134 32 8MB
Turkish Pages 263 [265] Year 2019
jACQUES DERRIDA KiMDiR? ENTELEKTÜEL BiR BiYOGRAFİ
�@ı: 17 © MAK GRUP MEDYA PRO. REK. YAY. A.Ş. SERTİFİKA No: 13858 FELSEFE 17 KİMDİR SERİSİ oı ]ACQUES DERRIDA K1MD1R? DAVID MIKICS ÇEVİREN: MUSTAFA BOZKURT GORSOY ÔZGÜN Aoı: WHO WAS ]ACQUES DERRIDA? AN INTELLECTUAL BIOGRAPHY EDİSYON: YALE UNIVERSITY PRESS, LONDON ile NEW HA.VEN 2009 YAYINA HAZIRLAYAN: EBUBEKİR DEMİR REDAKSİYON: MAK GRUP REDAKSİYON EKİBİ SON ÜKUMA: ÜSMAN BARAN KAPLAN GÖRSEL YÖNETMEN: NURULLAH ÔZBAY GRAFİK TASARIM VE UYGULAMA: TAVOOS ISBN 978-605-80688-2-7 BASKI: AYRINTI BASIMEVİ ANKARA - SERTİFİKA No: 13987 1. BASKI: NİSAN 2019
İLETİŞİM ADRESLERİ CİNNAH CD. KIRKPINAR SK. 5/4 0642.0 ÇANKAYA ANKARA TEL.: 0312.. 439 Ol 69
www.folkitap.com [email protected] sipariş için: [email protected] www.twitter.com/folkitap
jACQUES DERRIDA KiMDiR? ENTELEKTÜEL BİR BİYOGRAFİ
DAVID MIKICS
ÇEVİREN MUSTAFA BOZKURT GüRSOY
DAVID MIKICS
New Jersey ve Atlanta'da büyüdü. New York Üniversitesi'ni bitirerek Yale Üniversitesi'nde doktorasını tamamladı. Brooklyn yaşamakta ve Houston Üniversitesi'nde ders vermektedir. Başlıca eserleri: The Limits of Moralizing (1994), The Romance of Individualism in Emerson & Nietzsche (2003), A New Handbook of Literary (2010), Slow Reading in a Hurried Age (2013).
MUSTAFA BOZKURT GüRSOY
Ankara'da doğdu. ODTü Uluslararası llişkiler Bölümü'nde Yüksek Lisans öğrencisidir. Uluslararası ilişkiler Teorisi konusunda çalışmaktadır. llgi alanları arasında felsefe, psikanaliz ve şiir bulunmaktadır. Başlıca çeviri eserleri: David Mikics, Derrida Kimdir, (2019).
İÇİNDEKİLER
CEZAYİR'DEN
EcoLE NORMALE'E:
TEŞEKKÜR
ll
ÔNSÖZ
13
GİRİŞ
17
BİRİNCİ BöLOM
27
SARTRE, HEGEL, HUSSERL İKİNCİ BöLOM
77
WRITING AND DIFFERENCE VE ÜF GRAMMATOLOGY ÜÇÜNCÜ BöLOM
1 51
PLATON, AuSTIN, NIETZCHE, fREUD DÖRDÜNCÜ BöLOM
193
GADAMER, CELAN, DE MAN, HEIDEGGER
Pouncs,
BEŞİNCİ BöLÜM
226
MARX, JuoAISM
SoN BöLüM [CooA]
255
DtztN
259
TEŞEKKÜR
Yale Üniversitesi Yayınları'ndaki editörlerim John Kulka ve Jennifer Banks bana her adımımda eşlik ettiler. Onların iti na ve şevki olmasaydı bu kitap var olamazdı. Yale'in isimsiz okuyucuları da son derece yardımcı oldular ve Jack Borre bach de ustalıklı bir düzeltim sundu. Harvey Yunis, Platon tartışmamı okuyup faydalı yorumlarda bulundu. Derrida'yla alakalı şahsi tecrübelerini sorduğumda cevapsız bırakmayan Tzvetan Todorov, Micheal Fox ve Harold Bloom'un sabır ları ve David Bromwich ile John Hollander'ın desteğine minnettarım. Houston Üniversitesi'nin İngilizce Bölümü'ne ayrıl mış Martha Gano Houstoun fonu, bu kitabın yazılması nı temelden desteklemiştir. Houstoun ailesine ve İngilizce Bölümü'ndeki Houstoun Komitesi'ne şükranlarımı suna rım. Houston Üniversitesi Honors Programı'ndan Richard Armstron ve Rob Zaretsky yardım ve görüşlerini esirgeme diler; Honours Program, kitap üzerine çalıştığım sıralarda gerçekten de entelektüel evim oldu. New York'taki, New York Public Library'nin Frederick Lewis Ailen Salonu ça lışacak bir mekan ve geçmişten şimdiden birçok mümtaz yazarla etrafımın sarılı olmasıyla bana ilhamsı bir his ver miştir. Babam Lewis J. Mikics'e, Wendy Scheir'e ve Farno osh Fathi'ye teşekkür ederim. Jenn Lewin neşe ve entelek tüel kılavuzluk kaynığıydı. Ve bu kitabı Victoria Malkin'in mevcudiyeti olmadan bitirebilmek, şimdi bakıyorum da, imkansız görünüyor. Yazışım, Amerikan başkanlık seçimleri 2008 kampanya larına denk geldi. Seçim günü geldiğindeyse kitabı, entelekil
jACQUES DERRIDA KiMDiR?
