Mahur Beste

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

MAHUR, BESTE roman Ahmet Hamdi Tanpınar

SUNUŞ Batı kültürünün bir edebiyat ürünü olan roman için, genellikle Batıda oluşan sınıf

kavgalarının

ve özellikle

burjuva sınıfının kaynaklık ettiği söylenir. Olaylara

ba­

karken onları meydana getiren insan veya toplumun

psi­

kolojik ve sosyolojik boyutlarını kavrayan, tarihten,

mi­

tolojiden, destanlardan, felsefe ve hikayeden

faydalanan

bu edebiyat türü, Türkiye'ye de bunalımlı bir devirde gir­ di. Geçmişimizde sınıf kavgaları ile ferdiyetçilikten mey­ dana gelen, ferdi kendi dramını

yaşamaya

sevkedecek

bir düzen yerine cemaatçı bir mazi bırakmıştık. İslam dü­ şüncesinin yönlendirdiği Türk fikir ve sanat hayatı, ede­ biyatı, bir silah olarak kullanmaktan ziyade bir hüner, en nihayet bir irşad vasıtası olarak değerlendirmişti.

Tan­

zimattan sonra fikir ve yaşayışta görülen taklitçi batılı­ laşma hareketleri, sanat hayatına da etki ederek parale­ linde Batı'nın edebiyat türlerini (roman, tiyatro v.b.) de beraberinde getirdi. İlk roman

örneklerimiz yine gele­

neksel düşünce şeklimizin tesiri ile kıssadan hisse veren, bazı faydalı bilgileri aktaran, adeta Batı romanına fetih­ çi bir tavırla yaklaşan eserlerdir.

Türk romanının batılı

çizgi ile kesişmesinde Halit Ziya, bir merhale sayılabilir. Romancılarımızın en büyük meselesi, bir tür

olarak ro­

manı Türkiye ve Türk insanına mazisinden getirdiği, ha­ len yaşayan düzen ve değerler çerçevesi

içinde uygula-

maktı. İkiyüz yıldır

sürdürülen batılılaşma hareketleri

içinde vukubulan iktisadi, içtimai

ve kültürel

değişme­

lerin insanımıza getirdiği yeni boyutlar, bir bakıma Batı romanı çizgisini kovalıyan Türk

romancılarının

kolaylaştırmıştır. Ancak bu arada Türk

işlerini

romanı kavramı

ortaya atılarak, buna bir takım temellendirmeler

getir­

mek yolu da denenmiştir. Bir asra yaklaşan Türk roman geleneği, büyük bir zaman

dilimi içinde kendi insanının

yapısına ters düşen bir edebiyat türü içinde oluşturulma­ ya çalışılırken, olumsuz

örneklerin

yanında sıçramalar

yapan eserler de vermiştir. Yayınevimiz Türk edebiyatı roman dizisi içinde dik­ kate değer Türk kararındadır.

romanlarından bazılarını

Saatleri

Ayarlama

yayınlamak

Enstitüsü'nden

sonra

Mahur Beste bu dizinin önemli kitaplarından biridir.

DERGAH

YAYINLARI

MAHUR BESTE HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ Mahur Beste «geçmiş zaman insanları» nın hayatını

tasvir eden bir roman veya birbirine bağlı hikayeler di­ zisidir. «Geçmiş zaman» Tanpınar'ın hemen bütün eserlerin­ de önemli bir rol oynar. Bu, Tanpmar'ın geçmiş zamana karşı bir hasret duymasından değil, «Zaman» a büyük e­ hemmiyet vermesinden ileri gelir. «Zaman» ise bize var­ lığını en iyi geçtiği, tarihi bir perspektif haline geldiği zaman gösterir. «Zaman» yaşandığı vakit, objektif bir vakıa veya var­ lık haline gelir. Gelecek bir tasavvurdan, hal ise henüz şekil almamış bir izlenim veya yaşantıdan ibarettir. Hikaye veya roman aktüel hayatı anlatmış olsa bile, olmuş bitmişi anlatır. Hikaye veya roman, uzak yakın bir «geçmiş zaman» a dayanır. Daha gençlik yıllarında Bergson ile Marcel Proust'u okuyan Ahme t Hamdi Tanpınar, «zaman» m insan ve toplum hayatının temel vakıası olduğunu anlamış bulu­ nuyordu. Türkiye'nin başdöndürücü şekilde değişmesi de onu «Zaman» üzerinde düşünmeğe sevkediyordu. Üstadı Yahya Kemal de estetiğini tarih ve zaman vakıaları üze­ rine dayandırmıştı.

«Zaman» ile «hayat» hemen hemen aynı şeydir. Her ikisinin ortak özelliği dinamik olmasıdır. Fakat «Zaman» veya «hayat» adeta bir yanardağın lavları gibi belli şe­ killer içinde donar. Tanpınar, Bursa'da Zaman şiirinde bu fikri Billur bir avize Bursa'da zaman mısraı ile çok güzel ifade eder.

Mimari eserleri zamanın

donmuş şekilleri olan «billur avizeler» dir.

Tanpınar'ın

plastik sanat eserlerini sevmesi de bundan ileri gelir. Tanpınar, diğer eserlerinde olduğu gibi Mahur Beste'­ de de insan ile zaman veya tarih arasındaki

münasebeti

yakalamağa çalışır. Her insan içinde yaşadığı çevre ve za­ mana göre şekil alır. Fakat Tanpınar için zaman, sadece insanın dışında çalışan bir mekanizma değildir.

