120 97 16MB
Turkish Pages 381 [382] Year 1998
KÜLTÜR YAYlNLARI
TÜRKiYE iŞ BANKASI KÜLTÜR YAYlNLARI Genel Yayın No
:370
Sosyal
:
Felsefi Dizi
45
Her hakkı KOltür Yayınları
iş-TOrk Limited Şirketi'ne aittir.
Kapak Tasarımı
: Osman Bellek
Bi rinci Baskı
: 5.000 Ad et 1 Oca k 1998
1 S BN
: 975-458-+ 1 O 1 -0
Basım Yeri: Minpa Matbaacılık ve Tic.Ltd.Şti. Tel: 311 12 41 1 ANKARA- 1998
FRANCIS FUKUYAMA
••
GUVEN Sosyal Erdemler ve Refahtn Yarat1lmast Çeviren: Ahmet BUGDAYCI
••
•
•
TURKIVE IŞ BANKASI
Kültür Yay1n l arı
Tek, biricik Laura'ya
Aşırı irileşmiş bir devletin bastırmaya ve kapsamaya zorlandığı s ayısız dağınık bireyden oluşan bir toplu m gerçek bir sosyolojik canavar meydana gelirir.... Dahası, devlet bireylerin çok çok uz a ğındadır; bireysel bilince nüfuz elmek ve kendi içinde onları sosyalleştirmek açısından bireylerle kurduğu ili şkiler çok fazla dışsal ve kesiklidir . ,
... Bir ulus ancak, devlet ve birey arasına giren bir dizi ikincil grup varsa varl ığ ını
idame ettirebil ir. i kincil gruplar , kendi faaliyet alanlarında bireylerin güçlü bir şekilde ilgisini çeker ve bu şekilde o n l a rı sosyal hayatın genel akı nıısın ı n dışına sürükler ... Mesleki gruplar bu rol e uygundur ve bu onların kaderidir.
-Emile
Durkheim
Toplumdaişgücünün Bölümü (The Division of Labor in Society)
O zaman birleşme sanatı, daha önce söylediğim gibi, faaliyetlerin anası olur v e herkes tarafından öğrenilebilir ve tatbik edilebilir. Alexis de Tocqueville Amerika'da Demokrasi (Democracy in America.)
7
içindekiler Önsöz ................... . . ........... . . . . . . ........ .................... ............. .................................. 11 Çevirmenin
Önsözü
. . . . . .... .... . ... . ... . ........................ . ............................. ....... . . . . . . 13
...
I.KISIM
GÜVEN FiKRi EKONOMiK TOPLUMUN OLUŞTURULASINDA HESABA KATILMAYAN BiR FAK TÖR :
KÜLTÜRÜN GÜCÜ
1 . Tarihin Sonunda insanlık Durumu .................................................................. 1 7 2. Yüzd e 20'1ik Çözüm ... . ........ . .... ..... .. .. . . . . . ..... ..... ........ .. .
3.
..
.
. .. . . .
.
. . . . . .. . .... ..... .. 27
... . ..
Ölçek ve Güven .................................................................. ............ ............... 35
4. iyi ve Kötünün
Dili ........................................................................................... 43
5. Sosyal Erdemler
6.
.
....
. ... . ... . ... . . ... .. .................. . ........ ......... ..... .... . ........................ 51
Birleşme Sanatı . . . . .. ... . ....... ............................... ........ .. .. . ............ . .... . ............... 57
ll. KlSlM
i
DÜŞÜK GÜVEN L TOPLUMLAR VE AiLE OEGERLERiNiN PARAOOKS U 7. Sosyalleşmeye Giden Patikelar ve Dolambaçlı Yollar . . . . .. . . ............................ 67 8. Dağınık Kum Tane l eri ..................................................................................... 73
9. "Buddenbrooks" Fenomeni ............................................................................. 85 1 O. ita!yan Kon!üçyüsçülüğü
.....
. ... .......................... .............. ..... . .... . ................. . 97
11 . Fransa'da Yüz Yüze ................................................................................... 1 09 1 2. Kore ve içindeki Çinli ....... .......
.......
.. ........ . .......................... . ... .. .. . ... ............ 1 21
llLKlSlM
YÜKSEK GÜVENLi TOPLUMLAR VE SÜRDÜRÜLEBiLiR SOSYALLEŞMENiN MEYDAN OKUMASI
13.
Çalışmasız Ekonomiler ... ... . . .. . .. .. .. .. ..
.
..
. ........ .. ....... ..... .... ....... ... ............ 139
......
9
14. Granit Kaya................................................................................................. 149 15. Oğullar ve Yabancılar . . ..
16. Yaşam Boyu Iş .. . .
17. Para Cemaati
..
.
...
.
......... ....
. . .. .
............
.
...........
. . .. .
........ . .......... . . ..
.
.. .. ..
......... . ....
..... .
.
.... .
.
..
..
.
...........
. . . ..
. . . . . . . .........
..
.
...
....
....
. 159
. . . . . .......... . . .
.
.... . . . . . . . . . . . . . ...
.. . .
......
.
.
.. ...
...
.
..
...
..
...
.. .
...
....
..
.
.
...
...
.....
171 179
18. Alman Devleri ...................................................................................... ....... 191 19. Weber ve Taylor ......................................................................................... 201 20. Ekiplerde Güven ......................................................................................... 209 21 Bizler ve Onlar .
. . .........
22. Yü ksek Güvenli işyeri
. .. . .
....
.
.
..
.
. . ........
. .. .
.....
.
....
.
.
.....
.
.
. . . . . . ....
.
.
....
.. .
...
.
.
. . .. .. .... . . .
...... ...
....
.
. . .. .
.
..
..
......
.
..
.
.
...
.
. . . . . . . . . .. . .
..... .. . . . .
221
. . .. . 229
.. . .. .
..
..
IV. KlSlM
AMERiKAN TOPLUMU VE GÜVEN KRiZi 23. KartaUar Bir Araya Toplanmaz - Ya Toplanıyorlarsa? ................................ 241 24. Cefakar Konformistler................................................................................. 253 25. Amerika'da Siyahlar ve Asyalılar ................................................................ 263 26. Kaybolan Orta. . . ..
.
......
.
..
...
.. . .. ... .
........ .....
.
..
.
.
. . ...........
. ..
..........
. .. .
..
...
.
..
.... . .. .. .
273
V.KISIM
GOVENi ÇOGALTMAK 21.YÜZVILDA GELENEKSEL KÜLTÜRLERi VE MODERN KURUMLARI BIRLEŞTiRMEK
27. Geç Gelişenler
...
.. . ..
28. Ôlçeğe Dönüş .. .. .
.
...... .. .
.. . ..
.
....
...
.
.
.
...
..
.......
...
...
.
....
. ... .. . .
..
.
. ..
.. .. . ... .... ....... ..
. . ..
......... . . . . .
..
.
. . . . . .................
..
.
..
. . . ..
..
.
....
.
. . . ...
.. .
.. .
...
..........
289
.. 297
29. Pek Çok Mucize ........ .................................................................................. 305 30. Sosya l Mühendisliğin Ard ı ndan ... ... .. . 31. Ekonomik Hayatın Ruhu .... .. ..
N otla r
...
.
.. .. . ... . ...... . .. ..
..
..
..
...
.
...... . ............... ......... .. ..
.
.
..
.
..
..
.
..
... .
. .. .. 309
..... . .
.. . . ..... ... .
.
..
.
.
. .. ..
.
..
.. 315 .
..................................... ............. ............. .................. ...............................
lO
321
ÖN SÖZ
2O
yüzyılın önde gelen
Hegel
yorumcularından Alexander
Kojeve,
yüzyılın ortalarında, Hegel'in tarihin sona erdiğini ilan etmekte esas •
itibarıyla çok haklı olduğu sonucuna vardı ve kendisi gibi düşün adamlarına,
bu noktanın ötesinde
yapacak
pek
fazla
bir şey
kalmadığına karar verdi. Felsefe çalışmalarını hatta sonlarına sıkıştırarak, o sıralar yeni oluşturulan AET'deki (Avrupa Ekonomik Topluluğu) işine ağırlık verdi ve 1968'de ölümüne kadar da bu görevi sürdürdü. Bu gelişmenin ışığında, daha önceki kitabım, Tarihin Sonu ve Son Adam'daki (The End of History and the Last Man) temaları, ekonomi hakkında bir kitapla sürdürmem bana çok doğal gözüktü. Ekonomiye verilen önemin neredeyse kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Tabii ki, komünizmin çöküşünün ardından gelen belirgin bir istikrarsızlık ve kıtanın politik geleceğine ilişkin Avrupa'daki kötümserlik, büyük çapta bir buhran yarattı. Ancak politikaya ilişkin tüm sorular, bugün ekonominin yörüngesine kayıyor; ulusların güvenlik problemleri, Doğu ve Batı'daki kırılgan sivil toplumlardan yükselen sorunlarla şekilleniyor. Fakat ekonomi bunların ötesinde başka bir şeydir. Ekonomi, sosyal yaşam üzerinde temellenir ve modern toplumların kendi kendilerini nasıl organize
ettikleri
sorusundan ayrı
olarak anlaşılamaz.
