Ne Oldu Bize? [8 ed.]
 975348061X

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Oldu Blze? Toktamış Ateş

Ne

Çınar YayınJarı Güncel

Ne Oldu Bize ? I Toktamış Ateş

ISBN 975 - 348 -061 - X 1. Baskı İstanbul, Ekim 1994 2. Ih�kı btınbul, Kasını 1994 3. Baskı İstanbul. Kas11I1 1994 4. Rt�kı İstanbul. Aralık 1994 5. B askı i-;tanbul. Ocak 1995 6. Baskı İstanbul, Ocak 1995 7. Baskı İstanbul, Şub-dt 1995 8. Baskı i�tanbul. Şul:rdt 1995

Kapak frıtoj:,ır;ıfı ve tasarımı : Cem Gıl111'U:ıek Dizgi : Dönı'��ı'iln Baskı : Günay Matbaası

günlerde bu günlerden çok daha iyi idi. Ama tek kuruş dış borç alınamıyordu. 5 Nisan 1 994 önce­ sinde ise ne yokluklar, ne de kuyruklar vardı. Yoksulluk diz boyu idi , ama cebinde parası olan, aradığı her şeyi buluyordu. ister mal olsun, ister hizmet. Hem de ne hizmet... Türk halkının % 1 O'u 'Belçika standartlarmı' yaşarken geriye kalan %90'ı varlığını sürdürmeye çalışıyordu. Uçurum gitgide açılıyordu. Ama bir gün denizin tükeneceği belliydi. Türkiye'de seslerini kitle iletişim araçlarıyla duyurma olanakları çok kısıtlı bir dizi iktisatçı , yıllardır yazıyor-çiziyor. "Bu işin sonu felakettir" diyordu. Ekonomimiz ü rettiğinden fazlasını tüketiyordu. Ama seslerini kimselere duyuramadılar. "Bilgi toplumunda, üretme­ den yaşamak mümkündür" diyen kimi ahmakların saçmalıkları­ na kandı halkımızın çoğunluğu. Başbakanımız halka yaptığı 'çağrı'da. "Herkes ekonomik gücü oranmda bu fedakarlığa omuz verecek" diyor. Doğrudur, zaten lafta hep öyle olur. Ama devlet tahvilleri % 1 60 bileşik faiz verirken ücretlerin dondurul masından söz edilir. Ü stelik faiz ge61

lirlerinden alınan stopaj vergisi % 1 O'dan %5'e indirilir. Kolay mı fedakarlığa omuz vermek ... Başbakanımız çağrı 'sının bir başka yerinde aynen şöyle diyor. "Sadece memurumuz, işçimiz, küçük esnaf ve çiftçimiz­ den değil; zenginlerimizden, varlıklı kesimlerden de itirazlar yükselecek. " Bu cümlenin kuruluş mantığı niyeti gösteriyor. Kurşunları n hedefi belli : Memur, işçi, küçük esnaf ve çiftçi . Bu arada birkaç kurşun da zenginlerimize ve varlıklı kesimlerimize gelecek. Canları sağolsun. Zaten turistik tesislerdeki KDV oranı­ nı %23'ten % 1 S'e düşürmekle başladılar işe. Zenginlerimiz sefa­ hat aleminin hesabını öderken "Neden daha az KDV alıyorsu­ nuz?" diye itiraz edeceklerdir mutlaka. Eminim çok üzülecekler­ dir bu fedakarl ığa ... Bundan dokuz ay önce Temmuz 1 993'te yazdığım 'Feda­ karlık Başftyor. . . ' başlıklı yazımı şu paragraflarla bitiriyordum. Bugün bir kez daha vurgulamakta yarar görüyorum. "Elbette fedakarlık yapılacak. Çünkü fedakarlık dönemi başladı. Bir market sahibi, Perrier maden suyu yetiştiremiyoruz' diyor. Utanmaz bakkal, vizyonsuz adam. Biraz daha çalışsa ya. Bu suları alanlar, içenler az mı fedakarlık yapıyor. Aynt talep, tüm ithal mal/art yiyecek maddelerine varmış. Çok şükür, çok şükür bu günleri de gördük. lnsanm gözleri doluyor. Ve o 'mekanların' insan/an, evlerine yeni kavuşurlarken köylerimizde, kentlerimizin varoşlarmda bir hareketlilik görülür. Ortalık henüz alacakaranlıkken, servis araba/an, saz benizli ka­ dm ve erkek işçileri toplamaya başlar. Esneyen şoförlerin sür­ düğü ilk belediye otobüslerinde ve servislerde, yolcuların çoğu uyur. Kimi sanayi işçisidir, kimi fason çalışır, kimi gündelikçidir, kimi küçük esnaf yamnda ücretli, kimi işportacı, kimi müstah­ dem. Bunlarm ardmdan öğretmen ve öğrenciler çıkar yollara. Askeri servis araçları da yolcularmı toplamıştır. Ardmdan me­ mur çıkar sokağa. Kentlerde yaşam başlamıştır artık. Fedakarlık yapa yapa perişan olan ve acı reçetelerin da­ maktarmdaki zehrini yutkunan bu insanlar, holdinglerin kontro­ lündeki yazılı ve görüntülü basmm propagandasmm rehaveti ve '

62

örgütsüzlüğün aczi içindedir. Ama her doğan gün, yeni bir umudun işaretidir. Gün gelir, almterini satarak yaşayan insan­ lar, ellerindeki gücü fark ederler. Gün gelir fildişi kuleler de çö­ ker, TÜSIAD'lar da kalmaz ortada. Ve o gün, günümüz Türkiye­ si'nde görgüsüz ve haksız bir zenginliği sergileyenler, 'fedakar­ lığ ı n' ne demek olduğunu öğrenirler. " 9.4. 1 994

63

ÖRGÜTLENMEK istikrar paketi olarak yutturu lmak i stenen ( I M F patentli) zamların yankıları devam ediyor. Milletin çok canı yandı, ama asıl zamlar arkadan gelecek. Bu, sadece bir kıvılcımdı. Yakında yangını hep birlikte izleriz. Tarih bilmeyenler ne kadar kolay "ta­ rih yaztyorlar". Aslı nda tarihin o sayfası çoktan yazıldı. Ama okumasını bilene. Ne demiş şair: "Ol mahiler ki derya içindedir­ ler, deryayı bilmezler." ("O balıklar ki denizin içindedirler, suyu bilmezler. . . '1 "Biz bun/an yapmasaydık Refah Partisi gelirdi" diyorlar. Sanki "öcü" ile çocuk korkutacaklar. Kaldı ki ; şimdi ''gelmeme­ sini" garanti eden var galiba. Siyasal literatürümüze "23 Nisan Başbakant" deyimini armağan eden Necmettin Hoca, sanıyo­ rum "kıs kıs " gülüyordur. Bir başbakanın ağzı ndan "reklam yapttrmak" kolay m ı ? Vallahi milyar verseniz bu reklamı yaptıra­ mazsınız. "Partisinin yükseliş trendini" böyle bir başbakanın dö­ neminde yakalamak, her şanslı kula nasip olmaz. Aflah'ın ·sevgili kulları bu Refahçı lar. . . Okurlarımdan gelen telefonlar ve mektuplar sürüyor Refah konusunda. "Ne yapmaltyız" diye soruyorlar. "Nereye gidiyo­ ruz?" diyorlar. Bir kısı m okurlarım panik içinde. "Refah gelirse ne yapanz" sorusunu yanıtlamaya çalışıyorlar. Defalarca yazdım, saatlerce konuştum. Bence, asıl telaş et­ mesi gereken Refahlılar. Akılları varsa (ki çoğunda var), "şimdi ne yapacağız?" diye düşünmeleri gerekir. "Radikal gençleri na­ sıl frenleyeceğiz?", "Provokasyon/an nasıl etkisiz hale getirece­ ğiz?", "Bu işlerin altmdan nasıl kalkacağız?" diye düşünmeleri gerekir. Tansu Çiller gibi bir başbakanımızın olması bile kurtara­ maz onları ... 64

