Modern Tarihin İlk Esir Kampı: Knockaloe ve Meçhul Türkler [1 ed.]
 9789944882989

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

MODERN TARlHlN İLK SlVlL ESlR KAMP!

knockaloe ve meçhul türkler Ali

Özuyar

TÜRKIYE

$BANKASI

KOltUr Yayınları

ALIOZlJYAR

MODERN TARIHIN İLK SIVIL ESIR KAMPI

KNOCKALOE VE MEÇHUL TORKLER ©TÜRKİYE IŞ BANKASI KÜLTÜR YAYlNLARI, 2007

EDITÖR

EMREYALÇIN DÜZELTMEN VE DIZlNİ HAZlRLAYAN

SEVGI ÖZÇELIK

GÖRSEL YÖNETMEN

BIROL BAYRAM GRAFIK TASARlM UYGULAMA

TORK1YE IŞ BANKASI KÜLTüR

YAYINLARI

I. BASKI, MART 2008

ISBN 978-9944-88-298-9 BASKI

YAYLACIK MAlııAACIUK (0212) 612 58 60

LİTROS YOLU FATIH SANAYI SITESI NO: ııJı�J?-203 TOPKAPI İSTANBULL

TüRKIYE IŞ BANKASI KÜLTüR

YAYlNLARı

iSıiKLAL CADDESI, NO: 144/4 BEYO�I.U 34430 ISTANBUL

Tel. (0212) 252 39 91

Fax. (0212) 252 39 95 www.iskultur.com.tr

TÜRKIYE$

BANKASI

Kültür Yayınları

MODERN TARiHiN İLK SiviL ESiR KAMPI

knockaloe ve meçhul türkler Ali Özuyar

Tarih

İçindekiler

ÖNSÖZ.

............ vii

İNGİLTERE'DE CASUS EVHAMI 3

Düşm an Kökenli Yabancılar . İngilte re'deki topl am akampl arı.. Köken f aktö rü . Knockaloe'ya Doğ ru Douglas Sivil Es irK ampı

. ..... 8 13

. . . .. .. 16 .. .. . 1 7

KNOCKALOE SİVİL ESiR KAMPI B irK am pKu ruluyo r . Kamp yönetim i S ansü r.. Yemek so run u Dini y aş am . Meza rla r

.... . . .23 30

.

.35 .. 37 41 ...... ... 42 .

KNOCKALOE'DAKİLER Kozmopolit Yapı Sosy al dayanışma Ziya retçiler ve R apo rla r

47 ........49 so

KNOCKALOE'DAKİ TÜRKLER Meçh ul Esi rle r Reşit Sadi Bey 'in Mekt ub u İngilte re 'nin Te pkis i Knockaloe'd aki Sivil Tü rk Esi rle ri

DİKENLi TEL PSİKOZU ye ZAMAN Dikenli Telin Ardınd a Ge ride k al anl ar..

.. ..... 57 58 . ... . .6 5 .

.

... 6 9

..........75 78

V

.. 81 83 86

firar T eşebbüsl eri Son uolm ayan bir uğ raş: ayl aklık Knockaloe beyaz perdede Futbol ve Boks Atölyeler

.8 8

90

KNOCKALOE'DA KÜLTüR-SANAT T-iyatro Sinema Müzik Bilgilendirme Toplantıları ve Kütüphaneler

101

..106

...... 107 109

KNOCKALOE'NUN SON GÜNLERİ 115

Barışla Gelen Son l(iıockaloe'nun Tahliyesi Türk Mezarları .

116

122

OSMANLI İMPARATORLUGU'NDAKİ DÜŞMAN ÜLKE VATANDAŞLARI Casusluk Tehdidi Zorunlu Seyahat Varakası Zorunlu ikamet Osmanlılara yabancı bir kavram: sivil es ir SONUÇ

129

.132 135

139

147

EKLER Knockaloe Kamp 1 Tiyatrosunda Sahnelenen Oyunlar 155 Osmanlıların Zorunlu İkametc Tabi Tuttuğu ... 162 İngilizlerin Ayrınnlı Listesi NO TLAR .. KAYNAKÇA .. DİZİN

VI

.165

. ..... 177 179

Önsöz

I. Dünya Savaşı, yirminci yüzyılda yaşanan ilk büyük fe­ laket, aynı zamanda birçok "ilk"in yaşandığı bir savaş idi. Başta kullanılan silah türleri ve uygu lanan savaş stratejileri olmak üzere, içerisinde insanlığı mutlu etme­ yece� birçok yeniliği barındırıyordu. Bunlardan biri de savaş literatürüne eklenen "sivil esir" kavramıydı. Sivil esir kavramı ve bu esirler için yaptırılan sivil esir kamp­ ları I. Dünya Savaşı'nın tam olarak aydınlatılamamış, karanlık bir safhasını oluşturur. Bu safharun tam olarak aydınlanlması da mümkün değildir. Çünkü savaşta en büyük sivil esir kampını kuran İ ngiltere başta olmak üzere, savaşa taraf olan diğer ülkelerde de bu esirlerin tam bir kayd; tutulmamıştır. " Sivil esir" uygulamasını başlatan blok İtilaf Devlet­ leri idi. İngiltere'nin başlattığı bu uygulama aynı blokta yer alan devletler tarafından da hayata geçirildi. Bunun sonucunda İtilaf grubunda yer alan ülkelerde bulunan İ ttifak grubu vatandaşları tutuklanarak önce gözaltına alındı (ya da dönemin deyişiyle "enterne edildi" ), ardın­ dan siviller için yaptırılan "esir kampları"na nakled ildi ve barış antlaşmaları imzalanıncaya kadar bu kamplar­ da tutuldu. İtilaf Devletlerinin siviller ile ilgili bu uygula­ masına İ ttifak Devletlerinden sadece Almanya tepki gösterdi . Almanya, ü lkesinde yaşayan yaklaşık beş bin sivil İ ngiliz'i dikenli teller ardına hapsetti. vii

İ ngi ltere, Fransa ve R usya 'da kurulan sivil esir kamplarında, sayıları diğer ülke vatandaşlarına nazaran az da olsa Türk ve Türk kökenli olmayan Osmanlı va­ tandaşları bulunuyordu. Bu kamplardaki Türklerin kimler olduğu ve akıbetierinin ne olduğu ise hala tam olarak aydınlatılabilmiş değildir. B..u çalışma ile amaçlanan, I. Dünya Savaşı'nın bu safhasına dikkat çekerek elde ettiğimiz bilgilerle bu ka­ ranlık safhayı biraz olsun aydınlatınaktır. Bunun için İ n­ giltere'nin İ rlanda Denizi'ndeki Man Adası'nda (lsle of Man) kurduğu, dünyanın ilk ve en büyük sivil esir kam­ pı olan " Knockaloe· Sivil Esir Kampı"nı ve bu kampta­ ki sivil Türk esirlerini ele aldık. Araştırma sırasında beni en fazla zorlayan, bu konu­ da yeterli kaynağın olınayışıydı. Ancak Goethe Enstitü­ sü'nün, ricamızı kırmayarak Almanya'daki kütüphane­ lerden getirttiği dört kaynak, bu sorunun aşılmasında ve elde etmiş olduğumuz bilgilerin mukayese edilmesinde oldukça faydalı oldu. Bu kitapların en önemli özelliği Knockaloe Sivil Esir Kampı'nda bulunmuş olan dört Al­ man esirin (Franz Bauer, R. Hartmann, Otto Schimming ve Adolf Vielhauer) tahliye edildikten sonra kaleme al­ ınış oldukları anı kitapları olmasıydı. Araştırmaya kay­ naklık eden diğer önemli belgeler Başbakanlık Osmanlı Arşivi'yle İ ngiliz Ulusal Arşivi'nde (The National Archi­ ves) yer alan belgelerdir. İngiliz Ulusal Arşivi'ndeki HO 45 ve HO 144 serilerinde, "Yabancılar", "Milliyet" ve " Savaş" başlıkları altında, esirler ve esaretle ilgili rapor­ larla 1 9 1 5'ten 1 924'e kadar İ ngiltere'de yaşayan yaban­ cıların sayısını içeren listeler yer almaktadır. Ancak esir kamplarından sağ olarak kurtulanların tam bir listesi •

Knockaloe, "Nok-ay-lo" olarak telaffuz edilir.

viii

bulunmamaktadır. Binlerce esirin adının yer aldığı HO 45 ve HO 1 44 serilerinde yaptığımız tararnalara rağ­ men, maalesef, İ ngiltere'deki sivil Türk esirlerinin tam bir listesine ulaşamadık. Başbakanlık Osmanlı Arşİ­ vi'nde de İngiltere'deki sivil Türk esirlerinin tam bir lis­ tesi bulunmamaktadır. Ancak nezaretler arası yapılan yazışmalardan, İ ngiltere'deki sivil Türk esirlerinin tam listesinin 1 9 1 7 yılında Amerikan Sefareti tarafından Ba­ bıali'ye ulaştırıldığı anlaşılıyor. Ne yazık ki bu liste, bu­ gün Osmanlı Arşivi'nde yer almamaktadır. I. Dünya Savaşı'nda savaşan devletler arasındaki ya­ zışmalar, tarafsız devletlerin sefaretleri aracılığıyla yapılı­ yordu. İngiltere ile Osmanlı arasındaki yazışmalar İ sveç Sefareti aracılığıyla yapıldı. Bu yazışmalar İ ngiltere'deki sivil Türk esirleri hakkında oldukça önemli bilgiler ver­ mektedir. Kitabın "Knockaloe'daki Türkler" adlı bölü­ münde daha çok bu yazışmalarda yer alan bilgiler kulla­ nılarak bu konudaki bilinmezler aydınlatılmaya çalışıldı. Tarih kitaplarına dahi girmeyen sivil esirler ve sivil esir kampları konusunu Knockaloe ekseninde aydıntat­ maya çalışan bu kitabın ortaya çıkmasında doğrudan ve dalaylı olarak birçok kişinin katkısı oldu. İ ngilizce, Al­ manca ve Osmanlıca belge ve kitapların Türkçeye çev­ rilmesindeki katkılarından dolayı İlknur Telli, Melih Gü lgösteren ve Salih Yancı'ya; Almanca kaynaklara ulaşmamızı sağlayan Goethe Enstitüsü çalışanlarından Ülrike Güldalı'na; Başbakanlık Osmanlı Arşivi çalışan­ larından Ali Toköz'e; belge yönünden yaptıkları katkı­ lardan dolayı Prof. Dr. Cemalettin Taşkıran ile Dr. Or­ han Koloğlu'na ve eşim Nursen'e çok teşekkür ederim. ALi ÖZUYAR Haziran 2006 Ankara -