tüelin kamu hayatındaki rolüne dair düşüncelerle henüz bitirmiştim. Brooklyn'deki o Kasım gecesinde ülkemin vaadini tekrarladığını ve ortak varoluşumuza duyulan en telektüel bağlılığın Amerika'da mümkün olduğunu, belki her zamankinden fazla, ispatlamış olduğunu hissettim. Yazmış olduğum kitaptan daha büyük olan sorumluluk ve ümit uyanışı hala bana bu kitabı yazış tecrübesini çerçeve lememde yardımcı olmaktadır. Derrida'nın içine kapanık akademik lügati uğruna sık sık göz ardı ettiği, insan kim liği, siyasi karar verme ve birbirimiz hakkındaki merak larımız vs. dair sorular, sonunda her birimiz için önemli olabilir.
12
ÖNSÖZ
18 yaşındayken bir Jacques Derrida takipçisi oldum. Sene 1980'di. Okul, Irvine'deki Kaliforniya Üniversitesi ve Yale ile beraber sonradan Derrida'nın düzenli olarak öğ retim vereceği Amerikan üniversitelerinden biri olan New York Üniversitesi'ydi. llk senemdeki yazı hocam, ciddiyet li, gözlüklü biraz zayıf bünyali New York Üniversitesi'ne Johns Hopkins'den gelme biriydi. Hopkins, yapısökümün Derrida'nın şahsında ilk defa Amerikan kıyılarına, 1996'daki meşhur The Languages of Criticism and the Sciences of Man konferansıyla vurduğu üniversite idi. Honours seviyesinin ilk yılındaki İngilizce dersi için hocam, Platon'un Gorgias'ını, J.L. Austin'in How to do Things with Words'ünü ve piece de resistance olarak da [en önemlisi] Derrida'nın Signature Event Context'ini ve bir Austin eleştirisini okuma ödevi ola rak vermişti. Austin, How to Talk: Some Simple Ways (Nasıl Konuşu lur: Bazı Basit Yollar) ve Three Ways of Spilling Ink (Mürek kep Dökmenin Üç Yolu) gibi yazılar yazmış ve İkinci Dün ya Savaşı'nda casusluk yapmış, kurnaz ve titiz bir Oxford don'uydu. Benim gibi bir birinci sınıf öğrencisi için tutarlı ve şaşırtıcı bir coşku sağlamıştı; felsefedeki ilk gerçek tecrü bemdi. Lisedeyken biraz Sartre'a girmiş ve onun entelektüel melodraması konusunda heyecanlanmıştım. Fakat Austin bambaşkaydı; görüşlerinde sinsi ve Sartre'ın galeyanlı ve ruh kıvrandırdığı yerlerde gamsızca eğlenceliydi. Sartre, aşk ve ölüm, dini inanç, cinayet ve intihardan bahsediyordu. İnsanı zanlardan arınmış sağlam zihinli bir elit gibi hissettiriyor, dünyanın acı hakikatlerini bilmeye ama yine de yalnız bir 13
jACQUES ÜERRIDA KiMDiR?
bağımsızlıkla harekete geçmeye kışkırtıyordu. Onun aksine Austin, söz vermek, iddiaya girmek, bahane uydurmak gibi sıradan davranışlardan, 'ters tepen' konuşma eylemlerinden bahsediyordu (Egzantirik rahibin penguenleri kutsaması veya çift eşlinin "Evet, Kabul ediyorum."u gibi.). Felsefenin böyle ufak şeylere bu kadar dikkat edebileceğini ve onları, beni daha önce hiç olmadığı kadar düşündürecek yeni bir ışıkta gösterebileceğini bilmiyordum. Austin, felsefenin nasıl da hayatla ilgili olabileceğini, günlük hayatta -ıvır zıvır, ma hiyetli veya tuhaf olarak- onunla karşılaşılabileceğini bana göstermişti. Fakat Derrida, 18 yaşındaki halimin bakış açısıyla, Austin'i bir kenara atıvermişti. Austin'i, insanları sarf ettik leri söz ve davranışlarına bağlayarak durumların sabit ve güvenilebilir olmasını sağlamakla itham etmişti. Derrida için böyle bir sabitlik imkansız bir hayaldi. Sözlerimiz kayıp giderdi, kontrol edilemezdi; bir kere ağzımızdan çıktılar mı, kendilerine ait bir hayat edinirlerdi. Derrida, konuşmanın yazıdan çok da farklı olmadığını ortaya koymuştu. Platon yazılı kelimeye yetim diyordu; kimin bir kitabı alıp okuya cağı ve ondan neler çıkartacağı asla bilinemezdi. Yazı ile lebet dolaşırdı. Yazarın eserinin gelecekteki yorumlamaları üzerinde hiçbir kontrolü yoktu. Derrida, Platon'dan da öte ye giderek, sadece yazı değil konuşma da evsizce sürükle nir, iddiasında bulunmuştu. "Sohbetlerimizde dahi", diye belirmişti Derrida, "ne kadar ısrar etsek de kastettiklerimiz hakkında hiçbir efendiliğimiz yoktur." O zamanlar Derrida'nın benim için felsefede uzun bir gelenek olan kuşkuculuğa giriş teşkil ettiğini bilmiyordum. Derrida'yı Austin'e, tarzına ve duruşuna duyduğum hayran lığa rağmen, tercih ettiğim zaman şüphecilerin klasik argü manına teslim oluyordum: Sözlerimizin ve duyularımızın de laletine/doğrulayıcılığına güvenemeyiz, hiç bir şey güvenilir değildir. Her türlü inanç sistemi, bir şeylerin nasıl olduğuna dair bir demir atımında bulunur. Fakat kuşkucular soruyor14