Modern kabul
görme
mücadelesinin gerçekleştiği bir arenadır ekonomi. O halde bu kitap, başarılı bir ekonominin nasıl oluşturulacağı veya Amerikalılar'ın Japonları ya da Almanlar'ı nasıl taklit etmeleri gerektiğini açıklayan "rekabetçilik" üzerine hazır reçeteler sunan bir çalışma değildir. Daha çok, ekonomik yaşamın modern hayatı nasıl yansıttığı, şekillendirdiği ve temelini oluşturduğunun anlatısıdır. Farklı
kültürleri
ekonomik
performansları
açısından
karşılaştırmaya
ve
aralarındaki karşıtlıkları göstermeye çalışan bir çalışma, ister istemez değindiği herkesin tepki ve eleştirilerine açıktır. Yeryüzündeki kültürlerin karşılaştırılmasma bu kitapta geniş bir şekilde yer verdim. Birtakım tartışmalı toplumlar hakkında benden daha
fazla
bilgiye
sahip
olanların,
bu
konuda
sayısız
itirazlar,
istisnalar
getirebileceklerini ve kitaptaki farklı genelleştirmelere aykırı düşen kanıtlar üzerinde düşünebileceklerinden eminim. Ayrıca kendi kültürlerini yanlış anladığımı veya daha kötüsü, bu kültürler hakkında önemsizleştinci ya da küçümseyici fikirler öne sürdüğümü düşünenlerden önceden özür dilerim.
ll
Bu çalışmada pek çok insana teşekkür borçluyum. Kitaba emeği geçen üç editörden Ervin Glikes, 1994'te zamansız ölümünden önce kitabı imzaladı. Free Press'ten Adam Bellaw kitabın tamamlanışına tanık oldu ve Peter Dougherty'in ilk taslaktan son halini almasına kadar çok büyük emeği geçti. Aynı zamanda bu süreçte çeşitli noktalarda
yardımları olan dostlarıma teşekkür ederim.
Bunlar
arasında Michael Novak, Peter Berger, Seymour Martin lipseı, Amitai Etzioni, Ezra Vogel, Atsushi Seike, Chie Nakane, Takeshi lshida, Noritake Kobayashi, Saburo Shiroyama, Steven Rhoads, Reiko Kinoshita, Mancur Olson, Michael Kennedy, Henry S. Rowen, Clare Wolfowitz, Robert O. Putnam, George Holmgren, Lawrence Harrison, David Hale, Wellington K. K. Chan, Kongdan Oh, Richard Rosecrance, Bruce Porter, Mark Cordover, Jonathan Pollack, Michael Swaine, Aaron Friedberg, Tamara
Hareven
ve
Michael
Mochizuki'ye
teşekkür
ederim.
Ayrıca
Abram
Shulsky'nin kitabın kavramsallaştırılmasına çok büyük kalkıları oldu. Bir kez daha, bu kitabı yazarken bana hoşgörü gösteren James Thompson ve RAND Corporations'a minnettarlığımı belirtirim. Ayrıca yayın danışmanım Esther Newberg ve Heather Schroder'e teşekkür borçluyum. Bu kitabın içerdiği materyalin çoğunu, çalışmanın tüm aşamalarında paha biçilmez değerde yardımları olan, araştırma
esistaniarım
Denise
Quigley,
Tenzing
Donyo
ve
özellikle
Chris
Swenson'un yorucu çalışmaları olmaksızın, asla kendi başıma keşfedemezdim. Kitabı adadığı m karım Laura, daima dikkatli bir okuyucu ve eleştirmen oldu ve olağanüstü düzeyde yardım etti. Bu çalışma boyunca, benim en büyük desteğimdi. Din sosyaloğu olan babam Yoshia Fukuyama, birkaç yıl önce sosyal bilimler klasiklerinden oluşan kütüphanesini bana devretti. Uzun yıllar bu bakış açısına dirandikten sonra, sanırım şimdi babamın bu konuya ilgisini çok daha iyi anlıyorum. ilk taslağı okudu ve yorumlarını yaptı: ama kitap yayınianmadan önce vefat etti. Yaşamını
adadığı
ilgi
alanlarının
burada
ne
kadar
yansıtıldığını
anladığını
umuyorum. Daha önce olduğu gibi, daktilograflara sunulan geleneksel teşekkür yerine, bu kitabın üretim sürecinde kullanılan bütün network'leri, bilgisayarları ve yazılımları yaralan tüm teknik elemanlara ve tasarımcılara -ki çoğu göçmendi- teşekkürler.
12
ÇEViRMENiN ÖNSÖZÜ
J
apon
kökenli
Amerikan
siyaset
bilimci
Francis
Fukuyama,
bu
kitabında
toplumlar arasındaki ekonomik performans farklılıklarını açıklamak için çok ilginç tezler ortaya atıyor. Batı'da büyük ilgi uyandıran kitabın dayandığı ana
tema, bir toplumda insanların birbirine duydukları güven düzeyi. Son dönemlerin popüler düşOnürü, ekonomik refahın yaratılmasını ağırlıklı olarak sosyal sermayeye ve bir toplumun bireyleri arasındaki gü ven duygusunun yaygınlığına bağlıyor. Fukuyama buna göre toplumları yüksek güvenli ve düşük güvenli olarak ikiye ayırıyor. Güvene bağ lı olarak da sosyal sermayenin ve bunun alt kümesi otarak kendiliğinden sosyalleşmenin toplumların siyasi ve ekonomik hayatındaki yaşamsat öneminin altını çiziyor. Fukuyama'nın görüşleri Batı'da birçok eleştiriye maruz kaldı. Hatta bu tezlerin doğruyu yansıtmadığını ileri süren analitik çalışmalar yapıldı.
Ancak toplumlar
arasındaki siyasi ve ekonomik farklılıkları açıklamada, kültür giderek daha fazla başvurulan bir faktör haline geliyor. Fukuyama'nın ele aldığı kOltürler arasında Türkiye yok. Oysa 1 990' 1arı n ikinci yarısında çok hızlı ve sancılı bir değişim sürecinden
geçen
Türkiye'yi,
ilgilendiriyor . Aile şirketleri,
kitapta tartışılan temalar
profesyonel
son
derece
yakından
yönetime geçme, yak ı n gelecekte aile
şirketlerinde ikinci kuşağın başa geçmesiyle boy gösterecek dağılma tehlikesi, gönüllü sivil örgütlenmelerin cılızlığı ve bunun ekonomik ve siyasi hayat üzerindeki etkileri, politikanın toplumun taleplerinden kopmasıyla kendini gösteren kaotik siyasi yaşam... Tüm bu konuları, bir kez de farklı bir perspektiften inceleyip, geçmişten bugüne kültürel faktörlerin gelişmeye hangi noktalarda fren yaptığı ve ne kadar etkili olduğu konuları araştırılmayı bekliyor. Belki böylece, ekonomik gelişmenin siyasi hayatın önünde gittiği Türk toplumunun önüne konan örnek toplum modellerinin, insanları birbirinden yalılmaya değil, işbirliği ve uz laşabilme yetisini gelişt irmeye hizmet etmesi gerekliliği de gündeme gelebilir. Efimizdeki verilerin ışığında, güven düzeyi açısından Tü rkiye gerçekten çok acınası bir noktada. Gündelik hayatta her an burun buruna geldiğimiz örneKler, Türk insanının birbirine güvenmediğinin kanıtı. Toplumsal araştırmalar da bu olguyu destekliyor. Belirli aralıklarla yapılan Dünya Değerler Araştırması verilerine göre Türkiye, dünya ülkeleri arasında güven düzeyinin en düşük olduğu ülkelerden biri.