ix

İngiltere'de Casus Evhamı �

Düşman Kökenli Yabancılar

I. Dünya Savaşı'nda Fransa, İ ngiltere ve Rusya'da yaşa­ yan İttifak ülkeleri vatandaşları büyük bir tehdit altın­ daydı. Aynı durum İttifak devletlerinin sınırları içinde yaşayan İtilaf grubu vatandaşları için de geçerliydi. An­ cak uygulama devletten devlete değişiyordu. Savaş başladığında önce İngiltere, ardından da Fran­ sa ve Rusya, sınırları içinde yaşayan sivil Alman, Türk, Bulgar ve Avusturya-Macaristan uyruklu yabancıları casusluk evhamıyla dikenli telierin ardına hapsetti. İ lk sivil esir kampı İ ngilizler tarafından İrlanda Denizi'nde­ ki Man Adası'nda (lsle of Man) kuruldu. Ardından Fransa ve Rusya da ülkelerindeki "yabancı düşmanla­ rı" insan yaşamına elverişli olmayan esir kamplarına hapsettiler. ' İtilaf Devletlerinin bu politikalarına ilk tep­ ki Almanya'dan geldi. Almanya misilierne olarak ülke­ sinde yaşayan yaklaşık beş bin İngiliz'i tutukladı ve Ber­ lin yakınlarındaki "Ruhleben Sivil Esir Kampı "na yer­ leştirdi.2 I. Dünya Savaşı başladığında İ ngiltere'de Otuz bine yakın İttifak grubu vatandaşı bulunuyordu. Bunların çoğunluğunu Almanya ile diğer İttifak devletleri olan Avusturya- Macaristan, Osmanlı İ mparatorluğu ve Bul­ gar Krallığı'nın vatandaşları oluşturuyordu. İ ngiltere için bu sayı büyük bir tehditti ve casus evhamının da 3

başlangıcıydı. Özellikle de askeri bilgilerin karşı tarafa sızdırılma ihtimali bu evhamı daha da artırıyordu. Bu­ nun engellenmesi öncelikle bu bilgilere sahip olan aske­ ri ve sivil görevlilerin ağızlarını kapalı tutmasıyla müm­ kün olabilirdi. Bunun için de görevlilerin sosyal hayat­ larında ve sosyal mekanlarda dikkatli olmaları gereki­ yordu. Bundan dolayı savaşta yer alan devletler, duvar ilanları uygulamasına gitti. Şehirlerin cadde ve sokakla­ rına; 'Konuşmalarınız Arkadaşlarınızı Öldürebilir', 'Su­ sun! Düşman Sözlerinizi Dinliyor', 'Bilgileri Şapkanın Altında Sakla! Dikkatsiz Konuşmalar Hayatlara Mal Olabilir!? şeklinde uyarı ilanları asıldı.' Böylece askerle­

re uyanık olmaları ve ağızlarını kapalı tutmaları gerek­ tiği sürekli hatırlatıldı. 1 909'da genç bir yüzbaşı olan Vernon Kell tarafın­ dan :_adı daha sonraları MIS olacak- Savaş Bakanlığına bağlı " Ö zel istihbarat Bölümü" kurulmuştu! Bu bölü­ mün amacı İngiltere'de yaşayan yabancıların -daha çok da Alınanların- faaliyetlerini kontrol altında tutmak ve casus olabileceği tahmin edilen yabancıların tutuklan­ masını sağlamaktı . İngiltere savaşa girdiğinde ülkede yaşayan İ ttifak grubu ülke vatandaşlarını zor günler bekliyordu. İ ngiliz hükümetinin çıkardığı "Yabancılar Kayıt Kanunu " 5 Ağustos 1 914'te yürürlüğe girdi. Bu yasa, askerlik ça­ ğındaki düşman yabancıların esir alınmasını ve diğerle­ rinin de sınır dışı edilmesini öngörüyordu. Bu yasayla, İngiltere'de oturan ve çalışan binlerce yabancı, bağlı ol­ dukları polis karakollarınca kayıt altına alındı. Yaban­ cılar kişisel ve mesleki ayrıntıları bildirmek zorundaydı. 28 Kasım'dan itibaren ise İçişleri Bakanlığı tarafından İngiliz ve yabancı olmak üzere herkesin oteliere veya yurtlara yerieşirken polis tarafından kayda alınması is4

tendi. Belirlenen sürede kayıtlarını yaptırmayanlar doğ­ rudan tutuklanıp hapsediliyordu. Ayrıca konuyla ilgili çıkarılan yeni kanunlar ve kanunlarda yapılan değişik­ liklerin yabancılar tarafından tam olarak bilinmiyar ol­ ması, onların ciddi sıkıntılar çekmelerine yol açıyordu. Yabancıların İngiliz eşleri, kendilerinin de kayıt yaptır­ maları gerektiğini bilmiyordu; aslında başta bu istenme­ mişti . Ancak erkekler yeni kanuna göre tutuklanınca eşleri de kayda geçti ve bazıları yabancılada aynı sıkın­ tıları yaşamaya ve aynı yardıma ihtiyaç duymaya başla­ dı.' İngiltere doğumlu olsun olmasın, kanunun gerekle­ rini yerine getirmeyi ihmal eden yabancılar hapis ve pa­ ra cezalarına çarptırılıyordu. Kayıt işlemi, yabancılara olduğu kadar İngiliz polisine de zor ve anlaşılmaz geli­ yordu. Kayıt altına alınan yabancıların sosyal yaşam alanla­ rı ve faaliyetleri kısıtlanıyordu. Osmanlı vatandaşları da dahil olmak üzere yabancıların, sahip oldukları otomo­ billerini ve fotoğraf makinelerini polise teslim etmeleri gerekiyordu. Ayrıca geceleri saat dokuzdan sonra evle­ rine dönmeleri, toplantı yapmaları, gece ya da gündüz evlerinden yedi kilometre uzağa gitmeleri, polisin izni olmadıkça kendi evlerinden başka yerlerde yatmaları, telefon kullanmaları ve düşman ülkelerden biri ile ha­ berleşmeleri yasaktı: İngiltere'deki yabancılar tahammülü kolay olmayan zor ve sıkıntılı günler yaşıyordu. Bu durumun daha ne kadar süreceğini ise kimse bilmiyordu. İngiliz politika­ cılarıyla The Daily Mail', The Evening News ve john Bull gibi İngiliz gazetelerinin, yabancılar aleyhine sert söylemleri kamuoyunda yahancıları, özellikle de Al­ manları, bir numaralı düşman haline getirmişti.8 Kayıt altına alma işlemleri devam ederken Londra'nın saygın 5

otel ve restoranlarıyla diğer özel mekanlarında çalışan yabancı uyruklu kişiler -bunların İngiltere'de doğruala­ rı ya da eşlerinin İ ngiliz olması fark etmiyordu 1 9 14'ün Ağustos ayında işten çıkarıldı . Yabancılar, işten çıkarılmalarının ardından, eşlerin­ den ve çocuklarından koparılarak önce toplama kamp­ larııra gönderildi, ardından da sivil esir kamplarına hapsedildi. Esir kamplarındaki erkeklerin geride bırak­ maya mecbur edildiği ailelerinin durumlarıysa onlardan daha kötüydü. 4 Ağustos'ta İngiltere henüz resmi olarak savaşa gir­ memişken MIS'in casus olarak saptadığı 20 Alman, po­ lis tarafından casus oldukları gerekçesiyle tutuklandı. İngiltere'nin 5 Ağustos'ta resmen savaşa girmesiyle de İngiltere'de yaşayan yaklaşık 20.000 Alman'a potansi­ yel casus gözüyle bakılmaya başlandı. Bu konuyu ele al­ mak için 8 Ağustos 1 9 14'te - İngiltere savaşa girdikten üç gün sonra- Whitehall'daki Savaş Bakanlığında üst düzey danışmanların katıldığı bir konferans yapıldı! Konferansta İçişleri Bakanlığı Yardımcı Sekreteri Sir Edward Troup'un sözüyle: " Sadece polis tarafından tehlikeli olduğu veya olabileceği belirtilen yabancıla­ rın" tutuklanıp toplama kamplarına gönderilmesine karar verildi. Konferansın ardından da polis " şüpheli olduğu veya özel araştırma altında olduğu" belirtilen 200 yabancıyı içeriye aldı. 4 Eylül'de ise siyasi tutukla­ malar politikasındaki pek çok değişikliğin ilki gerçek­ leşti. Her iki bakanlık da askerlik çağındaki 1 7 ile 55 yaş arası tüm Almanların tutuklanıp "toplama kamp­ larına" gönderilmesi kararında birleşti.'0 Bu karara kı­ sa bir süre sonra İ ngiltere'deki Türk, Bulgar ve Avus­ turya-Macaristan vatandaşlarının tutuklanması da da­ hil edilecekti. 6

7 Eylül 1 9 14'te İçişleri Bakanlığı tüm polis şeflerine bu tanımlamaya uyan Almanların tutuklanmasını em­ reden bir genelge gönderdi. İçişleri Bakanlığı, İngilte­ re'de yaşayan askerlik çağındaki Almanların sayısını 20 ile 25 bin arasında olduğunu tahmin ediyordu. İçişleri Bakanlığı kimlerin tutuklanacağına karar veriyor; Savaş Bakanlığı da tutuklananları toplama kamplarına gön­ deriyordu. Sorun ise bunun neye mal olacağını kimse­ nin bilmemesiydi. Kısa bir süre sonra Savaş Bakanlı­ ğı'nın yardım çığlıkları yükselmeye başladı. Savaş Ba­ kanlığı 13 Eylül'de "yer yokluğu " nedeniyle İçişleri Ba­ kanlığı'nı, Almanları tutuklamaya son vermeye zorla­ dı. 1 1 İçişleri Bakanlığı istemeyerek de olsa geri adım attı ve tutuklama kararını geri aldı. Ancak çok geç kalın­ mıştı. Başta Llyod George olmak üzere diğer politikacı­ lar ülkedeki Alman karşıtlığını histeriye dönüştürecek açıklamalar yapıyor ve basın da onları destekliyordu. Lloyd George, katliamları, Belçika'yı yok eden bar­ barca akını anlatan konuşmalarıyla kürsülere çıktı. Hatta daha da ileri gidip propagandasını, topluca katle­ dilen bebekleri, kaçırılıp tecavüz edilen rahibeleri, kendi kiliselerinin çanlarına çan kolu olarak asılan köy pa­ pazlarını anlatan inanılması imkansız ve tüyler ürpertici hikayelerle süsledi. 12 Başta Llyod George olmak üzere diğerlerinin yap­ mış oldukları propagandalar İngiliz kamuoyunda Al­ manlara karşı olan nefreti daha da güçlendirdi. 22 Ey­ lül'de çıkan bir olay, yabancıların toplama kamplarına gönderilmesi için hükümeti cesaretlendirdi. Bu tarihte Kuzey Denizi'ndeki Aboukur, Houge ve Cressy adlı üç İ ngiliz kruvazörü Alman denizaltıları tarafından batırıl­ dı. Hükümet olayın müsebbibi olarak İ ngiltere'deki Al­ man muhbirlerini, daha doğrusu sivil Alman vatandaş7

larını gösterdi. Amiral Lord Charles Beresford, " Alman donanmasına sızdırılan bilgiler yüzünden üç geminin battığını" haykırarak Alman karşıtlığını güçlendirmeye çalıştı.ı.ı

İngiltere'deki toplama kamplan .