ÖNSÖZ
du, dünyanın söylediğimiz gibi olduğunu nasıl ispatlayabi lirdik? Mutlaka bir başkası çıkıp bize katılmayacaktır. Bu kitap Derrida'nın, Amerikan akademisinde ciddi etki bırakan kuşkuculuğunun hikayesini anlatmaktadır. Fakat Derrida'nın her şeyden şüphe etme konusundaki keskin yönteminden uzaklaşmasına da, ki bu çok daha etkilidir, yakın bir ilgi göstermektedir. Bu uzaklaşma, yazının ve adaletin devrimci özelliklerini saydığı sıralarda benimsediği peygamberane üsluptur. Bu üslupsa kuşkuculuğun içe kapa lı oluşunun dışına erişme teşebbüsünü ve linguistikten ibaret olmayan bir dünyamın doğuşunu ilanı teşkil ediyordu. Derrida, kuşkucu şüpheyi icra ettiği sıralarda, Platon'dan Austin'e kadar filozofları meşgul etmiş zengin karmaşası ile insan zihnine sırtını dönmüştü. Onun psikolojiyi reddedişi, bu kitabın önemli bir temasını oluşturur. Derrida, kuşku culuktan daha fazla memnunniyet duyamadığı zaman fark etmiştir ki, kendi düşüncesi giderek seyrelmeye ve gerçek dışılaşmaya başlamıştır. Onu etrafındaki çağ ve gerçeklik ile yeniden bağlantılı hale getirecek yeni bir motife ihtiyacı vardı. Bu yeni motifi ise bireylerle ve onların saik ve tarihle riyle ilgilenmekle değil, insanlığın en yalın ve anlık boyutla rında karşısına çıkabilecek ve psikolojiyi aşabilecek bir etik (dini düşünür Emmanuel Levinas'tan türetip) ortaya koya rak bulmuştu. Levinas gibi Derrida da adaletin sesi olmuş tu. Derrida, kariyerinin başından beri kaçınmakta azmettiği zihnin dramlarını dışarda tutmak amacıyla bu dönüşüme güvenmişti. Fakat psikolojiye karşı bu kadar gayretkar bi çimde karşı olan bir felsefe, ancak kendi ikna ediciliğine hasar verir; var oluşumuzun en elle tutulur emaresi olan iç dünyamızı reddetmiş olur. Derrida'nın psikolojiyi reddetmesi biyografiyi de reddet mesi demektir. Ancak düşüncesi, kendisine rağmen derin biçimde şahsidir: Düşünürün entelektüel var oluşu, duygu sal hayatından soyutlanamazdır. Dolayısıyla bu kitap, hem Derrida'nın hayatının hem de düşüncesinin, bilhassa haya15
jACQUES DERRIDA KiMDiR?
tındaki en büyük kabahati ve mesleki travmasının kaynağı olan, arkadaşı Paul De Man'a karşı duyduğu yoğun bağ lılığın kitabıdır. Derrida'nın şahsi hayatı düşünmeye karşı gösterdiği direnç (De Man'ın ve kendisinin olmak üzere) biyografinin ona musallat olmasına engel olamaz. Derrida sayesinde üniversitedeki hoca ve öğrenciler ye meklerden, kıyafetlere, fikirlere karşı her şeyi sökmektedir. Etkisi oldukça büyüktür ve kariyerine dair yazacaklarım ile açıklığa kavuşturmayı umduğum kitapları da büyüleyicidir. Derrida, mağrur iddialarındansa belirsizlikleriyle çok daha yol göstericidir. Zannediyorum ki bu kitabın müteakip gidi şatından sadece teori ve felsefede yetkin kişiler değil, genel okur kitlesi de faydanabilecektir. Kültür savaşları sona ermiştir ve üniversitelerde teori kampı galip çıkmıştır. Ancak yüksek kültür açısından beşeri bilimlerde teorik çalışmaların kıymeti hakkında hala ciddi şüpheler mevcuttur. Akademi ve üniversitelerin, kitap ve fi kirler hakkındaki düşüncelerini (ki sıksık, haklı ya da haksız olarak, tarikatvari, muammalı ve öğreti gibi görülen düşün celerini) az bilip umursayan kamu arasında giderek büyüyen bir ayrışma var. Eğer bu tıkanıklığı aşmak niyetinde isek geçtiğimiz yıllarda edebiyat çalışmalarındaki kutuplaşmanın merkezi ismi, Jacques Derrida'dan bir şeyler öğrenmek du rumundayız. Bu kitapta, kendisinin sık sık tavsiye ettiği te yakkuzun aynısını onun kendi sözleri için tatbik edeceğim.