Hayatın

bizzat kendisi, yaşanılan her an zamanın bir parçasıdır. Eser okunurken görüleceği üzere Tanpınar, ferdi mi­ zaca da önem verir. Aynı devirde, aynı tarihi şartlar için­ de yaşayan insanlar arasında büyük farklar vardır. İnsan­ lar doğuştan ayrı yaratılmışlardır. Behçet Efendi ile ba­ bası İsmail Molla veya kayınpederi Ata Molla birbirinden çok farklı insanlardır. Tanpınar bu farklar üzerinde ısrarla durur. Zaman ile mizaç, şahsiyet ve karakteri vücuda ge­ tirir. Buna Tanpınar'ın eserinde «zaman» ve «mizaç» ka­ dar önemli bir yer tutan «eşya» yı da eklemek lazımdır. Eşya kelimesi ile, sadece elbise saat, kitap gibi nesneleri değil, mekanı, evi, sokağı, hatta mahiyeti farklı olmakla beraber, sanat eserlerini de kasdediyorum. İnsan,

«mi­

zaç», «Zaman» ve «eşya» (veya dünya) denilen üç varlı­ ğın sürekli dokuması ile oluşur. Ben prensipleri belirtiyorum. Bir sanatçı olan Tan­ pınar, onların somut bin bir örneğini verir. Eseri sadece bir geçmiş zaman hikayesi zannedenlerin dikkatini çek­ mek için bu noktalar üzerinde durdum. Mizaç, zaman, eşya, hayatı dün olduğu gibi bugün de dokuyan esrarlı mekanizmalardır.

Tanpınar'ın eserini güzel yapan Tanpınar «ben hayal

ile

«somut» oluşudur.

düşünen bir

insanım»

(s, 191)

der. Eser baştan sona kadar geçmiş zamana ait hayaller ile doludur. Fakat her hayal, insan ve toplum üzerinde bir düşünceyi ifade eder. Tanpınar'ın kitabını alelade bir tarih kitabından ayıran

başlıca vasıf da

budur.

Mahur

Beste, tarihi bir roman veya hikaye dizisi olmakla bera­

ber tarih değildir. Burada yazarın aradığı tarihi gerçek değil, insanın gerçeğidir. İnsanı ise sanatçı, daha iyi anlar. Tarihçinin düşüncesi,

tarihçiden

geçmişin

enkazı

olan vesikalarla sınırlıdır. Sanatçı hayali ile görülmedik şeyleri görür. Biz Mahur Beste'yi okurken, tarihi, bir ta­ rih kitabından çok daha iyi anlarız. tünüyle vardır.

Zira onda insan bü­

«Behçet Efendi'ye Mektub»unda Tanpı­

nar «Freud ile Bergson'un beraberce

paylaştıkları bir

dünyanın çocuğuyuz. Onlar bize sırrı insan kafasında, in­ san hayatında öğrettiler» diyor. Tanpınar, başka eserle­ rinde olduğu gibi insariı, vesikaya bağlı

tarihçiler gibi

dıştan değil, içten okur. Tarih bize insan ruhunun karan­ lıklarında cereyan eden ruhi hadiseler hakkında bir şey söylemez. Halbuki tarihi yaratan insandır. Freud ile Bergson, Tanpınar'ın gençlik yıllarından beri tanıdığı iki fikir adamı, psikolog ve filozoftur. Onları bize Tanpınar'ın ilk şiirlerini neşrettiği, Yahya Kemal'in Mütareke yıllarında

yayınladığı

Dergah Mecmuasında

Mustafa Şekip Tunç tanıtmıştır. Tanpınar'ın bütün eser­ lerinde bu iki fikir adamının büyük rolü vardır.

Freud

ile Bergson, XIX. asrın insanı maddi şartlara göre izah eden felsefesine karşı, içe, ruha, içgüdü ve şuur-altına önem vermişlerdir. «Eski bir konak» adlı hikayede Tan­ pınar, Agop Efendi'yi anlatırken bize maddenin ruh ile münasebetinin çok güzel bir örneğini verir. Bütün hika­ yelerde biz derin psikoloji ve felsefe kültürünün roman­ cıya neler kazandırdığını açıkça görürüz. Fakat Tanpınar'ın eserinde tarih, psikoloji ve felsefe halis bir sanat, şiir, resim ve musiki şekline inkılap eder.

Mahur Beste'de güzellik, tabiatta

olduğu gibi, insanın

gözlerini kamaştırır. Hakikat, güzelliğin içinde gizlidir. Mahur Beste, kompozisyon bakımından klasik roman

yapısından ayrılır. Klasik romana bir tek şahsın

görüşü

hakimdir. Biz onlarda hayata ve insanlara, çok defa ya­ zarın arkasına gizlendiği bir şahsın gözleriyle

bakarız.

Tanpınar, Mahur Beste'de romanın bu temel kaidesine riayet etmez. Her hikayede ön plana geçen şahıslarla be­ raber, hayata bakış tarzı da değişir.

«Behçet Efendi'ye

Mektup»unda Tanpınar, bu kompozisyon tarzını «hayat kimsenin etrafında dönmez, herkesle beraber yürür» di­ ye meşru göstermeğe kalkar. Fakat sanat bakımından bu görüşü müdafaa etmek güçtür. Resimde olduğu gibi, hi­ kaye ve romanda da perspektif esastır. Bir şahsın bakış tarzını benimsemeyen roman dağılır.