Okurlarımdan gelen yakınmalara verdiğim tek bir yan ıt var aslında. "Demokrasiye sahip çıkalım" diyorum. "Bulduğumuz her olanakta ve her koşul altmda örgütlenelim. " Ve bu işe kendi meslek grubumda başlandığı için gerçekten övünüyorum (Yan­ lış anlaşılmasın, gazetecilerden değil, öğretim üyelerinden söz ediyorum. Zira Cumhuriyet ve kısmen Hürriyet dışında, istan­ bul'da hiçbir gazeteci , sendikasına üye olamaz. Örgütlenmeyen işçileri eleştirirken dilleri kürek kadardır, ama kendi patronlarının önünde çoğu süt dükmüş kedilere benzerler). Ankara ve lstanbul'dan bir grup öğretim elemanı, 3 Mart 1 994 tarihi başlangıç olmak üzere ÔES (Öğretim Elemanları Sendikası) adıyla sendikalarını (sendikamızı) kurdular. Geçici yönetim kurulu da belirlendi. Genel Başkan Sina Akşin, Genel Sekreter Meli h Ersoy, Genel Sayman Nilüfer Timisi, Örgütlenme Sekreteri Faruk Alpkaya, diğer yönetim kurulu üyeleri ise Yıldı­ rım Uler, Can H amamcı, Ufuk Uras, Nilgün Görer ve Ramazan Günlü. Çok önemli bir şey bu sendikanı n kurulabilmesi. Çok önemli bir şey, çünkü bu "memur sendikasının" kuru­ labilmiş olmas ı , diğer memur sendikalarının da kurulabileceğinin açık bir kanıtı. Yayımlamış bulundukları bas ı n açıklaması ve çağrıda, bu örgütlenmeni n hukuksal dayanağını da açıklıyorlar: "TBMM tarafından 25. 1 1. 1992 tarihinde kabul edilen 3847 ve 3848 sayılı uygun bulma kanun/arma dayanarak Bakanlar Kurulu'nun 8. 1 . 1 993 tarih 9313967 sayılı kararıyla onaylanıp 25.2. 1993 tarih ve 21507 sayılı Resmi Gazete 'de yayımlanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'nm 90. maddesi uyarmca yasa değeri kazanan 'Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunması na ve i stihdam Koşullarının Beli rlenmesi Yöntemleri­ ne i lişkin 1 5 1 Sayılı söz l eşme lerin ilgili hükümlerinde tanınan haklarımızı kullanarak Öğretim Elemanları Sendikası'n ı (ÖES) kurmuş bulunuyoruz. . " (Cümlenin uzunluğu korkutmasın sizle­ ri, ne de olsa hocalar tarafından kaleme alınmış ... ) Bu oluşum bence gerçekten önemli. Sadece "örnek olma­ sı" açısından değil, Sina Akşin gibi, "sakin görüntüsünün altın­ da inanılmaz heyecanlar taşıyan" bir başkanın öncülüğünde başladığı için önemli. "Öğretim Birliği" ve "halifeliğe son veren" '

.

65

yasalarla aynı güne denk getirilen kuru luş tarihi açısı ndan önemli. . . "Sendikamız, bütün sendikalar gibi, üyelerinin tek tek ya da kitle olarak hak ve çıkarlarını korumanın yanı sıra toplumsal ko­ numlarını daha yüksek bir düzeye çıkarmak, akademik kariyere 1 rağbeti arttırmak için çalışacaktır. Ayrıca, bilim insanlarının dilediği biçimde ders vermekte, istediği konuyu araştınp yorumla­ makta özgür olması ve başta rektör, dekan, bölüm başkanları olmak üzere yöneticilerini serbest seçimlerle belirlemesi gerek­ tiğine inanıyoruz" diyorlar yaptıkları "çağrıtia. Elbette meslektaşları ndan , yani bizlerden ilgi ve destek bekliyorlar. Umarım bu desteği sağlarlar. Ama iş lafa gelince, demokrasi konusunda "mangalda kül bırakmayan" kimi meslek­ taşlarımızın, bu konuda "klVırtacaklarından" da eminim. Ü ye ol­ mamak için binbir bahane üreteceklerdir. Ne diyelim, canları sa­ ğolsun. Ama kuyrukları sıkıştığı zaman "demokrasi ve demok­ ratik haklardan" da söz etmemeleri gerekir. Zira "örgütlenme­ me hakkı"de mo kratik bir hak talebine zemin olamaz . . . 12.4. 1994 •

66

MEMURLAR. .. Sayın "büyüklerimiz" müjdelediler. işçi ve memur ücretleri dondurulmayacakmış. işçilere sözleşmelerle doğan hakları öde­ neceği gibi, memurlara da yılbaşında "öngörülmüş " olan zam yapı lacak ve böylece 1 994'te yüzde 54'101< bir zam sağlanacak­ mış. Ü cretlere yüzde 54 zam öngörülürken enflasyon oranının yüzde 50'1erde olması öngörülüyordu. 1 994'te yüzde 54 zam ya­ pılması demek, reel (gerçek) memur ücretlerinin gerilemesi de­ mektir. Eğer ücretler "dürüst" bir biçimde dondun.:lsaydı, me­ murlar için çok daha iyi olurdu. Bunu bir örnekle açıklayalım. Bugün 1 00 lira maaş alan bir memur, yüzde 54 zamla 1 54 lira alacaktır. Eğer enflasyon oranı yüzde 55 olsayd ı , eline geçen reel ücrette bir değişiklik olmaya­ cak, yeni ücreti "donmuş" olacaktı. Ama eğer Türkiye'de enflas­ yon (iyimser bir tahminle) yüzde 1 00 olursa, o memurun Tem­ muz 1 994'te eli ne geçecek olan 1 54 liralık ücretin reel (gerçek) satınalma gücü 77 liraya düşmüş olacaktır. Yani gerileyecektir. H angi utanmaz siyasetçi bu duru mu, memurlara bir müjde ola­ rak sunabilir? Ne biçim insanlar bunlar? Karşılarındaki insanları aptal mı sanıyorlar? Dünyanın hiçbir demokrasisinde "ücretlerin dondurulması". diye bir şey dile getirilemez. Asla sözkonusu olamaz. Olsa olsa "ücretlerin ve fiyatlarm" dondurulmasından söz edilebilir. Yani zor bir dönemde, bu zor dönem aşılana kadar, toplumun tüm kesimleri nde!') fedakarlık beklenir. Eğer fiyatlar yüzde 1 00 artar­ ken memurların ücretlerine yüzde 50 zam yaparsanız, bunun adına .fedakarlık değil sömürü denir. Başta ekmek olmak üzere mutfak giderleri yüzde 300 artacak, kiralar katlanacak, her şey 67

ateş pahası olc:cak ve tüm bu mantık dışı gelişmeler karşısında memurları susturmaya çalışacaksanız. Olmaz böyle şey. Bugün Türkiye'yi yönetenler ya da yönettiğini sananlar; me­ murların örgütsüzlüğüne güveniyorlar elbette. "Nasıl olsa bir halt edemezler" diye düşünüyorlar. Ve bu örgütsüz insanlara baskı yapıyorlar, tehdit ediyorlar. Eğer protesto eylemlerine katı­ lırlarsa işten atılacaklarını hissettiriyorlar, hatta açıkça söyleyen­ ler de var. Tüm baskılara karşın eğer kitlesel bir harekete girişir­ lerse "delikanlı" polisler devreye giriyor "Allah yarattı" demeden .dövüyorlar. Yarın öbürgün "canma tek eden" memurlar da elle­ rine sopa alırlarsa ne olur acaba? işin bu boyutunu düşünen yok. Memurun bir kısmı zaten hırsız. Çalmayanlarla "enayiler" diye dalga geçiyorlar. Bu enayilerde bıçak kemiğe dayandı gibi . Bir süre sonra çalma olanağı olan tüm memurlar çalmaya başla­ yacaklar. Zaten biri lerinin hala özlediği Turgut Özal da "Benim memurum işini bilir" dememiş miydi? Ama armağansız, rüşvet­ siz iş yapılamaz bi r noktaya gelirsek bu devletin sonu nasıl olur acaba? Gençleri hangi "değerler" ile yetiştiririz? i nsanı insan yapan özelliklerin yüceliğini gelecek kuşaklara nasıl aktarabili­ riz? Şimdi bir yeni moda daha çıktı. içinde yaşadığ ımız haksız bezirgan düzeninde çarkların başını tutmuş olanlar, ekonomik krizlerin iyi bir şey olduğu yalanına i nandırmaya çalışıyorlar hal­ kı. Her krizden daha güçlü bir biçimde çıkılırmış . . . Doğrudur, kriz iyi bir şeydir. Ama suyun başını tutmuş olanlara iyidir. Çarkları kendi yararlarına döndürebilenlere iyidir. Halkın sofrasındaki ek­ mek küçülürken, ayakkabısına bir pençe daha vurdururken, ço­ cuğunun eğitimini nasıl yaptıracağını düşünürken bunu n "iyi ve yararlı bir şey" olduğunu söyleyebilmek için insanın ar damarı çatlamış olmalıdır. Sermayenin gözü doymuyor. Midesi de doymuyor. Ücretliler enflasyon oranının yarısı ·kadar zam alarak fukaralaşırken ban­ ka faizleri enflasyon oranının iki katlı olacak. Faiz geliri alanlar iki kat zenginleşecek ve tüm bunların altında, adı sosyal demek68