İçişleri Bakanlığı kamuoyunu, ordunun ve donanmanın casusların suikastlarından nasıl koruduğuna inandırma­ lıydı. Yaşanan bu son olay, İçişleri Bakanı Sir Edward Troup'a istediği politika değişikliğini yapma fırsatını verdi. Böylece İngiltere'deki Alınanların, Avusturyalıla­ rın, Macarların, Bulgarların ve Türklerin toplama kamplarına alınmasına yeniden başlanıldı. Ö ncelikle Londra'da yaşayan 17 ile 55 yaş arasında­ ki Almanlar, Avusturyalılar, Macarlar ve Türkler tutuk­ landı. Ardından da başta Olympia olmak üzere Lancas­ ter, Newbury, Alexandra Sarayı, Islington, York ve Frimley'deki insan yaşamına uygun olmayan derme çatma toplama kamplarına gönderildiler. Eşleri dikenli teller ardına konan kadınların ve he­ nüz tutuklanmamış erkeklerin imdadına bir İ ngiliz dini yardım kuruluşu yetişti. "Toplum Dostları " adını taşı­ yan bu yardım kuruluşu, "Dostlar Acil Yardım Komite­ si " 14 adıyla İngiltere'deki masum "yabancı düşmanlara " karşılıksız yardım etmek amacıyla bu komiteyi kurdu. Komite, Kasım 1 9 1 4'te 2,800'den fazla vaka ile ilgi­ lendi. Korniteye başvuranlar arasında etkisiz bir Alman baronundan tutun da müzikhol sahnelerinde gösteri ya­ parken Alman sınırına gönderilmiş ve evine geri döne­ bilmek için para kazanmak isteyen küçük bir cüceye kadar her türden ve statüden insan bulunuyordu. 15 8

Komite savaş sona erinceye kadar çalışmalarına de­ vam etti. Ancak yardım ettiği kitlenin "yabancı düş­ manlar" olması birçok zorluğu da beraberinde getiri­ yordu. Ö zellikle politikacıların ve basının yabancı aleyhtarı tutumu kamuoyunun komite üzerindeki bas­ kısını artırıyordu. Bunun temel nedeni de komitenin, " Kral'ın düşmanları " yla ilgileniyor olmasıydı. Halk arasında " Hainler Kanunu" olarak adlandırılan 135 1 tarihli i hanet Kanunları, III. Edward'ın hükümranlığı döneminde çıkarılmıştı. Bu kanuna göre "hainler", kra­ lın topraklarındaki düşmanı destekleyen, onlara kralın topraklarında veya başka bir yerde yardım ve yataklık eden kişilerdi. 16 Londra'nın batısında gezginci sirklerin kurulduğu, büyük ve karanlık bir sergi salonu olan Olympia'da şartlar oldukça ağırdı. Esiriere yeterli yiyecek verilmi­ yordu ve verilenler de sağlık ve temizlik açısından ol­ dukça yetersizdi. Esirler, salonun sağına soluna dağıl­ mış, rutubetten sararmış şiitelerin üzerinde uyuyor ve salonun genel tuvalerini kullanıyordu. Ancak bir kaçış girişiminden sonra tuvaletlerdekiler dahil tüm kapılar söküldü. Bir gardiyan onları sıraya sokuyor ve her esire " İşeyecek misin?" diye bağırıyordu.17 1 9 1 4 Kasım'ında Olympia'daki sivil esir sayısı 1 .500'e ülke genelinde ise 10.000'e ulaşmıştı. Bir diğer toplama kampı Lancaster'daki eski bir va­ gon fabrikasıydı. Güya tahta döşemeli olan zemin, ha­ rap tahtalar dolayısıyla pislik içindeydi. Bu yerin büyük odalarından birinde, 1 9 14- 1 5 kışında her sınıftan 700 sivil, ısıtma, aydınlatma, yatak ve eşya olmaksızın ay­ larca bir arada tutuldu. Yemeklerini tabak, bıçak, çatal olmadığından yiyeceklerin pişirildiği varillerden yiyor9

lardı. Sağlık koşulları berbattı. Su bulmaksa neredeyse imkansızdı." Olympia ve Lancaster'daki toplama kamplarında şartlar oldukça ağırdı. Ancak İngiltere'nin birçok yerin­ de bu şartları aratacak nitelikte başka toplama kampla­ rı da bulunuyordu. Bunlardan biri de at yarışı alanın­ dan 11ozma Newbury'deki toplama kampıydı. Esirler (Ruhleben'de olduğu gibi) at kulübelerinde tutuluyor­ du. Her birinde, altıyla sekiz arasında esir, yan yana sa­ mantar üzerinde yatıyordu. Burada da ısıtma ve aydın­ latma yoktu. Esirler günbatımından ertesi sabaha kadar kilitleniyordu. Ayrıca kamp alanının çamurla kamplı olması birçok hastalığa yol açıyordu. Newbury'deki bu olumsuz koşullar ve yaşanan sefaJetten dolayı kamp birkaç ay sonra boşaltıtıp kapatıldı. İ ngiliz hükümetinin en başından beri bu konudaki aceleci tutumu, on binlerce yabancının alelacele topla­ ma kampına dönüştürüten bu yerlerde sefil olmasına yol açmıştı. Ancak hükümet tüm olumsuzluklara rağ­ men bu konudaki kararlı tavrını Man Adası'ndaki bü-

Berlin yakınlarındaki Ruhleben Sivil Esir Kampı'ndan bir görünüm.

10

yük esir kampının (Knockaloe Sivil Esir Kampı) inşası tamamlanıncaya kadar sürdürdü. Kamp tamamlandık­ tan sonra da Newbury örneğinde olduğu gibi tüm top­ lama kampları kapatıldı. Bu kamplardaki tüm sivil esir­ ler Man Adası'ndaki kampa nakledildi. Toplama kamplarına gönderilenler sadece ülkedeki yabancılar değildi. İ ngiltere savaşa girdiğinde limanlar­ daki gemilerde bulunan İttifak ülkelerinin vatandaşları, ülkedeki yabancı öğrenciler ile savaş çıkmadan önce burada tesadüfen bulunanlar da toplama kamplarına gönderiliyordu. İ şin ilginç tarafıysa bunlar arasında İ n­ giliz asıllı olanların da bulunmasıydı. Esir sayısının her geçen gün hızla artması ortaya ba­ rınak sorununu çıkardı. Hükümet, tutuklamalara onay vermiş ancak barınak için yeterli önlem almamıştı. Bundan dolayı oldukça zor bir duruma düşmüştü. So­ runun acilen çözülmesi gerekiyordu. Hükümet bu zor durum karşısında oldukça ilginç bir çözüm yolu buldu. Southend, Portsmouth, Thames Estuary ve diğer li­ manlardaki yolcu gemilerinin barınak olarak kullanıl­ masına karar verdi. Bu gemilere yeni tutuklananlar ile kalahalık olan toplama kamplarından getirilen sivil esirler yerleştirildi. En kalabalık sivil esirio bulunduğu toplama kampı Olimpia idi. Burada bulunan birçok si­ vil esir, Southend yakınında Thames Estuary'de demir­ lemiş bulunan Royal Edward adındaki gemiye gönde­ rildi. Aynı Jimanda bulunan Saxonia'ya siyasi tutuklu­ lar ve lvernia'ya da Fransa'da esir alınmış Alman as­ kerleri yerleştirildi.19 Royal Edward daki en talihsiz grup ise Avustral­ ya'daki tenis turnuvasından sonra bir İ ngiliz yolcu ge­ misiyle evlerine dönerlerken limanlardan birinde dur­ durulup memleketleri yerine İngiltere'ye getirilen Al'

ll

man tenis takımıydı. Y üzen toplama kamplarındaki bu sivil esirlerin yaşam koşulları oldukça zordu. Zamanla­ rının çoğunu gemilerin ambarlarında kapalı ve İ ngiliz Boer Savaşı muhariplerinin gardiyanlığında geçiriyor­ lardı. Ancak gemilerdeki aşırı kalabalık ve sağlıksız ya­ şam koşullarından dolayı bu uygulamaya birkaç ay sonra son verildi. ıo Şehirlerdeki toplama kamplarına her tipten ve sınıf­ tan binlerce insan, sonu belli olmayan bir zamana ka­ dar birlikte yaşamak üzere tıkıştırılıyordu. Esirleri en fazla zorlayan unsur ise özel yaşamın mahremiyetinin olmamasıydı. Daha varlıklı olanların Lofthouse Park yarış alanındaki özel bir kampta bir arada ve diğer kampların "ayrıcalıklı " bölümlerinde yaşarnalarına izin veriliyordu. Esirler bunun için hükümete haftalık ücret ödüyor, ayrıca da istedikleri tüm olanakları kendilerine tahsis edilen bölümlere getirtebiliyorlardı. Bunlardan yoksun olanlar kulübelerde, çadırlarda, Alexandra Sa­ rayı'nın geniş salonlarında tıkış tıkış yaşıyordu." Yo­ ğunluğu sivil Alman esirlerinin oluşturduğu bu kamp­ larda Almanlar da kendi içlerinde İngiliz hükümetinin uygulamasını doğru bulanlar ile bulmayanlar . olmak üzere iki gruba ayrılıyordu. Bu durum kamplarda ger­ gin anların yaşanmasına yol açıyordu. Toplama kamplarındaki birçok sivil Alman esir, as­ kerlik hizmetinden veya Almanya'daki askeri ortamdan kaçmak için bu ülkeye gelmişlerdi. En başlarda İngiltere onlara adalet ve özgürlük ülkesi gibi görünmüştü. Şim­ di kişisel adaletsizlikle karşılaşmak ve kendi insanları­ nın içinde olmak onları şaşkına çevirrnişti. Bazıları bu durumun kişisel olmadığını görüyor ve yöneticileri suç­ lamıyordu ama bazıları acı içinde İngiliz karşıtı duygu­ lara yöneliyordu.22 12

Köken faktörü İngiltere'deki casus evhamı had safhadaydı. Bundan do­ layı da hükümetin yabancılar politikası sürekli değişik­ liğe uğruyor ve daha da sertleşiyordu. Kişilerin İ ngilte­ re'de doğmaları, İngiliz vatandaşlığına geçmiş olmaları ya da oğullarının İngiliz ordusunda bulunması, onların toplama kamplarına gönderitmelerini engelleyemiyor­ du. Bunlar İ ngiliz hükümeti için geçerli gerekçeler değil­ di. Hükümet için önemli olan " köken" ve bu kökeni çağrıştıracak her şeydi.'' Bunun birçok örneğini İngiliz Ulusal Arşivi'ndeki belgelerde görmek mümkündür. Bu konudaki en çarpıcı örnek ise Man Adası'ndaki Knoc­ kaloe Sivil Esir Kampı'nda yaşanmıştı. Man Adası'daki Knockaloe Sivil Esir Kampı'nda 20.000'i Alman olmak üzere toplam 30.000'e yakın esir kalıyordu. Kamp, kendi içinde dört kampa, her kamp da kendi içinde l .OOO'er kişilik beş ila yedi kısma ayrılıyordu. Savaşın son aylarında 1. kampta bulunan 45 yaşın üzerindeki 20 Alman sivil esir, kamp komu­ taniarına toplu bir dilekçe verdi. 24 1 9 Ağustos 1 9 1 8 ta­ rihli dilekçede " . . . Hepimizin de 45 yaşın üzerinde, yen i ülkemiz olan İngiltere için savaşan hatta bazıları ölmüş olan oğulları bulunan kişiler olduğunu ifade etmek iste­ riz . . . Savaşın sonuna kadar salıverilmeyi beklemiyorsak da yasak olmayan bir bölgede sekiz kilometrelik bir sı­ nır içinde çalışabilmeyi ümit ediyoruz. " ifadesine yer veriliyordu. Ayrıca dilekçeye ek olarak oğullarının İngiliz ordu­ sunun hangi bölümlerinde görev aldıkları, yaşları ve ölü olup olmadıkianna dair bir liste de bulunuyordu. " 5 1 yaşındaki Wilhem Steinebronn dilekçede imzası bu­ lunan esirlerden biriydi. Kendisi uzun yıllar önce ingil-

�-· tlfth•

.1:..�!-

:H:r,

.

..

"• b'' t.G •r"toutı •')Q'f r, •• u oaf d tblt """11.-t

.

