüş, onun mirasına konmuştu. En büyük oğlu aşığındandı ve gay­ rimeşruydu. Dul olduğu dönemde başka bir aşığından bir 51

gayrimeşru çocuk daha doğurmuş ve nihayet kendi erkek kardeşiyle gayrimeşru ilişkiye girmiş, sonra da onu zehirle­ mişti. S. W. böyle böyle, tamamen gerçek olduğuna inandığı sayısız öykü uydurmuştu. Bu hayali öykülerdeki karakterler görülerde de ortaya çıkıyordu, tıpkı yukarıda sözü edilen iti­ raf ve günah bağışlama sahneli görüdeki kadın gibi. Çevre­ sinde meydana gelen ilginç bir şey hemen bu hayali öykü sis­ temine sokuluyor ve belli belirsiz önceki varoluş ve etkileyici ruh öyküleriyle birlikte aile ilişkileri içinde bir yere oturtulu­ yordu. Dolayısıyla S. W.'nin tanıdığı herkes bu işin içine giri­ yordu: Bunlar karakter özelliklerine göre birinci ya da ikinci kez enkarne oluyorlardı. Çoğu durumda ayru zamanda akra­ ba oluyorlar ve hep tıpatıp ayru şekilde seçiliyorlardı. Çarpıcı ilişkiyi daha önceki varoluşlar ya da gayrimeşru bağlantılar aracılığıyla açıklayan yeni ve karmaşık bir hayali öykü ancak ondan sonra, çoğunlukla da birkaç hafta sonra, bir esrime ha­ linin ardından ortaya çıkıyordu. S. W.'ye sempati duyanlar genellikle çok yakın akrabalardı. (Yukarıda anlatılan dışında­ ki) Bu hayali aile öyküleri çok özenli bir şekilde kurgulanı­ yordu, dolayısıyla bunların doğruluğunu araştırmak kesinlik­ le mümkün değildi. Şaşırtıcı bir tutarlılıkla örülüyor ve S. W.'nin bir yerlerden duyduğu ya da alıntıladığı olağanüstü zekice ayrıntılarla çoğu zaman bizi şaşkınlık içinde bırakıyor­ du. Hayali öykülerin çoğu oldukça ürkütücüydü: Zehirle ve hançerle cinayet işleme, baştan çıkarma, sürgün, sahte vasi­ yetnameler, vb. önemli rol oynamaktaydı.

Mistik Bilim 65 S. W. bilimsel sorularla ilgili olarak pek çok telkine maruz kalmıştı. Genellikle seansların sonuna doğru bilimsel yahut ruhani içerikli konular ele alınır ve tartışılırdı. S. W. bu konuşmalara asla katılınaz, yarı-uyurgezer bir halde, sersem­ lemiş bir şekilde bir kenarda otururdu. Yarı uykulu halde bi­ raz onu, biraz bunu dinler, açıklamaları yarım yamalak anlar, sorulduğunda asla tutarlı bir cevap veremezdi. Kış boyunca seanslarda çeşitli ipuçları ortaya çıkmaya başladı: "Ruhlar kendisine dünya güçleri ve Öteki Taraf hakkında tuhaf bilgi­ ler getirmekteydi, ama şimdilik bu konuda bir şey söyleye52

mezdi." Bir defasında tarif etmeye çalışmış ama sadece "bir tarafta bir ışık, diğer tarafta çekim gücü" demişti. Nihayet 1900 Martında, bir süre bu tür şeylere ara verildikten sonra, birden neşeli bir yüzle ruhlardan her şeyi öğrendiğini söyledi. Üzerinde çeşitli isimlerin yazılı olduğu bir kağıt şerit çıkardı. İstediğim halde kağıdı elinden bırakmadı, ama benden bir şe­ kil çizmemi istedi.

Şekil 2

66 1899/1900 kışında, S. W.'nin yanında birkaç kez Kant'ın Evrensel Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı'yla" bağlantılı olarak çekici ve itici güçlerden, aynca enerjinin konınumu 27 [Bkz. Kmıt's Cosmogony as in His "Essay on tlıe Retardation of tlıe Rotation of tlıe Eartlı" and His "Natura[ History and Theory of tlıe Heavens," ed. ve çev. W. Hastie (Glasgow, 1900). -EDİTÖRLER.] 53