rat olan bir partinin genel başkanının imzası olacak... inanılır gi­ bi değil. Bizim aslan sosyal demokratlar, hala "demokrasi paketinin" u mudu içindeler. insanlar nasıl bu kadar "kör ve "sağır" olabili­ yor, anlamakta güçlük çekiyorum . Geçenlerde yazdım. Sömürü üzerine kurulu bu ekonomik politikaların mimarları ; başta me­ murlar olmak üzere, geniş kitlelerin "örgütlenmesine" izin verir­ ler mi hiç? 'Sosyal demokratlar hariç'; insanlar bindikleri dalı ke­ serler mi? i nsanı isyana iten bu haksızlıklar karşısında halk tepki gös­ teremiyor. Çünkü örgütsüz. Çıkış yolu da bulamıyor. Zira hem merkez sağın imzası var, hem merkez solun damgası. O zaman da iyice sağa kucak açıyor. Son yerel seçimlerde RP ve M H P'nin başarılarının nedenlerini hiç mi düşünmez bu insanlar? Zor günlere doğru gidiyoruz. Haksızlıkların ortaya çıkardığı bir "yıkıntwı", daha büyük haksızlıklarla gidermek mümkün de­ ğildir. Kaçınılmaz olarak "acı" bir ilaç içilecekse, bu acı ilacı top­ lumun tüm kesimleri içmelidir. Aksi takdirde öylesine sosyal pat­ lamalar o rtaya çıkar ki kimsenin ağzında tat-tuz kalmaz. 1 7.5. 1994

69

GENE MEMU RLAR . . . Aynı konuyu üst üste yazmaktan pek hoşlanmıyorum. Ama salı günü bu köşemde yayımlanan 'Memurlar' yazısıyla ilgili o kadar ço)< telefon ve faks geldi ki, konuyu bir kez daha ele al­ mak zorunda kalıyorum. Her zaman olduğu gibi , gelen mesajların bir kısmı övgü, bir kısim da şikayet (Bu kez yergi yok). Şikayet edenlerin büyük bir bölümü de çok haklı olarak emekliler. "Bizim sorunumuzu hiç dile getirmemişsiniz" diye şikayet ediyorlar. Gerçekten yazıyı bir kez daha okudum ve emeklilere hiç değinmediğini gördüm. El­ bette. büyük haksızlık. Emeklilerin durumu, hiç kuşkusuz şu an çalışmakta olanlardan çok daha beter. Ve onlar da örgütlü olma­ d ıklarından ve örgütlenemediklerinden bir 'baskı grubu' oluştu­ ramıyorlar. Toplumumuzda herkes 'hedefini şaştrmış' durumda. Me­ murlar örgütlenmeye çalışırken, kendisi ne memur olan kimi amir ve müdürler, bunu engellemeye çalışıyor, engelleyemezler­ se cezalandırmaya uğraşıyor. Gösteri yapmak isteyen memur kitlesine saldıran polisler de eninde sonunda memur. Tabii bu 'hedef şaştrması ' ya da 'h edef saptmlması' yıllar­ dır uygulanan bilinçli bir politikanın sonucu. Yıllarca 'smıfsız toplum' masalıyla uyutuldu bu toplum. Benim öğrencilik yıllarım­ da 'smıf1an söz etmek komünist olmanın göstergesi sayılırdı. Rıfat Ilgaz, sanıyorum 'Smıf' başlıklı bir şiir kitabı nedeniyle yıl­ larca hapishanelerde çürümüştü. Televizyonlarda yorum yapan kimi 'muhteremlere' bakıyo­ rum, memur maaşlarını işçi ücretleriyle karşı l aştırıyor ve aradaki 'uçurum' üzerinde duruyorlar. Ve üniversite mezunu bir memur, 'çaycısının yarısı kadar ücret aldığinı görü nce elbette kızıyor ve sinirleniyor. 70

Ama kime kızıyor ve sinirleniyor? Kendisine topıusözleşme hakkı vermeyen ve pazarlık gücünü s ıfırlayan 'egemen güce' mi? Hayır. kendinin iki katı ücret alan çaycıya kızıyor. Oysa ki o yorumu yapan televizyon yoru mcusunun maaşını duysa 'du­ dak/an uçuklar'. Kime kızması ve neden kızması gereğini daha iyi anlat. Artık pek kalmadı ya, eski 'orta smıflarm' tepki ve kızgınlık­ ları , hep esnafa yöneltiliyor. G ıda malzemelerinin ve temizlik malzemelerinin fiyatları almış başını giderken, insanlarımız bak­ kala-manava kızıyor. Oysa ki o esnafın durumu da kendilerine kızanlardan pek farklı değil. Bakkal manava kızıyor, manav ka­ saba . . . Oysa ki bu toplumda, toplumun 'kaymağmı yiyenler' başka­ ları. Ama bunlar kendilerini çok iyi saklıyorlar. Toplumun dar ge­ lirli kesimleri birbirleri ni yerlerken, bir kenarda 'kıs kıs' gülüyor­ lar. Büyük kentlerimizde metrekare maliyetleri taş çatlasa dört milyon lirayı bulmayan daireler; metrekaresi yirmi milyondan, otuz milyondan satılıyor. Kim yiyor bu rantı, kimler yiyor? Geçenlerde banka çalışanlarına bir seminer yapıyordum. Aralarından biri, "Hocam" dedi, "K/T'lerde birtakım insanlar bir elleri yağda, bir elleri balda yaşıyorlar. Bunlarm zaranm neden ben ödeyeyim?" Bu arkadaş kendi nce elbette haklıydı. Ama Türkiye'nin kamu kesiminin finansman açığı (en iyimser tahmin­ lerle) 300 trilyon lira. Ve bu açık içinde KIT zararları (en kötüm­ ser tahminlerle) 1 00 trilyon lira. K IT zararları, insanların gözüne batıyor ve rahatsız ediyor, ama devletin ödediği 250 trilyon (hak­ sız) faiz hiç göze batmıyor, hiç rahatsız etmiyor. Kim alıyor bu faizleri, kimler paylaşıyor? Ve üstelik bu faiz gelirlerinden tek ku­ ruş vergi de ödemiyorlar... Toplum şaşkına döndürüldü. Hiç kimse 'kime' kızması ge­ rektiğini ve 'nasıl' kızması gerektiğini bilemiyor. Ayrıca bir etrafı­ mıza bakıyoruz, asıl suçlanması ve kızılması gerekenler herkes­ ten çok bağırıp çağırıyor. Sosyal demokrat düşünceyi yerel yö­ netimler batağında peri şan edenler, bugün hala konuşma cesa­ retini buluyor. Beş yıl önce bakkal borcunu ödemekte zorlanan kimi zibidiler, bugün araba beğenmiyor, oturmaya semt beğen71

miyor, ama hala sosyal demokrasiden, şereften, namustan söz ediyorlar. Ve bunları gören sı radan insanlar da elbette başka çözüm yılları arıyorlar. Toplumun yüzde S'i lsviçre standartlarında yaşarken, geri kalan yüzde 95, ekonomik buh ranın acı faturasını ödemek zo­ runda bırakılıyorlar. Ve hep aynı 'yalanla', hep aynı 'avutmayla' kandırı lmak isteniyorlar: "Dişinizi sıkın. Arkası güzel olacak . " Ve gitgide fukaralaşan memurlar, sokaklardaki milyonlarca işsizi görünce , ellerindeki kuru ekmeği de yitirmenin endişesine düşü­ yorlar. Ve bilinçsiz, apolitik bir kitle, çözümü başka yerlerde arı­ yor. 19.5. 1994 . .

