Kelimebaz I [1, 1 ed.]
 9789752896383

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

709

SEV A N N İŞA N Y A N İstan b ul’da doğdu. R obert K olej’den son ra ü niversite eğitim i için gittiği ABD’de felsefe ve siy aset bilim i oku du . C om m o do re-64 bilgisayarların ı T ü rkiye’ye g eti­ ren T eletek n ik firm asını ku rdu ve yönetti. T ü rk iye’nin ilk popü ler bilgisay ar dergisi olan Com modore'u kurdu. 1986’d a orduyu isyana teşvik su çu n d an hapis yattı. İzm ir’in tarihi Şirince köy ü n e yerleşti; bu köy ü n onarım m a ve tanıtım ına em ek h arcadı. Restore ed ilm iş köy evlerinden o lu şan N işanyan Evleri adlı oteli k u rdu ve büyüttü. T ü rk turizm ine d eğişik bir b ak ış açısı getiren Küçük Oteller K itabı’nı on yıl sü reyle yayım ladı. Ç ağd aş T ü rkçen in bilim sel esaslara dayan an ilk etim olo ji sö z lü ğ ü olan Sözlerin Soyağacı’nı yazdı. 2 0 0 4 ’te İn san H akları Dern egi’nin A yşegül Z arako lu Ö zgü r D ü şü n ce Ö d ü lü ’nü aldı. K ü çü k O teller Sitesi ile 2 0 0 6 ’da w eb tasarım ı dalın d a Altın Ö rü m cek ö d ü lü n ü kazandı. Şirince’de Ali N esin ile birlikte N esin M atem atik K öyü ’nü inşa etti. Türkiye C um h u riy eti’nin resm i tarihine ilişkin sistem li bir eleştiri d en em esi olan Yanlış Cumhuriyet'i 2 0 0 8 ’de yayım ladı. H alen Şirince köyü n d e otu rm ak ta ve otel yöneticiliğiyle iştigal etm ektedir. Ü ç ço cu k babasıdır.

KELÎMEBAZ - 1 .’9 Ekim 2008 - 28 Nisan 2009 tarihleri arasında l araj gazetesinde çıkan “Kelimebaz” yazıları

Sevan Nişanyan

D enem e 47

K elim ebaz - 1 Sevan Nişanyan

K apak lasan m : Iç-ıııihrak ıcm ihrak.blügspot.conı M izanpaj: Bahar Kuru

© 2009, Sevan N işanyan © 2 009; bu kitabın yayın hakları E verest Y ayın lan’na aittir.

1. Basını: Ekim 2009 ISBN: 978 - 975 - 289 - 638 - 3 Serlifika No: 10905

Baskı ve Cilt: MelLsa M atbaacılık Tel: (2 1 2 ) 674 97 23 Fax: (2 1 2 ) 6 7 4 97 29

EV ER EST YAYINLARI T icareth ane So k ak No: 53 C ağaloğlu /İST A N B U L Tel: (2 1 2 ) 513 34 20-21 Faks: (2 12) 512 33 76 G enel D ağıtım : Alfa, Tel: (2 1 2 ) 511 53 03 Faks: (2 1 2 ) 5 19 33 00 e-posta: everesi@ alfakitap.com w w w .everestyayinlari.com E verest, Alfa Y ayınları’nın tescilli m arkasıdır.

Bu k itap Sev an N işa n y a n ’m T a r a f g az ete sin d ek i Kelim ebaz k ö şe sin d e 29 E k im 2 0 0 8 - 28 N isa n 2 0 0 9 tarihleri a rasın d a y ay ım lan an m ak alelerin i içerm ek ted ir. Y azılar gazeted e çıktı­ ğ ı gibi, d ü z eltilm ed en verilm iştir. B azı y azılara, o yazıyla ilg i­ li o k u r y o ru m la rı, eleştiriler, d ü z eltm e le r ve k a rşı gö rü şle r ile y azarın ce v ap ları ve n o tla n ek len m iştir. E k len en b ö lü m ler d ip n o tlar ile gö sterilm iştir. Y azarın A gos g az ete sin d e çıkan “N asıl S ö z lü k ç ü O ld u m ” b a şlık lı m a k a le si k itab ın so n u n d a yer alm ak tad ır.

İÇ İN D E K İLE R

Cum huriyet K uruş

İrtica

I

43

M uhafazakâr

3

Lacivert

Soğan

5

7

Ç av uş

49

Ç akırkeyif 9

T erör

51

Sürpriz

Eldiven

Rum

Zenci

11

53

Firkateyn

13

55

K araköy

56

Şiddet

17

Tereyağı

58

M aiyet

19

Fem in izm

M enkul

15

K okoreç

C orç

21

Yem in

25

K akofoni

Ü stade

27

Patates

Kem al

29

Lara

K orsan

Çay 31 M alazgirt Jile t

Alevi

64 66 68

70 72

H alletm ek

33

K utsal

35

Paragraf 37

K aşar

H aşan

A sim ile

39

Sivas, Kayseri

60

62

23

Deyyus

41

A ngut

45

47

76 79 81 83

74

K aranlık

85

F elsefik

C am baz

87

Lise

Ç arşı

89

Sevan

Zengin, fakir Ege

91

93

Paşa

164

166 168

D esim al

170

Eflatun - III

97

Kant

1 72

174

Leblebi

99

Insert etm ek

Yalanci

101

İp, sa p

Saat

103

Bikini

105

O rtodoks Düven

107

Pastırm a

112

191

K andil

194

M em at

196

Incil

O kum ak

186

189

Ejderha

121

Pide

184

Türkiye 115

119

Pars

182

Ceviz N aiv

Verd-i cenan Ö zür 117 Yelda

Şebek Türban

110

123

125

198

200

M odern

202

Tarım

205

Naylon

127

M cdon alds

Eflatun

129

M uhtar

¡31

K alabaliken

Sm okin

176

180

207

209 211

QW X

J3 3

M alum u ilam

O cak

135

Eğitm ek

Filistin

138

Yelkovan Çin

Taktir

141

143

H oşbeş Akıl

145

147

M ündem iç A m erika tsh ak

149 151

153

219

Pertavsız Tazı

221

224

C eket

226

N ifak

228

Ü niversite

230

Ü niversite - II Sel/sal

236

Eflatun - 11 156

M edrese

A nadolu

A pron

241 243

158

214

216

239

Egzost

160

En sest

Aydın

162

İğrenm ek

246

233

• ıiizcl

248

A licengiz

32J

IDK

251

Canavar 325

brma

255

Öz

I olita

257

Zührevi

AA 259 261

K ohen

263

M iki

329

M alta eriği 331

Hürriyet Ilıilun

327

265

lindülüs

337

Takiye

340

O bez

268

334

Cübeyl

342

Moruk

271

Klozet

Yunan

274

K ıtıpiyos

Lagaluga Lağım

277

346

Ç atana

279

349 351

M endebur

353

Millet 281

K elim e

Saylav

284

K artoteks

Sudan

287

Lingua franca

Kayı

289

Göze

292

Nihrir

Bereket

294

U çm ak

296

Filan fıstık Silifke Fırat

355 357

Boyoz

364

H aşırt

366

M akram e 299

M eryem

302

Tehcir

304

360

362

368 370

372

L af 374

Y anm ak/Yakm ak

307

M agazin

377

Haber

310

Boşgezenyan

Hindi

3 J2

B o n u s M akale: Nasıl Sözlükçü

Kriz

315

Cahiliyye

O ldum ? 317

D izin

389

379 382

KELİMEBAZ - 1 29 Ekim 2008 - 28 Nisan 2009 tarihleri arasında Taraf gazetesinde çıkan “Kelimebaz” yazılan

kelimebaz Taraf 2008 neol. || § A r k a lım a ' sözcü k [#klnı sf. f.] + F a b âz oy n ay an (< h ay tan o y n a m a k ) ->

k e la m

,

b a z îç e

CU M H URİYET

Bizim bu taraflarda cum huriyet kurm a işine ilk Mithat Pa­ şa’nm giriştiği rivayet edilir. Üç ayda iki padişah devirmiş ol­ manın verdiği özgüvenle Paşa, 1876 sonlarında, gerekirse üçüncüsünü de devirip kendi iktidarım kurm a zam anı geldi­ ğini düşünm eye başlar. İstanbul sokaklarında birtakım kala­ balıklar Paşa lehine tezahürat yaparlar. Vatansever gençlik ayaklanıp yedi düvele, o olmadı Rusya’ya savaş açm ayı talep ederler. Sonunda Abdülhamit bir sabah dört zaptiye gönderip Paşayı evinden aldırır, Avrupa’ya sürer. ^ Konu kapanır. 1917’de D ünya Savaşı sürerken Enver Paşa da cum huriyet kurm a sevdasına düşm üştür. A ncak partidaşı ve diktatörlük­ teki ortağı olan Talat Paşa buna karşı çıkar. O dönem de T a­

lat’la sıkı fıkı olan kom utanlardan M ustafa Kemal Paşa da cumhuriyetin “henüz vakti gelm ediği” görüşündedir. Sonra­ dan Falih Rıfkı’ya anlattığı anılarında böyle der. Vakit altı yıl sonra gelir. Arapça bir sözcük olan cum hür esasen “küme, yığın” de­ mek. Çöldeki kum tepelerine Araplar cum hur diyor. Bunun çoğulu olan cem âhir bazen “topluca hareket eden insan kala­ balığı” anlam ında da kullanılıyor. Avrupa’da 18. yüzyıl sonla­ rında zuhur eden république yahut republic rejimine Osmanlı aydınları önce cum hur adını vermiş. 19. yüzyılın ilk yılla­ rında buna -iy yet takısı ekleyip Türkçeye özgü yeni bir terim oluşturm uşlar. 2 9 .1 0 .2 0 0 8

5-6 Şu b at 1877. M ithat P aşa’m n Yıldız M ah kem esi’nde h ü k ü m giyip T aife sü rü lm esi bu n d an d ört yıl daha son rad ır. M ithat P aşa’n m ikbal ve idbarm a dair ayrıntılı bilgi İbnü lem in, Son Sad raz am lar (İstan bu l M aarif Bas. 1955, sf. 3 2 0 ) vd. m evcuttur. İb n ü lem in ’in aktard ığın a göre A b dü lham it, Paşa hakkın d a şu g ö rü şü ifade eder: “ [M ithat ve R üştü P aşalar] h aindirler. (...) H anedan-ı O sm aniyeyi küşei nisyane attırıp m em leketi cu m h u riy et hey’etine koy m ak ve kendileri d ah i reisicu m h u r o lm ak efk ân n d ad ırlar. O nun içün ahaliye su reti hak­ tan görü n erek h ü kü m etim izin hal-i m eşrutiyete inkılabını arzu ederler. (...) O nlar jin kılabı] an cak idarei m em leketi bü tü n bütün altıyüz sene­ lik bir hanedan elin d en g a sp etm ek niyet-i fasideleriyle iste rle r.” (Son S ad razam lar, sf. 3 6 2 .)

K U RU Ş

O rtaçağ boyunca Avrupa’da standart kur 12 güm üş denariu s = 1 altın so lid u s, diğer adıyla schillin g imiş. 13. yüzyılda altın paraya talep artıp arz yetersiz kalınca, 1 altın paraya eş­ değer (yani 12 güm üş para değerinde) büyük boy güm üş pa­ ra çıkarm ışlar piyasaya. Latince g ro ssu s (kaim , kaba) veya İtalyanca gro ssin o adı verilen kalın güm üş sikkeyi ilk kez 1271 tarihinde Tyrol dükü 11. M einhard bastırm ış. K ısa süre­ de bütün Avrupa’da benim senm iş. Bilhassa Avusturya hane­ danına bağlı ülkelerde 1300’lerden itibaren Almanca adıyla grosch bol m iktarda basılmış. 1680 tarihli M eninski lügatine göre Osmanlı ülkesinde ğroş veya ğo roş veya ğuruş “Avusturya thaler’ine verilen ad”

imiş. G üm üş ğroş ya da kara ğroş İstanbul’da revaçtaymış am a M acar eyaletlerinde altın florine ğroş ya da kızıl ğroş adı verilirmiş. O sm anlı devleti ilk kez Viyana yenilgisinden sonraki mali kriz nedeniyle 1690 yılında m angırı tedavülden kaldırıp 120 akçe değerinde güm üş ğuruş darbetmeye başlam ış. Tahminim ce bunun bir nedeni, M acaristan elden gidince, piyasada yaygın olarak benim senen Avusturya paralarının kökünün kurum ası olabilir. M isal, döviz kaynağı kuruyunca T ürk dola­ rı basm ak gibi bir şey. Sözcüğün yazım ı 20. yüzyıla dek ğu ru ş idi. Harf devriminden sonra k u ru ş benimsendi. 3 0 .1 0 .2 0 0 8

LA CİV ERT

Farsça lâcivard koyu mavi renkli bir sü s taşının adı, Frenk­ çesi lapis lazuli. Lâcivardî ise bu taşın rengi. Bizde de eski m e­ tinlerde rengin adı laciverdi diye geçer, 20. yüzyıl ortalarına doğru sondaki î düşer. Laciverd taşı 6500 seneden beri sadece Afganistan’ın doğu­ sundaki Badahşan ülkesinde bulunan Laciverd dağında çıka­ rılmış. M ısır firavun mezarlarında bulunan lacivertlerin bile oradan geldiği biliniyor. Eski de-nrde madeni belli ki Hintliler işletm işler. Ç ünkü sözcüğün aslı Eski Hintçe râcâ-varta, yani “kral payı” . Yabancı dilden alınan /r/nin d/ye dönm esi Farsça­ da standart. Avrupa’ya Haçlı Savaşları dönem inde ya da belki 1290’larda Sicilya’daki Arap emirliği vasıtasıyla Arapçadan gelmiş.

İtalyanca en eski örneklerde lazzuro, lazzulo ve lazzurto gö­ rülüyor. Geç Latince lazulum biçim inden lap is lazuli (“lazul taşı” ) kalm ış. Buna karşılık avam dilinde, baştaki 1- İtalyanca belirleme harfi (article) zannedilip kesildiği için, azzurro (İt.), azur (Fr.), azure (Ing.), azul (Isp.) biçim leri tercih edilmiş. 3 1 .1 0 .2 0 0 8

RUM

Erzurum ’un aslı Erzen-i Rum’dur. Diğer Erzen olan Erzen-i Arab bugünkü Garzan (yani Kurtalan) ilçesine adını vermiş olan şehirdir; Kurtalan-Batman karayoluna yakın bir yerde ha­ rabeleri görülür. 10-11. yüzyıllarda bunlardan birincisi Rum İm paratorluğu’nun, İkincisi Arap-lslam aleminin önemli birer sınır kenti idi. Rum tabii esasen İtalya’daki Roma kentinin Şark dillerinde geçen adı. Bizim Doğu Roma veya “Bizans” adını verdiğimiz im paratorluğun ahalisi kendini Rom aiös yani “Rom alı” diye bilirdi. Bizans’ın resm i dili de R om aikâ yani Roma dili idi. He­ len/Elen adı, özellikle Hıristiyanhk-öncesi Yunanlıları ifade eden, dinsizlik çağrıştıran, güncel anlam ı olm ayan tarihi bir

isimdi. 19. yüzyılda yeni Yunan milliyetçiliğinin doğuşuyla beraber o adı da canlandırdılar. Acemcede yakın devire kadar Türkiye Türklerine Rum, As­ ya Türklerine Türk adı verilirdi. M esela 18. yüzyılda yazılm ış olan Senglâh isim li Türkçe-Farsça sözlükte Türkiye Türkçesi­ ne özgü olan kelim eler “Rum ca” , Çağatayca olanlar “T ürkçe” diye belirtiliyor, k an lılar ve galiba Kürtler arasında Türkiye Türklerine halen aşağılayıcı anlam da “Rum ” denirm iş diye duydum . 2 01 . 11.2008

2

K elim ebaz’ın y azışm a trafiği ilk bu yazıyla hareketlendi. Bazı oku rlarım Rum sö z c ü ğ ü n ü n Kürtçe ku llan ım ın a örnekler verdiler: Ben SivaslI bir A levi-K ürdüm . Bizim köyde de h âlâ T ü rklere Rum denir ve “R u m ’ da m erh am et olm az” diye de bir atasö zü söylenir durur. U rfa’dan: K ü rtler T ü rkiye T ü rklerine Rom derler y alnız b u n u n aşağılayıcı bir an ­ lam ı yoktur. Ö zellikle T ü rk askerin d en bah sed erk en leşker-i rom denir. Bu O sm anlIyı da B izansın d evam ı olarak g örm ekten kaynaklanıyor olsa gerek. V an’dan: A şağılayıcı m ı, d eğil mi tam em in değilim am a T ü rkiye T ürklerine k e­ sin lik le R um i deniyor. Buna özellikle Şivan P erver’in şarkıların da ço k ça rastlayabilirsiniz. Son ra bizim oralarda, çok sık lık la o lm asa da, T ü rklere böyle diyenler var.

8

ÇA KIRKEYİF

Ç ak ırk eyiftek i çakır “alaca mavi renk” anlam ındaki çakır değil, şarabın asıl Türkçe adı olan çakır. Çakır ta 11. yüzyılda Ortaasya Türkçesinde yaygın olarak kullanılan bir sözcük. Türkiye Türkçesinde de galiba 16. veya 17. yüzyıl dolaylarına dek şarabın halk arasındaki normal adı olarak kalmış. 18. yüz­ yıl başında tarihçi N aim a çakır kelim esini kullanınca “kâse-i ham r dem ektir,” diye açıklam a gereğini duyduğuna göre o ta­ rihte artık eskim iş olmalı. Ç ilingir sofrasın dak i çilingir de eskiden “ferforje işi ya­ p an ” ya da bugün “kilitçi” anlamına gelen çilingir değil. Fars­ ça şilengâr, yani “şölen donatan”. Farsça şilen/şilân ve T ürk­ çe şölen, ikisi de M oğolcadan alınma bir kültür kavramı. Ke-

limenin M oğolca aslı çorba dem ekm iş ama Cengiz Han sü la­ lesi zam anında M oğolların bir siyasi güç gösterisi olarak kul­ landıkları m uazzam boyutlu resmi ziyafetlere bu ad verilmiş. Tüketim manyaklığı kapitalizm in icat ettiği bir şey değil. O devirde de bir defada onbin sığır, yüzbin koyun kesip dosta düşm ana hava yaparlarmış. 02 . 11.2008

10

SÜ RPRİZ

Su rprise Fransızca. Su r “üstü, üzeri” gibi bir edat, İngiliz­ cesi över; p rise “tutma, yakalam a, elde etm e”, ikisi bileşince “üstüne varm a, tepesine binm e” gibi bir mana çıkıyor. Fransızcada en erken 1175 dolayında “olağandışı vergi” anlam ın­ da kullanılmış. 16. yüzyıl ortalarından itibaren bugünkü an ­ lamda, am a önceleri çağrışımı daim a olumsuz: baskın, tuzağa düşürm e, aniden gelme gibi. Türkçe en yakın kavram “u ğra­ m ak” olmalı. Sürpriz karşılığı uğrantı diyebilir miyiz acaba? Tabip bir okurum hatırlattı, sözcüğün tıptaki anlam ı epi­ lepsi, yani sara im iş, ünlü Fransız hekim Ambroise Paré bu anlam da kullanm ış. Türkçede en erken, 1924 tarihli M ehm ed Bahaeddin lüga­ tinde yer alıyor. Batı dillerinde anlam nötr, hatta çoğu zam an 11

olum suz iken Baha Bey “hiç beklenmeyen sevinç, ferah, keyf, sürür, safa,” diye çevirmiş sözcüğü. Amerikan filmlerinin dublajında hâlâ problemdir. Maykıl kaşını kaldırarak “l’m surprised,” der, bunu beklemezdim vez­ ninde. Çeviri; “bu bir sürpriz” , aa ne iyi ettin de geldin gibisine. 0 3 .1 1 .2 0 0 8

12

ZEN C İ

Zencinin orijinali zangî Farsçadır. Esasen “paslı” demektir, çünkü zang pastır. A rapçada ince /g/ sesi 8. yüzyıldan sonra /c/ye dönüşm üş olduğundan, Arapçası zancî olur. Farsça’da da m uarreb, yani Arapça telaffuza uydurulm uş biçim olan zancî kullanılır. Türkçede ilk kez 11. yüzyılda yazılı örneğine rastlanır. O rtaasya’da haliyle zenci yoktu. Dolayısıyla Türkler için yeni bir nosyondu, genişleyen kültür ufuklarıyla beraber, adı da Arapça-Farsçadan aldılar. Zancîbar Farsça “zenci gelen yer” demek. Afrika’nın doğu kıyısında bir ada üzerindeki kentin adı. Şim diki adı Zanzibar. O m anh Arap girişim ciler tarafından, Afrika’dan getirilip O rta­ doğu’ya sevkedilen zenci köleler için bir tür depo ve pazarla13

ma m erkezi olarak 1700 yıh dolaylarında kurulm uş. Trade çenter gibi bir şey diyebiliriz. Farsça zang’in diğer biçim i jan g, o da pas demek. Fski Farsça /j/ m odern Farsçada bazen /j/ bazen İzi olm uş, bazen bu örnekteki gibi her iki biçim korunm uş. Lehçe farkı olmalı. F r­ menice ja n g (pas. Batı lehçesinde jan k ) Farsçadan gelen bir kelime.^ 0 4 .1 1 .2 0 0 8

Zafer Y örük yazm ış: G österdiğin iz etim olojiden önem li bir kanıt çıkıyor. T ü rkiyeli entelek­ tüellerden ço k d u yd u ğu m u z b ir argü m an var: Batıhlar siy ah lara karşı ırkçı am a D oğu ’da (ve T ü rk iye’de) böyle ırkçılık y oktu r, olm az, vb. Zen­ ci “p a slı” in san d em ekse Batı dillerinde “siy ah ” tan gelen negro, ırkçı y üklen m e açısın d an çok dah a m asu m bir kelim e. Ben T ü rk çe de zenci kelim esin i k u llan m am aya özen gösterirken bu kelim enin Batı’d a ırkçı yüklenim leri nedeniyle tedavü lden kaldırılm ış negro kelim esin in m u ­ adili o lm ası n edenine dayan m ıştım . Şim di dah a köklü bir ned en ortaya çık m ış oluyor.

14

M EN K U L

Üç-beş sene var ki m enkul kelim esi nur topu gibi yeni bir anlam a kavuştu. Özellikle Radikal gazetesinin yabancı basın­ dan çeviri m asası bu yeni anlamı pek tutm uşa benziyor. Her gün en az bir kez kullanm adan edemiyorlar. “Kafkas ülkele­ rinden m enkul yeni bir gruplaşm a” , “İsrail’in toprak hırsızlığı ile baskıdan m enkul siyaseti” , “apartm an daireleri ve dükkân­ lardan menkul dokuz katlı binalar” , “talimatlardan ve tetkik­ lerden m enkul önlem ler” ... Bizim bildiğim iz Türkçesi, oluşan olmalı. Eski dilde m üteşekkil denirdi. İngilizcesi, to consist of. M enkul Arapça bir kelime. N akil eyleminin edilgen sıfatı, yani “nakledilen” ya da “nakledilm iş” demek. Türkçedeki esas kullanım ı M enkul Kıymetler Borsası’ndaki gibi “taşınır” - ya­ ni cebine koyup götürebileceğin bir şey. Bir de keram eti ken­ dinden m enkul deyimi var. Buradaki sözcük “hikâye naklet­ m ek” deyim indeki mecazi anlam da. “Nefesi kuvvetli hocay­ mış, kendi diyor,” anafikir bu. 15

İmar m evzuatında da m enkul in şaat diye bir şey var. M ar­ m aris civarında hani Anıtlar K urulu’nu kandırm ak için ahşap bungalow lara tekerlek takıyorlar, işte o. Ama “ dokuz katlı m enkul bina”? Zor! Merak etmeyin. Hakkı Devrimleşm iyorum. Zaman içinde her kelim enin anlam ı değişir, kullanıldığı bağlam lar değişir, norm aldir, vah eyvah, dilimiz elden gidiyor diye dövünmenin alemi yok. Ama burada sanki O sm anhca paralam a uğruna apaçık hata yapılıyor gibi geldi bana.^^ 0 5 .1 1 .2 0 0 8

11 O cak 2 0 0 9 ’da aynı tem aya devam ettim: R adikal’in mütercimleri de benim kadar inatçı anlaşılan. Geçen günkü gazetede iki tane vardı: Radikal’in m ü tercim leri de benim k ad ar inatçı anlaşılan. G eçen gün kü gazetede iki tane vardı: “H am as’ın binlerce askerden m enkul bir ordusu v ar.” “B aşkan ın m irası sav aş, işkence, sk an d al ve m ali çöküşten m enkul bir b atak lık .” . İn san bir sözlü ğ e bakm az m ı? H akkı Bey uyarm az m ı? Yok böyle kelim e yahu. T aşın m ış ordu ne dem ek? Portatif bataklık m ı olur? M üteşekkil’! u nuttun hadi, ‘o lu şan ’ın nesi eksik? Kıym etli k ö şey azarlan m ızd an M utlu T önbek ici yazıp beni H akkıdevrim leşm ekle su çlam ış, p o p ü le r kullanım ı eleştirdiğim için ken di kendim le çelişk i­ ye d ü ştü ğü m ü sa vu n m u ş. San m ıyo rum , o k ad ar u zun boylu değil. Bir kere “m enkuP ’ün yeni ku llan ı­ m ının yerleştiği k an ısın d a değilim ; üç beş gazete editörü n ü n hatasıdır. Yarın öbür gü n olur a yerleşir, stan d artlaşırsa o zam an bo yn u m u z kıldan ince, bel­ ki biz bile trendlere ay ak u yd u rur, kullanırız, “Ş id d et” kelim esinin yeni an ­ lam ına alışm ad ık m ı? İkincisi, dilin stan d artları zam an la değişir d em ek, d ild e yanlış olm az dem ek değildir. O lur m u öyle şey? Tabii ki dilin d o ğ ru su ve yanlışı vardır. Ö ldürseniz m esela yaln ış diye yazm am ,/e/se/ife de dem em . A m a BU G Ü N d oğru olan ilelebet d oğru k alacak diye bir şey yok, onu anlatm ay a çalışıyorum . Dilbilim erbabı bu n a senkronik ve diyakronik d o ğ ru diyorlar. Faydalı kav­ ram lardır. Sen kron ik d em ek verili bir anda, m esela 2 0 0 9 yılında geçerli olan dil kurallarıdır. D iy akron ik ise dilin zam an için deki evrim inin analizidir.

16

ŞİD D ET

Şid d et’in asıl karşılığı intensity olmalı. Yani yoğunluk, kuv­ vetlilik. Şiddetli bir fırtına = an intense storm, şiddetli aşk = intense love. Türkçede yüzyıllarca bu anlam da kullanılm ış, ahla­ ki cihetten olum suz yükü olmayan bir kelime. Sonra sanırım 1960’larm sonu veya 70’lerin başı olmalı, TRT dilinde şid det eylem leri diye bir tabir türedi, İngilizce acts of violence deyi­ mine karşılık. Zamanla şid det, her türlü vurdulu kırdıh eyle­ min adı oldu. D uygusal şiddet, sözel şiddet, entelektüel şiddet gibi çeşitleri piyasaya çıktı. Violence’in doğru çevirisi bence tecavüz olmalıydı. İngiliz­ ce sözcükle Türkçesinde anafikir aynı: kişiler arasında m ede­ ni ilişkilerin temelini oluşturan görünm ez sınırın izinsiz ola­ 17

rak aşılm ası hali. G ünüm üz Türkçesinde tecavüz daha çok ır­ za tecavüz’ün kısaltm ası olarak kullanılıyor. Oysa birinin m ülküne, onuruna, hakkına, çıkarına, hatta duygularına teca­ vüz de m üm kün. Öyle ince bir iş ki, bazen bıçak sokarsın te­ cavüz sayılm az, bazen hop birader deyip adam ın om zuna eli­ ni koysan cinayet çıkar. To violate, violence deyimlerinden kastedilen şey de tam bu. 06 . 11.2008

18

M AİYET

Maiyet aslında soyut bir ad “birliktelik, bir arada olm a” de­ mek. Ma'^a Arapça “beraber, ile” anlamında edat. Ma^a-l-esef (esefle), ma'^a-aile (aileyle beraber), m a‘^a-ma-fih (bununla be­ raber) gibi deyimlerde karşım ıza çıkıyor. Ma^^aiyyet de “ilelik” anlam ında, edattan yapılm ış isim. Arapça sözlüklerde bulam a­ dım, A rapçada kullanılır mı, bilmem. Türkçe eski metinlerde hep bu anlam da geçiyor. “Maiyyetle dergâhı şahe gelürlerdi,” yani grup olarak, topluca gelürlerdi. “Hem Rum iline hem Anadoliye maiyyetle kazasker idi,” yani ikisine birden bakı­ yordu. “Abdi Paşa’nın maiyyetine m em ur edildi,” yani berabe­ rinde bulunm akla görevlendirildi. “Bir am irin refakatinde bulunan heyet” anlam ına ilk kez 19. yüzyılın en sonunda, Şem seddin Sam i’nin Kamus-ı Türki 19

adlı sözlüğünde yer verilmiş.^ Şem seddin Sam i Bey “maiyyetile beraber geldi,” örneğini de vermiş, ki eski kullanım da “be­ raberliğiyle beraber ğeldi” gibi bir dil yanlışı sayılm ası lazım. Şim di sadece bu anlam da kullanılıyor, o da kırk yılda bir. M ahiyet başka, alakasız kelime. N itelik ya da daha doğru­ su “ne-lik” demek. İnğilizcesi belki whatness olur. 0 7 .1 1 .2 0 0 8

A hm et H am di T u rh an bu g ö rü şü m e karşı çıkm ış. K aynakları tekrar taradı­ ğım halde em in olam adım . M âiyet/m aiyyet A rap ça sözlü k lerd e geçer. G en eld e resm i bir kavram o larak ku llan ılır. S u ltan ın m aiyeti, valinin m aiyeti gibi. H erhangi bir idarecin in çalışm a ark ad aşları veya y ard ım cıları anlam ın d ad ır. 1500 yıl ön cesi yazılı k ay n ak lard a aynen bu şek liyle geçer. Şu anda b u n u n y eri­ ne dah a farklı kelim eler ku llan ıldığı için g e ç m işte kalm ıştır ve n adir o larak y azılı m etin lerd e geçer.

20

K O KO REÇ

K okoreç’i İstanbul’a Yunanlı meyhanecilerin getirdiği anla­ şılıyor. Ömer Seyfettin ilk kez 1920’de, Atina’dan İstanbul’a gelm iş bir aşçının lokantasında kokoreç yemiş, sevmemiş. Ha­ yatını ırkçılık üzerine kurm uş bir garip hastalıklı adam , sevseydi tuhaf olurdu zaten. Öte yandan Yunanca sözlüklerin hepsi kokoretsi’nin Rum­ ca değil Arnavutça bir kelime olduğunu söylüyor. Şaşırtıcı ol­ m asa gerek, çünkü 20. yüzyıl başlarına dek Atina’nın aşağı ta­ baka sokak kültürü Arnavut kültürüydü. Yunanistan bağım sız­ lığından önce Atina kasabası ile civar köyleri ezici çoğunlukla Arnavuttu. Halen Attika köylerinde yaşlılar Arnavutça bilir. Arnavutça sözlüklere bakıyoruz “bağırsak kızartm ası” an­ lam ında böyle bir kelime yok ama mısır ve özellikle mısır ko­ 21

çanı anlamında kokerroz geçiyor. Bulgarca ve Sırp.çada da k o­ koroz mısırdır, bizde Rumeli muhacirleri de bu kelim eyi kul­ lanırlar. Klasik kokoreçin mısır koçanı şeklinde örü lm ü ş bir nesne olduğunu kabul edersek, sanırım şek ilden ötürü bir m ecazi kullanım söz konusu olmalı. Kokorozun kökeni de problem. Birkaç sözlü k te “Türkçedir,” diye gördüm ama inandırıcı bulmadım.^ 08 . 11.2008

Bir oku rum A rnavutçada k u k u re c kelim esin in bizdeki anlam ıyla var o ld u ­ ğun u ve y aşad ığın ı hatırlatm ış. Tahir N. D izd ari’nin F jalari i O rientalizm ave ne Gjuhen Shqipe (Tirane 2 0 0 5 ) (A rn avu tçada D oğu D illerinden A lıntılar) adlı sö z lü ğ ü n ü n 560. say fasın d a ku ku rec var ve T ü rkçeden alıntı olarak g ö s­ terilm iş. B uyurun işte fasit daire: T ü rkçeye R u m cad an , R um caya A rnavu tçadan, Arnavu tçaya?.. G en e T ü rkçeden ! Birinden biri y an lış am a hangisi bilm em .

22

DEYYUS

Deyyus kelim esinin Yunanca Zeus’la bir alakası olup olm a­ dığını sorm uş bir okurum . Elcevap: Yoktur. D eyyus (A rapçası /th/ sesiyle dayyûth) Arapçadan T ürk­ çeye alınm ış bir kelim edir. İslam öncesi dönemden itibaren Arapçada “karısının başka erkekle yatm asına göz yuman adam , karısını kıskanm ayan adam, karısını fahişe olarak pa­ zarlayan adam ,” anlam larında kullanılm ış. Klasik sözlükler­ den Zem aşehri’nin E l-Esas’ına göre, Aramiceden Arapçaya geçm iş bir kelime. Yine klasiklerden Tacül Arus sözlüğüne göre ise “yum uşam ak, gevşemek, cıvım ak” anlamına gelen Arapça dâtha fiilinden (kökü dyth) türem iş. Hangisi doğru­ dur, bilmem. Dâtha fiili de Aramice olabilir sonuçta, çünkü 23

lehçelerde Arapça ile Aramicenin hayli girift şekilde iç içe geçtiği görülüyor. Eskiden Arabistan’da feministler yokm uş, öyle anlaşdıyor. O yüzden “asr-ı saadet” dem işler belki.^ 0 9 .1 1 .2 0 0 8

1

Asr-ı sa ad et esp risi, M ü slü m an o ku rlarım d an gelecek olan bir dizi teessül/sitem /takbilı kam pan y asın ın ilkine vesile old u . İlk gelen birkaç m aile şu ceva­ bı yazdım : K ötü niyetli olm ayan her esprin in H E R k on u d a yeri o ld u ğu n a inanıyo­ rum . M ü slü m an arkad aşlarım ız da b u n u kabul edecek o lg u n lu ğa erişse­ ler, inanın dah a h u zurlu , dah a m u tlu , daha kâm il in san lar olacaklard ır. D ediğim d o ğru da, DUYARLI m ı, on d an şim d i o kadar em in değilim . D in dar zü m re ile aram dak i b ak ış açısı farkını belki zam an la dah a iyi değer­ len dirm e fırsatın ı bu ld u m . Şu n ca y ıld an beri resm i id eolojin in ve elit k ü l­ tü rün ün sü re k li h akaretin e m aruz k alan in san lar n asıl ve ned en b u k ad ar d u yarlıd ır, b e lk i biraz o lsu n ona u yan dım . H ele ben im gibi nereye otu rta­ cak larım k estirem ed ik leri bir ad am d an gelen iğneli sö zle rin n asıl alg ılan a­ cağım -an lay acağım dille- anlatan lar old u . İn atçıyım dır gerçi, am a öğrenm ekten aciz olm adığım ı ü m it ediyoru m .

24

K O RSA N

MÖ 1. yüzyılın ilk yarısında Doğu Akdeniz sularını Kilikyıılı korsanlar sarm ış. Alanya ile Silifke arasındaki dağlık memlekette otururlar, Mısır-Suriye ile İtalya arasındaki deniz ticaretini vururlarm ış. Roma’da kam uoyu yıllar yılı bu mevzuyla çalkalanm ış. Bazı Romalı politikacıların buğday fiyatını yükseltmek için el altından Kilikya korsanlarına destek verdi­ ği bile ileri sürülm üş (C icero’nun nutuklarında var). Nihayet Senato, Pom peius’u korsan sorununu çözmekle görevlendir­ miş. Bu zatı m uhterem , MÖ 6 7 ’de Alanya açıklarındaki deniz savaşında korsanları darm adağın etmiş. Kalanları dağdan in­ dirip bugünkü M ersin’in az batısında Pom peiopolis adıyla kurduğu kente iskân etmiş; şim diki Viranşehir. Gelm işken bunla yetinm eyip Suriye’yi, peşinden Armenia’yı fethetmiş. 25

Roma’nın Yakın Şark’ta ciddi bir im paratorluk kurmaya gi­ rişm esi bu olayla başlar. Bakalım Som ali’de neler olacak.® İtalyanca corso esasen “k oşu ” demek. İkincil anlamları: A. koşuyolu, geniş ve düz yol, cadde, B. akın, hücum , saldırı. C orsaro bunun türevi, öteden beri “akıncı” anlam ında kulla­ nılmış. (İngilizce cu rso r da haddizatında “koşturucu” oluyor, aynı sözcüğün Fransızca biçim inden.) Türkçede en erken Şeydi Ali Reis’in 1532 tarihli Mirat-ül Memalik adlı eserinde k orsar geçiyor. İlginçtir ki Şeydi Ali Re­ is de Hindistan seferi sırasında Som ali açıklarında korsan sal­ dırısına uğram ış. 16. yüzyıl sonlarında korsan biçim i yerleş­ m iş görünüyor. Neden 1x1 yerine /n/ olm uş, bilmiyorum.® 10.11.2008

Bu yazının yazıldığı gün lerde m edya H int O k y an u su ’n daki gem i trafiğini v u ­ ran Som alili korsan larla m eşgu ld ü . K orsar/k o rsan m eselesin d e bir o k u ru m tahm in y ürü tm üş, esk i y azıda nun ve re harflerinin sad ece n okta ile birbirinden ayrılm asın dan d oğan bir o k u ­ m a h atası ihtim alini ortaya atm ış. F ırsattan istifade yaygın bir y anlışın altını çizdim : G enel kural olarak hiçbir dilde telaffuz d eğişim i yazıdan k ayn aklan m az. X kelim esin in her bir yazılı ku llan ım ın a karşılık yüz bin lerce kez sözlü olarak k u llan ıld ığın ı varsayabiliriz. Hele okuryazar say ısın ın d ü şü k o l­ d u ğu bir çağd a ve toplu m da bu oran ın daha da yüksek o ld u ğ u n u söy le­ yebiliriz. Belli ki korsar > korsan d ö n ü şü m ü denizci ağ zın d a d o ğ m u ş ve so n rad an yazıya y ansım ış. Yazıyı yazarken tem bellik etm işim , m eğer Kahane & T ietze, The Lingua Franca in the Levant s .l9 3 - 1 9 5 ’te k on u n u n ayrıntılı analizi varm ış. Ö zetle: Latin ce c o rsa r iu s/c o rsa lis ve İtalyanca c o rsaro /c o rsale biçim leri eskiden be­ ri yan y an a varo lm u ş görü nü yor. Balkan ve A vrupa dillerinin ço ğu n d a 1x1 varyantı ben im sen m iş. Buna karşılık B izans Y unancasında 9. yy’d an itibaren hem k o u r sâ ro s hem k o ü rso n var. A rap lehçelerinde q u rsa l ve q u rs a n biçim ­ lerine 14. yy’d an itibaren rastlanıyor. Ö zellikle M ağrip’te öteden beri qursa n /q o rsa n biçim i m evcutm uş.

26

Ü STA D E

.. adamı çekip çevirmekte, yediği haltları görmezlikten gel­ mekte ordinaryüslaşmış bir ü stad e!”^^ Modern Türkçenin en güçlü kalem lerinden biri öyle diyor­ sa bize de kabul etmek düşer. Ne dediği anlaşılıyor mu, anla­ şılıyor! Dem ek ki Türkçede derinden derine yeni bir kural oluşm uş, gram er kitaplarında yazm asa da, eski kurallara aykı­ rı da olsa, yaşayan dilin kuralı olm uş. Kimbilir, belki yazare bile diyebiliriz artık. Eski kafadan gitsek üstade doğru sayılm az, çünkü klasik yazı Türkçesinde dişi yapan -e takısı ancak Arapça kökenli "ke­ limelere gelir ve üstad Arapça değil Farsçadır. Üstelik her Arapça kelime olm az, ancak bazı sıfatlar ve fâil veznindeki 27

isim ler - e ile dişi olur. H am il’den ham ile (taşıyan kadın) olur, valid’den valide (doğuran kadın) olur. Ama mesela darp’tan darbe başka bir hadisedir. Hafi’den hafiye, “sabık”tan sabıka daha başka bir hadisedir. Farsça bir -e eki de var Türkçede örnekleri olan, ama onun anlam ı başka. “ Ç eşm ”den çeşm e, penc’den pençe, azad’dan azade gibi edilgen ortaç yapar ya da “gibi olan” türünden bir anlam genişlem esi sağlar. n . 11.2008

10 Perihan M ağden, 2 8 Ekim 2 0 08, Radikcıl. M ağden’den “M odern T ü rkçen in en gü çlü kalem lerinden biri,’’ diye sö z et­ m em i çok kişi yadırgadı. “Şak a ed iyorsun , değil m i? ” diyerek adeta y alv aran ­ lar oldu. D ilim d ö n d ü g ü n ce anlatm aya çalıştım ki: A) M agden’in k lişe leşm iş dil kalıplarını altü st etm edeki cesaretini h ayranlıkla izliyorum , B) B u n u ya­ parken ifade netliğinden ve zihinsel d ü rü stlü kten taviz verm eyişini deh a be­ lirtisi olarak g örü y oru m . Kim seyi ikna edem edim . Bu yazı iyi değildir. G ereksiz m alu m atfü ru şlu k yapm ışım . Belki dilde Magden kadar cesu r olm ad ığım ı itiraf etm em ek için lafı dolaştırm ışım .

28

KEM AL

Mustafa son günlerde yeterince tartışıldı, biz Kem al’e bakalımJ^

“Senin adın M ustafa, benim adım M ustafa, gel seni repackage edelim ,” hikâyesinin iler tutar yanı olm adığı meydanda. Belki Dede K orkut’taki Boğaç Han hikâyesinden esinlenm iş bir mitleştirme çalışm ası. Öyle anlaşılıyor ki kendi kuşağında­ ki devrimci gençlerin birçoğu gibi genç M ustafa da o devrin idolü olan N am ık K em al’den esinlenerek kendine m ahlas seç­ m iş .S o n r a d a n Arnavutluk’un ulusal kahram anı olan İsmail Kemal, liberal yazar Ali Kemal ve şair Yahya Kemal de aynı yıllarda aynı trendin temsilcileri. Hatırlayalım: N am ık Kemal 1888’de sürgünde öldükten sonra siyasi yönden memleketin en hassas, en yasak isim lerin­ den biriydi. O devirde Kemal adını alm anın, teşbihte hata ol­ 29

maz, 1960’larda “N azım ” , 70’lerde “D eniz” ya da günüm üzde “Fethullah” adını alm aktan pek farkı yok. Siyasi cüret bakı­ m ından yani Allah korusun, içerik değil. İtiraf edeyim, geçen sene bir vesileyle Nam ık Kem al’i b aş­ tan başa okum ak talihsizliğine uğradım. A) Yüz küsur yıl bo­ yunca bu milletin beynini kim hasara uğratm ış, B) bugünkü ulusalcı teranelerinin ağababası kim m iş, bu konularda epey bir fikir sahibi oldum. 12 . 11.2 008 11 Can D ü n d ar’ın M ustafa adlı filmi bu yazıdan biraç gü n önce gösterim e gir­ m işti. 12 Ayşe Sazak çok kibar bir m ail yazarak söylediklerim e ve söyleyiş biçim im e sitem etm iş: Benim annem in babası olan M ustafa Reşit dedem , bu hikâyenin k ah ra­ m anlarından , M atem atik öğretm enleri sınıftaki ü ç (3 ) M u stafa’ya, sizin alay ed erek d u d ak b ü k tü ğ ü n ü z K em al, Reşit ğibi isim leri verm iş. Bu bizim ailenin tüm bireylerinin bildiği, bir kısm ım ızın da olayın k ah ­ ram anı, birinci ağız olan, K e m alp aşa’da, M enem en’de şu b e reisliği, nafıa m ü d ü rlü ğü gibi görevlerde b u lu n d u ktan son ra, din k o n u su n d a derin­ leşerek ‘alim ’ sayılan ve ‘h afız’ olarak da anılan dedem izd en dinlem işliğini de mi hiçe say arsın ız, bilem em am a bu böyle... Sizin için dalgayla karışık y ok old u ğu n u ileri sü rd ü ğ ü n ü z bu anı, aile ilişkilerin in değerliliği nedeniyle önem li, lütfen zedelem eyin. Ayşe H anım ’ı kendi açısından haklı bu ldu m , incittiğim için özü r diledim , an­ cak K em al adının N am ık K em al’e referans olduğu görü şü m den vazgeçm edim . Her halükârda adlandırm ayı yapan sizin dediğiniz gibi m atem atik öğretm e­ ni de olsa adın kaynağının N am ık Kemal olduğu bence m uhakkaktır. 1890 dolayında genç bir insana “K em al" adı verilmesinin, o gencin de bu adı be­ nim seyip kullanm aya devam etm esinin açık bir siyasi anlam ı var. (...) “ D alga g eçe n ’’ ü slu b u m d an deden izi tenzih ederim . İki h u su sa d ikkat çekm eye çalışıyorum . 1. Aşırı derecede şişirilm iş olan A tatürk söy lem i­ ni dah a m aku l bir seviyeye çekm enin gerekli o ld u ğu n a inanıyorum . 2. G eçen sene bir vesileyle epeyce N am ık K em al ok u d u m . E skid en net bir fikrim yoktu am a o k u d u k tan so n ra hakikaten tepki du yd u m . B ugünün çığırından çıkm ış “u lu salcılığ ın a” bile rahm et okutan bir m illi/dini fana­ tizm ve siyasi so ru m su zlu k tablosu yla karşılaştım .

30

ÇAY

Çayın Kuzey Çin lehçelerindeki adı çâ, güneydeki Amoy (Xiam en) lehçesinde adı te. İkisi aynı kelime, aynı şekilde ^ yazıhyorm uş am a telaffuz kuzeyde farklı, güneyde farklı. Çay bitkisinin Çin’den dünyaya yayılması 1600-1610 dola­ yında ilk evvela Portekizliler vasıtasıyla olmuş. H indistan’da ilk kez 1630’larda kaydediliyor, Portekizli tüccarların ithal et­ tiği bir yeni m oda olarak. 1640 küsur tarihli Farsça Burhan-ı Katı sözlüğünde çây geçiyor; am a Burhan-ı Katı’nm Delhi’de telif edildiği akılda tutulmalı. Yani bu tarihte henüz genel Farsçaya geçm em iş, H indistan saray Farsçasm da bilinen bir kelime olm ası m üm kün, bilmiyorum. R usya’da çay m odası peli/Büyük Petro devrinde, 1690 gibi yaygınlaşm ış. Türkiye’ye Lale Devrinde (1718-1730) gelmiş 31

ya da ilk o devirde yazdı kültüre yansım ış. Nihai kaynak tabii Çince, am a Türkçeye geliş yolu Farsçadan mı, Rusçadan mı? Sanki Rusça gibi diyeceğim ama kanıtım yok. Sam ovar > se ­ m aver de aslında Farsça bir kelime ama bize Rusça yoluyla gelmiş. 22 Portekizliler çayı Batı Avrupa’ya Amoy limanından taşım ış­ lar. O yüzden bütün dünyanın çay dediği nesneye Batı Avrupahlar tea, thé, tee vs. diyorlar. 1 3 .1 1 .2 0 0 8

13 İki gü n son raki yazım da bu n u tashih ettim: H er gü n , sağ o lu n , bir ton m ail alıyorum : seven, söven , akıl veren. Ama şu ü ç haftada m ail rekoru kıran m evzu -h ayret!!- geçen gün kü yazım da sem av er’in aslın d a Rusça değil F arsça o ld u ğu n u söylem em oldu . A slın ­ da ap açık bir hata. Sevan N işan y an ’ın Sözlerin Soyağacı adlı sözlü ğ ü n e b ak san ız d o ğ ru su orada var. www.nisanyansozluk.com sitesinde de var. R u sça, sam o- “k e n d i” , var(it) “ kayna (m a k )” > sam ovar “ken d ik ayn ar” . G eçenlerde alakasız bir yerde o k u d u m , “ aslın d a F arsçad ır, R usça etim o­ lojisi y a k ıştırm ad ır” diye, şeytan a u y u p çek etm eden yazıverdim . Hata. Ö zür dilerim . P ardon. M em lekette R u sça bilen ne çok T ara f o k u ru varm ış!

32

M ALAZGİRT

Anadolu yer isim lerinde sık sık karşım ıza çıkan bir unsur lıcrd yahut pert, Ermenice “kale” . Özgün biçim berd, Doğu Ermenicesinde aynen korunm uş. Buna karşılık Anadolu ve İs­ tanbul Erm enicesinde ortaçağ sonlarından bu yana pert tercih ediliyor. Türkçe örneklerin çoğunda böyle geçer. Pertek Tunceli’nin ilçesi, “K alecik” . Pertekrek Artvin’in Yusufeli ilçesinde m eşhur bir kale, aslı Pertakarak, yani “Kaleçiftlik” olmalı. Khar “yangın, yanık” , dolayısıyla Kliarpert “Yanıkkale” , 8. yüzyıldan beri varolan bir kale-kent. Türkçesi Harput, daha doğrusu gırtlaktan gelen C sesiyle Xarput olmuş. Bayburt’un adı erken metinlerde Paydpert, yani “Tahtakale” olarak geçiyor. Sanırım Rumca Baiberdon biçiminden Türkçeleşmiş, öbür türlü p > b dönüşüm ünü açıklam ak zor. 33

Kert başka. Farsçadan Ermeniceye alınmış bir kelime, “ya­ pı, eser, im aret” anlam ında. Bu da Anadolu Eım enicesindc gerd oluyor. M anazgerd şehrini , Manaz ya da Manavaz adlı efsanevi hüküm dar inşa etmiş, ki Urartu kralı .Menuas ile ay­ nı kişi olm ası muhtemel. V ağarşagerd kentinin kurucusu MÖ 2. yüzyılda hüküm süren kral Vağarşak. M edzgerd “hüyük im aret” , Dersim ’de hir ilçe. Bunlardan ilki Türkçede M alaz­ girt, İkincisi eskiden A laşgird iken şimdi Eleşkirt üçüncüsü Mazgirt diye geçiyor. 2^^ M . 11.2008

14 28 A ralık’taki Radikal yazısında C engiz Ç an dar halkı bilgilen dirm iş: “V an, E rm enice şeh ir an lam ına geliyor. Son u girt ya d a kiri ile biten M alazgirt, M azgirt, E leşkirt gibi ilçe m erkezlerim iz E rm enice kökten geliyor.” C engiz Ç an d ar E rm eniceye ne zam an v u k u f kesbetm iş diye m erak etm edim değil.

34

JİL E T

“G ûneydoğu’dan Edirne’ye kadar cem selerin eşliğinde uyuşturucu taşındı,” dem iş Avni Özgürel, kahraman ordum u­ za bağlı birimlerin ilginç etkinliklerini a n l a t ı r k e n B i z d e cem se diye geçen şey Am erikan ordusunun General M otors Corporation tarafından im al edilen zırhlı personel taşıyıcıları. Arkalarındaki kocam an GM C yazısı İngilizce/Eransızca kır­ ması ce-em-se diye telaffuz edilmiş. M arkadan türetilen isimlerin en ünlüsü tabii jilet. Rahmet­ li King Camp Gillette Şikago’da tıraş bıçağı fabrikasını kurar­ ken, delikanlılıkla özdeşleşm iş bir kavramı Türk kültürüne ar­ m ağan edeceğim nereden bilsin? “Arkadaş, semtime alçakları uğratm a sakın / Ben bağrım a j ilet attım kanım ın akması yakın. ” 35

Yerli m arkam ız da yok değil. Türk malı blucin kum aşı imal eden Kot firmasını 1950’li yıllarda M uhteşem Kot adlı bir işa­ damı kurm uş. Kot soyadı Arnavutçaymış ya da Arnavutluk’la bir alakası varm ış, tam bilmiyorum. 1 5 .1 1 .2 0 0 8

15 T araf, N eşe D üzel ile söy leşi, 20 E kim 2008.

36

PARAGRAF

Paragraf kelim e anlamı itibariyle “ kenar yazı” demek. Ne alaka? Eski elyazmalarıyla uğraşm ış olanlar bilir, bunların çoğun­ da metin tek bir blok halinde akar. Ancak arasıra yeni bir ko­ nuya başlarken sayfa kenarına “Battal Gazi’nin üçüncü cengiılir,” gibisinden bir not düşülür. Paragraf işte bu notun adı.'^ Batıda bu notun yerine bazen 1 şeklindeki paragraf işaretini tle kullanm ışlar. M atbaanın icadından kısa bir süre sonra met­ ni bloklara bölüp ilk satırı içerlek yazma usulü yaygınlaşmış. Türkçede paragraf usulünü yanılmıyorsam ilk kez 1860’larda Tasvir-i Efkâr gazetesinde Şinasi popülarize etti. Yazı T ürk­ çesinin yapısını kökünden değiştiren bir devrimdir. Batı tarzı 37

noktalam a işaretleri de yaklaşık aynı yıllarda Türkçe yazıya girmeye başladı. O ndan önceki O sm anhca inşa, yeni başlayan 1ar için kâbustur. Bir cümlenin noktasız virgülsüz beş sayla sürdüğü olur. Dem ek ki neym iş? Bir: BatTdan akla gelmeyecek şeyler al mışız. İki: O zam anlar daha bunu Devrim ilan edip kanun çı­ karmayı akıl edem em işler. Fena mı olurdu? Şapka Devrimi, Metre D evrim i, Pantolon Devrimi, Paragraf Devrimi, Virgül D evrim i... 16 . 11.2008

16 Y u su f C iv elek o ğ lu G o eth e’nin F a u siü n d a n ö rn ek getirm iş: Şeytan, bir ö ğ re tim görevlisinin cübbesi içinde ken din i kam ufle ederek saftirik bir ö ğ re n ci ile dalga geçer: “H abt Euch vorher wohl p räpariert,/ P a ra g ra p h o s wohl einstudiert.’’ ( “A m an p ek bir iyi h a z ırla n a sın ız / K enar n otlarınızı d a g ü ze lce etüd ed esin iz.” )

38

HASAN

Memlekette o kadar çok insanın kendi adının anlamından liaberi yok ki insan hayret ediyor. On kişiden birinin kullan­ dığı en popüler isim ler bile buna dahil. Mesela H aşan. Arapça bir sıfat, “ güzel” demek. İsim hali hüsn, “güzellik” , hüsn-i niyet, hüsn-i tabiat gibi deyimlerde geçiyor. Nisbet - î ’siyle bundan türetilen H üsnî de erkek adı olarak kullanılıyor; “güzelliksel” diye çevirebiliriz, lazımsa. H üseyn, “küçük H aşan” demek. Hz. Ali’nin oğlu Hasan’m kü­ çük kardeşinin adı. A hsen, “en ğüzel, çok güzel” ... İhsan esasen “güzellik yapm ak, güzellem ek” anlamına ge­ liyor ama daha çok “bir karşılık beklem eden cömertçe verilen şey” anlam ında kullanılıyor. Bu işi yapan kişiye de “ihsan edi­ 39

ci” anlam ında, M uhsin deniyor. Bir de T ahsin var, “güzel hulup beğenm e, alkış, aferin” demek. Sonuç? A) Bir kökten bak kaç tane isim çıkarmışlar. B) Arapça ilginç bir dil, biraz olsun öğrenmeli. 1 7 .11.2008

40

SİV A S, KAYSERİ

Sivas’la Kayseri’nin adaş olduğu daha önce aklıma gelme­ mişti, yeni farkettim. Latince C aesar = Yunanca K aisâr, Roma-Bizans im paratorlarının sıfatlarından bir tanesi. Latince A u gustus = Yunanca Seb astö s bir diğeri. Sebastös tıpkı Augustus gibi, “ham d ve sena edilen, yüceltilen” demek. Padi­ şahla sultan gibi yan yana kullanılan unvanlar. Sebasteia kenti M ilat’tarı üç beş yıl önce zamanın im para­ toru onuruna adlandırılm ış. U zun süre Armenia Minör eyale­ tinin başkenti olm uş. C appadocia eyaletinin başkenti Caesarea/K aisaria ise M ilat’tan 17 yıl sonra öncekinin halefi olan İm parator Tiberius zam anında şim diki adına kavuşm uş. Yu­ nanca /b/ sesi erken bir devirde /v/ye dönüştüğü için Sibas ya da Sibasta değil, Sivas diyoruz. 41

İki sonuç çıkıyor. Bir: Bu ülkede yer isimlerinin siyasi ne­ denlerle değiştirilm esi Kenan Evren’in ya da diğer paşaların icat ettiği bir şey değil. İki: H oşum uza gitsin gitmesin, elin Ro­ malısı da mem leketin imarında bir rol oynamış. Bunu en azın­ dan bilm ek ya da bir miktar saygı gösterm ek hakkaniyetin ge­ reği olmalı. 18 . 11.2008

42

İRTİCA

Rücu‘^etm ek Arapça “geri dönm ek” demek. Sondaki nesne Arapça ayın harfini temsil ediyor, gırtlaktan gelen ve Türkçe karşılığı olm ayan bir ses. Aynı Arapça kökten ric^at, geri dö­ nüş. Özellikle askeri anlam da kullanılıyor. M isal: Cepheden perişan bir şekilde ricat eden Şark Ordusu birlikleri Çatalca hat­ lında güçlükle durduruldu. İrtica'^ da geri dönüş, Arapça gramere göre aynı Arapça kökten türetilm iş bir kelime ama Arapça değil. Fransızca réac­ tion sözcüğünün siyasi anlamını karşılam ak için 1908 yılında İstanbul’da icat edilm iş neo-Osm anhca bir uydurm a söz. O yı­ lın tem m uzunda ilan edilen M eşrutiyet idaresine karşı ekim sonlarında T aşkışla’da asker arasında bir kıpırdanm a olmuş. 1 43

K asıra’da İttihat ve Terakki Cemiyeti zehir zem berek bir bildi ri yayınlayarak “irtica tehlikesine” dikkat çekmiş. Kelimenin matbu olarak benim bulabildiğim ilk kullanım ı bu. Ondan sonraki haftalar boyunca İstanbul basını “irtica” ne­ dir, var mıdır, yok m udur, bu kelime uygun m udur, yat kalk bunu tartışmış. 31 Mart 1909’daki askeri ayaklanm adan sonnı kelime iyice yerleşm iş. Milli m itolojim izin temel kavramların dan biri oluvermiş. 1 9 . 1 1 . 2 0 0H

44

M UHAFAZAKÂR

Muhafaza eden” anlam ında O sm anhca bir terkip, ilk yarıM Aıapça, öbür yarısı Farsça. Eski sözlüklerde hiç geçmiyor, Viiııl yerleşik bir deyim değil arna Namık Kemal’de “korumaI I, .aklayıcı” anlam ında bir kere denk geldim. “M uhafazakâr bayat ekmeği bile atm az,” gibisine. 1ııgilizce conservative veya Fransızca conservateur karşılığı ".lyasi bir terim olarak ortaya çıkm ası tam olarak 1911 yılı NiIlkım dır,

'.ıiıı ayma rastlıyor. Hizb-i Cedid (yani “Yeni Fraksiyon”) adını 1.1 ıllanan bir grup milletvekili bu tarihte İttihat ve Terakki’den .lyıılıp yeni parti kurm.aya girişmişler. Grup üyelerinden Ablulaziz Mecdi Efendi 15 Nisan’da gazetelerde çıkan demecinılc yeni hareketin m uhafazakâr olduğunu vurgulam ak gereği45

ni duym uş. Belli ki İttihatçılara karşı çıkan herkesin “irticn diye dam galandığı bir ortam da yıpranm am ış, taze bir terin kullanm ak istemişler. Günüm üze dek kullanım daki ikilik değişmedi. Çam ur aı ■ m ak istersen irtica, övm ek istersen muhafazakârlık. Yoksa nesne üç aşağı beş yukarı aynı şey. 20.11.200H

46

SO Ğ A N

Soğan Hindistan kökenli bir bitki imiş. Türkçede ilk k ez 10. yüzyıl dolayında Uygur metinlerinde izine rastlanıyor. Sanskritçesi sukanda. “K lasik” dilde böyle yazılan kelim enin Hindistan’ın halk lehçelerinde *su g an d gibi bir biçim alm ış olması m uhtem el görünüyor. Hintçe kelim enin etim olojisi açık. Su “iyi, güzel, h o ş, kıym etli” ; kanda “yum ru, yum ru şeklindeki her çeşit b itk i k ök ü ” . Sukanda dem ek ki “iyi yum ru” dem ekm iş, ki m a n ­ tıklı. Ortaasya Türkleri 9. ve 10. yüzyıllarda Hindistan’la bir hayli yoğun kültürel ilişkiye girmişler. Bir kısmı Budist olm uş, Sanskritçeden Türkçeye bir sürü dini kitap çevirmişler. 47

(Kelim enin başına koyduğum yıldız standart dilbilim no­ tasyonu. Böyle bir kelime olmalı ama yazılı örneği yok de­ mek.) 2 1 . 11.2008

48

ÇAVUŞ

Çavuşun özgün anlam ı “çığırtkan, emirleri yüksek sesle lı krarlayan görevli, kağanın teşrifat m em uru” . Türkçede en az M, yüzyıldan beri önem li bir kültür kelim esi olarak mevcut. ( ı.ıliba Türkçeden başka dillere en çok alıntılanan on beş-yirıııı kelimeden biri olm alı. Yabancı kelime almaya hiç yatkın olmayan Arapçaya bile şaviş diye yerleşm iş. (Not; Arap dilin­ de /ç/ sesi yok.) Ses kelim esi Türkçede ta 18. yüzyıla dek marjinaldir. Onun yerine yaygın olarak çav kullanılır. Aynı şekilde “ses­ lenmek, yüksek ses çıkarm ak” anlam ında çavm ak yahut çawınak fiili de hayli yakın devirlere kadar kullanılm ış, sonra kay­ bolup g i t m i ş .Ç a v u ş (çavvış) belli ki bu fiilden geliyor, sesle49

nici anlamında. Keza çavlak (çawlak), keskin çığlığı olan biı yırtıcı kuşun adı. M odern kullanım da çaylak olmuş. Çavlağaıı (çawlağan) da gürültülü akan ırmağa verilen isim, modern im lası çağlayan. Acem i çaylak deyiminde geçen hadise henüz mesleğin in­ celiklerini öğrenm em iş bir kuş değil. Çaylak kelimesinin 19. yüzyıla dek canlı olan diğer anlamı “bağırarak haber götüren bir tür haberci, tebligat m em uru” . Bunun acemiliğine misal: “Ahmet Paşa’nm kellesi urula, aa pardon, Mehmet Paşa ola­ caktı.” 2 2 . 11.2008

17 “ Ç av çav e tm e !” , “N iye çav çav e d iy sen ?” Siverek ağzında yaygara k o p aran ­ lara yönelik bir seslen m e şek li; yaşayan bir kelim e im iş, bir ok u ru m an ım ­ satm ış. Siverek’te K ü rtçe var, Z azaca var, bir de oraya h as T ü rkçe old u ğu n u b ilm i­ y ord u m m esela.

50

TERÖ R

I Iansızca sözcük terreur “şiddetli korku” demek. Siyasi anla ilk kez 1793’te tedavüle girdi. Fransız Ihtilali’nden sonra ll' Iıdara gelen Robespierre ve takımı, devrim düşmanlarına karI icrör politikası uyguladılar. Her gün yüzlerce “rejim karşıtı” , ■ılpşak mahkeme edilip giyotine gönderildi. Sonunda RobespiI ire de kafasını kendi yarattığı canavardan kurtaramadı. 20. yüzyıl ortalarına dek terörizm^® sözcüğü devlet terörü İçin kullanıldı. Bir de Rus İhtilali öncesinde Bolşeviklerin parII içinde ve dışındaki muhaliflerine uyguladıkları “devrimci şitidete” terörizm adı verildi. Ama sonuçta terörizm, elinde silah ve otorite olan bir teşkilatın, kendisine boyun eğmesi geı cktiği halde eğmeyenlere yaptığı bir şeyin adı idi. 51

Kelimenin 1969 yılı dolayında çıkan yeni anlamı, Ameri­ kan propaganda sanayiinin şaheserlerinden biridir. Neymiş, halka korku ve yılgınlık salm ak amacıyla şiddet eylemlerine başvuranlar teröristm iş! Benim bildiğim, bunlara eskiden ya isyancı ya da haydut denirdi. Yaptıkları işleri haksızlığa uğra­ ma duygusundan yahut öfkeden ya da çaresizlikten yaptıkları bilinirdi. A m açlan da ahaliye korku salm ak değil, zalim oldu­ ğuna inandıkları düzen güçlerine vurup ahaliyi yüreklendir­ m ek olurdu. Dünya mı değişti, kelimelerin anlamı mı kaydı, pek emin değilim. Ahaliye korku salan isyancılar mıdır, yoksa üçbin köyü ya­ kıp yıkan, ağzını açanı tutup götüren, allahm dağındaki çoba­ nı terörist diye bom balayanlar mı, onu da bilmiyorum. 2 3 .1 1 .2 0 0 8

18 T ü rk çesin in “T erörizm değil m i” diye so ran b ir oku rum a cevabım şu old u : F ren kçesi terreur, am a türevleri terrorisme ve terroriste. *Terreurism e ve *terreuriste diye bir şey olm az. D olayısıyla ince işlere m eraklıysan Türkçesin in de te rö riz m ve terö rist olm ası lazım , n oktasız o ile. T erörist de sen ne olu r? Hiç, h alk ço ğu n lu ğuy la aynı ceph ed e b u lu şu rsu n , tarih de m u h tem elen sen i haklı çıkarır, o kadar. D eğer m i?

52

ELD İV EN

Falsche Trennung (false division) her dilde rastlanan bir dil fenomeni. Çoğu zam an eğlenceli sonuçlan var. M esela F s­ ki İngilizcede ikenam e “ikinci isim, lakap, unvan” demek. (Baştaki ike Almanca m ch karşılığı, ilave dem ek). “Bir lakap” anlam ında an ikename deyimi 16. yüzyıl civarında yanlış bö­ lünüp a nikename (nicknam e) biçimini almış. Şim di internetçi dilinde bunun kısaltm ası olan n ick kullanılıyor. Arapçası narenc olan mey\'eyi ortaçağda Fransızcaya, ora­ dan İngilizceye narange veya norange diye almışlar. “Bir por­ takal” anlamında un norange deyimi sonradan yanlış bölünüp un orange olmuş. Türkçede aklım a gelen tek örnek e l d iv e n .F a r s ç a eldiven anlam ına gelen destüvan, Osmanlı Türkçesinde sık sık kulla53

mlmış. Yapısı d est (yani el) + van (koruyan). Bu kelime 18. yüzyıl civarında yanlış yerden kesilip, başına Türkçe el eklen­ miş. Yoksa diven diye bir şey yok. 2 4 .1 1 .2 0 0 8

19 Dr. E rdal G ilgil İsk en d er örneğini hatırlatm ış: T ü rkçede en ilgin ç örnek bence “İsken der". B urada T ürkçe, A rapçadaki Falsch e T re n n u n g ü aynen alm ış. A lek san d ros’un başın daki “al-” harfle­ ri A rapçam n artikeli al- ile karıştırılarak al-lskender olm uş. T ürkçede artikel olm ad ığın d an dolayı bu isim yalnızca İskender olarak geçm iş.

54

f ir k a t e y n

Firkateyn tipi gemiler Osmanlı donanm asında ilk 1774’te Kaydedilmiş, 1770’ler ve 1780’ler boyunca yoğun olarak inşa edilmiş. Sözcük öncelerifırkatün, daha sonrafırkaün/fırkateyn olarak geçiyor. İtalyanca/regatone’den alıntı. Fregatone, Venedik tersanelerinde 17. yy’dan itibaren kul­ lanılan bir yardım cı gemi tipinin adı. İtalyanca -one büyütme elciyle, öteden beri bilm en/regflta’nın “büyüğü” demek. Fregata tüm Batı dillerine Italyancadan geçen bir ad. Ingilizce/rigaie, F ran sızca/régate, O sm anhcası da firkete olarak geçiyor. Fregata’nm kökeni ise m uamm a. Italyancada 13. yy’dan iti­ baren kaydedilm iş. F n sık rastlanan açıklam a Latince injarcat um’dan türediği. Doğu dillerinden alındığına ilişkin bir teze de rastladım am a doyurucu bir kanıt görmedim. 2 5 .1 1 .2 0 0 8 20 Saça takılan firkete değil, o başka. O da Italyanca/orchetta’dan, çatalcık dem ek.

55

KARAKÖY

Demiray O ral’ın yeğeni yanılıyor, Karaköy Siyahköy de­ mek değil. Asıl adı K arayköy imiş. Fatih Sultan M ehmet dev­ rinde Kırım ’dan getirilen Karayları, eski adı Galata olan sem ­ tin bir köşesine iskân etmişler. Aynı Kırım seferi esnasında Ceneviz’e karşı O sm anh’yı tutan Kefeli Ermenileri de Gedik Ahmet Paşa İstanbul’a getirip, şim di hâlâ G edikpaşa diye bili­ nen sem te yerleştirm iş. O devirde payitahta yerleşm ek büyük nimet, vergiden m uafsın, kapu-yı saadete yakınsın, derebeyi zorbalığından az çok m asunsun. Karaylar kim diye sorarsanız, bunlar daha çok Kırım ve ci­ varında oturan, Tatar Türkçesi konuşan bir çeşit Yahudi m il­ leti. Yahudi din yasalarının temeli olan Talm ud’u ve Tevrat 56

İl İ Mİ ItTİni kabul etmiyorlar. Tevrat’ın kendisinden başka mu1 Mildes metin tanımıyorlar. Bu yüzden İbranice “kitapçı” ya­ lını okum acı” anlam ına gelen karâî adı verilmiş. İbranice ka­ lın kaPla karâ fiili, tıpkı kıraat ve K ur’andaki Arapça k ara’a gilıi ‘okum ak” dem ek .22 İbranice ile Arapça akraba diller, bilii'insunuz. 1950’lere dek İstanbul’da beş on aile de olsa Karaylar var­ ili Şimdi kalm adı sanırım, ya göçtüler, ya ana akım Yahudili­ ği- asimde oldular. H asköy’deki büyük Yahudi mezarlığının lıir köşesinde epeyce Karay mezarları var. Kısmen İbranice, kısmen Kiril alfabesiyle Türkçe yazılı. Refik Halit’in soyadı oradan değil herhalde. Keskin esprili hir zatmış, soyadı kanunu ile dalga geçm ek için, tersinden okunsun diye seçm iş diye anlatılır. 2 6 . 1 1.2008

21 K aray ve özellikle onu n ço ğu lu olan K araim sö z c ü ğ ü n ü n “ K ırım " ülke adın ­ dan geld iğin e d air y aygın inancı dile getiren bir o k u ru m a Klein’ın İbranice sö z lü ğ ü n d en örnek verdim : K arâ = 1. T evrat oku y an veya Tevrat u zm an ı, 2. Karay. K erâ = m ak am ­ la ok u n an T evrat ayeti. K arâoth = K araylık, K aray m ezhebi. K a râ î = di­ ni inancı tam am iyle K u tsal Kitabın literal y oru m u n a dayan dıran kim se.