16
GiRiŞ
Derrida, hayatı boyunca hem yoğun heyecana hem de yo ğun tahkire sebebiyet vermiştir. Maksadım onu, eleştirmen leri gibi yargılamak veya takipçileri gibi methetmekten ziya de kariyerini anlatmaktır. Artık Derrida göçmüş olduğuna göre onun kıymetinin ölçülüp biçilme vakti de gelmiştir. Onun düşüncesi ne öğrencilerinin iddia ettiği kadar dünyayı _değiştirecek ne de eleştirmenlerinin korktuğu kadar tehlike arz edecek bir şeydi. Fakat şurası kesin ki bizlere felsefenin nasıl kendisini kuşatıp sınırladığı, böylece arınmaya çalıştığı ve bu türden bir arınmışlığın muhtemel zararları hakkında elzem bir ders vermişti. Derrida'nın çalışması her ne kel dar ilkin insanı usandırıp dikkatleri zorlasa ve tezatlarında bile etkileyici şekilde ayakta durmayı başarsa da felsefenin bakışlarını kaçırdığı -ve fakat yüzleşmek zorunda olduğu şeye dair hayati bir mesajı içeriyordu. Derrida'nın çalışması iki girift kısımdan oluşuyordu: Biri metafizik diğeri de benlik [selt] ile ilgili iki argüman. Öncelik le metafiziği (algılanabilir görünüşlerin ardında veya üzerinde bulunan bir öz arayışını), tastamam bir şeffaflık isteği şeklin de yeniden tanımlar; bu sayede anlam bilince tamamen açık hale gelecekti. Bilinçli zihin, düşüncenin efendisi olmalıydı. Bu metafizik projeye (Derrida lügatinde 'logosentrizm' [lo gocentrism]) karşı koymak amacıyla Derrida, şüpheci yönte mi vurgulamıştı. Şüpheciliği, anlamdaki içkin güvenilmezliği kast eden başat terim 'differance' ile ilişkilendirmişti. Şüpheci lik, hareketlerimizin ve sözlerimizin esaslılığını sorguya çeker ve böylece tutarlı bir benliği varsaymak imkansız hale gelir. Dünya, kendimizi gerçekliğimiz hususunda kandırdığımız bir illüzyonlar diyarı olarak görünmeye başlar. 17
JACQUES DERIUDA
KiMDiR?
Dünya'dan şühpe duyan bu tür bir şüphecilik, Descar tes'tan beri filozoflar için temel bir düşünce olmuştur, fakat Derrida bunu bir kural haline getirmiştir. Tüm düşünce ta rihi ona, büyük felsefi metinlerin satırlarında, yani ustalıkla tutarlı kılınmış metafizikle onun yapısökümcü [deconstru tionist] hasmı şüphecilik arasında yürütülmüş bir tartışma olarak görünmüştü. Derrida metnin dışında bir şeyin olma dığını ve aslı itibarıyla yazılı ve dolayısıyla da aradığımız gerçekliği bizden esirgeyen adeta hayal ürünü olan bir dün yada yaşadığımızı iddia etmişti. 1 Derriada'nın metafizik-kuşkuculuk problemini kariyeri boyunca hakim düşüncesi olarak seçmesi, felsefeyi, psiko lojinin ilgi alanından ayırmaktaki kararlılığını gösteriyordu. Bizim, ruhtan ve münferit patolojilerden (veya karakterler den) ziyade söz ve eylemlerimizin bir bütünü olduğumuz ko nusunda ısrarcıydı. Felsefeyi, mitlerden ve zihinden [psyche] kurtararak arındırma çabası, Derrida'nın çalışmalarında ol dukça erken başlamıştı. 1950'li 60'lı yıllarda, Paris'te Ecole Normale Superiure'de okuyan bir gençken olgunlaştırdığı ilk felsefi merakı, Edmund Husserl'in felsefesiyle ilgiliydi. Husserl, şeylerin bize nasıl göründüğünün ve bizim anlamı nasıl algıladığımızı ve meydana getirdiğimizi konu edinen fenomenoloji disiplinini geliştirmişti. Husserl'i seçerek Der rida, Fransız entelektüel hayatını kuşatan ruhu, devrin dün yaca en önde gelen filozofunu, Jean-Paul Sartre'ı reddetmiş oluyordu. Sartre, fenomenolojik temaları, insanlık dramı [human drama] şeklinde sunarak Husserl'in düşüncesini, mesela voyörizm sahnesi [ scenes of voyeurism] ve cezbedici manipülasyon [seductive manipulation] gibi, psikolojik bir minvale çekmişti. Husserl'in aslı, bu tür psikolojikleştirme lere yabancı olduğundan Derrida'nın gayesi için oldukça kullanışlı oluyordu. 1
18
Stanley Cavell'in yazıları, bu bakımdan kuşkuculuk için temel bir rehberdir, özellikle The Claim of Reason: Wittgenstein, Skepticism, Morality and Tra gedy (Oxford University Press, New York 1979). Cavell Derrida'yı Philosop hical Passages'ında tartışır.