Tanpınar'ın

«bu

kadar kalabalığı bir şahsın etrafında toplayamazdım» de­ mesi de meşru bir mazeret değildir. Yazar, Huzur ve Sa­ atleri Ayarlama Enstitüsüsü'nde bize

bir

yığın insanı

tanıtır. Kendisinin de söylediğine göre Tanpınar, önce Beh­ çet Efendi'nin hikayesini yazmış, daha sonra onu derin­ leştirirken babasının, karısının, kayınpederinin ve diğer şahısların da hikayelerini yazma ihtiyacını

duymuştur.

«Çekirdek zaman her gün biraz daha genişledi, büyüdü, dal-budak saldı, met ve cezirler yaptı, ileri geri gitti ve daima aradığını yerinde buldu. O zaman anladım ki öy­ le ilk sandığım gibi tek bir zaman parçası

değildiniz»

(s. 198) cümleleri Tanpınar'ın Mahur Beste'yi yazış tar­ zını açıklar. Bu yazış tarzı

Topkapı sarayında olduğu gibi

eklemeye dayanır. Orada her şey yanyana ve ayrı ayrı güzeldir, fakat bütün değildir. Mahur Beste'de Tanpınar bize Abdülhamid ve Abdü­

laziz devirlerinde yaşayan, birbirine yakın ve akraba ol­ makla beraber, hepsi birbirinden ayrı şahsiyet, mizaç ve karaktere sahip insanları tanıtır. Onların özellik ve gü-

zellikleri birbirlerinden çok ayrı, hatta birbirine zıt oluş­ larından

ileri gelir.

kanın içinde yanyana

Bu

şahıslar

aynı zaman

ve

me­

gelmekle beraber, her biri kendi

başına bir alem teşkil ederler. Yazarın onlara bakış tarzı alaycıdır. Fakat bu alay, anlayış, sempati, acıma, hatta yer yer şiir doludur. Tanpınar'ın

başka eserlerinde de

görülen bu «ince alay» Hüseyin Rahmi veya Aziz Nesin'in kaba alaylarından çok farklıdır. Ona bir başka ad vermek icap eder. Edebiyat araştırıcılarının bir gün Tanpınar'ın ironisi üzerinde uzun uzun duracaklarına eminim. Oku­ yucu Mahur Best e'yi okurken, bu ince alayın tadına va­ racak ve sanırım onu sevecektir. Mahur Beste, yapı bakımından dağınık olmakla be­

raber güzel bir eserdir. Okuyucu onu okuduktan sonra kafasında birleştirince, tarihin arka planında insanların nasıl yaşadıkları hakkında çok canlı bir fikre sahip olur, tarihi ve insanları daha iyi anlar. Prof. Dr. MEHMET KAPLAN

Bu romanı büyük bestekôrımız Eyyüb'i Bekir Ağa'nın ruhuna ithaf ediyorum.

MAHUR BESTE

İKİ UYKU ARASINDAKİ DÜŞÜNCELER

Behçet beyefendi, mer h u m zevcesi Atiye hanımefendi­ nin bundan otuz beş sene evvel, sırf kadın inadını yerine getirmek i çin b irdenbire küçük ve manasız bir hastalık ba­ banesiyle genç ve g üzel hayatına veda ederek tek başına kendisine bıraktığı geniş ve eski yatakta bu gece belki bu otuz

beş senenin en sıkıntılı uykularından b irin i uyumuş­

tu. B ütün gece kendisini ziyaret eden çeş it çeş it rüya ara­ sında, tıpkı ince ve rahatsız edici b ir d iş ağrısı gibi,

_

Beh­

çet bey için bu cins ağrılar uzun zamanlardan beri sadece tatlı b ir hatıradır - hep bu sabahı, bu sabahın hayatına ge­ ti receği

büyük değiş ikl i ğ i

düşünmüştü.

Akşam

bu

sıkın­

tı içinde Şerife hanıma darılmış, yine ayn i sıkıntı yüzün­ den taşlıktaki

büyük saatın ayarını düzelteyim diye zem­

bereğini kırmış, sonra her şeyden,

hepsinden kurtulmak

i çin yatağına g irmişti. Ne garip bir uyku uyumuştu . . . San­ ki bütün gece hep uyanıktı; bununla beraber, üstüne yat­ mış olduğu sol kolu yüzünden hep rahatsız olduğu

7

halde

MAHUR

b i r türlü

yerinden

BESTE

kımıldanamam ı ş,

s ı kıntılı

bir

rüyan ın

durmadan değ i şen ve değ i şt i kçe daha bunaltıcı olan bin türlü tuhaflı ğ ı ve azabiyle bu saatı etm i şt i . Doğrusu isteni rse,

b u rüyalarda büyük b i r değ i ş i kl i k

yoktu; h e r gece b u gen i ş yatakta, yaln ız ve uyuşuk dimağı i çin

onun iç gözleri

oynanan o acaip ve şuursuz d ram

bu sefer yine eskisi g i b i ve ayni gölge

aktörlerle oynan­

m ı şt ı . Her akşamki g i b i bu gece de, yaşanm ı ş, her taraf ı s ımsı k ı kapalı ömrüne şuradan buradan teker teker g i rm i ş olan b i r y ı ğ ın insan, onun etraf ına, k i m i h e r hangi y ü z ü ve kıyafetiyle,

kimi yabanc ı ve değ i ş i k b i r çehre ile toplan­

m ı şlar, hare ket etmi şler,

gidip gelmi şlerd i .

