Freud ve Psikanaliz [2 ed.]
 9786055302818

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

FREUD VE PSİKANALİZ

FREUD VE

PSİKANALİZ

CARL GUSTAV JUNG çeviren

İSMAİL HAKKI YILMAZ

CARL GUSTAV JUNG

2Z PiNHAN

mmm���-

2!

Freud ve Psikanaliz

Cari Gustav Jung (1875-1961): İsviçreli psikiyatr, analitik psikolojinin kurucusu.1895 yılında Basel'de np eğitimi almaya başladı ve 1900 yılın­ da Eugen Bleuler'in asistanıyken Burghölzli'de psikiyatrist olarak hiz­ met verdi. Doktorasını 1902 yılında tamamladı. Konu, okült fenomen­ ler ve onların psikoloji ve patolojiyle bağlannları idi. Paris'te aln ay bo­ yunca Pierre Janet ile bilgilerini derinleştirdi. 1903 yılında Emrna Ra­ uschenbach ile evlendi. 36 yaşında Uluslararası Psikanaliz Birliğinin ilk başkanı oldu. Cari Gustav Jung sadece psikoterapiyi değil, aynı zaman­ da psikoloji, teoloji, etnografı, edebiyat ve güzel sanatları da etkiledi. Psikoloji bilim dalında bulduğu kavramlar geniş kabul gördü. Bunlar arasında kompleks, içedönük ve dışadönük, gölge, arketip, kolektif bilinçdışı, anima ve aniınus gibi kavramlar vardır.

İsmail Hakla Yılmaz:

1961'de Ordu'da doğdu. Deniz Lisesi ve yarım kalan Deniz Harp Okulu öğrenimini takiben, Marmara Üniversitesi İleti­ şim Fakültesinde lisans, Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölü­ münde yüksek lisans yapn. Başta Aktüel, Nokta, Radikal, OHA, NTV olmak üzere çeşitli dergi, gazete ve TV kanallannda muhabir, editör, müdür olarak çalışn. 1990 yılından beri aynı zamanda Yaprak Yayınevi, Haziran Yayınevi, Afa Yayınevi, İş Bankası Kültür Yayınlan gibi yayınev­ lerine kitap ve dergi çevrileri yapn.

PİNHAN YAYINCILIK Lltros Yolu, Fatih San. Sitesi No: 12/214-215 Topkapı/Zeytinbumu İstanbul Tel: (0212) 259 27 60 Faks: (0212) 565 16 74 www.pinhanyayincilik.com [email protected] Sertifika No: 40676 Cari Gustav Jung

Fre11d 11nd P.rychoana/ysis Bu çeviri için esas alınan kaynak metin: Fre11d and P.rychoana/ysis (Colkcted Works ofC. G. J11ng, Vol11111e 4) Princeton U niversity Press (September 1, 1961). ©Pinhan Yayıncılık, 2016 Türkçe çeviri© İsmail Hakkı Yılmaz, 2016 Birinci Basım: Nisan 2016 İkinci Basım: Nisan 2020 Genel Yayın Yönetmeni: Mahmut Sever Çeviri Editörü: Adem Beyaz Kapak Tasanmı: Mahmut Sever Teknik Hazırlık, Baskı ve Cilt: Yaylacık Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti. Lltros Yolu Fatih San. Sitesi No: 12/197-203 Topkapı-İstanbul Tel: (0212) 567 80 03 Sertifika No: 44865

Pinhan Yayıncılık: 99 Psikoloji Dizisi: 23 ISBN: 978-605-5302-81-8 Bu kitabın tüm yayın haklan saklıdır. Tanınm amacıyla, kaynak göster­ mek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında gerek metnin, gerek görsel malzemenin yayınevinden izin alınmadan herhangi bir yolla çoğaltılması, yayımlanması ve dağınlması 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanu­ nu'nun hükümlerine aykırıdır ve hak sahiplerinin maddi ve manevi hakla­ rının çiğnenmesi anlamına geldiği için suç oluşturur.

Freud ve Psikanaliz Cari Gustav Jung çeviri

İsmail Hakkı Yılmaz

İçindekiler Editörün Notu 1 7 1

MAKALELER 1906-1912

• 11

Freud'un Histeri Kuramı: Aschaffenburg'a Yanıt 111 Freudcu Histeri Kuramı 117 Rüyaların Analizi 1 31 Dedikodu Psikolojisine Katkı 139 Sayı Rüyalarının Önemi Üzerine 151 Morton Prince, "Rüya Mekanizması ve R üyaların Yorum u": Eleştirel Bir Bakış 158 Psikanaliz Eleştirisi Üzerine 175 Psikanaliz Hakkında 178 il

PSİKANALİZ KURAMI t 83 Birinci Baskıya Önsöz 185 İkinci Baskıya Önsöz 1 89 Önceki Hipotezlerin Gözden Geçirilmesi 191 Çocuksu Cinsellik Kuramı 1103 Libido Kavramı 1111 Nevroz ve Çocukluktaki Etyolojik Faktörler 1127 Bilinçdışının Fantezileri 1 136 Oedipus Kompleksi 1146 Nevrozun Etyolojisi 1151 Psikanalizin Terapötik İlkeleri 1172 Bir Çocuktaki Nevroz Vakası 1192

111

Psikanalizin Genel Hatları 1213 Psikanaliz ve Nevroz 1225 Psikanalizdeki Bazı Önemli Noktalar Dr. /ung ve Dr. Lofi Arasındaki Bir Yazışma 1233 "Analitik Psikoloji Üzerine Toplu Yazılar"a Önsözler 1268 iV

Bireyin Yazgısında Babanın Önemi 1275 Kranefeldt'in "Zihnin Gizli Yolları"na Giriş 1296 Freud ve /ung: Karşılaştırma 1304 Kaynakça 1 313

Editörün Notu 1. Cildin Editör Notunda Jung'un ilgisinin yıllar içinde psikiyat­ riden psikanalize ve tipolojiye ve oradan da arketipler kuramına ve nihayet dini motifler psikolojisine kaydığı belirtilmişti. Bu da, kimi malzeme pekala birkaç ciltten herhangi birine de rahatlıkla girebilecek olmakla birlikte, Jung'un yayımlanmış araşhrmalan­ nın uygun başlıklar alhnda gruplandınlmasıru kolaylaşhrmışh. Bu yüzden her cildi diğerleriyle zaman ve konu açısından birbi­ rine bağlayan temel bir ağ bulunmakta ve Jung'un herhangi bir konudaki görüşlerini iyice anlayabilmek için ciltler arasında ge­ çişli bir okuma yapmak gerekmektedir. Düzenleme nasıl olursa olsun herhangi bir cildin tarihsel perspektif içindeki gelişmenin sürekliliğini tek başına göstermesi mümkün değildir. Bu cilt Jung'un Freud ve psikanaliz üzerine 1906 ile 1916 yıllan arasında yayımladığı yazılardan oluşmakla birlikte, belli neden­ lerle sonradan yazılmış iki makale daha eklenmiştir. Jung'un ça­ lışmalarına aşina olan herhangi biri Freud'un gözlem ve kuram­ larına sık sık gönderme yapıldığını fark edecektir; aslında Jung bu gözlem ve kuramları yüzyılın başından günümüze kadar hep tarhşa gelmiştir. Bu ciltteki bilimsel makaleler Freud ve psikana­ liz hakkında tam bir fikir vermemekle birlikte, Jung'un bu konu­ daki değişen görüşlerinin temel unsurlarını ortaya koymaktadır. Jung psikanalist olarak çalışhğı 1907 ile 1912 yıllan arasında Freud'la çok yakın bir arkadaşlık kurmuştu. Her ne kadar ikili arasındaki kişisel ilişki büyük ölçüde 1911-1912'de Wandlungen und Symbole der Libido'nun yayınlanmasıyla sonradan bozulmuş­ sa da, Jung 1914'e kadar Uluslararası Psikanaliz Derneğinin baş­ kanlığını yürübneye devam etmişti. Bu cildin 1. Kısmı Jung'un Freud'la yakın ve "coşkulu" işbirliği içinde olduğu dönemi kap­ sar; il. ve m. Kısımlardaki makaleler resmen ayrılığa götüren eleştirilerin ana hatlarını içerir. iV. Kısının içeriğinin biraz daha açıklanması gerekmektedir. "Bireyin· Yazgısında Babanın öne­ mi" ilk olarak 1908'de kaleme alınmış olup 1. Kısmın içeriğiyle bağlanhlıdır. Ancak 1949'da yazar tarafından büyük ölçüde de7

ğiştirilmiş olup, bu değişiklikler makalenin iV. Kısma alınmasını gerektirecek kadar kapsamlıdır. İki anlahm arasındaki önemli farklılıklar parantezler ve dipnotlarla gösterilmiştir (Karşılaşhr­ malı yöntem aynı şekilde il. Kısımdaki "Psikanaliz Kuraını"nda da uygulanmışhr) "Freud ve Jung: Karşılaşhrma", o günlerde Freud-Jung ilişkisine gösterilen ilgi üzerine 1929 yılında Kölnische Zeitung'un editörü tarafından yayımlanmışhr. Gerek "Psikanaliz Kuramı"ru (1912) kaleme aldığı günden beri Jung'un düşüncele­ rinin devamlılığını göstermesi, gerek geçiş dönemindeki deği­ şimlerin ana hatlanru vermesi nedeniyle buraya da alırunışhr. Makale özellikle de itiraf unsuru ve araşhrmacının kişiliği gibi unsurların psikolojik kaidelerden koparılamayacağını ve hatta onların zorunlu bir parçası olarak düşünülebileceğini gösterir. Jung'un Freud hakkındaki yorumu, sadece bu ciltteki yazılar için değil, Freud'un kendi kültürel ortamında ele alındığı 15. Ciltteki yazılar için de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bu nedenle "Freud ve Jung: Karşılaşhrma" ile "Kranefeldt'in Zihnin Gizli Yolları na Giriş"i, Jung'un o ve diğer ciltlerindeki sonraki psika­ naliz çalışmaları için bir temel oluşturmaktadır. Kişilik kavramı ilk olarak burada ortaya ahlan ve Psikolojide Tip­ ler' de (Cilt 6) sistemli olarak ele alınan tipoloji konusuyla yakın­ dan ilintilidir. Aslında Jung kendisini psikolojideki tipler üstün­ de çalışmaya yönelten ilk şeyin Freud'la aralarındaki görüş fark­ lılıkları olduğunu (İngiliz televizyont.İnda yaphğı konuşmada, Kasım 1959) bir kez daha ilan ebnişti. Nitekim bunu Psikolojide Tipler'in yayımlandığı 1913 ile 1921 yıllan arasındaki yayınlardan da açıkça görebiliriz. Freud'la kopuşu göreli bir boşluk dönemi izledi. Ağırlıkla İngilizce olan birkaç yayın dışında o yıllarda sa­ dece iki yapıt ortaya çıkh, ancak bunlar gerçekten de çok önem­ liydi: "Bilinçdışı Anlayışı" ve (1912'deki çalışmanın yeniden gözden geçirilmiş hali olan) "Bilinçdışı Sürecin Psikolojisi" 1916 ve 1917 yıllarında yayımlandı. Periyodik gözden geçirmelerin ardından nihayet Analitik Psikoloji Üzerine İki Deneme (Cilt 7) baş­ lığı alhnda toplanan bu çalışmalar embriyo halinde analitik psi­ kolojinin hem terapötik bir teknik hem de bilinçdışını araşhrma yöntemi olarak gelecekteki bütün gelişimini içermektedir. Bu çı­ ğır açan iki çalışmayla bunların sonraki gözden geçirilmiş biçim­ lerinde Jung temel kavraınlanru ayrınhlı biçimde ele alarak açık­ lığa kavuşturmakta ve kendi konumunu Freud'unkinden dikkat­ li bir biçimde ayırmaktadır. Bu çalışmalar kolektif bilinçdışı, ar'

8

ketipler ve bireyleşme süreci kavramlarını Freud ve Adler'in ku­ ramlarına ilişkin değerlendirmeleriyle yan yana ele alarak Jung'un psikanalizle bağlantısını daha yakından anlamamızı sağ­ lamaktadır. Bu çerçevede, bahsettiğimiz çalışmalar bu cildin I, il ve III. Kısımlarında yayımlanan makaleleri genişleterek bunlarla iV. Kısımdaki Jung'un Freud'a daha eleştirel yaklaşımı arasında bir bağlantı oluşturmaktadır. Bilimsel makalelerin daha az teknik makalelerle birleştirilmesi bu ve öteki ciltlerde izlenen editöryel politikanın başka bir yönünü de göstermektedir. Jung psikanaliz ve daha sonra da analitik psikolojinin yarattığı geniş ilgiye yıllar içinde tekrar tekrar karşı­ lık vermiştir. Bu yüzden editörler bilimsel makalelerle daha po­ püler bir dille kaleme alınan denemeleri aynı ciltte toplamakta tereddüt etmemişlerdir.

9

1 MAKALELER 1906-1912

Freud'un Histeri Kuramı: Aschalfenburg'a Yanıt' 1 Aschaffenburg'un Freud'un histeri kuramı hakkındaki ol­ dukça ılımlı ve dikkatli eleştirisine2 -bir bütün olarak- yanıt ver­ meye çalışacağım ve bunu pire için yorgan yakmayı önlemek adına yapacağım. Kuşkusuz Aschaffenburg Freud'un öneminin histeri kuramıyla sona erdiğini iddia etmez. Ancak (psi.kiyatrist­ ler de içinde olmak üzere) hp çevreleri Freud'u ağırlıklı olarak bu çalışmalarıyla tanımaktadır, bu nedenle olumsuz bir eleştiri kolayca Freud'un diğer bilimsel başarılarına da gölge düşürebi­ lir. Yanıhmın Aschaffenburg'un doğrudan kişiliğine yönelik ol­ mayıp, görüş ve arzulan Aschaffenburg'un konuşmasında etkili bir şekilde ifade bulan bütün düşünce okuluna yönelik olduğunu baştan söylemeliyim. 2 Aschaffenburg'un eleştirileri esas olarak, Freud'a göre, cin­ selliğin psikonevrozun oluşumunda oynadığı role dönüktür. Do­ layısıyla söyledikleri Freud'un psikolojisinin diğer boyutlarına, yani rüya ve espri psikolojisine ve duygu-tonlu kümeleşmelerin ürettiği olağan düşünce bozukluklarının psikolojisine yönelik değildir. Sadece cinsellik psikolojisine, histerik semptomların be­ lirleyici etkenlerine ve psikanaliz yöntemlerine ilişkindir. Freud bütün bu alanlarda eşsiz başarılar elde etmiştir. Burada "başarı-

1 [İlk olarak "Die Hysterielehre Freuds: Eine Erwiderung auf die Aschaffenburgsc­ he Kritik" (Münchener medizinische Wochenschrift, Münih, Lill: 47, Kasım 1906) baş­ lığıyla yayımlarunışbr -EDITÖRLER.) 2 [Aschaffenburg, "Die Beziehungen des sexuellen Lebens zur Entstehung von Nerven - und Geisteskrankheiten", aynı yayında, no. 37 (Eylül 1906). İlle hali (nö­ rologlar ve psikiyatristler kongresinde, Baden-Baden, Mayıs 1906) Freud'un ilk kez 1905'te yayımlanan "Bruchstück einer Hysterie-analyse" yani "Bir Hisleri Ya­ kası Analizinin Kesiti" adlı yapıhnı eleştiren bir konuşma metnidir. Bkz. Jones, Freud: Life and Work, il, s. 12. EDİTÖRLER.) -

11

lar" sözcüğünü kullanıyorum ancak bu Freud'un bütün önerme­ lerine koşulsuz kahldığım anlamına da gelmez. Fakat ustaca so­ rular öne sürmek de bir başandır, üstelik hiç de küçük olmayan bir başandır. Bu başan Freud'un en ateşli muhaliflerince bile tar­ hşma konusu edilemez. 3 Konuyu gereksiz bir biçimde dağıhnamak için Aschaffen­ burg'un eleştirisinin dışında kalan bütün bu noktalan bir kenara bırakarak kendimi yalruzca eleştirilen konularla sınırlayacağım. 4 Freud çoğu psikonevrozun kökeninde bir psikoseksüel travma yathğıru ortaya çıkardığını söylemektedir. Bu sav saçma mıdır? 5 Aschaffenburg günümüzde genel kabul gören, histerinin psikojenik bir hastalık olduğu görüşünü savunmaktadır. Dolayı­ sıyla kökeni de psişededir. Psişenin temel bileşenlerinden birinin cinsellik olduğunu, bunun ampirik psikolojinin bugünkü yeter­ siz durumunda boyutlan ve önemi hakkında kesinlikle bir anla­ yış oluşturamayacağımız bir bileşen olduğunu ifade ehnek ge­ reksiz bir çabadır. Kişinin cinsellikle her yerde karşılaşabileceğini biliyoruz. İnsan psikolojisinde, açlık ve onun türevleri dışında, bu kadar önemli başka bir psişik faktör, başka bir temel dürtü daha var mıdır? Ben bir tane bile sayamıyorum. Böylesine büyük ve ağır bir psişik bileşenin aynı ölçüde çok sayıda duygusal ça­ hşma ve tesir bozukluğuna yol açması mantıklı olsa gerektir. Ni­ tekim gerçek yaşama şöyle bir bakhğımızda da bunun tersini gösteren bir şey göremeyiz. Dolayısıyla histerinin esas olarak psikoseksüel çatışmalardan kaynaklandığını düşündüğü sürece, çıkış noktasında Freud'un bakış açısının geçerli olma ihtimali yüksektir. 6 Peki ya, Freud'un bütün histerilerin cinselliğe indirgenebile­ ceği şeklindeki sıra dışı görüşüne ne demeli? 7 Freud var olan bütün histerileri incelememişti. Dolayısıyla önermesi genel olarak ampirik aksiyomlarla sınırlıdır. Yani gö­ rüşleri sadece kendi gözlediği vakalarla doğrulanmışhr ve bu vakalar da bütün histeri vakalarının sonsuz ölçüde küçük bir parçasını oluşturmaktadır. Hatta bu noktada Freud'un hiç gör­ mediği çeşitli histeri biçimlerinin var olduğu bile düşünülebilir. Son olarak, Freud'un makaleler halinde bir araya getirdiği mal­ zemenin bir şekilde tek yanlı olması bile mümkündür. 8 Dolayısıyla yazann da onayıyla görüşünü şu şekilde yumu­ şatabiliriz: Belirsiz sayıda çok histeri vakasının kökeninde cinsel­ lik yahnaktadır. 12

9 Kimse bunun böyle olmadığını kanıtlamış mıdır? "Kanıtla­ mak"la doğal olarak Freud'un psikanalitik yöntemlerini uygu­ lamayı kastetmekteyim; yani sadece hastanın dikkatli bir şekilde incelenip ondan sonra da cinsel hiçbir şey bulunmadığını açık­ lamayı değil. Kuşkusuz bu tip bütün "kanıtlar" en baştan geçer­ sizdir. Yoksa büyüteçle bir bakteri kültürünü inceleyen bir kişi­ nin, içinde bakteri olmadığını söylediği zaman bunu kabul etmek zorunda kalırız. Psikanalitik yöntem uygulaması manhksal ola­ rak temel bir şarthr. 10 Aschaffenburg'un bütünüyle travmatik bir histerinin cinsel bir yan içermeyip geriye, çok belirgin travmalara uzandığı şek­ lindeki itirazı bana kuvvetle muhtemel görünmektedir. Ancak Aschaffenburg'un örneğinin de (çiçek saksısının düşmesini izle­ yen ses kısıklığı) gösterdiği gibi travmatik histerinin sınırlan ol­ dukça geniştir. Böyle bakıldığında sayısız histeri vakası "travma­ tik" histeri kategorisine sokulabilir, çünkü basit bir korku bile kolayca yeni bir semptom üretir! Aschaffenburg herhangi birinin semptomun kaynağını yalnızca bu küçük etkende arayacak ka­ dar saf olabileceğini kuşkusuz ki düşünmez. Buradaki açık çıka­ rım hastanın çok önceden beri histerik olduğudur. Örneğin ateş edildiği sırada oradan geçen bir kız yürüme yetisini yitirirse, ra­ hatlıkla sadece uzun zamandan beri dolu olan kabın taşhğını dü­ şünebiliriz. Bunu kanıtlamak için başka bir yorum becerisi ge­ rekmemektedir. Dolayısıyla bu ve benzeri birtakım vakalar Freud'u çürütmez. 11 Sigorta parasıyla bağlanblı fiziksel travma ve histerilerde durum daha farklıdır. Travma ile duygusal açıdan oldukça tesirli olan para beklentisinin kesiştiği bu noktada belli bir histeri biçi­ minin patlak vermesine yol açan duygusal bir durumun ortaya çıkması en azından akla yatkındır. Freud'un bakış açısının bu vakalarda geçerli olmaması mümkündür. Başka deneyimler ol­ madığı için ben bu fikre eğilimliyim. Fakat tamamen adil ve bi­ limsel olmak istiyorsak, öncelikle cinsel bir kümeleşmenin aslın­ da hiçbir zaman histeriye yol açmadığını, yani analiz albnda böyle bir şeyin ortaya çıkmadığını göstermemiz gerekmektedir. Her halükarda travmatik histeri savı olsa olsa sadece bütün his­ teri vakalarırun kaynağında ille de cinselliğin bulunmadığını ka­ nıtlamaktadır. Ancak bu Freud'un yukarıda olduğu gibi yumu­ şahlan temel önermesini çürütmemektedir. 12 Bunun tersini kanıtlamanın psikanalitik yöntem kullanmak13

tan başka yolu yoktur. Bu yöntemleri kullanmayan kişi asla Freud'u çürütemez; dolayısıyla histeride cinsellik dışında faktör­ ler de bulunabileceği ya da bu yöntemlerin derinlerdeki psişik malzemeyi gün ışığına çıkannakta hiçbir işe yaramadığı onun geliştirdiği yöntemlerle kanıtlanmalıdır. 13 Peki, Aschaffenburg bu koşullarda eleştirisinin doğruluğunu kanıtlayabilir mi? 14 Bolca "deney" ve "deneyim" lafı duyuyoruz ama ortada eleştirmenimizin o yöntemleri kullandığına -ve daha önemlisi­ net sonuçlar elde ettiğine dair hiçbir şey yok. Mesleğe yeni baş­ layanları hayretlere düşürecek olan birtakım -kabul etmeli ki- şa­ şırha Freudcu yorum örneklerinden söz ediyor. Bizzat kendisi bağlamlarından koparılan alınhların yetersizliğine işaret ediyor; Psikolojide bağlamın her şey demek olduğunu söylersem sanırım fazla ileri gitmiş olmam. Bu Freudcu yorumlar sayısız deneyim ve çıkarımların bir sonucudur. Eğer bu sonuçlar çıplak, yani psi­ kolojik öncüllerinden soyutlanmış olarak ortaya konursa doğal olarak kimse bunları anlamayacakbr. 15 Aschaffenburg bu yorumların keyfi olduğunu söyler ve di­ ğer yorumların da pekala geçerli olabileceğini ya da tartışma ko­ nusu gerçeklerin arkasında kesinlikle hiçbir şey bulunmadığını iddia ederse, o zaman bu tür şeylerin tamamen farklı yorumlara da açık olduğunu kendi analizleriyle kanıtlamak da kendisine düşer. O zaman sorun çabucak hallolur ve sorunu açık.lığa ka­ vuşturduğu için herkes kendisine teşekkür eder. Aynı durum "unutma" ve Aschaffenburg'un mistisizm gerçeğine indirgediği diğer semptomatik edimler için de geçerlidir. Bu olgular epeyce yaygındır; neredeyse her gün karşımıza çıkarlar. Dolayısıyla bir eleştinnenden bu olguların altında başka nedenlerin yathğıru na­ sıl kanıtlayacağını pratik örneklerle göstermesini istemek fazla ileri gitmek olrnayacakbr. Çağrışım deneyi kendisine bolca mal­ zeme sağlayacakbr. Böylece bir kez daha teşekkürlerin yetersiz kalacağı yapıa bir iş başarmış olacakbr. 16 Aschaffenburg bu zorunlulukları yerine getirir getirmez yani tamamen farklı bulgular ortaya koyan psikanalizleri yayımlar yayımlamaz eleştirilerini kabul edeceğiz ve sonra da Freud'un kuramı yeniden tarbşmaya açılacakbr. Ama o zamana kadar Aschaffenburg'un eleştirileri havada kalacakbr. 17 Aschaffenburg psikanalitik yöntemde hem doktorun hem de hastanın kendi kendilerini telkin ettiğini öne sürmektedir. 14

18 Yöntem hakkında eksiksiz bilgi sahibi olduğunu kanıtlama yükümlülüğünün eleştirmene ait olması bir yana, aynca yönte­ min kendi kendine telkin olduğunu gösteren bir kanıttan da yok­ sunuz. Benim geliştirdiğim çağrışım deneyinin ilke olarak birta­ kım sonuçlar ortaya koyduğunu ve bizzat Aschaffenburg'un da eleştirisinde belirttiği gibi aslında psikanalizin çağrışım deneyin­ den hiçbir farkı olmadığını daha önceki yazılarda3 zaten ifade etmiştim. Aschaffenburg'un deneyi yalnızca tek bir vakada kul­ landığım şeklindeki iddiası doğru değildir; kendi kitabımdaki birçok bildiri ile Riklin'in son kitabından da anlaşılacağı üzere çağrışım deneyi analiz amacıyla birçok vakada kullarulmışhr. Aschaffenburg gerek benim gerek benimkiyle aynı zamana denk gelen Freud'un tebliğlerini deney yoluyla istediği zaman kontrol edebilir ve böylece psikanalizin gerçekçi temelleri hakkında bilgi sahibi olabilir. 19 Deneylerimin kendi kendine telkinle hiçbir ilişkisi olmadığı deneysel vaka teşhisinde kullanımlarından da kolayca anlaşılabilir. Zaten oldukça karmaşık olan çağrışım deneyinden tam psikana­ lize geçiş kesinlikle büyük bir adımdır. Ancak geliştirilmesine bizzat Aschaffenburg'un da önemli katkılarda bulunduğu çağrı­ şım deneyinin aynnhlı bir şekilde incelenmesiyle analiz sırasında oldukça yararlı olabilecek çok değerli bilgiler elde edilebilir. (En azından benim açımdan böyle olmuştur.) Kişi kendi kendine tel­ kin kanıh için ancak bu zahmetli ve güç eğitimden geçtikten son­ ra Freud'un kuramını inceleyebilir. Aynca Freud'un tarzının tar­ hşma götürmez yapısına daha olumlu duygularla yaklaşacakhr. Bu hassas psikolojik konulan anlatmanın ne kadar zor olduğunu anlamayı da öğrenecektir. Yazılı bir anlahmın psikanalizin ger­ çekliğini, değil okuyucuyu anında ikna edebilecek şekilde yeni­ den oluşturması, yaklaşık olarak bile yeniden oluşturması kesin­ likle mümkün değildir. Freud'un yazılarını ilk okuduğumda ben de diğerleri gibi tepki göstermiştim: Yapabildiğim tek şey sayfa­ ları soru işaretleriyle doldurmakh. Nitekim çağrışım deneyi üs­ tüne yazımı ilk kez okuyanlar da aynı duyguya kapılacaklardır. Siizcük Çağrışımı Üzerine Çalışmalar. [Yazann burada sözünü ettiği Diagnostische Assoziationsstudien'in 1. Cildi bu makaleden önce, 1906 yılında yayımlanmışhr. Jung'un ilk olarak fournal für Psychologie und Neurologie'de (Leipzig, VII, 1905) ya­ 3

yımlanan "Psychanalyse und Assoziationsexperiment" başlıklı makalesi burada yeniden basılmıştır. Freud'un histeri kuramını ele alan ve "Bir Histeri Yakası Ana­ lizinin Kesiti"ni yorumlayan bu makale Jung'un psikanaliz üzerine ilk önemli ya­ yınıydı. EDİTÖRLER.] -

15

Neyse ki istt'yttnll'r hunları tekrarlayabilir ve daha önce inanma­ dığı şeyi bizzat dt•m•ylmleyebilirler. Ne yazık ki bu psikanalizde mümkün deAlldlr, �·llnkll psikanaliz uzmanlık bilgisi ile herkeste bulunmayan ancak belli bir noktaya kadar edinilebilen bir psiko­ lojik alışkanlıktan oluşan sıra dışı bir bileşim gerektirir.

20 Aschaffenburg'un bu pratik deneyime sahip olup olmadığını bilmediğimiz için kendi kendine telkin suçlaması keyfi bir yo­ rum olmaktan daha fazla ciddiye alınamaz.

21 Aschaffenburg çoğu vakada hastanın cinsel düşüncelerinin incelenmesini ahlak dışı bulmaktadır.

22 Bu oldukça nazik bir sorundur çünkü ne zaman ahlak ve bi­ lim iç içe girse kişinin yapabileceği tek şey bir düşünceyi başka bir düşünceyle yarıştırmaktır. Konuya sadece faydaa bakış açı­ sından yaklaşacak olursak, cinsel aydınlanmanın her koşulda za­ rarlı olup olmadığını kendi kendimize sormamız gerekir. Bu so­ ruya genel bir yanıt verilemez çünkü bir o kadar da tersi durum söz konusu olabilir. Her şey bireye bağlıdır. Birçok insan belli gerçeklere katlanabilirken başkaları katlanamaz. Her yetenekli psikolog bunu kesinlikle hesaba katacaktır. Bu noktada kah bir kaide özellikle hatalı olacaktır. Cinsel aydınlanmadan en ufak bir şekilde zarar görmeyen birçok hastanın var olduğu gerçeği dı­ şında, bu konuya itilmek bir yana, analizi bizzat kendi arzusuyla bu noktaya yönlendirenlerin sayısı hiç de az değildir. Nihayet cinsel durumları ayrıntılı bir incelemeye tabi tutulmadığı nitekim bildiğim vakalarda bu çok iyi sonuçlar vermiştir- sürece ortaya çıkarılamayan vakalar

söz konusudur. Dolayısıyla bana

göre cinsel konuların konuşulmasının hiçbir zarar vermemesi bir yana, tam tersine olumlu etki yapan en azından birçok vakanın bulunduğu kuşku götürmezdir. öte yandan cinsel aydınlanma­

nın yarardan çok zarar verdiği vakaların da bulunduğunu kabul­ lenmekte hiç de tereddüt ehnem. Bunların hangi vakalar oldu­ ğunu ortaya çıkarmak analistin becerisine bırakılmalıdır. Bana göre bu ahlak sorununu ortadan kaldıracaktır. "Yüksek" ahlaki kaygılar ağırlıkla kötü şekilcilikten kaynaklanır, bu yüzden de pratikteki uygulamaları en baştan itibaren münasebetsiz gibi gö­ rünecektir.

23 Konu psikanalizin terapötik etkisi olduğunda, terapötik so­ nucun nasıl olduğu histeri kuramının ya da analitik yöntemin doğruluğu açısından herhangi bir fark yaratmaz. Bugün kişisel düşüncem Freud'un psikanalizinin makul birkaç terapiden biri

16

olduğu ve bazı vakalarda diğerlerinden daha başarılı olduğu şeklindedir.

24 Psikanalizin bilimsel bulgularına gelince, kimse görünüşteki çirkinliklerin ve özellikle de sansasyonel alınbların kendisini en­ gellemesine izin vermemelidir. Freud da her insan gibi hata ya­ pabilir, ama bu hiçbir şekilde ham kabuğun içinde önemini he­ nüz yeterince kavrayamadığımız bir gerçeklik çekirdeğinin saklı olma olasılığını ortadan kaldırmaz. Büyük gerçekler nadiren fan­ tastik ambalajları olmadan ortaya çıkmışhr. Bunun için sadece Kepler ile Newton'u hahrlamak yeterlidir.

25 Sonuç olarak, Spielmeyer'in yeterince sert bir şekilde kına­ namayan bakış açısı4 konusunda acil bir uyanda bulunmak isti­ yorum. Bir kişi hem deneysel temellerini henüz incelemediği bir kuramı hem de bunları test etme zahmetine girmiş olan insanları bilimsel olmamakla suçlayarak bilimsel araşhrma özgürlüğünü tehlikeye atmaktadır. Freud ister haklı ister haksız olsun, düşün­ celerini bilimsel forum önünde açıklama hakkı vardır. Ancak bu düşünceleri vurup öldürmek ve sonra da kendi kaderine terk etmek, işte bu tarafsız ve önyargısız bir bilim adamının saygınlı­ ğına uymaz.

26 Özetlersek: (1) Freud'un histeri kuramının bütün vakalarda hatalı sonuç verdiği henüz karutlanmamışhr.

(2) Manbksal olarak bu kanıt ancak psi.kanaliti.k yöntemi uygu­ layan bir kişi tarafından bulunabilir.

(3) Psikanalizin Freud'un elde ettiği sonuçlardan başka bir so­ nuç ürettiği karutlanmamışhr.

(4) Psikanalizin yanlış ilkelere dayandığı ve histeri semptomla­ rını anlamaya hiçbir şekilde elverişli olmadığı karutlanmamışhr.

Freudcu Histeri Kuramı5 27 Yazarın nihai olarak bizzat ifade etmediği bir kuramı tarhş­ mak her zaman güç ve tatsız bir iş olmuştur. Freud hiçbir zaman 4

l.entralblattfür Nervenheil/cunde und Psychiatrie'deki (XXIX, 1906, s. 322) başlıksız not. Metnin aslı: "Die Freud'sche Hysterietheorie", Monatsschrift für Psychiatrie und Neurologie (Bertin), XXIIl (1908), ss. 310-322. İlk olarak Birinci Uluslararası Psikiyat­ ri ve Nöroloji Kongresinde (Amsterdam, Eylül 1907) tebliğ olarak sunulmuştur. 5

Kongrede Aschaffenburg da konuşmuş ve tebliğini aynı organda yayımlamıştır (XXII, 1907, s. 564 vd.). Bu kongre hakkında bilgi için, bkz. Jones, Freud: Life and Work, il, s. 125 vd. EDİTÖRLER) -

17

değişmez bir histeri kuramı önermemiştir; o, zaman zaman sade­ ce kuramsal sonuçlarını o andaki deneyimlerine göre ifade etme­ ye çalışmışhr. Onun kuramındaki ifadelere, deneyimle her nok­ tada örtüşen bir çalışma hipotezi demek de mümkündür. Dolayı­ sıyla şu anda kah bir Freudcu histeri kuramından söz edilemez, ancak belli ortak özellikleri olan birçok deneyimden söz edilebi­ lir. Tamamlanmış ve kesinleşmiş bir şeyle değil de devam edege­ len bir süreçle ilgilendiğimiz için muhtemelen en uygunu, Freud'un öğretilerinin tarihsel bir perspektif içinde ele alınması olacakhr.

28 Freud'un, araşhrmalarını üstüne kurduğu kuramsal ön ka­ buller Pierre Janet'nin deneylerinden kaynaklanır. Breuer ve Freud histeri sorununu ilk kez ifade ederken psişik çözülme ve bilinçdışı psişik otomatizm gerçeğinden yola çıkmışlardır. Başka bir varsayım da, Binswanger'in6 vurguladığı, tesirlerin etyolojik önemidir. Telkin kuramının ulaşhğı bulgularla birlikte bu iki ön kabul bugün genel olarak kabul gören histerinin psikojenik bir nevroz olduğu şeklindeki görüşü ortaya çıkarmışhr.

29 Freud'un araşhrmasının hedefi histeri semptomlan üreten mekanizmanın nasıl çahşhğırun ortaya çıkanlmasıdır. Dolayısıy­ la yapılmaya çalışılan şey en baştaki nedenle nihai semptom ara­ sındaki uzun zincirin henüz kimsenin bulamadığı kayıp halkası­ nın ortaya çıkanlmasıdır. Her dikkatli gözlemcinin açıkça görebi­ leceği, tesirlerin etyolojik olarak histeri semptomlarının oluşu­ munda belirleyici bir rol oynadığı gerçeği 1893 tarihli ilk Breuer­ Freud raporunun bulgularının kolayca anlaşılmasını sağlamak­ tadır. Bu özellikle de iki yazarın ortaya athğı, histerik kişinin her şeyden çok anılardan, yani bazı istisnai koşullarda ilk tesirin orta­ ya çıkışını ve nihayet kayboluşunu engelleyen duygu-tonlu dü­ şünce komplekslerinden rahatsız olduğu önermesi için geçerlidir. 30

Başlangıçta genel hatlarla ortaya konan bu görüş 1880 ile

1882 yıllan arasında oldukça zeki bir histerik kadın hastayı göz­ lemleyip tedavi eden Breuer tarafından geliştirilmiştir. Klinik resmin başlıca özelliği, ikinci derecede önem taşıyan ve değiş­ meyen bedensel semptomlara eşlik eden şiddetli bir bilinç bö­ lünmesidir. Kendini hastanın yönlendirmesine bırakan Breuer, hastanın alacakaranlık durumlarında önceki yıldan gelen anı 6

[Binswanger, "Freud'sche Mechanismen in der Symptomatologie von Psycho­ (1906). Krş. Jones, il, s. 36 vd. - EDİTÖRLER.)

sen"

18

komplekslerinin yeniden ortaya çıkhğıru gözlemlemişti. Hasta bu durumlarda kendisi için travmatik önem taşıyan bir yığın olay gördüğü sanrısına kapılmışh. Ayrıca bu travmatik olayların yeniden yaşanıp yeniden .anlahlmasının bariz bir terapötik etki yaparak hastayı rahatlahp durumunda iyileşme sağladığını fark etmişti. Tedaviyi kestiğinde kısa zamanda ciddi bir bozulma meydana gelmekteydi. Breuer tedavinin etkisini arhnp hızlan­ dırmak için kendiliğinden oluşan alacakaranlık durumuna ek olarak, bir de yapay bir alacakaranlık durumu tetikleyerek daha fazla malzemenin "boşalhlmasını" sağlamışh. Bu yolla ciddi bir iyileşme sağlamayı başarmışh. Bu gözlemlerin olağanüstü öne­ mini derhal kavrayan Freud hemen kendi gözlemlerini gerçek­ leştirdi ki, bunlar da Breuer'inkilerle aynı doğrultudaydı. Bu malzeme Breuer'le Freud'un 1895'te yayımladığı Histeri Üzerine Araştırmalar' da bulunabilir. 31 İki yazarın ortaklaşa inşa ettiği ilk kuramsal yapı bu temel üzerinde yükselmiştir. İkili işe tesirlerin normal bireylerdeki semptomatolojisiyle başlar. Tesirlerin yarattığı uyarım bir dizi somatik innervasyona dönüştürülür ve böylece kendini tükete­ rek "sinir merkezlerinin tonusunu" onarır. Bu yolla tesir "boşa­ lır" Histeride durum farklıdır. Burada travmatik deneyimi Oppenheim'ın ifadesiyle söyleyecek olursak- "anormal bir duy­ gusal tepki dışavurumu" izler.7 Beyin içinde olan uyarım doğru­ dan, doğal bir şekilde boşalhlmak yerine, ya yeni ya da eskilerin yeniden şiddetlenmiş hali olan patolojik semptomlar üretir. Uya­ nın yazarların "uyanın dalgasının dönüşümü" adını verdiği anormal innervasyonlara dönüştürülür. Tesir normal bir şekilde ifade edilmez, uygun innervasyonlarda normal bir çıkış yolu bu­ lamaz; boşalhlamaz ve "engellenir" Dolayısıyla sonuçta ortaya çıkan histerik semptomlar tutulmanın dışavurumlan olarak gö­ rülebilir. 32 Bu, hastadaki durumu gördüğümüz şekliyle ifade etmekte­ dir; ancak tesirin neden engellenip dönüştürülmesi gerektiği so­ rusu hfila yanıtsızdır, nitekim Freud'un özel bir dikkat gösterdiği soru da budur. Freud 1894'te yayımlanan "Savunma Nöro­ psikozlan"nda tesirin psikolojik yansımalarını en ince ayrınhla­ rına kadar analiz etmeye çalışmışh. İki grup psikojenik nevroz 7 ["Thatsachliches und Hypotetiches über das Wesen der Hysterie" (1890). Krş. Breuer ve Freud, Studies on Hysteria, Standard Edition, s. 203. EDİTÖRLER.] -

19

tespit etmişti Freud. Bunlar ilke olarak birbirinden farklıydı, çünkü bir grupta patojenik tesirin somatik innervasyonlara dö­ nüştürülürken, öteki grupta yerini farklı bir düşünce kompleksi­ ne bırakmaktadır. Birinci grup klasik histeriye, ikincisi ise sap­ lantılı nevroza karşılık gelmektedir. Freud tesirin engellenmesi­ nin ya da dönüşmesinin veya yer değiştirmesinin alhnda trav­ matik kompleksin bilincin normal içeriğiyle bağdaşmamasının yattığını bulmuştu. Birçok vakada bağdaşmazlığın hastanın bi­ lincine ulaşhğıru ve böylece bağdaşmayan içeriğin aktif bir şekil­ de bashnlmasına yol açhğını doğrudan kanıtlamışh. Hasta bu konuda hiçbir şey bilmek istemiyor ve kritik kompleks "non ar­ rive" [ulaşmamış] gibi davranıyordu. Sonuç, tesirin boşalhlması­ nı engelleyecek şekilde hassas noktadan sistematik olarak ka­ çınma ya da ''bashrma" idi. 33 Dolayısıyla tesirin engellenişi belli belirsiz bir şekilde tasav­ vur edilen "özel mizaç"tan değil anlaşılabilir bir nedenden kay­ naklanmaktadır. 34 Anlahlanlan özetleyecek olursak: Breuer-Freud araşhrmalan 1895 yılına kadar şu sonuçlan vermiştir. Psikojenik semptomlar 1. uyarımın anormal somatik innervasyonlara dönüşmesi, ya da 2. tesirin yerini daha az önemli bir komplekse bırakması nedeniyle travma etkisi gösteren duygu-tonlu düşünce komp­ lekslerinden kaynaklanmaktadır. 35 Travmatik tesirin kendini normal bir şekilde boşaltamayarak tutulmasının nedeni, içeriğinin kişiliğin geri kalanıyla bağdaş­ madığı için bashnlmak zorunda kalmasıdır. 36 Freud'un sonraki araştırmalarının temasını travmatik tesirin içeriği oluşturdu. Freud zaten Histeri Üzerine Araştırmalar' da ve özellikle de "Savunma Nöro-psikozlan"nda ilksel tesirin cinsel doğasına dikkat çekmişti, Breuer'in ilk vaka incelemesi ise bütün öykünün sadece cinsel anışhrmalarla dolu olmayıp, bu öykünün uzman biri için bile ancak hastanın cinselliğinin de göz önünde bulundurulmasıyla anlaşılabilir ve manhklı hale gelmesine rağ­ men, çarpıa bir şekilde cinsel unsurun etrafından dolaşmaktadır. Freud dikkatle gerçekleştirilmiş on üç analize dayanarak, histeri­ nin kendine özgü etyolojisinin erken çocukluk dönemindeki cin­ sel travmalarda bulunacağını ve travmanın "genitallerdeki ciddi irkilmeden" kaynaklanması gerektiğini savunmuştu. Travma ilk başta hazırlayıa bir etki yapar; gerçek etkisini eski bellek izinin yeni yeni gelişmeye başlayan cinsel duygular tarafından tekrar 20

canlandırıldığı ergenlik döneminde gösterir. Freud böylece muğ­ lak özel mizaç kavramını çözümleyerek ergenlik öncesi dönem­ deki oldukça açık ve somut olaylara ayrıştırmaya çalışmıştı. O zamanlar daha öncesindeki kalıtsal mizaca fazla önem vermemişti. 37 Breuer-Freud'un Araştırmalar'ı (Raiınann'ın teminatlarına8 rağmen henüz bilimin ortak malı olmamakla birlikte) bir yere kadar kabul görürken, Freud'un bu kuramı yaygın bir itirazla karşılandı. Kuşku duyulan şey cinsel travmaların normal çocuk­ lardaki sıklığı değil, normal çocuklar açısından taşıdığı olağandı­ şı patojenik önemdi. Freud bu görüşü kesinlikle herhangi bir şeyden devşirmemişti, sadece analiz sırasında kendini dayatan bazı deneyimleri ifade etmekteydi. İlk olarak, çoğu durumda gerçek olaylarla yakından bağlanhlı olan çocukluk dönemindeki cinsel sahnelere ait bellek izleri bulmuştu. Sonra travmaların ço­ cuklukta özel bir etki yaratmamış olmasına karşın, ergenlik dö­ neminden sonra histerik semptomların belirleyicisi olduklarını ortaya çıkarmıştı. Freud bu yüzden travmanın gerçek olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır. Kişisel görüşüme göre böyle yapmasının altında, o dönemde hala histerik kişinin "anılardan rahatsız olduğu" ve dolayısıyla semptomun kaynağının ve ne­ deninin geçmişte aranması gerektiği şeklindeki eski bakış açısı­ nın büyüsünde olması yatmaktaydı. Açıkçası böyle bir etyolojik faktör anlayışı özellikle de histeri deneyimi yaşamış olanlar ara­ sından yükselecek itirazlara hedef olmaya mahkumdu, çünkü hekim histeri nevrozlarına yol açan itici güçleri geçmişten çok bugünde aramaya alışmıştır. 38 1896 yılında kuramsal bakış açısının bu şekilde ifade edilme­ si, Freud için o tarihten sonra yanda kestiği bir geçiş dönemin­ den başka bir şey değildi. Histerideki cinsel etkenlerin ortaya çı­ karılması genel anlamda cinsel psikoloji alanındaki kapsamlı araştırmaların başlangıç noktası oldu. Aynı şekilde çağrışım sü­ reçlerinin belirlenmesi sorunu da Freud'un araştırmasını rüya psikolojisi alanına yönlendirdi. Freud 1900'de görüş ve teknikle­ rinin gelişmesinde hayati bir rol oynayan rüyalar üzerine temel çalışmasını yayımladı. Freud'un rüya yorumu yöntemini derinli­ ğine bilmeyen bir kişinin, onun son yıllarda geliştirdiği anlayış­ ları kavraması mümkün değildir. RüyRların Yorumu Freudcu ku8

[Freud'un muhalifi olan Viyanalı psikiyatrist Emil Raimann. Bkz. Jones, I, s. 395 vd ., ve il, s. 122. EDİTÖRLER.] -

21

ramın hem ilkelerini hem de tekniğini ortaya koyar. Freud'un tekniğini anlamadan bugünkü görüşlerini anlamak ve vardığı sonuçların sağlamasını yapabilmek de mümkün değildir. Dola­ yısıyla bu da psikanalize daha yakından bakmamızı gerektirir.

39 önceki katarsis yöntemi semptomlarla başlamakta ve bunla­ rın albnda yatan travmatik tesiri ortaya çıkarmaya çalışmaktay­ dı. Tesir böylelikle bilinç düzeyine çıkartılıyor ve normal bir şe­ kilde boşalblıyordu; yani travmatik potansiyeli ortadan kaldırılı­ yordu. Yöntem belli bir noktaya kadar telkine dayanmaktaydı analist rehberlik yapıyor, hasta da esas olarak pasif kalıyordu. Ancak bu rahatsızlık dışında gerçek bir travmanın olmadığı, bü­ tün

duygusal

çahşmaların

yalnızca

anormal

fantezi­

faaliyetlerinden kaynaklanıyormuş göründüğü başka vakalar da vardı. Katarsis yöntemi bu vakalarda gerektiği gibi işe yaramı­ yordu.

40

Freud'un

1904 tarihli bildirilerine9 göre o ilk günlerden bu

yana yöntem epeyce değişime uğramışhr. Artık telkin bir kenara bırakılmıştır. Analist artık hastalara rehberlik etmemektedir; çağ­ rışımlar tamamen serbest bırakılmaktadır, o kadar ki aslında analizi gerçekleştiren kişi bizzat hastadır. Freud ortaya çıkan bağlantıları kayda geçirmek ve zaman zaman da vurgulamakla yetinir. Eğer bir yorum hatalıysa hastaya dayablamaz; doğruysa, sonuç derhal görünür ve hastanın bütüncül davranışında kendi­ ni apaçık ortaya koyar.

41 Freud'un bugün uygulamakta olduğu psikanalitik yöntem eski katarsis yöntemine göre çok daha karmaşık olup çok daha derinlere inmektedir. Amacı kompleksin ürettiği bütün hatalı çağrışımsal bağlanbları bilinç düzeyine çıkarmak ve bu yolla bunları çözümlemektir. Böylece hasta rahatsızlığı hakkında gide­ rek tam bir içgörü sahibi olmakta ve aynı zamanda kompleksle­ rini inceleyebilecek nesnel bir bakış açısı geliştirmektedir. Hasta­ nın bütün düşünce ve duygularını değiştirerek kişiliğini komp­ lekslerin baskısından kurtardığı ve bunlara karşı bağımsız bir tu­ tum takınabilmesini sağladığı için bu yönteme eğitici yöntem de denilebilir. Freud'un yeni yöntemi bu bakımdan Dubois'nın10 • [Anlaşıldığı kadarıyla Jung burada "Freud'un Psi.kanalitik Yöntemi" ile "Psikote­ rapi Üzerine" başlıklı bildirilerinden söz ehnektedir. Ancak "Bir Hisleri Yakası Analizinin Kesiti"ne de bakınız. EDİTÖ RLER.] -

10

[Bem'den Paul Dubois, nevrozu "ikna" yöntemiyle tedavi etmekteydi. TÖ RLER.]

22

-

EDİ ­

esas olarak verdiği derslerle hastanın komplekslerine karşı tutu­ munu değiştiren- eğitim yöntemini andırmaktadır. 42 Tamamen ampirik uygulamaların içinden çıkhğı için psika­ nalitik yöntemin kuramsal temelleri hfila oldukça muğlakbr. Bü­ tün kuramsal güçlüklerin üstesinden gelinmemiş olmakla birlik­ te, gerçekleştirdiğim çağrışım deneyleriyle en azından birkaç noktayı deneysel araşhrmaya açık hale getirdiğimi sanıyorum. Bana öyle geliyor ki asıl güçlük de buradadır. Şayet serbest çağ­ rışım psikanalizin varsaydığı gibi komplekslere götürüyorsa, Freud manhklı olarak bu kompleksin başlangıç noktasıyla ya da ilk baştaki fikirle bağlanhlı olduğunu düşünmektedir. Buna kar­ şın bir salatalıkla bir fil arasında çağrışımsal bir bağlanh kurma­

nın hiç de zor olmadığı söylenebilir. Ama bu ilk olarak, analizde hedefin değil yalnızca başlangıç noktasının verildiğini; ikinci ola­ rak da bilinç durumunun yönlendirilmiş bir düşünce değil gev­ şek bir dikkat durumu olduğunu unutmak olacakhr. Burada he­ deflenen noktanın kompleks olduğu, bağımsız duygu-tonundan dolayı güçlü bir tekrarlama eğilimi göstererek kendiliğinden "or­ taya çıkhğı" ve sonra da sanki tamamen rastlanhymışçasına baş­ langıç noktasıyla bağlanblı göründüğü söylenerek itiraz edilebilir. 43 Kuşkusuz ki bu kuramsal olarak akla yatkındır ama uygu­ lamada işler çoğunlukla farklı görünmektedir. Aslında kompleks serbestçe "ortaya çıkmayıp" şiddetli direnişle karşılaşarak engel­ lenmektedir. Bunun yerine, "ortaya çıkan" şey, ilk bakışta çoğun­ lukla oldukça anlaşılmaz gelen ve ne analistin ne de hastanın herhangi bir şekilde komplekse ait olduğunu düşünmediği ara çağrışımlar olmaktadır. Ancak komplekse yol açan zincir bir kez tam olarak oluşturulunca her bir bağlantının anlamı herhangi bir yorumlama çabasına ihtiyaç göstermeyecek ve çoğunlukla da en şaşırha şekilde açıklığa kavuşacakhr. Yeterli analiz deneyimi olan herhangi biri bu koşullarda herhangi bir şeyin tekrarlamakla kalmayıp aynı zamanda -ilişki her zaman a priori açık olmasa da­ daima kompleksle bağlantılı bir şey olduğuna kendini tekrar tek­ rar ikna edebilir. Kişi bu çağrışım zincirlerinde dahi rastlantının tamamıyla ekarte edildiği düşüncesine kendini alışbrmalıdır. Dolayısıyla planlanmamış bir çağrışımlar zincirinde bir çağrı­ şımsal bağlanh tespit edilecek olursa. -yani bulduğumuz komp­ leks ilk düşünceyle çağrışımsal olarak bağlanblıysa- bu bağlanh baştan beri var demektir; diğer bir deyişle, başlangıç noktası ola­ rak aldığımız düşünce kompleks tarafından zaten kümelenmiş 23

demektir. Dolayısıyla ilk düşünceyi kompleksin bir işareti ya da sembolü olarak görmekte sakınca yoktur. 44 Bu görüş belli bir andaki psikolojik durumun önceki bütün psikolojik olayların bir sonucundan başka bir şey olmadığını sa­ vunan bilindik psikoloji kurarnlanyla uyumludur. Bunlardan en ağır basanı, en fazla kümeleştirme gücüne sahip olan tesir dene­ yimleri yani komplekslerdir. Belli bir andaki psikolojik durumun herhangi bir kesiti manhksal olarak güncellik derecelerine göre bütün önceki bireysel olaylan, ön planı işgal eden tesir deneyim­ lerini kapsayacakhr. Bu psişenin her parçacığı için geçerlidir. Bu nedenle her parçacığı kümeleştirmek kuramsal olarak mümkün­ dür. Nitekim Freudcu yöntemin yapmaya çalışhğı tam da budur. Bu çalışma sırasında en yakındaki tesir kümeleşmesiyle karşı­ laşmak mümkündür; bu kümeleşmeler sadece bir taneyle sınırlı olmayıp, kümeleştirici güçlerine bağlı olarak sayılannın fazla hatta çok çok fazla olması da mümkündür. Freud bu duruma aşı­ rı-belirlenim adını vermiştir. 45 Bu yüzden psikanaliz bilinen psikolojik gerçeklerin sınırlan içinde kalır. Yöntemin uygulanması olağanüstü güçtür, ancak öğrenilebilir; Löwenfeld'in haklı biçimde vurguladığı gibi ihtiyaç duyulan tek şey, işe güvenle başlamadan önce birkaç yıl yoğun bir pratik yapmaktır. Salt bu nedenle Freud'un bulgulanna yö­ neltilen tez canlı eleştirilerden uzak durmalıdır. Bu aynı zaman­ da yöntemin akıl hastanelerinde kitle terapisi için kullanılmasını da engellemektedir. Bilimsel bir araç olarak bu başarılar ancak onu kullanan kişiler tarafından değerlendirilebilir. 46 Freud yöntemini her şeyden önce rüya araşhrmalannda kul­ landı. Süreç içinde bu yöntem anndınlıp mükemmelleştirildi. Görünüşe göre bu noktada, nevrozlarda oldukça önemli bir rolü olan bütün o şaşırhcı çağnşımsal bağlantılan ortaya çıkarmışh. Burada en önemli buluş olarak, duygu-tonlu komplekslerin rü­ yalarda oynadık.lan önemli rolden ve bunlann sembolik ifade bi­ çimlerinden söz edeceğim. Freud -düşünmenin en önemli bile­ şenlerinden biri olan- sözlü ifadeye büyük önem vermektedir, çünkü sözcüklerin ikili anlamı tesirlerin yer değiştirmesi ve uy­ gunsuz bir şekilde ifade edilmesi için elverişli bir kanaldır. Bu noktadan özellikle söz ediyorum çünkü nevroz psikolojisi açı­ sından temel önemdedir. Normal insanlarda da her gün rastla­ nabilecek bu konulara aşina biri için "Bir Histeri Yakası Analizi­ nin Kesiti"ndeki yorumlarda, her ne kadar alışılmadık olsalar bi24

le, beklenmedik hiçbir şey bulunmaz, tersine genel deneyime ko­ layca uyar. Ne yazık ki Freud'un bulgulanru aynntılı bir şekilde ele almak yerine kendimi birkaç ipucuyla sınırlamak zorunda­ yım. Freud'un histeri hastalıklarına bakışını anlamak için bu son araştırmaları okumak gerekmektedir. Kendi deneyimlerime da­ yanarak, Rüyaların Yorumu 'nu tam olarak anlamadan Üç Deneme ile "Analiz"in anlamını tam olarak kavramanın mümkün olma­ dığını söyleyebilirim. 47 "Tam olarak kavramak"la birçok yazann bu kitaba yöneltti­ ği ucuz filolojik eleştirileri değil, Freud'un ilkelerinin psişik sü­ reçlere sabırlı bir şekilde uygulanmasını kastediyorum. Bütün sorunun püf noktası da işte burada yatmaktadır. Tartışma sadece kuramsal zeminde yürüdüğü için saldırılar da savunmalar da bu noktayı kaçırmaktadır. Freud'un buluşlan şimdilik genel kuram­ larla çerçevelenebilecek durumda değildir. Şu anda tek soru şu­ dur: Freud'un ortaya athğı çağrışımsal bağlantılar var mıdır, yok mudur? Düşüncesiz bir şekilde onaylamakla ya da reddetmekle herhangi bir şey elde etmek mümkün değildir; gerçeklere önyar­ gısız bakmalı ve Freud'un ortaya athğı kuralları dikkatle incele­ melidir. Cinselliğin yarathğı güçlüklerden dolayı cesaret kırıl­ mamalıdır, çünkü genellikle en azından başlarda hiçbir cinsellik izi göstermeyen birçok başka ve son derece ilginç şeyle karşılaşı­ lır. Örneğin tamamen zararsız ama öğretici bir alıştırma, çağrışım deneyindeki bir kompleksi gösteren kümeleşmelerin analiz edilmesidir. Bu tamamen zararsız malzemenin yardımıyla birçok Freudcu olgunun gereksiz zorluklarla karşılaşmadan incelenmesi mümkündür. Rüya ve histeri analizi çok daha zordur, o yüzden de yeni başlayan biri için pek uygun değildir. Temel konulan bilmeden Freud'un en son öğretilerini doğru dürüst anlamak mümkün değildir, işte bu yüzden de tahmin edilebileceği üzere anlaşılrnamışlardır. 48 Dolayısıyla Freud'un görüşlerinin sonraki gelişimi üzerine bir şeyler söylemekte epeyce tereddüt ediyorum. Aslında üze­ rinde konuşabileceğimiz sadece iki yayın olması işimi daha da zorlaştırmaktadır: Bunlar yukarıda söz ettiğimiz Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme ile "Bir Histeri Yakası Analizinin Kesiti"dir. Henüz Freud'un son görüşlerini yorumlamaya ve belgelendir­ meye yönelik bir girişim yoktur. Üç Deneme tartışmasına biraz daha yakından yakalım. 49 Sadece Freud'un düşünme biçimine alışık olmayan biri için 25

değil aynı zamanda bu özel alanda çalışmış kişiler için bile bu denemelerin anlaşılması oldukça güçtür. Üzerinde durulacak ilk şey Freud'un cinsellik anlayışının olağanüstü genişliğidir. Bu kavram yalnızca normal cinselliği değil bütün bozuklukları da kapsamakta ve psikoseksüel sapmalar alanına kadar uzanmak­ tadır. Freud'un cinsellik anlayışından yalnızca cinsel içgüdü an­ laşılmamalıdır. 1 1 "Libido sexualis"ten ödünç alınan bu kavram her şeyden önce psişik yaşamın iradi cinsel bileşenlerini, sonra da aşın tutku ya da arzuyu ifade etmektedir. 50 Freud'un anladığı şekliyle çocukluk cinselliği, libido uygu­ laması ya da "yahrımı" için bir olasılıklar demetidir. Bu aşamada normal bir cinsel hedef yoktur, çünkü cinsel organlar henüz tam olarak gelişmemiştir. Ancak psişik mekanizmalar oluşum halin­ dedir. Libido bütün olası cinsel faaliyet biçimleri ve aynı zaman­ da sapmalar -yani sabit hale geldiklerinde gerçek sapkınlığa dö­ nüşen cinselliğin her biçimi- arasında dağılmışhr. Çocuğun aşa­ malı bir şekilde gelişimi sapkın eğilimlerin libidinal yahrımını yavaş yavaş ortadan kaldırır ve normal cinselliğin gelişimi üs­ tünde yoğunlaşır. Bu süreçte serbest kalan yahrımlar yüceltme­ lerde yani yüksek zihinsel işlevlerde itici güç olarak kullanılır. Normal birey ergenlik döneminde ya da ondan sonra nesnel bir cinsel hedef bulur ve bununla beraber cinsel gelişimi de sona erer. 51 Freud' a göre çocukluk cinselliğinin güç koşullar alhnda ge­ lişmesi histerinin karakteristik bir özelliğidir, çünkü sapkın libi­ do yahrımları normal bireylerdekinden çok daha zor ekarte edi­ lir ve dolayısıyla daha uzun ömürlü olur. Eğer yaşamın ileriki döneminde ortaya çıkan gerçek cinsel talepler hastalıklı bir kişi­ liği bir şekilde etkilerse ketlenen gelişim kendini, talebi uygun bir şekilde karşılayamama biçiminde gösterir, çünkü talep hazır­ lıksız olan cinsellikle karşı karşıya kalır. Freud'un dediği gibi, histeriye eğilimli olan birey çocukluğundan beraberinde ''bir miktar cinsel bashrma" getirir. Sözcüğün en geniş anlamıyla cin­ sel uyarım, normal cinsellik alanında dışa vurulmak yerine baskı alhna alınır ve asli çocuksu cinsel faaliyetinin yeniden canlanma­ sına neden olur. Bu kendini her şeyden çok, histerinin karakteris­ tik özelliği olan fantezi-faaliyetinde gösterir. Özel tipteki çocuksu 1 1 Freud'un cinsellik kavramı kabaca türlerin soyunu devam ettirme içgüdüsü kav­ ramının kapsadığı her şeyi kapsamaktadır.

26

cinsel faaliyetlerin geçtiği yolda fanteziler gelişir. Bildiğimiz üze­ re histeriklerin fantezileri sınırsızdır; bu yüzden, eğer psişik den­ ge bir dereceye kadar korunacaksa buna denk ketleyici meka­ nizmalara ya da Freud'un deyişiyle dirençlere ihtiyaç vardır. Eğer fanteziler cinsel nitelikteyse, o zaman buna karşılık gelen dirençler utanma ve iğrenme olacakhr. Normal olarak bu tesir durumlarına fiziksel dışavurumlar eşlik ettiğinden fiziksel semp­ tomların ortaya çıkması da kesindir. 52 Sarunm, bizzat yaşadığım somut bir deneyim Freud'un öğre­ tilerinin ne anlama geldiğini, konunun karmaşıklığından dolayı son derece sıkıcı olma eğilimi taşıyan kuramsal kaidelerden daha iyi gösterecektir. 53 Vaka psikotik histeri yaşayan yirmi yaşındaki zeki bir genç kadındı. İlk belirtiler üç ve dört yaşlar arasında ortaya çıkmışh. Hasta o yaşlarda kamına ağrılar girip de tuvalete gitmeye mec­ bur kalana dek kakasını tutmaya başlamışh. Giderek şu yan sü­ reçleri yaşamaya başlamışh: Bir ayağının topuğu üzerinde çöme­ liyor ve topuğunu anüsüne bashrarak o halde kakasını yapmaya çalışıyordu. Hasta bu bozuk davraruşı yedi yaşına kadar sür­ dürmüştü. Freud bu çocuksu sapmasına anal erotizm adını ver­ mektedir. 54 Sapkınlık yedi yaşında sona ermiş ve yerini mastürbasyona bırakmışhr. Bir keresinde babası çıplak poposuna şaplak ahnca açık bir cinsel heyecan duymuştu. Daha sonralan küçük erkek kardeşinin aynı şekilde disipline edildiğini gördüğü zamanlarda da cinsel heyecan yaşamışh. Sonra giderek babasına karşı belir­ gin bir olumsuz tavır geliştirdi. 55 Ergenlik dönemi on üç yaşında başlamışh. O dönemden son­ ra tamamen sapkınca fanteziler geliştirmeye başlamış ve bunlar takınh haline gelmişti. Bu fanteziler zorlarumlı bir özellik gös­ termekteydi: Yemek yerken dışkıladığını düşünmeden kesinlikle masada oturamıyor, aynı şeyi düşünmeden başkalarının ve özel­ likle de babasının yemek yiyişini izleyemiyordu. Özellikle baba­ sının ellerini görünce cinsel heyecan duymaktan kendini alamı­ yordu; aynı nedenle artık babasının sağ eline dokunmaya ta­ hammül edemiyordu. Bu suretle tavırları giderek değişti ve baş­ kalarının yanında sürekli zorlarumlı gülme nöbetlerine girmeden ve iğrenme çığlıkları atmadan yemek yiyemez oldu, çünkü dışkı­ lama fantezileri sonunda çevresindeki herkese yayılmışb. Her­ hangi bir şekilde uyarılır veya hatta azarlanırsa da dilini çıkarta27

rak ya da iğrenme çığlıkları atarak, dehşete düşmüş gibi davra­ narak karşılık veriyordu, çünkü her defasında gözünün önünde babasının cezalandıran elinin canlı görüntüsü beliriveriyor; buna hızla mastürbasyona dönüşen, gizlenemeyen bir cinsel heyecan eşlik ediyordu.

56 On beş yaşında normal olarak biriyle bir aşk ilişkisi yaşama arzusu duymuştu. Fakat bu yöndeki bütün girişimler başarısız­ lıkla sonuçlarunışb, çünkü hastalıklı fanteziler sürekli olarak kendisiyle aşık olmak istediği kişinin arasına giriyordu. Aynca hissettiği iğrenme duygusu yüzünden babasına karşı sevgi gös­ terisinde bulunması imkansız hale gelmişti. Çocuksu libido akta­ rımının nesnesi babasıydı, dolayısıyla direnişler özellikle ona yönelikti; annesi ise bunların dışındaydı. Aşağı yukan o dönem­ lerde içinde öğretmenine karşı aşk kıpırdanmaları hissetmiş an­ cak bu duygu hızla ayru ezici iğrenmeye dönüşmüştü. Sevgiye büyük ihtiyaç duyan bir çocukta bu duygusal yalnızlık hali çok vahim sonuçlara yol açmaya mahkumdu, nitekim bunun gelmesi de çok sürmemişti.

57 On sekizinde durumu daha da kötüleşmiş ve derin depres­ yonlarla gülme, ağlama ve çığlık nöbetleri arasında gidip gel­ mekten başka bir şey yapamaz hale gelmişti. Artık kimsenin yü­ züne doğrudan bakamıyor, başını öne eğiyor ve biri kendisine dokunduğunda tiksinti duygusuyla dilini çıkartıyordu.

58 Bu kısa öykü Freud'un görüşlerinin temellerini ortaya koy­ maktadır. İlle olarak, yedinci yılda yerini mastürbasyona bırakan bir sapkın çocuksu cinsel faaliyeti -anal erotizm- görmekteyiz. Bu dönemde anüs bölgesini etkileyen fiziksel ceza cinsel heyecan yaratmışb. Daha sonraki psikoseksüel gelişimi belirleyen etken­ ler işte burada yatmaktadır. Getirdiği fiziksel ve ruhsal alt üst oluşlarla ergenlik dönemi fantezi-faaliyetlerinde belirgin bir artı­ şa yol açmışb. Bu da çocukluktaki cinsel faaliyete tutunup onu sonsuz şekillerde değiştirmiştir. Bu tür sapkın fanteziler başka bir duyarlı insanda kesinlikle, deyiş yerindeyse, yabancı ahlak kurumlan gibi davranır ve savunma mekanizmalarıyla, özellikle de utanma ve iğrenme ile basbnlması gerekirdi. Bu pekala diğer iğrenme, tiksinme, dehşet çığlıkları, dil çıkartma, vb. gibi bütün nöbetler için de geçerlidir.

