Pratik Usun Eleştirisi [7 ed.]
 9789754680133

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

PRATİK USUN ELEŞTİRİSİ

lmmanuel Kant

(d . 22 Nisan 1724 , Königsberg/Almanya - ö.12 Şubat 1804 Königsberg/ Almanya) Alman klasik idealizminin kurucusu, filozof ve düşün ürü olan Kant, orta halli bir ailenin çocuğu. 1740-1746 arasında, doğduğu kentin üniversitesinde ünlü bir newtoncu, piyetist ve Wolff yanda­ şı olan Martin Knutzen yönetiminde matematik, fizik ve felsefe okudu. 1746-1755 arasında Doğu Prusyalı büyük ailelerin yanın­ da özel öğretmen olarak çalıştı. l 755'te Ateş Üzerine adlı incele­ mesiyle doktor unvanını aldı. 1765'te üniversite, kendisini kütüp­ hane yönetmen yardımcılığına atadı. 1770'te mantık ve metafizik kürsüsüne profesör oldu . Bu görevini 1796 yılına kadar sürdürd ü . Kant'ın u z u n felsefe v e düşün yaşamı, -ikiye ayıranlar bulun­ makla birli kte- geleneksel olarak üç bölüme ayrılır: Birincisi eleş­ tiri-öncesi dönemdir (1746-1781); i ki ncisi dogmacı lığa karşı oldu­ ğu nu belirtmek için eleştiricilik adını verdiği dönemdir (17811 790); üçüncüsü ise saldırma/savunma dönemidir (1790-1800).

Birinci dönem Kritik der reinen Vern uft'tan önceki bütün yazıları içer�ektedir. Kant, Descartes'ın, Leibniz ve Newton'ın i zleyicile­ ri nin farklı farklı yorumları arasında gidip gelerek yen i mekaniğin temel kavramlarını tanımaya (Gedanken von der wahren lebendi­ gen Kraefte / Canlı Güçlerin Doğru Değerlendirilmesi Üstüne Dü­ şünceler) ya da ilksel bulutsudan yola çıkarak dünyanın kökeni

sorununu çözmeye (Allgemeine Naturgeschichte und Theorie des Himmels / Genel Doğa Tarihi ve Gök Kuramı) çalışır. İkinci dö­

nemde yazdığı Prolegomena zu einer )eden künftigen l'1etaphy­ sik, die als Wissenscha.ft wird auftreten können / Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Türlü l'1etafizik İçin Hazırlayıcı Bil­ giler ve Grundlegung zur l'1etaphysik der Sitten / Töreler l'1etafizi­ ğinin Temellendirilmesi adlı çalışmaları, felsefesinin daha iyi an­

laşılmasın ı sağlama, geniş okur kitlesine ulaşma, eleştirel anlayı­ şa uygun ahlakın ilkelerini ortaya koyma amacını güder. Üçüncü

dönemin belki de önemli özelliği, siyasete hiç karışmamasına rağmen Zum ewigen Frieden / Daimi Barış adı altında siyasal fel­ sefe metnini yayımlamasıdır. Kantçılık (Al. Kantianismus), Kant'ın öğretisi ve bu öğretiyi çe­ şitli biçimlerde izleyenlerin genel adıdır. xvııı. yüzyıldan beri bir­ çok öğretiler Kant temeli üstüne kurulmuştur. Kant öğretisi çeşit­ li biçimlerde izlenmiştir: Kimileri Kant'ı gereği gibi anlamaya ve anlatmaya çalışmışlardır. Vaihinger, Schmid, Beck, Reinhold, Ma­ imon, Schulze gibi düşün ürler bu yoldadırlar. Kimileri Kant'ı eleş­ tirerek yola çıkmakla beraber, Kant'ın izinde yürüyerek yeni sis­ temlere varmışlardır. Fichte, Schelling, Hegel bu yoldadırlar. Ki­ m ileri de Kant'ı yeni biçimlerde yorumlayarak çağdaş düşünceyle bağdaştırmaya çalışmışlardır. Liebmann. Cohen, Natorp, Cassirer ve Rickert bu yoldadırlar. Son söz olarak belki şu söylenebilir: Olguculuk, Varoluşçuluk, Uygulayıcılık gibi birçok felsefe akımları Kant temeline dayanırlar.

Kant'm kimi yapıtlan:

Metaphysische Anfangsgründen der Naturwissenschaft, 1786 Was heisst sich im Denken orientieren, 1786 Anthropologie in pragmatischer Hinsicht, 1798 Logik, 1800 Opus postumum, 1936 (Ölümünden sonra yayımlanıp, ömrü­

nün son sekiz yılında kaleme aldığı bütün yazıları kapsar.)

Immanuel Kant

Pratik Usun Eleştirisi

Alm anca aslından çeviren:

İsmet

Zeki

Eyuboğlu

İs tanbul

Say Yayınlan

Kant - Toplu Eserleri .3 f'ratik Usun Eleştirisi /

lmmanuel Kant

ISBN 978-97 5-468-0 1.3-.3 Özgün adı: Kritik der praktischen Vernunft Çeviriye esas alınan metin: Kritik der praktischen Vernunft. 1 96.3 Yararlanılan metin: Pratik Aklın Eleştirisi. Hacettepe Üni. Yay., 1980 © Joachim Kopper. Reclam Stuttgart, 1 96.3

Almanca aslından çeviren: İsmet Zeki Eyuboğlu Baskı: Engin Ofset Litros Yolu, 2. Matbaacılar Sitesi 1NA.3.3 Topkapı-lstanbul Tel.: (0212) 612 05 5.3 1. 5. 6. 7.

baskı: Baskı: Baskı: Baskı:

Say Say Say Say

Yayınları. Yayınları, Yayınları, Yayınları,

12 11 10 09 08

1989 2001 2004 2008 11 10 9 8 7

©Say Yayınlan

Ankara Cad. 54 / 12



TR-.34410 Sirkeci-İstanbul

Telefon: O 212 - 512 21 58 • Faks: O 212 - 512 50 80 e-posta: [email protected] web: www.sayyayincilik.com Genel Dağıtım: Say Dağıtmı Ltd. Şti.

Ankara Cad. 54 / 4 • TR-.3441O Sirkeci-İstanbul Telefon: O 212 - 528 17 54 •Faks: O 212 - 512 50 80 e-posta: [email protected] online satış: www.saykitap.com

Bu çeviriyi hocam Ord. Prof. Dr. Heinz Heimsoeth'm amsma adamayı bir öğrencilik ödevi sayanm. i. Z. Eyu boğl u







iÇiNDEKiLER

KANT ÜSTÜNE ÖNSÖZ GİRİŞ

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

41

1. KİTAP: Salt Pratik Usun Çözümü

41

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

41

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

KESİM: Salt Pratik Usun İlkeleri Üstüne

43

. . . . . . . . . . . . . . . . . . .

I· Salt Pratik Us İlkelerinin Türetilmesi Üstüne U-

37

...•...........••...•••.••.•••••••...••••.•.••....•.........•..

Salt Pratik Usun Öğeler Öğretisi.. ı.

23

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

1. BÖLÜM

9

72

. . . . . . . . .

Salt Usun Pratik Kullanımında Bulunan Ancak

Kurgusal Kullanımda Olanaksız Görülen Bir Gelişme Yetkisi Üstüne il.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

KESİM: Pratik Usun Analitiği

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Salt Pratik Usun Bir Nesnesi Kavramı Üstüne Salt Pratik Yargıgücünün Örneği Üstüne Dl.

93

93 106

. . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . .

KESİM: Salt Pratik Usun Güdüleri Üstüne

82

. . . . . . . . . . . . . . .

111

Salt Pratik Usun Analitiğinin Eleştirel Aydınlatılması il.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

KİTAP: Salt Pratik Usun Eytişimi

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

132 155

1. KESİM: Genel Olarak Salt Pratik Usun Bir Eytişimi

Üstüne il.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

155

KESİM: En Yüksek İyi Kavramının Belirleniminde Salt Usun Eytişimi Üstüne 1- Pratik Usun Çatışkısı

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

159 163

D· Salt Usun Çatışkısının Eleştiriyle Ortadan

Kaldırılması. .......................................................... l 64 lll· Salt Pratik Usun Kuramsal Usla Bağlantısındaki

Önceliği Üstüne .................................................... l 7 l

iV· Salt Pratik Usun Bir Koyutu Olarak Tinin Olümsüzlüğü

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . ı 73 . .

.

V- Salt Pratik Usun Bir Koyutu Olarak Tanrının Varlığı

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

l

76

VI· Genel Olarak Salt Pratik Usun Koyutları Üstüne 185 . .

VD· Salt Usun Bilgisini Kuramsal Bilgi Olarak

Genişletmeden, Pratik Yönden Bir Genişletmesini Düşünmek Nasıl Olanaklıdır? ................................ l 88

Vlll- Salt Usun Gereksinimi Sonucu Bir Nesneyi Doğru Diye Benimseme Üstüne ............................. l 97

IX- İnsanın Bilme Yetileriyle Pratik Us Belirlenimi Arasındaki Bilgece Uygun Oranlama Üstüne

il. BOLl.Jl'l

•••••...••••...•.••..•.•••••.••.•••••••••.•....•...•.........

Salt Pratik Usun Yöntem Öğretisi SONUÇ

. . . . . . . . . . .

205

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

...•.•.•••••••••.•••••..••...••••••.•.•....••.•........••.........

202

205

22 1

KANT ÜSTÜNE ant' ı n d üşü ncelerini,

bütün ayrıntılarıyla sergile­

K mek, yorucu, direnici, kılı kırk yararcasına irdeleyici

bir çalışmayı gerektirdiği gi bi, bu alanda yeterli bir bilgi

birikimini de varsayar. Avrupa d üşüncesini yüz elli yılı aşkın bir süredir derinlemesine genişlemesin i etkileye n , bi rçok felsefe öğretisinin doğmasına yol açan b i r bi lgeyi anlamak da, anlatmak da kolay değildir. Kant, Avrupa fe lsefesinde, bir doruktur. Bu doruğa çıkmak için nice­ leri emek tüketm iş, niceleri yarı yolda kalmış, niceleri de felsefe sorunlarını açıklığa kavuştu rayım derken için­ den çıkılmaz karışıklığa yuvarlamıştır. Kan t'ın d üşünce­ leri, uzaktan bakılınca, güçlü bir çevrintiyi andırı r, ona yaklaşmak pek kolay d eğildir, yaklaşmayı göze alanların da çok iyi yüzme bilmeleri gerekir. Onun üzerinde dur­ d uğu sorunlar, Batı uygarl ığının belli bir kesimini yüzyıl­ lar boyunca uğraştırmış, çağına göre değişik çözüm bi­ çimlerini gerektirmiş, d eğişik yorumları gündeme getir­ miştir. Bu durum, Kant'ın, boyuna d üşünen, kullandığı kavramları n ı n içini dold uran, bu kavramlara kendi öğre­ tisine göre çetin anlamlar veren bir bilge olmasından kaynaklanır. Kant, felsefeye yalnızca yal ın kavramlarla girme miş, çağı nın deney bilimlerinden, matematikten, doğa gözlemlerinden elden geldiğince yararlanmış, gö­ rüşlerini sağlam bir tabana oturtmuştur. Bu görüşler, ça­ ğı nın felsefe anlayışına, felsefe öğretilerine karşı bir sa9

l mmanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

vaş açma niteliği taşıdığı gibi, soru nları eleşti rinin süzge­ cinden geçirmenin bir yöntem gereği olduğu n u da vur­ gulamıştır. Kant'ın başl ıca özelliği, ele aldığı soru n u bü­ tün boyutlarıyla, karşıtlıklarıyla, çelişkileriyle inceleyi p, kendince en tutarlı sonuca varmak, bunda da en büyük görevi ele.ştiriye yüklemektir. Bu eleştiri bir kavram oyunculuğu değil, bilimsel bir yöntem niteliğindedir. Bu nedenle onu, ancak d izgeli d üşünen bir kimse anlayabi­ lir, sergilediği sorunların önemini, d üşünce tari h i içinde gündeme getirilen çözümlerini bilen, onların gelişim çiz­ gisin i eksiksiz tanıyan bir kimse önemseyebilir. Bizim , bu kısa yazıda Kant'ı anlatma gibi b i r tutum u m u z söz konusu değildir, bu elimizden gelecek bir iş de sayılma­ mal ı . Yapmak istediğimiz, şöyle gücümüzün yettiğince bir tanıtma, onun felsefe tarih i ndeki yeri ni yetki li uz­ manlara bırakmadır. Kant, 22 Nisan 1 724 'te Almanya'nın Königsberg il in­ de doğmuş, 12 Şubat 1804' te orada ölm üştür. Dar ge­ lirli bir zanaatçının oğl udur. Ailesinin geleneklerine, gö­ renekleri ne, inançları na çok bağl ılığı yüzünden, çocu k­ luk yıl larında dinin ağır basan bir etkinliği olm uştur. Ka nt 1 732'de Collegium Fridericianum'a verildi, din il­ kelerine dayalı bir öğrenim döneminden sonra 1 740 ' ta Königsberg Ün iversitesi'ne girerek, Wolffu n görüşlerini benimseyen Martin f\nutzen'in öğrencisi old u . Orada fel­ sefenin yanı sıra doğa bilim leri okud u . Bu öğrenim dö­ neminde, felsefe alanın daki d üşüncelerinin gelecekteki yol u n u çizecek olan , ilk biri ki mleri ni elde etti. Nitekim, 1 747'de Gedanken von der wahren Schaetzung der le­

bendigen f\rafte (Canlı G üçlerin Doğru Değerlend irilme­ si Üstüne Düşünceler) ad lı çalışmasıyla yü kseköğrenimi­ ni bitirdi. Günlük geçimini sağlamak için, bir süre özel öğretmen olarak çalıştı. 1 755'te, Königsberg Üniversite-

Kant Üstüne

si'nde uzman lık sınavını kazandı ktan sonra, aylığı öğ­ rencilerce ödenmek koşul uyla, öğretim üyeliği ne başla­ d ı . Bu süre içinde Allgemeine Naturgeschichte und The­

orie des Himmels (Genel Doğa Tari h i ve Gök Kuramı ) a d l ı çalışmasını yayı mlad ı . Kant, ilk çalışması nda, Des­

cartes ile Leibniz gibi bilgelerin fizik güçlerin matematik i l kelerine göre anlatımı kon usuna değgin görüşleri ni i n­ celeyerek, kendi düşüncelerini ortaya attı. İkinci çalış­ masında da evrenin oluşumunu mekan ik kurallara bağ­ layarak açıklama girişi minde bulu ndu . Kant, bu çalışma­ sında, Laplace'ın geliştireceği bili msel kuramın temelle­ rini atmıştır. l 770'te yayımladığı De m undi sensibilis at­

que intel/igibilis et principiis ( Duyu Dünyası ile D üşünce Dünyasının Biçim ve İl keleri Üstüne) yapıtıyla Königs­ berg Ün iversitesi'nde metafizik-mantık ordi naryüsü ola­ rak görevle ndirild i . Aşağı yu karı on bir yıl yoğun bir ça­ lışma ortamına giren Kant,

178 1 'de felsefe alanında

kendisine büyük bir ü n, görkem li bir yer sağlayan en önemli yapıtı, Kritik der reinen Vernunft (Salt Usun Eleş­ tirisi) yayımland ı . Daha sonra, 1788 'de Kritik der prak­

tischen Vernunft (Pratik Usun Eleştirisi ) , 1790 'da Kritik der Urteilskraft (Yargıgücünün Eleştirisi) yayımlandı. Bu üç yapıt, onun felsefesinde, üç gelişim aşamasını göste­ ren birer binektaşıd ır, onun dizgesi bu üç çalışmasıyla bütünlüğe ulaşmıştır. Bu üç yapıttan önce, on ları n çı kış yıl ları arasında, daha sonra yayım lanan öteki çalışmala­ rı felsefesinin kapsadığı genel alanın ayrıntı böl ü m leri nitel iği nde olmakla birlikte, ele aldığı sorunlara, belli bir açıdan bakışını da sergiler. Sorunların çokluğu, değişik­ l iği dizgesi nde egemen bütünlüğün sınırları içindedir. Ki­ mi felsefe tarihçi leri, Kan t'ın bu çalışmalarında ele aldı­ ğı sorunl ara dayanarak, onun düşü ncelerindeki gelişimi

Eleştiri öncesi-Eleştiri sonrası diye ikiye ayırır. il

-------

lınınan uel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

Kant'ın çalışmalan, başlangıçta, Leibniz-Wo/fffelsefe­ sinin sınır çizgileri içindedir. Kant, bu iki bilgenin görüş­ lerini yen iden ele alarak, eleştirel bir açıdan i ncelemiş, onlara kendi an layışına göre bir açıklama getirmeye ça­ lışmıştır. Onun felsefesini, bununla başlatanların birleş­ tikleri başlıca konu da bud ur. Kant'ın yapıtları incelendi­ ğinde, onun gökbilim, matematik, fizik, coğrafya gibi de­ ğişik alanlarla ilgilend iği, tarih i insan düşüncesi nin geli­ şimi açısından açıklamaya çalıştığı, bilgiyi felsefenin odak soru nu d urumuna getirdiği görül ür. Kant'ın yapıtla­ rında temel ölçü us, odak sorun bi lgi olmasına karşın ol­ dukça ge niş bir ilgi alanı vardır. Bu alanın içeriğini oluş­ turan insan, özgürl ü k, nedensellik, varlıkbilim, tinbilim, ah lak, estetik, evren, ödev, mantık, metafizik, tann, gü­ zel, iyi , yüce, doğrul u k, gerçeklik, ölümsüzlük bg. so­ ru nlardır. Bu sorunlara aranan çözümün temel ilkesi de

ustur. Kant fe lsefesi nde, kendisi nin de "Hume beni dogma­ tik uykuları mdan uyandırdı" dediği İ ngiliz bilgesiyle Mon­

taigne, Hutcheson, J.-J. Rousseau, Shatesbury gibi ken­ dinden önce gelen düşünürlerin etkileri vardır, bunu ye­ ri geldiğince söyler. Ancak bu etkilenme, onlara d üşün­ meden bağlanma, onları n izini sürme anlamına gelmez. Kant için odak sorun bilgidir, onun kaynağıdır. Ancak o, bu soruna us ilkelerine dayalı bir yöntem sorun uyla yaklaşır. Burada biri d uyularla sağlanan, biri önsel ola­ rak anlıkta bulunan i ki bilgi türü arasınd aki temel bağ­ lantının önemi vurgu lanır, onun sınırları, kaynağı araştı- . rı lır. Bu araştırmada, Kant için duyarlık (Sinnlich keit),

anlık (Verstand), us (Vernunft) gibi üç temel yeti öncü du rumdadır. Bu bağlantının temeli, bu i ki bilgi türü ara­ sındaki ilişkiyi ol uşturan, d uyularla i lgisi olmayan salt öğe/er'dir. İşte Kan t'ın felsefesindeki yeniliğin odağın ı

Kant Üstüne

kuran bu salt öğelerin deney-öncesi oluşu, önsel (a pri­ ori) bir nitel ik taşıyışıdır. Bu öğeler deneyden gelmem iş­ tir, üstelik deneyle ilgili bilgi lerin de temel koşullarıdır. Deneyle sağlanan bilgi bu koşul larla biçimlenir, daha açı kçası d uyularla gelen izlenimler bu koşullar altında biçimlenerek bilgi özell iği kazanır. Bu önsel temel öğe­ ler de uzay ile zamand ır. Bu nlar olmadan, bir d uyu bil­ gisinin varlığı söz konusu değild ir. Ancak uzay ile zaman da bire r kavram değil , birer görüdür (Anschauu ng) . Kant'a göre deney kavramın içeriğini ol uşturur, bu ne­ denle "görüsüz ka vram boş"tur. Matemati k uzayla, ku­ ramsal mekan ik zamanla i lgilidir. Nitekim bu iki bilimin kesinliği de uzay ile zaman gibi önsel ilkelere d ayanma sonucudur. Kant, b u odak soru nu, Salt Usun Eleştirisi'nin Aşkın

Estetik (Transzendentale Aesthetik) bölümünde ele al­ mış, b ütün ayrı ntıları nı işlemiş, onlara son biçi mini ver­ miştir. Kant'a göre "bütün bi lgi ler deneyle başlar, ancak bu bütün bilgilerin kaynağı deneydir anlamına gelmez" . Çünkü deneyle sağlanan verilerin uzay-zaman koşul ları­ na biçimlenm esi gerekir. Bilgi nin duyar/Jk, anlık, us gibi temel yetilerin dışında

yargılar, ka vramlar, usavurmalar başlıkları altında topla­ nan üç temel öğesi vardır. Kant, burada, yargıyı öne al­ mış, kesi n bilgiye varmada onun önemini vurgulamıştır. Yargılar önsel ve deney-son rası d iye ikiye ayrı lır. Bunlar­ dan önsel olanlar çözümsel, deney-sonrası (aposteriori) bir yandan çözümsel, bir yandan da bireşimseldir. Çö­ zümsel yargılar kavramları açıklamaya, onların tan ımın­ da içerilen ni teliği ayd ın latmaya yarar. Bireşimsel yargı­ lar ise kavram ların dışına taşarak, onlara, yeni bir nesne katmayı sağlar, yeni bir bilgi verme olanağı ol uşturur. Ancak bilgi soru n u n u n çözümünde kesin sonuca var-

lınmanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

nıak için yargıların incelenmesi, en ufak ayrıntılarına de­ ğin gün ışığına çıkarılması kaçı nılmazdır. Bu yapılınca, bir n esnenin tanımında bulunanla, ona dışından ekle­ nen (çözümselle bireşimsel olan) açıklığa kavuşur. Söz­ gelişi "Nesne yer kaplar," dendiği nde "yer kaplama"nın nesnenin tanımında olduğu , nesneyi tanı mlamak için kullanı lması gerektiği görülür. İşte nesnenin tanımında ol ması onun çözümsel n itelik taşıd ığı nı gösterir. Oysa " Nesne ağırdır" dendiğinde "ağır" niteliği nesnenin tanı­ mında değil , dışındadır, nesneyi tanı mlamaya deği l, baş­ ka bir varlığa göre nitelemeye yarar, bu nedenle de bi­ reşimseldir. Kant, bu konuda daha geniş kapsamlı so­ ru nları gündeme getirerek matematik, fizik, metafizik alana geçer. Ona göre salt tanımlardan çıkarılamayan bütün matematik ön ermeler bireşimseldir. Sözgelişi "İki nokta arasındaki en kısa yol doğrudur" önermesinde "yol" ile "nokta" kavramları "doğru" kavramının tanımı içinde deği l, dışındadır. Bunun deneyle karşıtını sapta­ ma olanağı yoktur, işte bu özelliği yüzünden bu önerme önsel bireşi mseldir. Öte yandan, bilgin i n gerçekleşmesinde, yargılar, kav­ ramlar, salt görü ler yeterli deği ldir, bun ların dışına çıka­ rak nesnelerle ilgi kurmak gerekir. Kim i bireşimsel yar­ gıların önsel olması da, işte böyle, d üşü nce-duyu verile­ rinin ötesinde kalan bir öğe taşımasından dolayıdır. Bü­ tün deney bilgilerinin temelini kuran , deneyden gelme­ yen bu bilgi öğesidir. Bilginin oluşmasında, birl i kte çal ış­ ması, uyu m içinde bulun ması gereken iki yetiden biri et­

kin anlık, öteki de edilgin duyarlıktır. Kavramın içeriği ni duyulur olan oluşturup doldurur, d uyul ur olanı n sağladı­ ğı veri de görüdür, bu nedenle "görüsüz kavramlar boş, kavramsız görüler kördür" .