yasasından, değişik enerji formlarından ve yerçekimi gücü­ nün bir çeşit hareket olup olmadığından söz ettiğimizi çok iyi hahrlıyorum. Görünüşe göre S. W. mistik sisteminin temelle­ rini bu konuşmaların içeriklerinden almışh. Şu açıklamaları yapmışh: Güçler yedi çemberde düzenleniyor. Bunların dı­ şında güçle madde arasında bir yerde biliruneyen güçler içe­ ren üç tane daha mevcut. Madde on iç çemberi saran yedi dış çemberde bulunuyor." Merkezde Temel Güç yer alıyor; bu ruhsal bir güçtür ve yarahlışın asıl kaynağı budur. Temel Gü­ cü çevreleyen ilk çember, gerçek bir güç olmayan ve Temel Güçten kaynaklanmayan Maddedir. Fakat Temel Güçle birle­ şir ve bu birleşimden öteki ruhsal güçler çıkar: Bir tarafta İyi veya Işık Güçleri [Magnesor], diğer tarafta Karanlık Güçler [Connesor] vardır. Magnesor Güç en çok Temel Gücü, en az da Connesor Gücü içerir, çünkü burada maddenin karanlık gücü çok yüksektir. Temel Güç ne kadar dışarı ilerlerse o ka­ dar zayıflar, ama aynı zamanda maddenin gücü de zayıflar, çünkü gücü Temel Güçle en şiddetli çarpışhğı noktada, yani Connesor Güçte en yükseğe çıkar. Her çemberde zıt yönlerde işleyen eşit kudrete sahip benzer güçler bulurımaktadır. Sis­ tem aynı zamanda tek bir çizgide ya da sühında da yazılabi­ lir; Temel Güç, Magnesor, Cafar, vs. ile başlayıp, soma da diyagramda soldan sağa doğru giderek- Tusa ve Endos üze­ rinden yukarıdaki Connesor'a ulaşır. Fakat farklı yoğırnluk derecelerini bu şekilde görmek zor olacakhr. Dış çemberdeki her güç, iç çemberdeki en yakın bitişik güçlerden oluşmaktadır. 67 MAGNESOR GRUBU. Karanlık taraftan çok hafif et­ kilenen Işık Güçleri adı verilen güçler doğrudan bir çizgi ha­ linde Magnesor' dan iner. Magnesor, Cafar ile birlikte, tek tip olmayıp farklı hayvan ve bitkilerden oluşan Yaşam Gücünü oluşturur. İnsanın yaşam gücü Magnesor'la Cafar arasında­ dır. İyi ahlaklı insanlarda, iyi ruhlar ve yeryüzü arasında ileti­ şimi sağlayan medyumlarda çok Magnesor vardır. Ortalarda bir yerlerde hayvanların, Cafar' da bitkilerin yaşam gücü var­ dır. Hefa hakkında hiçbir şey bilirunez, yahut da S. W. bilgi vermez. Persus, kendini hareket güçlerinde dışa vuran ana ıs

[Diyagram sadece ilk yedi iç çemberi göstermektedir. -EDİTÖRLER.} 54

güçtür. Bilinen biçimleri Isı, Işık, Elektrik, Manyetizma ve biri sadece kuyruklu yıldızlarda bulunan iki bilinmeyen güçtür. S. W. alhncı çemberdeki güçlerden sadece Kuzey ve Güney Manyetizma ile Pozitif ve Negatif Elektriği sayabilmektedir. Deka bilinmez. Sınar özel bir önem taşımakta olup aşağıda ele alınacakhr; şuraya çıkmaktadır: 68 HYPOS GRUBU. Hypos ile Hyfonisrn sadece belli in­ sanlarda, yani başkalarına manyetik etki yapabilen insanlarda bulunan güçlerdir. Athialowi cinsel içgüdüdür. Kimyasal çe­ kicilik doğrudan buradan gelir. Yedinci çemberde Eylemsizlik yer almaktadır. Surus ve Kara'nın önemi bilinmez. Pusa, Srnar'ın tam karşıhdır. 69 CONNESOR GRUBU. Connesor, Magnesor'un zıt kutbudur. Karanlığı ve kötülüğü, Işığın iyi gücüyle eşit yo­ ğunluktadır. İyi gücün ürettiği şeyi karşıhna çevirir. Endos minerallerde bulunan temel bir güçtür. Tusa'dan (önemi bi­ linmiyor), kendini direnç güçlerinde (yerçekirni, kılcal çekim, tuhna ve birleşme) dışa vuran temel güç olarak tanımlanan Çekim çıkmaktadır. Nakus yılan zehrine karşı panzehir etkisi gösteren, ender bulunan bir taştaki gizli güçtür. Sınar ve Pusa adlı güçler özel bir önem taşımaktadır. S. W.'ye göre Sınar ölüm anında iyi ahlaklı insanların bedenlerinde gelişir. Bu güç ruhun Işık güçlerine yükselmesini sağlar. Pusa tam tersi yönde işler, çünkü o kötü ahlaklı ruhu karanlık taraftaki Connesor durumuna götüren güçtür. 70 Alhncı çemberle birlikte görünen dünya başlar; görü­ nüşe göre bu, sırf duyu organlarımızın mükemmel olmaması nedeniyle Öteki Taraftan keskin bir şekilde ayrılır. Hakikatte dönüşüm oldukça yavaş gerçekleşir ve algı ve duyuları diğer insanlarınkinden daha hassas olan daha yüksek bir kozmik bilgi düzeyinde yaşayan insanlar vardır. Bu "kahinler" sıra­ dan insanların hiçbir şey göremediği yerlerdeki güç dışavu­ rurnlarını görebilirler. S. W. Magnesor'u iyi ruhların yakın­ larda olduğu sıralarda ortaya çıkan parlak beyaz veya mavi bir buhar olarak görmektedir. Connesor "kara" ruhların gö­ ründüğü zamanlarda ortaya çıkan kara dumanlı bir sıvıdır. Büyük görülerin başladığı gece parlak Magnesor buharı kaba tabakalar halinde etrafa yayılmış ve iyi ruhlar içinden çıkıp 55