72

İÇİ PARÇALANANLAR . . . Yirmi gün kadar "gönül eğlendirdikten" ve kendilerince "zaman kazandıktan" sonra; h ükümetimizin 1 994'ün ikinci yarı­ sının i lk dönemi için belirlediği "ücret zammı" açıklandı. Memur­ lara yapılan bu müthiş zammı açıklamak da, "demokrasi koalis­ yonunun" sol kanadının, "aslan" başkanına düştü. Kolay .değildir bu işler. Eğer "büyüklerinize" danışmadan, "1 994'ün zam oram yüzde 54 olacak" diye günlerce atıp tutar­ sanız, esip gürlerseniz, adama lafını böyle "yalatırlar"... Sayın Karayalçın, memur maaşlarındaki erimeyi "1995'te telafi edeceklerini" söylemiş. Bizim aslan sosyal demokratlar; ya çok "saf" ve "hayalperest", ya da halkımızı biraz "avanak" sanıyorlar. 1 995'te bu hükümet ayakta kalabilecek mi acaba? Dahası, SHP varlığını sürdürebilecek mi? Sürdürebilirse, nas ıl sürdürecek? Ama her ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti'nin ellinci hü­ kümeti "dimdik ayakta. " Sayın Başbakanımızın eşi, "ABD'deki var/Jğımm virgülünü Türkiye'ye getirmem" diye açık açık ilan ederken; Tansu Çiller hanı mefendi , Avrupa'daki işçilerimizi yurt­ severliğe davet ediyor ve Almanya'daki malvarlıkları nı Türki­ ye'ye göndermelerini istiyor. Allahım aklımız sana emanet... Ama koalisyon sürüyor. Hükümetin SHP kanadının en ba­ şarıl ı iki bakanı Seyfi Oktay ve Hikmet Çetin "topun ağzmda. " Nedendir bilinmez . . . Karayalçı n "prensip meselesi" diyormuş . Ne mene bir prensip sahibi olmaktır bu ? Başarılı insanların önüne engel çıkarma konusunda bir prensip mi var yoksa? . . Ama koalisyon sürüyor ya, siz ona bakın. Galiba kimileri için en önemli olan şey de bu . Memurlar ayaklanmışlar, boşve­ rin . Nasıl olsa sesleri çıkmaz. Kaldı ki aralarından önemli bir bö73

lümü "Özal'm memuru. " Onlar "işlerini bilirler. " Devletin bir ay­ da verdiğini bir günde "çıkanr" onlar. Koalisyonumuz sürüyor. Sayın Başbakanımız, "memurlarm durumunu düşündükçe içim parçalamyor buyurmuşlar. Eminim parçalanıyordur. Zaten kendileri uzunca bir süre "memur çocu­ ğu" hikayesiyle idare etmişlerdi. "Dar gelirli olmamn" ne demek · olduğunu bildiklerini ifade etmişlerdi. Ama galiba burada da kan­ dırıldık. Sonradan ticarete atlayan rahmetli pederlerinin hiç de "dar gelirli" olmadığı anlaşılıyor. Geride bıraktığı "malvarltğma" bakılırsa, gelir durumu epey "genişmiş". . . B u arada kamu kesiminde çalışan işçi ler d e sözleşmeden doğan haklarını alamamanın korkusu içindeler. Galiba boşuna korkuyorlar. Ne demiş ataları m ız ; "Korkunun ecele faydası yok". Eskiden buna "Allahm dediği olur" deyişini de eklerlerdi. Şimdi bu biraz değişti. "IMF'nin dediği olur" anlayışı egemen. Onun için kamu kesimi işçileri hiç korkmasınlar. Zaten kaderleri belli ... Aslında memurlara zam yerine "nasihat" verilmesi beni hiç şaşırtmadı. Ben asıl memurlara "ciddi" bir zam verilmesini bek­ leyenlere şaşırıyorum. "Enflasyon oranmda olmasa bile... " diye konuşanların şaşkınlığına şaşırıyorum. 5 Nisan Kararları açıklanırken "Hep birlikte kemerleri sıka­ cağız" diyenler boşuna mı konuşmuşlardı? Kimileri, kemerlerin gerçekten "hep birlikte" sıkılacağına inanmış. Ben buna şaşırı­ yorum. "Acı ilacı" kimin içeceğini anlayamayanlara, "hep birlikte fukara/aşacağız" denirken, aslında kimin "fukaralaşağmı" se­ zemeyenlere şaşırıyorum ... Kaç oldu "bu filmi" göreli . Hala mı anlayamadılar bu işin "sım'hı? Büyük şai ri mizin dediğine nazire o larak, "Sen verme­ sen/ben vermesem/nasıl çıkar hanedanlar ortaya?. " Elbette bi­ rileri "fedakarlık" yapacak ki, başka birileri palazlanabilsin, zen­ ginleşebilsin. Zaten bunun aksini düşünmek, "servet düşmanlt­ ğıdır... " Ama h ızla genişlemenin kendine göre bir "raconu" vardır. Her şeyden önce yüksek sesle "ağlaşmak" gerekir. "içim par­ çalamyor " gibisinden edebiyat yapmak; "dikili ağacı yok. . . " "

.

...

74

,

ya da "cola olacak paramız yoktu" gibisinden duygu sömürüsü­ ne sığı nmak gerekir. Bunları yaptıktan sonra arkanızı dönerek "kıs kıs" gülseniz de olur gülmeseniz de. Zaten kimse anlama­ maktadır. Kara mizah bir tarafa, doğrusu bu arada en çok "içi parça­ lananlar" benim gibi düşünen insanlar. Ama bizim içimiz "hali­ mize" parçalanıyor. Kadere bakın ki, "hukuk devletini" ayakta tutabilmek için, 1 982 Anayasası'na ve bu anayasanın mahke­ mesinin kararlarına muhtaç kaldık. Demokrasinin önündeki en büyük engel olarak gördüğümüz 1 982 Anayasası, demokrasinin yaralarını sarmak için oluşturulan koalisyon hükümetinin "anti­ demokratik" yaklaşımlarını frenleme çabası nda. Ve bizler de bunu destekliyoruz. Kader nelere muhtaç etti bizi, kimlere muh­ taç etti. .. Ve bu "düzen" tüm haksızlıklarıyla, egemenliğini sürdürür­ ken, insanlar adaleti ve insanca yaşamı , elbette farklı düzenler­ de aramaya başlıyorlar. Ve inanılmaz bir aymazlık içinde bulu­ nan "egemen güç", bir türlü bunun nedenini anlayamıyor... 23. 7. 1994

75

EM EGİN D U RUMU Bir tarafta hükümet-mükümet sorunları, bir tarafta ekonomi­ mekonomi sorunları ; her yan toz duman içindeyken, aslan sos­ yal demokratların da ortak oldukları "demokrasi koalisyonu" dö­ neminde çok ilginç şeyler yaşanıyor. DISK'e bağlı Bank-Sen (Türkiye Devrimci Banka ve Sigorta işçileri Sendikası) Garanti Bankası'nda örgütlenmeye başlayın­ ca "kıyamet kopmuş". Banka yönetimi tam anlamıyla bir terör estirmeye başlamış. Ü st baş aranmaları , özel çekmece ve do­ lapların karıştırılması, gelen mektupların açılması, insanların tehdit edilmesi. .. Kısaca akla gelen "tüm melanet çark/an " çalış­ tırılmaya başlanmış. Bank-Sen'e üye oldukların ı "itiraf ettirdiklerine", sendikadan ayrılmaları konusunda baskı başlamış. Ayrılanlar da olmuş, ay­ rılmayanlar da. Tabii ayrılmayanlar, iş Kanunu'nun 1 3. maddesi uyarınca "kapıya konmuşlar". Sendika, durumu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ls­ tanbul Bölge Müdürlüğü'ne yansıtmış. "Sendikal mücadeleye girdikleri için üyelerimizi işten attyorlar ve 13. madde gereklerini bahane olarak kullamyorlar. Bu işi bir araştmn" demişler. Ba­ kanlık müfettişleri yaptıkları i nceleme sonunda aynı kanaate varmışlar. Bölge Müdür Yardımcısı Ayla Ekinci imzasıyla bank. Sen'e gönderilen yazıda şöyle deniyor: ". . . Çok kısa bir zaman dilimi içinde, özellikle de 27 Haziran 1994 tarihinde 60 işçinin birden, olumsuz bir puanlama/an ol­ mamakla birlikte, iş akitlerinin 1475 sayılı iş Kanunu'nun 13. maddesi uygulanmak suretiyle feshedilmesinin düşündürücü ol­ duğu, bu noktadan hareketle, işyerinde sendikamn örgütlenme­ sini engellemek amactyla, işçilerin iş akitlerinin feshedildiği iddi76