59 Ergenlik dönemine özgü, başkalarını sevmek gibi olağan öz­ lemlerin kıpırdanmaya başladığı zaman patolojik semptomlar artmışh, çünkü fanteziler artık en çok sevmeye değer görülen ki28

şilerin üzerine yöneltilmişti. Bu da doğal olarak o sıralardaki kö­ tüye gidişi tamamen açıklayan ve nihayet histerik psikozla so­ nuçlanan şiddetli bir psişik çabşmaya yol açmışb. 60 Freud'un niçin histeriklerin çocukluktan beraberlerinde "bir parça cinsel basbrma" getirdiğini söyleyebildiğini şimdi anlaya­ biliyoruz. Bu insanlar bünyesel nedenlerle cinsel veya yan-cinsel faaliyetlere muhtemelen diğer insanlardan daha erken hazırdır­ lar. Çocuksu izlenimler bedensel heyecanlara paralel olarak daha derinlere inmekte ve daha uzun sürmekte, böylece daha sonra, ergenlik döneminde ilk gerçek cinsel fantezi eğiliminde kümeleş­ tirici bir etki yapmaktadırlar. Yine bedensel heyecanlara paralel olarak tesir güdüleri normal insanlardakinden çok daha güçlü­ dür. Bu yüzden anormal fantezilerin yoğunluğunu dengelemek üzere aynı ölçüde güçlü utanma ve tiksinme duygulan ortaya çıkmaktadır. Libidonun sevgi-nesnesine aktarunıru gerektiren gerçek cinsel taleplerde bulunulduğunda, gördüğümüz gibi, bü­ tün sapkın fanteziler ona aktarılır. Dolayısıyla direniş de sevgi duyulan nesneye aktarılır. Kadın hasta libidosunu sevdiği kişiye ketlenmeler olmadan aktaramamış ve bu da büyük duygusal ça­ bşmalara yol açmışb. Hastanın libidosu sürekli güçlenen ve so­ nunda semptomları ortaya çıkaran savunma duygularıyla müca­ dele ederken tükenmişti. Freud işte buradan yola çıkarak semp­ tomların hastanın cinsel faaliyetlerinden başka bir şeyi temsil etmediğini söyleyebilmektedir. 61 Özetlersek, Freud'un şimdiki histeri anlayışını şöyle ifade edebiliriz: a. Şu ya da bu şekilde bir sapma gösteren erken gelişmiş bazı cinsel faaliyetler bünyesel temelde gelişme gösterir. b. Bu faaliyetler başlangıçta gerçek histeri semptomlarına yol açmaz. c. (Fiziki olgunluktan önce psikolojik düzlemde başlayan) Er­ genlik döneminde fanteziler çocuksu cinsel faaliyetlerin küme­ leştiği yönde eğilim gösterir. d. Bedenden (tesirden) kaynaklanan nedenlerle kümeleşen fan­ teziler bilincin diğer içerikleriyle bağdaşmayan ve dolayısıyla utanma ve iğrenme yoluyla basbnlan düşünce komplekslerinin oluşmasına yol açar. e. Bu basbrma libidonun bir sevgi-nesnesine aktarımını berabe­ rinde getirir, böylelikle şiddetli duygusal çahşmaya yol açar ve bu da fiili hastalığın ortaya çıkmasına ortam hazırlar. 29

f

Hastalık semptomlarının albnda libidonun bastırmayla mü­

cadelesi yatmaktadır; dolayısıyla semptomlar anormal cinsel faa­ liyetten başka bir şeyi temsil etmez.

62 Freud'un bu bakış açısı nereye kadar geçerlidir? Bu soruya yarut vermek oldukça zordur. Her şeyden önce şunun kesin ola­ rak vurgulanması gerekir ki aslında Freud'un şemasına bire bir uyan vakalar vardır. Tekniği öğrenmiş olan herkes bunu bilir. Fakat kimse Freud'un şemasının bütün histeri formlarına (çocuk­ larda histeri, ve psikotravmatik nevrozlar her koşulda ayn bir grup oluşturmaktadır) uygulanabilir olup olmadığıru bilmez. Freud asabiye uzmarunın onlarcasıyla karşılaştığı olağan histeri vakalarında görüşlerinin geçerli olduğunu söyler; onunkine göre çok daha az olan kendi deneyimlerimse bu iddiaya karşı çıkma­ mı gerektirecek bir şey söylemez. Kendi analiz ettiğim histeri va­ kalannda semptomlar olağanüstü çeşitlilik göstermekteydi, an­ cak psikolojik yapılan şaşırtıcı biçimde benzerdi. Bir vaka analiz edildiğinde dış görünüşü büyük ölçüde ilginçliğini yitirir, çünkü aynı kompleksin nasıl da olağanüstü ve dikkat çekici semptom­ lar üretebildiği ancak o zaman görülür. Bu nedenle Freud'un şe­ masının sadece belli semptom gruplarıru kapsayıp kapsamadığı­ nı söylemek olanaksızdır. Şimdilik sadece Freud'un bulgularının

şu ana kadar klinik gruplar olarak sırurlandırılamayan epeyce geniş bir histeri vakası grubu için geçerli olduğunu kabul edebi­ liriz.

63 Freud'un analiz sonuçlarının ayrıntılarına gelince, karşılaş­ tıklan şiddetli itiraz esas olarak 1896'dan beri kimsenin Freud'un kuramının gelişimini anlamamasından kaynaklarur. Freud'un rüya analizleri test edilmiş ve kurallarına uyulmuş olsaydı, son yayınlarıru ve özellikle de "Bir Histeri

Vakası Analizinin Kesi­

ti"ni anlamak bu kadar güç olmayacaktı. Bu bildirilerin tek ra­ hatsız edici yaru açık sözlü oluşlandır. Kamuoyu Freud'un cinsel sembolizmini bağışlayacaktır. Bana göre Freud'un aslında en ko­ lay anlaşılacak yaru burasıdır, çünkü mitolojinin bütün toplum­ ların fantezi-düşüncelerini dile getirmek suretiyle en öğretici şe­ kilde ortam hazırladığı yer burasıdır. Ben burada yalnızca Ste­ inthal'ın12 mitolojik kayıtlarda ve dil tarihinde yaygın bir cinsel sembolizm bulunduğunu kanıtlayan 1860 tarihli yazılarından 12

[Heymann Steinthal (1823-1899), Alman filolog ve filozof. Krş. Dönüşüm Sembol­

leri, dizin. - EDİTORLER.] 30

söz edeceğim. Aynca şairlerimizin erotizmini ve onların alegorik ya da sembolik ifadelerini habrlatacağıın. Bu malzemeyi göz önünde bulunduran hiç kimse Freudcu sembolizmlerle bireyler­ deki ve bütün toplumlardaki şiirsel fantezi sembolleri arasındaki olağanüstü geniş ve önemli benzerlikler bulunduğunu görmez­ den gelemeyecektir. Dolayısıyla Freudcu sembol ve onun yoru­ mu hiç duyulmamış bir şey olmayıp sadece biz psikiyatristler için sıra dışı bir şeydir. Ancak bu güçlükler bizi Freud'un ortaya koyduğu problemlerin daha derinlerine inmekten alıkoymama­ lıdır, çünkü bunlar psikiyatri açısından en az nörolojide olduğu kadar önemlidir.

Rüyalann Analizi13 64 Freud 1900 yılında Viyana'da rüya analizleri üzerine kaleme aldığı hacimli yapıbru yayımladı. Araşbrmalannın temel sonuç­ ları şöyleydi. 65 Rüya yaygın bir şekilde düşünüldüğü gibi gelişigüzel ve an­ lamsız çağrışımlar karmaşası ya da birçok yazarın kabul ettiği gibi sadece uyku sırasındaki bedensel algıların bir sonucu değil, tüm diğer psişik işlevler gibi sistematik analize açık olan bağım­ sız ve anlamlı bir psişik faaliyettir. Rüyanın nedeni uyku sırasın­ da hissedilen organik algılar değildir; algılar burada ikinci dere­ cede rol oynar ve sadece psişenin üzerinde faaliyet gösterdiği unsurları (malzemeyi) sağlar. Freud'a göre her karmaşık psişik ürün gibi rüya da bir yarabm, kendi motifleri, kendi öncül çağrı­ şım zincirleri olan bir yapıtbr; ve her düşünülmüş faaliyet gibi mantıksal bir sürecin, çeşitli eğilimler arasındaki rekabetin ve bir eğilimin diğerine karşı zaferinin bir sonucudur. Yapbğımız her şey gibi rüya görmenin de bir anlamı vardır. 66 Rüyaların üzerimizde yaratbğı anlamsızlık ve belirsizlik iz­ leniminden dolayı ampirik gerçeğin bu kurama ters düştüğü söylenebilir. Freud bu karmaşık imgeler dizisine rüyanın dışa vu­ rulan içeriği adını vermektedir; Freud'un asıl olanı -yani rüya­ düşüncesi ya da gizil içeriği- arkasından izlediği ön cephe burası­ dır. Burada Freud'u rüyanın aslında sadece devasa bir yapının ön cephesi olduğunu ya da gerçekten bir anlamı olduğunu dü13

[Fransızca kaleme alınmıştır. Philip Mairet tarafından "L' Analyse des reves" den

(Annee psychologique, Paris, XV, 1909, s.5. 160-167) İngilizceye çevrilmiş ve R. F. C. Hull tarafından gözden geçirilmiştir.

-

EDİTÖRLER.] 31

şüruneye iten şeyin ne olduğu sorulabilir. Freud'un varsayımı bir dogmaya ya da a priori bir düşünceye değil sadece ampirizme yani hiçbir psişik (ya da fiziksel) gerçeğin rastlantısal olmadığı şeklindeki yaygın deneyime- dayanır. Öyleyse her zaman kar­ maşık bir olgular bileşiminin ürünü olan bir nedenler zinciri bu­ lunm alıdır; çünkü şu andaki her zihinsel unsur kendinden önce­ ki durumların bir sonucu olup kuramsal olarak analiz edilebil­ melidir. Freud rüyaya, insan davranışlarının nedenlerini araşh­ nrken daima içgüdüsel olarak uyguladığımız aynı ilkeyi uygular. 67 Şu basit soruyu sorar kendi kendine: Bu kişi neden bu rüyayı görmektedir? Belli bir nedeni olmalı, yoksa nedensellik yasası çökerdi. Bir çocuğun rüyası bir büyüğünkinden farklıdır, bpkı okumuş birinin rüyasının okuma yazma bilmeyen birininkinden farklı olması gibi. Rüyada bireysel bir şey vardır: Bu şey öznenin psikolojik mizaayla uyum halindedir. Bu psikolojik mizaç neye dayanmaktadır? Bu şey bizzat psişik geçmişimizin bir ürünüdür. Şimdiki zihinsel durumumuz geçmişimize bağlıdır. Her bireyin geçmişinde psişik "kümeleşmeyi" belirleyen farklı değerlerde unsurlar bulunmaktadır. Herhangi bir güçlü duygu uyandırma­ yan olayların düşünce veya davranışlanmız üzerinde fazla bir etkisi yoktur, buna karşılık güçlü duygusal tepkiler yaratan olay­ lar daha sonraki psikolojik gelişimimiz açısından büyük önem taşımaktadır. Güçlü bir duygu-tonu olan bu anılar sadece uzun süreli olmayıp aynı zamanda oldukça güçlü ve birbiriyle yakın­ dan bağlanblı çağnşım kompleksleri oluşturur. Fazla ilgi duy­ madığım bir konu sadece birkaç çağnşım yarabr ve çok geçme­ den zihinsel ufkumdan kaybolup gider. Tersine, çok ilgi duydu­ ğum bir konu birçok çağnşım yaratacak ve uzun süre kafamı meşgul edecektir. Her duygu şu veya bu büyüklükte, "duygu­ tonlu düşünce kompleksleri" adını verdiğim bir çağnşımlar kompleksi üretir. Bireysel bir vaka tarihçesini incelerken komp­ leksin her zaman güçlü bir "kümeleyici" güç uyguladığını görü­ rüz, buradan da herhangi bir analizde bununla en baştan karşıla­ şacağımız sonucuna vannz. Komplekslerin her psişik yapıda psikolojik mizaan başlıca bileşenleri olduğu görülmektedir. Ör­ neğin rüyada duygusal bileşenlerle karşılaşırız, çünkü psişik faa­ liyetin bütün ürünlerinin her şeyden önce güçlü "kümeleştirici" etkilere bağlı olduğunu anlamak kolaydır. 68 Faus t ta Gretchen'e şu baladı söyleten kompleksi bulmak için öyle çok uzaklara bakmaya gerek yoktur: '

32

Bir kral vardı Thule'de Bağlanmış ölene değin, Sevgilisinden son soluğunda, Bir alhn kupa almış. 69 Buradaki gizli düşünce Gretchen'in Faust'un bağlılığı konu­ sunda duyduğu kuşkudur. Gretchen'in bilinçdışı olarak seçtiği balad, gizli düşünceye karşılık gelen, rüya-malzemesi adıru verdi­ ğimiz şeydir. Bu örnek rüyaya da uygulanabilir ve Gretchen'in balad söylemeyip bu romansın rüyasıru gördüğü düşünülebilir.14 Bu durumda çok uzak geçmişteki kralın aşklarının trajik öykü­ sünü anlatan balad, rüyanın "dışa vurulan içeriği" yani "ön cep­ hesi" dir. Gretchen'in gizli kederini bilmeyen biri neden bu kralın rüyasıru gördüğünü de kestiremeyecektir. Ancak Gretchen'in Faust'a duyduğu trajik aşk olan rüya-düşüncesini bilen bizler, rüyanın neden özellikle kralın "nadir sadakatini" anlatan bu ba­ ladı kullandığını anlayabiliriz. Faust sadık değildir, Gretchen ise Faust'un kendisine olan sadakatinin öyküdeki kralınkine benze­ mesini arzulamaktadır. Rüyası -gerçekte baladı- üstü kapalı ola­ rak ruhunun şiddetli arzusunu dile getirir. Burada duygu-tonlu kompleksin gerçek doğasına dokunuruz; bu her zaman bir arzu ve ona karşı direniş sorunudur. Yaşamımız arzularımızı gerçekleş­ tirme mücadelesiyle geçer: Bütün faaliyetlerimiz bir şeyin olma­ sıru ya da olınarnasıru arzularnaktan kaynaklanır. 70 Bunun için çalışır, bunun için düşünürüz. Bir arzuyu gerçek­ lik dünyasında gideremezsek onu en azından fantezide yerine getiririz. Her halkın her çağdaki dini ve felsefi sistemleri bunun en iyi kanıhdır. Ölümsüzlük düşüncesi felsefi bir kisve alhnda dahi bir arzudan başka bir şey değildir, burada felsefe ön cephe­ den başka bir şey değildir. Hatta Gretchen'in baladı dahi bir dış görüntü, kederinin üstüne örtülmüş hayırlı bir örtüdür. Rüya, ar­ zusunun giderilmesini temsil eder. Freud her rüyanın bastırılmış bir arzunun giderilmesini temsil ettiğini söylemektedir. 71 Ömeklemimizi biraz daha ileri götürecek olursak, rüyada 14 Bir balad ile bir rüya arasında dağlar kadar fark olduğu için böyle bir varsayı­ mın kabul edilebilir olmadığı söylenebilir. Ancak Freud'un araşhrmalan sayesinde artık herhangi bir rüya durumundaki bütün ürünlerin ortak bir noktasının oldu­ ğunu bilmekteyiz. İlk olarak, hepsi de kompleksin değişik biçimleridir. İkinci ola­ rak, hepsi de sadece kompleksin bir tür sembolik ifadesidir. Bu varsayımda bu­ lunmamın nedeni de budur.

33

Faust'un yerini kralın aldığuu görürüz. Bir dönüşüm meydana gelmiştir. Faust uzak geçmişteki kral olmuştur; güçlü bir duygu­ tonu olan Faust'un kişiliğinin yerini tarafsız, efsanevi bir kişi al­ mışhr. Kral benzeşim yoluyla bir çağrışım, Faust için bir sembol ve Gretchen için de "sevgili"dir. Bu düzenlemenin amacının ne olduğunu, Gretchen'in, deyiş yerindeyse, bu düşünce üzerinde niçin dolaylı olarak rüya gördüğünü ve bunu neden açıkça ve kaçamağa başvurmadan düşünmediğini sorabiliriz. Bu sorunun yaruh kolaydır: Gretchen'in üzüntüsü kimsenin üzerinde dur­ mak istemeyeceği bir düşünce içermektedir; üzerinde durmak çok rahatsız edici olacakhr. Faust'un bağlılığına duyduğu kuşku bashrılmış ve kontrol altına alınmışhr. Kuşku, Gretchen'in arzu­ sunu yerine getirmesine rağmen hoş duygular taşımayan bir me­ lankoli öyküsü şeklinde tekrar yüzeye çıkmışhr. Freud rüya­ düşüncesini oluşturan arzuların kesinlikle kişinin kendi kendine açıkça itiraf edebileceği dilekler değil, rahatsız edici niteliklerin­ den dolayı bashrılmış istekler olduğunu söylemektedir; bu arzu­ lar uyanık durumdayken bilinçli düşüncenin dışında tutuldukla­ rı için dolaylı olarak rüyalarda su yüzüne çıkmaktadır. 72 Azizlerin yaşamlarına bakacak olursak bu manhk hiç de şa­ şırhcı değildir. Sienalı Azize Caterina'nın bashrdığı ve semavi evlilik görüsünde dolaylı şekilde tekrar ortaya çıkan duyguların doğası kolayca anlaşılabilir ve kendilerini azizlerin görülerinde ve cezbelerinde az çok sembolik olarak dışa vuran arzuların ne­ ler olduğu görülebilir. Bildiğimiz üzere histeriğin uyurgezer bi­ linciyle normal rüya arasında ne kadar az fark varsa histeriklerin zihinsel yaşamıyla normal insanların zihinsel yaşamı arasında da o kadar az fark vardır. 73 Doğal olarak, birine niçin böyle bir rüya gördüğünü sorar­ sak, bunun arkasında ne gibi saklı düşünceler vardır, söyleye­ mez. Akşam yemeği fazla kaçırdığuu, sırt üstü yathğını söyler; önceki gün şunu veya bunu gördüğünü veya duyduğunu, kısa­ ca, rüyalar hakkında bilimsel kitaplardan okuyabileceğimiz her şeyi söyler. Rüya-düşüncesine gelince, bunu bilmez ve bilemez, çünkü Freud' a göre düşünce fazla rahatsız edici olduğu için bas­ hnlmışbr. Dolayısıyla herhangi biri kendinden emin biçimde rü­ yalarında Freud'un sözünü ettiği şeylerin hiçbirini bulamadığuu söyleyecek olursa kendimizi gülümsemekten alıkoyamayız; o, doğrudan görülmesi olanaksız olan şeyleri görmeye çalışmakta­ dır. Rüya bashrılan kompleksin anlaşılmasuu önlemek için onu 34

saklamaktadır. Gretchen Faust'u Thule Kralına dönüştürerek du­ rumu incitici olmaktan çıkarır. Freud bashnlan düşüncenin ken­ disini açıkça göstermesini engelleyen bu mekanizmaya sansür adını vermiştir. Sansür ayru zamanda gündüzleri sonuna kadar manhklı bir düşünce çizgisi izlememizi engelleyen bir dirençten başka bir şey değildir. Sansür rüya gören kişinin tanıyamayacağı şekilde kılık değiştirmesine kadar düşüncenin söylenmesine izin vermez. Eğer rüya gören kişiyi rüyasının ardındaki düşünce ko­ nusunda bilgilendirmeye çalışacak olursak, basbrdığı komplekse karşı gösterdiği direnci bize de gösterecektir. 74 Şimdi kendimize bir dizi önemli soru sorabiliriz. Her şeyden önce ön cephenin arkasına geçip evin içine girmek -yani rüyanın açık içeriğinin ötesindeki gerçeğe, onun ardındaki gizli düşünce­ ye ulaşmak- için ne yapmamız gerekmektedir? 75 Örneğimize dönelim ve Gretchen'in rahatsız edici bir rüya konusunda danışmak üzere bana gelen histerik bir hasta oldu­ ğunu varsayalım. Dahası onun hakkında hiçbir şey bilmediğimi kabul edelim. Bu durumda onu sorgulayarak zaman kaybehnez­ dim, çünkü bu gizli üzüntüler genellikle şiddetli direnişe yol aç­ madan ortaya çıkarılamaz. O yüzden bütün aşk ilişkisini (gizli hamileliği vs.) ortaya çıkaracak olan "çağrışım deneyi15" adını verdiğim yöntemi denemeyi tercih ederdim. Buradan kolayca bir sonuç çıkarabilir ve rüya-düşüncesini tereddüt ehneden kendisi­ ne sunabilirdim. Ancak daha ölçülü bir şekilde de ilerlenebilir. 76 Örneğin ona şunu sorardım: Thule Kralı gibi sadık olmayan kişi kimdir ya da kim olması gerekir? Bu soru durumu hızla ay­ dınlahrdı. Bunun gibi karmaşık olmayan vakalarda bir rüyanın yorumu ya da analizi birkaç basit soruyla sınırlıdır. 77 İşte böyle bir vakaya örnek. Bu vaka sömürgelerde yaşadığı ve izinli olduğu için şu anda Avrupa'da bulunması dışında hak­ kında hiçbir şey bilmediğim biriyle ilgili. Adam bir görüşme­ mizde kendisini çok etkileyen bir rüyadan söz etti. İki yıl önce rüyasında ıssız bir çölde olduğunu ve bir kayanın üstünde, her iki eliy­

le yüzünü örten siyah bir giysi giymiş bir adam görmüş. Adam aniden bir uçuruma doğru koşmaya başlamış ki, birden tıpkı onun gibi siyahlar giymiş bir kadın ortaya çıkmış ve adamı durdurmaya çalışmış. Adam kadını da birlikte sürükleyerek kendisini boşluğa bırakmış. Rüya gören kişi acı içinde bağırarak uyanmış. ıs

Krş. Sözcük Çağrışımı Üzerine Çalışmalar. 35

78 "Kendini tehlikeli bir duruma sokan ve kadıru korkunç sona

sürükleyen o adam kimdi?" sorusu rüya gören kişiyi fena etki­ lemişti çünkü o adam rüya gören kişinin ta kendisiydi. İki yıl ön­ ce kayalık ve çöllük bir bölgede keşif gezisine çıkmışb. Bölgenin vahşi yerlileri inatla kendilerini takip etmiş ve geceleri düzenle­ dikleri saldırılarla birkaç kişiyi öldürmüşlerdi. Bu olağanüstü tehlikeli yolculuğa çıkmışh çünkü o zamanlar yaşamın kendisi için pek değeri yoktu. Bu maceraya ahlırken hissettiği tek şey ölüme meydan okumaktı. Peki ya bu umutsuzluğun nedeni? Birkaç yıl çok çetin bir iklimi olan bir ülkede tek başına yaşamışh. İki bu­ çuk yıl önce Avrupa'ya izne geldiğinde genç bir kadınla taruş­ mışh. Birbirlerine aşık olmuşlar ve genç kadın onunla evlenmek istemişti. Ancak adam tropiklerin tehlikeli iklimine dönmesi ge­ rektiğinin farkındaydı ve bir kadıru oralara götürüp neredeyse kesin bir ölüme mahkum etmek istemiyordu. O yüzden kendisi­ ni büyük umutsuzluklara sürükleyen uzun ahlaki çahşmalardan sonra nişanıru bozmuştu. Tehlikeli yolculuğuna başladığında işte bu ruh hali içindeydi. Rüyanın analizi bu cümleyle bitmiyordu çünkü arzunun nasıl giderildiği henüz belli değildi. Ancak ben bu rüyaya sadece temel kompleksin bulunuşunu göstermek için değindiğimden analizin sonucu bizi ilgilendirmemektedir. 79 Bu vakada rüya gören kişi samimi ve yürekli bir adamdı. Bana karşı gösterebileceği azıcık bir samimiyetsizlik ya da bir ra­ hatsızlık veya güvensizlik duygusu kompleksin kabul edilmesini önleyecekti. Hatta soğukkanlı bir şekilde rüyanın hiçbir anlamı olmadığıru ve sorduğum sorunun konuyla ilgisi bulunmadığıru iddia edenler bile olmaktadır. Bu vakalarda direnç şiddetli ol­ makta ve kompleks derinliklerden olağan bilinç durumuna çı­ karhlamamaktadır. Direnç nedeniyle genellikle doğrudan bir araşhrma, büyük bir deneyimle uygulanmadığı takdirde, her­ hangi bir sonuç vermemektedir. Freud "psikanalitik yöntem"i bularak bize en inatçı direnişleri çözebileceğimiz ya da üstesin­ den gelebileceğimiz değerli bir araç kazandırmışbr. 80 Bu yöntem şu şekilde uygulanmaktadır. Rüyanın özellikle çarpıcı olan bir parçası seçilir ve kişiye bu parçanın ne çağrışhr­ dığı sorulur. Kişi rüyanın bu parçasıyla ilgili aklına gelenleri iç­ tenlikle anlatmaya yönlendirilir ve herhangi bir eleştiriden ola­ bildiğince uzak durulur. Eleştiri işbaşındaki sansürcüden başka bir şey değildir; komplekse karşı direniştir ve en önemli şeyleri bashrma eğilimindedir. 36

81 Bu yüzden kişi aklına gelen her şeyi düşünmeden söylemeli­ dir. Bu ilk başlarda, özellikle de kişinin dikkatinin sansürün en­ gelleyici etkisini ortadan kaldıracak şekilde bastırılaınadığı iç gözlem incelemesinde daima güçtür. Çünkü kişi en büyük diren­ ci kendisine karşı gösterir. Aşağıdaki vaka güçlü direnişler karşı­ sında izlenen analiz sürecini göstermektedir. 82 Özel yaşamı hakkında bir bilgi sahibi olmadığım bir beye­ fendi bana şu rüyayı anlatmıştı: "Kendimi küçük bir odada, masada

Papa X. Pius'un yanında otururken buldum. Gerçekte olduğundan da­ ha yakışıklı olması beni şaşırttı. Bulunduğumuz odanın bir tarafında şatafatlı bir masanın bulunduğu büyük bir oda ve gece kıyafetleri içinde bir grup hanım gördüm. Aniden çişim geldi ve dışarı çıktım. Dönüşte tekrar çişim geldi; tekrar dışarı çıktım ve bu birkaç kez tekrarlandı. So­ nunda çişim gelmiş halde uyandım. " 83 Oldukça zeki ve iyi eğitimli biri olan rüya sahibi bunu doğal olarak kendi kendine mesanedeki irkilmenin yol açtığı bir rüya olarak yorumlamıştı. Aslında bu tip rüyalar her zaman bu şekil­ de açıklanır. 84 Bu rüyada bireysel açıdan büyük bir önem taşıyan herhangi bir bileşen olmadığını savunmuştu şiddetle. Rüyanın ön cephe­ sinin pek saydam olmadığı doğrudur, dolayısıyla arkasında ne­ yin gizli olduğunu bilmem mümkün değildi. Vardığım ilk sonuç rüya gören kişinin şiddetli bir direniş gösterdiği oldu, çünkü rü­ yanın hiçbir anlamı olmadığını savunacağım diye epeyce enerji sarf ediyordu. 85 Bu yüzden şu gereksiz soruyu sorma riskine girmedim: Kendinizi niçin Papayla karşılaştınyorsunuz? Sadece "Papa"nın nasıl düşünceler çağnştırdığını sordum kendisine. Analiz şu şe­ kilde ilerledi: Papa. "Papa kral gibi yaşıyor . . . " (Ünlü bir okul şarkısı.) Bu beye­ fendinin otuz bir yaşında ve bekar olduğunu hatırlatalım. Papanın yanına oturmuş. "Tıpkı benim Arabistan'da konuğu ol­ duğum bir Müslüman tarikat şeyhinin yanında oturduğum gibi. Şeyh bir tür Papadır." 86 Papa dini nedenlerden dolayı bekardır, Müslüman ise çok kadınla evli. Rüyanın ardındaki düşünce açık gibidir: "Ben Papa gibi dini nedenlerden dolayı bekanın ama o Müslüman gibi birçok kanın olsun isterdim." Bu konudaki düşüncelerimi söylemedim. İçinde şatafatlı bir masa bulunan oda. "İki hafta önce verdiği büyük yemekli davette bulunduğum kuzenimin evinin odalan." 37

Gece kıyafeti içindeki hanımlar. "Bu yemekli davete aynı zamanda hanımlar, kuzenimin kızlan, evlilik yaşındaki kızlar da kablınışb." 87 Bu noktada durdu: Başka bir çağrışım yoktu. Zihinsel engel­

leme olarak bilinen bu olgunun görünüşü kişinin güçlü dirence yol açan bir çağrışımla karşılaşbğı sonucunu doğrulamaktadır. Şöyle sordum: Peki ya bu genç kadınlar? "Ah, hiç; geçenlerde bir tanesi F'deydi. Bir süre bizimle kaldı. O gidince ben de onunla ve kız kardeşimle birlikte istasyona gittim." 88 Başka bir engelleme: Şu soruyla kendisine yardım ettim: Sonra ne oldu ? "Ah! Kız kardeşime bizi güldüren bir şey söyledim gibi geldi (bu düşünce besbelli ki sansür tarafından basbnldı) ama şimdi ne olduğunu tamamen unuttum." 89 Bunun ne olduğunu habrlamak için gösterdiği samimi çaba­ lara rağmen ilk başta kesinlikle habrlayamadı. Burada engellen­ menin sebep olduğu çok tipik bir unutkanlıkla karşı karşıyayız. Sonra birdenbire habrladı: "İstasyona giderken bir beyefendiyle karşılaşbk, sanki onu tanı­ yormuş gibiydim, bizi selamladı. Sonra kız kardeşime sordum: [Kuzenimin kızına] İlgi duyan kişi bu beyefendi miydi?" 90 (Kuzenin kızı şimdi bu beyefendiyle nişanlandı; kuzenin ai­ lesinin çok zengin olduğunu ve rüya gören kişinin de ona ilgi duymakla beraber geç kaldığını eklemeliyim.) Kuzenin evindeki yemek daveti. "Kısa bir süre sonra iki arkadaşımın evlilik törenine kablmam gerek." Papanın özellikleri. "Çok biçimli ve hafif sivri bir bumu vardı." Kimin ona benzer bir burnu var? (Gülüyor.) "Şimdilerde çok ilgi duyduğum genç bir kadının." Papanın yüzünde dikkat çeken başka bir şey var mıydı ? "Evet, ağzı. Oldukça biçimli bir ağızdı. (Gülüyor.] İlgimi çeken başka bir genç kadının da onunki gibi bir ağzı var." 91 Rüyanın büyük bir bölümünü aydınlatmada bu malzeme ye­ terlidir. "Papa" Freud'un yoğunlaşma adını verdiği bu durum için iyi bir örnektir. Önce rüya sahibini sembolize ediyor (bekar haya­ h), sonra çok eşli Şeyhe dönüşüyor. Sonra da bir akşam yeme­ ğinde rüya sahibinin yanında oturan biri oluyor; yani bir, ya da iki kadın - aslında rüya sahibinin ilgisini çeken iki kadın. 92 Peki ama bu malzemenin çiş ihtiyacıyla bağlanbsı nedir? Bu soruya yanıt bulmak için durumu şu şekilde ifade ettim: Bir evlilik törenine katılıyorsunuz ve yanınızda genç bir hanım varken 38

su dökme ihtiyacı duyuyorsunuz? "Doğru, bu bir kere daha başıma gelmişti. Çok rahatsız ediciydi. On bir yaşındayken bir akrabanın düğününe davet edilmiştim. Kilisede benimle ayru yaşlarda bir kızın yanında oturuyordum. Tören epeyce uzun sürmüştü ve benim çişim gelmişti. Ama ben kendimi tutamamışhm. Pantolo­ numu ıslatmışbm." 93 Evliliğin çiş yapma arzusuyla ilişkilendirilmesi bu tarihe ka­ dar gitmektedir. Konunun uzamaması için, aslında burada bit­ meyen analizi daha fazla sürdürmeyeceğim. Ancak anlahlanlar tekniği, analiz sürecini göstermek açısından yeterlidir. Açıkçası okuyucuya bu yeni bakış açılan hakkında kapsamlı bir değer­ lendirme yapmak olanaksızdır. Psikanalitik yöntemin sadece rü­ yaların değil ayru zamanda histerinin ve hepsinden önemlisi de zihinsel hastalıkların aydınlahlmasındaki önemi çok büyüktür. 94 Bugün her yerde kullanılmakta olan psikanalitik yöntem Almanya'da oldukça geniş bir literatür oluşturmuştur. Ben bu yöntem üzerine yapılan araşhrmalann sadece psikiyatristler ve nörologlar açısından değil ayru zamanda psikologlar açısından da çok önemli olduğunu düşünüyorum. Konuyla ilgili olarak şu yapıtları öneririm. Normal psikoloji için: Freud, Rüyaların Yoru­ mu ve "Espriler ve Bilinçdışı ile İlişkileri." Nevrozlar için: Breuer ve Freud, Histeri Üzerine Araştırmalar; Freud, "Bir Histeri Vakası Analizinin Kesiti." Psikozlar için: Jung, Dementia Praecox. Mae­ der'in Archives de psychologie içindeki yazılan da Freud'un fikirle­ ri hakkında kusursuz bir özet vermektedir.16

Dedikodu Psikolojisine Katkı17 95 Bir yıl kadar önce N.'deki okulun yetkilileri Marie X adlı on üç yaşındaki kız öğrencinin zihinsel durumu üzerine bir rapor hazırlamamı istedi. Marie sınıf öğretmeni hakkında iğrenç bir dedikodu çıkarıp yaydığı için kısa bir süre önce okuldan uzak­ laşhnlmışh. Ceza çocuğu ve özellikle de anne babasını o kadar çok etkilemişti ki, okul yetkilileri hbbi bir düşünce kılıfıyla çocu­ ğu yeniden okula kabul etme eğilimindeydi. 96 Durum şuydu. Öğretmen kızların kendisi hakkında başka 16

[Daha geniş veri için kaynakçaya bakınız. - EDİTÖRLER.] [İlk olarak "Ein Beitrag zur Psychologie des Gerütches" başlığıyla Zentralblatt für Psychoanalyse (Wiesbaden, !, 1910/11: 3, ss. 81-90) içinde yayımlarunışhr. - EDİ­ TÖRLER.] 17

39

yönlere çekilebilecek bir cinsel öykü anlattığını dolaylı yoldan duymuştu. Araşbnnca, Marie'nin gördüğü şöyle bir rüyayı üç kız arkadaşına anlathğı ortaya çıkmışh: Sınıf yüzmeye gidiyordu. Yer olmadığı için benim erkeklerle aynı plaja girmem gerekti. - Sonra gölde epeyce açıldık. (Marie'ye "Kimler?" diye sorulunca şu yaruh verdi: "Lina18, öğretmen ve ben.") Bir gemi göründü. Öğretmen bize sordu: "Binmek ister misiniz? " K. 'ya geldik. Bir düğün vardı. ("Kimin?" "Öğretmenin bir arkadaşının.") Düğüne biz de katıldık. Sonra seyahate çıktık. ("Kim?" "Ben, Lina ve öğretmen.") Balayı seyahati gibiydi. Andermatt'a geldik, otelde yer yoktu, o yüzden geceyi bir samanlıkta geçirdik. Kadın orada hamile kal­ dı, öğretmen de vaftiz babası oldu. 97 Bu rüyayı kendisini incelediğim sırada çocuk anlattı. Aynca daha önce öğretmen de rüyasını kağıda döktürmüştü. O yazıda "Binmek ister misiniz?" den sonraki boşluk şu sözcüklerle doldu­ rulmuştu: "Gemiye bindik. Biraz sonra üşüdük. Yaşlı bir adam bir ceket verdi ve öğretmen onu giydi." öte yandan otelde yer olmaması ve geceyi bir samanlıkta geçirmekle ilgili bölüm çıka­ nlmışb. 98 Çocuk rüyayı hemen üç arkadaşıyla beraber annesine de an­ latmışh. Anne aynı rüyayı sadece bazı ufak farklılıklarla anlattı. Benim gibi öğretmen de aşın kuruntularına rağmen araşhrması sırasında başka herhangi bir tehlikeli konu bulamamışh. Dolayı­ sıyla gerçek öykü büyük olasılıkla bunlardan çok farklı değildi. (Mantıksal bir bağlanb kurma çabasına bakılırsa üşüme ve ceket­ le ilgili bölüm sonradan eklenmiş gibi görünmektedir. Sudan çık­ tıklarında biri ıslakbr, üstünde sadece mayosu vardır ve dolayı­ sıyla üstüne bir şeyler giymeden düğüne kablaınamışhr.) Öğ­ retmen ilk başta bunun sadece bir rüya olduğuna inanmaz, uy­ durulduğundan kuşku duyar. Ama görünüşe göre rüyanın ma­ sum bir şekilde anlatılmasının gerçek olduğunu ve bir çocuğun örtülü bir şekilde cinsel imalarda bulunabilecek kadar kurnaz olmasının mümkün olmadığını kabul etmek zorunda kalmışh. Bir süre, bunun şeytani bir uydurma olduğu görüşüyle, diğer ço­ cukların cinsel anlamlar yükleyerek çarpıttığı gerçekten zararsız bir rüya olduğu inancı arasında gidip gelmişti. İlk öfkesi geçince Marie'nin suçunun aslında büyütülecek bir şey olmadığını ve ar­ kadaşlarının fantezilerinin bu dedikoduyu büyüttüğünü düşünıs

[Kız kardeşi. Krş. par. 119.

-

EDİTÖRLER.]

40

meye başlamışh. Sonra övgüye değer bir şey yapmışh: Marie'nin arkadaşlarını gözlem albna almış ve rüyayla ilgili duyduklarını yazmalarını istemişti. 99 Dikkatimizi bu anlabmlara çevirmeden önce rüyayı analitik olarak ele alalım. İlk olarak gerçekleri kabul etmeli ve bunun bir uydurma değil gerçekten bir rüya olduğu -ortada o kadar da bü­ yük belirsizlikler bulunmadığı- konusunda öğretmene kablmalı­ yız. Bilinçli uydurma kesintisiz geçişler yaratmaya çalışır; rüya bunu hesaba katmaz, gördüğümüz gibi bilinçli düzeltme sırasın­ da eklemeler yapılmasına ortam hazırlayan boşluklara rağmen ilerler. Boşluklar çok önemlidir. Göl kenarında soyunduklarına, çıplak olduklarına ya da suyun içinde beraber olduklarına dair herhangi bir ayrınhlı resim yoktur. Gemideyken giysilerin ol­ maması yukarıda sözü edilen eklemeyle telafi edilmiştir, ama bu telafi sadece acilen örtünmek isteyen çıplak öğretmen için yapıl­ mışhr. Düğüne dair bir ayrınh yoktur ve gemiden evlilik töreni­ ne geçiş ani olmuştur. Geceyi Andermatt'ta bir samanlıkta ge­ çirmenin nedeni ilk bakışta anlaşılamamaktadır. Bununla birlikte plajda yer bulunmaması ve bu yüzden kızların erkekler bölümü­ ne geçmesiyle bir paralellik söz konusudur; aynı şekilde otelde yer olmaması iki cinsin ayn yerlerde kalmasını engellemektedir. Samanlık resmi bolca boşluklarla doludur: Sonra aniden ve bağ­ lanbsız bir şekilde doğum olayı gelir. Vaftiz babası olarak öğret­ men hayli belirsizdir. Marie'nin öyküdeki rolü ikinci derecede bir roldür; izleyiciden başka bir şey değildir. 100 Bütün bunlar rüyanın gerçek olduğunu göstermektedir, ayn­ ca bu yaştaki kızların rüyaları hakkında yeterince deneyim sahibi olan okuyucularım da bu görüşü onaylayacaklardır. Rüya yoru­ mu o kadar basittir ki bu işi bizzat çocuklara da bırakabiliriz. İşte orıların cümleleri:

Duyduklarım Aktaran Tamklar 101 (1) Marie rüyasında kendisi ve Lina'nın öğretmenimizle bir­ likte yüzmeye gittiğini görmüş. Gölde epey açılınca Marie daha fazla yüzemeyeceğini söylemiş, ayağı incinmiş. Öğretmenimiz, sırhma binebileceğini söylemiş. Marie sırhna çıkmış ve birlikte yüzmüşler. Bir süre sonra bir gemi görünmüş ve ona binmişler. Anlaşıldığı kadarıyla öğretmenimizin yanında bir ip varmış, Ma­ rie ile Lina'yı birbirine bağlamış ve orılan arkasından açığa çek-

41

miş. Z'ye kadar gitmişler, orada sudan çıkmışlar. Ama bu kez de üstlerinde giysileri yokmuş. Öğretmen bir ceket sahn almış, Mai­ re ile Lina da uzunca bir kalın örtü bulmuş ve üçü birlikte göl kı­ yısındaki caddeden yürümüş. O sırada bir düğün varmış. Düğü­ nü görmüşler. Gelinin üstünde ipekten mavi bir giysi varmış ama örtl! yokmuş. Marie ile Lina' dan örtüyü kendisine vermele­ rini rica etmiş. Marie ve Lina örtüyü vermişler, bunun karşılığın­ da düğüne girmelerine izin verilmiş. Sun Inn oteline gitmişler. Sonra Andermatt'a balayına gitmişler ama Andermatt'taki mi yoksa Z'deki otele mi gitmişler bilmiyorum. Orada onlara kahve, patates, bal ve tereyağı ikram edilmiş. Daha fazla anlatamam ama sonunda öğretmenin vaftiz babası olduğunu söyleyebilirim. 102 Burada plajda yer bulunmadığına dair dolaylı öyküden söz edilmemektedir; Marie yüzmeye dosdoğru öğretmenle birlikte gitmiştir. Öğretmenle iki kızı birbirine bağlayan iple sudaki be­ raberliklerine daha kişisel bir ilişki havası verilmiştir. Asıl öykü­ deki ''binmek" in her yana çekilebilir olması burada bazı sonuçla­ ra yol açmışhr, çünkü gemiyle ilgili bölüm ikinci plana düşmüş, Marie'yi sırhna alan öğretmen birinci plana çıkmışhr. (-sırtına ye­ rine- "sırhma binebileceğini . . . " şeklindeki hoş dil sürçmesi anla­ hcının buradaki içsel katılımını göstermektedir.) Bu, her yana çe­ kilebilen "binmek"ten alışıldık ve zararsız bir şekilde çark etmek adına, hpkı bir müzikhol şarkısındaki ani düşüş gibi, gemiyi du­ rup dururken niçin devreye soktuğunu açıklamaktadır. Daha önce muğlaklığından söz ettiğimiz giysilerin olmamasıyla ilgili bölüm tanığın özellikle ilgisini çekmektedir. Öğretmen bir ceket sahn alır, kızlar da sadece cenaze veya evlilik törenlerinde giyi­ lenlere benzer, kalın ve uzun bir örtü bulur. Burada evlilikle ge­ niş anlamda neyin kastedildiği gelinin örtüsü olmadığı şeklinde­ ki hahrlatmayla gösterilmektedir: Örtüsü olan kişi gelindir! Ma­ rie'nin yakın arkadaşı olan anlahcı, onun rüyayı daha da ileri gö­ türmesine katkıda bulunmaktadır: Örtüye sahip olmak Marie ve Lina'yı gelin konumuna getirmektedir. Bu durumda kızların ör­ tüyü vermesiyle saldırganca ya da ahlak dışı herhangi bir davra­ nıştan uzak durulmaktadır: Anlahcı böylece hikayeyi masum bir şekilde çark ettirmiştir. Andermatt'teki muğlak durumun süs­ lenmesi sırasında da aynı mekanizma izlenir: Güzel şeylerden, kahve, patates, bal ve tereyağından başka bir şey yoktur, yani çok iyi bilinen yoldan çocukluğa geri dönülmektedir. Görünüşe göre sonuç birdenbire ortaya çıkıverir: Öğretmen vaftiz baba olur. 42

103 (2) Marie rüyasında Lina ve öğretmenle birlikte yüzmeye

gittiklerini görmüş. Gölde epeyce açıldıklarında Marie öğretme­ ne bacağının acıdığını söylemiş. Öğretmen de sırtına binebilece­ ğini söylemiş. Son cümle aynen böyle mi söylenmiş bilmiyorum ancak öyle olduğunu sanıyorum. Tam o sırada gölde bir gemi be­ lirince öğretmen Marie'ye gemiye doğru yüzüp binmesini söy­ lemiş. Marie'nin tam olarak nasıl anlattığını artık gerçekten hahr­ lamıyorum. - Sonra öğretmen ya da Marie, hangisi olduğunu bilmiyorum, Z.' de inip eve koşmalarını söylemiş. O zaman öğ­ retmen suda yüzmekte olan iki beyefendiye seslenmiş ve çocuk­ ları kıyıya taşımalarını istemiş. Lina bir adamın sırtına, Marie öteki şişman adamın sırtına oturmuş ve öğretmen de şişman adamın bacağına tutunup arkalarından yüzmüş. Kıyıya gelince eve koşmuşlar. Öğretmen yolda arkadaşıyla karşılaşmış, arkadaşının düğünü varmış. Marie o sırada düğüne kahlanlann arabaya binmek yeri­ ne yürüdüğünü söyledi. Sonra gelin onların da gelebileceğini söyledi. Sonra öğretmen iki kızın, neresi olduğunu bilmiyorum ama, yolda aldıkları siyah örtülerini geline vermelerinin hoş ola­ cağını söyledi. Kızlar örtüyü geline verdi, gelin de onlara şirin cömert çocuklar olduklarını söyledi. Sonra yola devam ettiler ve Sun Inn otelinde durdular. Orada bir şeyler yediler, ne olduğunu bilmiyorum. Sonra Andermatt' a balayına gittiler. Samanlığa gir­ diler ve dans ettiler. Öğretmen dışında bütün erkekler giysilerini çıkardı. Gelin öğretmenin de çıkarmasını istedi. Öğretmen red­ detti ama sonunda çıkardı. Sonra öğretmen . . . Öğretmen üşüdü­ .ğünü söyledi. Daha fazlasını anlatamam, uygun değil. Rüyayla ilgili bütün duyduklarım bunlar. 104 Anlahcı özellikle "binmek" sözcüğüyle ilgilenmektedir, an­ cak asıl öyküde bu sözcükle öğretmenin sırtına mı yoksa gemiye mi binmekten söz edildiği konusunda kararsızdır. Bu kararsızlık kızlan sırtlarına alan iki yabancı beyefendinin ayrınhlı öyküsüy� le bol bol telafi edilmektedir. Anlahcıya göre sırta alına olayı bir kenara atılmayacak kadar önemli bir düşüncedir, fakat sırta alan kişinin öğretmen olduğu düşüncesinden rahatsız olmuştur. Aynı şekilde giysilerin olmaması da çok dikkat çekmiştir. Gelinin ör­ tüsü bu kez yas örtüsüne benzeyen (doğal olarak hoş olmayan şeyleri gizlemeyi amaçlayan) siyah bir örtü olmuştur. Buradaki masum çark edişe bir erdem havası ("şirin cömert çocuklar") ve­ rilmiştir; ahlak dışı arzu gizlice özel vurgu yapılan -ve vurgu ya43

pılan her erdem gibi kuşku uyandıran- erdemli bir şeye dönüş­ müştür. Anlahcı samanlık sahnesindeki boşluk.lan bol bol dol­ durmuştur; erkekler giysilerini çıkarırlar, öğretmen de onları iz­ ler ve sonunda . . . çıplak kalır ve üşür. Bu noktadan sonrası anla­ blamayacak kadar "uygunsuzdur". Anlabcı yukarıda asıl öykü­ yü anlahrken tahmin ettiğimiz paralellikleri doğru bir şekilde görmüş ve -aslında yüzme sahnesine ait olan- soyunma sahnesi­ ni eklemiştir, çünkü sonunda kızların çıplak öğretmenle bir ara­ da bulundukları ortaya çıkmışhr. 105 (3) Marie bana bir rüya gördüğünü söyledi: Bir ara yüzmeye gittim ama yer yoktu. Öğretmen beni kendi kabinine aldı. So­ yundum ve suya girdim. Kıyıya kadar yüzdüm. Orada öğret­ menle karşılaşhm. Bana kendisiyle beraber gölün karşı kıyısına yüzmek isteyip istemediğimi sordu. Kabul ettim, Lina da geldi. Açıldık ve çok geçmeden gölün ortalarına geldik. Daha fazla yüzmek istemiyordum. Şimdi tam olarak habrlamıyorum. Az sonra bir gemi göründü ve gemiye bindik. Öğretmen "üşüdüm" dedi ve bir denizci bize eski bir gömlek verdi. Her birimiz bir parçasını yırtarak aldık. Ben boynuma bağladım. Sonra gemiden indik ve K.'ya kadar yüzdük. Lina ve ben daha fazla gitmek istemeyince iki şişman adam bizi sırtlarına aldı. K.' da bir örtü bulup üstümüze aldık. K.' da sokağa çıkhk. Öğretmen bir arkadaşıyla karşılaşh, arkadaşı bizi düğü­ nüne davet itti. Sun Inn' e gittik ve oyunlar oynadık. Polonez dansı yaphk. Şimdi tam olarak hahrlamıyorum. Daha sonra An­ dermatt'e balayı seyahatine gittik. Öğretmenin yanında para yoktu, o da kestane çaldı. Öğretmen bize "O kadar mutluyum ki, iki öğrencimle seyahat edebilirim" dedi. Burada yazamayacağım kadar uygunsuz bir şey olur. Ve rüya sona erer. 106 Burada kabinde birlikte soyunma yaşanır. Gemideyken giy­ silerin olmaması yeni bir öyküye ortam hazırlar (eski gömlek yır­ hlarak üç parçaya bölünür). Belirsizliğinden dolayı öğretmenin sırtına çıkmaktan söz edilmez. Onun yerine kızlar iki şişman adamın sırbna çıkarlar. Bu ve önceki öyküde "şişmanlığa" vurgu yapılmasına gelince, öğretmenin biraz fazla tombulca olduğunu hahrlatmakta yarar var. İkame normaldir: Kızların her birinin bir öğretmeni vardır. Kişiliklerin kopyalanması ya da çoğalblması bunların önemini yani libido ile yahnmı göstermektedir. Aynı şey davranışların tekrarı için de geçerlidir. Bu çoğaltmanın öne­ mi özellikle din ve mitolojide açıkhr. (Krş. Teslis ve iki mistik iti44

raf ifadesi: "Isis una quae es omnia", "Hermes omnia solus et ter unus.") Bir özdeyişle ifade edersek: "'İki kişi için' yer, içer ve uyur." Kişiliğin çoğalhlması aynı zamanda bir benzetme ya da karşılığı ifade etmektedir: Arkadaşım ifadesi benimle ifadesiyle "aynı etyolojik öneme" sahiptir (Freud). Bleuler'in daha kapsam­ lı ve daha uygun terimiyle söyleyecek olursak, Dementia Pra­ ecox' ta ya da şizofrenide kişilik çoğalması esas olarak libido yah­ rımının dışavurumudur, çünkü çoğaltmaya hedef olan kişi her zaman hastanın aktarım yaphğı kişidir. ("İki Profesör N var." "Ah, demek siz de Dr. Jung'sunuz. Bu sabah Dr. Jung olduğunu söyleyen biri beni görmeye geldi.") Görünüşe göre bu bölünme, genel şizofreni eğilimiyle paralel olarak, çok güçlü izlenimleri önlemeye yönelik analitik bir zayıflatmadır. Tam olarak bu kate­ goriye girmemekle birlikte kişilik çoğalmasının bir anlamı da ba­ zı özelliklerin yaşayan bir figüre yüklenmesidir. Bunun basit bir örneği Dionysos ile yoldaşı Phales'tir. Phales (fallus) Diony­ sos'un penisinin kişileştirilmiş halidir. Dionysos kafilesi (satirler, titirler, Silenler, mainadlar, Mimallones, vb.) Diyonysosvari dav­ ranışların kişileştirilmesinden oluşmaktadır. 107 Andermatt'taki sahne ince bir zekayla tasvir edilmiş, ya da daha doğru bir ifadeyle rüyaya eklenmiştir. "Öğretmen birkaç kestane çaldı" ifadesi onun yasak bir şey yaphğı anlamına gelir. Kestaneyle üzerindeki çizikten dolayı kadın cinsellik sembolü olarak bilinen fırında kestane kastedilmektedir. Dolayısıyla öğ­ retmenin doğrudan kestane hırsızlığının arkasından "iki öğren­ ciyle birlikte seyahat etmekten çok mutlu olduğunu" söylemesi anlaşılır hale gelmiştir. Kestane hırsızlığı kesinlikle kişisel bir ek­ lemedir çünkü başka hiçbir anlahmda yoktur. Bu da okul arka­ daşlarının Marie'nin rüyasına içsel kahlımının ne kadar yoğun olduğunu yani kendileri için de "aynı etyolojik önemi" taşıdığını gösterir. 108 Bu, duyduklarını aktaran tanıkların sonuncusudur. Örtü öy­ küsü ile ayak ya da bacaktaki ağrıdan asıl anlahmda söz edilmiş olma ihtimali oldukça yüksektir. Diğer eklemeler tamamen kişi­ sel olup rüyanın anlamına içsel kahlıma dayanmaktadır.

Kulaktan Dolma Kanıtlar 109 (1) Bütün okul öğretmenle birlikte yüzmeye gitmiş. Plajda bir tek Marie soyunacak kabin bulamamış. O zaman öğretmen, "Benim kabinime gelip benimle beraber soyunabilirsin" demiş. 45

Marie son derece huzursuz olmuş olmalı. Her ikisi de soyunduk­ tan sonra göle gihnişler. Öğretmen uzun bir ip alıp Marie'nin bedenine bağlamış. Sonra ikisi birlikte açılmışlar. Ancak Marie yorulmuş, o zaman öğretmen onu sırtına almış. Sonra Marie Li­ na'yı görmüş ve "Benimle gelsene" diye seslenmiş, Lina da gel­ miş. Hep beraber daha da açılmışlar. Bir gemiye rast gelmişler. Öğretmen, "Binebilir miyiz? Bu kızlar yoruldu" demiş. Gemi durmuş ve hepsi binmişler. K.' da nasıl kıyıya çıkbklanru tam bilmiyorum. Sonra öğretmen eski bir gece elbisesi bulmuş. Onu giymiş. Sonra düğün daveti düzenleyen bir arkadaşıyla karşı­ laşmış. Öğretmenle Marie ve Lina da davet edilmiş. Düğün K.' daki Crown'da yapılıyormuş. Polonez dansı yapmak istemiş­ ler. Öğretmen bilmediğini söylemiş. Ama ötekiler pekala becere­ bileceğini söylemişler. Marie ile dans etmiş. Öğretmen, "Artık kanma ve çocuklarıma dönmeyeceğim. Seni çok seviyorum, Ma­ rie!" demiş. Marie çok mutlu olmuş. Düğünden sonra bir balayı yolculuğu varmış. Öğretmenle Marie ve Lina da onlarla gitmiş. Yolculuk Milano'yaymış. Sonra Andermatt'a gitmişler ama ora­ da geceyi geçirecek yer bulamamışlar. Bir samanlığa girmişler ve hep beraber geceyi orada geçirmişler. Daha fazlasını anlatamam çünkü çok açık saçık. 110 Sahilde soyunma sahnesi tamamen uydurulmuştur. İp öykü­ süne ortam hazırlamak için yüzme sahnesi basitleştirilmiştir: Öğ­ retmen kendisini Marie'ye bağlar, ama burada Lina' dan söz edilmez, o ancak Marie'nin öğretmenin sırtına çıkmasından son­ ra gelir. Burada elbise de gece elbisesi olmuştur. Düğün törenle­ rine doğrudan bir yorum getirilmiştir: Öğretmen artık eşine ve çocuklarına dönmek istememektedir, en çok Marie'yi sevmekte­ dir. Samanlıkta "hep beraber" bir yer bulurlar ve durum ahlak dışı bir hal alır. 111 (2) Marie'nin okulla birlikte yüzmeye gittiğini söylediler. Fakat sahil çok dolu olduğu için öğretmen ona kendisiyle birlikte gelmesini söylemiş. Sonra gölde açıldık ve Lina peşimizden gel­ di. Sonra öğretmen bir ip aldı ve bizi birbirimize bağladı. Sonra tekrar nasıl aynldı.klanru tam olarak bilmiyorum. Ancak uzun bir süre sonra birden Z'ye varmışlar. Burada söyleyemeyeceğim bir sahne anlatıldı. Ben bunu anlatmamayı tercih ederim, çünkü doğruysa çok utanç verici. Ayrıca çok yorgun olduğum için ne olduğunu tam olarak bilmiyorum. Sadece Marie'nin artık hep öğretmenle birlikte kalacağını ve öğretmenin ona en iyi öğrencisi 46

olarak tekrar tekrar sarıldığını duydum. Tam olarak bilseydim öteki şeyi de anlatırdım, ancak kız kardeşim sadece orada doğ­ muş olan küçük bir çocuk.la ilgili bir şeyler söyledi, öğretmenin de iyi bir vaftiz babası olduğu söylendi. 112 Bu öyküde ahlak dışı sahnenin, düğün eğlencelerine eklen­ diğine dikkat ediniz. Dikkatli bir okur bu sahnenin soyunma ka­ bininde de yer alabileceğini çok önceden fark etmiş olmalıdır. Aslında olaylar genellikle rüyalarda olduğu gibi meydana gel­ miştir: Uzun bir rüya-imgesi dizisindeki nihai düşünce tam ola­ rak serideki ilk düşüncenin temsil ettiği şeyi içermektedir. San­ sürcü durmadan tekrarlayan sembolik maskelemeler, yer değiş­ tirmeler, ıslahlar, vb. aracılığıyla kompleksi mümkün olduğu kadar uzağa itmektedir. Soyunma kabininde hiçbir şey olmamış­ tır, suda sırta çıkma yoktur, sahile çıkışta sırtında olduk.lan kişi öğretmen değil başka bir evli çifttir, samanlıkta başka bir kızın çocuğu vardır ve öğretmen sadece vaftiz babasıdır. Fakat bütün bu durum ve imgeler cinsel ilişki arzusunu yansıtmaya katkıda bulunmaktadır. Bütün bu başkalaşımların ardında eylem yine de meydana gelir ve sonuç en sonda sahnelenen doğum olur. 113 (3) Marie şöyle dedi: Öğretmen eşiyle evlenmiş ve sonra da Crown'a gidip birlikte dans etmişler. Marie burada söylememem veya yazmamam gereken bir sürü çılgınca şey anlattı, çok rahat­ sız ediciydi. 114 Burada birçok şey anlatılamayacak kadar uygunsuzdur. Evli­ liğin "eşle" yapıldığına dikkat ediniz. 115 (4) Öğretmen ve Marie yüzmeye gitmişler ve öğretmen Ma­ rie'ye kendisiyle birlikte gelmek isteyip istemediğini sormuş. O da evet demiş. Birlikte açıldık.lan sırada Lina ile karşılaşmışlar ve öğretmen onun da gelmek isteyip istemediğini sormuş. Hep be­ raber daha da açılmışlar. Sonra Marie, öğretmenin Lina ve kendi­ sinin en beğendiği öğrencileri olduklarını söylediğini anlatb. Ay­ nca bize öğretmenin üstünde mayo olduğunu söyledi. Sonra bir düğüne gitmişler, gelinin küçük bir çocuğu varmış. 116 Burada öğretmenle olan kişisel ilişki ("en beğendiği öğrenci­ ler'') ve aynı şekilde uygunsuz giysi ("mayo") özellik.le vurgulanır. 117 (5) Marie ve Lina öğretmenle birlikte yüzmeye gitmişler. Hepsi birlikte biraz açılınca Marie, "Öğretmenim, ben daha fazla gidemeyeceğim, ayağım acıyor" demiş. Öğretmen sırtına çıkma­ sını söylemiş ve Marie de çıkmış. Öğretmenin yanında ip varmış, onunla çocukları gemiye bağlamış. Sonra hep beraber Z.'ye git47

mişler. Öğrebnen kendine bir gece elbisesi alnuş ve giymiş, ço­ cuklar da üstlerine bir havlu almışlar. Öğretmenin bir gelini varmış ve bir samanlıktaymışlar. Çocuklar da öğrebnen ve gelin­ le birlikte samanlıktaymış, dans etmişler. öteki şeyi anlatamam çünkü çok çirkin. 118 Burada Marie öğretmenin sırtında oturmaktadır. Öğrebnen çocuklan iplerle gemiye bağlar, buradan "geminin" kolayca "öğ­ retmenin" yerini aldığı görülebilir. Giyim eşyası nesnesi olarak yine gece elbisesi vardır. Düğün öğrebnenin düğünüdür ve uy­ gunsuz şey danstan sonra olur. 119 (6: Lina) Öğrebnen bütün okulla birlikte yüzmeye gibniş. Marie kabin bulamayınca ağlamış. O zaman öğretmen Marie'ye kendi kabinine gelebileceğini söylemiş. Kız kardeşim, "Şuradan buradan bazı yerleri atlıyorum" dedi, "çünkü uzun bir öykü." Fakat gerçeği söylemek adına bir şeyi daha anlatmalıyım. Sudayken öğretmen Marie'ye kendisiyle bir­ likte gölün karşısına yüzmek isteyip istemediğini sormuş. Marie ben de gelirsem geleceğini söylemiş. Sonra yan yola kadar yüz­ müşüz. Marie yorulmuş, öğretmen de onu bir iple çekmiş. K.' da kıyıya çıkmışlar ve oradan Z.'ye gitmişler. Bütün bu süre boyun­ ca öğrebnen mayosuyla dolaşmış olmalı. Orada bir arkadaşla karşılaşmışız, düğünleri varmış. Bu arkadaş tarafından düğüne davet edilmişiz. Düğünden sonra bir balayı yolculuğu varmış ve Milano'ya gitmişiz. Bir geceyi bir samanlıkta geçirmek zorunda kalmışız ve orada anlatmamam gereken bir şey olmuş. Öğrebnen bizim en beğendiği öğrenciler olduğumuzu söylemiş ve aynca Marie'yi öpmüş. 120 "Şuradan buradan bazı yerleri atlıyorum" şeklindeki özür soyunma sahnesinin yerini almaktadır. Öğretmenin eksik giysi­ lerine özel vurgu yapılmaktadır. Milano seyahati tipik bir balayı yolculuğudur. Bu bölüm de aynı şekilde içsel kahlımdan kaynak­ lanan bağımsız bir fantezidir. Marie kendini açıkça aşık olunan biri olarak görmektedir. 121 (7) Bütün okul ve öğretmen yüzmeye gitmiş. Hepsi birer ka­ bine girmiş. Öğrebnen de. Sadece Marie yer bulamamış, o yüz­ den öğretmen de "Burada yer var'' demiş. Marie gitmiş. Sonra öğrebnen, "Sırtıma uzan, gölde seninle birlikte açılacağım" de­ miş. Daha fazla yazamam, çünkü söylemekte bile zorlandığım kadar uygunsuz. İzleyen uygunsuz bölüm dışında rüyayla ilgili başka bir şey bilmiyorum. 48

122 Anlaba gerçeklere dönmektedir. Marie daha kabindeyken öğretmenin sırbna yatacakbr. Anlaba manbklı olarak uygunsuz bölüm dışında rüyarun geri kalaruna dair bir şey bilmemektedir. 123 (8) Bütün okul yüzmeye gitmiş. Marie yer bulamayınca öğ­ retmen tarafından kendi kabinine davet edilmiş. Öğretmen onunla birlikte açılmış ve ona açıkça kendisinin sevgilisi olduğu­ nu ya da ona benzer bir şey söylemiş. Z.' de kıyıya çıkbklannda bir arkadaşının düğünü varmış ve bu arkadaş her ikisini de ma­ yolarıyla düğüne davet etmiş. Öğretmen eski bir gece elbisesi bulmuş ve onu mayosunun üstüne giymiş. Aynca Marie'yi bir­ çok kez öpmüş ve bir daha eşine dönmeyeceğini söylemiş. Her ikisi de balayı seyahatine davet edilmiş. Andermatt'a varmışlar ama geceyi geçirecek bir yer bulamayınca samanların üstünde yatmışlar. Orada başka bir kadın daha varmış, berbat kısım işte burada başlıyor, üstüne gülünemeyecek ya da şaka yapılamaya­ cak kadar ciddi bir konu. Bu kadının çocuğu varmış ama daha fazla anlatamayacağım çünkü çok iğrenç. 124 Anlaba oldukça açıksözlüdür ("Öğretmen Marie'ye açıkça kendisinin sevgilisi olduğunu söylemiş" "onu birçok kez öpmüş" vs.) Aptalca gevezeliğe karşı duyduğu öfke, bize onun karakteri hakkında bir şeyler anlatmaktadır. Sonraki incelemeler bu kızın tanıklar arasında annesinden cinsel eğitim alan tek kişi olduğunu göstermiştir. Özet 125 Rüyarun yorumuna ekleyeceğim bir şey bulunmamaktadır; çocuklar gerekli olan her şeyi yapbklanndan psikanalitik yorum için hiçbir şey bırakmamışlardır. Dedikodu rüyayı analiz etmiş ve yorumlamıştır. Bildiğim kadarıyla dedikodu bugüne kadar hiç bu kadar kapsamlı olarak incelenmemiştir. Vakamız kesinlikle de­ dikodu psikolojisinin psikanalitik yanının derinlemesine ince­ lenmesini gerektirmektedir. Elimizdeki malzeme, Stern, Cla­ parede ve diğerlerinin izleyicilerinin araşbrmalan için sayısız açılımlar sunmasına karşın, ben malzemeyi ortaya koyarken kendimi bilinçli olarak psikanalitik bakış açısıyla sınırladım. 126 Bu malzeme dedikodunun yapısını anlamamızı sağlamakta­ dır, ancak psikanaliz bu kadarıyla yetinemez. Bütün olayın ne­ den ve nereden kaynaklandığı hakkında daha fazla şey bilmemiz gerekmektedir. Gördüğümüz gibi öğretmen dedikodudan çok etkilenmiş, nedeni ve sonuçlan konusunda ne yapacağını şaşır49

mışhr. Bu kadar zararsız ve hiçbir anlamı olmayan (bildiğimiz gibi öğretmenler psikoloji eğitimi de almaktadır) bir rüya nasıl olur da böylesine kötü niyetli dedikodu gibi sonuçlar yaratabilir? Bu soruyla karşı karşıya kalan öğretmen içgüdüsel olarak doğru yanıh bulmuşa benzemektedir. Rüyanın etkisi ancak "le vrai mot de la situation" olmasından, yani zaten ortalıkta dolaşan bir şeyi doğru bir şekilde ifade etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu, ba­ rut fıçısına düşen kıvılcım gibidir. Elimizdeki malzeme bu bakış açısını doğrulayan bütün kanıtlan sunmaktadır. Baştan beri Ma­ rie'nin arkadaşlarının onun rüyasına olan içsel kahlımına ve ba­ zılarının kendi fantezi veya hayallerini eklediği özel ilgi konula­ rına dikkat çektim. Sınıftakiler on iki on üç yaşlarında yani er­ genlik dönemlerinin ortalarındaki kızlardan oluşmaktaydı. Rü­ yayı gören kız ise cinsel olarak tamamen gelişmişti ve bu anlam­ da sınıfındakilerden ilerdeydi; bilinçdışının şifresini veren ve ar­ kadaşlarının içinde uyumakta olan cinsel kompleksleri harekete geçiren lider oydu. 127 Kolayca anlaşılabileceği üzere olay öğretmeni son derece ra­ hatsız etmişti. Kızların gizli niyetlerinin da tam olarak bu olduğu şeklindeki varsayım, davranışlar bilinçli nedenlerinden çok so­ nuçlarıyla değerlendirilir şeklindeki psikanalitik aksiyomla doğ­ rulanmaktadır.19 Dolayısıyla Marie'nin öğretmeniyle sorunları olduğunu kestirebiliriz. İlk başlarda en çok bu öğretmeni sevmiş­ ti. Ancak son alh aydır bu durum değişmişti. Marie hayalperest ve dikkatsiz biri olup çıkmışh, kötü erkekler yüzünden karanlık bashktan sonra sokağa çıkmaya korkar olmuştu. Birkaç kez ar­ kadaşlarına oldukça müstehcen şeyler anlatmışh; annesi kaygıy­ la bana yaklaşmakta olan adet kanamalarını nasıl anlatacağını sormuştu. Dedikodunun patlak vermesinden birkaç gün önce kendisinin ve bazı arkadaşlarının aldığı kötü karnelerden de açıkça belli olduğu üzere, davranışlarından dolayı öğretmeninin kendisi hakkındaki olumlu düşünceleri değişmişti. Kızlar o ka­ dar büyük bir hayal kınklığına uğramışh ki, öğretmen hakkında intikam dolu fanteziler geliştirmeye başlamışlardı; örneğin öğ­ retmeni raylara iterek üstünden tren geçirtebilirlerdi. Bu tehlikeli fantezilerin başını da özellikle Marie çekmekteydi. Bu büyük öf­ ke patlamasını izleyen gece, daha önceleri öğretmenine duyduğu aşkın iyice unutulduğu bir sırada, Marie'nin bashrdığı bu kısım 19

"Çocukta Psişik Çahşmalar" adlı çalışmamla karşılaşhnruz. 50

rüyada ortaya çıkmış ve öğretmene karşı duyduğu cinsel birleş­ me arzusu -güne hakim olan nefret duygusunu telafi etmek üze­ re- giderilmişti. Uyandıktan sonra rüya Marie'nin nefretinin sin­ sice bir aleti haline gelmişti, çünkü bu tür dedikodularda hep ol­ duğu üzere oradaki dilek aynı zamanda arkadaşlarının da arzu­ suydu. İntikam kesinlikle zafere ulaşmışh ama Marie'ye geri tepmesi çok daha şiddetli olmuştu. Dürtülerimiz bilinçdışına terkedildiğinde meydana gelen şey budur. Marie okuldan uzak­ laşhnlmışh ancak verdiğim rapordan sonra geri kabul edildi. 128 Bu kısa bildirinin kesin bilimler açısından yetersiz ve doyu­ rucu olmaktan uzak olduğunun çok iyi farkındayım. İlk öykü doğru bir şekilde araşhnlmış olsaydı, şu anda sadece tahmin edebildiğimiz şeyi o zaman çok açık bir şekilde gösterebilirdik. Dolayısıyla bu vaka sadece bir soruyu ortaya koymakta, bu alanda gerçekten ikna edici kanıtlar toplama işiyse daha şanslı gözlemcilere kalmaktadır.