•b• ·�t� t.lıt .n ıa..-t,tıı �ıto. .,.., tlur •1'01•bl

-

..

aU.t" ro�-!. toıı '\u �, .,. .. tt !o.t.u:o.-.1 ııltu.• ,

H,...,.u�a�

...t•hitr• ••­ w• .... " '""'

•• uOulf l.t!ı-11 to r-oJnt aiSt tv •.,.ır f".ıt••llfOJ.OJ t!ı.a-t •ll ot� ll:ı.IN�1�t�;td arcı nu "' ,._til o! lç.,�.. hl" ePu 'fiJ!;IıtttAA '" tocı .u•• �.u out �otovt""* tou-1.•• �luot, .. ao 1Jı trWI.J fn.oı:t-.��� ıta•+.rt.1l�c. •49ol:YII0e. � �.... be'"tı •••Uı-f� �\ t.fl is.,,-u1011. alıo�"- "' -.ıt• .,,.h.,! •t be,Qr.,•• .., - '"" SG'I. Pl'll•lh•r� wt:rfl throwtng rnleslt'!l. un�thll" to u•� thC"Ir lv.ıy{ıll•'i" rınct '" thf' oplnlon of Col. ':\Jur'loc thPy wc-re ('ol.

fled

JuatıfiP.J i.{� •.J) .. •J •J ıJ.. yj_o\ c."- •..,)"-'1 _.� J-�1 , ,;;J.. - .:.. �.o--ı ı L- �...1 \J"': ..;. . �ı.,... . .� .. __....l; .JJ•;. • ,u J•� ı.z.-rf', ; . 1 fO � J'. �T ...r.,: .ı-.... ıı - ,.i\ ·�·- L-1, -:--v ..:.ı. ı ı j,_,� •).t:-' -J•·�•.�� d._ _,.s;;._, 6.� ' ,ı.) ı• .1 �1 rı..- n .,.,_ ,,_.w:c_ �r. ._, �)o..ıt. ,.ı,... •• J �) ..ı:.;. ....

. .. . .

.

, ,..M:'.n

��

�-�:;..:� �;�ioz�

����!:lı���� . _..fJ;�-:;;.:�-:���·:r::.� ,, ..ı.. , .C•.ı �i .;.� :ıH�ı �Ai1. ..,).Jt

'

;;-� ·'�'.O ...�. )ı.J�• ....... ·hh.ı.J.-_,,.r-� ;ıw � . J/ ıJ'.t\.JiiJI�j.o. i,y.ı ,).. />- .f. .

• •":-- ... , ...J,.

�..;f'.).ı:-'

.;,.. �• -ı,y.ı }J!-' �.., ... -�·..1..- ı :!fJ ��

�-":" )�joJ�! ,_,__

... ..

....

....,,....,.ıw.r..:.-

.... .... .

çok kısa bir süre sonra Londra'daki İsveç Sefiri Kont Ratkl tarafından İstanbul İsveç Sefareti'ne Sabah gaze­ tesinde yayımlanan haberi doğrular nitelikte bir yazı ulaştı. Söz konusu olan yazı, İsveç Sefareti tarafından 14 Eylül 1 9 1 7 tarihli bir yazıyla Harbiye Nezareti'ne bildirdi. İsveç'in Londra Sefiri Kont Ratkl, yazısının başında, Osmanlı çıkarlarını idare etmekte olduğu zamandan beri, mahrumiyet içinde bulwıan sivil Osmanlı esirlerin61

den, isteklerinin karşılarunasına yardım edilmesi konu­ sunda, birçok dilekçe aldığını ve çeşitli nedenlerden do­ layı bu dilekçelere hiçbir surette cevap verilernediğini belirterek, şunları ifade ediyordu: Man Adası'ndaki Knockaloe ve Douglas esir kamplarına bu yılın Mayıs'ında Yarbay Mossberg tarafından teftiş ve gözlemler yapılmış ve gözlemlerine ilişkin sivil Osmanlı esirlerinin birçoğu aynı maksatla gerek toplu ve gerekse kişisel olarak kendilerine başvurmuşlardır. Yarbay Mossberg'in tarafımıza sunduğu rapor­ larından, esirlerin kendilerinin tahliye edilmeleri ve bu mümkün olamadığı takdirde gıdalarının iyileştirilmesi için gerekli çalışma­ ların yapılması gerektiği açıkça anlaşılıyor. Yarbay Mossberg'in raporlarında, Osmanlı esirlerinin sağlık durumlarının kötü olmasının, ingilizler tarafından verilen gıdala­ rın bozuk ve yetersiz olmasından, ayrıca da verilen bu gıdalara ilaveten . kamp yönetiminin başka bir gıda verme olanağından yoksun bulunmasından meydana geldiğini bildirmiştir.99

İsveç sefirine göre Osmanlı sivil esirlerinin özellikle de sağlık durumlarının iyileştirilmesi, öncelikle kamp kantinlerindeki yiyeceklerden farkl ı olarak daha fazla ve çeşitli yiyeceğin sağlanmasıyla mümkündü. Bunun gerçekleşmesi ise Osmanlı hükümetinin, esiriere para yardımında bulunması ya da tarafsız bir ülke tarafın­ dan posta yoluyla yiyecek paketleri gönderilmesiyle mümkün olabilirdi. İkinci seçeneği gerçekleştirmek ol­ dukça zor olduğundan doğrudan doğruya para gönder­ mek daha uygun bir yoldu. İsveç Sefiri, söz konusu yazısında Osmanlı hüküme­ tine tavsiyelerde bulunarak Almanya ve Avusturya-Ma­ caristan'ın bu sorunu nasıl çözdüklerini şöyle anlatıyor­ du:

62

Alman hükümeti, savaş esirlerinden yalnız savaş meydanın­ da esir alınanlara değil, farklı yerlerde ve mesela Amerika'dan dönerken esir edilen bir yedek subaya dahi ödenek vermektedir. Bu ödenek, teğmen ve yüzbaşı rütbesindeki subay için günlük dört buçuk şilinden ibarettir. Geçim koşullarından mahrum bulu­ nan sivil esirler kişi başı on şilin ve gelirleri on şilinden az olanlar da bu gelir ile on şilin arasındaki farkı alıyor. Kendi geçimlerini sağlayabilecek halde bulunanların tembellikten dolayı işten kaç­ mamaları için teftiş ve denetleme tedbirleri alınmıştır. Kadınlarla çocuklar aşağıdaki çizelgaye göre ödenek almaktadır: -Kocaları Alman askeri birliklerinde görev yapan kadınlar haftada 1 5 şilin, ek olarak 14 yaşından küçük olan ilk çocuk için, haftada 5 şilin, sonraki her çocuk için haftada 3 şili n. -Kocaları esir bulunan kadınlar için haftada 14 şilin, ek ola­ rak 14 yaşından küçük olan her çocuk için haftada 3 şilin. -Annesi vefat etmiş olan 14 yaşından küçük esir çocuklar: ilk çocuk haftada 8 şili n, ikinci kardeşi için 7, üçüncü kardeşi için 5 şilin yardım almaktadır. Almanya hükümeti tarafından verilen bütün bu ödenek, ait oldukları kamp kumandanları vasıtasıyla isveç Sefareti Alman Şubesi tarafından ödenmektedir. Bundan başka esirlerin büyük bir kısmına Almanya'da bulunan birtakım özel kişilerden para gönderiliyor. isveç Satareti'nin uğraşmadığı bu para gönderme işi genellikle Deutsche Bank tarafından yerine getirilir. Avusturya­ Macaristan'a gelince orada bu durum, yukarıda belirtilen tarzda düzenlenmiştir. Lahey Sözleşmesi hükümlerine göre maaşları ingiltere tara­ fı ndan ödenmeyen, savaş meydan ı nda esir edilmemiş olan Avusturya-Macar asker esirleri maaşlarını isveç Sefareti, Avus­ turya-Macar Şubesi aracılığıyla Avusturya-Macaristan hüküme­ tinden almaktadır.Yortular ve bunun gibi özel günler münasebe­ tiyle bazı ufak tefek hediyeler müstesna olmak üzere şimdiye ka­ dar Avusturya-Macaristan hükümeti sivil esirlerine bir yardım yapmamıştır. 63

Bununla birlikte Avusturya-Macaristan, sivil esirlerine hükü­ met tarafından ödenek verilmesi için Viyana'da görüşmelere başlamıştır. Buna karşılık bazı hayır cemiyetleri tarafından bu esiriere bir miktar para ve eşya verilmiştir. Bazı kimseler aracılı­ ğıyla Osmanlı esirlerine düzenli yardım göndermek mümkün gö­ rünmediğinden esirler tarafından talep olunan yardımın yapılma­ sı için tek çare Almanya'da olduğu gibi Osmanlı hükümetinin de yardıma muhtaç vatandaşlarına para göndermesinden ibarettir.

İsveç Sefiri, yine aynı yazısında Birleşik Krallık (sö­ mürgeler hariç) sınırları dahilinde bulunan sivil Türk esirlerine Osmanlı hükümetinin nasıl ödenek göndere­ bileceğinin ve her bir esire verilecek olan ödenek mikta­ rının nasıl hesaplanması gerektiğinin üzerinde durarak, şu tekiifte bulunuyordu:

ı- Geçinme şartlarından tamamen mahrum olanlara aylık ı O şilin . 2- Çalışma karşılığında kazançları (hediye ve diğer ge­ çim kaynakları dahil) aylık 1 0 şiiine ulaşmadığı takdirde gelirleri ile 10 şilin arasındaki farkı almalı­ dır. 3- Muhtaç olanlara gerektiği zaman yardımda bulu­ nulabilmesi için sefaretin emrine, pek de külli olun­ mamak üzere, bir miktar para hazır bulundurul ma­ lıdır. Bu takdirde sefaret adı geçen ödeneği ihtiyaç sahibi esiriere bulundukları kamp komutanları ara­ cılığıyla iletecektir. Kimlerin yardıma muhtaç oldu­ ğu sefaret memurlarından biriyle kamp komutanı tarafından kararlaştırılacaktır. ı oo I. Dünya Savaşı'nda savaşan devletler, birbirleriyle tarafsız devletler aracılığıyla yazışıyar ve haberleşiyor64

du. Bu çerçevede İngiltere ile Osmanlı devletleri arasın­ daki yazışmalar Hollanda aracılığıyla yapıldı. Hollanda aynı zamanda İstanbul'daki sefareti aracılığıyla İngilte­ re ve Fransa'nın Osmanlı topraklarındaki vatandaşları­ nı himaye ediyor ve bu ülkelerin çıkarlarını gözetiyor­ du. Bundan dolayı da Osmanlı Devleti, İngiltere ile te­ masa geçmeden önce Sabah gazetesinin ilgili nüshası Hollanda Sefareti tarafından İngiliz Hariciye Nezare­ ti'ne gönderilmişti.