cisimleşerek görünür beyaz figürlere dönüşmüşlerdi. Conne­ sor' da da hpkı aynısı olmuştu. Bu iki gücün kendi farklı medyumları vardır. S. W., Prevorst Kahini ve Swedenborg gi­ bi bir Magnesor medyumdur. Spiritüalistlerin maddeleştirme medyumları çoğunlukla Connesor medyumlardır, çünkü maddeleştirme, maddenin özellikleriyle yakın bağlanhlı olan Connesor aracılığıyla çok daha kolay gerçekleşmektedir. S. W. 1900 yazında birkaç kez madde çemberlerinin tablosunu çıkarmaya çalışh, ancak bulanık ve anlaşılmaz ipuçlarmm ötesine geçemedi, ondan sonra da bu konuyu hiç ağzına al­ madı. Bozukluğun Düzelmesi 71 Güç sisteminin üretilmesiyle birlikte gerçekten ilginç ve önemli olan seanslar da sona erdi. Daha bundan önce es­ riklik hallerinin enerjisi ciddi şekilde düşmeye başlanuşh. Ulrich von Gerbenstein giderek ön plana çıkmış ve çocuksu gevezelikleriyle seansları saatler boyu doldurur olmuştu. Bu arada S. W.'nin gördüğü görüler de aynı şekilde zenginliğini ve estetik niteliğini kaybehneye başlamış, arhk sadece iyi ruh­ ların varlığındaki mutlu duygularla kötü ruhların varlığında­ ki tatsız duygulardan söz eder olınuştu. Yeni bir şey üretilmi­ yordu. Trans halindeki iletişimlerde kararsızlık izleri görülü­ yor, adeta ihtiyatlı davrarur ve kendisini izleyenler üzerinde bir izlenim yarahnak ister gibi görünüyordu; ayrıca içerik de giderek bayatlamaktaydı. Dışa karşı davraruşlarında da belir­ gin bir utangaçlık ve kararsızlık vardı, çevresini bilerek aldat­ hğı izlenimi giderek güçleniyordu. Bu yüzden yazar seans­ lardan çekildi. S. W. daha sonra öteki çemberlerde denemeler yaph ve benim gözlemlerimin bir sonuca ulaşmasından alh ay sonra suçüstü yalan söylerken yakalandı. Apport vb. gibi spiritüalist deneylerle çevresindekileri doğaüstü güçlere sa­ hip olduğıına yeniden inandırmak istedi, bunun için giysisi­ nin alhna küçük nesneler saklayıp karanlık seanslarda havaya ath. Ancak rol yaphğı iyice ortaya çıkmışh. O giinden beri aradan on sekiz ay geçti, bu süre içinde kendisini hiç görme­ dim. Fakat kendisini ilk günlerden taruyan bir gözlemciden hiila kısa süreli tuhaf durumlar yaşadığını, solgun ve sessiz 56

bir şekilde sabit bir yere bakhğını duydum. Görüler konu­ sunda bir şey duymadım. Arlık ruh çağırma seanslarına ka­ hlınıyorrnuş. S. W. bugünlerde büyük bir işyerinde çalışıyor ve her bakımdan çalışkan, işini büyük bir özen ve ustalıkla yaparak ilgililerin beğenisini kazanan biri olarak tanınıyor. Güvenilir kaynaklardan aldığım bilgiye göre, karakteri de epeyce değişmiş: Daha sakin, tutarlı ve uysal biri olınuş. Artık herhangi bir anormallik görülmüyormuş.

[3. Vakanın Değerlendinnesi] 72 Tamamlanmamış olmasına karşın bu vaka, bu maka­ lenin boyutlarını kat kat aşacak kadar büyük bir psikolojik so­ runlar yığınından oluşmaktadır. Bu yüzden sadece ön plana çıkan fenomenleri ele almakla yetineceğiz. Konuyu iyice açık­ lığa kavuşhırrnak açısından farklı dururnlan ayrı başlıklar al­ hnda ele almak doğru olacaktır. Uyanıklık Durumu 73 Burada hasta çeşitli sıra dışı özellikler göstermektedir. Gördüğiimüz kadarıyla okulda sık sık dalıp gidiyor, metinleri olağandışı bir şekilde yanlış okuyor, huysuz, sürekli değişen ve tutarsız bir ruh hali sergiliyor, bir sakin, utangaç ve çekin­ gen, bir olağanüstü canlı, gürültücü ve konuşkan oluyordu. Zeki olmadığı söylenemez, ancak kimi zaman insanı şaşırta­ cak kadar zekice davranışlar sergilerken, kimi zaman da aynı ölçüde aptalca davranınaktadır. Genel olarak iyi bir belleği var, ancak bu sık sık sergilenen belirgin dikkat dağınıklıkla­ rıyla bölünmektedir. Bu yüzden, Kemer'in Seherin von Pre­ vorst'unu defalarca kez okumuş ve tarhşrnış olmasına karşın, doğrudan sorulunca hfila yazann adının Koemer mi yoksa Kemer mi olduğırnu yahut da Kahinin adını bilmemektedir. Yine de "Kemer" adının otomatik iletişim anlarında kimi za­ man doğru yazıldığı görülmektedir. Genel olarak karakterin­ de olağanüstü dengesiz, istikrarsız ve neredeyse değişken bir şeyler bulunduğu söylenebilir. Karakterdeki psikolojik dalga­ lanmaları ergenliğe bağlasak dahi, kendini dengesiz ve öngö­ rülemeyen tepkilerle ve garip hareketlerle dışa vuran patolo57