13
1 990'da yap ılan araştı rmada -çoğu insana güvenirim" diyenierin oranı yüzde 1 O düzeyindeydi. 1997'de tekrananan aynı araştırmada güven düzeyi bu kez yüzde 6.5'e gerilemiş. Bir diğer deyişle insanlarımızın birbirine güven d uygusu yedi yı lda yüzde 35 azalmış. Siyasi hayatta sık sık kullanılan terimlerden uGüven Bunalımı"nın , sadece politik düzlemden ibaret olmadığı, tüm sosyal katmanları saran bir olgu olduğu görüiCıyor. 40 ülkede yapılan araştı rma, Türkiye'deki güven düzeyini diğer ülkelerle karş ılaştırmaya imkan veriyor. Dünya Değerler Araştırması baz al ındığı nda, 40 ülke arası nda Tü rkiye Brezilya'dan sonra insanların birbirine en az güvendiği ülke. Güven açısından, toplumsal mutsuzl uğun inanıl maz boyutlarda olduğu Rusya'dan bile geride olmamız çok ilginç. Oysa araştı rman ı n yöneticisi Prof. Ronald l nglehart'ın söylediği gibi insanların birbi rine güvenmesi, sağlı kl ı bir ekonomi için olduğu kadar istikrarlı bir demokrasi içi n de hayati önem taşıyor. Fu kuyama'nın üzerinde durduğu konulardan biri de aile ile devlet arasındaki gönüllü sivil kuruluşların varlığı. Güven düzeyi düşük ülkelerde, devletle aile arasında gönüllü birleşmeler çok zayıf. Bu da bir toplumda insanları n ortak hedefler doğrultusunda işbirliği yapabilme ve organizasyonel yetenekl e rini kısıtl ıyor. Türkiye açısı ndan baktığımızda, araştırmalar bu aradaki alan ı n "bomboş" olduğunu gösteriyor. PiAR Profil '97 araştı rmasına göre Türkiye'de s·ıvi l örgütlenmelere üye olma oranı şöyle: Siyasi parti ve gruplar yüzde 3.9, sendikalar yüzde 1.3, spor kuruluşları yüzde 1 .2, meslek odaları yüzde 0.8, eğitim-sanat grupları yüzde 0.5, tarikatlar yüzde 0.4, insan haklarıyle ilgili dernekler yüzde 0.2, çevre koruma dernekleri yüzde 0.2 ... Liste böyle uzayıp gidiyor. Hiçbir toplumsal örgütlenmeye üye olmayanların oranı ise yüzde 90.8. Bu oran kitapta ele alınan yüksek güvenli toplumlardaki müthiş enerjiK: sivil hayatla karşılaştırıldığ ında, ortaya keskin bir kontrast çıkıyor. Fukuyama bu tarz bir toplum yapısının, aradaki kuruluşları yok eden veya kendine tabi kı lan merkeziyetçi devlet politikalarından kaynakland ığını i leri sürüyor. Firma büyükl üğü ve ölçek, Türk ekonomisinin gündeminde olan diğer önemli konular... DiE'nin verilerine göre Türkiye'de küçük ölçekli işletmelerin, sayısal olarak toplam imalat sanayii işyeri içindeki oranı yüzde 95, toplam istihdam içindeki oran ı ise yüzde 35. Büyük şirketler, imalat sanayii işyerlerinin, sayısal olarak sadece yüzde 0.39'unu oluşturuyor. Ancak kitapta da vurgulandığı gibi firma büyükluğü ekonomik gel işmeye bir engel değil. Diğer yandan son yıllarda özellikle Anadolu'dan yükselen sanayileşme dalgasın ın, küresel pazarlara entegre olacak beceriyi göstermesi için profesyonel yönetime geçme şart gözüküyor. Başta tekstil olmak üzere yoğun emeğe ve ucuz işgücüne dayalı, gelişmiş ülkelerin hızla terk ettiği düşük teknolojili alanlarda odaklaşan ve yabancı ortaklıklarla büyürneyi seçen Türk şirketielinin önünde, yüksek teknolojili endüstrilere geçebil me olası lığının, en azı ndan stratejik olarak tartışı lması gerekiyor. Bu noktada, hiç kompleks duymadan devletin düzenleyici rolü yeniden tanımlanabilir. Türkiye'nin 21. yüzyılın, en azından ekonomik açıdan ileri toplumları arasında yer alabilmesinin önkoşulları, belki de bu konuları geniş bir tabanda ta rtı şabilmekten geçiyor. Ahmet Buğdaycı 14
1
GÜVEN FiKRi Ekonomik Toplumun Oluşturu/masmda Hesaba Katlimayan Bir Faktör: Kültürün Gücü
B ö l üm 1
Tarihin Sonunda
21
yüzyıla yaklaştıkça,
insanlik Durumu
dünyanın
her tarafında politik ve ekonomik
kurumlar giderek birbirleriyle aynı noktada buluşuyor. Aralarındaki
• farklar hızla ortadan kalkıyor. Oysa
bu
yüzyıl ı n b aşlarında toplumlar,
derin ideolojik farkl ı l ı klarla bölünmüşlerdi. Monarşi , faşizm, liberal
demokrasi ve komünizm rejimlerinde yaşayan ülkeler, kendi sistemlerinin politik
üstünlüğünü birbirlerine kabul etiirmek için k ı yasıya bir rekabet içindeydiler Geriye kalan üçüncü d ünya ülkeleri de korumacılt k, serbest piyasa, korporatizm ve s os yalist merkezi planlama gibi çeşitli yollara sapmıştı. Bugün ise tüm gelişmiş ülkeler liberal demokratik politik kurumları benimsedi ya da benimsemeye çalışıyor. Aynı zamanda, .
b i rçok ülke pazar ekonomi sine yöneliyor ve küresel kapitalizmin işbölümüne uyum sağl ı yor. Bu hareketler başka bir yerde de belirttiğim gibi, "tarihin sonu" kavram ını
amaca doğru ilerleyen toplumların evrimini geniş bir çerçevede ele alan Marksist-Hegelci tarih felsefesinden gelm ekte 1 Teknolojinin gelişmesi, ulusal ekonomileri uyumlu bir tarzda şekillendirerek küresel ekonomiye ente grasyonl arını sağlıyor. Aynı zamanda, modern yaşamın giderek karmaşıklaşması ve yoğun bir e nformasyon bombardımanı altında kalması, merkez·ı planlamayı pratikte olağan üstü zorlaştı rıyor. Teknolojinin ateşiediği kapitalizm, oluşturuyor. Söz konusu kavram, nihai bir
.
yarattığı
olağanüstü zenginlikle evrensel ve eşit haklara dayal ı
liberal
rejimin
serpilmesi ne hizmet edi yor Bu yapı da insanlık onurunun kabul görmesi için verilen .
mücadelenin en üst noktasını temsil ediyor. Doğal olarak, demokrasiye ve pazar ekonomisine geçiş bazı ülkeler için pek kolay olmadı. Özellikle de eski komünist blok ülkelerinin faşizm ya da anarş·ı nin pençesine düştüğü bir ortamda, gelişmiş ülkelerin, demokratik kap i talizmden modeline özlem
b aşka alternatif bir politik ve ekonomik duyabilmeleri söz konusu değil.
Bununla birlikte,
de mokratik
org anizas yon
kapital izm modeli etrafındaki kurumların
birbirleriyle aynı noktada birleşmeye yüz tutması, tabii ki toplumun arayışlarının sona erdiği anlamına da gel miyor. Belirli bir kurumsal çerçeve içinde, toplumlar zengin veya yoksul olabilir ya da toplumsal ve manevi tatmin düzeyleri farkl ı l ık gösterebilir. Ama "tarihin sonu"ndaki birleşme sürecinin doğal bir sonucu olarak, sanayileşme aşamasını geçmiş toplumların daha ileriye gidebilmesinin, iddialı sosyal mühendi sl i k
yaklaşıml a rıyl a b aşa n l amayaca ğı görüşü, geniş b i r kesim tarafından kabul edi liyor. Artık, sadece şişkin hükümet programlarıyla "büyük toplum" ol mak gibi, hiç de 17
gerçekçi olmayan beklentilerimiz yok. Örneğin 1 994'te sağlık reformunu kabul ettirmeye çalışan Clinton yöneti minin karşılaştığı zorluklar, Amerikalıların, ekonominin önemli bi r sektörü nün b üyük ölçüde hükümet tarafı ndan yönetilmesine şüpheyle baktığ ını gösterdi. Avrupa'da da artık hemen hemen hiç kimse, işsizlik veya göç gibi temel sorunların refah devleti sınırlannın daha da genişlemesiyle çözülebileceğini öne sürmüyor. Aksine, Avrupa endüstrisinin küresel düzlemde rekabet gücünü artırmak için refah devletinin küçültülmesi gündemde. Hat1a 1 929'daki büyük ekonomik krizden sonra, sanayi leşmiş ülkelerde yayg ı n bir şekilde uygulanan Keynes'in ekonomiyi canlandırmak için açı k ha rcama yaklaşımları bile, bugün birçok ekonomist tarafı ndan uzun dönemde başarısızlığa mahkum bir yaklaş ı m olarak değerlendiriliyor. Günümüzde ise tam tersine, çoğu h ükümetin makro ekonomi politikalarında en büyük iddiası, para arzının istikrarlı kılı nması ve şişkin bütçe açı kları nın kontrol edilmesiyle ekonomiye herhangi bir hasar vermemekten oluşuyor. Bugün sosyal mü hendislik kavramını bir yana b ı rakm ışken, gerçekte tüm ciddi gözlemciler, li beral ve ekonomi k kuruluşların canlılığının sağlıkl ı ve dinami k bir sivil topluma dayandığ ı n ı kavrıyor. 2 uSivil toplum"; şi rketler, eğitim kuruluşları, gönül lü birlikler, medya, sendika, çeşitli yard ı m amaçlı örgütlenmeler, kulüpler ve ki liseleri içeren aradaki kuruluşların karmaşı k bir bileşimidir. Sivil toplumun kendisi de, kendine özgü değerleri ve bilgileri kuşaklar boyunca birbirine aktaran, bireyin kendi kültürel ortam ına sosyalleştiği, daha geniş boyutlu bir toplumda yaşaması için gerekli nitelikleri sağlayan, aile kurumu üzerine inşa edilir. Ancak güçlü, istikrarlı bir aile yap ı sı ve sürekliliği olan sosyal kurumlar, hükümetlerin merkez bankaları n ı ya da silahlı kuwetlerini oluşturduğu gibi yasama yoluyla ortaya ç ıkamaz. Başarıl ı bir sivil toplum, bireylerin al ışkanl ı kları , adetleri ve ahlaki değerlerine dayan ı r. Siyasi politikalar, bu özelli kleri yalnızca dalaylı yoldan biçimlendirebil ir; ama bu niteliklerin geliştirilmesi esas olarak kültürel değerlerin farkına varıp, sayg ı göstermekle mümkündür. Kültürün öneminin artması olgusu, ulusal sınırların ötesine taşarak, küresel ekonominin ve uluslararası düzenin alanına doğru yayıl ıyor. Gerçekle, soğuk savaş ı n sona ermesinden bu yana b üyük çapl ı kurumların birbirine yaklaşma sürecinin en ilginç çelişkilerinden biri , dünyan ı n her köşesindeki insanların , kendilerini diğerlerinden ayıran kOitürel farkl ılıkların bil incine giderek daha fazla varması dır. Ö rneği n , son 10 yı lda, Amerikan halkı soğuk savaş süresince "hO r dünya'nın tartışmasız dostu olan Japonlar'ın demokrasi ve kapitalizm anlayış ının Ameri ka'da uygulanan si stemden çok farkl ı bir dizi kültü rel norma dayandığını fark etti. Bu farklılı klar, iki toplum arasında zaman zaman önemli anlaşmazlıklara yol açtı. Japonlar' ı n kendilerine özgü keiretsu iş ağları üyelerinin, daha kal iteli veya ucuz teklif veren yabancı bir firmadan mal almak yerine, birbirleriyle kapalı devre alışveriş yapmaları kültürel farkl ılıklara dayanan anlaşmazl ı kların ilk akla gelen örneği. Asyal ı toplumların pek çoğu, kendi açı larından, Amerikan kültürünün belirli yönleri yüzünden zor durumlara düşüyor. Özellikle, Amerikal ı lar'ın daha fazla mal satmak uğruna, bireysel haklarında ısrar eden kavgacı ve ısraı1ı tutumları sorunlara yol açıyor. Asyalı toplu mlar giderek artan bir şekilde, kendi sosyal di namizmlerinin 18
temelinde yer alan, aile değerleri, eğitime verilen önem ve otoriteye saygı
gibi kendi
kül türel miraslarının üstün yönlerine dikkat çeki yor ? Global düzende kültürün dikkati çekecek bir şekilde yükselişi, Samuel H untington'ın dünyanın "sivil bir çatışma" dönemine doğru kaydığını öne süren yaklaşımında görülebilir.
