140 54 4MB
Turkish Pages 424 [425] Year 2001
�
1929 yılında İsk
ALASDAIR MACINTYRE
2da (Glasgow) doğdu. Eğitimini büyük ölçüde İngil
tere'de yapan Maclntyre yüksek lisans ve doktorasına Manchester Üni versitesi'nde tamamlayarak aynı üniversitede 1951 yılında din felsefesi dersleri vermeye başladı. Önce İngiltere'de, 1970'den sonra da Ameri ka'ya yerleşip Amerika' da çeşitli üniversitelerde felsefe ve siyaset bilimi dersleri veren Maclntyre, halen Indiana Notre Dame Üniversitesi'nde felsefe profesörüdür. Çeşitli dergilerde sayısız makalesi yayınlanan Maclntyre'ın temel eserle ri şunlardır: Marxism and Christianity (1954), New Essays in Philosop hical Theology (Ed. 1955), Metaphysical Beliefs (Ed. 1956), The Un conscious: a conceptual analysis (1958), A Short History of Ethics
(1965), Secularisaıion and Moral Change (1967), Marcuse: an expositi on and a polemic (1970), Sociological Theory and Philosophical Analy sis (Ed. 1971), Againsı ıhe Self-images of ıhe Age (1971), After Virtue
(Erdem Peşinde, 1981), Whose .lusıice? Which Rationaliıy? (1988) ve Three Riva! Versions of Moral Enquiry (1990).
Maclntyre, asıl ününü 1980'den sonra yaptığı çalışmalara borçludur.. Bu çalışmalar, özellikle ahHiki görüş ve pratiğin yanısıra etik teorileri de şe killendiren toplumsal-tarihsel değişimlerle ilgilidir. Çağımızdaki birçok akademik felsdi çalışmaya damgasını vurmuş olan analitik ve linguistik yaklaşımdan uzak durmaya özen gösteren Maclnty re, Erdem Peşinde'de, toplum ve bireyi şekillendiren tarihsel, kültürel, sosyolojik, dinsel ve benzeri öğelerin oluşturduğu oldukça geniş bir arka plana önem verir ve bu arka plana dayanarak ahHiksal kavramların ve gö rüşlerin dayandığı temelleri (ve aynı zamanda ahHiksal sözcük hazinesin deki değişimleri nedenleriyle birlikte) ortaya koymaya çalışır. Maclnty re'ın yapıtlarındaki bu alışılmışın dışındaki özellik, "geleneksel" akade mik çalışma yöntemlerini benimseyenlerce eleştiriyle, etik sorunlarla profesyonel anlamda uğraşmayanlar tarafından büyük ilgi ve beğeniyle karşılanır. . Günümüzde adı "erdem etiği"yle birlikte anılan Maclntyre'ın etik alanın da kazandığı bu haklı ün ve önemli konumuna birbiriyle bağlantılı üç te mel yapıtın büyük katkısı vardır. Bunlar, Afıer Virtue (Erdem Peşinde) (Londra, 1981), Whose .lustice? Which Rationaliıy? (Londra, 1988) ve Three Riva! Versions of Moral Enquiry'dır (Londra, 1990). Geçmişte ve
günümüzde birçok ahHik felsefecisinin ahHiksal diskurun doğasına ilişkin ezeli-ebedi hakikatler ya da ahHiksal akıl yürütmenin dayandığı temeller olarak sunduğu şeylerin aslında bir hiç olduğu görüşü, diğer iki yapıtın olduğu gibi bunların ilki olan Erdem Peşinde'nin de ana fikridir.
. Aynntı: 325 inceleme dizisi: 168 Erdem Peşinde Ahlak Teorisi Uzerine Bir Çalışma Alasdair Maclıııyre İngilizceden..çeviren Murta/ip Ozcan Yayıma hazırlayan SedefOzge Kitabın özgün adı After \lirrue A srudy in moral rheoı)'
© A lasdair Maclntyre & University of Notre Dame Press Bu kitabın Türkçe yayım haklan Aynntı Yayınlan 'na aittir Kapak illüstrasyonu Sevinç Altan Kapak düzeni Arslan Kahraman Düzelti Mehmer Celep Baskı ve cill Marr Marbaacılık Sanatları Ltd. Şti. (0 212) 212 03 39-40 Birinci basım 2001 Baskı adedi 2000 ISBN 975-539-329-3
AYRINTI YAYINLARI Dizdaıiye Çeşmesi Sk. No: 23/1 34400 Çemberlitaş-İstanbul Tel.: (0 212) 518 76 19 Faks: (0 212) 516 45 77
Alasdair Maclntyre
Erdem Peşinde Ahlak Teorisi Üzerine B ir Çalışma
• AYUNTI
Babamın ve onun erkek ve kız kardeşlerinin anısına
İ ç indek il er
- ÖN SÖZ
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
1. RAHATSIZ EDİCİ BİR ÖNERİ
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
: .......9
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
13
il. GÜNÜMÜZDEKİ AHLAKSAL GÖRÜŞ AYRILIKLARININ
DOGASI VE DUYGUCULUGUN İDDİALARI.