jik bir tortu hala bulunmaktadır. Bu karakteri "dengesiz" ya da "istikrarsız" olarak nitelemek mümkündür. Kendine özgü niteliği, histerik olarak adlandırılabilecek kimi özelliklerden kaynaklanır: Her şeyden önce dikkat dağınıklığı ve hayalci yapısı bu çerçevede değerlendirilmelidir. Janet'nin29 söylediği gibi, histerik anestezinin temelinde dikkat dağılması yatar. Janet genç histeriklerde "algı alanına giren her şeye karşı çar­ pıcı bir ilgisizlik ve dikkat eksikliği" bulunduğımu göstermiş­ ti. Bunun ilgi çekici ve histerik dikkat dağılmasını iyi gösteren bir örneği yanlış okumadır. Bu sürecin psikolojisinin şu şekil­ de olduğu düşünülebilir: Yüksek sesle okurken kişinin dikka­ ti azalır ve başka bir nesneye yönefü. Bu arada okuma meka­ nik olarak devam eder, duyu izlenimleri eskisi gibi alınır, an­ cak dikkat dağılması nedeniyle algı merkezinin uyarılabilirli­ ği azalır, o kadar ki duyu izleniminin gücü arhk sözel motor rotasında algılama yapabilecek kadar, başka bir deyişle, içe akan ve hemen yeni bir duyu izlenimle birleşen çağrışımları bashracak kadar dikkat toplayamaz. İleri psikolojik meka­ nizma iki muhtemel açıklamaya elverir: (1) Algı merkezindeki uyarı eşiğinin yükselmesi nedeniyle duyu izlenim bilinçdışı şekilde, yani bilinç eşiğinin alhnda edi­ nilir ve dolayısıyla bilinçli dikkatle algılanıp konuşma rotası doğrultusunda işlenemez, sözel ifadeye ancak en yakın çağrı­ şımlar aracılığıyla, bu vakada nesneyle ilgili diyalekt ifadeler­ le ulaşır. (2) Duyu izlenim bilinçli olarak edinilir, fakat konuşma rotası­ na girdiği anda uyarılabilirliği dikkat dağılmasıyla azalan bir noktaya ulaşır. Bu noktada diyalekt sözcüğiin yerini sözel­ motor konuşma-imgesi alır ve onun yerine söylenir. Her iki durumda da işitsel dikkat dağılmasının hatayı düzeltemeye­ ceği kesindir. Vakarnızda iki açıklamadan hangisinin doğru olduğıma karar vermek mümkün değildir; muhtemelen ikisi de gerçeğe yakındır, çünkü dikkat dağuuklığı görünüşe göre genel bir olgu olup, yüksek sesle okuma eylemine dahil olan birden fazla merkezi etkilemektedir. 74 Vakamızda bu semptom özel bir önem gösterir, çün29 "L'Anesthesie hysterique" (1892). 58

kü burada oldukça temel bir otomatik fenomen söz konusu­ dur. Bu, histerik olarak adlandırılabilir çünkü bu vakada tü­ keniş ve paralel semptomlarla zehirlenme göz ardı edilebilir. Sağlıklı bir insan, dikkat eksikliği nedeniyle meydana gelen, özellikle de yukarıda söz edilen türde hatalaruu düzelteme­ diği bir nesne tarafından ele geçirilmeye sadece istisnai du­ rumlarda izin verir. Bunun hastada meydana gelme sıklığı bi­ linç alanının ciddi biçimde suurlandığıru gösterir, çünkü has­ ta üzerine aynı anda akan temel algıların çok az bir kısmuu kontrol edebilir. "Psişik gölge yan"ın psikolojik durumunu tanımlayacak olursak, baskın özelliğinin aktifliğine ya da pa­ sifliğine göre bir uyku- ya da rüya-durumu olarak tanımlaya­ biliriz. Burada kesinlikle kapsam ve şiddeti geniş olmayan pa­ tolojik bir rüya-durum söz konusudur; kendiliğinden ortaya çıkmışhr ve kendiliğinden ortaya çıkan ve otomatizm üreten rüya-durumlar genellikle histerik olarak nitelendirilir. Has­ tamızda yanlış okumaların sıkça görüldüğiinün ve bu neden­ le "histerik" teriminin uygun düştüğiinün, çünkü bildiğimiz kadarıyla kısmi uyku- ya da rüya-durumların sadece histerik bünyede hem sıkça hem de kendiliğinden meydana geldiğini vurgulamak gerekir. 75 Bitişik çağrışımın otomatik ikamesi, Binet'o tarafından histerik hastalar üzerinde deneysel olarak araşhrılmışhr. Has­ tanın uyuşan eline iğne bahrdığında, hasta iğneyi hissehne­ miş fakat "sivri uçlar" aklına gelınişti; Binet kaduun parmak­ laruu hareket ettirdiğinde, kadının aklına "çubuklar" ya da "direkler" gelmişti. Yine, bir perdeyle hastanın görmesi en­ gellenen bir el "Salpetriere" yazdığında, hasta "Salpetriere" sözcüğünü önündeki siyah bir zemine yazılınış beyaz bir yazı olarak görmüştü. Bu daha önce değinilen Guinon ve Sophie Woltke deneylerini hahrlahr. Böylece, sonraki fenomenleri destekleyecek hiçbir şe­ 76 yin olmadığı bir zamanda hastamızda gelişmemiş otomatizm­ ler, rüya parçaları görürüz; bunlar kendi içlerinde günün bi­ rinde birden fazla çağrışunın algı dağınıklıklarıyla bilinç ara­ sında gidip gelme olasılığuu barındırır. Yanlış okuma aynı 3o