Huntington bu tanımlamasıyla, insanların temel kimlik
özelliklerinin soğuk savaş döneminde olduğu gibi ideolojileriyle değil, kültürleriyle ayrıştığını
anlatmak
istiyordu.4
Dolayısıyla, günümuzdeki çatışmaların
sosyalizm ve demokrasi gibi si stemler arasından değil,
Batılı,
faşizm,
islamcı, Konfüçyüsçü,
Japon, Hindu gibi belli başlı kültürel gruplar arasında patlak vermesi olasıdır.
Kültürel farklılıkların korkutucu bir önem kazandığını ve bütün toplumların çok daha fazla önem verme k zorunda ka lacağını öngören Huntington hiç kuşkusuz çok haklı. Bununla birlikte, Huntington'un yaklaşım ı n ı n z ay ıf tarafı kültürel kültüre
farklılıkların zorunlu olarak bir çatışmaya yol açacağı öngörüsünde yatıyor. Oysa günümüzde tam tersine, farklı kültürlerin birtıirleriyle etkileşiminden doğan rekabet, yaratıcı çözümler üreten değişimlere yol açabiliyor. Bu şekilde birbiriyle kesişen kültürel uyarıimalara
pek çok
örnek verilebilir. Mesela Commander Perry'nin savaş
gemilerinin* Japonya'ya gelişinden sonra, Japonlar'ın Batı kültürüyle yüzleşmesi, ül kede Meici Restorasyonu'nun** ve bunu takip eden sanayileşme sürecinin
yolunu açtı. Yine yakın geçmişte, yalın üretim tekniği- fabrikanın en alt seviyelerinden geri beslerneyi kolaylaştırmak için, üretim sürecini yavaşlatan engelleri kaldıran üretim tekniği- gibi yöntemlerin Japonya'da doğup Amerika'da da uygulanmaya başlaması
bu duruma başka bir örnektir. Kültürlerin birbiriyle yüzleşmesi ister çatışma, ister
adaptasyon
ve ilerlemeye yol açsın,
bu durum,
şimdi
söz konusu
kültürleri
birbirinden farklı ve fonksiyonel kılanın ne olduğunu derinlemesine anlamamızda yaşamsal bir öneme sahip. Çünkü uluslararası rekabet, politika ve ekonomiyi çevreleyen temel meseleler, giderek daha fazla küllürel t erimlerie ifade edilmekte. Kültürün ulusal mutluluk ve uluslararası düzeni direkt olarak etkilediği
modem yaşamın belki de en can alıcı noktası ekonomidir. Ekonomik faaliyetlerin sosyal ve politik yaşamla iç içe geçmesi ne rağmen, ekonomiyi kendine özgü yasaları ile toplumun geri kalanından ayrı tutan, çağdaş ekonomik söylemin özendirdiği hatalı bir değerlendirme vardır. Bu anlayışa göre ekonomi, bireylerin "gerçek" sosyal hayatıarına geri dönmeden önce, yalnızca bencil ihtiyaçlarını ve arzularını tatmin etmek için bir araya geldikleri bir alandır. Ancak tüm modern toplumlarda, ekonomi insanın sosyalleşmesinin en kökten ve dinamik alanlarından birisidir. Kuru temizleme işinden geniş çaplı entegre devre üretimine kadar, insanoğlunun sosyal işbirliğini gerektirmeyen hiçbir iş alanı yoktur. Insanlar çeşitli organizasyonlarda kendi bireysel
ihtiyaçl ar ını tatmin etmek için çalışırlarken, işyerleri de insanlar ı kendi özel il i şki lendi rir. Hiç kuşkusuz bu bağlantı, sadece aybaşında maaş almak için bir araç değil, aynı zamanda insan yaşamının önemli bir amacıdır. i nsanlar bencil bir yapıya sahip olduğu kadar, insan
yaşamlarından çıkarıp, daha geniş bir sosyal ortamla
() 1853'te Commander Perry komutasındaki ABD savaş gemilerinin Uraga li manı na girerek Jııponlar'a gözdağı
vermesi.
Bu olay, kendini dünyadan soyutlam ış Japonya' n ı n beskılara karşı kayamayacağını gösterdi·ç.n. Sogunluk sisteminin çôkCişü ve l mparator Meici'nin 1866'da başa getirilmesiyle ülkede leodalizme son verilmesi ve modernleşme sürecinin başlanıası·ç.n.
()
19
kişiliğinin bir yüzü, daha geniş toplulukların bir parçası haline gelmeyi şiddetle arzu eder. insanoğ lu, Emil Durkheim'in anomi diye tanımladığı, kendilerini diğer insanlara
bağlayan kuralların ve normların yokluğunda keskin bir kaygı duyar. Modern işyerleri, bu kaygı, endişe duygularını yumuşatan
ve üstesinden gelen bir işlev
üstlenir.5
Işyerlerinde diğer insanlarla bağlantılı olmaktan aldığımız tatmin, insanoğlunun kabul görmeye duyduğu temel arzudan kaynakla nır Tarihin Sonu ve Son Adam'da ileri sürdüğüm gibi her insan diğer insanlar tarafından kendi onurunun kabul görmesi (örneğin kendi değerinin takdir edilmesi) arayışı içindedir. G erçe kten de insanın tüm tarihi sürecinin temel motorlarından biri olan bu ilki çok derinlere .
gider. Eski çağlarda, kabul görme arzusu, kralların ve prensierin birbirlerine üstünlük kurmak için k anlı savaşlar yaptığı alanlarda gerçekleşirdi. Modern çağlarda ise bu kabul görme mücadelesi, askeri alandan ekonomiye kaydı. Aynı
süreçte kabul görme mücadelesi, ze ng inliğin yok edi lmesinden çok, yaratılmasına sosya l açıdan yararlı etkileri oldu. Geçinme d üze nin dı ş ında , ekonomik faaliyet çoğu kez sadece doğal maddi ihtiyaçları tatmin etmenin bir aracı olmaktan çok, kabul görme çabasına ilişkin bir girişimdir 6 Doğal ih tiyaçla rı tatmin etme olgusu, Adam Smith'in işaret ettiği gibi sayıca pek fazla değildir ve tatmini nispeten kolaydır. Insan ister çokuluslu bir ,
.
medya imparatorluğu kursun, ister ustabaşılığa terfi etsin, her durumda iş ve para kimlik, statü
ve onurun kaynakları olarak çok daha önemlidir. Bu tür bir kabul görme,
bireyler tarafından başarılamaz; yalnızca sosyal bir bağlamda gerçekleşir.