Kant Üstüne

Salt anlığın başarısı, olayları kendi yasalarına göre bi­ çimlend irm ektir. Bu başarı sağlarken uzam, zaman dı­ şında birtakım önsel kuralları daha vardır. l\ategori de­ nen bu kurallar deney veri lerini d üzene sokar, birliğe kavuşturur (sythesis) . Bu kategoriler de an layış yetisin­ de, düşü nmenin özünde bulunur. Kant bu kategorileri

nicelik, nitelik, bağmtı, kiplik başlıkları altında, dört öbekte toplam ıştır. Onlar da sırayla şöyledir: Birlik, çok­ luk, bütünlük. G erçekl ik, yadsıma, sınırlama. Töz-il inek, n eden-etki , karşıl ıklı bağlılık. Olabilirlik, gerçeklik, ge­ rekli lik. Kant Salt Usun t:leştirisi'nde bu çizelgeyi şöyle verir: ( Quantitaet: Einheit Vielheit Allheit. Qualitaet: Realitaet Negation, Lim itation. Relation: Inhaerenz und Su bsistenz, Causal itaet und Dependenz, Gemei nschaft.

Modalitaet: Möglichkeit, Dasein, Notwendigkeit) . Kant'a göre m etafizik soru nları nda, kesin çözüme u laşma, genel onayı alacak bir sonuca varma olanağı yoktur. İ nsan usunun çözemediği , ancak yapısı gereği bırakamadığı birtakım soru nlar vardır. Ancak atamadığı, çözemediği bu sorunlar karşısı nda eli kolu bağlı kalma­ sına da gerek yoktur. Bunların alanı gerçek.ötesi (metafi­ zik) kon u ların toplandığı ortamdır. Bunlar da tin, evren, tanrı gibi kon ulardır. Kant metafiziğin bu üç temel soru­ n u na açıklık getiri leceği kanısı nda deği ldir. O, duyulur evrende karşılığı olmayan, yalnı z düşünülen, gerçeköte­ si alanda kalan bu kavrama "ide" adını verir. Bun lar, bil­ ginin kapsamına alınsa bile çözü me erdiri lemez. Kant yapıtının Aşkm Eytişim (Transzende ntale Dialektik) bölü­ mü nde bu kon uyu inceden inceye araştırır, bu konuda insanı yanıltan varsayımları, yargıları, kuramları sergiler. Ona göre salt us kavramı olan ideyi anlamaya yönelen bütün çabalar, on larla sağlanacak bilgi, bir " boş görü­ nüş" olmaktan öte bir anlam taşımaz. Oysa bu konuyu

lmmanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

işleyen düşünme yetisi, deney alanının dışına çıkınca, birtakım çatışkılarla karşılaşır. Kant bun lara, bu çözü m­ süz sorun lara "antinomi" adını verir. Çatışkı sorunun kaynağı evreni açıklama girişimidir. Bu girişim, insanı is­ ter istemez birtakım çıkmazlara sürü kler, gerçekle bağ­ lantısı olmayan sözde çıkarım larla yüz yüze getirir. Kant, bu konuyu dile getirirken şöyle söyler: " İnsan usunun. kendi bilgi türü içinde şaşılası bir yazgısı vard ır, o çöze­ meyeceği birtakım sorularla yü klüdür, buna karşın on­ lardan kurtulamaz, çünkü b un lar onun yapısı gereğidir. " Evren idesinden kaynaklanan bu çatışkılar nicelik, nite­ lik, bağlantı, kiplik başlıkları altında toplan ır. Bu dört ça­ tışkıdan ilki evrenin başlangıcı, son u , uzayda bir sınırı olup olmadığıdır. İ kinci çatışkı özdeğin yapısıyla ilgilid ir. Özdeğin sonsuza bölünüp böl ünemeyeceği sorununu içerir. Bu konuda kesin bir sonuca varılamaz. Çünkü öz­ deği oluşturan öğelerin sonsuza değin bölünm esi de, böl ünememesi de eş ölçüde tartışılabilir. Üçüncüsü öz­ gürlük sorun udur. Özgürlük sorunu birbirini i zleyen ne­ denler dizisi düşünüldüğünde ortaya çıkarak nedenden bağı msız bir varlığın bulunup bulunmadığı sorusunu gündeme getirir. Bu sorunun da açık seçi k bir karşılığı yoktur. Dördüncü çatışkı nedensellik ya da tanrı soru­ nuyla ortaya çıkar. Bunda evren in nedeni olabilecek bir varlığın olup olmadığı tartışılır, kesin son uca u laşma ola­ nağının bulunmadığı sonucuna varılır. Kant'a göre bu çatışkıların tek kaynağı vardır. o da düşüncenin deneyin üstüne çıkmasıdır. Çünkü görüsüz kavramın boşluğu böyle bir sorunun çözümü de olanak­ sız kılar. Kant fe lsefesinde varlık alanı görünen (phainome­ non). görünmeyen (noumenon) olmak üzere i kiye ayrı­ lır, dahası iki türlü varl ı k alanı bulun maktadır. G örünen

Kant Üstü ne

varlık alanı bilinebilen, görün meyen varlık alanı ise bili­ nemeyen, yaln ızca var old uğu düşünülebilen bir ortam­ dır. İ nsan da bu alandan kurulu bir varlıktır. Bir yanıyla görü lür, bilinir, öteki yanıyla da görünmez, bilinmez, yal­ n ızca var old uğu düşünülebilir. Bu nitel iği yüzünden de, öteki dirilere oran la "insan eksik bir varlıktır (maengel­ wesen )". Çünkü doğa, öteki dirilere verdiği nin hepsi ni insana vermemiştir, onu daha az yaşam olanaklarıyla donatmıştır. İ nsan ın bu eksikliğini gideren yetisi de usu­ d u r. Bu görü n meyen varl ık alanı kendi başma var olan (Ding an sich) d iye ni telenir. Bu alan yalnızca tasarlana­ bildiğinden bilginin sın ırı durumundadır. İnsan ı n taşıdı­ ğı istenç özgürlüğü bu alanla ortaya çıkm aktadır. Bu öz­ gürlük ise duyarlığın etkisinden, egemenliğinden kurtul­ muş, insan ın özüne, temel yapısına dayalı bir gereklil ik­ te n kaynaklanı r. Bu özgürlüğün karşıtı evrenin yapısıyla bağlantılı olan, bu nedenler dizisini kendi liği nden başla­ tan güçtür. Ancak istenç özgürlüğü ahlakla sıkı bir bağ­ lantı içindedir. İşte yalnız insanda bulu nan ahlak yü­ kümlülüğü nün kaynağı bu özgürlüktür. Kant felsefesinin temelini oluşturan i ki varlı k alan ın­ dan biri ahlak soru nlarının to plandığı ortamdır. Bu var­ lıklı alanlarından b i ri insanı kuşatan, bütünl üğü nü her yanda sürdüren doğad ır. İ kinci alan ise özgür davranış­ ların oluşturduğu varlık ortamıd ır. Bu i kinci alanın bütü­ nünü kapsayan da ahlaktır. Ahlak alanında, i ki ayrı yön­ tem uygu lanır. Biri deney veri lerinden yola çıkarak çö­ zümlemeye dayanıp genel yargılara varma, öteki de us kavramlarıyla deney alanına girerek görünen varlıklara ulaşmadır. Ahlak sorunlarının açı klanışında önsel olandan yola çıkılır. Bilgide olduğu gi bi, ahlak kon usunda da, önsel 17

---

--

lmmanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

olanın bulunması, bu önsel olanın içerdiği öğelerin gün­ deme getirilmesi gereklidir. Ahlakın tümel geçerli k taşı­ yan bir bilim olmasını sağlayan bu önsel öğelerdir. Çün­ kü ahlakın içgüd ülerle, doğal eği limlerle bağlantısı söz konusu deği ldir. Ahlak kaynağı us olan bir yasaya, kesin buyruğa (kategorisches l m perativ) d ayanır, b u buyruk da yapısı gereği önseld ir. Bu b uyruğu n özü n ü kuran ise tek salt değer olan "iyi istenç"tir. Öte yandan bu "iyi is­ tenç", yalnız insanı i lgilend iren bir ödevdir; ödev ise "usun sesi"dir, en yüksek değeri içeren bir öğedir. Bu d uyuda sevgi, acıma bg. d uygusal eğilim lerin izi, etkisi bulu namaz. İşte ahlak yasasına tümel geçerl i k sağlayan da bu d uygusal eği limlerden arın m ışlığıdır. Kant, ahlak öğesinin değeri ni vurgularken, "genel bir yasa olmasını isteye bileceğin bir i l keye göre davran" diye dile getirilen görüşünü ileri sürer. Gene bu konuda, " bütün insanlığı ken dinde ve başkalarında bir araç deği l, bir erek olarak görecek gibi davran" diyerek ahlakın temel yapısını açık­ l ığa kavuşturur. Bir tümel yasa olarak gündeme getirilen ahlakın yanında özerklik ve özgü rl ük diye vurgulanan iki i lke daha vardır. Ahlakın içerdiği ilkeler tari h , devlet, h u­ kuk gibi alanlarda da geçerlidir. Estetikle ilgili düşünceleri Yargıgücünün Eleştirisi'nde

(Kritik der Urtei/skraft) sergileyen Kant için doğa ile bi lgi yetisi arası ndaki uyumu kavramak büyük bir önem taşır. İşte estetiği n içerdiği sorunların kaynağı da bu uyumd ur. Doğa d üzen indeki genel uyu mla ilgili nedenleri , on ların kaynağı nı bilme olanağı yoktur. Bilinebilen, sezilebilen ancak doğada böyle bir genel uyum u yaratan yasanın bulunduğudur. Bu seziş de, kişide, doğayı yüce bir usun d üzenlediği, yön lendirdiği, uyumlu kıld ığı kanısı nı uyan­ dırır. Özü bilinemeyen bu yasanın, bu yüce düzenin kar­ şısında duran kişinin içinde bir beğeni, bir kıvanç d uy-

Kant Üstüne

gusu uyanır. Ayrıca, doğada bulunan bütün diri varlıklar­ la ilgili algılar d a böyle bir d üzenin, böyle bir uyu m u n bulunduğu görüşünü pekiştirir, yaratır. Doğa i l e bilgi ye­ tisi arasındaki uyumdan kaynaklanan, doğayı da, diri varlı kları da düzen leyen üstün yasası sezme, onu kendi içinde duyma estetikle dirileri konu edinen doğa bilim­ lerinin temel kon usudur. Ancak estetiğin temel öğeleri

güzel ile yüce kavram larıdır, ah lakta ödev'in old uğu gi­ bi. . . G üzelin tan ımında temeli beğeni ol uşturur. Beğeni ise "bir nesne konusu nda, bir karşılık beklemeden, on­ dan hoşlanma-hoşlanmama ile yargıda bulunma yetisi­ dir. Bu durumda hoşlan manın içerdiği kon uya güzel" de­ nir. Gü zel için yarar, söz kon usu deği ldir. Çünkü yarar­ da bir nesneyi isteme, onu ele geçirme eği limi vardır oy­ sa güzel için böyle bir d u rum i leri sürülemez. Dahası "güzellik nesnenin ereğe uygun gelmesinin biçimidir." Ancak bu " uygun gelmede" nesnenin bir erek içerdiği ta­ sarımı söz konusu değildir. Öte yandan, güzelin tanım­ lanmasında yaygın bir yargı nitel iği taşıyan "beğeni tartı­ şılmaz" kanısı Kant için geçerli değildir. Buna gerek yok­ tur, çünkü güzeli ol uşturan öğeler tümeld ir, önseldir. Kan t estetiğinin ikinci temel kavramı yüce'dir. Yüce ise duyu ların sınırlarını aşan, bütün ö lçülerin üstüne yükselen, " büyük olan nesne"dir. Bu n esneye uzaktan bakılır, onun yüceliği. görkemliliği karşısında bir eziklik duyul ur, böylece ahlakı ilgilendiren bir varlık alanına gi­ ri lir. İşte estetik d uyguyla ahlak bilincinin karıştığı alan burasıdır. Bu karışma bir kaynaşma n iteliğindedir, bu nedenle de "kaynaşma" kavramından an laşıl ması gere­ ken , kavranır ideleri n d uyu lur varl ık ortamında ışıması­ dır. İşte doğa ile sanattaki güzelliği oluşturan da bu "ışı­ ma"dır.

l mmanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

Kant'ın, dizgesinin bütünü içinde, ele aldığı önem li konulardan biri de di ndir. Ancak onun an ladığı din, kut­ sal kitapları n "tartışılmaz" bildiri lerinden kaynaklanan , insanı doğa d üzen inde bilinçsiz bir buyru k varlığı d u ru­ m u na getiren, yalnız " b uyurulanı yapmakla görevli" kı­ lan bir inanç alanı değildir. Kant, bu konuyu da usun ışı­ ğı altında açı klamayı yeğler, onu usun sınırları dışında kalması gereken bir alan saysa bile. Din, ah lak alan ında ortaya çıkan belli ödevlerin tanrısal bir buyruk niteliğin­ de açıklanmasıdır. Dinin ilgisini çeken temel soru n, in­ san doğasında bulunan " kötü"nün kaynağıdır. İ nsanda, kötüye karşı ortadan kaldırılamayan , ancak usun gücüy­ le önlenebilen bir eğilim vardır. Gerçekte kötü, insanı yönlendiren öğelerin, itici güçlerin yer değiştirmesi so­ nucu ortaya çıkar, bu da bu öğelerin-güçlerin tersine dönmesidir. Oysa insan kötüyü sürdürmek değil , iyiyi gerçekleştirmek içindir. İşte, insan yaşamını anlamlı kı­ lan, bu iyiyi gerçekleştirme çabasıdır. Kant, felsefesi nin geniş bir sorunlar alanı oluşturan, kapsamı içinde tarihe de yer vermiştir. Onun an layışına göre tari h , doğa ile özgürl ü k, kılgısal usun erekleriyle deneysel gerçekliğin nedensell iği arasındaki bağlantıya dayanır. Bu özelliği dolayısıyla tarih , ide'den kaynakla­ nan bir gelişme sürecidir, çokları nın sandıkları gibi top­ l um lararası, uluslararası olayların ol uşturduğu süresel bütün deği ldir. Bu nedenle tarihte deneyden yararlanma ol madığı gibi önsel bir tarih bilgisi de söz kon usu edile­ mez. Kant, yaşadığı çağı n, Alman dilindeki bütün olanak­ larından yararlanarak felsefesini sergi lerken, kavramlara güncel kullanım dışında yeni anlamlar da yü klemiştir. Bu anlam lar, onu eleştirenlerin ileri sürdü kleri gibi "ye­ ni bir dil yaratma" değildir, sözcükleri daha kapsamlı bir

Kant Üstüne

düşünce ortamında güçlü kılma eğil imidir. Yazılarında Lati nce, Grekçe, Fransızca kavramlar az değildir, ancak Almanca karşıl ıklarını bu lmada da gecikmem iştir. Onun dilinde "speculation" kavramıyla "theorie" kavramı öz­ deştir. Biri Latince, biri G rekçe olan bu kavramları n iki­ si de "görmek" kökünden türemiştir. Bu özell iği göz önünde tutarak "speculation" kavramını kim i yerde "kurgusal" olarak çevirip "theorie"yle eşanlamda aldık. Bunu yaparken, kavramla an latılmak isteneni d üşün­ dük, tek sözcüğe saplanıp kalmadık. Sözgelişi bu çeviri­ de "Sel bstliebe" karşıl ığı " ben-sevgisi", "Eigenliebe" kar­ şıl ığı "öz-sevgisi" sözcüklerini yeğledik. Bunlar gibi " Bes­ tim m u ngsgru n d/belirleme neden i" , " Besti m m u ngsg­ rund des Willens/istenci belirleme nedeni" bg. diye çev­ ri lm iştir. Öte yandan "Gesinn ung" kavramını, yeri ne gö­ re "amaç", "anlayış", "görüş" diye aktardık, "Willensbes­ tim m ung" kavramına "istenç belirlemesi" dedik. Türkçe­ mizde " istenç" sözcüğü n ü Almanca'daki "der Wille" kar­ şılığında aldık. Kant'ın Batı d üşü ncesin e getirdiği kuram, çok geniş bir ilgi alanı yaratmakla kalmamış, birçok felsefe öğreti­ sinin doğmasına da olanak sağlamıştır. Kimi "Yen ikant­ çılık" adıyla anılan bu çığırların yaratıcılığı , üretim gücü tartışı lamaz. Onun benimsediği yöntem, soru nları n ser­ gileyiş biçimi, getirdiği çözüm türleri karşıt görüşlü akımlarla bağdaşmasa bile, on ları etkil ediği, kimi yerde onlara kılavuzluk ettiği de yadsı nıl maz bir gerçektir. Çünkü Kant'a karşı çı kmak, onunla ayrıntı lara varan bir yargılaşmayı gerektirmektedir, sağlıklı bir zihin için , "ideal ist felsefe" demekle yeti nmek gibi, işin içinden çok ucuz bir tutumla kurtul maya kalkışmak pek beğeni­ lesi bir davranış olmasa gerek. Felsefede, karşı çıkışın

lnımanuel Kanl



Pratik Usun Eleştirisi

nedenlerini sıralamak yeterli değildir, karşı çıkılandan daha tutarl ı, daha geçerli çözümler bulmak, yadsınan­ dan daha inandırıcı, güven verici olmak gerek. Sorunun özüne inecek gücü olmayanlar için, en kolay yol, teme­ le dayanmayan suçlamalar, yermelerdir. Bir kon u ne denli, bize aykırı gelirse gelsin, kötü d üşünceyle ortaya atılmamışsa,

öz ünü aydın lığa çıkararak görüşümüzü

söyleme gereği ndeyiz. Suçlama sığ kafaları n, verimsiz anlıkların en geçerli, en kolay bulunur bir aracıdır. O aracı eline geçiren bir kimse için önemli olan , gerçeğe ulaşmak deği l, elden geldiğince çok yaygaracı toplamak­ tır. Bu anı msatmalar gereksiz görülebil ir, ancak yarım yüzyıla yakın bir süredir, ülkem izde birtakım "dipnot­ lar"la yetinmeyi felsefe uzmanlığı sayanları n çoğalan ni­ celiği karşısında, bi rkaç söz söyle mekten kendimizi ala­ madık.