Les Alterations de la personnalite, s. 205 vd. 59

zamanda psişik unsurlardaki belli bir otonomiyi de ortaya çı­ karır; başka bir şekilde çarpıcı ya da kuşkulu olmayan, nispe­ ten düşük bir dikkat dağınıklığıyla bile az da olsa dikkat çe­ ken ve psikolojik rüyanınkine yaklaşan bir üretkenlik göste­ rirler. Dolayısıyla, yanlış okuma, sonraki olayların bir ön semptomu olarak değerlendirilebilir; özellikle de psikolojisi uyurgezerlik halindeki rüya mekanizmasının prototipi oldu­ ğu için, çünkü bu rüyalar aslında yukarıda tarif ettiğimiz te­ mel sürecin bir çoğalhrnı ve sonsuz varyasyonundan ibarettir. Ben yaphğırn gözlemlerde bir türlü bu türden başka geliş­ memiş otornatizrnler gösterememiştim; görünüşe göre, baş­ langıçta düşük seviyeli olan dikkat dağınıklığı durumları, bi­ linç yüzeyinin alhnda ağır ağır o dikkat çekici uyurgezerlik nöbetlerine dönüşmekte ve dolayısıyla uyanıklık durumun­ dan kaybolmaktadır. Hastanın karakterinin gelişimine gelin­ ce, yaklaşık iki yıl süren gözlemler boyıınca hafif bir olgun­ laşma dışında çarpıcı bir değişim görülmemiştir. Öte yandan, uyurgezerlik nöbetlerinin azalmasından (tam olarak bihne­ sinden?) sonraki iki yılda dikkat çekici bir karakter değişimi meydana geldiğini hahrlahnakta yarar var. Daha sonra bu gözlemin önemi üzerine konuşma fırsah bulacağız.

Yarı-Uyurgezerlik Anlathğımız S. W. vakasında aşağıdaki durum "yarı­ 77 uyurgezerlik" terimiyle gösterilmişti: Hasta uyurgezerlik nö­ betirıin meydana gelmesinden önce ve sonra, bir süre kendini, en belirgin özelliği "zihin meşguliyeti" olarak tanunlanabile­ cek bir durumda bulmuştu. Etrafındaki konuşmaları sadece yarun kulakla dinlemiş, dalgın dalgın cevaplar vermiş, sık sık halüsinasyonlar içinde kaybolmuştu; ciddi bir yüz ifadesi, kendinden geçmiş, hayalci, heyecanlı bir görüntüsü vardı. Daha yakından bir gözlem bütün karakterinin değiştiğini gös­ tennişti. Arhk kederli ve temkinliydi; ne zaman ağzını açsa hep çok ciddi şeylerden söz ederdi. Bu durumda o kadar cid­ di, o kadar etkileyici ve ikna edici konuşurdu ki insan ister is­ temez kendine sorardı: Bu kız gerçekten on beş buçuk yaşın­ da mı? İnsan karşısında son derece yetenekli, olgun bir kadın olduğıınu düşünürdü. Bu ciddiyetin, bu olgunluğıın nedeni 60

hastanın şu açıklamasında yatmaktaydı: Dediğine göre böyle zamanlarda bu dünyayla öteki dünyanın sınırında durur ve tıpkı canlılarla bir araya geldiği gibi ölülerin ruhlarıyla bir araya gelirdi. Gerçekten de konuşması, nesnel bakımdan ger­ çek sorularla halüsinasyon halindeki sorulara verilen cevaplar arasında eşit ölçüde bölünürdü. Richet'in kendi tanımıyla ör­ tüştüğü için ben bunu yarı-uyurgezerlik durumu olarak ad­ landırıyorum: Bilincin dışında sürekli olarak oldukça karmaşık işlemler meydana gelirken, böyle bir kişinin bilinci bütün kalmakta ısrar eder, bu arada gönüllü ve bilinçli ego herhangi bir değişimden habersiz görünür. İçinde başka bir kişi olur, bilinci dışında hareket eder, düşünür ve arzular, yani bilinci, durumun böyle olduğunun en ufak bir şekilde farkında olmayan egoyu yansıtır.Jı

78

Binet" "yarı-uyurgezerlik" terimi için şöyle der:

Bu terim, bu durumun gerçek uyurgezerliğe yakın olduğu ilişkileri açıklar; bunun dışında, uyaruklık halinde ortaya çıkan uyurgezerli­ ğin normal bilincin yeniden ağırlığını koymasıyla giderilip bastırıla­ bileceğini gösterir.

Otomatizmler Yarı-uyurgezerlikte bilinç uyanıklık durumundan 79 sonra da açık kalmaya devam eder ve bilincin kendisinden bağımsız bir bilinçaltı faaliyetinin belirtisi olan çeşitli otoma­ tizmler görülür. 80 Bizim vakamız şu otomatik fenomenleri gösterir: Masanın otomatik hareketlerini. (1 ) Otomatik yazı yazmayı. (2) Halüsinasyonları. (3) 81 ( 1 ) MASANIN OTOMATİK HAREKETLERİ. Hasta benim gözlemim altına girmeden önce, ilk başlarda bir tür sa­ lon oyunu olarak gördüğü "ruh çağırma" telkinlerinden etki­ lenmişti. Çembere girer girmez aile üyeleriyle iletişim kurmuş ve hemen medyum olarak kabul görmüştü. Kesin olarak anJı Richet, "La Suggestion mentale et le calcul des probabilit€s" (1884), s. 650. 32 Les Alttfrntions de la personnalittf, s. 154. 61