Dolayı sıyla, sosyal yaşamın çok önemli bir kısmını temsil eden ekonomik faaliyetler çok çeşitli normlar, kurallar, ahlaki yükümlülükler ve hep birlikte toplumu
biçimlendiren diğer alışkanlıklarla sıkı sıkıya örülmüştür. Bu kitapta gösteril eceği gibi ekonomik hayatın incelenmesinden çıkaracağımız en önemli ders, bir ulusun rekabet yeteneği kadar, refahının da tek ve yaygın bir kültürel karakterislikle koşullandırıldığıdır. O da toplumda doğuştan gelen güven düzeyidir. ,
Bu çerçevede 20. yüzyıl ekonomik yaşamının anlamlı örneklerine bir
g ezdirelim : •
göz
1970'1erin başlarındaki petrol krizi sırasında, iki farldı otomobil üreticisi, Mazda ve Daimler Benz (Mercedes otomobillerinin üreticisi) satışların azalmayla sarsıldılar. Geleceklerine korku ile bakı yorl ardı. Her iki şirke t de büyük bankaların yönlendirdiği, yıllardır birlikte çalıştıkları firmaların oluşturduğu bir konsorsiyum tarafından kurtarıldılar. Bu bankalar, Mazda'da Sumitomo Trust, Daimler'de de Deutsche Bank'dı. iki örnekte de, kurumu içinde bulunduğu durumdan kurtarma, -
hızlı ve kısa sürede kar etme güdüsüne ağır bastı. Alman örneğinde, bir grup zengin Arap yatırımcısının, firmayı satın alması önlenmiş oldu. •
1983-1 984 yılları arasında Amerikan sanayisine
büyük hasar veren ekonomik
durgunluk, Nucor Corporation adındaki şirketi de delinden sarstı.
Nucor o
dönemde mini dökümhaneler üreterek, çelik endüstrisine daha yeni adım atmıştı.
Şirket bu dökümhaneleıin ya pı m ında yeni bir Alman sürekli-döküm teknolojisine dayanıyordu. Dökümhaneler, Indiana eyaletinin Crawfordsville gibi yerlerinde yapılıyor ve çoğu daha önceden çiftçilik yapan, sendikasız işçiler istihdam 20
ediliyordu. Satış geli rlerindeki düşüşe bir çare olarak, Nucor başkanı ndan en alt seviyeye kadar tüm çalışanları n ı haftada iki üç gün çalışiırma kararı aldı. Tabii çalışanların aldıkları ücret de iş gününe uygun olarak azalmış oldu. Bu arada hiçbir çalışan işten atılmadı. Ama ne zaman ki ekonomik durgunluktan çıkı l ı p, şirketin durumu düzelince. Nucor Amerikan çelik endüstrisinin başa gü reşen güçlerinden biri haline gelmesinde büyük payı olan, müthiş bir "ekip ruhuwnun ödülünü de almış oluyordu. 7 •Toyota Motor Company'nin Takaoka montaj fabrikası nda çalışan binlerce işçiden herhangi biri , kendi iş istasyonlarındaki bir kordona ası larak fabrikanın bütün üretimini bir anda durdurabilir. Ama bunu çok nadir durumlarda yapaı1ar. Ford'un River Rouge ya da Highland Park gibi bir anlamda üç kuşaktı r modern endüstriyel üretimi tanımlayan fabrikalarda ise, işçilere hiçbi r zaman böylesi bir gücü teslim edecek kadar güven duyulmad ı . Ancak bugün, Japonlar'ı n tekniklerini benimseyen Ford'un işçilerine benzer güçler veriliyor. A rt ı k işçilerin kendi makineleri ve işyerleri üzerinde daha geniş kontrol imkanları var. Almanya'da tipik bir fabrikada ustabaşılar, işçilerin yaptığı işlerin nasıl yap ılacağ ı n ı çok iyi bilirler v e i htiyaç duyulduğu anda onların işini üstlenirler. Ustabaşılar işçileri bir işten diğerine kayd ı rabilir ve onları gündelik gözlemlerine dayanarak değerlendi rir. Terfi etmede hayli geniş bir esneklik vardır. Örneğin mavi yakalı bir işçi, ün iversiteye gitmek yeri ne yoğun şirket içi prog ramlara katılarak mühendis diplaması edinebilir. Bu bi rbiriyle il işkisiz gibi görülen dört örneğin her birinde de ortak bi r yan dikkat çekiyor. O da olaylarda başrol ü oynayan oyuncuların, karşılıkl ı güvene dayalı bir topluluk oluşturduklarına inandıkları için birbinerine verdikleri destekle ifade edilebilir. Mazda ve Daimler'i kurtaran bankalar ve tedari kçi firmalar, kriz anı nda bu şiı1ketleri destekleme zorun luluğu hissettiler. Çünkü, Mazda ve Daimler kendilerine geçmişte destek çıkm ışt ı ve hiç kuşkusuz gelecekte de destek vereceklerdi. Ama Alman örneğinde, Mercedes-Benz gibi çok önemli bir Alman markasının yabancıları n eline düşmesini önlemek gibi mi lliyetçi bir eği limi de dikkate almak lazım. Nucor firmasında, işçi ler haftalık ücretleri nin ciddi bir şekilde kesintiye uğ ramasını kabu llendiler. Çünkü , ücret kesintisi planını hazı rlayan yöneticilerin de bundan etkilendiklerini ve kendilerini işten atmamak için ellerinden gelen her şeyi yapacakları nı biliyorlard ı . Toyota fabrikasındaki işçilere bütün montaj hattını durdurma gibi s ı n ı rsız bir güç verilmişti; çünkü yöneti m onların bu gücü kötüye kullanmayacağ ına güveniyordu. işçiler de kendilerine tanınan bu gücü, büyük bir sorumluluk duygusuyla kul lanıp, hatlardaki toplam verimliliği yükselterek geri ödediler. Son olarak, Almanya'daki iş ortamı esnek ve eşitlikçi bir anlayışa dayanır. Zi ra işçiler yöneticileri ne ve iş arkadaşlarına, diğer Avrupa ülkelerinde olduğundan daha fazla güvenir. Anlattığımız her örnekteki toplul uğun kültürel bir temeli vardı. Buradaki topluluklar, kesin kurallara ve düzenlemelere değil, her üyenin özümsediği bir dizi etik alışkanlığa ve karşılıkl ı ahlaki yükümiL.ılüklere dayan ıyordu. Sözü edilen kural lar veya alışkanlıklar, topluluğun üyelerine bi rbirlerine güven duymaları için bir zemin yarattı . Toplululuğa destek olma kararı ise, ekonomik çıkarların korunması gibi dar 21
bir bakış açısına
dayanmıyordu. Örneğin Nucor yönetimi, o zamanlar d iğer Amer ikan
ş irk e tl er in in ya ptığı gibi işçileri işten çıkarma yolunu seçerken, i kramiye ya da
primler/e kendi kendilerini ödüllendirme kararı alabilirdi. Sumitomo Trust ve Deutsche Bank, belki zarar eden aktiflerini satarak karlarını maksimize edebilir/erdi. Ama bizim sorumuzda
ekonomik
topluluk
dahilindeki
dayanışma,
uzun
dönemde
yararı
görülebilecek sonuçlara yol açabilir. Nitekim, Nucor'ın işçileri ekonomik durgunluk biter bitmez, daha büyük bir enerjiyle işe sarılacak kadar şirket tarafı ndan motive edil mişdi. Aynı motivasyon, firması nın mühendis olmasına yard ı mcı olduğu Alman ustabaşı örneğinde görülebilir. Fakat yukandaki örneklerde tarafların bu şekilde davranması, muhakkak surette ekonomik sonuçları önceden hesap etmeleriyle i lişkili değildir. Daha çok, kendi ekonomik grupları içinde gösterdikleri dayan ışmanı n , kendi başı n a bir amaç haline gelmesidir. Başka bir deyişle, yukarıdaki topluluk üyeleri kişisel çı karlardan daha geniş bi r kapsamda, motive olmuştu. ilerideki bölüml erde göreceğimiz gi bi , bütün başarılı ekonomilerde, bu
t oplul ukla r güven duygusunun
etrafında bütünleşmiştir. Şimdi tam aksi yönde, güven eksikliğinin, ekonomik performansın zayıf y ol açtığı örneklere bakalım.
olma sına •
•
1950'/erde Güney iıalya d a küçük bir şehirde, Edward Sanfield varlıklı vatandaşlanı kentin çok acil ihtiyaç duymasına karşın, bir hastane, bir okul veya bir fabrik a kurmak i ç in bir araya gelmede isteksiz davrandıklarını yazıyordu. Sermaye ve işgCıcü açısından çok zengin olmalarına karşın, gönülsüzlüklerinin n ed eni bu tip ak t ivi t el e rden devleti sorumlu tutan anlayı şlarıyd ı . '
Alman deneyimine karş ı t olarak, Fransa'da ustabaşıların kendi işçileri ile ilişki/e Paris'teki bakanlık tarafından saptanan bir yı ğ ı n kuralla düzenleniyordu. Bu da Fransızlar'da, üst!ere işçilerini dürüst bir kişisel değerlendirmeye tabi tutacak kadar
güvenmeme
eğiliminden
kaynaklanıyor.