GtRtŞ
Bilhassa Platon ve Freud'un karşısında sergilediği duruş la Derrida, psikolojik olana muhalefet ediyordu. Platon'un Phaidros'uyla alakalı uzun yazılarında, diyaloğun merkezi çerçevesine, Platon'daki Sokrates'in tasavvur ettiği parça lanmış zihnin tasviri olan at arabası mitine dair her türlü meseleyi es geçmişti. Platon, yüce bir bilgiyle açıklığa ka vuşturulamayacak, kaçınılmaz bir benlik [seli] mitine bağlı olduğundan dolayı, bunu göz ardı ederek Derrida, felsefe yi psikolojinin kaygılarından uzak tutma niyetini göster miş oluyordu. 2 Benzer şekilde Freud'la ilgili yazılarında Derrida'nın kaale aldığı büyük keşif, bilinçdışının doğası iti barıyla dilsel/lenguistik oluşu ve bundan dolayı şüpheciliğin serbestçe dolaşabildiği bir ortam teşkil etmesiydi. Freud'un nevrozlunun ruhunu anlama hedefini ve hasta-terapist et kileşimine dair ilgisini reddetmiş, Platon'da olduğu gibi, onun terapi ve eğitime dair yönlerine kayıtsız kalmıştı. Bu nun yerine Derrida, dilin parçacıklarında ufak bir hususiyet tespit etmişti. İşin garibi, bu hususi faktörler, kimliği açığa çıkartmayan fakat gizleyen anlaşılmaz izlerden oluşuyordu. (Derrida'nın vurgusu Jacques Lacan'ın Reel fikriyle alaka lıdır. Bu fikir, gerçekliğin, kimliğimizi oturttuğumuz fakat anlamlandıramadığımız abes bir köşesini ifade eder. Ancak Derrida'da kimliğimizin esrarengiz taraflarını korumaya yö nelik coşkun bir dürtü mevcuttur, ki Lacan insanın kırılgan lığı için duyulan bu türden endişeleri hakir görür. 1980'lerin sonlarında, Derrida'nın arkadaşı De Man'ın, 2. Dünya Savaşı'ndaki Nazi yanlısı gazeteciliğinin, De Man'ın ölümünden sonra açığa çıkmasıyla vuku bulan Paul De Man olayı sonucunda Derrida, psikoloji meselesi hak kında bir krize sürüklenmişti. De Man'ı suçlayanlara karşı onun zihninden geçenlerin bilinemeyeceğini bu yüzden faBu konuda bakınız: Stanley Rosen, Hermeneutics As Politics, CT: Yale Uni versity Press, New Haven 2003. Rosen'ın Phaidros hakkında belirttiği gibi (ve Derrida'nın okumasına itiraz olarak), "insanın 'kendisiyle ilişkisi' ancak mitik yolla mümkündür" (85). 19
JACQUES
KiMDiR?
DERRIDA
şizmle olan ilişkisinin de yargılanamayacağını söylüyordu. De Man'ın zihninin kapılarını başkalarına kapatmak sure tiyle Derrida, onda bizzat söz hakkı iddia ediyordu. Dışar dan işbirlikçisi olarak göründüğü Nazizm'e içten içe direnen bir De Man tahayyül etmekle, onun yüreğinde asil bir müca dele tasviri yapıyordu. De Man hakkındaki bu ıstırap dolu yazılar Derrida'nın kariyerinde bir dönüm noktasını işaret etmekteydi. Çünkü tüm bunlar, felsefenin, psikolojinin ilgi alanından tasfiyesinin imkansızlığını gösteriyordu. Benliğin bilinemeyeceğine ve dolayısıyla bir anlamda var olmadığına dair tüm beyanlara rağmen, yine de bu bilinemez benliği ta hayyül etme temayülüne teslim oluyorduk. De Man'a olan bağlılığının baskısıyla Derrida, psikolojiye yönelmeye mec bur kalmıştı. Derrida'nın yazıları ister istemez felsefe ve psi koloji adlı bu iki disiplinin ayrılamayacağını ima ediyordu. Bu ayırma arzusu bir semptomdu, hatta bazen çalışmaya de ğer bir semptom, tıpkı Freud'un, pek ikna edici olmasa da, bir filozof olmadığını ilan etmesi gibi. Fakat ne filozof ne de psikolog bu ayrımı tamamına