IIL DUYGUCULUK: TOPLUMSAL BAGLAM VE TOPLUMSAL İÇERİK. . .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
20 45
IV. BİR ÖNCEKİ KÜLTÜR VE AYDINLANMANIN AHLAKLILIGI TEMELLENDİRME PROJESİ . , .. ... . . . . . 64 .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
V. AYDINLANMANIN AHLAKLILIGI TEMELLENDİRME PROJESİ NİÇİN BAŞARISIZ OLMAK ZORUNDAYDI?
.
.
.
.
.
.
85
7
VI. AYDINLANMA PROJESİNİN BAŞARISIZLIGININ BAZI SONUÇLARI . . . . . .. . . .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
Yii. "OLGU", AÇIKLAMA VE UZMANLIK . .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
101
.
.124
VIII. SOSYAL BİLİMLERDEKİ GENELLEMELERİN KARAKTERİ VE ÖNGÖRÜ GÜÇLERİNİN ZAYIFLIGI. . . . . . . 136 .
IX. NIETZSCHE Mİ, ARISTOTELES Mİ? XI. ESKİ ATİNA'DA ERDEM
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
. . . . . .. . .. . . . . . . . . 166
.
X. HEROİK TOPLUMLARDA ERDEM .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
1 83
.
. . . . . . . . .. . . . . .. . l 98 .
XII. ARISTOTELES'İN ERDEM ANLAYIŞI. .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
XIII. ORTAÇAGDAKİ GÖRÜNÜM VE DURUM . . . . . . ... . .
.
.
XIV. ERDEMLERİN DOGASI. .. .. .. . .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
245
. .. . . . 268 .
.
XV. ERDEMLER, İNSAN HAYATININ BÜTÜNLÜGÜ VE BİR GELENEK KAVRAMI . . . . . . . . . . . . .. . . . .. . .
.
.
.... . .
.
.
219
.
.
.
.
.
.
.
. 301
.
.
XVI. BİRÇOK ERDEMDEN TEK BİR ERDEME VE SONRASI . . . 333 .
XVII. BİR ERDEM OLARAK ADALET: DEGİŞEN TASARIMLAR .359 XVIII. ERDEM PEŞİNDE: NIETZSCHE Mİ, ARISTOTELES Mİ? TROÇKİ VE ST. BENEDICT. . . . . . ... .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
. 376
.
.
XIX. İKİNCİ BASKIYA EK . . . . . . . . . 387 A. Felsefenin tarihle ilişkisi . . . . ... . . . .. . 388 B. Erdemler ve görecilik meselesi . . . . . . . . .. . . . . .400 C. AhJak felsefesinin teolojiyle ilişkisi . . . .407 .
.
.
.
.
.
.
.
.
..
.
.
- DİZİN
.
.
.
.
.
.
8
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
- KAYNAKÇA . . . . .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
. . .. . . . . . . .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
. .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
. .409 .
.
.4 1 1
Önsöz
Bu kitap, ahlak felsefesi alanında daha önce yaptığım çalışmaların yetersizlikleri hakkında geliştirdiğim düşüncelerin ve bağımsız, başka alanlardan yalıtılabilir bir araştırma alanı olarak düşünülen bir "ahliik felsefesi" tasarımı konusunda gitgide artan hoşnutsuzlu ğumun sonucu olarak ortaya çıktı. Bu çalışmaların (A Short History of Ethics, 1966; Secularisation and Moral Change, 1967; Against the Self- Images of the Age, 1971) büyük çoğunluğunda ana tema, değişik ahlaksal pratikler, inançlar ve kavramsal şemalar tarihinden ve antropolojisinden ders almamız gerektiği hususunda yoğunlaş maktaydı. Ahliik felsefecilerinin, sadece, Oxford tarzında, koltuğu na gömülüp, kendilerinin ve başkalarının eylemleri ve söylemleri ' üzerine sırf düşünerek ahliik kavramları üzerinde çalışabileceği gö9
rüşü, kısır bir görüştür. Ve bu kanıdan vazgeçmek için şimdiye ka dar iyi bir neden bulmuş da değilim; Birleşik Devletler 'e göçmem, bana, durumun Cambridge, Massachusetts, Princeton veya New Jersey'de de pek farklı olmadığını öğretti. Fakat, ahlaksal inanç, yaşantı ve kavramların değişkenliğini ve heterojenliğini onaylarken aynı zamanda kendi kendimi farklı inanç, yaşantı ve kavramların değerlendirilmesiyle yükümlü kılıyor olduğumun farkına vardım. Söz gelimi, değişik ahJak yapılarının doğuşu ve çöküşüne dair açık lamalarda bulunduğum veya bulunmaya çalıştığım ve bütün bu ta rihsel ve sosyolojik açıklamaların oldukça farklı bir değerlendirme anlayışına dayandığı ve başka türlü de olamayacağı, benim için ol duğu kadar başkaları için de açık bir durumdu. Daha özgülleştirile rek ifade edilirse, ayırt edilebilir ölçüde modern olan toplumlarda ki ahJaksal topluluk ve yargının, başka