57

TEREYAĞI

Farsça tere: “ 1. taze, yaş; 2. m aydanoz, tereotu, ıspanak, roka, kereviz yaprağı gibi çiğ yenen her türlü sebze” . Türkçe­ de en geç 14. yy’dan itibaren aynı anlam da kullanılmış. Fsasen İngilizce herb / Fransızca herbe ile aynı anlamda. Su tere­ si, Hint teresi, tere-i bustani, tere circir gibi, farklı devirlerde farklı türleri ön plana çıkm ış. G ünüm üzde de tere başka, te­ reotu başka ot. Tereyağı’na “ taze yağ” anlam ında en erken 17. yüzyılda rastlanıyor; 19. yüzyıl sonuna dek az kullanılan, sözlüklerde pek yer verilmeyen bir Türkçe kelime. Sade yağın zıddı: sade­ yağ “ısıtılarak ayrıştırılm ış sıvı süt yağı” , İngilizcesi ghee, tere­ yağı ise ayrıştırılm am ış ve dolayısıyla birkaç günden fazla ko58

OMA T E R E V EK İ'/O R U M , O VA BAMA TEREYAĞI V ER İYO R ...

—, ı \ l

, .

Jy

* f - '■ > 1 ^ '

*1 1 /

lunamayan yağ anlam ında. İran ve H indistan’da halen tereya­ ğı pek bilinmez, daha çok sadeyağ kullanılır. Bizde de buzdolabınm icadına kadar öyleydi. Sadeyağla yapılan baklavanın tadına doyum olmaz, ayrıca ınideyi de ekşitmez. 2 7 .1 1 .2 0 0 8

59

FEM İNİZM

Latince fêm ina kadın ya da genel olarak dişi. Fransızca fem m e (kadın) oradan gelmiş. Fém inin (telaffuzu ‘fem ineri) “kadın sı” ya da “dişil” demek. “Kadınların toplum sal alanda erkeklerle eşit haklara sahip olm asını savunan görüş” anla­ m ında fem inizm sözcüğüne İngilizcede ilk 1895’te, Fransızcada bundan biraz daha önce rastlanıyor. Sonradan anlara değiş­ tirmiş, her hal ve şartta kadınların haklı olduğunu, dolayısıy­ la kadınhk-erkeklik hali dışında hak, vicdan, akıl, mantık gi­ bi kavram ların geçerli olm adığını savunan daha değişik bir görüşün adı olmuş. Tıpta geçen fem inizm başka. Erkeklerde kadınlara benzer cinsel özelliklerin ortaya çıkm asına neden olan bir horm on 60

İHI. ııklugunun adı. Ciddiyim, tıp sözlüklerinde geçiyor. Mi.ıl "Oğlum uz feminizm olm uş.” “Vah vah vah, aslan gibi delll'.mh!” I al ince sözcüğün kökeni de ilginç. Fem ina’nm kökü olan İr eylemi, em m ek yahut em zirm ek anlam ına geliyor. Örne­ ğin, felare emmek, fellatio emiş, föcundus emziren kadın, do­ layısıyla doğurm uş veya doğurgan kadın. Diğer Hint-Avrupa ılillcrinin çoğunda da aynı kökün türevleri var.^^ (yayımlanmadı)

22 Bu m akalem 27 K asım ’da gazeted e çıkacak tı, çıkm adı. Soru n ca “istersen ya­ yım larız, sen b ilirsin ,” d ed iler kibarca. Ben de ü stelem edim . 7 O cak yazısın ­ da “ Fem inistlere laf attım , k o sk o c a T ü rk o rd u su n d an korkm ayan T ara f ga­ zetesi gelen tepkiden sin d i,” d ed iğim h ad ise budur.

61

CO RÇ

Türk m illetinin yüzde sekseninin her akşam oturma odası­ na giren bir isim artık Türkçe sayılmaz mı? Hele “Hey Corç, versene borç” gibi atasözleri ve deyimlerimiz varken? Adın aslı Yunanca G eörgios, “toprak işleyen” yani “çiftçi” demek. Ge- bildiğim iz gfio-logia’daki gibi toprak, yer. -örgios da tıpkı ırgat gibi ergon kökünden, “işleyen, çalışan”. İngiliz­ cesi G eorge (/corc/), Fransızcası G eorges (/jorj/), Italyancası G iorgio (/corco/), Ispanyolcası Jo rge (/horhe/), Rusçası luryi (/yuri/), Frm enicesi Gevorg, Batı lehçesinde Kevork olmuş. Bu ismi taşıyan Hıristiyan azizi K ayseri’de doğm uş, o sıra­ lar İzmit’te yerleşik olan Roma im paratorunun hassa ordusu kum andanı olm uş. Hıristiyan ve üstelik de vicdani retçi oldu62

f|ıı IIIMya çıkınca 303 senesinde idam edilmiş. M enkıbesi eski An nlnlu İnançlarıyla karışm ış, bir sürü efsaneye konu olmuş. Mi.ıılnlu ve Rum eli M üslüm anlarının Hızır/Hıdır inançlarına I,lif lıcııziyor. 23 N isan’da kutlanan yortusu da (eski takvimılı I 1lızır llyas/Hıdırellez gününe denk geliyor. I laçlı orduları 1098’de Antakya’yı m uhasara ettiğinde, m,İliç bu ya. Aziz George Hızır gibi yetişip Haçlıların kenti al­ ın.ısına yardımcı olmuş. İngiliz kraliyet ailesinin Aziz Georış n bayrak edinm esi bu olaya dayanıyor. Britanya bayrağmıl.ıki iki haçtan beyaz üstüne kırmızı ve düz olanı, belki bilir­ siniz, Saint George haçıdır. 2 8 . 11.2008

63

YEM İN

Arapça yam în “sağ ” , daha doğrusu “sağ el” . Sağ elin uğur­ lu sol elin uğursuz olduğuna dair inanış, en eski zam andan beri tüm insan topluluklarında var. O rtadoğu’nun Sami toplum larında da sağ avucunu gösterm e jesti kadim zam anlardan bu yana doğruluk, güven, dostluk, söz verme ifade etmiş. Ye­ m in etmek, esasen sağ elini kaldırıp gösterm ek demek. E ski­ den yem in verm ek denirdi, daha bile som ut. Yamîn’in Arapça zıddı asıl yesar değil ş a ’m , yani sol el. Bu­ nun türevi şom ağızh’daki şom , yani uğursuz, kutsuz. Ayrıca şe ’am et (uğursuzluk) ve m eş’um (uğursuz, lanetli) sözcükle­ ri de aynı Arapça kökten geliyor. Misal; “O m eş’um günde va­ tan m atem e gark olm u ştu .” 64

Arapçanın İslam öncesi döneminde bu kelimeler coğrafi yon anlam ında da kullanılm ış. Gün doğum unu karşına alırsan sağ güney, sol kuzey olur. O yüzden öz Arabistan’ın güneyin­ deki ülkenin adı Yemen, kuzeyindeki ülkenin adı da Şa’m ol­ muş. Şam esasen bugünkü Suriye’nin güney kısm ını oluşturan memleketin adı, bunun başkenti olan kent de aslen Dımışk yahut Dim aşk, İngilizcesi D am ascus. O sm anh’nın Şam vilaye­ tinin başkenti olduğundan, bizde Şam diye anılıyor. Bayrama çocuklarım ı alıp oraya gidiyorum, bakalım nasıl yermiş. 2 9 .1 1 .2 0 0 8

65

K A KA FO N İ

Ikınarak yapılan m alum işin Antik Yunancası kakkd, Fransızcası caca, ki o da öyle okunuyor, Farsçası kak, Erm enicesi aynen kak, Eski M oğolcası kag. Uygarlıklararası skatoloji alış­ verişi mi? Yok, bebek dili. Dünyanın her yerinde bebeklerin ilk öğrendiği 15-20 kelime aşağı yukarı aynı. Pek çok dilde m esela mama, mami, meme, nana, nene veya anna, annenin -ya da annenin o yaşta esas ilginç olan bölüm ünün- adı. Baba, pa­ pa, papi, dada, dede, daddy genellikle erkek akrabalar oluyor. Bebe, pipi, popo, cici vs. bu züm reden. K aka da öyle. Eski Yunancada kakós sözcüğü daha soyut bir anlam kaza­ narak kötü ya da pis olan her şeyi tarif eden bir sıfat olmuş. Batı dillerinde bundan türeyen bir sürü bileşik var. Mesela ka66

kografi berbat bir elyazısının adı. Kakofoni ise uyum suz ses­ lerden çıkan kulak tırmalayıcı gürültü. Türkçesi velvele yahut şam ata. Yaşar Bey geçen sene kıralken güzide Türk basınını “kakofoni” yapm akla suçlam ıştı, hatırlarsınız. Sözcüğü ilk kez eskiçağda Phaleron’lu Demetrios isimli zat kullanm ış. Bu da iiğinç bir şahsiyet. Aristo’nun öğrencisi, seç­ kin bir filozof ve tarihçi iken MÖ 317’de feleğin çemberini ya­ rıp Atina’ya diktatör olmuş. On yıl sonra darbe olup devrilin­ ce M ısır’a kaçmış. Orada kralın danışm anı olm uş, İskenderi­ ye’de dünyanın ilk ve en ünlü kütüphanesinin kurulm asına öncülük etmiş. Yapınca böyle yapm alı, hem ilim hem iş. 3 0 .1 1 .2 0 0 8

67

PA TA TES

Patatesin adı başka, bitkinin kendisi başka. İsm in aslı patata, Amerika yerli dillerinin birinden geliyor. Amerikalıların yarn veya sweet potato adını verdiği, kabak tatlısına benzer ta­ dı olan, kırm ızı-turuncu renkli başka bir yum rulu bitkinin adı. K ristof Kolom b ilk kez Am erika’da bulup getirm iş ama A vrupa’da pek tutulm amış. Bildiğim iz patates başka bir bitki. İnsanlarca yenen çeşidi ilk önce 18. yüzyılda İrlanda’da tarım işçileri yesin diye geliş­ tirilmiş, kıta Avrupasında 1800’lerin başında N apoleon’un gi­ rişim iyle geniş çapta ekilmeye başlanm ış. İstanbul’da ilk kez II. M ahm ut dönem inde Alibeyköy Çiftliği’nde Ağaton Efendi yetiştirm iş, padişahtan ödül filan almış, 1820’ler olmalı. Kum68

kapı’daki bizim patrikhanenin bahçesinde süslü mezarı olan Krikor Agaton bunun oğludur. Balkanlara patates anlaşılan bu tarihten az önce, galiba 1820 dolayında AvusturyalIların çabasıyla girmiş. G rundbim e (yerarm udu) AvusturyalIların kullandığı tabir. Sırpça krum pir, Bulgarca-Makedonca kum pir belli ki oradan gelmiş. Rumeli’de Almanca kelime yerleşirken, İstanbul’da İngilizceden Rumca telaffuzla alınan patates tercih edilmiş. 01 . 12.2008

69

LARA

Lara, bir, Antalya yakınında bir plaj adı. Bu adın kaynağını ve etim olojisini bilm iyorum ; bilen olduğunu da sanmıyorum. İki, Rusça yaygın bir kadın adı olan Larissa’nın kısaltması. Dr. Jivago romanının kahram anının adı olduğu için 1960’lardan itibaren özellikle Batı ülkelerinde popüler bir kadın adı oldu. Lara Croft, Lara Fabian vb. var. Film de Lara’yı Julle Christie oynamıştı. Larissa’ya gelince; evvela Yunanistan’ın Tesalya bölgesinde antik çağdan beri varolan bir kent, adının kökeni belirsiz, İkincisi 375 yılında Rusya’da bir yerlerde şehit edildiği kayde­ dilen Got (yani Cerm en) asıllı bir Hıristiyan azizesinin adı. Rus O rtodoks m ezhebinde yortusu 26 M art’ta kutlanıyor. Biz70

deki yeniyetme Lara’lar plajdan mı devşirilmiş, Rus edebiya­ tından mı, onu bilmem. Lara’nm Luwice’den geldiğine dair bir inanç kulağıma çarptı. Luwice m alum , Hititler devrinde G üney ve Batı Anado­ lu’da yaygın olan, ölm üş gitm iş bir dil. Craig Melchert’in Cu­ neiform Luwian Lexicon’unu baştan başa taradım, uzak yakın buna benzeyen bir kelim eye rastlamadım. Türkiye’de Luwice hakkında dolaşan şehir efsanelerinin tamamı, zannediyorum. Bilge Lfmar’dan kaynaklanıyor. M aalesef Bilge Bey’in Luwice hakkm daki iddialarının hemen hemen tamamiyle hayal m ah­ sulü olduğunu belirtm ek gerekiyor. 0 2 . 12.2008

71

ALEVİ

Alevinin alevle filan alakası yok. “Ali’ye mensup, Ali’ci” demek. Mevla’dan Mevlevi, Zühre’den zührevi gibi, Arapça. Eski yazıda elifle değil ayınla yazılır. Peygamberin vefatını iz­ leyen günlerden beri İslam dünyasında Aliciler ve anti-Aliciler her zam an olm uş. Şiiliğin diğer adı olarak zam an zaman Ale­ vilik (ya da aynı anlam da Ehlibeytçilik) deyimi kullanılmış. M aamafih bizim Alevilerin bu hadisenin doğrudan devamı olduğunu sanm ıyorum . Bugün Alevilik dediğim iz şey, O s­ manh ülkesinde 15. yüzyılın sonu ile 16. yüzyılın ilk yılların­ da ortaya çıkan büyük toplum sal kargaşadan doğan bir ürün. Belli ki A nadolu’da İslam öncesinden beri varolan bazı inanç ve gelenekler buna eklemlenmiş. Belki ülkenin çok hızlı bir 72

»ı lulde tslam laşm asm ın doğurduğu bastırılm ış tepkiler de rol ııvııaımş. İslam iyet’i doğrudan terk etmek o devirde idam lık Mil. sayıldığı için, İslam geleneği çerçevesinde bir etiket aran­ mış, Öteden beri İslam dünyasında m uhalefetin adı olan Ale­ vilik benimsenmiş. Iilendim, eski Türk şam an geleneklerinin devamıymış, şuymuş buym uş, bunlar hikâye. M em leketteki Alevilerin neıcı leyse yarısı Kürt, ö rtaasy a şam anhğıyla ne işleri var, belli değil. Antakya ve Suriye Alevilerinin ta İslam öncesine giden yerel kökleri var, onlar neden elin Türkm eninden şam ancıhk öğrenecek, belli değil. Arnavut Toskların neredeyse hepsi lU-ktaşi olm uş, onlar da mı Ortaasya’dan geldi, belli değil. Düz cehalet dersen, o da değil. Memleketteki gayrı-Türk unsuru hiçe sayan, onların da bir geçm işi ve bir kültürü ola­ bileceğini algılam aktan aciz bir tür kem ikleşm iş terbiyesizli­ ğin ifadesi. 0 3 .1 2 .2 0 0 8

73

H A LLETM EK

Arapça uzun a ile hâl (durum ) başka, kısa a ve çift le ile hail (çözüm ) başka kelime. İkincisinin bir sürü türevi b u lu ­ nuyor. T ahlil kolay, çözümleme diye öztürkçeleştirildi. Helal de aslında “çözük” demek. Kanunen bağlı yani yasak olmayan bir şey anlamında. Bir de hülle var, kanunen bağlı olan bir şeyin usulüne uy­ gun olarak çözülm esini ifade eden. İslam hukukunda, kadını talak-ı selase ile, yani üç kez “boş ol,” diyerek boşayınca bu­ nun geri dönüşü olm uyor, mecburen üçüncü bir kişiyle gös­ termelik bir nikâh kıyıp uygun hir süre sonra gene boşanm ak gerek ki tekrar bir araya gelinebilsin. Hülle işte bu işlemin adı. T ipik bir m evzuat manyağının kasvetli ruhundan çıkmış bir form üle benziyor. 74

Malıall ve m ahalle daha enteresan. Her iki kelime yapı baI ııııından “çözme yeri” anlamına geliyor. Esas anlamları “koMak" yahut “durak” , yani göç esnasında “hadi burada dura­ lım," deyip denkleri, çadırları çözdüğün yer. İlginç olan şu ki, \ ı rleşik hayatı esas alanlar gibi göç etmeyi bir çeşit “çözüp gitnif " olarak görm em işler. Tersine, duraklam a yerini “göçün (.üzülmesi” olarak algılam ışlar. Hah, sonu ayınla, “padişahı tahttan indirm e” anlamında. O ıiyn, bunlarla alakası yok. Sultan Abdülham id mesela halledil­ medi, hal’ edildi. 0 4 .1 2 .2 0 0 8

75

K U T SA L

Kut Eski Türkçe “bereket, kıvanç” demek. Aslı kıwut, kı­ vanç, kıvanm ak sözcükleri ile aynı kökten. K utlu ve kutla­ m ak biçim lerinde Türkçede bugüne dek doğal yaşam ını sür­ dürm üş. K utsal uydurm aca bir kelime; 1930’larda icat edildi. K uds, kud si, m u kaddes ve takdis Arapça. Yukarıdakilerle etim olojik alakası yok. Asurca ve İbranice qdş köküyle akraba bir kökten türemişler. E sas anlamı “arınm ış, tem iz” demek. Daha kelime bilenler için söyleyeyim, berî, m überra demek. Yahud ülkesindeki Yeruşalayim kenti bilum um dinlerce kut­ sal bir yer sayıldığından, Arapça el-Kuds adıyla anılıyor. Bir de H akkari’nin dağında eskiden N asturi patriğinin m akamı olan 76

K u dşan is diye bir yer var, yerel Asuri dilinde “kutsal yer” de­ mekmiş. Şim di Kürtler Koçanis diye biliyorlar, resmi adını da hayvanın biri Konaklı yapmış. 1935-37 yıllarında G üneş Dil Teorisi çerçevesinde Arapça ve Fransızca kökenli kelimelerden bir sürü uydurm a “sözcük” türetildi. Tıpkı ecole’den okul, bulletin’den belleten, hégém on’dan egem en, electrique’ten y altm k , image’dan imge,^^ alliage’dan alaşım , général’den genel, terme’den terim, yahut alaka’dan ilgi, b u ut’tan boyut, civar’dan ç e v r e , d â n i ş m end’den danışm an, kanaat’ten kanı, kısım ’dan kesim , küt­ le’den kitle gibi, Arapça kudsi’den kutsal yaratıldı. Şonra Eski Türkçe kut ile bağdaştırılıp Öztürkçeleştiriliverdi. Yoksa T ürk­ çede o devirden önce -sel/sal diye bir ek duyulm uş değildir. 0 5 .1 2 .2 0 0 8

77

23 Bir o k u ru m Ö ztü rkçecilerin espri anlayışına isyan etm iş: İngilizce ve F ran sızcad ak i im age kelim esinin ortasın d ak i a’yı atıp ‘Öztürkçe’ im ge’ yi k eşfettiğin i ileri sü rm e k , Ö ztü rkçeciliği em poze eden o d akların , olu ştu rd u k ları T ü rk m illeti ile k asıtlı olarak d alga geçm ele­ rinden b aşk a bir şey olam az. (...) T ü rkiye C um h u riy eti’ni ku rup T ü rk kültür devrim in! y apan ların , T ü rk halkının zek âsıy la d alga geçtiklerini belli edici ip u çları bırak m ak tan hiç tedirgin o lm am aları, bu Ö ztürkçecilik garabetinin (...) tam am en kafa sik m ek için u y d u ru lm u ş bir kom plo old u ğu n u kan ıtlam aktadır. 2 4 Çevre k elim esin d e y an ılm ışım . Türkiye T ü rkçesi ile K ıpçak çad a 13. yüzyıl­ dan beri kay d ed ilm iş bir k elim e, Ö ztürkçülerin icadı değil.

78

KAŞAR

K aşar peynirinin kökeni hakkında sağlam bilgi yok, birkaç rakip rivayet var. Bir kere kaşar ile İtalyanca caciocavallo biz­ de özellikle Rum eli’nde kaşkaval diye bilinen peynir aynı şey. İsmin kaynağı bu olabilir mi? Zannetmiyorum, çünkü ne olursa olsun hiçbir kelime böyle gelişigüzel deform asyona u ğ­ ramaz. Kaşkaval nerede, kaşer nerede... İkinci olasılık, Artun Ü nsal’ın peynirler hakkında yazdığı Süt Uyuyunca kitabında önerilen teori. Çoğu peynirin üretimi için sütün içine bir parça kuzu ya da keçi işkem besi atılırmış ki bu parçanın içindeki enzimler veya bakteriler, her neyse, sütü m ayalasın. Et ve sütün herhangi bir karışım ını mekruh sayan Rumeli Yahudileri, içine işkembe parçası konulm aksı79

zm bitkisel yollardan (yanılm ıyorsam mantarlarla) mayalanan bu Balkan peynirini kaşer saydıkları için bu isim yerleşmiş, ib ­ ranice kaşer, M usevi dini kuralları uyarınca yenilmesi caiz olan yiyecek demek. Bir başka olasılık “k abuk” anlam ına gelen Arapça kökenli k ışır kelimesi. Kaşarın klasik Anadolu peynirlerinden en bü ­ yük farkı kabuklu olm ası tabii. Acaba oradan bir isim takılmış olabilir mi?25. 26 06 . 12.2008

25 N ew York’tan yazan Ayda H anım dö rdü n cü bir olasılık olarak İspanyolca queso casero ( “ev yapım ı pey n ir”) deyim ini hatırlattı. K aşarın Yunanca adın ın k ase n olm ası ek bir bilgi sağlam ıy or, çünkü Yunan bakkaliye ve yiyecek k ü ltü rü n ü n pek ço k öğ esi gibi bu da T ürkçeden bir alıntıdır. 26 Bir işte tecrübe k azan ıp du y arsızlaşm ak an lam ın d a kaşerlenmek deyim ine yazılı ortam da en erken 1 9 2 9 ’d a M ikhail M ikh ailov’un İstanbul argosu der­ lem esin de rastlad ım . M ik h ailo v ü n F ran sızca o larak y azıp Leipzig’te b astır­ dığı k itap çık , çok k a p sa m lı olm am akla birlikte, b u g ü n e dek Türk argosu üzerin de y ap ılm ış en ö z g ü n ve özenli çalışm adır. Son rak i derlem elerin h ep­ si -H ulki A k tu n ç’un, adı d ışın d a “b ü y ü k ” bir yanı o lm ay an Büyük Argo Söz­ lüğü dahil- M ikh ailov’dan serb estçe faydalanm ayı ken dilerin e hak say m ış­ lardır.

80

A SİM İLE

A sim ilasyon aslında kötü bir şey değil. Latince sim ilis benzer, ad-sim ilare benzeştirmek. Yerel ve aşiretsel olanı aşıp daha genel hatta evrensel bir kültür potasında harman olm ak bana prensip olarak yanlış gelmiyor. İnsanın ufku gelişir, gör­ güsü artar. Boktan boktan köy dedikodularıyla vakit öldürece­ ğine, en azından m etropol dedikodularıyla haşır neşir olur­ sun, daha havalı takılırsın. İngilizcen varsa Zimbabwe’deki adam la çet yaparsın, İtalya’dan sevgili bulursun. Al sana asi­ milasyon. Fena mı? TC rejiminin asim ilasyon politikasında rahatsız edici olan şey başka. Bunlar politik anlam da çok sofistike olmadıkları için, asim ile etmek istediği vatandaşa direktman hakaret edi­ 81

yor. Senin kültürün yok (çünkü ben yok sayıyorum ), dilin yok (çünkü ben bilm iyorum ), tarihin yok (okulda öğretm edi­ ler), sen hayvansın, gel devletinin şefkat kucağına otur; üç ku­ şak boyu arıza çıkarm az, itaat edersen seni belki kabul ederiz diyor. E bazı insanlar büsbütün onursuz değil. Bu şartlarda asim ile edilmeyi kabul etmiyorlar. Ne oluyor? Hadi bakalım , bölücü, ırkçı, terörist, falan filan. Benim enişteler “Vatandaş Türkçe kon uş” terörünün estirildiği bir devirde evde tek kelime Türkçe konuşm ayı yasak etmişlerdi. 1983’te kalkıp K anada’ya göçtüler. Aradan bir yıl geçm edi, çocuklar evde sadece İngilizce konuşm aya başladı­ lar. Dem ek ki neym iş? Asıl dertleri asim ilasyon değilmiş, asi­ m ile etmeye yeltenenlerin terbiyesizliği imiş. 0 7 .1 2 .2 0 0 8

82

ANGUT

A ngut kuşu veya diğer adıyla kızıl ördek, sarsak ve uyuşuk bir kuşm uş. Özellikle kolay avlanm asıyla ünlü. Angut Ortaasya Türkçesinde bir kuş adı olarak 11. yüzyıldan beri kaydedil­ miş. En erken 1882 tarihli Lugat-i Garibe isimli argo sözlü­ ğünde “aptal kişi” anlamıyla boy gösteriyor.^^ Nihai kökenini bilmiyorum . Eski Türkçe kuş ve hayvan isimlerinin hemen hepsi gibi problemli. Farsça olan Anka kuşuyla alakası olabi­ lir mi? Hiç zannetmem. Enayi Arapçadan uydurulm uş Türkçe bir kelime. Enâ ben, enâ’î de “benci” ya da bencil. Kamus-ı Türki'de “kendini bir şey sanan m ağrur ve cahil kim se,” diye geçiyor. Buradan son yüz yıl içinde bugünkü anlam ına evrilmiş. İlginçtir, frenkçe 83

idiot da buna benzer yapıda. Eski Yunanca idios “kendi” , idiötes “kendicil”. Eski Yunan’da, herhangi bir kamu görevi üstlenm eyen sade vatandaş için kullanılm ış. Daha sonraki de­ virlerde herhalde “saf, sade” anlam ından giderek “aptal, gerizekâh, ahm ak, angut, m oron, bön, budala, dingil, zekâ özür­ lü, kaz kafalı” anlamını kazanmış. O sm anhca behim iyet diye enfes bir kelim e var, bir kişinin hakikaten iflah olmaz derecede aptal olduğunu vurgulam ak için bazen kızgınken kullanıyorum . Neym iş diye baktım , m e­ ğer Arapça hehîme “büyükbaş hayvan, özellikle öküz veya m an da” , behîmiyyet de “öküzlük” . ibranice behîma “m anda, davar” , behîmoth “Nil mandası, yani suaygırı” diye geçiyor. Kutsal kitapta pek berbat bir yara­ tık adı olarak anılmış. O radan behem oth diye İngilizceye geç­ miş. Aşırı büyük ve hantal bir efsane yaratığı anlamında hâlâ kullanılıyor. Nereden nereye... 08 . 12.2008

27 P aris’ten yazan T a r a f o k u ru O nnig H agopcan, E rm en ice angud ( “çekirdek­ siz ”) sö z c ü ğ ü n ü n “beyin siz, ak ılsız ” anlam ında da k u llan ılabildiğin e değin e­ rek argod aki an gu t’un b u n u n la ilgili old u ğu n u sav u n d u . Yaygın bir gö rü ştü r am a doğru old u ğu n u san m ıyoru m .

84

KARAN LIK

Karanhk’taki -n- nedir diye sorm uş bir okurum. Cevap m uhtem elen dönüşlülük eki: dilenmek, kuşanm ak, usanm ak, tükenm ek’teki -n- gibi. Sözcüğün esas eski biçimi, “gice karangı bolm ış,” cüm le­ sindeki gibi karangı. 13. yüzyıl ortalarına doğru karangı-lık yaygınlaşm ış. Eski yazıda nun’la değil sağir kefle yazılır. Yani tam telaffuzu karanlık değil, karanghk. -gı Türkçede standart bir edilgen m asdar eki. *K aran-m ak fiiline yazılı kaynaklarda rastlanm ıyor; onun yerine eski kay­ naklarda karal-m ak var, yakın devirde karar-m ak biçim ini al­ mış. Daha eskiden bir * karanm ak vardı da acaba karan-gı ora­ 85

dan mı türedi, yoksa *karal-gı bir nedenle ses değişim ine mi uğradı, emin değilim. Başa koyduğum yıldız “böyle bir kelime yok” ya da “varsa bile yazılı örneği yok” demek. Standart dilbilim notasyonu. 0 9 .1 2 .2 0 0 8

86

CAM BAZ

Hayatta çözüm e kavuşm ayacak tartışmalardan biri, can-baz mı, cam-baz mı? İkisi lehine de söylenecek şeyler var. Belki iki­ si ayrı kelimedir, zamanla birleştiler. Ya da aslı cam-baz’dı da halk kullanım ında “canıyla oynayan” anlamı ağır bastı. Yanılmıyorsam ilk önce Evliya Çelebi’de “hokkabaz, şişebaz, çanakbaz, kâsebaz, cam baz...” diye bir akrobatlar listesi ge­ çiyor. 17. yüzyılda cam henüz “kadeh” anlamında kullanılıyor­ du, şim di cari olan “kadeh ve sürahi yapmakta kullanılan şeffaf malzem e” anlamı daha sonra türedi. Demek ki cam-baz deyin­ ce sırıklar üstünde kadeh oynatan birini düşünm ek lazım. Buna karşılık kelim enin eskiden asıl yaygın olan anlamı “davar ticareti yapan kim se” . Hâlâ Anadolu’da bu anlamda 87

kullanılır, hayvan pazarına yazın can-bazlar gelip kıran kırana pazarlık ederler. Ahmet Vefik Paşa’mn 1876 tarihli sözlüğün­ de “hayvan tüccarı gibi ucuza alıp pahalıya satan kimse, dala­ vereci” diye geçiyor kelim enin tanımı. Baz Farsça, bâxten fiilinin aktif sıfatı, “oynayan” demek. K um arbazda da aynısı var. 10 . 12.2008

88

ÇARŞI

Farsça çahar-sû yani “dört-kenar, quadratus,” Yunanca agora ( “açık yer”) sözcüğüyle aynı kavramı ifade eder. Şehir m erkezinde büyük dikdörtgen kam u alanı, en eski İran kent­ lerinin belirgin bir özelliği, Persepolis’te mesela dev bir tane var. Helenistik devir şehirciliğinin dikdörtgen agora olayı­ nı MÖ 4. yüzyılda İran’dan aldığı anlaşılıyor. Arapça m ey­ dân sözcüğü de İslam ’ın ilk yıllarında Farsçadan alınmış, çün­ kü Araplarda böyle bir kavram yok. Tipik bir Acem düzeni di­ ye görm üşler. İlginçtir, şehir m eydanının büyüklüğü ile o ülkeyi yöne­ tenlerin im paratorluk-diktatörlük-firavunluk hayalleri arasın­ da bire bir bağlantı var. Paris’in ilk büyük meydanlarını Na89

polyon yaptırmıştı. Stalin’le M ussolini ondan geri kalmadılar. Bizde Beyazıt M eydanı Enver’in eseridir, Taksim ’le Em inönü de halefinin. Türkçe çarşı 19. yüzyıla dek sin ve vavla çarsû yazılırdı. 1680 tarihli M eninski sözlüğü “doğru su çarsu’dur, halk ara­ sında çarşu telaffuz edilir” diyor. Zannederim baştaki ç’nin et­ kisiyle oluşan bir ses benzeşm esi (asim ilasyon) olmalı. 1 1 . 1 2.2008

90

ZEN G İN , EAKİR

Efendim Türkçe fakir bir dildir. Ne münasebet, en zengin dildir, Sümerler de Türktür. Al sana, vatan haini! Kahrol, faşist! Sevgili okurlarım , bunların hepsi cahil muhabbetidir. Üni­ versitede beş kuruşluk dilbilim gören herkes bilir. KONUŞM A DİLİNİN zenginliği aşağı yukarı her dilde aynıdır. Ancak eği­ tim ve sosyal hareketlilik düzeyine göre farklılık gösterir. Ye­ ni Gine yerlilerinin konuşarak kendilerini ifade etme becerisi / kıvraklığı / ifade zenginliği, mesela İngiliz kam yon şoförle­ rinden yahut Suudi Arabistanh ev kadınlarından veya Türk kahvehane m üdavim lerinden farklı değildir. Yani “Bu Türkçe çok zengin abi o dalganın otuz tane adı var” geyiğini yapanlar, basitçe, başka dil bilm ediklerinden öyle konuşuyorlar. 91

YAZI DİLİ farklıdır. Dil yazıya döküldükçe, büyük m iktar­ da “özel vokabüler” biriktirir. D eğişik çevrelerde, değişik m esleklerde, değişik dönemlerde belirip kaybolan onbinlerce kelime kayda geçer, ortak kültüre malolur. Dolayısıyla bir dil­ de ne kadar çok yazı üretilm işse YAZI DİLİNİN kelime hâzi­ nesi de onunla bire bir orantılı olarak artmıştır. Dünya tari­ hinde en çok yazı üretm iş dil İngilizcedir, en zengin yazı dili de (açık farkla) İngilizcedir. Toplam yazı üretim i bakım ından Türkçe sanıyorum dünya dilleri arasında yirm inci sıralarda bir yerdedir. Kelim e hâzinesi bakım ından klasm andaki yeri de işte o kadardır, ne fazla ne eksik. Ki, yedibin küsur yaşayan dil arasında hiç fena bir yer sayılmaz. Hele dokuzyüz yıllık yazı birikim ini tek kalem de çöpe at­ mış bir ulus için gene büyük başarı diyebiliriz. Zengin Farsça, aslı sengîn, “ağır” demek. F akir Arapça, ço­ ğulu fukara. Zenginin Arapçası gani, fakirin Farsçası derviş oluyor. Bunlar da Türkçede varlar am a başka kutucuğa otur­ muşlar. Al sana zenginlik, ne kadar karm aşık bir anlam lar ağı, de­ ğil mi? İyi bir yazar şu dört-beş kelimeyle ne ince dantelalar örebilir. 12 . 12.2008

92

EGE

Ege Denizi 1930’lara dek Türkçede duyulm uş bir ad değil. “Adalar Denizi” anlamına gelen C ezair D enizi adı bazen kulla­ nılm ış am a olay daha çok Akdeniz’in bir parçası olarak algılan­ mış. Yani “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir,” deyip İzmir’e çıkmaları rotayı şaşırdıklarından değil, terminoloji farklı. Eski Yunancada Ege Denizi’nin yaygın adı Arkhi-pelagos, yani “Baş Deniz” . Arkhipelagos Adaları da bu denize pıtrak gi­ bi saçıh olan adalar. Sonradan bu ad adalara yapışıp kalmış. Fransızca archipel, İngilizce archipelago hugün “takım ada” anlam ında kullanılıyor. Ö bür isim A igaios, kaynağı bilinmeyen bir kelim e; Yunan­ lıların pek sevdiği m itolojik m asalları burada aktarm aya gerek 93

yok. Eski Yunanca telaffuzu aynen yazıldığı gibi /aygayos/. İn­ gilizceye Aegean (/eciyın/), Fransızcaya Egée (/eje/) diye geç­ miş. Bizde cum hurreisinin emriyle herkesin dilbaz kesildiği 1930’larda, Türkçesinin de Ege olduğuna karar verilmiş. N e­ den m esela *e je yahut *ec e yahut *ay gaz değil, orası meçhul. Öyle uygun görm üşler. Sonra bunun Ö ztürkçe aka/aga sözcüğünden geldiği kana­ atine varılm ış. Bundan, Ö ztürklerin atalarının Ortaasya’dan gelip Ege Denizi’ne m edeniyet getirdiği sonucu çıkarılmış. Gene bir gece bir “hikmet sofrasında” daha evvel kimsenin duym adığı egem en sözcüğü ortaya atılmış. Türkçede varol­ mayan bir kökten yine Türkçede varolm ayan bir ekle türetilen bu non-kelim e, A igaios’la hiçbir alakası olmayan Yunanca hégem on (önder, kom utan) sözcüğünün Türkçe kökenli ol­ duğuna kanıt sayılmış. Sadece alkolle açıklam ak m üm kün değil. Kesinlikle başka m addeler de kullanm ış olmalılar. O garip rüya/kâbus mantığı­ nı başka türlü yakalam ak kolay değildir, bilen bilir. J3.12.2008

94

28 T ah m in edileceği üzere, son p aragraf A tatü rkçü kesim de yoğun bir duygu patlam asın a yol açtı. O k esim in tipik ifad e düzeyini yansıtan ço k sayıd a m ail’in y anısıra, K an ad a’d an gelen içten bir dille yazılm ış bir sitem d ik k ati­ m i çekti: Sözü n ü ettiğiniz b a şk a m addeleri kullanm aya ne zam an başlad ı d ersi­ niz? M ikrosk op altına kim i k oyarsan ız koy u n u z, çirkin görünür. N e g e­ rek var b u n a? Kim e ne kazandırır? Şöyle cevap verdim : Beni ilgin ç bir ikilem le k arşı karşıy a bırakıyorsun uz. Kafayı dum an layıp tarih teorileri üreten in san lar “çirkin” m i? D oğrusun u isterseniz gerçek hayatta öyle tiplere bayılırım , hiç çirkin bulm am . M em ur zihniyetli “n orm al” kişilere bin defa tercih ederim . Ö te y andan, A tatürk’ü n kendi gün ah ve sevapları ne o lu rsa o lsu n , G Ü N Ü M Ü Z D E en ilkel, en sald ır­ gan , en tehlikeli T ü rk ırkçılığının sim ğ esi ve dayanağı haline ğeldiğini dü şü n ü yoru m . D olayısıyla o sim geyi ve dayanağı elden gelen her y ö n ­ tem le yıpratm ayı, her şeyden önce bir v atan daşlık görevi sayıyorum . Mit yıkm a işlem in e ne gerek var? Sovyetlerde Lenin heykellerini yıkm aya ne gerek var İdiyse o gerek var sanırım . Bir b a şk a o k u r “T ürkçeye karşı ço k önyargılı ve d u y g u sal” y aklaştığım ı sa ­ vu n arak şöy le dem iş: T ü rk çe d e yaşam ayan u n su rlard an kelim e y aratm ak u y d u rm acılık ise, O sm an h cad a A rapça ve F arsçan ın un su rların ı k arıştırarak u y d u ru lm u ş ve am a g ü n ü m ü z d e k u llan d ığım ız kelim elere ne d em eli? V aziyet, ede­ biy at, vb. O sm an h aydın ı, m ü n evveri, ziyalısı k elim e u y d u rm ad a, tü ret­ m ed e h ep istekliym iş. O z am an k i u ydu rm a-türetm elere sevgiy le y ak la­ şıp cu m h u riy et d ö n em in de k ilere bu k adar so ğ u k d u rm an ın an lam ı var

95

O na da şu cevabı verdim : E sas fikir ayrılığı san ırım “d il”in ne oldu ğu n a d air farklı b ak ış açıların ­ da yatıyor. Bence dil bir iletişim platform u d u r, o kadar. BU G Ü N K Ü T ürkçe, T ü rkçedir. Buna h o şn u tsu zlu k da, egem en d e, sp am da, ciksi de, gerzek de, bo yo z d a, basüb ad elm evt de, p arap leji ile latilok um da d a­ hildir. Her dil gibi T ü rk çe de, m evcut olan bu çorb an ın içinden, ih tiya­ ca göre son derece yaratıcı, esprili, güzel, cu k o tu ran yeni kelim eler b u l­ m aya elverişlidir. N itekim TD K terörün den k u rtu ld u ğ u 1980’lerden bu yana, m ü th iş bir y aratıcılıkla evrilm eye devam ediyor. 1930-80 arası yapılan bu değildir. Tam am en ırkçı bir anlayışla dili, onu olu ştu ran u n su rlard an sadece bir ianesine in d irgem eye çalıştılar. Bu­ gün kü T ü rkçenin “öz T ü rk çe ” u n su ru bu iş için yetersiz kaldığı oranda, bu g ü n k ü T ü rkçeye Ja p o n c a kadar yabancı olan birtakım eski T ü rk leh ­ çelerinden zorla so n u ç alm aya çalıştılar. (...) İrkçılıktır, k ü stah lıktır, toplum düşm an lığıd ır. Türkçeyi fakirleştiren bir d ark afalıh k abidesidir.

96

PAŞA

Paşa sözcüğünün etim olojisi 100 seneden beri çok tartışıl­ m ış bir konu. Eskiden padişah sözcüğünden kısaltm a yoluyla türediği görüşü popülerdi. Ancak bu görüşün bilim sel temeli zayıftır. Baş ağa > başa > paşa görüşü de sanırım oldukça afa­ ki bir spekülasyon sayılabilir. 13. yüzyılın son yıllarında aniden ortaya çıkm ış Türkçe bir saygı deyimi. Türkiye Türkçesi dışında örneği ve paraleli yok. Önceleri bey sülalesine m ensup kişiler için kullanılm ış, bir tür “prens” gibi; O rhan G azin in kardeşi Süleym an Paşa böy­ le. 13. yüzyıl Türkiye Türkçesine ait elimizde hemen hemen hiç m etin bulunm adığından, türeyiş serüvenini izlemek im ­ kânsız gibi görünüyor. “Bilm iyoruz,” demek daha sağlıklı. 97

Farsça p âd işâh < Orta Farsça pâti-şâh < Eski Farsça pâtixşayath a, etim olojisi gayet açık olan bir deyim. Eski Farsça pâü (= Erm enice bed) “güçlü, muktedir, egem en” demek. La­ tince potis, potens, posse, possibilis vb. ile aynı Hint-Avrupa kö­ künden gelen bir sözcük, İngilizcede bir sürü türevi mevcut, possible, potential vs. Yunanca despotes (m alikâne sahibi, dere­ beyi) tabirindeki potis de oradan geliyor.^^ 14.12.2008

29 2 2 A ralık 2 0 0 8 ’de bu yazıya bir h am iş yazdım : G eçen hafta y azdığım p aşa y azısın a çok esaslı cevaplar geld i. Sözcüğün “erkek evlat, özellikle h ü k ü m d ar veya soy lu k işi evladı, p re n s” anlam ı­ na gelen T ü rkçe b e şe ’den evrildiğin e yüzde d o k san beş ikn a edildim . Dr. H ikm et K ıvılcım h ’nın b u k o n u d a epey yazdığı varm ış, bak nereden ne­ reye! T ü rkçe beşe ile F a rsç a b e çç e (yavru, oğlan ço cu ğ u ) arasın dak i iliş­ kiyi dah a çözem ed im am a. Y u su f C iv elekoğlu şaşm ış: H indi dilinde b a ç ç a = erkek oğlan , g an d a h açça = (sevgiyle) “ pis ço­ c u k !” Bin yıl d ü şü n sem “p a şa ”y la alakası aklım a gelm ezdi.

98

LEBLEBİ

Sami dillerinde “kalp” anlam ına gelen kelimeler Ib veya Ibb kökünden yapılmış. Asurice lubbu, İbranice lib, Aramice lebıbâ kalp. Arapçada tam eşdeğer bir kelime yok ama labb fiili “anlamak, hissederek bilm ek” anlam ında kullanılıyor. Bunun sıfat hali lebîb “kalpten anlayışlı, empati sahibi” demek. Türk­ çede erkek adı.^® Tanesi yenen çeşitli yem işlerin ve fasulyegillerin de Arap­ çada Ib veya Ibb kökünden isim leri var. Belli ki “bir şeyin için­ deki yum uşak ve lezzetli çekirdek” gibi bir bağlam dan ad al­ mışlar. M esela lübiyâ bildiğim iz fasulyenin Arapçası. Anadolu ağızlarında hâlâ kullanılır. Ermeniceye de oradan gelmiş. Lablab Arapçada tanesi kavrularak yenen bezelyeye benzer bir bitkinin adı. Bilimsel adı dolichos lablab. Kök ikilem esi (Ib 99

yerine Iblb) A rapçada küçültm e, sevim lileştirm e anlamında kullanılan tipik bir gram er formu. “Mini mini yürecik” diye çevrilebilir. Leblebi de Arapçadan. Türkçede en erken 14. yüzyılda “kavrulm uş bezelye” anlamıyla geçiyor. 17. yüzyıl sözlükle­ rinde hâlâ bezelye görülüyor. Sonradan nohuta çevirmişler. Yoksa ‘nohuda’ mı demeliydim, k e s t i r e m e d i m . ^ 2 16.12.2008

3 0 Ç o k say ıd a ok u ru m m ail yazıp F arsça leb (d u d ak ) sö z c ü ğ ü n ü n bunlarla iliş­ kisin i sord u . Bildiğim kadarıyla yok. F arsça sö z c ü k , aynı anlam a gelen La­ tince la b iu m ve la b ru m ve İngilizce lip sözcük leriy le ortak bir H int-A vrupa k ö k ü n d e n geliyor. 31 Bir o k u ru m n oh u d a’d an y an a oy kullanm ış: N oh ut kelim esi set se ssiz harflerden biri olan “ t” ile bittiğin den dolayı, bu kelim enin so n u n a “a ” takısı eklendiğin de se rt se ssizlerin y u m u şam a­ sı ku ralı gereği “t” h arfi y u m u şay arak “d ” harfi ile yer değiştirir. C evap yazdım : “H u k u k a? İcraata? O lim piyata?” O k u ru m direndi: “H u k u k ve icraat A rapça; olim piyat F ran sızca. T ü rkçe kö­ ken li olm ayan kelim eler se rt sessizlerin y u m u şam ası k u ralın a u ym az.” E n oh u t da F arsça, o zam an ? T am am , bence de d o ğ ru su nohuda olm alı. Am a ku ral nedir, bilm iyorum .

100

YA LAN CI

Suriye halk dilinde Türkçeden alınma bir sürü kelim e var. Lokanta menülerinin değişm ez kalemi yalanci onlardan biri. Bildiğim iz zeytinyağlı yaprak sarma. Türkçe olduğunu bilen var, bilmeyen var. Ama Türkçe sözcüğün “yalan söyleyen, kandırıkçı, kâzib” anlam ına geldiğini anlatırsan boş boş yüzü­ ne bakıyorlar. İnanılır bir şey söyle de inanalım gibisinden. İnandırm ak için, 1) doğru adın yalancı dolm a olduğunu, 2) yalancı sözcüğünün Türkçede “yalan konuşan k işi”den başka “gerçek olm ayan şey” anlamını da taşıdığını, 3) yaprak sarm asına gerçek anlam da dolm a olmadığı için İstanbul ağ­ zında bu adın verildiğini anlatm ak lazım. Uzun iş. Şim di düşünün, bu köşeyi Suriye’nin El T araf gazetesinde yazıyor olsam gelecek tepkileri! “Kesin atıyor!” “Nereden b i­ 101

liyorsunuz bunları hocam ?” Yahut “Arapçayı küçük düşür­ m ek için böyle söylüyor, aslı Öz Arapçadır, lecc kökünden ‘inatla sarıyor’ m anasına, yd eccü...” Bir başka Suriye işi yemek, şaw arm a. Bildiğimiz dönerin Halep versiyonu. Arapçada /ç/ sesi olm adığından, ayrıca diş değdirm ek /v/ sesi de olm adığından, çevirm e’yi mecburen böyle yorum lam ışlar. Uıfali kbab ve İzmirli kbab da yedik, gü­ zel yapıyorlar. Ayrıca Halep harikulade bir şehir. Urfa’ya da M ardin’e de fark atar. 17.12.2008

102

SAAT

Arapça sâ'^at sözcüğünün esas anlamı “en, genişlik, bolluk”. Kökü ws*^ ( v a v - s i n - a y ı n ) , ^ 2 “uzam ak, genleşmek, yer kapla­ m ak’ gibi anlamları içeriyor; İngilizcesi to extend. Arapça gra­ merde biraz ilerlemiş olanlar bilir, ilk harf olan vav fi’âl veznin­ de kaybolur. Aynı köklen gelen vüs'^at (genişlik) ve v asF (ge­ niş) sözcüklerini bilenler çıkar değerli okurlarım arasında. İkincil anlam herhangi bir zam an aralığı, an extent of time desek belki daha iyi anlaşılır. Bu anlamın izleri Türkçede mev­ cut. Özellikle atasözü ve deyimlerde geçiyor am a genel kulla­ nım da gitgide m arjinalleşti. “Ecel saati geldi,” derken söyle­ nen şey, misal, “saat dokuzla on arasında ölmeyi planlıyor,” değil. “Bunu duyan Hatice o saat bayıldı,” derken de öyle. “ Günün yirm idörtte biri olan süre” saat. Bundan başka, bu süreyi ölçen aletin adı da saat. Kelimenin bu dördüncü anla103

mına Arapça sözlüklerde rastlanmıyor, sanırım Türkçeye öz­ gü olmalı. Dişliler ve ağırlıklarla işleyen ilk m ekanik saatler 10. yüzyılda M üslüm an Ispanya’da icat edilm iş, daha sonra A vrupa’ya yayılmış. O rtaçağda saat yapım ı konusundaki en kapsam lı eseri Cizreli N asırüddin adlı biri 1206 yılında Diyar­ bakır’daki Artuklu hüküm darı için yazmış. Tarihte ilk kez ça­ lar saati tarif eden de bu zat.^^ Nereden nereye, şim di Diyarbakır’da, öncü teknoloji eser­ leri yazmayı bırak, doğru dürüst saat tamir edecek birini ara da bul. Gelişiyoruz, gelişeceğiz, ha gayret. 18 . 12.2008 3 2 Recaí K aracan yazm ış: Saat kelim esinin kökü için vav-sin-ayn dem işsin iz. O ysa ben sin-vavayn old u ğu n u d ü şü n ü y o ru m . F u ad A b dü lbaki de M u’cem ’inde saat için bu k ök ü kullanıyor. K u ıa n ’d a bu kökü n 49 kere geçtiğini söyler ve ... bir de N uh Su resi’nin 23. ayetinde geçen Sü va’ adlı p u tu n ism inin bu kök­ ten geld iğin i yazar A bdülbaki. 33 B uradaki hatayı 2 0 Aralık 2 0 0 8 ’d e düzelttim : G eçen gün kü yazım da m ekan ik saadere ilişkin kitap yazan Cizreli Nasırüddin adlı birinden sö z etm iştim . Û ç ay n okurum yazdı uyardı, Cizrelinin adı Bediüzzam an İsm ail el-Cezeri olacak, kitabı su n d u ğu hüküm dann adı N asırüddin diye. Pardon. iPod’u G eorge Bush bu ld u dem ek gibi bir gaf.

104

BİKİNİ

“İki” anlam ına gelen bi- önekiyle Batı dillerinde yapılan tonla bileşik kelime var. Bisiklet (iki tekerçe), b isek sü el (iki cinstenci), bikarbonat (iki karbonat m oleküllü kim yasal bile­ şik), bigam i (iki k a r ı l ı l ı k ) b i e n a l (iki yıllık ya da iki yılda bir), b ip ed (iki ayaklı), b izon al (iki bölgeli), bilin gu al (iki dil­ li) vesaire. Bikini bunlardan biri DEĞİL. Pasifik O kyanusu’nda bir mercan adasının adı. Yerel M ikronezya dilinde Pikinni “hin­ distancevizi düzü” dem ekm iş, ben de bu vesileyle bakıp öğ­ rendim. Amerikalılar 1946’da yerli halkı boşaltıp bu adada bir dizi nükleer bom ba patlatm ışlardı. O günlerden itibaren dün­ ya basın jargonunda bikini “nükleer patlam a” anlam ında kul­ 105

lanılmaya başlam ış. Misal: “Başkan Trum an’m demeci bikini etkisi yaptı.” Aynı yılın ağustosunda Fransız dergileri o ara Riviera plaj­ larını kasıp kavuran iki parçalı m ayolara da bikini adım uygun görm üşler, “yakıyor b u n lar!” g i b i s in d e n .İ s im tutmuş ama dünyada bu m odanın yaygınlaşm ası 1960’larm başıdır. Ç o­ cukluğum dan hatırlıyorum, 1962 veya 63 olmalı, K m ahada’da ressam Ihap H ulusi’nin eşi N aşide Hanım bikini giymişti de epey mevzu olm uştu. Eyvah, bunak köşe yazarları gibi yazm aya başladım galiba. Daha güncel olmalıyım. 19.12.2008

3 4 Şah an Evren, b igam i’nin “iki k arılılık ” değil “iki e şlilik ” dem ek old u ğu n u hatırlattı. “ E lakh sm ız,” d ed im , “in san ken din e y o n tu y o r.” 35 Yasin Ekinci gerçek bir u zm an kim liğiyle bilgilen dirdi: Bikini ism ini F ran sız dergileri k asıp kavu ru cu o ld u ğu için bu giysiye la­ yık görm ü şler, sap tam ası yanlıştır. 1946 y azın da Bikini adasın d aki n ü k ­ leer testlerden 4 gün so n ra birbirine benzeyen iki m ayo, iki m od acı ta­ rafın d an (Jacq u e s H eim ve L o u is R eard) piy asaya sü rü lm ü ştü r. H eim ta­ sarım ın a “ato m ” adı verm iş, Reard ise “b ik in i” adını bizzat ken d isi ver­ m iştir. Bu isim lerde birço k anlam vardır. Sizin de belirttiğiniz gibi k asıp kavuru cu lu ğa vurgu vardır. O dönem lerde se k si k adın lara bo m b a gibi (b u ­ gün de kullanılır) y ada atom ic denirdi. İkinci vu rgu , sav aş kazand ıran ato m bo m b asın ın , o zam an lar m od ern lik, y enilik ve ilerlem en in sim ge­ si olm ası. Ü çü n cü sü m ayo n u n k ü çü k lü ğü n e olan vu rgu d u r. Flatırladığım k ad arıyla, bikini ism i rakip tasarım dan (ato m ’d an ) daha k ü çü k ol­ d u ğu n a da gön d erm e yapar. Ç ü n k ü nükleer b o m b a atom u n p arçalan m a­ sıyla o lu şu r.

106

O R TO D O K S

... başbakan h a z r e t l e r i , “Akdamar adasındaki Ermeni-Ortodoks kilisesini tamir ettik,” buyurmuş. Biri keşki söylese, Ak­ damar diye bir yer yok, Ermeni-Ortodoks diye bir şey de yok. A danın adı binikiyüz yıldan beri A htam ar, daha doğru­ su C sesiyle A xtam ar yahut A khtam ar. Tam ar adlı bir kız var­ mış da, sevgilisi “Ahh! T am ar,” dem iş de, bunlar işin m asal kısm ı. M uhtem elen Erm enice bile değil, Arapça bir söz. 8. yüzyılda Erm enilerin önde gelen kısm ı çatır çatır Arapça ve F arsça bilir, bunları u lu slararası siyaset ve kültür dili olarak kullanırdı, daha düne kadar nasıl Türkçe bilirler id ^ s e öyle. Adanın esas eski Erm enice ism i R ştunik adasıdır. O rtodoks’a gelince, genel anlam ı “doğru öğreti sahibi” . Oriho “doğru” , döksa “doktrin, öğreti, töre” . Aşağı yukarı “sünnî” 107

gibi bir şey. Bu anlam da ortodoks olm adığım iddia eden din veya mezhep yoktur. Bir de ayrıca, Rum kilisesinin kendine ya­ kıştırdığı sıfat. Ermeniler ta 451 yılından beri bu iddiayla kıya­ sıya mücadele etmişler. Ermeni kilisesinin adı Ermeni kilisesi­ dir, Ermeni Kadim kilisesi de olur, “havarilere dayanan” anla­ mında Ermeni Apostolik kilisesi de olur, Frenklerin verdiği is­ mi kullanm ak gerekirse, hadi diyelim “Gregoryen” de olur. Ama Erm eni-Ortodoks diye bir şey yoktur. Ortodoks olan Ermenilere Ermeni değil Rum denir. Ela o da yok mu, var. Bilecik’in Lefke kazasında Ermenice konuşan O rtodokslar varmış. M übadelede “Rum ” diye Yunanistan’a s ü r ü l m ü ş l e r . ^ ^ Tabii m aksat başka. Kiliseyi “Erm enilere” maletmekten kaçm ak için, aklınca mezhep adına sığınıyor. Hani olur a, Fah­ rettin Kirzioğlugiller yahut Halacoğlular itiraz ederler, kiliseyi aslında Oğuz veya Kıpçak Türkleri yapm ıştır da “sadece” mez­ hepleri öyledir, yanlışlıkla. “K orkaklık” iyim ser yorum olur. Aslına rücu etti demek daha doğru, öyle görünüyor. 2 0 . 12.2008

36 G azetede b aşb ak an h akkın d a sert bir ifade k u llan m ışım . Son rad an d ü şü n ­ d ü k , gereksiz bu ld u k. 37 “O rto d o k s” m eselesin d e kafası karışan çok say ıdaki ok u rdan birine aşağ ıd a­ ki açıklam ayı gönderdim . 1)

H em en hem en bü tü n din ve m ezh ep isim leri polem ik içerir. Katolik ( “evren sel”), O rto d o k s ( “ doğru yolda o lan ” ), A p o sto lik ( “ havariden el a lan ” ), Sü nn i ( “d o ğ ru geleneğe sa h ip ”). E van gelical ( “ Incil’e d ay an an "), M ahayana ( “B ü yük Y ol”)... İçeriği ço k ciddiye alırsan hiçbirini ku llan ­ m am an gerekir.

108

2)

Eğer self-d esign atio n esas alın acaksa E rm eni kilisesin in adı A po stolik ’tir (A rak elagan ). 1500 seneden beri ku llan ılan ad bu d u r. T ab ii ki kılı kırk yararsan bu da saçm adır, T ateos ve B artoğom eos havariler hikâyesi m uhtem elen m asald ır, k ilise ta 4. y üzyılda d o ğ m u ş, hem havarilere d a ­ y andığını id d ia eden b aşk a kiliseler de var. A m a önem li olan bu değil, kendilerin e verdikleri ad.

3)

Batı’da ve D o ğ u ’d a 1500 sened en beri ku llanılan genel tabir “Erm eni Kilise si”dir. O sm anlı devletinde h u ku ken geçerli olan ve halk arasın da k u llanılan isim de bu d u r. Bence en d o ğ ru su d a bu du r. İç polem iklere bu laşm ad an , objektif, tarihi bir ad gerekirse, bu n u kullan m ak en d o ğ ru ­ su d u r. K atolik E rm enilerden filan ayırm ak gerekirse “E rm eni K adim K i­ lise si” denebilir.

4)

G regoryen tabiri B atılılarm icat ettiği bir isim dir, san ırım biraz da a şağ ı­ layıcıdır. M ü slü m an lara “M u h am m ed ist” d em ek gibi bir şey. Lıısavorçagan b u n u n E rm enilerce ben im sen m iş tercüm esidir. Benim sevm ediğim isim ler am a k u llan ılm am ası için bir neden yok.

5)

T eolojiyi vu rgu lam ak istersen k u llan ılacak teknik tabir “N on-C halcedon ian ” olm alı. Süryaniler ve M ısırlılarla ortak zem ini vu rgu lu yor, “M onofizit” gibi tartışm alı bir alana da girm iyor. A m a bu teknik bir terim dir, ve teo lojik fark bir m ezhebi tam nalayan faktörler arasın da bence önem ­ siz bir u n su r sayılır.

6)

D oğu H ıristiyanlarına topyekün “O rto d o k s” adını verm ek, Batılılarm icat ettiği ve bü y ü k ö lçüd e cehalete dayan an bir tasniftir. D aha eskiden “Şark H ıristiyanlığı” ve “G arp H ıristiy an lığı” diye ikiye ayrılırdı, eh Batı’nın b aşken ti R om a, D ogu ’n un başken ti K on stan tin opl deyip topyekün bir “O rto d o k slu k ” çıkardılar. “ D oğu O rto d o k slu ğ u ” terim inin de an lam ­ sız o ld u ğu n u d ü şü n ü y oru m , çü n k ü O rtod ok slu k zaten D oğ u kiliseleri­ ne verilen genel ad. So n ra m esela Su riye’de esas Suriye O rtod ok sları var, Rum lara bağlı. O zam an Sü ryanilere ne diyeceksin? Su riye D oğu O rto­ d o k sları m ı?

109

DÜVEN

Düven yahut düğen Anadolu’da öküzün arkasına bağlanıp buğday başaklarının üstünde gezdirilen, çakm aktaşlarıyla be­ zeli aletin adı. Türkçe dövm ek/döğm ek fiiliyle ilişkisi basit görünüyor. Zaten son zam anlarda döven yazımı tercih edili­ yor. Sözlüğüm ün ilk baskısında hen de düven < dövmek olarak gösterm iştim . A ncak halen A nadolu’da kullanılan aletin tıpkı­ sının antik çağda Yunan dünyasında kullanıldığını ve adının tykâni olarak kaydedildiğini öğrenince yanıldığım a hükm et­ tim. M odern Rum cası tukdni veya dukâni. Norm alde *tikani olm ası lazım ama Yunanca diyalektlerde y > u evrimi de ol­ dukça yaygın. 110

Yunanca halk ağızlarından Türkçeye alıntılarda kalın sesliİrrin ince sesliye, p, t, k gibi ötüm süzlerin de b, d, g gibi ötümlııyc dönüşm esi genel kuraldır. M esela akson > eksen, ankinalo > enginar, avlaki > evlek, fanari > fener, kalathari > kelter, lıanavouri > kenevir, kapari > gebere, karavida > kerevit, kodari > güderi, kodiki > kütük, kontari > gönder, kopriâ > güble, kovertâ > güverte, skathi > iskete ve saire. Dolayısıyla duUani > dügen varsayılmalıdır. 2 1 . 1 2.2008

111

PASTIRM A

B asm ak fiili Türkçede mevcut ve canlıyken bunun türevi­ nin ses değişim ine uğram ası, bilinen tüm dilbilim yasalarına aykırı düşer. Pasm a yok, paskı yok, pasın yok, pastırm a niye olsun? Üstelik pastırm a yapım ında bastırm a işlem i yer almaz; et çemene bulanır ve askıda kurutulur. Pastırm a sözcüğü 17. yüzyıldaki en erken örneklerde bu ­ günkü anlam da değil, birkaç türlü bulam aç ve özellikle “yulaf bulam acı” anlam ında kullanılıyor. Bu durum da Rumca p asti (= bulam aç) sözcüğüyle ilişki kurm ak kaçınılm az görünüyor. Acaba pastırm a etin değil de çemen adı verilen bulam acın adı mı? Ama o zam an da -ırma ekini açıklam aktan aciz kalıyoruz. Rum cada buna benzer hiçbir şey yok. 112

Am erikancada pastram ı diye bir et mam ulü var, bizim pas­ tırmaya yakın. Bu kelim e Yidişçeden, yani Yahudi Almancasm dan geliyormuş. O da Romence pastram â’dan alınmış. Ro­ mence kelime Türkçeden aktarm adır herhalde, besbelli, deyip Romence sözlüklere göz atıyoruz. O da ne? Pastra Romence “ tuzlayıp saklam a, korum a” dem ekm iş, Latinceden gelirmiş. Hadi bakalım , çık işin içinden! (Bu yazı üzerine pastırmanın etimolojisini, tarihini ve yapım tekniğini açıklayan sayısız mail aldım. Sonunda 11 Ocak 2009’da teslim bayrağını çekmek zorunda kaldım.) Bastırm a’yı kabul ettim, tamam, pes. Bunca senedir inat ediyordum Türkçe olam az diye (inadım da inattır, ha). Sağolasın T araf okuru, iki şey öğrendim . Bir, Tataristan ve Kırım taraflarında b astu rm a derlermiş, hatta Rusçaya oradan aynen geçmiş. İki, pastırm a yaparken et ağır bir taş altına konurm uş ki suyu aksın, kurusun. Peki, bunca yıldır şah mat ham lesi zannettiğim b>p mese­ lesi ne olacak? O da basit. Evet bir dilin BİR LEH ÇESİN DE basm ak fiilinin bazı türevleri b- ile söylenirken bazıları p- ol­ maz, m üm kün değil. Ama başka lehçeden alıntı ihtimalini at­ lamışım . Atıyorum, m esela Kayseri lehçesinde p astu rm a ise, bu pekâlâ bir tarihte İstanbul lehçesine alınm ış olabilir, ama 113

aradaki anlam ilişkisinin kararm ış olm ası şartıyla. Yani İstan­ bullu bu kelim enin aslında bastırjnak’tan geldiğini yaygın ola­ rak bilse telaffuzu derhal düzeltir, bastırm a der. Demediğine göre onlar da benim kadar cahilmiş, öyle anlaşılıyor. En azından pazıları. 2 2 . 12.2008

114

VERD-t C EN A N

Arapça verd, Aramice/Süryanice w ardö ve Erm enice vard (Batı Erm enicesinde vart) - üçü de gül demek, üçünün de O r­ ta Farsça (Pehlevice) vard’dan alıntı olduğu anlaşılıyor. Bu so­ nuncusu da EIint-Avrupa anadilinde var sayılan *w rod- ‘dan geliyor, ki Latince rosa ve Yunanca rhödos da aynı kökten. Yunanca ve Latincede kelime başındaki /w/ sesinin düşm esi genel kural. M arm aris’in oradaki Rodos adasının adı, evet, Gül adası demek. Daha çarpıcı olan, m odern Farsçadaki evrim. Bunun doğ­ ruluğunu sınayacak kadar Farsça fonolojiye hâkim değilim ama sağlam yerden okudum . M odern Farsçada baştaki w-‘nin pek çok örnekte /g/ sesine döndüğü malum. Derler ki -rd- iki115

lisi de birçok örnekte N sesine dönüşm üş. Dolayısıyla w ard’ın Yeni Farsçası gul. Zazacada aynı evrim yarım kalmış. M odern Zazaca sözcük vıl, daha eski hiçimi *vırd olmalı.^® G ül m alum , Türkçeye Farsçadan gelm iş, iyi tutmuş. A rap­ ça verd daha ender. M aiverd eski rom anlarda ve ecza m arka­ larında “gülsuyu” yerine geçer. Bir de kadın adı olan Verdicenan var. Sultan A bdülm ecid’in 24 eşinden birinin adı, pembe dudaklı bir sarışın afet, fotoğrafı mevcut. Verd-i cenân, yani G önlüm ün Gülü. Ah! Midyat yakınındaki Ayn W ardö köyünün adını G ülgöze diye değiştirm işler, ki doğru çeviri. M aazallah Ayverdi de yapahilirlerdi. Ya da Çamhbel. 23.12.2008 38 U niversity of C aliforn ia, Berkeley’de A vesta ve E ski F arsça eğitim i gören Vahdet Avcı, Z azaca h akkm daki kısıtlı bilgim e esaslı bir boyut eklem iş: Evet, eski biçim in *v ird olm ası gerekir. Am a “v il” Z azaca’nın içinde evrim leşm em iştir. A ksine bu sö z c ü k b aşk a bir Irani d ilden Zazacaya g e ç ­ m iştir. H angi d ilden geldiğin i tam olarak bilm iyoruz. Sad ece tahm in y ü ­ rütebiliyoruz. N edeni şöyle: M odern Zazaca, P roto-Irani -rz- sesin i koru rken, -rd- se ­ sin i /rr/ se sin e d ö n ü ştü rü r, -rz- ve -rd- sesleri K ürtçe ve F arsçad a d ed i­ ğiniz gibi /!/ se sin e dön,er. Ö rnekler: -rzZazaca: berz “y ü k se k ” (A vesta: b rzan t-); Farsça: boland] Kürtçe: bilinci. Zazaca: serpcz “d a la k ” (A vesta: sp e rezan ); Farsça: seporz (b aşk a bir Irani dil­ den F arsçay a g eçm iştir.); Kürtçe: sipil -rdZazaca: serr “y il” (A vesta: se re d ); Farsça: sal; Kürtçe: sal Z azaca: zerr “k a lp ” (A vesta: zerd -); Farsça: dil; Kürtçe: dil Bu örn ekler ço ğaltılabilir. G ö rd ü ğ ü n ü z gibi Z azaca vil kelim esinin m o­ dern versiyonu /v irr/ olm alıydı. Vil kelim esi b ü y ü k ihtim al K uzey Irani d illerinden birind en (G ilak i, T alish i, M azan dardan i g ib i) Zazacaya geç­ m iştir.

F16

ÖZÜR

Tut ki soykırım olmadı, hayal kuruyorla'r, “dedem öldü, nenem cariye oldu, biz dünyada serseri olduk,” diye doksan senedir boşuna dövünüyorlar. İnsan olan bundan üzülmez mi? “Gel birader, var mı senin için yapabileceğim bir şey, an­ lat, açılırsın, çay ısm arhyayım ,” demez mi? Psikoloğuyla, ro­ mancısıyla, tarihçisiyle seferber olm az mı, nasıl bu adamlar böyle tuhaf bir travmaya tutulm uşlar diye? Tut ki yüz binler ölm edi, yüz tane gariban köylü katledil­ di, onun da suçlusu zaten Çem işgezek kaymakamıydı. İnsan­ lıktan asgari nasibini almış biri gene üzülm ez mi? Zulme lanet etmez mi? Faraza konunun abartıldığını düşünse bile, haksız­ lığa uğrayan tarafın sırtını pışpışlayıp, “birader, hakikaten üzüldüm , ayıp etm iş bizim kiler, affet,” demez mi? Benim tanıdığım Anadolu insanı der. Kaç bin senelik me­ deniyet var arkada, nihayet. Cum huriyet çığırtkanları avazları çıktığı kadar bağırıp bastırm aya çalışsalar da. 117

Baskın H ocagillerin metnini doğru okuyun, bakın. Katli­ am dan vesaireden dolayı özür dilem em işler, dileselerdi gü ­ lünç olurdu zaten. “D uyarsız k alın m asın d an ” ve “inkâr edil­ m esin den ” ötürü çok m ahcubum , o yüzden özür diliyorum, dem işler. D ünkü olaydan değil, bugünkünden söz etmişler. G örgüsüzlüğe ve vicdansızlığa isyan etmişler. Kibar insanlar oldukları için, “o hayvanlarla aynı memleketin insanı olm ak­ tan utanıyorum ,” dememişler. Canan Hanım kastedileni anlam ış herhalde, üzerine ahn-

mış.^*^ Ö zür Arapça. Aslı ayın ve noktalı dal ile ^udhr. M azeret (ma'^dharat) ile aynı kökten, esasen onunla eşanlam lı bir masdar. Özünde “hocam elektrikler kesikti, ninem de hastaneye yattı, o yüzden çalışam adım ,” aksiyonu söz konusu. Yahut “zaten isyan etm işlerdi, hem kesm esek millet olm azdık ki, ü s­ telik çok kesm edik, az kestik.” Türkçede anlam ayrışmış. Ayrışmış mı gerçekten, ondan da emin değilim. Özür diler­ ken bir yandan da mıy mıy mıy mazeret söylemeyen kaç kişi­ ye rastladınız son zam anlarda? 24.12.2008 39 B askın O ran, A hm et İn sel, C en giz Aktar ve Ali B ay ram oğlu ’n un o gün lerde ço k fırtınalar koparan özü r m etn i şöyleydi: 1 9 1 5 ’te O sm anlı E rm enilerinin m aruz kaldığı ‘b ü y ü k felaket’e d u y arsız k a lın m a sın ı, b u n u n in k âr ed ilm esin i vicd an ım k ab u l etm iyor. Bu ad a­ letsizliği red d ed iyor, ken d i payım a Erm eni kard eşlerim in duygu ve acı­ larını paylaşıyor, on lard an özü r diliyorum . CHP İzm ir m illetvekili olan C an an A ııtm an ’a göre so y ca T ü rk olan birinin özü r dilem esi m ü m kü n d eğildi, bildiriyi y adırgam ad ığın ı söyleyen C u m h u r­ b aşk an ı A bdullah G ü l de besbelli Erm eni kökenliydi: Bir m illete h akaret ve iftira etm ek d ü şü n ce özg ü rlü ğü olam az. Erm enilerin soy kırım su çu işled iğim ize dair savın ı h aklı bu lan lara, destekleyen­ lere, h oş görenlere, ‘Sen E rm eni m isin ?’ diye sorarlar. C um h u rb aşkan ı da o lsa so r a r la r!”