Babası mer­

hum İsmail M olla beyefendi, yine duvarda, başucunda ası­ lı duran Hamdullah yazmas ı Kur'an ı kerimi al ı p göstermeye kalkı şm ı ş, bin zahmetle v e b i raz da Şerife hanımın yardı­ mı

ile elinden ancak alabilm i şt i . Bereket versin ki alabil­

m i şti . Yoksa, yoksa sonu fena id i . Yirm i sene evvel geçir­ diği

büyük b i r hastalı kta kurtuluş terleri n i dökerken Beh­

çet beyefendi bu rüyay ı g ö rmüş ve onun verd i ğ i sevinçle hayata dönmüşt ü . Ondan beri hemen her gece, rüyasında bu Kur'an ın etrafında Behçet beyefend inin babas ına karşı ancak uyanarak muzaffer ç ı kt ı ğ ı bir mücadele olurdu. Fa­ kat bu gece öyle olmam ış; Beh çet bey, a ğ ı r ve düşünceli uykunun kendisini

hapsetti ğ i zindanda, b i r "f inal"i olma­

sına alı şt ı ğ ı bu rüyaya rağmen, saatlarca kalmı ş ve gemi azıya almı ş b i r muhayyelenin

bütün aca i pl i klerini tecrübe

etm i şti. Bununla beraber, o

rüyaların

hiç

b i rini yad ırgamıyor­

du. Hatta Atiye han ımefendın in, büyük annes inin o acaip hotozunu giyerek ve beline o zünnar b i ç imli kemer i taka-

8

MAHUR

BESTE

rak karşısına çıkmasında bile büyük b ir değişiklik bulmu­ yor d u . Fena olan şey, bütün bunlar olup biterken,

Fatih

Cam i i 'nde birdenbire kaybettiği merhum babasını bir Cu­ ma kalabalığı arasında ararken, yahut Şerife hanımın ge­ çen g ün kend isine istanbul'dan aldığı o pantuflaların için­ den bitmez tükenmez b ir yığın ked i yavrusunu teker teker, tıpkı bir hokkabazın cebinden veya şapkasından bir yığın eşyayı çıkarması g i b i, çekip çıkarırken hep o h iss i, bundan böyle iste d i ğ i g i b i yaşıyamıyacağı, hayatının a henginin bo­ zulmuş olduğu h issin i ken dis in de hazır bulması,

nefsine

karşı büyük bir hata ve i hmalde bulunanların d uy dukları o keskin azabı - Behçet beyefend i bu duygudan bütün ömrün­ ce kurtulamamıştır- d uymasıydı . içini çekti ve gözlerini açmadan: " Bugün Cav ide gele­ cek . . . " d iye mırıldandı. Neden ve niçin onu davet etmek i ht iyacını d uymuştu ? Gerçi genç bir kadın ın tek başına bir evde yaşaması b iraz garip oluyord u . Aylardan beri kaybo­ lan Sadullah beyin ölümü tahakkuk ed ince bu yalnız yaşa­ ma büsbütün imkansızlaşmıştı .

Kendi ailesinden olan

bu

genç kadına evinde b ir yer g östermesi lazımdı. Sonra genç kadın da yalnızlıktan, bütün pencereleri dar b ir sokağa ba­ kan apartımanında nekadar başka b ir sesle şikayet etmiş­ ti. . .

Zavallı yavrucak, elbette ki

b ütün yazı orada

geçir­

mekten memnun olmıyacaktı . ister istemez ona köşke gel­ mes in i tekl if etm işti . Hatta bununla da kalmamış, "ev se­ n in d ir, elbette sen indir, m u hakkak ki sizin de evinizdir" di­ ye üstüste bir y ı ğın israrda bulunmuşt u . Velhasıl genç ka­ dının ağzından "peki

Behçet dayıcığım, pazartesiye inşal­

lah gelirim" cevabını alana kadar elinden gelen her şeyi yapmıştı

..•

"Ne oluyordu sanki ? ... " d iye tekrarladı.

9

Ş üp-

MAHUR

BESTE

hesiz ki bu eninde sonunda olacak şeydi; fakat h iç olmaz­ sa iki üç hafta sonra olamaz mıydı? iki üç hafta . . . Behçet beyefend inin kapalı gözlerinin önünden

rahat,

yalnız ve

kaygısız saatlarla dolu günler,

bütün ömrünün günlerine

benzeyen, sabah uyanışlarının

önünde açtığı aydınlık ve

derin uçurumunu bin t ü rlü küçük merakı ile ancak doldu­ rabildiği o mesut günler canlandı. B ununla

beraber, olan olmuştu.

Ablasının torununu,

sonuna kadar tek başına kim olduğunu bilmed i ğ i b i r ,h iz­ metç i ile otu rtamazdı ya . . .