ÖNSÖZ ratik usla kuramsal us arası ndaki koşutluğu n; bu

P eleştiriye salt pratik usun eleştirisi ad ının verilmesi­

ni gerektirir gibi görü nmesine karşın, bu eleştirinin ne­ den yalnız pratik usun eleştirisi diye adlandırıldığını bu

araştırma yeterince açıklığa kavuşturmaktadır. Bu araş­ tırmadan beklenen yaln ız salt pratik usun varolduğunu göstermektir; usun b ütün yetisini eleştirmenin amacı da budur. Bu işte başarı sağlanırsa; usun böyle bir yetiyle ( kuramsal us'ta old uğu gi bi), yalnız kendini bilmezlik yü­ zünden sınırlarını aşı p aşmadığın ı anlamak için salt yeti­

nin kendisini eleştirmenin gereği kalmaz. Çünkü us, salt us olarak pratik ise kendi gerçekliğini de, kavramlarının gerçekliği ni de eylemle kanıtlar; usun bu olanağı na kar­ şı çıkan her d üşünüş geçersizdir. İşte aşkı n özgürlük de, bu yetiyle, böyle sağlam bir tabana oturmaktadır; dahası bu özgürl ük kuramsal usun nedensellik kavramını kullanırke n, nedensel bağlantı di­ zisi nde koşulsuz olanı düşünmek isterse, içine d üşmek­ ten kaçınamadığı çatışkıdan kendini kurtarmak için ge­ reksindiği saltık anlamda özgürlüktür. Kuramsal us, b u­ n u , yal nız sorunsal nitelikte düşünülmesi olanaksız gö­ rülmeyen bir kavrnm diye ortaya koyabilmiş, ancak nes­ nel gerçekliği ni sağlayamam ıştı . Bunu da, en azından düşü n ülebi lir, diye geçerli kılma gereğinde kaldığı, nes­ nenin sözde olanaksızlığını göz önünde tutarak, bu nes-

l mmanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

nenin özünde sarsıl mamak, bir kuşku uçurumuna yu­ varlanmamak için yapmıştır. Özgürlük kavramı; gerçekliği pratik usun zoru nlu bir yasasıyla kanıtlandığı oranda salttır, dahası kuramsal usun dizgesi ndeki bütün yapının kilit taşmı ol uşturur. Kuramsal us'ta, yalın ideler olarak, dayanaksız kalan bü­ tün öteki kavramlar (tanrı, ölümsüzlük kavramları) şim­ di özgürl ük kavramına bağlanır, onunla birlikte ve onun aracılığıyla dayanak bul ur, nesnel gerçekli k kazanır; bunları n olanağı özgürlüğün gerçek olmasıyla kamtlamr. Çünkü bu ide ahlak yasası dolayısıyla aydınlığa çıkar. Özgürlük kuramsal usun bütün ideleri arasında, kav­ . ramasak bile, önsel olarak bildiğimiz biricik idedir; çün­ kü özgü rlük bildiğimiz ah lak yasasının koşuludur.• Tan­

n ve ölümsüzlük ideleri ise ahlak yasasının koşul ları de­ ğil, yal nız bu yasayla belirlenmiş bir istencin zoru n l u nesnesi nin, daha açığı salt usum uzun pratik kullanımı­ nın koşullarıdır. Bundan dolayı bu idelerin, gerçekliğini bir yana bırakıyorum, olanağını bile bildiğimizi ve kavra­

dığımm i leri süremeyiz. Bu nunla birlikte, yine bu ideler ahl akça belirlenmiş istenci n, kendisine önsel olarak ve­ ri l m iş nesnesi nin (en yüksek iyi ) uygulanma koşullarıdır. Şimdi kuramsal olarak bilin mese ve kavranmasa bile bu idelerin olanağı pratik yönden onay/anabilir ve onaylan•

Burada özgürlüğün, ahlak yasasının koşulu olduğunu söyledikten sonra, bu araştırmada, özgürlük bilincine varabilmemizin koşulunun hepsin­ den önce ahlak yasası ol duğunu ileri sürdüğümde, bu konuda kimse bir tııtarsızlıkla karşılaştığı kuruntusuna kapılmasın diye, şunu anımsatmak

islerim: Özgürlük ahlak yasasının varlık düzenidir (ratio essendi}, buna karşın ahlak yasası da özgürlüğün bilme düzenidir (ratio cognosceııdi). Çünkü ahlak yasası daha önce usumuzda açıkça düşünülmüş olmasay­ dı hiçbir zaman kendimizi (kendi içinde bir çelişki taşımasa bile) özgür­ lük gibi bir nesneyi varsaymakla yetkili göremezdik. Oysa özgürlük de ol masaydı içimizde karşı karşıya geleceğimiz bir ahlak yasası kesinkes bıılunnıazdı.

Önsöz

malıdır da. Bu son uca göre, bu idelerin bir iç-olanaksız­ lık (çelişme) içermeleri pratik bakımdan yeterlid ir. Bu ra­ da, kuramsal usla karşılaştı rıldığında öznel kalan; buna karşın kuramsal us gibi salt, ancak pratik us için nesnel geçerl ik taşıyan bir onaylamanın temeli vardır. Böylece özgürlük kavramı aracıl ığıyla tanrı ve ölümsüzlük idele­ rinin nesnel gerçekliği , onları varsayma, dahası, (salt usun gereki nimi olarak) varsayman ı n öznel gereksinimi­ ni benimseme durumu yaratılıyor. Ancak bu yolla, us kuramsal bakımdan genişlemiyor, yalnız daha önce bir soru n olan olanak, burada sav nitel iğiyle veril iyor ve böylece usun pratik kullanımı kuramsal kullanım öğele­ riyle bağlanıyor. Bu gereksinim; kurgulamada us kullanı­ mının yetkinliğe ulaşmak istediğinde, benimsen mesi ge­ reken kurgulamanın gelişigüzel bir ereğiyle i lgili gereksi­ nim deği ldir, tersine bir nesneyi yasa gereği benimseme gereksinimidir. Bu gereksinim olmadan onun eylem ve eylemsizl iğinin ereği diye kesinkes ortaya konması gere­

ken nesne ayd ınlığa çıkamaz. Bu konuları kendi içinde çözmek ve pratik kullanım için bi lgi olarak saklamak, böyle dolaşık yollardan geç­ memek, kuramsal usu muz için kuşkusuz daha doyuru­ cu olurd u . Ancak kurgu yetimiz buna elverişli d eğildir. Böylesi yüksek bilgileri ol makla övünenler burada çakı­ lıp kalmamalı, o bilgileri sınanmak ve değerlendirilmek için ortaya koymalıdırlar. Kamtlamak mı istiyorlar, bu­ yursunlar görelim: Kanıtlasınlar da eleştirici bütün silah­ larını o başarı kazananları n ayaklarına atsın. Quid sta­

tis? Nolint. Atqui Jicet beatis (Ne d uruyorsunuz? İstemi­ yorlar. Yine de mutlu olabilirler. ) Gerçekte bu konuya yaklaşmak istem iyorlar. besbel li güçleri de yetmiyor, yi­ ne eleşti rinin silahlarını ele almamız gerek: Olanak/an kurguyla yeterince sağlama bağlanamayan tann, özgür-

lmmanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

lük ve ölümsüzlük kavram larını usun ahlakça kullanı­ mında arayalım ve onları usun b u ku llanımı üzerinde te­ m ellendirelim. Burada hepsi nden önce, eleştirinin bilmecesi açıklığa kavuşuyor: Nasıl ol uyor da kurguda kategorilerin d uyu­ üstü kullammma özgü nesnel gerçeklik yadsmabiliyor; öte yandan salt pratik usun nesneleri bakı mı ndan bu

gerçeklik onaylanabiliyor; çünkü usun bu pratik kullanı­ mı yalnız bir ad d iye bilindiği sürece bunun tutarsız gö­ rün mesi zorunludur. Oysa usun pratik kullanımının ek­ siksiz bir çözümlenişiyle söz kon usu gerçekliğin burada

kategorilerin kuramsal belirlenimine ve bilgi nin d uyu üs­ tü alana d eğin genişlemesine olanak bulunmad ığı görü­ lecektir. Tersine burada d üşünülen, kategorilerin bu bağlamda her yerde bir nesnesi olduğudur. Çünkü kate­ goriler ya istencin zorunlu belirleniminde önsel olarak bulur ya da istenci zorunlu olarak belirleyen nesneyle ayrı lmazcasına bağlıdır. Adı geçen tutarsızlık böylece or­ tadan kalkar. Çünkü bu kavramların kurgusal usun ge­ reksediği nden başka bir kullan ımı vardır. Buna karşın, kuramsal eleşti riye özgü tutarlı düşünme türünün daha önce beklenmeyen ve çok doyurucu bir doğrulan ması ayd ın lığa çı kıyor. Bu kurgusal eleştiri , araları nda kendi öznemizin de bulund uğu, deney nesnelerinin deney nesneleri olarak yalnız görün üşler diye geçerli sayılma­ sına ve gene bu deney nesnelerinin temeline kendi ba­ şına varlığın konmasına, böylece d uyu üstü nesnelerin köksüz, kavramlarının da içeri k yönünden boş sayılma­ sına çalışıyor. Şimdi pratik us da kendi adına ve kurgu­ sal usla bir sözleşmeye girişmeksizin nedensellik kate­ gorisinin d uyuüstü nesnesi ne; özgürlüğe gerçeklik sağlı­ yor (ne denli pratik bir kavram olarak yalnız pratik kul­ lanım için olsa bile), açı kçası yalnız orada düşün ü/ebi/e-

Ön söz

ni bir olguyla doğruluyor. Bu arada, düşünen öznenin bi­ le içgörüde kendisi için ancak bir görünüş olduğunu i le­ ri süren kurgusal eleştirinin bu yadırganıcı yine de tartı­ şılmaz savı Pratik Usu n Eleştirisi ' nde eksiksizce doğrula­ nır. Kurgusal eleştiri bir önermeyi kanıtlamamış olsa bi­ le, Pratik Usun Eleştirisi'nde bu so nuca varması gereke­ cektir. * Böylece Eleştiri'ye karşı şimdiye değin görd üğüm en önemli karşı çı kışların neden bu iki odak çevresinde döndüğü nü an lıyoru m : Açıkçası, bir yandan kendinde nesnelere (noumenon) uygu lanan kategori lerin kuram­ sal bi lgide yadsınan ve pratik onaylanan nesnel gerçek­ liği; öte yandan da kendi deneysel bili ncinde, kendini özgürlüğün öznesi olarak kendinde nesne ve doğa bakı­ mı ndan görünüş durumuna getiren aykırı istek. Çünkü belirl i ahlaklılık ve özgürlük kavramları oluşturulmad ığı sürece , bir yandan görünüş sayılan nesnenin temeline kend inde varl ı k olarak neyin konu l mak istendiği, öte yandan da daha önce kuramsal kullanımda salt varlığın bütün kavramları nı yalnız yal ı n görüşlere bırakmışsa, ge­ ne bir kendinde varlı k kavramı yaratman ın her yerde olanaklı olup ol mad ığı kestirilemez. Bütün bu yanlış an­ lamayı ancak pratik usun ayrıntılı bir eleştirisi ortadan kaldırılabilir ve ona en büyük ayrıcalığı nı kazandıran bu tutarlı düşünme türünü aydın lığa kavuşturabilir. Salt kurgusal usun, daha önce eleştirilen kavram ve i lkeleri n i n b u yapıtta yer yer ve yeniden gözden geçiril­ mesi, açıkçası ku rulacak bir bilimin d üzenli gidişine pek •

Özgürlük olarak nedenselliğin ahlak yasası, doğa mekanikçiliği olarak nedenselliğin de doğa yasası aracılığıyla birleştirilmesi, bunun bir ve öz· deş öznede, insanda yapılması insanın birincisiyle ilişkisi bakımından salt bilinçte kendi başına varlık olarak, ötekisiyle il işkisinde de deney­ sel bilinçte görünüş olarak tasarımlanmadığı sürece olanaksızdır. Bu ya­

pılmadıkça usun kendi kendiyle çelişmesi kaçınılmazdır.

Immanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

de yakışmayan (çünkü yargıya varılmış konulara kısaca değinilmeli, yeniden ele alınmalı), ancak burada us bu kavramların oradakinden b üsbütün ayrı mlı bir kullanı­ mına yönelik görüld üğünden, göz yumulan, daha gerek­ li sayı lan bu gözden geçirmeyi doğrulamak için gerçek­ leştirilmiş olsa da bu yapılan çok bile. Usun böyle bir konudan ötekine geçişi, eski yolun yenisinden ayırt edil­ mesi ve i kisi arası ndaki bağlantının görülmesi için kav­ ramların eski ile yeni kullanımını karşılaştırmayı gerekti­ rir. Bu d üşü nceler; şu salt usun pratik kullan ımında öz­ gürlük kavram ına yönelik d üşünceler, kurgusal usun eleştirel dizgesindeki boşlukları giderecek dolgular ya da ived ilikle yapılmış bir yapıya sonradan konan ayaklar ve dayanaklar gibi görü lm,.emeli (çü nkü bu dizge kendi amacına göre eksiksizdir) . Bu d üşünceler, sorunsal ola­ rak ortaya konabilmiş kavramların kendi durum ları için­ de kavranabilmesi için d izgenin bütünlüğünü anlaşılır kılan gerçek öğeler sayılmalı. Bu an ıştırma, özellikle öz­ gürlük kavramıyla ilgilidir. Birçok kimsenin kavramı yal­ nız tin bilimsel bağlamda an lamaya ve olanağın ı açık.la­ maya çalışmakla övünmesi şaşılacak bir iştir. Oysa o kimseler bu kavramı daha önce aşkın bir açıdan görse­ lerdi kurgusal usun eksiksiz kullanımında sorunsal bir kavram olarak onsuz edilemeyeceğini, buna karşın da

kavramlmaz bir kavram olduğu n u an larlardı. Gene on­ lar, sonradan, bu kavramla pratik kullanıma geçtiklerin­ de; bunun ilkeleri bakı mın dan istemedikleri, az önce sözü edilen belirlenimine ke ndiliklerinden ulaşmış olur­ lard ı . Özgü rl ük kavramı bütün deneyciler için bir engel taşıdır. Öte yandan zoru nlu olarak ussal bir yönteme uy­ ma gereğinde kaldığını bu kavram aracıl ığıyla anlayan eleştirici ahlakçılara göre özgürlük en yüce pratik ilkele­ rin anahtarıdır. Bu nedenle okuyucudan dileğim Anali-

Önsöz

tik'in sonunda bu kavram üzerine söyl enenleri sığ bir bakışla geçiştirmemesidir. Burada, Salt Pratik Usun Eleştirisi'ne dayanılarak ku­ rulan dizge gibi bir d izge geliştirirken, özellikle bütünün doğru çizilmesini sağlayabilen bakış açısı ndan sapma­ mak için çok mu az mı güçlük çekildiği kon usunda yar­ gı vermeyi buna benzer bir çalışmayı bilene bırakmam gerek. Bu d izge, bir bakıma Töreler Metafiziğinin Temel­

lendirilmesi'ni (Gru ndlegung zur Metaphysik der Sitten) gerektirir, bu da ödev ilkesiyle önceden bağlantı kurd u­ ğu, bunun belirl i bir kural ını ortaya koyup doğruladığı oranda olabil ir, * yoksa buradaki dizge kendi kendine yetmektedir. Bütün pratik bilimlerin bölümlenmesi Kur­ gusal Usun Eleştirisi'nde old uğu gibi eksiksiz yapılamı­ yor, bunun geçerli nedeni de bu pratik us yetisinin yapı­ sında bulu nabilir. Çünkü ödevleri insan ödevleri olarak bir bölümlemeye göre özel biçimde belirleme olanaklı­ dır, ancak bu d a bu belirlemenin öznesini ( insan ı) ger­ çek yapısı bakımından ve genelli kle ödev bağlantısında gereğince bil mekle olabil ir. Bu konu pratik usun, genel olarak, eleştirisin i ilgilendirmez. Eleştirinin işi pratik usun olanağının, kapsamının ve sınırları nın ilkelerini in­ san ın doğal yapısıyla i lişkiye girmeden eksiksiz olarak ortaya koymaktır. Burada bölümleme eleştirinin dizgesi­ ne değil, bilimin dizgesine bağlı dır. •

Bu yazıyı yermek için bir iki söz etmek isteyen bir eleştirmen, elinde ol­ madan daha doğrusunu dile getirerek dedi ki: Burada yeni bir ahlak il· kesi değil ancak yeni bir k ural ortaya konuyor. Yeni bir ahlak ilkesi öne sürmeyi. dahası bunu ilkin bulmayı kim istiyordu? Ondan önce dünya ödevin ne olduğunu bilmiyormuş ya da büsbütün bir yanılgıya düşmüş­ müş. Ancak bu sorunu çözmek için ne yapılacağını kesinlikle belirleye­ cek ve yanılgıya yer vermeyecek bir kuralın matematik için ne anlama geldiğini bilen kimse her ödev konusunda özdeş işi görecek bir kuralı önemsiz ve gereksiz bir nesne saymayacaktır.

lmmanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

Töreler Metafiziğinin Teme/Jendirilmesi'nin açık, doğ­ ru luksever ve çetin, bundan dolayı da her zaman saygı­ değer bir eleşti rmeni, orada iyi kavrammm ahlak ilkesin­

den önce ortaya konmasma karşı çıktı * (çün kü onun ka­ nısına göre öyle yapılması gerekirdi), onun bu karşı çı k.ı­ şına Analitik'in ikinci ana böl ümünde yeterli yanıtı verdi­ ğimi umarım. Bunun gibi doğrul uğu bulmaya gönül ver­ miş görünen kişilerce yapılıp bana ulaşan kimi karşı çı­ kışları da göz önünde bulundurd u m (çünkü yalnız ke n•

Bana ayrıca istek duyma yetisi ya da haz duygusu kavramını neden da­ ha önce açıklamadım diye de karşı çıkılabilirdi, ancak tinbilimde verilen bu açıklamanın kolayca bilinmesi gerektiğinden bu karşı çıkış da pek yersiz olurdu. Besbel li ki orada tanım, istek duyma yetisini belirlemenin temeline haz duygusunun konulması biçiminde de olabilirdi (gerçekten genelde yapılan da böyledir). Bu durumda pratik felsefenin en yüksek il­ kesi zorunlu olarak deneysel niteliğe sokulurdu. Oysa ilkin çözülmesi gereken sorun da budur. Bu El eştiri'deyse bu konu bütünüyle geçersiz kılınıyor. Bu tartışmalı konuyu daha başlangıçta, uyarınca, kesin sonuca bağlamadan bırakmak için bu açıklamayı burada gerektiği gibi vermek isterim.

Yaşam bir varlığın, istek duyma yetisinin yasalarına göre dav­ ranma yetisidir. İstek duyma yetisi bu varlığın tasarımları do/ayısıyla, bu -

tasarımların nesnelerinin gerçekliğinin nedeni olma yetisidir. Haz, nes­ nenin ya da eylemle yaşamın öznel koşulları, açıkçası bir tasarımın nes­ nesinin gerçekliğinin nedeni olabilmesi (ya da öznenin nesneyi ortaya

çıkaracak eylem bakımından, güçlerinin belirl enmesini sağlaması) ara­ sında sağlanan uyumun tasarımıdır. Tinbilimden ödünç alınan kavram­

l arın el eştirisine daha çok gereksinme duymuyorum, geri kalanını Eleş­ tiri'nin kendisi başarıyor. Hazzın herkes istek duyma yetisinin temeline konulup konulamayacağı, yoksa kimi koşullar altında istek duyma yeti­ sinin belirlenmesi hazzı izlemekle mi kalır? sorusunun bu açıklamayla kesin bir sonuca bağlanmadığı; çünkü bu açıklamanın yalnız salt anlığa özgü, deneysel bir nesne taşımayan özellikl erden, açıkçası kategorilerin oluşturulduğu kolayca anlaşıl abilir. Yargılarını, kavramın çoğu zaman pek geç ulaşılan çözümünden önce atılganca bir tanımla ileri sürmemek bütün felsefe öğütlenmeye değer bir olaydır, oysa bu önleme pek de önem veril mez. Bütün El eştirici süresince (gerek kuramsal, gerek pratik usun el eştirisi ol arak) felsefenin eski dogmatik gidişindeki birtakım ek­ siklikl eri gidermek ve kavramların usun bütün ilgi alanında kullanımın­ dan önce ilgi çekmemiş kimi yanlışların düzeltilmesi için türlü olanakla­ rın ortaya çıktığı görülmektedir.

.30

Ön söz

di eski dizgelerini göz önünde bulundurarak neyi n onay­ lanması, neyin yadsınması gerektiği kon usunda önce­ den yargıya varanlar kişisel görüşlerine karşıt bir açıkla­ mayı istemezler); bundan sonra da böyle davran acağı m . İnsan tininin özel b i r yetisinin kayn akları, içeriği v e sı­ nırları söz lmnusu olursa, insan bi lgisinin yapısına göre ancak bölümlerinden (elden geldiğince onun şimdi ki durumda kazand ığım ız öğelerine göre), bu böl ümlerin eksiksiz beti minden işe başlanabilir. Burada felsefe ve mimarl ı k bakımından, göz önünde bulundurulması ge­ reken ikinci bir ko nu vardır. O da bütünün idesini doğ­ ru kavramak ve bu ideden yola çıkarak b ütün bölüm le­ ri birbiriyle karşılıklı bağlantı içinde bütün kavramından türeterek salt bir us yetisi nde göz önünde tutmaktır. Bu sınama ve !:,ı!.lven altına alma, ancak dizgeyi özünden ta­ nımakla olabilir. İ l k araştırma konusunda sıkıntıya d ü­ şenler, dolayısıyla dizgeyi tanımada çaba göstermeye değer vermeyenler ikinci basamağa ulaşamazlar, açık­ çası daha önce çözümsel olarak verilene yeniden dönüş anlamına gelen bütünü görmeyi başaramazlar. Bunlar her yanda tutarsızlıklar bu lurlarsa, buldukları n ı sandık­ ları boşlu klar dizgenin ke ndinde değil de kendi düşün­ celerinin düzensiz gid işindeyse, şaşmamak gerekir.