astyla ilgili olarak, konunun sendikamzca yargı yoluna intikal et­ tirilebileceği... Bank-Sen gerek Şişli Cumhuriyet Savcılığı'na, gerek l stan­ bul Valiliği'ne, gerek Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na gerekli başvuruları yapmış elbette. Bölge Çalışma Müdürlüğü'ne yapı­ lan başvuruda, şôyle ilginç bir ifade var. Bir demokrasi için utanç verici iddialardır bunlar: ". . . ·Birçok kadm bankacı, gece yansı saat 1 '/ere dek sorgu­ ya çekilmiştir. Bunlar, bu manevi işkence altmda sorguya çekil­ dikten sonra, Maslak gibi ıssız bir yerde gece yansı dışan atıl­ mışlardlf. Bu nedenle, gece yansı ıssız yollarda defalarca taci­ ze uğramışlar, birçok tehlikeyle karşı karşwa blfakılmışlardlf. Bu arada soruşturma kurulu, yasadışı olarak, çaltşanlarm üstlerini arayarak, özel eşya/arma el koyarak, polisin yetkilerini kullanmışlardtr. Çalışanlarm ismine postalanmış, kapalt zart içindeki sendikal yaymlar ve mektuplara işyeri yetkilileri tarafm­ dan el konmuş ve bunlar sahiplerine verilmeyerek imha edilmiş­ tir. Genel müdürlüğün talimatı ile birçok şube müdürü, şube çalışan/an üzerinde bu ve benzeri baskılar uygulamışlardlf... " Olacak şey değil bunlar. Eskilerin deyimleri ile "diz boyu re­ zillik... " iş mahkemeye "intikal etmiş" elbette. Ve iş mahkemeye yansı yınca, üzerinde konuşmak yasak. Çünkü mahkemeler etki altında kalırlarmış. Aslında bu yasak kimileri için var, kimileri için yok. Emekten yana olanlar için her şey yasak, sermayeden ya­ na olanlar için her şey serbest. . . Maksat bazı şeyleri "küllenme­ ye blfakmak". BAS I SEN'le ilgili bi r yazımda vurgulamıştım. Zaten banka­ larda sendikaların· varlığı çok fazla bir şey de değiştiremiyor. Çünkü "grev yasağı" kapsamı içindeler. Ama özel bir bankadaki grevin, nasıl olup da ülkenin parçalanmasına neden olacağını, nasıl olup da "güçlü devletimizi" y ıkacağını açıklamak da müm­ kün değil. Şu anda Garanti Bankası yönetimi yasalara aykırı bir biçim­ de ve sendikal nedenlerle 71 kişiyi işten atmış durumda. Bunu müfettişler de saptamışlar, ama yetkileri olmadığı için "Mahke"

77

meye gidin" diyorlar. Elbette gidilmiş. Artık üç yıl mı sürer, beş yıl mı sürer, hep birlikte göreceğiz. "Camm ne olacak 71 kişiden, ülkede neler oluyor... "deme­ yin. "Ormana bakmaktan, tek tek ağaçları gözden kaçmnca", sonunda orman da kalmıyor. Bankanın yaptığı şey, "toplu" ve "örgütlü" bir karşı-saldırıdır. Ve bu tür saldırılar "püskürtüle­ mezse", sonunda tüm demokratik hak ve özgürlükler tehlikeye girer. Bu arada koalisyonun SHP kanadı, hala meinur sendikala­ rını kurdurabileceğini sanıyor. Eğer memur sendikaları yasasını çıkartamazlarsa, hükümetten ayrılıcakları nı dile getiriyorlar. Oy­ sa ki, memlekette, sendika hakkı olanlar bu haklarını kullanamı­ yorlar. Kullanmak isteyenler binbir baskı altına alınıyor, işten çı­ kartılıyor. Haksız ve adaletsiz bir düzen egemen toplumumuzda. Ser­ maye kesimi her alanda emeği eziyor. Bürokrasideki direnmeleri de kırıyorlar, kitle iletişim araçlarındaki dürüst sesleri ve kalem­ leri de susturuyorlar, gençligi ve üniversiteleri de kendi yönlerin­ de kullanıyorlar. Ve kimi "akl-ı ewel 1er 200 yıllık "vahşi kapi­ talizmi", solculuğun çağdaş bir yorumu olarak yutturmaya çalı­ şırken, "/slamcı bir düzen" kimilerine tek kurtuluş yolu gibi görü­ nüyor. Böyle bir düzenin zemini, hep birlikte hazırlanıyor. 2.8. 1994 '

78

,

TIKI R TIKI R ÖDEMEK Devlet, memurunu enflasyonun altında perişan etti . Yıllık fi­ yat artışları yüzde 1 00'ün ü stünde, memur maaşlarındaki artış yüzde SO'lerde. Bahane hazır: Bütçede ödenek yok. "Olmayan bir şeyi nasıl verelim?" diye soruyor bazıları. Haklılar. Olmayan bir şey verilmez elbette. Ama bütçe kanunu, gökten mi indi aca­ ba? Bütçeye koyarsan, "para olur". Bütçe koyamazsan, "para olmaz"... Biraz sıkıştırınca "halka soralım" diyorlar. Sanki her şeyi ve her zaman halka sorarlarmış gibi . . . Aynı şey kamu kesiminde çalışan işçilerin sözleşmeden do­ ğan haklarıyla ilgili olarak da yaşanıyor. Birileri devlet adına im­ za atmış. "Size şu tarihte enflasyon aranında zam yapacağız" demiş. Ama şimdi "kıvmyorlar". "Para yok" diyorlar, "enflasyon azar" diyorlar, "şimdi fedakarlık zamam" diyorlar. "Fedakarlık zamanı" . Hiç utanıyorlar mı bunu söylerken , hiç yüzleri kızarıyor mu? Kendileri e n ufak bir biçimde fedakarlık etmeyecekler, başkaları fedakarlık edecek... Hastanelerde ye­ mek çıkmayacak; SSK, işçi emeklilerinin ilaçlarını kısacak, okul­ lara fon ayrılmayacak. .. Ama kendi "lükslerinden" bir mi limetre, evet bir milimetre kısıntı yapılmayacak. Bankalar reklam veriyorlar. "Karlarımızı şu kadar arttırdık" diyorlar. Şu kadar trilyon kar ettik diye övünüyorlar. Peki ama neyin "pahasına" ve kimin "pahasına"? Eğer fedakarlıksa, ne­ den hep "emekçi kesimlere" yüklendi bu fedakarlık? Emekçinin sofrasındaki ekmek küçülürken, nasıl oldu da kimilerinin sofrala­ rındaki ekmekler böylesine büyüdü? Acaba bu bilançolar övünü­ lecek bir şey mi, yoksa tam tersine utanılacak bir şey mi? Maaşlar, ücretler söz konusu olduğu zaman "bütçede para yok . Ama sermaye kesiminin alacakları söz konusu olduğu za.

.

"