erdirebilirdi. De Man meselesindeki psikoloji, Derrida'nın düşüncesi nin ölçüp biçip ortaya koyduğu projeye ters düşen ve onu başka bir insanın iç dünyasını tahayyüle zorlayan, gerçek dünyanın varlığına işaret ediyordu. Derrida'nın uzun kari yerini zengin bir etüt nesnesi haline getiren de bu tür kırıl malardı. Realitenin düşünceyi çeldiği bir başka temel vaka ise Derrida'nın entelektüel tarihin dikkatli analizciliğinden ziyade peygamberane bir duruş sergilemesiyle cereyan etti. 1960'ların ortalarından itibaren, Derrida, yapısöküm [de construction] teşebbüsünü bir vahiy kisvesinde sunmaya başlamıştı. Bu hareket, basit bir otorite veya teveccüh ara yışı değil, metnin ebedi tekerrürlerle özetlenmesinin [reca pitulation] dışında da bir şeylerin olduğuna dair bir tasdik arayışı idi. Derrida dünyanın görünme şeklini değiştirecek kudretli bir hakikat istiyordu. Bu istek, Derrida'nın ciddi bir yakınlık duyduğu Yahudi filozof Emmanuel Levinas'ın dini 20
GiRiŞ
imdatlarına karşılık geliyordu. Fakat Derrida başka bir pey gamberane geleneğe daha, Friedrich Nietzsche'nin radikal yeni düşünce ufukları görüşüne de uzanıyordu. Derrida'nın, kariyerine 1960'ların başında psikolojiyi felsefeden sürmekle başladığını belirtmiştim. llhamJ olarak Husserl'i Sartre'a yeğlemiş ve halis bir şüphecilikle karşı ko yabileceği şeffaf bir metafizik anlayışını öne sürmüştü. Bu tartışma, içine kapanıklaşmaya başladığında ise Derrida, metafizik-kuşkuculuk ikileminin mağarasından, teşhis kay gıları dar şüpheci yöntemden daha geniş bir realitenin ışığı na doğru bir çıkış aramaya başladı. Metafiziğin ötelere nasıl uzandığını izah etmekle kendisini kısıtlamaktansa 60'ların ortası itibarıyla peygamberane bir tavır takınarak bizzat öte lere uzanan kişi olup dünyayı değişterecek mahiyetteki bildi risine işaret ediyordu. Milenyumun vaadinin doğası her ne kadar muammalı kalmış olsa da Derrida, yazı veya differans3 [differance] düşüncesinin ortaya çıkışının, düşünüş, görüş ve yaşayışımızı kökten değiştireceğinin haberini veriyordu. Mağaranın dışındaki dünya, yani Derrida 'nın peygambe rane mesajı, iki zıt şekilde tezahür etti. Birincisi Nietzsche'yle ilişkilendirilmiş, özgürleştirilmiş bir diyar idi. Nietzsche'nin oyun ve sanatkarlığa duyduğu hayranlığa istinaden Derri da, sorumsuzluğun ve belirleyici bir merkezin eksikliğinin insanlığın en yüce heveslerinin gereği olduğunu ilan etmiş ti. Ancak serbest yaratıcılık [free invention] şeklinde zuhur eden bir rastgelelikle kendimizi özgürleştirebilirdik. Nitekim daha sonraki bir ders olan insanlığın Sonları'nda [The Ends of Man] Derrida, Nietzsche üzerinden, öğrenci protestoları nın haletiruhiyesine cevap vermişti, ki tasvip mi ediyordu, parodileştiriyor muydu, yoksa inceden inceye retoriklerini mi değiştiriyordu, muallaktaydı. 1
Derridacı bir terim olan 'differance' tabiri, kendisinden türetildiği 'fark' anlamı na gelen Fransızca 'difference' kelimesi ile aynı okunur. Sadece yazım değişik liği ile anlam farklılığı yaratmak Derrida'nın fonosantirizm eleştirisinin oyunlu bir parçasıdır. Ben de bu oyunu devam ettirmek adına Türkçe'ye Fransızca'dan zaten geçmiş olan diferans kelimesini çift f'li yazmayı uygun gördüm. (Çev.) 21
jACQUES
KiMDiR?