Behçet bey için bu hizmetçi

meselesi çok m ü h imdi. H izmetçi ded i ğ in öyle rastgele eve alınamazdı;

evin

rüknü olmalıydı. " Bak,

bizim Şerife ha­

nım? .. " Fakat acaba Cavide ile Şerife hanım b i r i b i riyle ge­ çinebilecekle r miydi? Aksi kadın, bu yen i geleni kimbil i r ne gözle gö recek, n e h uysuzluk lar edecekti . . . geleceğ i n i

Daha onun

haber ver i r vermez kaşları çatılmış, put kesil­

m işti. "Ah mel' un ! nasıl. tek başına bu koskoca köşke sa­ , hip olur musun? " B i rdenb i re iç inden o eski · kin, ta Atiye hanımla evlen­ diği

günden

başlayan ve kırkbeş sene, toprağın altındaki

maden yangınları gibi sessiz sedasız, bazı küçük fır!ayışla­ rın dışında h iç b i r iz göstermeden çoğalan, b i r iken büyük kin tekrar coştu.

Bu kadın bütün hayatını lokma lokma · Behçet beyefendiye, bazı küçük

zaptetmiş ve kend isine,

meraklarını, - Şerife hanıma göre deliliklerini - serbestçe . tatmin edebilmekten başka b i r hü rriyet bırakmamıştı. " O h, ne iyi oldu ! Elbette gelecek ve evin hanımı olacak Şerife hanımın bu yeniden karşısındaki

. •. "

Ve

yeniye kurulacak ehli saltanat

çeh resini düşünerek adeta

memnun

oldu.

" Kimbilir, belki de . . . " Fakat hayır, Şerife hanımın bu ev-

10

MAHUR

BESTE

den gitmesi okadar büyük b ir değ işiklikti ki, B ehçet beye­ fendi bunu düşünmeye b ile cesaret edemed i. Sonra, b iz­ zat kendisinin de Cavide ile uyuşa bileceği pek belli değil­ d i. B ehçet b ey zavallı, insanlardan kaçan b ir ihtiyardı. Bu­ nu

söylerken vaktiyle

evlend i ğ i

sırada

Mısır'dan

get irtil­

miş olan siyah a banozdan geniş karyolanın içinde, levanta çiçeği kokan beyaz örtülerin arasında, sırmadan yıldızlarla süslü

Halep işi

yorganın

altında, kend isini b irdenb ire ol­

duğundan daha küçük, daha b içare buldu. Hakikaten eski­ si g ib i m iyd i ya ? ... Esk is i okadar uzak, o kadar efsanevi b ir alemdi k i. Behçet bey orada, bu alemin her şeyi değişti ren ve güzelleştiren büyülü ışığı a ltında kend isini isted i ğ i g i b i tahayyül edebilirdi. Birdenbire aklı evlend i ğ i

seneye,

b iricik aşkına,

her

Fakat Behçet beyin

ömürde b ir kere açan o bahara g itti.

hayatı bu c insten seyahatleri zorlaştıran b ir hayattı.

Mazi

onun için tehlikeli b ir mıntakaydı. Onun için ç a bukça dön­ dü.

insan ömrü zavallı, çok zavallı

han. . . " diye mırıldandı. Bu, men sımsıkı

bağlı olduğu,

bir şeydi.

Behçet beyin

" Darülmi­

her şeye rağ­

bir sarmaşığın dallarına, çen­

gellerine b enzeyen b in türlü alaka ile, her zerresine kenet­ ledi ğ i hayatın kendi lügatindeki karşılığı idi. D a ha doğru­ su, ömrünün tecrü beler in i hatırladığı zamanlar,

kendis ini

teselli için bulduğu kelimeydi. Başka türlü olsaydı ne ola­ caktı sank i ?

Mademki ş imd i ihtiyar ve b içare b ir şeydi. . .

Fakat acaba geçineb ilecekler m iydi ? Bu uzak mazi yolcu­ luğu ·ona

emekdar

hizmetç is ine karşı

iç inde uyanan

kini

unutturmuştu. Şimdi Şerife hanımı olduğu g ib i, yani hayatının b iricik zarureti olarak gör üyordu.

Bu asık yüzlü, dedikoducu ka-

11

MAHUR

BESTE

d ın, onun için her şey d i: sıcak çayın üzerinde tüttüğü kah­ valtı teps is i , muntazam yemek sofrası,

sıcak ve temiz ya­

tak, yumuşak terlik ve her türlü kaygıdan uzak, ken d i işle­ rine kalan geniş, huzurlu saatlardı. boğuşması yeterdi.

Onun sade kiracılarla

Vakıa Behçet beyefen d i zaman zaman

kiraların alınması, kunturatların yapılıp ya pılmaması hakkın­ da h i zmetçisini tenvi r etmez değildi, fakat ikisi de bunu sa­ dece işin dış tarafını kurtarmak için olduğun u bilirlerdi. Ya geçnemezlerse. . .

Fakat olan olmuştu.

Zaten yaptığından

pek de pişman değildi. Cavide akıllı, neşeli b i r kadındı. Etra­ fındaki yalnızlık bu genç ve güzel kadının vücu dü i le değ işe­ cek, evin içinde yepyen i ve sade ş i i rden b i r hava esecekti. Hakikat şu ki Behçet bey, bütün akrabası içinde, abla­ sının torununu sever d i.

Cavide, çocukluğunun b i r kısmını

bu evde onun yanında ge ç i rmişti. Şımarık ve alaycı tabiatı­ na, kuru h i ddetlerine rağmen bu

ihtiyar bekarı avutmasını

bilird i. Onun hatırı için tanbu ra başlamış, sonra da bırakma­ mıştı. Fakat nekadar değ işmişti !