İngiltere'nin tepkisi Sabah gazetesinde yayımlanan haber ve ardından da Londra'daki İsveç sefiri tarafından konuyla ilgili rapo­ run gönderilmesi üzerine Osmanlı Devleti, İngiliz Dışiş­ leri Bakanlığı'ndan - Hollanda Sefareti aracılığıyla- ko­ nunun araştmhp sonucun kendilerine bildirilmesini is­ tedi.'0' Osmanlı Devleti'nin bu talebine hazırlıklı olan İngi­ liz Dışişleri Bakanlığı, istenilen sonucu çok kısa bir sü­ rede yerine getirerek 9 Kasım 1 9 1 7 tarihli bir yazıyla Osmanlı Hariciye Nezareti'ne bildirdi: ingiltere'deki esir kamplarında bugün 1 09 Osmanlı sivil esiri ile bir bahriyeli savaş esiri bulunmaktadır. ingiltere'de Osmanlı tebaası olarak Ermenilerle Süryanilerden ve diğer Hıristiyanlar ile El Cezire ahalisinden olan -ve hepsi de yabancı devlet vatan­ daşı olmasına rağmen yabancılara uygulanan soruşturmalardan muaf tutulan- toplam 830 kişi bulunmaktadır. Bahsedilen 1 1 0 esir hakkında dahi Man Adası'yla ve bazı mahallerdeki kamplar­ da bulunan düşman Almanya ve Avusturya savaş esirlerinin çı­ karlarını korumakla görevli tarafsız ülke elçilikleri tarafından dü­ zenlenip ilgili hükümetlere bildirilen birçok raporda şikayet konu­ su olmayan muamelenin aynısı uygulanmaktadır. 65

Kamplardaki su ve aydınlatmanın kötü olduğu hakkındaki bilgilere gelince bu konudaki iddiaların hepsi gerçek dışıdır. Sivil esirler dahi ingiliz halkının yetinmeye mecbur edildikleri erzak öl­ çüsünde yiyecek almaktadırlar. En büyük kamp Man Adası'ndaki Knockaloe Kampı'dır. Bu kampa ait nizamnamenin bir kopyası tarafınıza gönderilmiştir. Osmanlı hükümetinin söz konusu şikayeti, Sabah gazetesi­ nin ingiltere'deki Osmanlı esirlerinin durumu hakkında gerçek dı­ şı olan haberi yayımlamasından -Osmanlı kamuoyunu yanıltma amacında olmasından- ya da Osmanlı hükümetinin bu haberin gerçek dışı olduğunu bilmemesinden kaynaklanmış olabilir. "1 02

İngiltere gönderdiği bu yazıyla her ne kadar kendisic ne yöneltilen suçlamaların "gerçek dışı" olduğunu söy­ lese de bir anlamda diplomatik açıdan acz içinde oldu­ ğunu farkında olmadan dışa vuruyor, etnik ve dini ay­ rımcılık yaptığını da kabul ediyordu. İngiltere gönderdiği yazıyla ülkesindeki sivil Türk esirlerinin içinde bulundukları olumsuz yaşam koşulla­ rının iddia edildiği gibi olmadığını, yöneltilen eleştirile­ rio haksız ve dayanaktan yoksun olduğunu iddia etse de bunun tersini ispat edememişti. Etmesine de imkan yoktu. Çünkü ortada İngiltere'nin iddialarının tersini kanıtlayan tarafsız ülke sefaretlerinin kamp ile ilgili yapmış oldukları gözlem ve teftiş raporları vardı. Bu ül­ kelerin başında İsveç ve daha savaşa girmemiş olan ABD yer alıyordu. Bu resmi raporlardan başka çeşitli yardım kuruluşları ile Dostlar Acil Yardım Komitesi gi­ bi dini nitelikteki yardım kuruluşlarının gözlem rapor­ ları da bulunuyordu. 103 İngiliz Dışişleri Bakanlı�ı'ndan gelen yazı, iddiaların gerçek dışı olduğunu ispat edemese de haberin doğrulu­ ğu konusunda Babıali'yi kuşkuya düşürdü. Babıali bun­ dan sonraki aşamada haberin Sabah gazetesine nereden 66

ve nasıl ulaştırıldığının öğrenilmesi için tahkikat başlat­ tı. Gazete yönetimi bahsi geçen haberdeki bilgilerin Londra'da tutuklu bulunan Reşit Sadi Bey'in katibi ta­ rafından verildiğini belirtti . 104 Aylarca süren tahkikat so­ nucunda da gazete yönetiminin yaptığı bu yazılı açıkla­ madan öteye gidilemedi. Babıali, elinde her ne kadar kesin bilgi olmasa da İn­ giltere' deki sivil Türk esirlerinin içinde bulundukları kötü dururndan kurtarılması için gerekli çalışmaları başlattı. Ancak söz konusu yardırnın yapılabilmesi için öncelikle İngiltere'deki kamplarda kaç Türk esirio oldu­ ğu ve bunlar arasında yardıma muhtaç olanlarının sayı­ sının tespit edilmesi gerekiyordu. Savaş koşulları ve İn­ giltere ile ilgili yazışmaların tarafsız devletler üzerinden yapılıyor olması bu sayının tespitini oldukça zorlaştırı­ yordu. Bundan dolayı da kaç esire ne kadar para yardı­ mı yapılacağı tam olarak belirlenemiyordu. Bu durum ihtiyaç içinde olan sivil Türk esirlerine gerekli olan yar­ dımın yapılmasını geciktiriyordu. Kesin sayı ve yapılacak olan yardım miktarı tam olarak tespit edilemese de hükümet, Başkurnandanlık Savaş Masrafları Ödeneği'nden gerekli yardırnın yapıl­ ması kararı aldı. Dahiliye Nezareti'nden Harkiye Neza­ reti'ne gönderilen 2 1 Ekim 1 9 1 7 tarihli bir yazıda "İn­ giltere'de bulunan sivil Osmanlı esirlerine Başkuman­ danlık Savaş Masrafları Ödeneği'nden yardımda bulu­ nulmasının uygun görüldüğünü, bahsedi len esirlerin sa­ yı ve isimleriyle mesleklerinin ve hangi esir kamplannda bulunduklarının araştırılması ve bildirilmesinin" gerekli olduğu belirtiliyordu. Ayrıca nezaret, " Bu konunun Başkurnandanlık Vekaleti ile haberleşerek halledilmesi­ ni, esirler arasında Osmanlı tabiiyetinde bulunmayanla­ rın ve para yardımına muhtaç olmayan Türk esirlerin 67

de bulunduğunu belirterek öncelikle konuyla ilgili bir ralıkikatın gerekli olduğunu" belirtiyordu. 101 Ancak yar­ dım kararı alınmasına rağmen gerekli yardımın yapılıp yapılmadığına dair Osmanlı Arşivi'nde herhangi bir belgeye ulaşılamamıştır.

68

Knockaloe'daki Sivil Türk Esirleri106

Knockaloe'daki sivil Türk esirleri, İngiltere savaşa gir­ dikten hemen sonra tutuklanmış ve sonra da bu kampa getirilmişti. İngiliz Ulusal Arşivi ile Osmanlı Arşivi'nde yer alan bilgilere göre Knockaloe Sivil Esir Kampı'nda biri bahriyeli, 1 09'u sivil olmak üzere toplam 1 1 0 Türk esir bulunuyordu . Türk esirlerin çoğunluğu, Knockalo­ e'daki dördüncü kampta tutuluyordu. 1 1 0 Türk esirden birkaçı farklı dinlerden oldukları için kendi istekleri üzerine Knockaloe'nun diğer kamplara yerleştirilmişti. '"' Yine bazı belgelerden ve Londra'daki İsveç Sefiri Kont Ratkl'ın İstanbul İsveç Sefareti'ne göndermiş ol­ duğu yazıdan anlaşıldığına göre Knockaloe'daki sivil Türk esirleri, varlıklı kişilerden oluşuyordu. Tutuklan­ dıkları 1 9 1 4 yılından yardım talebinde bulundukları 1 9 1 7 yılının ortalarına kadar Osmanlı hükümetinden herhangi talepte bulunmamaları bunun önemli bir gös­ tergesiydi. İsveç Sefiri'nin de söz konusu yazısında " Si­ vil Türk esirlerin yardım talebinin Osmanlı hükümetine ancak şimdi bildirilmesinin sebebiyse bugün geçinme olanaklarından mahrum bulunanlardan bazılarının ön­ ceden bu olanaklara sahip olmasıdır. " ifadesine yer ver­ mesi, bu yargıyı desteklemektedir. '"' Çoğunluğunu Alman sivil esirlerin oluşturduğu Knockaloe'da 30.000'e yakın sivil esir bulunuyordu.

69

Alman esirlerin sayısı 20.000'in üzerindeydi. Türkler ise 1 1 O kişiyle kamptaki en küçük azınlığı oluşturuyor­ du; ancak azınlık olmalarına karşın Türk dili ve el sa­ natları konularında oldukça faallerdi. I. Dünya Savaşı öncesi ve sırasında Osmanlı ile Al­ manya devletleri arasındaki siyasi ve askeri ittifakın bir ben�eri, Knockaloe'daki sivil Alman ve Türk esirleri arasında da yaşanıyordu. Türkler, Almanlar tarafından "yurtt a ş" ve " hemşeri" olarak görülüyordu. Knockalo­ e'daki Alman esirlerden biri olan Rahip Hartınann anı­ larında bu duruma yer vererek şunları ifade eder: "Türklerin artık yurttaş ya da hemşerilerimiz olduğu­ nu, çok sayıda Türk'ün mutluluklarını ve acılarını bi­ zimle paylaşmalarından anladım. Tabii ki onların acıla­ rı bizimkilerden fazlaydı. " • o• Kamptaki Türk-Alman dayanışması sonucunda azınlıkta olan Türkler, Almanların desteğiyle özellikle de Türk dili konusunda çeşitli etkinlikler düzenledi. Al­ man esirler tarafından kurulan Şark Derneği'nirı Türk dilinin korunması ve geliştirilmesi ile ilgili takdire değer hizmetleri olmuştu. Konuyla ilgili -ve büyük bir heves­ le- verilen konferanslar çok da ilgi topladı. ' '0 Dernek ayrıca anavatanlarından oldukça uzakta olan Alman esiriere "Almanlık bilinci" yaratmak amacıyla yoğun ve başarılı propaganda hizmetleri de veriyordu. Sivil Türk esirlerinin kamptaki diğer esirlerden ayırt edici bir özelliği de el sanatları konusundaki maharetle­ riydi. Dostlar Acil Yardım Komitesi'nin kampta kurdu­ ğu atölyelerde binlerce ev eşyası, oyuncak ve çeşitli süs aksesuarları yapılıyordu. Yapılan ürünler içerisinde en dikkat çekici olanı ise Türk esirlerin binlerce parlak boncuktan yapılmış oldukları yılanlardı. Bu yılanlar gerçeğine o kadar benziyordu ki görenler bunlara do70

Knocaklve 'daki Türk esirlerin yaptığı yılanlardan bir ;;rnek.

kunmaya çekiniyordu. Bu yılanlar, bir süs aksesuarı ya da oyuncaktan çok terziler için tasarlanmıştı. Yılanların açık ağızları iğnelik olarak kullanılıyor, sürüngenin be­ deni omuzlardan geçiriliyordu. Böylece terzi her iki eli­ ni de rahatça kullanabiliyordu." ' Ülkelerinden herhangi bir ekonomik yardım alama­ makta olan sivil Türk esirleri için bu yılanlar büyük bir önem taşıyordu. Türk esirler, bu yılanları çoğu zaman mutfakta çalışan diğer siviller ile ekmek takasında kul­ lanıyorfardı. Her iki arşivde yaptığımız çalışmalar sonucunda kampta bulunan Türk esirlerden sadece Ramazan Meh­ met, Hüseyin Halit İ brahim, Hüseyin Ali, Hasan Der­ viş, Mehmet Ali, Kalan Yeğen, Ahmet Hasan, Reşit Sa­ di, Eyüp Sabri, Yusuf Akel ve Ahmet Baraki'nin isimle­ rini tespit edebildik. Bu esirler içerisinden Yusuf Akel ile Ahmet Baraki, Süryani olduklarını ispat etmeleri sonu­ cunda serbest bırakıldılar. Savaşın son yılında da Reşit Sadi ile Eyüp Sabri sınır dışı edildiler. Reşit Sadi, Hol­ landa'ya, Eyüp Sabri ise Mısır'a gitti.1 12 Diğer yedi Türk ise bu kampta yaşamlarını yitirdiler. Türkler arasındaki tek askeri esir ilc geride kalan 9 8 sivil esicin kampın tahliye edilmesinden sonra nereye gittikleri ve ne yap­ tıkları ise hala bilinmemektedir. m 71