Yeni bir dil getirmek istediğim konusundaki karşı çı­ kışlar bu çalışmamda beni kaygılandırmıyor; çünkü bu­ radaki bi lgi türü herkesin bilebileceği niteli kted ir. Bu karşı çıkışı İ l k Eleştiri bakı mı ndan da, onun sayfalarını karıştırmakla kalmayan, d üşünerek okuyan bir kimse yapmaz. Anlatımlar için gerekli kavramlar dilde eksiksiz olarak varken yeni sözcükler uyd urmak çocu kça bir ça­ badır. Yeni ve doğru d üşü ncelerle ortaya çıkamayınca bu eski giysilere ye ni yamalar vurarak kend ini gösterme

l mmanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

anlam ına gelmektedir. İlk Eleştiri 'nin okurları d üşünce­ lere an latımları n bana uygun görün düğü gi bi, uygun ge­ lecek daha güncel anlatım lar biliyorlarsa ya da bu d ü­ şüncelerinin h içliği ni, dolayısıyla bu d üşünceyi gösteren her anlatı mm h içliği ni ortaya koyarlarsa ilkiyle beni ken­ dileri ne borçlu kılarlar, çünkü istediğim anlaşılmaktadır; i ki ncisiyle de felsefeye yararlı bir iş yaparlar. Ancak bu düşünceler ayakta d u rd uğu sürece on lara uygun ve da­ ha geçerli anlatımlar bulu nacağından çok kuşku l uyu m . * • Burada beni kaygılandıran, gösterdikleri kavramı bozmasın diye, özenli seçtigim anlatımların anlaşılmamasından çok, yanlış yorumlanmasıdır. Böylece pratik usun çizelgesinde, kiplik başlıgı altında, uygun görülen ve görülmeyen (pratik-nesnel olanaklı ve olanaksız), ardı sıra gelen ödev ve ödeve aykırı olanla dilin güncel kullanımında neredeyse eşanlama

gelir. Ancak burada birinci olanaklı pratik bir buyrultuya uygun ya da karşıt (bütün geometri ve mekanik sorunların çözümünde oldugu gibi), ikincisi de us'ta gerçekten bulunan bir yasayla ilişki içinde olan nesne

anlamına gelir. Bu anlam ayrımı pek alışılmış olmasa da dilin genel kul­ lanımına yabancı degildir. Sözgelişi bir söylevciye yeni sözcükler, yeni deyimler üretme yetkisi verilmemiş, ozana ise belli bir ölçüde verilmiş­ tir. Ancak bunun iki durumda da bir ödev oldugu düşünülemez. Çünkü söylevcinin ününü sarsmak isteyene kimse engel olamaz. Burada yalnız sorunsal, onaylayıcı ve gerektirici belirleme nedenleri altında buyrukla­ rın ayrımı söz konusudur. Bunun gibi ben de degişik felsefe okullarında

ki pratik yetkinligin ahlak idelerini ortaya koydugum açıklamalı ekte iki­ sinin de nesnel olarak özdeşligini açıkladımsa da bilgelik idesini kutsal­ lık idesinden ayırdım. Ancak orada yalnız insanın (Stoalının) kendisi için

onaylandıgını, insana öznel bir nitelik olarak yüklenen bilgeligi anlıyo­ rum. (Stoalının büyük bir övünç duyarak sözünü ettigi erdem okulunun daha iyi bir niteligi olabilir). Ancak salt pratik usun koyutunun anlatımı salt matematigin zorunlu kesinlik taşıyan koyutlarının anlamıyla karıştı­ rılırsa birçok yanlış anlamaya yol açılabilir. M atematiğin koyutları, nes­ nesi kuramsal olarak etkisiz bir kesinlikle önceden olanaklı diye bilinen bir eylemin olanağını ortaya koyar. Salt pratik usun koyutu bir nesnenin olanağını (tanrının ve tinin ölümsüzlüğünü) zorunlu pratik yasalara da­ yanarak, yalnız pratik usun yaran için ortaya koyar. Çünkü ortaya konan bu olanagın kesinliği, kuramsal, dolayısıyla zorunlu, nesnel bakımdan bilinen zorunluluk değil, tersine nesnel, ancak pratik yasalara uyması için zorunlu bir onay, zorunlu bir varsayımdır. Bu öznel, ancak yine de dogru ve koşulsuz us zorunluluğu için daha iyi bir anlatım bulamadım.

Ön söz

Böylece artık, bilgi ve istek d uyma gibi i ki insan yeti­ sinin önsel i l keleri bul unacak ve kullanımın kuramsal koşul ları kapsamı ve sı nırlarına göre belirlenecek. Bu­ nunla kuramsal olduğu ölçüde pratik de olan bir felse­ fenin bir bilim niteliğinde sağlam temel i kurulacaktır. Önsel bilginin olmadığı , olamayacağı ortaya konsa bütün bu çabalar bu beklenmedik bul uştan daha kötü bir d u rumla karşılaşamazdı. Ancak böyle korkulur bir durum yoktur. Bu, usun olmadığını gene usa dayanarak kanıtlamayı istemek gibi olurd u . Çünkü biz, bir nesneyi bilebileceğimizin bilincine varmışsak, bu nesne deney­ de karşımıza çıkmasa bile, onu yalnız usla bildiğimizi, bundan dolayı us bilgisiyle önsel b i lginin özdeş olduğu­ nu söyl üyoruz. �ir deney önermesinden zoru n l u l u k çı­ karmayı istemek (ex pirimice aquam/sü ngertaşından su çıkarmak) , b u n u n la da bir yargıya genel geçerl i l i k sağla­ mayı ummak çelişkidir (bu genellik ol madan ussal çıka­ rım yapı lamaz. En azından onaylanmış bir genellik ve zoru n l u l u k olan, bu nedenle her zaman gerçek bir ge­ nelliği koşul sayan benzeti m yoluyla da ussal çı karım düşünülemez). Yalnız önsel yargılarda bulu nan nesnel zoru n l u l u k yerine alışkan l ı k dediğimiz öznel zoru n l u lu­ ğu koymak, usun nesne üzerinde yargı verme yetisinin; nesneyi ve nesneye uygun olanı bi lmenin, o lmad ığını söylemektir. Sözgel işi boyuna yinelenen ve daha önce­ ki belirli bir d u rumu izleyen nesnenin son uç olarak ön­ cekinden çıkarılabileceğini söylememek (bu nesnel zo­ ru n l u l u k ve öznel bağlantı kavramı an lamına gelird i ) , an­ cak benzer durumlar beklemek (hayvanlarda görü ldüğü gi bi) gerektiği ni söylemek, açı kçası neden kavramını te­ melde yanlış ve bir düşünce tu zağı diye yadsımak olur. Bu nesnel ve dolayısıyla genel geçerl i l i k eksikliği ne; us taşıyan başka varlıklara başka bir tasarım türü yü kle-

l nımanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

mek için bir neden görülmediğini söyleyerek olanak aransa, bu da geçerli bir çıkarım niteliği taşısaydı bi lgi­ mizin genişlemesi ne bi lgisi zliğimizin bütün düşünsel ça­ l ışmalarından daha çok yararlı olacaktı. Çünkü ancak b u d u rumda, i nsandan başka us taşıyan b i r varl ık tanımadı­ ğımızdan , bu tür varlıkların kendimizi tan ıdığımız biçim­ de olduklarını onaylama yetkimiz bulunur, on ları ger­ çekten tanımış olurd uk. Burada bir onaylama genelliği­ nin bir yargı nın nesnel geçerl iliğini (bilgi olarak geçerlili­ ğini) kanıtlayamayacağımı söz konusu bile etm iyoru m . Böyle b i r olay gelişigüzel d u rumda doğru çıksa b i l e nes­ neyle uyum sağlamanın kanıtı o lamaz; zorunlu genel bir uyumun temelini, ancak nesnel geçerlilik ol uşturabilir.

Hume, ilkelerdeki bu genel deneycilik dizgesinden çok kıvanç d uyardı. Çünkü o, bilindiği gibi, usun; tan rı , özgü rlük ve ölümsüzl ü k kon u larında yetki li o lmad ığını göstermek için neden kavramında zorunluluğun her nesnel anlamı yerine, yalnız öznel bir zoru n l u l u k olan alışkanlığın benimsenmesini istiyordu . O, ilkeleri elde ettikten sonra onlardan mantığa özgü bir kesinl ikle so­ n uçlar çı karılacağını bil iyord u . Ancak Hume bile deney­ ciliği matematiği kapsayacak nitelikte genelleştirmedi. O, matematik önermelerini çözümsel saydı; bu doğru olsaydı matematik önermeler gerçekten zorun l u olacak­ tı. Ancak bundan, usun felsefede de zoru n l u ( nedensel­ lik önermesi gibi) bireşimsel yargılarda bulunma yetisi taşıdığı sonucu çıkarı lamaz. Deneycilik ilkeler için genel sayılsaydı matemati k de onun kapsamına girerd i . Oysa deneyselliğin yapamadığı nı başararak, uzanım sonsuz bölünebilirliğini karşı çıkıl maz nitelikte kan ıtla­ yan matematik, çatışkıda olduğu gibi, yalnız de neysel il­ keleri beni mseyen usla çatışmaya girdiğine göre kanıtla­ manın olanaklı kıldığı en büyük apaçıkl ık deney i lkele-

Önsöz

rinden doğduğu ileri sürülen çıkarımlarla d ü pedüz çeli­ şir. Bu d urumda Chese/din'in körü gibi beni aldatan gö­ züm m ü , yoksa parmaklarım mı, diye sormak gerekir (çü n kü deneycilik duyulara dayanan, usçuluk ise kavra­ nan bir zorunluluk üzerine temellenir). Böylece genel de neycilik gerçek bir kuşkucul u k olarak ortaya çıkıverir. Bu kuşkuculuk, böyle sınırsız bir anlamda yanl ış olarak Hume'a yüklenmiş;• çünkü o, matematiği deneyin ölçü­ taşı diye benimsedi . Buna karşın genel deneyci l i k, de­ neyin yalnız duyu verilerinden değil, tersine yargılardan ol uşmasına bakmayarak, bir ölçütaşı ( her zaman i lkeler­ de önsel olarak bulunabilen) bırakmadı. Yine de bu felsefe ve eleştiri çağı nda böyle bir deney­ ciliğe bağlanıp tutarlı ol � ak güçtür; bu bir bakıma yal­ nız yargıgücünü alıştırmak ve karşıt yolla usun önsel il­

kelerini daha iyi aydı n latmak için ortaya konabilir. Bu­ nun dışı nda, pek de öğretici olmayan bu konuyla ilgile­ nenlere ancak "sağ olun" denebilir.



Bir inanç kurumuna bağlılığı gösteren adlar her zaman birçok haksızlığa n eden olmuştur. Sözgelişi dışsal nesnelerle ilgili tasarımlarımızın yalnız gerçek dışsal nesneleri karşıladığını onaylamakl a kalmayan, bunda dire­ nen, ancak bu nesnelerin görü biçimini onlara değil de insanın tin sel ya­ pısına bağlayan bir kimseye "bu bir idealist" tir dendiği gibi.

GİRİŞ

PRATİK USUN BİR ELEŞTİRİSİ DÜŞÜNCESİ ÜSTÜNE sun kuramsal kullanımı yal nız bilgi yetisinin nesne­

U leriyle uğraşıyordu ; usu11 bu ku llanımı bakımından

bir eleştirisi gerçekte yalnız bi lgi yetisiyle ilgiliyd i . Çünkü

bu yeti, kolaylı kla sınırlarının ötesine geçerek u laşılmaz nesneler ya da birbiriyle çelişen kavramlar arası nda ken­ dini yitirdiğine değgi n ve daha son ra doğru lanan bir kuş­ ku uyand ırıyordu. Usun pratik kullanımıyla ilgi l i durum başkadır. Bu kullanımda us, tasarım lara uygun nesnele­ ri ortaya koyan ya da (doğal yeti buna yeterli olsun ol­ masın) bu nesneleri ortaya koymak için belirleyen; daha doğrusu kendi nedenselliği ni belirleyen bir yeti olan, is­ tencin belirleme nedeniyle uğraşır. Çünkü burada us, en azından, istenci belirlemeyi başarabilir. Yal nız iste­ mek söz kon usu olursa her zaman usun nesnel gerçek­ liği vardır. Bu d u rumda ilk soru şudur: Salt us istenci be­ lirlemede kendi kendine yeterli mi, yoksa us istencin deneysel koşulu diye mi belirleme nedeni olabilir? Bu­ rada salt usun eleştirisi 'yle doğrulanan, ancak deneysel tasarı ma elverişli olmayan bir n edensellik kavramı, da­ ha doğrusu özgürlük kavramı işe karışır. Şimdi, biz, bu özelliğin gerçekten insan isten cine özgü olduğu n u ( b u­ n u n bütün us taşıyan varlıklara uygun geldiğini) kanıtla-

l mmanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

yacak nedenler bulabilirsek salt usun pratik olabi leceği ortaya çıkmakla kalmayacak, dahası deneysel nitelikte sın ırlanmış usun deği l, yalnız salt usun koşulsuzca pra­ tik olduğu da açıklığa kavuşacak. Bu nedenle biz, salt

pratik usun deği l, tersine genelde yalnız pratik usun eleştirisini izleyeceğiz. Çünkü hepsi nden önce salt usun varlığı ortaya konursa eleştiri gerekmez; salt us her kul­ lan ımının eleştirisi için gereken ölçüyü içerir. Pratik us eleşti risinin genel bir yükümlülüğü vardır, o da istencin belirleme nedenini yalnız kendisi nin ortaya koyabi lece­ ği savında bulunan, de neysel olarak koşullanmış usu e ngellemektedir. Varlığı ortaya kon u rsa, salt usa özgü kul lan ımı· içkin, b u na karşın ken disi nin tek egemen ol­ d uğu savında bu lunan de neysel koşullu usun kullanımı aşkı ndır; alanını bütünüyle aşan ölçüsüz beklentilerle, b uyruklarla kendini açığa vurur. Bu durum kuramsal kullanımında salt us konusunda söylenebileceklere ay­ kırı gelir. Yine de, burada, usun pratik kullanımının temelinde salt usun bilgisi bulund uğundan pratik usla ilgili bir eleş­ tirinin genel çizgi lerine göre böfü m len mesi kuramsal us eleştirisinin böl ümlenmesine uygun biçimde d üzenlen­ melid ir. Böylece elimizde Pratik Usun Eleştirisi'nin bir Öğeler Öğretisi ve Yöntem Öğretisi bulunması gereke­ cek. Birincisinin ilk böl ümü nde doğru l uğun kuralı olarak bir analitik ve pratik usun yargılarındaki kuruntunun ser­ gilen mesi ve çözümü olarak bir diyalektik olacak. Yalnız Analitik'in alt böl ümünün düzeni kuramsal usun d üzeni­ nin eleştirisi ndekinin tersi olacak. Çünkü elimizdeki eleştiri 'de ilkelerden başlayarak kavramlara ve kavram­ lardan, elden geldiği yerde, d uyulara gideceğiz. Oysa ku­ ramsal us'ta duyu lardan başladık ve konuyu ilkelerde bitirme gereğinde kaldık. Bunun dayandığı neden de şu-

Giriş

dur: Bizim burada üzerinde d u rduğumuz istençtir ve usu nesnelere i l işkisi içinde değil istençle ve istencin nedense lliğiyle bağlantısı bakı mından ele alıyoruz. İşte, burada, deneysel olarak koşu llanmamış nedensel lik i l­ kelerinden işe başlama gereği vardır. Ancak bundan sonra kavramları mızı böyle bir istencin bel irleme ne­ den lerine, sonu nda da özneye, öznenin duyusallığın a uygulama denemesi yapı labi l ir. Özgürlü kten doğan ne­ densellik yasası, açı kçası herhangi bir salt pratik ilke ka­ çınılmazcasına bir başlangıç oluşturuyor, yalnız kendi­ siyle i lişkili n esneleri belirliyor.

BİRİNCİ BÖLÜM SALT PRATİK USUN ÖGELER ÖÖRETİSİ

BİRİNCİ KİTAP SALT PRATİK USUN ÇÖZÜMÜ Birinci Kesim SALT PRATİK USUN İLKELERİ ÜSTÜNE 1 - AÇJklama

ratik ilkeler, birçok pratik kuralı kapsayan istencin

P genel belirlemesini içeren önermelerdir. Bu önerme­

lerin içerdiği koşul, yalnız öznenin istenci için gene öz­ nece geçerli görü lürse, on lar öznel ya da maksimlerdi r. Bu koşul her us taşıyan varlığın istenci için geçerli d iye bilinirse, önermeler nesnel ya da pratik yasalardır. EK

Salt usun, kendi içinde prati k, açı kçası istenci belirle­ yen yeterli bir neden içerdiği beni msen irse, pratik yasa­ lar var demektir; bu neden in bulunmadığı yerde bütün pratik i lkeler yalın maksimler olur. Us taşıyan bir varlığın tutkusal olarak uyarı lmış istencinde, bu varlığın kendili­ ği nden tanıd ığı maksimlerle pratik yasalar arasında ça­ tışma olabil ir. Sözgelişi bir kimse hiçbir yermeyi karşılık­ sız bırakmamayı, ona katlanmamayı m aksi m edinebil ir, ancak bunun pratik bir yasa deği l, yalnız ke ndi maksimi olduğunu bil ir, buna karşılık her us taşıyan varlığın is­ tenci için bir kural olursa bir ve özdeş maksi mde kendi

lınmanucl Kant



Pratik Usun Eleştirisi

kendisiyl e uyuşmazl ığa düşebil ir. Doğa bilgisi nde ortaya çıkan olayın ilkeleri (sözgelişi devinimin iletilmesinde etki ve tepkinin eşitliği i l kesi) doğanın da yasalarıdır. Çü nkü orada nesnenin yapısıyla belirlenen usun kullanı­ mı kuramsaldır. İstencin yalın bel irleme nedeniyle ilgili pratik bilgide insanın edi ndiği i lkeler bağlı kalınması ge­ reken yasalar değildir; çünkü pratik alanda us nesneyle, açıkçası istek duyma yetisiyle i lgilidir. Bu nedenle kural bu yeti nin özel yapısına göre değişik doğrultulara yöne­ lebilir. Pratik kural her zaman usun bir ü rünüdür, çünkü pratik kural eylemi, etkinin aracı olarak amaç edin ir. An­ cak us'ta istencin h içbir belirleme nedeni bulunmayan bir varl ı k için bu kural bir buyruktur, açıkçası eylemin nesnel zorunluluğunu dile getiren bir gerekimle belirti­ len bir kuraldır. Bundan, us, istenci eksiksiz belirlesey­ di eylem de kesinkes bu kurala göre olurdu, anlamı çı­ kar. Bu nedenle buyruklar nesnel geçerliktedir, öznel il­ keler olan maksimlerden b üsbütün ayrıdır. Buyruklar ya yalnızca etki ve bu etkiyi sağlama bakımından etkileyen neden olarak us taşıyan bir varlığın nedenselliğine özgü koşulları belirler ya da etki konusunda yeterli , yetersiz olsun yal nız istenci belirler. İ l k d u rumda buyruklar ko­ şullu olur ve yalnız beceri b uyurtu ları nı içerir, ikincisin­ de bunun karşıtı ortaya çıkarak buyru klar kesin leşir ve yalnız pratik yasalar ol ur. Öyleyse i l ke olan maksi mler

buyruk deği ldir. Buyruklar koşullanmış ise istenci yalnız istenç olarak deği l de istenen bir etkiye göre belirlese, koşul l u buyruk, pratik buyurtu olur, yasa olmaz. Yasalar istenen etkiyi sağlayacak gücüm var mı ya da bu etkiyi ortaya çıkarmak için ne yapmalıyım, diye bir soru sor­ mamdan önce istenci istenç olarak yeterince belirleme­ lidir, böylece kesin olmal ıdır, yoksa yasa olmazlar. Çün­ kü yasalar pratik olmak için, tutkudan gelen, dolayısıyla istençle gelişigüzel ilgisi bulu nan koşullardan bağımsız

Salt Pratik Usun Çözümü

ol ması gereken, zoru n l u l u ktan yoksun kalır. Sözgel işi bir ki mseye yaşlılığında dara d üşmemesi için gençliğin­ de çalışkan ve tutumlu olması gerektiğini söylemek is­ tencin doğru ve önemli pratik bir buyurtusudur. Oysa bunun eşit ölçüde var old uğu d üşün ülemez. Bu d uyulan eğilimin ne olduğu n u , kişinin kazandığı kendi yetisi dı­ şında kalan başka yardım kaynaklarına yönelip yönel­ mediğini, i leri bir yaşa u laşı p ulaşmayacağı nı u m u p um­ madığını ya da darl ık d u rum unda azla yetinmeyi düş,ü­ nüp d üşünmediğini eylemde bulunana bırakmak gere­ kir. Zoru n l u l u k taşıyan her kuralın tek kaynağı olması gereken us bu buyurtusuna da zorunluluk sağlar (çünkü zoru n l u l uğu ol masa buyruk olmazd ı ) ; ancak bu zorunlu­ luk özneldir, bütün öznelerde eşit ölçüde var old uğu d ü­ şünülemez. Usun yasa koyucu olması için yalnız kendi kendini varsayması gerekir, çünkü kural bir us taşıyan varlığı ötekinden ayıran gelişigüzel, öznel koşul lara bağ­ lanmadan geçerli olursa nesnel ve genel geçerdir. İmdi bir kimseye, h içbir zaman yeri ne getiremeyeceği bir iş i çin söz vermemesi gerektiğini söylemek,

bu yolla

amaçları na u laşabilsin ya da u laşamasın, yalnız o kimse­ nin istencini ilgi lendiren bir kuraldır. Bu kuralla, önsel olarak, eksiksiz belirlenen ise yalınç istençtir. Bu kural pratik bakımdan doğru b u l u n u rsa kesin bir buyru k nite­ l iği taşıdığından yasadı r. Bundan, pratik yasaların ne­ densell iğiyle neyin elde edildiğine bakılmaksızın, yalnız istençle i lgili old uğu ve bu yasaların salt olarak sağlan­ ması için de (duyular dünyasına dayanan) nedensellik­ ten soyutlanabi leceği son ucu çı kar. 2- Önerme I

İstek d uyma yetisinin bir nesnesini (içeriğini) istenci belirleme nedeni olarak varsayan bütün pratik ilkeler hepten deneyseldir ve pratik yasaları ortaya koyamaz.

l nıınanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

İstek d uyma yetisinin içeriğinden anladığım gerçekli­ ği istenen bir nesn edir. Bu nesneye istek duyma, pratik kuraldan önce gelir ve pratik kuralı ilke yapmanın koşu­ lu olursa, (ilk) söyleyeceğim bu ilkenin her zaman de­ neysel olduğud ur. Çünkü kişisel eğilimi belirleme nede­ ni bir nesnenin tasarımı ve bu tasarımın özneyle ilişkisi­ dir. İstek d uyma yetisi bu nesneyi gerçekleştirme yoluy­ la bel irlenir. Özneyle kurulan böyle bir ilişkiye bir nes­ nenin gerçekliği nden haz d uyma denir. Bu haz duyma kişisel yönel meyi belirleme olanağının koşulu olarak ta­ sarlanmalıdır. Ancak herhangi bir nesnenin tasarı mın­ dan; bu tasarım ne olursa olsu n, haz mı, acı mı verece­ ği, yoksa ona ilgisiz mi kalınacağı önsel olarak biline­ mez. Böyle bir durumda kişisel yönelmeyi bel irleme ne­ deni ve bu nedeni koşul sayan pratik içeri kli ilke her za­ man deneysel olma gereğindedir. (İkincileyin) yal nız hazzı ya da acıyı d uyumlama yeti­ sinin öznel koşuluna (bu her zaman deneysel olarak bi­ linebilir ve her us taşıyan varlı k için eş türde geçerli ol­ maz) dayanan bir ilke bu yetiyi taşıyan özne için maksim olabil ir, ancak (öncel olarak bilin mesi gereken nesnel zorunluluktan yoksun kaldığından) b u maksim için bir

yasa işi göremez, bu nedenle de böyle bir ilke pratik bir yasa sağlayamaz . .3- Önerme il

Bütün içerikli pratik ilkeler, ilke olarak bir ve eş tür­ dendir, hepsi de ben-sevgisi ya da kişin i n özel mutl u l u­ ğu ilkesine bağlanır. Bir nesnenin varoluşu tasarım ı ndan gelen haz, bu nesneye iste k d uymayı belirleme nedeni olduğu oranda özne nin duyumlama yetisinin de temelini ol uşturur.