79

man, o rtada sorun kalmıyor. üç ay önce çıkarılan, üç ayda net yüzde yüz faiz getiren (yıllık yüzde 406 oluyor) tahvillerin trilyon­ larca lira faizi "tıkır tıkır" ödenecekmiş. Sayın Başbakanımız, bir gazeteci arkadaşımıza bu müjdeyi vermiş . Vallahi içim rahatladı . Gözümüz aydın olsun, aydınlıklar içinde olalım. Acaba bu konuda bütçede kaynak var mıydı? "Olmayan şeyi nasıl verelim?"diye sorgu sual eyleyenler, acaba bu faizle­ ri ödemek için, "olmayan şeyi nasıl verebilecekler?" Doğrusu merak etmeye değer. Hem bunu da halka bir sormak gerekmez mi acaba? Şöyle vurguları uzata uzata, "Bu paraların faizlerini birkaç bin kişiye ödememizi ister misiniz?" diye sorup; sevimli sevimli gülümseseler, acaba halkımız bu soruyu nasıl yanıtlar­ dı? . . B u faizlerle kaç esnafa kredi verilebilirdi acaba? Kaç kişiye iş bulma olanağı sağlanırdı? i şçinin memu run parasıyla tasarruf ediliyor da, sermayedarın parasıyla neden tasarruf edilemiyor? .. "Faiz oranları çıldırmıştı, başetmenin başka yolu yoktu" gi­ bisinden bahaneleF uyduruyorlar. Doğrudur, faiz oranları çıldı r­ mıştı. Ama şimdi bu çılgınlık sona mı erdi? Birkaç hafta içinde piyasaya 60 trilyon çıktığı zaman görecekler faizlerin "çılgınlığı­ nın geçip geçmediğini". Hiçbir hükümetin cesaret edemediği önemleri aldıklarını söylüyorlar meydan mitinglerinde. Ellerinden nerdeyse tüm de­ mokratik hakları ve örgütlenme özgürlükleri alınmış emekçi kitle­ lerin ekmeğini, sermayedar sofralarına böylesine peşkeş çek­ meye hiçbir hükümet cesaret edememişti . Bu bakımdan söyle­ dikleri doğrudur. Ama eli-kolu bağlı bir boksörle ringe çıkıp dö­ vüşmekten ne farkı var bu yaptıklarının? Ziraat Bankası'ndan bir "yetkili", zorunlu tasarruflarını geri almak isteyenlere geri ödemeleri n yapıldığını söylemiş. Ben her­ halde Ay'da yaşıyorum. Yahu, bu konuda kendileri yasa çıkardı­ lar ve kesintilerin yüzde 40'ına razı olanlara paralarını Haziran 1 994 başında ödeyeceklerini ilan ettiler. (Yani yüzde 60 deve ol­ du.) Buna rağmen başvuranların çoğu Ağustos 1 994 sonunda parasını alamadı . Bizim üniversiteden parasını alabilen tek kişi yok. Ziraat Bankası Beyazıt Şubesi elimize birer kimlik tutuştur80

du. "Tasarrufu Teşvik Personel Kimlik Kartı " yazıyor üzerinde. Fiyakalı bir kimlik ama, bir işe yaradığı yok. Zaten arkası nda da "Bu kart kimlik yerine kullamlamaz" yazıyor. Paranızı istediğiniz zaman, "ödeme emri yok" diyorlar. Kendi çıkardıkları yasaya rağmen, (şimdilik) tam üç aydır ''paraların üstüne ·yattı" devletimiz. Sermayedarlarımıza bu ka­ dar süre için yüzde yüz faiz ödeyen devlet de aynı devlet. Ve bu devleti yöneten (artık nasıl bir yönetmekse?) hükümetin ortakla­ rından birinin kendine "sosyal demokrat" sıfatını layık görmesi, insanı çıldırtıyor. Biraz utanma o lur insanda, biraz insaf olur. . . Otomotiv ve beyaz eşya sektörü krizi atlatmış. Gözümüz ayd ı n olsun. Ama bir de "emek kesimi" krizi atlatabilse ne iyi olacak. . . Lüks tüketim mallarının ithalatında kısıntı olmamış. Maaşal­ lah talep devam ediyormuş. Ne olmasını beklerdiniz ki? Alınteri­ nin gaspedilmesi nin ödülünü paylaşıyor kimileri . Ve "emek" ayaklar altına alınmak istenen ideolojisiyle "suskun ve mah­ zun"... Acaba nereye kadar ve ne zamana kadar? .. 25.8.2994

81

ADALET SİSTEM İMİZ Atilay Ayçin Türkiye Sivil Havacılık Sendikası (Hava-iş) Ge­ nel Başkanı'dır. Tanıdığım günden beri demokrasi ve hakça bir düzenin savaşımı içindedir. 3 No'lu DGM tarafından 20 ay hapis ve 42 milyon li ra para cezasına çarptırı lmış duru mda. itirazlarını yapmış ama, bakalım sonuç ne olacak. Geçenlerde basılı bir mektup göndermiş. "Belki bir paylaş­ ma duygusu nedeniyle yazıyorum" diyor. "Ama içimde bir duy­ gu var ki, paylaşmaktan da öte. Bu başıbozuk gidişata birlikte bir şeyler yapılması gerektiğini söylüyor bana... " Konuyla biraz ilgilenmeye çalıştım. Arkadaşları dava dosya­ sını getirdiler. i nanılmaz bir şey, bu ağır ceza, Atilay Ayçin'in 1 99 1 yılında i nsan Hakları Derneği tarafından düzenlenen "Haklar ve Özgürlükler" mitinginde yapmış olduğu konuşma ne­ deniyle verilmiş. Temyiz dilekçesine göre, delil olarak getirilen şey, siyasi şubedeki altı görevinin el yazısı tutanakları ... Kaldı ki , gene dilekçede belirtildiğine göre bu el yazısı tuta­ naklarda da bir dizi şekil eksikliği var. imzalar eksikmiş, ifadeler birbirini tutmuyormuş, vs. vs. Ve bu "delile" dayanarak bir insa­ nı böylesine ağır biçimde mahkum ediyor adalet sistemimiz. Sonra da diplomatlarımız, Avrupa devletlerine, Türkiye'de Batılı devletlerin standardında bir demokrasinin varlığını kabul ettir­ meye çabalıyorlar. Dosya içeriği nin hukuksal tabirleriyle okurları mı sıkmak is­ temiyorum. Ama dilekçeden anlaşıldığı kadarıyla delillerin oluş­ masından, şahitlerin dinlenmesine, söylediklerine ve nihayet ka­ rarın verilmesine kadar her aşamada hukuk zedelenmiş. Uma­ rım Yargıtay aşamasında bu tür hususlar da dikkate alınır ve bu olay fazla dallanıp budaklanmadan unutulmaya terk edilir. Fakat işin bir başka yönü daha var. Bu yön de Hava-iş Sen82

dikası'nın yıllardan beri sürdürdüğü sendikal mücadeleyle ilgili. .. Gerçekten Atilay Ayçin ve arkadaşlarının Hava-iş yönetimine geldikleri 1 989 yılından beri, THY üst yönetimi Hava-lş'e ve yö­ neticilerine ellerinden gelen her türlü engeli çıkarmak istiyorlar. 1 Ekim 1 994'te toplu iş sözleşmesi görüşmeleri başlayacak. Atilay Ayçin, (bence çok haklı olarak) davasının bugünlerde so­ nuçland ı rı lmasını bu toplu iş sözleşmesi görüşmelerine ve THY'nin özelleştirilmesi çabalarına bağlıyor. Gerçekten, Kara­ bük örneğinde gördüğümüz gibi, eğer haklı bir zemine dayanan güçlü bir direniş olursa, özelleştirme furyasını bir ölçüde engelle­ mek de mümkün olabiliyor. Burada "özelleştirme" i le ilgili kimi noktalara da değinmek­ ten kendimi alamıyorum. USAŞ'ı sattı lar da birileri nin "başı gö­ ğe mi erdi" Hizmet daha iyi mi görülüyor şimdi , ekonomiye daha fazla katkı mı sağlanıyor, fiyatlar mı ucuzladı, yeni istihdam ola­ . nakları mı doğdu , devletin vergi gelirleri mi yükseldi, devletin sübvansiyon zararları mı azaldı? Bu soruların hiçbirine olumlu yanıt vermek mümkün deği l. Yapılan şey belli bir "kaynağı", bi­ rilerine neredeyse bedavaya "peşkeş çekmek" oldu. Türk Hava Yolları zarar ediyor. Peki ama THY neden zarar ediyor? Bu zararın nedeni yönetimin kötülüğü mü, yoksa ücret­ ler mi yüksek, yoksa bir başka nedenden mi zarar ediyor THY? Özelleştirilmek istenen kamu varlıklarını tek tek ele alıp in­ celesek, çok ilginç sonuçlar çıkar ortaya. Neyse, bunu geniş bir zamanda ve başka bir zeminde yaparız belki. Kaldı ki ; bu konu­ da cic..ld i çalışmalar yürüten meslektaşlarımız da var ve çalışma­ ları tek tek gün ışığına çıkıyor. THY ile ilgili olarak benim anlayamadığım bazı noktalar var. Havayolu şirketleri dünyanın her yerinde genellikle zarar ediyor. Bir zamanların efsanevi havayolu şirketi Pan-Am (ABD) kapısı­ na çoktan kilit astı. SAS da zarardaymış, Swissair de, Lufthansa da. Anlaşılan eğer "Bir yazıhane, bir uçak tan oluşan korsan bir şirket değilse, havayolu şirketinin para kazanması çok zor. Peki böyle zor para kazanılan bir alanda ve zarar eden bir şirketi hangi "akılsız" alı r? Eğer havayolu şirketleri doğaları ge­ reği zarar ediyorlarsa, böyle riskli bir işe kimsenin kalkışmaması '