Onbeş sene sonra tekrar

onunla karşılaşınca adeta tanıyamamış,

hatta nasıl, hangi

eda ile konuşacağını şaşırmıştı. " Bereket versin, kızın şıma­ rıklığına . . . " Ş ü phesiz ki onun yerine mesela b i r erkek yeğeni bulunsaydı da o gelseydi daha çok memnun olacak değ i l d i ; erkekler Behçet bey için bütün

ömrünce okadar hoyrat ol­

muşlardı ki. . . B ütün ömrü onların mütehakkim hodbinlikleri arasında geçmiş, her baş vurduğu yerde, mektepte, kalem­ de, vaktiyle azası olduğu Şürayi Devlet'te, sokakta, Sahaf­ lar içinde, antikacı d ükkanlarında, eski mücellitler arasında hep ayn i aşılmaz duvarla karşılaşmıştı. Hayır, gelecek ola­ nın genç ve güzel b i r kadın olmasından

memnundu ve Ca­

vide'yi gerçekten güzel ve müstesna buluyordu.

12

MAHUR

BESTE

B ununla beraber, sadece b u "genç ve güzel kadın " keli­ meleri onu korkutuyordu. Genç kadın, sonra bugünün kadı­ nı, yıllardır yabancısı olduğu b ir şeydi. Behçet bey i ç in genç kadın hüviyeti ömrünün biricik tecrü besiyle birkaç kelimede hülasa edilebilirdi; y umuşak bir ten, cazip bir koku,

yalan

ya h ut hayal kadar güzel bir s es, bir yığın süs ve hepsinin ar­ kasında bir okadar fantezi bir inat. . . B irdenbire içine başka bir korku geldi: ya Cavide evde her şeyi değiştirmeye kalkarsa. . . Maçka'daki evde kendile­ rini a ldıkları odayı, o yumuşak ve alçak sediri,

renk renk

yastıkları, ortada ne işe yaradığını b ilmeden aca ip b i ç im iy­ le, bod urluğu ile hoşuna giden rahle bozuntusu k üçük masa­ yı, şurada burada sürünen b i r yığın bebeği, biçimsiz koltuk­ ları hatırladı. Genç kadın bütün bunları pekala bu köşke ve Behçet bey i n hayatına sokmaya çalışab il ird i. " B enim de be­ beklerim var. . ." Ve yatağının iki yanında birer esk i zaman tılsımı gibi duran siyah katran vücutlü, kıvırcık saçlı, kırmı­ zı karanf il dudaklı, akik gerdanlıklı fellah kadınlarını, komo­ dinlerin, odanın i ç inde her kımıldanışında kend isine ş işkin göğüslerini

gösteren ve Behçet beyi tadılmamış,

zevklere davet eden süslerini düşündü. belden aşağıları

yabancı

Bereket versin k i

birden bire kayboluyordu.

" Rahmetli Ata

Molla'nın aca ipli ğ i işte . .. Sanki kızına başka bir yatak takı­ mı bulamazdı ? . .. " Ve kırkbeş sene sonra Behçet beyefend i bu çeyiz hatasını bugün olmuş bir mesele g i b i cidd iyetle mü­ nakaşa etmeye hazırlandı. Eğer merhum ref ikasının hatıra­ sı olmasaydı, çoktan onları B edesten'e gönderirdi. B ununla beraber, mesela Cavide'nin onları beğenmeyip

yerlerinden

oynatmasına h i ç bir zaman razı olamazdı. Başına ne iş açmıştı. .. Kimbilir, belki bu hoppa kadın,

13

MAHUR

B E STE

evin iç inde her şeye itiraz edecekti. " Onlarda d id işmek a ile mi rasıdır. . . " Bu düş ünce ile aklına Cavide'nin dedesi, ya­ ni eniştesi Arif bey geldi. Bu adam, bütün ömrünce kendisi­ n i beğenmemiş, sevmemiş, onun la didişmiş du rmuştu. Az kalsın, " be reket vers in, öldü de kurtu ldum . . . " diyecekti, fa­ kat kız ka rdeş inin bu ölümle pe rişan yüzü, b i rdenbi re ışığı ka rarmış b i r lamba g i b i yaşayışı, aradaki zaman fasılasına rağmen, kendisine bugün olmuş b i r şey g i b i göründü. Hayır, bukadar yakında olan b i r ıztıraba ka rşılık gelen b i r kurtul­ mayı o elbette istemezdi. Sonra, zavallı adamın ne kabahati va rdı ? K i tapları yanmadan önce, hemen her gün, kend isi­ ne " bukadar serveti böyle kav g ib i b inada, bu kib r it kutu­ sunda saklıyorsun; maazallah b i r ·yangın, mahvolursun !., diye nas ihat verm i şti.

b i r şey oluve rir,

O zaman bu sözleri

d inlememiş, hatta merhum İbrah im Paşa a iles in in baba oca­ ğı olan o koca konağa " k i b rit kutusu", "kav " g i b i h iç b i r su­ retle layık olmayan isimle r vermesine gücenm işti.