Dolayısıyla,
resmi
kurallar,
ustabaşıların işçilerini bir işten diğerine kaydırmasını engel l iyor; iş ortam ında dayanışma duygusunun gelişmesini önl üyor ve de Japonlar'ı n yal ın üretim sistemleri
teknikleri ne
benzer
yeniliklerio
ortaya
çıkmasını
son
derece
güçleştiriyor. •
Amerikan k entl erin in i ç bölgeler inde, Afro-Amerikalılar'ın küçük öl çe kli ş ir ketl er e sahip olmasına çok sık rastlanılmaz. Genelde bu tür işlet mel er e yüzyılın başlarında Yahudiler ya da gün ümü zd e Koreliler gibi diğer etnik gruplar hükmeder. Bu durumun bir nedeni, Afr o Amer ikan "altsınıfıw• (underclass) arasında karşılıklı güven ve güçlü bir t o pluluk duygusunun olmamasıdır. öte yandan Koreli/er'in yürüttüğü işler, istikrarlı bir aile yapısının etrafında or ganize ve geniş bir etnik topluluk içind e döner sermayeli kredi kuruluşlarından yararlandıkları bir ni tel iktedir Oysa iç mahallele rde yaşayan Afro- Amerika lıl ar'ın aile bağları zayıftır ve k end ilerin e kredi açan kuruluşlar yoktur. ,
-
.
() Fukuyama bu terimi, tamamıyla birbirinden kopmuş,
hiçbir
şekilde
ortak amaçları
için
bir araya gelemeyen,
yoksul Afre>-Amerikalılar'ın bir bölilmü gibi topluluklar için kullanıyor. Fransızcası sans coulettes olan deyimin
b aldırı çrplaklar, ayaktakımı şeklinde karşılanabilir. yapl ığ ı ndan underclass'ı metinde aıtsınıf diye karşıladık·ç.n.
tam Türkçesi
22
Ancak bu
deyimler
argo çağrışımlar
Bu üç örnek, topluluk eğiliminin olmamasının, insanların mevcut ekonomik fırsatlardan yararlanmasını önlediğini gösteriyor. Aslında sorun, sosyolog James Geleman'ın "sosyal sermaye" olarak adlandırdığı unsurun eksikliğinde yatıyor. Sosyal sermaye, insanların ortak amaçları için gruplar ya da organizasyonlar halinde bir arada ç alışa bil m a ye te neğ id ir. 8 insan sermayes i kavramı, günümüzde ekonomistler tarafı ndan yaygın bir şekilde kullan ı l ı yor. Kavramla, ekonomik süreç içerisi nde ser maye ni n top rak, fabrika, makineler gibi somut üretim faktörleriyle a rt ı k daha a z ifa de edi!diği, buna k a rş ı l ı k giderek bilgi v e in sa noğlunu n çeşitli becerileri 9 gibi niteliklere büründüğü kastediliyor. Coleman, bilgi ve beceriye ek olarak, i nsan s ermaye sini n belli bir o ran ın ı n i nsa nla rı n birleş me ler o l uşturma ye tenekle ri ile ilgili olduğunu öne sürüyor. Ve bu durumun yalnızca ekonomik yaşamda değil, toplumsal yaşamın diğer tüm alanları için de çok önemli olduğunu ekliyor. Diğer yandan, birleşme yeteneği, toplulukların ne ölçüde, normları ve değerleri paylaşabildiğine ve bireysel çıkarları daha büyük ö l çekteki gruplara tabi kılabildiğine dayanıyor. Paylaşılan değerlerden güven ortaya çıkar. Güven bundan sonra göreceği miz gibi ,
büyük ve ölçülebilir ekonomik değere sahiptir.
Y ukarıda delayları belirtildiği gibi, kendiliğinden bir topluluk o l uştu ra bilmek ye te neğ i konusunda, ABD'nin Japonya ve Almanya ile ortak yanları, Hong Kong,
Tayvan gi bi Çin k ökenl i toplumlardan ve Fransa, italya gibi ülkelerden çok daha fazladır. Japonya ve Almanya gibi ABD, tarihsel olarak birbirlerine son derece güvenen, grup yönelimli bir toplum olmuştur. Amerikalılar'ın kendi ülkelerini bireyselliğin kalesi olarak görmeleri bile bu olguyu çürutmez. Fakat ABD, bi rleş me sanatı• açısından son birkaç kuşakta hayli dramatik bir ş ekilde değişti. Birçok bakımdan, Amerikan toplumu, Amerikalılar'ın daima öyle ol d ukla r ı na inand ıkları kadar "bireyselleşiyor" Kişisel haklara dayalı liberalizmin, bütün mevcut toplulukların otoritesine karşı bu hak l arı çağalıma ve genişletme eğili mler i kend i mant ı ksal sonucunu yaratıyor. A BD deki g üve n ve sosyal leş m a düzeyinin azalması, aynı zamanda Amerikan toplumundaki çok sayıda değişimden de görülebilir. Herkesin bildiği gibi, suç işleme oranının ve açılan dava sayısının yükselmesi, aile yapısının parçalanması, hayır kurumları, çeşitli kulüpler, sendikalar, kilise ve komşuluk gibi aradaki sosyal yapıların öneminin azalmaya yüz tutması bu değişimierin baş l ı calar ıd ır Tabii Amerikalılar arasında, ortak de ğerleri paylaşma ve top luluk duygusunun a za l mas ı nı da eklemek laz ı m. ,
'
.
S osya l leşme n i n azalmas ı n ı n sonuçları, belki de ekonomiden daha çok, demokrasisi içi n önem taşıyor. ABD zaten po l is güçleri için diğer endüstrileşmiş ülkelerden çok da ha fazla para harcıyor. Top la m nüfusun y üzde biri de cezaevlerinde. Aynı zamanda, vatandaşları birbirlerini dava edebilsinler diye, avukatlarına Avrupa ülkelerinden veya Japonya'dan ciddi boyutlarda daha fazla ödeme yapıyor. GSYiH (Gayri Safi Yurtiçi Milli Hasıla) içinde hatırı sayılır bir oran oluşturan her iki maliyet kalemi, en sonunda toplumdaki güven duygusunun parçalanmasının getirdiği dolaysız bir ve rg i haline dönüşüyor. Gelecekte bu durumun ekonomik etkileri daha da artabil ir. Bir diğer deyişle Amerikalı lar' ı n çok Amerika n
,
() Fransız duşünür Tocque�ıııe'in ortaya attı�ı
bu
kavram. birlik ve demekler gibi topluluklar etrafında
bütünleşme, birleşme yelisini ifade ediyor-ç.n.
23
çeşitli
yeni
organizasyonlar
kurabilme
ve
yap ı la r
bu
içerisinde
çalışabilma
yetenekleri, çeşitlilik gösteren to pl u m yap ısı güven düzeyini a za l tt ı kça ve işbirl iği yapmaya karş ı yeni bariyerler çıkardıkça yozl a şa b ili r. Yani fiziksel sermayesi nin yanı sıra Amerikal ılar sosyal sermaye fonları n ı d a tüketiyor. Altya p ı ve endüstriyi yeterince yenilernek için gerekli tasarruf oranı çok düşük seviyelere iniyor. Bu da uzun bir süredir sosyal sermayenin yenilenme gücünü azaltıyor. Bununla birlikte sosyal sermayenin birikimi, karmaşık ve birçok açıdan gizemli kültürel süreçlerle ilişkilidir.
Hükümetler
bir
yandan
sosyal
sermayeyi
tüketen
politikalar
uygulayabilirlerken, diğer taraftan bu birikimi tekrar nasıl oluşturacaklarını anlamakla büyük zorluklar çekiyorlar. Dolayısıyla, tarihin sonunda ortaya çıkan liberal demokrasi, tamamen "modern"
sayılamaz.
işleyecekse,
Eğer demokrasi ve
modern
yaşayabi lmelidirler.