83

gerekir. Ve bu duru mda da bizim kimi süper yöneticilerimiz "THY'yi özelleştireceğiz" diye boşuna nefes tüketiyorlar. Ama eğer "zararlar devlete, karlar özel kişilere" gibisinden kimi for­ müller bulduysalar (ki, çoğu zaman benzer formüller buluyorlar), o zaman bu yapılanın adı "özelleştirme" değil, başka bir şey olur. Atilay Ayçin ve arkadaşları zaten yıllardır sert bir kavganın içindeler. lşkolları "stratejik bir işkolu" sayıldığı için, ne yapsalar "vatana ihanet" sayıyor kimi "aklı evveller. " Hele grev-mırev derseniz, i hanetin tam göbeğindesiniz. Ü cret talepleri de "ma­ kul" o lmal ı . Ama bu ne biçim bir "makulluk" anlayışıdır ki ; Türkiye'nin sermayedarları Batılı sermayedarların standardını yaşadıkları zaman "makul" (hatta öğünülecek bir şey); Türki­ yte'nin emekçileri Batılı emekçilerin standardının yarısını talep ettikleri zaman "aşm"... Adalet sisteminden yola çıktık, nerelere vardık. Ama düzen, öyle bir düzen ki; bir yanından tutsanız, öbür yanı elinizde kalı­ yor. Ve bu soygun düzenine karşı çıkan Atilay Ayçin gibi insan­ lara çok ağır bedeller ödetilmek isteniyor... 5.9. 1 994

84

111

'CENT'E MU HTAÇ OLMAK 70

70 'CENT'E MUHTAÇ OMAK Genç okurlarım bilmezler. Şimdiki Sayın Cumhurbaşkanı­ mız, 1 980 öncesinde bir gün "Memleketi 70 cent'e muhtaç du­ ruma getirdiler" demişti. Hala bu 70 cent edebiyatı sürüyor. Kendi leri zaman zaman bu sözü hangi bağlamda söylediklerini açıkladılar, ama bugün '70 cent'e muhtaç olmadığımızı sanan' bazı ları, sıkıştıkça bu sözü gündeme getirirler. Televizyonlarda ekonomi ile ilgili tartışmaları 'hayret' ve 'ibretle' izliyorum. Ya · bizim kimi ekonomistlerimiz iyiden iyiye 'geri zeka//' ya da h alkı 'geri zekfıli' sanıyorlar (Aslında bu da bir başka geri zekalılık türüdür ya) ... Türkiye'de 1 980 öncesinde enflasyon % 1 OO'lerin üzerine çıkmış da... Türkiye'de 1 980 öcesinde döviz darboğazı varmış da ... Hani o günleri yaşamasam, bilmesem 'belki' diyeceğim. Türkiye'nin 1 980 öncesinde ciddi ekonomik sorunları olduğu doğrudur, ama bugünlerin sorunları o günlerin çok ötesindedir. 1 970'1erde toparlanmış olan Türkiye ekonomisini 'tepetak­ lak' eden üç husus vard ı r. Bunlardan birincisi, 'petrol şoku' ya da bir başka deyişle Petrol Ü reten Ü lkeler Örgütü (OPEC)'nün petrol fiyat!arını bir yıl içinde kademeli olarak üç kat arttırması­ d ı r. Bir an öyle bir noktaya geldik ki, tüm ihracat gelirlerimiz pet­ rol faturasını karşılayamaz oldu . İkinci husus, Kıbrıs Barış Harekatı'nın ortaya çıkard ığ ı faturadır. Kimi birliklerin güneye kaydı rılması, çıkarma giderleri vs. , o günlerin bütçesinde büyük yaralar açmıştı. Ü çüncü husus da, ABD'nin uyguladığı ve kimi müttefiklerine uygulattığı 'silah ambargosu'd ur. Türkiye kimi yaşamsal askeri gereksinimlerini çok yüksek fiyatlarla ikinci el piyasalardan sağ­ lamak zorunda kalmıştı. Tabii üç dört kat fiyat ödeyerek. Ve bu üç hususa ek olarak, aklın almayacağı bir terör olma87

s ı na karşın, Türkiye'de 1 970- 1 980 arası ortalama enflasyon %30'un altında idi . Enflasyonun %1 00'ü n üstüne çıktığı yıl, 1 980 olmuştur. Bu nun nedeni de 24 Ocak'la gelen 'şok önlemler' ve döviz kurunun iki kat artırılması idi. 24 Ocak Kararları , kendi kendine yetmeye çalışan bir eko­ nomiyi , uluslararası ekonomiye 'entegre etmeye' çalışan karar­ lardı. Kısmen de başarılı olundu . Nasıl mı başarılı olundu? Top� lumun bir kesiminin 'tüketim' normları, anormal bir biçimde yük­ seldi ve Batıl ı normlar düzeyine çıktı. Eğer 'entegrasyon' buysa entegre olduk demektir. Ama bunu nasıl sağladı Türkiye? Ü reti­ mini artırarak mı? Hayır. Borçlarını arttırarak... Defalarca yazdım. Biz bugün ürettiğinden fazlasını tüketen bi r toplum durumuna sokulduk. Tüketebilenler hayatları ndan memnun. Tüketemeyenler de, "Bir gün slfa bana gelir" umudu içinde . .. i nanılması güç bir aymazlıkla, hızla 'felakete' doğru gi­ diyoruz. Ki mileri 'uyandı ', gidişatı dile getirmeye başladılar. Ama hala 24 Ocak mantığını savunuyorlar. Peki o halde bu gidi­ şatın sorumlusu kim? Hangi 'yanl!ş' politikalar ekonomimizi bu duruma getirdi? Eğer 1 980 öncesinde Türkiye'ye, bugün akan dış borcun yarısı verilseydi , ne 24 Ocak istikrar Önlemleri'ne gerek kalırdı, ne 1 2 Eylül rejimi denen antidemokratik dönemi yaşardık, ne de demokrasimiz böyle 'kuşa çevrilirdi'. Acaba amaçları bu muy­ du? Türkiye ekonomisini bugünkü durumuna sokan önlemler, şimdi yeniden gündeme getiriliyor (Zaten hep gündemdeydi ya) ... 'Buhrandan çıkmak için fedakarlık' isteniyor. Kimden iste­ niyor bu fedakarl ık? Yıllardan beri, evet yıllardan beri fedakarlık istenen ve kimi zaman zorbalıkla, kimi zaman da kandırılarak fedakarlık ettirilen kesimlerden. Utanmazlık ve pişkinliğin bu ka­ darı olmaz. Kamu finansmanı çıkmaza girmiş. Elbette girer. 300 trilyo­ nun üzerinde iç borç, 60 milyar doların üzerinde dış borç yapar­ sanız, elbette çıkmaza gi rersiniz. Ne yapıldı bu borç paralarla? Atatürk Baraj ı , telekomünikasyon ve otoyolların dışında, devlet hangi alanlara ciddi yatırımlar yaptı? Sonradan görme 'tufeyli' 88

bir zengin sınıf yaratman ı n dışında ne yapıldı yıllardır? Bugünkü 'rant ekonomisinin' ardında neler yatıyor? Büyük kentleri mizde gayrimenkul fiyatları Londra'dan, Paris'ten yüksek. Kim ödüyor bu paraları, kimler ödüyor? Bankalardaki mevduat hesaplarının yarıdan fazlası 'döviz hesabı' olmuş. Yarın bu hesap sahipleri 'paralarını almak için' kuyruğa girdikleri zaman görürsünüz kaç cente muhtaç olduğumuzu. 'Yetmiş cente muhtaç' olduğumuz günleri bile ararsınız. Ve kafaların ı kuma gömen kimileri, 'günü kurtarmak' için özelleştirmeye sarılıyor. Son y ıllarda adam gibi yürütülen tek ekonomik çabanın ürünü olan telekomünikasyon, öncelikle pa­ zarıanacakmış. Ekmek almak için kanını satan adam misali. .. Ve kimileri hala 24 Ocak mantığını savunuyor ve "Başka çare yok" diyor. Parlak bir cilanın altındaki, çürümüşlük ve çö­ küntünün sarsıntı larını duymak istemiyor. 8.3. 1 994