Fakat

A rif bey dinler m i ? A llah rahmet etsin, kafasına koyduğu şe­ yi dil ine tesbih edenlerdend i. Gün aşırı nasi hatını tekrarla­ mış, o söyledikçe Behçet bey de eski konağa daha çok bağ­ lanmıştı. Nihayet konak yanmşı, dört b in c iltl ik "k ütüb ü nef ise" okadar feramin, çekmeceler dolusu evrak kül olmuş g itmişti. Fakat A rif beyin kılı b ile kıpırdamamış, ertesi gün ka rşılaş­ tıkları zaman b i r tek taziyet cümlesi b ile ağzından çıkmamış, sadece kayınbi rader inin yüzüne bakarak: " Behçet bey, sana b u kitapları, bu kav g i b i evde b i r gün yakacaksın dememiş m iydim ? " diye çıkıştıktan sonra çekilip g itmişti. Elbette ya­ na rdı. üze rinde bukadar göz kaldıktan sonra . . . Nazara taş­ lar bile dayanmazdı.

14

MAHUR

BESTE

Ş imdi bu taş yürekli adamın kızı gelecek, o dede m i rası inat ve israrla bu evin iç ini altüst edecekti. B iraz da haklıy­ dı ya ! Mesela bu yatağın üstünde bir y ı ğ ın kitapla yatmasına kim razı olurdu? Fakat bu onun senelerden beri alıştığı bir şeydi. Sevd i ğ i kitaplarını oraya , yorganın içinde bir kenara toplar, sonra onlarla beraber, t ıpkı oyuncağı ile beraber ya­ tan ve onu kucaklamak için zaman zaman tatlı uykusundan uyanan bir çocuk gi bi, onlar la koyun koyuna yatardı. Sonra bu odanın hali . . . Behçet bey, yattığı yerden karanlıkta oda­ sını düşündü. Tuhaf bir zihin itiyadiyle, her şeyi yerli yerin­ de, olduğu g i b i bulun uyordu. Bahçeye bakan iki pencere ara­ sında büyük masa vardı.

B urada Behçet beyin mücellitlik

aletler i ve levazımı duruyordu. Kapının sağındaki küçük ma­ sa, saat tamir ine mahs ustu. Duvarda, yıllardır elini sürmedi­ ği tanburları, bir iki ney asılıydı. Köşede, her yerde, henüz b ir türlü b ir camekan alıp yerleştiremed i ğ i bir yığın antika eşya, çanak, çömlek, fincan, gümüş takım, eski minyatür, karmakarışık duruyorlardı. Daha ötede, yatağın b iraz ileri­ sinde, Lİç gündenberi, büyükçe bir kolt uğa, yeni satın aldığ ı sedef ayna dayalı idi. B u karışıklık, yıllarca çalışarak, Şer ife hanımın dikkat ini en saf hiylelerle aldatarak elde edilmiş bir şeyd i. Bir çocuk israr iyle evin bünyesi iç inde bu oda, yıllar boyunca, aca ip varlığ iyle yavaş yavaş, efsanevi bir meyva g i bi, otuz yılın içinde damla damla meydana gelmişt i. Kıyı­ da bucakta neler, neler yoktu

. . •

Behçet bey için bütün hayat iki kısma ayrılabilirdi: ken­ di ömrüyle bir taraftan bağlanan şeyler ve ona yabancı olan­ lar. işte Behçet bey bu odayı kend isine ait olan şeylerle vü­ cuda getirmişti. Yatağın karşısındaki gardropta ve onun da­ yalı d urd uğu duvarda, karısının elbiseleri duruyordu.

15

Kon-

M AH U R

BES TE

solun üzer indeki bi ilGr kasede gelinlik süsleri, tel ve duvak­ tan kalanlar vardı. Behçet bey bu aziz hatırayı karanlıkta en küçük kıvrımlarına kadar hatırlıyordu. Yanıbaşındaki küçük çekmece, ölünün boynuna ve kollarına taktığı süslerden el­ de kalanlardı. Yatağın altında ayakkabıları ve terlikleri var­ dı. Ve Behçet bey hayatını hatıralariyle

beraber topladığı

odada bütün gününü, tamir ett i ğ i saatlarla, c iltle d i ğ i kitap­ lar arasında, her biri bell ibaşlı iki atelye g i b i olan masala­ rın bir inden öbürüne g iderek geçir iyor ve gece old u mu, mut­ lak bir ebed iyet imaniyle içtimai mevki f ikr ini okadar gar i p surette brleştiren eski Mısır hükümdarlarının bütün zeng in­ l iklerini topladıkları mezarlarında ölüm uykularını uyumala­ rı g i b i, o da bu sevd iği eşya arasında, hangi zamanı saydık­ ları bilinmeyen bir yığın saat tıkırtısı içinde uyuyordu. Şüphesiz ki bu odanın, n izamını n izamsızlıktan olan

bu

latif terk ib in bozulmasına kolay kolay razı olmıyacaktır. B u­ nunla beraber, bir kadın inad iyle mücadele etmek güç bir şeydi ki. . .

okadar

işte sevgili refikası Atiye hanımefendi

sırf bu inat yüzünden o genç yaşında ölmemiş m iyd i ? B unu ancak bir kadın yapabilird i ? Behçet bey, Atiye hanım ın ken­ d is iyle yaşamaktan bir türlü

hoşlanmadığını,

hatta nefret ettiğini iyice biliyordu.