118

YELDA

Farsça şeb-i yeldâ “en uzun gece” , 25 Aralık gecesine veri­ len ad. Şairin dediği gibi, Şebi yeldâyı gammrâ seheri peyda nîst, “derdim in uzun gecesine bir seher görünm üyor” . Neym iş acaba diye bakınca hayret edecek şeyler öğreniyor­ sun. Meğer 25 Aralık eski İran tanrılarından Mithra = M ihr’in, yani G üneş’in doğum günüym üş. O zamanki hesaba göre yı­ lın en uzun gecesi olduğundan, iyimser bir bakış açısıyla, gü ­ nün uzam aya başladığı, dolayısıyla güneşin yeryüzüne döndü­ ğü gece diye yorum lam ışlar. Hani Nazlı İlıcak bir seferinde “gecenin en karanlık saati şafağın başladığı andır,” gibi bir şey söylem iş, o yüzden hapse girm işti, aynı hesap. Yeldâ üstelik Farsça değil Aramiceymiş, yani O rtadoğu’da İslam öncesi dönem in egemen dilinden. Arapçayla akraba bir 119

Sam i dili olan Aram icede YLD kökü Arapça WLD kökünün eşdeğeri; her ikisi de “doğm ak” anlam ım taşıyor. A rapçada bu kökten valide var ( “doğuran kadın” , anne), veled var (çocuk), onun çoğulu olan evlâd var (çocuklar), m evlid var ( “doğum ” , özellikle Hz. M uham m ed’in doğum una dair ünlü şiir), m îlad var (o da “doğum ” am a özellikle İsa’nın doğum u). Aramice yeldâ da, bak şu işe, m ilat dem ekm iş. Biraz lügat bilen için söyleyeyim, Arapça veldet yahut vilâdet sözcüğünün bire bir karşılığı. Hıristiyan dininde 25 Arahk’m İsa’nın doğum günü sayıl­ m ası hayli geç devirde, sanıyorum 4. yüzyılda çıkm ış bir icat­ tır. Göz göre göre Mithra dininin kutsal gününü alıp H ıristi­ yanlığa mal etmişler! Hemen belirtelim ki Ermenilerle Sürya­ niler bu icadı kabul etmezler, İsa’nın Ürdün nehrinde vaftiz edildiği gün olan 6 O cak’ı İsa’nın manevi anlam da doğum gü ­ nü kabul ederler, N oel’i de o tarihte kutlarlar."^® 25.12.2008

4 0 Süryanilerin Y aldö ad ım verdikleri N oeli E rm enilerle berab er 6 O cak ’ta de­ ğil, R um iar ve A vrupalIlarla beraber 25 A ralık’ta ku tlad ığı an laşıldı. Bilmiy orm u şu m .

120

PARS

Eski Yunanca pârd o s, kedigillerden m eşhur yırtıcı hayva­ nın adı. A slana daha çok benzeyen çeşidine aslan-pars anla­ mında leo-pârdos demişler. Antik Yunan yazarlarına göre pâr­ dos Farsçadan alınma bir kelim eym iş, öyle diyorlar. Elim izdeki Eski ve Orta Farsça kaynaklar kısıtlı olduğun­ dan Farsça kelim enin eski halini yazılı metinlerde bulam ıyo­ ruz. Yeni Farsça, yani İslam iyet sonrası Farsçada kullanılan kelime p ârs, ki olasılıkla *p ârd -s biçiminden evrilmiş. Aynı hayvanın bir eski Doğu İran dili olan Soğdca biçimi prd-anka, İran dilleriyle akraba bir dil olan Sanskritçe, yani Eski Hintçe hali ise prdâku. Özetlersek, en eski İran ve Hint dillerindeki biçim *p ard - olacak; pars ise çok sonradan, 10. yüzyıl dola­ yında evrilm iş bir form. 121

ö te yandan bakıyoruz, Eski Türkçe metinlerde bir vahşi hayvan adı olan b ars geçiyor. G öktürk kitabelerinde, yani 8. yüzyılda, Bars Beğ adlı biri var. Attila’nın am calarından birinin adı da m uhtem elen Aybars, 5. yüzyılda yaşam ış. Hatta, en es­ ki devirden beri Türkçede varolan arslan sözcüğü bir ihtimal *bars-lan > *w ars-lan biçim inden evrilmiş. Çünkü lan hayvan

dernek.“*^ Şim di hangisi özgün, bars mı, pars mı? Farsça sözcüğün as­ lının *pard- olduğu düşünülürse Türkçeden Farsçaya alıntı zor görünüyor. Belki ortak bir eski Asya kaynağı varsayacağız ya da kestirm eden “bilm iyoruz,” diyeceğiz. 2 6 . 12.2008

41 Bkz. k aplan , sırtlan, yılan. A n cak *lan sö z c ü ğ ü bağım sız o larak hiçbir yerde kayd ed ilm em iş, ek olarak işlevi ve yapısı da so n derece m uğlaktır.

122

OKUM AK

Türkçe okum ak eylemi esasen “çağırm ak, yüksek sesle se s­ lenm ek” demek. Meydan okum ak, şiir okum ak, lanet oku­ mak, künyesini okum ak deyimlerinde bu özgün anlam korun­ m uş. Şiir okuyor derken kitaptan yahut prom pter’den baktığı­ nı kastetm iyoruz. Meydan okum ak deyimi de 17. yüzyıl söz­ lüklerinde m eydane okım ak diye geçiyor. Yani meydana ça­ ğırmak. D üşünürseniz yazı yazm ak ve yazı okum ak işlemleri dilin evriminde çooook geç bir dönem de ortaya çıkmış. Dolayısıyla bunları ifade eden sözcüklerin dérivatif, muhtemelen mecazi anlam taşım ası kaçınılmaz bir şey. Daha önce başka bir anla­ mı olan fiil, yeni işleme uydurulm uş. İngilizce rcad’in esas an­ /

123

lamı “tahmin etmek, çözm ek” ; A lm ancada halen aynı anlam ­ da kullanılan raten ile aynı sözcük. Arapça k ara’a okum ak. Krra’at ve K ur’an oradan geliyor. Arap dilinde hu fiilin başka bir anlam veya nüansına rastlan­ mıyor. Ama Arapça ile yakın akraba bir dil olan Aramiceye b a­ kınca, k ara’a: 1) çağırmak, seslenm ek, 2) okum ak, anlam ları­ nı buluyoruz. Bu da normal, çünkü Aramice Arapçadan yak­ laşık bin altı yüz yıl önce yazıya geçm iş, Araplar yazıp okum a işlerini Arami kuzenlerinden öğrenmişler. Kelimeyi de m uh­ temelen onlardan almışlar. 27.12.2008

124

PİDE

Doğu Akdeniz kültürlerine özgü yassı ekmek. En önemli özelliği, kap gerektirm eden sac üzerinde pişirilm esi. Pita biçi­ mi MS 2. yüzyılda hemen hemen eşzam anlı olarak hem Yunancada, hem bugünkü adı Irak olan ülkede Arami dilinde ka­ leme alınan Yahudi dini kitaplarında karşım ıza çıkıyor. Etki­ leşim yönü belli değil, yani Yunanlılar O rtadoğu’dan almış olabilir am a tersi de mümkün. Bizans Rum casm da yaygın bir sözcük. Türkçeye Rumcadan alındığı kesin. (Türkçeye Rumcadan alınan kelimelerde çoğu zam an kalın sesli inceye, sert sessiz yum uşağa dönüşür. Bunu daha önce de yazm ıştım . Do­ layısıyla: pita > pide). Italyancası standart dilde, pita. Ama bazı Güney lehçelerin­ de i’ye bitişen t’yi çatlatarak /ts/ diye telaffuz ediyorlar. Yazıh125

şı pizza, söylenişi /pitsa/. Esasen ham urun adı, üstündeki m al­ zeme eşantiyon. Aynen bizim Karadeniz pidesindeki gibi. İtalyancadan bize direkt alınsaydı Türkçesi *p iç a yahut *p içe olurdu. Çünkü Türkçede varolmayan /ts/ sesi daima /ç/ ile k a r ş ı l a n ı r . "^2 İtalyancadan değil A m erikancadan dolaylı ola­ rak alındığı için zonguldağın z’siyle telaffuz ediliyor. Poğaça da İtalyanca. Onu Elifin Öküzü’nde anlatm ıştım , ye­ ni baskısı çıktı, alın da okuyun bari. 2 8 . 12.2008

42 E rdal G ilgil yaptığım genellem eyi so rg u lam ış, piazza’nın bizde piyaça değil de p iy asa olm asın ı ö rn ek vererek “d aim a” yerine “gen ellik le" ifadesinin da­ ha d o ğ ru olacağını belirtm iş. B u na hazırhklıydım : Piyasa bize stan d art İtalyancadan değil, 18. yüzyıla d ek ayrı bir dil ola­ rak d eğerlendirilen V en ed ikçeden gelm iş. İt p ia z z a = V en p iá sa . V ene­ d ik ’te yerliler hâlâ “P iasa di San M arco” derler. Aynı şekild e İt m illio n e = V en m illiön , İt p ad ro n e = V en p atro n vb. T ü rkçedeki İtalyanca alın tılard an denizcilikle ve y em ekle ilgili olanları genellikle sta n d a rt İtalyancadan, an cak ticaretle ilgili olanları V enedik­ çeden alınm ış.

126

NAYLON

Naylonu DuPont firması bünyesinde W allace Carothers adlı bir Amerikalı kimyager 28 Şubat 1935’te icat etmiş. Son­ ra kendi de pişm an olm uş herhalde ki bundan üç dört sene sonra intihar etmiş. Nesnenin doğum u bu kadar net belgeli ol­ duğu halde adın kökeni belli değil. Bir rivayete göre New York ve Londra’da iki ayrı çalıştığı için, şehir adlarının kısalt­ m asından NY-Lon seçuuuş.“^^ Bizde sözcüğe 1950’lerin başından itibaren rastlanıyor. 1960 tarihli Hayat dergilerinde hâlâ gayet şık, klas bir ürün kabul ediliyor. N aylon fatura’ya kadar düşm esi daha sonraki devirle­ rin eseri. Bu tabiri ben 1988’de duyduğum u hatırlıyorum, ilk çıkışı da bundan bilemedin bir-iki yıl önce olsa gerek. Sanıyo­ rum burada “değersiz, taklit m alzem e” anlamında kullanılmış. 127

Teflon, orlon ve likra da DuPont firm asının çağdaş yaşam a m usallat ettiği yeniliklerden. Teflon bir kimya terimi olan tetrafluoretilen’in kısaltm ası. 1944’te devreye girmiş. Lycra’nm lansm an tarihi ise 1962. 29.12.2008

43 Yaygın bir rivayete göre de “Now You Lost Old Nippon" (yendik seni ey J a ­ pon y a) cü m lesin in a k rostişi im iş. C iddi kay nakların hiçbiri bu g ö rü şe itibar etm iyor. H em 1 9 3 5 ’te A m erikalıların tek n olojid e Ja p o n larla b aşa çıkm ak gi­ bi bir derdi y o k tu ki? İnternette u laşab ild iğ im inanılır gibi d u ran bir hikâyeye göre orijinal isim “k a ç m a z ” anlam ın d a no-nın im iş: A ccording to Context, a Du Pont co m p an y p u b lication (vol. 7, no. 2, 1 9 7 8 ), w h en the m aterial w as first d eveloped, it w as called ‘polyhexam eth y len ead ip am id e’. R ealizing the stu ff n eeded a catchier nam e than that, the co m p an y th ou gh t o f ‘d u p ro o h ’, an acron y m for ‘Du Pont p u lls rabbit out o f h at’, bu t in stead settled on ‘no-run’ u ntil it w as pointed out that sto ck in g s m ade of the m aterial w ere not really run-proof. So the spellin g o f the w ord w as reversed to ‘n u ro n ’, w h ich w as m odified to ‘ni­ lón ’ to m ake it so u n d less like a nerve tonic. Then, to prevent a p ron u n ­ ciation like ‘n illon ’, the 'o m p an y ch an ged ‘i’ to ‘y’, p ro d u cin g ‘nylon’. T h u s ben eath that apparen tly quite arbitrary w ord lu rk s the English e x ­ p ressio n ‘n o-ru n ’.

128

EFLA TU N

Öz adı Platón olan filozofun Türkçesi neden Eflatun ol­ muş? Cevap basit. Bir: Arapçada /p/ sesi yok. Yabancı dillerden alınan /p/ A rapçada daima /{/ oluyor.'^'^ İki: A rapçada /o/ sesi ile yok. Bu da daim a /u/ya dönüşüyor. Üç: A rapçada kelime başında çift sessizi telaffuz etmek imkânsız. Türkçe isp o r ve­ ya siteyşın gibi, ya başına ya arasına m utlaka bir sesli katıyor­ lar. Dolayısıyla filozofun Arapça adı Felâtün veya Eflâtûn. Türkçeye A rapçadan aktarılm ış, ikinci şekli daha çok tutmuş. Platön adının anlamı “düz yerden gelen” yahut “ovalı” . Bir rivayete göre de kafasının şeklinden ötürü “enli”. Karşıt ekolü kuran filozof A ristotelés’in adı “en meziyetli” ya da “en yetkin” gibi bir şey. Biraz Osmanhca paralayanlar için: Ayn-ül Belaga. 129

_

iPLAT oaIÎK BİIî >

■ ■ y

|İ£&|^oVq^Ko.$U

Geometriyi icat eden Öklit yani Eukleides “iyi namlı”. Cihan fa­ tihi meşhur A leksandros da “er savan” . Aleksö “savmak, savun­ mak” , anâr “er, erkek”, dolayısıyla asker, ândros hunun -i hali. A leksandros’tan yoğurtlu kebaba giden yolu da anım saya­ lım. Adam cağızın Arapça adı olan Aliksender metateze uğra­ mış, yani dilin dolaşıp yalnız’m yanıhz olm ası gibi, s-k yer de­ ğiştirm iş, Aliskender olm uş. Bunun başındaki heceyi de Arap­ ça harf-i tarif kabul edip al-lskender diye yorum lam ışlar. Bursah kebapçı İskender Efendi’nin adı oradan geliyor. 30.12.2008 44 Erdal G ilgil fon olojik genellem em e yine itiraz etm iş: Bugünkü yazınızda “Yabancı dillerden alm an /p / A rapçada daim a /V o lu ­ yor,” dem işsin iz, ancak bu rad a da istisnalar var bence. M esela Ptolem aios Batlam yus olm u ş, N eapolis N ablus, T ripolis de Trablus. Yani /p/den /b/ye dönüşüm ler de var. H ak verdim : Evet, h atta san ırım m od ern popü ler A rapçad a p > b genel kural: hâşâ (p a şa ), bûlîs (p o lis), Bdris vb. Buna k arşılık A ram ice-Ibranice-Fenikece-A kadca /p / = A rapça /[/ kuralı, san ıyo ru m , evrensel, istisn a bu lam adım . H atta A ram i/Ibrani ve Süryani alfabelerindeki pe harfi A rapça fe’nin şek il olarak eşdeğeridir. K lasik Y u nan cadan alıntıların bü y ü k ço ğu n lu ğ u n d a da p > 1 görülüyor. ACABA bü n lar A ram ice üzerin den alıntılar m ıdır diye k ü şk u y a d ü ştü m şim d i, am a elim in altın da cevap verebilecek literatür y ok m aalesef.

130

SM O KİN

Fransızların le sm oking dediği ceketin İngilizcesi İngilte­ re’de dinner jac k e t, Am erika’da tuxedo. İngiltere’de 19. yüz­ yılda m oda olan sm okin g jack et diye bir şey var, ayrı bir şey: tütün içerken koku sinm esin diye giyilen, çoğu zaman renkli kadifeden bir üst ğiysi. Fransızlar bunun adını almışlar, ama yine İngiltere’de 1886 civarında piyasaya çıkan başka bir giy­ si modeli olan dinner jacket için kullanmışlar. Zannederim bu kıyafetin “Ingilizliğini” vurgulayan, biraz gayrıciddi bir adlan­ dırma. Bizdeki kullanım da Fransızcadan gelme. Avrupa’da ilk duyulduktan beş yıl sonra Servet-i Fünun dergisi sahibi Ahmet İhsan Bey bir “sm okin g” edinmiş. Ahmet Rasim ’in 1897 yılına ait bir m akalesinde de geçiyor. Yani Avrupa modaları Abdül131

hamit Han devrinde de aşağı yukarı bugünkü rötarla İstan­ bul’a geliyormuş. Sm okinin popüler olm asının nedeni, bak burası sürpriz, resm iliği değil gayrıresmiliği. Frenk usulü suarelerde esas giy­ si, Fransızların frac dediği d ress coat, beyaz kravatla giyilen, kuyruklu, son derece ayrıntılı protokole tabi resmi tören kıya­ feti. Sm okin buna alternatif olarak çıkm ış, siyah kravatla da giyilebilen, daha teşrifatsız bir model. İngiliz tarzı “rahatlığı” temsil ettiği düşünülm üş. “Aristokrat olam adın, bari edebinle burjuva ol” gibi bir şeysi var. Bizde hayatında birkaç defa sm okin giym iş, Selahattin D u­ man dahil, nereden baksan beş on bin kişi vardır. Ama konser piyanistleriyle büyükelçiler dışında, frak giym iş olana ben rastlamadım. 3 L J2 .2 0 0 8

132

QW X

Radikal’in dış basın çevirmenleri yetmiyorm uş gibi şim di de başım ıza bu çıktı! Sekiz sütuna manşet, TRT şeş bi xwer be. Ben ki on kelime Kürtçe bilmem, ben bile bakar bakm az hata­ yı görebiliyorum . Xer bildiğim iz “hayırlara vesile olsu n ”daki hayır. Xw6r diye bir şey yok. Tam am , anladık, 72 punto m an­ şete X ve w harflerini yan yana çıkarm ak keyifli, savcılar çat­ lasın ama hiç m i Kürtçe bilen redaktörleri yok? Arapça xayr, 1. iki şeyden yeğ olan anlamında sıfat (örnek, as-salatu xayrun min an-nawm), 2. iyilik, yeğlik anlam ında isim. Şarkta üç gün geçirm iş ya da bir Kürt’le üç saat teşrik-i mesai etm iş olan herkes bilir, o taraflarda bu sözcük xer şek­ linde telaffuz edilir, uzun ve yayvan e ile. Demek ki neymiş? 133

Kürtçede diftonglar (/ay/ gibi çiftsesliler yani) uzun sesliye dö­ nüşürm üş, dünyanın birçok dilinde olduğu gibi. Xw sesi apayrı bir olay, teknik adı “dudaksıllaştırılm ış art dam ak sü rtün ücüsü” , yemin ederim öyle, labialized velar fri­ cative yani. Boğazdan xirilti sesi çıkardıktan sonra bir de du ­ daklarını büzüyorsun. Bellibaşlı dillerden sadece Farsça, Kürt­ çe gibi bazı Irani dillerde varolan bir hadise. Farsça xw âca (hoca), xw u ş (h oş), xw ârdâd (hovarda), xw urda (hurda), xw anda (hande), xayrxw ah (hayırhah) kelimelerinde bu ses var. Kürtçesi de ancak Öz Kürtçe olan kelimelerde olabilir, xw ede (tanrı), xw eş (h oş), xwin (kan), xw astin (istem ek) gi­ bi. Arapçadan alınm a bir kelimede m üm kün değil. Farsça ve Kürtçe gibi Hint-Avrupa kökenli bir dil olan Latincede bu sesin eşdeğeri, sadece Öz Latince kelimelerde kar­ şım ıza çıkan qu-: quantum, qualitas, qucestio, aqua, cequalis gi­ bi. Öz-Hint-Avrupa diline has bir ses İran dillerine öyle, Latin diline böyle evrilmiş. 01.01.2009

134

OCAK

Islam i gelenekte kameri, yani hakiki aylar kullanılıyor. Zil­ kade, Rebiülevvel, Recep vs. Ama tarım toplum unda sırf bun­ larla iş yapam azsın. Yoksa tohum ekimiydi, hasattı, cemreydi, kocakarı fırtınasıydı gibi m evsim e bağlı olayları hesaplayamazsm. Daha kötüsü, vergi günün her sene 11 gün geri kayar. Bu yüzden Suriye ve Anadolu gibi tarım ağırlıklı İslam ülkele­ ri İslam takvim inin yanısıra öteden beri O rtadoğu’nun kadim Arami uygarlığından devraldıkları güneş takvimini de kullan­ mışlar. (İrak ve İran’da da eski İran aylarını kullanm ışlar.) Bildiğim iz şem si ayların adları Arami dilinden geliyor. Se­ kizi -Şubat, N isan, Tem m uz, Eylül, birinci ve ikinci Teşrin, birinci ve ikinci Kânun- ta eski Babil ve Asur kültürlerine ge135

ri giden adlar. Üçü -M art, M ayıs ve A ğustos- O rtadoğu’da 700 yıl süren Roma egem enliği döneminde Latinceden ödünç alın­ mış. H aziran ise m uam m a, sonradan çıkm ış, kökeni belirsiz bir ad. Eskiden (eskiden dediğim çok değil, 1940’lara dek) hayatı­ m ızda Teşrin’lerle Kânun’lar da vardı. “Evvel” ve “san i” veya “ilk ” ve “ikinci” olm ak üzere ikişer taneydiler. Yıl İkinci Kânun’la başlar, Birinci Kânun’la biter, kafa karıştırırdı. Bunlar 10 Ocak 1945’te çıkarılan bir kanunla kaldırıldı. Yerlerine Ekim , Kasım , Aralık ve Ocak adları bulundu. Ekim belli. K asım , Hıdrellez gününden tam altı ay sonrası­ na gelen ve eski konseptte kış yarıyılının ilk günü kabul edilen ruz-ı Kasım ’dan ( “bölen gün ü”) esinlenmiş. Aralık, iki bayram arasına gelen zi’lkade ayma halk arasında verilen admış. O se­ ne öyle denk geldiğinden onu kullanmışlar. O cak ise Kânun sözcüğünün serbest çevirisi. Aramice k â n ü n “m angal” ya da közlük demek - kanun değil, ince ke ile. Arapçada da aynı söz­ cük var “soba” anlamında. Ki düşünürsen, Suriye gibi yarı sı­ cak iklimlerde Aralık ve Ocak aylarında soba yakıhr.“^^ 02.01.2009 45 Bu yazıdan iki gün so n ra, 4 O cak 2 0 0 9 ’da, Sabah'ta Engin A rdıç şu yazıyı yazm ış. T esad ü fü n bu k ad arı olm az artık deyip hayret m i ed elim , nazire sa ­ natının 21. yüzyıla özgü hali m i diyelim , k o n u sü tükenen köşeyazarı yılana d eğil Sevan’a sarılır m ı diyelim , karar verem edim . E skid en , içinde b u lu n d u ğ u m u z aya “kân u n -u sa n i” d enirdi. (K sesin i in­ ce oku y u n u z ve “k a n u n ” ile karıştırm ayınız.) E kim , k asım , aralık ve ocak ayları yoktu eskiden . “T eşrin -i evvel, teşrin-i san i, kânu n-u evvel, kân u n u sa n i” vardı. H em de ne zam an a kad ar, bilir m isin iz? H adi tahm in edin bakalım . A caba A tatürk’ün “dil d evrim in !” yaptığı 1932 yılında m ı d eğiştirilm iş bu n lar? Yok yok, hilafetin kaldırıldığı sıra falan olm alı. Belki de M edeni K an un’un çıkışı sırasın d ad ır. Y ok y ahu , şap k a devrim iyle birlikte o lm a­ sın ? B ilem ediniz... T aaa 15 O cak 1945 tarihine kad ar! A tatü rk ’ü n ölü-

136

m ünden altı yıl iki ay son ray a kadar! (...) D ünya savaşın ın so n zam an ­ larında Behçet Kem al Ç ağlar ön ay ak old u (hani şu 1960 yılının m ayıs ayında darbe çığırtkanlığım “A tatürk’ü m y etiiiiş” diye y apan şair) ve dört ayın adı değiştirildi. Savaş y ıllarınd a bu ayların isim lerini “ m od ern ize" etm ek için bazı çaba­ lar g ö sterilm iş, “T ü rkçeleştirm ey e" çalışılarak “birinci teşrin, ikin ci k â ­ n u n ” falan d enilm işti... “İlk teşrin, ilk k â n u n ” diyenler de vardı. “Hkteşrin” şeklin d e b itişik y azıld ığı da olu yordu . 1945 b aşın d a “ rad ik al” b ir d eğişik liğe gidildi. (...) Tarım ü rü n leri ekil­ diği varsayılarak “ekim ” , m is gibi A rapça köken li “k asım ” bu lu n d u ... (E kim ayında kim in ne ektiğini, k asım ayında kim in neyi kastığın ı hep m erak ed erd im , m eğerse arslan Ö ztü rkçeciler “ taksim eden, b ö le n ” an­ lam ına gelen b ir A rapça kelim e k u llan m ışlar! Ç elebi, böyle olu r bizde d evrim d ed iğin ...) Evlerde ocakların yandığı so ğ u k k ış ayına da “o c ak ” denildi. Peki ya “a ra lık ” ? O nun hiçbir an lam ı y o k tu ! B aşka bir isim b u lam ad ık ­ ları için “a ra d a ” kalan esk i birinci k ân u n a da “aralık" deyip çıktılar! Ç e­ lebi, bö yle o lu rd u M illi Ş e f dön em in d e devrim dediğin...

137

F İL İST İN

En eski zam anlara gidersek, Filistin bugünkü kadar geniş bir alan değil, şim diki Gazze şeridi ile onun hemen devam ın­ daki A şdod ve Aşkelon kentlerini içeren daracık sahil bandı­ nın adı. Geç Bronz Çağı’nda buraya muhtemelen denizden ge­ len ve yerli Sam i dillerine benzemez bir dil konuşan bir kavim yerleşmiş. İç kesim de oturan İbrahim oğullarıyla durmadan çatışm ışlar. Tevrat bunlara Peliştî adını verir, İbranice çoğulu Peliştîm . İlk sesli şewa, yani Türkçe ı’ya yakın, kısa bir ses. Bu m arjinal kavm in adını Rom alılar m eşhur etmiş. M ilat­ tan sonraki 100-150 yılda Rom a İm paratorluğu, eski adı ludaea (Yahudiye) olan ülkede durm adan isyan çıkartıp terö­ ristlik eden Yahudilerden yaka silkm iş, 132 yılındaki son is138

yandan sonra hepsini m em leketten sürüp, ta Lübnan sm ınna ve Ü rdün’e kadar olan vilayetin adını da P alestin a yap­ mışlar. M aksat belli ki Yahudileri ve Yahudiliği anıştıran her şeyi haritadan silm ek. Y ahudistan’ın başkenti olan leru salem kentinin adı bile zam anın im paratoru onuruna Aelia Capitolina diye değiştirilm iş, tıpkı bin yıllık Eğin’in Kemaliye edil­ mesi gibi. 7. yüzyıldaki Arap işgaline dek Bizans-Roma vilayetinin adı Palestina kalm ış. Falestîn veya Filistin bunun Arapçası. Arapçada /p/ sesi yok, m alum , her zam an İli olur. İslam ve O sm anh asırlarında bu isim büyük ölçüde u nu ­ tulm uş ya da tarihi bir ad olarak tek tük anım sanm ış. O s­ manh devrinde bugünkü İsrail’in kuzeyi Şam veya Beyrut vi­ layetinin bir parçası. Güneyi ise K u d ü s sancağı, gayrıresm i kullanım da çoğu zam an Y ahudiyye olarak anılm ış. Ahım şa­ hım Yahudi nüfusu olduğundan değil, m em leketin eski adı bu olduğundan. 1918 ’de ü lk e İngiliz işgalin e girin ce ortaya gene isim so ru ­ nu çıktı. A vrupalIların öteden b eri b ild iğ i adıyla Ju d a e a dese139

1er olm az, Araplar kızar. Yahudilerin istediği Eretz Israel hiç olmaz. N ötr olsun diye bir süre Jo rd a n adı üstünde durduktan sonra, eski Rom a vilayetinin adını canlandırm aya karar verdi­ ler. Ülkenin adı bir kez daha Palestine oldu. Ingilizlerin yarat­ tığı bu ülkede oturan Araplara da Palestine/Filistin Arapları dendi. 03.01.2009

4 6 İsrail’in G azze şerid in d e y erleşik H am as id aresin e karşı ask eri operasy on d ü ­ zenlediği gün lerde y azd ığım bu yazı şü p h esiz siy asi bir yazıydı. T ara f gaze­ tesi d ah il tüm basın ın c o şk u lu bir tek seslilik le İsrail’e, Y ahudilerc ve Yahu­ diliğe h akaret y ağdırdığı bir ortam d a, tarihin hiçbir zam an ve hiçbir yerde siyah ve beyazdan ibaret olm adığını h atırlatm ayı görev saydım . T itiz ok u rlarım d an D enis O jalvo yazm ış; B elirttiğiniz gibi, kelim enin aslı İbranice Peliştim, d ah a d o ğ ru su Plişiim ’den (ço ğ u l) geliyor. İbranicede fiilin geçm iş zam an 3. şah sı kelim enin k ö k ü n ü verir. Bu d u ­ ru m d a bu kelim enin k ökü PLŞ dir. V e P alaş olarak oku n u r. Fiilin infi­ n itif (m astar) hali li/loş’tur. L iflo ş fiili “istila etm ek, sız m ak ” anlam ları­ na geliyor. N itekim , tarih sah n esin d en 2 0 0 0 k ü su r yıl önce silin m iş olan b u h alkın Ege D enizi’nden gelip kıyı şeridin e yerleştiği kayıtlara geçm iş.

140

YELKOVAN

Türkçe yelkem ek (yelpirmek, yel yepelek eteklerini uçura­ rak hızlı gitm ek) 18. yüzyıla kadar gayet sık kullanılan po pü ­ ler bir fiil, sonra nedense tedavülden düşm üş. Yelkçğen “hız­ lı giden, aceleci” demek. M ekanik saatlerde 17. yüzyıldan ön­ ce bir tek gösterge (sivri ucunun şeklinden dolayı ak rep) b u ­ lunurken, 17. yüzyılda İsviçreli ustalar ikinci göstergeyi ekle­ mişler. Bunun Türkçe popüler adı önceleri yelkeğen, sonra yelkoğan olarak geçiyor. Türkçeden başka dillerin birçoğunda böyle bir kelim e yok. İngilizce saatin göstergeleri hour-hand ve minute-hand (saat eli, dakika eli), Fransızcalar grande ve petite aiguille (büyük iğ­ ne, küçük iğne). Cuk oturm ayan laflar, Türk Dil K urum u pa­ 141

tendi kuru, ruhsuz “sözcü k ”lere benziyorlar. Oysa akreple yelkovan, ne kadar lezzetli kelimeler! Var her dilin kendine göre zenginlikleri. M ahluk adı olan akrep Arapça. Daha doğrusu tüm Sami dillerinde varolan bir kelime. İbranicesi ^aqrâh, H abeşçesi '^aqrab, eski Babil ve A sur medeniyetlerinin dili olan Akkadçası aqrabu imiş. Yunancadan Batı dillerine geçen sk ö rp io s veya skörpion bunlarla bir şekilde alakalı olabilir mi acaba? Epey araştırdım am a doyurucu bir cevap bulam adım . 04.01.2009

142

ÇİN

Çin ülkesinin Çince adı Zhöngguö, milletin adı Hân. Çin sözcüğüne öyle ya da böyle benzeyen bir kelime Çincede yok. Nereden çıkm ış peki? Sözcüğe en erken Milat’tan sonraki ilk yıllarda, eski bir Ortaasya dili olan Soğdca’da rastlanıyor. Soğdlar bugün Ö zbekis­ tan ve Kuzey Afganistan olan ülkede yaşam ışlar, “İpek Yolu” adı verilen rota üzerinde Çin’le Batı Asya arasındaki ticareti el­ de tutm uşlar. Çîn adını nereden buldukları tam kesin değil, am a MÖ 3. yüzyılda ilk kez Çin ülkesinde birleşik bir im para­ torluk kuran Qin ^ (telaffuzu /tsin/)'^^ hanedanının adından almış olm aları güçlü olasılık. Hem Soğdlarm hem Çinlilerin kom şusu olan Türklerin hu devirde Çin’e verdikleri ad T abgaç 143

veya Tavğaç. “Ç in” sözcüğü Türkçede çok çok sonraları, Soğdcadan veya Farsçadan bir alıntı olarak beliriyor. O da ancak Çin’le hiçbir direkt ilgisi kalm am ış Batı Türklerinin benim se­ diği tabir. Hint dillerinde de Çîna kelim esi var. H indistan’a yine Milat’tan hemen sonraki yüzyılda bugünkü Afganistan ve Ortaasya üzerinden gidip gelen Budist din adam ları aracılığıyla varm ış görünüyor, yani bunun da Soğdlardan alınm ış olm ası en güçlü olasılık. Batıhlar kelimeyi Hintlilerden öğrenmiş. 1490 yılı dolayında Hint O kyanusu’na dadanan Portekizli ge­ m iciler “ Çin” kavramını Avrupa’ya taşımış. İngilizce yazı di­ linde C hina sözcüğü ilk 1555 yılında geçiyor. Çin koca mem leket am a baksanıza, adı bile ithal. Açaba Çin’in vatanmilletçi tayfası “Çin değil Z höngguö denilsin,” di­ ye kam panya açm ayı düşünüyor mu, bizim Turkey karşıtları gibi? 05.01.2009

47 Yanlış! Bu karakterin telaffuzu aynen / çin / olm alı. Ç ince bilen oku rlar ha­ tırlattılar.

144

H O ŞBEŞ

N işanyan’m sözlüğü yanlış yazm ış, h o şb eş etm ek deyim i­ nin kökünde “hoş geldin heş geldin” gibi manasız bir tekerle­ me yok, zaten olam az. Deyime en erken İbrahim Alaettin’in 1930 tarihli Yeni Türk Lûgati’nde rastladım. Bu demek değil ki daha önce böyle bir söz yok; belki var ama avam bulunduğun­ dan ya da başka bir şeyin halk ağzındaki bozulm ası olarak ka­ bul edildiğinden sözlüklerde yer verilmemiş. Buna karşılık, Farsça hoş b a ş ve hoş b âşed , yani “güzel ola, hoş ola” deyimi en eski dönem lerden beri O sm anhca metinlerde geçiyor. Tıp­ kı hoş âm ed (hoş gele) gibi kalıplaşm ış bir kibarlık sözü. H oş­ beş etmek bundan türemiş olmalı. Kürt bir okurum yazmış. T ürk kültürünün bazı özellikle­ rinden acı bir dille şikâyet ettikten sonra, hoşbeş sözcüğünün Kürtçe xw eşböj (hoş döyleyen, hoş konuşan) deyiminden tü­ 145

rediğini savunm uş. Buna ihtimal vermiyorum. Dünyadaki tüm diller prestij ve statü bakım ından “ü stün ” saydıkları dillerden kelime alır. “Aşağı” sayılan dillerden ancak birtakım “kom ik” argo terimleri ya da çok spesifik nesnelerin adları alınır. Türk toplum unda eğitimli kabul edilen züm renin büyük bir çoğun­ luğu 900 yıl boyunca Farsça eğitimi aldı. Bu dilden gelen keli­ meleri laf arasında kullanmayı “kültürlü” tavrın gereği saydı, cool buldu. O yüzden Türkçede en um ulm adık yerlerde Fars­ ça deyim ve kelimelere rastlam ak normal. Buna karşılık Farsçayla akraba bir dil olan Kürtçeden, Türkçeyle daha yakın top­ lum sal teması olduğu halde, alınan kelime yok gibi bir şey.'^^ Bugün de düşünürseniz, yazım ın arasına iki tane İngilizce kelime attırsam kim se yadırgamaz. Açıklam asız mesela Fazca yahut Frm enice bir kelime kullansam herkes ipin ucunu artık kaçırdığım a hükmeder. 0 6 .0 1.2 0 0 9

4 8 Bu yazı K ü rt oku rlarım arasın da y oğu n tepkiye yol açtı. G ünlerce aralıksız m ail yağdı. Ana itiraz noktası şu : F arsça ile K ü rtçede ortak olan kelim elerin T ü rkçeye K ü rtçeden değil, F arsçad an alındığı ne m alu m ? Ö yle dem ekle T ü rk oku ryazar kesim in in ön y argılarım y an sıtm ış olm u yor m uyum ? TV program ların d a dilbilim ciler çıkıp k o n u şu y o rlar arasıra, süregiden siy asete paralel, işte efendim K ürtler y ok, K ürtçe diye bir dil yok. F alan da filan. Şırn ak ’ta öğretm enlik y apan bir ad am ı da devleti tem silen p ro g ­ ram a çağırm ışlar. A dam hararetle K ü rtçe diye b ir dilin olm adığını sö y ­ lüyordu. “Ben ken d im d en biliy oru m ,” tarzında cü m leler ku ruyordu. M eğer E rzu rum A tatürk Ü n iversitesi’nde E ars D ili ve Edebiyatı okum uş. Son ra m ektepten öğrendiği dile benzer bir dilin k o n u şu ld u ğ u n u farketm iş ad am cağız, görev yaptığı ok u ld a kasab ad a. Buna da F arsçan ın b o­ z u lm u ş hali diyordu. Bu adam cağ ız bu y alan a in an m ak zorun da. B aşka türlü de m eslek icra edem ez ki. Sizin ö rn ek verdiğin iz eğitim li züm re ör­ neği ban a bu adam ı çağrıştırdı. H em kim hangi dili dah a aşağ ı g örd ü ğü de bir tartışm a. Fık ra tadında bir olay anlatayım : C izreli bir b ab a çocu klarıyla dertleşiyor, öğüt veriyor: T ir k îjî zim ane? A r j î one deh j î one. (T ü rk çe de dil m idir, u n de ondur, on da ondu r.)

146

AKIL VIV

Arapça ‘^aqil devenin kaçm am ası için ayağına bağlanan bukağı, ^aql bildiğim iz akıl. Yani şim di Arapça akıl devenin ayak bağından mı geliyor? Yok hayır, Araplar o kadar saçm a insanlar değil. D oğrusu iki kelime AYNI KÖ KTEN türemiş, ikisinin de altında “dizginle­ mek, gem vurm ak, zapturapt altına alm ak” gibi bir fikir var. Şark kültüründe akıl, Batı’daki gibi bir serbest spekülasyon alanı olarak görülm em iş, bir tür fren ya da disiplin unsuru olarak algılanm ış. “Akıllı ol Ö rhan Pam uk” deyiminde de ay­ nı anafikir geçerli. Pam uk’un kendini kontrol etmesi, serbest düşünce ve davranışlardan kaçınm ası öneriliyor. Son yıllarda ak il adam lar diye bir şey türedi, uzun a ile. E s­ kiden bu sözcük İğdırın ı’sıyla telaffuz edilen akıl idi, yüzyıl­ 147

larca Türkçede “akıllı, u slu ” anlam ında çok sık kullanıldı, an­ cak 20. yüzyıl ortalarına doğru tedavülden düştü. Yanlış telaf­ fuz ve yanlış imlayla piyasaya dönüşü üç, bilem edin beş sene­ lik iş. ‘^Âqırm Arapça çoğul hali, '^uqalâ, akıllılar. Bu kelime T ürk­ çede bugün tekil sıfat sayılıyor, anlamı da kaymış am a dikkat­ li düşünürseniz çoğul kullanımın izleri hâlâ mevcut. “Kendini ukaladan sanıyor,” demek, kendini akıllı kişilerden sayıyor (am a değil) demek. “Ukaladan bir zat” , akıllılardan biri anla­ mında. 07.01.2009

148

M Ü N D EM İÇ

Son zam anlarda bit pazarına rahmet kontenjanından haya­ ta dönen eski kelimelerden biri de m ündem iç. Hemen her gün bir yerde karşım a çıkıyor. Aslında “iç içe geçmiş, sarm aşık gi­ bi sarm aş dolaş olm uş” anlamına gelen Arapça bir kelime. Ama galiba çoğu zam an İngilizce immanent yerine kullanılıyor. Bu da ahir zam an filozoflarından Deleuze ve Agamben adlı iki muhterem kişinin popülerlik kazandırdığı bir tabirmiş. Bir bünyeyi dışarıdan veya yukarıdan yöneten etken veya iradenin aksine, o bünyenin içinden kaynaklanan etken veya irade de­ mekmiş. Ki bana sorarsanız beş kuruşluk felsefe okum uş kim ­ se böyle havaciva kavramlara kolay kolay kulak asmaz. Ö ztürkçesi içkin, tersi de transcendent karşılığı aşk ın olu­ yormuş. Bunlar da berbat seçenekler. Misal: “Aşkım içkim i ge­ tirir m isin ?” “Hay aşkına da içkine d e !” 149

Bir de İngilizce implicit dedikleri m antıki ilişki yar. Bir kav­ ramın m antıken zorunlu olarak içerdiği diğer kavram demek. M esela üçgen kavram ında üç kenarlılık implicit, dem okrasi kavram ında serbest genel seçim implicit. Yani o olm adan öbü­ rü olmaz. Bunun karşılığı olarak m ündem iç iyi oturuyor san ­ ki. Başka ne diyeceksiniz? İçergen? İçerlek? Kapsarık? Yoksa gene içkin mi? 08.01.2009

150

AM ERİKA

■^/¡HBHİKAAAa .'

Amerika’yı Kristof Kolomb keşfetm iş am a yeni bir kıta bul­ duğunu anlamadan ölmüş. Bunu kanıtlam ak, Floransak Amerigo (yahut Latince yazışmada kullandığı biçimiyle A m ericus) Vespucci adlı gemiciye nasip olmuş. Vespucci ayrıca iyi bir ya­ zar olduğundan 1504’te yayımladığı kitabı epey ses getirmiş, herkes “Vay be! Yeni bir kıta h a !” diyerek hayretlere gark ol­ muş. Bu yüzden Alman haritacı Martin W aldseemüller 1507’de bastırdığı tüm zam anların ilk dünya atlasında Batı’daki sınırla­ rı belirsiz yeni kıtaya Am erica adını vermeyi uygun bulm uş. Amerigo neyin nesi diye baktım. îtalyancada bol m iktarda bulunan Alman kökenli erkek adlarından biriymiş. Federico, Ricardo, Enrico, Um berto, Alberto vb. hepsi ortaçağ başında 151

İtalya yarım adasını istila eden Germen kavimlerinden bugüne yadigâr kalan isimler. Eski Almanca Heim-rik, yani “hane-beyi” ya da “oba-beyi” adı, Batı Alman diyalektlerinde H einrich (İngilizcesi H enry), Doğu Alman diyalektlerinde Eim-rich ve­ ya Em m erich biçim ini almış. Amerigo da. Doğu Alman ka­ vimler! olan O strogotlarla Vizigotlarm kullandığı bu adın Italyancalaşm ış biçim iymiş. Özetle Amerika, Henryland demek. Piri Reis keşfetseydi belki M uhiddiniya olurdu, onun da ön adı M uhiddin çünkü. 18. yüzyılda Amerika eyaletleri bağım sızlığa kavuştuğun­ da, ülkenin ve kıtanın adını Amerika yerine Colom bia yap­ m ak isteyen bir akım doğm uştu. Daha mantıklı bir tercih olurdu herhalde am a dil işlerinde mantık ne arar?"^^ 09.01.2009

4 9 Lloyd ve M itch in son ’ın T ü rk çe çevirisi 2 0 0 8 ’cie çıkan C ahillikler K itabı'nda A m erika adın ın yaygın kanının aksine A m ericus V esp u cci’den değil, Brislol’lü tüccar R ichard A m eryk’ten geldiği ileri sü rü lm ü ş. Bu noktayı hatırla­ tan birkaç o k u ru m a şu cevabı yazdım : İlginç tabii am a d ah a ciddi kanıt g örm ek isterim . Bu tezin 1 5 5 0 ’lerden önce dile getirildiği b ir kay n ak var m ı? C ahillikler Kitabı’nın kaynak g ö s­ terdiği 1497 tarihli Bristol yıllığının m etnini cidd i bir yayında görebili­ yor m u yu z? VValdseemüller'in atlasın da K uzey değil. G ü ney A m eri­ k a’nın g örü n m esin in tatm in edici bir açıklam ası var mı? V esp u cci’n in kitabı 1 5 04-5’te hakikaten A vru p a çapın d a san sasy o n o l­ m u ş, bir-iki yıl içinde b ilu m u m dillere çevrilm iş. Böyle bir fenom en or­ tadayken adı san ı m eçhu l ikin ci b ir A m eryk’in ortaya çıkm ası bana pek inan d ırıcı gelm edi d oğru su . "Vt^aldscemüller’in bu adı bir ölçüd e belki ironiyle y ahu t şüpheyle ku l­ lan d ığın ı d ü şü n ü yoru m . Yani “öyle bir yer olm ayabilir. D on Americo ’nun hayal m ah su lü olabilir, vebali bo yn u n a” gibisinden.

152

İSH AK

İbranice Y itzhaq “gülecek” anlam ına geliyor. Tz-kh-q (gülm ek, eğlenm ek) kökünden geliyor. Tevrat’ta Abraham ile Sara’nın oğlunun adı. Aynı kişi K uran’da sin ve kaf ile İshaq, ıjla-uı) olarak geçiyor. Adın Arapça bir anlamı yok, Tevrat’tan di­ rekt aktarılmış. Batı dillerinde ise Yunanca Isaakios üzerinden türeyen biçimler tercih edilmiş. Isaac Newton, Isaac Hayes gibi. ibranice fiil kökünün asıl Arapça eşdeğeri zad-ha-kef ile dahk veya Türkçede tercih edilen yazımıyla zahk. Gülmek, eğlenmek, özellikle alay ve tahkir ederek eğlenmek anlam ın­ da. (Birinci harf Arapçada /d/ ile /z/ arası bir sesi ifade eden c/ad harfi.) O sm anhcada kullanılan m uzhik “kom edyen, şakla­ ban” (m ujik değil, ayrı ayrı, m uz-hik) ve zahhak/dahhak 153

“alaycı, özellikle dini değerlerle alay eden kim se” sözcükleri aynı kökten geliyor. Tevrat’ta adı geçen bir diğer muhterem kişi Yönah. Kuzey Iraklıym ış, denize düşm üş, balığın biri bunu yutm uş ama Al­ lah’ın bir hikmeti sonucu sindirem eyip çıkarmış. Adının anla­ mı İbranice “kum ru” demek. K utsal Kitabın Yunanca m etnin­ de aynı isim Yunanca erkek adlarında zorunlu olan eril nom i­ natif takısı —s ile lö n as olarak geçiyor. Süryaniler ve Ermeni1er dahil bilum um Doğu (ve Batı) Hıristiyan kültürlerinde de bu biçim kullanılıyor. K uran’da geçen Yünis biçimi, Kuran müellifinin belki bu noktada İbrani değil Hıristiyan geleneğin­ den etkilenm iş olabileceğini gösteriyor.^® 1 0 . 01 . 2 0 0 9

50 En çok gürü ltü ko paran m akalelerim den biri. Son paragraftaki “Kuran m ü ­ ellifi” deyim i, bir kısm ı kib arca teessü llerini bildiren, bir kısm ı duygularını dah a co şk u n bir dille ifade eden yüzlerce m ail’e vesile oldu. K ibarca yazan­ lara bir örnek: K ur’ân ’ın bir m üellifin in old u ğu n u y azm an ız hiç de şık olm am ıştır. Bu d u ru m K ur’ân ’a inanları d erinden ü zm üştür. Ç ün ki onlara göre K u r’ân, A llah ’tan gelen bir vahiydir; ve asla “ te’lîf” edilm em iştir. Sadece yazıya geçirilm iştir. Bunun ilm îligi, erbab ın ca bilin m ektedir. Evet, belki siz o ’na in anm ayabilirsiniz am a bu size o ’nu bu şekild e sıfatlan d ırm a h ak ­ kını verm ez. Bu k on u d a biraz daha dikkatli d avranırsanız bu n dan hepi­ m iz m em n ü n ve m esrü r oluruz. Ayrıca say ısız oku r. Y u nu s P eygam ber’in K u ran ’daki adın ın Y ünis değil, Yû­ nu s o ld u ğ u n u (h aklı olarak) hatırlattı. Ü şenm eden h epsin e teker teker cevap yazdım . Ö zetle d edim ki: Y unus k o n u su n d a haklısın ız. M odern halk A rapçasın d a Y ünis olarak ge­ çiyor, Filistin ’de m esela K h an Y ünis k asab ası var, on d an yanılm ışım . Am a k on u n u n özü n ü değiştirm ez. M ü slü m anlara göre Kuran Allah’ın vahyi olabilir. Bence değildir. D ürüst ve k afası çalışan birçok insan için de değildir. K u ran ’ın belli bir çağın, o çağa özgü kültürel koşu lların , dilin, bilgi seviyesinin, siyasi ve ahlaki mü-

154

lah azalan n eseri o ld u ğu pek âlâ savu n u lab ilir ve nitekim savu n u lm u ştu r. Farklı d ü şü n m ek sizin en d oğal h akkınızdır. Am a eğer benim d ü şü n ce ­ me tah am m ü lü n ü z y ok sa, o zam an m antıken benim gibi d ü şü n en lerin de sizin id d ian ıza tah am m ülü olm am ası gerekir, değil mi? Yeri, gö ğü , zam an ı ve insanı yaratan tanrının, zam an içinde bir tarihte şu kad ar yüz say falık A rapça bir kitap y azm ası fikri de bana “ tanrı" fik­ rini feci su rette küçülten bir d ü şü n ce gibi geliyor. Buna ne dersin iz? Flıristiyan say ılm am ; am a eğer olsay d ım “ İncil (ve Tevrat) aslı d eğild ir, b o zu lm u ştu r” şeklin d eki afaki, kanıtsız id d ian ın da beni son derece ren ­ cide etm esi gerekird i. B u na rağm en b u id dia M ü slü m anlar tarafından her gün p erv asızca dile getiriliyor. B u n u tasvip eder m isiniz?

155

EFLA TU N -II

“Eflatun’u anlattın, ya eflatun rengi ne?” diye mail atmış beş on yüz bin okurum. Bilmiyorum, ancak tahmin yürütebilirim. Bir kere, rengin adı eflatun değil eflatunî, yani platonik. î’nin düşm esi son yılların eseri. İki, Arapça ve Earsça sözlüklerde renk adı olarak geçmiyor. 19. yüzyıl öncesi O sm anhca sözlük­ lerde de renk anlamı yok. En erken Ahmet Vefik Paşa’nm 1876 tarihli Lehce-i Osmani'sinde yer almış. Ûç, Eflatun un Devlet ad­ lı eserinin bir yerinde kızıhmtrak mor yahut erguvan rengi (phoiniks) en soylu renktir diye belirtilmiş, ideal devleti yöne­ tecek filozofların bu renk giyinmesini önermiş. O tarihte Türkiye’de Platon okutulur m uydu? Mesela 1868’de kurulan Galatasaray mektebinde? 1800’lerin en başın156

ılı liialiyet gösteren Arnavutköy Rum Akademisi’nde Platon ıılıiılulınuş diye biliyorum, acaba İstanbul Rumcasmdan bir ikIil KIS olabilir mi? Acaba spesifik bir yazarın edebi kullanımı mıılıı. sonradan yaygınlaştı? Iluyrun, doktora tezi konusu. l’eki phoiniks rengi neden soyluym uş? Çünkü bu renk o ılı virde ancak Lübnan sahilinde çıkan bir tür deniz kabukluMiııdan elde edilirm iş, işin sırrını Fenikeliler bilirm iş, müthiş pahalıymış, o kadar yoğun ticareti yapılm ış ki hayvanın soyu 1İ lk e n m iş .B iz im Finike’nin adı da galiba oradan geliyor. I’hoinikia = phoiniks salyangozu çıkan yer ya da belki Fenike­ lilerin olduğu yer. Ama kuvvetli olasılıkla ilki.^^ 12.01.2009

51 U ğu r Y aganoğlu teoriyi pratikle d esteklem iş: “ Sad ece L ü b n an sah ilin de çık an ” bu k ab uk luy u ben de çok m erak ed i­ y ord u m , ta ki geçen ekim ayında K arab u ru n ’d a balık tutarken “m ad y a” denilen bir k ab uk luy u çipu raya yem y ap m ak için taşla k ıran a kadar. A yasofya m o zaiklerinde g ö rd ü ğ ü m im parator harm an ilerin in ren gi taşı bo yam ıştı. 52 İkisi de değilm iş. P hoiniks sö z c ü ğ ü n ü n diğer anlam ı “palm iye a ğ acı” im iş, Fin ike de P alm iyelik (yahut dah a T ü rk çe si Flurm alık) d em ekm iş, bilm iy or­ dum .

157

A N A D O LU

Bunu Elifin Öküzü’nde yazm ıştım . Orada yazdığım ı burada tekrarlam ak bana ayıp geliyor, köşeyazarı ahlakım a ters. Ama öyle ısrarla sorm uşlar ki m ecbur kaldım. On beş-yirmi liraya kıyıp kitabı alsanız bana sorm aya gerek kalmaz, değil mi? A nadolu analarla dolu bir ülke, tabii, m uhakkak am a ista­ tistik olarak başka ülkelerin de farklı olacağını sanm am . Hem bin beş yüz yıl önce mem lekete bu adı veren Rum ’un Türkçe­ ye vakıf olm ası da zor, gidip O rhon ırm ağındaki Bilge Kağan’a sorm adıysa. A natole, Eski Yunanca gündoğum u, yani doğu; Bizans Rum casm da telaffuzu Anatoli. Ana- “yukarı” anlam ın­ da edat. T ellö “kalkm ak, doğm ak ” , vurgulu ek alınca tol-. İs­ tanbul’dan bakınca neden bu adı vermişler, belli. 158

Ilı/ans’ın bir idari birimi olarak Anatolikön adına ilk 669 Hİıııda rasüanıyor. Orta Anadolu’nun büyük kısm ını kapsa­ tan dev eyaletin adı, başkenti Amörion, yani bugünkü Afyon I Miıulağ. Daha önce im paratorluğun resmi dili Latince iken İm İlin adı O riens imiş, ki tastamam aynı şey dem ek, “güne'»iıı kalktığı yön, doğu ”. Bildiğimiz orient. ( Ismanh’da Anadoli eyaletinin m erkezi 16. yüzyılda Küı.ılıya’dır, Em irdağ’a bir taş atım lık yer; kapsam ı da Balıke'.lı ’dcıı Kastam onu ve Ankara’ya kadar olan alan. 19. yüzyıla gıl iİldiğinde vilayet artık yoktur, buna karşılık Eırat sınırına k.ular tüm yarım ada “A nadolu” diye bilinir. Ahmet Vefik Pa­ şa sözlüğüne göre Anadoli = “Marmara ve Akdeniz’den Eırat’a Itadar olan diyâr; kadimde Küçük A sya.” Kapsam a alanının Eılal'ııı doğusuna taşm ası Cum huriyet dönemi terminolojisidir. Yunancadan Türkçeye alınan kelim elerde sert sessizin yuMiuşadığını daha önce yazmıştım, o yüzden Anatoli > Anado­ li. Son sesin /u/ya dönüşm e tarihini belgelemek zor, çünkü es­ ki yazıda daim a Anadoli yazılmış. 13.01.2009

159

EG Z O ST

Adaşım olan bir okurum yazmış, “egzozu n ya da egzozt’un veya eksoz’un hatta eksozt’un hatta hatta ekzos ve ekzost’un ve egzos’un ve egzost’un, egsoz’un, hir de egsozt’u n ” doğru su ­ nu sorm uş. Bana bir kelime öğretene kırk yıl köle olm aya her­ halde vaktim kalm amıştır, ama gene de kendisine teşekkür ediyorum. Exhaust hem İngilizce hem Fransızcada varolan kelim edir sanıyordum , hu vesileyle haktim, meğer Fransızcada yokm uş öyle şey. Özbeöz İngilizceymiş. Dolayısıyla T ürk­ çesi kesinlikle egzost olmalı. (Fransızca olsa belki sondaki t’yi düşürm enin bir gerekçesi olabilirdi.) Türk Dil K urum u egzoz biçim ini uygun görm üş, herhalde gazoz’la kafiye olsun diye. “Egzantrik” deyip geçiyoruz. 160

V ,,

/

S ' ( { 'T ' r- N '.'.C

¿ I'M E X W U ^ j J

' '

Latinceden aparılm ış bir kelime. Latince haurire, geçmiş ■•iman kökü haust- “boşaltm ak, tüketmek, dökm ek” . Ex de dı•,.ı doğru hareket bildiren bir edat, tıpkı İngilizce out gibi. To

1 \ haust İngilizcede daha çok yorm ak, tüketmek anlam ında Kullanılan bir fiil, i’m exhausted = bittim tükendim. Arabanın ■osluruk aletine 1900 yılı dolayında bu adı vermişler. Daha ıloğrusu exhaust pipe demişler de, pipe kısm ı sonradan yutul­ muş. Alm ancası çok daha güzel: Auspuff! Ex- öntakıh ithal kelimelerin im lası Türkçede öteden beri [iroblemlidir. TD K ’ya göre doğru im la egzotik ve egzogam i, ,una ekzoterm ik, ve fakat eksantrik! Bana soran olsa ben seshtlen önce egz- sessizden önce eks- der geçerdim. Ama bir, ba­ na soran yok; iki, ek selan s’ı nereye koyacağım ı ben de bilmiyorum.^^ 14.01.2009

5 3 Saçm alam ışım tabii. F ran sızca ku ral gayet net. Ex- öneki sessizlerd en önce /c k s/ okunur. C h arfin d en ,ön ce g e n e /e k s /o k u n u r (excellent, excenirique, ex­ cessive, exciter, v b .). D iğer h allerde /e g z / ok u n u r. T D K ’dan verdiğim ö rn ek ­ lerde ek so term ik y an lış, egzoterm ik olm alı. D iğerleri doğru çeviri.

161

AYDIN

İngiliz bir yazar tanıdığım sorm uş, neden Muğla, M anisa (ben ekleyeyim, İzmir, Bursa, Balıkesir, Afyon, Bergama, T i­ re...) Rum ca da Aydın değil diye, İşin yoksa ara, bul! Osm anlI’nın Ege bölgesindeki dört vilayeti M enteşe (baş­ kenti M uğla), Saruhan (başkenti M anisa, yani M agnesia), Ay­ dın (başkenti İzmir yani Sm irni) ve K aresi (başkenti Balıkesir, yani Palikastro). D ördünün de adı O sm anlı’dan önce bu yöre­ lerde kurulan Türk beyliklerinin adından alınmış. Meşrutiyet dönem inde, galiba 1910’larda, Aydın vilayetini ikiye bölm üş­ ler. İzmir ayrılmış, vilayetin merkezi de eski adı G üzelcehisar olan kasabaya taşınmış. O zam andan beri kent, ilin adıyla. Ay­ dın diye biliniyor. 162

Ayılın çok eski bir Türkçe sıfat. Esas biçimi genizden söyI /lig/ sesiyle aydm g, Kaşgarlı’da öyle geçiyor. Aytmak ya­ lım liYKİmak demek, “açm ak, açıklamak, açık kılm ak” demek. mİ.ılın orijinal yapısı *ay tın ık olmalı. Eski Türkçede /y/ ve /n/ ı;ilıi iki yum uşak sessizden sonra N serisinden eklerin seslisi •, II mİ ur, sert sessiz de yum uşak sessize dönüşür. Dolayısıyla .lyılıııık > aydmg. |ö. yüzyıl sonlarında Fransızca illum iné (“aydınlanmış I İllisi'” ) karşılığı Arapça nur’dan m ünevver sözcüğünü bulımışlar, aynı anlamda. N urun kökü n-w-r, türevi böyle olur, ILI il diye sorm a. Dil Devrimi yıllarında bunun yerine aydın İli ıııııısenmiş. Deneyip “kalsın” dedikleri seçenekler arasında |iııılak, kuluk, silk ü ve yaktı da var. Ciddiyim, 1934 taribli hiKima Dergisi’nde geçiyor. I’arlaklar Bildirisi? Bunu imzalayana yaktı demem? Çatlar­ ın gülmekten! 15.01.2009

163

F E L S E F İK

Ozan konuşur: “D eleuze’de aşkınlık ve içkinlik sorun salı­ nı postm odern bir bağlam da irdelediğim izde...” Şirkette getir götür elem anı olan Rıdvan onaylar: “F elsefik konulara valla ben de çok meraklıyımdır ab i.” İyi bir senarist oradaki tek harften bir dram atik kurgu çı­ karabilir mi? Çıkarır. “Felsefik” diyen elemanın hayatta üç sa­ tır felsefe okum adığını biliriz, kendini olduğundan daha ok u ­ m uş gösterm eye çalıştığını biliriz, acırız, sevim li buluruz, dal­ ga geçeriz. Tek harfte saklı dram ! Şim di, dile iki türlü yaklaşım var. Biri ortaokul m üdür yar­ dım cısı yaklaşım ı “felsefik” yanlış mı yanlış, çat! vur eline cet­ velle. G üzide Türk basınında dil yazısı yazan elem anların is164

Ii'.ııasız hepsi bu ekoldendir. Öbür yaklaşım “bilim sel” dedi­ ğimiz yaklaşım. Felsefik sözcüğü ders kitaplarına veya dil gumlarına göre “yanlış” mı “doğru” mu, dilbilimciyi ilgilendir­ mez. ANLAMI VAR MI? Türkçe bilen iki konuşm acıya ne an­ lam ifade ediyor? ö anlamı karşıdakinin şıp diye alm asına yol açan sistem ne? Bu kadar. Felsefe Yunancadan Arapçaya geçm iş bir kelime. Bize Arapçadan geldiği için buna Arapça - î izafet takısı eklemek doğru sayılır. Aynı kelime Yunancadan Batı dillerine philosophie vs. diye geçmiş, ö rad an alınsaydı Yunanca-Fransızca ique takısını eklemek norm al olacaktı, analitik, diyalektik, i'lik, deontolojik gibi. Bunlar dilin tarihi evriminde oluşm uş keyfî kurallardır, uzun boylu savunulacak bir mantığı yok. Ama bir toplum da kültür erbabı ile hanzoyu ayıran ince sis­ tem aynen böyle kurallardan oluşur. 16.01.2009

165

LİSE

Eski Yunan tanrılarından Apollon’un bir sıfatı Lykeîon. Ne dem ek olduğuna dair Yunanlıların bile kesin kanısı yok. Ki­ mine göre lykos = kurt sözcüğünden “kurtların tanrısı” de­ mek. Kim ine göre Güney Anadolu’daki Lykia ülkesinin adın­ dan, Lykia’lı. Fethiye, Kaş, oralar yani. Eski Atina’nın hemen sur dışında Apollon Lykeîon sunağı­ nın bulunduğu koruluk varmış. MÖ 335 yılı dolayında Aristo­ teles burada m eşhur felsefe okulunu kurm uş. Lykeîon okulu (Latince biçimiyle Lyceum ) MS 6. yüzyılda kapatılmcaya dek 850 küsur yıl dünyanın en önemli okullarından biri olmuş. Fransa’da 1802’de N apolyon’un kurdurduğu yeni tip dev­ let okullarına da havalı olsun diye Lycée adı vermişler. Arada­ 166

ki c harfinin telaffuzu, malum, klasik Latincede/k/ iken, Fran'.ızcada /s/ şeklini alır. Latince-Yunanca gramer ekleri de FranMzcada düşer. O yüzden eskiden /lükeum / veya /likeum / diye iclaffuz edilen şeyin Franszcası /lise/ olur. Bizde Fransız sistem ine göre eğitim veren ilk m odern lise i H68’de kurulan G alatasaray Sultanisi’dir. Sultan Abdülhamid zamanında im paratorluk taşrasında G alatasaray modeline gö-

10 10 civarında sultan i ile bunların biraz daha sulandırılm ış hiçimi olan 60’a yakın idadi hizmete girdi. 1924’te çıkarılan l'cvhid-i Tedrisat Kanunu ile hepsine lise adı verildi ve maa­ zallah kötü cereyanlara kapılm asınlar diye devlet denetimi iyi­ ce berkitildi. 17.01.2009

167

SEVAN

Sevan Kürtçede şem siye dem ekm iş, hadi bakalım ! Fransızcada da “tedip eden, şiddetle cezalandıran” gibi bir anlam ı var - ki norm al şartlarda kuzu gibi adamım, hiç öyle şeylerle ala­ kam olmaz. Türkçede Sevan nedense hep kadın adı olarak al­ gılanıyor. “Sevan H anım ” diye m ektup yazanlardan bıktım usandım . H epsine bıyıklı, kel kafalı resm im i gönderip “iltifa­ tınıza teşekkür ederim, görüşelim ,” diye cevap yazıyorum. Rahmetli babam hem Erm enice olsun hem dinî bir anlamı olm asın hem Erenk özentisi olm asın diye Sevan adını bulmuş. Sevan Erm enistan’daki büyük gölün adı. Daha doğrusu, gölün değil, göl üzerinde bulunan ve eskiden yerleşim yeri olan ada­ nın adı. Şimdi o adada son derece fotojenik iki tarihi kilise ile 168

Iı.nahcler var. Sovyet döneminde toprak doldurup kıyıya bağ­ lamışlar. Turistik olmuş. Van Ermenice “köy, mezra, yerleşim yeri” anlam ına gelen İm kelime. Onlarca köy ve kasabanın adında geçer. Mesela es­ li I adı Tuşba yahut Tosp olan kalenin dibindeki yerleşim orta­ çağlarda nisbeten önem siz bir köyken, yanılmıyorsam, 12. yüzyılda Ahlat şahları zam anında Van adıyla ün kazanmış. O gölün adı da kentten geliyor. Se’nin ne olduğu konusunda rivayet muhtelif. M uhtemelen I ı ıııenice sev, yani siyah. Bu da Ermenicede Farsçadan alıntı ulan yüzlerce kelim eden biridir. Eski Farsça syaw , modern I arsçada siyeh yahut siyâh halini almış, Ermenicede ise y a > e kuralı uyarınca sev olmuş. Yani adım ız Karaköy demekm iş. İlk öğrendiğimde üzül­ müştüm. 18.01.2009

54 V an adın ın U rartu k ayn akların d a geçen Biaini ü lke adın dan geldiğin i ileri sü ren bir o k u ru m la u zu n bir yazışm am ız old u . Bu oku ru m a göre; V an adı aslın d a U rarlu ca bu yerleşim e verilen ve T u şp a’dan ayrı kullanilan Bian sö z c ü ğ ü n d en türem edir. A sur belgelerinde T u şp a, U rartu ya­ zıtlarında ise b u n u n yerine Biainili yan i Bian-lılarm şehri/yerleşim i o la­ rak ku llan ılır ve b/v d ö n ü şü m ü ile B ian V an’a dön ü şm ü ştü r. Bu görü şe katılm ad ım : Yazıtlarda d aim a “Biainili ü lkesi VE T u ru şp aA 'u şp a h isarı’’ diye geçiyor, iki ayrı h ad ise old u ğu n u d ü şü n m ek dah a m antıklı. (...) Ayrıca Biaini diye bir yer adı varsa E rm enicesi sanki V an değil Pen veya Peyn o lu rm u ş gib i geliyor bana. E rm en iced e b > v diye bir d ö n ü şü m ü n izi yok. O ysa b > p ve ia > e stan darttır. (...) Erm enice ezbere sayabileceğim birkaç düzin e -van’lı yer adı var. Sm patavan (B ay b u rt), T orn avan (Ö z alp ), V ask ovan (D ersim ’de bir k asab a), Zarehavan (D iy a d in ), M iravan (B in göl’e y ak ın ), N axçavan (N ah çiv an ), Y ervantavan (A n i’ye y akın) vs. Bunların V an kentiyle bir alakası olam az. H epsi de b ile şik isim ler, “filan kent” gibi.

169

D ESİM A L

Şim di Ö ztürkçüler bitti, akla gelecek her kelim enin aslın­ da Kürtçe ya da Zazaca olduğunu savunan -savunan dem eye­ lim, dileyen- okurlar sardı etrafımı. Günde ortalam a beş tane geliyor. Üzgünüm , Türkçede Zazaca kelime yok, Kürtçe de bileme­ din on-on beş tane, çoğu da argo kelimeler! Bunu söylem ek ne Zazacanın, ne Kürtçenin kıymetine halel getirmez. İkisi de il­ ginç, renkli, kendine has zenginlikleri olan, binlerce yıllık dil­ ler. Ama aradaki sosyal ilişkinin yapısı gereği, Türkçeye keli­ m e verm iş olm aları neredeyse imkânsız. Zazaca des, on sayısıym ış. M etrik sistem i Zazalar mı buldu hocam ? 170

Hülün Hint-Avrupa dillerinde on anlamına gelen kelime ıiM|inal *dekm biçim inden gelir. İnce sesliye bitişen /k7, Hint\vı upa aleminin doğu kanadında binlerce yıl önce /s/ olmuş. H.ı.'i İran dillerinde de hece sonundaki /s/ yutulm uş. Dolayl­ ıyla lO’un Sanskritçesi (yani eski Hintçesi) dâsa, Ermenicesi ıl.ısn, Bulgarcası deset, Rusçası desyat, Zazacası des, Osetçesi ılaes ama Farsçası deh, Kürtçesi de deh. Batı kanadında /k/ sesi daha uzun süre korunm uş. Yunan­ ca on, dekam etredeki deka. Latincesi decem , /dekem / okunur. İngilizcesi, aslında tegen’den bozm a ten. İngilizce /t/ modern Al mancada her zam an çatlak /ts/ sesiyle karşılandığı için Almancası Zehn, yani /tsen/. Irlandacası çatlak /kh/ sesiyle de­ leli. Bunların hepsi m atem atik gibi kurallı değişimler. Aynı kelimenin değişik lehçelere göre söylenişi. ■Latince M sesi m odern Fransızcada ince sesliden sonra /s/ diye telaffuz edildiği için, Latince “onlu, onarh” anlamına ge­ len decim alis de esasen /dekim alis/ iken, Fransızca /desim al/ olur. Bize Fransızcadan gelmiş. İtalyancadan alsaydık deçimal olurdu. 19.01.2009

55 Bu p aragraf gazeted e çıkm adı. “Sevan, yeterin ce d ü şm an ın var, bir Zazalar ek sik k a lsın ," diye uyardılar. Ben de hak verdim . 56 Bir ok u ru m h atırlatm ış, m etrik sistem b aşk a şe y , desim al (on lu ) sistem b a ş­ k a şey diye.