Dikenli Tel Psikozu ve Zaman �

Dikenli Telin Ardında

Ülkelerinden kilometrelerce uzakta, yabancısı oldukları topraklarda tutsak edilenler için bekli de en büyük sı­ kıntı, zamanın normal seyrinde akmamasıydı. Ancak dikenli telden çitlerin ve gözetierne yerlerinin dışındaki dünyada dünyanın sonsuz bir savaşta olduğunu anım­ satan şeyler vardı ve Knockaloe'daki esirler savaş bitin­ eeye kadar bu dünyadan uzak tutulmalıydı. Aşçı, kasap, terzi vb. mesleğe sahip olup da kampta görevlendirilen esirler kuşkusuz diğerlerine göre daha şanslıydı. Sahip oldukları bu meşgaleler, onlar için za­ manın normal seyrine yakın akmasını sağlıyordu. An­ cak geride kalan binlerce esir için de bir şeyler yapılmalı ve kendilerine birer meşgale bulunmalıydı. Aksi takdir­ de kampın asayişi bozulabilir ve istenmeyen birtakım olaylar çıkabilirdi.

Knockaloe atölyelerinden taşbaskısı bir Noel kartı örneği.

75

Esirlerin burada bekleyecekleri sürenin ne kadar uzun olduğunu bilmemelerinin olumlu tarafları vardı, sözgelimi her Noel geldiğinde " Kampta Son Noel" kut­ laması yapılıyordu. Ancak kampta hayat boş, işe yara­ maz ve amaçsız geçiyordu. Dünyanın geri kalanı büyük bir mücadelenin içinde yer alırken, buradaki insanlar adeta. istenmeyen, işe yaramayan süprüntüler gibi bir köşeye atılmışlardı. Hiçbir şey yapmak istemiyorlardı. Esirlerin içinde bulundukları bu durum hakkında Dost­ lar Acil Yardım Komitesi'nin raporlarında ziyaretçilerio ilginç görüşlerine yer verilmektedir. Bir ziyaretçi bu du­ rum karşısında kampı bir tavuk çiftliği gibi tanımlamış­ tı. Sadece büyütülmüş kümesiere benzeyen kulübeler değil, havanın durumuna göre tozda veya çamurda amaçsızca oradan oraya dolaşan adamlar, kümesierinde defalarca eşelenmiş toprağı tekrar tekrar eşeleyen ta­ vukları akla getiriyordu. ' '• Kamplar birbirlerinden 6-7 metre yüksekliğindeki dikenli tellerle ayrılıyordu. Bir kamptan diğerine geç­ mek özel izinieric mümkündü."' Dört kamptan oluşan Knockaloe'nun etrafı yüksek dikenli tellerle çevrilmişti. Kampı ve kampları çevreleyen bu dikenli teller . esirler ve kamp yönetimi için başlı başına bir sorundu. Dikenli teller, esirlerin dış dünyadaki hareketliliği görmelerine izin verdiği gibi, bunun ne kadar da uzak olduğunu on­ lara hatırlatıyordu. Ayrıca Londra'daki kampların aksi­ ne Knockaloe'da esirlerin eşleri ya da çocuklarının ziya­ retlerine izin verilmiyordu. Knockaloe'deki uzun süreli esaret, esirlerin akıl sağ­ lığını oldukça tehlikeli bir duruma getiriyor ve bazı esir­ ler akıl sağlıklarını yitiriyordu. Psikolojik rahatsızlıklar için kampın güney tarafında ayrı bir hastane bulunu­ yordu. Ruh ve sinir hastaların ın sayıları her geçen gün 76

daha da artıyordu. Kampta tedavisi mümkün olmayan bazı sinir hastaları ise ülkedeki diğer hastanelere sevk ediliyordu."• Yine Dostlar Acil Yardım Komitesi'nin ra­ porlarında bu durumun altı sıklıkla çizilerek normal sa­ yının üstünde birçok esirin akıl hastanelerine gönderil­ diği belirtilmektedir.117 Komitenin raporlarında belirti­ len bu olumsuz duruma karşı hükümetin ve kamp yö­ netiminin gerekli tedbirleri almaması, olayları endişe verici bir hale getirdi. Savaşın üçüncü kışı yaklaşırken hükümet ve kamp yönetiminin hala gerekli tedbirleri almamış olmasına tepki gösteren Dostlar Acil Yardım Komitesi, bu konudaki tavrını sertleştirdi. Çözüm yolu olarak, " Yabancı düşmanlar için başka yöntemlerin kullanılmasını" önerdiler ve bu konuda hazırlamış ol­ dukları bir raporu · başbakana sundular. Korniteye göre, kamptaki binlerce esire acil olarak onları meşgul edebi­ lecek işler verilmeliydi. Bu yapılmadığı takdirde, esirle­ rin birçoğu akıl sağlıklarını yitirebilir ve durum, kamp ­ ta meydana gelmekte olan istenmeyen birtakım olayları daha da artırabilirdi. m İ şlemedikleri suçlardan dolayı, eşleri v e çocukları ge­ ride bıraktırılarak, bilinmeyen bir zamana kadar diken­ li telierin ardına hapsedilen esirler, anormal bir zihinsel ve sinirsel durumdaydı. Bu duruma Avrupalı hekimler tarafından " dikenli tel hastalığı" deniyordu. ' 19 Hastalı­ ğın ilk belirtileri genellikle davranış değişikliği ve sinirli­ likti. Hasta tüm ilgisini kaybediyor, içine kapanıyor ve bazen kendi kendine ınırıldanmaya ya da parmaklarıy­ la oynamaya başlıyordu. Yaygın belirtilerinin başında, arkadaşlarından şüphelenmek, dışlanmaktan veya has­ ralanmaktan korkmak, hafıza ve dikkat kaybı geliyor­ du. Durum kötüleştiğinde hasta İsteri krizi geçirebiliyor ve bağırıp çağırıyordu. Dostlar Acil Yardım Komite77

si'nin önerisini destekler gibi, esirlerin yapabileceği bir­ çok işin bulunduğu kamplarda bu hastalık neredeyse görülmüyor; ama yapılacak az iş bulunan kamplarda bu hastalıktan etkilenenterin oranı yüzde onu buluyor­ du. Daha az görülen anormallikler de sayıldığında bu oran daha da artıyordu. ı ıo Kampın içinde bulunduğu bu durumunun özellikle de dini nitelikteki yardım komiteleri tarafından öğrenil­ mesi, esirler açısından faydalı oldu. Ö nceden bu nitelik­ teki kornitderin kampa girmelerine izin vermeyen kamp yönetimi bu yasağı kaldırdı. Bunda söz konusu kornitderin yaptığı baskılar ile kamptaki huzursuzluk­ lar etkili olmuştu. Yasağın kaldırılmasıyla birlikte bir­ çok komite üyesi, kampa ziyaretler düzenleyerek esirle­ re yardım etmeye başladı. Yardım komitelerinin kamp­ taki faaliyetlerinden en başından beri rahatsızlık duy­ makta olan kamp yönetimi, komite üyelerinirı faaliyet­ lerini denetim altında tutabiirnek için var olan prosedü­ rü daha da zorlaştırdı.

Geride kalanlar . "Dikenli tel" haricinde esirlerin ruhsal sağlıklarının bo­ zulması üzerinde önemli bir etken de geride bıraktıkları­ nın hangi şartlar altında nasıl ve nerede yaşadıklarını bilmemeleriydi. Esirlerin kendi endişeleri ve sefaletieri vardı; fakat evli olanların çoğu il,.'in en büyük sıkıntı, da­ ha da kötü durumda olan, eşleri ve çocuklarına neler ol­ duğunu ve olacağını dişünmekti. Bu durumun yarattığı aşırı kaygılar, güçlü bir iradeye sahip olmayan esirlerin ruhsal durumlarını endişe verici bir hale getiriyordu. Kadınlar ve çocuklar bazı durum larda tamamen yokluk içindeyken kamptaki erkeklerin en azından yi78

yecekleri ve kalacak bir yerleri vardı. Alman Banka­ sı'nın savaşın ilk günlerinde kapılarını kapatması, eşleri dikenli teller ardında olan birçok aileyi önemli bir eko­ nomik gelirden mahrum etmişti. Ayrıca Almanya hükü­ metinden de hiç para yardımı yapılmıyordu. Bu durum­ da herkes sıkıntı içindeydi. İngiliz hükümetinin ve bası­ nın yaptığı Alman düşmanlığı toplumun gözünde bu kadınları ve onların çocuklarını düşman yapmıştı. Düş­ manla evlenmek ise vatana ihanetle aynı anlama geli­ yordu. Polisin tutuklamaları gündüz vakti yapması ve tutukladığı yabancı erkekleri elleri kelepçetenmiş bir halde yol ortasında teşhir ederek götürmesi ise onların eşierini komşuları karşısında daha da zor bir durumda bırakıyordu. 1 2 1 İ ngiltere'deki yabancıların büyük bir kısmını, savaş başlamadan önce oldukça rahat koşullarda yaşayan or­ ta sınıf insanlar oluşturuyordu. Birçoğu iyi evlerde veya banliyölerdeki villalarda yaşıyorlardı. Dostlar Acil Yar­ dım Komitesinin raporları ve İngiliz Ulusal Arşivi'ndeki kayıtlara göre savaştan önce İngiltere'deki yabancıların büyük bir kısmı yaşam standartları yüksek ve. saygın in­ sanlardan oluşuyordu. Fakir olanlar ise azınlıktaydı. Yabancıların esir alınmasında da en fazla sıkıntı yaşa­ yanlar yüksek yaşam standartlarına sahip olanların ge­ ride bıraktıkları aileleri oldu. Diğerleri zaten zorlu ya­ şam koşullarının içinden geliyordu. İ ngiltere'deki yabancı zengin eşierini en fazla zorla­ yan unsur ise içine düştükleri ekonomik sıkıntılardı. Bu insanların büyük çoğunluğu kiralarını ve vergilerini ödemek için eşyalarını satmak ve lüks evlerini terk ede­ rek fakir evlerine taşınmak zorunda kalmışlardı. Fakat kenar mahalleler bile kapılarını her zaman "yabancı düşmanlara" açmıyorlardı. Sonuçta birçok yuva dağıldı 79