kocasından

ölümüne sebep te bu

idi. Ne doktorların kend isine birbiri ardınca saydıkları bir yığın hastalık adı, ne de haftalarca evcel bahsettikleri tehli­ ke onu bu düşünceden vazgeçirtmemişti. Hastalık başka şey­ di, ölüm başka şey . . . Aralarında okadar uzun bir yol vardı ki işte Atiye hanım bu uzun yolu, kadın

inadının zoruyla,

kend isine karşı besle d i ğ i nefretle üç haftada geçivermişti. Zaten bunu gizlememiş, kend isi de söylem işti. ölümünden birkaç

saat evvel 16

onu yanına

çağırmış,

M A HUR

B E S TE

"Bey, bey, demişti, işte ölüyorum. Fena şey ama, n e yapa­ lım ?" Sonra kocasının orada yatağın çarşaflarına başını gö­ müp a ğladığını görünce, o hasta yüzde daha manalı olan bi­ çare bir tebessümle, fazla kederin yeri olmadığını,

Behçet

beye bu "darülmihan" da bir kadının en lazım şey olduğu­ nu, kitaplariyle, saatleriyle, ciltleriyle bundan böyle istediği gibi meşgul ola bileceğini, hiç kimsenin kendisini artık

ra­

hatsız etmiyeceğini ilave etmişti. B u sözler hakikatte genç kadının nasipsiz hayatından ala­ bild iği biricik intikamdı. O, Behçet beyin evine, Çırçır "ha­ rik-i kebiri "nde yanan İ brahim Paşaların konağına bundan kırkbeş sene evvel, yirmi y aşının bütün saadet hulyalariyle gelmiş ve daha ilk geceden itibaren küçücük boyu,

temiz

yüzü, temiz kıyafeti, kibar ve zarif, ölçülü konuşması, çok itina ile yapılmış bir kuklayı

hatırlatan kocasiyle başbaşa

kaldığı andan itibaren bütün bu h ülyaların avucunda bir kül yığını olduğunu görmüş ve o geceden iti baren ölümüne ka­ dar, bütün talih kurbanlarının tek siperi olan imkansız bir sa­ bır ve tesJimiyetin arkasına sığınarak, h�p bu sözleri söyli­ yeceği son dakikayı düşünmüştü. Nihayet onu söyledikten, ömrünü kıran bu biçarenin yüzüne karşı gülerek talihine olan isyanını haykırdıktan sonra, hiç bir saadet hulyasının r a ha t ve h uzurunu bozmıyacağı büyük uykuya dalmıştı. Behçet bey, on senelik evli hayatında karısının kendi hak­ kındaki hislerini anlamamış değildi; onun anlamadığı, ha­ la anlıyamadığı nokta, bukadar basit bir şey karısının yıllar­ ca ölümü beklemesi ve görür görmez kuca ğına atılmasiydi. işte kendisi, Behçet bey, her şeye ra ğmen yaşıyordu ve ya. şıyacaktı. Ne olursa olsun, hayat güzel bir şeydi. Eski saat­ lar bakılması, iyileştirilmesi lazım gelen temiz yüzlü, iyi yü-

17

MAHUR

BESTE

rekfi hastalardı ve kitaplar, iyi ciltlenince, birdenbire gençle­ şiyor, güzel giyinmiş kadınlara benziyorlardı. B i rçok a h bap meclislerinde saz yapılıyor, şa rkılar, besteler, semailer oku­ nuyordu. Antikacı dükk anla rında, üzerinde mazinin, yaşan­ mış zamanın izlerini taşıyan ve bu izlerle güzelliği, değeri a rtan, hulasa zaman ve insan tecrübesini kutsi bir büyü gibi kendi va rlıkla rında taşıyan bir yığın eşya va rdı. Ha la müza­ yedeler o l uyor, geniş ve çıplak, her tara fını dolduran eşyaya ra ğmen çıplak salonla rda, çiy ve yüksek tellal sesleri, etraf­ l a rındaki faciaya kayıtsız, e lleri a rasından geçen şeylerin ha­ kiki değerinden h a bersiz, telaşlı ve mütehakkim bir eda ile d u rmadan zengin koleksiyon p a rçala rını birbiri a rdınca sa­ yıyor, Bohemya billuru, Sevr porseleni, Çin kasesi, İran ha lı­ sı, Hind veya Bizans oyması fi ldişi, Empire üslubu konsol, Aziz devri yazı takımı, Tebriz cildi, Herat minyatürü, Diyar­ bekir ve B u rsa k umaşı, İstanb ul yazması, Edirne kesmesi el­ d en e l e dolaşıyor, sonunda ya bir müze salonunda,

ya hut

şa hsi bir koleksiyonda, zaman dışında kalmış yekp a re uyku­ la rını uyumak için sahip d eğiştiriyordu. Behçet bey bütün eski, güzel, renkli ve kıymetli şeyleri severdi. Ona göre h a yatın en manalı t a ra fı bu cins eşya a ra­ sında

geçirilen zamandı. Antikacı dükkan la rına, müzayede

rerlerine, Bedesten'e sık sık uğrar, a hbapla rının h ususi ko­ eksiyonlarını gezer, bütün gününü ayak üstünde, eski a yna­ aııın , küçük mücevher

çekmecelerin,

Çeşmibü lbül' l e rin,

ıamdan ve surahilerin, kitapla rın ka rşısında ha yran bir vecit­ e geçirirdi. Ciltleri veya h a lıları bir ka dın teni gibi lezzetle ıkşar, tezhiplerin çiçeklerinde solmaz bir b a h a r

vehmeder,

ynala rın derinliklerinde geçmiş zamanla rın ve bilinmeyen