öncesi
Yasa,
bazı
kapitalizmin
kliltürel
ku rumları doğru durüst
a\ışk.an l ı klarla
sözleşme ve ekonomik
mutlaka
rasyonalite,
bir
sanayi
arada sonrası
topl umların zenginleşmesi ve i stikra r ı içi n gerekli, fakat yeterl i ol mayan unsurlard ı r. Yanı sıra, rasyonel
ç ı ka rı m iard an ziyade, al ı şkan l ı klara d ayal ı , karş ı l ı kl ı ilişki ler,
ahlaki yükümlül ükler, topluluğa karşı görev ve güven gibi değerlerle bezenmiş olmal ı d ı r. Bu nlar h iç d e modası geçmiş şeyl e r değildir. Aksine modern toplumun
başarısı için vazgeçil mez niteliktedi rler. Amerikan sorunsalı, Amerikan hal k ı n ı n ke nd i to pl u ml ar ı n ı ve b u toplumun tarihsel
gruplar hal i nde
hareket eden
komünel
a nl ay ışı n ı
doğ ru
bir
şeklide
kavramadaki başarısızlı klarıyla başl ıyor. Kısım 1, bazı düşünürlerin son dönem l e rd e ortaya attıkları ö nermalerin ekonomik hayatın kültürel boyutunu neden gözden kaçırdığına ilişkin bir tartışmayla başlayarak bu başarısızlığa gönderme yapıyor. Daha sonra, kültür, güven ve sosyal sermaye ile tam olarak ne demek istediğimize açıklık getiriyor. Burada güvenin, sanayinin yapısıyla ve ekonomik refah, rekabetçilik açısından yaşamsal önem taşıyan büyük ölçekli organizasyonların oluşumuyla ilişkisi açıklanacakt ı r. l l . ve lll. Kısım
sosyal leşmeye ulaşmada iki temel köprü,
sırasıyla aileye ve
akrabalık çevre si n i n * d ı ş ına dayanan topluluklar ele al ı n ı yo r. Kısım l l 'de dört "ailecr topluluk detayla n d ı rı l mı şt ı r: Bunlar Çin, Fransa, italya ve Gü ney Kore'den ol uşuyor. Her birinde, aile ekonomik organizasyonları n çeki rdeğini teşkil ediyor. Hemen hepsi de aile sını rları nın ötesi ne geçerek büyük o rg a ni zasyo n lar yaratma sü recinde zorluklarla karşılaştılar. Sonuç olarak, devlet, sürekl ilik arz eden, küresel düzlemde rekabet edebilme yeteneğine sahip fi rmal a rın oluşumuna kalkıda bulunmak içi n
ekonomik hayata müdahale etmek zorunda ka l mışt ı r. Kısım l l l , Kısım 1 \'de yer alan alleci toplumların tersine, her i kisi de güven düzeyi yüksek, Japonya ve Almanya'yı ele al ıyor. Her i ki ülke de, akrabalık çevresine ihtiyaç d u y mad an büyük ölçekli
şirketler meydana getirmeyi daha kolay başa rd ı lar. Yaln ı zca profesyonel mod ern yönetime geçmekte çabuk davranmakla kalmadılar, ayn ı zamanda daha verimli ve tatmin edici iş ilişkileri yaratmayı sağladılar. Bu noktada, Tayota Motor Company
(J
Akrabalık çevresi
kavramı,
birbirleriyle
direkt
kan ba!jı olmayan çekirdek ailenin dışındaki akrabalar ve
hısımhk, hemşerilik gibi yakın çevre ilişkilerini kapsıyor. Akrabairk çevresi dışıyıa da. bu çevrenin dışındaki, herhangi bir şekilde birbirleriyle ilişkileri olmayan gruplar kastediliyor-ç.n.
24
tarafından keşfedilen yal ı n yöneti m , yüksek güvenli toplumların organizasyonel yenilikler yaratma potansiyeline bi r örnektir. IV. Kısım, ABD'yi y ü ksek ve düşük güven duygusuna sahip toplumlar arasında nereye konumlayacağımız gibi karmaş ı k bir sorunu tartışıyor. Kitabın bu kısmında, Ameri kal ılar' ı n bi rleşme sanatının nereden kaynaklandığı ve bunun neden zayıfladığı gibi belli başlı soru nlar gözden geçirilecek. Kitab ın son böl ümü olan V. Kıs ı m ise küresel toplumların geleceğini ve geniş kapsaml ı insan faaliyetleri içinde ekonomik h ayatı n rolünü ilg ilendiren bazı genel sonuçlara varacak.
25
Bölüm 2
Yüzde 20'/ik Çözüm
S
on birkaç kuşaktır, ekonomi teanlerinde Milton Friedman, Gary Becker ve
G eorge S ti g l e r gi b i neo-klasik veya serbest pazar ekonomislielinin büyük b i r
ağ ı rl ı ğ ı söz konusu. Neo - kl asik perspektifin bu y üksel işi , Marksist v e Keynesçi
teori lerin
hüküm
sürd ü ğ ü
başlarına
yüzyı l ı n
kıyasla ,
çok
büyük bir
il e rmeyi
göste riyo r. Bu noktada, neo-klasik ekonominin yüzde ao o ran ı n da doğru b i r yaklaşım
olduğunu
söyleyebi liriz.
Te orinin,
ra syon e l ,
k işise l
çıkarına
odaklaş an
insan
davranışı modeli, a rad a ge çe n zamanda ya k laşı k y üzd e 80 doğ ru la n dı ğ ı içi n bize
paranın ve pazarın i şleyi ş mekanizmasını açıkça gösterdi. Ama bu düşünürler insana özgü davranışlar üzerinde hemen hiç durmadı. Işte bu da neo-klasikierin gözden kaçırdığı yüzde 20'dir. Liberalizmin babası Adam Smith'in açık bir şekilde anlad ı ğ ı g ibi eko n o mi k hayat, sosyal hayatın d e ri n l e rin e g ö mül müştü r . D olay ı s ı yl a ,
faal iyette bulunduğu top l u m u n alışkan l ı klarından, a h i akı n dan ve gö re ne kl e rin d e n 1 ayrı algılanamaz. Kısacası , ekonomi kültürden kopartıl ıp, tek başına ele alınamaz. Sonuç olarak, bu kül tü rel faktörleri göz önüne almakta yete rsi z kalan çağdaş ekonomistler, bizi yanlış yönlendirdiler. Ö rn ek olarak, çok uzun bir süredi r
ABD ' de serbest pazar yanlısı ekonomistler v e neo-merkanlil istle r arası nd a ki bir tartışmayı ele alal ı m. Chalmers Johnson, James Fallows, Clyde Prestowitz, John Zysman, Karl van Wolferen, Alice Amsden ve Laura Tyson gibi ünlü neo-merkantilist ekonomistler, müthiş dinamizm içinde hızla gelişen Doğu Asya ülkelerinin, neo-klasik ekonomislierin k u ralları n ı izl eyere k değil , aksine bu kuralları çiğneye rek başanya 2 ulaştığ ı n ı öne sürdüler. Onlara göre Asya kaplan ları, şaşırtıcı derecede yüksek
büyüme
oranları na,
serbest
pazar
si ste minin
özgü rce
çalışmasından
değ i l ,
hükümetlerin gel işmeyi teş vik etmek için sanayi politikaları a rac ı l ığ ıyla m üd ah al e
et m esiy l e u la ştı lar. Bun u n la bi rlikte, birçok neo-merkanti list, Asya'n ı n kendine özg ü farkl ı lıklarının
ayı rdında
olmalarına
ka rş ı n,
vard ıkları
sonuçların,
neo-klasik
ekonomistlerinki gibi aynı kuramsal ve evrensel çerçeveye sahip olduğunu öne sürüyor. Onlara göre Asya'nın ra rkl ılı ğ ı kültürden kaynaklanmıyor. Temel ayrılık,
Avrupa ve Kuzey Ame rika 'yl a arayı kapatmaya çalışan bu toplumların "g eli şmekte
gecikmiş olma" d u rumlarına karş ı bir tepki vererek, bir dizi farklı eko nomi k ku rumu
seç miş olmasından i le ri g e li yor. Bununla birlikte bu yaklaşım, birtakım kurumları
oluşturmak ve onları etkin b i r şeki ld e işletme yete n e ğin i n hang i dereceye kadar
kültür o lg usu na bağl ı olduğunu değeı1endi rmede başarısız kalıyor.
27
Neo-merkantilist ekonomistlerden James Fallows, Looking kitab ında neo-klasikiere
karşı
belki d e şimdiye
kadar
dile
at the
Sun
getirilen
en
3
adl ı
ciddi
suçlama ları ortaya koydu. Fallows, pazar odaklı ekonomik anlayıştan başka bir şey düşünmeyen Ang io-Ameri kan düşüncenin sakıncalarına dikkat çekiyor. Yazar, söz konusu yaklaşımın, ABD dışınd a birçok ül kede, neo-klasik ekonominin kurallarından önemli ölçüde sa pan politikalar izleyen h ü kümetlerin ekonomik süreçte oynad ı ğ ı kritik rolü a lgılamak açısından Amerikalılar' ı köı1eştirdiğini iddia ediyor. Ö rneğin Asya hükümetleri
yerli
kı sıtlayarak,
endüstri/eri,
ucuz
ihracat
yüksek
tarifeler
kredileri
vererek
koyarak, veya
yabancı
ciddi
yatırımları
sübvansiyonlarla
d este kleyerek, kend i lerine yakın şirketl ere çeşitli alanlarda ayrıcalıklar t an ıyarak, araştı rma -geliştirme mal iyetle ri nin paylaşılması amacıyla karteller organ i ze ederek veya araştırma-gelişti rme harcamaları n ı di rekt olarak fi n anse etme gibi yollarla 4 korud u lar. Yine aynı ekaiden Chalmers Johnson, Japonya 'nın savaş sonrası olağanüstü yü ksek büyüme hızından , pazarın değil Japon Uluslararası Ticaret Endüstri
(M IT/) yönl e ndi rmelerinin
Bakanlığı'nın
sorumlu
olduğunu
neo-merkantilist/er ABD'nin J aponya ve diğer Asya
Gerçekte tüm
ve
sürdü.