DERRIDA
Uçsuz bucaksız yaratıcılığı Nietzscheci bir şekilde yücelt mesine karşılık, 'Structure, Sign and Play'in [Yapı, işaret ve Oyun] yayımlandığı yine aynı derleme kitabı Writing and Difference'ta [Yazı ve Fark], bizleri her biri birer kardeşimiz olan insanlık için sorumluluğa davet eden Emmanuel Levinas dünyasını karşıt görüş olarak sunmakla da kafaları oldukça karıştırmıştı. Derrida, Levinas'ı takiben beslendiği kutsal İb rani metinleri ile düşüncenin sıyrılışlarının arkasında siper al maktansa, rastlaştıklarımızın kederine ortak olma çağrısında bulunuyordu. Derrida'nın bu Musevi seslenişi, yeniliğin afa can ifadesi olan tahayyülün algımızda değişiklik vaat ettiğine inanan Nietzscheci Derrida'dan dağlar kadar farklıydı. Böyle tezatlar yüzünden Derrida, birçokları için ancak tutarlılıktan kaçan biriymiş gibi görünmekteydi. Halbuki onun eserlerinin meselesi, farklı dürtüleri uzlaştıramasa bile idare etmeye çalışmaktı. Derrida, metafizik-şüphecilik tar tışmasındaki içe kapanık saflığa karşı ayaklanarak kendisi ni, birbirlerine yabancı etkilere maruz bırakmıştı. Başlıcaları Levinas ve felaket tellalı haliyle Nietzsche olan bu etkiler zıt yönlere ilerliyordu. Zira yazmanın kendisi, 'öznenin yok-oluşu' [becoming absent] ( Grammotology, 69) olduğundan dolayı, peygambe rane bir mahiyet arz edebilmek için, Derrida'nın 1960'larda bu istikametteki çabalarına rağmen, metafizik-süphecilik ça tışmasıyla haddinden fazla iç içe geçmiş haldeydi. Bunun yeri ne, felsefenin dışına doğru yapılacak peygamberane bir açılış için daha uygun bir aday bulmak zorundaydı. Bu rolü, ni hayetinde Nietzsche'nin yaratıcı şiddeti değil Levinas'ın etiği üstlendi. Belirgin fark, Derrida'nın Claude Levi-Strauss, Fer dinand de Saussure, J. L. Austin ve benzerlerinde küçümsediği dünyeviliğin Levinas'ta daha üstün bir şeklinin bulunmasıydı. Bu düşünürlerin (Derrida'nın tabiriyle) varlığa (presence] düş künlükleri, Levinas'taki diğer kişiyle yüzleşme, karşı karşıya gelmedeki ampirik gerçekle örtüşüyordu. Mağaradan çıkış müdahaleci bir realiteye işaret etmeliydi. Kariyerinin sonun22
GiRiŞ
dayken Derrida için bu realite, Levinasçı adaletti. Levinas'ın etik hükümlerle alakalı olmakta bir itibar sunmasından ziya de, saik ve mizaçları fark etmeyen kederli insanla çok daha asli olan bir yüzleşmeye yönelerek psikolojiyi reddetmesi, Derrida nezdinde kabul edilebilir bir yol oluyordu. Derrida'nın tartışma gerektiren başka bir tarafı da yapı sökümcü ahbabı Paul De Man'ın meşhur bir kitapta adlan dırdığı üzere 'körlük ve basiret' [blindess and insight] mo deliyle ilişkisidir. De Man'a göre her metin, doğası gereği kendisini yanlış okur ve bu yüzden her yazar kendi yazısının anlamını yanlış anlar. Garip olan şudur ki bu yanlış okuma dizisi, bir yazarın aldanışlarını ifşaya kalkışan eleştirmen için de aynı derecede geçerlidir. Dolayısıyla De Man, Derrida'nın Rousseau'ya karşı bir koz elde etmek amacıyla onu kasten yanlış okuduğunu belirtir. Fakat Derrida'nın kabul edebile ceğinden çok daha vakıf ve zengin olan Rousseau'nun metni, son sözü söyler ve eleştirmenini meselesinin karmaşıklığını basite indirgeyen kişi olarak afişe eder. Bu kitapta maksadım, körlük ettiği noktalarda Derri da'nın basiretine yakalanan büyüleyici birkaç düşünürün, Derrida tarafından yapılan okumalarını ele almaktır. Onun Rousseau, Platon, Husserl ve Austin okumaları, De Man'ın öngördüğü gibi yanlış okumalardır. Derrida onların özgün lüğünü bulanıklaştırır ve onları yekpare bir logosentrizmin nümuneleri haline getirir. (Derrida, logosentrizm ile tahak küm sahibi bir logos'u veya bir dünya görüşünü kendi adına elinde tutarak kendisini açıklayan bir aklın, kendini tasdik eden gururunu kastetmektedir.) Ötekiliğin ve indirgenemez farkın savunucusu Derrida, bu metinleri kendi meşgalesinin bir yansıması haline dönüştürür: Yazının konuşmaya üstün lüğü, insan aklının 'şiddet'i (yani aklın, düşüncenin kendi sini onaylayıcı karakterine olan bağlılığı). Platon, Austin ve Husserl, onun için şüphe edilmesi ve hatta bertaraf edil mesi gereken fallogosentrizm'in [phallogocentrism ], 'Batı metafiziği'nin anahtar örnekleri haline gelmiş olur. 2.3
jACQUES DERlllDA KiMDiR?