ladığım şey, ellerini masaya koyar koymaz tipik hareketlerin başladığıydı. Konuşmaların içeriği bizi fazla ilgilendirmez. Fakat hareketin otomatik oluşu üzerinde durmayı gerektirir, çünkü hastanın bardak itip çekmelerinin bilinçli hareketler olduğu pekali\ düşünülebilir. 82 Chevreul, Gley, Lehrnan ve diğerlerinin" araşhrrnala­ rından bildiğimiz üzere, bilinçdışı motor fenomenler, histerik kişilerle öteki biçimlerde patolojik eğilimli kişilerde sıkça gö­ rüldüğü gibi, başka kendiliğinden otomatizmler göstermeyen normal kişilerde de kolayca ortaya çıkabilmektedir. Bu konu­ da birçok deney yaphğım için bu gözlemi tamamen doğrula­ yabilirim. Vakalarm büyük çoğunluğunda gereken tek şey ye­ terince sabırlı olmak, yani bir saat kadar sakince beklemektir. Karşı telkinlerle önlenmediği sürece çoğu deneklerde motor otomatizmler sonunda şu veya bu ölçüde elde edilecektir. Nispeten az sayıda vakada fenomen kendiliğinden belirir, yani sözel telkinin ya da daha önceki bir oto-telkinin etkisiyle doğrudan ortaya çıkar. Bizim vakamızda denek telkinden çok etkilenmişti. Genel olarak deneğin yapısı normal hipnoz için de geçerli olan bütün yasalara açıkhr. Yine de vakanın kendi­ ne özgü yapısından kaynaklanan belli bazı durumlar göz önünde bulundurulmalı. Burada söz konusu olan tam değil, kısmi bir hipnozdu; kolun motor bölgesiyle sınırlıydı tama­ men, hpkı vücuttaki ağrılı bir nokta için manyetik geçişlerle üretilen serebral anestezi gibi. Sözel telkin uygulayarak ya da mevcut bazı oto-telkinlerden yararlanarak söz konusu nokta­ ya dokunuruz ve istenen kısmi hipnozu sağlamada telkin gibi işlev gördüğiinü bildiğimiz dokunma uyarısını kullarurız. Di­ rençli deneklerin bu işlemle kolayca otomatizm sergilemesi sağlarur. Deneyci kasıtlı olarak masayı hafifçe ittirir, ya da daha iyisi, masaya rihnik bir şekilde hafif hafif vurur. Bir süre sonra sallanınaların giderek şiddetlendiğini, kasti hareketler durduğu halde sallanmaların devam ettiğini fark eder. Deney başarılı olmuştur, denek farkına varmadan telkinden etki­ lenmiştir. Bu işlem sayesinde sözel telkinden çok daha iyi so­ nuçlar elde edilmiştir. Kolayca etkilenen kişilerde ve göriinüJJ Binet'deki ayrınhlı referanslar, s. 222 vd. 62

şe göre hareketin kendiliğinden başladığı tüm vakalarda, de­ neğin fark etmediği kasıtlı titremeler" faal muharrik rolünü üstlenir. Böylelikle daha kaba otomatik hareketleri bile kendi başlarına yapamayan kişiler, kimi zaman masa hareketlerini bilinçdışı bir şekilde kontrol edebilirler, tabii titremeler med­ yumun anlayacağı kadar güçlüyse. Sonra medyum hafif salı­ nımları devralır ve bunları -çoğunlukla tam olarak aynı anda değil birkaç saniye sonra- iyice güçlendirilmiş olarak geri ve­ rir ve böylelikle failin bilinçli veya bilinçdışı düşüncesini açı­ ğa çıkarır. Bu basit mekanizma ilk bakışta oldukça büyüleyici olan düşünce okuma arzularına yol açabilir. Çoğu durumda deneyimsiz kişilerde bile işe yarayan çok basit bir deney bunu gösterecektir. Diyelim ki deneyci zihninde

4 sayısını düşünür

ve elleri sakin bir şekilde masanın üstünde, düşünülen sayıyı açıklayacak ilk hareketi yapma isteği duyuncaya kadar bek­ ler. Birden masanın üstünden ellerini kaldırır ve sayı doğru bir şekilde yazılır. Bu deneyde masanın yumuşak ve kaim bir halının üstüne yerleştirilmesi önerilir. Deneyci yeterince dik­ katli olduğu takdirde zaman zaman masada şu şekilde oku­ nabilecek bir hareket fark edebilir:

a

J

2 J b Şekil 3

34

Çok iyi bilindiği üzere, uyanıklık durumunda eller ve kollar hiçbir zaman tamamen hareketsiz olmaz, sürekli hafif titremeler olur. Preyer, Lehman ve diğerleri bu hareketlerin büyük ölçüde zihne hakim olan fikirlerden kaynak­ landığını göstermişlerdir. Örneğin Preyer, uzahlan elin canlı biçimde hayal edilen figürlerin küçük ama şu veya bu şekilde başarılı kopyalarını çizeceğini göstermiştir. Bu kasıtlı titremeler sarkaçla yapılan çok basit deneylerle göste­ rilebilir. 63