Sayı Rüyalannın Önemi Üzerine10 129 Felsefi fanteziyi eski çağlardan beri epeyce meşgul eden sayı­ ların sembolizmi Freud ve okulunun analitik araşhrmalanyla birlikte yeniden ilgi kaynağı olmuştur. Sayı rüyaları malzeme­ sinde, arhk sayılar arasındaki sembolik bağlanhlar hakkında bi­ linçli spekülasyonlar yapmak yerine sayı sembolizminin bilinç­ dışı kaynaklarını araşbrmaktayız. Freud, Adler ve Stekel'in araş­ hrmalarından beri bu alanda söylenecek özünde yeni bir şey bu­ lunmadığına göre paralel vakalara bakarak onların deneyimleri­ ni güçlendirmekle yetinmek zorundayız. Bu doğrultuda elimde anlatmaya değecek bu türden birkaç vaka bulunmaktadır. 130 İlk üç örnek şimdilerde evlilik dışı bir aşk ilişkisi yüzünden çahşma yaşayan orta yaşlı bir erkekle ilgili. Sembolik sayıyı aldı­ ğım rüya fragmanı şu şekilde: rüya gören kişi köndüktöre sezon­

luk biletini gösterir. Kondüktör sayının yüksek olmasına itiraz eder. Sayı 2477'dir. 131 Rüya analizi bu aşk ilişkisi sırasında yapılan harcamaların hiç de centilmence olmayan bir şekilde hesabının yapıldığını or­ taya çıkardı ki, bu rüya gören kişinin cömert doğasına yabana '" [İlk olarak "Ein Beitraf zur Kenntnis des Zahlentraumes" (Zentralblatt für Psycho­ Wiesbaden, !, 1910/1911, ss. 567-572) başlığıyla yayımlanmışhr. EDİ­ TÖRLER] -

analyse,

51

bir şeydi. Bilinçdışı, ilişkiye direnmek için bundan yararlarunış­ hr. En açık yorum bu sayının mali bir kaynağı ve önemi olduğu şeklindeydi. O güne kadar yapılan harcamalar kaba bir tahminle gerçekten de 2477 franka yaklaşrnışh; daha ince bir hesaplamayla 2387 frank çıkmışh ki bu rakam da 2477'ye keyfi bir şekilde dö­ nüştürülebilirdi. Sonra sayıyı hastanın serbest çağrışımına bırak­ hm. Sanki rüyasında sayı bölünmüş gibiydi: 24 77. Belki de bir telefon numarasıydı. Fakat bu tahmin yanlış çıkh. Sonraki çağrı­ şım bu sayının bazı başka sayıların toplamı olduğu şeklindeydi. Bu noktada hasta kısa bir süre önce annesiyle kendisinin yüzüncü doğum günlerini -annesi altmış beş, kendisi otuz beş yaşındaydı­ kutladığıru bana daha önce söylediğini hahrladı. (Doğum günleri aynıydı.) Hasta bu şekilde aşağıdaki çağrışım dizisine ulaşb: Kendi doğum tarihi Sevgilisininki Eşininki Annesininki (babası uzun zaman önce ölmüştü) İki çocuğununkiler

Kendi doğum tarihi Sevgilisininki Şimdiki yaşı Sevgilisinin yaşı

26. 1121 28. VIII 1. III 26. il 29. N 13. vıı il. 7522 VIII. 85 36 25

132 Bu çağnşımlar dizisi normal şekilde yazılacak olursa şu top­ lamı elde ederiz: 262 288 13 262 294 137 275 885 36 25 2477 21 [Gün ve ay] 22

[Ay ve yıl]

52

133 Böylece ailenin bütün üyelerini kapsayan bu diziler 2477 sa­ yısını vermektedir. Sayının oluşumu rüyanın anlamının daha de­ rin tabakalarına götürmekteydi. Hasta ailesine son derece bağ­ lıydı ancak sevgilisini de çok seviyordu. Bu da onda şiddetli ça­ hşmalara yol açıyordu. "Kondüktör"ün ortaya çıkışı (konuyu uzatmamak adına burada atlanan) hastanın korktuğu, ama bu muhtaç durumunu sert bir dille eleştirmesini ve kendini kontrol altına almasına yardıma olmasını beklediği analiste benziyordu. 134 Bundan kısa bir süre sonra görülen rüya ise (epeyce kısalbl­ mış olarak) şöyleydi: Analist hastaya sevgilisiyle birlikteyken ne yap­

tığını sordu. Hasta kumar oynadığını ve her zaman çok yüksek bir sayı­ ya oynadığını söyledi: 152. Analist şöyle dedi: "Ne yazık ki kandırıl­ mışsınız. " 135 Analiz, ilişkinin masraflarını hesaplamayla ilgili bastırılmış eğilimi bir kez daha ortaya çıkardı. Aylık harcamalar 152 frank civarındaydı (aslında 148 ile 158 arasındaydı). Kandırıldığı şek­ lindeki söz kendisiyle sevgilisi arasındaki ilişkiyi ima etmektey­ di. Kız erkeğin bekaretini bozduğunu söylüyordu, oysa erkek kı­ zın bakire olmadığına ve kızın ilgisini çekmeye çalıştığı ama reddedildiği günlerde kızlığının başka biri tarafından bozuldu­ ğuna çok emindi. "Sayı" sözcüğü "eldiven numarası" "mermi çapı" gibi çağrışımlara yol açıyordu. Burayla, ilk cinsel ilişki sıra­ sında beklenen kızlık zarındaki direnç yerine, ağzın geniş oluşu­ nun dikkatini çekmesi arasında kısa bir mesafe vardı. Ona göre bu kandırmanın bir kanıhydı. Doğal olarak bilinçdışı bu keşfi ilişkiye karşı şiddetli bir direniş araa olarak kullanmaktaydı. 152 sayısı ilk başta daha ileri analize elvermedi. Ancak daha sonra pek de uzak olmayan "ev numarası" düşüncesine götürdü ve bunu şu çağrışımlar izledi: İlk tanıştıklarında kadın 17 X Soka­ ğında, sonra 129 Y Sokağında ve sonra da 48 Z Sokağında otur­ maktaydı. 136 Hasta bu noktada 152'nin çok ötesine gittiğini fark etti, çün­ kü toplam 194'ü bulmuştu. Sonra çeşitli nedenlerle yaptığı teklif üzerine kadının 48 Z Sokağından ayrıldığını hahrladı. Dolayısıy­ la toplam 194-48=146 olmalıydı. Kadın şimdilerde 6 A Sokağında oturmaktaydı, dolayısıyla 146+6=152 idi. 137 Analizin ileriki bir aşamasında şu rüyayı gördü: Analistten, 3

Eylül'de yapması gereken 315 franklık ödemeyi 29 Eylül'de yaptıgı için 1 franklıkfaiz eklenmiş bir fatura aldı. 138 Analiste yöneltilen bu cimrilik ve hırs suçlaması, analizin de 53

kanıtladığı gibi, güçlü bir bilinçdışı kıskançlığı maskelemekteydi. Analistin yaşamında hastanın kıskançlığını depreştirebilecek ba­ zı şeyler vardı. Özellikle bir şey kafasında yer etmişti: Analistin ailesine bir süre önce yeni bir üye ek.lenmişti. Hastayla eşi ara­ sındaki ilişkinin bozuk olması onun durumunda böyle bir bek­ lentiye izin vermekteydi. Dolayısıyla haksız karşılaştırmalar için epeyce malzeme vardı. 139 Analiz daha önceki gibi 315 sayısının 3 1 5 şeklinde ayrılma­ sıyla başladı. Hasta 3 sayısını analistin -kısa bir süre önce 1 tane daha eklenmesiyle- 3 çocuğu olduğu gerçeğiyle ilişkilendirdi. Hepsi yaşamış olsaydı kendisinin 5 çocuğu olacaktı. Halen 3-1=2 çocuğu vardı çünkü 3 çocuk ölü doğmuştu. Fakat rüyanın sayı sembolizminde daha başka çağrışımlar da vardı. 140 Hasta 3 Eylül ile 29 Eylül arasında 26 gün olduğunu söyledi. Sonraki düşüncesi bununla geri kalan sayılan toplamaktı: 26+315+1=342. Sonra 315'te yaptığı işlemi 342'de de yaptı ve 3 4 2 şeklinde böldü. Oysa daha önce analistin, 1 eklemeyle, 3 çocuğu olduğu ve hastanın da 5 çocuğunun olacağı ortaya çıkmıştı. Şim­ diki anlam şöyleydi: Analistin 3 çocuğu vardı, şimdi 4 olmuştu, ancak hastanın sadece 2 çocuğu vardı. İkinci sayının, birincisinin arzu-gidermesini düzeltmiş gibi göründüğü yorumunda bulundu. 141 Kendisiyle ilgili bu açık.lamayı benim yardımım olmadan bu­ lan hasta sonuçtan tatmin olduğunu söyledi. Oysa analisti değil­ di; ona göre yukarıdaki açımlamalar bilinçdışı ürünleri belirleyen olasılıkların hepsini ortaya koymamıştı. Hasta 5 sayısıyla bağlan­ tılı olarak, dikkatli bir şekilde, ölü doğan üç çocuktan birinin do­ kuzuncu, ikisinin yedinci ayda doğduklarını söylemişti. Aynca eşinin biri beşinci, biri yedinci haftada olmak üzere iki de düşük yaptığını vurgulamıştı. Bu sayılan toplarsak 26 rakamının ortaya çıktığını görürüz: 1 çocuk 1 çocuk 9 ay 1 çocuk 2 düşük (5+7 hafta)

7 ay 7 ay

3 ay 26

142 26 sayısının hamileliklerin başarısızlıkla sonuçlandığı za­ manlan gösteren sayılarla ortaya çıktığı görünmektedir. Rüyada 26 günlük zaman, hastadan 1 franklık faiz talep edilmesine yol 54

açan gecikmeyi ifade etmekteydi. Hasta aslında hamileliklerin başarısızlıkla sonuçlanmasından dolayı bir gecikme yaşamışh, çünkü analist hastayla tanıştığı zaman içinde 1 çocukla öne geç­ mişti. Dolayısıyla 1 frank 1 çocuk anlamına gelebilirdi. Hastanın rakibini geçebilmek için ölüler de dahil olmak üzere bütün ço­ cuklarını toplama eğiliminde olduğunu daha önce belirbniştik. Analistinin kendisini 1 çocukla geçtiği düşüncesi 1 sayısının be­ lirlenmesini çok daha güçlü bir şekilde etkilemiş olabilir. O yüz­ den hastanın bu eğilimini izleyecek ve sayı oyununa 26'ya her biri 9 aylık 2 başarılı hamileliği ekleyerek devam edeceğiz: 26+18=44. 143 Sayılan tekrar tamsayılara bölerek sadece tek bir ortak nok­ talan olan yani toplamları 8 eden 2+6 ve 4+4 rakamlarını bulu­ ruz. Bu rakamların tamamen hastaya düşen hamilelik aylarından oluştuğu dikkat çekmiş olmalıdır. Bunları analistin üretken ka­ pasitesini gösteren rakamlarla yani 315 ve 342 ile karşılaşhracak olursak ikinci grubun toplamının 9 olduğunu görürüz. Şimdi 98= l' dir. l'lik fark düşüncesi yine kendini göstermiş görünmekte­ dir. Hasta daha önce 315'in kendisine bir arzu-giderme, 342'ninse düzeltme gibi geldiğini söylemişti. Fantezimizi bunla­ rın etrafında dolandırmaya devam edecek olursak iki sayı ara­ sında şöyle bir fark görürüz: 3xlx5=15

3x4x2=24

24-15=9

144 Bir kez daha çok doğru bir şekilde bu hamilelik ve doğum hesaplarına uyan o önemli 9 rakamına geldik. 145 Oyun sınırlannın nerede başladığını söylemek güçtür - çün­ kü ortaya çıkan bilinçdışı bir ürün, sportif fantezi yarahmıdır, oyun bu psişik dürtüden ortaya çıkmaktadır. Kendini anlamsız­ lığın içinde yavaş yavaş kaybolup giden bu tür bir maskaralığa kaphrmak bilimsel akılla bağdaşmamaktadır. Ancak insan zihni­ nin binlerce yıldır bu tür bir oyunla oyalanmaktan keyif aldığını da unutmamamız gerekir, dolayısıyla uzak geçmişe ait bu eği­ limlerin rüyalarda kendini göstermesi hiç de şaşılacak bir şey değildir. 100. doğum günü kutlamasının da gösterdiği üzere, hasta uyanıkken dahi sayı-fantezilerine �gel olmamışhr. Dola­ yısıyla rüyalarda ortaya çıkmalarında tarhşılacak bir yan yoktur. Tek bir bilinçdışı belirleme örneği için eksiksiz bir kanıt buluna­ maz, sadece deneyimlerimizin toplamı bireysel keşiflerin doğru 55

olup olmadığını söyleyebilir. Serbest yaraha fantezinin gerçekli­ ğini araşhnrken her şeyden çok uçsuz bucaksız ampirizme gü­ venmek zorundayız; her ne kadar bu bireysel sonuçların doğru­ luğu konusunda epeyce alçakgönüllü olmamızı gerektirse de, sırf bilimsel olmamakla yaftalanma korkusuyla olan biten ya da gözlemlenen şeyleri görmezden gelmek zorunda da değiliz. Mo­ dern zihniyetin hurafe-fobisiyle tarhşmaya girmek yersiz , çünkü bilinçdışının sırlarının üstünü örtme yöntemlerinden biri de işte budur. 146 Hastanın sorunlarının eşinin bilinçdışına nasıl yansıdığını görmek özellikle ilginçtir. Hastanın eşi şöyle bir rüya görmüştü: Rüyasında Luka 137'yi görmüştü ve bütün rüya bundan ibaretti. Bu sayının analizi eşe şu çağnşımlan yaphğını gösterdi: Analis­ tin 1 çocuğu daha oldu. Daha önce 3 çocuğu vardı. Kendisinin bütün çocukları yaşıyor olsaydı (düşüklerle beraber) 7 çocuğu olacakh; şu anda sadece 3-1=2 çocuğu var. Ama 1+3+7=11 (ikiz bir numara, 1 ve 1) istemektedir, böylelikle iki çocuğunun ikiz olması dileğini de ifade etmiş olmaktadır, çünkü o zaman analis­ tinki kadar çocukları olacakh. Bir zamanlar annesinin ikizleri varmış. Kocasından çocuk sahibi olma konusunda oldukça inişli çıkışlı bir umut beslemekteydi ve bu da uzun zamandır bilinçdı­ şına ikinci bir evlilik düşüncesini sokmuştu. 147 öteki fanteziler 44 yaşında ''bittiğini" yani menopoza girdi­ ğini gösteriyordu. Şu anda 33 yaşındaydı, yani 44 yaşına sadece 1 1 yıl kalmışh. Bu önemli bir sayıydı çünkü babası 44 yaşında ölmüştü. Böylelikle 44 yıl fantezisi babasının ölümü düşüncesini de kapsıyordu. Babasının ölümüne yapılan vurgu ikinci bir evli­ liğin önünde engel olan kocasının ölümüyle ilgili bashnlmış fan­ teziye karşılık gelmekteydi. 148 Bu noktada "Luka 137" malzemesi çalışmanın imdadına ko­ şar. Rüya gören kişinin, ki bunun kesinlikle vurgulanması gere­ kir, İncil'le arası hiç iyi değildi, İncil'i çok uzun bir zamandır eli­ ne almamışh ve hiç dindar biri değildi. Dolayısıyla buradaki çağ­ rışımlara güvenmek mümkün değildir. O kadar bihaberdi ki İn­ cil'den, "Luka 137"nin olsa olsa Luka İncili olabileceğini dahi bilmiyordu. İncil'in kapağını kaldırdığında da Elçilerin İşleri bö­ lümünü açmışb. 1. Bölümde sadece 26 ayet bulunduğu için 7. ayeti seçti: "Baba'run kendi yetkisiyle belirlemiş olduğu zaman­ lan ve tarihleri bilmenize izin yok." Ancak Luka 1 :37'ye dönecek olursak İsa'run Doğumunun Bakireye Bildirilmesini görürüz: 56

35. Kutsal Ruh senin üzerine gelecek, Yüceler Yücesinin gücü sana gölge salacak. Bunun için doğacak olana kutsal, Tann Oğlu denecek. 36. Bak, senin akrabalarından Elizabeth de yaşlılığında bir oğula gebe kaldı. Kısır bilinen bu kadın şimdi alhncı ayındadır. 37. Tanrının yapamayacağı hiçbir şey yoktur.

149 "Luka 137" analizinin manbksal devamı Luka 13:7'ye bak­ mamızı gerektirmektedir. Orada şöyle denir: 6. Adamın birinin bağında dikili bir incir ağacı vardı; adam gelip ağaçta meyve aradı, ama bulamadı. 7. Bağcıya, 'Bak' dedi, 'Ben üç yıldır gelip bu incir ağacında meyve arıyorum, bulamıyorum. Onu kes. Toprağın besinini ne­ den boş yere tüketsin?

150 İncir ağacı eski çağlardan beri erkek genital organlarının simgesidir, meyve vermediği takdirde kesilmesi gerekir. Bu bö­ lüm rüya görenin penisin kesilmesi ya da ısırılmasıyla ilgili pek çok sadistçe fantezisiyle tam bir uyum içindedir. Kadının kocası­ nın meyvesiz organına yapılan gönderme açıkbr. Rüya gören ki­ şinin libidosunu kocasından çekmiş olması anlaşılabilirdi çünkü ona göre koca iktidarsızdı; kadının babasına geri dönmesi ("Ba­ ba'nın kendi yetkisiyle belirlemiş olduğu . . . ") ve ikizleri olan an­ nesiyle özdeşleşmesi de aynı derecede anlaşılabilirdir. Böylelikle yaşının ilerlemesiyle birlikte kocasını iktidarsızlığın normal ol­ duğu bir yaşta olan bir oğul ya da çocuk rolüne koymuştu. Kadı­ nın zaten önceki analizde de doğrulanan kocasından kurtulma arzusunu da anlayabiliriz. Dolayısıyla bu, "Luka 137" deki mal­ zemeyi izleyerek Luka 7:13'e dönersek, söylenenin sadece bir kez daha doğrulanmasıdır: 12. İsa kentin kapısına tam yaklaşbğı sırada, dul annesinin tek oğlu olan bir adamın cenazesi kaldırılıyordu . . . 13. Rab kadını görünce ona acıdı. Kadına, "Ağlama" dedi. 14. Yaklaşıp cenaze sedyesine dokununca sedyeyi taşıyanlar durdu. İsa, "Delikanlı" dedi, "Sana söylüyorum, kalk!"

151 Rüya gören kişinin özel psikolojik durumunda ölü adamın ayağa kalkmasına yapılan gönderme, kocasının iktidarsızlık so57

rununun tedavisi olarak büyük bir önem kazanmaktadır. O za­ man bütün sorun çözülecektir. Bu malzemenin içinde bulunan birçok arzu-gidermeyi bir sürü sözcükle göstermeme hiç gerek yok; okuyucu bunları kendisi de görebilir. 152 Rüya gören kişinin İncil hakkında hiçbir bilgisi olmadığı için "Luka 137" kriptomnezi olarak görülmelidir. Gerek Floumoy23 gerek ben24 daha önce bu olgunun ciddi sonuçlarına dikkat çek­ miştik. Kişi emin olduğu sürece malzemenin aldatma amaçlı ola­ rak çarpıblması bu vakada kesinlikle söz konusu değildir. Psika­ nalize aşina olanlar malzemenin yapısının böyle bir kuşkuya izin vermediğini bilecektir. 153 Bu gözlemlerin bir belirsizlikler denizinde yüzmekte oldu­ ğunun farkındayım, ancak bunları söylememenin yanlış olduğu­ nu düşünüyorum, çünkü bizden sonra bunları -elimizde yeterli bilgi olmadığı için bizim yapamadığımız- doğru bir perspektife oturtabilecek daha şanslı araşhrmacılar çıkabilir.

Morton Prince, "Rüya Mekanizması ve Rüyalann Yorumu": Eleştirel Bir Bakış15 154 Freud'un ayak izinden giderek rüya sorununu araşhran ve rüya yorumunun temel ilkelerini doğrulamayı başaran bütün meslektaş ve çalışma arkadaşlarımın pekiştirici çalışmalarını at­ layıp, daha az olumlu sonuçlara varmasına karşın yine bu ne­ denle kamuoyu önünde tartışılmaya daha elverişli olan başka bir araşbrmadan söz edecek olursam eğer, beni bağışlayacaklarını umuyorum. Özellikle dikkate değer bir konu da Morton Prin­ ce'in, psikopatolojik sorunlarla ilgili önceki çalışmaları ve konu­ nun içyüzü hakkındaki derin bilgisi sayesinde, Freud'un başlat­ bğı psikolojiyi anlayacak kadar iyi donanımlı olmasıdır. Morton Prince'in Almancasının Freud'u kendi dilinden okuyabilecek ka­ dar iyi olup olmadığını bilmiyorum, her ne kadar bu onu anla­ mak için bir sine qua non olsa da. Ama yalnızca İngilizce metinleri 23 From India to the Planet Mars (1900); "Nouvelles Observations sur un cas de som­ nambulisme avec glossolalie" (1901). ıc Krş. Psikiyatri Araştırma/an, s. 81 vd. ve 95 vd. ıs [İlk olarak /ahrbuch für psychoanalytische und psychopathologische Forschungen'de (Dl, 1911, ss. 309-328) yayımlanmışhr. Prince (1854-1929) makaleyi /ournal of Ab­ norma/ Psychology'de (Boston, V, 1910, ss. 139-195) yayımlatmışhr. Prince'in psika­ nalitik hareketin ilk dönemleriyle ilişkisi için bkz. Jones, Life and Work, il, muhtelif yerlerde. EDİTÖRLER.] -

58

okuyabiliyorsa, Emest Jones'un "Freud'un Rüya Kurarnı"ndaki26 oldukça açık rüya-analizi sunumu ona gerekli tüm bilgileri vere­ cektir. Bundan başka BriİI ve Jones tarafından ve son zamanlarda da Putnam27, Meyer, Hoch, Scripture ve diğerleri tarafından ka­ leme alınan ve psikanalizin (ya da Bleuler'in deyişiyle "derinlik psikolojisi"nin) çeşitli boyutlarına ışık tutan çok sayıda makale ve bildiri bulunmaktadır. Ve tam olarak belirtmek gerekirse, Freud ve benim Clark Üniversitesi'ndeki konferanslanmıza28 ek olarak bir süredir çalışmalanmızın çeşitli çevirileri de mevcuttur, dolayısıyla hiç Almanca bilmeyenler dahi konu hakkında bolca bilgi edinme olanağı bulacaklardır. 155 Morton Prince, analiz hakkında gerekli bilgiyi, Profesör Hoche'nin29 bize oldukça onur verecek ve bahl inanç düzeyine varacak kadar korktuğu gibi, kişisel temasla değil muhtemelen okuyarak edinmiştir. Alman okurun muhtemelen bildiği üzere Morton Prince, Binet, Janet ve Floumoy'un30 benzer çalışmalan­ nın yanında önemli bir yer tutan The Dissociation of a Personality adlı değerli kitabın yazarıdır. Prince aynı zamanda hemen her sayısında psikanalizle ilgili sorunların önyargısız bir şekilde tar­ hşıldığı /ournal ofAbnormal Psychology'nin editörüdür. 26 American /ournal

of Psychology, XXI (1910), 283 vd. Harvard Tıp Fakültesinde nöroloji profesörü olan James J. Putnam'ın psikanalizi tıbbi alanda test ederek kullanmasından da söz etmeden geçmemeliyim. (Bkz. Putnam, "Persönliche Efrahrungen mit Freuds psychoanalytischer Methode", 1911.) [Ve Putnam'ın "Personal Iınpressions of Sigmund Freud and His Work" (1909-1910) adlı çalışması. Adolf Meyer, August Hoch ve Edward Wheeler Scrip­ ture da Amerika' da çalışmışlardır. - EDİTÖRLER.) 28 [Konferanslar (İngilizce olarak) ilk kez Americıın fournal of Psychology'de (XXI, 1910) yayımlanmıştır. Freud'unkiler için bkz. "Five Lectures on Psycho-Analysis", Standard Edition, Xl. Jung tarafından verilen "The Association Method" başlıklı üç konferans Collected Papers on Analytical Psychology'de (1916) tekrar yayımlanmıştır. "The Association Method" ile "The Familial Constellations" için bkz. Collected Works, Cilt 2; üçüncü için, "Çocukta Psişik Çatışmalar'', Kişiligin Gelişimi. EDİ­ TÖRLER.] 29 Freiburg im Breisgau'dan Profesör Hoche, çok iyi bilindiği üzere Freud ve oku­ lunun salgın halindeki delilikten mustarip olduğunu söylemişti. Kongreye katılan­ lar bu teşhisi itiraz etmeden ve alkışlarla karşılamıştı. [Alfred E. Hoche, "Eine psychische Epidemie unter Artzen", Versammlung Süd-West Deutscher Irre­ narzte, Baden-Baden, Mayıs 1910. Bkz. Jones, Life and Work, U, 131. - EDİTÖRLER.] 30 Eğitimli insanların -ya da daha doğru deyişle günümüzde öğrenmekten zevk alan insanlann- çoğunlukla sadece ulusal olana ilgi gösterip sınırda durması özel­ likle üzücüdür. Binet, Janet ve Floumoy Almancada daha fazla okunabilseydi psi­ kanaliz açısından büyük bir fırsat olurdu. 27

-

59

156 Bu girişten sonra okuyucuya Morton Prince'in iyice oturmuş bir bilimsel üne ve psikopatolojik sorunlan değerlendirmede tar­ hşmasız bir yeteneğe sahip, önyargısız bir araştırmacı olduğunu söylersem fazla abartmadığımı kabul edecektir. Putnam esas ola­ rak psikanalizin terapötik boyutuyla ilgilenir ve konuyu hayran­ lık verici bir içtenlikle tarhşırken, Morton Prince oldukça tarhş­ malı bir konuyla yani rüya analiziyle ilgilidir. Freud'un izleyici­ lerinin bir bilim adamı olarak Alınan bilim adamlannın gözünde onurlu yerlerini kaybettiği nokta işte burasıdır. Alman eleştir­ menler Freud'un başlıca katkısı olan

Rüyaların Yorumu'na so­

rumsuzca bir ciddiyetsizlikle yaklaşhlar. Her zamanki gibi "par­ lak hata", "yaratıcı sapkınlık" vb. gibi cerbezeli sözlerle saldırdı­ lar. Fakat psikologlar, nörologlar ve psikiyatristlerden gerçekten konuya eğilip Freud'un rüya yorumu üzerinde zekasını sınama­ sını beklemek fazla şey istemek olur.3 1 Muhtemelen böyle bir şe­ ye kalkışmaya cesaret edemediler. Ben kişisel, öznel bir direniş­ ten çok entelektüel nedenlerle cesaret edemediklerini düşünüyo­ rum. Oysa psikanalizin başka hiçbir bilimde olmadığı kadar öz­ veri gerektirdiği yer tam da burasıdır. Şunun tekrar tekrar vur­ gulanması gerekir ki, pratik ve teorik psikanaliz anlayışı analitik ken­ dilik-bilgisinin bir işlevidir. Kendini tanımanın olmadığı yerde psi­ kanaliz yeşeremez. Ancak insanlar kendilerini tanıdıklarını dü­ şündükleri zaman da bu bir paradoks oluşturur. Herkes kendin­ den oldukça emin bir şekilde kendini tanıdığını söyler. Fakat bu kesinlikle doğru olmayıp kendine duyduğu saygıdan ayn düşü­ nülemeyen çocuksu bir yanılsamadır. Bilgi ya da eksikliğini aşın kendine-güvenle gizleyen bir doktorun analiz yapamayacağı su götürmezdir.

157 Dolayısıyla Morton Prince gibi ünlü bir bilim adamının so­ runun üstüne cesaretle eğilip ona kendince hakim olma çabasını takdirle karşılamamız gerekmektedir. Bu tür içten çalışmalardan kaynaklanabilecek itirazlan dinlemeye her zaman hazınz. Ger­ çek çalışmadan korkanlar ve ucuz akademik konuşmalar yap­ makla yetinenlere ise verecek bir cevabımız bulunmamaktadır. Ancak Prince'in itirazlarını ele almadan önce onun araşhrma



Bunu yapabilenler açık bir şekilde Freud'un yanında yer alanlardı. öte yandan lsserlin konuyu hiç bilmediği halde yöntemi a priori eleştirmekle yetinmişti. Bleu­ ler ona cevap verebilmek için o koşullarda elinden geleni yapmışh ("Die Psychoa­ nalyse Freuds", 1910). 60

alanına ve -bize göre- olumlu sonuçlarına bir bakalım. Prince farklı bilinç durumlarına girebilen ve bunların birkaçında incele­ nebilen bir kadın hastanın gördüğü alh rüya üzerinde çalışmışh. Aynı anda hem hipnoz alhnda sorgulama hem de "serbest çağn­ şım" yöntemlerini kullanmışh. Daha önceden birkaç düzine rü­ yayı analiz etmiş olduğunu öğreniyoruz.32 Prince serbest çağn­ şım yönteminin "bilinçdışı alaru araşhrmak adına, aynı kişiye ait birçok rüyayı incelemek ve bunları birbiriyle karşılaşhrmak sure­ tiyle bireyin psişik yaşamının alhndan girip üstünden çıkan ve onu etkileyen belli inatçı ve korunumlu düşünceleri keşfetmemi­ zi sağladığını" ortaya çıkarmışh.n Amerikalı araşhrmacı, dolayı­ sıyla, "delilik" olan psikanalitik yöntemi kullanarak bilinçdışı dünyasında psişik yaşamı gözle görülür bir şekilde etkileyen bir şeyler bulmuştu. Ona göre "yöntem" yöntemdi, bir bilinçdışı ve ondan sonrası olduğuna emindi, üstelik Freud tarafından da ki­ şisel olarak hipnotize edilmemişti. 158 Dahası, Prince "öznenin farkında olmadığı bazı bilinçalh dü­ şünceleri de" (s. 150) rüya- malzemesi olarak görmemiz gerekti­ ğini söyleyerek rüyaların kaynaklarının bilinçdışında yatabilece­ ğini kabul etmektedir. Aşağıdaki alınh buna önemli ve güçlü bir karuthr: Rüyaların daha önce düşünüldüğü gibi anlamsız kuruntular olma­ dığı, psikanaliz yöntemiyle yorumlandıklannda manbklı ve anlaşılır bir anlamlan olduğu keşfine Freud'u götüren şey parlak bir deha dokunuşuydu. Ancak bu anlam, çoğunluk.la sadece rüya gören kişi­ nin daha önceki zihinsel deneyimleri arasında yapılacak inceden in­ ceye bir araşhrmayla ortaya çıkarılabilen bir sembolizm yığınının al­ hnda gizlidir. Daha önce de belirttiğim üzere, böyle bir araşhrma rüyanın unsurlanyla ilgili bütün bağlanhlı anıların uyandınlmasını gerektirir. Bu yapıldığı takdirde inanıyorum ki en fantastik rüyanın bile anlaşılabilir bir düşünceyi -her ne kadar bu düşünce bir sembo­ lizD\ içinde gizli olsa bile- dile getirmiş olabileceği sonucuna vannz. Kendi gözlemlerim de Freud'unkileri doğrulamakta ve her rüyada anlaşılır bir güdü bulunduğıınu göstermektedir; dolayısıyla rüya,

32 Psikanalistin rüya analizi konusundaki deneyimi hakkında okuyucuya bir fikir verebilmek için bir günde ortalama sekiz rüyayı analiz ettiğimi söylemeliyim. Bu da yılda iki bin rüya eder. Benzer rakamlar muhtemelen çoğu psikanalist için ge­ çerlidir. Freud'un ise rüya analizi konusunda engin bir deneyimi vardı. 33 "Rüya Mekanizması ve Rüyalann Yorumu", s. 145.

61

rüya gören kişinin daha önce aklından geçen düşünce ya da düşün­ celerin dile getirilmesi olarak yorumlanabilir. En azından analize tabi tuttuğum bütün rüyalar bu yorumu desteklemektedir.

159 Böylece Prince rüyaların bir anlamı olduğunu, anlamın sem­ bollerde gizli olduğunu ve anlamı ortaya çıkarmak için aru­ malzemesine ihtiyaç olduğunu kabul etmektedir. Bütün bunlar Freud'un rüya yorumunun temel kısımlarını a priori eleştirmen­ lerin kabul ettiğinden çok daha fazla doğrulamaktadır. Prince aynı zamanda histeri semptomlarının "gizli düşünce süreçlerinin sembolle ifade edilmiş biçimleri olabileceği" sonucuna varmıştı. Binswanger'in Die Hys terie'sinde ifade edilen ve bu neticeye ze­ min hazırlayan görüşlere rağmen sonuçlar henüz Alman psiki­ yatristlerin zihinlerine işlememiştir. 160 Belirttiğim gibi, Prince'in doğrulayan ifadeleriyle başladım. Şimdi de sapma ve itirazlara geldik (s. 151): Her rüyanın, o rüyanın itici gücü olan "bir arzunun hayalen gide­ rilmesi" şeklinde yorumlanabileceği [Freud'a ait] görüşünü doğru­ layamadım. Bir rüyanın zaman zaman bir arzunun giderilmesi ola­ rak görülmesi konusunda herhangi bir soru işareti yok, ancak her rüyanın ya da rüyaların çoğunun böyle olduğunu -kişiyi en ayrıntılı analizlerden geçirmeme rağmen- doğrulayamadım. Aksine, yorum­ larım doğruysa eğer, bazı rüyaların daha çok bir arzunun gideril­ memesinin bir ifadesi olduğunu gördüm; kimi de bir korku ya da kaygının giderilmesi olarak görünmektedir.

161 Bu bölümde elimizde Prince'in tamamen reddedeceği şeyler bulunmaktadır. Burada aynca Prince'e göre arzu genellikle "bas­ tırılmış" ve Freud'un ima ettiği gibi bilinçdışı ya da önemli gö­ rünmemektedir. Dolayısıyla Freud'un, rüyanın gerçek kaynağı­ nın bastırılmış bir arzu olduğu ve bu arzunun rüyada giderildiği şeklindeki kuramı Prince tarafından kabul edilmemektedir, çün­ kü Prince kendi bulgularında bu tür şeylere rastlamamıştı. Ama en azından bunları görmek için çaba göstermiş, kuramı dikkatle incelemeye değer bulmuştu, oysa birçok eleştirmen bunu yap­ mamıştı bile. (Bu işlemin akademik terbiyenin yazılı olmayan bir kuralı haline geleceğini tahmin etmeliydim.) Şükürler olsun ki Prince bize aynca sonuçlarını çıkardığı malzemeyi de sunmuş­ tur. Böylece kendi deneyimlerimizi onunkilerle karşılaştırabilir 62

ve aynı zamanda olası yanlış anlamalann nedenlerini bulabiliriz. Prince kendisini böylesine övgüye değer bir şekilde ortaya koya­ bilecek bir cesarete sahipti; bu sayededir ki kendi farklılıklarunızı onun bulgularıyla karşılaşhrabilmekteyiz; bu da her açıdan öğre­ tici olmaktadır. 162 Prince'in nasıl rü.yalann yalnızca formel yanını görüp rüya­ lardaki dinamik unsuru göremediğini göstermek için elindeki bulguları aynnhlı olarak incelememiz gerekmektedir. Malzeme­ nin içindeki çeşitli göstergelerden, rüya gören kişinin orta yaşla­ rının sonlannda bir kadın olduğu, okuyan yetişkin bir oğlu bu­ lunduğu ve görünüşe göre mutsuz bir evlilik yaphğı (ya da muh­ temelen boşandığı ya da ayrıldığı) anlaşılmaktadır. Kadın birkaç yıl histerik kişilik çözülmesi rahatsızlığı geçirmiş ve anladığımız kadarıyla iki eski aşk ilişkisiyle ilgili -yazann muhtemelen top­ lumun ahlakçı yapısı nedeniyle çok dikkatli bir şekilde ima et­ mek zorunda kaldığı- gerileyici fanteziler yaşamışh. Prince has­ tanın on sekiz aydır çekmekte olduğu çözülme sorununu tedavi etmeyi başarmışh ama işler yeniden kötüye gidiyor gibiydi, çün­ kü hasta kaygı yaratacak kadar analiste bağımlı hale gelmiş ve analist bu durumdan o kadar bezmişti ki kadını iki kez başka bir meslektaşına göndermek istemişti. 163 Bu noktada, önümüzde çok iyi bilinen, analiz edilmemiş ve kabullenilmemiş -hastanın erotik fantezilerinin analiste yönelme­ si üstüne kurulu- bir aktarım fotoğrafı durmaktadır. Alh rüya, analistin hastanın yapışkan aktarımına karşı verdiği mücadeleyi açıklayıa niteliktedir. 164 Rüya 1: C [Hastanın rüya-Beni] bir yerdeydi ve Yahudiye ben­ zeyen yaşlı bir kadın görmüştü. Yaşlı kadının elinde bir bardak vardı ve galiba viski içiyordu; derken bu kadın hastanın annesine dönüştü, onun da elinde şişe ve bardak vardı ve o da aynı şekil­ de viski içiyor gibiydi; sonra kapı açıldı ve babası göründü. Üze­ rinde kadının kocasının robdöşambn vardı ve elinde de iki tahta çubuk tutmaktaydı. [s. 147 vd.] 165 Prince buna benzer çok sayıda ikna edici bulgudan34 hareket­ le hastanın, içme eğilimini ve aynı zamanda genel olarak "yoksul insanlann" içme eğilimini oldukça anlaşılabilir bir şey olarak gördüğünü saptamışb. Kendisi de zaman zaman akşamlan biraz viski almaktaydı, aynı şekilde annesi de. Ancak bunda ters bir :w

Deneyimli bir analist için rüya o kadar açıktır ki doğrudan okunabilir.

63

şeyler olabilirdi. "Dolayısıyla rüyanın geçtiği sahne, kuşku ve kaygıların zihnine yerleştirdiği kendi inanç ve cevaplarının sem­ bolik bir yansıması ve meşnılaşmasıdır" (s. 154). Prince'e göre rüyanın çubuklarla ilgili olan ikinci kısmı kesinlikle bir tür bir arzunun giderilmesidir, ama Prince bunun bize bir şey anlatma­ dığını söylemektedir, çünkü hasta bir akşam önce yakacak odun ısmarlamışb. Harcanan onca enerjiye rağmen (sek.iz baskı sayfa­ sı) rüya yeterince ayrınblı olarak incelenmemişti, çünkü en önemli iki madde -viski içilmesi ve çubuklar- analiz edilmemişti. Yazar bu "baştan çıkarılmaların" üstünde durmuş olsaydı, has­ tanın kaygılarının bir kaşık viskiden ve iki çubuktan çok daha ciddi ve derinlerde olduğunu görecekti. İçeri giren baba niçin kocayla birleştirilmişti? Yahudi kadın nasıl önceki günün anıla­ rından başka bir şeyle tanımlanmışb? İki çubuk neden önemlidir ve niçin babanın elindedir? Vesaire. Rüya analiz edilmemişti. Ne yazık ki psikanalist açısından anlamı fazlasıyla açıkb. Basitçe şöyleydi: "Eğer ben önceki gün gördüğüm o yoksul Yahudinin yerinde olsaydım, baştan çıkarblmaya karşı koyamazdım (bpkı anne ve babanın yapamadığı gibi - tipik bir çocuksu karşılaşbr­ ma!), sonra bir adam elinde yakacak odunla odama gelirdi - tabii beni ısıtmak için." Kısaca anlam bu olurdu. Rüyada bunların hepsi bulunmaktadır, sadece yazarın analizi ihtiyatlı bir şek.ilde daha ileri gitmemiştir. Zarifçe kapalı tutulan kapıyı ihtiyatsızca açtığım için yazarın beni bağışlayacağına inanıyorum. Böylelikle cinselliğe karşı alışılagelmiş ketumluğun ve bbbi körlüğün ar­ dında "kişinin göremediği" ne tür arzu-gidermelerinin saklı ol­ duğu açıkça görülecektir. 166 Rüya 2: Bir tepe - bir tepeye brmanıyordu; çıkması oldukça güçtü; peşinden biri ya da bir şey geliyormuş duygusuna kapıl­ mışb. "Korktuğumu belli etmemeliyim yoksa bu şey beni yaka­ layacak" dedi. Sonra eğimin azaldığı bir yere geldi; iki bulut ya da gölge görüyordu, biri siyah biri kırmızı. "Tanrım A ile B! Yar­ dım bulamazsam kayboldum demektir" dedi. (Tekrar değişece­ ğini yani çözülmüş kişiliklere dönüşeceğini kastetmekteydi.) "Dr. Prince! Dr. Prince!" diye bağırmaya başladı. Ve siz oraday­ dınız, gülüyor ve "Eh, bu lanet olası şeyle kendi kendine başa çıkman gerekecek" diyordunuz. Sonra korkudan donakalmış bir şekilde uyandı. [s. 156.) 167 Rüya çok basit olduğu için daha fazla analitik malzemeye ih­ tiyaç duymadan da idare edebiliriz. Ancak Prince bu rüyadaki 64

arzu-gidermeyi görememektedir, aksine rüyada "korkulanın gi­ derilmesini" görmektedir. Bir kez daha dışa vuran rüya­ içeriğiyle bilinçdışı rüya-düşüncesini birbirine karışhrmaktadır. Yazara fazla haksızlık etmeden bu durumda hatanın tekrar edil­ mesinin daha kabul edilebilir olduğunu belirtmek gerekir, çünkü ("Eh, bu lanet olası şeyle kendi kendine başa çıkman gerekecek") şeklindeki önemli cümle gerçekten de hem muğlak hem de yanıl­ hadır. Prince'in bulgulardan da gösterdiği üzere, -hasta nükset­ mesinden korktuğu için- hastalığın yeniden tekrarlaması düşün­ cesine göndermede bulunan "Korktuğumu belli etmemeliyim" vb. şeklindeki cümle de aynı şekilde muğlakhr. 168 Peki ama "korkmak" ne demektir? Hastalığın tekrarlaması­ nın hastaya çok daha fazla yarayacağını biliyoruz, çünkü iyileş­ me beraberinde büyük bir dezavantaj getirmektedir: Hasta ana­ listini yitirecektir. Hastalık sayesinde doktor kadının yanında kalmaktadır. Kadın ilginç hastalığıyla analiste epeyce malzeme sağlamış ve karşılığında analistten de büyük ilgi ve sabır gör­ müştü. Bu kışkırha ilişkiden kesinlikle vazgeçmek istemiyordu; o yüzden de sağlıklı kalmaktan korkmakta ve gizli gizli başına analistin ilgisini yeniden canlandıracak tuhaf ve harika bir şey gelmesini ummaktadır. Doğal olarak bu tür arzular duyduğunu kabul etmemek için her şeyi yapacakh. Ancak psikolojide hasta­ nın aynı anda hem bildiği hem de bilmediği şeyler bulunduğu düşüncesine kendimizi alışbrmamız gerekmektedir. Tamamen bilinçdışı görünen şeylerin aslında başka bir bağlanbda bilinçli olduğu ve bilindiği sıkça görülmektedir. Bunlar sadece gerçek anlamlarıyla bilinmemektedirler. Dolayısıyla arzunun hastanın kabullenemediği gerçek anlamı doğrudan hastanın bilincine ulaşmamaktaydı. Bu gerçek anlama, bilinçli olmayan ya da "bas­ hrılmış" adını vermemizin nedeni işte budur. "Analistin tekrar dikkatini çekmek için semptomlar göstereceğim" demek her ne kadar gerçek olsa da kabul edilemez, çünkü çok incitici olur; ama hasta analizin oldukça ilginç olduğu zamanlara ait anılar vb. gibi birkaç küçük çağrışınun ve yarım ağızlı arzunun arka planda fark edilmesine izin verebilir. 169 Dolayısıyla "Korktuğumu belli etmemeliyim" şeklindeki cümle gerçekte "sağlıklı olmak fazla sorun yarathğı için aslında hastalığın tekrarlamasını istediğimi belli etmemeliyim" anlamına gelir. "Yardım bulamazsam kayboldum demektir", "Umarım ça­ bucak iyileşmem, yoksa hastalığım tekrarlamaz" anlamını taşır. 65

Ve en sonunda arzu-giderme gelir: ""Eh, bu lanet olası şeyle kendi kendine başa çıkman gerekecek." Hasta ancak analistin ha­ tırına sağlıklı kalmaktadır. Analist hastayı yüzüstü bırakırsa has­ talık tekrarlayacaktır ve kadına yardım etmediği için kabahat hekimin olacaktır. Ama eğer hastalık tekrarlanırsa analizcinin dikkatini yeniden ve bu kez daha yoğun olarak çekecektir, bütün manevranın amaa işte budur. Arzu-gidermenin her zaman bi­ linçli zihne en imkansız göründüğü yerde bulunması rüyaların tipik özelliğidir. Hastalığın tekrarlaması korkusu analiz edilmesi gereken bir semboldür ve yazar işte bunu unutmuştur, çünkü tıpkı viski içme ve çubuklar gibi korkuyu da göründüğü gibi ka­ bul etmiştir. Prince'in meslektaşı Emest Jones'un On the Nightma­ re35 [Kabus Üzerine] adlı kusursuz yapıtı bu korkuların arzu nite­ liği hakkında bilgi verebilirdi. Ancak kendi deneyimlerimden de bildiğim gibi işin henüz başlarında olan birinin psikanalizle ilgili kuralları her an aklında tutması kolay değildir. 170 Rüya 3: Kayalık Watts'ın36 patikasındaydı, ayaklan çıplaktı, taşlar ayağını acıtıyordu, üstünde bir iki giysi vardı, üşüyordu, patikayı güçlükle çıkıyordu; sizi orada gördü ve yardım için size seslendi ve siz "Sana yardım edemem, kendi başına halletmeli­ sin!" dediniz. Kadın "Yapamıyorum, yapamıyorum!" dedi. "Eh, yapmalısın. Bakalım bunu kafana sokabilecek miyim?" Yerden bir taş aldınız ve kafasına çekiç gibi çaktınız ve her darbede, "Yapmak istemiyorum, yapmak istemiyorum!" dediniz. Ve her darbe kadının yüreğine bir hüzün yükledi ve içi hüzünle doldu. Uyandı ve sizi bir taşla vururken gördüm; gözlerinizde öfke var­ dı. [s. 159 vd.] 171 Prince rüyayı yine kelimeler üzerinden değerlendirdiği için rüyada sadece ''bir arzunun giderilmemesini" görmektedir. Bu­ rada Freud'un gerçek rüya-düşüncelerinin dışa vuran rüya­ düşünceleriyle özdeş olmadığını vurguladığını bir kez daha hatır­ latmak gerekir. Prince gerçek rüya-düşüncesini bulamamıştı çünkü rüyanın kelimelerine takılmıştı. Oysa malzemeyi tanıma­ dan müdahale etmek her zaman risklidir; korkunç hatalar yapı­ labilir. Ancak yazarın analiziyle ortaya çıkarılan malzeme gizil rüya-düşüncesi hakkında bir fikir vermeye yeterli olacaktır. (De­ neyimli biri rüyanın anlamını doğal olarak çok önceden tahmin edecektir, çünkü oldukça açıktır.) 3s [İlk baskı 1910. - EDİTÖRLER.) 36 Bkz. Rüya 5.

66

172 Rüya şu deneyim üstüne kurulmuştur. Hasta önceki sabah yazardan hbbi yardım istemiş ve telefonda şu cevabı almışb: "Muhtemelen bugün sizi görmeye gelemem. Bütün gün ve ak­ şam işim var. Dr. W."yi göndereceğim., bana bağımlı kalmamalı­ sınız" (s. 160). Yani analistin zamarurun başkalarına ait olduğuna dair apaçık bir ipucu. Hasta şöyle demişti: "Buna diyecek bir şe­ yim yoktu ama geçen gece benimle boşa vakit harcamışh." Dola­ yısıyla kadın içine sindiremeyeceği bir durumla karşı karşıyaydı. Analist gerçekten manbklı biri olarak kadının çok iyi anladığı ama sindiremediği- rahatsız edici bir şey yapmıştı. Yatmadan önce şöyle düşünmüştü: "Üstüne gitmemeliyim; bunu bir süre sonra kafama sokacağımı düşünmeliyim" (s. 161). (Gerçekten de rüyada kafasına sokulmuştu.) "Kalbim taş gibi değilse eğer, ağ­ lamam gerekir." (Kendisine bir taşla vurulmuştu.) 173 Önceki rüyada olduğu gibi analistin arhk ona yardım etme­ yeceği, bu karan kadının kafasına soktuğu ve her darbeyle kadı­ nın içindeki hüznün ağırlaşhğı görülür. Dolayısıyla o akşamki durum dışa vuran rüya-içeriğinde apaçık bir şekilde ortaya ko­ nur. Böyle durumlarda her zaman önceki günkü duruma nerede yeni bir unsur eklendiğini bulmaya çalışmamız gerekir; bu nok­ tada rüyanın gerçek anlamına ulaşabiliriz. Rahatsız edici olan şey analistin hastayı artık tedavi etmeyecek olmasıdır, ancak rü­ yada hasta, yeni ve dikkat çekici bir tarzda da olsa tedavi edilir. Analist gevezeliklerini artık çekemeyeceğini kadının başına ka­ karak öyle kesin bir şekilde sokar ki, psikoterapi oldukça şiddetli bir fiziksel tedaviye ya da eziyete dönüşür. Bu da, oldukça doğal ve basit bir düşünce olmasına karşın, gün ışığında anlaşılamaya­ cak kadar şoke edici bir arzunun giderilmesini sağlar. Günah çı­ karma ve daruşma odasının sırlarını didik didik eden halk miza­ hı ile bütün alaycı diller bunu bilirler.37 Mephisto38 da Tıp hak­ kındaki ünlü konuşmasında bunu tahmin etmişti. Bu hiç kimse­ nin bilmediği ama herkesin sahip olduğu ölümsüz düşünceler­ den biridir. 37 Dedikoduyla ilgili analiz. krş. yuk. "Dedikodu Psikolojisine Katkı" 38 [Özellikle kadınlan yönetmeyi öğrenin. O bitmez tükenmez ahlan ohlan Şu bin kez olanlar Ancak böyle sağalhlır. Biraz saygı gösterirseniz onlara Alırsınız avucunuzun içine hepsini. - Faust, Birinci Bölüm.)

67

174 Hasta uyandığında analistin hala aynı hareketi sürdürdüğü­ nü gördü: Bir taşla vurmaktaydı. Bir hareketi ikinci kez anmak ona özel bir önem vermek demektir.39 Önceki rüyada olduğu gibi arzu-giderme büyük düş kırıklığında yatmaktadır. 175 Kuşkusuz, Freudcu okulda alışılageldiği üzere, kendi yoz fantezilerimle rüyalardan anlam çıkardığım söylenerek itiraz edi­ lecektir. Belki de saygıdeğer meslektaşım yani yazar hastasına böyle kirli düşünceler atfettiğim için bana kırılacak ya da en azından bu kısıtlı ipuçlarından bu kadar ayrınhlı sonuçlar çı­ karmamı haksız bulacakhr. Bu sonucun dünün bilimimin bakış açısından neredeyse ciddiyetsiz görüneceğinin pekala farkında­ yım. Ancak yüzlerce benzer deneyim bana, yukarıdaki verilerin, vardığım sonucu hem de en ayrınhlı koşullan bile kesinlikle kar­ şılayacak kadar doğrulamaya fazlasıyla yeterli olduğunu gös­ termiştir. Psikanalizde deneyim sahibi olmayanların, erotik bir arzunun varlığının ne kadar muhtemel, yokluğunun ise ne kadar olasılık dışı olduğu konusunda bir fikir sahibi olması mümkün değildir. Bu yanılsama doğal olarak bir yandan cinsellik konu­ sundaki ahlaki körlükten, diğer yandan da bilincin psişenin ta­ mamı olduğunu düşünme hatasından kaynaklanmaktadır. Kuş­ kusuz bu saygıdeğer yazarımız için geçerli değildir. Dolayısıyla okuyucudan şunu rica ediyorum: Lütfen, ahlaki öfke gösterme­ yin, doğruluğunu soğukkanlı bir şekilde araşhrın. Bilim böyle yapılır, Alman biliminin sözcüsünün bizimle tarbşırken yaphğı gibi öfke homurtularıyla, alay ederek, aşağılayarak ya da tehditle değil. 176 Nihai olarak rüyanın erotik anlamını oluşturacak bütün araa malzemeyi sunmak yazara düşer. Yazar bu rüyada bunu yap­ mamakla beraber gerekli her şey sonraki rüyalarda dolaylı ola­ rak söylenmiştir, öyle ki rüya tek başına ele alındığında yukarıda sözünü ettiğim sonuç ortaya çıkmakta ve bu sonucun tutarlı bir zincir içinde bir bağlanh olduğu görülmektedir. 177 Rüya 4: [Özne son rüyadan kısa bir süre önce] rüyasında her şeyin çok güzel olduğu büyük bir balo salonunda olduğunu gör­ müştü. Salonda dolaşıyordu, bir adam yanına yaklaşh ve "Refa­ katçiniz nerede?" diye sordu. Kadın "Yalnızım" diye cevap verdi. Bunun üzerine adam, "Burada kalamazsınız, yalnız kadın istemi­ yoruz" dedi. Sonraki sahnede kadın bir tiyatrodaydı ve tam otur­ mak üzereydi ki biri geldi ve aynı şeyi söyledi: "Burada kala39 Krş. "Dedikodu Psikolojisine Katkı", par. 106.

68

mazsınız, yalnız kadın istemiyoruz." Kadın daha sonra birçok farklı yere gitti, ama nereye gittiyse yalnız olduğu için orayı terk etmek zorunda kaldı; kalmasına izin vermiyorlardı. Sonra soka­ ğa çıkh; büyük bir kalabalık vardı, az ötede kocasını gördü ve ka­ labalığın arasından ona ulaşmaya çalışh. Tam yaklaşmışh ki [Prince'in mutluluğun sembolik ifadesi olarak yorumlayabilece­ ğimizi söylediği bir şey] gördü. Başı döndü, midesi bulandı ve orada da yeri olmadığını düşündü. [s. 162.) 178 Rüyadaki boşluk övgüye değer bir parça ketumluktur, kuş­ kusuz bu bağnaz okurun hoşuna gidecektir, ama bu bilim değil­ dir. Bilim bu tür ahlaki kaygılan kabul etmez. Burada tek soru, rüya metinlerinin gelişmemiş kulaklara hoş gelip gelmemesi de­ ğil, Freud'un lanetlenen rüya kuramının doğru olup olmadığıdır. Jinekolog, ebelik ders kitabındaki kadın genital organı resmini ahlak dışı diye çıkaracak mıdır? Bu analizin 164. sayfasında şunu okumaktayız: "Bu sahnenin analizi bizi kadının yaşamının girişimimizi haklı çıkaracak kadar- en mahrem noktalarına götü­ recektir." Yazar ketumluk adına birtakım önemli malzemeyi okuyucudan saklarken, gerçekten psikanalitik rüya kuramından söz etmeye bilimsel hakkı olduğuna inanmakta mıdır? Aslında hastanın rüyasını dünyaya açıklamakla ketumluğunu neredeyse tamamen bozmuştur, çünkü her analist bunun anlamını anlaya­ cakhr: Rüya gören kişinin içgüdüsel olarak sakladığı şey bilinç­ dışından avazı çıkhğı kadar bağırmaktadır. Rüya sembollerini okumayı bilen kişiler karşısında önlem almanın bir yaran yok­ tur. Dolayısıyla yazardan, bir dahaki sefere hastasını çınlçıplak ortada bırakmak istemiyorsa eğer, her şeyi anlatabileceği bir va­ ka seçmesini bekliyoruz. 179 Yazarın hbbi ketumluğuna rağmen, Prince'in bir arzu­ giderme olduğunu kabul etmediği bu rüya da kolayca anlaşılabi­ lir. Rüyanın son kısmı, başka bir maskenin ardına gizlenmiş de olsa, hastanın kocasıyla cinsel ilişkiye girmeye şiddetle direndi­ ğini ifşa etmektedir. Geri kalanı tamamen arzu-gidermedir: Top­ lum tarafından kabul edilmeyen "yalnız bir kadın" olmuşhlr. Yalnızlık duygusu ("arhk yalnız kalamadığını, bir refakatçisi ol­ ması gerektiğini düşünmektedir") uygun bir biçimde bu belirsiz durumla çözülmüştür: Hiç de o kada.r yalnız olmayan "yalnız kadınlar" vardır, her ne kadar her yerde hoş karşılanmasalar da. Doğal olarak bu arzu-giderme büyük bir direnişle karşılaşır, ta ki atasözünde dediği gibi denize düşen yılana sanlana kadar - ve 69

bu en çok da libido için geçerlidir. Bilinçli aklın kabul etmeyeceği bu çözüm bilinçdışı tarafından fazlasıyla kabul edilir gibi gö­ rünmektedir. Bu yaştaki bir hastada nevroz psikolojisinin ne ol­ duğunun bilinmesi gerekir; psikanaliz insanları göründükleri gi­ bi değil olduk.lan gibi kabul etmemizi gerektirir. İnsanların çoğu olmadık.lan kişi olmak istediklerinden ve bu yüzden de önlerin­ de dolaşan bilinçli ya da bilinçdışı ideallerle özdeşleştirdiklerin­ den, birey baştan itibaren toplumun telkiniyle, kendisini oldu­ ğundan farklı hissettiği gerçeğinden başka bir şey görmez olur. Tuhaf ama bu kural herkes için geçerlidir, bir tek uygulandığı ki­ şi hariç. 180 Bu gerçeğin tarihsel ve genel önemini daha önce yaphğım bir çalışmada40 ortaya koymuştum, dolayısıyla sorunu burada tekrar ele almama gerek bulunmamaktadır. Burada sadece, bir kişinin psikanaliz yapabilmesi için ahlaki kavramlarını tümden gözden geçirmesi gerektiğini hahrlatacağım. Bu gerçekten ciddi bir kişi­ nin psikanalizi niçin ancak zamanla ve büyük güçlüklerle anla­ yabildiğini açıklayan bir zorunluluktur. Yöntemin anlamını kav­ rayabilmek için sadece entelektüel değil, aynca ve hatta daha çok ahlaki çaba gerekmektedir, çünkü bu vibro masaj ya da hipnoz gibi sadece hbbi olmayıp, kendisini alçakgönüllü bir şekilde "psikanaliz" olarak adlandıran çok daha geniş kapsamlı bir yön­ temdir. 181 Rüya 5: Rüyasında karanlık, kasvetli, kayalık bir yerdeydi ve rüyalarında hep olduğu üzere kayalık bir patikadan güçlükle yü­ rüyordu ki, olduğu yer birden kedilerle doldu. Dehşet içinde geri döndü ancak önünde vahşi orman adamına benzer korkunç bir yarahk duruyordu. Yarahğın saçları yüzünden ve boynundan aşağı sarkıyordu; üzerinde deriye benzer bir şey vardı; ayaklarıy­ la kollan çıplakh ve elinde bir değnek tutuyordu. Vahşi bir tip. Arkasında kendisine benzeyen yüzlerce adam vardı - her yer on­ larla doluydu. Önünde kediler, arkasında vahşi adamlar. Adam kadına yoluna devam ederek kedilerin arasından geçmesini söy­ ledi, eğer ses çıkarırsa bütün kediler üstüne çullanırdı. Ama ses çıkarmadan aralarından geçmeyi başarırsa bir daha geçmişinden asla pişmanlık duymazdı [Yazara göre, Z ve Y kompleksleri olarak bilinen iki özel düşünce sistemini de kapsayan ve tümü de Dönüşüm Sembolleri. [Özgün yapıhn, Wandlungen und Symbole der Libido, ilk bö­ lümü Jahrbuch'un aynı sayısında bugünkü haliyle yayımlanmışhr. EDITÖRLER.) 40

-

70

kadını rahatsız eden belli özel konular kastedilmektedir.] Vahşi adamların elinde ölmekle kedilerin içinden geçmek arasında bir seçim yapması gerektiğini anladı ve ileri doğru yürümeye başla­ dı. Şimdi rüyasında kedilerin arasından yürüyordu [özne burada titriyor ve ürperiyor] ve eğer çığlık atarsa kedilerin üstüne çulla­ nacağım bilmenin dehşetiyle sessiz kalabilmek için öyle çaba harcıyordu ki rüyasında boğazındaki kaslar kasılıyordu [Prince, gerçekten de kasılıyorlardı, hissedebiliyordum, demektedir]. Ke­ dilerin arasından ses çıkarmadan, güçlükle ilerliyordu ki o anda annesini gördü ve onunla konuşmaya çalışh. Ellerini uzatarak "Ah anneciğim!" demek istedi ama diyemedi, sonra midesindeki bulanhyla, korkmuş, tutulmuş ve terden sırılsıklam olmuş bir halde uyandı. Uyandıktan sonra konuşmaya çalışhğı zaman da sadece fısıldayabiliyordu. [s. 164 vd. Bir dipnotta şunlar eklen­ miştir: "Uyandığında sesi tamamen kısılmışh, kısıklık gerekli telkine kadar sürdü."] 182 Prince bu rüyayı kısmen bir arzu-giderme olarak görmekte­ dir, çünkü rüya gören kişi kedilerin arasından yürümüştü. Fakat şöyle düşünmektedir: "Rüya ilke olarak kadının yaşam anlayışı­ nın ve mutlu olmak adına esinlenmeye çalışhğı ahlak kurallan­ run sembolik bir temsili gibi görünmektedir." (s. 168). 183 Rüyalar hakkında azıcık bilgisi olan birinin bile anlayabile­ ceği üzere rüyanın anlamı bu değildir. Rüya hiç analiz edilme­ miştir. Bize sadece hastanın kedi fobisi olduğu söylenmektedir. Bunun ne anlama geldiği analiz edilmemektedir. Kedilerin ara­ sından yürüyüş analiz edilmemektedir. Üzerinde deri bulunan adam analiz edilmemektedir, deriye ve değneğe dair bir analiz yoktur. Z ve Y'nin erotik hatıralan anlatılmamaktadır. Ses kısık­ lığının önemi analiz edilmemektedir. Sadece başlangıçtaki kaya­ lık patika biraz analiz edilmiştir: Patika Watts'ın "Aşk ve Yaşam" adlı tablosundan gelmektedir. Bir kadın figürü (Yaşam) kendini sürüye sürüye, bitkin bir şekilde patikadan yürümektedir ve ya­ nında da Aşk figürü vardır. Rüyadaki ilk imge Prince'in deyişiy­ le "Aşk figürü dışında" tam olarak bu resme karşılık gelmekte­ dir. Bu da kedilerin aşkı simgelediği anlamına gelmektedir. Prin­ ce bunu görmemişti.; literatüre bakmış olsaydı eski yayınlanın­ dan birinde kedi fobisini ayrınhlı olarak ele aldığımı görecekti..41 41

("Association, Dream, and Hysterical Symptoms", (ilk basım 1906) (1918 baskı, s. 378 vd.) - EDİTÖRLER.]

71

Orada bu sonucu görecek ve rüya ve kedi fobisini kavramış ola­ caktı. 184 Geri kalan kısma gelince, rüya, Prince cinsel kaygı kuramının yanlış olduğunu bizlere kanıtlayamadığı sürece, sonuçta cinsel kuramın bakış açısından değerlendirilmesi gereken tipik bir kaygı rüyasıdır. Elimizde eksiksiz bir analiz bulunmadığı için aslında oldukça açık ve çekici olan rüya üzerinde daha fazla tartışmak is­ temiyorum. Bu noktada sadece hastanın, doğru tahmin ettiği üzere analistin dikkatini çeken bir semptom (ses kısıklığı) gös­ termeyi başardığına dikkat çekeceğim. Rüya kuramının yapıl­ mayan analizlere göre eleştirilemeyeceği açıktır; bu yalnızca bi­ zim Alman eleştirmenlerimizin yöntemidir. 185 Rüya 6: Bu rüya iki gece üst üste görülmüştü. Rüyasında her zamanki gibi yine ayru kayalık, karanlık patikadaydı -Watts'ın patikası- ancak yanlarda ağaçlar vardı (her zaman ağaçlar, bir yamaç ya da bir kanyon vardır). Rüzgar sert esiyordu ve bir ne­ denle güçlükle yürüyebiliyordu, her zaman olduğu gibi. Eliyle gözlerini kapatmış biri, bir suret (kadın ya da erkek) hızla yanın­ dan geçti. Suret, "Bakma, kör olursun " dedi. Kadın büyük bir ma­ ğaranın ağzındaydı; birden mağaranın içinde el fenerine benzer bir ışık çaktı ve siz orada yerde yatıyordunuz, bedeniniz bir tür iple sarılarak bağlanmıştı, giysileriniz yırtılmış ve kirlenmişti, yü­ zünüz kanlar içindeydi ve korkunç acı çekiyordunuz; ve her ya­ nınızda yüzlerce cüce, pigme ya da elf vardı ve size işkence yapı­ yorlardı. Bazılarının ellerinde baltalar vardı, kıllarınızı ve bacak­ lanruzı doğruyorlardı, bazıları da sizi testereyle kesiyordu. Yüz­ lercesinin ellerinde tütsü çubuğuna benzer ama daha kısa olan ve uçlan kıpkırmızı küçük bir şeyler vardı ve bunlarla sizi dürtü­ yorlardı. Sanki Güliver ile onun üstünde dolaşan küçük yaratık­ lar gibi bir şeydi. C'yi gördünüz ve "Ah, Bayan C., tanrı aşkına beni bu lanet delikten çıkarın!" dediniz. (C'nin rüyalarında hep küfredersiniz.) Bayan C dehşete kapıldı ve "Ah, Dr. Prince, geli­ yorum" dedi ama hareket edemedi, donakalmıştı; sonra her şey si­ linip gitti, sanki kör olmuşçasına her şey siyaha dönüştü, derken yine ışık çakarak mağarayı aydınlattı ve kadın yine görmeye baş­ ladı. Bu, rüyada üç ya da dört kez tekrarladı. Kadın, "Geliyo­ rum" diyor, hareket edebilmek için çırpınıyordu, sonra yine gele­ ceğini söylerken uyandı. O da ayru şekilde, uyandığında hareket edemiyor ve göremiyordu. [s. 1 70vd.] 186 Yazar "okuyucuyu sıkmamak için" bu rüyanın analizinin ay­ rıntılarını açıklamamaktadır. Sadece şu özeti vermektedir: 72

Rüyanın öznenin yaşam anlayışının (kayalık patika), yıllardır yüz­ leşmekten çekindiği gelecek korkusunun; geleceğin ''belirsiz" oldu­ ğu ve gelecekte "hiçbir şey göremediği" duygusunun; bu geleceğe bakıp onu gördüğünde bunaldığı, "kaybolduğu" "yok olduğu" ve dolayısıyla ona bakmaması gerektiği düşüncesinin sembolik bir ifadesi olduğu anlaşıldı. Hal böyleyken yaşamda geleceği bütün canlılığıyla gördüğü zamanlar da vardır; dolayısıyla rüyada bu anlardan biri mağaranın içine (geleceğe) baktığı andır ve ışığın çakmasıyla onu görür - kendisine işkence yapıldığını düşündüğü için (başka bir kişi­ nin yerini alarak başkalaşıma uğrayan) oğluna işkence yapıldığını ve yaşamın ahlaki "iğnelemeleriyle" önünün kesildiğini (bağlandığını) görür. Bunun ardından çocuğa ya da başka birine yardım edememe­ nin ya da kendi yaşam koşullarını değiştiremememin getirdiği çare­ sizliğin sembolik ifadesi gelir. Son olarak, bunu görmenin tahmini sonuçlan gelir. Körlüğe yenile düşmüştür ve rüya bu noktaya kadar bir korkunun giderilmesidir. (s. 171.)