Salt Pratik Usun Çözümü

Çünkü bu haz bir nesnenin varlığına bağlıdır. Bu duru m­ da haz duygusuyla ilgilidir; onun bir tasarı mın d uygulara göre özneyle bağlantısını deği l de kavramlara göre nes­

neyle i lgisini dile getiren anlıkJa i lişkisi yoktur. Haz, an­ cak n esnenin gerçekl iği nden öznenin bekled iği beğen­ me d uygusunun istek d uyma yetisini belirlediği oranda pratiktir. İmdi, us taşıyan bir varl ığın, bütün yaşamı sü­ resince varlığına eşl ik eden yaşam beğencinin bilinci mutluluktur, bunu kişisel yeğlemeyi oluşturan en yük­ sek n eden yapma ilkesi ben-sevgisi ilkesidir. Öyleyse ki­ şisel yeğlemeyi belirleme nedenini herhangi bir nesne­ nin gerçekliğinden duyulan haz ya da acıda bulan bütün içerikli i lkeler hep eş türdendir; bu nların hepsi ben-sev­ gisi ya da kişinin özel mutl u l uğu i l kesine bağlıdır.

Sonuç Bütün içerikli pratik kurallar istencin belirleme nede­ nini aşağı bir aşamada olan istek duyma yetisine dayan­ dırır; istenci yeterince belirleyen yalın biçimsel yasalar ol masaydı, hiçbir yüksek istek duyma yetisi onaylana­ mazdı. EK 1 Keski n görüşl ü kimseleri n, aşağı ve yüksek istek duy­

ma yetileri arasında; haz d uygusuna bağlı tasarımların kaynağı nın duyularda ya da anlıkta bulund uğu kan ısına vararak, bir ayrım yapabilmeleri şaşırtıcıdır. Çünkü istek d uymayı belirleme neden leri araştırılır da bun ların h er­ hangi bir nesneden beklenen beğenmede bulu nd uğu görül ü rse, bu beğenilen nesne tasanmınm nereden kay­ naklan dığı nın değil de ne denli çok hoşa gittiği nin söz konusu old uğu an laşılır. Bir tasarı mın yeri ve kaynağı anlıkta olsa da bu tasarım , kişisel yeğlemeyi öznede bir

l mmanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

haz duygusunu varsayarak belirleye biliyorsa, tasarımın kişisel yeğleme nedeni olması ancak bütünüyle iç-duyu­ n u n yapısına, bu iç-d uyu nun beğenilir nitelikte tasarım aracılığıyla uyarı l masına bağlıdır. Nesnelerin tasarım ları birbirinden ne denli ayrı mlı olursa olsun, ister anlığın is­ ter d uyu tasarım larının karşıtı d u ru m u nda usun tasarım­ ları niteliğini taşısın, bun ların yaln ı z istenci belirleme ne­ denini ol uşturması haz d uygusuna bağlıdır. Bu d uygu ( beğeni, nesnenin ortaya konmasına yarayan etki n liğin kendisinden beklendiği eğlence eylemi) her zaman an­ cak deneysel olarak bilinebilmesi bakım ından değil , is­ tek d uyma yetisinde kendini açığa vuran özdeş yaşam gücünü uyarması açısından da tek ve eş türdedir. Bu bağlamda başka bir bel irleme nedeninden ancak aşa­ ması dolayısıyla ayrı labilir. Böyle olmasayd ı, istek d uy­ ma yetisini en çok uyaranı yeğlemek için tasarım türleri birbirinden büsbütün ayrı olan iki belirleme nedeni bü­

yüklük bakımından nasıl karşılaştırılabilirdi? Bir kişi, an­ cak bir kez eline geçen çok öğretici bir kitabı, bir ava çıkma uğruna okumadan geri verebilir; bir şölene geç kal mamak için güzel bir konuşmayı yarıda kesip gidebi­ l i r; oyun m asasına oturmak için başka zaman çok değer vereceği önemli konuşmanın geçtiği söyleşiden ayrı labi­ l ir; başka bir gün yard ı m etmekten büyük bir kıvanç du­ yacağı bir yoksulu cebinde ancak bir tiyatro bi letine ye­ tecek parası old uğu ndan geri çevirebilir. İstenç bel irle­ mesi, herhangi bir nedenden beklediği beğenme ya da beğenmeme d uygusuna dayanıyorsa, hangi tür tasarı m­ la uyarıldığı ona göre birdir. Seçimi yapmak için onu il­ gilendiren ancak beğenmenin ne denli yoğu n , ne denli sürekli, sağlan ması nın ne denli kolay olduğu ve ne den­ li sık yinelend iğidir. Tüketmek üzere parayı gerekseyen bir kimse için, her yerde eşdeğerde geçerli ol ması koşu-

Salt Pratik Usun Çözümü

l uyla, altının dağdan kazılarak mı, kumdan yıkanarak mı elde edilmesi birse, yaşamın tad ını çı karmayı amaçla­ yan bir insan da tasarım ların anlık mı yoksa d uyu tasa­ rı mları mı olduğunu sormaz, yalnız bunları n ona sağla­ yacağı eğlencenin büyüklük yönünden uzunluğuna ba­ kar. Salt usun istenci, herhangi bir duygu varsaymaksı­ zın, bel irleme gücünü yadsımak isteyenl er, yalnız kendi­ lerinin önceden bir ve özdeş ilke altında topladı kları nesneleri sonradan büsbütün ayrı türde görecek duru m­ da kendi açıklamalarından sapabilirler. Sözgel işi bir kimsenin yalın gücünü kullanmaktan, amacımıza u laş­ mak için karşımıza çıkan engelleri aşarak tinsel gücün bili ncine varmaktan, düşünsel yeteneklerini gel iştirmek­ ten kıvanç duyd uğu görü lebilir. Yerinde olarak bun lara

daha ince kıvançlar ve eğlenceler deriz; çünkü öte kiler gibi bun ların da tükenmemeleri elimizdedir. Bun lar ken­ dilerinden kıvanç duyduğu muz oranda beğeni duygusu­ nu güçlend irir, eğlenirken de gel iştirir. Ancak istenci d u­ yulardan ayrı bir yol la istediklerinde, bunların beğeni uyandırma o lanağı bu kıvancın ilk koşulu olarak bizde ona uygun bir duygu nun bulunmasını gerektirir. Bu, me­ tafiziğe burn u n u sokmak isteyen bi lgisizlerin özdek ko­ nusunda söyledikleri ne benzer. Bu kimseler özdeği öy­ lesine ince, öylesine ipince düşündüklerinden gözleri kararır, böylece özdeği yer kaplayan tinsel bir varl ık ola­ rak kavrad ı klarına inan ırlar. Biz, Epikuros la birlikte er­ '

demi n sağlayacağı kıvançla istenci bel irlediğini düşü nür­ sek, sonradan onu bu kıvancı en kaba d uyuların verdi­ ğiyle özdeş saydı d iye suçlayamayız; çünkü bu d uyguyu uyandıran tasarı m ların yalnız gövdesel d uyulara uygun geldiği ni söyledi diye onu suçlayacak bir n eden yoktur.

Tutarlı olmak bir bilge nin en büyük yükü m l ü l üğüdür, ancak b u çok seyrek görülür. Bağdaştırıcılığın geçerli ol-

lmmanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

d uğu çağımıza oranla eski Yu nan okul larında bu tutarlı­ lığın pek çok örneğini b uluyoruz. Ni tekim çağı mızda çe­ lişik ilkeleri içeren, doğru luktan büsbütün yoksun ve sığ belirli bir ortaklaşa dizge geliştirildi; çünkü bu dizge her konuda söz eden, bilm eden bilir görü nüp her telden ça­ lan kalabalıkça beğenilir. Kişisel mutluluk ilkesiyle bağ­ lantılı olarak anlık ve us ne denli çok kullanılırsa kulla­ nılsın, bu i lke istenç kon usunda aşağı istek d uyma yeti­ sine uygun belirleme neden lerinden başka bir nesn eyi kapsamaz; bu d u rumda ya sürekli istek duyma yetisi yoktur ya da salt us kendince pratik olma gereğindedir. Bu da herhangi bir duyguyu varsaymadan, dolayısıyla her zaman ilkeleri n den eysel koşulu olan istek duyma yetisinin içeriği durumu ndaki beğenme ya da beğen me­ me tasarımların a gerek duymaksızın, istenci, pratik ku­ ralın yalın biçi miyle belirleyebilmek demektir. Ancak us (eğilim lerin yararına olmadan ) istenci kendiliği nden be­ lirlediğinde, gerçekten yüksek bir istek duyma yetisid ir, tutkusal olarak belirlenen istek duyma yetisi buna bağ­ lıdır. Tutkusal olarak belirlenen istek d uyma yetisinden, gerçekte, tür bakımmdan ayrıdır. Tutkusal ilimlerin en u fak ölçüde ise karışması yüksek istek d uyma yetisinin gücünü ve üstünl üğün ü sarsar; bu d u rum matematiksel bir kan ıtlamada koşul olarak en küçük deneysel bir öğe­ nin işe karışması sonucu kan ıtlamanın değeri ni azaltma­ sı ve etkisini yok etmesi gibidir. Us, pratik bir yasayla; haz yasadan kaynaklansa bile, haz ve acı duygusu işe karışmadan dolaysız olarak istenci belirler; ancak salt us olarak pratik kalabildiğinden yasa koyucu olabil ir. EK i l Mutlu ol mak, her u s taşıyan sonl u varlığın zoru nlu is­ teğidir, dolayısıyla da istek d uyma yetisi nin kaçınıl maz

Salt Pratik Usun Çözümü

bir belirleme nedenidir. Çünkü bütün varlığıyla kıvanç duyması, onun doğuştan kazandığı bi r nesne ya da ba­ ğımsız olarak kendi kendine yetmenin bilincini gerekti­ ren bir kutsallık deği ldir; tersine sonlu varlığın ona yük­ l ediği kaçınılmaz bir sorundur. Çünkü b u varlık gerekse­ yicidir, bu gerekseyiş de onun istek d uyma yetisi içeri­ ğiyle ilgilidir, durumu ndan kıvanç d uyması için neyi ge­ reksediğini belirleyen özel bir haz ya da acı duygusu ne­ deniyle ilişki lidir. Ancak bu belirleme nedeni öznece yal nız d uyusal olarak biline bildiğinden, bu ödevi bir ya­ sa diye görme olanaksızdır. Çünkü yasanın n esnel nite­ likte bütün durum larda bütün us taşıyan varlıklar için is­

tencin özdeş belirleme nedeni olması gerekir. Çünkü mutluluk kavramı, her zaman nesnelerle istek d uyma yetisi arasındaki pratik il işkinin tem elinde bulunmasına karşılık yine de öznel belirleme nedenlerinin genel adı­ dır, belli bir nesneyi belirlemez, öte yandan pratik gö­ revde tek geçerli sayılan bu belirleme olmadan hiçbir soru n çözülemez. Kişi nin kendi m utlu l uğunu bu lduğu yer onun haz ve acıyla ilgili özel duygusuna bağlıdır; da­ hası özdeş ve tek öznede bu d uygu n u n değişmelerine göre ortaya çıkan gereksinmelerin ayrımlılığı da buna dayanır. Böylece (doğa yasası olarak) öznel yönden zo­

runluluk taşıyan bir yasa nesnel bakımdan çok gelişigü­ zel pratik bir ilkedir: değişik öznelerde çok değişik ola­ bilmektedir ve olmalıdır da, bu nedenle hiçbir zaman bir yasa ortaya koyamaz. Çünkü mutluluk isteği günde­ me geldiği nde, söz kon usu yasaya uygu nl uğun biçimi değil yalnız içeriktir, açıkçası yasaya göre davrandığında kıvanç duyup d uymayacağım , ne denli kıvançlanacağım­ dır.

Ben-sevgisi nin ilkel eri gerçekte genel becerinin

(amaçlara ulaşmak için araç bulma) kurallarını içerebi-

lmmanuel Kant



Pratik U.'itııı rJı- .,.111 ı .. ı .

.

lir, o zaman bunlar yalnız kuramsal ilkeler demektir. * (Sözgelişi ekmek yemek isteyen kendine bir değirmen bulmalıd ır, gi bi). Ancak bu ilkeler üzerinde kurulan pra­ tik b uyurtular da hiçbir zaman genel olamaz. Çünkü is­ tek duyma yetisini belirleme nedeni hiçbir zaman genel­ liği ve özdeş nesnelere yöneldiği onaylanamayacak olan haz ve acı d uygusuna dayanır. Us taşıyan son l u varlı kları n , kıvanç ve acı d uyguları­ nın nesneleri olarak neyi benimseyeceklerini, dahası bunun gibi ilk nesnelere u laşmak ve ötekilerden kaçın­ mak için hangi araçlardan yararlanmaları gerektiği konu­ sunda eşd üşü ncede oldu klarını varsayalım. Bu durum­ da on lar, ben-sevgisi ilkesini pratik yasa niteliğinde orta­ ya koyamazlardı; çünkü bu d üşünce birliğinin kendisi de gelişigüzel olurd u . Belirleme nedeni her zaman öznel geçerlik taşır ve salt deneysel olurdu; bu belirleme ne­ deninde önsel nedenler yüzünden nesnel sayılan ve her bir yasada bulunduğu düşünülen zorunluluk olmazd ı . İş­ te o zaman bu zoru n l u l u k pratik değil! tersine yalnız fi­ ziksel nitelik taşır, açı kçası başkaları nı esnerken görüp esnemek gi bi eğilimimiz dolayısıyla itildiğimiz kaçın ıl­ maz bir eylem olurd u . Öznel ilkeleri, salt öznel değil de, bütünüyle nesnel zoru nluluğu olan (deneysel bakı mdan ne denli genel olursa olsun) deneyle d eğil usla önsel olarak bilinmesi gereken pratik yasalar aşamasına yük­ seltmektense hiçbir pratik yasanın bulunmadığını, yal­ nızca isteklerimiz konusunda birtakım öğütleme/erin •

M atematik ve doğa öğretilerinde pratik denen önermelere gerçekte tek­ nik önermeler denmeliydi. Çünkü bu öğretilerde istenç belirlemesi söz

konusu de!)ildir; bu önermeler yalnız belli bir etkiyi ortaya koymaya ya­ rayan olanaklı işlem türlülüğünü gösterir. Bu yüzden onlar bir nedenin bir etkiyle ba!)lantısını dllegetiren bir önerme gibi kuramsaldır. Etkiyi be­ !)enenin nedeni de yerine getirmesi gerekir.

Salt Pratik Usun Çözüm ü

varlığını ileri sürmek daha iyi olurd u . Birbirine uygun gö­ rü n üşlerin kurallanna (sözgelişi mekan ik yasalara) ya önsel olarak bilindiğinde ya da (kimya yasaları nda old u­ ğu gibi) bilgimiz daha derinlere gider de, nesnel neden­ lerden önsel olarak bilineceği kan ısına varıldığında, do­ ğa yasaları d enir. Ancak salt öznel pratik ilkelerin nesnel değil de öznel olan kişisel yeğleme koşul larına dayan­ ması gerektiği, böylece pratik yasalar değil de her za­ man maksimler diye tasarlanabilecekleri koşulu getiril­ miştir. i l k bakışta, bu son kon uya değinmem sözcük ayıklaması gibi görülebilir. Oysa bu pratik araştırmalar­ da göze batabi lecek, en önemli ayrımın sözcükle belir­ len mesidir. 4- Önerme 111

Us taşıyan bir varlı k maksi mlerini pratik genel yasalar olarak düşün ürse, bunlar istencin içeri d eğil, salt biçi mi bakı mından, belirleme nedenini içeren ilke leri niteliği n­ de d üşünüle bilir. Bu nesne ya istencin belirleme nede­ nidir ya da değildir. Nesne istencin belirleme nedeniyse istencin kuralı deneysel bir koşula (belirleyen tasarımın haz ve acı d uygusuyla ilişkisine) bağlıdır; bu yüzden pra­ tik yasa olamaz. İmdi bir yasa bütün içeriği nden (belir­ leme nedeni olarak) , her türlü istenç nesnesinden so­ yutlan ırsa geriye bir genel yasa koym anın yalın biçimin­

den başka nesne kalmaz. Bu d u rumda, us taşıyan bir varl ık kendi maksimleri olan öznel pratik ilkelerini ya genel yasalar diye d üşünemez ya da maksimlerine pra­ tik yasalar niteliği kazandırarak on/an genel yasaya uy­

gun kılamn bu maksimlerin biçimi olduğunu benimse­ me gereğinde kalır.

l mmanuel l\ant



Pratik Usun Eleştirisi

EK Maksimlerde hangi biçimin genel yasa koyucu luğa el­ verişli, hangisi nin elverişsiz olduğunu en sıradan anlık bile öğretilmeden ayırt edebilir. Diyelim ki iyesi bulun­ d uğum varlığı çoğaltmayı maksim edindim. Şimdi elim­ de iğreti olarak bana verilmiş, iyesi ölmüş, üstelik bu konuda yazılı belge de bırakmamış, para var. Bu doğal olarak maksimime elverişli bir d u rumd ur. İmdi bu mak­ simin genel prati k bir yasa geçerliği taşıyıp taşımadığını bilmek isterim . Bunun için maksi mimi şimdiki d u ru m u­ ma uygularım ve onun bir yasa biçimi alıp alamayacağı­ n ı , bu ndan dolayı da veri ldiğini kimsenin kanıtlayamaya­ cağı iğreti bir nesneyi herkesin yadsıyabileceğinin bir ya­ sa yapı lıp yapılamayacağını sorarım. Sonra birde n bire anlarım ki, böyle bir i l ke yasa olarak kendi ke ndini yok eder ve kimsenin kimseye iğreti bir nesne bırakma ola­ nağı kalmazdı . Be nim tanıdığım prati k yasanın ge nel ya­ saya elverişli olması gerekir, b u kendi kend isiyle özdeş ve kendiliğinden açık bir önermedir. Şimdi istencimin pratik bir yasaya bağı mlı olduğunu söylersem, eğilimimi (sözgel işi şimdiki d u rumda iyi olma tutku m u ) genel pra­ tik bir yasa olmaya elverişli belirleme nedeni diye i leri süremem; çünkü bu genel yasa olmaya uygun düşmedi­ ği gibi genel bir yasa biçimine getirildiğinde de kendi kendini ortadan kaldırır. Bu yüzden anlayışlı kimselerin mutl u l u k isteği nin ve dolayısıyla kişilerin bu iste k aracılığıyla istenci belirleme nedeni yaptıkları maksimlerinin genelliğini düşünerek bu m u tluluk isteği ni genel bir pratik yasa diye ortaya at­ maları şaşılasıdır. Çünkü başka d u rumda genel bir doğa yasası her n esneyi uyumlu kılar, oysa burada maksime bir yasa genelliği kazandırılmak istendiğinde uyumun düpedüz karşıtı korku nç bir çatışma o rtaya çıkar ve