83 1: Deneğin algılayamayacağı kadar hafif kasıtlı titremeler. 2: Deneğin karşılık verdiğini gösteren masadaki çok küçük fakat algılanabilir salınımlar. 3: Düşünülen 4 sayısını veren masadaki büyük hareketler ("eğilmeler"). ab operatörün ellerinin kaldırıldığı anı gösterir. Bu deney hevesli ancak deneyimsiz kişilerde kusur­ 84 suz biçimde işler. Küçük bir pratikten sonra fenomen genel­ likle ortadan kalkar, çünkü pratik yaparak numarayı kasıtlı hareketlerden doğrudan okumak ve yeniden üretmek mfun­ kündür.35 85 Duyarlı bir medyumda bu kasıtlı titremeler hpkı yu­ karıda anlahlan deneydeki kasıtlı vuruşlar gibi meydana ge­ lir: Alınmakta, güçlendirilmekte ve neredeyse ürkekçe dene­ cek kadar hafif bir şekilde yeniden üretilmektedirler. Böyle de olsa algılanabilmekte ve dolayısıyla hafif dokunma uyarısı şeklinde telkin işlevi görmektedirler. Kısmi hipnozun artma­ sıyla birlikte de büyük otomatik hareketleri üretmektedirler. Bu deney oto-telkinin giderek arthğını en açık biçimde göste­ rir. Tüm otomatik motor fenomenler bu oto-telkin hath bo­ yunca gelişir. Yukarıdaki tarhşmadan sonra zihinsel içeriğin tümüyle motor alana nasıl yavaş yavaş girdiğini açıklamaya gerek kalmaz. En azından deneyci açısından sorun en baştan beri sözel bir temsil sorunu olduğımdan, zihinsel fenomeni uyarmak için özel bir telkine gerek yoktur. İlk seyrek motor ifadelerin sona ermesinden sonra deneyimsiz denekler çok geçmeden kendi sözel ürünlerini ya da deneycinin niyetlerini yeniden üretmeye başlarlar. Zihinsel içeriğin girişi nesnel ola­ rak şöyle anlaşılabilir: 86 Oto-telkinin yavaş yavaş artmasıyla kolun motor böl­ geleri bilinçten ayrılır, yani hafif motor itkilerin algısı zihin­ den saklanır.36 Potansiyel bir zihinsel içeriğin bilinci aracılı-

Preyer, Die Erkliirııııg des Gedmıkenlesens (1886). Bu, uyanıklık halindeki kimi hipnoz deneylerine benzer. Bkz. Janet'nin de­ neyi: Fısılh şeklindeki telkinlerle bir hastayı farkında olmadan yere yahrmış­ h. L'Autonıatisme psyclıologique (1913), s. 241. 35

36

64

ğıyla alınan bilgi konuşma bölgesinde zihinsel ifadeye en ya­ kın mevcut araç olarak ikinci bir uyarı üretir. Zorıınlu olarak ifade etme niyeti sözel temsilin motor bileşenini37 her şeyden çok etkiler, bu da konuşma dürtülerinin bilinçdışı şekilde mo­ tor bölgeye" akışını ve tersine kısmi hipnozun konuşma böl­ gesine yavaş yavaş sızmasını açıklamaktadır. 87 Yeni başlayanlarla yapılan birçok deneyde, genellikle zihinsel fenomenlerin başlangıcında nispeten fazla sayıda ta­ mamen anlamsız sözcükler, çoğunlukla sadece anlamsız harf karışımları fark ettim. Sonra her türden saçınalıklar, karma­ karışık şekilde yerleri değiştirilmiş harflerden oluşan yahut tersten yazılan sözcükler ve tam cümleler üretilir. Bir harfin ya da sözcüğün ortaya çıkması yeni bir telkin getirir; buna is­ temeden bir çağrışım yapışhrılır ve sonra da gerçek kabul edi­ lir. İlginçtir, bunlar genel olarak bilinçli değil tamamen bek­ lenmedik çağrışımlardır. Bu da konuşma bölgesinin kayda değer bir kısmının hipnotik olarak zaten izole edildiğini gös­ terir gibidir. Bu otomatizmin anlaşılması yararlı bir telkin oluşturur, çünkü bu noktada mutlaka bir yabancılık duygusu oluşur, tabii tamamen motor otomatizmde zaten önceden yoksa. "Bunu kim yapıyor?", "Kim konuşuyor?" sorusu, ge­ nel olarak çok uzakta olmayan bilinçdışı kişiliğin sentezinde bir telkin gibi işlev görür. Şu veya bu isim kendini gösterir, genellikle bunlardan biri duygu yüklüdür ve kişiliğin otoma­ tik bölünüşü tamamlanınışhr. Bu sentezin ne kadar gelişigü­ zel ve kuşku götürür olduğu literatürdeki şu raporlardan da­ ha ilk başta görülebilmektedir. 88 Myers, Psişik Araşhrına Derneği üyesi olan ve otoma­ tik yazı konusunda kendi üzerinde deney yapan A. bey isimli kişi için şu ilginç gözlemde bulunur: 89 3. GÜN İnsan nedir? Yaaz şaki mımıedir. Bu bir anagram mı? Evet. -

-

37

Bkz. Charcot'nun sözcük-resim kompozisyonu şeması: (1) işitsel imge, (2) görsel imge, (3) motor imgeler, (a) konuşma imgesi, (b) yazma imgesi. Ballet, Le Langage intirieıır et /es diverses formes de l'aplıasie (1886), s. 14. 38 Bain şöyle der: "Düşünmek bashrılmış konuşma ya da eylemdir." Tlıe Sen­ ses and tlıe Intellect (1894), s. 358. 65