187 Yazar sonuç bölümünde şöyle der: "Diğerlerinde olduğu gibi bu rüyada da -Freudcu psikoloji okulunun temel unsurlan ve sü­ reçleri olan- 'kabul edilemez' ve 'bastınlrnış' bir arzu, 'sansürle­ yici düşüncelerle' 'çatışma', 'uzlaşma', 'direniş' ve rüya içeriğini 'maskeleyerek' rüya gören kişiyi aldatma yoktur." (s. 173) 188 Bu etkileyici yargıdan "diğerlerinde olduğu gibi"yi atıyoruz, çünkü öteki rüyalar o kadar yetersiz incelenmiştir ki yazarın ön­ ceki "analizlere" dayanarak bir yargıda bulunma hakkı yoktur. Elde bu yargıyı destekleyecek bir tek son rüya vardır, dolayısıyla bu rüyaya daha yakından bakmamız gerekmektedir. 189 Aşk figürünün bulunmadığı ve rüya S'te onun yerini kedile­ rin aldığı, sürekli yinelenen Watts tablosu sembolünün üzerinde daha fazla durmayacağız. Onun yerini burada, bakmamasını yoksa "kör" olacağını söyleyen bir figür almaktadır. Şimdi de or­ taya oldukça dikkat çekici bir imge çıkmaktadır: İple sarılarak bağlanmış, giysileri yırtılmış ve kirlenmiş, yüzü gözü kan içinde kalmış analist - Güliver durumu. Prince bu acı verici durumdaki kişinin hastanın oğlu olduğunu belirtmekte ancak daha fazla ay­ rıntı vermemektedir. Bağlar, kanlar içindeki yüz, yırtık giysiler nereden gelmektedir, Güliver durumu ne demektir - bütün bu konularda hiçbir şey öğrenemiyoruz. Çünkü Prince'e göre hasta "geleceğe bakmamalıdır'', mağara geleceği simgelemektedir. Pe­ ki ama gelecek niçin bir mağarayla simgelenmektedir? Yazar bu 73

konuda sessizdir. Nasıl olmuş da oğlun yerini analist almışhr? Prince hastanın oğlunun durumu konusunda çaresiz kaldığın­ dan söz etmekte ve minnettarlığını göstermeyi bilmediği için analist konusunda da ayru şekilde çaresiz kaldığını düşünmek­ tedir. Fakat bunlar deyiş yerindeyse birbirinden tamamen farklı olan ve iki kişinin yoğunlaşmasını yeterince açıklamayan çaresiz­ liklerdir. Temel ve açık bir karşılaşhrma unsurunu yoktur. Güli­ ver durumunun bütün aynnhlan, özellikle de kırmızı uçlu tütsü çubuklan analiz edilmemiştir. Analistin kendisinin cehennemi andıran işkencelerden geçtiği şeklindeki çok önemli gerçek tam bir sessizlik içinde atlanmışhr. 190 Analist Rüya 3'te hastanın başına taşla vurmuştu. Bu işkence burada karşılık bulmuş ancak şişirilerek cehennemi bir intikam fantezisine dönüştürülmüş görünmektedir. Kuşkusuz bu işken­ celer hasta tarafından uydurulmuş ve analiste (ayru zamanda muhtemelen oğluna) yönlendirilmiştir; rüyanın söylediği işte budur. Bu gerçeğin analiz edilmesi gerekmektedir. Eğer oğula gerçekten "yaşamın ahlaki iğneleriyle işkence ediliyorsa", o za­ man hastanın bu işkenceyi niçin yüze katladığını ve oğlunu (ya da analisti) "lanet delikteki" Güliver durumuna soktuğunu mut­ laka öğrenmemiz gerekmektedir. Rüyalarda analist neden küfür etmek zorundadır? Hasta niçin analistin işini yapmakta ve aslın­ da durum tam tersiyken yardım edemediğini söylemektedir? 191 Burada yol arzu-giderme durumuna doğru gitmektedir. Fa­ kat yazar bu yoldan gitmemiştir; ya bu sorulardan herhangi biri­ ni kendine sormamış ya da bunları tamamen üstünkörü biçimde cevaplamışhr, dolayısıyla bu analiz "tatmin edici olmadığı" için yetersiz kabul edilrnelidir.42 192 Bu gerçekle birlikte rüya kuramı eleştirilerinin son payandası da çökmüştür. Eleştirmenin en az kuramı ortaya atan kişi kadar araşhrma yapmış olması ve en azından rüyanın temel noktalarını açıklayabilmesi gerekir. Fakat gördüğümüz gibi yazarın analizle­ rinde en önemli unsurlar bir kenara ahlmışhr. Deneyen herkesin bildiği üzere psikanaliz şapkadan çıkanlamaz.

42

Rüya tipik bir karşılıksız aşk ve öç alma fantezisi olup, işkence sahnesinde has­ tanın sonsuz minnettarlığı bulunmaktadır: Dolayısıyla hastanın baktıktan sonra kör olmasına yol açacak kadar utanç verici olan mağaradaki gizemli sahne. Bunun kanıh mağara sahnesinin aynnhlannda bulunabilir.

74

193 Emest Jones'un Morton Prince'in makalesi43 üstüne müsrifçe kaleme aldığı eleştiriyi ancak bu incelemenin tamamlanmasın­ dan sonra gördüm. Prince'in cevabından psikanaliz yöntemini kul­ landığını iddia etmediğini öğreniyoruz. Bana öyle geliyor ki bu du­ rumda psikanalizin bulgularını eleştirmemesi daha adil olurdu. Yukarıdaki örneklerin de gösterdiği üzere, kullandığı analitik yöntemler bilimsel bütünlükten uzak olduğu için vardığı sonuç­ lar da Freud'un rüya kuramına ciddi eleştiri getirebilecek bir te­ melden yoksun kalmaktadır. Psikanaliz okuluyla aynı fikirde olmasının asla mümkün olmadığını söyleyerek biten sözlerinin geri kalanı, rüya psikolojisinin sorunlarını kendisine açıklama ve verdiği cevap üzerinde tartışma konusunda beni harekete geçir­ miyor. İşi karşıtlarının bilimsel eğitimini ve bilimsel düşüncele­ rini reddetmeye kadar götürmesi karşısında üzüntülerimi be­ lirtmekle yetineceğim.

Psikanaliz Eleştirisi Üzerine" 194 Meslekten olmayanların hatta görece eğitimsizlerin bile psi­ kanalizin doğasını ve manbğını fazla zorlanmadan anlayabildi­ ğini psikanalistler çok iyi bilirler. Aynı şey ister bilim adamı, ister işadamı, gazeteci, sanatçı ya da öğretmen olsunlar, eğitimli in­ sanlar için de geçerlidir. Tümü de psikanalizin gerçeklerini kav­ rayabilirler. Aynca psikanalizin bir matematik önermesi gibi ik­ na edici bir şekilde açıklanamayacağını da çok iyi bilirler. Sağ­ duyu sahibi herkes psikolojik bir kanıbn fiziksel bir kanıttan zo­ runlu olarak farklı olması gerektiğini ve her bilim dalının ancak kendi malzemelerine uygun kanıtlar sunabileceğini de bilir. Bizi eleştirenlerin ampirik gerçeklerin apaçık varlığından başka nasıl bir ampirik kanıt beklediğini öğrenmek ilginç olurdu. Peki, böyle olgular var mı? Gözlemlerimize bakın, görürsünüz. Ancak bizi eleştirenler, Hayır, diyor. Peki, olgusal gözlemler tamamen red­ dedilirse o zaman daha ne koyacağız ortaya? Bu koşullarda bizi eleştirenlerin bpkı bizler gibi (psikanaliz yönteminden tamamen ayn olarak) eksiksiz nevroz ve psikoz öğrenimi görmesini ve te43

"Remarks on Dr. Morton Prince's article, 'The Mechanism and lnterpretation of Dreams"' (1910-11). 44 ("Zur Kritik über Psychoanalyse"den, /ahrbuch für psycoanalytisclıe und psychupat­ hologische Forschungen (Leipzig), il (1910), ss. 743-746. EDİTÖRLER.) -

75

melden farklı olan kendi psikolojik tespitlerini ortaya koymaları­ nı bekleriz. Bunun için on yıldan uzun bir zamandır bekliyoruz. Bu alanda yeni kuramın sahibinden bağımsız olarak ve onun gibi hakkıyla çalışma yapan bütün araştırmaalar Freud'la aynı so­ nuçlara ulaşmışlardır; bir psikanalistin yanında zaman ve çaba harcamak suretiyle gerekli bilgiyi elde edenler de bu sonuçlan elde etmişlerdir. 195 Sahip oldukları farklı düşünme biçiminden kaynaklanan bi­ limsel önyargılardan dolayı en şiddetli direniş muhtemelen tıp adamlarıyla psikologlardan gelecektir. Bizi eleştirenler önceki­ lerden farklı olarak daha ciddi ve daha ılımlı oldukları ölçüde ilerleme kaydettiler. Ama sanki yöntem a priori ilkelere dayanı­ yormuş gibi, psikanaliz yöntemini eleştirme hatasına düştüler, oysa gerçekte yöntem tamamen ampirik olup nihai bir kuramsal çerçevesi yoktur. Bütün bildiğimiz, yöntemin, psikoloji açısından önem taşıyan ancak psikanaliz tarihinin de gösterdiği üzere di­ ğer zorlu ve karmaşık yollarla da keşfedilebilecek olan olgulara ulaşmanın en luzlı biçimi olduğudur. Elimizde bizi hedefe bu­ günkü yöntemden daha luzlı ve daha güvenilir bir şekilde ulaştı­ rabilecek bir analiz tekniği olsaydı doğal olarak memnun olur­ duk. Ancak bizi eleştirenlerin sırf bizim bulgularımıza karşı çıka­ rak, psikolojinin bugüne kadarki varsayımlarıyla dahi iyi örtü­ şen, daha elverişli bir teknik konusunda bize katkıda bulunması mümkün görünmemektedir. Olgular sorunu bir çözüme ulaş­ madığı sürece yönteme yönelik eleştiriler havada kalacaktır, çünkü çağrışım sürecinin nihai sırlan hakkında karşıtlarımız da bizim gibi çok az şey bilmektedir. Düşünen her insanın, önemli olanın sadece ve sadece ampirik olgular olduğunu bilmesi gere­ kir. Eğer eleştiri sadece yöntemle sınırlı olursa, bir gün gelir, sırf olguları bulma yönteminin kimi kuramsal açıklan ortaya çıkar­ ması nedeniyle olguların varlığı da kolayca reddedilir ki, bu ba­ kış açısı da bizi gerilere, Ortaçağın karanlıklarına götürür. Bizi eleştirenler bu bağlamda büyük hata işlemektedir. Zeki insanla­ rın görevi bu hataları göstermektir, çünkü her insan hata yapabilir. 196 Bununla birlikte eleştiriler zaman zaman psikoloji alanında çalışan kişinin dikkatini ciddi bir şekilde çekmektedir, çünkü eleştirmenin bilimsel çalışması işe kişiselliğin karıştığını gösteren belirtiler araalığıyla şaşırtıa bir biçimde arka plana hücum et­ mektedir. Bu eleştirmenler, sözüm ona bilimsel eleştirinin altında yatan gizli kişisel eğilimler hakkındaki bilgi birikimine değerli 76

katkılarda bulwunaktadır. Biz bu tür bir document humain'i [insa­ ni belgeyi] halka açma mutluluğunu kendimizden esirgemeyiz. ..

Kurt Mendel'in Bir Freudcu Bakış Açısının Yorumu45 Üstüne Yapbğı Değerlendirme Freud ve takipçilerinin birçok yapıbnı okumuş ve psikanaliz konu­ sunda bizzat deneyim sahibi olan46 bu sahrlann yazan bu doktrinde ve özellikle de anal erotizm ve çocuk cinselliğine dair eklemeler­ de oldukça itici birçok şey bulduğunu kabul etmek zorundadır. Bu sahrlann yazan söz konusu mebti47 dikkatle inceledikten son­ ra orada, beşiğinde masum masum yatan en küçük çocuğunun yanına gitti ve şöyle dedi: "Zavallı küçük oğlan! Senin saf ve ter­ temiz olduğunu sanıyordum, ama artık ahlaksız ve tam bir gü­ nahkar olduğunu biliyorum! 'Daha dünyaya gelişinin ilk gü­ nünden itibaren bir cinsel hayahn varmış' (s. 1 84); sen bir teşhir­ ci, bir fetişist, bir sadist, bir mazoşist, bir anal-erotik, bir onanist­ sin -kısaca 'çok yönlü bir sapkınsın' (s. 185). 'Yetişkinler arasında erotik fantezileri senin çocuk beyninin ürünleriyle aşık atabilecek çok az Don Juan vardır' (s. 185). Zaten nasıl başta türlü olabilir ki? Çünkü sen doğuştan kokuşmuşsun. Baban tertipli ve tutumlu biri olarak biliniyor, Freudcular ise onun inatçı biri olduğunu söylüyor, çünkü onların öğretilerini kayıtsız şartsız kabul etmi­ yormuş. Olağanüstü tertipli, tutumlu ve inatçı! Umutsuz bir anal-erotik yani! (Krş. Freud, "Charakter und Analerotik", Psych.-neur. Wochenschr. IX: 51.) Annene gelince, her dört haftada bir evi temizliyor. 'Temizlik, özellikle de bahar temizliği bash­ nlmış anal erotizme verilen kadınca bir tepkidir.' (Sadger, "Ana­ lerotik und Analcharakter", Die Heilkunde, Şubat 1910). Sen hem baba hem de anne tarafından, doğuştan bir anal-erotiksin! Kısa bir süre önce yatağa gitmeden evvel 'lazımlığın üstüne kondu­ ğun halde bağırsaklarını boşaltmadın, çünkü dışkılamaktan ekst­ ra zevk almak istiyordun, bu yüzden kakanı yapmadın.' Daha önce baban annene bu durumdan söz etmişti: 'Çocuk kabız ol­ muş, ona bir hap ver!' Peh! O zaman ne kadar da utanmaz bir sapkırunışım, gençleri baştan çıkaran hak.iki bir pezevenk! Arlık 45

Neurologisches Centralblatt'ta (Leipzig, XXIX: 6, 16 Mart, 1910) yayımlanmışhr. " İtalikler bana ait. - C. G. J. 47 J. A. Haslebacher, "Psychoneurosen und Psychoanalyse", Correspondenzblatt für Schweizer Artze (Basel, XL:7, 1 Mart 1910), ss. 184-196. 77

benden iyi geceler öpücüğü alamayacaksın, çünkü bu 'senin cin­ selliğini uyandınyor' (s. 191). Ve bir daha bana gece duasından da söz etme: 'Ben küçüğüm, yüreğim tertemiz48'; bu bir yalan; sen bir sefih, bir teşhirci, fetişist, sadist, mazoşist, anal-erotik, onanist, 'çok yönlü bir sapkınsın' -benden, annenden ve kendin­ den dolayı! Zavallı küçük oğlan!" Freudcular! Öğretilerinizin birçok yeni ve değerli perspektif açtı­ ğını defalarca söyledim. Ama tanrı aşkına şu sınırsız abarbnala­ nruza ve saçma fantezilerinize arhk bir son verin! Kelime oyun­ ları yapacağınıza bize kanıtlar gösterin! Çizgi roman gibi kitaplar yerine bize ciddiye alınacak kitaplar gösterin! Şu sefil ve karala­ yıa cümlenizin doğru olduğunu kanıtlayın bana (s. 187): "Sadece tek bir sevgi biçimi vardır, o da erotik sevgidir!" İğrenç cinsel dürtü ithamlarınızla en kutsal duygulanmızı, sevgimizi, anne babalarımıza duyduğumuz sevgiyi ve çocuklarımıza duyduğu­ muz kutlu sevgiyi fantezilerinizin bataklığına atmayın! Bütün iddialarınız tek bir aksiyomla bitiyor: "Freud böyle dedi, öyleyse böyledir!" Ama ben bir anal-erotiğin oğlu olan Goethe'nin ifade­ leriyle şöyle diyorum (Sadger, a.g.e.): "Mesnetsiz konuşan insan Her yer yeşil ve parlak çayırlarla kaplıyken Kötü bir cinin peşinde, kıraç çalılıkta Dönüp duran bir hayvan gibidir."

Psikanaliz Hakkında" Küsnacht, 28 Ocak 1912 Editöre. Beyefendi,

197 Neue Zürcher Zeitung' daki makaleler dizisine bir sonsöz yazmam için yaphğınız nazik davet için teşekkür ederim. Böyle 48 "leh bin klein, mein Herz ist rein." 49 ["Zur Psychoanalyse" başlıklı makalenin çevirisidir, Wisserı uııd Lebeıı (Zürih; es­ ki adı: Neue Schweizer Rundschau V, 1912, ss. 711-714). Giriş niteliğindeki editör no­ tunda şöyle yazmaktaydı: "Neue Zürcher Zeitung'da Freudcu kuramlann lehinde veya aleyhinde kaleme ahnan bir dizi yazı kamuoyunda modem psikolojiye dair dikkat çekici bir yanlış anlama ve önyargı bulunduğunu göstermektedir. Ateşli kavgalar aydınlatıcı olmaktan çok kafa kanştıncı olduğundan Dr. Kari Jung'dan öfkeli mizaçlan yatıştırabilecek birkaç son söz istedik.'' - EDİTÖRLER.)

78

bir sonsöz ancak ya psikanaliz sırasında fark edebileceğimizi dü­ şündüğümüz ve şiddetli saldırıya uğrayan bilimsel gerçeğin, ya da kendi bilimsel niteli.klerimizin savunması olacaktır. İkinci sa­ vunma tatsız olacağı gibi kendini bilimin hizmetine adamış biri­

ne de yakışmayacaktır. Birinci tipte bir savunma ise ancak tar­ hşma nesnel bir şekilde yürütülür ve iddialar sorunun hem pra­

tik hem de kuramsal olarak dikkatli bir şekilde incelenmesinden sonra ortaya konmuşsa yapılabilir. Sorunu kendi başıma ele al­ mayı yeğlemekle birlikte bu şekilde muhaliflerle de tartışmaya hazırım; ancak bunu aynı zamanda kamuoyunun önünde yani bilimsel bir dergide de yapmıştım. 50

198 Aynca

özünde "Yöntem ahlaki açıdan tehlikeli, bu yüzden

kuram yanlışhr" ya da "Freudculann ortaya athklan olgular mevcut olmadığı gibi, sadece bu sözde araştırmaalann hastalıklı fantezilerinin bir ürünüdür ve bu olguların araşhnlmasında kul­ lanılan yöntemin bizzat kendisi mantıksal olarak hatalıdır." cüm­ leleri olan bir bilimsel eleştiriye cevap vermeyeceğim. Hiç kimse belli olguların a

priori var olmadığını iddia

edemez. Bu skolastik

bir iddia olup üzerinde tartışmak gereksizdir.

199 Gerçeğin

propagandasını yapmak ve onu sloganlarla sa­

vunmak bana itici gelmektedir. Özel bir talep olmadığı sürece

Psikanaliz Derneği ile İsviçre Psikiyatri Derneği dışında asla ka­ muoyu önünde konferans vermedim; aynı şekilde Rascher Yıllı­ ğında5 1 yayımlanan makalem de ancak editör Konrad Falke'nin talebi üzerine kaleme alınınışhr. Ben kendimi kamuoyuna da­ yatmam. Dolayısıyla bilimsel gerçekler adına yapılan barbarca polemiklerle savaşmak için arenaya çıkmayacağım. Karşılaşhğı­ mız önyargılar ve neredeyse sınırsız yanlış anlamalar bilimsel bilginin gelişip yaygınlaşmasını kesinlikle uzun bir süre engelle­ yecektir; kim bilir, belki de bu boyun eğilmesi gereken bir kitle psikolojisi zorunluluğudur. Eğer bu gerçek kendi adına konuş­ muyorsa zayıf bir gerçek demektir ve yok olması daha iyidir. Ama yok, bir içsel gereklilikse, sağlıklı düşünen ve olaylara ger­ çekçi bakan herkesin kalbine giden yolu savaş çığlıkları, tamtam­ ları olmadan da kendi başına bulacak ve uygarlığımızın ayrılmaz bir bileşeni olacakhr. 50

[Önceki makaleye bakınız.

-

EDİTÖRLER.)

" [Neue Bahnen der Psychologie, Raschers Jahrbuch fii r Schweiser Art und Kunst (Zürih)

1912. İngilizce çev.: "New Paths in Psychology", Two Essays on Analytical Psycho­ EDİTÖRLER.]

logy, s. 243 vd.

-

79

200 Birçok psikanalitik yazıda ne yazık ki ister istemez geniş yer

tutan cinsel kabalıkların kabahati psikanalize ahlamaz. Gerçek­ leştirdiğimiz titiz ve sorumlu çalışmaların yaphğı tek şey sevim­ siz fantezileri gün ışığına çıkarmakhr, ama kimi zaman iğrenç ve kötücül olabilen bu şeylerin varlığırun sorumlusu kesinlikle iki­ yüzlü cinsel ahlakımızdır. Aklı olan hiç kimseye psikanalitik eği­ tim yönteminin sadece psikolojik cinsellik tartışmalarından iba­ ret olmayıp yaşamın her alanını kapsadığını bir kez daha söyle­ meye gerek yoktur. Rascher Yıllığında özellikle vurguladığım gibi bu eğitimin amaa, kişinin umutsuzca tutkularına teslim ol­ masını sağlamak değil gerekli irade gücüne kavuşmasıdır. Freud'un ve benim verdiğimiz güvencelere rağmen muhalifleri­ miz "ahlaksızlığa" göz yummamızı istemekte ve sonra da söyle­ diklerimize bakmaksızın öyle yaphğımızı iddia etmektedirler. Ayru şey -cinsellik ya da libido kuramı da denilen- nevroz kura­ mı için de geçerlidir. Yıllardır gerek konferanslarımda gerek ya­ zılarımda libido kavramının çok genel bir anlamda kullanıldığını ve psikanaliz jargonunda kesinlikle "sınırlı cinsel uyarım" anla­ mına gelmeyip, türün kendini koruma sınırlarını aşan bütün ça­ ba ve istekler demek olduğunu ve kavramın da bu anlamda kul­ lanıldığını ifade ediyorum. Aynca bir süre önce de bu genel so­ rular hakkındaki görüşlerimi kapsamlı bir kitapta52 açıkladım, ancak muhaliflerimiz görüşlerimizin tıpkı kendi görüşleri gibi "tamamen cinsel" olduğunu söylemektedirler. Psikolojik bakış açımızı açıklama çabalarımız bütünüyle sonuçsuz kalmakta, muhaliflerimiz kuramın korkunç bir bayağılığa dönüşmesini is­ temektedir. Bu kahredici talep karşısında kendimi çaresiz hisse­ diyorum. Geceyle gündüzü birbirine karıştıran bir yanlış anlama yüzünden, birçok insanın, psikanalizin sunduğu ve kendi etik gelişimlerinin yararına olan olağanüstü içgörülere kavuşmasının engellenmesinden duyduğum içten üzüntüyü dile getirebilirim sadece. Aynı şekilde, birçok insanın psikanalizi düşüncesizce görmezden gelerek insan ruhunun derinliğinin ve güzelliğinin farkına varamamalanna üzülürüm. 201 Hiçbir manhklı insan hoyrat ve sorumsuz kişilerin psikanali­ zi alavere dalavere için kullanmasından dolayı bilimsel araştır52 [Burada büyük olasılıkla 1. Bölümü 1911 yılında /ahrbuch'ıa yayımlanan ve ikinci bölümü 1912'nin başlannda yayımlanan ve libido kavramı ile genel kuramına ay­ nlan Wandlungen und Symbole der Libido' dan söz edilmektedir. EDİTÖRLER.) -

80

malan ve onun sonuçlarını sorumlu tutamaz. Aklı başında bir insan, insanlığın iyiliği için geliştirilmiş bir yöntemin uygulan­ masından kaynaklanan hata ve eksikliklerden dolayı yöntemin kendisini suçlayabilir mi? Meydana gelen her ölümden dolayı yöntemlerini suçlamış olsaydık bugün ameliyat nerelerde olur­ du? Ameliyat gerçekten de tehlikelidir, özellikle de bir budalanın ellerinde. Hiç kimse kendini beceriksiz bir cerrahın ellerine bı­ rakmaz ya da apandisinin bir berber tarafından alınmasına razı olmaz. Psikanaliz de öyledir. Beceriksiz psikiyatristlerden başka bir de psikanalizle sorumsuz bir şekilde oynayan deneyimsiz in­ sanlar, her zaman olduğu gibi bugün de mesleğe layık olmayan doktorlar ve ahlaksız şarlatanlar bulunduğu inkar edilemez. Ama bu hiç kimseye bilimi, yöntemi, araştırmaayı ve doktoru toptan lanetleme hakkı vermez. 202 Sizi ve derginizin okuyucularını bu tartışmasız gerçeklerle sıktığım için üzgünüm, beyefendi; dolayısıyla hemen sonuca gelmek istiyorum. Üslubum zaman zaman hararetlenmişse beni bağışlayınız; fakat hiç kimse samimi bilimsel çabalarının anlam­ sız bir şekilde aşağılanmasına karşı tepkisiz kalamaz. Saygılarımla, Dr. JUNG

81

il

PSİKANALİZ KURAMI [İlk olarak Versuch einer Darstellung der psychoanalytischen Theorie başlığıyla Almanya' da yayımlanmış ve (Dr. M. O. Eder ile Mary Moltzer tarafından) bir konferans dizisinde dağıhlmak üzere The Theory of Psychoanalysis başlığıyla, Eylül 1912'de, New York Fordham Üniversitesi Tıp Fakültesinde İngilizceye çevrilmiştir. Almanca metin /ahrbuch für psychoanalytische und psychopatholo­ gische Forchungen' de (Viyana ve Leipzig, V, 1913; aynı yıl kitap olarak yayımlanmışhr); İngilizcesi Psychoanalytic Review un beş sayısında (New York: 1, 1913/14: 1-4 ve il, 1915: 1) yayımlanrnış­ hr. Bu son metin daha sonra Nervous and Mental Disease Mo­ nograph Series'de (No. 19, New York, 1915) tekrar yayımlanmış­ hr. Son bölümdeki bir çocuk analizi daha önce "Über Psychoa­ nalyse beim Kinde" başlığıyla Birinci Uluslararası Pedagoji Kongresinde (Brüksel, Ağustos 1912) sunulmuş ve Kongre tuta­ naklarında (Brüksel, 1912, il, 332-43) yayımlanmışhr. Almanca metnin ikinci baskısı önemli bir değişiklik yapılmaksı­ zın 1955 yılında (Zürih) yapılmışhr. Metnin İngilizce çevirisi ön­ ceki İngilizce metinle karşılaşhnlrnak suretiyle bu baskıdan ya­ pılmışhr. 1913 ve 1955 tarihli Almanca baskılarda başlık kullanılmamışhr, ancak yazarın talebi üzerine ilk metindeki dokuz konuşmalık bö­ lünme (el yazısıyla karşılaşhnlmak suretiyle doğrulanarak) bu­ rada aynen korunmuştur. Bu düzenleme on konuşmaya bölün­ müş olan önceki İngilizce versiyondan farklıdır; bölüm ve kısım başlıkları birkaç değişiklik dışında genel olarak aynen korun­ muştur. Özgün el yazısı metinde daha geniş yer tutan ve Alman­ ca baskılarda da yer alan bazı kritik bölümler dipnotlarla birlikte önceki İngilizce versiyondan çıkanlınışb. Elinizdeki versiyonda bu bölümler sivri parantezler < > içinde verilmiştir. - EDİTÖR­ LER.] '

Birind Baskıya Önsöz Bu konferanslarda pratik deneyimlerimi psikanalizdeki mevcut kuramla ya da daha doğrusu böyle bir kurama yönelik yaklaşım­ larla bağdaşhrmaya çalışhm. Bu aslında benim saygıdeğer öğ­ retmenim Sigmund Freud'un on yılların deneyimiyle geliştirdiği yol gösterici ilkeler karşısındaki tutumumun ana hatlarını belir­ leme çabasıdır. Adım psikanalizle özdeşleştirildiği ve bir zaman bu harekete yöneltilen toptancı suçlamaların kurbanı olduğum için, nasıl olup da kuramsal pozisyonumu ilk kez tanımladığım sorulabilir belki. On yıl kadar önce Freud'un psiko-patolojik ol­ gularda ve özellikle de karmaşık zihinsel süreçler psikolojisinde güncel bilgi birikiminin sınırlarının epeyce ötesine geçtiğini fark edince gerçek bir eleştiri getirme ihtiyacı duymadım. Cehaletleri ve yetersizlikleri sayesinde kendilerinde "eleştirel" reddiyeler getirme hakkını bulan o bilginlerin cesareti bende yoktu. Eleşti­ riye kalkışmadan önce bu alanda yıllarca alçakgönüllülükle ça­ lışmam gerektiğini düşünüyordum. Yapılan zamansız ve üstün­ körü eleştirilerin sonuçlan da doğal olarak yetersizdi. Yine, eleş­ tirmenlerin büyük bir bölümü gerek öfkelerinden gerek teknik bilgisizliklerinden dolayı yanlış sonuçlara varmışlardı. Psikana­ liz aksamadan gelişmeye devam etti ve etrafında vızıldayan bi­ limsellik dışı gevezelikleri ciddiye almadı. Herkesin bildiği üzere bu ağaç Avrupa ve Amerika'da da güçlü bir şekilde gelişti. Res­ mi eleştirmenler de Faust'ta, Walpurgisnacht'ta [Bahar Şenlikleri] ağıtlar yakan Proktophantasmist'ten daha fazla haşan sağlaya­ mamışlardı: Akılsız! Sen hala burada mısın? Derhal kaybol! Sana gerekli açıklama yapıldı. Eleştirmenler var olan her şeyin kendi başına var olma hakkı ol­ duğunu ve bunun psikanaliz için de geçerli olduğunu içlerine sindirememişlerdir. Biz eleştirmenlerimizin düştüğü hataya düşmeyeceğiz; onların varlığını inkar etmeyecek, var olma hak85

lanru reddetmeyeceğiz. Ancak bu bize kendimize karşı eleştiride adil olma ve eleştirileri doğru bilgilere dayandırma yükümlülü­ ğünü getirmektedir. Bana öyle geliyor ki psikanaliz böyle bir içerden değerlendirmeye ihtiyaç duymaktadır. Yanlış bir şekilde tutumumun psikanaliz hareketi içinde bir ''bö­ lünme"nin işareti olduğu iddia edilmektedir. Bu tür hizipleşme­ ler ancak inanç konularında olur. Psikanaliz ise bilgiyle ve onun sürekli değişen ifadeleriyle ilgilenir. Ben William James'in şu pragmatik kuralını rehber edindim kendime: "Her sözcüğün cari değerini bulmalı ve onu kendi deneyimlerinin akışı içinde kul­ lanmalısın. Bu bir çözümden çok bir daha fazla çalışma programı ve özellikle de var olan gerçeklerin değiştirilebileceği yolların bir göstergesi gibi görünmektedir. Dolayısıyla kuramlar gizemlerin ya­ nıtları değil içinde rahatlayabileceğimiz araçlar olmaktadır. Sırtımızı onlara yaslayamayız, ilerleriz ve fırsat buldukça doğayı onların yardımıyla yeniden dönüştürürüz.1" Aynı şekilde, benim eleştirilerim akademik tartışmalardan değil, bu alanda yaphğım on yıllık ciddi çalışma sırasında kendilerini dayatan deneyimlerden kaynaklanmaktadır. Kendi deneyimle­ rimin hiçbir şekilde Freud'un olağanüstü deneyim ve içgörüsüy­ le karşılaşhnlamayacağının farkındayım, ama yine de bazı ifade­ lerimin gözlemlenmiş olguları Freud'un aynı konudaki ifadele­ rinden daha iyi ifade ettiğini düşünmekteyim. Her halükarda, or­ taya koyduğum anlayışların ders verirken öğrencilerimin psika­ nalizi anlamasında oldukça yardımcı olduğunu gördüm. Alçak­ gönüllü ve ılımlı bir eleştirinin "ayrılık" ya da hizipçilik olarak görülmesini doğru bulmuyorum; tersine, bunların psikanalitik hareketin çiçeklenip meyve vermesini hızlandırmasını ve pratik bilgi eksikliğinden ya da kimi kuramsal önyargılardan dolayı şimdiye kadar yöntemi tam anlayamamış kişiler için psikanalitik bilgi hazinesinin yolunu açmasını ümit ediyorum. Bu konferansları verme fırsah tanıdığı için, beni New York Ford­ ham Üniversitesi'ndeki Geliştirme Kursuna davet eden New Yorklu dostum Dr. Smith Ely Jelliffe'e teşekkür etmem gerekiyor. Söz konusu dokuz konferans Eylül 1912'de verildi. Aynca, klinik uygulamalarda bana her an yardımcı olan Bellevue Hastanesin­ den Dr. Gregory'ye en derin teşekkürlerimi sunarım. Alfred Adler'in 1912 baharında çıkan Uber den nervosen Charakter 1

[Pragmatizm (1907),

s.

53.) 86

[NevrotikYapı Üzerine] adlı kitabından ancak bu konferansların hazırlanmasından sonra yani o yılın yazında haberdar oldum. Kimi noktalarda benzer sonuçlara vardığımızı gördüm, ancak bu konunun tarbşılacağı yer burası değil. Bu başka bir yerde yapılmalı. c. G. J. Zürih, Güz 1912

87

İkinci Baskıya Önsöz 1913'te birinci baskının yayımlanmasının üzerinden uzun bir zaman geçti ve böyle bir kitabın yeniden gözden geçirilmesini aşacak kadar fazla gelişme yaşandı. Bunlar geçmişi çok eski çağ­ lara kadar giden ve bilginin gelişiminin belli bir aşamasında gün yüzüne çıkan gelişmelerdi. Bu, uzun bilimsel çalışma yolunda bir kilometre taşıdır ve öyle kalacaktır. Yeni keşfedilmiş, sınırlan bugün bile hala netleşmemiş bir alanda yapılan bir araştırmanın sürekli değişen aşamalarını hatırlamak ve böylelikle gelişmekte olan bir bilimin tarihine katkıda bulunmak belki işe yarayabilir. O yüzden kitabın önemli bir değişiklik yapılmadan, olduğu gibi basılmasına onay verdim. C. G. J.

Ekim 1954

89

Önceki Hipotezlerin Gözden Geçirilmesi 203 Bugünlerde psikanaliz üstüne konferans vermek hiç kolay bir iş değildir. Bütün bu araşhrma alanının çağdaş bilimin en zorlu sorunlarına yol açmasına -bundan eminim- pek fazla ta­ kılmıyorum. Bu önemli gerçeği bir yana bıraksak bile, önümüzde malzemenin sunumuyla ciddi şekilde çahşan başka vahim sorun­ lar bulunmaktadır. Size pratik ve kuramsal boyutlanyla özenle hazırlanmış sağlam ve çok yönlü bir doktrin sunamam. Psikana­ liz harcanan bütün emeklere rağmen henüz bu gelişme düzeyine ulaşmamışhr. Size başlangıçtan itibaren gelişimini de anlata­ mam, çünkü sizin ülkenizde zaten kendisini daima ilerleme da­ vasına adamış mükemmel yorumcu ve öğretmenler var; bunlar bilimsel zekalan gelişmiş kesimlere psikanaliz hakkında zaten daha geniş bir bilgi vermiş olmalıdırlar. Bunun dışında, hareke­ tin gerçek kaşifi ve kurucusu olan Freud da ülkenizde konferans­ lar vermiş ve kendi görüşlerini anlatmışh. Amerika' da ben de kompleks kuramının deneysel temelleri ve psikanalizin eğitime uygulanması üzerine konferanslar verme onuruna eriştim. 1 204 Bu koşullarda zaten söylenmiş ya da bilimsel dergilerde ya­ yımlanmış olan şeyleri tekrar etmekten korktuğumu takdir ede­ ceğinize eminim. Hesaba kablması gereken bir başka güçlük de, psikanalizin yapısıyla ilgili çeşitli kesimlerde görülen oldukça sı­ ra dışı yanlış anlamalar. Bazen bu yanlış anlamaların neler olabi­ leceğini tahmin etmek bile imkansız olmaktadır. Bu yanlış anla­ malar bazen de öyle saçma boyutlara ulaşıyor ki, bilimsel biriki­ me sahip bir kişinin nasıl olup da gerçeklikten bu kadar uzak noktalara düştüğüne insan şaşıp kalıveriyor. Bizzat doğalan ge­ reği yanlış anlamalara yol açan psikanalizle ilgili bu sorunlan tarhşmaya daha fazla zaman ve enerji harcamak yararlı olacakhr.

Travma Kuramı 205 Daha önce çeşitli fırsatlarla işaret edilmiş olmakla birlikte

1 [Clark Konferansları. Bkz. par. 154, n. 4, üstte.

91

-

EDİTÖRLER.]

birçok insan psikanaliz kuramının yıllar içinde epeyce değişime uğradığının farkında değilmiş gibi görünmektedir. Örneğin yal­ nızca Breuer ve Freud'un ilk kitabını yani Histeri Üzerine Araştır­ malar'ı2 okumuş olanlar hala psikanalize göre histeri ve nevrozla­ rın genel olarak erken çocukluk dönemindeki travma denen bir şeyden kaynaklandığını düşünmektedir. Bu kuramın on beş yıl­ dan uzun bir zaman önce terk edilmiş olduğunu ve yerini tama­ men farklı bir kuramın aldığını bilmeden anlamsızca saldırmak­ tadırlar. Bu değişim tekniğin ve psikanaliz kuramının gelişimi açısından o kadar önemlidir ki daha ayrınhlı bir inceleme zorun­ luluğu doğmaktadır. Dolayısıyla sizi zaten bilinen vaka öyküle­ riyle sıkmamak için sadece Breuer ve Freud'un kitabında anlatı­ lan, İngilizce çevirisinden bildiğinizi sandığım vakalara değin­ mekle yetineceğim. Orada Freud'un Clark Üniversitesi'ndeki3 konferanslarında sözünü ettiği Breuer'in vakasını okumuş ve histeri semptomunun bilinmeyen bir anatomik kaynaktan değil, travma ya da psişik yara denilen yüksek duygusal yapıya sahip belli psişik deneyimlerden kaynaklandığını keşfetmiş olmalısı­ nız. Eminim ki bugünlerde her dikkatli ve titiz histeri gözlemcisi, hastalığın altında bu özellikle sancılı ve yıpratıcı olguların yattı­ ğını deneyimleriyle doğrulayacaktır. Eski hekimler bu gerçeği zaten bilmektedirler. 206 Ancak bildiğim kadarıyla, muhtemelen Page'in "sinirsel şok4" kuramından da etkilenerek, bu gözlemden kuramsal olarak yararlanan ilk kişi aslında Charcot olmuştu. Charcot yeni hipno­ tizma tekniğiyle ilgili deneyimlerinden, telkinle histeri semptom­ larının üretilebildiği gibi aynı zamanda ortadan kaldırılabilece­ ğini bilmekteydi. Benzer durumun kazalardan kaynaklanan ve giderek yaygınlaşan histeri vakalarında da gözlemlenebileceğine inanıyordu. Ürettiği duygunun tam bir geçici irade felcine yol açmasıyla travmatik şok bir bakıma hipnoz anına da benzetilebilir. 207 Bu anlayış psikojenez kuramının temellerini oluşturdu. Onun yerini daha sonra aynı mekanizmanın ya da bir benzerinin travmatik denemeyecek histeri vakalarında da var olup olmadı­ ğını anlamak için yapılan etyolojik araştırmalar aldı. Histerinin

2 [İlk olarak 1895'te yayımlanmışhr. - EDİTÖRLER.] 3 ["Five Lectures on Psycho-Analysis"; bkz. par. 154, n . 4, üstte. EDİTÖRLER.) ' [Muhtemelen bu konu üstüne yayınları bulunan İngiliz psikiyatrist Herbert W. Page; bkz. Kaynakça. - EDİTÖRLER.] -

92

etyolojisine dair bilgilerimizdeki bu boşluk Breuer ve Freud'un keşifleriyle dolduruldu. İkili, travma kaynaklı olmadığı düşünü­ len sıradan histeri vakalarında dahi aynı travmatik unsurun bu­ lunabileceğini ve görünüşe göre bunun etyolojik bir önemi bu­ lunduğunu gösterdi. Dolayısıyla Charcot'nun öğrencisi olan Freud'un bu keşifle Charcot'nun görüşlerinin doğrulandığını dü­ şünmesi son derece doğaldı. Sonuç olarak o dönemin, özellikle de Freud'un deneyimlerinden ortaya çıkan kuram bir travma et­ yolojisinin damgasını taşımaktaydı. Bu yüzden haklı olarak travma kuramı adı verilmişti. 208 Freud'un histeri semptomları analizinin hayranlık verici bü­ tünlüğü bir yana, bu kuramın yeni tarafı, eski kuramın dinamik unsuru olan kendi kendine telkin kavramından vazgeçilmesidir. Bu kuramın yerini şoktan kaynaklanan daha ayrınhlı bir psikolo­ jik ve psikofizik etkiler görüşü almışbr. Şok ya da travma normal koşullarda açığa vurularak ("boşalhlarak") atlahlan bir uyanma yol açmaktadır. Ancak histeride travma tam olarak dışa vurul­ maz ve bu da "uyarımın tutulmasına" ya da "tesirin engellenme­ sine" neden olur. Her zaman in potentia tetikte bekleyen uyarı­ mın enerjisi dönüşüm mekanizmasıyla fiziksel semptomlara dö­ nüştürülür. Bu görüşe göre terapinin görevi, biriken uyanını ser­ best bırakmak ve dolayısıyla bashnlmış ve dönüştürülmüş tesir­ leri semptomlardan boşaltmakh. Dolayısıyla buna haklı olarak "arındırıcı" yöntem ya da "katarsis" yöntemi adı verilmiş olup amacı engellenen tesirleri "boşaltmak"b. O nedenle analizin bu aşaması semptomlarla çok yakından bağlanblıydı - günümüzde uygulanan psikanaliz tekniğinin tersine, semptomlar analiz edilir ya da analiz işine önce semptomlarla başlanırdı. Bildiğiniz üzere katarsis yöntemi ve onun üzerine oturtulduğu kuram, psikanali­ ze ilgi gösterdikleri kadarıyla diğer profesyoneller tarafından devralındı ve ders kitaplarında bundan övgüyle söz edildi. 209 Breuer ve Freud'un buluşları aslında kuşkusuz doğru olmak­ la ve herhangi bir histeri vakasıyla kolayca kanıtlanabilmekle bir­ likte travma kuramına karşı yine de birtakım itirazlar getirilebi­ lir. Breuer-Freud yöntemi, hem fiili semptomla travmatik dene­ yim arasındaki geriye dönük bağlanhyı hem de ilk travmatik du­ rumdan ister istemez kaynaklanan psikolojik sonuçlan müthiş bir açıklıkla göstermektedir. Gelgelelim travmanın etyolojik öne­ mi konusunda birtakım kuşkular baş göstermektedir. Bir kere, bütün komplikasyonlarıyla birlikte nevrozun geçmişteki olaylar93

la -yani hastanın doğal yatkınlığındaki bir faktörle- bağlanhlı olabileceği şeklindeki hipotez histeriyi tanıyan birine kuşkulu ge­ lecektir. Bugünlerde dış kaynaklı olmayan bütün zihinsel anor­ mallikleri, hastanın psikolojisi ve çevresi tarafından belirlenmiş olarak görmek yerine kalıhmsal dejenerasyonun bir sonucu ola­ rak değerlendirmek moda haline geldi. Ancak bu gerçeklerle ör­ tüşmeyen aşın bir görüştür. Tüberkülozun etyolojisine bakarken orta yolu nasıl bulacağımızı çok iyi biliyoruz. Hastalık mikrobu­ nun kalıhmsal nedenlerle erken çocukluk döneminden itibaren çoğaldığı ve dolayısıyla hastanın en iyi koşullara rağmen yazgı­ sından kaçamadığı tüberküloz vakalan kuşkusuz vardır. Ama aynı zamanda kalıhmsal bozukluk ya da herhangi bir yatkınlık olmamasına rağmen ölümcül enfeksiyonun ortaya çıkhğı vakalar da vardır. Aynı şey olgulann genel patolojide olduklanndan ta­ mamen farklı olmadıklan nevrozlar için de geçerlidir. Aşın bir yatkınlık kuramı en az aşın bir çevre kuramı kadar yanlış olacakhr.

Bashrma Kavramı 210 Travma kuramının

yatkınlığa özel bir önem vermesine hatta

kimi geçmiş travmalann nevrozda

conditio sine qua non olduğunu

iddia etmesine rağmen, Freud parlak ampirizmi sayesinde, Breuer-Freud

Araştırmalar'ında

"yatkınlık kuramı"ndan ziyade

"çevre kuramı"na benzerlik gösteren bazı unsurlar keşfetmiş ve tanımlamışh, ancak bunlann kuramsal değeri o zamanlar yete­ rince anlaşılmamışh. Freud bu gözlemleri travma kuramının sı­ nırlannın çok ötesine geçecek bir kavram içinde sentezlemişti. Bu kavrama "basbrma" adını vermişti. Bildiğiniz üzere "basbrma" ile bilinçli bir içeriği bilincin dışında bir alana atan mekanizmayı kastetmekteyiz. Bu alana bilinçdışı diyoruz ve bilincinde olma­ dığımız psişik unsur olarak tanımlıyoruz. Bashrma kavramı nev­ rotik kişilerin önemli deneyim ya da düşünceleri adeta hiç ya­ şanmamışçasına unutabilecek bir yetiye sahip olduklan şeklin­ deki tekrar tekrar yaşanmış gözlemlere dayanmaktadır. Bu tür gözlemler oldukça yaygın olup hastalannın psikolojisinin derin­ lerine inebilen herkes tarafından iyi bilinmektedir.

211

Breuer-Freud

Araştırmalar'ının

sonunda, uzun zaman önce

unutulmuş olan travmatik deneyimleri bilince geri çağırmak için özel işlemler gerektiği anlaşıldı. Geçerken değinmek istediğim bu olgu kendi başına şaşırhcıdır, çünkü bizler daha en baştan iti­ baren böylesi önemli şeylerin unutulabileceğini varsayma eğili-

94

minde değilizdir. Bu nedenle hipnotik işlemlerle geri getirilen anıların sadece "telkin edildiği" ve gerçekle hiçbir ilişkisi olma­ dığı gerekçesiyle sık sık itirazlar yükselmiştir. Bu kuşku haklı bi­ le olsa sırf bu nedenle bastırmayı reddetmek kesinlikle kabul edi­ lemez, çünkü basbnlmış anıların fiili varlığının nesnel olarak ka­ nıtlandığı pek çok vaka vardır. Bu tür sayısız kanıt dışında, bu olguyu çağrışım testiyle deneysel olarak da göstermek müm­ kündür. Bu noktada duygu-tonlu komplekslerle bağlanblı çağrı­ şımların çok daha zor habrlandığını ve çok sık unutulduğunu görmekteyiz. Gerçekleştirdiğim deneylerin sağlaması yapılma­ dığı için bu bulgu da ötekilerle birlikte reddedildi. Önceki göz­ lemlerim ancak son zamanlarda Kraepelin okulundan Wilhelm Peters tarafından doğrulandı ve "sancılı deneyimlerin nadiren doğru bir şekilde yeniden üretildiği" kanıtlanmış oldu. 212 Gördüğünüz gibi bashrma kavramı sağlam bir ampirik te­ mele dayanmaktadır. Fakat konunun tarhşılması gereken bir ya­ nı daha vardır. Bashrmanın bireyin bilinçli bir karan mı, yoksa anıların birey fark etmeden, pasif bir şekilde yok olmasından mı kaynaklandığı sorulabilir. Freud'un yazılarında, rahatsızlık yara­ tan herhangi bir şeyi bilinçli bir şekilde bashrma eğilimi olduğu­ na dair kusursuz kanıtlar bulunmaktadır. Her psikanalist, hasta­ nın geçmişte belli bir zaman diliminde bashnlacak şeyin içeriğini arhk düşünmek istemediğini gösteren onlarca vaka sayabilir. Bir hasta bana çok anlamlı bir şekilde şöyle demişti: "Je l' ai mis de côte." [Bir kenara athm] öte yandan, "bir kenara atma"nın ya da bilinçli basbrmanın çok dikkatli bir incelemeyle dahi en küçük bir izinin bulunamadığı ve bashrma sürecinin daha çok pasif bir yok oluş şeklinde meydana gelmiş yahut izlenimlerin alttan alta işleyen bir güçle yüzeyin altına itilmiş gibi göründüğü birçok vaka da söz konusudur. Birinci tip hastalar bizde garip bir şekil­ de kendi duygularından korkan, zihinsel olarak iyi gelişmiş bi­ reyler izlenimi yarahrlar. Ancak ikinci tiplerde, bashrma meka­ nizmasının daha çok otomatik bir mekanizmaya benzediği, ciddi gelişim gecikmesi gösteren vakalar bulunabilmektedir. Bu farklı­ lık yukarıda tarbşılan, yatkınlık ve çevrenin görece önemiyle ilgi­ li soruyla bağlanblı olabilir. Birinci tip vakalarda birçok faktör çevre ve eğitimin etkisine bağlı görünmekteyken, ikinci tipte yatkınlık faktörü ağır basıyormuş görünmektedir. Tedavinin hangisinde daha etkili olacağı oldukça açıkhr. 213 Gösterdiğim gibi, bashrma kavramı travma kuramıyla 95

özünde çelişkili olan bir unsur içermektedir. Örneğin Freud5 ta­ rafından analiz edilen Miss Lucy R. vakasında etyolojik açıdan önemli olan faktörün travmatik sahnelerde değil, hastanın kendi­ lerini hastaya dayatan içgörüleri kabul etmeye yeterince hazır olmadığı durumlarda bulunduğunu görmüştük. Ve eğer dene­ yimlerinin Freud'u erken çocukluk dönemindeki bazı travmatik olaylan nevrozun kaynağı olarak görmeye ittiği Schriften zur Ne­ urosenlehre' deki6 ifadeyi düşünecek olursak, bashrma kavramıyla travma kavramı arasında bir uyumsuzluk olduğu izlenimi olu­ şur. Bashrma kavramı etyolojik çevre kuramının unsurlarını içe­ rirken, travma kavramı bir yatkınlık kuramıdır. 214 İlk başlarda nevroz kuramı tamamen travma kavramına pa­ ralel olarak gelişti. Freud daha sonraki araşhrmalannda, yaşamın ilerleyen dönemlerindeki travmatik deneyimlerin belirgin bir rol oynamadığı sonucuna vardı, çünkü bunlar ancak belli bir yatkın­ lık üzerinden etkili olmaktaydı. Bu gizemin çözülmesi gerekmek­ teydi. Freud histeri semptomlarının kökenini araşhnrken, anali­ tik çalışmanın çocukluğa geri götürdüğünü fark etti; bağlanhlar bugünden uzak geçmişe doğru uzanmaktaydı. Zincirin ucu er­ ken çocukluk döneminin sisleri arasında kaybolma eğilimi gös­ termekteydi. Fakat nevroza yol açan sonraki olaylarla kesinlikle bağlanhlı olan bazı cinsel sahnelerle ilgili -aktif veya pasif- anılar tam da bu noktada su yüzüne çıkmaktaydı. Bu sahnelerin temel yapısını anlamak için Freud'un çalışmalarıyla yayımlanmış ana­ lizlere bakmak gerekmektedir.

Çocuklukta Cinsel Travma Kuramı 215 Buradan, çocuklukta cinsel travma kuramı ortaya çıkh. Tabii bu da genel olarak travma kuramına yönelik kuramsal itirazlar­ dan çok cinsel unsura yönelik şiddetli bir muhalefet yarath. İlk olarak, çocukların da cinselliği olabileceği ve cinsel düşüncelerin çocukların yaşamında rol oynayabileceği fikri büyük bir öfkeye yol açh. İkinci olarak, histerinin kökeninde cinselliğin bulunması ihtimali büyük rahatsızlık yarattı, çünkü histerinin ya uterus s

[Histeri Üz.erine Araştırmalar, s. 106 vd.

-

EDtrôRLER.] (1906 ve 1909 yıllarında olmak üzere, 1912'ye kadar Freud'un Sammlungen kleiner Schriften zur Neurosenlehre adlı yapıtının iki cildi (üçüncüsü 1913'te) yayımlanmışh. Bu ciltlerin içerikleri Collected Works (1924 ve sonrası) dahilinde İngilizceye çevrile­ rek yeniden sınıflandınldı ve Standard Edition'da yeniden düzenlendi. Burada tam bir referans mevcut değildir. EDİTÖRLER.]

6

-

96

bağlanblı bir refleks-nevroz olduğu ya da cinsel doyumsuzluk­ tan kaynaklandığı şeklindeki kısır bakış açısı bir kenara ablmışb. Bu yüzden doğal olarak Freud'un gözlemlerinin doğruluğu tar­ bşma konusu olmuştu. Muhalifler salt bu soruna yönelmekle ye­ tinip itirazlarına ahlaki öfkelerini de bulaşbrmasalardı sakin sa­ kin tarbşılabilirdi. Örneğin Almanya'da bu saldın yöntemi Freud'un kuramının inandınalığına darbe vurmuştu. Ne zaman cinsellik konusuna dokunulsa yaygın bir direnç ve kibirli bir saygısızlık baş gösteriyordu. Ama aslında ortada sadece bir soru vardı: Freud'un gözlemleri doğru muydu, değil miydi? Gerçek bir bilimsel bakış için sadece bu önem taşıyabilirdi. Freud'un gözlemlerinin ilk bakışta doğru gelmeyebileceğini söyleme ciire­ tini gösterebilirim, ancak bunları a priori yanlış kabul etmek mümkün değildir. Ne zaman gerçekten samimi ve eksiksiz bir kontrol yapılmışsa, Freud'un ortaya koyduğu psikolojik bağlan­ bların varlığı kesinlikle doğrulanmışbr, buna karşılık sorunun gerçek bir travmatik sahne sorunu olduğu şeklindeki ilk hipotez doğrulanmamışbr. 216 Artan deneyimlerin ardından bizzat Freud da cinsel nevroz kuramı ifadesinden vazgeçmek zorunda kalmışb. Cinsel trav­ manın mutlak gerçekliğine dair ilk bakış açısını o da terk etmişti. Belirgin bir cinsel karakter taşıyan sahneler, çocukların cinsel is­ tismarı ve çocukluktaki prematüre cinsel faaliyetin sonradan bü­ yük ölçüde gerçek olmadığı ortaya çıkrnışb. Dolayısıyla Freud'un analitik araşbrmalannın sonuçlarının telkine dayandığı şeklindeki muhalif kuşkuya kablma eğilimi doğabilir. Bu savlar bir şarlatan ya da niteliksiz bir kişi tarafından dile getirilmiş ol­ saydı eğer, böyle bir varsayımın haklı bir yanı olabilirdi. Fakat Freud'un o dönemdeki yapıtlarını dikkatle okumuş ve hastaları­ nın psikolojisinin derinliklerine bpkı Freud'un yapbğı gibi gir­ meye çalışmış olan bir kişi, Freud gibi bir zekanın acemi birinin kaba hatalanru yapabileceğini düşünmenin ne kadar büyük bir haksızlık olduğunu kabul edecektir. Bu tip imalar sadece anlan dile getirenlerin saygınlığına gölge düşürür. O günden sonra hastalar telkine yer bırakmayacak şekilde bütün önlemlerin alın­ dığı koşullarda incelenmiş ve Freud'un tarif ettiği psikolojik bağ­ lanhlar ilke olarak yine doğrulanmışbr. Dolayısıyla erken çocuk­ luk döneminde yaşanan birçok travmanın tamamen fantastik bir özellik gösterdiğini ve sadece fantezi olduğunu, diğerlerininse nesnel bir gerçeklik taşıdığım varsaymak zorundayız. 97

217 İlk bakışta şaşırbcı gelen bu buluşla birlikte çocukluktaki cinsel travmanın etyolojik önemi kalmamaktadır, çünkü travma­ nın gerçekten meydana gelip gelmediğinin artık önemi yoktur. Deneyimler bize fantezilerin en az gerçek travmalar kadar trav­ matik olabileceğini göstermektedir. Buna karşılık histeri tedavisi uygulayan her doktor bir nevrozun albnda şiddetli travmatik et­ kilerin bulunduğu vakalar habrlayacakbr. Bu gözlem erken ço­ cukluk dönemindeki travmanın gerçekdışılığı ile açık bir şekilde çelişmektedir. Çocuklukta ya da yetişkinlik döneminde travma atlattığı halde nevroz sorunu yaşamayan birçok insan bulundu­ ğunu çok iyi bilmekteyiz. Dolayısıyla travmanın mutlak bir etyo­ lojik önemi yoktur ve kalıcı bir etki bırakmadan geçecektir. Bu basit sonuçtan da açıkça anlaşılmaktadır ki, travmanın gerçekten etkili olabilmesi için bireyde ona karşı belli bir içsel yatkınlık bu­ lunması gerekmektedir. Ancak bu içsel yatkınlık gizli, hakkında çok az şey bildiğimiz kalıbmsal bir yatkınlık olarak değil de, travma anında doruğa ulaşarak dışa vurulan psikolojik bir ge­ lişme olarak anlaşılmalıdır.

Travmaya Yatkınlık 218 Şimdi de somut bir örnekle size travmanın yapısını ve psiko­ lojik olarak hazırlanışını göstereceğim. Örnek, ani bir korkunun ardından akut histeri yaşayan genç bir kadınla ilgili.' Kadın bir akşam partisine gitmişti ve gece yansı birkaç ahbabıyla birlikte evine dönerken bir at arabası süratle arkalarından yaklaşmışh. Diğerleri yoldan çekilmiş, ancak kadın adeta dehşetten büyü­ lenmiş gibi yolun ortasında kalarak atların önü sıra koşmaya baş­ laınışh. Arabacı kamçısını şaklatmış ve küfürler savurmuştu; ama bir yaran olmamış ve kadın bir köprüye kadar yol boyunca koşmaya devam etmişti. Orada gücü kesilmiş ve atların ayaklan albnda kalmamak için, çaresizlik içinde tam nehre atlamak üze­ reyken olay yerinden geçenler kadını yakalamışh. Aynı kadın kanlı 22 Ocak'ta da [1905] St. Petersburg'da tam da askerlerin yaylım ateşiyle temizlediği caddedeyrniş. İnsanlar etrafında öle­ rek ya da yaralanarak yere düşüyormuş; oysa kadın oldukça sa­ kin ve her şeyin farkındaymış, bir bahçe kapısı görmüş ve bah­ çeden geçerek başka bir sokağa çıkmış. Bu dehşet anlan onda [Bu vaka Analitik Psikoloji Üzerine İki Deneme' de ayrınhlı olarak anlahlmışbr, par. 8 vd., 417 vd. EDİTÖRLER.] 7

-

98

herhangi bir gerginlik yarabnamışh. Olaydan sonra kendini hari­ ka denecek kadar iyi hissediyormuş - hatta eskisinden de iyiymiş. 219 Bu açık bir şoka tepki vermeme durumuna sıkça rastlanmak­ tadır. Dolayısıyla buradan, bir travmanın şiddetinin kendi başına fazla bir patojenik önem taşımadığı ortaya çıkmaktadır; her şey o anki koşullara bağlıdır. Bu noktada elimizde "yatkınlığı" tetikle­ yen anahtar vardır. Dolayısıyla kendimize şu soruyu sormamız gerekmektedir: Araba sahnesinin özgün yaru nedir? Hastanın korkusu koşan atların sesiyle başlamışh; bir an için bu kadına korkunç bir yazgının -ölümünün ya da en az onun kadar dehşetli bir şeyin- işareti gibi görünmüştü; sonra arhk ne yaphğını bile­ mez hale gelmişti. 220 Görünüşe göre asıl şok atlardan kaynaklanmışh. Dolayısıyla hastanın böyle sıradan bir kazaya bu kadar garip bir şekilde tep­ ki verme yatkınlığı, atların kendisi için ayn bir önem taşıyor ol­ masından kaynaklanmış olabilir. Örneğin bir zamanlar atlarla tehlikeli bir kaza geçirdiğini düşünebiliriz. Nitekim öyle olduğu ortaya çıkh. Yedi yaşlarında bir çocukken arabacıyla birlikte gezmeye çıkhğı sırada atlar aniden ürkerek çılgın bir şekilde de­ rin bir nehir vadisinin oluşturduğu uçuruma doğru koşmaya başlamışh. Arabacı yere atladıktan sonra çocuğa seslenerek onun da atlamasını söylemişti, ancak çocuk öyle korkmuştu ki bir tür­ lü karar verememişti. Derken son anda atlamış, atlarsa arabayla birlikte derinliklere yuvarlanmışh. Böyle bir olayın derin bir iz bırakacağına kuşku yoktur. Ancak bu daha sonraki bir zamanda tamamen zararsız bir uyaran karşısında niçin böylesine manhk­ sızca tepki verildiğini açıklamamaktadır. Şimdilik sonraki semp­ tomun çocukluğa uzanan bir geçmişi olduğunu biliyoruz. Bunun patolojik yaru ise henüz karanlıkhr. 221 Devamını daha sonra göreceğimiz bu anamnez8, travma adı verilen durumla fantezinin oynadığı rol arasındaki farkı açıkça göstermektedir. Bu vakada fantezi önemsiz bir uyarandan böyle­ sine büyük bir etki üretecek kadar fazla rol oynamıştır. İnsan ilk başta erken çocukluk döneminde yaşanmış bir travmada cevap arama eğilimi göstermektedir - ki, bana göre bu bir işe yarama­ maktadır, çünkü o travmanın etkilerinin niçin bu kadar uzun sü­ re geri planda kaldığını ve bu etkilerin niçin kendilerini başka bir vakada değil de tam bu vakada dışa vurduğunu hala bilmiyoruz. 8

[Bkz. altta par. 297 vd. ve 355 vd.

-

EDİTÖRLER.]

99

Hasta son hızla gelen bir at arabasının önünden çekilme duru­ muyla mutlaka daha önce de karşı karşıya kalmış olmalıdır. Ço­ cukluğundaki etkileyici olayın getirdiği yatkınlığa rağmen, daha önce St. Petersburg'da karşı karşıya kaldığı ölümcül tehlike anı en ufak bir nevroz izi bırakmamışh. Bu travmatik sahnenin her boyutuyla açıklanması gerekmektedir, çünkü travma kuramı açı­ sından tamamen karanlıkta bulunmaktayız. 222 Israrla bu travma kuramına döndüğüm için beni bağışlayın. Ancak bunun gerekli olduğunu düşünüyorum, çünkü bugünler­ de birçok kişi hatta psikanalizle yakından bağlanhlı olanlar dahi hala eski bakış açısından vazgeçmemekte ve bu da birçoğu yazı­ larımızı hiç okumamış ya da ancak yüzeysel olarak okumuş olan muhaliflerimize psikanalizin hata travma kuramı etrafında dön­ düğü izlenimini vermektedir. 223 Bu durumda ortaya şu soru çıkmaktadır: Bir etkinin kendi başına önemsiz olsa bile böylesine patolojik bir etki yaratabilme­ sine yol açan "yatkınlık"tan ne anlamalıyız? Bu temel önemde bir soru olup, daha sonra göreceğimiz üzere bütün nevroz kura­ mında çok önemli bir rol oynamaktadır. Geçmişte yaşanan görü­ nüşe göre ilgisiz olayların niçin gerçek yaşamdaki tepkilerimize şeytani ve değişken bir şekilde müdahale edebilecek kadar önemli olduğunu anlamamız gerekmektedir.

Travmadaki Cinsel Unsur 224 Eski psikanaliz okulu ve onun sonraki izleyicileri, bu asli travmatik deneyimlerin kendine özgü niteliklerini saptamak ve böylece sonradan nasıl etkili olduklarını anlamak için ellerinden geleni yapmışlardı. Bu konuda en derine inen kişi ise Freud ol­ muştu: Freud bir tür cinsel unsurun travmatik olayla iç içe geçti­ ğini ve travmanın etkili hale gelmesinden hastanın çoğunlukla farkında olmadığı bu karışımın sorumlu olduğunu gören ilk ve tek kişi idi. Çocuklukta cinselliğin bilinçdışı oluşu asli travmatik deneyimin yol açtığı uzun süreli kümeleşme sorununa önemli bir ışık tutmuş görünmekteydi. O deneyimin gerçek duygusal önemi başından itibaren hastadan gizli kalmaktadır, öyle ki duy­ gu bilinç düzeyine ulaşmadığı için hiç eskimemekte, tükenme­ mektedir. Deneyimin uzun süreli kümeleşme etkisini bir tür sug­ gestion a echeance [vadeli telkin] olarak açıklayabiliriz, çünkü bu da bilinçdışı olup etkisini ancak belirlenen bir zamanda göster­ mektedir. 100

225 Çocukluk dönemindeki cinsel faaliyetlerin gerçek karakteri­ nin bilinmediğini gösteren ayrınhlı örnekler vermeye gerek yok­ tur. Doktorlar örneğin erişkin yaşama kadar açık mastürbasyo­ nun da ayru şekilde, özellikle de kadınlar tarafından anlaşılrna­ dığırun farkındadırlar. Buradan da bir çocuğun belli faaliyetlerin karakterinin çok daha az bilincinde olacağı sonucunu çıkarmak kolaydır; dolayısıyla bu deneyimlerin gerçek anlamı erişkin ya­ şamda dahi bilinçten gizli kalmaktadır. Bazı vakalarda deneyim­ ler, ya cinsel önemlerinin hasta tarafından hiç bilinmemesi ya da oldukça sancılı olan cinsel karakterlerinin �abul edilmemesi yani bashrılması nedeniyle tamamen unutulmaktadır. 226 Daha önce söz edildiği üzere, Freud'un, travmaya cinsel un­ surun karışmasının, patolojik bir etkisi olan karakteristik bir so­ nuç olduğu şeklindeki gözlemi çocukluk dönemindeki cinsel travma kuramına yol açmışhr. Bu hipotez patojenik deneyimin cinsel bir deneyim olduğu anlamına gelmektedir.

Çocuksu Cinsel Fantezi 227 İlk başlarda bu hipotez çocukların ilk yaşlarda cinsel yaşamı olamayacağı gerekçesiyle büyük bir itirazla karşılaşh, dolayısıyla böyle bir etyolojinin düşünülmesi bile imkansız hale geldi. Daha önce ele alınan travma kuramının, travmanın kesinlikle gerçek olmayıp özünde sadece fantezi olduğu şeklinde değiştirilmesi iş­ leri kolaylaşhrmamaktadır. Tam tersine, bizi patojenik deneyi­ min içinde bir çocuksu fantezinin pozitif cinsel dışavurumunu görmeye itmektedir. Bu arhk dışarıdan kaynaklanan şiddetli bir rastlanbsal etki değil, gerçekte çocuk tarafından yarahlan apaçık bir cinsel dışavurumdur. Kesinlikle cinsel karakter taşıyan ger­ çek travmatik deneyimlerin dahi çocuğun işbirliği olmadan tam olarak gerçekleşmesi imkansızdır; bulgular bu deneyimlerin or­ tamının bizzat çocuk tarafından hazırlandığını göstermiştir. Ab­ raham bu savı destekleyen ve aynı türden birçok deneyimle bağ­ lanblı olarak gerçek travmaların dahi sık sık çocuğun psikolojik tavırlarıyla tahrik ve teşvik edilme ihtimalinin bulunduğunu gösteren çok ilginç ve değerli kanıtlar bulmuştur. Tıbbi içtihatlar psikanalizden tamamen bağımsız olarak bu psikanalitik açıkla­ mayı destekleyecek çarpıcı paralellikler sunabilmektedir. 228 Cinsel fantezilerin erken dışavurumu ve bunların travmatik etkileri artık nevrozun kaynağı gibi görünmekteydi. Dolayısıyla çocuk cinselliğinin daha önce kabul edilenden çok daha erken 101

gelişmiş olduğu düşüncesi ağır basmaktaydı. Literatürde erken gelişme vakalarına, örneğin düzenli adet kanaması geçiren iki yaşında bir kız çocuğu ya da ereksiyon olan ve dolayısıyla cinsel ilişkiye girebilme yeteneğine sahip üç ve beş yaşlarındaki erkek çocuklara uzun zamandır rastlanmaktaydı. Ancak bunlar ender vakalardır.