171

E FLA TU N - III

Peki platonik nedir hocam ? Kom şunun kızm a platonik duygular beslem em caiz m idir? Bir kez öpm ekle kızın platoni­ ği bozulur mu? Bunun cevabı için Platon/Eflatun’un Sympösion ( “İçki Sof­ rası”) adlı olağanüstü güzel kitabını okum ak lazım. Bu kitap­ ta Sokrates karakteri uzun uzadıya aşktan söz eder, bunun cinsel birleşmeyle ya da soyunu sürdürm e içgüdüsüyle alaka­ sız bir acayip tanrısal duygu olduğunu savunur, hatta sonraki Hıristiyan ve Tasavvuf literatürünü anım satan bir dille. Hey­ hat ki Sokrates’in bahsettiği aşk kızlara değil, genç ve yakışık­ lı erkeklere duyulan tutkulu sevgidir, özellikle de (sonradan Atina’nın askeri diktatörü olacak olan) genç A lkibiades’e. Sok172

ı.ıii".’c göre kadınlara karşı aşk m üm kün değildir, ya da mümI imse de gerçek anlam da aşk değildir düşük çeşididir. Nitekim Fransız ve İngiliz dillerinde 19. yüzyıl başlarına ılc k platonik sözcüğü daim a “cinsel birleşme-içermeyen eşcin■ıc I aşk” anlam ında kullanılmış. Daha sonra eşcinsellikten ıiçikça söz etmenin m odası geçince kom şunun kızı devreye Kiımiş. 20.01.2009

173

KANT

Korkm ayın, üç tane Eflatun yazısı yeter, felsefeden devam etmeyeceğim. Ege ağızlarında kant, teraslar şeklinde düzenlenm iş bir arazinin her bir kadem esine verilen addır. “Şo kanttaki ileği bir el vee de gakalım ,” misal. Neyin nesidir, nereden gelmiş, bir fikrim yok. Hiçbir sözlükte bulamadım. Bilen varsa haber etsin lütfen. Türkçenin kayıp katmanlarında varlığını sürdüren bir b aş­ ka antika kelim e, şekerli sudan yapm a bir tür içecek olan öte­ ki kant. Ekşi Sözlük’e baktım, ohoo, bir sürü entry’si var, o kadar da bilinm ez bir şey değilmiş. Bunun aslı Arapça kalın k ile qand, şeker kam ışından elde edilen külçe şeker. Arapça 174

•iiıkhar qandí akide şekeri gibi şekerleme. Bu deyim 1200’lerde I ı.msızcaya, oradan İngilizceye su gar candy biçimiyle girmiş. ’.IHI yüz yıl içinde candy ayrıldı, bağım sız kelime olarak “şe-

1.1 ilem e” anlam ında kullanılıyor. I lem qand, hem sukkar sözcüklerinin nihai kökeni Hintçe. İlil ila normal, çünkü şekerkam ışı tropik H indistan’dan gelen İHI bitki, şekeri icat edenler de Hintliler. Eski Hintçe sakkara -.eker, kandu da külçe demekmiş. O radaki o üstü şeyli s nedir ılıye sorarsan, /s/ ile /ş/ arası fışıltıh s sesi. Türkçe şek er ya di­ te kı Hintçeden ya da başka bir aracı dilden alınm ış olmalı, ta ( )ı laasya yüzyıllarında, Uygurlar devrinde. Avrupa ulusları ise şekeri Araplardan öğrenmişler. O yüzden Arapça sözcüğün ilk hecesindeki /u/ sesi aşağı yukarı bütün Avrupa dillerinde göııılüyor; sugar, sucre, suiker, zucchero, zucker, azúcar, cukier, cuğrafiyya gibi. Türkçe koz çok eski bir devirde YaI ııidoğu kültür çevresinden O rtaasya’ya ithal edilmiş olmalı. ( evz, nisbeten daha yeni bir dönemde Arapçadan alınmış. İki'.I aynı kelime, iki ayrı kültür süzgecinden geçip evrilmiş. 25.01.2009

185

TÜRBAN

Farsça dûlband esasen “kova sargısı” demek (döl veya dûl = kova). Kafaya sarılan sarık da sonuçta bu: önce kova gibi bir külah konuyor, üstüne bez sarılıyor. Sözcük Farsçada “sarık” anlamında kullanılmış, O sm anhcada da 18. yüzyıla dek ana an­ lamı bu. Daha sonra sarıkta kullanılan bir tür çok ince kumaş anlamı ağır basm ış. Bu ikinci anlamın aslı herhalde dûlbend bezi olmalı. Düşünürseniz, o koca başlıkları bütün gün kafada taşıyabilmek için ileri derecede hafif bir kum aşla sarılm ış olma­ ları lazım. Eski yazıda daima dülbend yazılıyor ama belli ki er­ ken bir tarihten itibaren tülbend diye telaffuz edilmiş. Avrupa dillerinde turban “T ürk sarığı “anlam ında, 15. yüz­ yıl sonlarında benim senmiş. Fransızca en erken örneklerde 186

itılihan, İtalyanca örneklerde turbante geçiyor. Belli ki tüllıcııd’den alınmış am a Latin dillerinde “dolam ak, burmak, fıIıldak gibi çevirm ek” anlam ına gelen turbare fiiliyle karıştırılıııış. (Eski Romalılar mas-turbare derken neyi kastetmişler, I.ilimin etmek bile istem iyorum .) 1920’li yılların sonunda turban bu sefer “saçı sarık şeklinılc saran kadın başlığı” kisvesiyle Avrupa’da m oda oldu. OraI I.111 m oda terimi olarak dünyaya yayıldı. 1950’lerin Hayat der­ gilerinde, pek modern ve şık bir kadın başlığı olarak takdim ediliyor. Sonraki yıllarda da sanırım İhsan Doğramacı türbanı nineden kalm a başörtüsüne karşı “m odern” bir seçenek olalak lanse etmişti. Olmadı, kontrolden çıktı. Neym iş? M emlekette m odernizm e isyanın sim gesi olan nesnenin adı bile Batı’dan gelmeymiş. Adam lardan kurtulmak zor.58 26.01.2009

58 Değerli bir ok u ru m so n cüm lede “ çak tırm ad an d o k u n d u rm a” y aptığım ı d ü ­ şü n erek kızm ış; iki tane bü y ü k yanlışınız var: 1) T ü rkiye’ de İslâm in an cın dan ve kü ltü rel kalıtım dan dolayı başın ı ör­ ten hiçbir k im se bu örtü sü n e “tü rb an ” ad ın ı verm em iştir. Bu ad h o şg ö ­ rü sü z yobazların zorla taktığı addır. 2) Bu ad kendisine dayaülm aya çalışılan başörtüsü biçim i ise, gelenekselin sizin rağm ım za “m odernize” edilm iş şeklidir. Değil m odernizm e isy an ... Bunların y an ısıra eğer d erdiniz b aşö rtü sü ve arkasın d an İslam inancı ise ya sizin m od ern izm k elim esin e bin dird iğin iz anlam hepim izin an ladı­ ğın d an farklı bir şeydir. Ya d a siz İslam dininin y aşadığım ız dünyan ın so n d a k ik a sın a k ad ar “T aze” o lacağı k o n u su n d a fikir sah ib i olab ilecek bağım sız bir araştırm acı değilsiniz. Şöyle cevap y azd ım : B aşö rtü sü ö z g ü rlü ğü k o n u su n d a yirm i k ü su r yıldan beri tavrım gayet nettir; her fırsatta dile getirm ekten hiç çekinm edim . O tuz yıl önce be­ nim sak alım ı ve o zam an lar u z u n olan saçım ı h ed ef alan zihniyetle bu-

187

gü n b a şö rtü sü n ü y asak lam aya kalkan zihniyetin aynı YOBAZ zihniyet öld ü ğü n ü d ü şü n ü y oru m . Ü n iversitede ders verdiğim dön em d e bu k o ­ nu d a net ve ak tif bir tavır aldım . Her zam an ve her k on u d a vicdan, inanç ve kişisel tercih özg ü rlü ğü n d e n yanayım . D erslerim e katılan öğrencile­ rim in en parlakların d an bazılarının b aşörtü lü kızlar old u ğu n u defalarca m ü şah ed e ettim ve ken dim ce bu n dan bazı son u çlar çıkardım . “T ü rban ” adını yobazların taktığı kon u su n d a haklı olabilirsiniz. Ancak d indar kim selerin bu adı ku llanm adığı k o n u su n d a yanılıyorsunuz. “T ü r­ b an ” ku llanan ve bu adı rahatça telaffuz eden çok sayıda tanıdığım var. “T ü rb a n ”ın ve gün cel Islam i h areketin birço k başka u n su ru n u n “m odern iz e ” ve hatta m odern şek iller o ld u ğu h u su su n d a size katılıyorum . An­ cak ü n iversited e “ tü rban ” ku llanan gençlerin büyük ço ğu n lu ğu n u n bu tavırlarını “ M odernizm " adı verilen bir olguya karş tepki o larak algıla­ dıkları da bence apaçıktır. Ü n iversitede b u lu n d u ğ u m bö lüm de “M oder­ n iz m ” aleyhine n u tu klar dinlem ekten içim bayılırdı. “ İslam d ininin y aşad ığım ız dünyan ın so n d akikasın a kadar taze o lacağı” gö rü şü n e katılm ıyorum . Bu g ö rü şü m ü n bağım sız d ü şü n ceyle neden b ağ d aşm ad ığın ı, inanın anlam adım . Bir toplu m da yaygın kabul gören görü şlere karşı çık m ak neden “b ağ ım lılık ” olsu n ki? T am tersine, avam kanaatine u ygu n d ü şü n en insan ların bağım sız d ü şü n m e y eteneklerin­ den şü ph ey e d ü şm ek ban a dah a tabii geliyor. H epsi öyledir dem iyorum , am a “o rtalam a”nm g örü şü n ü savu nan ların bağım sız d ü şü n m e yetene­ ğinden m ah ru m old u ğu n u d ü şü n m ek , farklı görüşleri savu n an ların öy­ le o ld u ğu n u d ü şü n m ek ten dah a tabii değil m i?

188

NAIV

Naiv başka şey, nahif başka şey. Aradaki farkı bilenler par­ mak kaldırsın. Peki, otur. N ah if Arapça sıfat, uzun i ile söylenir, zayıf ve çelimsiz demektir. Bugünkü Türkçede sanırım sadece zayıf nahif ikilem esinde anılıyor. M asdarı nehâfet, yani zayıflık. N aiv İngilizceden veya Fransızcadan alınmış bir kelime. Saf, kurnazlıktan yoksun anlamında. Fransızcası aslında naiftir, 1970-öncesi kültürden gelen insanlar Türkçesini ısrarla öyle yazarlar. İngilizceye Fransızcadan gelen sıfatlar genellikle sözcüğün dişil halinde benimsendiği için İngilizcesi naive olur. Fransızca n aifin aslı da, bak şu işe, Latince nativus imiş. Fransızcada vurgusuz hecenin sessizi düşer kuralı uyarınca 189

t’sini kaybetmiş. Nasci, natus (doğm ak) fiilinden “doğuştan gelen” ya da “doğal” anlam ında sıfat. Burada “yapay” karşıtı olarak kullanılm ış, yani sofistike olm ayan, sanalsız, som. Ay­ nı kökten gelen naturalis ( > Fr. naturel, Ing. natural) sözcü­ ğüyle de yaklaşık eşanlamlı. 18. yüzyıl filozoflarında hâlâ “do­ ğaya yakın, bozulm am ış” gibi gayet pozitif bir anlam da geçer, Ja n Ja k R uso’da mesela. Ama günüm üzde daha çok saftirik kavram ını çağrıştırıyor. İngilizcede öteden beri varolan bir ke­ limeydi, son 30-40 yılda m oda oldu, çok kullanılanlar listesin­ de yukarılara tırmandı. 27.01.2009

190

TÜRKİYE

Vatanım ıza ne cüretle “hindi” derler diye hop oturup hop kalkanların esas dert etmesi gereken konu o değil. Vatanın adı İtalyanca, onu neydeceğiz? Hem üstelik turkey gibi tesadüfi, kasıtsız bir durum yok ortada. Ü lkenin kim lik sorunuyla ilgi­ li derin bir problem var. Deştikçe vatanmilletçilerin tüylerini diken diken edecek mevzu. Türkçede -ve diğer yerli dillerin hiçbirinde- bu ülkeye 19. yüzyılın sonlarına dek Türkiye, Türkistan, Türkland veya bu­ na benzer bir isim verilmemiş. Ülkenin, daha doğrusu Fırat nehrine kadar olan kısmının, Türkçedeki kadim adı Rum. Bu­ nun dışında M em aliki Al-i O sm an, M emalikı M ahrusa gibi Sİ­ YASİ adlar kullanılm ış. 191

Buna karşılık Batı Avrupalılar, ta Haçlı Savaşlarından beri O rtadoğu ve Balkanların Türkler tarafından yönetilen kısm ını İtalyanca Turchia, Fransızca Turquie vs. diye adlandırmışlar, M ısır, Suriye, Balkanlar filan dahil. Farklı adlandırmanın ar­ dında aslında ciddi bir bakış farkı var am a o kadar dibe iner­ sek çıkamayız diye korkarım . Türkçede bu adın sistem li olarak kullanım ına en erken N a­ m ık Kemal ile Suavi’nin 1868’de Paris’te çıkardıkları Hürriyet gazetesinde rastladım. Belki daha önce de tek tük vardır ama bence bağlam ilginç: sanki memlekete dışarıdan ve BATİ’DAN bakınca “Türkiye” adı daha bir uygun gelmiş. 1870’lerde “ah m onşer, şu T urkiya m edenileşem edi gitti,” üslubu içinde kelimeye sıkça rastlanıyor, sonra Abdülhamit dönem inde otuz sene boyunca izi kayboluyor. M eşrutiyet’in ilk yıllarında da, siyaseten uygunsuz sayıldığından olacak, hiç duyulm uyor. İttihat ve Terakki rejiminin kullanım ında “T ür­ kiye” adının belirginleşm esi, bak hele, 1915 yılına denk gel­ miş. 1920’de Ankara’da toplanan BMM “Türkiye” adına önce biraz direnir gibi olm uş, ama en geç 1921’deki Teşkilatı Fsasiye Kanunu döneminde T ’yi kabul etmiş. Arapça -iyye ekiyle açıklanm ası minareye kılıf uydurm a kabilinden. Ortaya çıkış sürecinde tereddüt edecek bir şey yok. Batı kökenli bir kavram. On puanlık soru şu: O sm aniye olsaydı acaba daha medeni bir yer olur muydu?^^ 28.01.2009

192

59 O sm aniye yerine “A n atoli” den se d ah a iyi olm az m ıydı diye p a s atan bir o k u ra, g ay ııcid d i bir an ım da, şöyle cevap verdim : T raky a’yı ne y ap acağız? H em hiçbir gerçek İstanbullu A nadolulu olm ayı kabul etm ez ki? H em A nadolu tabirini ciddiye alırsan Fırat’ın do ğ u su n ­ dan da vazgeçm en lazım. Siyasi b ir o lu şu m olan devleti sadece siy asi bir adla anm ak ban a daha c a ­ zip geliyor. Şirket adı gibi dü şü n: T abi olanların kim liğinden bağım sız bir olu şu m . “Sovyetler” gibi ya da “M erkez K ırallık" anlam ına gelen Çin g i­ bi. Başına da sim ge olsu n diye, siyasi yetkisi olm aya, am a birlik ve bera­ berliğin tem silcisi olan bir adam ı k oy salar ku ru cu aileden, ne zararı var? H em Y u nan istan, E rm enistan, K ü rd istan falan da katılır bir gün diye açık kapı b ırakm ak lazım . A nadolu o y üzden olm az. U fku geniş tutm alı.

193

K A N D İL

Latince candere “akkor gibi yanmak, ışım ak” , M sesiyle /kandere/ okunacak. Incandescere, hemen hemen aynı, “içten ışım ak” . C an didu s, esasen “akkor gibi” , ama uygulam ada bil­ diğim iz beyaz rengin adı. C an didatu s “beyaz giyinm iş” de­ mek. Eski Rom a’da yılda bir yapılan seçim lerde kam u görevi­ ne talip olanlar düz beyaz toga giyermiş, dolayısıyla bugün hâ­ lâ İngilizcede bir işe aday olan kişiye candidate deniyor. Can­ dela da bildiğim iz m um ya da arkeoloji müzelerinde bolca gördüğünüz tipte pişm iş kilden yapm a yağ kandili. Küçültme eki olan -ela ile, “ışıkçık” manasında. Burada anlatm ası uzun sürecek nedenlerle Latince kelime başındaki /ka/ sesi 15. yüzyıldan önce Fransızcada /şa/ olmuş. Bazen filan değil, HEP öyle. O yüzden m um un Fransızcası 194

V

'

I



f

'

' VNN '‘ S / . \ \ \ ; / /

0 '

>

v \«' ' V, • ' tarla), yay-lag (> yayla) ve kış-lag (> k ışla) sö zcü k lerin d e o ld u ğu gibi yer adı y apan +lag ekiyle türem iştir. E sk i T ü rk çede sö z c ü k içindeki ve so n u n dak i g sesleri O ğu z leh çesin d e erir ve tarla bu şek ild e ortaya çıkar.

206

MCDONALD’S

U fak oğlan tu ttu rd u Big M ac yiyeceğiz diye, m ecbur, gittik yedik. M acD on ald ’m k im old u ğ u n u an latm ak da farz oldu. O rtaçağda İrlan d a’d an gelen G ael’ler Isk o çy a’m n b atısın d a­ ki adalar ve göller d iyarın ı ele geçirm işler. D erken Som erled adlı V ikin g asıllı bir yiğit çıkıp G ael’leri birleştirm iş, alem e korku salan A dalar K rallığı’nı ku rm u ş. D o n ald b u n u n üç to­ runundan biri, asıl ad ı G ael’ce D o m h n all, yan i “D ün ya H âki­ m i” . M acD on ald ’lar, y an i D o n ald oğu lları, Isk o çy a’nm en g ü ç­ lü aşiretlerin d en biri o lm u ş. V iskileriyle m eşh u r olan Islay ve Skye adalarını tu tm u şlar. B irçoğu b u g ü n halen aşiret başın ın m ülkiyetinde olan b ir d üzine m u h teşem şato in şa etm işler Invergarry’dekin i g eçen sen e ziyaret ettim , feodal duygularım 207

kab ard ı, itiraf edeyim . M acD on ald’larla on ların k o lu olan M acD on n elI’lar zam an la bü tü n dün yaya yayılm ışlar. Sanırını b u iki soyad ın ı taşıyan bir m ilyon dan fazla in san var, büyük D orn kn all’m so y u n d an gelen. H am bu rgere! M cD o n ald ’s firm asını gerçekten k u ran bir M acD on ald değil am a. R ay K roc adlı, b e r işe girip çık m ış Şik ag o lu bir adam , fran ch isin g yön tem iyle k ö şe b aşı köftecili­ ğin d en bir dünya im p aratorlu ğu y aratabileceğin i 1 9 6 0 ’larda keşfetm iş. K en d i ad ı pazarlam aya p e k u y gu n olm ad ığın d an o l­ sa gerek -K roc A m erik an cad a ku lağa “ ü ç k âğıtçı” gibi geliyorM acD on ald ’s isim li üç-beş şu beli b ir köfteci dü k k ân ın ı satın alıp, işin i on u n üzerin den b ü yü tm üş. 1 9 8 5 ’ti galiba, M acD on ald ’s T ü rk iye’ye gelm eden az önce birileri ben im fikrim i so rm u ştu da, n ed en bu iş T ürkiye’de as­ la tu tam az diye uzu n uzu n bir su n u m yap m ıştım . H atırlad ık ­ ça y ü zü m kızarır. 05.02.2009

208

MUHTAR

Şaşırtıcı am a kö ylerd ek i ihtiyar heyetinin o bild iğin iz ihti­ yarla alakası yok, zaten k an un en de ih tiyar heyetine girm ek için 25 y aşın ı d o ld u rm u ş olm ak yetiyor. O sm an h ca ih tiy ar et­ m ek (dah a d o ğ ru su hırıltılı x sesiyle vctiyâr etmek) “seçm ek, tercih etm ek” dem ek. “Z aruretsiz cihanda kimse gurbet ihtiyar etmez,” dem iş Şinasi,®^ yan i m ecbu r k alm ad ık ça kim se gu rb e­ ti seçm ez. İh tiyar h ey eti = “seçim k u ru lu ” . İlk kez II. M ahm ut zam an ın da, 1 8 2 0 ’lerde, O sm an h m od ern leşm esin in ilk yerel dem okrasi d en em esi o larak teşkil edilm iş. G ü n ü m ü zd e işlevi­ ni yitirm iş bir tür k u ru m sa l fosil. İhtiyar heyetinin seçtiğ i k işi tabiatiyle m u h tar, yan i “seçil­ m iş.” A rapça g ram erde ixtiyâr, ifti’âl vezn in d e m asd ar, m uxtâr 209

ise aynı veznin m e fu lü , yan i edilgen ortay, eylem e m aru z ka­ lan şey. E sk i devirde m uh tarı ihtiyar heyeti seçerm iş. Şim di artık öyle d eğil, am a ad ı kalm ış. Y alnız bizde d eğil, Suriye’de, Irak ’ta, L ü b n an ’da filan m uh tarlık k u ru m u bir O sm an h k alın ­ tısı olarak devam ediyor. M uh tar aynı z am an d a fail (etken ortay) an lam ın d a da k u l­ lanılıyor, n eden ve n asıl, tam an lam ış değilim.®® Sovyetler B ir­ liğin de esk id en m uh tar cu m h uriyetler vardı, şim d ik i adı öze rk , F ren k çesi oton om . T D K ’cılarm ak lın a gelse seçk en ya­ h ut seçe rg en ve h atta seçe m en diyebilirlerdi. 06.02.2009

6 2 Y u su f Ziya A ytürk düzeltti:

\

"Vatan m el’u f olanlar bi sebcb terki d iyar eylemez. / Z aruretsiz cihanda kimse gurbet ihtiyar eylem ez” beyti aslen gazeteci ve oyun y azan olan Şin a si’ye d eğil, gerçekten b ü y ü k bir şa ir olan Ziya P aşa’ya aittir. 63 Altı-yedi o k u ru m yazıp m uhtar’ın hem fail hem mePul olu şu h u su su n d a be­ ni aydınlattılar. Dr. Z. A çıkgöz’ün açıklam ası: M uh tarın hem fail hem m eful o lu şu , A rapçad a ü stü n lü ye’nin elife d ö ­ nü ştü rü lm esi; esren in de ye’ye “ağır" geldiği için ü stü n e d ö n ü ştü rü lm e­ si kaid esin d en kaynaklanıyor. (Ya üzere k esre sak il; kesreyi fethaya kalb ey led ik !) A slın d a fail şekli “m u h tey ir” , m eful şek li “ m u h teyer” . Yanlış bilm iy orsam , i’tiyaddan m u ’tâd, ih tiyaç’dan m u h tâc, im tiyaz’dan m ü m ­ taz vb. de aynı tayfadan kelim eler.

210

KALABALİKEN

Biri m ail atınış, Isv eççed ek i T ürkçe kelim eler h akkın da ne d ü şü n ü y o rsu n diye. Ç attık işte, ne d ü şü n ey im ki? İsveççe bil­ mem, etm em . “O lm az ya öyle şe y ,” diye cevap verdim . M eğer İsveççe “k argaşa, h en g âm e ” an lam ına k a lab alik e n denirm iş. 1 ürkçe değil m i? A caba İsveçliler O rtaasy a’d an gelen öz haki­ ki sarışın T ü rk ler m id ir? D erhal İsveççe bilen d o stlar alarm a geçirildi. Bir iki mailleşm eden so n ra C laire’den aşağ ıd ak i bilgiler geldi: “M eşh u r B en d er K alab alığı vardı 1713 yılın d a “D em irbaş” XII Şari Poltava’d an D n yep r’i geçti, O sm an lIy la Bender’e ya­ kın V arnitza k ö y ü n d e karşılaştı, O sm an h toprağı olan U kray­ na’da. K ö rd ö ğ ü şü şe k lin d e geçen m u h areb ed e O sm an h lar kra211

İl esir alıp götürdüler. Bu sav aş İsveççe ‘K alab alik en i Bender’ o larak k alm ış (-en n om in ativ belirlilik ek i), m an ası T ü rk çe­ sin d en kaym ış olarak. İsveççe anlam ı “k arg aşa, kavgalı kala­ b a lık ” , F ran sızca tumulte gibi. “Bu kelim e gü n ü m ü zd e bir keresin de m ah k em ede vahim bir problem e n eden oldu. Bir futbol m açın d a, kazan an takım ı­ n ın taraftarları k u tlam a için sah aya d o lu şu n ca bir kaza olm uş, biri yaralan m ış. T an ık T ü rk çe ısrar ediyor, ‘’K alabalıktı, kavga y o k tu !” diye. Bu tu tan ağa geçin ce işler karışıyor. N eyse ki d a­ va hayırlı bir so n u ca b a ğ la n d ı.” K ültü rler tarihi h ayret verici detaylarla d olu! T ü rk çe sö z c ü k A rap çad an ğeliyor, aslı ğ aleb elik . “N isb i ço k lu k , sayıca ü stü n lü k ” dem ek. G aleb e çalm ak taki galeb e ile aynı kelim e. E sk i yazıd a m utlak a ğay m ’la yazılır.®'^ 07.02.2009 6 4 Barış Ç enberci D em irbaş Şari h ikâyesinin aslım anlatm ış: “ D em irb aş” XII. Şarl’ın hikâyesi sizin yazdığın ızd an hiraz daha farklı, o l­ du kça da eğlenceli detayları olan bir hikâyedir. XII. Şari, R uslarla g ird i­ ği savaşta y enilm iş, kuzeye, İsveç’e k açam am ış an cak, gün eye u fak ç a p ­ lı bir o rd u / m aiyet gü ru h u ile O sm an h lara sığın m ış. B urada old u k ça uzun sü rece k bir m isafirlik dönem i (y ak laşık 7-8 yıl) geçirm iş. Bu m isa­ firliğinde de “kral" gibi yaşam aya devam etm iş, devam lı olarak m asraf­ ları deftere yazıldığı için, ken disine dem irb aş (sarayın dem irbaşı an la­ m ın da) ism i takılm ış. T a ki, saray eşrafının ve yeniçerilerin bu h arcam a­ lara karşı çıkıp T o p k ap ı Sarayı’nı “ k alab alık ” ile k u şatm asın a kadar. D aha so n ra m isafirlik hiraz dah a ev h ap sin e d ön m ü ş. Ev d ed iğim iz sizi y an ıltm asın , İstiklal C ad d e si’ndeki saray kadar olan İsveç K o n so lo slu ğ u . Zaten İsveç, O sm an h ’d a ilk daim i bü y ü kelçi b u lu n d u ran ülke. A m a se ­ bep, ne ortak d ü şm an Ruslara karşı strateji olü ştu rm ak , ne de İsveç’le O sm anh arasın d ak i ticari ilişkileri geliştirm ek. G ün gelip de D em irbaş Şari “h ad i ban a m ü saa d e ” dediğin d e, O sm an h yönetim i “buyrun h e sa p ” diyerek, o n ca yıllık m asrafı çıkarm ış. Şim dilerd e üstte para çıkm ayınca kim liği rehin b ırakm aya benzer. D em irbaş Şarl da yem in billah öd ey ece­ ğine O sm an lI’yı ikna etm ek için, boşalttığı saraya bir tane kalıcı b ü y ü ­ kelçi bırakm ış.

212

Büyükelçiyi b ırak m ış am a O sm anlI’dan d a köşk, kalabalık, yildirim , ja r ram as (yaram az) gibi kelim eler götü rm ü ş. A m a en eğlencelisi, İsveç’e gi­ dince “ben İsveç’in şöy le geleneksel yem eklerin den yem ek istiy oru m ’’ diye scfrduğunuzda, ö n ü n ü ze gelen zeytinyağlı d olm a. (Zeytinyağlı m ı­ dır bilm iyorum aslın d a, İsveç’te zeytinyağı b u lm ak ne m ü m k ü n ?) “ Bu ne y ah u ?’’ diye so rarsan ız , gü lü m seyerek Kalt dolm a (so ğ u k dolm a) der­ ler, bizim g elen eksel y em eklerim izden d ir diye açıklam a yaparlar. Biraz araştırırsan ız, O sm an h yem eklerini ço k seven XII. Şarl’m , m isafirlikten dönerken yan ın d a b irk aç aşçı da g ö tü rd ü ğ ü n ü öğrenirsiniz.

213

MALUMU İLAM

A rtık şaşm az şek ild e her yerde m alu m u ilan diye geçiyor. M an tıken bu da m ü m k ü n tabii, “bilin en i orta yere sö y lem e k ” , am a deyim o d eğil, ü ste lik kelim e oy u n u n a yazık. D o ğru su , m alu m u ila m etm ek , yan i bilineni bild irm ek, j İlân da A rap ça, ilâm da, am a ik isi ayrı şeyler. İlkinin altın ­ da yatan kavram “^alen “ ortalık yer, k am u sal alan ” - “adam alen en zırvalad ı” d ak i gibi. (T ü rk çe alan ’la ben zerlik şaşırtıcı am a alaka yo k , zan n etm em .) İkin cin in tem eli Hİm yan i bilgi. Bu k ö k ten T ürkçeye girm iş p e k ço k türev var. M esela ‘^âlim “b ile n ” yah ut bilgin , ‘^ulemâ b u n u n ço ğu lu , “b ilg in ler” , ‘^allâme de m ü b alağası, “ço k b il­ g in ” . M aH ûm “b ilin en ” , taH îm “b ilm e sin i sağ lam a ” yani öğret­ 214

ine, mu'^allim bu işi yap an kişi. IHâm aslın d a tab im le hem en liem en aynı an lam a gelen bir m asd ar, am a bizde dah a çok “ bildirm e, haber verm e” an lam ı ağır b asm ış. M ah kem e ilam ı dem ek, m ah k em en in “bu yazıyı kim o k u rsa bilsin k i” g ib isin ­ den yazdığı bildiri. Yahut bildirge. İngilizcesi writ, e’siz. Şim d i biri çıkıp dese ki, h ocam , geç bun ları, b u n lar hep bildiğim iz şeyler, ben de “m alu m u ilam etm iş oldum öy leyse,” der geçerim . 09.02.2009

215

EĞİTMEK

O rtaasya T ü rk çe sin d e ve on d an türeyen T ürki dillerin b ir­ ço ğu n d a b ild iğim iz /i/ sesi var, dili arkaya çekerek söylenen alelade /e/ sesi var (b u n u b azen â diye yazıyorlar, A zericede m esela), bir de ik isin in ortası İ t i sesi var. Bu so n u n cu su eski yazıda ya harfiyle yazılır. A n ado lu ağızlarm çIâ ço ğu zam an /i/ye d ö n ü şü r (gice, isirgem ek, irk ek vb .) am a İstan b ul T ü rk ­ çesin de h em en her zam an /e/ olur. Bir tek İyi harfine bitiştiği d u ru m lar istisn ad ır. Bu yü zd en g e y m e k bizd e g iy m e k olm uş, eyü de iy i kılığın a girm iş. A m a m esela iyi’nin başın a p e k iştir­ m e h ecesi getirin ce *\p\y\ olm az, e p iy i olur. N eden i basit: epeyi’de ik in ci /e/, y’ye bitişiyor, b irin cisi bitişm iyor, o kadar. Dil D evrim i’n in en h eyecanlı gü n lerin d e (33 yah u t 34 o l­ m alı) açm ışlar D ivan-ı Lu gat-i T ü rk ’ü, iğ itm ek diye 90 0 sene216

lik bir fiil bu lm u şlar. A nlam ı “hayvan veya köle beslem ek , ye­ tiştirm ek” . B ilm em neden, bu o lsa olsa eğitmek olm alı diye k a­ rar verm işler, etrafta so racak d oğru d ü rü st d ilbilim ci de yok, eğitm ek diye T ü rkçeleştirm işler. O ysa k elim en in aslı besbelli /i/ ile iğitm ek. T ü rk çed e b u n u n gayet güzel bir türevi de m ev­ cut. İğ d iş, orijin al an lam ı “beslem e, ehli hayvan veya h izm et­ ç i” . A m a K aşgarh özellikle belirtiyor. O ğu zlar bu n u “hadım edilm iş k ö le ” an lam ın da ku llan ır diye. G eçen gü n M illi E ğitim B akan lığı bir gen elge çıkarm ış, Üm it de yazdı. Ö ğretm en ded iğin n asıl olm alı diye bir sürü aklı b aşın d a güzel tem enni sıralad ık tan son ra, “T ü rk Milli Eğitim S iste m i’nin dayan d ığı tem el d eğer ve ilkeleri b ilir,” d i­ ye eklem işler. Bu k ısm ın ı tam an lam adım . “Bilir ve bu n larla m ücadele etm en in yolların ı arar” m ı d em ek istem işler, yoksa “nem e lazım , yen içeriler şu ara zorda am a yarın bir gü n gelip bizi o y arlar,” diye m i k o rk m u şlar, belli değil. Y oksa T ü rk M illi E ğitim Sistem i’nin “ eğitim ” den ne k a ste t­ tiği belli. G u d d elerin i alacaksın ki ehli ve bö n olsun lar. D ev­ lete m em ur ve ask eriyeye köle olabilsinler.®® 10.02.2009

217

65 Benim “T ü rkçe d ü şm an lığım ı” dü zeltm ek u ğru n a dilbilim ci olm aya karar veren, bu arada b ir iki d üzin e hatam ı gerçekten d ü zelterek beni m innet b o r­ cu altına sok an M ehm et B. dem iş ki: E ğitm e k ’in iğ itm ek ile aynı old u ğu kan ısın a varm ışsın ız, ancak M eydan Larus A n sik lo p ed ik Sö z lü k ’te eğitm ek eylem inin eyt- < ayt- “söy lem ek ” old u ğu , “şifah i ted risat” anlam ına geldiği yazılı, sözlü öğretim yani. S ö z­ cük aslın d a eyitmek (ayıtm ak-aytm ak; “söy lem ek , an latm ak ”) olm alı, öyle kullanılm alı. Cevabım : Yok, M eydan L aru s yanılıyor. Aytmak/eytmek T ü rkiye T ü rk çesin d e 18. yy’a k ad ar ço k sık kullanılan ve h alk ağızların da h âlâ canlı olan bir fiil. “A n latm ak” an lam ı m evcut değil, b asb ay ağı “d em ek ” anlam ında. D olay­ sız n esn esi d aim a “denen şey ” . K en d isin e söz söylenen kişi +e halinde dolaylı nesne olur. Filanı ayttı = filanı dedi. “F ilan ’A ^ e d i” gibi bir an la­ mı yok. D olayısıyla bundan “ filanı cg itli" gibi Bir an lam a sıçram ak m ü m k ü n değil.

/

E ğitm ek sö z c ü ğ ü n ü n nasıl bu lu n d u ğ u belli. C aferoğlu U ygurca sö z lü k çalışm asın d a fiili d oğru olarak igidm ek/igitmek olarak yazıyor (“b e sle­ m ek, özen verm ek, itina ve d ikkat etm e k ” ); son ra R adloff U igu rischen Sprach d en km äler, 1928 yayınına istin ad e n egidmek yan-biçiniini de ve­ riyor. Reşit Rahm eti Arat’ın K u tad gu B ilik en deksin de igidmek “terbiye etm ek, eğitm ek, yetiştirm ek” olarak verilm iş. O ysa bağlam a bak ınca her zam an “ evlatlık veya beslem e veya köle y etiştirm ek ” anlam ı var. Igdiş de esasen “beslem e, evlatlık, k ö le” dem ek. Yani m iras hakkı bu lu nm ayan (ve bu yü zd en çoğu zam an h ü n sa ed ilen ) fonksiyonel evlat.

218

TAKTİR

T ak d ir, d eğer verm ek veya d eğer biçm ek , k a d r (değer, ö l­ çü) m asd arm d an . T a k t ir js e k atre (d am la) ile aynı kökten , daım tm ak. Yani rakı yap ar gib i im bikte kayn atıp dam la dam la süzm ek. “Seni taktir e d iy o ru m ,” dem ek, sen i dam ıtıp özsuyuııu çık arıyorum , h aberin olsu n dem ek. İyi bir şeydir herhalde. Ş efk at sev gi gösterm e. Ş e fik ile m ü şfik aynı kökten. T ü rk ­ çenin en fırlam a şairlerinden®® F azıl A h m et A ykaç’m oğulları lişfak ile M üşfik A ykaç vardı esk id en , ik isin in de adı “şefk at­ li” an lam ına gelir. B un a k arşılık şe v k a t diye bir şey yok. O l­ saydı ya “şid d etli arzu , iştiy ak ” ya da “d ik ilm iş şey, dik m e” anlam ına gelirdi. M ah su r “çitle veya duvarla çevrili” ; m ecazi aü lam ı “u la şıl­ m az bir yerde k a p a lı” . M u h asa ra etm ek (etrafın ı çevirm ek) de 219

oradan. M isal: A nahtarı düşürünce tuvalette m ahsur kaldı. M ah­ zu r, n ok talı d ad ile,®^ “sak ın acak veya k o rk acak şey ” , neoT ü rk çe si sak ın ca. A vni Ö zgürel bile ik isin i karıştırıyorsa işi­ m iz zor. T a sfiy e “ tem izlem e, arıtm a” . S a f (te m iz), sa fa (iç tem izli­ ği) ve safv e t (tem izlik) ile aynı m ah allen in ço cu ğu . T asv iy e T ü rk çed e k u llan ıld ığın ı hiç g örm ed iğim bir sözcü k . A rapçası “deveyi sem irtm e k ” ya da “ d o ğ u rm u ş kad ın ı sem irm esi için sü tten k e sm e k ” d em ekm iş, vallah i öyle. O zam an lar h am ilelik so n rası zayıflam a k u rsları da y o k m u ştu r alim allah. 11.02.2009

66

16 Şu b at’ta çıkan notum : G eçen gün F azıl A hm et A ykaç’tan “ T ü rkçen in en fırlam a şairlerin d en ” diye sö z etm iştim . K u llandığım tabirden rah atsız olan lar o lm u ş; ken d i­ lerin d en özü r d ilerim . “F ırla m a ” b e n im sö z lü ğ ü m d e olu m lu bir sıfa t­ tır g erçi, am a belk i öyle d ü şü n m ey eler de var. A ykaç’m bir dörtlü ğü m eşh u rd ur, ezberden yazabiliyorum : “H ele var ki bir tablo / G örse şa şar Anibal / Ö rd eklerd en bir filo/Bir de kazd an am i­ ral” . A cım asız siy asi hicivleri de var am a on ları şu an bu lam adım . 19232 4 ’e d ek dili kesk in m iş. C um huriyetten so n ra su y a sab u n a d oku n m ay an k o n u la n tercib etm iş, kim bilir neden.

^

O ğlu M ü şfik Bey benim ço cu k lu ğu m d a K m ah ad a’d a k om şu m u zd u . H a­ y atta tanıdığım en “beyefendi" in san lard an biriydi.'A m a ü lkem izin res­ m i id eolojisi h akkın d a ku llan d ığı bazı y ak ası açılm ad ık kelim eleri hatır­ lıyorum . 67 M urat K aş ve b irk aç b a şk a oku rum m ah zur sö z c ü ğ ü n ü n im lasını düzelttiler: M ah zu r zel ile y azılır, h az e r kelim esi var, sak ın ! anlam ında kullanılan. “Z ı” ile y azılan m a h z u r ise ez-zam rât tübihuİ-m ahzurâtta (zaru retler y a­ sakları m ü bah kılar) anlam ında g ö rü ld ü ğ ü üzre m em nû (yasak ) an lam ı­ na gelse gerek... Sözlerin S o y a ğ a a ’n da doğru yazm ışım . B u rad a d ik k atsizlik olm uş.

220

PERTAVSIZ

İstan bul Belediye B aşk an ı geçen gü n rakib in e p e rta v sız (inerm iş, p iy asad an k alk m ış güzel bir kelim eyi n aftalin ler ara­ sından çıkarıp ortaya salm ış. F a rsça sı p e rta v sû z : pertav = ışık, ,sûz = yakan. İşık la ateş y ak an , yani b ild iğim iz ko n veks m er­ cek, büyülteç d e d iğ im iz şey. Ne k ad ar oturaklı bir kelim e! Türkçesinin - s ız olm ası tipik bir an aloji örneği: yap ısı u n u tu l­ m uş bir sö zcü k , T ü rk çe pervasız yah u t im an sız gibi örneklere uy durulup yen iden yo ru m lan m ış. Pertavsız ta esk id en beri bilinen bir nesne. Am a dürbün ya­ hut teleskop öyle değil, A vrupahlar icat etm işler. 16. yüzyılın sonlarına doğru bu taraflarda boy gösterm iş. Direkt İran’a gide­ cek hali yok, belli ki ilk önce İstanbul’da görülm üş. Zam anın 221

ukelası da doğal olarak F arsçad an şık bir isim uydurm uşlar. Farsça dür = uzak, bîn = gören. Dûrbîn = uzakgören. Bildiğim iz dürbün . Frenkçe té lé sco p e ’u n birebir çevirisi: télé = uzak, scope = gören. (H arbi F arsçada da dûrbîn deyim i var, “uzağı gören ” insan için kullanılıyor. M isal: Turgut Özal dûrbîn adam dı.) Ç o k son raları, san ırım 20. yüzyıl b aşların d a F ran sızca te­ le sk o p da T ürkçeye girince an lam ayrışm ası olm u ş, tek şeyli olan biçim in e telesk o p, çift şeyli olan ın a dü rb ü n dem ek tercih edilm iş. T elevizyon da bir ikiyüz sen e önce icat edilseydi T ü rk çesi herhalde d u rd îd e olurdu . Y ahut A rap çad an ten zîre. A llahtan 3 0 ’larda dah a T ü rk iy e’ye gelm em işti, y o k sa u z b ak a ç da olab i­ lirdi, n eden o lm asın ? E fen dim d ürb in K ürdced ir, dûr u zak, bin dîtin fiilinin şim ­ diki zam an ıd ır diyorlar. Bre k ard eşim , İstan b u l u lem asın ın F ren k icad ın a K ürtçe isim takm ası olacak şey m idir diye d ü ­ şü n en yok.®® 12.02.2009 68 U m u lm ad ık ö lç ü d e ço k cevap üreten y azılarım dan biriydi. Bu sefer K ü rt oku rlarım itiraz etm e ihtiyacı du ym u şlar. İlgi çekici olanlardan biri şuydu: D ü r ve bin kelim elerin i İstanbul u lem asın ın K ü rd ced en alm ış olm ad ığı kesin. A n cak şu F arsçan m ilk kez im p aratorlu k diline d ö n ü ştü ğ ü Akem enidler d ön em in den önce im p aratorlu k k u rm u ş olan M edlerden alın ­ m ış kelim e olam az m ı? Sadece İstan b u l değil P ersepoliyV eya Ekbatan ulem alarını da d ü şü n m ek lazım . K ü rd ce dem len dil d t sad ece Flakkari’nin bayırların d a o lu şm ad ı herhalde.

j

C evaben “A k em enidlerin ku llan d ığı d ü rb ü n Y eşilçam film lerinde F atih S u l­ tan M ehm et’in askerlerin in taktığı kol saati gibi bir şey olm alı h erh ald e,” di­ ye y azm ışım , m a k sat gırgır geçm ek tabii. Aynı yazıya gelen tepkilerden biri de şu y d u . V atanm illet azgınlığı sırf Ata­ türk gençliğine h as bir hastalık değil tabii. Bu ne d ü z ey siz lik Sevan N işan y an . U tan m a, sık ılm a gibi eşik leri aştığın y azd ık ların d an belli oluyor. Senin ne h ad d in e m eşru lu ğu o lm ay an bir

222

devletin d ilini k ırk d ered en su getirerek m eşru laştırm ay a çalışm ak. Yok O rtaasya T ü rk çe siy m iş, yok bilm em etim olo jik kökeniym iş. N ereden icat ed iyorsun sen b u n ları birader. H angi T ü rk çe, hangi O rtaasya... Bize Ergenekon m asalları d a an latacak m ısın ? D ağı eritip çıktıklarını Türklerin falan,. Ben Kürt kö ken li bir insan ım . Ve her yazdığın y azıda Kürtçeye bi güzel g eçirm ed en b o ş geçm iyorsun . H ayırdır, bu n d an am acın ne­ dir? K im old u ğu n u san ıy o rsu n sen. K alem i eline her alanın her istediği­ ni yazabileceğini mi san ıy o rsu n ?

223

TAZI

Pehlevice adı verilen İslam ön cesi F ars dilinde A raplara tâz ig veya tâ çig ad ın ı verm işler. M uh tem elen tâzam (k o şm ak , d ört n ala g itm ek ) fiiinden “y ü rü k ” veya “ak ın cı” an lam ına ge­ len bir kelim e, am a kesin bilgi yok. D ü şü n ü rsen iz T ü rk çe ça­ p u l kelim esi de ç a p m ak (k o şm ak , d örtn ala gitm ek) fiilin den gelir, san ırım ayn ı bağın tı k u ru lm u ş.

/

M odern F a rsç a sı tâzî, aynı ikili an lam a sahip. Esb-i tâzî = A rap atı veya y arış atı. T ürkçed e 13. yü zyıld an itibaren h er iki an lam da geçiyor. T âzî at = A rap atı. Tört peygam ber tâzî tüh erti = dört p eygam b erin dili A rapça idi. B u labildiğim k ad arıy ­ la en erken 17. yü zy ılda yarış k ö p eğin e de tâzî (tazı) adı v eril­ m iş. Yes, O sm an h lar eğlence için k ö p e k yarıştırırlarm ış. 224

Doğu İran leh çelerinde (ve b ir D oğu İran dili olan Soğdcadii) h J sesi /ç/ olur. M esela F a rsça rûza = Soğdca rûça, b ild iği­ mi oruç. Bu yü zd en , İslam iyet’ten son ra H orasan ve M averaıııııu'lıir’de F arsça-A rap ça k ırm ası k o n u şan fakat A rap k ö k e n ­ li f.ıbul edilen M ü slü m an ahaliye çevre halkları T a ç ik dem işI' I Frken T ü rk çed e ve M o ğ o lcad a bo lca geçen, o ld u k ça aşal'ıl.ıyıcı bir tabir. M odern T a c ik h alkın ın adı orad an geliyor. I ııııeıiice taçik de orad an gelir, bizim Batı leh çesin de d acig olur, “T ü rk ” d em ektir, iyi b ir m an ada değil. Anlam ı n asıl evrilm iş d ersen iz, al san a dok to ra tezi k o n u ­ su derim . 13.02.2009

225

CEKET

A rap çası Y ak u b olan hazretin T ev rat’taki orijin ali Y a‘^qöb, İsh ak ’ın oğlu , Îbran ice

k ö k ü n d en “ard ın d an gelen , so n ra ­

k i” . İkiz k ard eşin d en az son ra d o ğ d u ğ u için b u ad ı alm ış. A rapça ta'^qîb, m ü te ‘^âqib, ‘^âqibet ve ak ab in d e’den bildiğim iz “^aqb (iz, to p u k ) ile akraba bir sö zcü k . T ak ip = izlem ek. A kı­ bet = izleyen şey, art. Latinceye la c o b u s olarak uy arlam ışlar. F ran sızcad a sekli­ den ön ce gelen /y/ sesi jan d a rm a n ın /j/sin e d ö n ü ştü ğ ü için, ve ayrıca v u rgu su z hece d ü ştü ğü için , Ja c q u e s (/jak/) halin i al­ m ış. İn gilizcesi, F ran sızcad an u y arlam a Ja c k (/câk/). Y orkshire (K uzey İngiltere) d iyalektinde J o c k olur. O rtaçağın so n ların a d oğru Batı A vru p a’da jacque/jack/jock en yaygın k ö ylü erkek adı. D olayısıyla hem F ran sızcad a hem 226

İngilizcede “köylü, kıro, an d av allı” anlam ını yapıştırıverm işIcı. Bizdeki M em iş yahut İbiş gibi bir şey, am a tam d eğil, çünkiı bayağı aşağılayıcı bir tınısı var. F ran sızca 14. yü zy ılda jcıcı|i(cne = köylü isyanı, jaquette = köylü m intanı. Inğilizce jacfe lö. yüzyılda “çiftlik hayvanlarının erk eği” , 17. yü zyılda “ herif, uşak, seyis, gem ide tayfa” . Jockey esasen “h erifçik” dem ek, am a san ırım özellikle K uzey’den gelen ağır taşralı bir tip kasIedilm iş. A tlara bak an u şağa bu ad verilm iş. T ürkçede ja k e t adı verilen gâv u r g iysisin in adın ı en erken Ahm et M ith at’ın 1877 tarihli bir rom an ın da b u ld u m , /j/ sesi l'ûrkçede zor o ld u ğ u n d an kısa sü red e cek et’e d ö n ü şm ü ş. G e­ nel ku raldır, yaygın d o laşım a giren kelim eler yerel dilin ses alışkan lık ların a uyar, b u n a k arşılık ja k e ta ta y (jaq u ette à tail­ le) gibi elit dilinde k alan lar orijin al seslerin i daha ço k k o ru r­ lar. Jo k e y de “at yarışların d a b in ici” an lam ın d a 1 9 0 0 ’lerde ge­ çiyor. O sm an h Jo k e y K u lü b ü 1 9 0 6 ’da m ı ne k u ru lm u ş. Ûff, daha ja k o b e n ’i an latacaktım , ço k uzadı. 14.02.2009

227

NİFAK

A rapça n-f-q kö k ü n d en , birbiriyle alakasız görü n en iki ke­ lim e g ru b u m u z var. B irin cisi n a fa k a . G ü n cel k u llan ım d a “b o ­ şan an eşe öden en p a ra,” am a tabirin e sas kayn ağı olan İslam h u k u k u n d a an lam ı biraz dah a gen iş: “B oşan m a olsu n veya o l­ m asın , eşin geçim i için kocan ın tem in etm ekle y ü k ü m lü o ld u ­ ğu p a ra ” . İk in cisi yine İslam gelen eğin e ait bir teknik terim olan n ifa k ve b u n u n faili m ü n afık . N ifak so k m a k g ü n cel k u l­ lan ım da d ah a ço k “fitne çık arm ak, ik ilik so k m a k ” an lam ın da ku llan ılıyor. A m a esasen “M ü slü m an olm adığı h alde M ü slü ­ m an g ö rü n m e k ” dem ek. M esela, gerçek d ü şü n cem ne b lu rsa o lsu n “K u ran m ü ellifi” deyim in i k u llan m am am gerektiğin e dair ben i uy aran on yüzbin o k u ru m , aslın d a n ifak etm em i ön erm iş oluyorlar. 228

lUi kelim e gru bu arasın d a ne alaka var diye ep ey düşünılııııı. A rapça fiilin k ö k an lam ı “ (p ara veya erzak) h arcan m ak, luken m ek” (m asd arı nafaq) veya “ iyi alışveriş o lm ak ” (m asda11 ııufâq) diye geçiyor. N ifakla alakayı k u rm ak zor. N e y ap m a­

lı? Böyle bir yerde tıkanınca h em en akraba dillere b ak m ak la.-mı. İşte tam am , bu yu ru n , A ram ice n-p-q k ö k ü “ değişm ek, liir şey iken b a şk a şey o lm ak ” dem ekm iş. Problem çözülm ü şlur. D em ek ki fiilin en esk i k ö k anlam ı “ d e ğ işm e k ” ve d olayı­ sıyla “alışveriş etm ek, bir m al veya h izm et için bedel ö d e m ek ” olm alı. 16.02.2009

229

ÜNİVERSİTE

Evrenkent im iş, hah, güleyim bari! C ahilliğin bu kadarı an ­ cak ok um akla olu r dem işler. Univercity değil am ca, university'. U n iv e rsu s Latin ce sıfat, “hepsi bir yerde, hep beraber, top­ lu ca ” . Universus mundus deyim i felsefede “varolan şeylerin tü­ m ü, bü tü n d ü n y a” an lam ın d a ku llan ılm ış. Fran sızca erken m e­ tinlerde aynen universe monde diye geçer am a 1330’lerden iti­ baren u n iv e rse (d ah a so n ra univers) tek başın a aynı işi görür olm uş. İngilizcesi de universe, yani evren. U n iv e rsita s b a şk a , evrenle alak ası yok,®® “birlik, der^nek, cem iyet” . O rtaçağ h u k u k u n d a “ tüzel k işilik sah ib i lo n ca ” için k u llan ılan bir tabir. G aliba ilk kez 1 1 6 0 ’larda P aris’te ya da o n ­ dan beş on yıl ön ce İtalya’d ak i B o lo g n a ’da ders ok u tan h o ca ­ lar bir araya gelip h ak ların ı daha iyi k o ru m a k ve kim ders ve230

rcbilir, kim verem ez m eselesin i ku rala b ağ lam ak için bir universitas k u rm u şlar. Bir de resm i berat alm ışlar ki, eşrafı, derebeysi, kilisesi, p a şa sı, eşk iyası, şu su b u su işlerine karışm asın , kendi koyd uk ları ku rallar çerçevesinde serb estçe d ers verebil­ sinler. D ünya tarihinin b ü y ü k icatların dan biridir, daha önce bir yerde örn eği yoktu r. Y ü k sek eğitim k u ru m la n yok m udu r? Vardır. A vrupa ün iversiteleri de ilk b aşta şü p h esiz Isp an ya’d a­ ki İslam m ed reselerin i örn ek alm ış, on lard an esinlenm işler. A m a son ra bo y n u z k u lağı geçm iş, b a şk a bir şey olm uş. D ö­ nüm n ok tası şu y u k arıd a an lattığım olaydır. Benzeri ne m ed­ resede var, ne B izan s’ta, ne R om a’da, ne Ç in ’de. “K en di k u ral­ larım ı ben koyarım , b an a k a rışam az sın ,” dem işler, çatır çatır da k ab u l ettirm işler. D ersh an ed en yah ut ask er m ektebinden ayıran yanı bu: ü n iv e rsite olm ası. Bizde daha h âlâ olm ay an nesne. 17.02.2009

231

69 Ü çü ncü paragrafın ilk cüm lesi d ikkatsizce olm u ş. Universitas tabii ki univer­ sus sıfatının so y u t isim halidir, dolayısıyla “evrensellik” anlam ına DA geleb i­ lir. H atta M Û 1. yüzyılda C icero aynen bu an lam d a k u llanm ış, bilm iyordum . Sen m isin böyle hata y apan! V atanı N işan y an ’dan korum ayı görev bilen çev­ reler coştu lar. E k şi Sözlü k ’te say falarca d ö şen d iler, C icero’n u n universitas sö zcü ğ ü n ü ku llan d ığın ı bilm eyen, hatta bild iği halde inkâr eden N işanyan dah a kim bilir bizi nasıl aldatıyordur diye saydırdılar. Şöyle cevap verdim : 1. F ikir ve vicdan ının “g ü d ü ld ü ğ ü n ü ” ileri sü rm ek, hatta ileri sü rm ed en im a etm ek, aklı başın d a bir insan a y ap ılab ilecek en bü y ü k hakarettir. A nam a sö v sen iz güler geçerim ; bu n u cevap sız bırakam am . 2. Yazım ın anafikrini ve polem iğin ana eksenini ısrarla gö zardı edjp m ar­ jin al bir ayrıntı üzerinde sayfalar d ök tü rü y orsu n u z. “E vrenken t’' u cu b e­ sinin . a) Latin ce, b) İngilizce, ve c) tarih bilm em ekten ileri geÎen bir sa ç ­ m alık o ld u ğ u n u anlıyor m u su n u z, an lam ıyor m u su n u z? C icero’nun u n i­ versu m ve u n iversitas’ı “evren” anlam ın d a ku llanm ış olm ası veya o lm a­ m ası benim argü m an ım ın özü n ü h erhangi bir şekilde etkiler m i? “E tki­ ler” d iyorsan ız neden bir-iki kelim eyle d e o lsa bizi bu k on u d a ay dınlat­ m ıy orsu n u z? “E tkilem ez,” d iyorsan ız d ö k tü rd ü ğ ü n ü z yazının boş bir m alu m atfü ru şlu k d ışında ne işlevi var?

232

ÜNİVERSİTE - ii

Sizi kan d ırd ım . V atan ı bö lm eye ve em peryalizm e yem et­ meye yön elik gizli em ellerim d o ğ ru ltu su n d a h erk esi yan ılt­ ılın. İtiraf ediyorum . M ea culpa. H albuki S o ro s’a o k adar söy­ lem iştim , b o zm a bu T ü rk çey i o kadar, so n u n d a an layacaklar hain em ellere h izm et ettiğim izi, b a k Latin ce bilen evrenkentliler bile var artık diye. H eyhat, d in lem edi. Sen yaz, arkandayım , diye ben i kan dırdı. E k şi S ö zlü k ’e teker teker yazm ışlar, k o sk o c a C icero’yu b i­ le bilm ed iğim i, b ilsem de h alktan gizled iğim i, A m m ian us M arcellinus gibi dev b ir yazarı gözd en sak lam ay a çalıştığım ı, m etrelerce d ö k tü rm ü şler. C icero’n un universus (h epsi, topu) sıfatın dan n ötr isim olan Universum (varolan şeylerin hepsi, 233

yan i evren) sö z cü ğ ü n ü felsefi bir kavram o larak ku llan dığım kim bilm ez? İşte foyam d ö k ü ld ü orta yere çam aşırcı teyzenin kirli b o h çası gibi. F ran sız A k ad em isi’nin sö zlü ğü n e kanıp k e ­ lim en in b u an lam ı 1 5 5 0 ’lerde çık m ıştır diye yalan söyledim g öz göre göre. T u h ban a! Sevan N işan y an ’m sö zlü ğü n d ek i ü n iv e rse l m ad d esin e bile b ak m am ışım , u n iv e rsu s sıfatın ın ya­ p ısın ı öğreneyim diye. D oğru ları g ö rü n ce artık dayan am adım , D u C an ge’m on ciltlik hayvani O rtaçağ Latin cesi sö z lü ğ ü n e baktım . N e b u l­ sam beğen irsin iz? O da vatan haini değil m iym iş? H erif sekizbin say falık sö z lü k yazm ış, üstelik de p ap az am a u n iv e rsita s sö zcü ğ ü n e k arşılık b ak ın ne dem iş: 1. “b ir kentin sak in lerin ­ den olu şan to p lu lu k veya birlik, yan i commune” (bizdek i bele­ diyedir, dah a d o ğ ru su İngilizce an lam ıyla Corporation), 2. “bir dini k u ru m m ütevellilerin in tüzel k işilik sah ib i heyeti, yani collegium ” , 3. “ü n iv e rsite ” . H epsi bu kad ar. E vren ken t yok. S ak lam ış utanmadan.^® G eriye aklım ı k u rcalayan tek ko n u kalıyor, onu da da ya­ k ın d a öğretirler um arım , - s ity ile -c ity san k i farklı şeylerm iş gibi geliyor ban a, o k u n u şları ben zese de. A m a k o sk o ca A m e­ rik a’nın en gen ç em ekliye sevkedilen kim ya p rofesörü , K on ya T ek n ik Ü n iv ersitesi alim lerin den Prof. Dr. O ktay Sin an o ğlu sity d em ek ken t dem ektir d iyorsa b an a su sm a k d ü şer tabii, o kad arcık İngilizce bilm eyecek hah y o k ya? K en disiyle b ir zam an lar aynı ün iversited eyd ik , aynı d ö ­ n em de (K on ya d eğil). İyi kötü tanırım . A m erik alılardan onca nefret etm ek için yeterli seb eb i vardır, inanırım .^Z' 28.02.2009

234

70 İkinci yazı da fazla iron ik old u (kinayeli yan i) h erhalde ki, ısrarla ne dem ek ' isted iğim i so ran lar devam etti. Şöyle izah ettim : U n iversum ve u n iv ersitas’ı antik çağ d a C icero “evren” ve “evrensel" an­ lam ın d a ku llan m ış. B unun farkında d eğildim , öğrendim . Y oksa m odern çağda kelim enin bu anlam ları da içerdiğini tabii ki biliyorum ; hatam b u ­ nun R ön esan s-son rası bir gelişm e o ld u ğu n u sanm ak tı. Velakin o rtaçağd a bu ku llanım ın eseri görü lm ü yor. Basbayağı

C o r p o r a ti­

on an lam ında bol bol kullan m ışlar. P arisli veya B ologn ah h ocaların yap­ tığı iş de m ah kem eye dilekçe verip bir adet Corporation kurm aktan ib a­ ret. Evren m evren ku rm am ışlar. Bu kadar b a sit bir tezi bir türlü anlatam am am benim beceriksizliğim dir, kabul. Şu n u da ekledim : Tüzel k işilik kavram ı o rtaçağ A vru pasıran ilgin ç b u lu şlan n d an d ıt. “D evlet” kav ram ı feod al dönem de ad ım ad ım parçalan ıp , kişilerin k arşı­ lıklı h ak ve y ü k ü m lü lü k lerin e dayan an söz le şm e h u ku kun a dönüşlükçe, feodal sistem in d ışın d a yer alan şehirler, dini ku rum lar, şirketler... kendi h u ku ki statülerin i tanım lam ak ihtiyacını du ym u şlar. Yaygın o la­ rak ku llan ılan ü ç terim : commune, collegium ve universitas. Ü çü de aşağı yukarı “h ep berab erlik ” gibi bir an lam taşıyor. 71 “T ü rk A ynştaym ” O ktay Sin an oğlu kaydı h ayat şartıy la p rofesör o ld u ğu Yale Ü n iversitesin d en, ço k şaib eli bir şekild e erken em ekliye sevkedildi. E m ek­ liliğine yol açan olay d an ön ceki yıllarda da kim ya k o n u su n d ak i teorilerinin bilim sel cam iad a kab u l g örm ed iğ i, m akalelerinin cid d i dergilerce kabul edil­ m ediği vb. an latılm aktaydı.

235

SEI7SAL

T ü rkçed e 1 9 3 0 ’lardan önce - s e l/- s a l diye bir ek yok: n o k ­ ta! H aniya k u m sa l ile u y sa l diye so ran ları hem en ayd ın lata­ lım. Bir kere T ü rk çed e bir ek hem ad eki hem fiil eki olm az, orad an u y an m an ız lazım . K u m sal b esb elli bileşik bir isim . A çın Derleme S ö z lü ğ ü n ü bakın, s a l b ilu m u m A n ado lu a ğız la­ rında “ dağın y am acın d ak i dü zlü k , y a ssı yer” dem ek, ta 17. yy’dan beri kayd ed ilm iş. K um sal = k u m düzlüğü. U ysal bu şekliyle ilk 19. yy’da V efik P aşa sö zlü ğü n d e geçP^ yor. H alb uk i ta 11. yüzyıldan beri O rtaasy a ve T ürkiye Tmrkçesin de ço ğu z am an o sa l, bazen u sa l diye yazılan bir kelim e var, “gevşek, tem bel, u m u rsam az, b e z g in ” an lam ında. U sa n ­ m a k fiiliyle b esb elli aynı kökten, ki o d a esk i m etinlerde dai236

in>ı osanmak diye geçer, ta 19. yy’da /u / sesin i alm ış. Yani orail.ıki ek de - s a l d eğil, o lsa o lsa ı’sı y u tu lm u ş olarak -ıl. Herin bir yaratıcılığın eseri olan -se l/-sa l eki yanılm ıyorsam lll> olarak 1932 veya 3 3 ’te Fransızca üniversel sıfatına karşılık I, aııkaya’da icat edilen evrensel sözcüğü nde kullanılm ış. Fran-

‘.ı.ca kelimeyle benzerliği tesadüftür desek belki anlaşılır, belki oıkı da yardım etm iştir. O ndan sonra Ö ztürkçülere gün doğm uş, in imsel, kamusal, ulusal, arsıulusal, tinsel, cinsel, siyasal, ya•■ınsal, dirimsel, özdeksel, artık Allah ne verdiyse dayam ışlar.

Bugünkü T ürkçed e artık iyice yerleşti. İtiraf edeyim , lazım oldukça ben de kullan ıyorum . Son uçta kelim elerin nesebi be­ ni ilgilendirm iyor; ilgilen dirm iyor dediysem d e ğ e ry a rg ısa l açı­ dan yani. K ullan d ığım kelim en in aslı ister A rapça olsun , ister ( Iztürkçe, ister u y d urm asyon ca, m uh atabım a derdim i anlatı­ yorsa nüfus k âğıd ın d an ban a ne? Dert ed ilecekse arıtm an cılar dert etsin.^^ 18.02.2009

72 Başım ın tatlı belası M ehm et B. bu yazıdan so n ra ısrarla “T ü rk çe d e” -se l/-sa l ekinin varo ld u ğu n u sav u n arak , A nadolu ağızlarında m evcut old u ğu n u ileri sü rd ü ğ ü dağsal, yensel, yiyim sel, yersel, ölümsel örneklerini getirm iş; ayrıca M oğolistan taraflarında y ak laşık otuzbin kişin in k o n u ştu ğ u bir T ü rki dil olan T u vacad an ö rn ek g österm iş. Ü şenm eden o tu rd u m , başlı başın a m akale olabilecek bir cevap y azd ım . Bir kısm ını bu raya alıyorum : Bir ekin T ü rkçede “v a ro ld u ğ u n u ” söy lem ek iki ayrı anlam a gelebilir. Ek T ürkçede işlektir. Bu ekle sözlü kte varolm ayan bir türev yaptığım da m u hatabım anlar ve yadırgam az: m aildeş, m ailleşm ek, googlelam ak gibi. Ek T ü rkçenin g eçm iş bir d önem in de işlek o lm u ştu r; halen işlek olm adı­ ğı halde türevleri y aşayan dilde m evcuttur. D olayısıyla ek, dilde fosil olarak varlığını sü rd ü rm ek ted ir. İkinci tipte eklerle yeni kelim e y apm ak an cak b ir tür ed eb î arkaizm y a­ hut şak a olarak ilgi çekici olabilir (inserC edegil, ay oğul!). Bunun d ışın ­ da, herhangi bir yaban cı d ilden kelim e ak tarm ak k adar su n id ir, yaşayan dile “y a b an c ı’’dır. O rta lam a m u h atab ım ın İn gilizce bilm e o lasılığ ı Eski

237

T ü rk çe y ah u t Ç ağatayca veya K ıpçak ça hilm e olasılığın d an y ü k sek ol­ du ğu için, bu dillerden alın acak bir ekle yeni kelim e yapm anın dile ge­ tirdiği “y a b a n c ıla şm a” ve “rah atsızlık ” efekti, İngilizce bir eki doğrudan alm aktan dah a yüksektir. (Bkz; yapılable, yazılable... ve öte yandan yapav, y a za v .. H an gisi “u yar” ?) Bir hecenin “ek ” olarak kab u l ed ileb ilm esi için net bir m o rfolojik işlevi olm ası, y an i h erhangi bir köke eklen diğin de öngörülebilir bir so n u ç d o­ ğ u rm ası gerekir. A ksi takdirde işlek d eğild ir; dolayısıyla ek değildir. Ya­ pısı bilin m eyen veya belki y an lış an laşılan herhangi bir hecedir. M esela T ü rkçede yayvan diye bir kelim e var, y apısı m eçhul. B uradaki -tvan he­ cesini bir ek olarak kabul edem eyiz, çü n k ü bilven, kalvan, ölven gibi tü­ revler y ap am ayız. 1930 itibariyle -tsal ekin in her iki an lam da varolm ad ığı kanısındayım . “ E sk id en v aro lm ak ” dem ek, an cak yazılı dilde varolm ak VEYA halk ağızların d a yeterince yaygın ve kalıcı olm ak anlam ına gelebilir. Y oksa h erhangi b ir köy veya aşiretin, hatta herhangi bir ailenin veya kişinin di­ linde d ön em dönem ortaya çıkıp kay bolan “dil alışk an lık ları” (idiolectTer), d il h ak k m d ak i bir genellem eye esas teşkil etm ezler. Ö bür türlü sırf P erihan M ağden y üzü nden , o tu ru p Türkçe Sözlü k’u yeni baştan yaz­ m am ız gerekirdi. Ö rneklere b ak alım : D a ğ sa l ( “d ağ d a d ü z lü k y er” ): H alk ağızların da yaygın bir kelim e; yazılı dile de geçm iş. T ıp k ı k u m sal gibi b ile şik isim : d ağ sah. .

Y ensek Sad ece Afyon ağzın d a k ayded ilm iş. Afyon’da kaç kişin in bildiği veya k u llan d ığı belli değil. Aynı şekild e y iy im sel, sad ece T o k at’ın b ir k ö ­ yün de kay d ed ilm iş. Belli ki stan d art T ü rkçedeki -tsi ekinin bir varyantı ( ’’'y en si/’^'yeyimsi). Belki de sah a elem an ı yanlış duym uş. Y ersel: Yok. Sad ece yerselemek (= örselem ek) fiilinin varyantı olan yersellemek var. Bu fiilin kökü belirsiz. Yani ör- veya yer- kökü ne eklenerek belirli bir işlev ifade eden bir ek yok. Ö lü m sek A n ad olu ağızlarına ilişkin en kapsam lı kaynak olan Derleme Sözlüğü’n d e yok. Belli ki ağızlarda ço k yaygın olan ölümsek sö z c ü ğ ü n ü n h erh angi b ir id iolect’teki varyantı. T u vacan ın m o rfo lo jisin i bilm iyorum . T u vacad a böyle bir ek belki var­ dır, belki y o k tu r, bilm em . Am a o lm ası da hiçbir şey ifade etm ez. T ü rk i­ ye T ü rk çe sin d e sad ece yayvan k elim esin d e rastlanan -rvan “ek in e” isti­ n aden T u v ac a d a yeni kelim eler ü re tm ek ne kadar saçm a ise, bu d a o k a ­ dar saçm a olur.