Salt Pratik Usun Çözümü

maksimin kendisi de, amacı da büsbütün yok olur. Çün­ kü h erkesin istencinin nesnesi bir ve özdeş değildir; her kişi nin kendine özgü bir istenç nesnesi ( kendine özgü ı,ıvanç duru m u ) vardır; bu başkaları nın kendi kendileri­ ne yönelik amaçlarıyla bağdaşabilirse de bir yasa için yeterli değildir. Çünkü burada, ara sıra ortaya çıkan, ay­ rı lıklar sonsuzdur ve bunlar kesinlikle ge nel bir kural kapsamına girmez. Bu yolla ortaya çıkan uyum bir taşla­ mada dile getirilen; ke ndilerini yıkıma sürükleyen karı­ kocanın tinsel uyu muna benzer: Ne olağan üstü uyum,

erkek ne isterse kadın da onu ister bg. ya da Kral J . Franz' ın İ m parator V. l\ar/'a bağlıl ığı kon usunda anlatı­ lan gi bi: Kardeşim Kari neyi istiyorsa, (Mi lano'yu) ben de onu isterim : Deneysel belirleme nedenleri dışsal bir ge­ nel yasa koymaya elverişli olmadığı gibi bir içsel yasa koymaya da uygun deği ldir. Çünkü her kişi kendi özne­ sini, bir başkası da ge ne kendi öznesini eğilim ine temel edinir, öyle ki bir öznede ağır basan bir eğilimin yeri ni başka bir eğilim de alabilir. Bütün eğilimleri bir koşula göre yönetecek, he psini her bakımdan uyu mlu kılacak bir yasa bulma olanağı yoktur. 5- Ödev ı

Maksimlerin salt yasa koyma biçiminin, tek başına bir istenci belirlemede yeterli neden olduğu varsayıla­ rak, yalnız bu biçimle belirlenebilen istencin yapısını bulmak. Yasan ın yalın biçimi yalnız usça tasarım lanabil ir, bu yüzden de duyu ların nesnesi değildir, görü nüşler arasın­ da yeri yoktur, istenci belirleme nedeni olarak yasanın biçimi tasarı mı doğada nedensellik yasası gereğince olayları belirleme nedenlerinin hepsinden ayrılır, çü nkü bun larda belirleyici nedenlerin de görü n üşler olması ge-

lmmamıel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

rekir. Bu genel yasa koyucu biçimden başka h içbir be­ lirleme nedeni istenç için yasa görevi yapam ıyorsa, böy­ le bir istencin görün üşlerin bağlandığı doğa yasasından, n edensellik yasasından, açıkçası birbirinden bağımsız olarak d üşünülmel idir. Böyle bir bağımsızlığa en kesin, dahası aşkın anlam da, özgürlük denir. Öyleyse bir is­ tenç için maksimin sal t yasa koyucu biçimi tek başına yasa görevi yapıyorsa, o özgür bir istençtir. 6

-

Ödev il

Bir istencin özgür olduğunu varsayıp, onu tek başına zorun l u olarak belirlemeye elverişli yasayı b u l mak. Maksimin bir nesnesi olan pratik yasanın içeriği an­ cak deneysel verilerle sağlanabilir. Oysa özgür istenç deneysel koşullardan (duyular dünyasında bulunanlar­ dan) bağımsızdır, buna karşın belirlenebilir olması gere­ kir. Özgür bir istenç yasanın içeriğinden bağımsızsa da yasada bir belirleme nedeni bulmalıdır. Yasada ise içe­ rikten başka, yasa koyucu biçimin d ışında bir nesne yoktur. Bundan dolayı yasa koyucu biçim; maksimde bulu nd uğu ölçüde, istencin bel irleme nedenini ol uştura­ bilecek bir nesnedir. EK Özgürlük ve pratik yasa, karşıl ı klı olarak, birbirini gö­ türür. İmdi, burada, on lar gerçekte birbirinden ayrı m lı mıdır, yoksa çokl uk koşulsuz bir yasa salt pratik usun yal nız özbilinci değil midir, salt pratik us ile özgürlüğün olumlu kavramı büsbütün özdeş midir diye sormuyo­ rum . Burada sord uğum koşulsuz pratik olanla ilgi li bi lgi­ mizin özgürlü kten mi yoksa pratik yasadan mı, nered en başladığıdır. Bu bilgi özgürlükten başlayamaz; çünkü ilk kavramı ol umsuz olduğundan özgürlüğün bilincine ne

Salt Pratik Usun Çözümü

dolaysız varabi liriz ne de onu, bize görü n üşleri n yasası­ nı veren; dolayısıyla özgürlüğü n b üsbütün karşıtı olan doğa mekan ikçiliği ni ortaya koyan, deneyden çı karabi li­ ri z. Öyleyse bu dolaysız olarak bilincine vardığımız (ken­ dimiz için istenç maksim leri n i tasarladığımız sürede), bi­ ze kendini ilk gösteren ahlak yasasıdır Us, onu, hiçbir .

d uyusal koşulun egemen liği altına girmeyen, dahası bu koşu ldan büsbütün bağımsız bir belirleme nedeni diye sergi lediğinden ahlak yasası bizi dosdoğru özgürlük kav­ ramına götürür. Ancak bu ahlak yasasının bilincine ne yolla varılabilir? Salt pratik yasaların bilincine, salt ku­ ramsal ilkelerin bilincine vardığımız gi bi, usun b u yasa­ ları bize buyurmasındaki gerekimi göz önünde tutmakla ve önüm üze koyd uğu bütün deneysel koşu lları ayıkla­ makla, varabil iriz. Salt kuramsal ilkelerden bir anlık bi­ lincinin çı kışı gibi salt pratik yasalardan da salt bir istenç kavramı doğar. Kavramlarım ıza özgü gerçek d üzenin bir olduğu, özgürlük kavramını bizi m için i l kin ahlaklılığın bulduğu, dolayısıyla pratik usun bu kavramla kuramsal usu ilk kez çözülmez sorunla büyük bir çıkmaza sürü k­ led iği, aşağıda ayd ınl ığa kavuşacak görünüşle içinde öz­ gürlük kavramından açıklığa vardırıcı bir sonuç çı kmaz, burada tek kılavuzun doğa mekanikçiliği ol ması gerekir. Üstelik salt usun nedenler dizisinde koşulsuz olana var­ maya çalıştığı nda iki yanda da kavranılmazları içeren bir çatışmaya düştüğü görü lür. Doğa m ekan i kçiliği, en azın­ dan, görü nüşlerin aydınlatılmasında işe yarar. Ahlak ya­ sası prati k usla birleşerek özgürl ük kavramını, bize, bas­ kıyla benimsetmeseydi kimse özgürl ük kavramını bili­ min içine sokmayı göze alamazd ı . Bizdeki bu kavramlar düzenini deney de doğrular. Bir kişinin dilediği nesne ve uygun d u rumda karşı karşıya geld iği haz eği limine dire­ nemediğini, bunun elinden gelmediğini ileri sürdüğü ------- 57

-------

lmman uel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

varsayılsın. Bu uygun duru m u ele geçiren kimsenin evi önünde darağacı kurulm uş olsa ve bu kişi umduğunun tad ını çıkarır çıkarmaz asılacak olsa, eğilimini baskı altı­ na alamaz mıydı? Onun buna vereceği yanıtı uzun boy­ l u düşünmenin gereği yok. Oysa prensi, onu, geciktiril­ meyecek bir ölüm cezasıyla korkutarak, uyd urma kanıt­ larla ortadan kaldırmak istediği özlük değeri olan bir adam için yalancı tan ıklık etmeye zorlarsa, yaşama duy­ duğu sevgisi ne denli b üyük olursa olsun, onu alt etme­ yi olanaklı görüp görmeyeceği ondan sorulsa ne karşılık verirdi? Bu sevgiyi alt edip edemeyeceği ni açıkça söyle­ meyi göze al masa da alt etme olanağı nın bulund uğunu d u raksamadan onaylama gereğindedir. Bun dan an laşıl­ dığına göre o, belli bir iş yapması gerektiği nin bili ncin­ dedir, onu yapabileceği yargısına varır, ahlak yasası ol­ madan bilemeyeceği bir özgürlüğün ke ndisinde bulun­ d uğunu kavrar. 7-

Salt Pratik Usun Temel Yasası

Öyle davran ki , senin istencinin maksi mi her zaman genel bir yasa koymanın ilkesi olarak geçerl i k kazanabil­ sin. EK Salt geometrinin, pratik önermeler olarak, koyutları vardır; ancak bun lar; insan istese bir iş yapabilir, yapıl­ malıdır da varsayımından öte an lam taşımaz. Bunlar da geometrinin gerçek varol uşla i lgili biricik ön ermeleridir. Bu nlar istencin sorunsal koşuluna bağlı pratik kurallar­ dı r. Oysa burada kuralın söylediği şudur: Kesinkes belir­ li bir tutuma göre davranmalı. Pratik kural koşulsuz ol­ d uğundan, kesin bir Önerme niteliği nde, önsel olarak ta­ sarlanmıştır. Bundan dolayı istenç (b urada yasa olarak

Salt Pratik Usun Çözüm ü

pratik kural dolayısıyla) kesin ve nesnel diye belirlenir. Çünkü burada kendince pratik olan us doğrudan doğru­ ya yasa koyucudur. İstenç, deneysel koşul lardan bağım­ sız, dolayısıyla salt istenç olarak, yasanın yalın bilincin­

ce belirlenmiş nitelikte düşünül ür. Bu belirleme nedeni bütün maksi mlerin en üstün koşulu diye görü lmektedir. Bu oldukça şaşılası bir kon udur ve bütün öteki pratik bilgilerimiz içinde yeri yoktur. Çünkü olanaklı bir genel yasa koyuşun yalın sorunsal nitelikteki önsel düşüncesi , deneyden ya da herhangi bir dışsal istençten bir nesne edinmeksizin, koşu lsuz yasa olarak buyurul ur. Ancak bu, istenen bir etki ortaya konsun diye gerçekleşti ri lme­ si gereken bir davranışın buyurtusu da değildir (çünkü bu d u ru mda kural fiziksel koşullu olurd u ) . Oysa o, yal­ nız m aksimlerinin biçimi bakımından üstenci önsel ola­ rak belirleyen bir kuraldır. Böylece, ilkelerin öznel biçi­ miyle ilgili olarak iş göre n , bir yasayı genelde yasanın

nesnel biçimine d ayanarak, bir belirleme n edeni d iye düşünmek pek olanaksız da değildir. Bu temel yasa bi­ lincine usun bir olgusu denebilir, çünkü o daha önce ge­ len us verilerinden, sözgelişi özgürlük bili ncinden, ussal işlemle çıkarılamaz (çün kü bu özgürl ük bili nci bize da­ ha önce verilmemiştir); o kendini bize biçi msel önsel bir önerme olarak, herhangi bir salt ya da deneysel gö­ rüye dayanmaksızın, benimsetir. Oysa istencin özgürlü­ ğü önceden düşünülüp benimsenseydi çözümsel olur­ d u . Ancak özgürl ük, burada olumlu bir kavram olduğun­ dan, düşünsel bir görüye gereksinme d uyulacaktı, oysa burada bunu böyle bir görü nüm varlığı sayma söz konu­ su deği ld ir. Gene de yan lış anlamaya d üşmeden, bu ya­ saya verilmiş diye bakmak için şurası göz önünde tutu l­ malıdır: Bu deneysel bir olgu değil, salt usun kendi kö­ kensel yasa koyuculuğu n u (sic volo, sicjubeo / böyle is-

l mmanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

tiyorum , böyle buyuruyoru m ) bildiren biricik olgusu­ dur. . .

SONUÇ Salt us kendince prati ktir, ( insana) ahlak yasası dedi­ ğimiz genel bir yasa verir. EK Yu karda sözü edilen olgu yadsınamaz. Davranışları­ nın yasaya uygunluğu konusunda i nsanların verdikleri yargıyı öğelerine ayırmak gerekir. Us her zaman, eği limi­ nin ne dediğine bakmadan; yol undan saptı rılmaksızın ve kendini zorlayarak, bir eylemdeki istencin maksimi­ ni, kendisini önsel pratik görmesiyle, gene her zaman salt istence, açıkçası kendi kendine bağlar. İmdi, ahlak­ lılığın b u ilkesini; bütün öznel ayrımlarına bakmadan, is­ tenci belirleyen en üstün biçimsel neden d u rumuna ge­ tiren us, genelde bir istenci kuralların tasarı mıyla kendi nedenselliğini belirleme yetisi bul unan, bu yüzden de önsel pratik ilkelere göre (çünkü usun bir i l keden bek­ led iği zorunluluk yalnız bunlarda vardır) eylemlere geçe­ bilen bütün us taşıyan varl ıklar için bir yasa diye ortaya koyar. Bu nedenle, bu yasa, yalnız insanları kapsamaz, us ve istenci olan bütün sonlu varl ıklara değin uzanır, dahası en üstün anl ığı olan sonsuz varlığı da kuşatır. İlk durum unda yasa bir buyru k biçimindedir; çünkü bu var­ l ı kta, us taşıyan varl ık olarak salt bir istenç söz kon usu­ dur. Ancak gereksinmeler ve d uyusal güdülerce uyarılan varl ı k olarak ahlak yasasıyla çatışabilecek maksimleri bulun mayan kutsal bir istenç tasarlanamaz. Bu yüzden ahlak yasası, bu nlar için, kesi nlikle buyuran bir buyruk­ tur; çünkü yasa koşu lsuzdur. Böyle bir istencin yasayla ilgisi, yükümlülük adı altında, bağımsızllkt1r; bu yalnız

Salt Pratik Usun Çözümü

ve onun nesnel yasası etkisiyle de olsa bir eyleme zor­

lamadır. Bu eyleme görev den ir; çünkü tutkusal olarak uyarılan (ancak tutkusal olarak beli rlenmeyen , dolayısıy­ la yine özgür kalan) kişisel bir yeğleme öznel n edenler­ den doğan bir di leği de yan ında getirir, bu yüzden salt nesnel belirleme nedeniyle çatışabilir. Bundan dolayı iç­ sel, anlık, d üşünsel bir baskı denen pratik usun karşı koyuşuna bir ahlak zorlaması olarak gereksinme duyar. Ancak en üstün aşamadaki yeterli anlıkta kişisel yeğle­ menin nesnel geçerli k taşıyan bir yasa olabileceği mak­ simlerinin bulunduğunu d üşünmek yeri nde bir iştir. Bu varlığa uygun gelen kutsallık kavramı, onu bütün pratik yasaların değilse de bütün pratik sınırlayıcı yasaların, dolayısıyla yü kümlülük ve ödevin üstü ne çıkarır. İsten­ cin b u kutsallığı zorunlu olarak temel örnek işlevi gör­ mesi gereken bir idedir. Bütün us taşıyan son lu varl ı kla­ rı n tek işi, sonsuza deği n, bu örneğe yaklaşmaya çal ış­ maktır. Kutsal diye nitelenen salt ahlak yasası bu ideyi her zaman ve doğru olarak us taşıyan son lu varlıkların gözleri önünde tutar. Son lu prati k usun en yüksek başa­ rısı ancak maksimlerinin sonsuza değin ilerlemesi ve b u maksimleri sürekli olarak geliştirmekteki direnişine gü­ venmesi anlamına gelen, erdem olabilir. Erdem ise do­ ğal olarak edinilen bir yetenek nitel iği taşıdığı sürece h içbir zaman yetkin olamaz, çünkü böyle bir durumda güven lilik zorunlu kesinl iğe erişemez, eriştiğine inan­ mak da çok sakı ncalıdır. 8- Önerme iV

İstenç özerkliği b ütün ahlak yasalarının ve onlara uy­ gu n ödevlerin tek ilkesidir. Buna karşın kişisel yeğleme­ nin bütün yaderk/iği herhangi bir yükümlülüğün temeli olmadığı gibi böyle bir yükümlülük ilkesine ve istenç ah------- 6 1

-------

lnınıaıı uel Kant



l'rali/( Usun Eleştirisi

laklıl ığı na da aylmıdır. Ahlaklılığın tek ilkesi yasanın her türlü içerikten (istenen bir n esneden) bağı msız olması­ na, kişisel yeğlemenin bir maksimin içere bileceği genel bir yasa koyucu biçim aracılığıyla belirlen mesi ne daya­ nır. Bu bağımsızlık, olumsuz anlamda, özgürlüktür. Oy­ sa salt pratik usun bu kendi kendine yasa koyuşu olum­

lu anlamda özgürl üktür. Bu du ru mda ahlak yasası salt pratik özerkliğinden, açı kçası özgürlüğün özerkliğinden başka bir anlam taşımaz. Bu özgürlüğün kend isi bütün maksi mlerin biçi msel koşuludur; m aksimler an cak bu koşul altında en yüksek pratik yasayla uyum sağlaya bi­ lir. Yasaya bağlı dileği n nesnesinden başka bir varlık ol­ mayan istencin içeriği bu yasa olanağının koşulu diye pratik yasanın içine gi rerse bundan kişisel yeğlemenin yaderkliği doğar, bu da herhangi bir itim ya da eğilimi iz­ leyerek doğa yasasına bağımlılıktır. Bu durumda istenç ken dince bir yasa koyamaz, ancak tutkusal yasalara iz­ lenecek usa uygun yol konusunda b uyurtu verir. Böyle­ ce genel yasa koyucu biçimden yoksun kalan maksim de bu yolda bir yükümlülük getirmed iği gi bi, ondan do­ ğan eylem yasaya uygun düşse bile, salt pratik bir usun ilkesine, dolayısıyla, ahlak yasasına aykırı gelir. EK 1 İçeri ksel (dolayısıyla deneysel) bir koşul taşıyan pra­ tik buyurtu hiçbir zaman pratik yasa sayılmamalı . Çün­ kü özgür olan salt istencin yasası , istenci deneysel olan­ dan bam başka bir alana koyar ve yasanın dile getirdiği zorunluluk doğa zorunluluğu olamayacağın a göre genel­ de bir yasa olanağının biçimsel koşulları niteliğinde ka­ labi lir. Pratik kuralların bütün içeriği us taşıyan varlıklar için genel geçerliği olmayan , hep öznel koşullara daya­ nır. Bu koşullar da ancak (benim şu ya da bu nesneyi di-

Salt Pratik Usun Çözümü

Jediğimde onu gerçekleştirmem için ne yapmam gerek­ tiğinde) koşullu olanı sağlar. Bütün bu kurallar kişisel mutl u l uğun ilkesi çevresi nde toplanır. İmdi her istenç ediminin bir nesnesi, dolayısıyla bir içeriği ol ması gere­ ği , yadsınamaz. Ancak bu içerik belirleme nedeni ve maksimin koşulu da olamaz. Çünkü öyle olsaydı genel yasa koyucu biçi mde sergilenem ezd i . Bu d u rumda nes­ nenin varoluşundan beklenen de kişisel yeğlemeyi belir­ leyici neden olurdu; o zaman da istek d uyma yetisinin herhangi bir nesnenin varlığına bağımlılığı isteme edimi­ nin temeline kon ulması gerekird i . Yalnız deneysel ko­ şul larda aranan bu bağı mlılık zoru nlu ve genel bir kura­ la temel oluşturamaz. Böylece başkalarının mutluluğu us taşıyan varlığın istenci nin konusu olabil ir. Bu m utlu­ luk maksimin belirleme nedeni olsaydı, o zaman bizim başkalarının iyi olması ndan yalnız doğal bir kıvanç d uy­ makla kalmadığı mızın, insandaki d uygudaşlığın getirdiği bir gereksinmenin de bulu nduğu nun d üşünül mesi gere­ kirdi. Ancak bu gereksinmenin her us taşıyan varl ıkta bulunduğunu (tanrıda kesinl ikle olmaz) varsayamam. Maksim i n içeriği kalabi lir, ancak bu içerik onun koşulu olamaz, yoksa maksim yasa geçerliği kazanamazd ı . Böy­ lece, içeriği sınırland ırıcı bir yasanın yalnız bir biçimi bu içeriği istence katmak için bir neden olmalıdır, ancak bu içeriği varsaymamalı. Sözgelişi içerik benim kişisel m ut­ l uluğum olsun. Bu mutlul uk, herkes için m utlu olmayı düşünd ürmez (son lu varlık söz konusu olduğunda ger­ çekleştirebildiğim gi bi), başkaları nın mutluluğunu kap­ sayabilirsem, nesnel pratik bir yasa olabil ir. Böylece başkalarının m utluluğu n u sağlama yasası herkesin kişi­ sel yeğlemesinin konusu old uğu varsayım ından çıkmaz, ancak usun bir yasanın nesnel geçerliliğini ben-sevgisi­ nin bir maksimine koşul olarak gereksediği ge nellik bi-

l m rnanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

çiminin istencin bel irleme nedeni olmasından kaynakla­ nır. Demek ki salt istencin belirleme nedeni nesne ( baş­ kalarının mutluluğu) deği l, yalnız yasal biçimdi. Ben böy­ lece, pratik usla uyum sağlası n ve bir yasa genell iği ka­ zansın diye, maksim i m i eğilim üzerinde tem ellendirerek sınırlandırd ı m . Ben-sevgisi maksimimi de başkalarının m utlu luğuna değin genişletmeyi içeren yükümlülüğün kavramı dışsal bir güdünün işe karışmasından deği l, yal­ nız bu sı nırlandırmadan doğabilir. EK i l Kişinin kendi m utluluğu istencin belirleme nedeni ya­ pılırsa bu, ah laklılık ilkesinin karşıtı olur. Yukarda da gösterdiğim gibi yasa yerine geçecek olan belirleme ne­ denini maksimin yasa koyucu biçiminden başka bir ye­ re koyan her nesne buna katılmalıdır. Bu çatışma, bi lgi­ n i n gerekli i l kesi durumuna getirilmek istenen, deney­ sel-koşu llu kurallar arasında görü len m an tığa özgü de­ ğil, pratik bir çatışmadır. Usun sesi, istençle bağlantısın­ da böyle açık, sustu rulmaz, en sıradan insan için bile böyle d uyulabilir ol masaydı bu çatışmada ahlaklılık büs­ bütün çöker, ancak kafa yormayı gerektirmeyen bir ku­ ram ı ayakta tutmak için o göksel sese karşı sağır kala­ cak nitelikte atak okulların kafa karıştıran ku rgu larında kendini sürdürebilirdi. Değişik yönleriyle sevip sıkı fıkı olduğun bir arkada­ şın yaptığı yalancı tanıklıktan dolayı kendini haklı göste­ receğini sanarak, kendi savına göre bu işe kutsal bir ödev olan m u tluluğunu koruma amacıyla giriştiğini söy­ ler ve arkasından sağlayacağı yararları sayarsa, yalanının ortaya çıkmamasını, bu gizemi sana her zaman yadsıya­ bilmek için açıkladığı ndan sen in de ortaya çıkarmamanı sağlamak için yaptığı kurnazl ığı överse, daha sonra bü-