ve aileler kalabalık sokaklardaki genellikle bir veya iki odalı evlere sığındı . Yoksulluk içinde bir eve sığınmış olan bir kadın, kendisini kabul edecek başka bir ev sa­ hibi bulamayacağını bildiğinden buradan ayrılmaktan korkuyordu. ııı Dostlar Acil Yardım Komitesi'nin rapor­ larında bu konuda birçok vakaya rastlanmaktadır. Ge­ ride kalan kadınları bekleyen zorluk sadece yoksulluk değildi . Bundan daha önemlisi nefretin ve ırkçılığın her geçen gün kendisini daha da sert bir şekilde hissettirdiği toplumsal dışianmışlık ve aşağılamalardı . Yine Dostlar Acil Yardım Komitesi'nin raporlarında bu konuda üzüntü verici birçok örnek yer almaktadır. Bu raporların bazılarında Alman erkekler ile evli olan İ ngiliz kadınlarının birçoğunun, eşleri esir edildikten sonra, içine düştükleri ekonomik sıkıntılar ve toplumun baskısından dolayı akıl sağlıklarını kaybettikleri, bazı­ larının ise akıl hastanelerinde yaşamlarını yitirdikleri belirtilmektedir. 123 İngiliz hükümetinin, ülkede bulunan özellikle de Al­ man kökenli yabancılara karşı uyguladığı bu düşmanca politikaya Alman hükümetinin karşılık vermesi çok ge­ cikmedi. Alman hükümeti, 6 Kasım 1 9 14'te İ ngiltere'ye misilierne olarak ülkesinde oturan, askerlik çağındaki vatandaşlığa geçmemiş sivil İ ngiliz vatandaşlarını tutuk­ lamaya başladı. Daha sonra iki savaşan ülke arasında bir mutabakata varıldı. Mutabakata göre, esir alınan kişilerin yabancı kökenli eşleri, kendi ülkelerinin büyü­ kelçiliklerinden yardım alabileceklerdi. Her iki ülkenin büyükelçiliklerinin kapalı olmasından dolayı bu görev 1 9 1 7 yılında Paskalya'ya kadar savaşa tarafsız kalan Amerika Birleşik Devletleri'ne verildi. ' 24 Sonuçta, Al­ manya ve Avusturya doğumlu eşler söz konusu yardım­ ları kendi büyükelçiliklerinden aldı ve böylece Yoksul80

luk Yasası'na başvurma utancından kurtulmuş oldu. İ n­ giltere doğumlu eşiere verilen yardım ise yabancı kö­ kenli kadınlara verilenden daha azdı. Ayrıca da savaş­ tan sonra bu parayı geri ödeyeceklerine dair bir sözleş­ me imzalıyorlardı . İ ngiltere doğumlu bilinçli birçok ka­ dın, savaştan sonra bu sözü yerine getiremeyeceğini his­ settiği için, bu yardırnlara hiç başvurmadı. İngiliz hükümeti, kocaları Alman olan sivil esirlerin İ ngiltere doğumlu eşierine verilecek olan yardım mikta­ rını belirlerken pratikte sıradan "yardıma muhtaç" standardını kabul etti. Ö demelerle ilgili her türlü yetki, Yerel Yoksulluk Yasası Koruyucuları'nın elindeydi. Bu­ na göre kimlere ne kadar yardım verileceğine Yerel Yoksulluk Yasası Koruyucuları karar verecekti.125 Yar­ dım alma şartları manevi açıdan oldukça zordu. Yardı­ ma muhtaç olan kişiler, burayı en son çare olarak görü­ yorlardı. Başvuru yapmazdan önce ellerindeki her türlü imkanı değerlendirerek sahip oldukları her şeylerini ya rehin veriyorlar ya da satıyorlardı. Buraya bir yabancı başvurduğunda, İ ngiltere' de doğmuş olduğunu kanıtla­ malı, evlilik sertifikasını ibraz etmeli ve kocasının esir olduğunu da kanıtlamalıydı. Başvurular ise haftalar sonra cevaplandırılıyordu.

Firar teşebbüsleri Esirler, fiziksel rahatsızlıklardan çok içinde bulundukla­ rı durum yüzünden zihinsel ve sinirsel sıkıntılar yaşıyor­ du. Resmi ziyaretçilere ilk sordukları sorular "Bizi bu­ rada daha ne kadar tutacaklar? Beni buradan kurtara­ maz mısınız? Karımı ve çocuklarımı bir daha ne zaman göreceğim ? " oluyordu. 1 2" Tüm bu cevapsız sorular, kampta ister istemez bazı firar olaylarının yaşanmasına 81

yol açıyordu. Ancak Knockaloe'da hiçbir firar teşebbü­ sü başarıyla sonuçlanrnamıştı. Bir gün, kampın kuzey bölgesi boyunca uzanan Knockaloe Beg Patikası'nda ilginç bir olay yaşandı: Bir çiftçi, at arabasıyla patİkada ilerlerken, arabanın bir te­ kerleği aniden bir çukura saplandı. Çiftçi aşağıya inip, çukura sapianan tekerleğin yanına gittiğinde şaşkınlığı daha da arttı. Çünkü yolun altından bir tünel geçiyor­ du. Şaşıran sadece Man'li çiftçi değildi. Gardiyanlar da şaşkındı. Onlarda kampın müştemilatında aynı tüneli keşfetmişti. Tünel, 90 rrietre uzunluğundaydı ve kamp tiyatrosundan başlayıp çitlerio uzağında sona eriyordu. İşin ilginç yanı, mahkfunların kazdıkları bu tünelden sürünerek Peel'deki halkevine gitmeleri ve kapanma saatinde de geri dönrneleriydi. 127 Tünelin ortaya çıkartılması üzerine Kamp Komuta­ nı J. M. Carpendale, esirlerin bölüm sözcüsüne tünel işini durdurmasını emretti. Gözdağı vermek için de tü­ nel kazıcıların liderine on dört gün hücre cezası verdi ve kulübe başkanlığından azletti. Ada hükümeti bu olaya çok öfkelendi. İçişleri Bakanlığı'na kaçmaya çalı­ şanların askeri mahkemede ya rgılanması gerektiğini bildirdi. Bunun üzerine İ çişleri Bakanlığı, Savaş Bakan­ lığı'ndan Kamp Komutanı Carpendale'in aziedilmesini istedi. Ancak Savaş Bakanlığı, Carpendale'i savundu. Fakat kısa bir süre sonra ikinci bir firar olayı daha ya­ şandı. Dört esir, çitleri aşıp kaçtı ve Peel Limanı'nda bir balıkçı teknesi çaldılar. Durumu fark eden tekne sa­ hibi arkalarından bağırdı ve cevap alamayınca da alar­ mı çalıştırdı. Esirler, limandaki nöbetçiler tarafından yakalandı ve kampa geri götürüldü. İ kinci firar olayı üzerine Carpendale görevden alındı. Yerine Albay Pan­ zera atandı.1'" 82

Sonu olmayan bir uğraş: aylaklık Esirler pek çok farklı sınıf ve meslekten geliyordu. İçle­ rinde otel yöneticileri, ünlü Londra restoranlarında çalı­ şan şefler, saygın müzisyenler, sanatçılar, işadamları, kuaförler, garsonlar, denizciler ve daha pek çok mesle­ gin temsilcileri vardı. Kamp yönetimi önceliği meslek sahiplerine tanımıştı. Kamp işleri için gerekli olan aşçı, fırıncı, terzi ve kasap gibi personel, esirler arasından se­ çilip istihdam edildi. Kampın giyim ihtiyacı için Kamp Levazım Sorumlusu'nun kontrolünde alt birim olarak bir terzilik bölümü kuruldu, böylece yüzlerce esir terzi­ likteki hünerlerini göstererek kampın giysi ihtiyacını önemli bir ölçüde karşılayabildi. Ancak bu yeterli değil­ di, geride başıboş binlerce esir vardı. Kamp yönetimini en fazla kaygılandıran durum da buydu. Birbirlerinden farklı dil, din ve ırka mensup bin­ lerce sivili bir arada yaşatma k . . . Bu nasıl mümkün ola­ bilirdi? Merkezden ilave askeri birlikler getirtmekle bu sorun aşılacak gibi görünmüyordu. Bu soruna bir an önce bir çözüm bulunrnalıydı. Aksi takdirde kampta kargaşa çıkması kaçınılmazdı. Bu durumun önüne geç­ mek için Dostlar Acil Yardım Komitesi'nin sunmuş ol­ duğu çözüm yolu önerisinin bir an önce hayata geçiril­ mesi gerekiyordu. Acil olarak esirlerinin yararlı işlerle uğraşmasını sağlamak için çeşitli programlar hazırlan­ malıydı. Aylaklıkla geçen aylar, ortaya istenmedik sonuçlar çıkardı. Bazıları halsiz, isteksiz bir şekilde yerde veya al­ çak yataklarında saatlerce yatmaya başladı. Diğerleri kendilerine özellikle de kumar gibi yapay eğlenceler aradı. Kamp görevlileri de bu belayı kontrol etmek için çareler aradı. Kumar, bazı bölümlerde gündüz başlıyor 83

ve gece yanlarına kadar devam edebiliyordu. Hiç kim­ senin üzerinde on şilinden fazla para bulundurmasına izin verilmediği halde esirlerin üzerlerinde para bulunu­ yor ve kazançlar biriktiriliyordu. Kumar, hırsızlıkları bile kamufle ediyordu. Esirler, bu yasak eğlencenin or­ taya çıkmasını engellemek için meydana gelen hırsızlık olaylarını örtbas ediyor ve yönetime haber vermiyor­ du.1 29 Binlerce esirin tamamını yararlı işlerde çalıştırmak olanaksızdı. Başta Katalik esirieric ilgilenen ve zamanı­ nın çoğunu kamptaki çalışmalarına adayan Douglas, St. Mary'den Başpapaz Dean Crookall olmak üzere kamp personelinin ruhani desteği ve çabaları da esirler arasında aylaklığın neden olduğu kumar ve diğer kötü alışkanlıkları yok edemedi. Aksine bu alışkanlıklar her kampın belli bir kısmında yapılan dini etkinliklere katı­ lımı azalttı. Hatta bazı kısımlarda bu etkinlikler hiç ya­ pılamadı. Knockaloe'daki esir Alman rahiplerinden biri olan Adolf Vielhauer anılarında bu vahim durum hak­ kında şunları anlatır: "Satranç, damina ve kağıt oyun­ larının önüne geçilemiyordu. Bu oyunlar yüzünden ku­ mar, kanser gibi kampa yayılıyordu. Benim hayret etti­ ğim tanrıtanımazlık, adap bilmezlik gibi en kötü davra­ nış bozukluklarının kampta hakim olmasıydı. Genç ve zayıf karakterliler için bu durum oldukça tehlikeliydi. Ayrıca bu durum diğerleri açısından kamp hayatını ce­ henneme dönüştürüyordu . no Çiftçiler, işlenınemiş topraklarını sonra tekrar geri almak üzere, savaş süresince hükümete vermişti. Kamp yönetimi de aylaklığın ve istenmeyen olayların ortaya çıkmasını engellemek için Man Adası gönüllülerinden Yüzbaşı J. S. Mylchreest'in denetiminde bir tarım biri­ mi kurdurdu. Bu birim, boş arazileri işieyecek ve böyle..