238

MEDRESE

M ed rese = ders y ap ılan yer, dersh ane. A rapça DRS k ö k ü n ­ den, ism -i m ek ân denilen tipte d üzen li b ir türev. D ers verm e eylem ine te d ris, d ers veren kişiye de m ü d e rris denir. Peki ders ne diye so rarsan o zam an işler biraz çatallaşır, O rtad o­ ğu ’n un kaç bin yıllık kü ltü r tarihine u z an m ak gerekir. A ram ice deraş “te fsir” , yani yorum . T ev rat’ı cüm le cü m le okuyu p y o ru m lam ay a dayan an eğitim m eto d u n u n adı da bu. T an ıdık sahne: h oca k itap tan bir ayet o k u r. H oca F alan ile M olla F ilan ’m bu k o n u d ak i yo ru m ları alt alta k on ur, so n rak i cüm leye geçilir. M id ra ş adı verilen tefsirler kü lliyatı M S 2. yüzyıl dolayın d a o lu şm u ş; Y ahudi d in in in tem el direklerinden biri olarak k ab u l ed ilm iş. A rapçası ders ve m edres, çü nk ü Ara239

m ice (ve îb ran ice) /ş/ A rap çad a daim a /s/ olur. Şalom = selam gibi. Y ah udilerle aynı d ön em d e, bu sefer yine A ram ice konuşan H ırisü y an lar, U rfa’da ayn ı sistem e dayalı b ir ok u l kurm uşlar. B u gü n Süryan i ad ı verilen k ü ltü rü n tem elleri bu o k u ld a atıl m ış. 36 3 yılın d a m ezh ep ayrılıkları y ü zü n d en o k u lu n bütün k ad ro su R um ü lk esin d ek i U rfa’yı terked ip , İran devletinin b a ­ tı sın ırın d ak i N u say b in ’e iltica etm iş. O ku l orada yüzyıllarca varlığın ı sü rd ü rm ü ş, O rtad o ğu ’n u n en ön em li ilim ocağı o l­ m u ş, İslam iy et’in g elişin d en son ra da u zu n ca sü re öyle kalm ış. E sk i Y un an felsefesi ile tıbbının A rap alem in e aktarılm asın da N u say b in li Süryan i h ocaların b ü yü k k atk ısı var. İslam dünya­ sın d a 10. yüzyıl b aşların d a ortaya çık an m edrese olg u su n u n da N u say b in ’e ço k şey b o rçlu old u ğ u anlaşılıyor. Y anlış an laşılm asın , m edreseyi Sü ryan ilerd en yah u t Yahudilerden ald ılar dem iyoru m , çü n k ü ö z g ü n yön leri ço k olan bir k u rum . A m a h av ad an da icat etm ediler, varolan bir geleneğin ü stü n e ku rd u lar. M eden iyet böyle bir şey, her gelen b ir ön ce­ kin in ü stü n e bir şey ko y m u ş, bir ad ım ileriye gitm iş. B ü tü n g eçm işi y o k say ıp sıfırd an iş yapm aya k alk arsan h iç­ bir şey b aşaram azsın , T C gibi olu rsu n , işte o kadar. 19.02.2009

73 Son cüm leden ötü rü çok alkış aldım am a k ork arım alkışlayanların pek azı bunun iki yanı k esk in bir b ıçak old u ğu n u farketti. G eçm işi y ok saym a huyu T C y e m a h su s d eğil; İslam geleneğin den aynen devralm ışlar bence. Tarihi bir tek n ok tad an başlatm aya çalışırsan bu h atadan ku rtu lam azsın , başlan gıcın ister H icret o lsu n , ister S a m su n ’a basılan ayak.

240

APRON

T ürkçed e yeni türeyen tabirlerden biri a p ro n “h av aalan la­ rında term inal ve h an gar bin aları çevresin de düzeltilip asfalt­ lan m ış a la n ^ H ayatım ız h avaalan ların d a geçiyor ya, m ecbu ­ ren öğreniyoruz. İn gilizce ap ro n aslın d a ö n lü k dem ek, oradan m ecazen isim takm ışlar. H avadan b ak ın ca öyle gözük üyordur. T a 14. yüzyıl b aşın d a F ran sızcad an İngilizceye alın m ış, F ran sızca aslı n a p e ro n , ön lük. Bu yan lış b ö lm e h adisesin e da­ ha önce de d eğin m iştim ( “ E ldiven ” y a z ısın d a ), İngiliz ağzın da a napron deyim i o lm u ş an apron. O zam an ın dil kom iserleri k im b ilir ne k ad ar d ö v ü n m ü ştü r, “vah eyvah İngilizce elden g i­ d iy o r,” diye. F ran sızca n ap eron b u g ü n artık k u llan ılm ay an bir sözcük . M asa örtüsü an lam ın a gelen nappe’m k ü çü ltm e ekiyle küçül241

WRoM?..

MAYIP-!

/

;

tü lm ü ş hali, “ö rtü cü k ” d em ek yani. B u n u n direkt tercüm esi olan bir b a şk a İngilizce kelim e de var, k ü çü ltm e eki olan -k in ekiyle, n ap k in . A m a an lam ayrışm ış, ap ron m u tfak ta ya da atölyede takılan iş ön lü ğü , n ap kin ise yem ek sırasın d a b o y u ­ na bağlan an peçeten in adı. D ağda h op lay a zıplaya akan dereler gibi nasıl bir yerden bir yere sav ru lm u ş kelim e, değil m i? 20.02.2009

242

ENSEST

E n se st’in T ü rk çe si n ed ir diye ban a so rm u şlar, san k i uzm a­ nıym ışım gibi. A klım a gelen leri yazdım . B acım acı olabilir m e­ sela, *b a c ım a k fiilinden. Son ra b a cırg a n , becergen gibi. Ama en iyisi galiba içd ü zen . E n tel esprileri an layan lar için en-endog am da fena değil. Latince c a stu s, d işisi ca sta = n am u s ve töreye uy gu n olan. İyi aile kızları casta ve p ia oluyorlar, tanım adıkları adam larla fingirdeşm iyorlar, bacak ları bitişik ve gözleri yere eğik oturu­ yorlar, söz verilm edikçe kon uşm uyorlar. İngilizcesi, E sk i Fransızcadan , ch aste. Latin ce sıfatın zıddı in c e stu s, yani n am u ssuz, ahlaksız; ad biçim i de in ce stu m (ahlaksız şey veya eylem ). N e­ den? Ç ü n kü Latince ön hecedeki /a/ sesi ön ü n e ek alınca ince243

lip İ d olur. Kelim e başın d ak i /k / sesi E ski F ran sızcad a /ç/ sesi­ ne dön ü şü r, dolayısıyla ch yazılır. A m a ikinci hecede böyle bir h adise olm adığın dan , F ran sızcası in ceste (/en sesi/) İngilizcesi de in ce st (/insest/) kalm ış. F ran sızca/İn gilizce sö z c ü k “evlen m esi caiz olm ayan yakın akrabalar arasın d a cin sel ilişk i” an lam ın d a ku llan ılıyor. Yani sıfat değil ad. Bizde ise beş-on yıl var ki k esin lik le sıfat olarak yerleşti. E n se st iliş k i şek lin d e geçiyor. N e yap alım , elalem öy­ le yapıyor diye biz de ad y ap m ak zoru n d a değiliz ki? Buyurun, bir başka lüzum su z bilgi. İran’ın eski Zerdüşt di­ ninde kızkardeşle evlenm ek yalnız m übah değil, dinen farz ve vacip sayılıyorm uş. B üyük İskender fethinden sonra Fars-Yunan kültür sentezi O rtadoğu’ya egem en olduğun da özellikle aristokrat sınıfı içinde kızkardeşle evlenm e âdeti yaygınlaşmış.^"^ Bizde yakın ak raba evliliklerin in bazı bölgelerde daha yay­ gın olm ası acaba b u n u n la alakalı olabilir m i? 21.02.2009

74 Son yıllarda A vru pa’daki K ürt ve Zazalar arasın da Z erdü şt dinini ihya etm e­ ye yönelik çalışm alar var. O alan da ciddi birikim i olan bir ok u ru m bu cü m ­ lem e şid d etle itiraz etti. E n sest kelim esin i incelerken eski İran dini Z erdü şt dininde akrabalar arası cin sel ilişkin in m u bah ve farz o ld u ğ u n u yazıyorsu nu z. Size bu b ü ­ yük “T ü rk y alan ı”nı kim iletti ise k en d isin d en m u tlaka kaynak g ö ste r­ m esin i sizd en rica ediyorum . (...) Islam in k o m ü n istler ve A leviler ü zeri­ ne u y d u rd u ğ u “bu n lar analari ve bacilari ile y atar’’ yalanlarin ı b iliy o rsu ­ nuz... G alib a gu n ese ve ateşe say gi g österm ek ten korkan M u slu m an lar sim di de İslam ön cesi tarihlerini ve dillerini m erak eden bazi kesim lerin on u n u k ap atm ak için bu yalani u yd u rdu lar... Allahtan bu k o n u ları biraz o k u m u şlu ğ u m var. Z erdü şt ku tsal k itapların d an Dénkart’m 7 2 .2 0 ayetini hem en bu ldu m . M ary Boyce’un Z erdüştilige ilişk in k lasik kitabının sf. 2 5 4 ve devam ında rah ip ler arasın d a k ızkard eşle evlenm e k o n u su n u örneklerle tartıştığını belirttim . W alter Sch eid el’in akraba evlilik-

244

lerine ilişkin eserin de W est, Spo on er, Sidler, Bucci, Frye, H erren sch m idt ve M itterauer’e istin aden k o n u y u incelediğini*an lattım . G en e de içten ü zü ld ü m . Bu ü lked e yüz sen ed en beri in san lara dinleri, inanç­ ları, kültürleri, kim likleri ü zerin d en o k ad ar çok h akaret edilm iş ki kim se­ n in artık dah a fazlasın a tah am m ü lü yok. Bırakın h akareti, şak a veya itiraz du ym aya bile d ayan am ıyorlar. Ç ü n k ü yürekleri d övü le d övüle yara olm u ş; y aklaştığın d a k o rk u y la k asılıyor.

245

İĞRENMEK

“E sk i T ü rk çed e de, yen isin d e de n efret sö z cü ğ ü n ü dil d u y ­ g u su açısın d an tam olarak karşılayan bir sö z cü ğ e rastlam a­ d ım ,” d em iş bir ok u ru m . Elaklı galiba. Biraz z o rlasak iğ re n m e k olabilir m i acaba? K aşgarlı gerçi y ig re n m e k eylem ini “bir şey (özellikle yiyecek bir şey) k arşısın d a fiziksel bir iticilik h issi du y m ak, cildi ü r­ p e rm e k ,” diye tan ım lam ış. B un a k a rşılık 13. ve 14. yü zy ıla ait O rtaasya m etin lerin d e yigren m ek, d ah a ço k bir kişid en veya d ü şm an d an n efret etm ek olarak geçiyor. M isal; biri biringizke yigrenm engiz ( “birbirin izden nefret etm ey in iz”). Yigre- veya y ig ir k ö k ü n ü n an lam ı açık değil; “ çiğ (e t)” an lam ına gelen E s ­ ki T ü rk çe y ig’le b irleştirm ek ban a z o rlam a geliyor. E sk i T ürk246

İl I ı.ığ etten iğren m em işler ki, afiyetle yem işler. Adı ü stü n de, İl İlk iartare. I m kiye T ü rk çesin d e /i/ye bitişen /y/ düşm ü ş. B una k a rşı­ lı! /y/yi /c/ye çeviren T ü rk i dillerde esk i telaffuzun izi kalm ış. I I lu kçede cirgenmek, K ırgızcad a ciyirgenmek veya cirenmek, I .1. alıçada jiyrenm ek geçiyor. Y ak utçası sirgenmek. Bunların İli |)si kurallı d eğişim ler, yan i sü rp riz yok. M oğolca cigsi- ve I ly.cgiir-, K alm u k ça cigşe- biçim lerin d en “aha, A ltay ca!” diye lıi'yecanh so n u çla r çık arm ak ben ce m ü m k ü n değil, belli ki Ilımlar da esk i b ir T ü rk leh çesin d en alıntı. Bir de k a l g elm ek deyim i var. B u n u u y d u ru k bir yeni keli­ me san ıyordum , m eğer T ü rk i d illerin birçoğu n d a aynısı veya eşdeğeri varm ış. T am araştıram ad ım o yü zd en k esin bir şey ■.(lylemek istem em (sö z lü ğ ü m d e de y o k ), am a galib a bu da ııeiret etm ek an lam ın a gelen b ir deyim . 23.02.2009

Bir oku rum tartışm ayı etn o p sik o lo jik zem ine kaydırm ayı denem iş: T ürkçede bu tip o lu m su z duyguları karşılayan ve her birinin farklı ton­ ları olan ne ço k k elim e var: Ö fkelenm ek, nefret etm ek, iğren m ek, tik sin ­ m ek gibi ağır tonlar y an ısıra, kızm ak , gücen m ek , kü sm ek , darılm ak, kı­ rılm ak, kırgın olm ak , b o zu lm ak , alınm ak, g o cu n m ak diye u zayıp gide­ bilecek bir liste. Bu listeye argolar dahil değil (kıl olm ak, kıl k apm ak, tilt olm ak, p ap az olm ak vs.). Bu bize özgü m ü? Yani b aşk a alanlarda o lm a­ dığı k ad ar o lu m su z k işisel duygu ifade eden sö z c ü ğ ü n bu lu n m ası d u ru ­ m u? H ani b u rad an yola çıkarak zenofobiyi içselleştirm iş bir u lu s o ld u ­ ğum uz söylen ebilir m i? A çtım Roget's T h esaunts’u , d ök tü rd ü m : Hate, abom in ate, d etest, d islike, loathe, abhor, revolt from , recoil, exec­ rate, d esp ise, cu rse, bear a gru dge, bear m alice, be su llen , insu lt, den o­ unce, be n au seated , find loath som e, be em bittered, resent, be offended, take offence, take it ill, be in d ignant, take to heart, take am iss, get angry, get m ad, get p eeved, get so re, get in a pet, bridle, bristle, huff, piqu e, nettle, rankle... Bir de argoy a girsek son u gelm ez.

247

GÜZEL

S allam a çayı A m erik alılar icat e tm iş, am a salla m a d ilb ilim k o n u su n d a A llah ’a b in şü k ü r b iz im k ile r k im sey e p a b u ç b ı­ rak m az. V atan m illet şairleri k o n ten jan ın d an R ad ikal’e k ö şe yazan beylerden biri d ü n gene d ö k tü rm ü ş, T ü rkçen in (İn gilizce ve İsp an y olca ile b eraber) d ü n y ad aki ü ç lin gu a fyanca’dan biri o l­ d u ğ u n a karar v e r m i ş . T a b i i , ben im oğ lu m da k ü çü k k en Spiderm an ’di, bir sıçray ışta g ök d elen lerin tepesine tırm anırdı. Y azık ki şim d i b ü y ü d ü , artık yapam ıyor. Bir dilin yaygın lığı iki türlü ölçü lü r: bir kere o dili an adili olarak kaç kişi k o n u şu y o r, İkincisi so n rad an öğren en ler dahil o dili kaç k işi biliyor. Bu k o n u lard a ben im bild iğim en sağlam 248

kıyııak E th n o lo g u e listesid ir, cid d i ve özenli m alu m at verir i www.ethnologue.com). E th n o lo g u e’a göre halen an adillerde liMcbaşı olan on dil, sırasıyla Ç in ce, İspan yolca, İngilizce, Anıpça, H indi, Portekizce, B en gali, R u sça, Ja p o n c a , A lm anca. ()0 m ilyon civarın d a n ü fu su olan T ü rk çe listede 23 ’ü n cü sıra­ da gösterilm iş. A m a 60 ile 70 m ilyon arası birbirine ço k yakın m ifuslu d ok u z dili birlikte say arsak “ 15’inci ile 2 3 ’ün cü a ra sı” dem ek h erh alde daha doğru. Asıl ilgin ç olan , ben ce an ad ili artı yab an cı dil sayılarıdır; o dilin dün y ad aki etkin liğin i gösterir. Bu listede İngilizce açık larkla başta. P eşin d en M an d arin Ç in cesi, İsp an yolca, A rapça, İlindi, F ran sızca ve R u sça geliyor. T ü rk çe toplam 75 m ilyon gibi bir rakam la 2 5 ’inci civarı b ir yerlerde. Y abancı dil o larak bilen lerin an ad ile oranı açısın d an İn gi­ lizce m üthiş; bire b eş, bire altı gib i bir oran la dil em peryaliz­ mi yapm ışlar. Ç in ce, R usça, A rapça ve F ran sızca da kuvvetli. Türkçe % 25’le m aalesef lin gu afran k alaşm a liglerin de p ek var­ lık gösterem iyor. H alb uk i tah m in ed iyo ru m b u n d an yüz yıl kadar önce bu oran bire bir civarınd aydı, yan i anadili T ürkçe olan h er kişiye k arşı T ü rk çe öğren ip bilen bir R um , A rap, B ul­ gar, Erm eni, K ürt, A rn avut vb. vardı. Ş im d i yok. Ç um huriyetim izin b ü y ü k b aşarılarm d an d ır. Ü zülm em m i, ü zü lü rü m tabii. Elli sen e u ğ raşıp Türkçeye yatırım yapm ışım . R u sy a’da, Ç in ’de, Ja p o n ’da, S u d an ’da T ü rk ­ çe bilen daha ço k in san o lsa h ayatım ne k ad ar ko laylaşıp zengin leşirdi. M ütevazı k ö şem i o k u y u p beğen en hayran larım ne k ad ar artardı. N e diyeyim , T ü rk çeyi m edeniyet dili h alin e getirm eye çalı­ şacak ların a, k aran lık m iskin h an elerin d e atıp tutm akla yeti­ nenler utansın . 24 . 02.2009

249

76 H aşan C elal G ü zel’in h am aset ile cehalet arasın dak i derin rabıtayı gözler ön ü n e seren yazısı, 22 Şu b at’ta R adikal’de çıktı; E fendim , ‘D ünyanın en zengin dili h an g isid ir?’ so ru su n a, hiç tereddüt etm eden, g ö ğ sü n ü z ü k ab artarak ‘T ü rk çe d ir’ cevabını verebilirsiniz. (...) T ü rkçe, fonetik bak ım d an da en ahenkli dildir. Ne F ran sızca, ne de F arsça bu b ak ım d an T ü rkçe’yle bo y ölçüşebilir. O rtaasya T ü rk çe si’ni bir san atk âr zarafetiyle işleyen O sm an h , İstan b ul Tü rkçesi diyalektini d ü n ­ yanın en gü zel sesli dili hâline getirm iştir. (...) 19. asra k ad ar T ü rkçe, dünyan ın ön d e gelen lingua fran kası idi. Ancak söm ü rgecilik ve em per­ yalizm d ön em in d e F ran sızca ve İn gilizce ön e geçti. H âlen, TD K ’n m an a­ diller sıralam asın a göre T ü rkçe; dü n yan ın , Ç ince, İngilizce, İspanyolca ve H intçe’den ... son ra 5. en çok k o n u şu lan dilidir. Yeni T ü rkiye A raş­ tırm a M erkezi'nin hesaplam aların a g öre ise (...) Türkçe, İspan y olca ile birlikte en ço k k on u şu lan 3. dil k atego risin d e bulunm aktadır. 77 Tah m in edileceği üzere birkaç yüz kişi m ail yazıp Ö zbekçe, T ü rkm en ce, K ır­ gızca, Y akutça vesaireyi eklersen T ü rkçen in onyüzbinm ilyar nü fu sa u laştığ ı­ nı hatırlattılar. Bazıları A m erikan em peryalizm i em rinde T ü rk B irligi’ni p ar­ çalam aya çalıştığım ı anlam ışlar, onu d a haber verdiler. H ain em ellerim de başarılı o lm am h alinde kcı.dim e “p iy asa” bu lacağım ı m üjdeleyenler de oldu .

250

TDK

“T ürkçen in bü tü n sö z varlığı b u rad a ...” diye reklam y a p ­ m ışlar, k arp u z satan p azarcı edasıyla. Siten in her yan m a sin ­ m iş u cu z Sü m erb an k k o k u su n a , tan ım lardaki özen sizliğe, or­ taokul m ü d ü r y ard ım cısı kılıklı b ağn azlığa bak arsan ız id d ia­ nın doğru o lam ayacağın ı bilirsiniz. N erede E k şi S ö zlü k ’ün m an yak yaratıcılığı, her say fad an fışkıran d ü rü stlü ğü , nerede Totaliter Devlet K urum u’n u n iç bayıcı ku n tlu ğu . T ü rk çe so n yıllarda çılgın bir hızla gelişiyor, renkleniyor, yen i kelim e ve deyim lerle zen gin leşiyor. Y enilerin ço ğu İn gi­ lizceden gelm e, evet, am a b irçoğu T ü rkçeye ö zgü an lam lar k a ­ zan m ışlar, b u ü lk en in b u g ü n k ü yaşam ın ın ihtiyaçlarına cu k o tu ran işlevler edin m işler. M isal; tin erci, k o m b i, tripe gir251

m ek /® çe tleşm ek . A yrıca özel ad lard an yah ut m ark alardan türeyenler (n a ta şa , te rm in a tö r), A rap çad an yah ut K ürtçeden aparılan lar (h a şe m a , h e rd e l), argo d an ortak dile sızan lar (h an zo , d o m b ili), T ü rk çed en y aratılan lar (işk o lik ) gırla. “T ü rk çen in b ü tü n söz v arlığın d a” olm ay an neler varm ış, g elişig ü zel deniyoruz. M esela b ilb o rd , k o n sin y e v e rm ek , paçan g a b ö re ğ i, k a la şn ik o f yah u t k a le ş, otellerdeki b e lb o y , ek bin a an lam ın d a a n e k s, bah arat k arışım ı olan k ö ri ben im b ild i­ ğim 1 9 8 0 ’lerden beri yaygındır; san ay id ek i h an gi çırağa so r­ san rek tifiy eciy i bilir; her kah veh an ed e m an y el k avgası y a p ı­ lır; kim i larj d avran ır, kim i p e tk a y ı sık a r. Am a bu n lar “T ü rk ­ çen in b ü tü n sö z v arlığın a” h en üz terfi edem em işler. .1990’lard an p a p a ra z z i, rap m üziği, tab lo id gazete, karaok e, baygın bir çeşit pem be olan fu şy a , p e sto so su , n a ta şa , lolita, Beyoğlu so k ak ların d an taşan b a llic ile r, erotikçilerde envai çe­ şidi satılan d ild o , her lokan tada y ed iğin şa k şu k a , her p lajd a görd ü ğü n p a re o , A llah g österm esin k am u sal alana bile sızan h aşe m a A n kara’nın k o k m u ş k o rid orların a daha ulaşm am ış. Ti252

I' l de m eğer “Polinezya takım adalarında tanrılaştırılm ış atalara ı.i|iımııa sırasın d a kullanılan yon tuların genel adı” im iş. Son on yıld a h em en her gün gazete say faların d a b o y gösteII n lilog, sp a m , p a şm in a , sah aflard a kitap tezgâhlarını solla1,111 cfem era, g ü zelliğin ilk şartı b o to k s, h o listik , h o lo k o st...

im lan da geçin iz! B o ld “ k o y u ” d em ek m iş, h an i var ya, “kah>1 III bold o lsu n İsm a il” ya da “am ca b o ld u lu salcıd ır, d am arı­ na basm ayın” . Y apam ayacaklarsa çekip gitsin ler, işi adabıyla E k şi Sözlııkçü ço cu k lara bırak sın lar, değil m i? O da yok. D övlet göre­ vi yapıyorlar, ne de olsa.^^ 25.02.2009

IH Ç ağd aş T ürkçeye b en d en daha h âkim kalem ler h em en düzeltm işler: “T rip e” değil “ tribe g irm ek ’’tir. H atta on d an çıkan “ tribal enfeksiyon" diye şah an e bir laf var... Ekşi Sözlü k h akkm d aki görü şlerim e de k atılm am ışlar: Ekşi Sö zlü k , yazık ki artık o övgülerin e m azh ar değil. Yeni entrilcr, es­ kileri gibi ne dil b ak ım ın d an zeki ve yaratıcı ne de içerik bakım ından doyurucu. H anzolar ele geçirdi. Tek tük çık sa da arada, genel olarak bir sırad an laşm a ve yavan laşm a sö z kon u su . / ‘i Sad ık düzeltm en lerim d en O n u r K iriş son 15 y ılda g loballeşen dünya m utfa­ ğından T ürkçeye sızan lezzetleri say m ış, bu nları neden sö zlü ğ ü m e alm adım diye tarizde bu lu n m u ş: İtalya’dan riso tto , b o rç ço rb ası, g az p aço , dayan ılm az İspanyol p aella, J a ­ ponya d enilin ce akla g elen s u şi, h o t d og, sarm aşık gibi yayılan nood le, dürüm m an asın d a w rap , M eksika lezzetleri fa jita ve b u rrito , son zam an ­ larda iyice yaygın laşan bir A rap yem eği m ak lu b e , tadı nefis stru d el, he­ m en hem en h erkesin bildiği şin itze l, özellikle yazlık m ekân larda mutla-

253

ka satılan w affle, Dr. O etker’in her m arkete so k tu ğ u k rem b rü le, hem en her p astan ed e bulu n ab ilen ve özellikle h anım ların ço k beğen d iği ch e ese cak e, m o rta d e lla , her cafenin m ö n ü sü n d e rastlayabileceğim iz tiram isu , dana c a rp a cc io , rav io li, m in estro n e ço rb ası, noh u ttan yapılan hem de özellikle H atay. A dan a ve M ersin’de iyice yaygın h u m u s. Belki h epsi d e­ ğil am a özellikle su şi, risotto, paella, hot d o g , nood le, m aklu be, çinitzel, w affle, ch eese cake, tiram isu ve h u m u s kelim elerin in artık alın m ası z a­ m anı san k i gelm iş gibi. W rap, n ood le, m in estron e de y ükselişteler. Ayıptır söy lem esi şn itsel, m ortad ela, tiram isu , raviyoli ve h u m u s Sözle­ rin Soy agacı’nın ilk b ask ısın d an beri varlar. A m a su şi’yi atladığım a utan ­ dım d o ğ ru su .

254

SEMA

A rapça s e m â ’, e sas an lam ı “ü st, y ü k sek , en üstte o lan ” . Biz­ de en ço k “g ö k y ü z ü ” an lam ın d a kullan ılır. A rapçada evin d a­ mına da sem â adı verilir. A yakkabın ın ü st kısm ı, yan i tabanı haricinde kalan k ısm ı da sem â’dır. Bir b aşk a an lam ı “ gökten yağan rahm et ve b ere k e t” tir. M â-üs sem â zem zem su yu n a ve­ rilen bir ad m ış, İslam ö n cesi devirden beri. Sü m ey y e, A rapça sem â’nın k ü çü ğ ü d ü r, se m â ’cık dem ektir. Z annederim kişi adı o larak ku llan ıldığın d a ik isin d e de “g ö k ­ ten gelen rah m et” an lam ı kasted ilm iş. “G ö k ten y ağan k ü çü k rahm et” , ne güzel isim ! M evlevi dervişlerin in zikrin e sem â^ denir. Bu ayrı kelim e, so n u ayınla, red ak siy o n d a in şallah c diye düzeltm ezler. “D in ­ 255

leti” d em ek, yan i b ild iğim iz k o n ser ya da resital, “ din lem ek” an lam ına gelen sin -m im -ayn kö kü n den . A latu rka m üzikteki sem âH u su lü n ü n adı acaba M evlevi ayin in den m i geliyor, y o k ­ sa “k u lak tan d olm a, işitip çalm a” tarzında bir an lam ı m ı var, bilm iyorum . D aldan dala atlıyorum gerçi am a bu da ilginç, bakın. Semâ*^ nm İbranicesi şama'^, tıpkı selam ’la şalom gibi. Hz. İbrahim ile­ ri yaşta A llah’ın bir m ucizesiyle ço cu k sah ibi olunca adını “Al­ lah işitti” anlam ında işm a ‘^-el koym uş. Aynı çocuk ya da onun kardeşi K uran ’da İsm âHI olarak geçiyor. İbranicedeki kısa el A rapçada neden uzu n ı ile îl olm uş on u n nedeni de belli am a o kadar detaya girm eyelim şim di.^° 26.02.2009

80 Bir ok u ru m A rapça ile İbranice arasın da k u rdu ğ u m tekyanlı ilişkiye itiraz et­ m iş: G ü n eş Dil T eorisi gibi her A rapça kelim eyi bir yerden tbraniceye b ağla­ m a h u yu n u zu pek anlayam adım . E ğer iki se s benziyorsa d em ek ki o öte­ kinden alm ıştır mı olu yor? O zam an A m azon “ am m au zu n ” diyenlere gülm eyelim . İki se s söyleyip ardından d em ek ki onlardan alm ışlar fetva­ sın ı veriyorsu nu z. D ü z m antık gibi... K ısaca şöyle netleştirm eye çalıştım : A rapça ile İbranice/A ram ice arasın da Sam i kökü n den gelen geniş bir O RTAK kelim e h âzin esi var. AYRICA İslam dinine ait term inolojin in neredeyse tam am ının İhranice/A ram iceden alın m ış o ld u ğu gerçeği var. “D in lem e” an lam ın d ak i semâ'^ besbelli A rap çad a orijinal, yani alıntı fi­ lan değil. Am a İsm ail sö zcü ğ ü n ü A rapçad an türetm ek im kân sız, bariz bir alıntı. A rapça o lsa Esma'^ullah olu rdu . (...) Tarih te p ek ço k toplu m dini term inolojiyi yabancı bir kü ltü rden alm ayı tercih etm iş. T ü rk ler A rapçadan , A vru pah lar Latin ceden , katin ler ö n ce­ leri E trüskçe son raları Y u nancadan, E rm eniler Y unan cadan, Yunanlılar m uh tem elen eski A n ad olu ve G irit d illerin d en , C inliler H intçeden, Japonlar C in ceden vh. Yabancı dil olu n ca dah a “k u tsal" ve “u h revi” bir tı­ nısı olu yo r herh alde.

256

LOLİTA

İsp an y o lca k ad ın

isim leri m ü th iştir.

D o lö res “a cıla r” ,

M erced es “ m erh am etler” , S o le d â d “y aln ızlık ” . D eli m i bunlar diye dü şü n m eyin , b u n lar M eryem A na’n m sıfatları. M aria de D olores = A cıların Meıy’em i. M aria de M ercedes = M erh am et­ lerin M eryem i. M aria de S o le d ad = Y alnızlığın M eryem i. D o­ k u n aklı ve güzel isim ler, biraz arab esk k açsa da. D o lo res’in k ısaltılıp sev im lileştirilm iş hali L o la , on u n da k ü çü ğ ü L o lita “D o lo resçik ” . V ladim ir N ab o k o v ’un acım asız güzelliktek i rom an ın ın k ah ram an ın ın adıyken , 1 9 9 7 ’de Melanie G riffith ’in oy n ad ığı film say esin d e b ü tü n d ü n y ad a tanın­ dı.®^ T ü rk çed e 1998 ortaların d an itibaren k ü çü k harfle cins isim o larak örn eklerin i b u ld u m , “cin sel cazibe sah ib i kü çük 257

k ız ” an lam ın da kullanılıyor. S özlü klerd e h en üz yo k, yakında girer, girm esi lazım . Ö nem li bir kavram , b a şk a ca T ürkçe k a r ­ şılığı da yok. D o lo res n asıl L o la olu y or’un cevabı basit: v u rgu lu heceyi al, ikile, d işi o ld u ğ u için - a ile bitir. E rkek olsa L o lo olur. İs­ pan yolca, İtalyanca, Y unanca gibi ço k kuvvetli hece v u rgu su olan dillerd e tipik.

S ö z lü ğ ü m ü n yeni b a sk ısı çık acak , h arıl h arıl so n yıllarda çık an yeni kelim eleri derleyip eklem eye çalışıyo ru m ki eksik m ek sik dem esin ler. Sü rp riz olan ne biliyor m u su n u z? G aliba T ü rk çen in so n yü z yirm i yıllık evrim in e oran la en az sayıda yeni kelim en in çıktığı d ön em d e yaşıyoru z. Seb eb in i b aşk a zam an an latırım , şaşırtıcı çünkü. 27.02.2009

81 Birkaç k işi L olita kavram ım n bu film den belki 35 yıl önce popü lerlik k azan ­ dığım hatırlattı. K u b rick ’in h arik ulade L olita’sın ı n asıl unutabilirim ? N ab o k o v ’un rom an ın ın d an ilk Lolita film i 6 2 ’de çekildi. Stanley K ubrick çekm işti. C id d i gerilim barındıran, in san ı rah atsız eden, çarpıcı bir film ­ dir. Ja m e s M ason ve Shelly W inters oy n am ıştı. O film sayesinde hem d ü n yad a hem T ü rk iye’de tanındı Lolita. Ben Lolita lafının bizde yaygın değil am a seyrek de o lsa özellikle m agazin d ü n y asın d a kullanıldığını h a­ tırlıyorum . M esela Ses ve H ayat m ecm u aların d a bü y ü k ihtim alle rastla­ nabilir L olita’ya. M uhtem elen de şöy le geçm iştir: T ü rk L olita’sı... L o s A n geles’tan y azan bir b aşk a oku rum , 6 0 ’lard a L olita denince akla H ülya K oçyiğit’in kızk ard eşi N ilüfer K oçyiğit’in geldiğin i anım sattı.

258

AA

T ü rk çe im lad a çift a h ad isesi SA D E C E ayınla yazılan Arap kökenli kelim elerde k arşım ıza çıkar. A m a iş orada bitm ez, aa’nın da kaç çeşid i var. M esela ce m âat, z irâat, sâ a t, k an âat ilerken ilk a’n ın u zu n , İkin cisinin k ısa söylen m esi lazım . Bu­ na k arşılık m a â ş, m aâ rif, sa â d e t sö zcü k lerin d e ilk a kısa, İkin­ cisi uzu n . M atb aa, m a a le se f, m ü ra ca at, taah h ü t ve ta a ss u p ’ta her iki a kısa. N a a ş, v aat, v a a z ve z a a fta ise aslın d a iki a yok, hakikisi n a’ş, v a’d, v a’z, za’f. T ek başlarm ay k en T ürkçede bu şek ilde telaffuz edilm eleri zor, am a eski film lerdeki adam lar gibi k o n u şm a k istersen iz arkaya ek getird iğin izd e ik in ci a’yı yutm anız şart. M isal: “N a ’şım toprağa girmeden hu v a’dinizi unutamam, N a la n !” 259

E n beteri faal. B u n da bir değil iki ayın var, ü ste lik ikinci a uzu n. G ad d ar veya cabbar der gibi, ortadak i d u rağı ikileyip söy lersen iz ku bb ealtı soh betlerin d e ekstra p u a n kazanırsı nız.®^ Ayın Sam i dillerine h as, gırtlak tan b algam sö k e r gibi bir ses. A rap çad a alelade bir se ssiz h arf sayılıyor. T ü rk çed e (p ar­ don: İstan b u l T ü rk çesin d en türeyen S tan d art M odern T ü rk çe­ de) böyle se s olm adığın d an , yerin e b a sit bir sto p konulur. S a ’at yah ut fa’iz d erken iki sesli arasın a k ısacık bir d u rak girer, T R T sp ik erleri gib i söylersen , sto p d ed iğim o. S o k a k T ü rk çesin d e bu stop olayı da kalktı, artık sât, m âş, fayiz, fâliyet, sâd et, sw adiye vb. deniyor. Bu “y a n lış” m ı? Ö n­ lenm eli m i? Eyvah , güzel T ü rk çem iz elden gid iy or m u? Hiç san m ıyo ru m . B u n d an otuz yıl son ra d o ğ ru telaffuz m uh tem e­ len böyle olacaktır, öb ür tü rlü sü in san lara “a n tik a ” ve “k o ­ m ik ” gelecektir. B u gü n ü n gen çleri de, o zam an çık acak olan yeni dil m od aların a karşı h eyheylen eceklerdir. O n bin sen e­ dir, böyle g elm iş böyle gider. 02.03.2009

82 M a‘'a ‘'âile’yi u n u tm u şu m . İki ayın, iki kısa bir u zun a, bir de fazladan hem ze.

260

HÜRRİYET

H u rr A rapça, “köle statü sü n d e olm ayan k işi” ve ayrıca “soylu, seçk in , a sil” . F a rsça â z â d sö z cü ğ ü n ü n tam karşılığı. A zad da e sasen “so y u so p u o la n ” d em ektir, asilzad ed ek i zade ile aynı kökten. K öle olm ay an veya köleyk en salın m ış kişi için de bu kelim e ku llan ılır. Sınıflı, h iyerarşik to p lu m lara özgü k avram lar bun lar. Latin ce líb e r aynı: 1. köle olm ayan , azat, 2. evlat am a özel­ likle m eşru evlat, şecere sah ib i kişi. C erm en dillerin de de, İn­ gilizce free. A lm an ca frei, H ollan daca vrij vb. en esk i an lam ­ ları h em “b a ğ (ım )h veya y ü k ü m lü olm ayan , köle d eğil” hem de “soylu, a sil” . A lm an feod alitesin de asilzad eliğin ilk b asa­ m ağı Freiherr olm ak , soy so p sah ib i beyefen d i anlam ında. Flurriyyat A rap çad a esk id en beri var, “köle olm am a, y ü ­ kü m lü lü ğe tabi o lm am a h ali” an lam ın d a, dah a ço k h u k u k i bir 261

^o?,Rivy4A^'f T y y ^

AA T t t /

statü. Latin ce lib e r ta s gerçi bir felsefi ideal o larak esk i filo zo f­ larda geçer. A m a b u n u n bü tü n to p lu m a yaygın laştırılacak bir siy asi ü lk ü o larak görü lm esi, 18. yüzyılın ikinci y arısı Avrup a sm m eseridir. O sm an lı’da h ü rriy yet 1 8 3 0 ’lardan itibaren bu yeni an lam d a epey kullan ılm ış. (T an p ın ar’m edebiyat tarih in ­ de bu ko n u vardı, şim d i lazım olu n ca kitabı ara da b u l!) E sas N am ık K em al’in P aris’te çıkard ığı H ürriyet gazetesiyledir ki m ajö r bir siy asi kavram a d ö n ü şm ü ş. T ü rk çe ö z g ü r, 1 9 3 0 ’larda “so fra ” da icat edilen k elim eler­ dendir. O rtaasya T ü rk çesin d e “yiğit, soy lu , g ü ç lü ” an lam ına gelen g ü r’den san ırım “özü g ü ç lü ” gibi bir çağrışım yap m ışlar. G ü r’ün h ü r’e b en zem esi de ekstra b o n u s olm uş. 03.03.2009

83 N ezih A ytaçlar beni ban a şik ây et etm iş: “ İçki m asası b a şın d a ” üretilm iş kelim eler üzerine y azd ık lan n ız m oral bozu cu. T am am , m eram ım ızı anlatıy orsa h içb ir kelim eye k arşı tutucu yak laşm ayalım , dil po lisi olm ayalım . A m a özgür sö zcü ğ ü n ü n böyle uy­ d u ru ld u ğu n u b ild iğim d e sö zcü ğ ü her k u llan ışım d a bu n u u yduranların y ukarıdan beni seyred ip kıs kıs güld ü kleri veh m ine kapılıyoru m . Aynı şekild e tüm - s e l/- s a l ekli kelim eleri lu gatım d am atm am m ü m kün değil (zaten siz de böyle bir şey ön erm iy orsu n u z) am a kullanırken h u zu rsu z olm aya başlıy oru m . Ruhsal d u ru m u m bo zu lu y o r yani.

262

HATUN

Bütün İran dillerinde bu takım dan kelim eler var. Z erdüşt di­ ninin kutsal m etinlerinin dili olan Avesta dilinde h vadâd, tan­ rı. Farsçası x w u d ây yah ut x o d â, bize h ü d â diye geçm iş. Hüdaverdi “A llahverdi” dem ek. K ürtçesi de xw ad e im iş. O da tanrı. So ğ d cad an geçen lerd e bah setm iştim . E sk id e n Sem erkant taraflarında k o n u şu lan bir Irani dil. İlk T ü rk h akan lığın ın da, öyle an laşılıyor ki, resm i yazışm a dili, T ü rk çeyi yazıya d ö k m e­ ye b aşlam ad an ön cek i devirde. Bu dilde x w atâw , hüküm dar. E sase n “k en d i-g ü çlü ” d em ek, xw a “ k en d i” , tâw “ g ü ç” . T a B ü ­ y ü k İsk en d er’in h alefleri zam an ın d a b a sılm ış S ogd ian a p arala­ rı var, bir yü zü xw atâw , ö b ü r yü zü Y unanca autokrâtör diyor, ki tastam am aynı şey dem ek. X w aten y ah u t xw at£ n i b u n u n - n i ekiyle d işisi, kraliçe. 263

O rtaasya T ü rk çesin d e X atın sad ece “k raliçe ” an lam ında geçiyor. S elçu k lu lard a da, b iliyorsu n u z, G ü lb ah ar H atun, Şebsefa H atu n filan hep kraliçe adıdır. T ürkiye T ü rk çesin d e önce “ soylu kad ın , p re n se s” , daha son ra gen el an lam d a evli kadın an lam ını k azan m ış. E sk i T ü rk çed e gırtlaktan gelen hırıltılı x sesi sad ece yab an cı asıllı kelim elerde geçer. T elaffuzu da T ü rklere zor o ld u ğ u için yazı d ilin de haün > h atu n , k o n u şm a dillerin de ise katın > k ad ın olm uş. D em ek ki n eym iş? Bir kere O rtaasya T ü rkleri Ö ztü rkçeci değilm iş. B ü tü n n orm al in san lar gib i kü ltürel etkileşim lere açıkm ışlar. İkin cisi, erkek m illeti k ad ın lara “kraliçem , su ltan ım , tanrı­ ç a m ” gibi h itap larla işe b aşlayıp so n ra so n ra lafın içini b o şa lt­ m ayı bilirmiş.®'^ 04.03.2009 8 4 H atun/kadın sö zcü ğ ü n e ilişkin söy lediklerim hayret uyan dırdı. Piyasada d o ­ laşan d iğer rivayetleri aktaranlar oldu: K adın kelim esin in (...) katm ak m asd arın dan geld iği ve erkeğe katılan m an asın d a o ld u ğu de rivayet ediliyor. Z annım ca Sad ri M ak su di’nin Türk Tarihi ve Hukuk k itab ın d a görm ü ştü m . M alu m dişinin erkeğe k atılm ası ku llan ılan bir kelim edir. K atılm adım : K adın (...) y üzyıllar bo yu n ca sad ece “kraliçe, h ü kü m dar eşi” an lam ında ku llan ılan bir kelim edir. T ü rkçe avrat kelim esin in yerine geçm esi 18., bilem edin 17. yüzyıl olm alı. H ük üm dar eşin e “k atık ” gibisinden b ir isim verilm iş olacağını hiç sanm am . “Büyük Türkçe Sözlük'te hatun sö z c ü ğ ü n ü n k öken olarak T ü rkçe old u ğu söyleniyor. Siz bu sö z c ü ğ ü n kökenini etim olo jik olarak ikn a edici bir b içim ­ de açıkladın ız. A caba T D K ’den herhangi bir eleştiri aldınız mı ve siz bu sö z ­ cü k h ak k ın d a onları u yardınız m ı?” diye so ran sa f y ürekli bir oku ru m a da hayret ettim : TD K arayıp fikir b ild irecek ? D aha neler! A dam lar Devlet, hiç Devlet va­ tan d aşla o tu ru p tartışır m ı? N erede g örü lm ü ş? T ü rkçe diyorlarsa T ü rk ­ çedir. En iyi ih tim alle yirm i yıl son ra çak tırm ad an düzeltiverirler, sonra da “biz d em iştik ,” derler.

264

MİKİ

C o rc’u an latm ıştım bir sü re ön ce, h ad i M aykıl’ı da söyleye­ lim, ek sik kalm asın. Îbran ice m îk a el aslın d a bir so ru cü m lesi: “K im A llah g i­ b i?” Mî so ru edatı, ka, tıp k ı A rap çad ak i gibi “g ib i” , el “ilah, A llah ” . T ev rat’ın D anyal kitabın a göre M îkael kıyam et g ü ­ n ünde iyiler o rd u su n a ö n c ü lü k ed ecek m elektir. In cil’in K ı­ yam et k itab ın d a ise, isyan eden Şeytan ’ı a laşağ ı eden m elek­ ler o rd u su n u n k u m an d an ıd ır. H er iki h alde de isim d en çok bir slo g a n sö z k o n u su gibi. Y u n an cası M ik h ail, L atin ce si M ich ae l olm u ş. Batı d illerin d e p e k d eğişm ed en b en im sen m iş. A rap çası da M ikâîl. İngilizcede orijin al telaffuz /m îkil/, 16. y ü zy ıld a,b aşk a h e­ ceden önce gelen u zu n î sesi d ifton glaşıp yarıldığı için, o za­ 265

m an d an beri /m ay kıl/ diye söylen iyor. K ısaltm ası M ick yahut M ickey, M iki M au s da Fare M ikâil dem ek. M aam afih rahm et li W alt D isn ey bu ad ı u y d u ru rk en san m am ki e tim o lojisin i bir k elim eb aza so rm u ş olsun. T evrat’ta adı geçen m elek lerden biri G a b rîêl, biri de R ap­ haël. B irin cisin in anlam ı; “A llah ’ın k u d reti” yah u t “A llah’ın z o ru ” . D anyal k itabın da iki b o y n u zlu k o ç k isv esin d e İsk en ­ der’in gelişin i, Incil’de ise İsa ’nın gelişin i haber veren m eleğin adı. A rap çad a ince /g / sesi /c/ye d ö n ü ştü ğ ü için C e b ra il olm uş. İkin cisinin anlam ı: “A llah şifa verir” . M eşhur İtalyan re ssa ­ m ın adı oradan. D o ğu p b ü y ü d ü ğ ü U rbin o ken tindeki evini gezm iştim yıllar ön ce, h ayatta g ö rd ü ğ ü m en güzel evlerden b i­ ridir galiba, hem m ütevazı h em k u su rsu z. Ö lüm m eleği olan A z rail e sk i kitap lard a geçm iyor, ilkin K u ran ’da boy gösterm iş.^^ A m a Y ah ud iliğin bir tür hurufi-batıni kolu olan K ab b ala’da da sık sık ad ı anılıyor. O n lar m ı Kuran ’dan alm ışlar acaba, y o k sa... ay, yok, öb ür o lasılığı sö y le ­ sem bir d ayak y em ed iğim kalıyor.®^ 05.03.2009

85 Burada fena çuvallam ışım . Yaklaşık elli kişi yazıp hatırlattı ki K uran’da Azrail adı geçm ez. Ö ğrenm iş oldum , sevindim . Ayrıca sürekli ahkâm kesen bir yaza­ rın yanıldığını görm e keyfini okurlarım a tattırdığım için bir kat daha sevindim . E sas id d iam san ırım A zrail’in K abbala kaynaklı olm ası m eselesi idi. Birkaç gün son ra bu k o n u y a bir daha değinm e fırsatı bu ld u m : G eçen gü n acab a Azrail adı İslam geleneğin e Y ahudilikten geçm iş olab i­ lir mi diye bir soru attım ortaya. D eğerli b ir ok u ru m şu bilgileri verdi: “ Ne K u ran ’da ve ne de h adislerde Azrail kelim esi geçiyor. M elekülm evt (ö lü m m eleği) diye bahsediliyor. A ncak sah ab e devrinde M ü slü m an ol­ m u ş Vehb bin M ü nebb ih ve Kâb bin Züheyr gibi Y ahudi asıllı m üellifle­ rin Israiliyat diye bilinen ve Israilogu llarm d an anlattıkları arasın d a bu ism e rastlan ıyor." 86 K utsal m etin lere ilişk in ısrarlı değin m elerim den can ı sıkılan bir o k u ru m ga­ yet içten, nazik ve etraflı bir m ail yazıp bir ön erid e bu lu ndu :

266

K u ran ’ın ilahi bir kelam olm adığı y ön ü n d eki dü şüncelerin izi T a r a fın H erT araf say fasın d a ya da sizin ü ygu n b u ld u ğ ü n u z herhangi bir dergide daha k ap sam lı bir şekild e yazar m ısın ız? Biz de iddialarınızı detaylı ola­ rak öğrenm e fırsatına erişiriz. Belki bir tartışm aya kapı aralarsınız. B ili­ leri de b a şk a m ah fillerde size karşı idd ialar dile getirir. Biz de konüyu tam olarak anlarız. Ç ü n k ü böyle zaten k ü çü k hacim li olan yazılarınızın son paragrafının son cü m lesin d e gerilla taktiğiyle yaptığınız vur-kaçlardan bir so n u ç alınam ayacak diye dü şü n ü yoru m . Bu nazik o k u ru m a aynı içtenlikle detaylı bir cevap yazm a ihtiyacını d u y ­ dum : Din k o n u su n d a açık bir p olem iğe girm eye şu aşam ad a niyetim yok. İki nedenle: 1) T ü rkiye’nin bu gü n k ü g ü n d em in d e önceliği öld ü ğü n ü sa n ­ m ıyorum ; d in d arlard an önce m u taassıp m illiyetçilerle m ücadele etm e­ nin önem in e inanıyorum . 2) İm an a k arşı akılla m ü cadele etm enin im ­ kân sız bir dava o ld u ğu kan ısındayım . Elm ayla arm ut gibi bir şey, aynı dili k o n u şm u y oru z çü n k ü. Buna k arşılık, bilinçli ve kararlı bir ateist olarak, ateizm in ifade özgürlü ­ ğün ü savu n m ayı b o rç biliyorum . Belki sizin gibi, bu dü şü nceye alışık o l­ m ayan insan ları ufak u fak darbelerle alıştırm ayı da gerekli görüyorum . Yanlış anlam ayın: M ak sat sizi ateizm e ikna etm ek değil am a ateistlere de saygı gösterm en iz gerektiğini öğretm ek. “G erilla taktiğiyle’’ so rd u ğ u m soru lar bence gayet m akul ve güçlü sorülardır. Sizce Y ah udiliğin hatm i kolu n a ait hir kavram ve isim İslam gele­ neğine n asıl sız m ış? Y u n u s Peygam ber’in adı neden İbranice orijinaliyle değil Y unan ca biçim iyle K u ran ’a girm iş? İyi so ru lar değil m i? B irkaç ki­ şiyi bile d ü şü n m ey e sevk etse başarı sayılm az m ı? Belki bazı şeyleri daha iyi sorgu lam ay ı öğrenirler, belki de im an çerçevesin de tutarlı bir cevap bulm ayı başarırlar. Her iki h alde de, d ü şü n en ve bilen in san d an zarar gelm ez diye d ü şü n ü yoru m .

267

ENDÜLÜS

Latin lerin V a n d al adıyla tan ıdığı bir A lm an g ü ru h u 5. y ü z ­ yıl başların d a b u g ü n k ü M acaristan ’dan yola çıkıp izin siz vize­ siz R om a İm p arato rlu ğ u ’na d ahverm iş. R om alılar bunları bir güzel kılıçtan geçirm işse de tü k etem em iş, geri k alan lar terbi­ yeyi b o zu p kalp lerin i katılaştırm ışlar, ortalığı yağm alam aya girişm işler. F ra n sa ile Isp an ya’yı m ah vettik ten son ra C eb elita­ rık B o ğazı’n dan K u zey A frika’ya g eçm işler, b u g ü n k ü T u n u s’ta iki yüz k ü su r yıl devam eden bir k rallık k u rm u şlar. 4 5 5 yılın­ da da bir p u n d u n a getirip R om a ken tin i işg al ederek m al ve a l­ tın n am ın a ne b u ld u la rsa talan etm işler, sü slü binaları, tapı­ n akları da yak ıp yık m ışlar. “A m açsız tah rip karlık ve kültür d ü şm an lığ ı” an lam ın a gelen v a n d a liz m kelim esi san ırım bu h ad ised en kayn aklan ıyor. 268

Aiilarının aslı m uh tem elen A lm an ca w an d ern ve W an del I )',iM. ınck, am açsızca d olaşm ak ) sözcü k leriyle alakalı. Yani bil■lijMiniz yörük. E sk i zam an aşiretlerin in her zam an etnik bir İlil

imi

yahut b iy o lo jik anlam da “so y ” old u ğ u n u d ü şü n m ek h a­

mli C oğu z am an bu n lar siyasi bir olay nedeniyle bir araya ge­ lip bir ön derin p eşin e takılan k arışık in san grupları olabiliyor. I İl scla O sm an h so y u n u n aslı o ld u ğ u rivayet edilen K ayı boviıııun adı da E sk i T ürkçe “d ö n m e ” dem ek: kaym ak (d ön m ek) İllimden kayığ. Bir ırktan ziyade san k i ta eskilerdeki siy asi v e ­ ya dini bir olayı an ım satıyor, sab etaycıcılarm ku lağı çınlasın. Kuzey A frikalılar, b aşların a bela olan bu A lm an ların deniI aşıp geldiği yeri W an d a lu sia diye bellemişler.®^ 711 yılında I arık bir Ziyad ön d erliğin de A raplar bu sefer b o ğ azı ters yönılnı geçip Isp an y a’yı fethettiğinde, w ’yi n eden se y u tu p , Isp an -' ya’ııın en gün eyin d eki bölgeye al-A n d alû s adın ı verm işler. B i­ lin E n d ü lü s d ed iğim iz yer orası. Zil, şal ve gül m em leketi. Dönm e ded im de, H akan E rd em ’in Unom astica A lla Turca adlı rom an ın ı o k u d u n u z m u? M üth iş bir kitap. Bu k ö şeyi se ­ ven, on u haydi haydi sever. 06.03.2009

H7 H üseyin Ç ınar Ö ztürk bu yazı çıktıktan son ra, G eorg B osson g’u n “Der N am e al-A ndalus: N eue Ü berlegungen zu einem alten P roblem ” adlı m akalesine dikkatim i çekti (in Restle & Zâfferer, cds. So m d s and Systems: A Festschrift fo r Theo Vennemann, Berlin 200 2) . B osson g son derece titiz bir araştırm ayla alAndalus adının esasen bu gü n kü Tarifa kentinin b u lu n du ğu yerdeki adanın adı old u ğu n u ortaya koym uş; yaygın kanının aksine Vandal adın dan değil, Ispan­ ya’nın Laün-ön cesi bir dilinden, belki proto-Baskçadan geldiğini savunm uş. Şap k a çıkarm aktan başka çarem yok. Yazıyı b aştan y azacak olsam V andal > A n d alu s bağını k u rm am , yahut “her yerde öyle derler am a siz hem en her şe ­ ye in an m ay ın ,” diye uyarırım . M u stafa Ç akır adlı o k u ru m ise Kayı boyu n u n adına ilişk in farklı bir etim o­ lo ji önerm iş:

269

K ültürel vandal olarak T ü rk ’e ve T ü rk lü ğe dair ne varsa am açsızca tah­ rip etm eye çalışm akta ve kü ltü r d ü şm an lığı y apm aktasın. K ayı boyu geçm işte sizlere "kayd ığı” için ölke ve nefret içerisin desin. A slın da bu du ygu ların y ü zyıllarca "kayan lar” tarafından yönetilm en in verdiği aşağ ı­ lık p sik o lo jisin d en olsa gerek. Benim ki sad ece bir tahm in. Seni anlam am im kân sız; çü n k ü ben bir T ü rk ’ü m ve hiçbir zam an yönelilm edim . Yani senin anlıyacagın, "kayılan ” değil "k ayan ” ırktan oldum . N azik bir cevap y azd ım ; “sen i an lam am im k ân sız; çü n k ü ben bir T ü rk ’ü m ” ifadesiyle T ü rklere h ak sızlık ettiğini, zira b u g ü n e dek T ü rk o ld u ğu halde ok u d u ğu n u anlam ay a m u kted ir birço k kişiyle tanıştığım ı belirttim .

270

MORUK

A tatü rk’e d o k u n d u m diye vatan m illetçi kesim ayaklandı. Kuran m üellifi ded im , M ü slü m an lar öfkelendi. A levilik T ü rk ­ lüğe in dirgen em ez dedim , o cen ah tan ağza alın m ayacak sözler işittim . F em in istlere laf attım , k o sk o ca T ü rk o rd u su n d an korkm ayan T a r a f gazetesi gelen tepkiden sin di. A m a en k o r­ kuncu T ü rk çed e K ürtçed en alın m a ço k kelim e y o k tu r dem em oldu. İnternette aleyh im e öyle bir çın gıraklı k am p an y a b aşlat­ tılar ki, san ırsın K ü rd istan elden gidiyor! N e yap alım diye d ü şü n ü rk e n , ah a, bu ld u m ! B u gü n de Erm enilere sataşalım . Seri yap m ış oluruz.

271

Stan d art T ürkçeye argo yoluyla girm iş yirm i k ad ar Erm e­ nice kelim e biliyorum : m o ru k (sa k al), m a d ik atm ak (parm ak a tm ak ), g o d o ş (b o y n u z), a v a n ak (eşek sıp a sı), z ıb a rm ak (tü k en m ek ), b ız d ık ve b ıd ık (k ü çü k ), işm a r (işa re t), kaknem (sıçay ım ), cıc ığ ı (p o sa sı) çık m ak, p ot (kırık ) k ırm ak, m uhtc m elen a ra k la m a k (hızlı gitm ek) vs. Beş on tane de köylü a ğ ­ zın dan gelm e kelim e var: lo ğ taşı, cağ k e b a b ı (= şiş kebabı), k o m (yayla barın ağı, m ezra), p o tu r (kırm alı p a n to lo n )... Ü ç tane E rm en ice kelim e T ürkçed e cid d i yer etm iş: haç, m alum . P etek T ü rk çe olarak en erken 16. yü zyıla ait H arpul k an u n n am esin d e geçiyor, yerel bir tabirdir diye. Bir de p a n ­ car, E rm en ice her çeşit sebze an lam ın a gelen p a n çar’dan. H a­ d i çem en ile h ız a r’ı da katalım , etti beş. G erisi hep spek ülatiftir. T el, ça p , keçe ve e şe k hem O rta­ asya T ü rk çesin d e, hem en eski E rm en iced e varlar; an laşılm a­ sı zor bir duru m . M ıcır, tırtıl ve ca cık her iki d ild e aşağ ı y u ­ karı yaşıt, h er iki dilde köken leri m eçhul, yani alıntı yön ü bel­ li değil. Ö rn ek de çok p roblem li. B aşka p ek yok. O tuz bin ke­ lim ede bilem ed in k ırk elli tane. M odern devirde m illiyetçi saiklerle dille ilgilenm e m erakı E rm en ilerde T ü rk lerd en önce başlad ığ ın d an , ü ü , bilem ezsin iz n eler n eler söylem işler, T ürkçen in y arısın ı E rm en iced en tü ­ retm eye çalışm ışlar. İlk T ü rk çe etim o lo ji sö z lü ğ ü n ü yazan B edros E fen d i K eresteciyan da on lard an dır. K ıym etli bir in­ san dır. A m a heyhat, çoğu ded iğin in a slı faslı yok. K ü rt a rk a d aşlara da on u söyled im , statü bak ım ın d an “a şa ­ ğ ı” sayılan d ilden “ü stü n ” sayılan dile kelim e geçm ez, eşyan ın tabiatına aykırı diye. İngilizcede kaç tan e T ürkçe kelim e var, sayın bakın.®® 07 . 03.2009

272

H8 Bu yazıya en çok K ü rt ok ü rlarım tepki g ö sterd i, am a doğal olarak Erm eni çevrelerden de itirazlar geld i. Yerel ağızlard aki y üzlerce E rm enice kelim eyi h atırlattılar, T ietze ve D a n k o ffu n eserlerini andılar. C evaben , yerel ağızla stan d art u lu sal dil arasın d ak i farkı tekrar be tekrar v u rg u lam ak zorun da kaldım : M alatya yah u t B aybu rt ağızların d a E rm enice alıntıların say ısı yüzleri bu labilir. B elki x k öy ü n d e in san lar yarı yarıya T ü rk çe-E rm en ice kırm a­ sı b ir dil k o n u şu y o r olab ilir. A m a b u n d an stan d art yazı dili hakkında b ir so n u ç çıkm az ki? Pezevenh’ten em in o lm ad ığ ım ı, örnek h ak k ın d a d a on sen ed e y ü z on kişiy­ le tartıştık tan so n ra artık ü stü m e fenalıklar geldiğin i b irk aç kişiy e belirt­ m ek zo ru n d a kaldım .

273

YUNAN

E len m ille tin in b o y ların d an biri olan lo n veya la o n ’lar m ilattan bin yıl k a d a r önce E g e’yi a şıp b u g ü n k ü İzm ir ve Ayd ın ’m kıyı şerid in e y erleşm işler. T o p la m 12 k en t k u rm u şlar. B u n lar za m a n la k alk ın m ış, A k d en iz ticaretin e h âk im olm u ş, u y garlık ta b ü y ü k ad ım lar atm ış. M Ö 5 4 0 civ arın d a m em le ­ k et Iran Im p a ra to rlu ğ u ’n un egem en liğ in e gird ik ten so n ra d ah i b u ralı san a tç ıla r, alim ler, m ac eracılar ta A fg an istan ’a k ad ar cirit atm ay a devam etm işler. Iran h ların b u n lara v e rd i­ ği ad Y aö n . İlgi sıfatı Y ön ân . D iğer Ş ark d illerin d en İbran icede Yaön, H in tçed e Y avana geçiyor. A rap lard a /o / se si o lm ad ı­ ğı için m ecb u re n Y û n ân dem işler. O rtaasy a T ü rk leri de d ü n ­ yan ın bu tarafların d a o lu p b iten d en İslam d ü n y ası aracıh ğıy274

1,1 liaberdar o ld u k la rı için , z an n ed erim k elim eyi A rapça şe k ­ liyle alm ışlar. Elen dü n y asın ın öteki u c u n d a da bu n a ben zer am a zıt süıcç yaşan m ış. B u gü n kü Y u n an istan ’ın ku zeybatı kıyısın da, Arııavutluk’un o ralard a oturan G raik boyu , k o m şu halkların gö. ımde Elen m illetinin h as tem silcisi olarak gö rü lm ü ş. Latince iıKiecus ad ın d an , b u g ü n Batı dillerin de k u llan ılan G reco, (ıiö c, G reek , G riech e vb. biçim leri türem iş. A dam ların kendilerine verd iği isim ne biri ne öteki: H ellen. Hm kü su r yıl boyunca H ellen olm ak , bu rn u hayli havada bir .lyncahk belirtisi olm uş. A n cak H ıristiyanlık zu h u r ettikten ■.nııra p iy asası d ü şm ü ş, Rom aiös (R u m ) olm ak tercih edilm iş, I li'llen ise aksine “d in siz, k âfir” gibi k ötü bir an lam kazanm ış. M odern çağda R igas ve K orais gibi devrim ci d ü şü n ü rlerin etki•.lyle yeniden canlandı, din den b ağım sız olarak kurm aya çahşI ıklan

yeni Y unan u lu sal kim liğin in adı oldu. M odern dilde

■.özcük aynen esk isi gibi eA.X.tiv yazılıyor am a E lin diye söyle­ 275

niyor. Bizde entel kesim in bazen kullan dığı Elen adı, aynı adın F ran sızca telaffuzudur. B u n ca sen elik k o m şu n a n ed en A rapça olm adı Fran sızca isim verirsin diye so rarsan ız on u n cevabın ı bilmem.®^ 09.03.2009

8 9 D eniş O jalvo İbranicem i d ü zeltm iş: Yunan kelim esin in İbranice yazılışı yud-vav-n un veya yud-vav-vav-nurı şeklin d ed ir ve her iki d u ru m d a da Y avan o larak okunur. C aner F id an er “Y unan m ı Y unanlı m ı? ’’ ko n u su n u açm ış, ki ezeli m ünazara kon u ların dan biridir. C evabım : M acarh, Sırph , U lahh... O sm anh ku llan ım ın d a m evcuttur am a g ü n ü ­ m ü zde u lu s adın a -h eklenen b aşk a örnek dü şü n em iyo ru m . A m a bu iş­ lerde m an tık aran m az ki? A hali arasın d a “Y u n an lı” ku llanılıyorsa bence zararı y o k derim . “Y u nan” isim olarak ku llan ıldığın da biraz aşağılay ıcı bir tınısı o ld u ğu n ­ dan ( “Yunan geld i İzm ir’i yaktı ”) Y unanlı diye bir türeve ihtiyaç d o ğ ­ m uş olab ilir m i?

276

LAGALUGA

Son zam an lard a harıl harıl sö z lü ğ e çalışıyorum , m alum , kış m evsim i, Şirin ce’de sosyal h ayat sıfır, otelde de ço k iş yok. M ayıs’a d oğru yeni baskıyı yetiştiririm inşallah. G ü n ü n sü rp riz i laga luga. G ü n cel T ü rk çe n in gay et güzel, o tu rm u ş, an lam ı belli k elim elerin d en biri. H ürriyet gaze te ­ sin de m ese la so n on y ıld a la g a lu g a yazım ıyla 24, la g a lu g a yazım ıyla 13 defa g eçm iş, az değil. A m a p iy asa d ak i T ü rk çe sö zlü k lerin h içb irin d e yok. H adi T D K ’nın g ü n cel T ü rk çeyi takip etm ek gibi bir d erd i yo k , on u geçtik. A m a K ubbealtı’n da da yok. M eydan L a r o u sse ’ta da yok. N işan y a n ’da h ep ­ ten yo k . Bir tek H u lki A k tu n ç’u n A rgo S ö ü ü ğ ü ’n de var. O da salla m ış, o n o m ato p e d e m iş, yan i “ses b en zetm esiy le yap ılm ış k e lim e ” .^® 111

D erken b ird en je to n d ü ştü . T ab ii yaa, A rapça lağ â “sö y le ­ di, lak ırd ı etti” , lu ğ â on u n p asifi “sö y len d i” ! L u ğ a t (sö z, lak n dı) k elim esin in k ö k ü n d ek i eylem . K alıp gayet tanıdık, Farsça gu ft û gû ( “sö y len m iş ve sö y len e n ” , yan i d e d ik o d u ), Arapça k îl ü k â l ( “d en ildi ve d e d i” , aynı şey ), T ü rk çe d e d i k o d u gibi A m a laga lu ga “ d e d ik o d u ” değil, “b o ş laf, lak ırd ı” anlam ında kullan ılıyor. Belli ki, yeraltın d an ak an su la r gibi, y ü z veya bir kaç yü z yıld an beri T ü rk çed e varolan bir deyim am a bir türlü sö zlü k lere terfi edem em iş. S ö zlü k çü lü k ince iş. T ü rkçen in Oxford English Dictionary gibi ek sik siz b ir sö z lü ğü olsayd ı ne b ü y ü k m eden iyet olurdu ah! 10.03.2009

90 H ulki Bey’in b u rad ak i ifadem e verdiği ö lç ü sü z tepki, Hürriyet gazetesin in bi­ rinci say fasın d a yer aldı. Adı geçen gazetenin alışılm ış ah lak düzeyini y an sı­ tan haberi 11 N isa n 2 0 0 9 say ısın d a oku y abilirsin iz.

278

LAĞIM

Aslı Y unanca. Lcücainö “k azm ak ” fiilinden lûxöma: “Henılı k, çukur, kazılan şey ” . (x harfi K ürtçedeki gibi, gen izden gelı II hırıltı sesi. Bazen “k h ” yazıyoru m bazen böyle, karar vereııu'dim.)®^ A rapçaya lağam veya lağ u m bir teknik ask eri terim ol,IIak alın m ış, k u şatm a h arbinde kalen in altına doğru kazılıp İl.lııc patlayıcı d öşen en tünel anlam ında. O snıanh ordu su n da ıl,ı bu işle u ğ raşan lağam cılar diye bir züm re vardı. G ü n lü k diIr askeri ku llan ım d an aktarılm ış olm alı. 1680 tarihli M eninski Mir lüğünde istihkâm tüneli ve m aden ci tüneli diye geçiyor, saılı ı c. Ö rnek deyim ler, lağım a tm a k = yeraltı tünelinde barut Isulatm ak. L ağım k a rşu la m a k = dü şm an ın kazdığı tüneli çapI.I.-

(ünel kazıp ele geçirm ek. Ö zellikle p is su kan alı anlam ında

lıiıllanılm ası geç bir gelişm e, galiba 19. yüzyıl. Pis su kan alın ın e sa s O sm an h cası k â rız veya k â re z, Farsçaıl.ın, F a rsça lügatlerde sad e ce “yer altın da su y o lu ” diye geçi­ 279

yor, k lasik sö zlü k lerd en Burhan-ı K atı da öyle diyor am a Men in ski b u n u n yan ısıra, cloaca (p is su k an alı) an lam ını da ver­ m iş. V an ’da ta k im b ilir kim zam an ın d a y ap ılm ış m u azzam bir yeraltı su kan alları siste m i vardır, on lara h âlâ kâh riz derler. İs­ tanbul argo su n d a “ku m ar oy u n u n d a birine p islik y a p m ak ” a n la m ın d a k e r iz s ö z c ü ğ ü n ü

b ild iğ im

k a d a rıy la ilk kez

1 8 9 0 ’larda A h m et R asim k ayd etm iş. 1 9 3 2 ’de ise O sm an C e­ m al K aygıh ’n m A rgo Lügati k eriz’i “p a sif e şcin se l” diye tanım ­ lıyor. A rtık n asıl bir bağlan tı k u rm u şlarsa... Ha bir de g eriz var, y o lu n b ü k lü m yerin de yağm u r su y u ­ n un alttan ak m a sı için açtık ları su yolu. O da F arsça kâriz’in bir T ürkçe u y arlam ası belli ki am a se s d e ğişik liği n asıl olm uş anlam adım . 11.03.2009 91 N ezih A ytaçlar d em iş ki; Y u n an ca x h arfin i x ya da kh se k lin d e y a z m a k arasın d a kararsız k a ld ı­ ğın ızı b e lirtm işsin iz . Adı geçen khi harfi. E vet, Y unan alfab esin d e bu h arf X işaretiy le y azılıy or. A m a bu alfab ed e bir ksi h arfi var ve başka bir işaretle g ö steriliy o r. L atin alfab esin i k u llan an tüm dillerde ise x işareti, Y u n an ca ksi h arfin i k arşılıy o r. Yani siz Idxdma y azd ığın ızd a, b u n u L atin h arfleri k u llan an kim e o k u tu rsa n ız , ok u y an /la k so m a / şe k ­ linde a n lay acak tır. San ıy o ru m sizin k afan ız ı k arıştıran Y unan alfab e­ sin d e k i X ile L atin alfab esin deki x işaretle rin in ben zerliği. A m a b u n ­ lar her iki a lfa b ed e farklı seslere tek ab ü l ediyor. C evabım : P roblem sad ece Y unan ca ve L atin ce olsa dediğin iz doğru. O ysa Türkçe için birço k açıd an d ah a önem li olan A rapça, F arsça ve K ü rdçe problem ­ leri var. H aber yerine kh abar m ı y azsam dah a iyi, xab ar m ı? A rapçam n u lu sla rarası transkripsiyon sistem in d e x veya altı bröveli h kullanılıyor; am a bröveli h harfi çoğu b ilgisay ar fontunda yok, bü y ü k s o ­ run çıkarıyor. Son ra d ilbilim literatü rün de kh İkilisi b aşk a sesi ifade eder, sert nefesli /k / sesid ir. H int dillerinin tran sk rip siy on u n d a öyle kullanılır, Hint-Avrupa dili araştırm aların d a da öyle. H an i H in d istan ’da Sikh ’ler var, asla Sih y ah u t S ix diye söy len m iy or m aalesef.