O yüzden Freud -yoğun araşbrmalara dayanarak- ço­

cuklara yalnızca sıradan cinsellik değil aynı zamanda bir de "çok-şekilli sapkın" cinsellik atfetmeye başlayınca büyük bir şaş­

kınlık yaşandı. Oysa insanlar bütün bunların sadece hastalar için geçerli ve dolayısıyla tarhşmaya açık yapay bir sonuç olduğu şeklindeki yüzeysel varsayımı kabul etmeye hazırdı.

229 Bu koşullarda Freud'un Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme9 adlı kitabı sadece itirazlara değil aynı zamanda aşağılamalara yol açtı. Oysa bilimin aşağılamalarla gelişemeyeceğini ve ahlaki öf­ keye dayandırılan savların, rehberi ahlaki duygulardan ziyade gerçekler olması gereken bilim adamlarına değil ahlakçılara ya­ kışhğını -çünkü bu onların işidir- söylememe gerek yoktur. Eğer meseleler gerçekten de Freud'un söylediği gibiyse aşağılamalar saçmalıkbr; yok, eğer öyle değilse aşağılamanın hiçbir yaran yoktur. Neyin gerçek olduğunun karan sadece ve sadece gözlem ve araşbrmalara bırakılmalıdır. Bu yersiz aşağılamaların sonu­ cunda psikanaliz muhalifleri, birkaç saygıdeğer istisna dışında, acınası bir gerilik fotoğrafı çizmekten öteye gitmemektedir. Psi­ kanaliz okulu muhaliflerinden hiçbir şey öğrenmemiştir çünkü muhalifler vardığımız gerçek sonuçlan öğrenme zahmetini gös­ termemişlerdir ve psikanalitik araşbrma yöntemini dün de bu­ gün de bilmedikleri için onlardan yararlı herhangi bir ipucu öğ­ renememiş olsa da, mevcut görüşlerimiz arasındaki farklılıkları en ince ayrınblanyla ele almak yine bizim okulumuza düşmek­ tedir. Bizim işimiz önceki kuramlara karşı çıkan paradoksal bir kuram ortaya koymak değil, bilime belli bir yeni gözlemler kate­ gorisi sunmakbr. Bu nedenle bir uzlaşma sağlamak için üzerimi­ ze düşeni yapmayı görev saymaktayız. Gerçi bize körü körüne karşı çıkanlarla uzlaşmaya çalışmaktan vazgeçmemiz gerekir, çünkü bu nafile bir çabadır, ama biz bilim insanlarıyla barışmayı

cinsel nevroz kura­ mına10 ulaşbğı noktaya kadar daha da geliştirmeye çalışırken ben

umut ediyoruz. Psikanalizi kavramsal olarak de bunu yapacağım. 9 [İlk olarak 1905 yılında yayımlanmıştır.) ı o [Bkz. Bölüm 4. EDİTÖRLER.) -

102

Çocuksu Cinsellik Kuramı 230 Son konferansta da dinlediğiniz üzere, nevrozun kaynağı gi­ bi görünen erken cinsel fantezilerin keşfi Freud'u oldukça geliş­ miş bir çocukluk cinselliğinin varlığını kabul etmeye itmişti. Bil­ diğiniz gibi birçok kişi bu gözlemin doğruluğuna karşı çıkarak, basit hata ve bağnazca hezeyanların Freud'u ve bütün okulunu, hem Avrupa' da hem de Amerika' da, olmayan şeyler görmeye sevk ettiğini savunmuştu. Bu yüzden zihinsel salgına yakalanmış kişiler olarak nitelenmiştik. Kendimi böyle bir "eleştiriye" karşı savunmamın mümkün olmadığını itiraf etmeliyim. öteki kısma gelince, bilimin bazı olguların var olmadığı fikriyle yola çıkmaya hakkı olmadığını hahrlatmam gerekir. Bu konuda çok çok bu ol­ guların hiç inandırıcı gözükmediğinden, daha fazla kanıta ve ek­ siksiz bir çalışmaya ihtiyaç olduğundan söz edilebilir. Psikanali­ tik yöntemden güvenilir hiçbir şey öğrenilemeyeceği, yöntemin kendisinin saçma olduğu şeklindeki bir itiraza bizim vereceğimiz cevap da budur. Galileo'nun teleskobuna da kimse inanmamışh ve Kolomb da Amerika'yı yanlış bir hipotezden yola çıkarak keş­ fetmişti. Kim bilir, belki de yöntem yanlışhr ama bu kullanılma­ sını engellememelidir. Geçmişte oldukça yetersiz araçlarla kro­ nolojik ve coğrafi gözlemler yapılmışh. Dolayısıyla muhalifleri­ miz olgularla ilgilenmeye başlayana kadar yönteme yapılan iti­ razlar sadece dalavere olarak görülmelidir. Konu hakkında an­ cak öyle bir ka,rar vermelidir - yoksa kelime savaşıyla değil. 231 Muhaliflerimiz dahi histeriyi psikojenik bir hastalık olarak tanımlamaktadır. Bizler histerinin psikolojik etkenlerini keşfetti­ ğimizi düşünüyor ve araşhrmalanmızın sonuçlarını korkusuzca kamuoyunun eleştirilerine açıyoruz. Sonuçlarımıza karşı çıkan herkes kendi vaka analizlerini yayınlayabilir. Bildiğim kadarıyla böyle bir şey hiç yapılmadı, en azından Avrupa literatüründe. Bu durumda muhaliflerin bizim keşiflerimizi a priori reddetmeye haklan yoktur. Bizim elimizde hangi histeri vakası varsa, aynıları muhaliflerimizde de vardır ve onlar da bizimkiler gibi psikoje­ niktir. Dolayısıyla önlerinde psikolojik etkenleri bulmalarını en­ gelleyecek hiçbir şey yoktur. Bu, yöntemle ilgili bir şey değildir. Muhaliflerimiz bizim araşhrmalanmıza saldırmaktan ve kötüle­ mekten başka bir şey yapmamakta ama daha iyi bir yol da bil­ memektedir. 232 Muhaliflerimizin çoğu daha dikkatli ve daha adiller; değerli 103

birçok iş yaphğımızı ve psikanalitik yöntemin ortaya çıkardığı psişik bağlanblann doğru olduğunu onlar da kabul etmektedir­ ler, ancak bu bağlanhlara ilişkin anlayışımızın yanlış olduğunda ısraralar. Bizim başlıca ilgi odağımız olan çocukların cinsel fan­ tezilerinin gerçek cinsel işlevler olarak görülmemesi gerektiğini, bunun tamamen farklı bir şey olduğunu, çünkü cinselliğin karak­ terinin sadece ergenlik döneminin başlarında belirlendiğini söy­ lemektedirler. 233 Sakin ve manhklı tonuyla güvenilir bir izlenim bırakan bu itiraz ciddiye alınmayı hak etmektedir. Bu her düşünceli analis­ tin derinlemesine düşünmesini teşvik eden bir itirazdır.

Cinsellik Kavramı 234 Bu sorun hakkında söylenebilecek ilk şey asıl sorunun cinsel­ lik kavramında yattığıdır. Cinselliği tam gelişmiş bir işlev olarak algılarsak, o zaman bu olguyu erişkinlik dönemiyle sınırlamak zorunda kalırız ve çocukluk cinselliğinden söz edemeyiz. Ama eğer anlayışımızı bu şekilde sınırlarsak yeni ve çok daha büyük bir güçlükle karşı karşıya kalırız. O zaman, örneğin hamilelik, doğum, doğal ayıklanma, kuşakların korunması vb. gibi cinsel işlevle sıkı bir ilişki içinde olan bütün o biyolojik fenomenlere ne ad vereceğiz? Bir zamanlar seçkin bir meslektaşımın doğumun cinsel bir eylem olmadığını söylemesine karşın, bana göre bütün bunlar cinsellik kavramına özgü görünmektedir. Eğer bu şeyler cinsellik kavramına özgü ise, o zaman sayısız psikolojik fenome­ nin de bunun içine girmesi gerekir, çünkü inanılmaz miktardaki salt psikolojik işlevin bu alanla bağlanhlı olduğunu bilmekteyiz. Ben burada sadece cinsel işlevin hazırlanmasında ve mükemmel­ leştirilmesinde fantezinin oynadığı olağanüstü rolden söz edece­ ğim. Böylece bir dizi psikolojik işlevle bir dizi psikolojik fenome­ ni de içeren yüksek bir biyolojik cinsellik anlayışına ulaşmakta­ yız. Eski ama pratik bir sınıflandırmadan yola çıkarak cinselliği bir anlamda, kendini koruma içgüdüsüyle çelişebilen, türün ko­ runması içgüdüsüyle özdeşleştirebiliriz. 235 Cinselliğe bu noktadan bakınca, doğanın büyük önem verdi­ ği türün korunmasının kökeninin sınırlı cinsellik anlayışının izin verdiğinden çok daha derinlere gitmesi şaşıma değildir. Sadece az çok gelişmiş bir kedi fare yakalar, ama yavru bir kedi bile en azından yakalamaya çalışır gibi yapar. Köpek yavrusunun oyun­ la karışık çiftleşme çabası cinsel olgunluktan çok önce başlar. İn104

sanoğlunun da bu kuralın istisnası olmadığını düşünmek için haklı nedenlerimiz vardır. İyi yetiştirilmiş çocuklarımızda yü­ zeyde böyle şeyler görmesek de, ilkel halkların çocukları üzerin­ de yapılan gözlemler onların biyolojik normların istisnası olma­ dığını göstermiştir. Türün korunmasına yönelik hayati içgüdü­ nün erken çocukluk döneminde ortaya çıkmaya başlıyor olması ihtimali, ergenlik döneminde bir defada, iyice olgunlaşmış ola­ rak, gökten zembille iner gibi inme ihtimalinden çok daha fazla­ dır. Aynca, üreme organlan da gelecekteki işlevlerinin fark edilmesinden çok önce gelişmektedir. 236 Dolayısıyla psikanalitik okul "cinsellik"ten söz ederken, bu geniş çerçeveli türün korunması kavramı da onunla birlikte ele alınmalı ve sadece sözcüğün normal karşılığı olan fiziksel duyar­ lık ve işlevleri kastettiğimiz düşünülmemelidir. Yanlış anlama­ lardan kaçınmak için erken çocukluktaki ilk fenomenlere "cinsel" sıfah verilmemesi gerektiği söylenebilir. Ancak bu kesinlikle haksız bir taleptir, çünkü anatomik adlandırma tamamen geliş­ miş sistemden alınmış olup az çok gelişmiş evrelere özel adlar vermek olağan bir şey değildir.

Beslenme İşlevinin Önemi 237 Manb.ksal olarak cinsel gelişimin bütün evrelerine genel ola­ rak cinsellik adını verdiği için Freud'un cinsel terminolojisinde böyle bir hata bulunamamasına karşın, yine de benim görüşüme göre savunulması mümkün olmayan birtakım sonuçlara yol açb.. Çünkü eğer cinselliğin ilk izlerinin çocuklukta nerelere kadar uzandığını kendi kendimize soracak olursak, cinselliğin zımnen daha ab.ovo [en baştan itibaren] var olmasına karşın kendini an­ cak uterus dışındaki yaşamın epeyce ileri bir döneminde dışa vurduğunu kabul etmemiz gerekir. Freud çocuğun annesinin memesini emmesinde bile bir tür cinsel eylem görme eğilimin­ deydi. Bu görüşünden dolayı şiddetli saldırılara uğradı, ancak türün korunması içgüdüsünün, yani cinselliğin bir bakıma ken­ dini koruma içgüdüsünden, yani beslenme işlevinden ayn olarak var olduğunu ve bu çerçevede ab ovo özel bir gelişim sürecinden geçtiğini varsaymak yeterince manbklıdır. Ancak bu tür bir dü­ şünme biçimi bana biyolojik olarak kabul edilebilir görünme­ mektedir. Varsayımsal yaşam içgüdüsünün iki dışavurum ya da işleyiş biçimini birbirinden ayırmak ve her birine özel bir gelişim çizgisi atfetmek mümkün değildir. Gördüklerimize göre bir yar105

gıya varacak olursak, bütün organik doğa gerçeğinin içinde ya­ şam sürecinin uzun zamandır sadece beslenme ve büyümeye bağlı olduğunu göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. As­ lında bunu birçok organizmada, örneğin brhl olarak yalnızca cinsiyetsiz bir beslenme ve gelişim aşamasından geçen kelebek­ lerde gözlemleyebiliriz. İnsanoğlunun hem uterus içindeki dö­ nemi hem de uterus dışındaki çocukluk dönemi yaşam sürecinin bu aşamasına aittir. 238 Bu dönemin karakteristik özelliği herhangi bir cinsel işlevin olma­ masıdır, öyle ki çocuklukta dışa vurulan cinsellikten söz etmek çelişkili olacakbr. Çok çok çocukluk döneminin hayati işlevleri arasında beslenme ve büyüme özelliği olmayanlar olup olmadı­ ğını ve dolayısıyla bunlara cinsel sıfabnın verilip verilemeyece­ ğini sorgulayabiliriz. Freud çocuğun annesini emdiği sıradaki apaçık heyecanına ve doyumuna dikkat çekmekte ve bu duygu­ sal mekanizmaları cinsel eyleminkilerle karşılaşbrmaktadır. Bu karşılaşbrma Freud'u emme eyleminin cinsel bir niteliği olduğu­ nu düşünmeye götürmektedir. Böyle bir varsayım ancak fiziksel ihtiyacın yaratbğı gerilimin ve bunun tatmin edilmesiyle yaşa­ nan gevşemenin cinsel bir süreç olduğu kanıtlanabildiği takdirde doğrulanabilir. Fakat emmenin böyle bir duygusal mekanizmaya sahip olması tersini kanıtlamaktadır. Sonuç olarak sadece bu duygusal mekanizmanın hem beslenme işlevinde hem de cinsel işlevde bulunduğunu söyleyebiliriz. Şayet Freud duygusal me­ kanizma benzetmesinden emme eyleminin cinsel niteliğini çıka­ rıyorsa, biyolojik deneyim de aynı zamanda cinsel eylemi bir beslenme işlevi olarak niteleyen bir terminolojiyi haklı çıkaracak­ br. Bu ise her iki yönde de sınırlan aşmaktadır. Kesin olan şudur ki, emme eylemi cinsel bir eylem olarak nitelenemez. 239 Bununla birlikte, parmak emme ve benzeri şeyler gibi görü­ nüşte beslenme işleviyle bir ilişkisi olmayan çocuksu diğer işlev­ lerin de bulunduğunu bilmekteyiz. Bu tür şeylerin cinsel alana ait olup olmadığını sormanın yeri daha çok burasıdır. Bunlar beslenmeye yaramamakla birlikte haz üretmektedir. Buna kuşku yoktur, ancak emmeyle elde edilen hazzın benzetme yoluyla cin­ sel haz olarak adlandınlınası yine de tarhşma konusudur. Bu ay­ ru şekilde pekala bir beslenme hazzı olabilir. Bu ikinci niteleme bir haz biçimi olarak daha muhtemel olup bu hazzın elde edildi­ ği yer tamamen beslenme alanına girmektedir. Emme için kulla­ nılan el bu şekilde gelecekteki bağımsız beslenme faaliyeti için 106

hazırlanmaktadır. Böyle olduğu için de hiç kimse insan yaşa­ mındaki ilk ifadelerin cinsel içerikli olduğunu iddia ederek soru­ nu hallettiğini düşünemeyecektir. 240 Şu anda rastladığımız, parmak emmenin amacının beslenme değil haz olduğu şeklindeki ifade, bu eylemin tamamen beslen­ me alanına dahil olup olmadığı konusunda kuşku yaratmakta­ dır. Büyümekte olan bir çocuğun sahip olduğu, parmağı ağza sokma, hmak kemirme, burun, kulak kanşbrma, vb. gibi kötü olarak nitelendirilen huylann erken çocukluk dönemindeki em­ me eylemiyle yakından bağlanhlı olduğunu görmekteyiz. Aynca bu huylann daha sonradan nasıl kolayca mastürbasyona dönüş­ tüğünü de görmekteyiz. Bu çocuksu huylann mastürbasyon ve benzeri eylemlerin ilk aşamaları olduğu ve dolayısıyla belirgin bir cinsel karakter taşıdığı şeklindeki çıkarım reddedilemez: Bu tamamen haklı bir çıkanındır. Bu çocuksu huylarla mastürbas­ yon arasında tarhşmasız bir bağlanb bulunduğunu ve çocuklu­ ğun ileri dönemlerinde, ergenlik öncesinde yaşanan mastürbas­ yonun çocuksu kötü huylann devamından başka bir şey olmadı­ ğını gösteren birçok vaka gördüm. Diğer çocuksu kötü huylar bir kişinin kendi bedeninden haz elde etme eylemleri olduğu için, mastürbasyondan o kötü huylann cinsel bir karakter taşıdığı so­ nucunu çıkarmak, bu bakış açısından doğal ve anlaşılır görün­ mektedir. 241 Bu noktada çocuğun emme eylemini cinsel olarak nitelemek için kısa bir adım atılmalıdır. Bildiğiniz üzere Freud bu adımı atmış ve ben de az önce buna karşı çıkmışhm. Çünkü bu noktada çözülmesi güç bir çelişkiyle karşı karşıya kalmaktayız. Aslında iki ayn içgüdünün yan yana var olduğunu kabul etmiş olsaydık durum epeyce kolaylaşırdı. O zaman meme emmek bir beslenme eylemi ve aynı zamanda bir cinsel eylem olacak, iki içgüdünün bir tür karışımından söz edilecekti. Freud'un düşüncesi buymuş gibi görünmektedir. İki içgüdünün bir arada var olması ya da daha doğrusu kendilerini açlık ve cinsel dürtü şeklinde dışa vurmaları erişkin yaşamda mümkündür. Oysa çocukluk aşama­ sında yalnızca haz ve doyuma önem veren beslenme işlevi bulu­ nur. Bunun cinsel karakteri yalnızca petitio principii tarhşılabilir, çünkü olgular emme eyleminin önce haz verdiğini göstermekte­ dir, cinsel işlevi değil. Haz almak hiçbiT şekilde cinsellikle özdeş bir şey değildir. Eğer iki içgüdünün çocukta bir arada var olduğunu düşünürsek kendimizi aldahrız, çünkü o zaman erişkin psikolo107

jisine ait bir gözlemi çocuk psikolojisinde kullanmış oluruz. Ço­ cukta iki içgüdü bir arada var olmaz ya da ayn ayn dışa vurmaz, çünkü içgüdüsel sistemlerden biri ya hiç gelişmemiştir ya da az gelişmiştir. Haz alına uğraşının cinsel bir şey olduğunu söyler­ sek, o zaman paradoksal olarak ayru zamanda açlığın da cinsel bir uğraş olduğunu söylememiz gerekir, çünkü o da doyum yo­ luyla haz almayı amaçlamaktadır. Oysa kavramlarla bu kadar oynarsak, o zaman muhaliflerimizin de açlık terminolojisini cin­ selliğe uygulamasına göz yummamız gerekir. Bilim tarihinde bu tür tek yanlılıklara sık sık rastlanmaktadır. Bunu bir serzeniş ola­ rak söylemiyorum: Tersine, ödünsüz ve tek yanlı olma cesaretini gösteren insanlar bulunduğu için mutlu olmamız gerekir. Buluş­ ları bu insanlara borçluyuz. Burada can sıkan şey insanların tek yanlılıklarını büyük bir tutkuyla savunmalarıdır. Bilimsel ku­ ramlar sadece olguların nasıl gözlemlenmesi gerektiğini söyleyen önermelerdir. 242 İki içgüdüsel sistemin bir arada var olması işleri kesinlikle kolaylaşhran bir hipotezdir, ama ne yazık ki imkansızdır çünkü gözlemlenen olgularla çelişmekte ve savunması mümkün olma­ yan çıkarımlara yol açmaktadır.

Çocuklukta Çok Yönlü Sapkın Cinsellik 243 Bu çelişkiyi çözmeye çalışmadan önce Freud'un cinsel kura­ mı ve uğradığı değişiklikler üzerine birkaç şey daha söylemeli­ yim. Daha önce de açıkladığım gibi, görünüşe göre travma etkisi yaratan çocuklukta cinsel fantezi-faaliyetinin keşfi, önceki tüm görüşlerin aksine, çocuğun tamamen gelişmiş bir cinselliğe hatta çok yönlü sapkın bir cinselliğe sahip olması gerektiği varsayımı­ na yol açh. Buradaki cinsellik genital işlevler ve öteki cins üze­ rinde yoğunlaşmaktan çok çocuğun kendi bedenine dönüktür, yani otoerotiktir. Buradaki cinsel ilgi başka bir kişiye yönelik ol­ saydı, çocuk açısından o kişinin cinsiyetinin bir önemi olmazdı. Dolayısıyla çocuk pekala "homoseksüel" olabilirdi. Var olmayan, yerel cinsel işlev yerine, sonraki sapkınlıklarla yakın benzerlikler gösterdiği için, bu bakış açısından sapkın eylemler olarak görü­ len kötü dediğimiz birtakım huylar vardır. 244 Bu anlayışın bir sonucu olarak, genellikle bir teklik olarak düşünülen cinsellik ayrışarak ayn dürtülerden oluşan bir çoklu­ ğa dönüşmüştür; zımnen, cinselliğin genital organlarda ortaya çıkhğı varsayıldığından, Freud ağız, deri, anüs, vb.'yi kastettiği "erojen bölgeler" anlayışını geliştirmişti. 108

245 "Erojen bölge" terimi bize "spazmojen bölge" terimini hahr­ latmaktadır. Düşüncenin alhnda yatan bütün olaylar aynıdır: Spazmojen bölgenin spazmın ortaya çıkhğı yer olması gibi, ero­ jen bölge de cinsel heyecanın kaynaklandığı yerdir. Genital or­ ganların anatomik açıdan cinselliğin kaynağı olarak görüldüğü yerde erojen bölgelerin cinselliğin akhğı genital organlar olarak görülmesi gerekmektedir. Bu duruma çocuklarda çok yönlü sap­ kın cinsellik denmektedir. "Sapkın" terimi, deyiş yerindeyse er­ ken çocukluk dönemindeki bazı "sapkın" ilgilerin yeni bir sürü­ mü olan sonraki sapmalarla gösterdiği yakın benzerliklerden do­ layı doğru görünmektedir. Bunlar genellikle şu veya bu erojen bölgeyle bağlanhlı olup çocuklarda karakteristik olan cinsel anormalliklere yol açmaktadır.

Enerjik Dışavurumlar Olarak Cinsel Bileşenler 246 Bu bakış açısına göre sonraki, normal, "tek-yapılı" cinsellik çeşitli bileşenlerden oluşmaktadır. İlk olarak homo ve heterosek­ süel bir bileşen gelmekte, sonra otoerotik bileşen ve ardından çe­ şitli erojen bölgeler gelmektedir. Bu kavrayış, öncelikle fenome­ nin sadece birbirinden ayn alanlannın var olduğu, her birinin sadece temel özellikleriyle bilindiği ve bu özelliklerin araların­ daki karşılıklı ilişkinin doğru dürüst anlaşılamadığı, Robert Ma­ yer öncesi fiziğin durumuna benzetilebilir. Enerjinin korunumu yasası güçlerin birbirleriyle ilişkisine bir düzen getirmiş, aynı zamanda bu güçlerin mutlak, temel bir özelliğe sahip olduğu an­ layışını ortadan kaldırarak hepsini aynı enerjinin dışavurumu haline getirmiştir. Aynı şeyin cinselliğin çok yönlü sapkın çocuk­ luk cinselliğine bölündüğü durumda da geçerli olması gerek­ mektedir. 247 Deneyimler bizi, tek tek bileşenler arasında sürekli bir değiş tokuş olduğunu düşünmeye itmektedir. örneğin sapkınlıkların normal cinsellik pahasına var olduğu ve bir cinsellik biçiminin uygulamasındaki arhşı başka bir biçimin uygulamasında düşü­ şün izlediği her geçen gün daha fazla anlaşılmaktadır. Konuyu iyice açıklığa kavuşturmak için bir örnek vereceğim. Genç bir adam birkaç yıl homoseksüel bir yaşam sürdürmüş, bu dönemde kızlara hiç ilgi duymamışh. Bu anormal durum yirmili yaşlarına doğru giderek değişmiş ve erotik ilgisi yavaş yavaş normale dönmüştü. Kızlara ilgi duymaya başlamış ve homoseksüelliğin son izleri de ortadan kalkmışh. Bu birkaç yıl sürmüş ve genç 109

adam birkaç başarılı aşk macerası yaşamıştı. Sonra evlenmek is­ temişti. Ancak bu noktada ciddi bir düş kınklığına uğramıştı, çünkü çılgınca sevdiği kız onu terk etmişti. Ardından evlenme fikrinden tamamen vazgeçmişti. Derken kadınlardan hoşlanma­ maya başlamış ve bir gün yine homoseksüel olduğunu fark et­ mişti, çünkü genç erkekler alışılmadık bir şekilde kendisini tah­ rik etmekteydi. 248 Şayet cinselliği sabit bir heteroseksüel ve sabit bir homosek­ süel bileşenden ibaret olarak görecek olursak bu vakayı kesinlik­ le açıklayamayız, çünkü sabit bileşenler varsayımı her tür dönü­ şümün önünü kapatmaktadır. Konuyu doğru bir şekilde ele al­ mak için cinsel bileşenlerin büyük bir hareketlilik gösterdiğini hatta bu hareketliliğin, bir bileşen neredeyse tamamen ortadan kaybolurken diğeri ön plana çıkacak kadar fazla olduğunu kabul etmemiz gerekir. Eğer sadece konum değişikliği meydana geli­ yor ve homoseksüel bileşen tamamen bilinçdışına geçerek bilinç alanını heteroseksüel bileşene bırakıyorsa, modem bilimsel bilgi o zaman bizi bilinçdışı alandan eşdeğer etkilerin yükseleceği so­ nucunu çıkarmaya götürür. Bu etkilerin heteroseksüel bileşenin faaliyetine yani kadınlara karşı direniş olarak görülmesi gereke­ cektir. Ancak bizim vakamızda buna dair bir kanıt yoktur. Bu tür etkilerin soluk izlerine rastlansa da bunların yoğunluğu o kadar azdır ki, önceki homoseksüel bileşenlerle karşılaştırma bile gö­ türmezler. 249 Mevcut kuramda, kesinlikle sabit olarak görülen homosek­ süel bileşenin arkasında aktif bir iz bırakmadan nasıl ortadan kaybolacağı anlaşılamamaktadır. 250 Bu nedenle böylesi bir sahne değişimine acil olarak yeterli bir açıklama getirilmesi gerekmekteydi. Bunun için dinamik bir hipoteze ihtiyacımız vardır, çünkü bu cinsiyet değişimleri sadece dinamik ya da enerjik süreçler olarak düşünülebilir. Dinamik ilişkilerde bir değişiklik olmadan bir işlev biçiminin böylesine or­ tadan kaybolmasını anlayabilmem mümkün değildir. Freud'un kuramı bu zorunluluğu hesaba katmışh. Freud'un bileşen, ayn işlev biçimleri anlayışı, ilk başlarda kuramsal olarak değil pratik olarak zayıflamaya başlamış ve sonunda yerini enerji düşüncesi­ ne bırakmışh. Bunun için seçilen terim ise libido idi.

Libido Kavramı 251 Freud libido kavramını daha önce Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme' de ortaya koymuş ve şöyle demişti: İnsanlarda ve hayvanlarda cinsel ihtiyaçların varlığı biyolojide, bes­ lenme içgüdüsüne yani açlığa yapılan benzebneden yola çıkarak "cinsel içgüdü" varsayımıyla ifade edilir. Günlük konuşma dilinde "açlık" sözcüğüne karşılık gelen bir sözcük bulunmaz, ancak bilim bu çerçevede "libido" sözcüğünden yararlanır. 1 1

252 Freud'un tamınına göre libido terimi yalnızca cinsel ihtiyaa ifade etmektedir, o nedenle Freud libidodan söz ettiğinde sadece cinsel ihtiyaç ya da cinsel arzu anlaşılmalıdır. Tıpta libido terimi kesinlikle cinsel arzu ama özellikle de şiddetli cinsel arzu karşılı­ ğında kullanılmaktadır. Ancak Çiçero, Sallust ve diğerlerindeki şekliyle sözcüğün klasik kullarumı sadece bu kadarla sınırlı de­ ğildi; o zamanlar daha çok tutkulu arzu12 anlamında kullarul­ maktaydı. Bundan özellikle söz ettim çünkü ilerde tarhşmamız­ da önemli bir yer tutacakhr ve çünkü libido terimi hptakinden çok daha geniş bir anlama sahiptir. 253 Freudcu bakış açısındaki cinsel anlamını olabildiğince koru11 12

[Standard Edition, VIII, s. 135.] [Bkz. Dönüşüm Sembolleri'ndeki libido tanımı, par. 185 vd.] 111

maya çalışacağımız libido kavramı, psikolojik görünümün de­ ğişmesini açıklamak için aradığımız dinamik faktörü temsil et­ mektedir. Bu kavram, tarhşma konusu olgunun ifade edilmesini çok daha kolaylaşbrmaktadır. Anlaşılmaz bir şekilde homosek­ süel bileşeni heteroseksüel bileşenle değiştirmek yerine, arhk li­ bidonun giderek homoseksüel uygulamasından çekildiğini ve aynı şekilde heteroseksüel uygulamaya geçtiğini söyleyebiliriz. Homoseksüel bileşen süreç içinde neredeyse tamamen kaybol­ muştur. Geriye sadece kendi başına hiçbir anlam ifade etmeyen içi boş bir olasılık kalmışhr. Homoseksüel bileşenin varlığı çok haklı olarak deneyimsiz kişi tarafından reddedilmiştir, hpkı bir katil olma olasılığını reddedecek olması gibi. Libido kavramı ay­ nı zamanda çeşitli cinsel işlev biçimleri arasındaki karşılıklı iliş­ kileri de açıklamaya yardıma olmaktadır. Aynı zamanda eski felsefi psişik yetiler kavramından da epeyce bir şeyler taşıyan cinsel bileşenlerin çokluğu fikrini de ortadan kaldırır. Bunların yerini çok çeşitli uygulamalara girebilen libido alır. Eski "bileşen­ ler" yalnızca muhtemel faaliyet biçimlerini temsil etmektedir. Li­ bido kavramı çok sayıda köke ayrılmış, bölünmüş bir cinselliğin yerine, bu bir zamanlar önemli olan bileşenlerin potansiyel faali­ yet olmaktan öte gitmediği dinamik bir teklik koymaktadır. Bu kavramsal gelişme çok önemlidir; enerji kavramı fiziğin ilerleme­ sinde ne ifade ediyorsa bu da psikolojinin gelişmesinde aynı şeyi ifade etmektedir. Tıpkı enerjinin korunumu kuramının çeşitli güçleri temel karakterlerinden yoksun bırakıp onları tek bir ener­ jinin ifadesi haline getirmesi gibi, libido kuramı da cinsel bileşen­ leri psişik "yetiler" olarak temel önemlerinden yoksun bırakarak onlara sadece olgusal bir değer vermektedir.

Enerjik Libido Kuramı 254 Bu görüş gerçekliği bileşenler kuramından çok daha iyi ifade etmektedir. Daha önce sözünü ettiğimiz genç adamın durumunu libido kuramı çerçevesinde kolayca açıklayabiliriz. Evlenmek is­ tediği bir sırada yaşadığı düş kırıklığı libidosunu heteroseksüel uygulama biçiminden uzaklaşbrmış, sonuçta tekrar homoseksüel bir biçim almasına ve böylece yeniden eski homoseksüelliğe dönmesine neden olmuştur. Bu noktada olayın enerjinin koru­ numu yasasıyla olan çok yakın benzerliğine dikkat çekmeden geçemeyeceğim. Her iki durumda da bir enerji kuantumu yok olduğu takdirde bu enerjinin o süre içerisinde tekrar nerede or112

taya çıkhğıru sormak gerekmektedir. Açıklayıa bir ilke olarak bu bakış açısuu insan davranışı psikolojisine uygulayacak olursak, oldukça şaşıma sonuçlara vannz. O zaman bireyin psikolojik gelişimindeki en heterojen aşamaların enerjik bir ilişki içerisinde birbirleriyle bağlanhlı olduğunu görebiliriz. Ne zaman "kafasuu bir şeye takmış" ya da hastalıklı bir inanca sahip ya da aşın tavır­ lar sergileyen biriyle karşılaşsak, ortalıkta çok fazla libido oldu­ ğunu ve fazlalığın şu anda çok az olan başka bir yerden alınmış olduğunu biliriz. Bu bakış açısına göre psikanaliz libidonun çok az olduğu yerleri veya işlevleri bulmamızı ve dengeyi sağlama­ mızı sağlayan bir yöntemdir. Dolayısıyla nevroz semptomlarının libidoyla aşın yahnm yapılmış abarhlı işlevler olarak görülmesi gerekir. 13 Bu amaçla kullanılan enerji başka bir yerden alınmışhr ve bunun nereden alındığuu ya da hiçbir zaman uygulanmadığı yeri bulmak psikanalistin işidir. 255 Kendini aslen libido yokluğu olarak gösteren sendromlarda, örneğin ilgisizlik durumlarında sorunun tersine çevrilmesi ge­ rekmektedir. Burada şu soruyu sormamız gerekir: Libido nereye gitti? Hasta bize sanki hiç libidosu yokmuş izlenimi verir ve dış görünüşten bunu doğru kabul eden birçok hekim vardır. Bu tip hekimlerin ilkel bir düşünme biçimi vardır, hpkı güneş tutulma­ suu görünce güneşin yutulduğunu ya da öldürüldüğünü sanan ilkel bir insan gibi düşünürler. Ancak güneş sadece arkada kal­ mışhr, işte bu hastaların durumu da buna benzemektedir. Libido oradadır, ama görünmemekte ve hastaya ulaşamamaktadır. Gö­ rünürde libidomuz yoktur. Libidonun gizlendiği yeri ve hastanın hangi noktada ona ulaşamadığını arayıp bulmak psikanalistin işidir. Saklanan yer ''bilinçli-değildir'', ki buna herhangi bir mis­ tik anlam yüklemeden, aynı zamanda ''bilinçdışı" da denebilir.

Bilinçdışı Fantezi Sistemleri 256 Psikanaliz bize, bilinçli fantezilere yapılan benzetmeden yola çıkarak bilinçdışı fantezi sistemleri olarak tanımlanabilecek bi­ linçli-olmayan psikolojik sistemler bulunduğunu öğretmiştir. Bu bilinçdışı fantezi sistemleri nevrotik apati durumlarında libido­ nun hedefi olmaktadır. Bilinçdışı fantezi sistemlerinden söz etti­ ğimizde sadece kesinlikle mecazi olarak konuştuğumuzun far­ kındayız. Bununla, bilincin dışındaki psişik oluşumlar anlayışuu 13 Aynı görüşe Janet'de de rastlamaktayız.

113

zorunlu bir şart olarak kabul etmekten başka hiçbir şeyi kastet­ miyoruz. Deneyimler bize libido ekonomisini gözle görülür bir şekilde etkileyen bilinçli olmayan psişik süreçler bulunduğunu öğretmiştir. Karmaşık bir hezeyan sisteminin nispeten ani olarak patlak verdiği ve her psikiyatristin bildiği bu vakalar, ortamı ha­ zırlayan bilinçdışı psişik gelişmeler olması gerektiğini kanıtla­ maktadır, çünkü bu tür şeylerin bilince girer girmez meydana geldiğini düşünmek mümkün değildir. 257 Bilinçdışıyla ilgili bu parantezi, libidinal yahnmlann değişen yerleşimi bağlamında sadece bilinci değil ayru zamanda diğer faktörü yani libidonun içinde kaybolduğu bilinçdışını anlama­ mız gerektiğine dikkat çekmek için açhm. Şimdi tekrar libido ku­ ramının benimsenmesinin yol açhğı sonuçlarla ilgili tarhşmamı­ za dönebiliriz.

Libidonun Korunumu 258 Freud bize -ki bunu psikanaliz uygulamalarında her gün görmekteyiz- yaşamın ilerleyen dönemlerinde "sapkınlıklar" olarak adlandırılan birçok eğilimin başlangıcının sonraki normal cinsellik döneminde değil de erken çocukluk döneminde var ol­ maya başladığını öğretmiştir. Freud'un bir cinsel terminolojiyi bu eğilimlere uygulama hakkını kabul etmemiz gerekir. Libido kavramının devreye girişiyle birlikte normal cinselliğin başlangıç noktası ve kaynağı gibi görünen bu temel bileşenlerin erişkinler­ de önemini yitirerek potansiyel hale indirgendiğini görmekteyiz. Bunların işleyiş ilkesi ya da deyiş yerindeyse hayati gücü libido­ dur. Libido olmadığı takdirde bu bileşenler hiçbir anlam taşımaz. Gördüğümüz gibi Freud libidoya tarhşmasız bir cinsel anlam, "cinsel ihtiyaç" gibi bir şey yüklemektedir. Genel olarak libido­ nun bu anlamda ergenlik döneminde ortaya çık.lığı düşünülmek­ tedir. Peki, o zaman çocuklardaki çok yönlü sapkın cinselliği ve libidonun sadece bir değil birçok sapmayı harekete geçirdiğini nasıl açıklayacağız? Eğer Freud'un dediği anlamda libido ergen­ lik döneminde ortaya çıkıyorsa çocuksu sapmalardan -bileşenler kuramına göre "psişik yetiler'' olarak görmediğimiz takdirde- o sorumlu tutulamaz. Bunun bizi sürükleyeceği umut kıncı ku­ ramsal karmaşa bir yana, "açıklayıcı ilkeler gereğinden fazla ço­ ğalhlamaz" şeklindeki yöntemsel önermeye karşı da günah işle­ miş oluruz. 259 Libidonun ergenlikten önce de sonra da ayru olduğunu var1 14

saymaktan başka bir seçenek bulunmamaktadır. Dolayısıyla ço­ cuksu sapmalar da hpkı erişkinlerdeki gibi ortaya çıkmaktadır. Sağduyu buna karşı çıkacakbr, çünkü çocuklann cinsel ihtiyaçla­ rıyla cinsel olarak olgunlaşmış kişilerin ihtiyaçlarının aynı olması kesinlikle mümkün değildir. Bununla birlikte bu noktada Freud'la bir uzlaşmaya varabilir ve libidonun ergenlikten önce de sonra da aynı olmakla birlikte yoğunluk bakımından farklı olduğunu söyleyebiliriz. Ergenlikten sonraki yoğun cinsel ihtiyaç yerine, çocuklukta birinci yıla kadar yoğunluğu gittikçe azalarak sadece bir izden ibaret kalacak olan hafif bir cinsel ihtiyaç söz konusu olacakbr. Bunu biyolojik bakış açısından da kabul edebi­ liriz. Ama aynı zamanda önceki konferansta ele alınan daha ge­ niş bir cinsellik kavramı çerçevesinde meydana gelen her şeyin, sevecenlik, kıskançlık ihtiyacı gibi bütün duygusal psikoseksüel dışavurumlar, başka birçok tesir olguları ve özellikle de çocukluk nevrozları dahil olmak üzere, zaten ufak çapta da olsa var oldu­ ğunu varsaymamız gerekecektir. Bununla birlikte çocuklardaki bu tesir olgularının hiç de "ufak çapta" görüntüsü vermediğini, tersine, yoğunluk bakımından yetişkinlerinkiyle karşılaşhnlabi­ leceğini de kabul etmek gerekmektedir. Aynca deneyimlerin de gösterdiği üzere, çocuklukta cinselliğin sapkın bir şekilde dışa vurumu çoğunlukla daha fazla göze çarpmakta ve hatta erişkin­ lere göre sapkınlık daha ileri düzeyde olmaktadır. Erişkin bir ki­ şideki benzer bir ileri derece sapkınlık durumunda haklı olarak normal cinselliğin ve başka birçok önemli biyolojik uyum biçim­ lerinin çocuklarda olduğu gibi tamamen bitmesini bekleriz. Şayet libidosu normal işlevlerde kullanılmıyorsa o erişkine haklı olarak sapkın denilebilir ve aynı şey manbken çocuklar için de geçerli­ dir: Çocuk çok yönlü sapkındır çünkü henüz normal cinsel işlevi bilmemektedir. 260 Bu görüşler libido düzeyinin belki de her zaman aynı oldu­ ğunu ve cinsel olgunluk döneminde aşın bir artış meydana gel­ mediğini doğrulamaktadır. Belli ki bu oldukça cüretkar hipotez ağırlıklı olarak, enerji miktarının aynı kaldığını varsayan enerji­ nin korunumu yasasına dayanmaktadır. Olgunluğun doruk nok­ tasına ancak libidonun çocuksu, ikincil uygulamalarının yavaş yavaş belli bir cinsellik kanalına boşalıp onun içinde yok olma­ sıyla ulaşılacakbr. Şimdilik bu savlarla yetinmeliyiz çünkü dik­ katlerimizi çocuksu libidonun doğasıyla ilgili eleştirinin bir nok­ tasına çevirmemiz gerekmektedir. 115

261 Muhaliflerimiz çoğu çocuksu libidonun daha az yoğun ol­ duğunu kabul etmeyerek erişkin libidosuyla aynı yapıda oldu­ ğunu savunmaktadır. Erişkinlerin libidinal dürtüleri genital iş­ levle karşılıklı ilişki içindeyken çocuklarınkiler değildir ya da sa­ dece istisnai durumlarda ilişkilidir ve bu önemi küçümseruneye­ cek bir farklılı.kbr. Bana göre bu itiraz haklı çıkmış görünmekte­ dir. Tıpkı şakayla ciddiyet, kurusıkı ile dolu mermi arasında ol­ duğu gibi olgunlaşmamış işlevler ve tam gelişmiş işlevler ara­ sında da önemli farklılıklar vardır. Bu da çocuksu libidoya kesin­ likle sağduyunun talep ettiği zararsız bir karakter vermektedir. Ama kurusıkı ateşin de bir ateş olduğunu da kimse inkar ede­ mez. Cinselliğin ergenlikten önce bile gerçekten var olduğu, er­ ken çocukluk dönemine kadar geriye gittiği ve bu olgunlaşma­ mış cinselliğin dışavurumlannın da cinsel karakterde olduğu fik­ rine kendimizi alışbrmamız gerekmektedir. 262 Doğal olarak bu, tanımladığımız şekilde bir çocuksu cinselli­ ğin varlığını kabul etmekle beraber, yine de Freud'un emme gibi erken çocukluk davranışlarını "cinsel" kategoriye sokma hakkına karşı çıkmanın önemini azaltmamaktadır. Freud'un, cinsel ter­ minolojisini bu noktaya kadar genişletmesinin nedenlerini daha önce ele almışhk. Aynca emme davranışının aynı zamanda nasıl beslerune işlevi noktasından da ele alınabileceğinden ve biyolojik açıdan bu çıkarımın Freud'un bakış açısına göre daha fazla doğ­ ru göründüğünden de söz etmiştik. Bu noktada oral bölgeye yö­ nelik bu ve benzeri davranışların ilerleyen dönemlerde kesinlikle cinsel bir kılıkta tekrar ortaya çıkhğı söylenip itiraz edilebilir. Bu sadece söz konusu davranışların ilerleyen dönemlerde cinsel amaçlarla kullanıldığı anlamına gelir ancak bunların ilk başta da cinsel bir karakter taşıdığını kanıtlamaz. Bu nedenle, çocukluk döneminde haz-üreten davranışları cinsellik çerçevesinde gör­ meyi gerektiren bir neden bulunmadığı gibi, tam tersinin söz ko­ nusu olduğunu kabul etmem gerekmektedir. Bu güç sorunları doğru değerlendirebildiğim ölçüde bana öyle geliyor ki cinsellik açısından insan yaşamını üç evreye ayırmak gerekmektedir. Yaşamın Üç Evresi 263 Birinci evre yaşamın ilk yıllarından oluşur; ben bu döneme cinsellik öncesi evre adını veriyorum.14 Bu dönem kelebeklerin hr14

[Bkz. Dönüşüm Sembolleri, par. 206.]

116

hl evresine karşılık gelmekte olup neredeyse tek ayırt edici özel­ liği beslenme ve büyüme işlevleridir. 264 İkinci evre ergenliğe kadar uzanan çocukluk yıllan olup bu döneme ergenlik öncesi evre adı verilebilir. Cinselliğin filizlenmesi bu dönemde gerçekleşmektedir. 265 Üçüncü evre ergenlikten sonra başlayan erişkinlik dönemi olup olgunluk dönemi olarak adlandırılabilir. 266 En büyük zorluğun cinsellik öncesi evrenin sınırlarını belir­ lemek olduğu dikkatinizden kaçmamışhr. Bu konudaki kararsız­ lığımı itiraf etmeye hazırım. Freud'un gözlemlerini de aklımda tutarak geriye, -ne yazık ki henüz yetersiz olan- çocuklarla ilgili kendi psikanalitik deneyimlerime bakhğımda, bu evrenin sınırla­ n üçüncü ve beşinci yıllar arasında yahyor gibi görünmektedir. Bu dönem birçok bakımdan önem taşımaktadır. Çocuk artık bir bebeğin çaresizliğinden çıkmış ve kendinde birtakım önemli psi­ kolojik işlevler yerleşmeye başlamışhr. Bu dönemden itibaren erken çocukluk amnezisinin koyu karanlığı ya da bilincin sürek­ sizliği belleğin kesintili sürekliliğiyle aydınlanmaya başlar. Sanki bu dönemde yeni kişiliğin kuruluşu ve merkeze oturması yolun­ da temel bir adım ahlmış gibidir. Bildiğimiz kadarıyla doğru bir şekilde cinsel denebilecek ilgi ve faaliyetlerin ilk işaretleri de bu dönemde ortaya çıkmaktadır. Ancak bu işaretler henüz zararsız ve naif çocuksu özelliklere sahiptir.

Cinsel Terminoloji 267 Sanırım, cinsellik öncesi evreye neden bir cinsel terminoloji uygulanamayacağını yeterince açıkladım, dolayısıyla ulaşhğımız bakış açısından arhk diğer sorunları ele alabiliriz. Net bir sonuca ulaşmak mümkün olmadığı için çocuklukta düşük libido soru­ nunu bir kenara bırakhğımızı hahrlayacaksınız. Enerji anlayışı­ mızın elimizdeki kaidelere uyup uymadığını görmek üzere şim­ di bu sorunu yeniden ele alacağız. 268 Freud' a göre çocukluk ve olgunluk dönemi cinsellikleri ara­ sındaki farkın çocuklukta cinselliğin düşük yoğunluğu ile açık­ lanabileceğini görmüştük. Fakat elimizde bir çocuğun yaşam sü­ reçlerinin, cinsellik dışında, erişkinlerinkinden daha az yoğun olmasının kuşkulu görünmesine yol açan güçlü nedenler var. Cinsellik dışındaki tesir fenomenlerinin ve eğer varsa sinirsel semptomların en az erişkinlerdeki kadar yoğun olduğunu söyle­ yebiliriz. Enerjik görüşe göre bunların hepsi de libidonun dışa117

vurumlarıdır. O yüzden olgun ve olgun olmayan cinsellik ara­ sındaki farkın libido yoğunluğu olduğuna inanmak güçtür. Fark daha çok (böyle bir deyişi kullanmama izin verilirse eğer) libido­ nun yerleşiminden kaynaklanmaktadır. Tıbbi tanımından farklı olarak, bir çocuğun libidosu zihinsel ve fiziksel yan işlevlerle, ye­ rel cinsel işlevlerle olduğundan çok daha bağlanblıdır. Hal böyle olunca insan "libido" teriminden "cinsel" nitelemesini çekmeyi ve Freud'un Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme' sinde yapılan li­ bidoya dair cinsel tanımı silmeyi düşünmektedir. Bir çocuğun yaşamının ilk yıllarındaki yani cinsellik öncesi evredeki yoğun se­ vinç ve üzüntülerinin kaynağının sadece cinsel libidosu olup ol­ madığını kendimize sorduğumuzda bu gereklilik gerçekten de acil bir hal almaktadır. 269 Freud kendisinin bu varsayımı desteklediğini söylemişti. Be­ ni cinsellik öncesi bir evre kavramının varlığını kabul ehneye gö­ türen nedenleri burada bir kez daha tekrarlamaya gerek yoktur. Tırtıl evresinde cinsel libido değil beslenme libidosu vardır; libi­ do kuramının bize önerdiği enerjik görüşü korumak istiyorsak bunu böyle ifade etmemiz gerekir. Sanının libidonun cinsel ta­ nımından vazgeçmekten başka yapacak bir şey yoktur, yoksa li­ bido kuramının içindeki değerli şeyleri, örneğin enerjik görüşü de kaybedeceğiz. Libido kavramına nefes alacak yer açma ve onu cinsel tanımın dar sınırlan içinden çıkarhna ihtiyacı kendini psi­ kanaliz okuluna uzun zamandır dayahnaktadır. Cinselliğin asla kelimesi kelimesine değil geniş anlamda ele alınması gerektiğini bıkmadan usanmadan dile getirmesine karşın, yine de anlaşıl­ mamış ve bu yüzden de ciddi eleştirmenleri ikna edememiş bir dayatmadır bu. 270 Elimizdeki oldukça değerli bir buluşsal ilke sayesinde, libido kavramının gerçek değerini cinsel tanımında değil de enerjik gö­ rüşte görecek olursam sanının yanlış yapmış olmam. Psişik dün­ yanın karmaşası içinde tahmin edilemeyecek kadar değerli olan dinamik imge ve korelasyonların varlığını enerjik görüşe borçlu­ yuz. Freudcular libido kuramımızı mistisizm ve tutarsızlıkla suç­ layan muhalifleri dinlememekle hata ehnektedirler. Libido sexua­ lis'i enerjik bir psişik yaşam anlayışının aracı yapabileceğimize inanmakla kendimizi kandırıyormuşuz. Aynı şekilde, Freudcu okulun çoğu hala iyi tanımlanmış ve deyiş yerindeyse somut bir libido anlayışına sahip olduklarını düşünüyorlarsa eğer, bu kav­ ramın herhangi bir cinsel tanımın sınırlarını fazlasıyla aşacak şe118

kilde kullanıldığının farkında değiller dernektir. Dolayısıyla mu­ halifler libido kuramının doğru dürüst kendi alanına girmeyen şeyleri açıklama iddiasına itiraz etmekte haklıdırlar. Bu gerçek­ ten de sanki mistik bir varlıkla çalışıyormuşuz izlenimi uyan­ dırmaktadır.

Erken Bunamada Libido Sorunu 271 Dönüşüm Sembolleri adlı kitabımda bu sınır aşımlarının kanıt­ larını ortaya koymaya ve aynı zamanda enerjik görüşü hesaba katan yeni bir libido anlayışına ihtiyaç olduğunu anlatmaya ça­ lışmıştım. Freud da enerjik görüşü Schreber vakası1 5 denilen meşhur bir erken bunama vakasına uygulamaya çalışırken asli libido anlayışının çok dar olabileceğini kabul etmek zorunda kalmıştı. Bu vaka başka şeylere ek olarak erken bunama psikolo­ jisindeki iyi bilinen sorunla; hastaların kendilerine ait bir iç fan­ tezi dünyası oluşturma ve bu amaçla gerçeklikle bağlantılarını koparma eğilimi olarak kendini gösteren sıra dışı bir fenomenle yani gerçekliğe uyumu kaybetmeyle ilgilidir. 272 Bu fenomenin bir özelliği, yani duygusal ilişki eksikliği, ger­ çeklik işlevinin dikkat çekici bir şekilde bozulmasından dolayı kolayca anlaşılır. Bu hastalarla yapılacak çok sayıda psikanaliz çalışmasıyla, bu gerçekliğe uyum eksikliğinin, hasta için rüya dünyasının dış gerçeklikten daha gerçek olma noktasına varacak kadar fantezi yaratımındaki aşamalı artışla telafi edildiğini sap­ tadık. Schreber "dünyanın sonu" ile ilgili sannsında bu fenomen için mükemmel bir mecazi tanım bulmuştu. O böylece gerçeklik kaybının çok somut bir resmini çizmiştir. Dinamik açıklama ba­ sittir: Libido giderek dış dünyadan iç fantezi dünyasına çekilmiş ve kaybedilen dünyanın yerine orada gerçekliğin ikamesi deni­ len bir şey yaratmak zorunda kalmıştır. Bu ikame deyiş yerin­ deyse parça parça oluşturulmuştur. Bu iç dünyanın hangi psiko­ lojik malzemelerden inşa edildiğini görmek oldukça ilginçtir. 273 Libidonun yer değiştirmesine yönelik bu bakış açısı terimin günlük kullanım şekline dayanmakta, asli, tamamen cinsel çağn­ şırn çok az akla gelmektedir. Fiili uygulamada sadece libidodan söz ederiz ve bu o kadar masum bir anlamda anlaşılır ki, bir za­ manlar Claparede'in bana dediği gibi insan bunun yerine pekfila ı5 ["Psycho-Analytic Notes on an Autobiographical Account of a Case of Paranoia (Dementia Paranoides)." EDİTÖRLER.] -

119

"ilgi" sözcüğünü de kullanabilir. Sözcüğün bu geleneksel kulla­ nımı oldukça doğal ve kendiliğinden bir şekilde gelişerek, niha­ yet Schreber'in dünyanın sonunu basitçe libidonun gerilemesi olarak açıklamasını olanaklı kılacak bir kullanım biçimine dö­ nüşmüştür. Freud bu olayda libidoya dair asli cinsel tanımını ha­ tırlamış ve zaman içinde sessizce gerçekleşen anlam değişikliğiy­ le uzlaşmaya çalışmıştı. Schreber'le ilgili makalesinde Freud kendisine psikanaliz okulunun libido dediği ve "erotik kökenli ilgi" olarak anlaşılan şeyin genel olarak ilgi ile örtüşüp örtüşme­ diğini sormaktadır. Freud'un sorunu bu şekilde ortaya koyarak kendi kendine Claparede'in uygulamada çoktan cevapladığı so­ ruyu sorduğu görülür. 274 Freud böylece, "Erken Bunamanın Psikolojisi"nde dikkat çektiğim, şizofrenide gerçekliğin kaybedilmesinin tamamen ero­ tik ilginin çekilmesinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı sorusu­ nu ya da bunun genel anlamda nesnel ilgiyle örtüşüp örtüşme­ diğini sormaktadır. Normal "fonction du reel"in Oanet) sadece erotik ilgiyle sürdürüldüğünü düşünmek güçtür. Olgu, birçok vakada gerçekliğin tümüyle ortadan kaybolmasıdır, öyle ki bu hastalarda psikolojik uyumun izine bile rastlamak imkansızdır. (Böyle durumlarda gerçekliğin yerini karmaşık içerikler alır). Do­ layısıyla yalruzca erotik ilginin değil, aynı zamanda her tür ilgi­ nin ve onunla birlikte de gerçekliğe bütün uyumun kaybolduğu­ nu kabul etmek zorundayız. 275 Daha önce "Erken Bunamanın Psikolojisi"nde "psişik enerji" ifadesini kullanmak suretiyle bu güçlüğün üstesinden gelmeye çalışmıştım, çünkü erken bunama kuramını cinsel olarak tanım­ lanan libidonun yer değiştirmesi kuramına oturtamıyordum. O zamanlar ağırlıkla psikiyatri alanındaki deneyimlerim bu ikinci kuramı anlamama izin vermiyordu; Histeri ve saplantılı nevroz alanlarındaki artan deneyimlerim sayesinde ancak sonradan bu­ nun nevroz çerçevesinde kısmen doğru olduğunu fark ettim. Tamamen cinsel olan libidonun anormal yer değişimleri bu has­ talıklarda büyük rol oynamaktadır. Ancak nevrozlarda cinsel li­ bidonun oldukça karakteristik bir şekilde bastırılmasına rağmen, erken bunamanın tipik göstergesi olan gerçeklik yitimi kesinlikle meydana gelmez. Erken bunamada gerçeklik işlevinin yitimi o kadar ileri boyutlardadır ki, cinsel karakterinin tamamen redde­ dilmesi gereken diğer içgüdüsel güçlerin de kaybı söz konusu olmalıdır. Çünkü kimse gerçekliğin cinselliğin bir işlevi olduğu120

nu savunamaz. Dahası, öyle olsaydı, nevrozlarda erotik ilginin çekilmesi zorunlu olarak erken bunamada görülene benzer bir gerçeklik yitimine neden olurdu. Fakat daha önce de dediğim gi­ bi durum böyle değildir.

276 bayağı il erleme kaydettim, şimdi eskisinden çok daha iyiyim. Rüyalarımı analiz etmeye çalışh. Onları anlamadığı doğru, ancak çok uğraştı. O gerçekten iyi bir doktor." 11

240

onun içinde zaafları da olan ama aynı zamanda insanlık görevle­ rini sonuna kadar yerine getirmeye çalışan bir insan bulurlar. Birçok kez analistin kendi ahlaki gelişiminde başarılı olduğu için tedavide de başarılı olduğunu görme fırsab buldum. Sanının so­ runuz için bu cevap yeterli olacakbr.

Dr. Log'dan 2 Şubat 1913 588 Katarsis yönteminin uygulandığı tedavilerde asıl rolü gerçek ya da hayali travmaların "boşalhmırun" değil, analiste ve omın yöntemine olan güvenin oynadığının kanıtlandığını varsayarak, bazı sorularıma doğrulayıcı bir tonla cevap veriyorsunuz. Ben de öyle düşünüyorum. Aynı şekilde kadim "eczacı karışımları" ile Lourdes tedavisinin ya da zihin tedavicilerinin, Hıristiyan Bilim­ cilerin ve ikna terapistlerinin iyileştirici etkisinin uygulanan yön­ temlerden çok mucizeyi yaratana olan inançtan kaynaklandığı şeklindeki görüşünüze de kahlıyorum. 589 Ama işte burada hassas noktaya geliyoruz: Kahin, tanrıların iradesinin kurbanlık hayvanın iç organlarıyla dışa vurulduğuna inandığı sürece kahin olarak kalabilir. Buna arlık inanmadığı zaman kendi kendine şu soruyu sorabilir: Devletin refahını ar­ hrmak için kahinlik otoritemi kullanmaya devam edeyim mi, yoksa yeni ve bence daha gerçek olan bugünkü kanaatlerimi mi kullanayım? Her iki yol da olabilir. Birinciye fırsatçılık denir, ikinciye ise hakikatin ve bilimsel içtenliğin izlenmesi. Doktor için ilk yol muhtemelen terapötik bir başarı ve şöhret getirir, ikinci ise böyle bir adamın ciddiye alınmaması gerektiği şeklinde bir yaklaşımı. Freud ve okulunda en çok saygı duyduğum şey haki­ kati bulmaya yönelik tutkulu arzudur. öte yandan bazı insanlar farklı bir sonuca varmaktadır: "Meşgul bir hekimin bu araşhr­ macırun ve onun takipçilerinin görüşlerinin gelişimine ayak uy­ durması mümkün değildir." (Frank, Affektstörungen, Giriş, s. 2). 590 Bu şakayı kolayca görmezden gelmek mümkündür, ancak öz eleştirinin ciddiye alınması gerekir. Kişi yine de kendi kendine sorabilir: Bilim sürekli bir akım olduğuna göre, ilke olarak tera­ pötik sonuçlar alabileceğimi bildiğim herhangi bir yöntemi ya da yöntemler bileşimini görmezden gelme hakkım var mıdır? 591 Hipnozun (ya da yan hipnozun, derecesi bir şeyi değiştir­ mez; dediğiniz gibi her hekimin ve adı ne olursa olsun her tera­ pötik yöntemin mecburen yararlandı�ı) telkinle tedavide yar241

dımcı araç olarak kullanılmasına karşı duyduğunuz nefretin te­ mel nedenine yakından bakınca, sizi hipnotizmadan nefret etti­ ren şeyin altında, saf psikanalitik yöntemle kolay kolay yok edi­ lemeyecek olan ve aslında tedavinin başarısında önemli bir yer tutan doktora "aktarım" denilen olgudan başka bir şey yatmadı­ ğını görmek mümkündür. Psikanalistin ellerinin temiz olduğun­ dan emin olması gerektiği -buna kayıtsız şartsız kahlıyorum- yo­ lundaki koşulunuz bunun manhksal sonucudur. Ancak terapötik amaçlarla kaçınılmaz biçimde "analiste aktarım" kullanmak, psi­ ko-terapötik bir işlemde hipnozdan yardım almaktan daha mı az "kahince" bir şeydir? Her iki durumda da tedavi aracı olarak inanca bel bağlamaktayız. Kadın ya da erkek, hastanın analiste karşı duygularına gelince, arka planda bilinçli ya da bilinçdışı cinsel arzudan başka hiç mi bir şey yoktur? Birçok vakada izle­ nimleriniz kesinlikle doğru olup, birden fazla sayıda kadın hip­ nozun başında şehvet duygusu yaşadığını itiraf edecek kadar iç­ tenlik göstermiştir. Fakat bu her zaman olan bir şey değildir - ya da yılan ve kuş örneğinde olduğu gibi bir hayvanın başka bir hayvan tarafından hipnotize edilmesinin altında yatan duyguyu nasıl açıklayacaksınız? Eminim, kadının erkeğe boyun eğmeden önce yaşadığı hipnoz durumunda baskın olan şey -muhtemelen korkuyla karışık olmakla birlikte- saf libido sexualis iken, burada libidonun tersine dönmesi olan korku duygusunun baskın oldu­ ğunu söyleyeceksiniz. 592 Her nasıl olursa olsun, sizin üç vakaruzdan "hipnozcuya karşı duyarlılık" ile "analiste aktarım" arasında, hipnozla psika­ nalizin bir yan unsur olarak birleşmesini reddetmeyi gerektire­ cek etik bir farklılık göremiyorum. Hipnoz kullanımını ya da da­ ha doğrusu hipnoz durumunu neden bu kadar savunduğumu soracaksınız. Çünkü bu yolla saf psikanalitik yöntemle olduğun­ dan çok daha hızlı iyileştirilebilecek vakalar olduğunu düşünü­ yorum. Örneğin, çocukluğundan beri enuresis nocturna [gece alh­ ru ıslatma] sorunu olan ancak onun dışında son derece sağlıklı, yetenekli, emsallerinden üstün, vb. olan on beş yaşındaki bir kızı en fazla beş ya da alb seansta tamamen iyileştirdim. Kız daha önce her türlü tedavi yöntemini denemiş ama sonuç alamamışb. 593 Belki yatak ıslatmayla kızın psikoseksüel eğilimi arasındaki psikanalitik bağlanbları ortaya çıkarmam ve ona anlatmam, vs. gerekirdi. Ancak yapamadım, çünkü kız ancak kısa Paskalya ta­ tillerinde tedaviye gelebiliyordu: Bu yüzden onu hipnotize ettim ve sorun ortadan kalkb. 242

594 Psikanalizde hipnozu hastanın "direniş"in üstesinden gel­ mesi için kullanıyorum. 595 Bunun dışında, "yeniden canlandırma" aşamasını hızlan­ dırmak için psikanalizle bağlantılı olarak yan-hipnozu kullanı­ yorum. 596 Örnek vermek gerekirse, el yıkama takınhsı olan bir hasta Dr. X'in bir yıllık psikokatarsis tedavisinden sonra bana gönde­ rildi. El yıkama törenlerinin sembolik anlamı hastaya anlahlmış­ h, fakat kadın çocuklukta meydana geldiği iddia edilen travma­ ların "boşalhmı" sırasında daha da ajite olmuştu, çünkü kendi kendini telkinle, tedavi olamayacak kadar yaşlandığına, hiçbir "imge" vs. görmediğine inandırmışh. Bu yüzden kadının el yı­ kama sıklığını azaltmasına yardımcı olmak -böylece kaygı duy­ gusu uzaklaşacakh- ve sonrasında ellerini yıkamadan, elindeki­ leri yere ahp onlan tekrar yerden alma eğitimi için hipnozu kul­ landım. 597 Bu düşünceler ışığında konuyu daha da ileri taşımaya istek­ liyseniz eğer, hipnotik yöntemin niçin reddedilmesi gerektiği konusunda beni daha ikna edici nedenlerle aydınlahr ve bu tür vakalarda hipnoz dışında ne yapılabileceğini ya da onun yerini neyin alacağını açıklarsanız müteşekkir olurum. İkna olduğum takdirde hipnozu bırakacağım; fakat bu konuda sizi ikna eden şey beni etmedi. Si duo Jaciunt idem, non est idem [Aynı şeyi yap­ sak da yaphğımız şey aynı şey değildir]. 598 Üstünkörü de olsa değindiğiniz başka bir önemli konuya geçmek ve bir soru sormak istiyorum şimdi de: Nevrotik fantezi­ lerin ardında hemen hemen her zaman (ya da her zaman) bugü­ ne ait bir ahlaki çahşma vardır. Bu konuda düşüncelerim gayet net. Araşhrmayla terapinin yollan kesişiyor; Görev: Çahşmanın nedenlerini aramak ve rasyonel bir çözüm bulmakb.r. 599 Güzel- Ama her zaman rasyonel bir çözüm bulunabilir mi? "Yerindelik nedenleri" hastaya ("dindar" -ikiyüzlü!- Katolik ve­ ya Protestan ailelerden gelen çocuklar, genç kızlar ve kadınlar) göre değişen biçimlerde sıkça yolu b.kar. İşte yine o lanetli fırsat­ çılık! Bir meslektaşım kafayı mastürbasyona takmış genç bir Fransız çocuğu cinsellik konusunda aydınlatmaya başlamakta tamamen haklıydı. Derken geri kafalı l;>üyükanne delirmiş gibi içeri dalnuş ve ortaya tatsız bir manzara çıkmışh. Bu ve benzeri vakalarda nasıl hareket edilecektir? Sevgi ve görev arasında ah­ laki bir çahşmarun (evlilikteki çahşmalar) yaşandığı vakalarda 243

ya da genel olarak içgüdüyle ahlaki görev arasındaki çatışmalar­ da- ne yapılacakbr? Sevgiye ihtiyaç duyan ancak evlenme şansı olmayan ya da uygun bir erkek bulamayan ve "iyi bir aileden" geldiği için iffetini korumak isteyen histeri ya da kaygı semptom­ ları gösteren bir kızın durumunda ne yapılacakbr? Sadece telkin­ le semptomlardan kurtulmaya mı çalışılacaktır? Fakat daha iyi bir yol bulunur bulunmaz bu hatalı olacaktır. 600 Kişi iki bilinci, yani gerçeğe olan bağlılığını intra muros [du­ varların arasına] sınırlamak istemeyen birinin bilinciyle, tedavi etmek zorunda olan, ya da kendi gerçek düşüncelerine göre teda­ viye cesaret edemediği takdirde en azından birazcık teselli sağ­ lamak zorunda olan hekimin bilinci, nasıl uzlaştıracaktır? Şu an­ da yaşıyoruz, ama geleceğin fikir ve idealleriyle. İşte bizim çatış­ mamız. Nasıl çözeceğiz bunu?