84

ce kamp ekonomisine destek olunacaktı. Bu işte gönül­ lülük esastı. Bu birimde çalışacak olan esiriere günlük cüzi bir ücret ödenecek, ayrıca fazladan yiyecek de ala­ bileceklerdi. Tarım birimi kısa sürede kuruldu ve çalış­ malarına başladı. Esirler gruplar halinde, yürüyerek ve­ ya trenlerle işlenecek olan tarlalara götürüldü. Satılan ürünlerin geliriyse hükümete gönderiliyordu. Bazı esir­ ler ise ücret karşılığında çiftçilere kiralandı. Ayrıca kamp yönetimi, Karayolları İ şletmesi adına çalışmaları için gönüllü esirler arasından 50'şer kişilik gruplar oluş­ turdu. Adadaki bazı yolların onarımı ve diğer yol ya­ pım işleri bu esirler tarafından yapıldı. Çalışma saat 08.30'da başlıyor ve 1 6 .30'da sona eriyordu. Tüm esir­ Iere bu çalışmalarından dolayı -yaptıkları işin niteliğine bakılmaksızın- günlük 3 pens yevmiye veriliyordu. Yol yapımında, taş ocaklarında ve tarlada çalışmak esirler arasında oldukça revaçtaydı. Esirler ancak bu tür çalışmalar sırasında sivil halktan bazı insanları görebili­ yor ve bazıları yasak olmasına rağmen bir yolunu bu-

Knockaloe yakınlarındaki bir taş ocağında çalışan sivil Alman esirleri.

85

lup onlarla konuşma olanağı bulabiliyordu. 13' Kısa bir süre içinde esirler ile halk arasında yoğun bir iletişim başladı. Kamp yönetimi bu durumu engellemek için birçok yasaklama getirdi ve cezalar uyguladı. Hükü­ met, ada sakinlerinin şikayetlerini de dikkate alarak, bu durumu engellemek için 1 3 Şubat 1 9 1 7'de bir genelge yayunladı: Savaş esirleriyle doğrudan iletişimi olan tüccarların ve diğer· lerinin dikkatine ! Esirlerin çalışmak için dışarı çıktıklarında kendi­ lerine eşlik eden görevlilerden ayrılmaları yasaktır. Çalışırken, doğrudan doğruya veya muhafızları aracılığıyla insanlarla ileti­ şim kurmaları , alışveriş yapmaları, paket, mektup veya başka şeyler almaları kamp yönetmeliklerine aykırıdır. Bu uyarıdan sonra bir savaş esiriyle iletişim kuracak veya ilgilenecek olan herhangi bir kişi ya da tüccar, Bölge Koruma Yönetmeliği gere­ ğince cezalandırılacaktır. 1 32

"Knockaloe" beyaz perdede Kamp yönetiminin bu uygulaması savaştan beş yıl son­ ra ünlü İ ngiliz edebiyatçısı Hall Caine'in The Woman of Knockaloe (Knockaloe'lu kadın) adlı romaruna da konu olacaktı. Savaş karşıtı bir yazar olan Hall Ca­ ine'in'33 bu romanında İ ngiliz hükümetinin ülkesindeki düşman ülke vatandaşı yabancılara karşı uyguladığı bu acımasız politikayı eleştirerek bu politikanın düşman ülke vatandaşı yabancılar üzerindeki yıkıcı etkilerini, dramatik bir aşk hikayesi ile anlatıyordu. Romanın kahramanı Almanya'da doğmuş ve sonra­ dan ailesiyle birlikte Man Adası'na yerleşmiş olan Os­ car'dır. Oscar köken itibariyle bir İngiliz'dir. Ancak Os­ car'ın Almanya'da doğmuş olması, onun yetkililer tara­ fından düşman kökenli bir yabancı olarak görülmesi 86

Dikenli Tel filminin Almanya'daki gösteriminin 6. haftası için hazırlanan afişi.

için yeterli bir nedendir. Oscar, sadece bu nedenden do­ layı önce tutuklanır, ardından da .Knockaloe Sivil Esir Kampı'na gönderilir. Kampta uzun bir süreden beri kalmakta olan Oscar, kamp yönetiminin izniyle Man'deki bir çifdikte düşük bir ücret karşılığında çalışmaya başlar. Çiftlik sahibinin kızı Mona, Almanlardan nefret ettiği halde çiftlikte ça­ lışan genç esirlerden Oscar'a ilgi duymaya başlar. Os­ car'da Mona'ya karşı ilgisiz değildir. Bir İ ngiliz çavuşu Mona'nın evine zorla girmeye kalkışınca Oscar buna engel olur. Oscar'ın bu hareketi aynı zamanda ikilinin gizli aşklarını da ortaya çıkarır. Ancak Oscar'ın İngiliz çavuşuna mukavemet etmesi onu suçlu kılar ve bu dav87

ranışından dolayı mahkemeye verilir. Mona, vatan ha­ inliğiyle suçlanacağını bildiği halde mahkemede genç Oscar'ı savunur. Oscar, hücre cezasına çarptırılır. Ateş­ kes Andaşması'ndan sonra kamp boşaltılır, ancak köy­ lüler, Oscar'ın Man'li olmasına rağmen adada kalması­ na karşı çıkar. .Hall Caine'nin bu romanı 1 927'de Paramount ya­ ptın şirketi tarafından " Barbed Wire (Dikenli Tel ) " adıyla filme alındı. Yönetmenliğini Rowland V. Lee'nin yaptığı filmin başrollerinde, Clive Brook (Oscar) ile ses­ siz sinema döneminin efsanevi aktristi Pola Negri (Mo­ na ) yer aldı. Ancak filmin senarisri Jules F urthman, ya­ pım şirketinin isteği doğrultusunda olayların geçtiği yeri Fransa olarak değiştirdi. Eleştirmenler tarafından başarılı bulunmayan "Di­ kenli Tel" , sinema tarihinde anlattığı öykü itibarıyla ör­ neği olmayan bir filmdi. Filmi sinema ve siyasi tarihte önemli kılan unsur, I. Dünya Savaşı'nın "ilk" lerinden biri olan "sivil esir kampları" olgusunu "Knockaloe" ekseninde ilk defa beyazperdeye taşımasıydi. Ayrıca kendisinden önce ve sonra hiçbir sinema filminde gö­ rülmemiş bir uygulama bu filmde yaşandı: Filrrıin ger­ çekçi olmasını sağlamak için Oscar'ın esir arkadaşları­ nı, savaş sırasında Knockaloe'da esir olarak bulunan Almanlar oynamıştı. Sinema ve siyasi tarih açısından oldukça önemli ve bir o kadar da ilginç olan bu film, maalesef kayıptır. 1 34

Futbol ve boks

Kamptaki her koğuş toplumsal açıdan büyük çeşitlilik gösteriyordu. Serserisinden keman virtüözüne kadar pek çok sınıftan ve nitelikten insanın aynı koğuşta bir 88

arada yaşaması, hele bir de denizciler ve daha alt sınıf­ lardan gelenlerin varlığı, çatışmalar çıkmasına yol açı­ yordu. Birçok esir için bir iş alanı yaratamayan kamp yöne­ timi, aylaklığın ve sınıfsal farklılıkların yol açtığı çatış­ maları engellemek için kampta spor faaliyetlerine baş­ vurdu. Ö zellikle de futbola . . . 131 Bu spor dalı hırçın ve kavgacı denizcileri sosyalleştirmek için önemli bir araç olabilirdi. Kamp yönetimi bu projeyi hayata geçirmek için hızla çalışmalarına başladı. Her kampın ve buna bağlı olarak her kısmın önündeki boş alanlar düzenle­ nerek futbol sahası haline getirdi. Sonuç şaşırtıcıydı. Manchester Guardian gazetesinden Mr. George Le­ ach, hükümetin davetiisi olarak kampa yaptığı ziyareti sonrasında futbol ile ilg!li gözlemlerini şöyle ifade et­ mişti: Koğuşların hepsinin bahçelerinde büyük bir hırsla futbol oy· nanıyordu. Dikkat çeken bir şey de oyuncuların Oxford'da hiç de küçümsenmeyecek bir takımın stilinde olmasıydı. Bunlar Doug­ las'taki ayrıcalıklı kampa gidabilecek kadar paraları olmayan çıl­ gın gençlerdi; büyük ihtimalle harçlıkları dışarıdan gönderiliyor­ du. Tüm okyanuslardaki ticaret gemilerinden toplanmışlar, her milletten ve her bölgeden denizciler; kupa finalindeki yarumcular kadar bilgili bir şekilde oyunu eleştiren Cockney garsonları ; Tuna kıyılarından gelen kasketli ayı oynatıcıları ; bir zamanlar sahil ge­ zintilerinde Macar bandalarının tüm renklerini taşıyan Viyanalı kemancılar; domuz eti ve sakatatı satan küçük tüccarlar ve ge­ nelde sadece kıtalar arasındaki bazı büyük geçiş bölgelerinde bir araya geldikleri görülebilecek, başka yüzlerce farklı tip, bir oyun­ da izlenebilecek en garip kalabalığı oluşturuyordu.ı36

Futbol bir nebze de olsa denizcileri sakinleştirmiş ve onların sosyalleşmesinde önemli bir araç olmuştu. So89

Bir grup esir, kamp bahçesinde skiules uynarken.

nuçta spor, beden ve ruh sağlığı açısından hatırı sayılır bir sakinleştiriciydi. Ayrıca boks da kurulan ringler sa­ yesinde esirler için kısa sürede vazgeçilmez bir spor ol­ du. Hem stres atmada hem de para kazanmada önemli bir araçtı. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki boks, sa­ vaştan önce Almanya'da bilinmiyordu. Dolayısıyla Knockaloe Alman baksunun doğum yeri olmuştu. Kampta geleceğin profesyonellerine ilk dersler, boksu İ ngiltere' de öğrenenler tarafından verilmişti. m Kamp yönetimi bu iki spor dalına mesafeli duran zenginleri, yaşlıları, romantikleri, pasifistleri ve entelektüelleri de unutmadı. Onlar için ilkel düzeyde de olsa tenis kurtları ve skittles ( bovlinge benzeyen eski bir oyun) alanları yaptırdı. us

Atölyeler Bir yardım kuruluşunun Knockaloe'daki esidere kişisel düzeyde hizmet vermesi oldukça zordu. Bunun için ön90

ce emir eri, levazım sorumlusu veya yetkili bir doktor ile birlikte birçok makam ve görevli ziyaret edilerek on­ lardan izin alınması gerekiyordu. Kamp yönetimi, hükümetin yabancılara karşı uygu­ ladığı politikaya paralel bir politika izliyordu. Yönetim, dışarıya bilgi sızdırılmasını engellemek için birçok yar­ dım kuruluşunun kampta faaliyet göstermesine önceleri izin vermemişti. Kısa adı YMCA olan Amerikan Genç Hıristiyan Erkekler Derneği de (The Young Men's Christian Association) bunlardan biriydi. Kamp yöneti­ mi YMCA'nın Man Adası'nda bir yardım merkezi kur­ masına engel oldu. Ancak bütün girişimleri engellenmiş olsa da YMCA üyeleri esirleri yalnız bırakmadı. Fırsatı­ nı bulduklarında Ford arabalarına binip taşınabilir si­ nematograf makineleri, kitaplar, oyunlar ve gramofon­ larla gelerek, esiriere biraz da olsa geride bıraktıkları sosyal özgürlüklerini vermeye çalıştılar. "• Kamp yönetimi, sadece İngiliz kilisesinden bir din adamı ve adanın Roma Katolik kilisesinin papazının Knockaloe'da çalışmasına izin verdi.140 Arıcak kamptaki huzursuzlukların her geçen gün artmaya başlam( ·-;..!-,;.;.#,..ll,_ ..._.( . ..·� d

_,q;'f'l:.t.; t ()� .,- rı

��kf/�';! ...1'f'1)... �;t"" bıf:.. ip�� f'W• Jc,;�,. �'Y ·rt-< -· :;;I).�.J�.. Ar�.ti"'��,�w'!'-.."t! l,.. , .,_x.� 4:"� ��'/,:



�/A