öne
ülkeleri
ile
re kabetle geriye düştüğünü belirtiyor ve bunun da sorumluluğunu, pazar yönel i m/i
Amerikan
h ü ku met/erin i n ,
anahtar
se ktörl erin
rakipierin
yabancı
eline
kurban
düşmesine izin vermelerine bağl ıyordu. Yi ne aynı ekonomistler, küresel pa zarlarda Amerikan ileri teknoloji sektörlerinin desteklenmesi amacıyla M ITI' nin eşdeğeıi olan bir kurumun ol uşturul ması fikrini öne s ü rd üler. Ayrıca, 'adil' ol mayan yabancı rekabetle karşı karşıya kalan Amerikan endüstri kol larını koruyacak , sert kurallar içeren bir ticaret polit ikasının benimsenmesi için bast ı rd ı /ar. Neo-merkantilist/erin büyümesinden hükümetlerin becerisine
gerçekte ekonomik
sahip
olup
getirdiği
gündeme
seçilen ge lişmeyi olmadığı
sanayi
tartışma,
politikalarının
pazarın
mı
kendisinden
konularında
odaklaştı. 5
Asya' n ı n
sorumlu
daha
iyi
Diğer
h ızl ı
oldu ğ u
ve
yönlendirme yandan
neo
merkantilistler, endüstri po l iti ka larını n oluşturulmasında kültürün rolünü ihmal ediyor. Fakat Asya ' nın gelişmesini, teknokratların akılcı yönlendirmelerine dayandırsak bile, devletle ri n planlama ve bunları uygulamaya koyabilme kapasiteleri arasında keskin
farklılıkların olduğu çok açık. B u tip farklılıklar, kültürün yanı sıra, ü l keler arasında politik kurumların yapısı ve tarihsel koşullar tarafından şekillenir. Ö rneğin Fransızlar ve J aponlar devlet çi bir geleneğe sahipken, Amerikalılar ayn ı derecede anti -devletçi bir geçmişe sahiptir. Kökü bu ülkelerin kendi ulusal bürokrasisine giden mesleki eğitim,
genel
insan
kalitesi
konularında
da
büyük
farklıl ı klar
vard ı r .
Ayrıca,
politikaların ve yönetimi n kalitesindeki farklılıklar da şaşırtıcı d e ğildir. Bu ül keler arasında , yolsuzlu ğun yaygınlaşması ve yapısı açısından da çol< belirli
kültürel
farkl ı l ı klar
söz
konusudur.
Endüstriyel
politikanın
başl ı ca
problemlerinden b i risi, kamu görevlilerinin yozlaşmasına davetiye çıkarmaktır. Tabii bu şekilde , söz konusu politikaların muhtemelen olumlu bir sonuca yol açacak etkileri tesirsiz hale getirilmiş oluyor. End üstriyel pol i tikaların , dürüstlüğe önem veren köklü
bir
geleneğe
ve
sivi l
hizmetleri n
yetkin
olduğu
toplumlarda
daha
iyi
uygulanabileceği açıktır. Gerçi, Japon politikacıları n ı n yolsuzluk skandalları da ü l keyi sarst ı . Hatta benzer suçlamalar M I TI ' ye ve Maliye Bakanlığı bürokratlarına da
28
yönellildL Ama yolsuzlu!)un Japonya örneğinde olduğu gibi ul usal skandal d üzeyine gelmesi, örneğin Lati n Amerika'da çok ender rastlanılan bir durumdur. Diğer kültürel faktöner de endüstriyel politikaların başanya ulaşmasında etkili olabilir. Örneğin Asya ülkele rinin otoriteye karşı tutumları, belki onların söz konusu politikaları, dOnyan ı n diğer köşelerinde mü mkün olamayacak düzeyde etkin uygulayabilmesine katkıda bulundu. Şimdi de hükümetlerin i nişte olan endüstrilere karş ı , yıldızı parlayan sektörleri desteklemesi meselesini göz önüne alal ım. Rekabet gücü yüksek teknoloji lere sahip olmayan bir ülkede, sektör seçiminin yaln ızca teknokratlara kalması teoıik olarak mümkündür. Ama genell ikle politik faktörler ekonomik sürece mOdahale ederek, hükümet politikalarının yanlış yönlenmesine yol açar. Geleceğin sektörleri henüz pratikte mevcut olmadığı ndan, bunlardan yarar sağlayabilecek, dolayısıyla da gelişmesini destekleyecek çıkar g rupları da yok. Diğer taraftan, inişte olan endüstriler çoğunlukla çok büyük ölçekte istihdam yaratan yap ıya sahiptir. Dolayısıyla genellikle siyasi olarak güçlü taraftarıara sahiptir. Pek çok Asya hükümeti tarafından yürürlüğe koyulan sanayi politikalarının en di kkat çekici yanları ndan birisi ise, kitlesel istihdam yaratan, ama zamanı geçmekte olan endüstrilerin dOzenli bir şekilde ortadan kaldırılmasıdır. Örneğin, Japonya'da, 1 960'1arın başından 1 981 'e kadar geçen sürede, sözü edilen endüstrilerden tekstil sektöründe çalışan sayısı 1 .2 milyondan 655 bine düştü. Yine aynı kategoride yer alan kömür endüstrisinde, 1 950'den 1 981 'e kadar işçi sayısı 407 binden 31 bine düştü; gemi inşaatı da 1 970'Ierde, benzer boyutta dramatik bir kOçO lmeye tan ı k oldu. 6 H e r örnekte, devlet bu sektörlerdeki istihdamın artmasını destekleyecek yerde, on/ann ölümüne yardımcı oldu. Tayvan ve Güney Kore hükü metleri, eski emek yoğun sektörlerdeki istihdam seviyesinde benzer indirimler yapmaktan kaçı nmadılar. Avrupa ve Latin Amerika ülkelerinde ise, bu kategorideki endüstrilerin ortadan kald ı rılması, hükümetler için siyasi açıdan neredeyse i mkansızd ı . Bunları n iniş sürecini h ızlandıracak yerde, Avrupa hükümetleri, çelik, kömür ve otomobil gibi rekabet gücü azalan sanayi kolları n ı kamulaştı rma yolunu seçti ler. Bu uygulamanın nedeni , devlet desteği nin, sözü edilen endüstrileri uluslararası düzlemde rekabetçi hale getireceği gibi boş bir umuttan kaynaklanıyordu. Bir yandan kaynakları daha modern sektörlere kaydı rma ihtiyacı dile getirilirken, di!)er taraftan Avrupa hükü metlerinin demokratik karakteri, politik beskılara teslim olarak eskiyen endüstrilere devlet desteğinin akmasına yol açtı. Tabii bu da sistemi vergileriyle ayakta tutan vatandaşların sı rtına, muazzam bir ekonomik yük getirdi. Eğer ABD hükümetleri de "rekabetçi" sübvansiyonları dağıtma işine bulaşsayd ı , hiç kuşkusuz ayn ı şey bu ülkede de yaşan ı rdı. Amerikan kongresi, çıkar gruplarının baskısına boyun eğerek örneğin havacılık-uzay ya da yarıiletkenlerden ziyade, ayakkabı veya tekstil gibi endüstrilerin "stratejik" bir nitelik taşıdığı nı, dolayısıyla da devlet desteğine ihtiyacı olduğuna karar verebilirdi. ileri teknoloji alanında bi le, eskiyen teknolojilerin gelişmekte olanlara kıyasla, daha fazla politik destek görmeleri mümkün. Bu yüzden, ABD'nin bir sanayi politikasına sahip olmasına karşı çıkan ateşli argümanlar, ekonomik yapıdan çok Amerikan demokrasinin niteliği ile ilişkilidir.
29
kitapta ortaya koyacağımız gibi, devlet sektörünün önemi, küll ü rle o larak çok ciddi değişkenlikler gösteriyor Çin veya lıalya gibi ailesel toplumlarda, devlet müdahalesi büyük çaplı endü stri le ri n kurulabilmesinde çoğu kez tek yoldur. Dolayısıyla, eğer o ülke büyük ölçekler gerektiren global sektörlerde rekabet etmek istiyorsa, bu müdahalenin görece önemi artar. Diğer taraftan, Japonya ve Almanya gibi güven duygusunun ve sosyal sermayenin çok yüksek olduğu ülkeler, devlet desteği olmaksızın b üyük ölçekli organizasyonlar oluşturabil irler. Başka bir deyişle , ekonomistler rekabet avantajını hesaplarken, sermaye ve kaynakların daha geleneksel biçimleri kadar, toplumların iç dinamiklerine özg ü sosyal sermayeyi de göz önüne al ma l arı ge rekir Sosyal sermayede bir açık olduğu zaman, çoğu kez bu d ev l et tarafından telafi edilebilir. Devlet aynı şekilde insan sermayesindeki açığı, daha fazla üni ve rs ite ve ok u l yaparak kapatmaya çal ışabilir. Ama devlet mü dahales i ne i htiyaç. ağ ı rl ıkl ı olarak devletin kontrol et1iği toplumun sosyal yapısı ve kendine özgü kültürüne dayanır.
Bu
bağ l antıl ı
.
.
Halen devam eden endüstriyel politika tartışmaları n ı n diğer kulbunda ise günümüz ekonomi dünyasına ha kim olan neo-klasik ekonomistler yer alıyor. Neo klasik ekonomi, neo-merkanti lizmden çok daha ciddi ve devamlı lığı olan bir enielektüel disiplindir. Birçok du rumda, somut kanıtların da doğruladığı gibi, pazar ortamı gerçekten kaynakların etkin bir şe k i l de da ğ ı lımını sağlar ve bireysel çıkar arayışını serbesi bırakarak ekonomik büyürneyi teşvi k eder. Bir kez daha tekrar edersek, serbest p azar ekonomisi yüzde 80 oranında doğrudur. Sosyal bir bilim iç i n bu hiç de kötü bir sonuç değildir ve \