280

MİLLET

T ü m A rapça sö zlü k lerin b ab ası olan Kam us ile ağab ab ası olan Sıhâh, m ille t sö z cü ğ ü n ü basitçe “d in ” diye tanım lıyorlar. N üans k o n u su n d a A rapları bile yaya b ırakan L an e’in 8 ciltlik Arabic Lexicon’u “a way of belief and practice in respect of reli­ gion’’ diye ayrm tılan d ırm ış, yan i “ dini inanç ve pratik b a k ı­ m ından takip edilen u su l” . T ürkçe k u llan ım da öyleym iş. B uyurun M en in ski, O sm anlı dilinin ilk ve birçok b ak ım d an asla aşılm am ış sö zlü ğü , 1680 tarihli: “lex quam quis sequitur, religio” . Yani “ bir kim sen in bağlı old u ğ u y asa, d in ” . O sm an h D evleti’nde, b iliyorsu n u z, İs­ lam m illeti var, R um , E rm en i, Y ahudi m illetleri var. Burada Rum ve E rm en i etnik k ö k e n ad ı değil, din adı. M esela B u lgar­

281

larla Sırplar R um sayılıyor, Süryan iler de E rm en i, çü n k ü m ez­ h epleri aşağ ı yu karı öyle. Son rad an K ato lik m illeti ile P rotes­ tan m illeti bile zu h u r etm iş. 1 8 7 0 ’lere gelin diğin de ko n u biraz çatallaşm ış. A hm et V efik P aşa, Lehçe-i Osm ani, m ille t m ad d esi ayn en şöyle: “Asîı din ve mezhep; ümmet, kavim, cem aat.” B irin ci tan ım la ikinci k avram ­ lar g ru b u arasın d ak i alaka açık lan m am ış. Ş em sed d in S am i’nin 1900 tarihli Kam us-ı Türki'si kelim eyi “ din, m ezh ep, bir din ve m ezh epte bu lu n an ce m aat” diye tan ım ladıktan so n ra şu açıklam ayı veriyor: “L isan ım ızd a bu kelime sehven ümmet ve ümmet kelimesi de millet yerine kullanılıp, m esela ‘milel-i islam iye’ ve ‘Türk m illeti’ ve bilakis ‘ümmet-i islam iye’ diyenler v a r­ dır; halbuki doğrusu ‘millet-i islam iye’ ve ‘Türk ümmeti’ demek­ tir... tashihan istim ali (düzeltilerek kullanılm ası) elzemdir. Şim d i, yü z p u a n lık so ru şu: M illî M ü ca d ele ’nin özn esi olan m illet han gi m illettir? “ T ü rk m illetid ir,” diye galeyana gelecek ok u rlarım d an istirham ım , n eden m esela M isak-ı M illi m etin ­ lerin de, A m asya B eyan n am esi’n de, E rzu ru m ve Sivas K on gre­ leri belgelerin de, A n adolu ve R um eli M üdafaa-yı H u k u k C e­ m iyeti N izam n am esi’nde, B ü yü k M illet M eclisi k u ru lu ş b elge­ lerinde “T ü rk ” tabiri hiç geçm iyor, bu k o n u d a da beni lütfen aydınlatmaları.^® 12.03.2009

9 2 Tarihçi bir d ostu m uyardı, “T ü rk m illeti” k avram ını ilk kez ku llananlardan biri 1 8 6 0 ’larda C evd et P aşa im iş. “İslam m illeti” kavram ın d an “T ü rk m ille­ ti” kavram ına geçiş bir bak ım a m odern T ü rk tarihinin kilit olayıdır. C evdet P aşa d a (ve çöm ezi A hm et V efik Paşa) bu kilit olayın kilit şahsiyetlerindendir. Z ihinlerindeki referans neden ve n asıl k ay m ış? Ç ağdaş Türkiye tarihini sırf b u n u n tahlili ü zerin den yazm ak m ü m k ü n olm alı. M illet kavram ının için in d ış güçler tarafından “bilerek b o şaltıld ığın ı” , b u ­ nun “ istih barat serv islerin in ço k k u llan dıkları bir u su l o ld u ğu n u ” savu n an bir o k u ru m a şu cevabı verdim :

282

Bu g ö rü şü n ü ze katılm ıyorum . İstihbarat servislerinin hiçbir ü lkede ve hiçbir çağ d a bu denli şeytani planlar için d e old u kların a -olabildiklerineinanm ıyorum . 19. yüzyıl so n u ile 20. yüzyıl başı İngiliz im paratorlu ğu ­ nun en ilginç, en takdire şayan özelliklerin den biri, toplu m u n en parlak zekâların d an bir kısm ını istih b arat servislerine angaje edebilm iş olm ala­ rıdır. Bunların birço ğu n u n kitapların ı, biyografilerini oku m a fırsatını bu ld u m . Bunu söy lem ek belki şaşırtıcı olacaktır am a, son derece D Ü ­ RÜ ST -gerçek, entelektüel an lam d a, sam im i d ü şü n celere sahip- insan lar o ld u k ları kan ısın a vardım . G erçek zekâya sah ip in san ların “kavram ların içini bo şaltm ak " gibi, be­ y in sizlikle eşdeğer işlere g irişeceklerin e -girişebileceklerine- ihtim al ver­ m iyorum . K avram ların içini b o şaltm ak , cahillere ve aptallara has bir ey­ lem dir. Ü n iversitede ço k d eğ er verdiğim bir h ocam k u lağım a kü pe et­ m işti, “ tarihte cehaletin rolü n ü asla k ü çü m sem e,” diye. ') \ E kleyelim : İstiklal M arşı’n d a d a “T ü r k ” tabiri geçm ez. A rnavut kökenli olan M ehm et A kif “T ü rk m illeti” d em ek ten se y urtdışına sü rgü n gitm eyi tercih e t­ m iştir.

283

SAYLAV

Dil D evrim i h en gâm esin d e A llah ne verdiyse oradan b u ra ­ dan kelim eler b u lu p m asaya sü rm ü şler. M ak sat “Ö z” T ürkçe olsu n , O rtaasy a’dan geld iğim iz bilin sin , elin A rab m d an Rum u n d an p islik b u laşm asın . Bin sen e önce ö lm ü ş kelim eleri o yü zd en p ald ır k ü ld ü r b u lu p can lan d ırm ışlar. T ürkiye Türkçesin in y ap ısın a, fonetiğine uyar m ı uy m az m ı, vatan m ev zu b a­ h isk en öyle teferruatla vakit kaybetm em işler. E n güzellerin den biri serü v e n kelim esid ir. İlk kez 1934’te çık ard ık ları T aram a D ergisi’nde arz-ı en dam ediyor. “R adloff sö z lü ğü n e göre K ırg ızcad ır,” diye n ot d ü şm ü şler. Radloff, T ü rk dillerin in m ukayeseli sö z lü ğ ü n ü yap an R us alim inin adı. B akıyoruz R ad lo ff sö zlü ğü n e, öyle kelim e yok. B akıyoruz Yu284

'Iıihin’in K ırgızca sö zlü ğü n e, o rad a da yok. Ee? Sallam ışlar İMIlı ki ya da k arto teks karışm ış. (, agataycadan toplam üç kelim e aşırm ışlar. Ç ağatayca, 15. ıı/.yıl b aşın d a O rtaasy a’da T im u r İm p aratorluğu bü n yesinde "İlaya çık an T ü rk çe yazı dilin in adı. Yani T ürkiye T ürkçesiıılıı “a tası” d eğil, olsa olsa am caoğlu. C en giz Elan im parator­ lu)',unun devam ın d a şek illen d iği için Ç ağataycada bir sürü M oğolca kelim e var. A yrıca Batı T ü rk çesin d e u n u tu lm u ş olan, I '.ki O rtaasya T ü rk çesin d en gelen kelim eler de var. Uç kelim e şun lar; say d am , say ın , bir de bir ara “m illetve­ kili” an lam ında k u llan d ık ları say lav . Ü çü de Pavet de Courtelllc sö zlü ğü n ü n 3 4 5 -3 4 6 say faların d a m evcut. Saydam “saf, lıcrrak” d em ekm iş, bir de bir tür şeffaf m erm er adıym ış. Sayn M oğolca bir alıntı, M oğolca aslı d ü p e d ü z “ iyi” dem ek. S ay la ­ mak da Ç ağatayca, “seçm ek , d eğer verm ek” . İsim yapan - ( i) v eki Türkiye T ü rk çesin d e y o k am a Ç ağataycad a var. T ü rkçesi olsa, *say h olur. Pavet de C ourteille 1 8 7 6 tarih in de ilk Ç ağatayca sözlü ğü hazırlayan F ran sız bilim adam ı. M erak edip bak tım , aa! Atalurk’ü n şah si k itap lığın d a bir ad et Pavet de C ourteille sözlü ğü görünüyor. A çm ışlar ortad an bir sayfa, n ah size kelim e dem işler. B aş­ ka bir sen aryo düşünem iyorum .^'^ 13.03.2009

04 Y avuz Renda “A çm ışlar ortad an bir sayfa, nah size kelim e d em işle r.” cüm le­ sin d e im a edilen eleştiriyi y adırg am ış, sorm u ş: K elim e üretm enin bir yön etm eliği var da ona m ı u ym am ışlar? Kelim eler enin de son u n d a böyle u yd u rm alarla olu şm u yor m u ? İn gilizcede u y d u ­ rulan kelim eler şim d i bü tü n dü n yada kullanılm ıyor m u ? Sh akepeare’in u yu rd urd uğu kelim elere ne bu yu ralım ?

285

Şöyle cevap verdim : Yaratıcılığa k arşı olm am dü şü n ü lem ez herhalde. “ N ah size kelim e,” di­ yen kişi S h ak esp earc veya bizim bak kal olsayd ı ço k eğlenirdim m uhak kak. İşin için d eki siy asi iktidar g ö sterisi, h atta terördür beni rahatsız eden. Bu gösteriy e m u h atap olanın “ p aşam , se n ço k içtin bu akşam , hay­ di y at,” dem e h ak k ı v arsa sak ın ca y oktu r; bo yu n eğm e m ecburiyeti var­ sa k orku n ç b ir d u ru m la karşı karşıyayız dem ektir. Ekleyeyim : S h ak e sp eare’in veya bizim bak k alın ü rettiği kelim eleri insanlar h oşlan dıkları için benim serler. Devlet reisin in bir siy asi terOr çağında ü ret­ tiği kelim eleri ben im sey en ler ise ya k o rk m u ştu r, ya da -daha vahim i- b aşk a­ larını kork u tm ak h ırsıyla hareket etm ektedir. K orku ve sin d irm e kü ltü rü ­ nün tüm toplu m a n asıl yayıldığını etüt etm ek isteyen ler, Dil Devrim i’nden dah a iyi m alzem e bulam azlar.

286

SUDAN

Bak sen , D arfu r’u n altın d an da b izim İttihatçılar çıkm asın 1111? Bu D arfu r ded ikleri yer esk id en m ü stak il su ltan lık m ış. B i­

rinci D ün ya H arbi’nde b izim kiler D arfu r Sultanı Ali D in ar’la leınas k u ru p M ısır’d ak i Ingilizlere karşı arkadan bir ceph e aç­ mayı ön erm işler, bir m ik tar p ara gön d erm işler. In gilizler de ürküp 1 9 1 6 ’da D arfur’u işg al etm iş. S u d an 1 9 5 6 ’da b a ğ ım sız ­ lığa k av u ştu ğ u n d a orayı da “am an ne o lu cak can ım ,” deyip Sudan ’a veriverm işler. D arfu rlular bu işten hiç m em n u n kalm am ış. G eçtiğim iz yıllarda S u d a n ’ın gay rim ü slim olan gün ey y arısı de fakto ba­ ğım sızlık ilan edin ce, b u n lar da M üslüm an o ld u k ları halde Arap olm ad ık ları için “biz de isteriz,” diye k alk ışm ışlar. O rge­ 287

n eral B eşir de “e yetti artık ,” deyip bu n ları k ö k ü n e k adar kes iniş. E n az yarım m ilyon ölü var, iki m ilyon kişi de çöle kaç m ış sersefil. Eierhalde bizim b aşb ak an ım ızın aklına gelm em iş “b ak T ev rat’ta yazıyor, ö ld ü rm e y ecek sin ,” diye hatırlatm ak. Söylese belki dinlerdi. S u d an ’ın adı A rapça b ilâ d -ü s S û d â n “karalar ü lk e si” dc inek. A rapların gen elde K ara A frika’ya verdiği ad bu. Bizim K a v a k lı M ebm et Ali P aşa kara A frika’nın bir p arçasın ı fethe din ce b u rası M ısır’ın “K aralar E y aleti” olm uş. D ab a son ra M ı­ sır’d an ayrıldığın d a aynı adı k o ru m u ş. A rapça aynı s-w -d k ö k ü n d en asw ad “ k ara” , b izd e hacer-i e sv e d d eyim in de geçer. Bun un dişil hali saw dâ, yani sevda. Sevm ekle, sevgiyle alak ası yok, m elan k oli d ediğim iz kara ruh h alin in A rap çası, m od ern adı depresyon . M usw adda da “k ara­ lam a ” dem ek, T ü rk çe si m ü sv ed d e. 14.03.2009

288

KAYI

G eçen g ü n “K ayı b o y u n u n adı d ö n m e d e m e k ,” diye y a z ­ dım , gen e epey h ey ecan lara yo l açtı. T D K ’nın w eb site si, Kayı için “sağ lam , g ü çlü , se r t” d iy o rm u ş, tabii, bir T ü rk b o y u ­ nun adı b a şk a ne olab ilir? “B elg elerin i a ç ık la ,” diye b in d iler tepem e. B oyn u m u z kıldan ince, açıklayalım . Ö nce T D K bu tanım ı nereden b u lm u ş diye m erak ettim , baktım . A) O rtaasy a T ü rk ­ çesinde, B) T D K ’nın d erlediği, erken T ürkiye T ü rk çesin in söz varlığını veren T aram a Sözlü ğü’n d e, C ) Ç ağ ataycad a, D ) O s­ m anh T ü rk çe sin in en k a p sam lı kayn ağı olan M en in sk i sö z lü ­ ğünde, E ) Yine T D K ’nin A n ad o lu ağızların ın sö z varlığın dan derlediği Derlem e Sözlüğü’nde böyle bir an lam a rastlam adım . 289

M utlaka b en im bilm ed iğim b a şk a k ay n ak lan vardır. Devlet sırrı değilse belki açıklarlar. Peki ne b u ld u m ? E sk i U ygu rca k aym ak: “dön m ek, geri d ö n m e k ” (C la u so n , s. 6 7 4 M. E rd al, s. 7 7 5 ). Divan-ı L u gat-i T ü rk ’te gerü k ay d ı: “yü zü n ü veya y ö n ü n ü çevirdi” , k a y ığ yer: “an a yo ld an sap a n y e r” . Ç ağatayca k ay m ak : “b ü k ü lm ek , d ö n ­ m ek , old u ğ u yerde geri d ö n m e k ” , kayık : “b ü k ü lm ü ş” (Pavet de C ourteille, s. 4 1 6 ). E sk i K ıp çak çad a k aym ak yok, am a k a ­ y ıtm ak var. Codex Cum anicus’ta k a y tm a k , Kitab-ül İdrak'ta k a ­ yıtm ak : “d ön m ek, avdet etm ek ” . D ede K o rk u t’ta da “d ö n m e k ” an lam ın d a k ay ıtm ak geçiyor: “A v avlayalım ... kayıtalım , otağım ıza d ü şelim , yeyelim , içe­ lim .” “D irse H an ’ın b atu n u kayıttı, gerü d ö n d ü .” A nladığım kadarıyla kaym ak fiili T ürkiye T ürkçesin de bel­ ki ay ağı k ay m ak (= ayağı bu rk u lm ak ) deyim inin etkisiyle an ­ lam kaym asın a uğrayın ca “ d ö n m ek ” yerine bir süre k ay ıtm ak ve k ay ık m ak ku llan ılm ış, son ra bu n lar da tedavülden düşm üş. K ayı “b o y u n u n ” adı nereden geliyor, vallah i bilm em ; k im ­ se de bilm iyor. A m a T D K ’nin, b a şk a k an ıt görm edikçe işkem 290

Iıc-i kü b rad an atm ışlar diyeceğim tan ım ın a oranla “d ö n m e ” lıaııa san k i dah a m ak u lm ü ş görün ü yor. H atta K aşgarlı M ahıııud’a in an ırsak “sa p ık ” diye de çevirebiliriz belki.^^ 16.03.2009

95 A lm anya’da so sy al ped ag o g olan Ergin Bey bu y azım d an ço k m utlu olm uş: H ay dilinizle, kalem inizle, beyninizle çok yaşayın em i. H ah şöyle. Artık diyord u m ne y ap ılsa kâr etm ez bu m illiyetçiliğe... A zdılar iyice... Ama d in sizin h akkından im an sız gelirm iş. O h be :))) Kayı m ı dediniz, yani d önm elerden ... Ay hiç gü leceğim yoktu ... Ç ok yaşayın Sevan Bey... Eli­ nize, gözlerin ize, beyninize sağlık... Bu na k arşılık M ehm et M ak su d o glu beni bir kez daha dü şü nm eye davet et­ m iş: “Kayı neden katı, ‘güçlü ku vvetli’den gelm esin ? T/Y d ö n ü şm esi yok m u d u r?" Biraz ed epsizce cevap verm işim m aalesef: Kayı’nın k atı’dan gelm esi m ü m k ü n değil. D > Y d ö n ü şm esi vardır am a T > Y diye bir şey yok. Ayrıca T ü rkiye T ü rk çesin d e m evcu t olan k atığ ’ın bir de k ayığ şeklin d e varyantı neden olsu n ki? H em Katı ( “g ü ç lü ” değil “se rt” dem ek) diye aşiret adı olu r m u ? M eğer ki h ep si kron ik p riapizm den m u starip olsunlar!

291

GÖZE

A rapça ‘^ayn hem göz, hem yerden kayn ayan su anlam ında pın ar. F a rsça çe şm göz, çe şm e pınar. T ü rk çe g ö z ile göze de ayn en öyle. Bu so n u n c u su n u acaba Ö ztü rk çü ler m i icat etti diye k u şk u y a d ü ştü m baktım . D eğil, esk i sözlü k lerd e p ek geç­ m iyor am a an laşılan halk ağzın da öted en beri varolan bir ke­ lim eym iş. M ütercim A sım ’m ağır A ntep ak san lı Burhan-ı Katı çevirisin de var m esela, 1790 kü su rlard a. A lakası nedir, acaba diller arası bir alışveriş söz kon usu m u d u r diye epeyce kafa patlattım . Belli ki g ö zü n y aşarm ası ile yerden su çık m ası a rasın d a bir b en zerlik k u rm u şlar. D eyim ­ lerde, şiirlerde vs. h ep gö zy aşı = p ın ar b en zetm esi işleniyor. İl­ la bir organ a b en zetilecek se benim ak lım a su çıkartan başka şeyler gelir halbuki.^® 292

I I ınenice ak n , Batı leh çesin de agn , aynı şek ild e, hem göz, İli III pınar.^^ F ırat kıy ısın d a bu ism i taşıyan m eşh u r k asab a, ..ıııımn, 11. y ü zy ıld an beri kaydedilm iş. T ürkçe söyleyişte adı I giıı olm uş. Son ra ne o lm u şsa olm u ş, K em aliye etm işler, devılıı iktidarını çok b en im sed iklerin d en o lsa gerek ya da belki İm sebeple on a h o ş görü n m ek istediklerin den. D üzeltm e tari­ hi Ekim 1922: K em alp aşa, M u stafak em alp aşa, M u stafap aşa ve ( ı.ızipaşa ile tam aynı gün lerde. Son ra herhalde u n u tu lm u ş ya ıl.ı un utturm aya çalışan lar olm uş ki, 1 9 2 6 ’da bu sefer ReisiI lim hur’un özel talim atıyla ve B akan lar K u ru lu kararıyla bir lu'i e daha yeni isim tescil edilm iş. Niye yazılarım ın ucu hep böyle n etam eli k on ulara geliyor, hihııiyorum . V allah i p lan lay arak yazm ıyoru m . K alem im oraya Imyıveriyor ken diliğin den. 17.03.2009

|)(ı Rehber Arzu T u tu k T o ro slarm gözelerini anlatm ış: G üneybatı A n ad o lu ’d a ço k ça y ü rü m ü ş bir rehberim . G rup la birlikte ya­ pılan y ü rü y ü şü n bir su kay n ağın d a bitm esi veya öğle yem eğin d e pikni­ ğin su b aşın d a y apılm ası herkes için u nu tu lm az bir tecrübe olu r, hele sı­ cak yaz günlerinde. Su yun nerede old u ğu n u da en iyi oranın köylüleri bilir. R ota çıkarırken bizi h ep “su y u n g ö z ü n e” götü rü rlerdi. Burası su yun ilk çıktığı, yerden k ayn ad ığı noktadır. Yani T o ro sla rd a yerlisinin k u llan d ığı ve benim de bolca d u y d u ğu m bir kelim e idi. 07 Birkaç o k u ru m aynı paralelizm in K ürtçe ve Zazacada da aynen m evcut ol­ du ğu n u belirttiler. Kürtçe (K u rm an ci) çav = göz ve çavî = göze. Z azacad a ise çim = göz ve çim e = göze. Bu dilleri hiç bilm em em in ne k ad ar bü y ü k eksiklik o ld u ğu n u bu vesileyle bir kez d ah a anm a fırsatını bu ldu m . K ü rtçe sö zlü k m asam da d u ru y or gerçi am a, d ü şü n ü n , Zazaca bir sö z lü ğ ü m bile yok!

293

NİHRİR

“T ek k u su ru yazm ayı sevm em esiydi. Yani n ih rir idi; çok ok uyan , çok bilen, am a yazm ayan k işi!” dem iş Soner Yalçın.^® Son er Y alçın ded iğin e göre k esin yan lıştır diyoruz ve sö z ­ lü ğ e bak ıyoru z. A rapçaym ış. Sıh ah ’a göre “e saslı ve derin ilim sa h ib i” ; K a m u s’a göre “zeki, bilge, tecrübeli ve yeten ek li” ; T ac-ül A ru s’a göre “her k o n u d a bilgili ve yeten ekli ve yaptığı işi iyi y a p a n ,” d em ekm iş. M en in ski “in d u striu s, intelligens, e x p e rtu s,” dem iş. A h m et V efik P aşa “h azık, m ahir, k ârd id e ” diye çevirm iş. R ed h ou se “sag acio u s, w ise, exp erien ced ” diye tekrarlam ış. Baha T o v en “dahi, san a tk âr” diye eklem iş. A rap­ ça nahr (bir ilim veya işi çok iyi bilm ek ) fiilinden rübai bir tü­ rev, so n derece ender g örü len fh lîl vezn in de. 1 9 2 0 ’lerden be294

H lııçbir sözlü kte yok, kullan ıld ığın ı da hiç görm edim , ölm üş İlli kelime. Şim di, bu S o n er’in b ü sb ü tü n cah il bir adam olm adığın dan . millini. B u n dan dah a k ötü bir şey geld i başın a: b ü sb ü tü n ca­ lili bir kesim e yazı yazm an ın ölü m cü l tadını keşfetti. F o rm ü l lı.ı ,ıi: ipe sap a gelm ez cüm leleri esrarlı bir m an tran m m ısrala11 gılıi art ard a diz, deli saçm ası b irtak ım k o m p lo ihtim alleri

lııı.ı et, biraz gâv u r d ü şm an lığı so su kat, bitti. V allahi yiyorlar. İyi de satıyor. E h o zam an ne lü zu m var arayıp öğrenm eye, liman doğru yazayım diye dert etm eye? Salla gitsin. İtiraz eden ulursa belden aşağ ı birkaç k ü fü r eder su stu ru rsu n , olm adı salıelaycıdır diye teşhir edersin , u ğ ra şsın kerata. O kadar ko lay ki! 18.03.2009

98 15 M art 2 0 0 9 , Hürriyet. Bir tanıd ığım y azıp sorm u ş, ondan h aberdar oldum . Y oksa H ürriyet oku m ak gibi bir alışkan lığım yok. Ç irk ef çirkefi davet eder, ruh um k irlen ir diye korkarım .

295

UÇMAK

C ennetin T ü rk çe si u çm ak , tam u da cehennem in. A nadolu ağızların da tek tü k kullanılır. Şark ö y tarafların d a U çm akdere diye bir yer var. C en n et D eresi an lam ın d a. G ü n d ü z V a ssa fın kö şe sin in adı da orad an geliyor h erh alde. Ay ne rom an tik, ruh ların u ç u p gittiği yer, ku ş gibi, tü rü n d en yo ru m lar m ü m ­ k ü n tabii, am a y azık ki doğru değil. Bu an lam d a u ç m ak sö zcü ğ ü n ü n asıl şek li u ştm a x , uçm a eylem iyle alak ası y o k .,K u ta d g u Bilik’in en esk i elyazm alarm da uştmcDc, daha so n rak ilerd e uçm ak geçiyor. O rtaasya Türkçesin d ek i ilk ön em li Islam i m etin lerden biri olan Nehc-ül Feradîs adlı kitabı T ü rkçeye U ştm axlarnıng Açık Yoh (C en n etle­ rin A çık Y olu) diye çevirm işler. S o ğ d ca b ir kelim e, o dildeki 296

\

VoLUfi ,, MlKoL^tlMİ \

\ \

hiçimi ûştm ag. F arsça cen n et an lam ın a gelen b a h işt ile aynı laikten b ir b ile şik isim , çü n k ü F arsça kelim e b aşın d ak i /ba/ Sogdca /w a/ > /û / olur. Ü ç d ört sen e önce 180 d olara kıyıp k o ­ cam an bir S oğd ca sö z lü k e d in m iştim , haftalarca o n u n la yatıp kalktım , orad an biliyorum . T ü rklerin esk i d in in d e cen n et ve cehennem y o k tu tabii. Bu kon septle ilk önce H ıristiyan ve M an ih eist din leri sayesin de lam ştılar, o dinlerle beraber terim leri de S o ğ d lard an öğrendi297

1er. Yes, T ü rk ler M üslüm an o lm azd an önce Ş am an ist değildi 1er, arad a iki ü ç kap ıd an dah a geçtiler, un u tm am alı. S oğd ca n eym iş? lOOO’li yılların başın a d ek Sem erkant vt Buhara y ö resin d e yerli ahalin in k o n u ştu ğ u dilm iş. İrani bu dil, yan i F a rsça ile akraba am a F arsça değil. İlk T ü rk bakanlı ğın ın resm i yazı dili, öyle an laşılıyor ki T ürkçe değil Soğdca idi. T ü rk d evletlerin den birin in bıraktığı ilk yazılı anıt da bu dildedir, 6. yüzyıla ait B u gu t Yazıtı, O rh un Y azıtlarından 200 sen e daha eski. Ya, öyle.^® 19.03.2009

9 9 Bir oku rum cid d i bir ak ad em ik yayında k arşısın a çıkan şu ibareye dikkatim i çekm iş: K ırgızcada ‘tu tu şm ak , yan m ak’ için tam- fiilini bu lm am ız, bizim bugüne k ad ar y ap ılm ış çalışm alard a tam u 'cehennem ' için söylenen ‘So gd çad an alıntı kelim e' açık lam asın ı soru işareti ile karşılam am ıza neden o lm u ş­ tur. (...) Bize göre E ski T ü rkçedeki tamu kelim esin in dile girişinde ilk et­ ken So g d çad ak i tmw olabilir; fakat aynı kelim enin K arah anlı dönem iyle beraber tam ug şek lin i alm ası, K ırgızcada geçen tam- fiili ile ilgili olabilir. Tam- T ü rk d ilinde ço k kullanılan isim den fiil y apm a eki +(u )g ile ‘tutu­ şan , yanan şey, ateş’ ve oradan ‘ceh ennem ’ an lam ı k azan m ış olm alıdır. C evabım keskin: E ski A sya T ü rk çe sin d e +("u)g diye bir ekin varlığın dan h aberdar değilim . Benim bild iğim + (ı)g eki vardır. K ü çü k se s u yu m u 17. yüzyıldan önce k eşfed ilm ed iğin d en d olay ı sözü edilen türev o lsa o lsa *tam ıg olur, tamug olm az. Tam ug eğer T ü rkçe bir fiil kök ü n d en türeyecekse *tam u- fiilini aram ak gerekir.

298

FİLAN FISTIK

“T ürkçe sözcükler F ile başlam az!” diye h ü k ü m kurm uş, m aildeşlerim den biri. “F en erb ah çe, fıçı, fistan, fatiha, fingir­ dek, fırfır, farm akoloji, folluk, felek, filan, fıstık ne oluyor yani? diye cevap yazdım . C evaben dem iş ki, aynen aktanyol um “Bu kısım da söylediklerinizi anlayam adım . Bu sözcükle­ rin hepsi yabancı k ö k enli, k ö k en i farklı da olsa biz dilim izde kullandığım ız için T ü rkçe diye m i kabul etm ek gerekiyor?” Makul biri üstelik, öyle ırkçı, arıtm ancı filan da değil. Bu nasıl acayip bilinç bölünm esidir, yetm iş yıllık ırkçı p ro ­ paganda nasıl işlem iş in san ların beynine diye ağzın açık kalı­ yorsun. H er gün k o n u ştu ğ u m u z, yazıştığım ız, iyi k ö tü yetm iş m ilyonun o rtak iletişim platform u olan, gayet kıvrak, üretken. 299

vasatın ü stü n d e zengin dil “T ü rk ç e ” değil. Ya ne Türkçe? Bin yıl önce O rlaasya’da birtakım aşiretlerin k o n u ştu ğ u ve üç beş tane taşa yazdığı dil “T ü rk çe”. F enerbahçe T ürkçe değil ama kutad g u ile bilik Türkçe! “T ü rk çe” deyim iyle kastedilen şey F C F R 8.-1 F yüzyıllaı arası ku llan ılan O rtaasya Yazı T ürkçesi (OAYT) ise, ben size söyleyeyim : bu dilde h sesi hiç yok, f ve j sesleri ancak kelime so n u n d a belli koşullarda on beş-yirm i örnekte var, c, d, g, 1, m, r, V, z sesleri kelim e başında yok, p sesi kelim e başında an­ cak “O ğ u zcad ır” diye belirtilen birkaç kelim ede var, n sesi ke­ lim e başında sadece soru edatlarında var, ş sesi kelim e başın da sadece s’den disim ilasyon yoluyla bozulm uş beş-altı keli­ m ede var. OAYT’de b ü tü n fiil kökleri ve yabancı dilden alıntı olm a­ yan b ü tü n kelim eler ya sesliyle, ya da b, ç, k, s, t, y sessizle­ rin d en biriyle başlıyor. K ile başlayanların bir kısm ı daha so n ­ ra T ürkiye T ü rk çesin d e g’ye, t ile başlayanların bir kısm ı d’ye d ö n ü şm ü ş (kelm ek > gelmek, ton > don, vs.) H adi bakalım , başlayın sözlükleri ayıklamaya!''^® 20.03.2009 100 Eski T ü rk ç e y azıtlar h a k k ın d a değerli çalışm aları o lan ve başarılı bir sözlük hazırlay an H atice Şirin U ser bu cü m lem e itiraz etti. E n eski T ü rk çe y azıtla­ rın z a n n e ttiğ im gibi ü ç b eş tane değil, son b u lu n a n la rla b irlik te tam 184 ta­ n e o ld u ğ u n u h atırla ttı. “ 184 yazıt T a ra f g azetesin in b ir sayfasını d o ld u ru r m u ? ’’ m ealin d e b iraz laubalice yazdığım ilk cevaba da haklı olarak ü zü ld ü . İk in ci cev ab ım ı d a h a iç te n b ir dille yazdım : H ay atın ın çeşitli d ö n e m le rin d e M oğolca, A katça, A vesta d ili. Eski Hab eşçe. E ski T ü rk ç e vs.ye ilgi d u y m u ş b ir ad am a “ 184 yazıt kaç s ü tu n sa n tim e d e r,’’ diy e so ra rsa h e rh a ld e ta h m in ettiğ in iz ve ü zerin ize a lın d ı­ ğınız şe k ild e b ir aşağ ılam a k astetm iş olam az, değil m i? Yani tam am , ba­ zen çelişk iy e d ü şe rim de o k a d a r değil artık! B ana ço k b asit g elen b ir gerçek var o rta d a . M o d e rn T ü rk ç e (ki b u n a in ­ s e n e tm e k ve k lo z e t k ap a ğ ı da d a h il, h ila lia h m e r ile sü rç-i lisan da da-

300

İlil), esk isiy le k ıy asla n am ay acak k a d a r zen g in , ilginç, g elişm iş b ir dil. A cayip b ir eğitim s is te m in in b e y in h asa rın a uğrattığı b ir k u şa k ise “ah Ö zz T ü rk ç e n e tem iz, n e g üzel, k a h ro la sı em p ery alistler d ilim iz i b o z d u ­ la r,” d iy e d ö v ü n m e k le m eşg u l. B enim d e rd im b u ark a d a şla rı g erekirse ş o k tedav isiy le k o m ad an u y a n d ırm a y a çalışm ak. BU BAĞLAM DA b a k a r­ sa n ız 184 yazıt m ı, g ü n d e elli g az e te d e beş m ily o n ıııa lb u k e lim e m i k a r­ şılaştırm ası san k i an la m ta şıy o r gibi. Y oksa m e ra k etm ey in , a n tik a ve m a rjin a l dilleri k ü ç ü m s e m e k k im , ben k im ...

301

SİLİFKE

Kemaliye, Kem alpaşa, M ustafakem alpaşa, M ustafapaşa, Ga­ zipaşa... Bu coğrafyada o rekoru k ıran benim bildiğim bir tek Seleukos var. Büyük İskender’in generallerinden biri, MÖ 300 yıllarında dünya padişahlığına oynam ış, az kalsın başarm ış da. T am 16 k ente k endi adıyla S eleukia, 27 kente rahm etli babası­ nın anısına A n tiökhia, 8 kente ilk karısını m em n u n etm ek için A pâm ea, 3 kente de ikinci h a tu n u n hatırına S trato n ik ia adını verm iş. Bizde en azınd an Alirızabey ilçesi yok, henüz. Seleukia’ların en m eşh u ru n u n harabeleri bugü n k ü Bağ­ d a t’ın kuzeyinde; A nad olu’dan Ö zbekistan’a uzanan koca bir im p arato rlu ğ u n b aşk en ti olm uş. B ugüne k alan bir tanesi Kilikya Seleukia’sı, yani Silifke. Bizans R um casında sesliyi izle­ 302

yen /u / sesi /v/ye d ö n ü şü r, sert sessizden önce de /f/ olur. Dol.ıyısıyla /selefkia/ > Silifke. Seleukia Sidera’n m adı da hâlâ Se­ li I köyü, E ğridir’e yakın. Bir Seleukia harabesi şim diki Samanılağı’n ın orada, b ir tane de Alanya’n ın güneyinde var. En tanınm ış A ntiökhia, yüzyıllarca Rom a’n m Syria eyaleti­ nin başkenti olan O rontes A ntiokhia’sı, b u g ü n k ü A ntakya. Pisitlia eyaletinin başk enti olan A ntiochia’n m T ürkçe adı Yalvaç, l'.parta’m n ilçesi. Ayrıca Urfa, N usaybin, Sam sat, Adana, T ar­ sus ve Aydın k en tlerin in de eski isim leri Antiochia. Postacının kâbusunu düşü n eb iliyo r m usunuz? H akkaniyet babında şu n u da belirtelim , Seleukos’u n adlan­ ıl ırdıklarm ın çoğu o tarihte yeni k u ru lan ya da eskiden uydul uk yerlerken ciddi im ar gören kentler. Bizde 1920-30’larda yeni k u ru lan k en t yok. Aksine, varolanların h ep sin in ekono­ mik ve sosyal bak ım dan gerilediği anlaşılıyor.'®' 2 J . 03.2009

101 Bir o k u r u m S eleu k o s’u n anası L ao d ik e o n u ru n a a d la n d ırıla n L a o d ik ia ’ları es g eçm em e h a y re t etm iş. H aklıdır. E n ü n lü s ü S uriye’d e k i L azkiye/L atakia. S a m su n ’u n ilçesi L adik ile D enizli y a k ın ın d a so n y ıllard a h e y eca n verici k azılara s a h n e o lan L ao d ik ia da o n la rd a n olm alı sanırım .

303

FIRAT

N ehrin adı A katça en eski M ezopotam ya belgelerinde geçi­ yor, MÖ 2000 k ü su rd a, P u rattu . D iğer d ille rd ek i/p /A rap ç ad a m olur, bin defa söyledik. Bizde kullan ılan F ırat, ism in A rap­ ça şekli. Yunancası E u p h râ te s. Bak onu belirtm eyi u n u ttu m , bazı Aram i lehçeleriyle İhranicede de p > p h görülür. Y unanlılar belli ki Suriye’de ve b u g ü n k ü U rfa-M ardin yöresinde k o n u şu ­ lan A ram i d illerin d en alm ışlar. B ütün Batı dillerinde de Yu­ n an ca biçim cari. Baştaki /eu / n ereden çıkm ış, bilm iyorum . E rm enicesi E p ra t’tır, İbranicesi de P hrât. Sözcüğün k ö k ü n e d air b ir sürü spekülasyon var. En m an­ tıklısı Aramice ve îb ran iced e b u lu n an p -r-t kökü “yarılm ak, 304

.stl//

k\Îi ,

ı//,;V "

İKİİünmek” anlam ında. Acaba F ırat nehri b ü tü n güzergâhı bo­ yunca d erin bir yarık içinde aktığı için böyle denm iş m idir? Ya ila tarihi Aram yani Suriye ülkesiyle A sur ü lkesinin sınırı olıluğundan “b ö lg ü ” gibi b ir ad verm iş olabilirler mi? Bilmem. Dicle’n in A katçası Idiglat, T evrat’ta geçen İbranicesi de llid d ek el. B unun anlam ı belli: “hızlı ak a n ”. Dicle’yi kardeşin­ den ayıran en önem li özelliği hızlı akm ası. A rapçada /g/ her zaman /c/ o ld u ğ u n d an D iclat olm uş, baştaki N bilem ediğim bir nedenle y u tulm uş. Eski Farsçası Tiglat veya Tigrat, hangi­ si belli değil çü n k ü Eski Fars yazısında 1x1 ve /!/ aynı yazılıyor. Yunancası T ig ris, sanırım Y unancada “k aplan” anlam ına ge­ len öteki tigris ile birleştirilm iş. Bizim tek ir, biliyorsunuz, Rumca b ir kelim e, kaplan dem ek. İngilizce tiger gibi. N eden F ırat h er zam an erkek, Dicle dişidir bir de o n u bil­ sem... 102 23.03.2009

102 F ıra t k o n u s u n d a b u n d a n üç d ö r t yıl ö n c e A n ka ra ’nın D oğusundaki T ürkiye k ita b ım d a y a z d ık la rım d a ilg in izi çe k e b ilir belki: K em ah ’ta n C a ra b lu s’a k a d a r F ıra t, m u h te ş e m b ir boğazın iç in d e n akı­ y or: A n a d o lu k ü tle sin i b o y d a n b o y a k e s e n d e rin b ir y arık . A ynı zam an ­ da tarih i b ir sın ır: İk i b in k ü s u r y ıld a n b eri, tarafları değişse d e y e ri p ek d eğ işm e y en b ir m e d e n iy e t ve dil ayracı.

305

Rum Ü lkesinin sonu M Ö 1. y ü z y ıld a n MS 2 4 0 ’lara d e k F ıra t R om a eg em en liğ in in doğu d ak i s ın ın o lm u ş. D aha so n ra im p a ra to rlu k b ir ara D icle’ye k a d a r d ay an m ış­ sa da, F ıra t’ın ö te sin d e h içb ir za m a n tam tu tu n a m a m ış. İki n e h ir a rasın ­ d ak i ü lk e le r İra n ’la so n su z b ir çek işm e k o n u s u o larak kalm ış. Bin k ü s u r yıl b o y u n c a F ıra t Y u n an d ilin in de d o ğ u sın ırı o lm u ş. İsk e n ­ d e r fetih le rin i izley en d ev ird e Y u n an ca çeşitli eski A n ad o lu d ille rin i eri­ tip, F ıra t’ın b a tısın d a k i ü lk e le rin o rta k k o n u şm a dili olm ay ı b aşarm ış. F ıra t’ın d o ğ u su n d a ise -im p a ra to rlu k m e m u rla rı ile o n lara ö z e n e n bir m ik ta r k e n tli se ç k in d ışın d a- Y u n an ca k o n u ş a n olm am ış. U rfa’da Rum eg em en liğ i altın d a 3. y ü zy ıld an itib a re n g elişen b ü y ü k k ü ltü re l e tk in li­ ğin dili R u m ca değil S üryanice. 7. y ü z y ıld ak i A rap istilası arefesin d e M a­ laty a’n ın dili R um ca am a n e h rin k a rşı y a k a sın d a k i F larp u t ve D ersim ’de E rm en ice h âk im . Yarım E lm a A n ad o lu ’y u feth ed en T ü rk le r de fe tih te n k ısa b ir sü re so n ra F ırat ek se­ n in d e ay rışm ay a y ü z tu tm u şla r. 14. y ü zy ıla d o ğ ru b elirg in leşen iki ed e­ bi le h ç e d e n D o ğ u A n ad o lu T ü rk ç e si ( “m en v irü re m ”) zam a n la A zericeyi. Batı A n ad o lu T ü rk ç e si ( “b en v e rire m ”) T ü rk iy e T ü rk ç e sin i d o ğ u r­ m u ş. Siyasi y a p ıla n m a dille atbaşı gitm iş. 15. y ü zy ıld a F ıra t’ın b a tısın d a ­ ki T ü rk b e y lik le rin i O sm a n h y u ta rk e n , d o ğ u su n d a k ile r de A kko y u n lu ’n u n eg em en liğ i a ltın d a d e rle n ir g ib i o lm u şla r. D aha so n ra k i d in i k a r­ gaşad a A k k o y u n lu dev leti ç ö k ü n c e , O s m a n h g ü c ü F ıra t’ı aşıp b aşıb o ş k alan D o ğ u ’y u z a p tu r a p t altın a alm ış. Am a O sm a n h d e v le tin in s ta n d a rt y ö n e tim yapısı F ıra t’ın ö te s in d e k ö k tu tm am ış. B atıda g eçerli olan vilayet ve tım ar d ü zen i y e rin e O sm a n h d ev leti D o ğ u ’y u y arı-b ağ ım sız b ey lik ler, b a b a d a n o ğ u la geçen o cak lık lar v asıtasıy la y ö n e tm iş. 19. y ü zy ıld a b u d ü z e n i b o z u p m e rk ezi y ö n etim i k u rm a y a teşeb b ü s e ttiğ in d e z in cirlem e felak etlerle karşılaşm ış. D aha ilginci: F ıra t’ın d o ğ u su n d a T ü rk ç e k o n u ş a n k im se k alm am ış. 1071’d e n b e ri ara lık sız T ü rk le rc e y ö n e tile n b u b ö lg ed e, b u g ü n T ü rk ç e ­ n in an ad il o larak h ay atiy etin i s ü rd ü r d ü ğ ü alan E rz u ru m ’d a n Kars ve A h ısk a’ya, ö b ü r y a n d a n N ah çev an ve T e b riz ’e u z a n a n dar b ir k o rid o rd a n ibaret. B una k a rşılık D iy arbakır, M a rd in , M u ş veya V an ’da -d e v le t m e ­ m u rla rı ile o n la ra ö z e n e n b ir m ik ta r k e n tli s e ç k in d ışın d a - ö zel y a şam ın ­ d a T ü rk ç e k o n u şa n p e k yok.

306

YANM AKA’AKMAK

B ugünkü T ürkçede açık heceli olan iki tane basit fiil kökü var: yem ek, demek. Ne idüğü belirsiz kom ak fiilini de eklesek, lıadi bilem edin üç. Bin küsuT yıl önceki O rtaasya T ürkçesinde b u n ların sayısı daha fazlaym ış. Ö m ek = d ü şünm ek. Öğüt oradan geliyor; “k endi” an lam ına gelen öz de belki öyle. Sam ak da düşünm ek, ama bu sefer İngilizce to consider dedikleri, bir şeyi bir şeymiş gibi d ü şü n m ek . Saym ak ve sanm ak b u n u n türevleri. T om ak = d o ld u rm ak veya katılaştırm ak; dolmak, doymak, belki donmak, liir de tok oradan. S ım ak = k ırm ak veya kesm ek. Sırp sındığı (= S ırpların kırıldığı yer), b ir de m akas anlam ına gelen sındı gibi b irkaç m arjinal kelim ede izi kalm ış. Sığ da galiba bu fiilin 307

türevi. Y um ak = b ir şeyi yıkam ak. Yunmak (= k en d in i yıka m ak) şeklinde yaşam aya devam ediyor. K am ak = yığm ak. Kal m ak, karm ak, kat ve katı bu fiilden türem iş görünüyor. Umalı = uyum ak. H epsi sekiz on tane kadar. D em ek ki daha bin yıl önce açık heceli fiil kökleri Türkçe den tasfiye edilm e y olundaydı diyebilir raiyiz acaba? Yani m e­ sela iki b in yıl önceki T ürkçeye ulaşabilsek daha fazla açık kö k b u lu r m uyduk? Acaba yanm ak ve ya km a k şeklinde karşı m iza çıkan fiillerin *yam ak diye bir kökü var m ıydı? Kırmak, kısmak, kıym ak ve kıt sözcüklerinin arkasında bir *kım ak ey lem i d u ru y o r m u? Şöyle anlatayım da hayal g ü cü n ü zü kullanın. B ugünkü T ürkçede so n u - n ile biten o n sekiz tane tek heceli fiil var: an­ mak, banmak, binmek, dinmek, dönmek, inmek, kanm ak, kon­ mak, onmak, sanmak, sinmek, sönmek, sunmak, sünmek, tın­ mak, yanm ak, yenm ek, yunm ak. B unların ikisi (banm ak, yen­ m ek) geçişli fiil, yani BİR ŞEYİ şeyetm ek anlam ını taşıyor. On beşi geçişsiz, yani k endi ken d in e yapılan, nesnesi olm ayan fi­ iller. S unm ak şim di geçişli kullanılıyor am a o da eskiden ge­ çişsizdi, “u za n m a k ” dem ekti, etti o n altı. O iki tane istisnanın da b u rad a anlatm ası u zu n sürecek tuhaflıkları var.'®^ İnsan ister istem ez düşünüyor: oradaki o - n bizim bildiği­ m iz arınm ak, savunm ak, kaşınm ak, yak ın m ak vs.deki d ö n ü ş­ lü lü k eki m idir? Yani bu fiillerin hepsi türem iş biçim ler m i­ dir? Şim di u n u tu lm u ş açık hece k ökleri m i vardı? Ü stelik so n u - t ile b iten o n altı basit fiilin beşi hariç hepsi geçişli, - r ile b iten yirm i üç basit fiilin de d ö rd ü hariç hepsi de geçişlidir, bak hele. 24.03.2009

308

103 B u rada b ira z işin k o lay ın a k açm ışım . Saydığım fiillerin ço ğ u g e rç e k te n !n / sesiyle b itiy o r. Û ç d ö rt tanesi ise E ski T ü rk ç e d e apayrı b ir ses sayılan, eski y azıd a sa ğ ır k e f isim li ayrı b ir harfle g ö ste rilen , bazı A n ad o lu ağızlarında hâlâ ayrı telaffuz ed ilen a rt d a m a k b u r u n s u lu / r ) /s e s in i içeriyor. B u n a işa re t e d e n b ir o k u ru m a şöyle yazdım : B ild iğ im k ad arıy la, sad ece a n m a k, sinm ek ve ye n m e k sa ğ ır kel ile yazılır, o n m a k h e r ik i tü rlü yazılır. D iğ e rle rin in h ep si n o rm al n ’dir. A rt d a m a k b u ru n s u lu ile b ite n b a s it fiiller b e n im için m u a m m a d ır. Bu se sle b ite n ad ve sıfatların h e m e n h e p sin i +n+ğ olarak an a liz edeb iliy o ­ ru m . A m a fiillerde sa n k i /t] / m ü sta k il b ir fonem gibi d u ru y o r. E ğer bi­ çim sel b ir işlevi varsa o işlev b e lirsiz . Y azıda b u ay rım la ra da d ik k ati çek ­ m ey i d ü ş ü n d ü m am a fazla k a rışık olacağı için vazgeçtim .

309

HABER

Arapça xiriltili x sesiyle x ab a r “bilgi”, am a özellikle insa­ n ın k endi gözüyle g örüp em in olduğu bilgi. İstanbul T ürkçe­ sin d e X sesi en geç 18. yüzyılda piyasadan kalkm ış, hatta bu sesi telaffuz etm ek “g ü lü n ç ” ve. belki “k ıro ” bir davranış sayı­ lır olm uş. N eden? M oda işte, nedeni yok. O yüzd en T ürkçesi yu m u şacık h ab er. Ama A nadolu ağızlarında hâlâ xabar geçer. İstan b u l T ü rk çesin in b irço k arkaik özelliklerini koruyan İs­ tan b u l E rm enicesinde de xabar diye telaffuz edilir. Rahm etli an n ean n em öyle d erdi de dalga geçerdik. H aklıym ış halbuki. İh b ar, h aber verm e, daha doğrusu bilgi verm e, m u h b ir de b u işi yapan kişi. K enan E vren’in padişahlığında her gün rad­ yo ve televizyonda “m u h b ir vatandaşlar” teşvik edilirdi. Sanı310

I im bir devletin düşebileceği en d erin ahlaksızlık düzeyi b u ­ dur. Bunu yapan b ir devletin, toplum sağlığı açısından feshe­ dilip yerine y enisinin k u rulm ası gerekir. M u h ab ere Arapça eski sözlüklerde yok, O sm anhca eski sözlüklerde de yok. İlkin 19. yüzyıl ortalarına doğru T ürkçe­ de türem iş olm alı, A rapça fiilin işteşlik bildiren ü çü n cü vez­ ninde m asdar, “h aberleşm e” anlam ında. Bu işi yapan kişi olan m u h ab ir de en erk en 1900 tarihli Şem seddin Sami sözlüğün­ de geçiyor. Posta ve gazete çağm a ait kavram lar ikisi de. Suri­ ye istihbarat ö rg ü tü n ü n adı olan el-M uhaberat sanırım Osm anlıcadan özenti olm alı. İstih b a r etm ek Arapça fiilin o n u n cu vezninde b ir türev, “haber istem ek” veya “çaba ve zorlukla bilgi elde etm ek” gibi bir anlam ı var. Istih b â râ t b u n u n çoğul adı, istihbar edilen şey­ ler. Bu işi yap an k işin in *müstahbir olm ası lazım hesapta ama öyle b ir kelim e yok. 2 5 . 03..2009

311

H İN D İ

H in d in in ne k ad a r ap tal b ir hayvan o ld u ğ u n u b ilir m isi­ niz? Bizim b ir ara v ard ı, y o ld an geçen arab alara ön ce p h e ­ d en saldırm ay ı ad e t ed in m işlerd i. Bir tan esi de k o m şu n u n çoban k ö p eğ in e g irişti, hayatıyla ödedi. D u ru p d u ru p şişin ­ m e h u y ları b an a ço k yıldızlı b irta k ım zevatı h atırla tır, n e ­ dense. A m erikan asıllı olan kuşu A vrupa’ya ilk 1511’de getirm iş­ ler. O zam anlar A m erika daha H indistan’ın u cu zannedildiğin­ den, İspanyolca pav o d ’In d io (H int tavuskuşu) adı m antıklı gelmiş. Fransızcası d in d e, Italyancası da eskiden d in d io (Ve­ ned ik lehçesinde hâlâ d in d io t diyorlar). Türkçeye ne zam an gelm iş, bilm iyorum , bizde böyle ilginç şeyleri m erak eden ta312

rihçiler saysan on tane çıkmaz,'®"' am a h in d î adı belli ki İtal­ yanca y ah u t F ransızcadan çeviri. Erm enice h n tg ah av (H int ta­ vuğu) da öyle. Ö te y andan, Ispanyollardan hiç hazzetm eyen Portekizliler, biraz d aha gerçekçi bir coğrafyayla p e ru adını tercih etm işler. Ingilizler ise bilem ediğim bir nedenle turkey fow l adını verdik­ leri, aslında Afrika kökenli bir kuş olan beç tav u ğ u n u n adını alıp, yeni gelen kuşa In d ian tu rk e y dem işler. Bu beç tavuğu (n u m id a m eleagris) tavuktan irice, kara bir kuştur, serpm e be­ yaz benekleri ve gösterişli ibiği olur, bizde bazen to k at tavuğu da deniyor. Hindiye bayağı benzer, yani adlandırm a m akul. Kırm ızı ibiğinden dolayı turkey adı verildi lafı geyiktir. T ü rk ­ ler o zam anlar kırm ızı başlık giym ezdi ki? Fes ta 1820’lerde icat edildi. K ahrolsun em peryalistler ülkem ize Turkey dem esinler diye hindi gibi kabaran arkadaşlara şu n u sormalı: ya H intiler ülke­ 313

mize H indistan diyem ezsiniz, Bharat deyin derse ne yapacağız? Hele P erulular kuş m eselesinden dolayı Portekiz’e bayrak açsa, bizim k o m şu n u n köpeğine sataşan hindilerden ne farkları olur? 26.03.2009 104 H alil B erk tay b u n a itira z etm iş, m erak lı tarih çi say ısın ın d aha fazla o ld u ğ u ­ n u sö y lem iş. S an ırım “o n b e ş ” diye d ü z e ltm e m gerekiyor! O sm an lı m u tfa ğ ı h a k k ın d a enfes b ir k ita p y azan M ariana Y erasim os b u ta­ rih m e ra k lıla rın d a n b irid ir. O da m ail atm ış, b e n i O sm an lı h in d ile rin in ta­ rih çesi k o n u s u n d a b ir d izi fa n ta stik alın tıy la ay d ın latm ış. H in d i tü k e tim iy le ilgili b u la b ild iğ im e n eski belge 17 O cak 1715 ta rih li­ dir. Söz k o n u s u belge, G alata S arayı’n ın ta m ira tta n so n ra y e n id e n h iz ­ m e te g irm e si n e d e n iy le , S u ltan ili. A h m e d ’in o n u ru n a verilen ziyafetin h a rc a m a la r listesid ir. L istede “M âkiyân ad et 160" ve “M âkiyân-i M ısrt a d e t 15” k ay d ı y er alıyor. K ap ad o k y a k ö k e n li olan B abaannem -1 9 2 4 ’e d e k y ö red e y aşam ış ç o ğ u K ap ad o k y alı R u m gibi- h in d iy e “k u r k a ” ya da “ın isrî" d erd i, o n e d e n le M âkiyân-i M ısrî’n m an lam ı k o n u su n d a h içb ir k u ş k u m yok. N e y a z ık ki m isrtd e n h in d iy e geçişle ilgili h içb ir bilgiye u laşam ad ım . K itap ç ık tık ta n so n ra M ısır ta v u ğ u n u ve k e b a b ın ı (!) Evliya Ç elebi’de de b u ld u m . E vliya, B elgrat’taki y iy ecek leri a n la tırk e n : “Ve M ısır tav u ğ u ad d etd ik leri k ırm ız ı h o r tu m b u r u n lu ta v u k k e b â b ı”n d a n söz eder. Yıl 1660. Evliya, h in d iy e ay rıca L eh tav u ğ u da der. “L eh ta v u ğ u ” nam ıyla b ilin e n “m e şh u r ftl h o r tu m u gibi sa rk m ış k ırm ız ı e t p a re si b u r n u ” o lan y aratık . Bu da K ırım -B ah çesaray ’d ak i n im e tle rd e n d ir. H in d i, K ırım ’a O rta A vru­ pa ü z e rin d e n g itm iş olabilir. L eh ta v u ğ u n u “K allev in e’’de de an latır. A n ­ cak K allevine’n in n eresi o ld u ğ u belli değil. D ankofP a göre K öln olabilir. T abii E vliya o ra la ra gittiyse? “H in d i” ve “tu r k e y ” a d la rın ın k ö k e n in e d a ir d e h şe tli bilgi, g örüş, id d ia yağ­ dı: M eğer n e p o p ü le r k o n u y m u ş! Bu arad a A n a d o lu ’n u n çoğu y e rin d e h in ­ diye “m ıs ır ” adı v erild iği de h a tırla tıld ı. Bu vesileyle Beç ta v u ğ u n u n ned en turkey fowl o ld u ğ u n u öğrendim . M eğer bu hayvan M adagaskar’d an gelirm iş. A kdeniz’e M ısır lim anları vasıtasıyla ulaşm ış. M ısır’a In g ilizlerin T u rk e y dem esi n o rm al. İşin e n te re sa n ı, Ege bö lg esin d e h in d iy e k ö y lü le r “m ıs ır” d er. A caba T ü rk ç e d e de (a y n e n Ingilizlerde o ld u ğ u gibi) beç ta v u ğ u n u n ad ı h in d iy e m i tran sfer edildi? D iğer b ir m u am m a: M ad em b u h ay v an M ısır’d a n geliyor, n ed e n T ü rk çesi Beç (= V iyana) ta v u ğ u d u r?

314

KRİZ

Eski Y unanca k rin ö (yargılam ak) fiilinden k risis yargılam a eylemi veya yargı anı, “h ü k ü m saati” de diyebiliriz. K ritikös, yargılama yeteneğine veya alışkanlığına sahip anlam ında sıfat. K ritêrion, “yargıcak”, b ir şeyi yargılarken kullanılan ilke veya ölçüt; ayrıca yargı yeri, yani m ahkem e. K rîm a ise m ahkem e­ nin verdiği h ü k ü m . O radaki o eklerin hepsini artık anlayabil­ diğim için kendim le g u ru r duyu y o ru m , laf aram ızda. R om alılar m antık, felsefe, siyaset, yönetim vb. ile ilgili her şeyi Y unanlılardan öğrendiğinden, b u kelim eler crisis, criticus, critérium, erimen şeklinde aynen Latinceye geçmiş. L atinceden de, hop, Fransızcaya. C rise (/kriz/) yüzyıllar boyu özellikle tıpta, hastalık süreci­ nin d ö n ü m noktası anlam ında kullanılm ış, ki A rapça b u h râ n 315

da esasen aynı anlam da tıp terim idir. E skiden ateşli hastalaı fifti fifti ö lü rled i, u nutm am alı. B uhran geçti m i iyisin, yoksa im am devreye girer. C ritiq u e (/k ritik/) hem “yargılayan, h ü k ü m veren kişi” an ­ lam ında fail adı, hem “krizsel” anlam ında sıfat. Bir de üstelik Y unanca sıfatın soyut eylem adı olarak kullanılm a özelliğin­ den ö tü rü , yargılam a eylem inin adı da bu. Biz de Fransızlara özendiğim izden, hem “edebiyat .kritiği”, hem “kritik dakika­ lar”, hem de “bir şeyi kritik etm ek ” diyoruz. Oysa İngilizcede üç ayrı kelim e var: critic (eleştirm en), critiq u e (eleştiri), cri­ tical (eleştirel veya krizsel). C ritère (/k riter/) “ö lçü t” anlam ını aynen korum uş. C rim e (/krim /) ise “h ü k ü m ” anlam ından uzaklaşıp, m ahkem e h ü k ­ m üyle kesinlik k azan an eylem in adı olm uş. (Misal: “Senin h ü k m ü n ne k ard eş?” “Valla adam ı doğram ışım deyürler.”) Bizde h u n u n k rim in al, k rim in o lo ji gibi birkaç türevi kullanı­ lıyor. 27.03.2009

105 A caba İngilizce erim e ile A rapça eşan lam lı cû n n s ö z c ü ğ ü n ü n alakası y o k m u d u r diy e d este k siz sp e k ü la sy o n y ap m ış b ir o k u ru m . Ü şen m ed en cevap verdim : H in t-A v ru p a a n a d ilin d e *krei- (iyiyi k ö tü d e n se çm ek , elem ek, y arg ıla­ m ak ) k ö k ü n d e n Y unanca, L atince, Slavca, G erm e n c e ve Baltık d ille rin ­ d e d ü z e n li tü re v le r m e v c u ttu r. S am i dilleriy le b ir alaka d ü şü n ü le m e z. A rapça c ü rm s ö z c ü ğ ü n ü n ana an lam ı, e n te re sa n b ir şek ild e, “b irin in k e ­ m iğ in i k ırm a k ” im iş. E şdeğer İb ran ice ve A ram ice k ö k o lan g-r-m da k e ­ m ik ve k em ik le alak alı işlem leri ifade ediyor.

316

CAHİLİYYE

“K üreselleşen dünyada dil ve k ü ltü r erozyonu yaratılm ası yolunda T ürkiye ü zerinde değişik oyunlar denenm ektedir. Ö rneğin bazı sözde aydın, kesim lerinin dilim ize yabancı keli­ meleri sokm a çabalan, dil kuralları dışında k onuşm a tarzları yaratılm ası ve b u tü r konuşm a ve hitap tarzlarının film , radyo ve televizyon program ları ile genç nesillere aşılanm ası bu ça­ balardan b azılarıd ır” dem iş, Yüce M anitu’n u n M illi G üvenlik ders kitabı yazan şubesi. Y ukarıdaki paragrafta k ü re , d ü n y a, ve, bazı, k elim e, tarz, h itap , n e sil Arapça. Yaban Farsça. K ültür, ero zy o n , T ürkiye, film, ra d y o , televizyon, p ro g ram gâvurca. Ö rn eğ in büyük olasılıkla E rm enice, çaba gerzekçe,^°® k u ra l da 1930’larda o 317

zam anki cu m h u rb aşk an ın ın sofra arkadaşları tarafından ai m asyon m etoduyla üretilen kelim elerden biri. İnsan ister isi( m ez d ü şü n ü y o r, b u n u yazan am ca acaba küresel em peryalı.' m in vatanım ız ü zerinde oynam ayı denediği değişik oyunlaı m b ir parçası m ıdır? Yabancı kelim eleri kullanarak “dil ve külün ero zy on u” yaratm aya mı çalışıyor? Yoksa bildiğim iz düz cehalet m idir?

Sevgili ok u rlarım , cehalet bir insanlık halidir. Ayıp değil dir. A ksine cahilleri k üçüm sem ek, onlarla alay etm ek ayıptır. Ben b u hataya bazen d üşü y o ru m , Allah taksiratım ı affetsin. Ama b u rad ak i olay sırf cehalet değil, daha farklı b ir şey: o cehaletin ö rtü sü ve zırhı olan h o tzo t ideolojisi. Lafa bakın: “Sözde aydınlar... değişik oyunlar d en em ek ted ir.” N eym iş, va tana kasteden h ain em eller var, gerçek kim liğini saklayan ajanlar var, etrafım ız düşm anla çevrili, b u n ları tepelem eyip nc yapacaksın? Asm ayıp da besleyelim mi? P eki am ca n ın d o ğ ru bildiği ne m alum ? Ya zır cahilse, iş­ k em b ed e n atıy o rsa, veya Ç em işgezek k ışlasın d a d u y duğu d ed ik o d u la rı d o ğ ru sanıyorsa? A m a v a ta n m ille t d ed in m i bu m em lek ette ak an su la r d u ru r, “kard eş n e d iy o n ? ” diye k im ­ se so rm aya c ü re t edem ez. V a tan m illet jo k e rd ir: b astın m ı eli alırsın . D o k san se n e d ir b u böyle. O y ü z d e n tek b ildikleri m eslek em irle ad am ö ld ü rm e k ve ö lm ek o lan kişiler, dilden tarih e, devlet y ö n e tim in d e n eğitim e k a d a r h er alanda bilir bilm ez k o n u şm ay ı k e n d ile rin e h ak sayarlar. İtiraz edeni va­ tan m ille t sopasıyla d ö v ecek lerin e g ü v en irler. M illet sinm iş, kafa sallayıp su sar. A rkalarında o ideolojik zırh olm asa em inim çoğu ku zu gi­ bi adam dır, o tu ru r izah edersin, bir de kahve söylersin, ikna 318

nlııt Y ani m em leketi bozan cehalet değil: cehaleti kutsallaştıMiı zo rbalık mezhebi.'®^ * 28.03.2009

IIKı Ç a b a la m a k fiili T ü rk ç e d e ra h a t altı y ü z se n e d ir var; b u n a k arşılık çaba, 1 9 3 5 civ arın d a u y d u rd u k la rı Ö z tü rk ç e k e lim e le rd e n d ir. G erzekçe d e m e ­ m in seb eb i şu: Ç abalam ak fiilin in g erçek k ö k ü *çaba değil “v u rm a k , dö v ­ m e k , ş a p la tm a k ” a n la m ın a gelen çapm ak fiili. B una, sü rek li ve zayıf h a re ­ k e t b ild ire n - e l e - fiil ek in i ek lem işler, te p m e k te n tep elem ek , k a k m a k ta n k a k a la m a k , g e v m e k te n g ev elem ek gibi. B u n la rd a n tep e, k a k a , geve diye isim ü re tm e k n e k a d a r saçm aysa, çaba da o k a d a r saçm a. 10/ Bu y az ıd a n b ir g ü n so n ra T a r a fın H erT a raf sayfasında çık an “V atan ı Kurta d ı. H alifeyi K o v d u , D aha N e ? ” başlıklı y azım d a aynı tem ayı d ev am e ttir­ d im : D ev let re isin in g ö rü ş ve e m irle rin i re d d e d e n h erk esi alçak, so y su z, va­ tan sız ve gizli em el sa h ib i h a in ila n ed e n zo rb alık dilin e itiraz ediy o ru z. B u dil, b ir to p lu m u k u şa k la r b o y u d ü z elm em ece sin e hasta e d er ve ç ü rü ­ tü r. D ü ş ü n c e n in ve y aratıcılığ ın k a y n a k la rın ı k u r u tu r, k o rk u y u ve ik i­ y ü z lü lü ğ ü b ir h ay at tarzı h a lin e g e tirir, en cahil ve zo rb a o la n ın h e r za ­ m a n zey tin y ağ ı ğ ibi ü ste ç ık m a sın ı m e şru la ştırır. B u ü lk e y i d o k sa n y ıld a n b e ri kafası çalışan ve k ah v e h a n e m u h a b b e ti d ı­ şın d a sö y ley ecek b ir sö z ü o lan h e rk e se z in d a n ed en b u d ild ir. Ç ağdaş d ü n y a d a n k o p u k b ir g arib an g etto y a m a h k û m eden de b u d ild ir. C u m h u riy e t b u d ili k u r u c u s u n d a n ö ğ ren d i. U lu Ö n d e r’in 1 9 2 0 -2 T d e n s o n ra k i h e r d em e c in e , h e r sö y le v in e , h e r cü m lesin e bak ın : b a ş ta n aşağı te h d itn a m e d ir. B ü y ü k N u tk ü n h e r sayfasını, Ö n d e r’le öyle ya da böyle g ö rü ş ay rılığ ın a d ü şe n k işilere y ö n e lik k a n d o n d u ru c u k ü fü rle r süsler. H e rh a n g i b ir k o n u d a re is ic u m h u rd a n farklı d ü ş ü n e n HERKE.S sa tılm ış­ tır, H EPSİ d ü şm a n aja n ıd ır, im h a ed ilm esi g erek en zararlı u n s u r d u r ; hiç d eğ ilse a p ta l ve zev zek tir. H em d ü r ü s t, v atan sev er ve az ço k zek â sa h i­ b i ze k â sa h ib i o lacak , h e m O ’n a k ay ıtsız şartsız itaat etm ey ecek ? Bu ih ­ tim al, N u tu k sa h ib in in ve o n u n k u r d u ğ u c u m h u riy e tin hayal sın ırla rın ı zo rlar.

319

De ki re is ic u m h u ru n h e r dediği d o ğ ru y d u (ki d eğ ild i), sad ece dili b o ­ z u k tu . O dil g en e b ü y ü k b ir felakettir: K endi k e n d in i ço ğ altır, re isic u m ­ h u r k a d a r p a rla k o lm a y a n k işilerin e lin d e ö lü m c ü l b ir silah olur. Bu ze­ h irli g ü b re ile b e sle n e n to p ra k la rd a K ılıç A li’ler, R eşit G alip ’ler, Recep P ek er’ler y etişir. Ç e v ik Bir’ler, E ru y g u r’lar, T o lo n ’lar, B ü y ü k a n ıt’lar, ve h e n ü z em ek li o lm am ış o lan n iceleri yetişm ey e d ev am eder. Bir to p lu m u n b a ş ın a b u n d a n d a h a b ü y ü k n e felak et geleb ilir, b ilm iy o ­ ru m . Bu felaketi tü m a n ıla rı ve tü m so n u ç la rıy la b e ra b e r m e m le k e t sa t­ h ın d a n silm e d e n h a n g i d e m o k ra si nasıl k u ru la b ilir, o n u da b ilm iy o ru m .

320

ALİCENGİZ

Ali C engiz kim ve hangi oynu oynam ış? H em 1930’lardan önce Cengiz T ürkiye T ü rkçesinde asla kişi adı olarak k u llan ıl­ maz,'®® atasözü ve deyim lerde işi ne? B akıyoruz eski sözlüklere, Ali değil, m edli elifle âl-i Cengiz imiş, yani “C engizoğulları”, tıpkı âl-i O sm an gibi. K ırım ’da üç yüz k ü su r yıl O sm anh egem enliği altında h ü k ü m süren han sülalesi Cengiz H an so y u n d an geldiği için Âl-i Cengiz di­ ye anılır. Bu m u h terem ler 18. yüzyılın ikinci yarısında R us­ ya’n ın da dahil olduğu bir dizi karm akarışık siyasi entrikaya bulaşm ışlardı da o y ü zd en Kırım elden gitm işti. Sanırım âl-i C engiz o y u n u deyim i o devirde piyasaya çıkmış olm alı.