Salt Pratik Usun Çözümü

tün ağırbaşlılığıyla gerçek bir insanlık ödevini yerine ge­ tirdiğini i leri sürerse ya onun yüzüne güler ya da ondan tiksi nerek uzaklaşırd ı n . Oysa bir kimse, i l kelerini yal nız kendi kişisel çıkarları bakı mından düzenlemişse bu ön­ lemlere karşı senin de bir diyeceğin olmazdı. Öte yan­ dan, birisinin, size duraksamadan işlerinizi güvenebi le­ ceği niz bir kimseyi koruyucu olarak önerdiğini, sizde gü­ ven uyan dırmak için onu kendi çıkarlarını çok iyi bilen ve bu uğurda eline geçen hiçbir olanağı kaçırmamak için boyuna çaba göstere n, açıkgöz bir kişi diye övdüğü­ nü, en son unda bu kaba çıkarcıl ığı sizde birtakım kaygı­ lar uyandırmasın diye onun ne denli iyi yaşamayı bildiği­ ni, para biriktirmekten ya da kaba gösterişten değil de bilgilerini çoğaltm aktan, iyi seçilmiş öğretici arkadaşl ık­ lardan, yoksull ara yardım etmekten kıvanç duyduğunu, ancak (değerleri ya da değersizli kleri amaca bağl ı) araç­ lar konusunda yaptığının ortaya çı kamayacağı nı ve bu işleri engel lemeden yapabileceği ni anlar anlamaz baş­ kası nın parası nı ve malını, kendisininmiş gi bi kullanaca­ ğını söylediğini d üşünün. Bu d urumda ya bu adamı sa­ lık verenin sizi pek saf sandığı nı ya da del irdiğini sanır­ sınız, ahlaklılık ve ben- sevgisinin sınırları öylesine açı k ve kesin olarak çizilm iştir ki, en sığ gören göz bile bir nesnenin hangisinde bulu nd uğu nu ayırt etmekte yanıla­ maz. Aşağıda sıralanan kimi konular böylesine açı k bir doğruluk içermesine karşın gereksiz görünse bile sı ra­ dan insan usunun yargısına daha çok seçiklik kazandırı­ labilir. Mutluluk ilkesi maksimler sağlayabil ir, an cak kişi ge­

nel mutluluğu ken dine konu edi nse bile, istencin yasası ol maya elverişli maksim l er ortaya koyamaz. Çü nkü onun, bi lgisi deney verilerine dayandığı ndan, bu konu­ daki her yargı da her kişi nin çok değişken kan ısına bağ-

l mmanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

landığından genellik taşıyan, ancak hiçbir zaman evren­

sel ol mayan kurallar verebilir. Bu kurallar, çokl uk, yü­ zeysel bir uygunluk gösterse bile her zaman için zorun­ lu geçerlik taşımaz; dolayısıyla hiçbir pratik yasa bu ku­ ral lar üzerine kurulamaz. Bunun gibi, burada kişisel bir yeğleme nesnesi nin bu yeğlemenin kuralı temeline ko­ nulması ve bu nedenle kuraldan önce gelmesi gerekti­ ği nden bu kural ancak öneri lerle, böylece de deneyle il­ gili olur ve onun üzeri ne kurulur. Burada da yargı ayrım­ larının sonsuz olması gerekir. Bu ilke, bütün us taşıyan varlıklara; genel, açı kçası mutluluk başlığı altında top­ lansa bile, özdeş pratik kuralları buyurmaz. Ahlak yasa­ sının ise us ve istenç taşıyan herkes için geçerli ol ması gerektiğinden, nesnel nitelikte zorunlu old uğu düşünü­ lü r. Ben-sevgisinin maksimi (anlayışlılık) ancak önerir; ah­ lak yasası buyurur. Ancak bize önerilen yükümlü oldu­ ğum uz nesne arasında büyük bir ayrım vardır. Kişisel yeğlemenin özerklik ilkesine göre yapılacak olanı görmek, sıradan bir anlık için kolayd ır ve duraksa­ masızdır. Oysa kişisel yeğlemenin yaderkliği koşu luna göre yapılacak olan güçtür ve dü nya bilgisi ni gerektirir. Ödevin ne olduğu, herkes için, kendi liğinden açıktır. Gerçekten sürekli olarak yarar getiren , bu yarar bütün varoluşl ara değin yayı lma gereği ndeyse, yoğun bir ka­ ranl ığa bürünmüştür. Buna dayalı prati k kuralı elverişli değiştirmelerle yaşam amaçları na uygun d uruma getir­ mek çok an layışlı olmayı gerektirir. Oysa ahlak yasası kendisine eksiksiz uymayı, he rkese buyurur. Ahlak yasa­ sının yargısına uyarak yapıl ması gerekeni yapmak çok güç olm uyor, sıradan ve yeterince işlenmemiş bir anla­ yış gücü dünya işlerini kavramada pek beceri l i olması bile bunun üstesinden gele bilir.

Salt Pratik Usun Çözümü

Ahlaklılığın kesin buyruğunu yeterince yerine getir­ mek her zaman herkesin elindedir; mutluluğun deney­ sel-koşullu buyurtusunu yerine getirmek ise öyle kolay, öyle yaygın deği ldir, dahası tek bir amaçla ilgili olsa bile bunu herkes başaramaz. Bunun nedeni, birincisi nde, yalnız gerçek ve salt olması gereken maksimin ikincisin­ deyse istenen bir nesneyi gerçekleştirme gücünün ve fi­ ziksel yetinin söz konusu olmasıd ır. Herkes kend ini mutlu kılmanın yol unu bulmalı, gibi bir buyruk biraz de­ lice olurdu. Çünkü kimseye gerçe kleşmesi ni direnerek istediği bir nesne buyu rulamaz. Ona ancak önlemler bu­ yurulur ya da çokl uk sağlanır; çünkü insan her istediği­ ni yapamaz. Oysa ödev adı altında, ahlaklılığı buyurmak usa uygu ndur, çünkü eği limle çatışı rsa ahlaklılığın bu­ yurtusunu kimse seve seve dinlemez. Bu yasanın nasıl uygu lanabileceği ne ilişkin önlem lere ge li nce, bu nlar bu­ rada öğretilemez, çünkü insan bu bağlamda ne istiyorsa onu yapabilir de. Oyunda yutu lan kendine ve anlayışsızlığına kızabilir, ancak oyunda eğri yola saptığmı (bu yolla kazansa bile) biliyorsa, bu davranışını ahlak yasasıyla karşılaştırır kar­ şılaştırmaz, kendi kendini yerme gereğinde kalır. Öyley­ se ahlak yasasının, kişinin kendi mutluluk ilkesinden başka bir nesne ol ması gerekir. Çünkü bir insan ın ken­ di kendine: Ben kasamı doldursam bile değersiz bir

kimseyim, derken kul landığı yargı ölçüsüyle, ben anla­ yışlı bir insan ım, çünkü kasamı doldurdum, derken be­ ni msediği kendi kendini onaylama ölçüsü bambaşka ol­ mal ı . S o n olarak, pratik usumuzun idesinde b i r ahlak yasa­ sının çiğnenmesiyle birl ikte gelen bir n esne daha vardır, o da bu çiğnemenin cezayı gerektirdiğidi r. İmdi, bir ce-------

6 7 -------

l m nıanuel Karıl



l'ratik Us un Eleştirisi

za kavramıyla mu tlu l u ktan kendine düşeni almak bağ­ daşmaz. Çünkü cezalandıran kimse, bu cezayı iyi bir amaca yöneltme gibi iyi bir düşünce taşısa bile, yine de ceza, önce salt kötü bir nesne olarak, kendi adına, ge­ rekli görülmeli. Ceza old uğu gibi kalsa, ceza gören bu katılığın arkasında kendi yararına saklı bir nesne görse bile; başına gelenin doğrul uğu nu ve bu karşılığın davra­ nışına büsbütün uygun olduğu nu açıklamal ıdır. Her ce­ zada, ceza olarak önce bu kavramın özünü oluşturan doğruluk bulu nmalıdır. Doğru l u kla iyilik birbiriyle bağ­ lantılı olabilir, ancak eylem gerçe kleştikten sonra ceza­ landırılması gerekenin buna güvenmesi için en ufak bir neden yoktur. Bu durumda ceza fiziksel bir tedirgi nlik­ tir, doğal bir sonuç niteliği nde ah laka özgü kötülüğe bağlı değilse de sonuç olarak ahlaka dayalı bir yasa ko­ yuşun ilkelerine bağlan ması gerekir. İmdi, her suç, suç­ lu açısı ndan fiziksel sonuca bakılmaksızın, kendi başına cezaland ırılan bir eylemse, (az da olsa) mutluluğu orta­ dan kald ırıyorsa, bu du rumda suçun, mutluluğu n u yıktı­ ğından suçl unun kendi kendini cezalandırmak anlamına geldiğini (ben-sevgisi ilkesine göre her suçun gerçek kavramı bu olmalıydı ) söylemek düpedüz saçma olurd u . Böylece ceza, eyleme s u ç demenin nedeni olur, tüze ise bütün cezalandırma işle mini bırakarak, doğal cezayı ön­ lemek anlamına ge lird i . Çünkü eylemde hiçbir kötü l ü k olmaz, başka durum larda eylemi izleyecek v e o n a kötü denmesine yol açan tedirginlikler böylece önlenmiş olurd u . Ancak hepten cezaland ırma ve ödüllend irmeyi yalnız yüksek bir gücün elinde, us taşıyan varl ıkların son ere klerine (mutluluğa) doğru yürütmeye yarayan bir me­ kan i kçilik diye anlarsak, bu varlığın istenci kendi özgür­ lüğünü açıkça ortadan kaldıran bir mekanikçi lik ol ur, bi­ zim de böyle bir düşünceye karşı çıkmamız gerekird i.

Salt Pratik Usun Çözü mü

Kesin, özel bir ahlak duygusu n u beni mseyerek, ahlak yasası nı usun değil de bu duygunun belirlediğini ileri sü­ re nlerin savı daha ince olmasına karşın yanlıştır. Çünkü bu durumda, erdem bilinci doğrudan sevince ve kıvan­ ca, kötülük bilinci de tinsel tedirginlik ve acıya bağlanır, böylece her nesne kişisel mutl u l u k isteğine indirge nmiş olurd u . Yukarıda söyleneni burada yinelemeden, bun­ dan ortaya çıkan bir yanı lgıya deği nmek isteri m . Yanlış iş yapmış kimsen in işled iği suçların bilincine vardığında üzüntüye kapılacağı nı düşünmek için, ilkin onun yaratı­ l ışının en soylu temel leri bakımından, belli bir aşamaya deği n, iyi olduğu nu göz önüne getirmeli. Nitekim ödeve uygun eylemlerini bilerek sevinen kişinin de daha önce erdemli olduğunu düşünmek gerekir. Demek ki ah laklı­ lık ve ödev kavramı bu sevinçten önce düşünül melid ir, çünkü bu kavram ondan çıkarılamaz. Ödev adını verdi­ ğimiz nesne nin önem ini, ahlak yasasının saygı nlığını ve bu yasaya göre davranmanın kişiye doğrudan doğruya kazandırdığı değeri kişi önceden göz önünde bulundur­ malı ki yasaya uyma bilincinin sağladığı sevinci d uysu n ; öte yandan yasaya aykırı davran makla d a kendini acı acı suçlayarak kınasın . Öyleyse bu sevinç ya da tinsel tedir­ gi nlik yüküm l ü l ü k bi lgisi nden önce duyulamaz ve bu yü­ kü mlülük tem eline konamaz. Kişinin bu duygulardan bir tasarım çıkabil mesi için en azından özü sözü doğru ol­ ması gerekir. İ nsan istenci, özgürl ük dolayısıyla, ahlak yasasınca doğrudan doğruya bel irlendiğinden, çoğu kez bu bel irleme nedenine uygun iş görü l ürse, ondan öznel bir sevi nç duygusu n u n doğabileceğini hiç yadsımıyo­ ru m . Dahası, gerçekten ahlak duygusu den mesi uygun düşen bu d uyguyu temellend irmek ve geliştirmek bir ödevd ir, ancak ödev kavramı ondan türetilemez; türeti­ lirse kendine özgü bir yasa duygusu d üşünmemiz ve yal-

lmmanuel Kant

·

Pratik Us ıın Eleştirisi

nız us aracılığıyla düşünülebilen bir nesneyi duyum ko­ nusu yapmamız gerekird i . Bu yüzeysel bir çelişme olma­ sa bile bir ödev kavram ını büsbütün ortadan kaldırır, ye­ rine ara sıra daha kabalarıyla çatışmaya sürüklenen, da­ ha incelmiş eği limlerin mekani k bir oyununu koyard ı . İ m d i , biz, ( b i r istenç özerkliği olarak) salt pratik usun e n yü ksek biçimsel ilkesini ahlaklı lığın buraya deği n or­ taya konan içeriksel ilkeleriyle karşılaştırırsak, böylece bütün ötekileri de, bir tek biçimsel ilke d ışında, bütün olanaklı d urum ları sonuna değin içeren, bir çizelgede göz önüne getire biliriz . Böylece, burada, sergi lenen ler d ışında bir ilke araman ı n boş bir iş olduğunu gözle gö­ rü lür n itelikte kan ıtlayabiliriz. istencin bütün olanaklı belirleme neden leri ya salt öznel dolayısıyla da de neysel ya da nesnel ve ussaldır; buna karşın her ikisi de ya dış­

sal ya da içseld ir. Sol yanda duran ların hepsi deneyseldir ve besbelli ki ahlakl ılığın genel ilkesi olmaya elv�rişli değild ir. Oysa sağ yandakilerin tem eli us'tad ı r (çünkü nesnelerin nite­ liği olarak yetki nlik ve tözde olduğu tasarlanan yüksek yetkinlik, açıkçası tanrı, ancak us kavram ları d iye d üşü­ nülür). Yalnız ilk kavram: Yetkinlik kavramı, ya kuramsal anlamda alınabilir ve nesnenin ke ndi türündeki bütün­ lükten (aşkın bütünlükten ) ya da genellikle bir nesne­ nin, yalın nesne olarak, b ütün lüğünden (metafizik bü­ tünlükte n ) başka bir anlam taşımaz; ondan söz etmenin yeri burası deği ldir. Pratik anlamda yetki nlik kavramı bir nesnenin her türlü ereğe elverişli ya da yeterli olmasıdır. Bir insan niteliği olarak yetkinlik, dolayısıyla içsel yetkin­ lik, yetenekten başka bir nesne deği ld ir. Bu yeteneği güçle nd iren ya da bütün leyen beceridir. Tözde ki en yük­ sek yetkinlik olan tanrı, dolayısıyla d ışsal yetkinlik (pra­ tik açıdan bakıldığı nda) bu varlığın , genelde, bütün

A H LAKLI LIK İLKELERİNDE PRATİK İÇERİKSEL BELİRLEME N EDENLERİ

İÇSELLER

ÖZNELLER

fiziksel

ahlak

düzeni eğitim (Montaigne'e (Mandeville'e

duygu (Epikuros'a

d uygusu

göre)

göre)

göre)

dışsal

yu rttaşlık

göre)

( H utcheson'a

NESNELLER iç yetkinlik (Wolf ve Stoalılara göre)

dış tanrı istenci (Crusius'a ve öteki tanrı bilimsel ahlakçıl ara göre)

l nı nı a n u e l Kant



Prati/\ Usıııı Eleştirisi

erekler için yeterliliğid ir. Ereğin bize önceden veri lm esi gerekliyse , yalnız yetkinlik kavram ı ( bizdeki içse l ya da tanrıdaki d ışsal) ereklerle bağlantısı bakım ı ndan isten­ cin belirlenim nedeni olabilir. Bir erek ise pratik kuralla istencin belirlemesinden önce ge len ve böyle bir belir­ leme olanağının nedenini içermesi gereken bir nesne, dolayısıyla da isten cin içeriğini belirleme nedeni olarak d üşünüld üğünde, her zaman deneyseldir. Bu yüzden de

Epikurosçu mutluluk öğretisinin ilkesi gibi görülebil ir; ancak hiçbir zaman ahlak öğretisi nin ve ödevin salt us ilkesi olarak iş görmez. (Yaşamın yararı na katkıda bulu­ nan yetenekler ve on ların geliştirilm esi ya da daha önce gelen bunun idesinden bağımsız pratik bir ilke olma­ dan, tanrı istenciyle uyum sağlama istencin nesnesi di­ ye alınırsa; onlardan bekled iğimiz m utluluk, dolayısıyla, ancak iste nci devindirme neden leri olabilir) . Bundan çı­ kan sonuca göre ilkin burada sergilenen bütün i l keler içerikse/dir. İkincileyin bunlar bütün olanaklı ilkeleri kapsar. Burada varılan sonuç şud ur artık: İçeriksel ilke­ ler (daha önce gösterildiği gi bi) en yükse k ahlak yasası olacak nitel ikte deği ldir, maksi mlerimiz aracıl ığıyla ola­ naklı ge nel bir yasa koyuşun salt biçim i istencin dolay­ sız belirlenim nedenini ol uşturması gereken salt usun

biçimsel pratik ilkesi kesin buyruklar, dah ası (eylem leri ödev yapan ) pratik yasalar sağ/ayabilen, gerek yargılar­ da, gerekse bel irlemek için insan istencine uygu lamada

tek nesnedir. 1

·

Salt Pratik Us İlkelerinin Türetilmesi Üstüne

Bu Analitik, salt usun pratik olacağı n ı , istenci kendili­ ğinden ve bütün deneysel nesnelerden bağı msız kalarak belirleyebildiğin i , bir algıya dayanarak salt usun bizde gerçekten pratik olduğunu göste rmesiyle ortaya koyu-

Salt Pratik Usun Çözümü

yor. Bu olgu ise usun, ahlaklı l ı k ilkesi içinde, istenci ey­ lemsel olarak beli rleyen özerkl iğidir. Gene bu Analitik, bu olgunun istenç özgürlüğü bilinciyle ayrılmaz nitelikte bağlı old uğu nu, dahası onunla özdeş kaldığını gösterir. Duyu lur d ünyaya bağl ı, us taşıyan bir varlığın istenci, bü­ tün öteki etkileyici nedenler gibi, zorunlu olarak neden­ sellik yasalarına uyduğunu bil ir, öte yandan, bu özgür­ lü kle, pratik alanda kendi başına bir varlık olarak nesne­ lerin kavranılır düzeninde götüreceği, başka bir yerde, yeterince kanıtlanmıştır. İmdi bu Anali tiği, Salt Kuramsal Usu n Eleştirisi'nin Analitik böl ümüyle karşılaştırı rsak, bunlar arasında ilgi­ ye değer bir karşıtlık ortaya çıkar. Öteki Eleşti ri 'de önsel bi lgiyi yalnız duyu nesneleri için olanaklı kılan i l k veri il­ keler değil, salt d uyusal görü (uzam ve zaman) idi. -Bi­ reşi msel ilkelerin, görü olmaksızı n , salt kavramlardan doğması olanaksızdı, bu il ke ler ancak duyusal görüyle; burada olanaklı deney nesneleriyle i lişki içinde ortaya çıkabilird i . Çünkü ancak bu görüyle bağlantılı anlık kav­ ram ları, deney dediğimiz, bu bilgiyi olanaklı kılar. Deney nesnelerinin ötesinde, noumen olarak nesne ler konu­ sunda, bir bilginin her olumlu öğesi kuramsal us için büsbütün olanaksız sayılm ıştır. Gene de bu us, noumen kavramına, açı kçası bun ları düşünme olanağına, dahası zorunluluğuna güvence sağlam ış, sözgelişi, olumsuz gö­ rü ldüğünde özgürlüğü, salt kuramsal usun ilkeleri ve sı­ nırlandırmalarıyla eksiksiz du rumda bağdaşabilir görme­ yi, bütün karşı çıkışları bir yana iterek başarmıştır. Buna karşı n , bu us, bizim böyle nesneleri belirli ve genişleti­ ci nitel ikte tan ımamızı sağlayamamış, dahası bu bakış açısını büsbütün kapamıştır. Buna karşın, ahlak yasası bir bakış açısı getirmemek­ le birli kte, d uyular dünyasının herhangi bir verisi ya da

l mmanuel Kant



Pratik Usun Eleştirisi

kuramsal usu m uzun kullanım sı nırları içindeki nesneyle açıklanamayan ve salt düşünülür bir d ünyayı gösteren bir olgu �ağlar; dahası bu d üşün ülür dü nyayı olumlu ola­ rak belirler, onunla i lgili bu yasayı bize tanıtır. Bu yasa, duyusal bir doğa olarak (us taşıyan varlı kla ilgisi bakımından) duyular dünyasına işleyişini bozma­ dan, bir us dünyası nın biçimini, dahası duyular üstü bir doğa biçimini, sağlamal ıdır. İmdi, doğa, sözcüğün en ge­ nel anlamında, nesnelerin yasalara bağlı varlığıd ır. Us ta­ şıyan varl ıkların duyusal doğası, genellikle, bunların de­ neyle belirlenen yasalara bağlı varoluşlarıdır. Bu d urum us için yaderkliktir. Öte yandan, gene bu varlıkların du­ yuüstü doğası hep deneysel koşuldan bağı msız, dolayı­ sıyla salt usun özerkliğine dayalı yasalara uygun varoluş­ larıdır. Öte yandan nesnelerin varoluşunu bi lgiye bağım­ lı kılan yasalar pratik olduğundan duyuüstü doğa, bir kavramını ol uşturabi ldiğimiz çapta, salt pratik usun

özerkliğine bağlı doğadan başka bir nesne değildir. Bu özerkliğin yasası da ahlak yasasıd ır. Bu durumda d uyu­ üstü doğanın ve salt düşünülür bir d ünyanın temel yasa­ sıdır. Düşünülür dünyanın d uyu lar dünyasındaki izd üşü­ mü, bu d ünyanın yasaları nı bozmadan varolmalıdır. Bu dünyalardan öncekine ancak salt usla bil diğimiz temel doğa (natura ercetypa), iki ncisi ne de birincisinin idesi ne özgü olanaklı etkiyi istenç belirleme nedeni diye içerdi­ ğinden, özenti doğa (natura ectypa) adı verilebi lir. Çün­ kü gerçekten de, ahlak yasası ide olarak bizi, ancak salt usa uygun fizi ksel bir yetiyle birlikte olduğunda en yük­ sek iyiyi ortaya koyabileceği, bir doğaya götürür. Ahlak yasası , böylece, istencimizi d uyular dünyasına bir us ta­ şıyan varlıklar bütününe yaraşır biçim verebilecek nite­ l i kte be lirler.