İçinde kaç sözcük bulunmakta? - Beş. Birinci sözcük nedir? - Gör. İkinci sözcük nedir? - Öööör. Gör mü? Bunu kendim mi yorumlayayım? - Dene! 90 A. Bey şöyle çözmüştü: "Yaşam az muktedir." Kendi­ sininkinden bağımsız bir zekfuun varlığım kanıtlar gibi görü­ nen bu zihinsel açıklamaya şaşırmıştı. Dolayısıyla sormaya devam etınişti: Sen kimsin? - Clelia. Sen bir kadın mısın? - Evet. Dünyada mı yaşadın? - Hayır. Canlanacak mısın? - Evet. Ne zaman? - Altı yıl içinde. Benimle niçin konuşuyorsun? - dies Clelia yorhisum. A. Bey bu cevabı şöyle yorumlamıştı: "Clelia hissediyorum." 4. GÜN 91 Soruları soran kişi ben miyim? - Evet. Clelia orada mı? - Hayır. Kim burada o zaman? - Hiç kimse. Clelia diye biri var mı? - Hayır. O zaman ben dün kimle konuşuyordum? - Hiç kimseyle.39 92 Janet ile Lucie'nin bilinçaltı arasında şu konuşma geçmişti, Lucie o sırada başka bir gözlemciyle başka bir ko­ nuşma içindeydi: Uanet sorar] Beni duyuyor musun? [Lucie otomatik yazıyla cevap verir:] Hayır. Fakat cevap verebilmek için birinin duyması gerek. - Kesinlikle. O zaman nasıl yapıyorsun? Bilnıiyorunı. Beni duyan biri olmalı. - Evet. Kim o? - Lucie'nin yanındaki biri. Pekala. Başka biri. O başka birine bir ad takayım mı? - Hayır. Evet, öylesi daha uygun. - Pekfilii, Adrienne olsun. Ee, Adrien, beni duyuyor musun? - Evet.40 -

93 Bu alıntılardan bilinçdışı kişiliğin kendini nasıl inşa ettiği görülebilir: Bilinçdışı kişilik varlığım medyumun miza39

Myers, "Automatic writing" (1885). s. 317-318.

40 L'Automatisme,

66

cındaki cevap verme duygusuna dokunan telkin sorularına borçludur. Bu mizaç psişik komplekslerin ayrışmasıyla açık­ larur ve bu otoınatizmlerin uyandırdığı yabancılık duygusu, bilinçli dikkat otomatik eyleme yönelir yönelmez sürece yar­ dımcı olur. Binet, Janet'nin bu konuyla bağlantılı deneyini ha­ tırlatır: "Yine de özenle söylemekte fayda var: 'Adrienne'in kişiliği yaratılabilirse, bunun sebebi telkinin psikolojik bir olası­ lıkla karşılaşmasıdır; başka bir deyişle, orada deneğin normal bilincinden ayrı olarak bir de ayrışmış fenomenler mevcut­ tu."41 Bilinçaltının bireyleşmesi her zaman ileri doğru atılmış önemli bir adım olup, otomatizmlerin daha fazla gelişmesin­ de müthiş bir telkin etkisi vardır.42 Yakamızda bilinçdışı kişi­ liklerin oluşumu da bu çerçevede değerlendirilmeli. 94 Hastanın örneklerini bol bol sergilediği kasıtlı titre­ melerden düşünce okuma fenomenini düşününce, ruh çağır­ ma seanslaruun sahte olabileceği itirazına gerek kalmayabilir. Hızlı, bilinçli düşünce okuma en azından olağanüstü miktar­ da pratik gerektirir, oysa hasta bu pratikten açık bir şekilde yoksundur. Bizim vakamızda da olduğu üzere, iletişim ta­ mamen bu titremeler aracılığıyla yürütülebilir. Aynı şekilde, örneğin operatör eğer düşünceye konsantre olursa, bilinçaltı­ nın telkine açık olduğu nesnel bir biçimde gösterilebilir: "Medyumun eli artık masayı ya da bardağı oynatınayacak," ve derhal, bütün beklentilerin aksine ve deneğin şaşkın bakış­ ları arasında masanın hareketi duracaktır. Doğal olarak, sinir donanımı (aynı zamanda hipnozun kısmi doğasını da kanıt­ layan) kısmi hipnoz alanını aşmadığı sürece her türlü başka telkin de hayata geçirilebilir. Dolayısıyla bacaklara ya da di­ ğer kola yönelik telkinler işe yaramaz.

Ruh çağırma özel olarak hastanın yarı-uyurgezerli­ ğiyle sınırlı bir otomatizm değildi. Tersine, en belirgin şeklin­ de, uyaruklık halinde ortaya çıktı ve sonra çoğu vakada yarı­

95

uyurgezerliğe geçti, ki bunun ortaya çıkışı genelde ilk seansta olduğu gibi halüsinasyonlarla haber verilir. 41

Binet, s. 147. "Bilinçdışı kişiliğe bir kez isim verilince daha belirgin ve farklı olur; psiko� lojik özelliklerini daha iyi gösterir." Janet, L'Automatisme, s. 318.

42

67

96 (2) OTOMATİK YAZI. İlk baştan itibaren büyük öl­ çüde kısmi hipnozla örtüşen diğer bir otomatik fenomen otomatik yazıdır. En azından benim deneyimlerime göre bu­ nun üretilmesi ruh çağırmadan çok daha seyrek ve çok daha zordur. Burada da sorun yine, duyarlılık korunduğunda bi­ linçli zihne, duyarlılık ortadan kalkhğında bilinçdışına yöne­ len telkin sorunudur. Ancak bu basit bir telkin değildir, çün­ kü içinde düşünsel bir unsur bulurunaktadır: "Yazmak" de­ rnek "bir şey yazmak" dernektir. Telkinin bu tamamen motor alanın ötesine geçen özel niteliği çoğu zaman konuyu karma­ şıl