321

Vehbi kim bilm iyorum . Ama kerrake belli, eskiden ilmiye m en su p ların ın giydiği b ir tür hafif cübbe. Yani Vehbi Efendi m edrese softası y ah u t hoca olm alı. Ama ne etm iş de kerrakesi an laşılm ış, orası anlaşılmıyor.'®^ K errakesi m eşh u r olan bir başka tarihi şahsiyet, hayrettir, Rom a İm p arato ru L ucius Septim ius Bassianus, nam ı diğer Caracalla. B unun babası olan İm parator Severus Fenike asıllı bir Libyalı, anası da Suriye’deki H um us k en tin in şeyhi olan bir A rap’m kızıym ış. A ileden gelen Şark âdetlerine m erak salm ış, Rom a’n ın göbeğinde Suriye usulü carraca giyip gezinince Ro­ m alı fırlam alar lakabı yapıştırıverm işler. C arraca, zam anın kaynaklarında “b ir tü r Suriye cübbesi” diye geçiyor."® Ro­ m a’da Caracalla H am am ları vardır, görm edinizse gidin görün, değer. A dam cağızın so n u iyi olm am ış. 211 yılında İran seferine çıkm ak üzere geldiği bizim H arran’da yol ken arın d a def-i ha­ cet ederken kendi askeri tarafından öldürülm üş. * Ç apanoğlular 18. ve 19. yüzyıllarda Yozgat’ta h ü k ü m süren bir sülale. O sm anlı D evleti’n in adı var kendi yok olduğu bir 322

devirde, A ydın’daki K araosm anoğlu ile birlikte A nadolu’n u n neredeyse yarısında Ç apanoğlu’n u n b o ru su öterm iş. Bir işin a ltın d an Ç apanoğlu çıkm ası da o devrin hatırası olmalı. 30.03.2009

108 C en giz’in m o d e rn çağ d a kişi adı o la ra k z u h u ru b iraz d a h a eskiym iş. İki g ü n so n ra d ü zelttim : “T ü rk iy e ’d e C en g iz ism i 1930’d a n ö n c e asla k işi ad ı o la ra k k u lla n ılm a z ,” d em iştim . Y anılm ışım . M eğer C en g iz’i m e z a rın d a n ç ık a ra n la r b u ta rih ­ te n b ir y irm i y ıl k a d a r ö n ce İttih a tç ıla rm ış. H atta E nver P aşa’m n am cası H alil P aşa’n ın ç o c u ğ u n u n adı C en g iz’m iş. Eski C en g iz’in o ğulları B ağdat’ı fethetm işti. Yeni C engiz’in babası da Bağ­ dat’ı k ay b ed en ad am o larak tarihe geçtiğine göre, şık bir sim etri doğrusu. 109 M u stafa Balcı b ilgisizliğim e h a y re t etm iş: V eh b i’yi b ilem ed in iz m i? S ü n b ü lz a d e V ehbi yahu! H ani ş u “A zm -i ham m am id e lü m ...” diye başlayan şiirin şairi. H o v ard alık e d e rk e n V eh b i’yi ve k ıyafetini ço k iyi tan ıy an b ir zap tiy e ça­ v u şu tarafın d an sö y le n m iş b ir sö z im iş, V ehbi telaşla p e n c e re d e n k açar­ k en k e rra k e sin i y o sm a n ın o d a sın d a u n u tm u ş , zaptiye ç a v u şu içeride e r­ k e k y e rin e b ir e rk e k giysisi b u lu p tan ıy ın ca “anlaşıldı V eh b i’n in kerrrak e s i,” dem iş. B ilm em y alan veya sahih! 110 C aracalla m e v z u u n d a H ü sey in Ç ın a r Ö z tü rk sö z ü n ü esirgem em iş: A bi, S uriye cü b b esi n e re d e n çıktı? C aracalla evet tabii A rap ve F enike (K arta cah d a h a d o ğ rü su ) k ö k e n li am a, c ü b b e n in k e n d is in in k ö k en i Galya. “C a rra c a ” n e re d e n çık tı b ilm iy o ru m , h afif işk e m b e ço rb ası k o k u su g eliyo r; zira Gal k ö k en li b u c ü b b e n in adı h e r zam an L atin c ed e caracal­ la. (...) C a raca lla’n ın c ü b b e n in e te k le rin i ayak b ile k le rin e k a d a r uzattığı b ilin iy o r. S o n ra d a n p o p ü le r o la n b u v e rsiy o n u n aslın d a d iz in ço k da al­ tın a in m e y e n Gal caracalla’s m d a n fark ım v u rg u lam ak için b u n a “caracallae A n to n ia n a e ” d em işler. B u n u n tem el k aynağı A u reliu s V ic to r (E p ito m e de C a e sa rib u s, 21). C a­ racalla h a k k ın d a d a to n la re fe ra n s var am a, şim di k ü tü p h a n e y e gitm eye h a lim y o k , aslın ı istersen . D aha so n ra b u cü b b ey e b ir de k u k u le ta ek len m iş, ru h b a n sınıfı kıyafeti o lm u ş, H ıristiy a n lık ’ta da d ev a m etm iş ay n en . H alen sik in d irik k o rk u film le rin d e g ö rü len k u k u le ta lı c ü b b e li m istik ad am lar ve cü b b eli o ra k h

323

A zrail ik o n o g rafisin i G alya’d a n g etird iğ i cü b b ey i p o p ü le rle ş tirip tü m R o m a’ya y ayan b u A rap ç o c u ğ u n a b o rç lu y u z . A nadili n ey d i acab a hazretin? İki g ü n so n ra k ö şe m d e b u n la rı a n la tıp vicd an m u h a se b e si y ap tım : “S u riy e c ü b b e si”ni n e re d e n b u lm u şu z diye b ak tım . E y v ah , N işa n y an S ö z lü ğ ü ’n d e n b a k m ışım , oraya da 24 K asım 2 0 0 5 ’te e n try g irm işim , am a k ay n ak ? M eçhul! İşk em b e ç o rb a sın a bayılırım g erçi am a b u k a d a r da o l­ m az ki?

324

C ANAVAR

Adem ’in zevcesinin adı İbranice xaw w â, X-Y-W k ö k ü n d en “canlı v arlık” y ah u t “yaşayan”. Belki tüm canlıların y ah u t en azından in san ların anası anlam ında bu adı verm işler. Arapçası ha ile H aw w â olarak geçiyor. Y unancası H6va, Eski Y unan­ ca kelim elerin başındaki /h / L atincede daim a y u tu ld u ğ u için, Latincesi de Eva. H akkında m üzikaller yazılan A rjantin diktatoriçesi Eva P ero n ’u n adı T ü rkçede herhalde Havva Binektaşı oluyor. Arapça b iliyorsunuz İbraniceyle akraba bir dil, ikisi de Sa­ mi dilleridir, bilm em h atırlatm am gerekir mi? Aynı kök H-YW şeklinde A rapçada da m evcut, aynı anlam a geliyor. T ürev­ leri h ay â’at yani yaşam , hayw ân yani “canlı varlık” y ah u t “ya­ 325

şayan”. Bir de m u h ay y â olm ak var, yani canlanm ak. “M ühey­ ya oldu m eclis sakiyâ peym aneler d ö n sü n ” diye şarkısı bile var, Zekâi Dede’n in , tabir buselik m akam ında, g ü z e ld ir .'" Peki hayvanın Farsçası n ed ir diye soran olur diye o n u da hem en söyleyeyim . Tabii ki cânâver. C ân bildiğim iz hayat, âver de sah ip lik b ildiren ek, toplaşan ne eder? “C anlı”. Farsçada sivrisinekten zürafaya kadar tüm hayvanlar cânâverdir. T ü rkçede de can av ar yakın dönem e kadar h er tü rlü canlı m ah lu k, hayvan anlam ında kullanılırdı. Köylü ağzında hâlâ öyledir, fino k adar köpeğe canavar derler. 17. yüzyıl sözlükle­ rin d e canaver = h er çeşit hayvan, özellikle yabandom uzu diye geçiyor. Z annederim bir n edenle (m esela kibarlık gereği) adı söylenem eyen hayvanlara kestirm eden canavar dem işler, o ra­ d an k elim enin T ürkçe anlam ı adım adım kaym ış. Canavar adam = hayvan adam . Havva’yı da canavar ettik ya, bakalım fem inistler ne diye­ cek? 31.03.2009

111 K arıştırm ışım , b u b este 111. S elim ’in , h ü se y n î m a k a m ın d a . A klım da olan Z ekâi D ed e’n in H isa rb u se lik bestesiydi: “Yar o lm ay acak cam -ı salayı çe k e ­ m ez dil". P ey m an e ile cam y ü z ü n d e n b ey n im k ısa devre y ap m ış h erh ald e. O tu z beş yıl ö n c e ü n iv e rsite için A m erik a’ya ilk g id e rk e n y a n ım d a b u ik i­ s in in k ased in i g ö tü rm ü ş tü m , b ir de G u stav L e o n h a rd ’d an B ach’ın Die K u n st d er F u g e’sin i. Bu k a d a r iyi b ild iğ im b ir şeyi nasıl y an lış yazarım ? D o ğ ru su , y aşlan ıy o r m u y u m diye d e h şete d ü ştü m .

326

öz

Eski T ü rk çen in b ir aşam asında kelim e so n u n d ak i /r/, belli şartlarda İzi sesine dönüşm üş. G ö rm ek fiilinin isim hali bu y üzden *gör değil göz. K uduran kim se aynı nedenle kuduz, sem iren de sem iz. B ugün ölm üş olan yaldram ak fiilinden iki heceli yald ız am a üç heceli y ıld ırım türem iş. Sarı rengin Eski T ürkçede asıl adı saz, sarığ da b u n u n türevi, ilki b u g ü n sade­ ce saz b e n iz li deyim inde yaşıyor. Esasen “eklem ” anlam ına gelen diz sözcüğüne küçültm e eki getirince sonuç *dizek de­ ğil d irs e k oluyor. G eniş zam an ek in in n e d e n o lu m lu d a - r , o lu m su zd a -m e z l-m a z o ld u ğ u n u da M arcel Erdal şık bir şekilde açıklıyor A G ram m ar o f Old Turkic’te. 327

T ürki dillerin en uzak akrabası olan Çuvaşçada bu d ö n ü ­ şü m olm am ış; d aha do ğrusu Çuvaşça, b u d ö n ü şü m d en önce­ ki bir tarih te Ana T ü rk çed en ayrılm ış. O yü zd en Ç uvaşlar m e­ sela g ün düz, güz, do k uz, yaz, yazı, yıldız, kız, kaz, düz yerine k ın tır, kır, tix x ir, şu r, şıru , şıltır, x ır, x u r, tü ri diyorlar. Bire­ bir aynı kelim eler, ses bozucu filtreden geçirilm iş gibi. B undan 1500 yıl önce O rtaasya’da birileri kelim e so n u n d a­ ki r’yi vızıldatm a m odasını çıkarm asaydı, b u g ü n T ürkçede de belki böyle k o n u şu y o r olacaktık. Sahneyi gözünüzde canlan­ dırın: Ö tü k en A kadem isi’nde Bilge H an öğrencileri azarlar: “Rezil ettin ataların tilini, titre ve ö rü n e d ö n !” G ençler k ık ır­ dar. Şim dikiler de arkadaş yerine /aarkıdaj/ diyorlar, reziller! 02.04.2009

328

ZÜHREVİ

Arapça e z h e r “parıldayan, görkem li, ışık saçan”. M ısır’daki ünlü ok u lu n adı böyle. Z ehra da b u n u n dişisi olan sıfat. Arap­ çada tıpkı Alm anca ve F ransızcadaki gibi sıfatların b ir dişi bir de erkek hali var. Bu da böyle dişi sıfat yapan bir kalıp: ekberkübrâ (b ü y ü k ), ahmer-hamrâ (kırm ızı), ebyaz-beyzû (beyaz), esved-sevdâ (kara) g ib i."^ Mesela m ekteb-üi ezher, am a m edreset-üz zehrâ olur, çü n k ü m ektep erkek, m edrese dişidir. F zh er ile aynı k ö k ten z e h e r “parıldam a, ışım a”, zehre “görkem , ih tişa m ” dem ek. Bir de zü h re var, V enüs gezegeni­ n in Arapçası. G ezegenlerin en açık renkli ve parlağı olduğu için böyle adlandırılm ış zahir. F atin k ü ltü rü n d e b iliyorsunuz V enüs hem gezegenin adı, hem de eski R om alıların aşk tanrıçasına verdikleri isim . Fran329

sızlar b u n d a n v én érien diye b ir tıp terim i tü retm işler, “aşk yo luyla b ulaşan h astalık lar” anlam ında, İngilizcesi venereal. Bi zim Tıbbiye m ektebi 19. yüzyılın sonlarında bu terim i aynen O sm anhcaya çevirip zü h rev î sözcüğünü icat etm iş. En erken galiba Şem seddin Sam i’nin 1900 tarihli T ürkçe sözlüğünde geçiyor. Redhouse sö zlü ğ ü n ü n 1891 baskısında zü h re sû z var, “parıltıyla y a n a n ”; z ü h re n h var “ışıldayan yanaklı”; am a z ü h ­ revî yok mesela. Bir de m esela zü h resü z’u kalkıp “aşkla y an an ” diye çevirir­ sen saçm alam ış olursun. Batı k ü ltü rü n d e V enüs gezegeni = aşk tanrıçası am a O sm anh k ü ltü rü n d e 19. yüzyıl sonlarına dek böyle bir şey söz ko n u su değil tabii. 03.04.2009

112 S erk an S o n er fevkalade z arif b ir m e k tu p la A rap ça g ra m e rd e k i h a ta m a işa­ re t etm iş: A rap çad a e h a l v ezn in d e k i sıfat-ı m ü şe b b e h e ile g en e eF al v ezn in d ek i ism -i tafdil b e y n in d e tefrik y a p m a m a k galat-ı m e ş h u rd a n d ır. E k b e r-k ü b ra (eE al-fu'-lâ) ism -i tafdil o la ra k d a h a b ü y ü k , en b ü y ü k a n ­ la m la rın ı ilh a m ed e r (c o m p a ra tiv e ). A n cak r e n k le ri, z a h iri k u su r, n o k ­ sa n ve a y ıp la n b ild ire n sıfat-ı m ü şe b b e h e le r g en e m ü z e k k e r olan y erler­ d e eE al v e z n in d e , m ü e n n e s o lan y erlerd e fa'^lâ v e z n in d e Ik u lla n ılırlar]. Yani T ü rk ç e si, ze h ra , h a m ra , beyza, se v d a h a k k ın d a sö y le d iğ im d o ğ m ; am a k ü b ra dişil sıfat o lm a k la b e ra b e r, g ra m e r a ç ısın d a n apayrı yapıda. V ak tiy le ö ğ re n m iştik tabii, o tu z k ü s u r yıl geçm iş.

330

M ALTA ERİĞİ

M alta ta şı tabirini en erken 1876 tarihli A hm et Vefik Paşa sözlüğünde b u ld u m . Keserle y o n tu lan ve özellikle avlu ze­ m inlerinde k u llan ılan bir tü r y u m u şak taş. G erçekten Malta’d an m ı ğelir, bir bilgim yok; hem avlu taşı gibi u cu z ve ağır b ir nesne n ed en ta M alta’dan ithal edilsin k i? " ^ M alta eriği­ n in ise M alta adasıyla alakası olm adığı kesin. Ç ü n k ü M alta’da m alta eriği yok. Jap ony a kökenli b ir ağaçm ış, nü fu s kâğıdın­ daki adı eryobotris japónica. 1810’larda A m erika’ya gö tü r­ m üşler, 19. yüzyılın ikinci yarısında oradan T ürkiy e’ye ulaş­ mış. O y ü zd en T ü rk iy e’nin çoğu yöresinde adına y en id ü n y a derler. P eki m alta eriği neden? D ü şü n d ü şü n , en so n u n d a şu n a vardım : M allan ın d iğ er an lam ı, b iliy o rsu n u z, “taşlık , a v lu ” 331

j

l

rk T Z J

Ö zellikle h ap ish a n e le rin iç a v lu su n a m a lta d en ir, kaçm a eğilim i olm ay an g arib an m a h k û m la rı m alta görevlisi y a p a r­ lar. Acaba m alta eriği “avlu eriğ i” m i dem ek? M alum , eski İstan b u l ev lerin in iç a v lu ların d a p o p ü le r b ir ağaçtı, Hask ö y ’deki b ü y ü k n in e le rin av lu su n d a filan m u tlak a b ir tane o lu rd u . D ona d ay a n ık lıd ır am a rü z g ârı hiç sevm ez, o n d an olm alı. Bunları yazdıktan sonra b ü sb ü tü n aklım karıştı. Sakın m al­ ta taşı da “avlu” an lam ındaki m altadan geliyor olm asın? O za­ m an adayı u n u tu p , “av lu” m allanın k ö kenini bilm iyorum de­ m ek icap eder. M alta eriğ in e Ege b ö lg esin d e m u ş m u la d erler. Oysa h a ­ k ik i m u şm u lay la alakası yok, m eyvesi biraz b e n z e r o kadar. Y u n an lılard a da aynı h ad ise varm ış, m üsm ulo hem m u şm u ­ la, hem m altaeriğ i/y en id ü n y a için k u llan ılıy o rm u ş. Bizim m u şm u la zaten o ra d an a lın tıd ır, a n tik Y unancası mespile. 332

nizim araziye iki ü ç tane d ik tim , b u yıl ilk m eyvesini aldık. Saçma b ir m eyve aslın d a, çü rü k elm a gibi b ir şey, am a lez/eili. 04.04.2009

113 A lper A llaş, M alta’n ın taşları h a k k ın d a aydın latıcı b ir m e k tu p yazm ış: 1997 y ılın d a , 5 aya y ak ın b ir sü re M alta a d a sın d a b u lu n d u m . M alta taşı d e n ile n o lu şu m a d a n ın n e re d e y se y arısın ı k aplıyor. D ediğiniz gibi, y u ­ m u şa k , işlen m ey e elv erişli b ir kaya. A dada o y ıllard a b in a la rın yapım ı için y o ğ u n o larak k u lla n ılıy o rd u . O d ö n e m k o n u ş tu ğ u m in sa n la r, taşın M a lta’n ın a ş ın sıc ak ik lim in d e , sıcak havayı n isp e te n p e rd e le y e re k iç m e k â n la rd a se rin lik y a ra ttığ ın ı sö y lü y o rlard ı ki k e n d i den ey im lerim le de sa b ittir. A yrıca d ış sıva o la ra k s ü t k u llan ıld ığ ın ı ve u y g u la m a n ın b i­ n a la r ü z e rin d e k e n d in e h as b ir re n k y arattığ ın ı b iliy o ru m . A yrıca m u h te m e l isim k a y n a k la rı a ç ısın d a n İsta n b u l’u n M alta se m tin i h a ­ tırla ta n la r d a o ld u .

333

KOHEN

T ahm in ve tahayyülat ü zerinden etim oloji yapm ak riskli iş. İnsanı olm adık tuzaklara d ü şü rü r. B uyurun, size nefis örnek. H akan E rdem ’den apardım , kendisine m ersiler diyorum . O rtaasya T ü rk k ü ltü rü n ü n iki tem el direği, tö re ve kağan. Töre, T ü rk kavim lerinin yazılı olm ayan kutsal yasasının adı. İbranice T o rah da “yasa, öğreti” dem ek, “doğru yolu gösterm e ve ö ğ retm e” anlam ına gelen y-r-h k ö k ünden. M usa k an u n ları­ na b u adı verm işler, bizim Tevrat diye bildiğim iz şey o. Kimi­ lerince T ö rü k /T ü rü k sözcüğü “T öre’ye u y an ” anlam ına geli­ yor, ki b u d u ru m d a “T evrat’a uy an ” diye de çevirebiliriz. Bir de k o h en var, “y ü k sek ra h ip ” anlam ında. M usa’n ın oğlu H a­ ru n ’u n " “' so y u n d an gelenlere bu ad veriliyor. K udüs tapınağı­ n ın b aşrah ip lerin in hepsi Kohen. 334

D üşünelim : H azar T ürklerinin M usevi olduğu tarih kitaplai'inda yazıyor. Soydan Y ahudi olm ayanların M usa dinine gir­ mesi neredeyse im kânsız olduğuna göre bu nasıl iş? Sonra b a­ kıyoruz Selçuk h an ed an ın ın kuru cu ların a, M üslüm an olm a­ dan ÖNCEKİ isim leri İsrail, Mikail, M usa, Yusuf. Hepsi de Ya­ hudi adı. M ikail M alazgirt fatihi Alp A rslan m dedesi, İsrail de ayıptır söylem esi b ü y ü k amcası. Yok, m erak etm eyin, ısrar edecek değilim , b en sağlam cı­ yım. Ama siz de siz olun, şu kelim e şu rad an gelir dem eden (ince, a) in andırıcı yazılı delil var m ı?, b) kanıtlanm ış ses de­ ğişimi yasalarına uy ar mı?, c) dil psikolojisinin evrensel veri­ lerine u ygun m u? diye sorm adan bence karar verm eyin. Süm erlerde gak-guk kuş dem ekm iş, dem ek ki Süm erler T ü rk tü r diye zırvalayanlara da ku lak asm ayın."® 06.04.2009

114 G en e b o ş b u lu n m u ş u m ! H a ru n tabii M usa’n ın oğlu değil k ard eşid ir. İnsan en çok “b iliy o ru m ” d ey ip ö n em sem ed iğ i a y rın tıla rd a hata ediyor. 115 M oris Saul yazm ış; B ug ün İb ran ice b ir d in k ita b in in a d ın ı o k u m ay a çalışıy o rd u m . İbranicem zay ıf o ld u ğ u için b ec e re m e d im ve b ir b ilen e so rd u m . K itabın adı M fl/ızor’m u ş ve “d ö n ü ş ü m lü ” a n la m ın a g eliy o rm u ş (d ö n ü ş ü m lü o k u n a n k ita p a n la m ın d a ). Bu “d ö n m e k ” an la m ın a gelen L a h zo r m a sta rın ın bir tü rev i im iş. B ird en fa rk e ttim ki, İb ra n ic e d ö n m e k k e lim e sin in k ö k ü HZ-R. H aza r d a öyle. Acaba b ir ilişki o lab ilir m i? Y oksa U n o m a stic a ’daki A rg u n g ibi m i d ü şü n m e y e b a şlıy o ru m ? 116 N e k a d a r n e t y azd ığ ım ı z a n n e tse m d e galiba o k u rla rın b ü y ü k k ısm ı b u ya­ zıyı y an lış an lad ı. “K ağan’ın k o h e n ’d e n g e ld iğ in i” y a h u t “T ü rk le rin Y ahudi k ö k en li o ld u ğ u n u ” sa v u n d u ğ u m iç in b en i g ö k lere ç ık a ra n la r ve yedi ce d ­ d im e şo v e n le r oldu. S o n u n d a sa b rım taştı, b irin e se rtç e b ir cevap yazdım : K ağan’ın k o h e n ’d e n g eldiğini m i id d ia etm işim ? Siz o k u d u ğ u n u z u a n la ­ y ab iliy o r m u s u n u z allah aşk ın a?

335

H ayal ve h ezey a n ü z e rin d e n T ü rk le re tarih u y d u rm a y a çalışan larla alay e t­ m ek ayrı şey, T ü rk le re h ayal ve h ezey an ü z e rin d e n BAŞKA tarih u y d u rm a k ayrı şey. İk isin in fark ın ı g ö rem iy o r m u su n u z ? İk i k elim e b en z e m iş diy e A ztek lerin , E trü sk le rin , H ititle rin , S ü m erle rin T ü rk o ld u ğ u n u id d ia e d e n y e te rin c e g eri zekâlı var p iyasada. İki kelim e b en zem iş diy e T ü rk le rin Y ahudi o ld u ğ u n u id d ia ed ece k k a d a r ah m a k biri izlen im i m i v e riy o ru m size? Y alçın K ü çü k ’le m i k a rıştırd ın ız yoksa?

336

CÜBEYL

Şim di b u o k adar u ç u k bir etim oloji ki insan ilk okuyuşta “hadi canım o lu r m u öyle şey,” diyor. Ama kaynaklar sağlam , zincirin h er halkası k endi içinde tu tarlı ve net. C ü b eyl b u g ü n k ü L übnan’da Beyrut’u n az kuzeyinde bir k asabanın adı. Adı Arapça cebel’d en tepecik dem ek. M ilat’tan bin yıl k adar önce aynı yer F enikelilerin en önem li lim an k en tlerin d en biriym iş, o zam anki adı da G ubla, ki o da F eni­ ke dilinde tepe anlam ına geliyor. F enike dili so n u çta Arapçayla akraba b ir Sami dili, Fenikece h er iki kelim eden birini biraz kafayı çalıştırınca kolayca çözebiliyorsun. Diğer d illerdeki /g/ eşittir A rapça İ d diye de d ah a önce birkaç kez söylem iştim . Yani gubla = cebel. 337

A ntik çağda G ubla M ısır’d an gelen p ap irü sü n dünya çapm daki sevkıyat noktasıym ış. Ta Y unanistan’a, K aradeniz’e, Ital ya’ya b u ra d an p apirüs şevketm işler. O zam anlar daha kâğıi yok, p arşö m en de epey sonra çıkm ış, üstelik çok pahalı. Kita b in h am m addesi papirüs. Eski Y unanlıların bu kente verdikleri ad Byblos. Hemen belirteyim , ikinci sıradaki y (upsilon) harîi en eski Yunanca da /u / diye telaffuz ediliyor; Klasik Çağ Atina lehçesinde /ü/, M ilat dolayında da /i/ olm uş. Yani G ubla’n ın Y unancası önce­ leri /b u b lo s/ so n rad an /biblos/. Byblos aynı zam anda Yunanca papirüse, daha d oğrusu kitap kalitesinde olan iyi cins p ap irü ­ se verdikleri ad, aynen p ortakalın iyisinin V aşington olması gibi. B yblion da p ap irü s üzerine yazılıp rulo haline getirilm iş kitap, soyut b ir şeyden nesne adı yapan -io n ekiyle. Latinceye b ib liu m diye geçmiş. Batı dillerindeki bibliyotek, b ib liyografi vb. oradan geliyor. İngilizce Bible da aslında basitçe The Kitap dem ek. Kim derdi ki C ebelitarık’taki cebel ile Bible akraba diye?"'^ 07.04.2009 117 H ü sey in Ç ın a r Ö z tü rk acım asızca ham le etm iş: K açak d ö v ü şm ü ş sü n ü z b ir m ik ta r, değil m i? B ü tü n B yblos-B ible g ru b u d o ğ ru elb ette; C ü b e y l-G b l-G u b la k ısm ı da ço k g üzel, n e k ad ar şah an e. A katça ve İb ran ice de ö rn e k v erilir hatta. Am a d a n a n ın k u y ru ğ u , elb ette G u b la - Byblos d ö n ü ş ü m ü n d e k o p u y o r. B u nu -b ild iğ im k ad arıy la- h e n ü z k im se ta tm in edici şe k ild e açık lay am a­ dı. S em itik /g / - Y u n an ca /b / d ö n ü şü m ü diye b ir şey b aşkaca da g ö rü l­ m ü ş değil. Yani “zin c irin h e r h alk ası k e n d i iç in d e tu ta rlı ve n e t” kısm ı bayağı b ild i­ ğ in m an y el. H er h a lk a k e n d i için d e tu ta rlı ve n e t, ta m a m da, o rta d a z in ­ cir y o k , b ağ ım sız h a lk a la r söz k o n u s u gibi g ö rü n ü y o r. Birkaç sa a t so n ra ek lem iş: H a, elb ette n ered ey se b ü tü n p o p ü le r ve/veya eski e tim o lo jile r B yblos’u n G u b la ’d a n g eld iğ in i, k e n tin a d ın ın so n ra d a n p a p irü s a n la m ın ı da kazan-

338

S ığım sö y lü y o rla r, o rası d o ğ ru . H a lb u k i ak ad e m id e y o k b ö y le b ir k o n ­ se n sü s k esin lik le. H o m e ro s’ta [lıyblinos s ö z c ü ğ ü n ü n ] e rk e n k u lla n ım ı ve g > b d ö n ü ş ü m ü ­ n ü n açık lan m ası m ü m k ü n o lm a y a n kuralsızlığ ı k oca k o ca k ay alar gibi k afam ıza d ü şe r.

339

TAKİYE

■ Benim bulabildiğim en eski örneği d em ir takiye diye geçi­ yor, savaşta başa takılan b ir tü r zırh, zannederim dem irden basit tas şeklinde olanı. 1680 tarihli M eninski sözlüğü bu n d an da söz etm iş, am a takiye ve takiye altında verdiği esas tanım “İstan bu l’da evli k ad ın ların giydiği kenarsız şap k a”. 19. yüzyı­ la gelindiğinde artık te ile değil kalın ta ile yazılıyor, ukalâ ta­ kım ı da h er fırsatta h atırlatm ak tan u sanm ıyor ki halkım ız bu nesneye tak k e dese de aslı takiye olup öyle söylem eli. Te ve k a fla takiyenin Arapça anlam ı “korum a, sakınm a”. G ayet m antıklı duruyor; takiye = head protection , yani kafayı k o ru m a şeysi. A rapça sözcüğün b ir de fıkıhta özel anlam ı var­ m ış, okuyoruz: “teh likeden sakınm a am acıyla inancını ve m ezhebini in k âr etm e”, Şiilerde serbestm iş, S ünnilerde durum n ed ir anlaşılam adı. S özcüğün b u teknik anlam ı O sm anhca n orm al sözlüklerde hiç geçm iyor, belli ki yaygın b ir kavram 340

HAH HAAAAAaau TAKi'/5 K ^ L ^öfLuMOu!

değil. 1990’larda birileri bir şekilde keşfetti, bir m üddet m em ­ leketin bir n u m aralı davası oldu, şim di un u tu lm ay a yüz tuttu. Ö zetle,'kafayı k o ru rsa takke, başka yerini korursa takiye. İkinci ku llan ım a misal: m eclis toplayıp ilk o tu ru m d a padişa­ ha bağlılık yem ini ettirirsin, “padişaha isyan ettin diyenler h a ­ in d ir,” diye sağa sola h akaret yağdırırsın, sonra cum huriyet ilan edip “aslında baştan beri niyetim iz buydu, am a halkım ız daha hazır olm adığından, zam an, zem in, hede h ö d ö ,” diye an ­ latırsın. Buna işte takiye deniyor. Takiyye yanlış, tek y olacak. Kökü vikaye, yani “k oru­ m a”."® Son harfi w/y olan nakıs fiillerin teFîl m asdarı -iy e şek­ linde olur: tahliye, terbiye, tavsiye, tasfiye, tesviye vs. Dahiliyye, cahiliyye vesairedeki -iyye eki başka şey, karıştırm am alı. 08.04.2009

118 A rapçay a v ak ıf o lan b irk a ç o k u ru m b u cü m lem i k u şk u y la k arşılad ılar; sö z­ c ü k k ö k ü n ü n w -q -y değil t-q-y o ld u ğ u n u b e lirttiler. Biraz d a b a ara ştırın c a g ö rü ld ü ki y en i değil b in k ü s u r yıllık tartışm ay m ış. L ane sö z lü ğ ü 1309I3 1 0 ’d a Z em ab şeri, İbni B errî, El A sm a’î, Sey>id M u rtaza ve d iğ erlerin e atıfla k o n u y u d id ik d id ik etm iş, le b te ve aley b te b ir to n a rg ü m a n sıralam ış. “Beni a ş a r,” d ey ip b a v lu atm ay ı m u v afık g ö rd ü m .

341

OBEZ

A nadolu T ü rk çesin de ob m ak “h apır h u p u r y em ek ”, o b u r çok yiyen. Latince ob ed ere “tıkım rcasına y em ek”, obSsus “aşırı yiyen, o b u r”. Aaa, Sezar’la akraba m ı çıktık? A slında o k adar basit ki, b u n u n olam ayacağını bilm ek için biraz genel tarih k ü ltü rü yeterli. Artı biraz m antık. A diline B d ilin d en kelim e geçm esi için ne lazım ? Bir kere anadili A olan yeter sayıda in san ın B dilini bilm esi lazım, h er­ kes değil fikir ve m oda ö n d erlerin in büyükçe bir kısm ı bilse yeter. İnsan k arşındaki m u h atab ın ın da B dilini bildiğini bilse araya hiç çekinm eden B dilinde kelim eler, cüm leler artırabilir. Hele B dilini b ilm ek o to plum da k ü ltü r ve itibar göstergesi ise, olu r olm az h er vesileyle o dili bildiğini gösterm ek b ü sb ü tü n 342

I.ırz olur; k ü ltü rlü sü de, k ü ltü rlü görünm ek isteyen cahili de l.ıl arasına B dilinde kelim eler sıkıştırm aya özen gösterir. Bak, 'ı')0 kişilik M eclis’te 500 k ü su r tanesi “İngilizce bildiğini” be­ linm iş, boşuna mı? Vecdi Bey bile vatan m illet ku rarken, nalion büildink diye aradan dök tü rm ed i mi?^^® E, Latince bilm ek T ü rklerde hiçbir zam an m oda olm adı. I liçbir devirde üç yüz-beş yüz kişiden fazla Latince bilen ol­ madı. Eski Rom alılar arasında da pek T ürkçe bilen olduğunu sanm ıyorum . D em ek ki nedir? T ürkçeden Latinceye, Latinceden T ürkçeye geçm iş kelim e olm az; unutun.^^'’ İstisnaları analım . T ürkçede direkt L atinceden geldiğini bildiğim bir tek kelim e var: im p ara to r. A vusturya hüküm dan n m resm i sıfatı olarak 17. yüzyıldan beri biliniyor. Ö nceleri hakaret olsu n diye N em çe Beyi filan derlerm iş, galiba Karlofça A ntlaşm ası’nda dayatm ışlar, resm i unvanı b u d u r, b u n u kullanacaksın diye. Bir de son devirde bilim Latincesinden tıp jargonuna alınm ış bazı tabirler var. H epsi o kadar. Tabii son 150 yılda E ransızcadan ve İngilizceden aldığımız bir sü rü Latince kö k enli kelim e var, am a o başka. O bm ak T ürkçede en az 500 yıldır m evcut. O bedere de Latincede 2000 kü su r yıl önce kaydedilm iş. İlişki m ü m k ü n değil. Benzerlik herhalde h apır, h o p u r gibi b ir ses benzetm esine dayanıyor. 09.04.2009

119 S av u n m a B akanı V ecdi G ö n ü l’û n , T C ’n in tem elin d e y a ta n ırk çı ve k a tlia m ­ cı z ih n iy e ti veciz b ir şek ild e ö zetley en sö z leri şöyleydi (11 K asım 2 0 0 8 , ga­ z eteler): B u gü n eğ er E g e'd e R u m lar dev am etsey d i ve T ü rk iy e 'n in p e k ç o k y e rin ­ de E rm e n ile r d ev am etsey d i, b u g ü n acaba aynı m illi dev let o lab ilir m iy ­ di? Bu m ü b a d e le n in n e k a d a r ö n e m li o ld u ğ u n u size h a n g i kelim elerle an latsam b ilm iy o ru m , am a eski d e n g e le re b ak arsa n ız , b u n u n ö n e m i ço k

343

açık o n a y a çık acak tır. B ugün d ah i G ü n e y d o ğ u ’da verilen m ü c a d e le d e bu n a ıio n b u ild in g 'd e k e n d ile rin i m a ğ d u r sa y an ların k a tk ısın ı, özellikle te h c ir seb eb iy le m a ğ d u r sa y a n la rın k a tk ısın ı reddedem eyiz. 120 F azlaca k atı fo rm ü le ettiğ im bu id d iay a ço k sayıda h ak lı veya h a k b m s ı iti raz geldi. H atay E rz in ’d e n Ali T em iz yazm ış: L atiıiceden T ü rk çey e kelim e geçm ediğini iddia ediyorsunuz. B enim yaşa­ d ığım k asab ad a o k u m a yazm ası olm ayan, b ilem ed in ilk o k u l m e z u n u yaş­ lı in sa n la rd an n a tıra s ı b o zu k diye b ir deyim d u y u y o ru m . “Cibilliyetsiz, ahlâk sız” an lam ın d a k ullanıyorlar. B uradaki natıra k elim esin in Latince natura'nın T ü rk çed e k ü ç ü k ses u y u m u n a u y d u ru lm u ş şekli o ld u ğ u n u d ü ­ şü n ü y o ru m . “19. y ü zy ıld a s ta n d a rt T ü rk çe k o n u şm a ve yazı d ilin e g iren İtalyanca natu­ ra veya F ra n sızca nature s ö z c ü ğ ü d ü r,” diye cevap v erd im . A m a d etay bir y an a, ö z ü n d e h a k lı tabii. 121 Birkaç o k u r b u yazı ü zerin e tekrar K ü rtçed en T ürkçeye geçen k elim eler tar­ tışm asını açtılar. K endim le çeliştiğim i sa v u n an birine şöyle cevap yazdım . T ü rk ç e n in m o d a la rın ı o lu ş tu ra n “k a n a a t ö n d e rle ri” X d ilin i yay g ın o la ­ rak b iliy o r m u ? X d ilin i b i'm e y i ö v ü n e c e k veya g ö sterişi y ap ılacak bir şey o la ra k g ö rü y o r m u ? Ya d a X d ilin i h iç bilm ese de o dili çağdaş m e ­ d en iy e tin n ih a i tem silcisi, h e rk e sç e b ilin e n ve sev ilen ü rü n le rin n ih a i sa­ h ib i o la ra k algılıy o r m u? O za m a n X d ilin d e n T ü rk ç e y e k elim e geçer. Y oksa g eçm ez, y a h u t an cak “m ü te v a z ı” k elim eler, k o m ik k elim eler, so ­ k a k k elim eleri, k ö y lü n in e k elim eleri geçer. B u g ü n İn g ilizc ed en T ü rk çey e kelim e akım ı nasıl o lu y o r d ü ş ü n ü n . A) M o d e rn d ü n y a y a in tib a k etm iş o k u ry a z a r tayfası İngilizce bilm eyi adeta b ir SIN IFSA L ay rıcalık o larak b e n im se m iş, “İngilizce b iliy o rsan b izdensin , y o k sa öl cah il h e rif” tav rın d a; dolayısıyla İngilizce k elim e b ilm e k ve k u lla n m a k so n d erece “c o o l” sayılıyor. İtiraz e d e n le r olsa da h e rk e s as lın d a k a b u l e d iy o r ki İngilizce k u lla n a n la r “ü s t ü n ”, İngilizce b ilm ey en ­ ler “aşağ ı”dır. B) Ç ağdaş m e d e n iy e tin öz h a k ik i d ilin in İngilizce o ld u ğ u ­ na d a ir m u tla k b ir in a n ç m evcut: Şu n e s n e n in Ö Z adı em ail’dir, “elm ek" d e rse n an c a k tefsir o lu r, m ealen g eçerlid ir, iğ re tid ir. C) T o p lu m a yağ­ m u r gibi y ağ an yeni n e s n e ve k a v ra m la rın ezici ç o ğ u n lu ğ u İngilizce o r­ ta m d a n g e lm e k te d ir (y a n ısıra Ja p o n y a ’d a n su şi, M e k sik a’d a n fajita da g eliy o r am a az).

344

Ş im di T ü rk d ilin in h erh an g i b ir aşa m a sın d a K ü rtçe b ilm e k T ü rk dil e lit­ leri a ra sın d a yaygın bir ö zellik o lm u ş m u ? Bir prestij vesilesi sayılm ış m ı? T ü rk to p lu m u n u n ö n e m verd iğ i h e rh a n g i b ir m e d e n iy e t a la n ın d a K ü rtle r “m e d e n iy e tin asıl s a h ib i” o la ra k g ö rü lm ü ş m ü ? K ü rt k ö k e n li ü r ü n ve k a v ra m la r T ü rk to p lu m u n u istila etm iş m i? Bu so ru la rın cevabı m aalesef h a y ır’d ır. K ü rtlerin bir d ö n e m “ü s tü n ” sayıldığı tek alan m e d ­ rese eğ itim i idi; am a o ala n ın da o rta k dili K ürtçe değil A rapçadır. K ürt k ö k en li ü r ü n ve k av ram lar? A k lım a b e rd e l geliyor, h ay d i b ir de peşm erge o lsu n , b elk i b irk aç y em ek a d ı ve giysi (p o şi?) vardır. Son yıllarda K ürt m ü ziğ i d eğ er b u lm ay a b aşlad ı, o ra d a n b irk a ç k elim e geldi veya ge­ lecek tir. O kad ar.

345

KLOZET

İngilizce clo set “k ü çü k o d a”, w a te r closet, kısaltm ası W C, “içinde tuvalet ve lavabo b u lu n an kü çü k o d a”. H er türlü tuvalet-banyo odası da değil, bizde hela dediğim iz h ü cre şeklinde olanı. T ürkçe k lo zet 1990’lardan beri yaygın, alafranga tuvalet ta­ şın ın adı. Yani ayrı şey. Misal: Klozete taharet takacak m ıydık ahi? K lozet k ap ağ ı da var ayrıca. Yanlış mı? Yoo, neden y an ­ lış olsun. T ü rk çe ayrı dil, İngilizce ayrı dil. K lozet Türkçe, ö b ü rü İngilizce, o kadar, heyecanlanacak bir d u ru m yok. Şan­ sı yaver gider de yaşarsa bin sene sonra kim bilir ne acayip baş­ ka anlam lar tü retm iş olacaktır. Sade b u g ü n böyle değil, ta eskiden beri böyle. B uyurun, A rapçadan b irkaç örnek. 346

idrak: Arapçası b ir şeyin dibine veya so nuna varma; T ürkçesi anlam a. Feyiz; A rapçası taşıp dökülm e, bolluk, bereket; T ürkçesi k ü ltü r y ah u t aydınlanm a. Hazz: A rapçası kısm et, n a ­ sip, pay; T ürkçesi zevk alm a - hazzın do ru k ların d a gezinm ek var, hedonizm m anasında hazcılık bile var. Hile; Arapçası çö­ züm , çare; T ürkçesi kandırm aca. İptila: Arapçası im tihan, m ihnet, sınav; T ürkçesi özel bir tü r m anevi im tihan. İdrar; Arapçası bol sü t verm ek; T ürkçesi başka. İm la: Arapçası dik ­ te etm ek, söyleyip yazdırm ak; T ürkçesi doğru yazım . H aşm et; Arapçası uşak ve hizm etçiler g ü ru h u , maiyet; T ürkçesi u lu ­ luk. Kasvet; A rapçası acım asızlık ve gaddarlık; T ürkçesi ru h sıkıntısı. C u m h u r: Arapçası yığın; T ürkçesi ahali. Daha yüzlerce var. O sm anhlarda “Galatat Sözlükleri” diye başlı başına bir yazın tarzı türem iş, Türkçede “yanlış” kullanılan Arapça ve Farsça sözcükleri sayıp dökm ekten usanm am ışlar. Peki ne olacak? Bir kelim eyi A raplar y ah u t Ingilizler icat etti diye p aten t h ak kı ilelebet onlarda m ı kalacak? T ürkçenin kendi ihtiyaçları, kendi dil m odaları olm ayacak mı? Kelime dediğin kim kullanıyorsa o n u n m alıdır. Doğar, ge­ lişir, değişir, g ü n ü n birinde ölür. A rada benim gibi “b ak İngi­ lizcesi şöyle, A rapçası böyle,” diye ahkâm kesen ukala takım ı­ na gün doğar, o nlar da kendilerince m u tlu olur. T oplum gene bildiğini okur.^^^ 10.04.2009

122 O n u r U ras k e lim elerin y ab an cı d ild e b a şk a an lam lar k a z a n m a sın a farklı d illerd e n ö rn e k le r verm iş. K elim en in geld iğ i d ild ek i k u lla n ım ıy la gittiği d ild ek i k u lla n ım ı arasın d a n ü a n s o lm ası b ir tek T ü rk ç e y e ö z g ü değil ki. İngilizceye d e b a k a rsa n ız , F ra n sızca d e m a n d e r so ru so rm a k , İn g ilizced e talep etm ek a n la m ın a d ö ­ n ü ş m ü ş (n asılsa İn g ilizced e so ru so rm a y a tek ab ü l ed e n to a s k v ar).

347

Yine F ra n sızca a n ı an la m ın a gelen so u v e n ir, İn g ilizced e h e d iy e lik eşya o lu v e rm iş .(...) İşin g ü zel tarafı, k e lim elerin bir tek T ü rk ç e d e değil b ü tü n d ü n y a d ille­ rin d e (k e n d ile rin i e n saf sayan İzlan d aca, A rapça, Y ü n an ca o lsu n , s o n ­ ra d a n “sa fla ştırılm ış” A lm an ca, İb ia n ic e o lsu n ) ço k keyifli b ir y o lc u lu ğ u o lm u ş. T ü rk ç e k o n u şa n b izlerin şa n sı “d eğ işm iş m e ğ işm iş” , F arsçasın ın da, A rap çasın ın d a, F re n k ç e sin in de, R u ın ca sın ın da az ç o k an lıy o ru z n e re d e n geld iğ in i.

348

KITIPİYOS

Kıtıpiyos n ed ir diye sorm uş bir arkadaşım ız, sanki Gugıl bitti artık h er şeyi N işanyan’a soruyoruz. Cevabı basit. Rum ca Egyptos M ısır, E gyptios M ısırlı, telaffuzda K iptios olur. Mı­ sır’ın A rap-öncesi yerli halkına verilen K ıptî adı da buradan. Ç ingene m illetin in M ısır asıllı olduğu eskiden yaygın b ir ya­ nılgıydı. O y ü zd en eski kullanım da Ç ingene yerine Egyptios veya Kıptî denildiği olur. K ıtıpiyos b u bağlam da Ç ingene de­ m ek sanırım . Y etm işikibuçukuncu m illete şim di artık “Ç ingene” dem ek de saygısızlık sayılıyor; o n u n yerine, k endi kendilerine ver­ dikleri isim olan Rom veya R om an kullanılıyor. B unun İtal­ ya’da bir şeh ir o lan Rom a ile alakası yok. K endi dillerinde “in ­ sa n ” dem ekm iş esasen. 349

Ç ingene sö zcü ğ ü n ü n nereden çıktığı ise karışık bir konu. Batı kaynaklarına bakarsan R um cadır diyorlar. Bizans m etin ­ lerinde ilk 13. yüzyılda kaydedilen T singanos sö zcüğünü ta­ nık gösteriyorlar. Am a Rum ca bir anlam ı olm ayan bu kelim e­ n in yapı b ak ım ın d an da Rum caya benzem ediği m uhakkak. Son zam anlarda epey taraftar b u lan b ir görüşe göre sözcüğün aslı O rtaasya T ürk çesin de çığan, A nadolu T ürkçesinde çığay diye geçen kelim e olabilir; “fakir, sefil” dem ekm iş. Benim ak­ lım a da bu yatıyor gibi. Belki T ü rk çed en Rum caya, oradan ge­ ri, T ürkçeye geçiş dü şünülebilir. Kalın sesli çığan’m ince ses­ liye d ö n ü şü p arkaya da - e alm ası bu şekilde açıklanabilir. İtalyanca Z íngaro (/tzingaro/) ve Fransızca T zigane Rumcadan geçen biçim ler. İngilizce G ypsy ise aynen “M ısırlı” ya­ h u t “K ıptî” dem ek. H albuki adam ların M ısır’la alakası yok, 11. yüzyıl gibi b ir tarihte H in d istan ’dan gelm işler, A nadolu ü zerin d en A vrupa’ya yayılm ışlar. A nadolu tarih in i anlatırken, peki Alpaslan m alpaslan kadar olm asın am a, “atalarım ız Asya’dan geldi,” diye b u n u da araya eklem ek gerekm ez mi? N ereden baksan bir m ilyon vatandaş­ tan söz ediyoruz. O n ların tarihi de bu ü lk en in tarih i değil mi? İlla kılıç zoruyla gelm ek mi gerekiyor? n . 04.2009

350

Ç A TA N A

1853 yazında Rusya o zam anlar M em leketeyn ( “iki m em ­ leketler,” yani Eflak ve Boğdan) adı verilen R om anya’yı işgal eder. R usların h er an T una’yı aşıp B ulgaristan’a girm esi b ek le­ nirk en T ü rk o rd u su beklenm edik iki kontratakla b u n u en azından bir sü re geciktirm eyi başarır. 5 Kasım ’da O lteniça’da, 5 O cak 1854’te Ç atana’da T una’yı geçen T ü rk birlikleri R usla­ rı yenilgiye uğratır. Bir önceki savaşta R usların iki ayda B ulga­ ristan’ı çiğneyip Ç atalca’ya dayandığını hatırlayan İstan b u l ahalisi bu başarıları sevinçle karşılar. R usların güneye sarkm asından çekinen Ingiltere ve F ransa bu esnada zeh ir zem berek bir ü ltim ato m verip don an m aların ı K aradeniz’e gönderirler. 12 M art’ta Rusya’ya karşı O sm anh351

İngiliz-Fransız ittifakı im zalanır. İki yıl sürecek m eşhur Kırım H arbi başlar. İttifakı k u tlam a babında İngiltere T ürkiye’ye en m odern tipte iki b u h arlı gem i hediye eder. B unlardan birine O lteniça, diğerine Ç atana adı verilir. O lteniça T una’ya gönderilir, Ç ata­ na İstan bu l’da ah k o n u r, Boğaz’da b ir yukarı bir aşağı gezinip şov yapar, b ir m ü d d et İstanbul h alk ın ın dilinde dolaşır. O g ü n d en itibaren İstanbullular, Şehir F latlan’m n eski tip ufak gem ilerine y ah u t irice rö m o rk ö rlere benzeyen b uh arlı tekne­ lere çatan a adını verirler. Benim çocukluğum da hâlâ yaygın terim di. Şim di u n u tu lm ay a yüz tu ttu , Bostancı’da b ir balık lo­ k an tasının adı olarak yaşıyor. Ç atana’n ın R om ence adı Ç etate, G oogleE arth’te 44 6’ k u ­ zey 23 3’ d o ğuda görülüyor (adını yanlış yere kaydırm ışlar am a). Ç etate’n in etim olojisi de “vay canına” d ed irten cinsten, am a yetsin b u kadarı. 13.04.2009

123 C e ta te R o m en c e “su rla çevrili k e n t” veya h isa r d em ek m iş. L atincesi tabii c iv ita s (ek li h ali civitatem v b .), ki Italy an cad a c itta veya c iv itâ , Ispanyolcad a c iu d a d , F ra n sız c a d a c ité, İn g ilizced e de F ra n sız c a d a n gelm e city olur. H epsi “k e n t" d e m e k . A m a aslını d ü ş ü n ü rs e n iz , k a ste d ile n şey “su rla çevri­ li k o ru n a k lı y er"d ir. R o m en ce C e ta te (/çetatı/) T ü rk ç e d e n e d e n Ç atan a o lm u ş? O n u a ra ştırm a ­ ya ü şe n d im d o ğ rn su .

352

M EN D EBUR

Vefik Paşa (1876) “uğursuz, m üflis” dem iş; Şem seddin Sa­ mi (1900) “hayırsız, haylaz, aciz, yaram az”. K ökenini göster­ m eye teşebbüs etm em işler. TDK sözlüğünde 1945’ten b u yana hep “süm sük, sü n ep e” diye geçiyor. Farsçada m e n d b û r veya m e n d e b û r var, aynen bizdeki an­ lam da, ama ne mend bu rad a m antıklı bir anlam veriyor, ne de bûr. Ferheng-i Ziya “asıl evlat sahibi m ânâsına mendbûr olup çok evlât sahibi olanlar ekseriya perişan h âtır old uk larından bu m ânâya gelm iştir,” diye kendince bir açıklam a getirm iş, ki “halk etim olojisi” denilen hadisenin nefis bir örneği olarak zikredilebilir. M eydan Larousse (1969) aynen oradan alıp yi­ nelem iş. N işanyan Sözlüğüde (2002) onlara kanıp kö tü yola düşm üş. 353

Kilit ip ucu şu; hem Farsçada hem T ürkçede kalıplaşm ış deyim m ü flis m en d eb û r. H atta F arsçanm klasik sözlüğü Burhan-ı Katı (1648) m en d eb u r daim a m üflis’in redifidir diye özellikle belirtm iş. B akıyoruz Arapçaya, işte aradığım ız cevap orada! M uflís m in ed -debûr; “batı rüzgârıyla iflas etm iş.” Yerleşik bir de­ yim m iş. H atta “Batı rüzgârı esti, talih yıldızı b attı,” diye atasö­ zü bile varm ış. N eden? Ç ü n k ü Batı rüzgârı rüzgârların en u ğ u rsu zu y m u ş, k ıtlık ve k u rak lık getirirm iş, hatta (Tac-ül Arus sözlü ğ ü n e göre) kötülüğüyle m eşh u r olan Ad kavm ini Batı rüzgârı m ahvetm iş. Aynı kökten debr “ö lü m ”, debre “tali­ h in ters d ö n m esi” anlam ına geliyor. îdbâr da “şansını bozm ak, k ö tü letm e k ”. D ebûr, Batı rüzgârı, esasen “ark ad an veya tersten esen” de­ mek. D aha önce de değinm iştim , A rapçada y ö n isim leri “doğu = ö n ” ilkesine göre o luşturulm uş. C enup = sağ, şim al = sol. Aynı d br k ö k ü n d en dubr sözcüğü de var, bizde d ü b ü r diye ge­ çer. İn san ın arka tarafı, yani nasıl desem , maçası. 14.04.2009

354

KELİME

Arapça k elim e ve kelam ile “y ara” anlam ına gelen kelm ay­ nı k ö k ten se b u n u n felsefi anlam ı ne olabilir diye sorm uş b iri­ si, W ittg en stein ’d an filan bahsederek. M aildeşlerim in k ü ltü r ve m erak düzeyi şayet o k u r ortalam asını yansıtıyorsa vallahi işim zor, yetişm ek için daha bir fırın ekm ek yem em gerekiyor. H em en sö zlükler açıldı. KLM A rapçada fiil kökü olarak m evcut değil. Kaim (yara) ve kalîm a/kalâm (söz) olm ak üzere iki bağım sız ad ğrubu m evcut. A ralarındaki anlam bağı ü ze­ rinde d urm am ışlar. Buna karşılık Aram ice ve tb ranice KLM fiili m evcut; birin i utan dırm ak, aşağılam ak, hakaret etm ek ve yaralam ak o larak geçiyor. Yani özellikle dille yaralam ak. Ne alaka derseniz, T ürkçe söğm ek (sövm ek) ve söz keli­ m elerini b ir d ü şü n ü n derim . Eski O rtaasya T ürkçesinde söz 355

b u g ü n k ü n d en daha oturaklı b ir kelim e: Özellikle h u k u k i ve ahlaki bir so n u cu olan söz, resm i söz anlam ında kullanılıyor. Söz verm ek, söz kesm ek, sözlü (= nişanhm trak) gibi deyim lerde bu anlam ın izleri kalmış. “Bana söz söyleyecek adam da ha an asın d an d o ğm adı,” cüm lesindeki söz, m esela İngilizce­ deki w ord gibi m asum bir kelim e değil. A man who will say me a word is not yet born from his mother? Vallahi olm uyor! E söğm ek de “ağır söz söylem ek” değil mi? Ama o rtak kök var m ıdır ve oradaki /ğ/ ve /z/ seslerinin işlevi n ed ir diye so­ rarsanız, bilm iyorum , der, işin içinden çıkarım . 15.04.2009

356

KARTOTEKS

G eçen lerd e k a rto te k s k elim esin i k u llan d ım ; h em en biri yazm ış, n eced ir, b ib lio tek s gibi m i diye. E lhak d o ğ ru , b u n u n E renkçesi c a rto th e q u e ’tir, ay n en d isk o tek , sin em atek ve bib liy o tek gibi. Am a bizde h atırlad ığ ım kadarıyla en az 1970’lerin o rta s ın d a n beri k a rto te k s diye geçer. Sanayi o d a­ sın ın tasn ifin d e resm en k a rto te k s firm aları diye b ir sek tö r var. 1983 ta rih li Y ataklı T edavi K u ru m la n Y önetm eliği’ne göre de h a sta n e le rd e k a rto te k s sistem i b u lu n d u rm a k yasal z o ru n lu k m u ş. TDK sö zlü ğ ü n d e var mı? Yok tabii. Ayrıca şu n lar yok. Kar­ to tek s prog ram ı: kart katalogu yazılım ı, yüzlerce yazılım fir­ m ası var b u n u satan. K artoteks dolabı; çelik eşya sek tö rü n d e 357

geçiyor, kısaca k artoteks de diyorlar, “dört çekm eceli lüks kartoteks, su n talam kaplı” gibi. En kom iği başka. İngilizce ca rto tex diye arayınca Google’da elli k ü su r sayfa çıkıyor. Ama hepsi ya T ü rk firm aları ya da onlarla iş yaptığı anlaşılan yabancı şirketler. Yani? Evet çağdaş İngilizceye bir T ü rk katkısı keşfettik nihayet O

Başka b ir acayip T ü rk icadına da değineyim , tam sekiz yıl­ d ır kafa p atlatıy o ru m , çözem edim . A sm olen: betonarm e inşa­ atlarda taban dolgusu olarak kullan ılan yassı tuğla. Bu da en azından 60’lard an beri var (çocukluğum da B üyükdere y o lu n ­ da tuğla ve asm olen fabrikası vardı diye hatırlıyorum ). Ama asm olen kelim esi nedir, en ufak b ir ipucum yok, deli olaca­ ğım. İn tern ete bakıyorum , asm olen hak k ın d a İngilizce, Al­ m anca, İsveççe tek n ik m akaleler, ihale ilanları filan var. De­ şince h ep sin in yazarı T ü rk çıkıyor. H ayret edilecek şey ama d ö n er kebapla lo k u m kadar törkiş bir ü rü n galiba. Bırak keli­ m en in İngilizce biçim ini, karşılığı (tercüm esi) bile yok g ö rü ­ nüyor. 16.04.2009

124 K arto tek s y o k , am a TDK sö z lü ğ ü n d e 1988’d e n bu y ana k a r to te k var im iş, g ö z ü m d e n kaçm ış. D eniz Ö ğ ü t g ay et etraflı b ir m aille k a rto te k ’in d o ğ ru , k a rto te k s’in y an lış o l­ d u ğ u n u sa v u n m u ş. E vet, d o ğ ru , kartoteks im lası/söyleyişi ço k yaygın, am a ö n e rile n /d o ğ ru k a b u l e d ile n o değil d e kartotek, ki siz in yazın ızd an da g ö rü ld ü ğ ü gibi, ö z c ü ğ ü n o rijin i d e bizi oraya y ö n e ltiy o r. Belirli b ir y a y g ın lık /ısrar n o k ­ tasın a g elirse ka rtoteks de re sm ile şe b ilir elb ette am a b e n c e şu a n d a o n o k ta d a değiliz. Ö zellik le sö z c ü ğ ü n h a lk ın ilgilendiği b ir sö z c ü k değil, m ü re k k e p y alam ışlarca ve k o n u n u n ilg ililerin ce k u llan ıld ığ ı d ü ş ü n ü lü r ­ se g alat[-ı m e şh u r] sın ırı d ışın d a k alırız bence.

358

Z a n n e d e rim b ü tü n m ev zu -h a tta bu yazı d iz isin in an a ek sen i- “b en ce şu an d a o n o k ta d a ” m ıyız değil m iyiz e tra fın d a d o lan ıy o r. K lozeti, k ıtıp iy o su , m e n d e b u ru , çatan ay ı, kelim eyi k a b u l ed iy o ru z. M en k u l k e lim e sin in yeni k u lla n ım ın a itiraz ed iy o ru z. F elsefik’e g ü lü y o ru z. T u ta rsız lık m ı? Yoo, de­ ğil. D ilde yen i çık an bir m o d a n ın h a n g i n o k ta d a “o tu r m u ş ” sayılacağına ilişk in d eğ e rle n d irm e farkı sadece. İtiraf ed ey im , b e n y irm i k ü su r se n e d e n b e ri b u nesn ey i “k a rto te k s ” diye b i­ lird im , “k a rto te k " h iç ak lım a g elm em işti. G u g ıl’d an b a k ıy o ru m , h a lk ım ızın o y u d a ay n ı y ö n d ey m iş: k a rto te k s 2 5 .0 0 0 k ü s u r en try , k a rto te k 2.000 en try . K arto tek s kazan ır. 125 H o lan d a d ilin d e a s m o le n “k ü l d e ğ irm e n i” d em ek m iş, İngilizce ash m ili gi­ bi. Ö zellik le k re m a to ry u m la rd a y a k ılan ce se tle rd e n artak alan k e m ik p a rç a ­ ların ı ö ğ ü ttü k le ri tesise b u ad verilirm iş. Bir alakası olab ilir m i, acaba sa n a­ yi k ü lü n d e n y ap ılan b rik e t filan gibi m i diye y ıllar ö nce b ir m aild eşim le fi­ k ir cam b azlığ ı y ap m ıştık . Bu y a z ın ın y a y ım ın d a n so n ra n e le r geldi neler, İn g iliz A sh m o le an firm asın ın a d ıd ır diyen m i istersin iz, “assim ilated s to n e ” diye in d u s trio -lin g u is tik k a v ra m la r ö n e re n m i, so d y u m k a rb o n a t m o le k ü ­ lü n d e n sö z e d e n m i... O ysa b u a d ın m an tık lı b ir kaynağı v arsa tu ğ la n ın h a m m a d d e sin e veya im a­ lin e değ il İŞLEV İNE ilişk in b ir şey olm alı diye d ü şü n m e liy d im besbelli. Ö yley m iş. İlh a n A rı yazm ış: G en iş ala n la ra tavan y ap a rk e n d ü z d ö şe m e y e rin e ço k say ıda in ce k iriş­ ler k u lla n m a k , araları da b o ş tu ğ la ile d o ld u rm a k d ah a e k o n o m ik olur. A sm olen ile h e m b u b o şlu k la r d o ld u r u lu r h e m de asm o le n b u in ce k i­ rişle re k a lıp gö rev i g ö rü r. Bu şe k ild e y ap ılan d ö şe m eler a s m a le n to tabir edilir. A sm o-len, asm a le n to d a n tü retilm iş ticari b ir m arka imiş. L ento F ransızca lintenu’d a n , İngilizcesi de lintel: K apı ü z e rin e k o n a n taş veya b e to n arm e kiriş.

359

LING UA FR ANCA

O sm anlı d o n an m asının dili T ürkçe değildi, hele “O sm anlI­ ca” hiç değildi, Italyancaydı. D aha doğrusu İtalyanca ağırlıklı b ir tü r deniz T arzancası olan Lingua Franca idi, yani F re n k D i­ li. K ozm opolit b ir piyasada anlaşm aya yarayan kırm a dillere dilbilim ciler pidgin adını veriyor. Bizdeki K apahçarşı turistçesi (“hey m adam v an t epıl ti?”) tipik pidğin’dir. Bu da öyle. Karı koca K ahane’lar ile rah m etli A ndreas Tietze’n in 1960’larda hazırladığı m ükem m el bir Lingua F ranca sözlüğü var.^^^ T ü rk çed e bildiğiniz (ve bilm ediğiniz) b ilu m u m deniz­ cilik terim lerin i d idik didik etm işler, Bizans R um casm dan A rap argosuna, G üney F ransa lehçesinden C ezayir korsanları­ n ın belgelerine k adar izini sürm üşler. F renk D ili’n in halen ya­ şayan k alın tıların d an b u y u ru n birkaç örnek: 360

Yelkenler m ay n a edilir, fora edilir - am a g ran d i yelkeniyle lıalrafingo beraber açılır mı, o kadarını b i l m e m . G e m i ba.’(•n alarga (al larga, açıkta) d u ru r, bazen iskele alab an d a (scala alla banda) eder. D em ir m anivela ile vira edilir. G üverteden (füvertâ) kıç k asarasın a (cassaro) çıkılır. D üm en (tim ón) ki­ nin. V ardiya (guardia) bekleyip pu su lay a (bussola) bakılır. Alesta (al lesta) d u ru p m ola (m olla) edilir. Başka gem i görütıee flam a ve b a n d ıra (bandéra) açılır. Bazen fortunaya (yani kadere) yenilip alab o ra olunur. Balıkçılık başka. T û rkçedeki balık ve balıkçılıkla ilgili keli­ m elerin h em en hepsi R um cadan gelir. Rum ca, belki biliyorsu­ nuz, İtalyancadan ayrı ve alakasız bir dildir. G em icilikle balık­ çılık da iki ayrı m eslektir. Belli ki birincisi A kdeniz çapında daha k o zm opolit b ir k ü ltü re sahipm iş. İkincisi ise, ta 195060’lara dek bizim yerli R um ların uzm anlaştığı bir yerel sektör­ dü. İstanbul so kaklarında yarı R um ca yarı T ürkçe “sk u m ri ta­ ze,” diye bağıra bağıra geçen balıkçıları ben hatırlıyorum . Taze’n in a’sı kısa e’si u zu n söylenecek ki tam olsun. 17.04.2009

126 H en ry & R enée K ahane an d A ndreas T ietze, The Lingua Franca in the Levant: T urkish N autical T eim s o f Italian and G reek Origin, L eiden & U rb an a 1958. 127 Ali C evat A k k o y u n lu h em e n ay d ın latm ış: (...) g ra n d iy le b ab afing o b irlik te a çılır, h a tta k o n tra babafin g o y la velena bile ay n ı z a m a n d a h isa edilir. T ab iî b ü tü n b u n la r d em ir fu n d a o ld u ğ u n ­ d a y a p ılm a z , y o k sa re d a n sa la r k o p a r.

361

BEREKET

Eski Babil’in dili olan A katçada b irk u ve b u rk u “diz” d e­ m ekm iş. İbranice b erek , Süryanice b u rk â aynı anlam a geliyor. Eski H abeşçesi de b ırk . G eçen sene Etiyopya’da Y em rehanna K risdos m an astırında m isafir kaldığım günlerde H abeş yazısı­ nı çat p a t okum ayı öğrendim . G ö rü n tü d e bizim Erm eniceye benziyor am a yapısı da m antığı da alakasız. T oplam 119 harf var. Bir A tatü rk çıksa da H arf D evrim i yapsa diye bekliyorlar. Dağıttım gene konuyu, toplayalım. Bahsini ettiğim sözcükten türeyen İbranice berâkah, Aramice eril berâkâ veya dişil berâketâ “diz çökm ek” anlam ında. Aynı zam anda, bir kişi veya tanrı ön ünde diz çöküp dua etm e eylem inin adı.^^® Özellikle Sami ve Doğu Akdeniz toplum larm da kadim bir davranış biçim idir, bili­ yorsunuz. Mesela antik Roma’da böyle bir jest pek kaydedilm e­ miş, sonradan Hıristiyanlık’la birlikte Şark’tan öğrenmişler. 362

A rapçada bu fam ilyadan “diz” anlam ına gelen bir kelim e yok, am a m esela b ü rû k var: “devenin diz çökm esi” ya da “in ­ san ın deve gibi diz çöküp ellerini öne koym ası”. B ereket ise K uran’da “A llah’ın verdiği nim et, bolluk, verim lilik” olarak geçiyor. Acaba b erek et d u ası deyim i esasen d u an ın yapılış bi­ çimine ilişkin bir ad iken d u an ın konusuna veya sonucuna kay­ m ış desek çok yanılır mıyız? A rapçadaki diğer türevler kelim enin b u ikincil anlam ından h areket etm iş. T eb rik “birine n im et ve bereket dilem ek”, T ürkçesi “Allah iyiliğini v ersin ” dem ek. M ü b arek de “bolluk ve b ereket sah ib i”. İngilizceleri to bless ve blessed.^^^ 18.04.2009

128 S ü ry an i b ir o k u ru m S û ry an iced e ay n ı k ö k te n g elen k elim eleri saym ış: B erek et k elim esi T ü rk ç e d e k u lla n ıld ığ ı şe k ild e za n n ım c a S üryanice eşan lam lı b a r a e k h ’d an (k u tsa m a ) geliyor. B ro k o ise diz çökm e. ABD b a ş k a n ın ın B a rack ism i de aynı k ö k e n d e n . S ü ry an ice evlen m e m era sim i­ n in adı d a b ro k h o (k u tsa m a ) o lu p , ay n ı k ö k e n d e n gelm e. S ü ry an i k ili­ se le rin d e k â h in in k u tsa d ığ ı ve k ilise ç ık ışın d a k ü ç ü k p arçalara b ö lü n ü p d ağ ıtılan ek m eğ e d e b o r u k h th o (b e re k e tle n m iş ) deniyor. S ü ry an ice, A ram icen in MS 3. y ü z y ıld a n itib a re n H ıristiy an k ü ltü rü çerçe­ v esin d e g elişen ve E stran g elo alfabesiyle y azılan biçim id ir. T ıpkı İbraniced ek i gibi b u d ild e de se rt se ssiz lerin (p, t, k ) k e lim e için d e ve s o n u n d a p e l­ te k le şe re k ph, th, kh h alin i aldığı g ö rü lü y o r. T ü rk ç e b e re k e t’in S ü ry a n iced en d eğ il A rap ç a d a n alın d ığ ı m u h a k k a k tır. A m a A rap ça sö z c ü ğ ü n “k u tsa m a ” a n la m ın d a S ü ry a n iced en veya b ir başka A ram i le h ç e s in d e n ik tib as ed ild iğ in i sö y le m e k h e rh a ld e y anlış olm az. 129 İk tisatçı P r o f Sel D ib o o g lu A ntakya A ra p ç a sm d a n ö rn e k verm iş: “B erek et” ile ilgili yazılı o k u y u n c a a k lım a ç o c u k lu ğ u m g e ld i... A n ta k ­ y a’da A rap ça k o n u şa n k ö y lerin b a z ıla rın d a “o tu r m a k ” a n la m ın d a “berek e ” k e lim e si k u lla n ılırd ı am a b u n u n k ö k e n in i b ilm iy o rd u m . Yazınızı o k u d u k ta n so n ra A rapça sö zlü ğ e b a k tım , h a k ik a te n b erek e dİj j k e lim e ­ si sö z lü k te y o k . F a k a t d ü ş ü n d ü ğ ü m d e bizim k ö y lerd e b erek e d a h a çok diz ç ö k ü p o tu rm a k an lam ın d a k u lla n ılır. D aha da ilginci, b u k ö y le r b e n ­ ce S ü ry a n i k ö k e n li k öy ler am a S ü ry a n ic e a rtık kaybolm uş.