Dr. Tung'dan 4 Şubat 1913 601 Dünkü mektuptaki sorunuzla beni oldukça mahcup etti­ niz. Son sözlerimin ardındaki ruhu doğru tahmin etmişsiniz. Si­ zin de bu ruhu onaylamaruza memnun oldum. Bu tür bir hoşgö­ rüyle övünç duyabilecek kişi sayısı çok fazla değildir. Uygula­ macı bir hekim olduğumu düşünseydim kendimi aldatmış olur­ dum. Ben her şeyden önce bir araştırmacıyım ve bu da doğal ola­ rak birçok sorun karşısında farklı bir tutum alınama neden olu­ yor. Son mektubumda, özellikle de size bir kişiyi hipnoz terapi­ sinden vazgeçmeye iten nedenleri göstermek için, hekimin pratik ihtiyaçlarını bilerek ele almadım. Muhtemel bir itiraza karşı, hip­ nozdan insan psişesinin temel kuvvetleriyle ilgilenmekten ka­ çınmak için değil, onlarla doğrudan ve açık bir şekilde savaşmak için vazgeçtiğimi hemen belirteyim. Hipnozda ne tür güçlerin rol oynadığını anlar anlamaz, bu yöntemin bütün dolaylı avantajla­ rını ortadan kaldırmak için bıraktım. Biz psikanalistler -ve de hastalarımız- her gün bedel ödemek pahasına gördüğümüz üze­ re, "analiste aktarım12" ile birlikte değil ona karşı ve ona rağmen iş yaparız. Dolayısıyla hastanın inancına değil, onun eleştiriciliğine güveniriz. Bu duyarlı soru için söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. ıı

Freudcu anlamda çocuksu ve cinsel fantezilerin analiste aktarımı olarak tanım­ lanmışhr. Daha ileri bir aktarım kavrayışı, bunda, çocuksu ve cinsel analojilerden yararlanmakla başlayan o önemli empati sürecini de algılar.

244

602 Mektubunuzun da gösterdiği üzere, telkinle tedavinin ku­

ramsal yanı konusunda aynı fikirdeyiz. Dolayısıyla kendimizi pratik sorunlar üzerinde bir anlaşma işine verebiliriz. Doktorun ikilemiyle -bir büyücü ya da bilim ad� olmak- ilgili sözleriniz bizi konunun tam da özüne getirmektedir. Her ne kadar beni fa­ natik olmakla suçlayanların sayısı az olmasa da - fanatik olma­ maya çalışıyorum. Ben psikanalitik yöntemlerin her ne pahasına olursa olsun uygulanması için değil, sadece araşbrma yöntemle­ rinin ve bunların sonuçlarının tanınması için mücadele etmekte­ yim. Ben uygulamanın, hakikati arayışın itaat ettiği yasalardan başka yasalara itaat ettiğini ve etmek zorunda olduğunu bilecek kadar uzun süre bbbi hekimlik yapbm. Burada hekimin her şey­ den önce yerindelik kuralına uyması gerektiği söylenebilir. Araş­ brmacı hekimi "tek gerçek" bilimsel yöntemi kullanmamakla suçlarsa büyük hata yapar. Size son mektubumda dediğim gibi: "İşe yaradığı sürece doğru doğrudur." Diğer taraftan hekim de araşbrmacıyı, doğruyu ve yeni ve belki de daha iyi yöntemleri ararken alışılmadık yöntemlere başvuruyor diye suçlamamalıdır. Ne de olsa, ceremeyi çekmek zorunda olan hekim değil araşbr­ macıdır. Hekim nasıl uygulayacağım bildiği ve kendisine görece olumlu sonuçlar sağlayacak olan bu yöntemleri elbette kullan­ malıdır. Gördüğünüz gibi benim hoşgörüm Hıristiyan Bilimine kadar uzanmaktadır. Fakat Frank'ın, uygulamacı bir hekimin içinde yer alamayacağı -uyguladığı yöntemi borçlu olduğu- bir araşhrmaya iftira atmasını büyük haksızlık olarak görürüm. Ar­ hk her yeni fikri eleştirmekten vazgeçilmelidir. Kimse Frank ve meslektaşlarından psikanalist olmalarını istememektedir. Biz on­ ların var olma hakkını tanıyoruz, peki onlar neden hep bizim var olma hakkımızı engellemeye çalışıyorlar ki? 603 Kendi uyguladığım "tedaviler"in de gösterdiği gibi, telkinin etkisinden kuşkum yok. Ben sadece ondan daha iyi bir şey bula­ bileceğim duygusunu taşımaktayım. Nitekim bu umudun haklı olduğu ortaya çıkb. Arhk sonsuza dek şöyle denmeyecektir: Eğer bu dünyada iyi olana ulaşıyorsak Daha iyi olana apaçık yalan deriz!'3 604 Ben sizin işinizi yapıyor olsaydım, sadece psikanalize güu

[Faust, Bölüm 1, Gece Sahnesi.] 245

venmekle sık sık zorluklar yaşayacağımı içtenlikle itiraf ediyo­ rum. Özellikle de bir sanatoryumda yapılan ve psikanalizden başka hiçbir yardımcı unsuru bulunmayan genel bir uygulamayı hayal bile edemiyorum. Gerçi Bircher'in Zürih'teki sanatoryu­ munda en azından asistanların birkaçı tarafından psikanaliz yön­ temi uygulanıyor, ancak burada hastalara aynı zamanda bütün öteki eğitsel etkiler de uygulanmaktadır ki, bunlar olmasaydı iş­ ler muhtemelen ters giderdi. Ben de kahksız psikanaliz uygula­ malarımda, bir kurumda doğal olarak el albnda bulunan diğer yeniden-eğitim yöntemlerinden -ancak kuşkusuz özellikle de kontrol albnda tutulamayan, eğitimsiz hastalarla uğraşhğım özel vakalarda- yararlanamadığım için sık sık hayıflanırım. Hangimiz her derde deva bir ilaç keşfettiğini iddia edebilir ki? Psikanalizin başka bir yöntemden daha kötü sonuçlar verdiği vakalar vardır. Ama kim psikanalizin her zaman ve her yerde kullanılması ge­ rektiğini iddia etmiştir ki? Ancak bir fanatik böyle bir görüşü dile getirebilir. Psikanalize uygun olan hastaların seçilmesi gerekir. Ben uygun olmadığını düşündüğüm hastalan tereddütsüz öteki hekimlere gönderirim. İşin doğrusu, bu pek sık olmaz, çünkü hastaların kendi kendilerini sınıflandırma yönteinleri vardır. Psi­ kanaliste giden hastalar genellikle niçin başka bir yere değil de oraya gittiklerini çok iyi bilirler. Aynca, psikanalize mükemmel biçimde uyan birçok nevrotik bulunmaktadır. Bu konularda her türlü şematizmden kaçınmak gerekir. Boşa kürek çekmek hiç akıllıca bir davranış değildir. Basit hipnotizma mı, katarsis teda­ visi mi yoksa psikanaliz mi kullanılacağına, vakaya ve hekimin tercihine göre karar verilmelidir. Her doktor en iyi bildiği araçla en iyi sonucu elde eder. 605 Ancak istisnaları bir yana bırakırsak, benim ve de hastalarım için psikanaliz öteki yöntemlerden daha iyi sonuç vermektedir. Bu yalnızca bir hissetme sorunu değildir; pek çok deneyimden, bütün diğer tedavi yöntemlerine direnç gösteren birçok vakanın ancak psikanalizle tedavi edilebileceğini biliyorum. Benzer de­ neyimlere sahip olan birçok meslektaş hatta yalnızca uygulamalı çalışma yapan kişiler biliyorum. İkinci dereceden bir yöntemin böyle bir sonuç alabilmesi pek mümkün değildir. 606 Psikanaliz uygun bir vakaya bir kez uygulandığında çahş­ malara rasyonel çözümler bulmak gerekir. Burada hemen birçok çahşmarun yapısı gereği çözümsüz olduğu söylenerek itiraz edi­ lecektir. İnsanlar bazen böyle düşünür çünkü onların aklına sa246

dece dış çözümler gelir ki, temelde bunlar hiç de çözüm değildir­ ler. Eğer bir erkek eşiyle anlaşamıyorsa, doğal olarak çatışmanın ancak başka biriyle evlenmesiyle çözüleceğini düşünür. Bu tür evlilikler incelendiğinde hiçbir çözümleri yokmuş gibi görünür. Yaşlı Adam yeni bir evliliğe girişir ve bunu da önceki gibi berbat eder. Gerçek çözüm ancak ve ancak içte, hastanın farklı bir tavır benimsemesinde yatmaktadır.

607 Eğer dıştan bir çözüm mümkün olabilseydi psikanalize ge­ rek duyulmazdı; yok eğer bir iç çözüm aranıyorsa, o zaman özel bir psikanaliz göreviyle karşı karşıyayız demektir. "Sevgi ve gö­ rev" arasındaki çatışma "sevgi ve görev" in artık birbirinin karşıtı olmadığı -ki gerçekte böyledir- bir karakter düzeyinde çözülme­ lidir. Aynı şekilde, "içgüdü ve geleneksel ahlak" arasındaki bili­ nen çatışma da her iki faktörü göz önünde bulunduracak şekilde çözülmelidir; yine bu da ancak karakter değişimiyle mümkün­ dür. Bu değişimi psikanaliz sağlayabilir. Bu tür vakalarda dış çö­ zümlerin olmaması, olmasından daha iyidir. Doğal olarak, dok­ torun nasıl bir yol izleyeceğini ve görevinin ne olduğunu yerin­ delik belirleyecektir. Çok daha ağır olan "hastasına nasıl yardım edebileceği" sorusuna kıyasla önemsiz kalan "bilimsel düşünce­ lerine sadık kalıp kalmama" şeklindeki vicdan muhasebesi ge­ rektiren sorudan söz ediyorum. Doktor ara sıra kahini

melidir. Mundus vult decipi

vynayabil­

[Dünya aldatılmak istiyor]- fakat iyi­

leştirici etki aldatma değildir. Gerçi ideal düşünceyle somut ola­ sılık arasında bir çelişki vardır. Fakat bugünün görevlerini unu­ tup sadece idealleri ekip biçecek olursak, geleceğin tohumlan için toprağı iyi hazırlayamayız. Bu da boş hayalden başka bir şey değildir. Bir zamanlar Kepler'in para için yıldız falına baktığını ve birçok sanatçının sırf kann tokluğuna çalışmak zorunda kal­ dığını unutmayın.

Dr. Loj/dan 9 Şubat 1913

608 Saf araştırmayı düşününce aynı hakikat tutkusuna, terapiyi düşününce aynı şifa verme arzusuna kapılırız. Doktor için oldu­ ğu gibi araştırmacı için de her bakımdan eksiksiz bir özgürlük herhangi bir anda en iyi sonucu vadeden yöntemi seçme ve uy­ gulamada tam özgürlük- isteriz. Bu son noktada aynı fikirdeyiz, ama görüşlerimizin kabul görmesini arzu etsek bile, bu hala, di­ ğerlerini de tatmin edecek bir kanıt gerektiren bir varsayım ol­ maktan öteye gitmemektedir.

247

609 Her şeyden önce, yanıtlanması gereken bir soru, İncil'de so­ rulmuş olan eski bir soru söz konusudur: "Hakikat nedir?" Te­ mel düşüncelerin her yerde açık bir şekilde tanımlanması gere­ kir. "Hakikat" kavramına nasıl geçerli bir tanım bulacağız? Belki bir alegori bize yardımcı olabilir. 610 Güneşin önüne dev bir prizma tutulduğunu ve ışınlann kı­ nldığını varsayalım, ancak insanlann bu olaydan hiçbir şekilde haberleri olmadığını kabul edelim. (Kimyasal, görünmez, ultra­ viyole ışınlan bir kenara bırakıyorum.) Mavi renkte aydınlanmış bölgede yaşayanlar "Güneş sadece mavi ışık gönderiyor!" diye­ cektir. Haklılar ama yine de haksızlar: Kendi bakış açılanndan sadece hakikatin bir parçasını görebilmektedirler. Aynı şey kırmı­ zı, sarı ve ara renkli bölgelerde yaşayanlar için de geçerlidir. So­ nunda bunlar kendi kısmi hakikatlerini diğerlerine dayatmak için birbirlerini kırbaçlayıp öldürürler - ta ki, birbirlerinin bölge­ lerine seyahat edip güneşin farklı renkler gönderdiği konusunda hemfikir olana kadar. Bu biraz daha kapsamlı bir hakikattir, ama yine de tek hakikat değildir. Ancak dev bir lens birbirinden ayrı­ lan ışınlan yeniden bir araya topladığı ve görünmez, kimyasal ışınlarla ısı ışınlan kendi etkilerini gösterdikleri zaman hakikate daha yakın bir görüş ortaya çıkacak ve insanlar güneşin priz­ mayla farklı niteliklerde, farklı ışınlara bölünen beyaz bir ışık yaydığını ve bu ışınlann lens tarafından bir araya getirilerek be­ yaz bir ışına çevrildiğini anlayacaklardır. 611 Bu örnek, sonuçlan, sağlam temeller üstüne oturmuş hipotez ve kuramlar ortaya konana kadar özgürce seçilmiş deneyler yar­ dımıyla kontrol edilmesi gereken bir dizi karşılaşhrmalı gözlem aracılığıyla Hakikate giden yolun gösterilmesine yardımcı ol­ maktadır; ancak bu hipotez ve kuramlar kendileriyle çelişen tek bir yeni gözlem ya da deneyle birlikte yere çakılacakhr. 612 Yol meşakkatlidir, ama sonunda elde edeceğimiz tek şey nis­ pi hakikattir. Fakat, geçmişteki önemli hakikat bağlanhlannın açıklanmasını, bugünün hakikatlerinin aydınlanmasını ve gele­ ceğin hakikatlerinin önceden kestirilmesini sağlayarak bizi bil­ gimiz aracılığıyla uyum sağlayabilecek duruma getirdiği sürece, böyle bir nispi hakikat şimdilik yeterlidir. Buna karşılık mutlak hakikate ancak her şeyi bilerek, bütün muhtemel bağlanh ve bi­ leşimlerin bilgisine sahip olunarak ulaşılabilir; ancak bizler için bu mümkün değildir, çünkü bağlanh ve bileşimlerin sayısı son­ suzdur. Dolayısıyla, hiçbir zaman yaklaşık hakikatten fazlasını 248

bilemeyiz. Yeni bağlantıların keşfedilip yeni bileşimlerin oluştu­ rulmasıyla resim ve onunla birlikte bilgi ve eylemin sınırlan de­ ğişir. Her yeni bilimsel buluş günlük yaşamda ne devrimlere yol açmaz ki: İlk elektrik kuramının başlangıa nasıl da saçmalık de­ recesinde küçük, sonuçlar nasıl da anlaşılmaz ölçüde büyüktü! 613 Bunlar basmakalıp sözlerdir, ancak her alandaki buluşçular ve özellikle de psikanaliz okulunun takipçileri için yaşamın nasıl da sanalı olduğunu görünce bunları sürekli tekrarlamalıdır. "Akademik" bir tartışma söz konusu olduğu sürece bu basmaka­ lıp sözleri herkes kabul etmektedir, ama hepsi buraya kadar; so­ mut bir vaka söz konusu olur olmaz sempatiler ve antipatiler öne çıkmakta ve düşünceyi karartmaktadır. O yüzden araştırmaa her alanda araştırma özgürlüğü uğruna yorulmaksızın mücadele etmeli, mantığa ve içtenliğe seslenmeli ve hangi siyasi veya dini inançtan olursa olsun despotların bu özgürlüğü yok edecek veya hatta sınırlayacak "yerindelik nedenleri" öne sürmelerine izin vermemelidir. Yerindelik nedenleri belki başka bir yerde geçerli olabilir, ama burada değil. Nihayet, Ortaçağın görüşlerine, philo­ sophia ancilla theologiae'e [felsefe ilahiyatın cariyesidir] ve şu veya bu siyasi veya dini grup hesabına üniversite kürsüleri kurmaya bir son vermeliyiz. Her türlü fanatizm, her şeyden önce bağımsız olması gereken bilimin düşmanıdır. 614 Hakikat arayışından tekrar tedavi bilimine dönecek olursak, burada da yine aynı fikirde olduğumuzu görürüz. Uygulamada yerindelik yönlendirici olmalıdır: San bölgedeki hekim san böl­ gedeki hastalara, mavi bölgedeki hekim de kendi hastalarına uyum sağlamalıdır; her ikisinin hedefi de aynıdır. Beyaz ışıktaki hekimse, daha geniş bilgi dağarağına rağmen veya o nedenle, san veya mavi bölgedeki hastaların geçmiş deneyimlerini göz önünde bulundurmalıdır. Bu tür vakalarda iyileşme süreci uzun ve zorlu olacak, hatta belki de kendisi gibi beyaz ışığı bilen hasta­ larla ilgilendiği sıradakinden, ya da başka bir deyişle, hastaların "kendilerini çoktan sınıflandırmış" olması halinde daha kolayca çıkmaza girecektir. Psikanalist kendilerini sınıflandıran hastalar­ da özellikle psikanaliz yöntemleriyle çalışabilir; "Kahini oyna­ mak" zorunda kalmadığı için kendini şanslı hissedebilir. 615 Peki ya bu psikanaliz yöntemleri, nelerdir bunlar? Sizi doğru anladıysam eğer, bu genel anlamda, ister marazlı, ister sağlam, ister ikisi arasında bir noktada olsun, -çünkü maraz ve sağlık his­ settirmeden birbirinin içine akar- hastanın zihin gözlerinin içinde 249

yaşanmakta olan drama karşı açılması için insan psişesinin temel güçleriyle doğrudan ve açık bir şekilde çalışma sorunudur. Has­ tanın, kişiliğinin gelişimine düşman olan otomatizmleri öğren­ mesi ve bu bilgiyle kendini bunlardan yavaş yavaş kurtarmaya alışması gerekir; ama aynı zamanda kendi lehine olan otoma­ tizmleri nasıl kullanıp güçlendireceğini de öğrenmelidir. Kendini tanıyarak ve zihninin çalışmasını kontrol ederek duyguyla akıl arasında bir denge kurmayı öğrenmelidir. Bütün bunlarda telkin ne kadar yer tutmaktadır? Hasta gerçekten kurtulmuş hissedene kadar telkinden tamamen kaçınılabileceğini sanmıyorum. Bu kurtuluşun uğruna mücadele verilecek temel şey olduğunu ve bunun aktif bir kurtuluş olduğunu söylememe bile gerek yoktur. Hasta telkine ancak "analiste yapılan aktarım" devam ettiği sü­ rece itaat eder. 616 Hastanın her duruma uyum sağlayabilmesi için kendisini "içeriden" güçlendirmesi gerekir. Artık inancın desteğine ihtiyaç duymaması ve bütün kuramsal ve pratik sorunlarla baş edebil­ mesi ve onları kendi başına çözebilmesi gerekir. Sizin görüşünüz böyle, değil mi, yoksa sizi yanlış mı anladım? 617 İkinci olarak şunu soracağım: Her bir vakanın -psikanaliz yönteminin sınırlan içinde- ayn ayn ele alınması gerekmez mi? Her vaka diğerinden farklı olduğuna göre kesinlikle farklı bir te­ daviyi gerektirir. 618 Adını habrlayamadığım bir Fransız hekim "il n'y a pas de maladies, il n'y a que des malades" [Hastalık yoktur, sadece has­ talar vardır] demişti. Ama genel olarak söyleyecek olursak, tek­ nik bir bakış açısından analiz nasıl bir yol izler ve genelde ne tür sapmalar yaşanır? Bunu öğrenmekten memnun olurum. Her tür "kahin hilesinin", karanlık odaların, maskelerin, kloroformun, vs. konunun dışında olduğunu kabul ediyorum. 619 Görünüşe göre psikanalizin Dubois psikoterapisinden önem­ li bir farkı vardır. Dubois daha en baştan itibaren geçmişten ko­ nuşmayı yasaklamakta ve "iyileşmenin ahlaki gerekçeleri" ön plana çıkanlınaktadır; psikanaliz ise hastanın kendisini tanıma­ sını sağlamak için geçmişindeki ve bugünündeki bilinçalb mal­ zemeyi kullanmaktadır. Diğer bir fark ahlak anlayışıyla ilgilidir. Ahlak her şeyden önce "görelidir'' Ancak (genel anlamda) tel­ kinden kaçırulamadığı zamanlarda bunlara nasıl bir biçim veril­ melidir? Yerindelik, denecektir. Çok aydın olmayan bir çevrede yaşamak zorunda olan yaşlılar veya yetişkinler söz konusuysa, 250

sorun yok. Ama söz konusu olan geleceğin tohumlan olan ço­ cuklarsa, onları dogmatik bir temele dayanan geçmişin ahlak an­ layışlarının zayıf temelleri hakkında aydınlatmak ve hakikatin üstünü cesaretle açıp eğitmek suretiyle özgürleştirmek kutsal bir görev değil midir? Bunu analiz yapan hekimle yahut eğitmenle bağlanblı olarak sormuyorum. İlerlemeci okulların kurulması psi­ kanalist için bir görev olarak görülmemeli midir?

Dr. ]ung'dan 11 Şubat 1913 620 "Hakikatin" göreli bir şey olduğu çağlardır bilinmektedir ve bu hiçbir şeye engel değildir; olsaydı dogmalara ve otoriteye inanmayı engellerdi. Ama onu bile yapmıyor. 621 Bana psikanalizin ne olduğunu soruyorsunuz - daha doğru­ su anlahyorsunuz. Sizin görüşlerinizi ele almadan önce psikana­ lizin alanını belirleyip bir tanımını yapayım. 622 Psikanaliz her şeyden önce sadece bir yöntemdir - ama "yön­ tem" kavramının günümüzde ima ettiği bütün titiz gerekliliklere uyan bir yöntem. Psikanalizin, öğrenmeden her şeyi bilenlerin inanmaktan memnun olduğu gibi, bir anamnez olmadığını baştan söyleyeyim. Psikanaliz özünde, bilinçli zihnin incelenmesiyle or­ taya çıkarılamayan bilinçdışı çağrışımları araşhrma yöntemidir. Yine, psikanaliz zeka testine benzeyen bir inceleme yöntemi de­ ğildir, her ne kadar belli çevrelerde bu hataya yaygın bir şekilde düşülse de. Psikanaliz, hipnozla veya hipnozsuz olarak, gerçek veya hayali travmaları boşaltmayı sağlayan bir katarsis yöntemi de değildir. 623 Psikanaliz psişik içeriklerin analitik olarak en basit biçimine indirgenmesini ve uyumlu bir kişiliğin gelişimi sürecindeki en küçük direnç hathru keşfetmeyi sağlayan bir yöntemdir. Nev­ rozda tek tip bir yaşam yönü yoktur, çünkü karşıt eğilimler psi­ kolojik uyumu bozar ve engeller. Bugünkü bakış açımıza göre psikanaliz nevrozun tek rasyonel tedavisi olarak görünmektedir. 624 Psikanalizin teknik uygulaması için bir program oluşturula­ maz. Sadece genel ilkeler, ve bireysel analiz için çalışma kuralları vardır. (Çalışma kuralları için Freud'un lnternationale Zeitscriftfür arztliche Psychoanalyse14 -1. Cilt- içindeki çalışmasını öneririm.) 1 4 ["On Beginning the Treatment (Further Recommendations on the Technique of Psycho-Analysis !)" EDİTÖRLER.)

251

Benim tek çalışma kuralınt analizi oldukça sıradan, duyarlı bir sohbet şeklinde gerçekleştirmek ve her tür hbbi sihir görüntü­ sünden kaçınmakhr.

625 Psikanaliz tekniğinin temel ilkesi belli bir anda kendilerini ortaya koyan psişik içerikleri analiz etmektir. Analistin analizi sistematik bir doğrultuda sürdürmek adına yapacağı bir müda­ hale teknik bakımdan büyük bir hatadır. Psikanalizin kanun ve düzeni rastlanh denen şeydir.

626 Analizin başında doğal olarak önce anamnez ve teşhis gelir. Bunu izleyen analitik süreç her vakada birbirinden çok farklı şe­ kilde gelişir. Kurallar koymak neredeyse imkansızdır. Söylenebi­ lecek tek şey, çoğu zaman daha en başta birtakım dirençlerin, hem yönteme hem de analiste karşı dirençlerin baş göstermesi­ dir. Psikanaliz hakkında herhangi bir

fikri olmayan hastalara ön­

celikle yöntem hakkında biraz bilgi verilmelidir. Biraz bilgisi olanlarda ise genellikle düzeltilmesi gereken birtakım yanlış an­ lamalar söz konusudur ve aynca bilimsel eleştiri adı albnda yö­ neltilen bütün itirazların da cevaplanması gerekir. Her iki du­ rumda da yanlış anlamalar üstünkörü yorumlardan, yüzeysellik­ ten ve derin bilgisizlikten kaynaklanmaktadır.

627 Eğer hasta bir doktor ise her şeyi daha iyi bilme huyu olduk­ ça bezdirici olabilir. Zeki meslektaşlarla ayrıntılı bir kuramsal tartışma yapmakta yarar vardır. Akılsız ve bağnaz kişilerle ana­ lize sessizce başlanır. Bu tür kişilerin bilinçdışında sizi asla yü­ züstü bırakmayan bir işbirlikçiniz vardır. hk baştaki rüyalar eleş­ tirilerinin acınacak ölçüdeki yetersizliğini gösterir, öyle ki güya bilimsel kuşkulardan meydana gelen güzel binadan geriye küçük bir kişisel gurur yığını kalır. Bu bağlamda oldukça eğlenceli de­ neyimlerim oldu.

628 En iyisi hastaların rahatça konuşmasını sağlayıp kendinizi şu veya bu noktadaki bir bağlanhya işaret etmekle sınırlandırmak­ hr. Bilinçli malzeme bittiğinde sübliminal malzemeyi veren rüya­ lara geçilir. Eğer hastanın iddia ettiği gibi hiç rüya yoksa ve unutmuşsa, hala üretilmesi ve tartışılması gereken ancak direnç nedeniyle saklanan bir miktar daha bilinçli malzeme genellikle vardır. Bilinç boşalınca sıra, bilindiği gibi, analizin başlıca hedefi olan rüyalara gelir.

629 Analizin nasıl gerçekleştirileceği ve hastaya neler söylenece­ ği, öncelikle ele alınacak malzemeye; ikinci olarak, analistin bece­ risine; ve üçüncü olarak da hastanın kapasitesine bağlıdır. Konu-

252

ya iyice hakim olmayan birinin kesinlikle analiz yapmaması ge­ rektiğini vurgulamalıyım, bu da mevcut literatürü tam olarak bilmek demektir. Bu olmadığı takdirde çalışma sadece içinden çıkılmaz bir hal alacakhr. 630 Size başka ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Yeni sorulan bek­ lemem gerekiyor. 631 Ahlak ve eğitim sorusuna gelince, bu şeylerin analizin ileri bir aşamasına ait olduğunu ve o zaman da sorunun kendiliğin­ den çözüleceğini -ya da çözülmesi gerektiğini- söyleyeyim. Psi­ kanalizde reçeteler oluşturulamaz!

Dr. Loj/dan 16 Şubat 1913 632 Psikanalize başlamak için literatüre iyice hakim olmak gerek­ tiğini söylüyorsunuz. Doğru, ama bir şartla: İnsan literatürü ne kadar fazla okursa, farklı yazarlar arasında o kadar fazla çelişki­ ler bulunduğunu daha açık bir şekilde görüyor ve -yeterli kişisel tecrübe edinene kadar- hangisini benimseyeceğini daha az bili­ yor, çünkü hiçbir kanıt olmaksızın sıkça farklı değerlendirmeler yapılıyor. Örneğin, daha önce analiste yapılan aktarımın hasta­ nın iyileşmesi için gerekli bir koşul olduğunu düşünmekteydim (nitekim, telkin terapisinden edindiğim deneyimlerle bu görü­ şüm daha da pekişmişti). Fakat siz şöyle diyorsunuz: "Biz psika­ nalistler hastanın inancına değil eleştirelliğine bel bağlarız." Stekel ise buna karşı şunu yazıyor (" Ausgange der psychoanalytischen Kuren", Zentralblatt für Psychoanalyse, III, 1912-13, s. 176): "Ana­ listin habn iyileşmeye yardıma olabilir. Nevrotikler kendi hahr­ larına kesinlikle iyileşemez, analist hahrına iyileşirler. Bunu ana­ listi memnun etmek için yaparlar . . . " Yine burada da vurgu ke­ sinlikle telkinin gücüne yapılmaktadır. Ama Stekel hala kendisi­ nin saf ve basit bir psikanalist olduğunu düşünmektedir. öte yandan siz 28 Ocak tarihli mektubunuzda şöyle diyorsunuz: "Analistin kişiliği iyileşmede ana faktörlerden biridir." Bunu şöyle tercüme etmek gerekmez mi: Analist hastanın saygısını ka­ zanır ve onun sevgisine layık olursa, hasta onu mutlu etmek için onun yolunu izler ve kelimenin en geniş anlamıyla insani görev­ lerini yerine getirmek için nevrozunun üstesinden gelmeye çalışır? 633 Bütün bu belirsizlikten ancak yeterince kişisel deneyimle kurtulmak mümkündür, o zaman analist kendi kişiliğine en çok hangi yöntemin uyduğunu ve hangisinin en iyi terapötik sonucu 253

verdiğini de öğrenmiş olacakhr. Kişinin ne olduğunu anlamak için kendisini analize tabi tutmasının diğer nedeni de budur. Ne­ gatif yönden psikanaliz tanımınıza tamamen kahlıyorum: Psika­ naliz ne bir anarnnezdir, ne zeka testi gibi bir inceleme yöntemi ve ne de bir psikokatarsis. Fakat "psikanalizin uyumlu bir kişili­ ğin gelişimi içindeki en küçük direnç hathru ortaya çıkaran bir yöntem" olduğu şeklindeki pozitif tanımınız, bana sanki yaşam­ da yeni bir amaç için yüceltilmiş libidonun serbest bırakılması yerine sadece hastanın tembelliğine sesleniyormuş gibi geliyor. 634 Nevrozda tek tip bir yön olmadığını çünkü farklı eğilimlerin psişik uyumu engellediğini söylüyorsunuz. Doğru, ama psişik uyum arhk iyileşmiş olan hastanın yaşamını dosdoğru acıdan kaçınmaya (en küçük direnç hath) ya da en büyük mutluluğu el­ de etmeye yönlendirmesine göre büyük farklılıklar göstermez mi? Birinci durumda daha pasif olacak ve sadece "gerçekliğin ağırbaşlılığına" boyun eğecektir (Stekel, s. 187). İkinci durumda şu veya bu şeye ya da kişiye karşı "coşkuyla dolacakhr" Peki ama "ikinci" yaşamında daha aktif ya da daha pasif olmasını ne belirleyecektir? Size göre bu belirleyici faktör analiz sürecinde kendiliğinden mi ortaya çıkmaktadır ve analist dengeyi şu veya bu taraf lehine değiştirecek müdahalelerden özenle kaçınmalı mıdır? Yok eğer, hastanın libidosunu belli bir yöne kanalize et­ mekten kaçınamıyorsa, o zaman psikanalist olarak adlandırılma hakkından vazgeçecek ve "ılımlı" veya "radikal" olarak görüle­ cek midir? (Fürtmuller, "Wandlungen in der Freud'schen Schu­ le", Zentralblatt, III, s. 191.) Ancak 1 1 Şubat tarihli mektubunuzda bu soruyu zaten cevapladığınızı düşünüyorum: "Analistin anali­ zi sistematik bir doğrultuda sürdürmek adına yapacağı bir mü­ dahale teknik bakımdan büyük bir hatadır. Psikanalizin kanun ve düzeni rastlanh denen şeydir." Ancak bu cümle bağlamından koparıldığında, muhtemelen tam olarak ne demek istendiği anla­ hlamayacakhr. 635 Analize başlamadan önce hastayı psikanaliz yöntemi hak­ kında aydınlatmaya gelince, bu konuda Freud ve Stekel ile ayru fikirde gibisiniz: Az olsun, iyi olsun. Çünkü hasta yarım yamalak bilgilendirileceğinden ve yarım yamalak bilgi de beraberinde "daha fazlasını öğrenme isteğini" getireceğinden, bu da ilerle­ meyi engeller. Dolayısıyla, kısa bir açıklamadan sonra, öncelikle bırakın hasta konuşsun, siz şu veya bu noktadaki bağlanhlara dikkat çekin, bilinçli malzemenin tükenmesinden sonra da rüya­ lara geçin. 254

636Fakat burada önüme, daha önceki görüşmemizde sözünü et­ tiğim başka bir engel çıkmaktadır: Hastanın, (ya bilinçli taklit ve aktarımla ya da analiste karşı kendi silahlarıyla mücadele etmek adına apaçık meydana okuyarak) analistin tonunu, dilini veya jargonunu benimsediği görülür - o zaman hastanın, sözüm ona erken çocukluktaki gerçek travmalardan, spontane olduğu iddia edilen ama gerçekte, bilinçsizce de olsa doğrudan ya da dolaylı şekilde telkin edilen rüyalara kadar her türden fanteziler üretmesi nasıl engellenebilir? 637 Forel'in (Der Hypnotismus'ta) hastalarına tam olarak istediği rüyayı gördürdüğünü ve benim de bu deneyi kolayca tekrarladı­ ğımı o zaman size söylemiştim. Fakat analist hiçbir telkinde bu­ lunmak istemezse, o takdirde -rüya yorumu sırasında hastaya kendi yorumlarını aktardığı zamanlar dışında- çoğu vakit sessiz kalıp hastanın konuşması mı sağlanmalıdır?

Dr. /ung'dan 18 Şubat 1913 638 Psikanaliz literatüründe bir karmaşa yaşandığına dair göz­ leminize kahlmamak mümkün değil. Tam da bu noktada analitik sonuçların kuramsal açıdan değerlendirilmesinde birbirinden farklı görüşler ortaya çıkmaktadır, birçok bireysel sapma da ca­ basıdır. Freud'un tamamen nedenselliğe dayanan anlayışına kar­ şı, anlaşıldığı kadarıyla onunkiyle tam bir karşıtlık içinde, Ad­ ler'in -gerçekte Freud'un kuramının asli bileşeni olmasına karşın­ tamamen ereksel bakış açısı ortaya çıkrnışhr. Ben her iki bakış açısını da hesaba katan orta yolu tercih ederim. Psikanalizin te­ mel sorunlarının ne denli zorlu olduğu düşünülecek olursa, bü­ yük görüş aynlıklarının çıkması şaşıma değildir. Özellikle de psikanalizin terapötik etkisi sorunu, sorunların en zorlanyla bağ­ lanhlıdır, o kadar ki nihai bir sonuca ulaşmamız gerçekten de şa­ şıma olurdu. 639 Stekel'in sözleri oldukça tipiktir. Analist habn için söyledik­ leri doğru, fakat bu analitik terapi için bir amaç ya da yol göste­ ren bir ilke olmaktan çok sadece olayın açıklamasıdır. Eğer amaç olmuş olsaydı birçok hastalığın iyileşmesi mümkün olacakb, bu doğru, ancak kaçınılmaz olarak birçok başarısızlık da yaşanacak­ h. Amaç -terapötik bakış açısından her ne kadar sırf hasta analis­ te bir iyilik yapmak istiyor diye hastanın iyileşmesine izin ver­ memek saçma olsa da- analiste bir çeşit avantaj sağlamak için 255

değil, hastayı kendi hahn için ve kendi kararıyla iyileşecek bi­ çimde eğitmektir. Hastanın ne yaphğıru bilmesi gerekir, hepsi bu. Hastaya hangi yollardan iyileşebileceğini söylemek bizim işimiz değildir. Hastanın analistin hahnna iyileşmeye zorlanması sırasında telkin etkisinin kullamlması (psi.kanalitik bakış açısın­ dan) doğal olarak bana gayrimeşru görünmektedir. Bu tür bir zorlama bazen sert bir şekilde intikamını alır. Nevroz terapisinde "kurtanlmalısın ve kurtarılacaksın" tavrı artık hiçbir şekilde sa­ lık verilmemektedir. Aynca bu her türlü baskıyı reddeden ve her şeyin kendiliğinden meydana gelmesini sağlamaya çalışan anali­ tik tedavi ilkeleriyle çelişmektedir. Bildiğiniz gibi ben genel ola­ rak telkin etkisine değil, sadece kuşkulu motivasyonlara karşı­ yım. Analist hastanın kendi hahn için iyileşmesini isterse, hasta kolayca karşılıklı hizmet bekleyişine girebilir ve kesinlikle bunla­ rı zorla elde etmeye çalışabilir. Böyle bir şeye karşı yapabilece­ ğim tek şey uyanda bulunmakhr. Çok daha güçlü -aynı zamanda çok daha sağlıklı ve etik açıdan çok daha değerli- bir iyileşme ge­ rekçesi hastanın gerçek durumun içyüzünü iyice kavraması, şey­ leri olduğu gibi ve olmaları gerektiği gibi kabullenmesidir. Eğer yeterince güçlüyse nevroz bataklığında daha fazla kalamayacakhr. 640 Analistin kişiliğinin iyileştirici etkisine dair sözlerim konu­ sundaki yorumunuza kahlamayacağırn. Ben analistin kişiliğinin iyileştirici bir etkisi olduğunu, çünkü hastanın analistin hatırı için iyileştiğini değil analistin kişiliğini okuduğunu yazmışhm. 15 Ana­ list hastanın, çahşmalanna karşı kendisinin davrandığı gibi dav­ ranmaya başlamasını engelleyemez, çünkü hiçbir şey bir nevro­ tiğin empatisinden daha kahksız değildir. Fakat her güçlü aktarım bu amaca da hizmet eder. Eğer analist hastayla yakın bir ilişki ku­ rarsa, hastanın üstesinden geleceği ve daha sonra mutlaka üste­ sinden gelmesi gereken bir yığın direnişi savuşturur. Dolayısıyla bu teknikle hiçbir şey elde edilemez; çok çok hasta için analizin başlangıa kolaylaşhnlmış olur ki, bazı vakalarda bu da yararsız değildir. Görünürde çekici bir hedef olmadan dikenli bir telin al­ hndan geçmek zorunda kalmak, ne sıradan bir insandan ne de bir nevrotikten beklenemeyecek çileci bir irade gücünün göster­ gesidir. Ahlaki talepleri oldukça yüksek olan Hıristiyanlık bile hedef ve dünyevi çabaların ödülü olarak önümüzde cennetin ıs [Muhtemelen par. 587'ye veya yayımlanmamış bir mektuba gönderme yapılıyor. EDITÖRLER.]

-

256

krallığırun sallandırılmasını hor görmemektedir. Bana göre ana­ list, analizin hararetinin ardından gelecek avantajlardan söz ede­ bilir. Ciddi biçimde kararlı olmadığı sürece, ipuçları veya vaat­ lerle, ödül olarak kendisini veya dostluğunu sunmamalıdır. 641 Psikanalizle ilgili geçici tanımıma yaphğıruz eleştiriye gelin­ ce, keyifli bir vadide sizi azgın bir boğa bekliyorsa eğer, en küçük direnç hattının dik bir dağın üzerinden geçen bir yol olduğu bi­ linmelidir. Diğer bir deyişle, en küçük direnç hattı sadece tem­ bellikle değil bütün olasılıklarla uzlaşmakhr. En küçük direnç hattının eylemsizlikle çakışbğıru varsaymak bir önyargıdır. (Okulda Latince alışhrmalarında aylaklık ederken bizim yaph­ ğımız buydu.) Tembellik sadece geçici bir avantajdır ve en kötü zorlukları içeren sonuçlara yol açar. Dolayısıyla, genel olarak en küçük direnç hattıyla çakışmamaktadır. En küçük direnç hattın­ daki bir yaşam da pervasızca kendi arzularının peşinden koş­ makla eş anlamlı değildir. Bu biçimde yaşayan biri çok geçme­ den, en küçük direnç hathndan gitmediğini üzülerek anlayacak­ hr, çünkü insan, kimilerinin iddia ettiği gibi, sadece egoistçe iç­ güdülerden oluşan bir bohça değil, aynı zamanda toplumsal bir varlıkhr. Bunu en iyi, gelişmiş bir toplumsal duyuya sahip olan ilkel insanlarla evcil hayvanlarda görmek mümkündür. Böyle bir işlev olmasaydı sürü de var olamazdı. Bir sürü-hayvanı olarak insan da hiçbir şekilde dışarıdan dayahlan kurallara boyun eğ­ mez; toplumsal buyrukları kendi içinde doğuştan var olan bir zorunluluk olarak, a priori yerine getirir. Gördüğünüz gibi bura­ da, psikanaliz okulunda ara sıra dile getirilen -bana göre oldukça haksız olan- belli görüşlere kesinlikle karşı çıkıyorum. 642 Buna bağlı olarak, en küçük direnç hattı eo ipso acıdan kaç­ mak anlamına gelmediği gibi acıyla hazzın dengelenmesi anla­ mına da gelmemektedir. Acı veren bir hareket yorgunluktan başka bir sonuç vermez. Kişinin yaşamdan zevk alması gerekir, yoksa yaşamak için çaba harcamaya değmez. 643 Hastanın yaşamının ilerde nasıl bir yön alacağına karar ver­ mek bizim işimiz değildir. Hastanın doğasını ondan daha iyi bil­ diğimizi düşünmemeliyiz, yoksa kötü bir eğitmenden başka bir şey olmayız. (Benzer tipteki temel fikirler Montessori okulu tara­ fından da ele alınmışhr.16) Psikanaliz sadece gelişim yolunun üs16 [Dr. Maria Montessori (1870-1952) 1912'de Montessori Metodu'nu yayımlamışh. EDİTÖRLER.]

257

-

tündeki taşlan temizlemekten ibaret olup, (hipnotizmanın sıkça iddia ettiği gibi) hastaya daha önce var olmayan şeyler yükleme yöntemi değildir. Bu yöndeki her girişimi reddetmek ve analizin ortaya çıkardığı şeylere dikkat çekerek hastanın bunları açıkça görmesini sağlamak ve uygun sonuçlar çıkarabilmek daha iyidir. Hasta kendi kendine elde etmediği bir şeye uzun vadede inan­ maz, otoriteden devraldığı şey ise onun çocuksu kalmasına yol açar. Hasta kendi yaşamını kendi ellerine alabilecek durumda olmalıdır. Analiz sanah hastanın bütün hatalı yollarını izleyip dağılan koyunlarını bir araya toplamakta yatmaktadır. Belli bir programa, önceden belirlenmiş bir sisteme göre çalışmak analiz­ den en iyi sonuçların alınmasını engeller. Dolayısıyla sizin itiraz ettiğiniz cümlede ısrar ediyorum: "Analistin müdahale etmesi teknik olarak büyük bir hatadır. Psikanalizin kanun ve düzeni rastlanh denen şeydir." 644 Sizin de mutlaka bildiğiniz gibi, doğayı düzeltip ona kendi sınırlı "doğrularımızı" dayatmak istemek gibi ukalaca bir önyar­ gıdan hala kurtulamadık. Ancak nevroz terapisinde o kadar çok tuhaf, öngörülemeyen ve öngörülemez olan deneyimle karşılaşı­ rız ki, daha iyi bilme ve yol tarifi verme umutlarımızı tamamen kaybederiz. Dolambaçlı yol ve hatta yanlış yol dahi gerekli olur. Bu kabul edilmediği takdirde, o zaman tarihteki hataların gerekli olduğunun da kabul edilmemesi gerekir. Ukalanın dünyaya ba­ kışı işte böyledir. Bu tavır psikanaliz açısından iyi değildir. 645 Analistin hastaya istemeden telkinde bulunması sorunu has­ sas bir konudur. Telkin kesinlikle psikanalizin kabul ettiğinden çok daha fazla rol oynamaktadır. Deneyimlerim beni, rüyaların­ dan da belli olduğu üzere, hastaların psikanalizden öğrendikleri fikirleri hızla kullanmaya başladıklarına inandırmışhr. Bu tip iz­ lenimlere Stekel'in Die Sprache des Traumes adlı kitabında da bol­ ca rastlanmaktadır. Bir keresinde oldukça öğretici bir deneyim yaşamışhm: Oldukça zeki bir hanım baştan itibaren kendini ola­ ğan erotik kisve albnda gösteren çok uzun süreli aktarım fantezi­ leri kurmaktaydı. Fakat bunların varlığını kesinlikle reddetmek­ teydi. Doğal olarak, benim kişiliğimin genellikle kolayca seçile­ meyecek şekilde daima başka bir kişilik albnda gizlendiği rüya­ larının ihanetine uğramışh. Uzun bir dizi rüya sonunda beni şu tespiti yapmaya zorladı: "Gördüğünüz gibi her zaman böyle, gerçekten rüyasını gördüğünüz kişinin yerini dışa vurulan rüya­ da başka biri aldı ve onun tarafından maskelendi." Kadın o za25R

mana dek bu mekanizmayı ısrarla reddebnişti. Fakat arhk kaça­ mak cevap veremezdi ve çalışma kuralımı kabul ebnek zorun­ daydı - ancak bu kez de benimle dalga geçti, ertesi gün birlikte şehvetli bir durumda göründüğümüz bir rüya getirdi. Doğal ola­ rak şaşırıp kaldım ve kuralırnı düşündüm. Rüya ile ilgili ilk çağrı­ şunı şeytanca bir soru oldu: "Gerçekten rüyasını gördüğün kişinin yerini, dışa vurulan rüyada her zaman başka biri alır, değil mi?" 646 Açıkçası, fantezilerini oldukça masumane bir biçimde açık seçik dışa vurmakta kullanacağı bir koruyucu formül için dene­ yimlerinden yararlanmışh. 647 Bu örnek hastaların analizden elde ettikleri içgörüleri nasıl kullandıgını açık bir şekilde göstermektedir. İçgörüleri sembol­ leştirmek için kullanmaktadırlar. Karışık, değiştirilemez sembol­ lere inanırsanız kendi ağınıza yakalanırsınız. Bu birçok psikana­ listin başına gelmiştir. Dolayısıyla, herhangi bir kuramı bir ana­ lizden ortaya çıkan rüyalarla örneklendirmeye çalışmak hem ya­ nılhcı hem de riskli bir iştir. Kanıt ancak açıkça etkilenmemiş olan kişilerin rüyalarından ortaya çıkabilir. Bu tip durumlarda en çok telepatik düşünce okumanın engellenmesi gerekir. Fakat bu olasılık kabul edilecek olursa, yargı kararları dahil birçok başka şeyi de titiz incelemeye tabi tubnak gerekir. 648 Telkin unsurunu önemsemeliyiz ama fazla da ileri gibneme­ liyiz. Hasta içine canımızın istediğini tıkabileceğimiz boş bir çu­ val değildir; o da telkine inatla direnen ve kendilerini tekrar tek­ rar öne çıkartan kendi özel içeriklerini getirir. Sayısız kereler gördüğüm üzere, analitik "telkinler" içeriği değil sadece dışavu­ rumu çarpıhr. Dışavurum sınırsız değişiklikler gösterebilir, ama içerik sabittir ve ancak uzun vadede ve o da güçlükle anlaşılabi­ lir. Öyle olmasaydı, telkin terapisi her bakımdan en etkili, en ya­ rarlı ve en kolay terapi, her derde deva bir ilaç olabilirdi. Her dü­ rüst hipnozcunun kolayca kabul edeceği üzere ne yazık ki öyle değildir. 649 Hastaların -belki de istemeden- analistin anlatım tarzını al­ daba biçimde kullanarak analistle dalga geçmesinin mümkün olup olmadığı şeklindeki sorunuza gelecek olursak, bu oldukça ciddi bir sorundur. Analist hastasının rüyaları tarafından yanlış yönlendirilmemek için elinden gelen dikkati göstermeli ve öze­ leştiri yapmalıdır. Neredeyse her hastanın analizde öğrendiği an­ labm tarzıru şu veya bu şekilde rüyalarında kullandığı söylenebi­ lir. Eski sembollerin yorumlan sonraki rüyalarda yeni sembol 259

olarak yeniden kullanılabilir. Örneğin, eski rüyalarda sembolik formda görünen cinsel durumlar, sonraki rüyalarda, arkalarında gizli olan farklı yapıdaki fikirlerin analiz edilebilir ifadeleri ola­ rak, "kılık değiştirmeden" -yine sembolik formda- ortaya çıkar­ lar. Dolayısıyla hiç de seyrek görülmeyen ensest birliktelik rüyası "kılık değiştirmemiş" bir içerik değil, diğer tümü gibi sembolik ve analiz edilebilir bir rüyadır. Ancak cinsel nevroz kuramına inanıyorsanız, böyle bir rüyanın "kılık değiştirmemiş" olduğu şeklindeki paradoksal fikre ulaşabilirsiniz. 650 Diğer hp dallarında olduğu gibi, hastanın kasten aldatmak ya da yalan söylemek suretiyle analisti uzun veya kısa bir süre aldatması mümkündür. Ancak hasta en çok kendine zarar verir, çürıkü her aldatmanın ya da hilenin bedelini semptomların art­ masıyla ya da yenilerinin eklenmesiyle ödemek zorunda kalır. Aldatma hastanın son derece aleyhine olmasına rağmen böyle bir yöntemden tamamen vazgeçmesi mümkün değildir. 651 Analiz tekniğini isterseniz bir dahaki sözlü tarhşmamıza er­ teleyelim.

Dr. Log'dan 23 Şubat 1913 652 18 Şubat tarihli mektubunuzdan öncelikle, telkin unsurunu psikanalizdeki doğru yerine oturttuğunuz bölümü ele alacağım: "Hasta içine canımızın istediğini hkabileceğimiz boş bir çuval değildir; kendisiyle birlikte her zaman yeniden hesaba katmak zorunda olduğunuz kendi özel içeriklerini getirir" [üstte]. Buna tamamen kahlıyorum, çürıkü kendi deneyimlerim de bunu doğ­ rulamaktadır. Sonra ekliyorsunuz: İstemeden yapılan analitik telkinler bu içeriği bozmaz, ancak anlahm -Proteus gibi- sınırsız biçimde çarpıhlabilir. Dolayısıyla bu, hastanın kendisini köşeye sıkışhran ve o anda kendisine bir düşman gibi görünen analist­ ten sıyrılmaya çalışmasını sağlayan bir tür taklitçilik olacakhr. Hastayla analistin birlikte çalışması sayesinde -hasta psişik içeri­ ğine kendiliğinden boyun eğerek, analist sadece yorumlayıp açıklayarak- analiz nihayet hastanın psişesinin karanlıklarına ışık tutmayı başararak gerçek ilişkileri görmesini sağlayabilir ve ana­ listin önceden belirlenmiş bir planına yaslanmadan doğru sonuç­ lar çıkanp bunlan gelecekteki yaşamına uygulayabilir. Bu yeni yaşam adil bir acı ve haz dengesi içinde "bütün olasılıklarla uz­ laşmak adına" en küçük direnç hathru izleyecektir. Olayların 260

hastaya nasıl göründüğüne ve bunlardan nasıl yararlanacağına gelişigüzel karar vermek bize düşmez; buna hastanın kendi do­ ğası karar verir. Başka bir deyişle, zaten canlı olan çocuğu gün ışığına çıkarmaktan başka bir şey yapmayan ancak çocuğun sağ kalıp annenin yaralanmaması için birtakım hatalar yapmaktan kaçınması gereken ebeye benzer bir rol üstlenmeliyiz. 653 Bütün bu konularda kafam oldukça net, çünkü olay sadece her yerde geçerli olması gereken bir ilkenin psikanaliz işlemine uygulanmasından ibarettir: Doğayı bozmayın! Dolayısıyla, has­ tanın kendi dünya görüşünü oluşturması ve otoriteye çocukça güvenmekten sonsuza dek kurtulması için psikanalistin, hasta­ nın görünüşe göre "hatalı yollarını" izlemesi gerektiğini de dü­ şünüyorum. Bizler bireyler olarak hatalarımızdan kaçınmayı an­ cak hatalar yaparak öğrendik ve öğrenebiliriz. Aynca insanlık bir bütün olarak bugünkü ve gelecekteki gelişmişlik düzeylerinin zeminini doğru yolu olduğu kadar yanlış yolu da izleyerek oluş­ turmuştur. Birçok nevrotiğin -siz de kablır mısınız, bilmiyorum ama ben böyle düşünüyorum- bu duruma düşmesinin bir nedeni de otoriteye olan çocuksu inançlarının paramparça olması değil midir? Şimdi inanç enkazlarının başında durup ağlamaktalar ve dehşet içindeler, çünkü ne yöne dönmeleri gerektiğini söyleyecek yeni bir şey bulamamaktadırlar. O yüzden vazgeçmek istemedik­ leri çocuklukla günün ve geleceğin görevleri arasında sıkışıp kalmışlardır (ahlaki çahşma). Ben ayru zamanda, özellikle bu tip vakalarda, hastaların -ancak devam ettiği sürece yararlı olan­ otoriteye olan inançlarının yerine başka bir otoriteye inancın ko­ yulmaya çalışılmasının hata olacağını söylemekle ne kadar haklı olduğunuzu da görüyorum. Bu, psikanalizde kasıtlı telkin etkisi kullanımı ve analitik terapinin hedefi olarak "analiste aktarım" konusunda bir sonuç ortaya koymaktadır. Arbk şu sözünüze iti­ raz etmiyorum: "Analistin yapacağı her müdahale teknik olarak büyük bir hatadır. Psikanalizin kanun ve düzeni rastlanb denen şeydir." Aynca, fedakarlığın, bir sürü-hayvanı olan insanın özünde mutlaka bulunması gerektiği şeklindeki sözünüze de [üstte] tamamen kahlıyorum. Aksi şaşırhcı olurdu. 654 Ben bencil değil fedakarca içgüdülerin esas olduğunu var­ sayma eğilimindeyim. Çocuğun kendisini besleyen, bakan, üs­ tünde titreyen ve okşayan annesine duyduğu sevgi ve güven; bir başkasının kişiliğinde kaybolmak anlamında bir erkeğin eşine duyduğu sevgi; çocuklara duyulan sevgi, onlara bakmak; akra261

halara duyulan sevgi, vb. Bencil içgüdüler ise varlıklarını sadece sevgi-nesnesinin bir tek kendilerine ait olması arzusuna, baba ile kız ve erkek kardeşlere karşı anneye tek başına sahip olma arzu­ suna, bir kadına, bir mücevhere, giysiye, vb. tek başına sahip ol­ ma arzusuna borçludur . . . Ancak bu noktada belki de kendi içimde çelişkiye düştüğümü ve ister fedakarlık ister bencillik bi­ çiminde olsun, içgüdülerinin insanın yüreğinde birlikte yüksel­ diğini ve her içgüdünün doğası gereği ikircikli olduğunu söyle­ yeceksiniz. Fakat soruyorum: Duygu ve içgüdülerimiz gerçekten de ikircikli mi? Belki de çift kutupludurlar? Duyguların nitelikle­ ri karşılaşhnlabilir mi? Sevgi gerçekten de nefretin zıddı mıdır? 655 Öyle olduğunu varsaysak bile, insanın toplumsal zorunlu­ luklan doğuştan bir gereklilik olarak içinde taşıyor olması bir şanshr, yoksa sadece dışandan dayahlan yasalara uymak zorun­ da kalan uygar insanlığımız kötü bir durumda olurdu: Otoriteye duyulan eski dini inanç sönecek olursa, hızla ve dosdoğru tam bir anarşiye sürükleniriz. O zaman hpkı Ortaçağda olduğu gibi otoriteye adeta bir din gibi inanmayı zorla dayatmanın daha iyi olup olmayacağını kendi kendimize soranz. Her bireye başkala­ rının özgürlükleriyle çahşmadan, olabildiğince fazla özgürlük sağlamak için çabalayan uygarlığın çıkan için böyle bir fedakar­ lığa fazlasıyla değer. Fakat doğaya karşı güç kullanma çağı arhk geride kaldı, uygar insanoğlu yanlış yollan terk etti; bunu da kapristen dolayı değil içsel ihtiyaçlarına boyun eğdiği için yaph. Dolayısıyla artık geleceğe umutla bakabiliriz. Bilimde ilerleyen ve bilimin yasalarına uyan insanoğlu otoriteye inancın yıkınbla­ nnın üzerinden geçip bireysel ahlaki bağımsızlığa varmanın yo­ lunu bulacakhr.

Dr. /ung'dan Mart 1913 656 Mektuplannızda kimi yerlerde "aktanm" sorununun size özellikle önemli geldiği dikkatimi çekti. Bu konuda yüzde yüz haklısınız. Aktanm halen gerçekten de analizin ana sorunudur. 657 Biliyorsunuz, Freud aktanmı çocuksu fantezilerin analiste yansıblrnası olarak görmektedir. Bu bir noktaya kadar çocuksu­ erotik ilişkidir. Ancak yüzeysel olarak ve dışandan bakıldığında, aktanm her zaman çocuksu bir erotik ilişki olarak görünmez. Pozitif olarak nitelenen bir aktarım söz konusu ise kural olarak aktarımın çocuksu-erotik içeriği fazla zorlanmadan tespit edilebi262

lir. Ancak negatif aktarım söz konusu ise kendini zaman zaman kuramsal, görünüşte eleştirel veya kuşkucu biçimler albnda giz­ leyen şiddetli dirençlerden başka bir şey görülmez. Bir anlamda, bu ilişkilerde belirleyici faktör hastanın otoriteyle yani son tah­ lilde babasıyla ilişkisidir. Her iki aktarım biçiminde de analiste gerek sevgiyle gerek düşmanca- baba imiş gibi davranılır. Bu ba­ kış açısına göre aktarım, çocuksu tutumun bırakılması sorunu­ nun baş göstermesiyle birlikte bir direnç gibi hareket eder. Fakat analizin amacı hastanın ahlaki bağımsızlığı ise bu aktarım biçimi yok edilmelidir. 658 Yüksek bir amaç, diyeceksiniz. Gerçekten de yüksek ve çok da uzak, ancak büsbütün de uzak değil, çünkü aslında uygarlı­ ğımızın şimdiki aşamasının başlıca trendlerinden birine çağımızın mottosu olabilecek olan bireyleşme dürtüsüne- karşılık gelmektedir. (Bkz. Müller-Lyer, The Family.) Bu nihai amaca inanmayıp hala bilimsel nedenselliğe bağlı kalan biri doğal ola­ rak aktarımın düşman unsurunu alacak ve eski çağın idealleri doğrultusunda hastayı babasıyla olumlu bir ilişki içinde bıraka­ cakhr. Bildiğimiz gibi Katolik Kilisesi bu eğilime dayanan en güçlü örgütlenmelerden biridir. Kendi kendilerini disipline et­ mek yerine başkalarının zorlaması altında kendilerini daha mut­ lu hisseden birçok insan olduğundan kuşkum yok (Bkz. Shaw, Man and Superman). Buna rağmen nevrotik hastalarımızı zorlama kategorisine itersek onlara ciddi bir kötülük yapmış oluruz. Nev­ rotikler arasında kendilerine sosyal görev ve zorunlulukların ha­ brlatılmasına ihtiyaç duymayan ama yeni kültürel ideallerin ta­ şıyıcıları olarak doğup yazgıları bunları taşımak olanların sayısı az değildir. Bunlar otorite karşısında boyun eğip yazgılı olduk.la­ n özgürlüğü reddettikleri zaman nevrotiktirler. Viyana Okulu­ nun psikanaliz yazılarında olduğu gibi yaşama sadece geriye dönük olarak bakbğımız takdirde, kesinlikle bu kişilerin hakkını veremez ve özlemi çekilen kurtuluşlarını sağlayamayız. Çünkü bu şekilde onları ancak itaatkar çocuk olarak eğitir ve sonuçta tam da onları hasta eden güçleri -tutucu geri kalmışlığı ve otori­ teye boyun eğmeyi- kuvvetlendiririz. Çocuksu başkaldırı sorunu yaşayıp otoriteye henüz uyum sağlayamayan kişiler için bu bir dereceye kadar doğru bir yoldur. Anc� diğerlerini tutucu baba­ ilişkilerinin dışına iten dürtü hiçbir şekilde çocuksu bir başkaldırı arzusu değildir; bu kendi kişiliklerini geliştirmeye yönelik güçlü bir dürtüdür ve bu yönde verilen mücadele onlar için zorunlu bir 263

görevdir. Bu durumun hakkını Freud psikolojisinden daha çok Adler psikolojisi vermektedir. 659 (Çocuksu-asi denilen) Bir kişi tipi için pozitif aktarım baş­ langıç olarak iyileşme yolunda bir başarıdır; diğer tip için (ço­ cuksu-itaatkar) tehlikeli bir sapma, yaşamın görevlerinden kaç­ manın elverişli bir yoludur. Birinci için negatif aktanın artan başkaldırıya, dolayısıyla da bir sapmaya ve yaşamın görevlerin­ den kaçışa işaret eder; ikinci içinse iyileşme yolunda ahlan bir adımdır. (Tipler için bkz. Adler, "Trotz und Gehorsam", Mo­ natshefte fü.r Piidagogik und Schulpolitik, VIII, 1910.) 660 Gördüğünüz üzere, bu yüzden aktarım vakanın tipine göre tamamen farklı bir şekilde değerlendirilmelidir. 661 İster pozitif ister negatif, psikolojik aktarım süreci analistin kişiliğinin "libidinal yahrımına" dayanır, yani analist duygusal bir değer temsil eder. (Bildiğiniz gibi, libido ile daha çok eskilerin kozmogonik Eros ilkesi ile belirttikleri şeyi ya da modern dildeki "psişik enerji"yi kastediyorum.) Hasta sevgi veya direnç bağla­ rıyla analiste bağlıdır ve onun psişik tavrını izleyip taklit etmek­ ten kendini alamaz. Bu sayede el yordamıyla ilerler (empati). Ve analist bütün iyi niyetine ve bütün teknik becerisine rağmen bu­ nu engelleyemez, çünkü empati bilinçli yargıya rağmen muhak­ kak ve içgüdüsel olarak çalışır. Analistin kendisi nevrotikse ve yaşamın ya da kendi kişiliğinin taleplerine yeterince uyum sağ­ layamamışsa, hasta bu bozukluğu taklit edip kendi davranışla­ rında yansıtacakhr: Sonucu tahmin edebilirsiniz. 662 Bu nedenle aktanını sadece çocuksu-erotik fantezilerin yan­ sıblınası olarak göremiyorum. Bir bakış açısından böyle olduğu­ na kuşku yok, ancak daha önceki bir mektupta da dediğim gibi ben bunun içinde aynı zamanda bir empati ve uyum süreci gör­ mekteyim. Bu bakış açısından, çocuksu-erotik fanteziler yadsı­ namaz gerçekliklerine rağmen, bağımsız arzulardan çok bir kar­ şılaşhrma aracı ya da henüz anlaşılmayan bir şeyin analojik im­ geleri olarak görünürler. Bana göre bilinçdışı olmalarının gerçek nedeni bu gibi görünmektedir. Doğru davranışı bilmeyen hasta, çocukluk dönemi deneyimleriyle karşılaşhrma ve analoji yoluyla analistle doğru bir ilişki kurmayı umut eder. Analistle ilişkisine uygun bir formül bulmaya çalışırken çocukluğunun en içten iliş­ kilerini araması şaşırhcı değildir, çünkü bu ilişki de çok içtendir ama bir çocuğun ebeveyniyle ilişkisinde olduğu gibi cinsel ilişki­ den farklıdır. Hıristiyanlığın genel olarak insan ilişkilerinin sem264

bolik formülü olarak gördüğü çocuk-ebeveyn ilişkisi cinsel ve toplumsal değerlendirme (güç bakış açısından, vb. değerlendir­ meler) istilalarıyla elinden alınan o doğrudan insani kardeşlik duygusunun hastaya geri kazandınlmasuu sağlar. Tamamen cin­ sel ve diğer az veya çok ilkel ve barbarca değerlendirmeler doğ­ rudan, tamamen insani bir ilişkiye engel olur ve bu da kolayca nevrotik oluşumlara neden olabilen libidonun bashrılmasına yol açar. Hasta aktarım fantezilerinin çocuksu içeriğinin analiz edil­ mesi yoluyla geri götürülerek, çocuksu niteliğinden çıkarılmış olarak ona, sırf cinsel değerlendirmelerin vb. üstünde ve ötesin­ de, doğrudan bir insani ilişkinin açık bir resmini veren çocukluk ilişkilerini hahrlaması sağlanır. Her ne kadar belli bir cinsel içerik yadsınamazsa da çocuk-ilişkisini geriye dönük biçimde sadece cinsel bir ilişki olarak değerlendirmeyi yanlış buluyorum. 663 Tekrar özetlersek, pozitif aktarım için şunu söylemek isterim: Hastanın libidosu beklenti, umut, ilgi, güven, dostluk ve sevgi şeklinde analistin kişiliğinde toplanır. Aktarım önce, genelde ağırlıklı olarak erotik bir ton taşıyan çocuksu fantezilerin bir yan­ sımasuu üretir. Cinsel içerik görece bilinçdışı kalmakla birlikte aktarım bu aşamada genellikle belirgin bir cinsel karakter taşır. Fakat bu duygusal süreç daha yüksek bir empati durumuna ge­ çişte bir köprü işlevi görürken, hasta bu sayede, analistin yaşa­ mın taleplerine uyum sağladığı ve normal kabul edilen tutumu­ nu onaylayarak kendi tutumunun yetersizliğinin bilincine varır. Analiz aracılığıyla çocukluk ilişkilerini hahrlamasuu sağlayarak, hastaya, ergenlik döneminde edinilen ve toplumsal önyargılarla pekiştirilen ikincil, tamamen cinsel ya da güç değerlerinden çıkı­ şın yolu gösterilir. Bu yol tamamen insarıi bir ilişkiye ve cinsel veya güç faktörlerinin varlığına değil kişilik değerinin varlığına dayanan bir içtenliğe çıkar. Analistin hastaya gösterdiği özgür­ lük yolu işte budur. 664 Bu noktada, üremenin birinci derecede önemli olduğu bir yaşam dönemi açısından büyük önem taşımasalardı eğer, cinsel değerlerin bu kadar ısrarla dile getirilmeyeceğini sizden gizle­ meyeceğim. İnsan kişiliğinin değerinin keşfedilmesi daha olgun bir yaşa ertelenmiştir. Çünkü gençler için kişisel değer arayışı genellikle biyolojik görevlerinden kaçmanın bir gerekçesi olmak­ tadır. Tersine, daha yaşlı bir kişinin gençliğin cinsel değerlerine abartılı biçimde özlem duyması ise kişiliğin değerinin anlaşılma­ sını ve kültürel değerler hiyerarşisine boyun eğmeyi talep eden 265

bir görevden dar göıi.işlü ve genellikle de korkakça bir kaçışhr. Genç nevrotik yaşamın görevlerinin genişlemesi, daha yaşlı olan ise elde ettiği hazinelerin azalması karşısında dehşet içinde geriler. 665 Sizin de gözlemlemiş olacağınız gibi bu tarz bir aktarım an­ layışı biyolojik "görevlerin" kabul edilmesiyle yakından bağlan­ hhdır. Bununla, hpkı kuşlarda ustaca örülmüş yuvayı ve erkek geyikte çatal boynuzlan üretmeleri gibi insanda da kültür üreten eğilim veya belirleyici etkenleri kastetmekteyim. Son on yılların materyalist olduğu gibi tamamen nedensel bakış açılan bütün organik oluşumları, yaşayan varlığın tepkisi olarak açıklamaya çalışmaktadır. Bu sezgisel olarak kuşkusuz doğru bir araşhrrna yöntemi olmasına karşın, gerçek bir açıklama söz konusu oldu­ ğunda, sorunun şu veya bu ölçüde ustaca ertelenmesinden ve açıkça küçümsenmesinden başka bir anlama gelmemektedir. Bu bağlamda size Bergson'un kusursuz eleştirisini hahrlatacağım. Tepkinin en çok yansı dış etkenlerden oluşur, diğer yansı ise ya­ şayan varlığın kendine özgü özelliklerinden kaynaklanır; bu kendine özgü tepki olmasaydı oluşum kesinlikle meydana gel­ mezdi. Bu ilkeyi psikolojiye de uygulamamız gerekir. Psişe sade­ ce tepki vermez, üzerinde etkili olan şeylere aynı zamanda kendi özgün cevabını verir; sonuçta ortaya çıkan oluşumun en az yansı psişenin ve özünde bulunan belirleyicilerin eseridir. Kültür ke­ sinlikle çevreye verilen bir tepki değildir. Böylesi bir yüzeysel açıklamanın rahatlıkla geçen yüzyıla ait olduğu söylenebilir. Psi­ kolojik zorunluluk gibi görünen şeyler işte bu belirleyici etkenler olup, bunların zorlayıa gücünün kanıtlan her gün önümüze çıkmaktadır. Benim ''biyolojik görev" adını verdiğim şey bu be­ lirleyici etkenlerle özdeştir. 666 Sonuç olarak, sizi rahatsız etmiş görünen bir noktayı ele al­ mam gerekmektedir. Bu da ahlaki sorundur. Hastalarımızda ah­ lak dışı denilen birçok dürtü gözlemleriz, öyle ki, bu arzuların tatmin edilmesi durumunda nasıl olacağı düşüncesi kendini is­ temeden psikoterapiste dayatır. Bu arzuların fazla ciddiye alın­ maması gerektiğini önceki mektuplarımda görmüş olmalısınız. Bunlar çoğunlukla, hastanın bashnlmış libidosunun kendi irade­ si dışında ön plana ittiği, ölçüsüz biçimde abarhlı taleplerdir. Li­ bidonun yaşamın basit görevlerinin yerine getirilmesine kanalize edilmesi çoğu durumlarda bu arzuların baskısını sıfıra indirmek için yeterlidir. Ancak kimi durumlarda "ahlak dışı" eğilimlerden analizle kurtulmanın mümkün olmayıp, bunların bireyin biyolo266

jik görevlerine dahil olduğu açıklığa kavuşana kadar giderek da­ ha fazla belirgin hale geldiği bilinen bir gerçektir. Bu özellikle de cinselliğin bireysel olarak değerlendirilmesini hedefleyen belli cinsel talepler için geçerlidir. Bu patolojik bir sorun değil, zorun­ lu olarak etik bir çözüm gerekti.ren güncel bir toplumsal sorun­ dur. Bu sorun üzerinde çalışmak, yani bir çeşit çözüm bulmaya çalışmak birçokları için biyolojik bir görevdir. (Bildiğimiz gibi doğa teorilerden tatmin olmaz.) Bugünlerde gerçek bir cinsel ah­ lakımız yoktur, sadece cinselliğe karşı alınmış yasal bir tutum vardır; bpkı Ortaçağda para kazanmayla ilgili gerçek bir ahlak bulunmayıp sadece önyargıların ve yasal bakış açılarının var ol­ ması gibi. Özgür cinsel faaliyet bağlamında henüz ahlaki olan davranışla olmayan davranışı birbirinden ayırt edebilecek nok­ tada değiliz. Evli olmayan annelerin geleneksel ya da daha doğ­ rusu yanlış terbiyelerinde bu kendini açıkça göstermektedir. Bü­ tün bu iğrenç ikiyüzlülüğün, fahişeliğin ve zührevi hastalıkların artışının ardında, belli tip cinsel davranışların yasalar tarafından barbarca ve toptana bir biçimde mahkum edilmesi ve özgür cin­ sel faaliyet alanındaki muazzam psikolojik farklılıklara dair daha sağlıklı bir ahlak duygusunu geliştirme becerisi gösteremeyişi­ miz yatmaktadır. 667 Bu aşın karmaşık ve önemli çağdaş sorunun varlığı, ruhani ve toplumsal yeteneklerinden dolayı uygarlık çalışmasında -yani biyolojik yazgılarında- yer almaları özellikle istenen hastalarımı­ zın sayısırun niçin fazla olduğunu açıklayabilir. Bugün bize ahla­ ki bir buyruk gibi görünen şeyin yarın eritme potasını ablıp, ya­ kın ya da uzak gelecekte yeni etik oluşumların temeli olacak şe­ kilde dönüştürüleceğini asla akıldan çıkarmamamız gerekmek­ tedir. Uygarlık tarihi bize şunu öğretmektedir ki, ahlak biçimleri geçici şeyler kategorisine aittir. Çocuksu sorumsuzluğun, tembel­ liğin ya da ahlaksızlığın tehlikeli köşesini dönecekler ve hastaya ahlaki olarak bağımsız davranmanın mümkün olduğunu açık ve berrak biçimde göstereceklerse eğer, bu duyarlı doğalara karşı psikolojik olarak oldukça duyarlı davranmak gerekir. Yüzde beş faiz adildir, yüzde yirmi ise adice bir tefeciliktir. Bu görüşü cinsel duruma da uygulamamız gerekmektedir. 668 Buna göre, iç terbiyesi o günün ahlak değerlerini kabullen­ mesini engelleyen ve ahlak kurallarında çağımızın mutlaka dol­ durmak zorunda olduğu boşluklar bulunduğu sürece uyum sağ­ layamayan birçok nevrotiğin bulunduğu anlaşılmaktadır. Birçok 267

evli kadının sırf cinsel tatmin yaşamadığı ya da doğru erkeği bu­ lamadığı ya da çocuksu cinsel saplantıları olduğu için nevrotik olduğunu düşünürsek büyük ölçüde kendimizi aldatmış oluruz. Birçok vakada asıl neden kendilerini bekleyen kültürel görevi kabullenmemeleridir. Hepimize büyük ölçüde hala kapıda bek­ leyen yeni geleceğin bilinenin çerçevesine sıkışhnlabileceğini dü­ şünürüz. Dolayısıyla bu insanlar geleceği değil sadece bugünü görmektedir. Hıristiyanlık insanlığın günahlarından kurtulması­ nın yüzünü geleceğe dönmekle mümkün olduğunu ilk söyledi­ ğinde bunun psikolojik açıdan önemi büyüktü. Geçmişte kalan hiçbir şey değiştirilemez, bugünde çok az şey değiştirilebilir, ama gelecek bizimdir ve yaşamın gücünü doruk noktasına çıkarabilir. Küçük bir gençlik süresi bize aittir, tüm geri kalanı çocuklarımıza. 669 Otoriteye olan inanç kaybının önemine dair sorunuz böyle­ likle cevabını bulmaktadır. Nevrotik eski inancını kaybettiği için değil, en güzel isteklerine yeni bir form bulamadığı için hastadır.