Salt Pratik Usun Çözüm ü

Kişi nin kendi üzerine toplaması gereken en ufak ilgi, bu idenin istencimize özgü belirlemelerde öncü bir ör­ nek olarak kaldığını doğrular. Kendisine dayanarak tan ı klık etmeyi düşündüğüm maksi m, pratik usla sınan ıp da genel bir doğa yasası ge­ çerlil iği kazansaydı d urum ne olurd u diye düşünürü m . Bu açıdan bakı ldığında, bunun herkesi doğruluğa itece­ ği açıktır. Çünkü bir yandan kanıtlayıcı, bir yandan da bi­ lerek yan lış anlamları geçerli saymak bir doğa yasasının genell iğiyle bağdaşmaz. Yaşam kon usunda özgür bir ka­ nıya varırken kendisine dayandığım bir maksim, ancak bir doğanın böyle bir yasaya uygun durumda kalabilme­ si için nasıl olması gerektiğini, kendi kendine sorduğun­ da, belirlenir. Böyle bir doğada kimsenin isteyerek yaşa­ mına son vermeyeceği açıktır, çünkü böyle bir düzenle­ me kalıcı doğa düzeni olamazdı . Bütün öteki durumlar­ da da olay böyledir. İmdi, bir deney nesnesi olan gerçek doğada, kendiliğinden gelen yasalara göre bir doğa ku­ rabilecek ya da kuru l muş olsa bile ona uyabi lecek mak­ simlerce bel irlenmeyen özgür bir istenç vard ır. Onu be­ lirleyen, daha çok salt pratik yasalara göre istencimizle olanaklı bir doğa d üzeni deği l de tutkusal (fiziksel) yasa­ lara uygun bir doğa bütünü oluşturan özel eğilimlerd ir. Biz. yine de yasalara uygun bir doğa düzeninin ortaya çıkması gerekliymiş gibi, bütün maksim lerimizin bağlan­ dığı bir yasanın bilincindeyiz. Öyleyse bu yasa, deneysel olarak verilmem işse de özgü rlük aracılığıyla olanaklı kı­ lınmış, dolayısıyla d uyuüstü bir doğanın idesi olmalıdır. Biz, b u doğaya, pratik bağlamda n esnel gerçekli k kazan­ dırırız. Çünkü biz ona, us taşıyan varlı klar olarak, isten­ cimizin nesnesi diye bakarız. Bu d urumda istencin bağlandığı bir doğanın yasala­ rıyla bir istence bağlanan doğanın yasaları arasındaki ay-

lmınanucl Kanl

·

Pratik Usun Eleştirisi

rı m ( iste ncin özgür eyl emleriyle il işkisi bakımından) şu­ na dayanır: Birincisinde nesnelerin istenci belirleyen ta­ sarım ların nedenleri , iki ncisindeyse istencin nesnelerin nedeni olması gerekir. Çünkü iki ncisi nin nedensell iği belirleme nedeni yal nız salt usun yetisinde bulun ur, ona salt prati k us denilebil mesi de bu yüzdendir. Bu rada birbirinden çok ayrı iki sorun vardır: Bir yanda salt usun nesneleri önsel olarak nasıl belirlediği, öte yan­

da salt usun (yalnız kendi maksimlerinin yasa olarak ge­ nel geçerliği düşüncesiyle) istencin, açı kçası us taşıyan varlığın nesnelerinin gerçekliği bakı mından nedensell iği­ nin doğrudan doğruya belirleme nedeni olabildiğidi r. Birinci soru n, salt kurgusal usun eleştirisine özgüdür; bize nesneleri n veri lmesini sağlayan, dolayısıyla çözüm­ sel olarak bili nemeyen görülerin nası l önsel olanaklı ol­ d uğunun açıklanmasını gerektirir ilkin. Onun çözü m ü bütün görü lerin d uyusal olduğuna, dolayısıyla olanaklı deneyden ötesine geçen herhangi bir kurgusal bilgiye gerek kalmadığına, bu yüzden bütün ku rgusal us ilkele­ ri nin ya veri lmiş nesnelerin ya da sonsuza deği n verile­ bilir olsa da hiçbir zaman eksiksiz verilemeyecek nesne­ lerin deneyi ni olanakl ı kıl ması na dayanır. İkinci sorun pratik usun eleştirisiyle ilgi lidir, istek d uyma yetisi n esnelerin ne yolla olanaklı olduğu konu­ sunda bir açı klama gerektirmez. Çü nkü bu, kuramsal doğa bilgisi nin sorunu olarak kaldığı ndan,

kurgusal

usun eleştirisine bırakılm ıştır. Bu nedenle açıklanması gereken, istencin maksi m i nasıl belirleye bildiğidir. Belir­ leme nedenleri olarak, bu iş yalnız deneysel tasarı mlar aracılığıyla mı oluyor, yoksa salt us pratik mid ir, deney­ sel olarak bilinemeyen olanaklı bir doğa düzeninde bir yasa mı ol uverdi? Kavramı, özgür istencimiz dolayısıyla, gerçekliğin nedeni olabilen böyle duyularüstü bir doğa-

Salt Pratik Usun Çözümü

nın olanağı (düşü nülebilir bir d ü nyan ın) önsel görü nü­ m ü gereksemez. Böyle bir görü, bu durumda, duyula­ rüstü nitelik taşıdığı ndan bizim için olanaksız olurd u . Çünkü sorun yalnız istencin maksi mlerinde, belirleme nedeniyle ilgil idi r. Bu belirleme nedeni deneysel mi, yoksa salt usun (genelde onun yasaya uygunluğunun) bir kavramı mı ve bu sonuncusu nasıl o labilir, soru n u­ du r. İste nç nedenselliği nin nesnelerin gerçekliğini sağla­ maya yetip yetmeyeceği yargısı nı vermek, istenç nesne­ lerinin olanağı nı araştıracak olan usun kuramsal ilkeleri­ ne kalm ıştır.

Bu nesnelerin görüsü

pratik soru nda

önem li bir öğe değildir. Burada söz konusu edilen yalnız istenci belirleme ve özgür bir istenç olarak onun mak­ simlerinin beli rleme nedenidir, varılan sonuç deği l . Çün­ kü istenç yal nız salt us için yasaya uygunsa, onun eyle­ me geçirici gücü ne olursa olsu n, olanaklı bir doğanın bu yasa koyucu maksimlerine uygun gerçek bir doğa or­ taya çıksın çıkmasın; bu olay salt usun pratik olup ol ma­ yacağı nı, olursa nasıl olacağı nı, salt usun ne yolla isten­ ci dolaysız belirleyebi leceğini araştıran Eleştiri'yi pek il­ gilendirmez. Eleştiri, bu işe duraksamadan, salt pratik yasalar ve onların gerçekliği sorun undan başlaya bilir. Burada, te­ mele, görü nüm yeri ne bun ların düşünülebilen d ünyada­ ı,i varol uşunun, açıkçası özgürlüğün kavram ını koyar. Çünkü bu kavram başka bir anlama gelmez, bu yasalar da ancak istenç özgürlüğü bağlamında olanakl ıdır. İs­ tencin özgürlüğü varsayılı nca zorunludur ya da bunun tersine bu yasalar zoru nlu pratik koyutlar old uğu ndan, özgü rlük zorunludur. İmdi ah lak yasaları bilinciyle öz­ deş özgü rlük bilincinin nasıl olanaklı old uğu daha uzun boylu açıklanamaz; yalnız kuramsal eleştiride bun ların da yeri old uğu savunulabilir. 77

-------

lmmanucl Kant



Pratik Usun Eleştirisi

Pratik usun en yüksek ilkesinin serimlenmesi böyle olmuştur; ilkin neyi içerdiği , bütünüyle önsel ve deney­ sel ilkelerden bağımsız bulunduğu, sonra da bütün öte­ ki pratik ilkelerden nerede ayrıldığı gösteri lm iştir. Türe­ timle, açı kçası onun nesnel ve genel geçerl iliğinin doğ­ rulanmasıyla salt kuramsal anlığın ilkelerinde olduğu gi­ bi iyi bir ilerleme sağlanacağı umulamaz. Çünkü salt ku­ ramsal anlığın ilkeleri olanaklı d eney verileriyle; görü­ nüşlerle ilgiliydi. Bu görünüşlerin, bu yasalara uygun ka­ tegoriler altında toplanabildiği, gene bu görü nüşlerin de­ ney nesneleri olarak bilinebildiği, bundan dolayı h er ola­ naklı deneyin bu yasalara uyması gerektiği kanıtlanabi­ lir. Oysa bu ahlak yasasının türetimiyle böyle bir yolu iz­ leyemem. Çü nkü bu, usa başka herhangi bir yerden ve­ ri lebilmiş nesnelerin yapısına özgü bilgiyle değil, nesne­ lerin varoluş nedeni olabilen bir bilgiyle; usun bu bilgi yüzünden us taşıyan varlı kta nedenselliği eli nde bulun­ durmasıyla; salt usun istenci dolaysız belirleyen bir yeti diye görebilm esiyle ilgilidir. Biz, temel güçlere ya da temel yetilere u laşı r u laşmaz, bütün insan kavrayışı son bul ur. Çünkü bunların olanağı hiç kavranamaz, öylesine yalan ve tu tarsız görüşler de ortaya atılamaz. Bu nedenle, bunların, usun kuramsal kullanımında varsayıl ması nı bize yalnız deney gösterebi­ lir. Bizce, önsel bi lgi kaynaklarından yapılacak bir tü re­ tim yerine, salt pratik us yetisi bakımından, deneysel ka­ nıt getirmek söz konusu değil dir. Çünkü gerçekliği ni ka­ nıtlama nedeni deneyden çıkarılması gereken nesne; olanağının nedenleri bakımından, deney ilkeleri ne ba­ ğımlı olmalıdır. Ancak salt ve yine de pratik usu n kendi kavramından dolayı , bu nitelikte görü l mesi olanaksızdır. Öte yandan, önsel olarak, bilincine vardığımız ah lak ya­ sası zorunludur, kesindir. Bu yasa, deneyde kendisine

Salt Pratik Usun Çözümü

uyuld uğu nu gösteren herhangi bir örneğin bul unamaya­ cağı ortaya konsa bile, salt usun bir olgusu niteliğinde verilm iştir. Bu nedenle ahlak yasasının nesnel gerçekliği h içbir türem li; kuramsal. kurgusal ya da deneysel olarak pekiştirilen usun hiçbir çabasıyla kan ıtlanamaz; ondan zorunlu bir kesin lik istemekten vazgeçilse bile deneyle doğrulanamaz; böylece sonsal olarak da kanıtlanamaz. Buna karşın yine de sapasağlam ayakta durur. Oysa ahlak ilkesi nin, boşuna istenen bu türetimi ye­ ri ne, bam başka hem de büsbütün anlamsız bir d u ru m u ortaya çıkar; o d a bu ahlak ilkesi nin araştı rı lamayan, hiç­ bir deneyle saptanamayan bir yetinin türetiminde ilke görevini yapmasıdır. Kurgusal us (kendi kendiyle çelişki­ ye d üşmemek için evren bil imsel ideler arasında, kendi nedenselliği bakımından, koşulsuz olanı bulma amacıy­ la) onu olanak sayma gereğindedir. Bu da özgü rl ük yeti­ sidir, doğru lanması için neden leri gereksemeyen ahlak yasası bu özgürlüğün yalnız olanağını değil . onu kendi­ leri için bağlayıcı bir yasa diye tanıyan varlıklarda ger­ çekliği ni de kanıtlar. Ahlak yasası, gerçekte, özgü rlük dolayısıyla nedensel liği n, dahası duyularüstü bir doğa olanağı nın yasasıdır. Bunun gi bi, duyular d ünyası ndaki olayların gerçekötesi yasası da d uyusal doğa nedensel li­ ğinin bir yasasıyd ı . Böylece, bu ahlak yasası, kuramsal fe lsefenin belirlemeden bırakma gereğinde kaldığı nes­ neyi; kavramı kuramsal felsefede ancak olumsuz bir ne­ denselliğin yasası nı belirler ve bu kavrama ilk kez nes­ nel gerçeklik kazandırır. Ahlak yasasının bu tür güvencesi; bu yasa salt usun bir nedensel liği olan özgürlüğü türetme ilkesi diye orta­ ya konduğunda; kuramsal us kendi gereksin melerinden birini karşılamak için en azından özgü rlüğün olanağını beni mseme gereği ni d uyar, her önsel doğrulamanın ye79

-------

l ı ı ı n ı a ı ı u d l\a ı ı l

·

/ 'ml i/ı lJ.'> 1111 Clcşlirisi

rini tutabilir. Ç ü nkü ahlak yasası ke ndi gerçekliği ni kur­ gusal usun eleştirisi için yeterince kanıtlar. Bunu da yal­ nız ol umsuz olarak d üşünülmüş olanağı kuramsal us için kavranı lamayan, buna karşın beni msenmesi gere­ ken, bir nedensell iğe olumlu belirleme; açı kçası istenci doğrudan bel irleyen (maksiml erini genel bir yasa biçimi koşu l u na bağlayarak) us kavramını getirmekle yapar. Böylece ahlak yasası; kurgusal olarak işlemek istediğin­ de, ideleriyle birli kte her zaman aşırılığa varmış usa yal­ nız pratik olan i l k nesnel gerçekliği verebil ir. Bu yolla, onun,

aşkın kullan ımını içkin kullanıma dön üştürür

(usun deney alanında ideler aracılığıyla etkin bir neden olmasını sağlar) . Duyular dü nyasında varlıkları n nedenselliğini bel irle­ me, ke ndi türünde, hiçbir zaman koşulsuz olamaz; an­ cak bütün koşul lar d izisi için koşulsuz bir nesnenin bu­ lunması, dolayısıyla, bütü n olarak kendi ken dini belirle­ yici bir nedensel liğin varlığı da gereklidir. Bu yüzden, saltık bir ke ndiliğindenlik yetisinin idesi, yalnız bir ge­ reksi nme deği l, olanağı söz konusu edilince, salt kurgu­ sal usun çözü msel bir ilkesid ir. Ancak görünüşler ola­ rak, nesnelerin nedenleri arasında her bakımdan koşul­ suz bir nedensellik belirlemesi görü lemediğinden, ayrı­ ca herhangi bir deneyde özgürl ü k idesine uygun bir ör­ nek verme olanağı bulunmadığından, biz de özgürce ey­ leme geçen bir nedenin yal nız düşü ncesi ni duyular d ü n­ yasında noumen olarak da baktığımız bir varlığa uygula­ yarak savunabildik. Bunu yaparken de, böyle bir varlığın görü nüş niteliği nde bütün eylemlerinin fiziksel koşulla­ ra bağlıl ığını öte yandan eyleme geçen varlığın bir anlık varlığı old uğundan, bu eyleml ere özgü nedenselliğin fi­ ziksel yönden koşulsuzluğunu görmenin, böylece de öz­ gürlük kavramını usun d üzen leyici ilkesi durumuna ge-

Salt Pratik Usun Çözümü

tirmenin bir çelişme olmadığını gösterdik. Ben, b u ilkey­ le bu tür nedenselliği n yü kleti ldiği nesnenin ne olduğu­ nu öğrenm iyor, ancak engeli kaldırıyorum . Bir yandan dünya olaylarının, dolayısıyla us taşıyan varlıklara özgü eylemlerin, açıklanması nda doğa zorunluluğu mekan i k­ çiliğine, açı kçası koşulludan koşula sonsuza doğru geri gitme yetkisini bırakıyoru m . Öte yandan da kurgusal us için, boş bırakılan yeri ; düşünülür olanı açık tutuyoru m , u s koşulsuzu oraya yerleştirsin diye. Oysa ben b u dü­

şünceyi gerçekleştirmedim, açıkçası onu böyle d avra­ nan bir varlığı n, onun olanağına göre de olsa, bilgisine dön üştüremedim. İmdi bu boş yeri salt pratik us düşü­ nülür dünyadaki belirli bir nedensellik (özgü rl ü k aracılı­ ğıyla) yasasıyla, açıkçası ahlak yasasıyla doldu ruyor. Bu yolla kurgusal us kavrama bakımı ndan bir yarar sağlamı­ yor, özgürlüğün sorunsal kavramının güvencesi bakı­ mından kazancı oluyor. Bu kavrama, burada, nesnel ve yalnız pratik de olsa kuşkusuz bir gerçeklik sağlanıyor. Ancak bu, uygu lamasını, dolayısıyla anlamını (Salt Usun Eleştirisi'nde kanıtland ığı gibi) yalnız görünüşlerle ilişki içinde deneylerle bağdaştırmada bulan nedensellik kav­ ram ını, nedensel liğin ku llanı mını düşünülen sınırların ötesine yaymak için , genişletmez. Çünkü kuramsal us bu sınırların ötesine geçseydi nedenle sonuç arasındaki mantık bağı nın duyusal ol mayan türde bir görüşle çö­ zümsel olarak nasıl kullanılabileceğini, açıkçası bir ca­

usa noumenon'u n ne yolla olanaklı bulunduğu n u gös­ termek istemesi gerekecekti . Bunu da us kavramaz; öte yandan pratik us olarak da bunu göz önünde bulundu r­ maz, çünkü o yalnız duyusal bir varlık olarak insanın (verilmiş olan) nedenselliğini belirleme nedenini ( b u yüzden pratik denen) salt usa yerleştirir. Böylece, ku­ ramsal bilgiler edinmek amacıyla nesnelere uygu lanma-

lmmanuel Kanl

·

Pralil> Usun Eleştirisi

sını, b u rada büsbütün soyutlayabil diği neden kavramını nesnel eri bilmek için deği l (çü n kü bu kavram hep anlık­ ta her görüden bağı msız ve önsel olarak bulunur) , bu nesneler bakı m ı ndan genellikle nedensell iği belirlemek için kullanır; açı kçası neden kavramı pratik bir amaca yararlı kılınır. Bununla da istencin belirleme nedenini nesnelerin düşünebilen düzenine yerleştirebil ir.

Öte

yandan neden kavramının, bu nesneleri bil medeki etki­ sini anlamadığını da severek açığa vuru r. Usun d uyu lar dü nyasındaki istenç eylemiyle ilgi li nedenselliği, belli bir biçimde, kesi nkes bilmesi gerekir, yoksa pratik us ger­ çekte bir eylemi gerçekleştiremezd i . Ancal� usun, no­ u menon olarak kendi nedenselliği konusunda oluştur­ d uğu kavram ı , d uyu larüstü varoluşu bilmek için kuram­ sal nitelikte belirlemesi ve böylel ikle de ona anlam ka­ zand ırması gerekmez. Çünkü bu kavram; yal nız pratik kullanım için olsa bile, belirleme olm aksızın ahlak yasa­ sıyla anlam kazanır. Dahası, kuramsal açıdan bakıldığın­ da da bu kavram; d uyusal nitelikte verilsin veri lmesin , her zaman nesnelere uygu lanabilen önsel salt bir ahlak kavramı olarak kalır. Ancak nesneler d uyusal ni teli kte verilmemişse, bu kavramın belirli kuramsal bir anlam ve uygulanımı yoktur, o yalnız an lığın genellikle bir nes­ ne konusundaki biçimsel, köklü d üşü ncesidir. Ahlak ya­ sası dolayısıyla usun ona sağladığı anlam pratiktir, açık­ çası (istencin) bir nedensel lik yasası idesinin de neden­ sell iği vardır ya da o yasanın bel irleme nedenidir.

il . Salt Usun Pratik Kullammmda Bulunan Ancak Kurgusal Kullanımda Olanaksız Görülen Bir Geniş· leme Yetkisi Üstüne Ahlak i l kesi nde, nedenselliğin bel irleme temelini du­ yular dünyası nın bütün koşul ları üstüne çıkaran bir ne-

Salt Prati k Usun Çözümü

densellik yasası ortaya !