363

BOYOZ

İzm ir’in alam eti farikalarm dandır, bol yağlı bir tü r katm er h a m u ru n d a n yapılm ış çörek. İstan b u l’daki en yakın m uadili açm a herhalde. Y ahudi işi o ld u ğ u n u İzm irliler bilir. Zaten İz­ m ir k ü ltü rü n d e özgün olan ne varsa Y ahudilerden ya da Lev an ten lerd en kaldığı da kim senin m eçhulü değildir, bayrakçı bayanların kulağı çınlasın. Ladino adı verilen Y ahudi Ispanyolcasm da bu boyoz çoğul kelim e, tekili boyo, çörek. N edir acaba diye d ü şü n ü rk e n , aa, b enim N ew York’u n H ispanik m ahallesinden bildiğim bollo değil mi? Yuvarlak, ufak ekm ek ya da çörek. O radaki Portoriko lu lar kelim eyi başka m anada da kullanırlar, bilen bilir; 125. sok ak tak i b ak k alın tezgâhtar kızına “ver b ir bo llo ,” derdim , 364

k ikirik olurdu. İspanyolca çift L harfi /y/ o k u n u r, yani telaf­ fuzda b ir fark yok. H uy olm uş b ir kere, kurcalam asam olm az. İspanyolca keli­ m enin aslı ne diye baktım . Latince çıktı, b u lla “to p ”. Bir sürü alakasız yerde karşım ıza çıkan bir kelim e. F ransızların m eş­ h u r gülle o y u n u vardır, boule, oradan. İngilizce b u lle t “lop­ ç u k ”: tabanca m erm isine verilen ad. İlk çıktığında b u n lar 3-5 santim çapında harbi güllelerdi, ağızdan dolm a tüfeklere u y ­ gun. P apalık ferm anlarına da b u lla deniyor Latince, m eğer fer­ m an ın dibine iple bağladıkları top şeklinde m ü h ü r m u m u n u n adıym ış, bilm ezdim , b ir o k u ru m öğretti. B unun ufağı “k ü çü k ferm an, bild iri” anlam ında b o lletin o , F ransızca b u lletin , o k u ­ n u şu /b ülten/. İlk kez 1797’de N apolyon’u n m eşhur İtalya se­ feri sırasında h er gün savaş cephesinden Paris halkına gönder­ diği pro p ağ an d a bildirilerine bu ad verilm iş. M odern p ro p a­ ganda san atın ın ilk ö rn ek lerin d en biri sayılır. A skerin h ü k ü ­ m eti atlayıp d o ğ ru d an halka hitap eden bildiriler yayım lam a­ sı da o zam ana k adar görülm em iş küstahlıklardand ır. 1935 dolayında iyi saatte o lsu n lar b u kelim enin de aslında Öz O rtaasya T ü rk çesin d en geldiğine kanaat getirip b elleten sözcüğünü icat etm işti. T ü rk T arih K u ru m u ’n u n derğisi yıllar­ ca b u isim le çıktı. Belki hâlâ çıkıyordur, kim bilir. 20.04.2009

365

HAŞIRT

İlm î takılanlar zırt, tak, şangır, co zu r gibi kelim elere ono­ matope diyor, Türkçesi de “yansım a sesler” y ahut “ses yansı­ m alı kelim eler” imiş. B unları öyle doğadan çıkm a şeyler san­ m ayın sakın. T ürkçe o nom atopelerin adeta kim ya form ülleri ya da m ü zik notaları gibi acayip derecede form el bir yapısı var. T ak sö zcü ğ ü n ü al: sert b ir şeye sertçe vu rm a sesi. O kadar sert olm asın, hafifçe v u ralım dersen tık olur. B u r/d a k i a/ı k u ­ ralı b ü tü n sistem de geçerli: şap güçlü, şıp zayıf, çat güçlü, çıt zayıf, b ar b ar b ağırılır am a b ir b ir k o n u şu lu r, p at k o rk u tu r, p ıt ü rk ü tü r. K afadan o tu z -k ırk tane daha sayabiliyorum . De­ m ek ki herkesçe b ilin e n am a form üle edilm eyen b ir kural var ortada. 366

Tak sesini biraz b u lan d ırıp alacalı hale getirelim desen ta­ kır olur. Aynı m antıkla tık’tan tık ır var, şap/şıp’tan şap ır/şıp ır var, ç a tır/ç ıtır var, p a tır/p ıtır var, cazır/cızır, fısır, hap ır, lık ır var. Ama k ö k sesin kendisi /r/ ile bitiyorsa çifte kavrulm uşu 1x1 değil, 71/ alıyor: şar > şarıl, fır > fırıl, h o ru l, zırıl, cırıl, m ırıl vesaire. T akır k em ik gibi oldu, araya biraz esneklik, biraz rezonans katalım desek tan g ır deriz. T ın g ır da var, şangır, h ü n g ü r, zın ­ gır, lan g ır hep aynı m antıkla yapılm ış. Buna karşılık, eğer orla ses /k / değil de /t/ ise, esneklik sağlayan ilave ses de /n / de­ ğil, 71/ oluyor: p atır > p a ld ır, k ü tü r > k ü ld ü r, çıtır > çıldır. Langır lu n g u r devam eden bir sesi aniden kesiveren - t h a­ disesi var: zır u zar gider, am a z ırt biticidir. C ozur sürer ama co zu rt haşindir. Bazı yapım ekleri sadece onom atopelerde görülür. Mesela ta k ırd a m a k , g u ru ld a m a k , h ö p ü rd e m e k vesairedeki -d a m akZ-dem ek eki b u n d an başka hiçbir yerde kullanılm az. İsim yapan - t i eki ancak - i r veya - i l ile biten çift heceli onom atopelerde g ö rülüyor (ta k ırtı, şarıltı, g ü rü ltü ...), bir de - n ile biten d ö n ü şlü fiillerde (g ö rü n tü , ak ın tı, ü z ü n tü ...). Öztü rk çü lerin b u çeşit teferruata ayıracak p ek vakti olm adığın­ dan, akıllarına estiği gibi türevler yapm ışlar, belirtiydi, çözel­ tiydi, d o ğ ru ltu y d u derken T ü rk çen in ek sistem ine ciddi hasar verm işler. .

367

21.04.2009

MAKRAME

TDK’ya so rsan “m akrom e”, Fransızcası da macremé imiş: “kalın iplikle elde ö rülm üş iş”. N erden tu tsan yanlış: bir kere, T ürkçesi m akrom e değil m ak ram e, F ransızcası da m acram é. 1990’larda T ürkçeye ğirm iş bir kelim enin F ransızcadan alın­ m ası akla ziyan, Inğilizceden alındığı belli. Ü stelik elde örü l­ m esi şart değil, piyasada m akine işi tonla m akram e var. Vatanm illet ğoyğoyu yapacağına işini d üzğün yap dese biri haklı ol­ m az mı? Bir önceki satırda m akram a deyip m a h ra ı/a m addesine gön­ derm e yapm ışlar, “bazı bölgelerde kadınların m anto üstüne giy­ dikleri geniş işlemeli ö rtü ” diye. Bundan da uyanm am ışlar. Kalın iplikle yapılan örgü işi anlam ında m akram e, sanırım , so n 30-40 yılda m oda oldu. İngilizceye F ransızcadan alınm ış 368

labii am a Fransızca esas eski anlam ı başka; “h er türlü dantel, tığ işi”, özellikle de kenarı dantelli m endil veya el havlusu. Fransa’ya 19. yüzyılda İtalyancadan gelmiş, Italyancası da “oya işlem eli m endil veya h av lu ”. O nereden gelirm iş? Tabii ki Bursa’dan. Ya sözcük? O da Türkçe. B akıyoruz M eninski sözlüğüne, doğru yazım m akram e, halk arasında m ahram a denirm iş, “m endil, ter bezi, el havlusu, destm al” dem ekm iş, sene 1680. Yapıca Arap kökenli bir kelim eye benziyor am a Arapça sözlüklerde yok. Miqrâm ve maqârim var, “işlem eli perde ve yatak ö rtü s ü ” anlam ında, qarm, yani “oym ak, kem irm ek” fii­ linden. N asıl ki oym aktan oya, öylece qarm ’dan m iqram m antıklı duruyor. Ama m akram e tabiri T ürkçede mi türem iş, yoksa A rapçanm u n u tu lm u ş bir köşesinde varm ış da oradan mı alınm ış, on u çıkartam adım . D em ek ki neym iş? A rapçadan Türkçeye, oradan kalyaya, oradan Fransaya, oradan A m erikanyaya, oradan da son yıllar­ da aslını u n u tm u ş olarak gerisin geri Türkçeye. H em de h er aşam ada k ab u ğ u biraz kalınlaşm ış, anlam ı biraz kaym ış ola­ rak. O tu r, film gibi izle; o kadar ilginç b ir macera. 22.04.2009

369

MERYEM

Köşeyazarlığı m esleği acayip iş. Şaşılacak kad ar candan m ek tu p lar alıyorum . İnsanlar kalplerini açıyorlar, hayallerini ve k u şk u ların ı anlatıyorlar, olm adık k o n u lard a tavsiyem i so­ ruyorlar. Bazen m ecbur, G üzin Ablalığa soyunuyorum . H er­ kese cevap yetiştirem ediğim için kahroluyorum . G eçen ğün biri yazm ış, sanırım K aradeniz Bölğesi’nden, yeni doğan kızına Rum ca isim koym ak istediğini söyleyip fik­ rim i sorm uş. Ağır so ru m lu lu k , ama pas ğeçm eyi de ğururum a yedirem edim . M aryam adını önerdim . H em /T ü rk çe karşılığı var, hem sanki M eryem ’in biraz “m o d ern ”/alafranga versiyo­ n u gibi duru y o r. Yarın ö b ü r gün soran olursa kıvırtabilirsin. T ah m in lerim izin aksine orijinal M eryem İsa’n ın annesi olan M aryam değil, M usa’n ın kızkardeşi olup T evrat’ta kadın 370

peygam ber (nabîyâh) olarak adı geçen M iryâm . A dının anlam ı çok tanışılm ış. İbranice MRH veya MRY k ö k ü n ü n bir anlam ı “isyan”, diğer anlam ı Arapça mırra gibi “öd, acı, zehir”. Böyle isim olm az diyenlere göre isim ibranice değil eski M ısırca mry olm alı, yani sevgili veya sevilen, hatta m ry-am un, yani tanrı A m un’u n sevdiği. M usa ve ailesi M ısır’da doğup büyüdüğüne göre bu da yeterince m akul görünüyor. İsa’n ın annesi olan M eryem ilk adaşından bin k ü su r yıl sonra yaşam ış. A dının M iryâm değil fetha (yani pattah) ile M aryam olm ası A ram ice etkisi gösterir diyorlar; zira bu tarih­ te Y ahudistan ahalisi İbranice konuşm ayı çoktan un u tm u ş, on u n la akraba am a ayrı bir dil olan A ram iceyi benim sem işti. Incil’de M eryem ’in adı kısaca ve yüzeysel olarak geçer. H ı­ ristiyan inan cın d a önem li b ir yer kazanm ası ikinci yüzyıl baş­ larında A nadolu’da, özellikle de bizim Efes civarında gerçek­ leşm iş görünüyor. 23.04.2009

371

TEHCİR

Bazı detaylar vardır, yüz defa bakar görm ezsin, fark edince de h ayret edersin daha önce nasıl atladım diye. A rapçada te h c ir yok. D aha doğrusu var da, alakasız bir m arjinal kelim e, “sabah güneş doğm adan yola çıkm ak” de­ m ekm iş. O sm anlıca sözlüklerde geçm iyor. G eçen yüzyıl baş­ larında piyasada olan belli başlı d ö rt sözlükte (Vefik Paşa, R edhouse, Şem seddin Sami ve Naci) bu kelim e yok. 1915’te T ehcir K anunu çıkardılar diye y a y n ış koca koca tarihçiler. K anun m etn ini okuyorsun, böyle b ir kelim e geçmi­ yor. “N ah belge!” diye gösterdikleri telgrafnam elerde vesairede yok. O günlerde çıkan gazetelerde yok. N orm alde susm uş­ lar, m ecb u r kalınca sü rg ü n dem işler, “ahar m ahalle nakil” de372

inişler, am a tehcir dem em işler. D ü şü n ü rsen tehcir diye b ir KAVRAM da yok. H icret ettirm e ne dem ek? in san göçse ken­ di göçer. G öçm eyip de zorla gönderirsen T ürkçede b u n u n adı­ na sü rg ü n etm ek derler. Ö bür tü rlü sü bildiğin kıvırtm acaya girer: h an i biz ö ld ü rm ed ik “etkisiz hale getirdik,” öyle. K elim enin bird en b ire ortalığa dökülüverm esi 1918’in Ka­ sım ayıdır. Ittih at-T erak ki d ik tatö rlü ğ ü n ü n yıkılıp m uhalif ga­ zetelerin çıkm aya başladığı, m illetin gözü ö n ü n d e olup biten hadisenin DEHŞETİNE aydığı ğünler yani. O layın özü psiko­ lojik sanırım . A niden yüzleşm ek zo ru n d a kaldıkları cinayete isim v erm ekten ü rk m ü şler, iğneciye ğötü rü len çocuklar ğibi ürperm işler sanki. T ürkçede varolm ayan ve ğerçek bir anlam ifade etm eyen bu garip, egzotik, tek kullanım lık kelim eyi, şo­ ke edici hak ik atle aralarına kalkan gibi koym uşlar. İnsanoğlu b ir y erd en sonra şoku taşıyam az; rahatsız edici gerçekten kaçm ak için olm adık savunm a m ekanizm alarını h a­ rekete geçirir. Ya h akikat algısını kaybederek delirir. Ya da o h akik atten kaçm asına yardım eden herhangi bir şeye veya ki­ şiye akıldışı b ir tu tk u yla sarılır. Şu “Ç ılgın T ü rk le r” hadisesini b ir de b u y önden ele alm ak gerekir belki. 24.04.2009

373

LAF

M em leketin b ir uzak köşesindeki ilkokul öğretm eni yaz­ m ış, ders k itab ın d a söz sö zcü ğ ü n ü n eşanlam lısı laf diye yazı­ yor, ço cu k lar itiraz etti, k arar verem edik, ne dersin diye. Ne diyeyim , im kân olsa da o k u lu n u za gelip b en de tartışm aya katılsam ne güzel olur, d em ek ten başka? O kadar saf, içten, yü­ rek ten so ru lar geliyor ki bazen doğal ukalalığım dan u tan d ı­ ğım oluyor. İki kelim enin eşanlam lı olup olm adığını sınam ak için cüm ­ le içinde birin in yerine ötekini kullanabiliyor m u su n u z diye bakın, en kestirm e yolu b udur. Birine söz v e r m ^ olur ama laf verm ek olmaz; sözlüyüz, evleneceğiz olur am a lallıyız olmaz. Söz kesm ek vardır am a laf kesm ek yoktur. Sözcük sözcüğüne 374

çP/lUVMİJ

alışük am a lafçık olmaz. Laf salatası tam am ama söz salatası yo iç. Dem ek ki eşanlam lı değilmiş. Buna karşılık, sö zü nü esirgem ez = lafını esirgemez. Bana söz gelm esin = laf gelm esin. Sözde adam = lafta adam. Sözü m ü o lu r = lafı mı olur. D em ek ki KISMEN eşanlam lıym ış, o kadar basit. Söz T ürkçe, laf Farsça, kökende eşdeğer kelimeler. Ama Farsça laf T ürkçede evrilm iş, özellikle “boş söz” gibi bir nüans kazanm ış. A rapçası kelim e; bu da T ürkçede Arapça aslından daha dar bir anlam a sıkışm ış. Arapçada, tıpkı Türkçe söz gibi “genellikle tek fikir anlatan kısa ifade” dem ek; W ehr sözlüğü “w ord, speech, address, utterance, rem ark, aphorism , saying, brief an n o u n cem en t” diye sıralam ış. Oysa Türkçe kelime “bir leksikal b irim ” dem ektir; söz b u n u karşılam aya yetm ediğin­ den, sözcük diye ayrıcana bir karşılık bulm ak gerekm iştir. Fransızca söz, parole. Türkçede ise parola “özellikle askeriyede kullanılan gizli tanıtm a sözü” dem ek. Ispanyolcası palabra; bize Yahudi Ispanyolcasından palavra diye gelmiş, “gerçek karşılığı olm ayan abartılı söz” gibi bir anlam kazanmış. Kıssadan hisse: dil, hakiki eşanlam lıları sevmez. Eşanlam lı kelim eler b u ld u m u, ne edip edip h er birine ayrı özel anlam 375

1ar yüklem eyi başarır. U zun vadede kelim elerin anlam ı m u tla­ ka ayrışır. D em ek ki; ne kad ar çok kelim e, o kadar zengin dil, o kadar bol nüans. “Yabancı kelim eler girdi dilim iz fakirleşti,” diyenlerin ağ­ zın d an çıkanı kulağı duym uyor. 25.04.2009

130 T ü rk ç e d e b ir değil iki ayrı p a la v r a var. Fevzi Barış Ç ın a r h atırlatm ış: D en izcilik terim i o larak p alav ra'n ın “eskiden h arp gem ilerinde topların b u lu n d u ğ u g ü verteye v erilen a d ” gibi b ir anlam ı var. P alavranın da T o p u n d a atılan b ir şey o ld u ğ u n u d ü ş ü n ü rs e k , b ir bağlantısı olabilir m i acaba? M e c b u re n o tu r u p a ra ştırd ım , ş u çıktı: İtaly an ca ballauro “eski g e m ile rd e to p la rın y erleştirild iğ i iki y an d ak i p la tfo rm ” < L atin ce b allatorium “y ü rü y ü ş yeri, gezm e y e r i.” (K ahane & T ietze, The L ingua Franca in the Levant, s. 85). T ü rk ç e si palavra şe k lin d e 1 5 6 3 ’te n itib are n k ay d ed ilm iş. R um cası ballavro/balavri ve balatüro diye geçiyor. Y ahu d i tsp a n y o lc a sın d a n 20. yü zy ıl b aşla rın d a alın m ış o la n öteki palav­ rayla alak ası o lm ad ığı m u h a k k a k .

376

M AGAZİN V|V-

A rapça x azn depolam ak. X azîna (hazine) depo dem ek, illa kıym etli eşya deposu olm ası şart değil. M axzan (m ahzen) de aynen öyle, b ir şey depolanan yer. B unun çoğulu m axâzin, ya­ ni depolar. O radaki x gırtlaktan gelen hırıltı sesi, İngilizcede­ ki /k s/ değil yani. (Bir ara h atırlatın da Arapça çoğulları çalışa­ lım: m en b ad an m enâbi, m ahkem eden m ehâkim , m eclisten m ecâlis, m ed in ed en m edâyin vb.) A vrupa d illerine özellikle 12. yüzyıl sonu ile 13. yüzyılın b aşların da h atırı sayılır sayıda A rapça kelim e alm ışlar. H em ilğinçtir, en çok ticaret, gem icilik, sanayi ve teknoloji alanında alm ışlar. D em ek ki bu alanlarda A rapları k endilerind en ü stü n görm üşler: n ered en nereye! 377

M agazin b u n lard a n biri. İlk önce V enedik Italyancasında z u h u r etmiş: “G em ide ticari m alların depolandığı am b ar.” S onradan anlam ı alm ış başını ğitm iş. Fransızca m agazin veya m agasin, 19. yüzyılın ilk yıllarından itibaren “çeşitli m alların satıldığı am bar ğibi d ü k k â n .” Inğilizce m agazine, esasen “de­ po, özellikle askeri m ü h im m at d ep o su ,” sonra 1731 yılında çıkm aya başlayan Gentlem an’s M agazine (“Beyefendinin C ep­ h an esi”) adlı dergi sayesinde “g üncel konulara değinen resim ­ li m ecm u a.” Bu so n u n cu su n d a n türeyen kelim elerden e-zine bile var, netçi tayfası bilir. T ürkçede m ağaza ta 17. yüzyıldan beri kaydedilm iş, d eniz­ ci dili aracılığıyla İtalyancadan alınm ış. Daha do ğrusu, m u h ­ tem elen İtalyanca sözcüğün R um ca çoğulu olan m ağaziâ b e­ nim senm iş. Ö nceleri ğem ide ticari m allar am barı, 18304 0 ’lardan itib aren Galata rıh tım ın d a ithal m alların satıldığı d ü k k ân ların adı. M agazin ilk kez 1930’larda “resim li m ecm ua” anlam ıyla beliriyor, TDK sö zlü ğ ü n ü n 1945 basım ında var. D iğer anlam ı yanlış h atırlam ıyorsam 1970’lerden itibaren türedi: “Ü nlü ki­ şilerin özel hayatına ilişkin ğazete ve televizyon h ab e ri.” Bu so n u n cu su T ürkçeye özgü, benim bildiğim başka dillerde m evcut değil. İngilizcede m esela magazine news diye b ir şey yok, magazine article deyince de gayet ağırbaşlı b ir bilim sel m akale olabilir pekâlâ. Özetle: m ahzen, m ağaza, m ağazin aynı ailenin çocukları. Başka m u h itlerd e büyü m üşler, so n rad an karşılaşınca birbirini tanım am ışlar bile. 27.04.2009

378

BOŞGEZENYAN

T arih d o k to rası yazm ak için b akir k o n u m u arıyorsun, al sana konu: O sm an h E rm enilerinde soyadı devrim i. Tam ta­ rih lerd en em in değilim am a galiba 1820’lere dek E rm enilerde (tıpkı T ü rk lerd e old u ğ u gibi) soyadı p ek yok. Ta eski zam an ­ lardaki bey h a n e d an ların ın soyadı var, G am saragan, B agratuni, K nuni, E lorhoruni, M am igonyan gibi. Ama O sm anh dev­ rinde tip ik olan, Sivash Agop oğlu T opal K rikor cin sin d en künyeler. D erk en 1830-40’lara d oğru b ü tü n E rm enilerin b ir­ den soyadına k av u ştu ğ u görülüyor. N asıl oldu? N eden ih ti­ yaç d u yuldu? Kim k arar verdi? Nasıl uygulandı? Vallahi b il­ m iyorum . Biri araştırsa da öğrensek. H em belki T ü rk m o ­ dernleşm esine de ilginç bir ışık tu tar, yeni bir bakış açısı sağ­ lar, kim bilir. 379

o devirde ben im senen so y ad lan n ın yaklaşık ü çte biri T ürkçe m eslek adıdır, bir o kadarı da yine T ürkçe lakap. M es­ leklere örnek: Terziyan, D ökm eciyan, Baklaciyan, Pekm ezciyan, Saraçyan, K em ankeşyan, K antarciyan, H attatyan, Pastırm aciyan, M uskaciyan, N albantyan, O zanyan, H anciyan, Püskülciyan, Ç ırakyan. Lakaplar daha da renkli: Ağacanyan, Çulsuzy an , Ç olakyan, K abadayiyan, K em iksizyan, K em kem yan, Sam urkaşyan, Tazegülyan, Kısacıkyan, K eloğlanyan, Keram etliyan, Ingilizyan, T orlakyan, T oram anyan, Terlem ezyan, B oşgezenyan (vallahi var, 1914 M eclisinde H alep m ebusu). F etvaciyan m eslek m idir, lakap m ıdır çözem edim . Bir m iktar m em leket adı var (G ürünliyan, V anilyan, E dincikliyan vb.) Bir kısm ı da E rm enice baba ve ata adından türetilm iş (Margosyan, Sarkisyan vb.). H em en hem en tü m E rm eni soyadları bu d ö rt g ru p tan b irin e giriyor. 20. yüzyıl b aşlarının daha m illiyetçi o rtam ında T ürkçe so­ y adlarını Erm eniceye çevirenler de olm uş. M esela Sevortiyan gö rü n ce b ilirsin ki ash K araoğlanyan’dır, V osgeriçyan da Kuyum ciyan. Yan h em en h em en b ü tü n H int-A vrupa dillerinde karşım ı­ za çıkan aidiyet sıfatı eki. Earsçada, H intçede, Y unancada, La380

tincede aynen m evcut. İngilizce Ualian (İtalya’ya m ensup), Parisian (Paris’e ait), Edwardian (E dw ard’a ilişkin) sözcükle­ rindeki ek aynı ek. “O ğlu” dem ek değil, o züm reye m ensup yah u t ait dem ek. 28.04.2009

381

BO N U S MAKALE: NASIL SÖZLÜKÇÜ OLDUM?

Askeri cezaevinde vakit nasıl geçer? 1986’da Ali N esin’le beraber vakit öld ü rm ek için T ürkçedeki A rapça kelim elerin köklere göre d ö k ü m ü n ü yapalım dedik. Kitap, kâtip, m ektup, m ektep. İlim, alim , m alum , m uallim . Şekil, eşkal, teşkil, te­ şekkül. Velet, evlat, valide, tevellüt. Birkaç hafta çok eğlendik, ufk u m u z gelişti, zihnim iz açıldı. Ç ıktıktan sonra b u n u kitap yapm ayı d ü şü n d ü k , am a tabii kısm et olm adı, öyle kaldı. Za­ ten Ali’n in niyeti başka, benim sab ah ak şam kaçış p lan ları y ap m am d a n feci ü rk ü yor, aklım ı başka yere çelm ek için yap­ m ayacağı m arifet yok. Sonra 1989’du galiba, bir so h b ette T ürkçedeki Rum ca keli­ m eler k o n u su açıldı. O tu rd u m , 200-300 k elim elik b ir liste yaptım . N eler yok ki? Fesleğen, hülya, k u tu , an ah tar, avlu, bi­ 382

ber, sınır vs. O liste elden ele dolaştı. K ay n ak m ay n ak b e lirt­ m eden gazetelere bile çıktı. E dedik, d e m e k ki insanlar bu ko­ nulara m eraklıym ış. Esas zihnim i ateşleyen olay 94’te Yanlış Cumhuriyet'i yazar­ ken dil devrim i h ak k ın d a d ü şü n m ek o ld u . A dam lar diyor ki, T ürkçe “halk d ili” Ö ztürkçedir, dolayısıyla dilim izden yaban­ cı kelim eleri atarsak yazı dili halk d ilin e yaklaşır, M em o ile İbo daha güzel anlarlar. Bre kelek, M em o ile İbo da A rapçad ır diye başladım . Sonra T ürkçe’nin en gündelik katm anına girm iş olan yabancı kökenli kelim elerin listesini çıkarm aya gi­ riştim. Yanlış C u m hunyet’in işi bitince d e b u n u b ir sözlük h a­ line getirm eye k arar verdim . Siyasetten ilm e D em ek ki neym iş? İdeolojik b ir h ırs la işe girişm işim . Baş­ taki niyetim de zaten o kadar iddialı bir şey değil, T ûrkçedeki p opüler yabancı asıllı kelim eleri dö k m ek , o kadar. 1995 yazında başladım , dört-beş sen e boş vakit buldukça bu n u n la oyalandım . Yavaş yavaş k o n u çatallaştı. Arapça keli­ m eleri dök m ek yetm iyor, b u n ların b irço ğ u T ürkçede aslından ayrı anlam lar kazanm ışlar, onları da b elirtm ek lazım. Y unan­ ca kelim eleri d ö k m ek yetm iyor, b u n la rın bir kısm ı direkt R um cadan alınm ış, bir kısm ı A rapça ü z e rin d e n gelm iş, b irço ­ ğu da m o d ern devirde Batı dillerinden aktarılm ış, ayırm ak la­ zım. Sonra Farsça bilm em , m ecburen o tu ru p işime yarayacak kadar Farsça öğrenm ek zo ru n d a kaldım . O sm anh yazarlarının bir k ötü h u y u var, aslını bilm edikleri kelim eleri “F arsçadır,” deyip geçm işler. Pergûle de Farsça o lm u ş, trabzan da, peze­ venk de. O nları çözm eye çalıştıkça ister istem ez hakiki kay­ naklara inm eye, F arsçanm da geçm işini çalışm aya başlıyor­ sun. Battıkça battım . K itaplar m asanın k e n a rın a dağ gibi yığıl­ dıkça m arangozu çağırıp raf y ap tırıy o ru m . M üjde odaya gir­ 383

m ek ten k o rk u y o r, b u n la r b ir gün b aşın a d ev rilirse göm ülüp gideceksin, seni bulam ayacağız diyor. İşin b ir aşam asında esas T ürkçe kelim e hâzinesini işe kat­ m adıkça çalışm anın eksik kalacağını anladım . Kilit olay sanı­ rım H aşan E ren’in 98’de Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü gibi b re h b reh b ir isim le yayınladığı kolaj çalışm asıydı. Arapça ile F arsçadan habersiz, m uhtem elen Fransızca ve İngilizce bile bilm eyen, bilm ediği şeyi sözlükten bakm aya üşenen b ir id e­ o lo ji m e m u ru b u işe soyunabiliyorsa b en niye yapm ayayım diye d ü şü n d ü ğ ü m ü hatırlıyorum . 2000 yazında O rtaasy a T ürkçesiyle tan ıştım . Üç d ö rt ay Divan-ı Lugat-i T ürk’le yatıp kalktım , ki m uazzam b ir sözlük­ tür, Arap sö zlü k çü lü ğ ü n ü n (yes!) b ü y ü k şaheserlerinden biri­ dir. Yeni deryalara açılm ış gibi oldum . Etrafım daki insanların kafasını aylarca b u n u n la şişirdim . Yanm akla yakm anın ilişki­ si nedir? Ç alm aktan çalışm ak nasıl olur? D olm aktaki le’nin iş­ levi nedir? Sapan ne dem ektir, kim nereye sapıyor? A daletin faydaları 2001’de gene hapse girince tam am dedim , fırsat bu fırsat­ tır. H ikm et Sami T ü rk sağolsun, bilgisayarım ı yanım a alm am a izin verdiler. Üç kitap, beş kitap derken Selçuk Kapalı Çezaevi’n in idare odasını iyice işgal edip yerleştim . G ün de net 14 saat çalışıyorum . G ariban gardiyanlar odaya ü rk e korka giri­ yorlar, “h ocam rahatsız etm ezsek bir yazı yazm am ız lazım ,” diye. Sakal göğsüm e inm iş, koca koca Arapça, O sm anhca ki­ taplar k arıştırıy o ru m , ev liy ad ır h e rh a ld e diye k arar verdiler, ü stelik de gâvur, iyice kafaları karıştı. Çengiz gardiyan saba­ h ın ü çü n e k adar dış k apıda nö b et tutuyor, savcı efendi gelip b en im o saatte hâlâ çalıştığım ı ğörm esin diye. N izam nam eye göre akşam saat beşte koğuşa kapatılıp kilitlenm em iz gereki­ yo r çü n k ü . Y akalanırsam gardiyanlar yanar. 384

H apisteyken en b ü y ü k keşif H int-A vrupa lite ratü rü n ü tanııııam oldu. A dam lar 180 sene çalışm ışlar, b ü tü n A vrupa ve I liııt-Fars dillerinin atası olan ölm üş dili sıfırdan inşa etm işli't. Dibilim teorisiyle o zam an tanıştım . Joyce sağolsun Boğa.'içi k ü tü p h an esin d e n C lauson’u n O rtaasya T ürkçesi etim oloIisini gönderdi, o da ayrı bir u fu k açtı. Kargacık burgacık b ü ­ yük boy bin sayfa, ro m an o k u r gibi okudum . K oğuştaki do­ landırıcı a rk ad aşla tecavüzcü A ydın’a çalm ak ve çarpm ak fi­ illerinin inceliklerini anlatıyorum , ağızları açık dinliyorlar. S u surluk’tan doğan kitap H apisteki yedinci ayım da S usurluk m ah k ûm larından üçü bize kom şu geldi. M ecburen tanıştık, sohbet ilerledi, sosyal bir ortam doğdu. O nlar da m erak ettiler, b ü tü n gün yukarıda nefes alm adan ne çalışıyorsun diye. Ben anlattıkça m erakları artıyor, so rd u k ça soruyorlar. M eslekleri katillik, olabilir, d ah a ne m eslek ler var; am a m esai dışında zekice, norm al insanlar. Üstelik uç m eslekler yapan insanlara özgü bir tü r zih in açıklı­ ğına da sahipler; H aşan E ren’lerden iyidir gene. Bari şunlara anlattığım dille b ir şeyler yazayım dedim . G eceyarısından so n ­ ra yazdığım fık ralardan Elifin Ö küzü kitabı doğdu. Sözlüğe şim dilik 14 yılda kaba hesap on beş bin saat m esai harcam ı­ şım dır herh ald e. Elifin Ö küzü d ö rt haftada yazıldı. Sözlüğün iki m isli para kazandı. Para dediğim de, evlere g ü n d elik çi gitsem b u n u n otuz k a­ tını k azanırd ım aşağı yukarı. G ene de Allah b ereket versin, ya­ yınevinden d u rd u k yerde bir bin lira geldiğinde insan m utlu oluyor, eş d o st yem eğe filan gidiliyor. Cahil cesareti H ap isten çıkınca sözlüğü basm aya k arar verdim . Ç ünkü basm asam b ir daha o çalışm a tem p o su n u tutturabileceğim 385

şüpheli. İş var güç var, çoluk çocuk var, sorum luluk var. Sen u n u tsa n da etraftakiler hatırlatır, b o ş iş için bu kad ar uğ raşı­ y o rsu n , çalış da bir baltaya sap ol, dr :1er. Şimdi d ö n ü p bakıyorum da, o cesaret ancak cehaletten ge­ lebilirm iş. Bilgi sonsuz bir deniz: aylar yıllar boyu kürek çeki­ yorsun, baktığında bir arpa boyu yol gitm em işsin. Açıldıkça cehaletini daha iyi anlıyorsun; denizin sonsuzluğunu daha b ü ­ yü k dehşetle kavrıyorsun. Adam Oxford English Dictionaryyi yazm ak için 40 sene çalışmış; 75.000 (yazıyla yetm iş beş bin) kişiyle yazışmış. Eh, C um huriyet dedikleri 80 k ü su r yıl oldu, y ap salard ı b ir şey deyip kendini avutm aktan başka çare yok. H er basarı bir tuzaktır Kitap çıktı, m alu m goygoycular d ışın d a herkes beğendi. Ama ben sadece eksikleri ve yanlışları görüyorum . K endini bir kere bağlam ışsın, artık kaçam azsın da. M ecburen gene yu m u l­ dum . Bir seneye yakın A rapçanın geçmişiyle uğraştım ; A ram i­ ce, İbranice ve eski Asur diliyle cebelleştim . T ürkçede ü ç b in ­ den fazla Arapça kelim e var; A rapçanın eski akrabalarını tanı­ m adan b u n ların çoğu n u analiz etm ek m ü m k ü n değil. Felek A suricede çark dem ekm iş; heykel aslında saray ve tapınak de­ m ek k en nasıl anlam değiştirm iş; kâfir ile kefaretin alakası n e­ dir, b un larla uğraştım . Sonra M oğolcaya sardım . O rada bir süre yanlış yollarda oyalandım . M oğolcada T ürkçeye benzer binlerce kelim e var. B unların o rtak k ö k ten gelen k uzenler değil, b u n d an aşağı yu­ karı iki bin yıl önce o zam anki T ürkçeden alınm ış sözcükler o ld u ğ u n u daha yeni anladım . Gene ufuklar açıldı. Posteki saym ak T ü rk ç e n in ta rih in i b ilm e d en k ö k en an alizin e ğirm ek D o n k işotça b ir iş. Bir k elim en in yapısını anlam ak için önce o 386

kelim e ne zam an çıkm ış, h angi anlam da ku llan ılm ış, nasıl evrilm iş, o nu bilm ek lazım . Bu sefer o tu ru p , d e lin in p o ste k i saym ası m isali, h er kelim en in T ürkçede ilk kaydedildiği ta­ rihi aram aya başladım . A nadolu T ürkçesinde yazılm ış ilk ta­ savvuf şiirlerin i, O rtaasya T ü rk çesin d e yazılm ış K uran tefsir­ lerini, O sm an h tarih çilerini, 18. yüzyıla ait yem ek k itap ları­ nı, 19. yüzyılda çıkan gazeteleri, 1950 ve 6 0 ’ların Hayat d er­ gisi ko leksiy o n ların ı baştan başa okudum ; kelim e listeleri çı­ kardım . M en in sk i’n in, Asım ’ın, A hm et Vefik P aşa’n ın , Şem ­ sed d in Sam i’n in sö zlü k lerini neredeyse ezberledim . Sahaflar­ dan T ü rk Dil K u ru m u sö z lü ğ ü n ü n 1945’ten b u yana b ü tü n eski baskıların ı b u lu ştu ru p h er kelim e ilk hangi baskıda çık­ mış diye b aktım . O çalışm a da şu günlerde galiba so n u n a yaklaşıyor. Sözlüğün en zayıf tarafı esas T ürkçe kısm ıdır, fena halde farkındayım . Sebebi aslında basit. Bir kere çalışm aya ilk başla­ ma m antığı gereği “öz” T ürkçeyi u z u n süre ihm al ettim . Biraz yama gibi d u rd u . İkincisi, bizde “T ürkolog” diye geçinenleri okudukça adam ların ideolojik saplantılarına illet oldum . B un­ ların her dediği, aksi k an ıtlan m ad ık ça yalandır, gibi bir yar­ gıya kapıldım . Sonra sonra farkettim ki T ürkoloji b u n lard an ibaret değil, dışarıda ciddi eserler ortaya koym uş adam lar var. İçeride de son o n -o n beş yılda d ü zg ü n işler yapılıyor; M ehm et Ölm ez filan. (T alat T ekin’i de unutm am alı.) M arcel E rdal’ın kitapları b ir sen ed ir başucum daki rafta k ö ­ tü k ö tü bana bakıyordu. S onunda cesaret ettim , o k u d u m , ne kadar cahil olduğum a bir kere daha hayret etm e fırsatı b u l­ dum . Old Turkic Word Formation, m uazzam bir eser, am a “u z ­ m an d eğ ilsen g it ö l,” diliyle yazılm ış. M ecbur, uzm an olm a­ sam da o k u d u ğ u m u anlayacak seviyeye geldim . D ördüncü baskıda Oz T ü rk çe kelim elerim de de fazla hata bulam ayacak­ lar diye u m u y o ru m . 387

P roto-T ürkçe dedikleri, en eski yazılı dönem öncesi T ü rk ­ çe kısm ı hâlâ eksik. S tarostin ve Decsy ek o lü n ü n çalışm aların­ d an h aberim var, am a bana p ek o kadar inandırıcı gelm iyor. Sıra ona da gelir inşallah. G eçen yazdan beri, m alum , sosyal hayattan birazcık elim i çektim . Ü niversiteye ara verdim , İstan b u l’a gidip gelm eyi as­ gariye indirdim . H a tu n işleri de kesat. G ünde 14 saat olm asa d a n et beş-altı saat sözlüğe çalışabiliyorum . İyi geliyor. Ne u ğ raşırsın be adam İşin yok m u be adam diyenlere cevabım nedir, bilm iyorum . Ş unlar olabilir. Bir kere, iptila. İnsanlar balli koklam aya bile m üptela ola­ biliyor, kelim eleri koklamak da öyle bir şey. Başladın mı bıra­ k am ıyorsun. İkincisi, sanırım , psikoloji ile alakalı. T ürkçe anadilim de­ ğil. Gerçi ü ç-d ö rt yaşım dan beri en çok kullandığım , en iyi bildiğim dil. Son otuz senede Erm enice o n kitap okum uşsam , T ürkçe beş bin i geçm iştir rahat. G ene de insan hep “öğrenm e” m o d u n d a kalıyor, b u dili yeterince bilm iyorum duygusunu bir tü rlü aşam ıyor. Bir şekilde olaya “d ışarıd an ”, turist gibi bakm aya devam ediyor, “aa ne ilgin ç,” diye diye geziyor. Vatanm illetçi takım ını asıl kızdıran da bu galiba. Sen benim ata­ larım ın dilini, yalan yanlış o lu ştu rd u ğ u m kim liğin tem elini. Cehaletimin yegâne istinatgahını nasıl böyle kurcalarsın diye, için için kaynıyorlar. Üç: M em lekete faydalı b ir iş yapm ak da güzel b ir duygu ay­ rıca. (Agos gazetesinde 6 Şubat ve 13 Şubat 2009 tarihlerinde tefrika edildi.)

388

d izin

A lparslan

A

335, 350

A m erika

A bdûlaziz M ecdi 45 A bdû lh am it

1 ,2 ,1 3 1 , 1 9 2

acem i çaylak A gam ben agora

50

3 2 6 ,3 3 1 A m erikalı 68, 105, 127, 128, 234, 248 A m erik an 12, 35, 52, 250, 312

149

A m erikanca 113, 126, 208

89

A m erikanya 369

Agaton E fendi A ğustos

68

A m eryk, R ichard

136

am m au zu n

A hm et İh san Bey

131

A hm et Vefik Paşa

88, 156, 159, 183,

A nadolu

282, 289, 293, 296, 302, 305, 306, 107

aka/aga

3 0 9 ,3 1 0 ,3 1 4 , 3 2 3 ,3 4 2 ,3 5 0 , 371,

94

A kdam ar

387

107

A natoli

A kem en idler

222

159

an ek s

252

226

angut

83, 84

60, 147

a n m ak

308

akıb et akıl

3 3 ,3 4 ,6 3 ,7 1 ,7 2 ,8 0 .8 7 ,

193, 205, 216, 236, 237, 238, 256,

39

A htam ar

akıntı

367

A ntakya

akil ad am lar akrep

147

141, 142

A ktunç, H ulk i alabora

6 3 ,7 3 ,3 0 3 ,3 6 3

A n tio k h ia A pâm ea

8 0 ,2 7 7

361

303 302

A pollon a p ro n

166 241, 242

alarga

361

arak lam ak

alaşım

77

A rahk

A leksandros alen

54, 130

214

272

136

Arat, R eşit R ahm eti A rdıç, E ngin

361

A rıtm a n , C anan

Alevi

8, 72, 73, 244, 271

A ristoteles

Alibeyköy

68

Alicengiz

321

382

A rm enia

118

166 25, 41, 184

A rn av u tça 21, 22 A rn av u tk ö y R um A kadem isi

A linzabey 302

arsıu lu sal

A lkibiades

arslan

172

218

136

alesta

alim

152

256

99, 110, 117, 135, 158, 159, 166,

236, 282, 294, 331, 35 3 , 372, 387 Ahsen

68, 131, 151-152, 234, 312,

389

122

237

157

A rtuklu

104

asim ilasyon

belboy 8 1 ,8 2 ,9 0

252

belirti

367

asm a lem o

359

belleten

asr-] saadet

24

berdel

aşkın

149

berek et

A tatü rk, M ustafa K em al

2, 30, 95,

beşe

136, 137, 146, 222, 271, 285, 362 Atay, Falih Rıfkı A tina

2

21, 67, 166, 172. 338

A u g ustu s avanak

A vusturya

3, 4, 69, 343

Aydın

366

bızd ık

272

Biaini

169 2 0 0 ,3 3 8

Ayn W arclo

bienal 2 1 9 ,2 2 0

105, 106

b ik a rb o n a t Bikini

28

bilbord

252

Bilge H an

Azrâîl

bilingual

266 6

biped

328 105

b in m ek

B

308 105

biseksücl 326

105

105, 106

azat 261

B adı, Jo lıan n Sebastian baeıınaeı 243

338, 357

105

bigam i

116

azu r/azu rc

338

bib liy o tck

218

Aykaç, Fazıl A hm et ayn 292 azade

330 272

bibliyografi

162, 163

ay ılm ak

beyza

Bible

122

362, 363

98

b ıd ık bir

41

272

Aybars

7 7 ,3 6 5 252, 345

105

bisiklet

105

bizonal

105

bacırgan

243

blog

253

Badah.‘..,ın

5

bold

253

Bolşevik P arti

51

Bahkt.sir 159, 162 ballieı 2 52

Bossong, G eorg

b a ld ır a

Boşgezenyan

36!

b anm ak bazı

boulc

3.5, 169, 273

beı; lavuğtı

45

313, 314

‘.'8

B ediüzzam an fsınail el-C ezerî bı lıem o ıh 84 b chim iyct bchişı

297

253 365

Boyce, M ary

317

bdiilaziz M ccdi E fendi becce

bo to k s

>ıi8

B ayının

84

104

244

boyoz

96, 364

boyut

77

böğrülce 177 B uhara 298 b u h ra n b u lla b u lle t

390

269

380

315 365 365

I\urlıan-ı Katı lıııhcn

3 1 ,2 8 0 ,2 9 2 ,3 5 4

365

IlılyüUanıt, Yaşar llyblos

67, 320

c u rso r

26

cübeyl

3 3 7 ,3 3 8

Ç

338

c

C aba

( acık

272

( acsar, C aius J u liu s

41, 343

317

çabalam ak

319

Ç ağatayca

8, 238, 285, 289, 290

çağlayan

50

( al'croglu, A hm et 218

çakırkeyif

9

ıa ğ kebabı

çanakbaz

87

cahiliyye

272

Ç andar, C engiz

341

( ahillik ler K itabı

çap

152

cam baz

87, 359

Ç apanoğlu

canavar

326

çapul

C^aracalla

çarşı

322, 323

çatır/çıtır

( aro th ers, W allace carraca cebel

337

cem âat

çaylak 266

çem en

259

çeşm

2

çeşm e

cem âh ir cem se

49

çavuş 49 çay 3 1 ,3 2

367

cebel 3 38 C ebrâîl

50 272 28, 292 28, 292

çed eşm ek

35

C em şid

367

49, 50

çavm ak

322, 323

cazır/cızır

90

çav

127

323

224

194

candidate

çevirm e

198

252 102

Cengiz H an

10, 285, 321

çevre

C evdet Paşa

282

çıgan/çıgay

ceviz

184

çıldır

cıcığı

272

çıt

cin i

367

C icero 25, 232, 233, 235 cinsel

Cizreli N asırü d d in

104

çözelti

cum hur

316 2, 347

32, 143, 144, 173, 212, 249, 349, 350 367

D

367

Craig M elch ert C rim e

366

2 5 0 ,2 5 6

366

cozurt

350

367

Ç ingene

152

C orç 62 cozur



77

çilin g ir sofrası 9 C in 31, 143, 144, 206, 231, 249 Ç inçe

237

C olom bia

34

272

71

Dacig

225

d ah a k

198

d an ışm a n

391

77

D anyal darbe

2 6 5 ,2 6 6

donm ak

307

28, 67, 137

do y m ak

307

dönm ek

269, 290, 308

D arfu r darı

287

205

darm ad ağın

25, 205

D ede K o rk u t d ed ik o d u

29, 290

deka

237

d u rd îd e

D eleuze

149, 164

dem ir takiye

340

dü n y a

212

30

317

d ü rb ü n

30

2 2 1 ,2 2 2

d ü v en /d ü ğ en

D en k art

110

244

239

derv iş

92

desim al

E fem era

171

d estü v an deus

Efes

53

199

D evrim , H ak k ı deyyus

23

D ım ışk

65

Dicle

16

156

93, 94, 140, 162, 174, 206, 274,

E ğin 326

136, 163, 205, 2 16, 284,

77, 94, 96, 98

293

E gyptos

349

egzogam i 161 egzost

252

d in m e k

308

dirim sel

161

eğ itm ek ejd er

237

217

198

e jd e rh a

327

E kim

D ivan-ı L ugat-i T ü rk

205, 216, 290,

384

198 136

ek sa n trik ek selan s

327

ek sen

D oğram acı, Ih san d o ğ ru ltu

160

egzotik

180

dirsek

129, 156, 172, 174

eflatu n î

314, 332, 343

383 dildo

E flatu n

egem en

3 0 5 ,3 0 6

Dil D evrim i

253

371

Ege

die K u n st der F u g e

diz

361

D ü n d ar, C an

D em irb aş Şari

d ip

354

düm en

31

132

127, 128

222

dübür

Deli P etro

d ers

234

D u P o n t C orp.

171

d en iz

70

D u C ange

D u m an , S elahattin

278

değeryargısal

Dr. Jivago

367

187

111

E kşi S özlük

2 3 2 ,2 5 1 ,2 5 3

ek zo term ik

161

do lm ak

307

eldiven

D olöres

257

E len

do m b ili

252

D o n ald 207

161 161

E leşk irt E m irdağ

392

53, 241

7, 274, 275, 276 34 159

H m m erich enayi

F elatu n

152

felek

83

E n dü lü s

268, 269

en-en d o g am enginar

243

61

felsefe

149, 164, 165, 166, 174, 230,

240, 315 felsefik

243, 244

E nver Paşa epeyi

fellatio

111

ensest

129

299

16, 164, 165, 359

fem inen

1, 323

60

fem inizm

216

E rdem , H ak an

2 6 9 ,3 3 4

E rm eni kilisesi E rm enice

108, 109

14, 33, 34, 62, 66, 84, 98,

fener

60, 61

111

F enerbahçe

299, 300

F erh en g -i Ziya

99, 107, 108, 115, 146, 168, 169,

F eth u llah

353

30

171, 182, 184, 225, 272, 273, 293,

feyiz

3 04, 306, 310, 3 13, 31 7 , 362, 380,

fıçı

388

F ıra t

159, 191, 193, 293, 304, 305

fırfır

299

erozy o n

317

Ersoy, M eh m et A kif E rzen eşek

fınl

367

firkateyn

7

E rzu ru m

7, 146, 282, 306

272

E th n o lo g u e E u kleides Eva

283

347 299

249

fısır fıstık

299

filan

299

F ilistin

130

film

325

evangelium

138, 140, 154, 201

317

fingirdek

200

F inike

evlat

120

evlek

111

55

367

299

157

firkete

55

Evliya Çelebi

87, 3 14

fistan

299

E vren, K enan

42, 3 10

flam a

361

ev ren k en t evrensel

230, 232, 233, 234

folluk fora

108, 237

299 361

Eylül

135

fo rtu n a

ezher

329

frak

132

361

e-zine

378

free

261

fukara

92

fuşya

252

Faal 260 fakir 9 1 ,9 2 , 9 6 , 1 7 8 , 3 5 0 , 3 7 6

G-G

falsche T re n n u n g

G abriel

farm akoloji

299

53, 54

Gael

266

207

fatiha

299

G alata

F a u st

38

G alatasaray

393

5 6 ,3 1 4 ,3 7 8 156, 167

galebe gani

212

H

92

G arzan

7

H aber

Gazze 138, 140 gebere 111 genel

G eneral M otors C orp. G eorge 62 geriz

35

216 38

Google

3 58

H alacoglu, Y usuf H alep 1 0 2 ,3 8 0 hail 74

G oogleE arth gospel

200

gönder

111

5, 192

hal', 75

272

G o eth e

288

Haçlı Savaşları hafiye 28 hâl 74

280

g o doş

142, 300, 362

h acer-i esved haç 272

77

giym ek

2 0 1 ,3 1 0

H abeşçe

352

h am ile

28, 220

h am ra

330

h anzo

G ö n ü l, Vecdi

252

h a p ır

343

108

367

g ö rm ek

327

H arp u t

33, 272, 306

g ö rü n tü

367

H arran

322

G övsa, İbrahim A laettin göz 2 9 2 ,3 2 7 göze

292

g ran d i

361

G réc/G reek

G rö nb ech g ü b re

325 133

hazine

G ü n eş Dil T eo risi

136

h égém on

77

77, 256

H elen

g ü rü ltü

367

g ü v erte

1 1 1 ,3 6 1

G üzel, H aşan Celal

377

H aziran

Heim , Jacq u es H elal 74

116

G üzin A bla

347 264

hayvan 325 haz 347

367

278

G ü zelceh isar

5 7 ,3 3 2 252

Havva

115, 116

G ülgöze

H asköy haşem a

h ayır

111

güft u gû

g u ru ş

257

111

g ü d eri

334 39

h a tu n

181

g u ru ld am ak

H aru n H aşan

haşm et

275

G riffith, M elanie gro ssus 3

gül

145

7

H enry/H einrich H ıdrellez

250

h ız a r

162 370

H ile h in d i

394

136

272

H ızır llyas

3, 4

106

347 313

63

152

Ilint-A vrupa d illeri

61, 98, 100, 115,

134, 171, 1 9 9 ,2 8 0 ,3 1 6 ,3 8 0 , 385 lıitap

77

ilim

382

im ge

317

lliz b -iC e d id hokkabaz

77, 78

im la

45

347

im p a ra to r

87

h olisdk

ilgi

im p licit

253

343 150

holo k o st

253

İncil 155, 201, 265, 266, 371

llo m ero s

339

in m e k

H orasan b o ru l

lo n

367

hoşbeş etm ek h ö p ü rd em ek

308

in se rt etm ek

225 145 367

ip

176, 300

274 180

ip tila

347

h ü dâ

263

irtica

44, 46

h ülle

74

İshak

153, 226

hüngür

367

iskele alabanda

h ü r 261 H ü rriy et 192, 262, 277, 278, 295

İsk en d er

h ü sn

iskete

39

H üsn ü

39 256

Hz. M u h a m m e d

120, 200, 201

111 207

isp o r

129

İsrail

15, 139, 140, 266, 335

istih b a ra t

I

İsveççe

ılıcak. N azlı ırg at

3 0 2 ,3 0 6 Iskoçya

Hz. İb rah im

119

62 18

243

93, 118, 162, 274, 276, 364

J

içkin

149, 150

idadi

167

id io t

84

ja k e t

id rak

347

ja k e ta ta y

id ra r

347

ja k o b e n

iğdiş

218

iğ ren m ek

Ja ck /]ac q u es

Ih ap H u lu si ih b ar

310

ih sa n

39

ihtiyaç

106

227 227

jo k e y

35 227

K

181

ih tiy ar hey eti

jile t

K abbala 2 0 9 ,2 1 0

k ad ın

395

226

227

JanJakR u so 246, 247

44, 45, 192

216

İzm ir

içd ü zen

252 272

İttih at ve T erakki iyi

i

2 8 2 ,2 8 3 ,3 1 1 2 1 1 ,2 1 2 ,3 5 8

işk o lik işm ar

ırza tecavüz

361

54, 130, 244, 263, 266,

266 264

190

k ad r

219

k ağan

kat

334

k ak a

308

k atı

66, 319

308

k atm ak

308

kaknem

272

k ak o fo n i

67

Kavalah M ehm et Ali Paşa

kakografi

66

Kaygılı, O sm an Cem al

kal gelm ek k alab alık

247

k alaşn ik o f

219

Kayı

212

k alab alik en kaleş

k atre

269, 289, 290

kay ıtm ak

2 1 1 ,2 1 2 252

252

290

kaym ak

269, 290

Kayseri

41, 62

keçe

272

k am u sal

237

kelam

2 6 7 ,3 5 5

kam y o n

177

k elter

111

kanaat

259

K em aliye 139, 293, 302

kan d il

194

K em alpaşa

k an ı

77

ken ev ir

kanm ak K ant

308

kerevit

K ânun 135, 136, 137 kap 180

k eriz

k arâî

kesim

280

K araköy

56, 169

K evork

8 5 ,1 1 9 ,2 4 9

Kıpti

k arao k e

252 323

K aresi k âriz

57

162 280

K arlofça

k ıra ’at

124

kıraat

57

343

272, 307, 308, 316

kısm ak

308

k ıt

80 308

Kıtıpiyos

285, 35 7 , 358, 359

kıvanç

349

76

kasap

181

K ıvanç, Ü m it

kasara

361

kıvanm ak

kâsebaz

87

352

kırm ak kışır

308

k a rto te k s

62 349, 350

K ınm Harbi

57

k a rm a k

3 2 2 ,3 2 3 77

k a ra n lık

Karay, Refik H alit

111

k errak e

57

K araylar

30, 293, 302

111

keram eti k e n d in d e n m en k u l

174

K arao sm ano ğ lu

kıym ak

217

76

308

Kasım

136

kil u kal

kasv et

3 47

K irzioğlu, F a h re ttin

kaşar

79, 80

k aşer

79, 80

K aşgarh M a h m u d kaşkaval

79

288

280

k itap kitle 291

181 77

k lo zet K oçanis

396

278

3 0 0 ,3 4 6 77

108

15

Koçyiğit, N ilü fer K ohen kokoreç

21

kokoroz

22

kom

k ü tü k

272

k om bi

252, 263, 271, 279, 293, 344, 345

258

3 3 4 ,3 3 5

111

L aciverd

251

L adik

Konaklı

77

laf

k o n m ak

308

lagaluga

konsinye v erm ek

252

Korais, A d am an tio s k o rsan

275

25, 26, 360

375 279

lan g ır

367

lapis lazuli

36

Lara

koz

185

Larissa

k öri

252

larj 316

leb

70

252

316

lebîb

k ritik

316

leblebi

99 100, 177

le n to

315

Kroc, Ray

359

L eo n h ard , G ustav

208

K ubrick, Stanley

196

99

k rite r kriz

5, 6

70

lay em u t

316

k rim in o lo ji

277

lağım

k ot

krim in al

5

303

258

h k ir

367

h k ra

128

k udsi

7 6 ,7 7

kuduz

3 27

lin g u a franca

K udüs

1 3 9 ,3 3 4

lise

26, 248, 250

167

k u lu k 163 k u m arb az 88

log 272 Lola 2 5 7 ,2 5 8

k um sal

lolita

k u r'an k u ral

2 3 6 ,2 3 8 57, 124, 154, 201, 256, 266

K urtalan k u ru ş kut

7

lu g a t

206

99 1 2 0 ,2 7 8

L ugat-i G aribe

4 76, 77

k u tla m a k k u tlu

252, 257, 258, 360, 376

Lop N u r lubiya

317

76

76

M aalesef

71

76, 77

m aam afih 72

k û b ra

330

m aarif

259

k ü ld ü r

367

m aaş

k ü ltü r

317

M acaristan

146, 168, 170, 171, 182, 222, 223,

83

M

k u tsal

k ü re 317 K ürtçe 8 , 5 0 , 1 1 6 , 1 3 3 , 1 3 4 , 1 4 5 ,

259

m a d ik m agazin m ağaza

397

326

4, 268

272 378 378

M ağden, P erih an m ah all 7 5

28, 238

M enteşe

162

M ercedes

257

m ahalle

75

M eryem

370, 371

m ah iy et

20

m eş’u m

64

M ah m u t 11 68, 209

M evlevi

m ah ram a

m evlid

3 68, 369

m ah zen

377, 378

m aile

m aiv erd m ak ram e

36 8 , 369

M alazgirt

34, 335

M ezopotam ya m ıcır

3 31, 3 32

382

m an y el

214

361

136

M ikâil

335

m ilat

120

m illet

2 8 1 ,2 8 2

370

m ilyon

196, 197

M ithra

M atam o ros

197

202

m o d ern

M av era ü n n eh ir M ayıs 136

225

m ola m o ru k

2 7 1 ,2 7 2

12, 265, 266

m uallim

m ay n a

361

m u arreb

118

M azgirt

34

M uğla 207, 208

13 162

m u h ab ir

m ed rese 239, 240 m em at 196 M em lek eteyn

351 3, 90, 183, 279,

280, 281, 289, 294, 340, 369, 387 15, 16, 359

m e n k u l in şa at

16

311 311

m uhafazak âr m u h b ir 310

35 3 , 354

M eninski, F ranciscus m en k u l

382

m u h ab ere

M cD o n ald ’s

m endebur

202, 203

361

M aykıl m azeret

1, 2

119, 120

m oda

259

282

208, 249, 288, 301, 350

M ithat Paşa

m a tad o r

45, 46

M u h sin

40

m u h ta r

209, 210

m u k ad d es M usa

80

266

M illî M ücadele

m at 196

m atb aa

239

M iki M aus

252, 3 38

M aryam

265

M idraş

M ikhail M ikhailov

162

m an iv ela

272

M ichael

3 31, 33 2 , 333

m alu m u ilam etm ek M anisa

277, 353

201, 304

m in i 367

m alta eriği m alu m

123

M eydan L arousse

331

m alta taşı

196

m eydan

19, 212, 347

M alta

196

m evta

116

m aiy et

M art

m evt

24, 154

72, 255, 256 120

57, 76

334, 335, 370, 371

M ustafakem alpaşa 293, 302 M ustafapaşa 293, 302

398

m uşm ula

N oel

332

m uzh ik m üb arek

363

m üd erris

239

m üflis

N usaybin

326

m ünafık

O bez

228

m ü n d em iç

O cak

259

m üsvedde m üşfik

obur

163

m ü racaat

okul

288

Naaş

226

257

228

N aim a

3 5 1 ,3 5 2 308, 309

O ral, D em iray

56

O ran , Baskın

118

oran g e

53

o rie n t

159

o rlo n

128

189

O rto d o k s

70, 107, 108, 109

9

O sm aniye

2, 192, 193

naiv

189

nakil

15

O sm anlı Jo k e y K ulübü o to n o m

N am ık K em al n ap k in

29. 30, 45. 192, 262

242

N apolyon n aren c

89, 166, 365

53

N astu ri n ataşa

123, 124

o n m ak

259

n ahif

136 77, 166, 240, 329

O lteniça

N abokov, V lad im ir nafaka

342, 343 342

okum ak

219

m ü teak ip

342

obm ak

149, 150

m ünevver

210

ö öğüt

307

Ö m er Seyfettin

76

ö rn eğ in

252

317

ö rn e k

272

n atu ral

190

ö zdek

177

nay lo n

127

özdeksel

nay lo n fatura N azım

189

Nem.çe

343

neo -O sm anlıca nesil

317

n ick

53 228

ö zd eş ö zek

2 4 6 ,2 4 7

n eh âfet

nifak

127

30

nefret

38

240, 303

O

3 5 3 .3 5 4

m üheyya

120

n o k talam a işaretleri

153

özelge ö zerk özet 43

özgeci özgü özgül

237

177 177 177 177 177 177 177 177

ö zgülem e 177

n ih rir

294

özg ü n 177

N isan

135

ö zg ü r

399

262

21

227

Ö zg ü rel, A vni 35, 220 ô zkagni ö zlü k

P h alero n lu D em etrios p ıt 366

177 177

ö zn e

pide

177 77, 78, 94, 137, 149, 237,

pita

264, 319, 383 ö z û n lü ö zü r

125

Piri Reis

Ö ztü rk çe

126

pizza

1 1 7 ,1 1 8

152

125

piyasa

177

126

P laton

156, 157, 172

p la to n ik

156, 172, 173

P o m p eiu s Paçanga böreği

252

25

p o stm o d e rn p o t 272

164, 203

p ad işah 1 , 4 1 , 6 8 , 9 7 , 3 0 2 , 3 1 0 palavra 375, 376

p o tu r

p ald ır

p riap izm

291

p ro g ram

317

3 67

Palestine

140

Pam uk, O rh an p an c a r

p ap arazzi p arag raf p areo

147

272

p u su la

272

Radikal 15, 16, 28, 34, 133, 137, 2 4 8 ,2 5 0

252 163

Radloff

p aro la

375

radyo

121, 122

p astırm a p astram i paşa

rap

1 1 2 ,1 1 3 ,3 8 0 113

266

123

Reard, Louis 68, 69 367

Pavet de C o u rteille

1 1 5 ,1 9 8 ,2 2 4

P ersepolis

89, 222

pertavsız P ertek rek 252

p etek

272

294, 330, 372

rektifiyeci

252

Rodos

221

51

115

R om /R om an R om aiós

33

349

7, 275

R om anya 351 rosa 115 R um

p etk ay ı sık m ak

2

Rigas K orais 275 R obespierre

33

pesto

106

R edhouse

rép u b liq u e/rep u b lic ricat 43

285, 290

Pehlevice p en c 28

252

P evsner, N ik o lau s pezev en k

252

read

253

p a ttr/p ıtır

P ertek

218, 284 317

R aphael

97

p aşm ina p atates

361

R

252 37, 38

p arlak p a rs

67

27 3 , 383

7, 8, 19, 108, 120, 191, 249,

275, 281, 282, 343

203

Rus İhtilali rü c u

400

51

43, 108

sim it 181 S inanoglu, O ktay saad et saat

Sivas

28

sade yağ safa

siyah

sap

sayın

172

Soledâd

26

so y k ın m

307

327

saz b en izli

257

Som ali

2 8 4 ,2 8 5

327

Scheidel, W alter S ebastós

121, 143, 144, 225, 263, 296,

S okrates

285

saym ak

47

297, 298

285

saylav saz

soğan 162

saydam

132

Soğdca

327

S aruhan

142

sm o k in

307, 3 08

180

sa n ğ

237

sk ö rp io n

220

san m ak

50 14, 132, 140, 169

siyasal

1 2 ,2 2 0

safvet

129

8 ,4 1 ,2 8 2 ,3 7 9

Siverek

58

220

117, 118

söğm ek

355, 356

sö n m e k

308

244

söz

335

sta rt alm ak

3 5 5 ,3 7 5 176 302

spanı

41

S elçuk h a n e d a n ı

96, 253

S eleukos

30 2 , 303

Stratonı'kia

S e lim in

326

Sudan

sem a

su lta n i

sem â’ 2 5 5 ,2 5 6

sem iz

308 25, 65, 73, 101, 102, 109,

135, 136, 192, 195, 201, 210, 303,

327

serü v en

3 0 4 ,3 0 5 ,3 1 1 ,3 2 2 , 323, 324

284

Servet-i F ü n u n ses

Suriye

263, 298

175

167

su n m a k

32

S em erk an t

2 4 9 ,2 8 7 ,2 8 8

sugar candy

255

sem aver

230, 234, 235

2 4 7 ,3 0 8 ,3 0 9

siteyşın

103, 104, 141, 259

sabıka saf

sin m e k

259

sü k k e r

131

175

S üleym an Paşa

49

97

Sevan

168

Süm eyye

sevda

2 8 8 ,3 3 0

S ünbülzade V ehbi

Şeydi Ali Reis 26 S hakespeare, W illiam sığ

286

sü rp riz

Silifke

1 1 ,1 2 ,1 3 2 ,2 0 5 ,2 4 7 ,2 5 8 ,

307

2 5 ,3 0 3 163

S akşuka Şam

401

323

308

277

307

sın d ı 307 Sırp Sındığı silkü

sü n ra e k

255

252

65, 139, 201

şan d el

195

takiye

340, 341

şan g ır

366, 367

takke tak tir

340, 341 219

tam u

296, 298

şa p ır/şıp ır

367

Ş apka D evrim i şarıl

38

367

şarıltı

tangır

367

şaw arm a şeam et

102

tarım

64

şeb ek şebeke Şefik

tarla

183

262

68, 135, 137, 206

T arım İrm ağı

183

şeb-i yeldâ

367

T a n p ın a r, A hm et H am dı 206

206

ta tm a k 205, 206 tarz 317

119

219

tasfiye

341

şefkat

219

Tasvir-i E fkâr

şek er

175

tasviye

37

220

Ş em seddin Sami 19, 20, 282, 311, 3 30, 353, 37 2 , 387 şe p ik 182

T aşkışla

şev k at

TDK 96, 161, 210, 250, 251, 264, 277,

şıp

219

3 6 6 ,3 6 7

şid d e t

289, 290, 353, 357, 358, 368, 378 teb rik 363

17

şid d et eylem leri

43

tavsiye 341 tazı 224

1 7 ,5 2

tecavüz

Şinasi 37, 209, 210 şisebaz 87

ted ris

şo m

17, 18, 385

tecim sel

237

239

64

teflon

128

şö len

9

teh cir

3 4 4 ,3 7 2 ,3 7 3

Ş ubat

135

T ekin, T alat tek ir

T

tel

T aahhüt taassu p

221, 222

televizyon

259

T abgaç/Tavgaç tab lo id

272

teleskop

259

T em m u z

144

ten

252

317 135

171

T acik

225

ten zîre

222

tah lil

74

terbiye

341

tahliye

341

tere

T ah sin

40

te re o tu

tak /tık

3 66

tereyağı

58 58 58, 59

tak d ir 219

te rm in a tö r

tak d is

te rö rist

76

tak ır/tak ırtı tak ip

226

367

terö rizm te rö r

402

1 8 1 ,3 8 7

305

252

52, 82 51, 52

5 1 ,2 8 6

tesviye

341

universe

T eşrin

135, 136

U rartu

T evhid-i T ed risat T ev rat

167

56, 57, 138, 153, 154, 155,

230 34, 169

U rbino Urfa

266

8, 102, 240, 303, 304, 306

2 26, 239, 26 5 , 266, 288, 305, 334,

u sa n m a k

370

U ygur

the/tea tık ır

uysal

32 367

tın m ak tırtıl

Tietze, A nd reas 36 0 , 361

ü n iv e rse l

234

ü n iv ersite

188, 203, 231, 234, 283,

305

tiki

326, 388

253

tinerci to k

Ü nsal, A rtun 79

251

tinsel

ü sta d e

237 334

T oven, M ehm ed B ahaeddin 11 tö re

334

tra n sc e n d e n t

149

trip e/trib e g irm e k T sin h a n e d a n ı 169

tû lb eııd tü rb a n T ü rk

143

1 4 4 ,1 9 1 ,3 1 3 ,3 1 4

T u şp a

Y V aat

259

vaaz

259

valide V ar

186, 187

334

34

28, 120, 382 169

V andal

268, 269, 270

vandalizm vardiya

186, 187, 188

T ürkiye

367

V agarşak 2 5 1 ,2 5 3

TRT 17, 133, 260 T urk ey

27

ü z ü n tü

307

T orah

222

ü

308

272

tiger

236

uzbakaç

367

tın gır

236

47, 175, 206, 218, 290,

vasi

268

361

103

Vassal, G ü n d ü z

296

v atan d aş T ü rk çe k o n u ş

191, 192

T ürkiye T ü rk çesi 8, 9, 78, 205, 206,

ve

veldet

120

218, 236, 2 38, 264, 284, 289, 290,

velet

291, 300, 3 06, 321

ven erien /v en ereal

u

120

verd

V erdicenan

116

296

V espucci, A m erigo

u ğ ran tı

11

vikaye

341 120

u k ala

148, 34 7 , 374

vilâdet

ulem a

222

violence

ulusal

237

vira 71

v ü sa t

403

330

116

U çm ak

U m ar, Bilge

82

317

17, 18

361 103

151, 152

w

y ıld ın m

327

Y önah

154

W ald seem u ller, M artin 151

y ö rü k

14, 269

w ater closet

Y udahin

346

W C 346 W ittg en stein

355

274

yunm ak

308

Y unus

X Xer

284

Y unan

154, 257

133

xw eşb€j

145 Zaaf

259

z a h h a k /d a b h a k Yaban

Y ahudiye

307, 308

Y akub

yalancı d o lm a Yalçın, S oner

zenci

13, 14

zengin

91, 92, 142, 170, 178, 249,

Z erd ü şt

298, 307, 3 08

yazare

199, 244, 263

zıbarm ak zıngır

27

272

367

237

z ın l

367

119, 120

zırt

366, 367

yazın sal yelk em ek

141

zirâat

yelk o v an

141, 142, 179

Ziya Paşa Z ühre

Yem en

65

yem in

64, 134, 212

y en id ü n y a y en m ek

326 23, 341

250, 2 5 1 ,3 0 0 , 3 0 1 ,3 7 6

77

y an m ak

Yeldâ

101 294

327

y altırık

3 2 9 ,3 3 0

Z em ahşeri

101

yaldız

50, 116, 170, 171, 293

Zekâi D ede

226

yalancı

13

Z azaca Z ehrâ

163

154

153

Z anzibar

138

yak m ak y ak tı

zah k

317

3 3 1 ,3 3 2

308

259

z ü h re n h zü h resû z zü h rev î

404

210

329 330 330 72, 330