"Analitik Psikoloji Üzerine Toplu Yazılar"a Önsözler17 Birinci Baskı 670 Bu cilt analitik psikoloji üzerine son on dört yılda aralıklarla kaleme alınan seçilmiş makalelerden oluşmaktadır. Bu yıllar yeni bir disiplinin gelişimine ve böyle zamanlarda genellikle olduğu üzere birçok bakış açısı, anlayış ve kaide değişikliğine tanık ol­ muştur. 671 Bu kitapta niyetim analitik psikolojinin temel kavramlarını ortaya koymak değildir. Bununla birlikte kitap Zürih psikanaliz okulunun özellikle karakteristiği olan belli bir gelişim çizgisine bir miktar ışık tutmaktadır. 672 Çok iyi bilindiği üzere, genel psikolojide yeni analitik meto­ du bulma onuru Viyanalı Profesör Freud'a aittir. Freud'un ilk baştaki görüşleri önemli değişimlere uğramak durumunda kal­ mışb; her ne kadar kendisi bu okulun bakış açısına kablmasa da bu değişimlerin bazılarında Zürih'teki çalışmalar da etkili olmuştu. 673 Burada iki okul arasındaki temel farklara yer vermem müm­ kün olmamakla birlikte sadece şunlardan söz edebilirim: Viyana 17 [Collected Papers on Analytical Psychology'de yayımlanmışhr (ed. Dr. Constance E. Long, Londra, 1916; 2. baskı, Londra, 1917, ve New York, 1920). Önsözler muhte­ melen Almanca yazılmış olup Dr. Long tarahndan İngilizceye çevrilmiştir; burada küçük değişikliklerle yayımlanmışlardır. - EDİTÖRLER.]

268

Okulu salt cinsel bir bakış açısıru benimserken, Zürih Okulu simgecidir. Viyana Okulu psikolojik sembolü gösterge olarak, belli ilkel psikoseksüel süreçlerin işareti veya simgesi olarak yo­ rumlamaktadır. Yöntemi analitik ve nedenseldir. Zürih Okulu bi­ limsel olarak böyle bir anlayışın mümkün olduğunu kabul et­ mekle birlikte tek başına geçerliliğini reddeder, çünkü psikolojik sembolü sadece gösterge değil aynı zamanda sembol açısından yorumlar, yani sembole olumlu bir değer yükler. 674 Sembolün değeri sadece tarihsel nedenlere bağlı değildir; asıl önemi bunların psikolojik boyutlarında şimdi ve gelecek açısın­ dan bir anlam ifade etmesinde yatmaktadır. Zürih Okulu için sembol sadece bashnlmış ve gizlenmiş bir işaret değil, aynı za­ manda bireyin Herdeki psikolojik gelişimine giden yolu anlama ve işaret etme çabasıdır. Böylece sembolün geriye dönük değeri­ ne ileriye dönük bir anlam eklemiş oluyoruz. 675 O nedenle Zürih Okulunun yöntemi sadece analitik ve ne­ densel değil, insan zihninin fines [hedefler] ve causae [nedenler] ile karakterize olduğu gerçeğinden hareketle, aynı zamanda bire­ şimsel ve ileriye dönüktür. Bunu özellikle vurgulamak gerekir, çünkü biri hedonizm, diğeri güç il.kesini izleyen iki tip psikoloji vardır. Birinci tipin felsefi muadili bilimsel materyalizm iken, ikincininki Nietzsche felsefesidir. Freudcu kuramın ilkesi hedo­ nizm iken, (Freud'un ilk öğrencilerinden olan) Adler'in kuramı güç ilkesi üstüne kurulmuştur. 676 (Merhum Profesör William James'in de söz ettiği) Bu iki ti­ pin varlığını kabul eden Zürih Okulu, Freud ve Adler'in görüşle­ rinin tek taraflı olduğunu ve sadece kendilerine tekabül eden ti­ pin sırurlan içinde geçerli olduğunu düşünmektedir. Eşit oran­ larda olmasa da her bireyde her iki ilke de bulunmaktadır. 677 Dolayısıyla her psikolojik sembolün iki boyutu olduğu ve her iki ilkeye göre de yorumlanması gerektiği açıkhr. Freud ve Adler analitik ve nedensel boyutta yorumlayarak çocuksu ve il­ kel boyuta indirgemektedir. Böylelikle Freud'da "hedef" anlayışı arzunun giderilmesi iken, Adler'de gücün ele geçirilmesidir. Her iki yazar da uygulamalı analiz çalışmalarında sadece çocuksu ve aşın derecede bendi hedefleri ortaya çıkartan bakış açısını be­ nimsemişlerdir. 678 Zürih Okulu hasta bir zihinsel tavır söz konusu olduğunda, psikolojinin hpkı Freud ve Adler'in tarif ettiği gibi olduğuna inanmaktadır. Aslında birey sadece katlanılması mümkün olma269

yan böylesi bir çocuksu psikoloji yüzünden iç çözülme duru­ mundadır ve dolayısıyla nevrotiktir. O nedenle Zürih Okulu bu noktaya kadar onlarla aynı fikirde olup, aynı zamanda psikolojik sembolü (hastanın fantezi-ürünlerini) temel çocuksu hedonizme ya da çocuksu güç arzusuna indirgemektedir. Freud ve Adler sadece indirgemenin sonucuyla yetinmektedir ki, bu da onların bilimsel biyolojizmleriyle ve doğacılıklarıyla tutarlıdır. 679 Ancak burada ortaya önemli bir sorun çıkmaktadır. İnsan kendisine veya yakınlarına büyük zarar vermeden doğasının te­ mel ve ilkel dürtülerine itaat edebilir mi? İnsanın oldukça kısıtla­ yıcı olan sınırlar karşısında cinsel arzusunu veya güç arzusunu sınırsız bir biçimde dayatması mümkün değildir. Zürih Okulu­ nun önünde analizin nihai sonucu vardır ve bilinçdışının temel düşünce ve dürtülerini semboller olarak veya gelecekteki gelişi­ min belirli hattının işaretçisi olarak görmektedir. Ancak böyle bir yöntemin bilimsel meşruiyeti yoktur, çünkü günümüz bilimi ta­ mamen nedenselliğe dayanmaktadır. Ama nedensellik ilkelerden yalnızca biri olup, psikoloji sadece nedensel yöntemlerle açıkla­ namaz, çünkü zihin aynı zamanda hedeflerle yaşar. Bu tarhşmalı felsefi görüşe ek olarak, hipotezlerimizi destekleyen çok daha değerli bir iddiamız daha var ki, o da yaşamsal gereksinimdir. Ço­ cuksu hedonizmin telkinlerine ya da çocukça bir güç arzusuna göre yaşamak mümkün değildir. Bunlara bir yer verilecekse eğer, sembolik olarak alınmaları gerekir. Çocuksu yönelimlerin sembolik uygulamasından ortaya felsefi veya dinsel olarak ad­ landırılabilecek bir tutum çıkar. Bu terimler bireyin Herdeki geli­ şiminin hatlarım yeterince tanımlayabilir. Birey sadece sabit ve değişmez bir psikolojik olgular kompleksi değildir; aynı zaman­ da olağanüstü değişken bir varlıkhr. Sadece nedenlere indir­ genmekle kişiliğin ilkel yönelimleri güçlendirilir; bu da ancak bu ilkel eğilimlerin, sembolik değerlerinin kabul edilmesiyle denge­ lendiği takdirde yararlı olur. Analiz ve indirgeme nedensel ger­ çeğe götürür; ancak tek başına bu yaşamamıza destek olmaz, sa­ dece çekilmeyi ve umutsuzluğu teşvik eder. öte yandan, bir sembolün içsel değerinin kabulü yapıcı hakikate götürür ve ya­ şamamıza destek olur; umut aşılar ve Herdeki gelişim olasılığım artırır. 680 Sembolün işlevsel önemi uygarlık tarihi içinde açıkça görül­ mektedir. Dini sembol binlerce yıldır insanlığın ahlaki eğitimin­ de oldukça etkili bir araç olduğunu kamtlamışhr. Sadece önyar270

gılı bir zihniyet böylesine açık bir gerçeği inkar edebilir. Sembo­ lün yerini somut değerler alamaz; eskimiş, yıpranmış ve zihinsel analiz ve anlayışın gelişimiyle birlikte etkinliğini yitirmiş olan sembollerin yerini sadece yeni ve daha etkili semboller alabilir. Bireyin daha fazla gelişimi ancak kendisinden ilerdeki bir şeyi temsil eden ve düşünsel anlamı henüz tam olarak anlaşılmamış semboller aracılığıyla mümkün olur. Bireysel bilinçdışı bu tür semboller üretir. Bu semboller kişiliğin ahlaki gelişiminde çok büyük rol oynar. 681 İnsan hemen her zaman dünyanın ve kendi yaşamının anla­ mına dair felsefi ve dini görüşlere sahiptir. Bunlara sahip olma­ makla övünenler de vardır. Ancak bunlar ortak insanlık yolun­ daki istisnalardan ibarettir; insan psişesinin ayrılmaz bir parçası olduğunu karutlarnış önemli bir işlevleri yoktur. 682 Bu tür vakalarda, bilinçdışında, modem sembolizmin yerin­ de modası geçmiş bir dünya ve yaşam anlayışını buluruz. Eğer gerekli bir psikolojik işlev bilinç dünyasında temsil edilmiyorsa, o zaman arkaik veya embriyonik bir prototip biçiminde bilinçdı­ şında bulunuyor demektir. 683 Bu kısa özet okuyucuya bu kitapta belki neleri bulamayaca­ ğını gösterebilir. Denemeler yukarıda geliştirilmiş olan daha ge­ nel görüşlere giden yoldaki duraklardır.

Küsnacht / Zürih, Ocak 1916 İkinci Baskı 684 Saygıdeğer iş arkadaşım Dr. C. E. Long'un önerisi doğrultu­ sunda bu kitabın ikinci baskısına bazı eklemeler yaphm. "Bilinç­ dışı Kavramı18" üstüne yeni bir bölümün eklendiğini özellikle be­ lirtmek gerekir. Bu 1916 yılı başlarında Zürih Analitik Psikoloji Demeği'ne verdiğim bir konferansın metnidir. Analiz uygulama­ sında karşılaşılan çok önemli bir sorun, yani Ben ile psikolojik Ben-dışı ilişkisine genel bir bakıştan oluşmaktadır. Bölüm XIV, "Bilinçdışı Sürecin Psikolojisi19" baştan sona gözden geçirildi ve '" [Bu metin "Ben ve Bilinçdışı"nın ilk versiyonunun çevirisiydi. Daha sonra, 1916'da Almanca özgün metin, "La Structure de l"inconscient'' başlığıyla Fransız­ caya çevrildi. Bkz. Analitik Psikoloji Üzerine İki Deneme, s. 145 vd. - EDİTÖRLER.] 19 ["Psikolojide Yeni Yönelimler"in (özgün metin Raschers Jahrbuch far Schweizer Art uııd Kuııs t ta yer almaktadır, Zürih, 1912) gözden geçirilip genişletilmiş baskısı. Metin 1926'da tekrar genişletilerek Das U11bewusste im norma/en und kranken Seelen­ leben başlığıyla yayımlandı. Bu metnin gözden geçirilmiş ve genişletilmiş versiyo'

271

bu vesileyle en son araştırmaların sonuçlarını anlatan bir maka­ leyi de2° ekledim. 685 Her zamanki çalışma yöntemim doğrultusunda tarumlama­ lanrn da olabildiğince genelleştirilmiştir. Günlük uygulamada adetim olduğu üzere kendimi bir süre için insan malzemesi üze­ rinde çalışmakla sınırlıyorum. Sonra toplanan verilerden olabil­ diğince geniş bir kaide çıkartarak, buradan bir bakış açısı elde ediyor ve bunu doğrulayana, değiştirene ya da bırakana kadar pratik çalışmaya uyguluyorum. Doğrulandığı takdirde, ampirik malzemeyi vermeden genel bir bakış açısı olarak yayımlıyorum. Biriken malzemeyi yalruzca örnek ya da şema biçiminde uygu­ lama sürecine katıyorum. Bu yüzden okuyucudan, ortaya koy­ duğum görüşleri sadece beynimin uydurmaları olarak görme­ mesini rica ediyorum. Aslında bunlar geniş çaplı deneyimlerin ve olgunlaşmış fikirlerin ürünleridir. 686 Bu ekler ikinci baskının okuyucusunun Zürih Okulunun son görüşleri hakkında bilgi sahibi olmasını sağlayacaktır. 687 Bu yapıtın birinci baskısında karşılaşılan eleştirilere gelince, yazılarımın İngiliz eleştirmenlerce, küçümsemeden kaynaklanan bir sessizlikle karşılandığı Almanya'dan çok daha açık fikirlilikle karşılandığını görmekten memnun oldum. Medical Press'teki ko­ nuya olağanüstü hakim eleştirisinden dolayı Dr. Agnes Savill'e özellikle müteşekkirim. Bir teşekkür de Proceedings of the Society Jor Psychical Research'teki21 ayrıntılı makalesinden dolayı Dr. T. W. Mitchell'a. Bu eleştirmen nedensellik konusundaki aykırı dü­ şünceme itiraz ebnektedir. Psikolojide nedensel bakış açısının tek geçerli bakış açısı olduğunu sorgulamakla bilimsel olmayan, çok tehlikeli bir yola girdiğimi düşünmektedir. Onun duygularını anlıyorum, fakat benim düşünceme göre insanoğlunun doğası bizi erekçi görüşü benimsemeye zorlamaktadır. Psikolojik açıdan her gün belirlenmiş bir hedef ya da amaç ve nedensellik ilkesine göre yaşadığımız ve çalıştığımız kuşkusuzdur. Psikolojik bir ku­ ram kendisini zorunlu olarak bu gerçeğe uydurmalıdır. Kesin bir nu 1942 yılında Über die Psychologie des Unbewussten başlığıyla yayımlandı. Bkz. Analitik Psikoloji Üzerine İki Deneme, 273 vd. EDİTÖRLER.] 20 [Kısım il, başlık yok, "The Content of the Psychoses", Bölüm Xlll, Collected Pa­ pers. Metnin özgün hali İngilizce olarak kaleme alındı ve "On Psychological Un­ derstanding", (}oumal of Abnormal Psychology, Boston, IX, 1915) başlığıyla yayım­ -

landı. Daha sonra, 1914'te Almancaya çevrilerek Der lııha/t der Psychose'un eki ola­ rak yayımlandı. EDİTÖRLER.] 21 [Savill, "Psychoanalysis" (1916); Mitchell (1916). EDİTÖRLER.] -

-

272

hedefe yönelen bir şeye sırf nedensel bir açıklama getirilemez, aksi takdirde Moleschott'un ünlü özdeyişinde ifade edilen sonu­ ca varırız: "Man ist was er isst" (İnsan ne yiyorsa odur). Nedensel­ liğin bir bakış açısı olduğunu hiç akıldan çıkarmamamız gerekir. Bu bir dizi olay arasındaki kaçınılmaz ve değişmez ilişkiyi doğru­ lamaktadır: a-b-c-z. Bu ilişki sabit olduğundan ve nedensel bakış açısına göre de öyle olması gerektiğinden, manhksal olarak ter­ sine bir sıralama da yapılabilir. Ereklilik de bir bakış açısıdır ve ara­ larında açık bir nedensel bağlanh bulunan fakat anlamı ancak ni­ hai-sonuçlar (nihai etkiler) üzerinden anlaşılabilen bir dizi olayın var­ lığıyla ampirik olarak doğrulanmışbr. Sıradan yaşam bunun en iyi örnekleriyle doludur. Birinci neden olarak metafizik bir varlık varsaymıyorsak, nedensel açıklama mekanik olmak durumun­ dadır. Örneğin, Freud'un cinsel kuramını benimseyip üreme bez­ lerinin işlevlerine büyük bir psikolojik önem atfedecek olursak, o zaman beyin de üreme bezlerinin bir eklentisi gibi görünür. Bü­ tün belirsiz kadir-i mutlaklığıyla Viyana tarzı cinsellik kavramı­ na tam bir bilimsellikle yaklaşır ve onu psikolojik temeline indir­ gersek, psişik yaşamın esas itibarıyla üreme bezlerinin gerilmesi ve gevşemesinden ibaret olduğu birinci nedene ulaşırız. Bir an için bu mekanik açıklamanın "doğru" olduğunu varsayacak olursak, bu olağanüstü sıkıcı ve kapsam olarak oldukça kah bir gerçek olurdu. Benzer bir ifade de, üreme bezlerinin yeterli bes­ lenme olmadan işlevini yapamayacağı olurdu ki, bundan da cin­ selliğin beslenmenin bir yan işlevi olduğu sonucu çıkardı. Bunun gerçekliği, düşük yaşam formları biyolojisinde önemli bir bölüm oluşturmaktadır. 688 Ama eğer gerçekten psikolojik bir yönde çalışmayı arzu edi­ yorsak, o zaman psikolojik olgunun anlamını bilmek isteriz. Lo­ komotifin çeşitli parçalarının ne tür çelikten yapıldığını, hangi demir çelik fabrikasından ve hangi madenden geldiğini öğrensek de, lokomotifin işlevi yani anlamı hakkında doğru dürüst bir şey bilmiş olmayız. Ancak modem bilim tarafından anlaşıldığı biçi­ miyle "işlev" hiçbir şekilde başlı başına nedensel bir kavram de­ ğildir; özellikle nihai veya "teleolojik" bir kavramdır. Çünkü psişeyi yalnızca nedensel bakış açısından değerlendirmek müm­ kün değildir; psişeyi aynı zamanda nihai bakış açısından değer­ lendirmek zorundayız. Dr. Mitchell'ın dediği gibi, nedensel belir­ lenimin aynı zamanda erekçi bir dayanağı olduğunu düşünmek mümkün değildir. Bu açık bir çelişki olurdu. Ama biliş kuramı­ nın Kantçı bir düzeyde kalması gerekmemektedir. Kant'ın, me273

kanik ve teleolojik bakış açılarının kurucu (nesnel) ilkeler -aynı şekilde, nesnenin nitelikleri- olmayıp, tamamen düzenleyici (öz­ nel) düşünce ilkeleri olduğunu ve dolayısıyla karşılıklı olarak tu­ tarlı olduklarını açık bir biçimde gösterdiği çok iyi bilinmektedir. Örneğin, kolayca şu tezi ve antitezi oluşturabilirim: Tez: Her şey mekanik kurallara göre meydana gelir. Antitez: Bazı şeyler yalnızca mekanik kurallara göre meydana gelmez. Buna karşı Kant şöyle demektedir: Akıl bunların ikisini de kanıt­ layamaz, çünkü a priori tamamen ampirik doğa yasaları bize olayların meydana gelme olasılığına ilişkin belirleyici bir ilke sunmaz. 689 Aslında modern fizik saf mekanizma fikrinden erekçi enerji­ nin korunumu kavramına dönüştürülmüştür, çünkü mekanik açıklama yalnızca tersine çevrilebilen süreçleri kabul etmektedir, oysa gerçekte doğal süreçler tersine çevrilemez. Bu da gerginli­ ğin yahşmasına ve dolayısıyla kesin bir nihai duruma yönelen bir enerji kavramını gündeme getirmiştir. 690 Açıkçası ben her iki görüş açısının da, yani hem nedensel hem de erekçi bakış açısının gerekli olduğunu düşünüyorum, ama aynı zamanda iki görüş açısının, doğa sürecinin kurucu ilke­ leri olarak değil düzenleyici düşünce ilkeleri olarak görüldükleri takdirde birbiriyle uzlaşmaz bir çelişki içinde olmadığını da Kant'ın zamanından beri bildiğimizi vurgulamak isterim. 691 Kitapla ilgili değerlendirmelerden söz edecek olursak, bazı­ larının bana yanlış geldiğini belirtmeliyim. Kimi eleştirmenlerin yazar tarafından verilen kuramsal açıklamalarla hastanın ürettiği fantastik fikirleri birbirinden ayıramamasına bir kez daha olduk­ ça şaşırdım. "Sayı Rüyalarının Önemi Üzerine" tarhşıldığı sırada yaşanan kafa karışıklığının sorumlusu eleştirmenlerimden biri­ dir. Her dikkatli okuyucunun görebileceği üzere bu makaledeki İncil'den yapılan alınhyla ilgili çağrışımlar bana ait keyfi açıkla­ malar olmayıp, benim beynimden değil hastanın beyninden kaynaklanan kriptomnezik birikimlerdir. Bu sayı kümeleşmesi­ nin tam olarak, çok eski çağlara kadar uzanan Pisagorcu, Kabala­ cı, vb. her türlü sayı mistisizminin kendisinden türediği bilinçdı­ şı psikolojik işleve karşılık geldiğini görmek hiç zor değildir. 692 Ciddi yorumculanma teşekkür ederim. Aynca bu kitabın yayımlanmasındaki cömertçe desteklerinden dolayı Harold F. McCormick' e de şükranlarımı sunmak isterim.

Haziran 1917 274

iV

Bireyin Yazgısında Babanın Önemi Kranafeldt'in "Zihnin Gizli Yolları"na Giriş Freud ve Jung: Karşılaştırma

Bireyin Yazgısında Babanın Önemi' İkinci Baskıya Önsöz On yedi yıl önce yazılan bu kısa makale şu sözlerle bitiyordu: "Önümüzdeki yıllarda elde edilecek deneyimlerle, kısa bir ışık tutabildiğim bu belirsiz alanın daha da derinliklerine inilmesi ve yazgımızı şekillendiren ruhun gizli atölyesi hakkında daha fazla şey öğrenilmesi umut edilmektedir." Sonraki yıllarda elde edilen deneyimler gerçekten de birçok şeyi değiştirip derinleştirmiştir; bunlardan bazıları farklı bir ışık albnda ortaya çıkınca, bu sayede psişenin ve yazgının köklerinin nasıl "aile öyküsünden" daha derinlere uzandığını ve yalnızca çocukların değil aynı zamanda ebeveynlerin de tek bir büyük ağacın sadece dallan olduğunu görmüş oldum. Dönüşüm Sembolleri adlı kitabımda anne komp­ leksini ele alırken, bu kompleksin daha derindeki nedenlerini; çocuğun yazgısında niçin sadece babanın değil aynı zamanda 1

İlk olarak "Die Bedeutung des Vaters für das Schicksal des Einzelnen", Uahrbuch ss. 155-73) başlığıyla yayımlanmıştır. Almanca özgün metin broşür olarak yeniden basılmışhr (1919), bu formdaki ikinci baskı ise (Viyana, 1927) kısa bir önsözle yayımlanmışhr. Yeni bir önsözle, epeyce gözden geçirilmiş ve genişletilmiş olan üçüncü baskı 1949 yılında (Zürih) yayımlanmışhr. Elinizdeki versiyon üçüncü baskının çevirisidir. Yazann bu versiyona eklediği bölümler metinde sivri parantezler < > içinde veri­ lirken, yerlerine koyuldukları veya çıkarıldıkları halde önemli görülen metinler (1909'da çevrildikleri şekliyle) dipnotta köşeli parantez [ ) içinde verilmiştir. EDİTÖRLER.)

für psychoanalytische und psychopathologische Forschungen, Leipzig, 1909,

275

annenin de önemli bir faktör olduğunu anladım: Şu veya bu in­ sani hatayı yapbkları veya şu veya bu erdemlere sahip oldukları

için değil, -deyiş yerindeyse, rastlanh sonucu- yalnızca aileleri değil bütün ulusları hatta bütün insanlığı yöneten o gizemli ve güçlü yasaları çocuk zihnine ilk aşılayan insanlar oldukları için. İnsan zekasının ürettiği yasalar değil, insanın aralarında bıçak sırtında yürüdüğü doğanın yasaları ve güçleri. Bu makaleyi hiç değiştirmeden yayımlıyorum. Makalede her­ hangi bir hata yok - sadece fazla basit ve fazla naif.

O zaman ya­

zının sonuna koyduğum Horatius'un şiiri bu derin ve karanlık arka plana işaret etmektedir: "Scit Genius natale comes qui temperat astrum, Naturae deus humanae, mortalis in unum, Quodque caput, vultu mutabilis, albus et ater. 2"

C. G. J.

Küsnacht, Aralık 1926 Üçüncü Baskıya Önsöz Bu makale yaklaşık kırk yıl önce kaleme alındı, ancak bu kez ol­ duğu gibi yayımlamak istemedim.

O zamandan bu yana o kadar

çok şey değişti ve yeni bir görünüm aldı ki, özgün metinde birta­ kım düzeltmeler ve eklemeler yapma gereği duydum. Kompleks­ ler kuramıyla ilgili yeni sorunlar doğuran şey asıl olarak kolektif bilinçdışının keşfi oldu. Daha önce kişilik benzersiz kabul edili­ yor ve herhangi bir yerden kaynaklanmadığı düşünülüyordu; ama artık, bireysel olarak edinilmiş kompleks kaynaklarıyla bir­ likte, genel bir insanlık ön koşulunun, her insanın içgüdüsel te­ meli olduğu ve kalıtsal ve doğuştan gelen biyolojik bir yapının bulunduğu bilinmektedir. Buradan, bütün hayvanlar aleminde olduğu gibi, bireysel yaşamın şu veya bu ölçüde rastlanhsal kü­ meleşmelerini engelleyen ya da güçlendiren belirleyici güçler or­ taya çıkmaktadır. Her insanlık durumu, uzun insanlık geçmişi­ mizde sayısız defalar olduğu üzere, temin edilip olduğu gibi bu kalıtsal yapıya kazınır. Yapı kendisiyle birlikte aynca böyle du­ rumları içgüdüsel olarak aramaya veya üretmeye yönelik kalıtsal

2 ["(Neden olduğunu) ancak Tann bilir - doğum yıldızımızı yöneten o rehber, in­ san doğasının tannsı, her bir yaşamdaki ölümcül düşünce, yüzü değişen, siyah ve beyaz." - Horatius, Mektuplar, il, ii, 1 87-189. EDİTÖRLER]

276

bir eğilim getirir. Akla ve iradeye karşı en inatçı direnci gösteren ve böylelikle kompleksin çelişkili doğasını açıklayan güçler bu­ rada bulunur. Eski metni bu keşiflere ve bir ölçüde de şimdiki bilgilerimizin düzeyine göre değiştirmeye çalışbrn. c. G. J.

Ekim 1948

Yazgılar istekliyi yönlendirir Ama isteksizi sürükler CLEANTHES

Freud çocukla ebeveyn ve özellik.le de baba arasındaki duy­ gusal ilişkinin Herdeki bir nevrozun içeriği açısından belirleyici bir önem taşıdığına dikkat çekmişti. Bu ilişki aslında libidonun3 sonraki yıllarda bir engelle karşılaşhğında paralel olarak geriye akhğı ve dolayısıyla çocukluğun uzun zamandır unutulmuş olan psişik içeriğini yeniden harekete geçiren çocuksu kanaldır. Bü­ yük bir engel karşısında, örneğin ciddi bir düş kırıklığı tehdidi ya da geniş kapsamlı bir karar verme riski karşısında gerilediği­ mizde yaşanan işte budur. Görevin yerine getirilmesi için birikti­ rilen enerji geri akar ve eski nehir yatakları, geçmişin köhne sis­ temleri yeniden dolar. Aşkta düş kırıklığına uğrayan bir erkek bunu ikame etmek için duygusal bir dostluğa4 ya da sahte bir so­ fuluğa geriler; eğer nevrotik biriyse daha da gerilere, asla tama­ men vazgeçmediği ve hatta normal bir insanın bile birden fazla zincirle bağlı olduğu çocukluk ilişkilerine -anne baba ilişkisine­ geriler. 694 Aynnhlı biçimde yapılmış her analiz bu gerilemeyi şu veya bu ölçüde açıkça gösterir. Freud'un çalışmalarında dikkat çeken bir özellik, babayla ilişkinin özel bir öneme sahipmiş gibi gö­ rünmesidir. 693

[ İlk dipnot: Libido daha önceleri psikologlann "arzu" ya da "eğilim" dedikleri şeydir. Freudcu yaklaşım bir denominatio a potiori'dir. /ahrbuch, l (1909), 155.] ' [ İlk metin, ayrıca: mastürbasyon.) s 3

277

695 Çocuğun psişesinin şekillenmesinde babanın önemi tama­

men başka bir alanda da -aile incelemesinde- görülebilir.6 Son araştırmalar bir ailede babanın karakterinin genellik.le yüzyıllar süren ağırlıklı etkisini göstermektedir. Anne daha önemsiz bir rol oynar görünmektedir. Eğer bu kalıtım için geçerliyse, aynı zamanda babadan kaynaklanan psikolojik etkiler için de geçerli olduğunu düşünebiliriz.7 Sorunun kapsamı öğrencim Dr. Emma Fürst'ün aileler içindeki tepki tipinin benzerliği üzerine yaptığı araştırmalarla daha da genişletilmiştir.8 Dr. Fürst 24 aileden 100 kişi üstünde çağrışım testleri gerçekleştirdi. Şimdiye kadar bu kapsamlı malzemeden sadece 9 aileden (tümü de eğitimsiz) 37 kişiyle ilgili sonuçlar incelenip yayımlandı. Fakat tüm hesapla­ malar daha şimdiden birtakım değerli sonuçlan göstermektedir. Çağrışımlar benim tarafımdan basitleştirilip değiştirilmiş olan Kraepelin-Aschaffenburg şemasına göre sınıflandırılmış ve sonra da belli bir öznede her bir özellik grubu ile diğer her öznede ona karşılık gelen grup arasındaki farklılıklar hesaplanmıştır. Böyle­ likle tepki tipindeki farklılıklara ilişkin ortalama rakamlar elde ettik. Akraba olmayan erkek Akraba olmayan kadın Akraba erkek Akraba kadın

5.9 6.0 4. 1 3.8

696 Dolayısıyla akrabalar, özellikle de kadın iseler, ortalama ola­

rak benzer bir tepki tipi göstermektedir. Bu da akrabaların psiko­ lojik tutumunun çok az farklılık gösterdiği anlamına gelmekte­ dir. Farklı akrabalıklar üzerinde yapılan incelemeler şu sonuçlan vermiştir: 697 Koca ve kan için ortalama fark yüzde 4.7'ye çıkmaktadır. 6 Sommer,

Familienforschung und Vererbungslehre (1907); Joerger, "Die Familie Zero" (1905); Ziermer, "Genealogische Studien uber die Vererbung geistiger Eigenschaf­ ten" (1908). 7 [İlk metin: Bu ve özellikle de Dr. Otto Gross ile birlikte gerçekleştirilen bir analiz­ de elde edilen deneyimler bende bu görüşün doğru olduğu izlenimini yarattı.) [Gross için bkz. Jones, Freud: Life and Work, il, s. 33. - EDİTÖRLER.) • "Statistical Investigations on Word-Associations and on Familial Agreement in Reaction Type among Uneducated Persons" ("Sözcük Çağnşımlan ve Eğitimsiz Kişilerin Tepki Tarzında Görülen Ailesel Benzerlik Üzerine İstatistik Araşhrmala­ n") (1907). 2711

Ancak bu ortalama rakam için dağılım değeri 3.7'dir ki, bu da yüksek olup 4.7 ortalamasının oldukça geniş bir rakam aralığın­ dan oluştuğunu göstermektedir: Tepki tipinde birbirine çok ben­ zeyen evli çiftler ve daha az benzerlik gösteren evli çiftler bu­ lunmaktadır. 698 Genel olarak bakıldığında, babalarla oğullar, annelerle kızlar birbirlerine daha yakındır: Babalar ve oğullar için fark Anneler ve kızlar için fark

3.1 3.0

(Farkın l .4'e düştüğü) Birkaç evli çift vakası dışında bunlar en düşük rakamlardan biridir. Hatta Fürst'ün elinde 45 yaşındaki bir anne ile 16 yaşındaki kızının sadece 0.5 farklılık gösterdiği bir vaka dahi vardı. Ancak sadece bu vakada anne ve kızı babanın tepki tipinden 1 1 .8 fark göstermekteydi. Baba kaba saba, budala ve ayyaşın biriydi; anne Hıristiyan Bilimiyle ilgilenmekteydi. Buna göre anne ve kızı aşın bir değer-odaklı tepki tipi9 sergile­ mekteydi ki, deneyimlerime göre bu da nesneyle tutarsız bir iliş­ kinin işaretiydi. Değer-odaklı tipler aşın duygu yoğunluğu gös­ terirler ve araşhrmaada karşılık gelen duygulan uyandırmaya dair kabul edilmeyen ama açık arzuyu dışa vururlar. Bu bakış açısı Fürst'ün malzemesi içindeki değer-odaklıların sayısının öz­ nenin yaşıyla birlikte arthğı gerçeğiyle örtüşmektedir. 700 Çocuk ve ebeveynlerdeki tepki tipinin benzerliği, üzerinde düşünülmesi gerekecek kadar malzeme sağlamaktadır. Çağrışım deneyi bir insanın psikolojik yaşamının küçük bir kesitinden başka bir şey olmadığı ve günlük yaşam aslında kapsamlı ve bü­ yük ölçüde değişkenlik gösteren bir çağrışım deneyimi olduğu için; ilke olarak birinde nasılsa ötekinde de öyle tepki veririz. Her ne kadar hakikat böyle olsa da, yine de bir miktar muhakeme -ve sınırlama- gerekmektedir. Örneğin 45 yaşındaki anneyle 16 ya­ şındaki kızın durumunu ele alalım: Annenin aşın değer-odaklı tipi kuşkusuz düş kırıklığına uğramış umut ve arzularla dolu bir yaşamın zeminini oluşturmaktadır. Oysa 16 yaşındaki kız aslın­ da hiç yaşamamışhr; henüz evli değildir ama sanki annesinin ye699



Bununla, uyarıcı söze verilen karşılığın nesnel ilişki odaklı olmak yerine hep öz­ nel tonlu olduğu tepkileri kastediyorum. Örneğin çiçek I güzel, kurbağa I berbat, pi­ yano / ürkütücü, tuz / kötü, şarkı söyleme I tatlı, pişirme I yararlı. 279

rindeymiş gibi tepki vermiş ve onun ardından sonsuz düş kırık­ lı.klan yaşamışhr. Annesi gibi davranmış ve o ölçüde de annesiy­ le özdeşleşmiştir. Annenin davranışlarının ardında babayla olan ilişkisi yabnaktadır. Ama kız babayla evli değildir ve dolayısıyla da böyle davranması gerekmemektedir. O bu davranışları çevre­ sel etkilerle sahiplenmiş olup, ilerde dünyaya bu ailevi sorunun etkisi altında uyum gösterecektir. Uyumsuz bir evlilik uygun olmadığına göre, bundan kaynaklanan davranışlar da uygun olmayacakhr. Kızın Herdeki yaşamında uyum sağlayabilmesi için aile ortamından kaynaklanan engellerin üstesinden gelmesi gerekecektir; eğer bunu yapamazsa, davranışlarının kendisine hazırladığı yazgıya boyun eğecektir. 701 Kuşkusuz böyle bir yazgı birçok olasılığa yol açacakhr. Aile­ vi sorunun üstünün örtülmesi ve ebeveynin özelliklerinin negatif yönlerinin gelişmesi, hiç kimse fark etmeden, çok derinlerde kı­ zın da anlamadığı engellemeler ve çahşmalar biçiminde meyda­ na gelebilir. Ya da, kız büyürken gerçekler dünyasıyla çelişkiye düşer ve hiçbir şeye uyum sağlayamaz, ta ki yazgının birbiri ar­ dına inen darbeleri, çocuksu ve uyumsuz özellikleri konusunda giderek gözünü açana kadar. Çocuksu uyum bozukluğunun kaynağı doğal olarak ebeveynle olan duygusal ilişkilerdir. Bu, manhksal gerçeklerin değil tesirlerin ve onların fiziksel dışavu­ rumlarının neden olduğu bir tür psişik etkilenmedir. ıo Gelişimin en hızlı olduğu birinci ve beşinci yıllar arasında ebeveynlerin mizacına tamı tamına uyan bütün temel özellikler artık gelişmiş­ tir, çünkü deneyimler bize ebeveyne dair kümeleşmeyle bireyin bağımsızlık arzusu arasında ilerde yaşanacak çahşmanın ilk işa­ retlerinin 1 1 ilke olarak beşinci yaştan önce ortaya çıkhğıru gös­ termektedir. 702 Bazı vaka-öykülerinin yardımıyla ebeveyne dair kümeleşme­ nin çocuğun uyumunu nasıl engellediğini göstermek isterim. 1 2

Vaka l 703 55 yaşında, gösterişsiz ama özenli, zarif, siyah giysiler gi­ yinmiş, dinç bir kadın; saçları özenle taranmış; nazik, oldukça

ıo

Vigoroux ve Jupuelier, La Contııgion mentale (1904), Bölüm 6. [İlk metin: bastırmayla libido arasındaki mücadelenin (Freud) . . . ] ı 2 [İlk metin: Sadece belli başlı olayları, yani cinsellikle ilgili olanları sunmak yeter­ lidir.] 11

280

sevecen bir tavır, sözlerini dikkatle seçiyor, içten. Hasta alt düzey bir memurun ya da dükkan sahibinin eşi olabilir. Yüzü kızararak ve gözlerini indirerek sıradan bir köylünün boşannuş eşi oldu­ ğunu söyledi. Depresyon, gece korkulan, çarpınb ve kollarında seğirme şikayetleriyle -tipik yaş dönümüne bağlı hafif nevroz be­ lirtileri- kliniğe gelmişti. Hasta resmi tamamlarcasına, ciddi kay­ gı-rüyaları gördüğünü ekledi; adamın biri kendisini takip ediyor, vahşi hayvan saldırısına uğruyordu, vb. 704 Anamnezi aile öyküsüyle başlıyordu. (Olabildiğince kendi sözcükleriyle anlabyorum.) Babası heybetli bir görüntüsü olan, hoş, etkileyici, iri yan bir adamdı. Mutlu bir evliliği vardı, annesi ona tapardı. Zeki bir adamdı, usta bir zanaatkardı ve saygı duyu­ lan biriydi. Biri hastanın kendisi ve öteki ablası olmak üzere yal­ nızca iki çocuğu vardı. Abla annenin, hasta da babanın gözde­ siydi. Hasta beş yaşındayken babası kırk iki yaşında kalp krizin­ den aniden ölmüştü. Hasta kendini çok yalnız hissetmiş ve o günden sonra annesiyle kız kardeşi kendisine Sindirella gibi davranmaya başlamışb. Annesinin ablasını kendisine tercih etti­ ğini açıkça görebiliyordu. Anne, eşine olan saygısının ikinci kez evlenmeye izin vermeyecek kadar büyük olmasından dolayı bir daha evlenmemişti. Kocasıyla ilgili arularını "bir dini kült gibi" korumaktaydı, çocuklarına da aynısını öğretmişti. 705 Abla görece erken evlenmişti: Hasta ise yirmi dördüne kadar evlenmemişti. Genç erkeklerle hiç ilgilenmezdi, sıkıcı gelirdi hepsi de; aklında hep olgun erkekler vardı. Yaklaşık yirmi yaşın­ da kırkını geçmiş "etkileyici" bir beyefendiyle taruşb, adamın çe­ kiciliğine kapılnuşb, ama çeşitli nedenlerden dolayı ilişki bitti. Yirmi dördünde iki çocuklu dul bir adamla taruşb. Heybetli bir görüntüsü olan, hoş, etkileyici, iri yan bir adamdı, bpkı babası gibi; kırk dört yaşındaydı. Evlendiler, ona müthiş saygı duyu­ yordu. Çocukları olmadı; adamın birinci evliliğinden olan çocuk­ ları bulaşıcı bir hastalıktan öldü. Dört yıllık bir evlilikten sonra kocası kalp krizinden öldü. Hasta on sekiz yıl boyunca dul ola­ rak yaşadı. Ancak kırk alb yaşındayken (menopozdan hemen önce) büyük bir sevgi açlığı çekmekteydi. Yakınlarında biri ol­ madığından bir evlilik şirketine başvurdu ve karşısına ilk çıkan kişiyle, şiddet ve ahlaksızca davraruştan dolayı iki kez boşanmış olan altmış yaşlarında bir köylüyle evlendi; hasta evlenmeden önce bwtlan biliyordu. Beş yıl boyunca adama katlandı, sonra o da boşandı. Kısa bir süre sonra nevroz baş gösterdi.

281

706 Psikolojik13 konularda deneyimi olan bir okuyucu için daha fazla açıklamaya gerek yok; durum fazlasıyla açık. Ben sadece hastanın kırk albncı yaşına kadar ilk gençliğindeki ortamın ek­ siksiz bir kopyasını yaşadığına dikkat çekeceğim. Yaş dönümün­ de cinselliğin alevlenmesi, babanın yerini alan daha kötü bir fi­ güre yol açb. Bu nedenle kadın cinselliğinin son gelişim aşama­ sında aldandı. Baskı albnda alevlenen nevroz hala mutlu olmak isteyen, yaşlanmakta olan kadının erotizmini ortaya çıkarmışhr. 14 Vaka 2 707 Otuz dört yaşında, ufak tefek, zeki ve nazik görünüşlü bir

erkek. Kolayca mahcup oluyor, sık sık kızanyordu. "Sinirlilik" sıkınbsıyla tedaviye gelmişti. Çok kolay öfkelendiğini, hep yor­ gun olduğunu, sinirsel mide sorunu yaşadığını ve bazen intihan düşünecek kadar derin depresyon yaşadığını söyledi. 708 Tedaviye gelmeden önce beni ziyaretine hazırlamak üzere aynnblı bir özgeçmiş ya da daha doğrusu hastalık öyküsü gön­ dermişti. Öyküsü şöyle başlıyordu: "Babam oldukça iri yarı ve güçlü bir adamdı." Bu cümle ilgimi çekmişti; Sayfayı çevirdim, söyle diyordu: "On beş yaşındayken, on dokuz yaşında iri yan bir çocuk beni ormana götürüp ahlaksızca üstüme saldırdı." 709 Hastanın öyküsündeki birçok boşluk beni daha eksiksiz bir anamnez almaya itti ve ortaya şunlar çıkb: Hasta üç erkek karde­ şin en küçüğüydü. İri yan, kızıl saçlı bir adam olan babası daha önce Vatikan'daki İsviçreli Muhafız Birliğinde askerdi; sonradan polis olmuştu. Sert, huysuz bir askerdi, oğullannı askeri disiplin­ le yetiştirmişti. Emirler yağdınr, onlara isimleriyle seslenmez, ıs­ lıkla çağımdı. Gençliği Roma'da geçmişti ve gay olarak yaşadığı dönemde frengi kapmışh, bunun sıkınblannı ileri yaşlannda hala çekmekteydi. Gençlik maceralanndan söz etmeye bayılırdı. (Hastadan epeyce büyük olan) En büyük oğlu da bpkı onun gibi iri yan, kızıl saçlı, güçlü bir adamdı. Anne hastalıklı bir kadındı, erkenden yaşlanmışh. Hayattan bıkan ve yorgun düşen kadın kırkında, hastanın sekiz yaşında olduğu bir sırada hayata veda etmişti. Annesine dair sıcak ve güzel anılan vardı. 710 Okulda hep bir şamar oğlanı gibiydi ve hep arkadaşlannın alay konusu olurdu. Bunun nedeninin farklı lehçesi olduğunu 13 [İlk metin: psikanalitik.) 14 [İlk metin: . ama cinselliğini açığa vurmaya cesaret edemeyen.) ..

282

düşünürdü. Daha sonra sert ve kaba bir ustanın yanında çıraklık yapmaya başladı, diğer çıraklar ağır koşullardan dolayı kaçarken o iki yıldan uzun bir süre ustanın yanında kaldı. On beşinde, da­ ha ılımlı birkaç başka homoseksüel ilişki dışında, daha önce söz edilen saldın meydana geldi. Sonra yazgı onu Fransa'ya attı. Orada güneyli bir adamla tanışb, adam tam bir kabadayı ve Don Juan' dı. Hastayı bir geneleve götürdü; korkudan, istemeye iste­ meye gitti ve iktidarsız olduğunu keşfetti. Sonra babasının kop­ yası ve duvara ustabaşı olan büyük ağabeyinin hovarda bir ya­ şam sürdürdüğü Paris'e gitti. Hasta uzun süre orada kaldı, kötü bir ücreti vardı ama sırf aadığı için yengesine yardım ediyordu. Ağabeyi sık sık onu geneleve götürüyordu ama o hep iktidarsızdı. 711 Bir gün ağabeyi, ona kalan 6 bin franklık mirası kendisine devretmesini istedi. Hasta kendisi gibi Paris'te bulunan küçük ağabeyine danışb, ama o derhal parayı vermekten vazgeçmesini istedi, çünkü çarçur edilirdi. Buna rağmen hasta gidip mirasını büyük ağabeyine devretti, tabii o da en kısa zamanda parayı yi­ yip bitirdi. Kendisini vazgeçirmek isteyen ikinci ağabeye de 500 frank bırakılmışb. Şaşkınlık içinde, niçin herhangi bir garanti ol­ madan parasını ağabeyine verdiğini sorunca şöyle cevap verdi: Eh, istedi. Para için en ufak bir üzüntü duymuyordu, bir 6 bin frangı daha olsa yine verirdi. Ondan sonra büyük ağabeyin du­ rumu daha da kötüye gitti ve eşinden boşandı. 712 Hasta İsviçre'ye döndü ve bir yıl düzenli bir iş bulamadan, sık sık da aç kalarak dolaşb. Bu sırada bir aileyle tanışb ve sık sık onlara gitmeye başladı. Koca tuhaf bir mezhebe üyeydi, yalana­ nın biriydi ve ailesini ihmal ediyordu. Eşi geçkin, hasta ve zayıfb, üstelik hamileydi de. Alb çocuk vardı ve hepsi de yoksulluk içinde yaşıyordu. Hasta bu kadına karşı sıcak bir sevecenlik du­ yuyordu ve elinde ne varsa onunla paylaşıyordu. Kadın ona so­ runlarından söz ediyor, kesinlikle loğusa yatağında öleceğini söylüyordu. Hasta (hiçbir şeyi olmadığı halde) kadına çocuklara bakacağına ve onları yetiştireceğine söz verdi. Kadın loğusa ya­ tağında öldü, ancak yetimler yurdu duruma el koydu ve hastaya sadece bir çocuk verdi. Artık hastanın bir çocuğu vardı ama aile­ si yoktu, doğal olarak onu kendisi büyütemezdi. Böylece evliliği düşünmeye başladı. Ancak o güne kadar kimseye aşık olmadı­ ğından büyük bir tereddüt içindeydi. 713 Sonra büyük ağabeyinin eşinden boşanmış olduğu aklına geldi ve o kadınla evlenmeye karar verdi. Paris'te yaşayan kadı283

na mektup yazarak niyetini anlath. Kadın kendisinden on yedi yaş büyüktü ama planına karşı değildi. Konuyu konuşmak üzere onu Paris'e çağırdı. Fakat tam yola çıkmak üzereyken yazgı oyu­ nunu oynadı ve ayağına bir demir çivi bath, o yüzden yola çıka­ madı. Bir süre sonra yara iyileşince Paris'e gitti ve artık nişanlısı olan yengesini olduğundan daha genç ve güzel hayal ettiğini an­ ladı. Buna rağmen evlendiler, üç ay sonra da eşin girişimiyle ilk kez cinsel ilişkiye girdiler. Aslında hasta hiçbir istek duymuyor­ du. Kendisi İsviçreli, kadın Fransız olduğu için, çocuğu beraber­ ce Paris tarzında büyüttüler. Çocuk dokuz yaşındayken bir mo­ tosikletin altında kalarak hayabru kaybetti. Hasta artık evde kendini çok yalnız hissediyor ve keder içinde yaşıyordu. Eşine küçük bir kız evlat edinmeyi teklif etti ama kadın kıskançlıktan sinir krizine girdi. Derken hasta hayatında ilk kez genç bir kıza aşık oldu ve derin bir depresyon ve sinirsel yorgunlukla birlikte nevroz baş gösterdi. Bu arada evdeki yaşamı da tam bir cehen­ neme dönmüştü. 714 Eşinden ayrılması gerektiği yönündeki tavsiyem, yaşlı kadı­ nın kendi yüzünden üzülmesine izin veremeyeceği gerekçesiyle bir kenara itildi. Açıkçası eziyet çekmeye devam etmeyi yeğli­ yordu, çünkü gençliğinin anılan ona bugünkü sevinçlerden daha değerli geliyordu. 715 Bu hasta da yaşamı boyunca aile kümeleşmesinin büyülü çemberi içinde hareket etmişti. En güçlü ve en vahim faktör ba­ basıyla olan ilişkisiydi; bu ilişkinin mazoşistik-homoseksüel ren­ gi yaptığı her şeyde kendini açıkça gösteriyordu. Hatta talihsiz evlilik bile babası tarafından belirlenmişti, çünkü hasta büyük ağabeyinin boşanmış eşiyle evlenmişti ki, bu da annesiyle ev­ lenmekle eş anlamlıydı. Eşi aynı zamanda loğusa yatağında ölen annenin yerini alınıştı. Nevroz libidonun çocuksu ilişkiden geri­ leyip ilk kez bireysel olarak belirlenmiş bir amaca azıak yaklaş­ tığı anda ortaya çıkmıştı. Önceki vak.ada olduğu gibi burada da ailevi kümeleşmenin çok güçlü olduğu görüldü, öyle ki mücade­ le eden birey için geriye kalan tek şey daracık bir nevroz alanıydı. Vaka 3 716 Ortalama zekalı, sağlıklı görünüşlü, sağlam yapılı, üç sağlıklı çocuk annesi, 36 yaşında bir köylü kadın. Ekonomik durumları rahat. Şu nedenlerle kliniğe geldi: Birkaç haftadır korkunç bir durumdaydı ve kaygılıydı, uykuları kötüydü, korkunç rüyalar 284

görüyordu ve gündüzleri kaygı ve depresyon sıkınhsı çekiyordu. Bütün bunların hiçbir nedeni olmadığını, olan bitene şaşırdığını ve kocasının bütün bunların "saçmalık" olduğu yolundaki ısra­ rında haklı olduğunu kabul etmesi gerektiğini söylüyordu. Ama yine de üstesinden gelemiyordu. Sık sık aklına hıhaf şeyler geli­ yordu; ölecek ve cehenneme gidecekti. Kocasıyla çok iyi geçini­ yordu. 717 Yakanın incelenmesinden şu sonuçlar ortaya çıkh. Birkaç hafta önce eline uzun zamandır el sürülmemiş olan bazı dini ri­ saleler geçmişti. Orada küfredenlerin cehenneme gideceği yaz­ maktaydı. Kadın bunu çok ciddiye almış ve o günden sonra in­ sanların küfretmesini engellemesi gerektiğini yoksa kendisinin de cehenneme gideceğini düşünmeye başlamışh. Bu risaleleri okumasından iki hafta kadar önce birlikte yaşadığı babası aniden kalp krizi geçirerek ölmüştü. Babası öldüğü sırada kadın yanın­ da değildi, ancak öldükten sonra gelebilmişti. Korkusu ve kederi çok büyüktü. 718 Babasının ölümünü izleyen günlerde uzun uzun bu konuyu düşündü ve babasının neden böyle aniden öldüğünü sorguladı. Bu meditasyonlar sırasında aniden babasından duyduğu son sözlerin şunlar olduğunu hahrladı: "Şeytanın pençesine düşecek­ lerden biri de benim." Bu anıyla birlikte içini bir ürperme kapladı ve babasının nasıl öfkeyle küfre girdiğini hahrladı. Aynı zaman­ da ölümden sonra gerçekten bir yaşam olup olmadığını ve baba­ sının cennette mi yoksa cehennemde mi olduğunu düşünmeye başladı. Dini risalelerle işte bu düşünceler sırasında karşılaşmış ve onları okumaya başlamışh, ta ki küfredenlerin cehenneme gi­ deceğini okuduğu yere kadar. Sonra içine büyük bir korku ve dehşet düştü; kendisini suçlamaya başladı, babasının küfre gir­ mesini engellemesi gerekirdi, bunu yapmadığı için cezalandırıl­ mayı hak etmişti. Ölecek ve cehenneme gidecekti. O andan itiba­ ren içi kederle doldu, aksileşti ve takınhlı fikirleriyle kocasına eziyet etmeye başladı, her türlü neşe ve eğlenceden uzaklaşh. 719 Hastanın yaşam öyküsü şöyleydi; Beş erkek ve kız kardeşin en küçüğüydü ve her zaman babasının gözdesiydi. Babası ona elinden geldiğince istediği her şeyi vermişti. Yeni bir giysi iste­ miş ve annesi reddetmişse, babasının şehre indiğinde ona o giy­ siyi getireceğinden emin olabilirdi. Annesi oldukça erken öldü. Yirmi dört yaşında babasının karşı çıkmasına rağmen kendi seç­ tiği bir erkekle evlendi. Adama karşı özel bir antipatisi olmama2115

sına karşın babası seçimine açıkça karşı çıkmışh. Hasta evlendik­ ten sonra babasını yanlarına aldı. Dediğine göre diğer kardeşler babayı yanlarına almayı teklif bile etmemişlerdi. Aslında baba kavgacı, küfürbaz, ihtiyar bir ayyaşın tekiydi. Kolayca tahmin edilebileceği üzere kocayla kayınpederi hiç geçinemiyordu. Ya­ şanan bitip tükenmez didişmelere ve ağız dalaşlarına rağmen hasta adeta görevmiş gibi sürekli babasına meyhaneden içki geti­ riyordu. Buna rağmen yine de kocasının haklı olduğunu kabul ediyordu. Koca iyi, sabırlı bir insandı, tek bir sorunu vardı: Eşi­ nin babasını yeterince ciddiye almıyordu. Kadın bunu anlaşıl­ maz buluyor, kocasının babasına boyun eğmesi gerektiğini dü­ şünüyordu. Ne de olsa baba hala babaydı. Sık sık tekrarlanan kavgalar sırasında o hep babasını tutuyordu. Fakat kocasına kar­ şı söyleyebileceği bir şey de yoktu, tepkilerinde çoğunlukla hak­ lıydı, ama o yine de babasını tutuyordu. 720 Derken, babasının karşı çıkmasına rağmen evlenmekle gü­ nah işlediğini düşünmeye başladı, ardı arkası kesilmeyen bu çe­ kişmelerden birinde kocasına olan sevgisinin bittiğini fark etti. Hele de babasının ölümünden sonra artık kocasını sevmesi hep­ ten imkansız hale gelmişti, çünkü babasının öfke ve küfür krizle­ rine girmesinin nedeni çoğunlukla kocasının boyun eğmeyişiydi. Bir keresinde kavgalar artık kocasının canına tak etmiş, kansına, babası için başka bir yer bulmasını söylemişti. Baba da iki yıl o başka yerde yaşamışh. Bu süre içinde kan koca huzur ve mutlu­ luk içinde bir hayat sürdü. Fakat hasta babasını yalnız bırakhğı için giderek kendini suçlamaya başlamışh; her şeye rağmen o babasıydı. Sonunda, kocasının karşı çıkmasına rağmen babasını tekrar eve getirdi, çünkü dediği gibi babasını kocasından daha çok seviyordu. Babasının eve dönmesinden kısa bir süre sonra eski çekişmeler tekrar başladı. Bu babasının ani ölümüne kadar böyle devam etti. 721 Bu açıklamaların ardından kadın sızlanmaya başladı: Koca­ sından boşanmalıydı, çok önce boşanmalıydı aslında, ama çocuk­ lar için ses çıkarmamışh. Babasının itirazlarına rağmen evlen­ mekle büyük hata etmişti, büyük günah işlemişti. Babasının iste­ diği erkekle evlenmesi gerekirdi; o adam kesinlikle babasını din­ ler ve hiçbir sorun çıkmazdı. Ah, diye iç çekti, kocası babası gibi tatlı değildi, babası için her şeyi yapardı, ama kocası için yap­ mazdı. Babası ona istediği her şeyi vermişti. Arhk tek istediği şey ölmekti, böylece babasıyla birlikte olabilirdi. 286

722 Bu duygu patlaması geçince, neden babasının önerdiği er­ kekle evlenmediğini sordum. 723 Anlaşıldığı kadarıyla küçük ve verimsiz bir araziden başka bir şeyi olmayan mütevazı bir köylü olan baba, en küçük kızının yeni doğduğu sıralarda terk edilmiş, zavallı bir çocuğu yanaşma olarak yanına almışb. Çocuk sevimsiz biri olup çıkmışb: O kadar aptaldı ki okuma yazmayı hatta doğru dürüst konuşmayı bile beceremiyordu. Tam bir taş kafaydı. Ergenlik dönemi yaklaşbkça boynunda birtakım yaralar çıkmışb. Bazıları açık olan bu yara­ lardan sürekli irin akmakta, bu da pasaklı, çirkin yarabğa gerçek­ ten iğrenç bir görüntü vermekteydi. Zeka yaşı gelişmemişti, bu yüzden sabit ücreti olmayan bir çiftlik ırgab olarak kalmışh. 724 Babası en sevdiği kızını bu budalayla evlendirmek istemişti. 725 Neyse ki kız boyun eğmeye niyetli değildi, ancak şimdi piş­ manlık duyuyordu, çünkü bu salak kesinlikle babasına karşı ko­ casından daha itaatkar olurdu. 726 Önceki vakada olduğu gibi burada da hastanın kesinlikle ap­ tal biri olmadığı bilinmelidir. Her ikisi de normal bir zekaya sa­ hipti, her ne kadar çocuklukla yaşanan kimi kümeleşmeler bu­ nun kullanılmasına izin vermemiş olsa da. Söz konusu durum bu hastanın yaşam öyküsünde bütün açıklığıyla görülmektedir. Ba­ banın otoritesi asla sorgulanmamışhr bile. Çekişmenin ve rahat­ sızlığın açık nedeni olan babanın kavgaa yaşlı bir ayyaş oluşu hasta için hiçbir şeyi değiştirmez; tersine, koca bu şeytan karşı­ sında boyun eğmelidir. Ve nihayet, hastamız babası yaşamının mutluluğunu bütünüyle yok edemedi diye pişmanlık bile duy­ maktadır. Şimdi de kendisini ölme ve böylelikle babasının gittiği cehenneme gitme arzusu duymaya iten nevroz yoluyla kendisine zarar vermeye başlamışhr. 727 Ölüm yazgısını kontrol eden bir şeytani güç görmek istemiş olsaydık, onu kesinlikle burada, nevrotiklerimizin hasta ruhla­ rında ağır ağır ve işkence edercesine ortaya çıkan bu melankoli­ de, sessiz trajedilerde görebilirdik. Bazıları bu görünmeyen güç­ lerle sürekli mücadele ederek, masum kurbanlarını bir zalim yazgıdan ötekine sürükleyen şeytanın pençesinden kendilerini adım adım kurtarmaktadır; bazılarıysa ayağa kalkıp kendini kur­ tarsa da, nevrozun kemendine yakalanarak ilerde tekrar eski yo­ la sürüklenecektir. Bu mutsuz insanların her zaman ille de nev­ rotikler ya da "yozlaşmışlar" olduğu iddia edilemez. Eğer biz normal insanlar kendi yaşamlarımızı inceleyecek olursak15 biz de 15

[İlk melin:

...

psikanalitik bakış açısından 287

. . .

]

güçlü bir elin bizi şaşmaz bir şekilde yazgımıza götürdüğünü ve bu elin her zaman nazik bir el olmadığını görebiliriz. 16 Bu ele ço­ ğunlukla Tanrının ya da şeytanın eli adını veririz, 742 Baba imagosunun çelişkili davranışının öğretici ve iyi bilinen bir örneği Tobit'in Kitabındaki aşk öyküsüdür.22 Ecbatanalı Ra­ guel'in kızı Sara evlenmek ister. Ancak kötü talihi yakasını bı­ rakmaz ve evlendiği adamlar düğün gecesi ölür; bu üst üste yedi kez tekrarlanır. Bu adamları öldüren, Sara'ya da eziyet eden kötü ruh Asmodeus'tur. Sara aynı acıyı tekrar yaşamaktansa ölmek için Yehova'ya yalvarır, çünkü babasının kadın hizmetçileri bile onu arbk küçük görmektedir. Kendisine Tann tarafından Seki­ zinci damat, Tobit'in oğlu, kuzeni Tobias gönderilir. O da gerdek odasına gönderilir. Sonra yaşlı Raguel yatmaya gidiyormuş gibi yaparak dışarı çıkar ve düşünceli bir şekilde damadının mezarını kazar. Sabahleyin gerdek odasına bir hizmetçi yollayarak dama­ dın ölüp ölmediğini kontrol ettirir. Fakat bu kez Asmodeus'un rolü tutmamışhr, çünkü Tobias yaşamaktadır.

21

[İlk metin: İlk dini yüceltmelerin kökenlerinde bunlar yatmaktadır. Kümeleştirici erdemleri ve hatalanyla babanın yerinde, bir yanda tam yüceltilmiş bir tann ve öte yanda, modem zamanlarda kişinin kendi ahlaki sorumluluğunun kabul edilme­ siyle küçülen şeytan görünmektedir. Birinciye yüceltilmiş sevgi, ikinciye düşük cinsellik atfedilir. Nevroz alanına girer girmez bu antitez sırurlanna kadar esneti­ lir. Tann eksiksiz cinsel bastırmanın, şeytan şehvetin sembolü olur. Böylece, tıpkı bilinçdışı kompleksin bilinçte göründüğü sırada ifade ediliş biçimleri gibi, baba kümeleşmesinin bilinçli ifadesi Janus yüzünü, pozitif ve negatif bileşenlerini takınır.] 22 3:7 vd. ve 8:1 vd.