89

BANKAC I LAR VE 1 2 EYLÜL'ÜN ETIİKLERİ. .. Gençleri miz, 1 2 Eylül öncesini hiç bilmiyor. 'Ammsamıyor­ lar' demiyorum, zira anımsamaları için yaşamaları gerekirdi . Hiç yaşamadılar o dönemleri, bi lincine varacak yaşlarda değillerdi. Bugü n 20-22 yaşlarında olan bir genç 1 2 Eylül öncesinde 6-7 yaşlarında idi. Nasıl anımsasın o günleri, nasıl değerlendirsin? 1 2 Eylül öncesinde Türkiye'de, ( 1 2 Mart Muhtırası ve bunu izleyen rejimle adamakıllı budanmış olsa bile) özgürlükçü bir 1 96 1 Anayasası ve bu anayasanın ruhuna oldukça uygun, öz­ gürlükçü bir kamusal hukuk düzeni vard ı . Ve elbette bunlarla birlikte , inanı lmaz bir terör ve 'devlet zafiyeti'. i nanılmaz bir terör diyorum, çünkü her gün ve ülkenin her yanında siyasal cinayet­ ler işleniyordu. Ve inanılmaz bir devlet zayıflığından söz ediyo­ rum, çünkü cinayetlerin hemen hiçbirinin failleri bulunamıyordu. Hatta bulunan katiller de ellerini kolları nı sallayarak önce hapis­ hane dışına ve sonra da yurtdışı na kaçıyorlardı. Bazen i nsanın aklına, "Acaba terör, 12 Eylül'ü yaşama ge­ çirmek için bilinçli olarak tnı yapıldı" gibisinden 'bozguncu' dü­ şünceler geliyor. "Öyle ya, ülkenin tümü sıkıyönetim altında idi. Aynı yasalar ve aynı kadrolarla 12 Eylül sonrasında kısa süre­ de terörün kökünü kazıyanlar, neden 12 Eylül öncesinde terör karşısında aciz kaldılar" diye düşünüyor insan. Ama hemen bu tür düşünceleri kafamızdan kovuyoruz. Zaten benim bugün de­ ğinmek istediğim husus da başka bir husus. 1 2 Eylül öncesinde 1 963 yı l ında yürürlüğe giren 275 sayılı 'Toplu iş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu' çerçevesinde, hemen tüm işkollarındaki işçilerin grev hakları · vardı. Ancak 1 983 yılında yürürlüğe giren 2822 sayı lı 'Toplu iş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu' i le birçok işkollarında grev hakkı kaldı­ rıld ı . Bunlardan biri de 'bankacılık işkolu' idi. Zaten bu işkolun90

daki sendikalardan BAS İSEN'in bu konuda başlattığı grev yasa­ ğını kırma kampanyası, bu konuya eğilmeme neden oldu. BAS I SEN'in hazırladığı broşürde, bankacılık işkolu grev ya­ sağı kapsamına alınırken gerekçe olarak 'Toplum yaşammı fel­ ce uğratacak ve etkileri uzun zamanda giderilemeyecek işler' arasında sayılmalarının mantıksızlığına işaret ediliyor. Çok hak­ lılar. Türkiye'de 70 kadar banka olduğu düşünülürse, bir ya da birkaç bankada greve gidilmesi, neden toplum yaşamını felce uğratsın ya da neden etkileri uzun zaman giderilmesin? Kaldı ki; emekçinin grev silahının etkinliğini sağlayan şey de bu değil mi? Ve her şey bir yana 1 980'e dek geçen 1 7 yıl içinde kaç bankada grev oldu ve kaç bankada grev olması ne gibi yıkıcı etkiler orta­ ya çıkardı? Hiç. Bu yasanın getirdiği yasağın amacı, Türkiye'deki egemen gücü, sermayeyi mutlu etmek ve rahat ettirmektir. Hiç kullanıl­ mamış bile olsa, böyle bir hakkın bulunmasının kimi 'efendi/eri­ mizde' uyand ıracağı endişeler böylece ortadan kaldırı lmış oldu. Ne güzel demokrasi bu? Zaten aynı şey 'hak grevi' için de söz konusuydu . Hak gre­ vi, bir işyeri ya da işkolunda toplusözleşme koşullarına işverenin uymaması nedeniyle greve gidilmesidir. Yani işveren altına imza attığı hükümlere uymazsa haklarını alamayan işçilerin grev hak­ kı doğar. Ve Türkiye'de 1 963- 1 980 arasında hemen hiç hak gre­ vi yapılmamış olmasına karşın, 2822 sayılı yasa hak grevini de yasakladı . Neden? i şverenlerimizin huzuru bozulması n, uykuları kaçmasın diye. "Ne gereği var efendim" diyorlar. "Eğer işveren toplusöz­ leşme yükümlülüklerini yerine getirmezse, bağımsız Türk ada­ letine başvursunlar. " Öyle ya, mahkeme yolu herkese açık. Ve­ rirsin mahkemeye, iflahını kesersin o verdiği sözü tutmayan, at­ tığı imzayı tanımayan şerefsiz adamın. Ama artık üç senede mi alırsın hakkını, beş senede mi orasını Allah bi lir... 1 2 Eylü_I günü 'cunta hın başkanı , yaptığı radyo ve televiz­ yon konuşmalarında 'suçluları' açıklamıştı: Sendikalar, üniversi­ teler ve siyasal partiler. Ve 'evelallah'tümünün hakkından gelin­ di. Ancak 1 2 Eylül'ün bir bahanesi daha vard ı : Konya mitingi . Bu 91

mitingde Atatürk aleyhine sloganlar atılması ve Arap alfabesiyle pankartlar taşınmış olması da cuntacıları çok rahatsız etmişti . Ama ne hikmetse, onları ellerinden tutup iktidara getirdiler. M H P dava.s ında yargılanan bir siyasetçinin haklı bir isyan ve tespiti ol­ muştu : "Bu ne biçim iştir?" diyordu. "Düşüncelerimiz iktidar ol­ du, biz burada yargılanıyoruz. " Böyledir bu işler. Ama bizdeki egemen ekonomik gücü tatmin etmenin de olanağı yok. Kimi emekli generallere, hizmet ve yararları nispe­ tinde yönetim kurulu üyeliği vb. ihsanlarda bulunuyorlar, ama is­ tekleri bitmiyor. Başta anayasa, tüm yasalar istedikleri gibi çıkar­ tıldı , ama gene de kimilerine yaranamadılar. Ü stelik bir de 'de­ mokrasi'falan istiyorlar. Artık nasıl bir demokrasi olacaksa ... Ve sistemden umutlarını yitiren insanlar, kendilerine yeni çı­ kış yolları arıyorlar. Ve kimileri "Refah Partisi neden güçleniyor" diye şaşırmakta ... 1 0.3. 1994

92

ÖZELLEŞTİRME . . . Bir bayram arifesinde güzel şeyler yazmak istiyor insan. Ama yazacak güzel bir şey bu lmak iyice zorlaştı. Pahalılık bir yandan, Güneydoğu sorunu bir yandan, işsizlik bir yandan ... Bu arada bir de kamu kuruluşlarında çalışan işçilerin işsiz kalma korkusu var. Geçenlerde bir televizyon programı nda, özelleştirmeden bi­ rinci dereceden soru mlu bir bürokrat ilginç bir 'amaç değişi­ mihden söz etti. "Artık" dedi, "bizim amacımız gelir sağlamak değil, verimlilik sağlamak olmuştur. " Ne çabuk amaç değiştire­ biliyor insanlar, _ne çabuk bir başka amaç öncelik kazanabiliyor... i nsanın aklına doğal olarak "Bu durumda öncelikle verimsiz Kirleri elden çıkartmak gerek" düşüncesi geliyor. Programın sunucusu da aynı hususa dikkat çekti. "Hayır" dedi yüksek bü­ rokrat, "Mesele sandığmız kadar basit değil. Zira bugün verimli görünen kimi KIT'ler, eğer büyük yatmmlar yapılmazsa kısa sü­ rede verimsiz hale gelir. " Ve önceliğin "telefona" ( PTT'nin T'si­ ne) verileceğini bir kez daha vurguladı . Devletin 1 2 Eylül sonra­ sında ciddiyetle ele aldığı ender konulardan biri olan 'telekomü­ nikasyona ' dökü len trilyonlar uçup gidecek gibi görünüyor. Mümtaz Soysal Hoca'nın tüm çı rpınmaları boşuna. . . Birkaç g ü n önce d e değindim. B u 'süper üstatlar' acaba ne­ den kamu bankalarını ö ncelikli olarak özelleştirmezler? Önceki akşam Uğur Dündar'ın i