Derrida, ifadelerinin dizginlerini elinde tuttuğunu ve söy lediği şeyi kastedip neyi kastettiğini de bildiğini sanan bilinç li egonun, mağrur ve saf beyanlarına saldırır. Yapısöküm, psikanalizden de iyi bir şekilde, (Freud'un meşhur tabiriyle) ego'nun 'kendi evinin efendisi' olmadığını gösterir. Elbette başka filozoflar da kendi anlamının yanılmaz efen disi olduğunu düşünen ve kendisinden memnun egonun id dialarını incelemiştir. Böyle bir ego, Austin'de birçok gülünç kılığa girer ve Freud ile Nietzsche de onu teşhis etmişlerdir. Fakat Derrida, bu düşünürlerin dayandığı psikolojik tarafı, kendi şüpheci halinin dışında bırakır. Ona göre bizler, değiş mez bir yapının, bizim aracılığımızla konuşan bir gösterenler ağının, tahakkümü altındayızdır. Mahkum oluşumuz hak kında bilerek yorum yapabilsek bile bir kaçış yolu bulama yız. Şüphecilik bu yorumu temin eder fakat yorum yapmak yetmez. İstediğimiz şey, özgürlük ve sistematik bir hapsediş tablosuna nispeten daha iştiyaklı bir gereklilik görüşüdür. Beşeri bilimlere teoride bir başka büyük Fransız etkisi olan Michel Foucault ile aynı tehlikeyi Derrida da davet ediyor du. Derrida da Foucault gibi, sistemin kaçışsız karakterini vurgulayarak başlar. Derrida için sistem Batı metafiziğiydi; Foucault'da da modernitenin kurumları Aydınlanma'dan bu yana benzer bir rolü üstlenmişti. lki düşünür de sisteme karşı radikal alternatiflerin peşindeydi; böylece dışardan bir bakış elde edilebilirdi. Derrida için bu, apokaliptik Nietzsche (ve duyurularıyla onun yankısı olan Georges Bataille ve Anto nin Artaud gibi avangart yazarlar), Foucault içinse Batı'nın ıslah pratikleriyle [ disciplinary practices] bastırılabilir fakat zaptedilemez olan delilikti. Böyle bir coşkunluk, bir panzehir veya aynı olanın saltanatına karşı bir 'öteki' olarak serbest bir hareket sahasının kapılarını açmış olur (ki bu, Foucault'nun tasvip ettiği bahtı kara bir serbestlik bile olsa). Fakat Nietzsche yetmemişti. Levinasçı bir vurgu ile eks tremler üzerinden sorumluluğun da dahil edilmesi -böylece ben yok edilmekle tehdit edilmiş olan insan, ahbabımın rehi-
Glllli
nesi haline gelmiş olurum-, Derrida'ya, Foucault'nun anar şik pervasızlığından sıyrılmak için imkan tanır. Yükümlülük, Nietzscheci özgürlükten daha gerekli hale gelir. Nihayetinde Levinasçı sorumluluk da, Derrida için psikolojiden kaçmak için bir yol olur; ne de olsa Levinas'ta öteki bir şahıs, tarih ve kişilikten beri büsbütün bir varlık halindedir. Fakat Levinas ve Derrida bizim karmaşıklığımızı gözden kaçırmıştı. Levinas'ın tasvir ettikleri gibi ekstrem durumlar da bile bizler, kendi hayatının hayalini kuran ve onu icat eden psikolojik varlıklarızdır. Bu yüzden Derrida'nınkine alternatif bir yaklaşım da mevcuttur. Hala birçok kurgu ve şiire can veren Romantik fikir, bizlerden, düşünce ve dilimizin ruhumuzu inşa edici hareketlerini, yapısökümün şüpheciliğiyle, basit görünümler olarak ifşa etmektense on lara arka çıkmamızı talep eder. 4 Hayat, kurgunun tesadüfi, neşeli ve gerekli inşasına dayanır. Dünyayı basitçe tesadüfi ve dolayısıyla yetersiz olarak teşhir etmek suretiyle Derri da, bizi kudretimizden mahrum bırakır. Harold Bloom'un, yazarın zihnine [psyche] dayanarak temellendirilen yanlış okuma kavramı, yanlış okumanın metnin içinde gerçekleşti ği ve yazarın şahsiyetinin bir illüzyon olduğu yapısökümcü düşünceden daha kullanışlı olmaktadır. Derrida'nın şuurlu şüpheciliği, bizleri söz ve eylemlerimi zin sorumluluğundan azat eder; böylece Derrida bizleri işaret edici bir makinenin basit parçaları haline getirir. Buna karşın kendine güvenen egonun ifşacıları olan Freud ve Austin ise dünyada hala benliğe merkezi bir yer verirler. ünVar, yaptığı mız şeyi neden yaptığımızı çözmeye niyetli felsefi aedektifler dir. Bizim doğaçlamaya hatta kendi senaryolarımızı yazmaya mecbur kaldığımız anları gözden kaçırmazlar. Bazen -ki ol dukça sık- sistemler, bize özgün olma görevini vererek başarı sız olurlar. Vaziyetimiz ne kadar bunaltıcı ve vaatkar olsa da ancak ve ancak Derrida'nın çalışmasının dışında tutmak için çok uğraştığı o psikolojik tarafı kabul etmekle anlaşılabilir. 'ı
4
Bkz. Koeth, Poetry, 48-49.
jACQUES DERRJDA KiMDiR?
Zihni görmezden gelmek, feslefenin daimi bir işvesidir. tlkin bu cazibeye teslim olmuş olsa da Derrida, buradan tü reyen kısıtlanmış felsefi düşünüşten bir çıkış yolu aramış tır. Böylece psikoloji ve felsefenin neden ayrılamayacağını istemsiz fakat hayati bir şekilde vurgulamış olur. 5
1 ·
Ana metinde alıntılananlara ek olarak, faydalı bulduğum yapısöküm çalış malarının arasında şunlar vardır: Jonathan Culler, On Deconstruction, NY: Cornell University Press, lthaca 1982; John Ellis, Against Deconstruction, NJ: Princeton University Press, Princeton 1989; Michael Fischer, Stanley Caııell and Literary Skepticism, University of Chicago Press, Chicago 1989; Euge ne Goodheart, The Reign of Ideology,