294



743

ZJ 2• 25 [İlk metin: Ne yazık ki hp etiği, çocukluk kümeleşmesinin bütün uğursuz işaret­ leri albnda talihsizce seçilmiş olan, yedi yerine sadece üç kocanın bulunması dı­ şında bu kalıba uyan bir histeri vakasını anlatmamı engellemektedir. İlk vakamız

295

Kranefeldt'in "Zihnin Gizli Yollan"na Giriş16 Bugün herhangi biri, epeyce suiistimal edilen "psikanaliz" teriminin kapsamlı ve dolayısıyla doğru bir resmini çıkarmarun kesinlikle imkansız olduğunu pekala söyleyebilir. Mesleğe yeni başlayanların "psikanaliz" den anladığı -alttaki neden ve bağlan745

da bu kategoriye girmektedir, üçüncü vakamızda ise yaşlı köylüyü işbaşında, kı­ zını benzer bir yazgıya hazırlarken görmekteyiz. [Dindar ve hürmetkar bir kız evladı olan Sara (bkz. Tobit'teki duası, bölüm 3), bir yandan çocuksu sevgisini Tanrıya olan ibadetine taşıyarak, diğer yandan da baba­ nın saplanblı gücünü kendine eziyet eden şeytan Asmodeus'a dönüştürerek baba kompleksinin bilindik yüceltme ve bölünme olgusunu gözler önüne serer. Öykü hoş bir şekilde işlenmiş olup baba Raguel'i iki rolde, gelinin avutulamayan babası ve yazgısını önceden bildiği damadının mezarının ihtiyatlı kazıcısı olarak göster­ mektedir. [Baba-şeytanın elini kızının üzerinden çekmemesinden dolayı kızın yaşamı bo­ yunca, hatta evlendiğinde bile gerçek bir ruhsal bütünlük sağlayamadığı, çünkü kocasının imgesinin bilinçdışını ve sürekli işbaşında olan çocuksu baba-idealini kesinlikle yok edemediği vakalarla sık sık karşılaşhğımız için, bu hoş fabl analitik çalışmalarımda klasik bir örnek olmuştur. Bu yalnızca kızlar için değil oğullar için de geçerlidir. Bu türden bir baba-kümeleşmesinin mükemmel bir örneği, Brill'in kısa bir süre önce yayımlanan "Psychological Factors in Dementia Praecox" ["Er­ ken Bunamada Psikolojik Faktörler") (1908) başlıklı yazısında görülebilmektedir. [Deneyimlerime göre, çocuğun fantezisinin belirleyici ve tehlikeli nesnesi genellik­ le babadır. Bu nesnenin anne olduğu durumlarda bile, annenin ardında yürekten bağlı olduğu bir büyükbaba buldum. [Bu soruyu bir kenara bırakmam gerekiyor, çünkü bulgularım bir sonuca varmak için yeterli değil. önümüzdeki yıllarda elde edilecek deneyimlerle, kısa bir ışık tu­ tabildi-ğim bu belirsiz alanın daha da derinliklerine inilmesi ve yazgımızı şekil­ lendiren ruhun gizli atölyesi hakkınd a daha fazla şey öğrenilmesi umut edilmek­ tedir. Şöyle demişti Horatius bu şeytan için: "Scit Genius natale comes qui temperat astrum, Naturae deus humanae, mortalis in unum, Quodque caput, vultu mutabilis, albus et ater." [Öyleyse niçin bir tek Genius• bilir­ yıldız haritamıza hükmeden o rehber, insan tabiatlı tanrı lakin her bir yaşamda fani ve bazen kara, bazen ak siması) "Roma mitolojisinde her insanın içinde var olduğuna inanılan ve görevi o insanı korumak olan ruhani varlık -çn. 26 İlk olarak W. M. Kranefeld'in Die Psychoanalyse'inde (Berlin ve Leipzig, 1930) ya­ yımlanmıştır. Ralph M. Eaton tarafından İngilizceye çevrilerek Secret Ways of the

Mind başlıklı ciltte (New York, 1932; Londra, 1934) yayımlanmışhr. Elinizdeki çe­ viri Eaton versiyonuna da göndermeler yapılmıştır. - EDİTÖRLER.) 296

hlan ortaya çıkarmak amacıyla ruhun hbbi olarak parçalara ay­ rılması- tarhşma konusu olgunun yalnızca küçük bir kısmıru kapsamaktadır. Freud'un bakış açısına paralel bir şekilde, psika­ nalize daha geniş bir açıdan bakarak nevroz tedavisinin hbbi bir aracı olarak değerlendirsek bile, bu geniş bakış açısı yine de me­ selenin doğasıru tamamen ortaya çıkarmaya yetmemektedir. Her şeyden önce psikanaliz gerçek Freudcu anlamda sadece bir teda­ vi yöntemi değil, kendini genel olarak nevrozlar ve psikopatolo­ jiyle sırurlamayıp, aynı zamanda normal rüya olgusunu ve bu­ nun yanında geniş insan bilimleri alanlarıru, edebiyah, yarahcı sanatları, biyografiyi, mitolojiyi, folkloru, karşılaşhrmalı dini ve felsefeyi de alanına katmaya çalışan bir psikoloji kuramıdır. 746 (Dar anlamda) Psikanalizin yarahcısı olan Freud'un, yönte­ mi cinsel kuramıyla özdeşleştirmekte ısrar ederek kurama dog­ matizm etiketi yapışhrması, bilim tarihi açısından garip -ancak psikanaliz hareketinin kendine özgü doğasıyla örtüşen- bir du­ rumdur. Bu "bilimsel" yanılmazlık ilanı o zamanlar Freud'la yol­ ları ayırmama neden olmuştu, çünkü bana göre dogma ve bilim, birbirlerini karşılıklı zehirleyerek zarar veren, birbiriyle karşılaş­ hnlamayacak niteliklerdir. Din içinde bir faktör olarak dogma mutlak bakış açısından dolayı paha biçilmez bir değer taşır. Fa­ kat bilim, eleştiri ve kuşkuculuk olmadan yozlaşır ve hastalıklı bir sera bitkisine dönüşür. Bilim için gerekli unsurlardan biri aşı­ n kuşkudur. Bilim ne zaman ki dogmaya yanaşır, sabırsızlık ve fanatiklik eğilimi gösterirse, büyük bir ihtimalle haklı olan bir kuşkuyu gizliyor ve çok haklı bir zemini olan bir belirsizliği ge­ çiştiriyor demektir. 747 Freud'un kuramlarıru acımasızca eleştirmek için değil, ön­ yargısız okuyucuya Freudcu psikanalizin, bilimsel bir girişim ve bilimsel bir başarı olmak dışında, ustanın kendisinin analiz sana­ hndan daha güçlü olduğunu kanıtlamış olan psişik bir semptom olduğu önemli gerçeğini göstermek için bu talihsiz durumun üzerinde duruyorum. Maylan'ın Freuds tragischer Komplex27 baş­ lıklı kitabında gösterdiği gibi, Freud'un kendi kişisel psikolojik öncüllerinden dogmatize etme eğiliminde olduğunu -hatta bu hi­ leyi takipçilerine de öğrettiğini ve iyi kötü kendisinin de uygula­ dığını- çıkarsamak hiç de güç olmayacakbr, ama ben onun silah­ larıru kendisine çevirmek niyetinde değilim. Nihayetinde hiç 27

[Freuds tragischer Komplex: Eine Analyse der Psychoanalyse (1929). 297

-

EDİTÖRLER.)

kimse kendi sınırlanru tamamen aşamaz; herkes şu veya bu öl­ çüde onların esareti albndadır - özellikle de psikolojiyle uğraşı­ yorsa. 748 Bu teknik eksiklikleri ilginç bulmuyorum ve bunlar üstünde fazla durmanın tehlikeli olduğunu düşünüyorum, çünkü bu dik­ kati önemli bir gerçekten başka bir yere çekmektedir: En yüksek zihin dahi en özgür göründüğü noktada en sınırlanmış ve en ba­ ğımlı haldedir. Tahminlerime göre insandaki yarahcı ruh kendi kişiliği olmaktan çok çağdaş bir düşünce hareketinin bir işareti veya belirtisidir. Kişiliği ancak bir bilinçdışından, kolektif arkap­ landan kaynaklanan bir inancın -özgürlüğünü elinden alan, onu kendini feda etmeye ve başkalarında görse acımasızca eleştirece­ ği hatalar yapmaya zorlayan bir inanç- sözcüsü olduğu ölçüde önemlidir. Freud kökleri Reformasyona kadar giden belli bir dü­ şünce akımının içine doğmuştur. Bu akım kendini zamanla sayı­ sız maske ve kılıktan kurtarmışhr ve şimdi de Nietzsche'nin ka­ hince bir içgörüyle önceden gördüğü psikoloji türüne -yeni bir olgu olarak psişenin keşfi- dönüşmektedir. Modem psikolojinin, simyacıların köhne laboratuvarlarından, hipnotizma ve manye­ tizmaya (Kemer, Ennemoser, Eschimayer, Baader, Passavant ve diğerleri), Schopenhauer'in, Carus'un ve von Hartmann'ın felsefi öngörülerine kadar hangi dolambaçlı yollardan geçtiğini; ve Liebeault ve daha önce de Quimby'de (Hıristiyan Biliminin ba­ bası)28 günlük deneyimlerin naif toprağından, Fransız hipnotiz­ macıların öğretilerine ve oradan da nihayet Freud'a nasıl ulaşh­ ğını bir gün öğreneceğiz. Bugünkü fikirler birçok karanlık kay­ naktan beslenmiş, XIX. yüzyılda hızla güçlenmiş ve aralarında Freud gibi isimlerin de bulunduğu birçok taraftar bulmuştur. 749 Günümüzde "psikanaliz" parolasıyla kastedilen şey gerçekte tek bir şey değildir, çağımızın büyük psikolojik sorununun bir­ çok farklı yönünden oluşmaktadır. Kamuoyunun genelinin bu sorunun farkında olup olmaması onun var olduğu gerçeğini de­ ğiştirmemektedir. Günümüzde psişe herkes için bir sorun haline gelmiştir. Psikoloji gerçekten hayret verici bir çekim gücü ka­ zanmı şbr. Bu da Freudcu psikolojinin, benzeri sadece Hıristiyan Biliminde ve hikmetinde görülen dünya çapındaki şaşırhcı başa­ rısını ve yayılışını, Freud'un dogmatizminin bu hareketleri kaıe

[Phineas Parkhurst Quimby (1802-1866), görüşlerini etkilediği düşünülen Mary Baker Eddy'yi tedavi eden Amerikalı hipnotizmacı ve zihin şifacısı. - EDİTÖR­ LER.) 298

rakterize eden dini kanaatin tutumuna çok yaklaşmasından do­ layı yalnızca başarı olarak değil özü itibarıyla de onlarla nasıl benzeştiğini açıklamaktadır. Aynca, her dört hareket de belirgin biçimde psikolojiktir. Buna bir de okültizmin Batı dünyasının bü­ tün uygar kısımlarında, her şekildeki neredeyse inanılmaz yük­ selişini eklersek, her yerde biraz tabu olmasına karşın ikna edici olan bu düşünce akımının bir resmini elde etmeye başlarız. Aynı şekilde, modem bp Paracelsus'un ruhuna doğru belirgin eğilim­ ler göstermekte ve somatik hastalıklarda psişenin öneminin gide­ rek daha fazla farkına varmaktadır. Cezaların ertelenmesinden ve psikoloji uzmanlarının çağrılmasından anladığımız kadarıyla, ceza yasasının gelenekselliği bile psikolojinin iddialarına boyun eğmeye başlamıştır. 750 Bu psikolojik akımın pozitif boyutları buraya kadar. Ancak bu boyutlar diğer tarafta aynı ölçüde karakteristik olan negatif boyutlarla dengelenmektedir. Bilinçli zihin daha Reformasyon döneminde Gotik çağın metafizik kesinliklerinden uzaklaşmaya başlamıştı ve bu ayrılış her geçen yüzyılla birlikte daha sertleş­ miş ve daha da yaygınlaşmıştı. xvııı. yüzyılın başında dünya Hıristiyanlığın doğrularının ilk kez açık bir şekilde tahtından edildiğine tanık oldu. XX. yüzyılın başındaysa dünya üstündeki en büyük ülkelerden birinin hükümeti Hıristiyan inancının sanki bir hastalıkmış gibi kökünü kazımak için her şeyi yapmaktadır. Bu arada, genel olarak beyaz adamın zekası Katolik dogmanın otoritesinin içine sığmamaya başlamış, Protestanlık da önemsiz tartışmalarla dört yüzden fazla tarikata bölünmüştür. Bunlar açıkça negatif etkiler olup, insanların neden işe yarar bir hakika­ tin çıkmasını umdukları her harekete artan bir şekilde üşüştüğü­ nü de açıklamaktadır. 751 Dinler ruhun hastalıkları için önemli tedavi sistemleridir. Nevrozlar ve benzeri rahatsızlıkların tümü de psişik komplikas­ yonlardan kaynaklanmaktadır. Fakat bir dogma bir kez tartış­ maya açılıp sorgulanmaya başlayınca iyileştirici gücünü kaybe­ der. Tanrının aa çeken insana merhamet edeceğine, ona yardım edip rahatlatacağına ve yaşamına bir anlam katacağına artık inanmayan bir kişi zayıftır ve kendi zayıflığına yenik düşerek nevrotik olur. Toplumdaki birçok patolojik unsur zamanımızın psikolojik eğilimlerine destek olan en güçlü faktörlerden birini oluşturmaktadır. 752 Daha az önemli olmayan başka bir grup da bir süre otoriteye 299

inandıktan sonra bir tür pişmanlıkla uyanarak için için devam eden eski inançlarını ortadan kaldıran sözüm ona yeni hakikati savunmakta kendine-işkenceyle karışık bir tatmin bulanlar tara­ fından oluşturulmuştur. Bu tip insanlar çenelerini asla kapalı tu­ tamazlar; inançlarının zayıflığından ve tecrit edilme korkusun­ dan, hep din propagandası yapan gruplar halinde bir araya top­ laşmak zorunda hissederler ve böylelikle kuşkulu niteliklerini en azından nicelikle kapabrlar. 753 Son olarak, hevesle bir şeyler arayanlar, ruhun bütün psişik ıshraplann merkezi ve aynı zamanda ıshrap çeken insanlığa müjde olarak sunulan bütün iyileştirici hakikatlerin evi olduğuna kesinlikle inananlar vardır. En anlamsız çahşmalar ruhtan kay­ naklanır, ama biz çözüm için ya da en azından ıshrap veren o so­ ruya yani "Neden?" sorusuna geçerli bir yanıt bulmak için gene de ona bakarız. 754 Bir insanın sağlığına kavuşma ihtiyaa duyması için ille de nevrotik olması gerekmez, böyle bir şifanın mümkün olmadığına sonuna kadar inanan insanlar bile bu ihtiyaa duyar. İnatçı evlilik partnerini yola getirecek bir reçete bulmak niyetiyle bile olsa, za­ yıf bir anda psikoloji üstüne bir kitaba göz atmaktan kendilerini alamazlar. 755 Toplum içindeki bu birbirinden tamamen farklı ilgiler "psi­ kanaliz" temasırun farklı biçimlerinde yansımasını bulmaktadır. Freud okuluyla yan yana gelişen Adler Okulu, psişik sorunun toplumsal boyutuna özellikle ilgi göstenniş ve buna bağlı olarak da farklılaşarak daha çok bir toplumsal eğitim sistemine doğru evrilmiştir. Adler Okulu psikanalizin Freudcu unsurlarını sadece kuramsal olarak değil uygulamada da reddeder, o kadar ki bir­ kaç kuramsal ilke dışında Freudcu okulla ortak noktası hemen hemen yok gibidir. Bu nedenle Adler'in "bireysel psikolojisi" ar­ hk "psikanaliz" kavramı içinde değerlendirilememektedir. Onunki bağımsız bir psikoloji sistemidir, farklı bir mizaan ve tamamen farklı bir dünya görüşünün dışavurumudur. 756 "Psikanalize" ilgi duyan ve modem psikiyatri alanında ye­ terince bilgi sahibi olmak isteyen bir kişi Adler'in yazılarını mut­ laka incelemelidir. Bu yazılan olağanüstü derecede ufuk açıa bu­ lacak ve aynca, iki açıklama yönteminin birbirine taban tabana zıt görünmesine rağmen aynı nevroz vakasının Freud veya Adler tarafından aynı derecede ikna edici bir şekilde açıklanabileceğini görecektir. Ancak teoride birbirinden tamamen ayrılan şeyler, in300

çelişkili ruhunda birbirleriyle çelişmeden, yan yana dura­ bilmektedir: Her insanda hem güç içgüdüsü hem de cinsel içgü­ dü bulunmaktadır. Buna bağlı olarak her iki psikolojiyi de sergi­ ler ve içindeki her psişik dürtünün albnda her iki yandan da ge­ len, ustaca gizlenmiş başka anlamlar da bulunmaktadır. 757 İnsan veya hayvanlarda ne kadar temel içgüdü bulunduğu bilinmediğinden, keskin bir zekanın geri kalan hepsiyle çelişen ama buna rağmen oldukça doyurucu açıklamalar getirebilen bir­ kaç psikoloji daha keşfetmesi mümkündür. Ancak bu keşifler öy­ lece oturup sanatsal dürtüden yeni bir psikolojik sistem çıkar­ makla olmaz. Ne Freud'un ne de Adler'in psikolojisi bu şekilde ortaya çıkmışhr. Her iki araşhrmacı da temel ilkelerinin, bir iç zorunlulukla adeta alınlarına yazılmışçasına, kendi psikolojileri­ ni ve dolayısıyla başkalarını gözleme yöntemlerini kayda geçir­ mek olduğunu itiraf etmişlerdir. Bunun için de entelektüel hok­ kabazlık değil derin bir deneyim gerekir. İnsan bu türden başka itirafların da olmasını arzuluyor; böylelikle bize psişenin olanak­ larının daha eksiksiz bir resmini verebilirlerdi. 758 Kendi görüşlerim ve kurduğum okul da aynı ölçüde psikolo­ jiktir ve dolayısıyla benim de diğer psikologlara karşı ileri sür­ düğüm birtakım sınırlama ve eleştirilere açıkhr. Görebildiğim kadarıyla benim bakış açım bu bağlamda yukarıda ele alınan psikolojilerden farklılık göstermektedir, yani zıtlar ilkesine da­ yanmış olarak tekçi değil aksine ikicildir ve muhtemelen de ço­ ğulcudur, çünkü görece bağımsız psişik komplekslerin çokluğu­ nu kabul etmektedir. 759 Birbiriyle çelişmesine karşın doyurucu açıklamalar yapma­ nın mümkün olduğu gerçeğinden yola çıkarak bir kuram oluş­ turduğum görülecektir. Açıklama ilkeleri temelde indirgemeci olan ve her zaman insan doğasını sınırlayan çocukluk durumla­ rına dönen Freud ve Adler'den farklı olarak ben, pratikte yarının dünden ve Neden'in Nereden'den daha önemli olduğu gerçe­ ğinden hareketle, yapıcı veya sentetik açıklamaya daha fazla vurgu yapıyorum. Tarihe büyük saygı duymama karşın, geçmişe bakmakla ve -ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar- patojenik kalın­ hlan tekrar yaşamakla insanın geçmişin pençesinden kurtarılıp yeni bir şey inşa etmesi mümkün değildir. Geçmişe bakmadan ve kaybolan önemli anılan birbiriyle birleştirmeden yeni ve tutarlı bir şey yarablamayacağırun da kuşkusuz farkındayım. Fakat geçmişi didik didik edip sözüm ona özgün hastalık nedenleri

sarun

301

aramayı boşa kürek çekmek ve yanıltıcı bir önyargı olarak görü­ yorum; çünkü kaynaklandıklan koşullar ne olursa olsun, nevroz­ lar her zaman şimdi var olan ve bir kez tespit edilince erken ço­ cukluk döneminde değil şimdi düzeltilmesi gereken yanlış bir tutum tarafından belirlenir ve beslenirler. Sadece nedenleri bilin­ ce çıkarmak da yeterli değildir, çünkü son tahlilde nevroz teda­ visi eski anıların canlandınlmasının sihirli etkisi değil ahlaki bir sorundur. 760 Ben bilinçdışına temelden farklı bir değer atfettiğim için gö­ rüşlerim Freud ve Adler'inkinden farklılık göstermektedir. Bi­ linçdışına Adler'den (bu okul bilinçdışırun arkaplanda tamamen kaybolmasına izin vermektedir) sonsuz ölçüde daha önemli bir rol atfeden Freud, Adler'inkinden daha dini bir mizaca sahiptir ve bu nedenle de doğal olarak psişik Ben-dışına negatif olmasa da bağımsız bir işlev yüklemektedir. Bu bağlamda ben Freud'dan birkaç adım daha ileri gitmekteyim. Bana göre bilinç­ dışı sadece temiz olmayan ruhların ve -örneğin, Freud'un "Üst­ Ben" dediği yüzlerce yıllık toplumsal düşüncelerin biriktiği depo gibi- ölü geçmişten alınan diğer iğrenç miraslann atıldığı bir se­ pet değildir. Aslında bu her birimizin içindeki sonsuza kadar ya­ şayan, yaratıcı, germinal tabakadır ve çok eski sembolik imgeler­ den yararlansa da bunların yeni bir biçimde anlaşılmasını sağlar. Doğal olarak yeni anlam, Atena'run Zeus'un başından tepeden tırnağa silahlı olarak çıkması gibi, bilinçdışından hazır bir biçim­ de çıkmamaktadır; canlı bir etki ancak bilinçdışırun ürünlerinin bilinçli zihinle ciddi bir ilişkiye sokulmasıyla sağlanabilir. 761 Bilinçdışının ürünlerini yorumlayabilmek için aynca rüya ve fantezilerin de çok farklı bir şekilde okunması gerektiğini gör­ düm. İfade etmeye çalışhklan anlamı bulmak için bunlan Freud'un yaptığı gibi kişisel faktörlere indirgemek yerine, mito­ lojiden ve din tarihinden sembollerle karşılaştırdım - ki bizzat kendi doğalan da bunu göstermektedir. Aslında bu yöntem or­ taya oldukça ilginç sonuçlar çıkardı, çünkü tamamen yeni bir rü­ ya ve fantezi okumasına izin vererek, başka türlü birbiriyle bağ­ daşmayan bilinçdışının arkaik eğilimlerini bilinçli kişilikle birleş­ tirmeyi mümkün hale getirdi. Bu birleşme uzun zamandır bana mücadelenin sonu gibi görünmekteydi, çünkü nevrotikler (ve de birçok normal insan) aslında bilinçle bilinçdışının birbirinden ay­ nlmasından dolayı ıstırap çekerler. Bilinçdışı sadece içgüdünün kaynaklarını ve insanın hayvan düzeyindeki tarih öncesi bütün '.102

doğasını değil, aynı zamanda bunlarla birlikte geleceğin yarahcı çekirdeklerini ve tüm yapıcı fantezilerin kökenlerini de içerdi­ ğinden, nevrotik çözülmeyle bilinçdışından ayrılmak, bütün ya­ şamın kaynağından ayrılmak anlamına gelmektedir. O yüzden bana göre terapistin asıl görevi, bilinçle bilinçdışı arasındaki bu kayıp bağlanhyla canlandırıcı işbirliğini yeniden kurmakmış gibi görünmekteydi. Freud bilinçdışıru küçümsemekte ve selameti bi­ lincin ayrımcı gücünde aramaktadır. Bu yaklaşım genelinde ha­ talı olup, sıkıca oluşturulmuş bir bilincin var olduğu her yerde kurumaya ve kahlığa yol açmaktadır; çünkü birbiriyle çelişkili ve görünüşte birbirine düşman unsurları bilinçdışında tutarak ken­ di yenilenmesi için ihtiyaç duyduğu canlılığı kendisinden esir­ gemektedir. 762 Bununla birlikte Freud'un yaklaşımı tümüyle hatalı değildir, çünkü bilinç her zaman sıkı sıkıya oluşturulamaz. Bu epeyce bir yaşam deneyimi ve belli bir olgunluk düzeyi gerektirir. Gerçek­ ten kim olduklarını bilmekten çok uzak olan genç insanlar, "ru­ hun karanlık gecesinin" olgunlaşmamış, değişken bilinçlerine akmasına izin verip kendilerine dair bilgilerini daha da kararhr­ larsa eğer büyük riske girerler. Burada bilinçdışırun bir miktar değer kaybetmesi normaldir. Deneyimlerim bana şunu göster­ miştir ki, sadece farklı huylar ("tipler") yoktur, aynı zamanda farklı psikolojik gelişme aşamaları vardır, o kadar ki yaşamın bi­ rinci yansıyla ikinci yarısının psikolojisi arasında temelden bir farklılık olduğu pekala söylenebilir. Bu noktada aynı psikolojik kriterin yaşamın farklı aşamalarına uygulanamayacağını savuna­ rak diğerlerinden yine ayrılıyorum. 763 Bütün bu görüşlere bir de içe dönüklerle dışadönükleri birbi­ rinden ayırdığım ve yine her birini (dört tanesini rahatlıkla saya­ bileceğim ) en farklı işlevlerine göre ayırdığım gerçeği eklenecek olursa, psikoloji alanında çalışan bir araşhrmacı olarak bugüne kadar asıl kaygımın, diğer iki bakış açısından görüldüğü kada­ rıyla monotonluk ölçüsünde basit bir durumun üstüne nobranca atılmak ve psişenin inanılmaz ölçüde karmaşıklığına dikkat çekmek olduğu anlaşılacaktır. 764 Çoğu kişi bu karmaşıklık.lan görmezden gelmek istemiş ve varlıklarından içtenlikle rahatsız olmuştur. Ancak bir fizyolog bedenin basit olduğunu iddia edebilir mi? Ya da canlı bir albu­ min molekülünün basit olduğunu? İnsan psişesi için söylenebile­ cek şey varsa eğer o da akla hayale sığmayacak kadar karmaşık 303

ve farklı olduğu, dolayısıyla basit bir içgüdü psikolojisi olarak değerlendirilemeyeceğidir. Psişik yapımızın derinliklerine ve yüksekliklerine sadece merak ve kaygıyla bakabilirim. Onun mekandan bağımsız evreni milyonlarca yıllık canlı gelişim bo­ yunca birikmiş ve organizmaya sabitlenmiş sayısız imge gizle­ mektedir. Bilincim en uzak uzay boşluklarına ulaşabilen bir göz gibidir, ama onları mekandan bağımsız imgelerle dolduran şey psişik Ben-dışıdır. Bu imgeler solgun gölgeler değil, son derece güçlü psişik faktörlerdir. En fazla yapabileceğimiz şey onları yanlış anlamaktır, onları reddetmekle güçlerini yok edemeyiz. Bu resmin yanına bir de gecenin yıldızlı gökyüzü manzarasını koymak isterdim, çünkü içerdeki evrenin tek eşdeğeri dışarıdaki evrendir; ve bu hpkı dünyaya beden aracılığıyla ulaşmam gibi, o dünyaya da psişe aracılığıyla ulaşırım. 765 Bu yüzden psikolojiye kendi katkılarımla soktuğum kompli­ kasyonlardan dolayı pişmanlık duymuyorum, çünkü bilim adamları işlerin ne kadar kolay olduğunu keşfettiklerini düşün­ mekle hep sadece kendilerini aldatmışlardır. 766 Mesleğe yeni başlayanların "psikanaliz" anlayışında özetle­ nen psikolojik çalışmaların, terimin ima ettiğinden çok daha fazla tarihsel, toplumsal ve felsefi yeni kollara ayrıldığını, umarım okuyucuya bu girişle aktarmışımdır. Bu kitapta anlahlan araş­ hrma alanının bağımsız, sınırlan kolayca çizilebilen bir alan ol­ madığı da açıklığa kavuşmuş olmalıdır. Tersine, bu alan, bbbi beşiğinden daha henüz çıkmakta ve bir insan doğası psikolojisi haline gelmekte olan, gelişmekte olan bir bilimdir. 767 Aşağıdaki anlahmın amacı günümüzdeki psikolojik sorunla­ rı bütün boyutlarıyla ele almak değildir. Modem psikolojinin başlangıcını ve esas olarak hekimin alanına giren temel sorunları incelemekle yetinmektedir. Okuyucuya daha genel bir yön vermek için giriş bölümüne daha kapsamlı birtakım görüşler ekledim.

Freud ve ]ung: Karşılaştınna29 768 Freud ve benim görüşlerim arasındaki farklılıkların, bizim

adlarımızla anılan bu görüşlerin yörüngesi dışında kalan biri ta2• [İlk olarak "Der Gegensatz Freud und Jung" (Kölnische Zeitung, Köln, 7 Mayıs, 1929, s. 4) başlığıyla yayımlanmıştır. Seelenprobleme der Gegenwart'ta (Zürih, 1931) yeniden basılmış ve W. S. Deli ve Cary F. Baynes tarafından, şimdiki başlığıyla, Modern Man in Search ofa Soul (Londra ve New York, 1933) bünyesinde İngilizceye çevrilmiştir. EDİTÖRLER.]

304

rafından ele alınması gerekmektedir. Kendi görüşlerimin üzerine çıkabilecek kadar tarafsız olabilir miyim? Bundan kuşkuluyum. Birinin böyle bir beceri gösterip Baron Munchausen'e rakip ol­ duğu söylense, rahatlıkla fikirlerinin kendine ait olmadığını söy­ lerdim. 769 Yaygın kabul gören fikirlerin, bu fikirlerin yaratıasının kişi­ sel mülkü olmadığı doğrudur; tersine, yaratıa kendi fikirlerinin kölesidir. Hakikat kabul edilen etkileyici fikirlerin kendilerine özgü bir yanı vardır. Belli bir zamanda ortaya çıkmalarına karşın daima zamansızdırlar ve hep öyle olmuşlardır; tek bir insanın fani zilıninin çiçek açan, meyve ve tohum veren ve sonra da so­ lup giden bir bitki gibi içinden çıkarak büyüdüğü yaratıa psişik yaşam gerçeğinden ortaya çıkarlar. Fikirler tek bir insandan daha büyük bir şeyden çıkarlar. İnsan kendi fikirlerini yaratmaz; insa­ nın fikirleri onu yaratır. 770 Fikirler kaçınılmaz olarak tehlikeli bir itiraftır, çünkü sadece içimizdeki iyileri değil aynı zamanda en kötü yetersizliklerimizi ve kişisel eksikliklerimizi de ortaya çıkarırlar. Bu özellikle de psikolojiyle ilgili fikirlerimiz için geçerlidir. En öznel yanımızdan başka nereden çıkabilirler ki? Nesnel dünyaya dair deneyimle­ rimiz bizi öznel önyargılanmızdan koruyabilir mi? Her deneyim, en iyi şartlarda bile en azından yan yarıya öznel yorum değil midir? öte yandan, özne aynı zamanda bir nesnel olgu, dünya­ nın bir parçasıdır; ondan gelen şey nihai olarak bizzat dünyanın hamurundan gelmektedir; tıpkı ender görülen, yabana bir orga­ nizmanın, buna rağmen, orta malı olan dünya tarafından destek­ lenip beslenmesi gibi. En doğru olarak nitelenmeyi hak edenler tam da doğaya ve kendi özümüze en yakın olan en öznel fikir­ lerdir. Peki ama: "Doğru nedir?" 771 Psikolojinin iyiliği için, bugün psişenin doğası hakkında "gerçek" veya "doğru" gibi sözler kullanacak bir konumda ol­ duğumuz inanandan uzak durmanın en iyisi olduğunu düşü­ nüyorum. Yapabileceğimiz en iyi şey doğru ifadedir. Doğru ifa­ de ile, öznel olarak gözlenmiş her şeyin açık bir şekilde dile geti­ rilip ayrıntılı olarak sergilenmesini kastetmekteyim. Biri bu mal­ zemeyi içine katabileceği ve böylece kendi içinde bulduğu şeyin yaratıası olduğuna inanacağı formlara vurgu yapacaktır. öteki gözlemlenen şeye ağırlık verecektir; dolayısıyla, kendi aha tutu­ munun bilincinde olarak, bundan bir olgu şeklinde söz edecektir. Doğru muhtemelen ikisinin arasında bir yerde yatmaktadır: Doğru ifade gözlemlenen şeye form vermeye bağlıdır. 305

772 Modem psikolog ne kadar iddialı olursa olsun, bundan faz­

lasını başardığını iddia edemez. Bizim psikolojimiz birkaç bire­ yin şu veya bu ölçüde başarıyla ifade edilmiş itirafından ibarettir; ve itiraf ancak bu bireyler şu veya bu ölçüde bir tipe uyduğu ka­ darıyla birçok kişi için geçerli bir tarif olarak kabul edilebilir. Di­ ğer tiplere uyanlar da insan türüne ait olduğuna göre, bu tanımın daha az olmakla birlikte onlar için de geçerli olduğunu söyleye­ biliriz. Freud'un cinsellik, çocuksu haz ve bunların "gerçeklik il­ kesiyle" çahşması hakkında söyledikleriyle ensest ve benzerleri hakkında söyledikleri onun kişisel psikolojisinin en doğru ifadesi olarak görülebilir. Bunlar kendisinin öznel olarak gözlemlediği şeylerin başarılı bir şekilde ifade edilmiş halidir. Ben Freud'un hasmı değilim; sadece onun ve öğrencilerinin basiretsizliği tara­ fından öyle gösteriliyorum. Hiçbir deneyimli psikiyatrist, psiko­ lojik cevaplan Freud'unkine benzeyen düzinelerce vaka ile karşı­ laşmadığını söyleyemez. Freud bizzat kendi itirafıyla insan hak­ kındaki büyük bir hakikatin doğumuna yardım etmiştir. O ya­ şamını ve gücünü kendi varlığının bir kaidesi olan bir psikoloji­ nin inşasına adamışhr. 773 Olaylara bakışımız ne olduğumuza bağlıdır. Ve başka insan­ lar başka bir psikolojiye sahip olduğundan, olaylan farklı farklı görür ve kendilerini farklı farklı ifade ederler. Freud'un ilk öğ­ rencilerinden olan Adler bunun tipik bir örneğidir. Freud'unkiyle aynı ampirik malzemeyle çalışhğı halde, o bu malzemeye tama­ men farklı bir bakış açısından yaklaşmışb. Onun olaylara bakış şekli de en az Freud'unki kadar ikna edicidir, çünkü o da çok iyi bilinen bir tipin psikolojisini temsil etmektedir. Her iki okulun takipçilerinin de kesinlikle hatalı olduğumu söyleyeceğini biliyo­ rum, ancak tarihin ve tarafsız kişilerin beni haklı çıkaracağını umut edebilirim. Bana göre her iki okul da yaşamın patolojik yö­ nünü aşın vurgulamak ve insanı kusurları ışığında sadece kendi içinde yorumlamakla suçlanmayı hak etmektedir. Freud'un du­ rumunda bunun ikna edici bir örneği, Bir Yanılsamanın Geleceği adlı kitabında açıkça görüldüğü üzere, dinsel deneyimi anlaya­ mamasıdır. 774 Bana gelince, ben insana içindeki sağlıklı ve güçlü olan şeyle­ rin ışığında ve hasta insanı Freud'un yazdığı her sayfayı kuşatan psikoloji türünden kurtarmak için bakmayı yeğlerim. Freud'un nasıl kendi psikolojisinin ötesine geçip hastayı doktorun da hala çekmekte olduğu hastalıktan kurtarabileceğini bilemiyorum. Bu 306

nevrotik ruh halinin psikolojisidir, tamamen tek yanlıdır ve sa­ dece bu ruh halleri için geçerlidir. Ancak bu sınırlar içinde doğ­ rudur ve hatalıyken bile geçerlidir, çünkü hata da resme ait olup bir iti.rafın doğruluğunu taşımaktadır. Fakat bu sağlıklı bir zihnin psikolojisi değildir; eleştirilmeyen, hatta bilinçdışı ve deneyimin ufkunu daralhp kişinin görüş açısını sınırlama eğiliminde olan bir dünya görüşüne dayanmaktadır - ki bu da bir hastalık belirti­ sidir. Freud'un felsefeye sırtını dönmesi büyük bir hataydı. Var­ sayımlarını ya da hatta kendi kişisel psişik öncüllerini bir kez ol­ sun eleştirmemiştir. Ama yukarıda söylediklerimden de anlaşıla­ cağı üzere böyle yapması gerekirdi; çünkü kendi dayanak nokta­ larını eleştirel bir gözle incelemiş olsaydı, sıra dışı psikolojisini asla, Rüyaların Yorumu'nda yaphğı gibi, bu kadar naifçe ortaya koymazdı. Her halükarda benim de karşılaşhğım güçlüklerle karşılaşırdı. Ben acı tatlı felsefi eleştiri şarabını asla reddetmedim ama dikkatli, azar azar içtim. Muhaliflerim, çok az, diyor; benim hislerimse neredeyse çok fazla diyor. Özeleştiri kolayca insanın saflığını, hiçbir yarahcı insanın onsuz yapamayacağı o paha bi­ çilmez serveti ya da tanrı vergisi yeteneği zehirlemektedir. Her halükarda felsefi eleştiri -benimki de dahil- her psikolojinin öznel bir itiraf karakteri taşıdığını görmemi sağlamışhr. Ama yine de eleştirici gücümün yarahcılığımı yok etmesine izin vermemem gerekir. Ağzımdan çıkan her sözün benden, kendine özgü tarihi ve dünyasıyla benim özel ve benzersiz kendimden bir şeyler ta­ şıdığının çok iyi farkındayım. Ampirik verilerle uğraşırken dahi zorunlu olarak kendimden söz etmiş oluyorum. Fakat ancak bu­ nun kaçınılmaz olduğunu kabul edersem insanın insan hakkın­ daki bilgisi davasına -Freud'un da hizmet etmek istediği ve her şeye rağmen hizmet ettiği davaya- hizmet edebilirim. Bilgi sade­ ce doğruya değil aynı zamanda yanlışa da dayanır. 775 Tek bir insanın işi olan her psikolojinin öznel bir renk aldığı ve Freud'la aramızdaki çizginin en keskin olduğu yer muhteme­ len burasıdır. 776 Bana göre buna dayanan diğer bir fark da kendimi genel ola­ rak dünya hakkındaki tüm bilinçdışı ve dolayısıyla eleştiriden geçirilmemiş varsayımlardan kurtarmaya çalışmamdır. Burada, "çalışmak"tan söz ettim, çünkü kim kendisini bütün bilinçdışı varsayımlardan kurtardığına emin olabilir ki? Kendimi en azın­ dan aptalca önyargılardan kurtarmaya çalışıyorum ve dolayısıy­ la insan psişesinde faal durumda olmaları kaydıyla tanrıların bü307

tün yollarını tanımaya hazırım. İster cinsellik diyelim, ister güç arzusu, doğal içgüdü veya dürtülerin psişik yaşamın itici gücü olduklarından kuşkum yok; ama bu içgüdülerin ruhla çahşhğın­ dan da kuşkum yok, çünkü sürekli bir şeylerle çahşırlar. O şey­ lerden biri de niçin "ruh" adı verilen şey olmasın ki? Ruhun kendi başına ne olduğunu bilmiyorum, hpkı içgüdülerin ne ol­ duğunu bilmediğim gibi. Her ikisi de benim için gizem dolu; bi­ rinin ötekisinin yanlış anlaşılması olduğunu da söyleyemem. Doğada yanlış anlama yoktur; yanlış anlama sadece "anlama" dediğimiz gerçekliğin içinde bulunur. İçgüdü ve ruh kesinlikle benim anlama gücümün ötesindeler. Doğasını bilmediğimiz şid­ detli güçler için kullandığımız terimlerdir bunlar. m Dolayısıyla tüm dinlere karşı pozitif tutum takınıyorum. Dinlerin sembolizminde hastalarımın rüya ve fantezilerinde kar­ şılaşhğırn o figürleri görüyorum. Ahlaki öğretilerinde, kendi iç­ güdü veya esinlerinin peşinden giden hastalarımın psişik yaşa­ mın güçleriyle doğru şekilde uğraşmanın yolunu ararken gös­ terdikleri aynı veya benzer çabalan görüyorum. Törensel ritüel, kabul törenleri ve çileci uygulamalar her halleri ve çeşitlilikleriy­ le, bu güçlere uygun bir ilişki yaratma teknikleri olarak çok ilgi­ mi çekiyor. Biyolojiye ve genel olarak, -dini irfanın, insan zihni­ nin kozmosun içinden bilgi toplamak için gösterdiği olağanüstü bir girişim olması gibi- dış dünyadan yaklaşmak suretiyle psişeyi anlamaya dönük büyük bir çaba olarak gördüğüm doğa bilimi­ nin ampirizmine ilişkin tavrım da aynı ölçüde pozitif. Benim dünya anlayışımda sonsuz bir dış gerçeklik ve aynı ölçüde son­ suz bir iç gerçeklik var; bu ikisi arasında bir ona bir buna bakan ve ruh haline ve mizacına göre birini reddedip ötekini mutlak gerçek kabul eden insan bulunmaktadır. 778 Kuşkusuz bu varsayımsal bir resimdir, ancak vazgeçemeye­ ceğim kadar değerli bir varsayımdır. Sezgisel ve ampirik olarak doğrulandığını ve dahası consensus gentium [kitlelerin görüş bir­ liği]tarafından onaylandığını düşünüyorum. Ampirik bulgular sayesinde keşfedilmesine karşın bu varsayım bana kesinlikle iç­ sel bir kaynaktan gelmiştir. Tipler kuramımın ve Freud'unkinden olduğu gibi benimkinden de farklı görüşlerle uzlaşmamın kay­ nağı budur. 779 Olan biten her şeyde zıtların oyununu görüyrum ve bu kavrayıştan psişik enerji fikrime varıyorum. Tıpkı fiziksel enerji­ nin bir potansiyel farkı içermesi gibi psişik enerjinin de zıtların 308

oyununu, yani sıcak ve soğuk, alçak ve yüksek, vb. gibi zıtların varlığını içerdiğini düşünüyorum. Freud cinselliği tek psişik dür­ tü olarak görerek yola çıkrnışh, ancak yollarımız ayrıldıktan son­ ra öteki faktörleri de hesaba katmaya başladı. Bana gelince, sade­ ce güç dürtüleriyle ilgilenen bir psikolojinin neredeyse kaçınıl­ maz olan keyfiliğini bertaraf etmek için -tümü de şu veya bu öl­ çüde niyete mahsus inşa edilen- değişik psişik dürtü veya güçleri enerji konsepti alhnda topladım. O yüzden ayn dürtü veya güç­ lerden değil "değer tonlarından30" söz ediyorum. Her ne kadar Freud inatla reddettiğimi söylese de ben bununla psişik yaşamda cinselliğin önemini inkar etmiyorum. Benim yapmak istediğim, insan psişesiyle ilgili her tarhşmayı saphran, başıboş kalmış seks terminolojisine bir sınır koymak ve cinselliği yerli yerine oturt­ makhr. 780 Sağduyu her zaman cinselliğin, kuşkusuz çok şeyi etkileme­ sine ve büyük önemine rağmen, biyolojik içgüdülerden sadece biri, psiko-fizyolojik işlevlerden sadece biri olduğu gerçeğine ge­ ri dönecektir. Peki açlığımızı gideremezsek ne olur? Apaçık orta­ da ki, hpkı bir diş ağrıdığında bütün psişenin sadece diş ağrısın­ dan ibaret görünmesi gibi, bugün psişik cinsellik alanında da be­ lirgin bir bozukluk vardır. Freud'un tanımladığı cinsellik türü, hastanın yanlış bir davranış veya durumdan uzaklaşhrılmaya zorlanmak veya teşvik edilmek durumunda kaldığı noktaya ulaşhğında kendini gösteren açık cinsel takınhdır. Bir barajın ar­ kasına yığılmış olan aşın vurgulanmış cinsellik olup, gelişim yo­ lu açılır açılmaz hemen normal oranlara iner. Genellikle ebe­ veynlere ve onlarla olan ilişkilere yönelik eski kırgınlıkların ve yaşam enerjilerinin bashnlmasına yol açan sıkıcı "aile roman­ sı"nın duygusal karmaşasının içinde takılıp kalır ve bu hkanrna kendini "çocuksu" denilen cinsellik biçiminde dışa vurur. Bu tam bir cinsellik olmayıp, aslında yaşamın tamamen başka bir bölgesine ait olan gerilimlerin doğal olmayan bir şekilde boşal­ masıdır. Öyleyse, bu su basmış toprakta kürek çekmenin anlamı nedir? Sağlıklı bir düşünüş kesinlikle drenaj kanalları açmanın, yani hapsedilmiş enerjinin akışı için uygun bir eğim sunacak ye­ ni bir tutum ya da yeni bir yaşam biçimi bulmanın daha önemli olduğunu söyleyecektir. Yoksa bir kısır döngü oluşur ki, görünü­ şe göre aslında Freudcu psikolojinin yaphğı da budur. Biyolojik 30

Bkz. "Psişik Enerji Üzerine", par. 14 vd. 309

olayların aamasız döngüsünün dışına çıkacak bir yol göstermez. Umutsuzluk içinde Aziz Paulus ile birlikte çığlık atmak zorunda kalırız: "Ne zavallı insanım, Ölüme götüren bu bedenden beni kim kurtaracak?" Ve içimizdeki ruhani adam ortaya çıkıp başını sallayarak, Faust'un sözleriyle şöyle der: "Sadece bir tek dürtü­ nün farkındasın", baba ve anneye geri veya kendi bedenimizden çıkan çocuklara doğru ileri uzanan cismani bağı -geçmişle "en­ sest" ve gelecekle "ensest", "aile romansı"nın sürdürülmesi şek­ lindeki ilk günah- kastederek. Yaşamın karşı dürtüsünden başka bizi bu bağdan kurtarabilecek hiçbir şey yoktur. Özgürlüğü bi­ lenler, cismani şeylerin çocukları değil, "Tanrının çocukları"dır. Ernst Barlach'ın Ölü Gün trajedisinde anne-ruh en sonunda şöyle der: "Tuhaf olan şu ki, insan babasının Tanrı olduğunu öğrene­ meyecek." Freud'un da asla öğrenemeyeceği ve onun bakış açı­ sını paylaşanların da kendilerine öğrenmeyi yasakladıkları şey işte budur. En azından bu bilginin anahtarını asla bulamazlar. Teoloji, anahtarı arayanlara yardıma olmaz, çünkü teoloji inanç ister ve inanç da üretilemez: İnanç kelimenin tam anlamıyla Tan­ rının bir armağandır. Biz modernler ruhun yaşamını yeniden keşfetme zorunluluğuyla karşı karşıyayız; kendimiz için onu ye­ niden yaşamamız gerekmektedir. Bizi biyolojik olayların döngü­ süne hapseden tılsımı kırmanın tek yolu budur. 781 Bu konudaki duruşum Freud'la aramızdaki üçüncü görüş farkıdır. Bu yüzden mistisizmle suçlanmaktayım. Ama insanın her zaman ve her yerde kendiliğinden dinsel bir işlev geliştirme­ sinden ve insan psişesinin kadim zamanlardan beri dini duygu ve düşüncelerle dolu olmasından ben sorumlu değilim. İnsan psişesinin bu yanını göremeyen biri kör demektir. Bu konuyu görmezden gelmeyi yahut karanlıkta tutmayı seçen birinin ger­ çeklik duygusu yok demektir. Yoksa aile durumunun olumsuz­ luklarından kurtuluşun belirgin kanıtlarını, kendini Freudcu okulun bütün üyelerinde ve de kurucusunda gösteren baba­ kompleksinde mi aramalıyız? İnatla ve aşın bir duyarlılıkla sa­ vunulan bu baba-kompleksi yanlış anlaşılmış bir dinsel işlevdir, biyolojik ilişkiler ve aile ilişkileri açısından ifade edilen bir misti­ sizm parçasıdır. Freud'un "Üst-Ben" kavramına gelince, bu gele­ neksel Yehova imgesini psikoloji kuramı kılığı altında gizlice ka­ çırma girişimidir. Bana gelince, ben şeyleri her zaman bilindikleri adla çağırmayı yeğlerim. 782 Tarihin tekerleği geri çevrilmemelidir. İnsanın ilkel kabul tö310

renleriyle başlayan ruhani yaşama doğru ilerleyişi inkar edil­ memelidir. Bilimin araşhrma alanını parçalara bölmesi ve sınırlı hipotezlerle çalışması kabul edilebilir, çünkü bilim bu şekilde ça­ lışmalıdır; fakat insan psişesi parsellere aynlamaz. İnsan psişesi bilinci kucaklayan bir bütündür ve bilincin anasıdır. Psişenin iş­ levlerinden yalnızca bir tanesi olan bilimsel düşünce asla onun tüm potansiyeline sahip olamaz. Psikoterapist, görüşünün pato­ loji tarafından saphnlmasına izin vermemelidir; iyileşen zihnin bir insan zihni olduğunu ve ne kadar iyileşirse iyileşsin bilinçdışı olarak insanın bütün psişik yaşamını paylaşhğını asla akıldan çı­ karmamalıdır. Hatta Benin bütünden kopanldığı ve yalnızca in­ sanoğluyla değil aynı zamanda ruhla da bağlanhsını kaybettiği için hastalandığını kabul etmelidir. Freud'un Ben ve İd'de dediği gibi, aslında Ben "korkulann yuvası"dır, ama "baba"sına ve "anne"sine dönmediği sürece. Freud Nicodemus'un sorusuna takılıp kalmışhr: "Bir insan yaşlıyken nasıl doğabilir? Tekrar an­ nesinin rahmine girip tekrar doğabilir mi?" (Yuhanna 3:4). Tarih kendisini tekrarlamışhr, çünkü soru -küçük şeyleri büyük şeyler­ le karşılaşhrmak için- modern psikolojinin kendi içindeki kavga­ da bugün yeniden ortaya çıkmışhr. 783 Binlerce yıldır kabul törenleri ruhtan yeniden doğuşu öğret­ mektedir; ama ne tuhafhr ki, insan ilahi üremenin anlamını tek­ rar tekrar unutmaktadır. Bu her ne kadar ruhun gücüne tam ta­ nıklık etmese de, yanlış anlamanın cezası nevrotik bozulmadır, hayata küsmedir, körelmedir ve kısırlıkhr. Ruhu kapı dışan et­ mek kolay değildir, ama böyle yapacak olursak da yemeğin lez­ zeti, dünyanın tadı tuzu kaçar. Şükür ki, kabul törenlerinin temel öğretilerinin kuşakta kuşağa aktanlmasıyla ruhun gücünü sürek­ li tazelediğine dair elimizde kanıt vardır. Tanrının babalan olma­ sının ne anlama geldiğini anlayan insanlar her zaman mevcuttur. Bedenle ruhun dengesi dünyadan kaybolmamışhr. 784 Freud'la aramızdaki karşıtlık temel varsayımlanmızdaki köklü farklılıklara kadar uzanmaktadır. Varsayımlar kaçınıl­ mazdır. Hal böyleyken hiçbir varsayımımız yokmuş gibi dav­ ranmak yanlışhr. İşte bu yüzden temel sorunlarla uğraşhm; bun­ lardan başlayarak Freud'la aramızdaki birçok ve aynnhlı farklı­ lık kolaylıkla anlaşılabilecektir.

311

Kaynakça A. Kısaltmalarla Birlikte Periyodik Yayınların Listesi Amer. /. Psychol. American /ournal of Psychology. Baltimore. Arch. Psychol. Suisse rom. Archives de psychologie de la Suisse romande. =

=

Cenevre. Arch. Rass. u. GesBiol.

=

Archiv für Rassen und Gesellschaftsbiologie. Le­

ipzig ve Berlin. Beri. klin. Wschr. Berliner klinische Wochenschrift. Berlin. /. abnorm. Psychol. /ournal of Abnormal Psychology. Boston. /b. psychoanal. psychopath. Forsch. /ahrbuch für psychoanalytische und psychopathologische Forschungen. Viyana ve Leipzig. Med. Klinik Medizinische Klinik. Viyana ve Berlin. Med. Pr. Medical Press. Londra. Munch, med. Wschr. Munchener medizinische Wochenschrift. Münih. Monatshefte für Padagogik und Schulpolitik. Viyana. Proc. Soc. psych. Res., Lond. Proceedings of the Society for Psychical Re­ search. Londra. Psychiat.-neurol. Wschr. Psychiatrisch-neurologische Wochenschrift. =

=

=

=

=

=

=

=

Halle. Z. ReligPsychol. Zeitschriftfür Religionspsychologie. Halle. Z. Völkerpsychol. Sprachw. Zeitschrift für Volkerpsychologie und Sprachwissenschaft. Berlin. Zbl. Neruenheilk. 2'.entralblattfür Neruenheilkunde und Psychiatrie. Berlin. Zbl. Psychoan. Zentralblatt für Psychoanalyse. Wiesbaden. =

=

=

=

B. Genel Kaynakça ABRAHAM, KARL. Dreams and Myths. İngilizce çeviri: William Alanson White. (Nervous and Mental Disease Monograph Series, 15.) New York, 1913. "The Psycho-Sexual Differences between Hysteria and Demen tia Praecox", Selected Papers. İngilizce çeviri: Douglas Bryan ve Alix Strachey. (lntemational Psycho-Analytical Library, 13.) Londra, 1927. ADLER, ALFRED. The Neurotic Constitution. İngilizce çeviri: B. Glu­ eck ve J. E. Lind. Londra, 1921 . (Özgün adı: U/Jcr dt.'11 1 1ervose11 Clıarak­ ter. 1912.) 313

"Trotz und Gehorsam , Monatshefte für Padagogik und Schulpolitik (Viyana), VIII (1910). Aynca ADLER ve FUR1MULLER, CARL (ed.). Heilen und Bilden. Münih, 1914. ASCHAFFENBURG, GUSTAV. "Die Beziehungen des sexuellen Le­ bens zur Entstehung von Nerven- und Geisteskrankheiten", Munch, med. Wschr.; Lill (1906), 1793-98. BARLACH, ERNST. Der Tote Tag. Berlin, 1912; 2. baskı, 1918. BINET, ALFRED. Alterations of Personality. İngilizce çeviri: Helen Green Baldwin. Londra, 1896. (Özgün adı: Les Alterations de la per­ sonnalite. 1892.) BINSWANGER, OTTO LUDWIG. "Freud'sche Mechanismen in der Symptomatologie von Psychosen", Psychiat.-neurol. Wschr., VIII "

(1906). Die Hysterie. (Specielle Pathologic und Therapie, ed. Herrnan Nothnagel et al.) Viyana, 1904. BLEULER, EUGEN. "Die Psychoanalyse Freuds", ]b. psychoanal. psyc­ hopath. Forsch., il (1910), 623-730. BOAS, FRANZ. Indianische Sagen von der Nord-pacifischen Kuste Ame­ rikas. Berlin, 1895. BREUER, JOSEF, ve FREUD, SIGMUND. Studies on Hysteria. İngiliz­ ce çeviri: James ve Alix Strachey. (Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Standard Edition, 2.) Londra, 1955. (Özgün adı: Stu­ dien über Hysterie. 1895.) BRILL, A. A. "Psychological Factors in Dementia Praecox: an Analy­ sis", Abnorm. Psychol. III (1908), 219. FLOURNOY, THEODORE. From India to the Planet Mars. İngilizce çeviri: D. B. Vermilye. New York, 1900. (Özgün adı: Des Indes a la planete Mars. 1900 .) "Nouvelles observations sur un cas de somnambulisme avec glos­ solalie", Arch. Psychol. Suisse rom. 1 (1901), 101-255. FOREL, AUGUSTE. Hypnotism: or, Suggestion and Psychotherapy. Al­ manca 5. baskıdan İngilizce çeviri: H. W. Arrnit. Londra ve New York, 1906. (Özgün adı: Der Hypnotismus. 1889.) FRANK, LUDWIG. Affektstorungen. Studien über ihre Atiologie und Therapie. (Monographien aus dem Gesamtgebiete der Neurologic und Psychiatric, 4.) Berlin, 1913. FREUD, SIGMUND. "Character and Anal Erotism", İngilizce çeviri: R. C. McWatters. Standard Edition, 9. 1959. (Özgün adı: "Charakter und Analerotik", Psychiat.-neurol. Wschr., IX, 1907.) -. Collected Papers. (Intemational Psycho-Analytical Library, 7-10, 37.) Londra, 1924-50. 5 cilt. "The Defence Neuro-Psychoses", İngilizce çeviri: John Rickman. Collected Papers (Özgün adı: Die Abwehrneuropsychosen. 1894.) 314

-. The Ego and the Id. İngilizce çeviri: Joan Riviere. (Intemational Psyc­ ho-Analytical Library, 12.) Londra, 1927. (Özgün adı: Das leh und das Es. 1923.) -."Five Lectures on Psycho-Analysis", (Clark Üniversitesi'nin Yir­ minci Kuruluş Yıldönümünde Yapılan Konuşma, Worcester, Mass., Eylül 1909.) İngilizce çeviri: James Strachey. Standard Edition, 11. 1957. (Özgün adı: Ueber Psychoanalyse. 1910.) "Fragrnent of an Analysis of a Case of Hysteria", İngilizce çeviri: Alix ve James Strachey. Standard Edition, 7. 1953. (Özgün adı: "Bruchstücke einer Hysterie-Analyse." 1905.) "Freud's Psycho-Analytic Procedure." İngilizce çeviri: J. Bemays. Standard Edition, 7. 1953. (Özgün adı: "Die Freud'sche Psychoanaly­ tische Methode." 1904.) The Future of an Illusion. İngilizce çeviri: W. D. Robson-Scott. Lond­ ra, 1928. (Uluslararası Psikanaliz Kütüphanesi, 15.) (Standard Edi­ tion, 21.) (Özgün adı: Die Zukunft einer Illusion. 1927.) -.The Interpretation of Dreams. İngilizce çeviri: James Strachey. Stan­ dard Edition, 4, 5. 1953. (Özgün adı: Die Traumdeutung. 1900. ) -. /okes and Their Relation to the Unconscious. Standard Edition, 8. 1960. (Özgün adı: Der Witz und seine Beziehung zum Unbewussten. 1905.) "Obsessive Acts and Religious Practices", İngilizce çeviri: R. C. McWatters. Standard Edition, 9. 1959. (Özgün Adı: "Zwangshand­ lungen und Religionsübung", Z. Relig PsychoL, I, 1907.) "On Beginning the Treatment (Further Recommendations on the Technique of Psycho-Analysis I)", Standard Edition, 12. 1958. "On Psychotherapy", İngilizce çeviri: J. Bemays. Standard Edition, 7. 1953. (Özgün Adı: "Über Psychotherapie." 1904.) "The Origin and Development of Psychoanalysis", bkz. "Five Lectu­ res on Psycho-Analysis." "Psycho-Analytic Notes on an Autobiographical Account of a Case of Paranoia (Dementia Paranoides)." İngilizce çeviri: Alix ve James Strachey. Standard Edition, 12. 1958. (Özgün adı: "Psychoanalytische Bemerkungen über einen autobiographisch beschriebenen Fall von Paranoia (Dementia Paranoides)." 191 1.) The Psychopathology of Everyday Life. İngilizce çeviri: A. A. Brill. Ba­ sic Writings of Sigmund Freud içinde. New York, 1938. (Standard Edi­ tion, 6.) (Özgün adı: Zur Psychopathologie des Alltagslebens. 1901.) "Recommendations to Physicians Practising Psycho-Analysis", İn­ gilizce çeviri: Joan Riviere. Standard Edition, 12. 1958. (Özgün adı: "Ratschlage für den Arzt bei der psychoanalytischen Behandlung."

1912.) -. Sammlung kleiner Schriften zur Neurosenlehre. Viyana, 1906-22. 5 cilt. 315

''Three Essays on the Theory of Sexuality", İngilizce çeviri: James Strachey. Standard Edition, 7. 1953. (Özgün adı: Drei Abhandlungen zur Sexualtheorie. 1905.) FROBENIUS, LEO. Das z.eitalter des Sonnengottes. Cilt 1 (Yeni baskısı bulunmuyor). Berlin, 1904. FÜRST, EMMA. "Statistical Investigations on Word-Associations and on Familial Agreement in Reaction Type among Uneducated Per­ sons", C. G. JUNG (ed.). Studies in Word-Association. İngilizce çeviri: M. D. Eder. Londra, 1918; New York, 1919. FURTMÜLLER, CARL. "Wandlungen in der Freud'schen Schule", Zbl. Psychoan., III (1912-13), 189-201. GOETHE, JOHANN WOLFGANG VON. Faust, Harmondsworth,

1956. -. Werke. (Gesamtausgabe) Editör: Ernst Beutler. Zürih, 1948-54. 24 cilt. HARTMANN, CARL ROBERT EDUARD VON. Philosophy af the Un­ conscious. İngilizce çeviri: W. C. Coupland. Londra, 1931. HASLEBACHER, J. A., "Psychoneurosen und Psychoanalyse", Cor­ respondenzblatt für Schweizer Arzte (Basel), XL:7 (1, 1910). HOCHE, ALFRED E. "Eine psychische Epidemic unter Aerzten", Med. Klinik, VI (1910), 1007-10. HORACE. Satires, Epistles, and Ars Paetica. İngilizce çeviri: H. Rushton Fairclough. (Loeb Classical Library.) Londra ve New York,

1929. JAMES, WILLIAM. Pragmatism. Londra ve Cambridge (Mass.), 1907. JANET, PIERRE. Les Nevroses. Paris, 1898. Sonraki Baskı, 1909. JONES, ERNEST. "Freud's Theory of Dreams", Amer. /. PsychoL, XXI

(1910), 283-308. On the Nightmare. (Intemational Psycho-Analytical Library, 20.) Londra, 1931. "Remarks on Dr Morton Prince's article 'The Mechanism and In­ terpretation of Dreams."' /. abnorm. Psychol.,V (1910-11), 328-36. -. Sigmund Freud: Life and Work. Londra, 1953-57. 3 cilt. JÖRGER, J. "Die Familie Zero", Arch. Rass. u. Ges Biol. (Leipzig ve Berlin), il (1905), 494-559. JUNG, CARL GUSTAV. 'The Association Method", Experimental Re­ searches. (Collected Works, 2.) -. Collected Papers on Analytical Psychology. Ed. Constance Long, İngi­ lizce çeviri: Farklı çevirmenler. Londra, 1916; 2. baskı, Londra, 1917, New York, 1920. "The Familial Constellations", Expcri111c11tal Researclıes. (Collected

Works, 2.) 316

"New Paths in Psychology", Two Essays on Analytical Psychology. "On Psychic Energy", The Structure and Dynamics of the Psyche. (Col­ lected Works, 8.) 1960. "On Psychological Understanding", The Psychogenesis of Mental Di­ sease. "Psychic Conflicts in a Child", The Development of Personality. (Col­ lected Works, 17.) 1954. The Psychogenesis of Mental Disease. (Collected Works, 3.) 1960. "Psychological Aspects of the Mother Archetype", The Archetypes and the Collective Unconscious. (Collected Works, 9, 1. cilt) 1959. -. Psychological Types. (Collected Works, 6.) -. Psychology and Alchemy. (Collected Works, 12.) 1953. 'The Psychology of Dementia Praecox", The Psychogenesis of Mental Disease. "Psychology of the Transference", The Practice of Psycho-therapy. (Collected Works, 16.) 1954. Studies in Word-Association. Experimental Researches. (Collected Works, 2.) -. Symbols of Transfonnation. (Collected Works, 5.) 1956. Two Essays on Analytical Psychology. (Collected Works, 7.) Wandlungen und Symbole der Libido. Leipzig ve Viyana, 1912. KUHN, FRANZ FELIX ADALBERT. Mythologische Studien. Gu­ tersloh, 1886-1912. 2 cilt. MAEDER, ALFRED. "Contributions & la psychologie de la vie quotidienne", Arch. Psychol. Suisse rom., VI (1906-7), 148 vd., ve VII (1907-8), 283 vd. "Essai d'interpretation de quelques reves", Arch. Psychol. Suisse rom., VI (1906-7), 354 vd. "Die Syrnbolik in den Legenden, Marchen, Gebrauchen und Trau­ men", Psychiat.-neurol. Wschr. (Halle), X (1908). MAYLAN, CHARLES E. Freuds tragischer Komplex: Eine Analyse der Psychoanalyse. Münih, 1929. MITCHELL, T. WEIR. Review of "Collected Papers on Analytical Psychology", Proc. Soc. psych. Res., Lond., XXIX (1916), 191-95. MULLER-LYER, FRANZ. The Family. İngilizce çeviri: F. W. Stella Browne. Londra, 1931. (Özgün adı: Die Familie. 1912.) OPPENHEIM, H. 'Thatsachliches und Hypothetisches über das Wesen der Hysteric", Beri. klin. Wschr., XXVII (1890), 553. PAGE, H. W. "Shock from Fright", Dictionary of Psychological Medicine içinde, Londra, 1892. -. Injuries of the Spine and Spinal Cord without Apparent Mechanical Lesi­ ons, and Nervous Shock Their Surgical and Medico-Legal Aspects. Londra ve Philadelphia, 1883. 317

PETERS, WILHELM. "Gefühl und Erinnerung", EMiL KRAEPELIN. Psychologische Arbeiten içinde, Leipzig ve Bedin, 1914. PRINCE, MORTON. The Dissociation of a Personality. New York ve Londra, 1906. "The Mechanism and Interpretation of Dreams", f. abnorm. Psyc­ hol ,V (1910-11), 139-95. PUTNAM, JAMES J. "Personal lmpressions of Sigmund Freud and His Work", Clark Üniversitesi'ndeki Son Derslerine özel gönder­ meyle. J. abnorm. Psychol, N (1909-10), 393, 372. "Personliche Erfahrungen mit Freud's psychoanalytischer Metho­ de", Zbl. Psychoan., 1 (1910-11 ), 533-48. RANK, OTIO. The Myth of the Birth of the Hero. İngilizce çeviri: Wil­ liam Alanson White. (Nervous and Mental Disease Monograph Se­ ries, 18.) New York, 1914. "Ein Traum, der sich selbst deutet", Jb. psychoanal. psychopath. Forsch., il (1910), 465-540. RIKLIN, FRANZ. Wishfulfilment and Symbolism in Fairy Ta/es. İngiliz­ ce çeviri: William Alanson White. (Nervous and Mental Disease Mo­ nograph Series, 21.) New York, 1915. SADGER, ISIDOR. "Analerotik und Analcharakter", Die Heilkunde (Viyana), Şubat, 1910. SALLUST (C. Sallustius Crispus). [Works.] İngilizce çeviri: J. C. Rolfe. (Loeb Classical Library.) Londra ve New York, 1921. SAVILL, AGNES. "Psychoanalysis", Med. Pr., CLII (1916), 446-48. SCHOPENHAUER, ARTHUR. Transcendent Speculations on the Appa­ rent Design in the Fate of the lndividual. İngilizce çeviri: David Irvine. Londra, 1913. (Özgün adı: "Uber die anscheinende Absichtlichkeitim Schicksale des Einzelnen", Sammtliche Werke, ed. Julius Frauenstadt, 2. baskı, Leipzig, 1877, Cilt. V [Parerga und Paralipomena, Cilt. il], 22223.) SHAW, GEORGE BERNARD. Man and Superman, Londra, 1903. SILBERER, HERBERT. "Phantasie und Mythos", !b. psychoanal. psyc­ hopath. Forsch., il (1910), 541-622. -. Problems of Mysticism and lts Symbolism. İngilizce çeviri: Smith Ely Jelliffe. New York, 1917. 50.MMER, ROBERT. Familienforschung und Vererbungslehre. Leipzig, 1907. SPIELMEYER, WALTER. Zbl. Nervenheilk., XXIX (1906), 322-24'teki başlıksız not. SPIELREIN, SABINA. "Uber den psychologischen Inhalt eines Falls von Schizophrenic", Tb. psychoanal. psychopath. Forsch., Ill (1912), 329.

400. 318

STEINTHAL, HEYMANN. "Die Sage von Simson", Z. Volkerpsychol. Sprachw., il (1861), 129-78. STEKEL, WILHELM. "Ausgange der psychoanalytischen Kuren", Zbl. Psychoan., III (1912-13), 175-88. -. Die Sprache des Traumes, Wiesbaden, 1911. VIGOUROUX, A., ve JUQUELIER, P. La Contagion mentale. (Bibliot­ heque Intemationale de psychologie.) Paris, 1904. ZIERMER, MANFRED. "Genealogische Studien über die Vererbung ge­ istiger Eigenschaften", Arch. Rass. u. GesBioL, V (1908), 178-220, 327-63.

319

FREUD VE PSİKANALİZ CARL GUSTAV JUNG

Jungve Freud 1 9 1 2 1ye kadar çok yakın bir işbirliği içinde oldu, devamlı mektuplaşıyorlardı ve Jung Freud1un fikirl erini ç e ş i tli ş e killerde 1 9 0 4 1 t e n b e ri z a t e n uyguluyordu. Jung, Uluslararası Psikanaliz Derneğinin b a şkanlığını 1 9 1 4 1 e kadar s ü rdürdü anc ak ikili birbirinden uzaklaşmaya başlamıştı. Bu cildin I. Kısmı Jung1un Freud1la yakın ve "coşkulu" işb irliği i çinde olduğu dönemi kap s ar; i l . ve I I I . Kıs ımlardaki makale l e r r e s m e n ayrılığa g ö türen eleştirilerin ana hatlarını içerir. iV. Kısım ise Freud ve Jung arasındaki doğrudan karşılaştırmalardan oluşur.

ISBN : 978-605-5302-81-8

9

1 1 111 1 1 1111 1 1 1 1

78605 5 3028 1 8

50 t (K.O.V.'den muaftır)

h

pinhm1y11y111• ılı� ı

11

/pinlııınyııylıı ılı�



/ p ı ıılı

,,kil

p

ııı