çağlar ve başka yerlerde mümkün olmuş olan türden ahlaksal ölçütlere başvurulmasına artık izin vermeyen bir doğaya sahip olduğunu ileri sürüyor gibiydim -ve bu ahJaksal bir felaket demekti! Ama, eğer analizim doğru idiyse, bu tür bir şeyi neye dayanarak ileri sürüyor olabilirdim? Aynı zamanda, değerli The New Reasoner dergisine katkıda bu lunma ayrıcalığına sahip olanlar arasına kabul edildiğim günden beri, Stalinizmin ahJaksal reddinin neye dayandığı sorusuyla uğra şıp duruyordum. Stalinizme karşı çıkanların birçoğunun karşı çıkış gerekçesi, köklü eleştirisi Marksizmin temelini oluşturmuş olan li beralizm ilkelerine dayanmaktaydı. Taşıdıkları ruh bakımından be nimsediğim ve haJa da benimsemekte olduğum bu eleştirilerde ara dığım yanıtı bulamıyordum. Leszek Kolakowski'nin benimsediği görüşlere karşı şöyle yazmıştım: "Stalinist bir tarihsel gelişme gö rüşünü kabul edip, buna yalnızca liberal ahJak ilave ederek Mark sizmdeki ahlaksal içeriği canlandıramazsınız." (New Reasoner 7, s. 1 00) . Ayrıca, Marksizmin, liberalizmden ayrıldığı noktalardan do layı olduğu kadar, liberal bireycilikten miras aldığı şeylerden dola yı da aşırı ve tehlikeli boyutlara ulaşan bir ahlaksal yoksulluk içe risinde olduğunu anlainaya başlamıştım. Böylece ulaştığım ve bu kitapta cisimleşen sonuç -her ne kadar asıl konuyu Marksizm oluşturmasa da- şudur: Marksizmin ahJak 10
alanındaki kusurları ve başarısızlıkları, aynen liberal bireycilik gi bi, onun ayırt edilir ölçüde modern ve modernleştirici dünya et hos' unu cisimleştirmesinden kaynaklanmaktadır ve bu ethos 'u bü yük ölçüde reddetmeyen hiçbir tutum, yargı ve edimlerimiz esna sında başvurabileceğimiz -ve bağlı olduğumuz ahlaksal görüşe karşı mücadele veren çeşitli rakip ve heterojen ahlak şemalarını de ğerlendirirken esas kabul edeceğimiz-, rasyonel açıdan ve ahlaken savunulabilir bir konum sağlamayacaktır bize. Eklemeye gerek yok ki, bu ağır sonuç, önceki çalışmalarıma getirdikleri cömert ve hak lı eleştirileriyle bu konudaki hatalarımı tamamen olmasa da büyük ölçüde görmemi sağlamış olanlara, Eric John, J. M. Cameron ve Alan Ryan 'a atfedilemez. Bende bıraktıkları olumlu etkileri yıllar ca sürmüş olan meslektaşlarım ve aynı zamanda yakın arkadaşla rım olan Heinz Lubasz ve Marx Wartofsky de vardığım bu sonuç tan sorumlu tutulamaz. Boston Üniversitesi'nden iki meslektaşım, elyazmalarımın bü yük bir bölümünü okuyarak birçok yönden yararlandığım, aydınla tıcı önerilerde bulundular. Thomas McCarthy ve Elizabeth Rapa port' a büyük teşekkür borçluyum. Buna benzer önerilerinden dola yı, başka yerlerde görev yapan meslektaşlarım Marjorie Grene ve Richard Rorty'ye de birçok açıdan minnettarım. Bu kitabı defalar ca yeniden daktilo eden Julie Keith Conley 'e ve elyazmalarını ka leme alırken pek çok konuda yardımlarını gördüğüm Rosalie Carl son ve Zara Chapin'e ve ayrıca Boston Athenaeum ve Londra Kü tüphanesi yetkililerine ayrı ayrı teşekkür borçluyum. Bu kitabın bölümleri değişik gruplara okutuldu. Onlardan gelen ayrıntılı eleştirel yanıtların değeri benim için çok büyüktür. Özel likle Hastings Center'da Beşeri B ilimleri Destekleme Ulusal Fo nu'ndan sağlanan bursla üç yıl boyunca birlikte "Etiğin Temelleri" üzerine çalıştığım grubu anmak istiyorum -The Foundations of Et hics and its Relationship to the Sciences (1978 ve 1980) dizisinin III. ve iV. ciltlerindeki makalelerden alınma kısa paragraflar bu grup üyelerine sunuldu ve ortaya çıkan sonuçlar bu kitabın 9. ve 1 4. bölümlerini oluşturdu; Hastings Toplum, Etik ve Yaşam Bilimleri Enstitüsü 'ne bunların yayımlanması için verdikleri izinden dolayı 11
minnettarım. İki grubu daha büyük saygıyla anmalıyım: Perspektif Derslerine katılmam için beni davet eden ve bu kitaptaki fikirlerin gelişmesinde büyük katkıları olan Notre Dame Üniversitesi Felse fe Bölümü yüksek lisans öğrencilerine ve fakülte üyelerine ve Bas ton Üniversitesi ' nde verdiğim N.E.H seminerlerine katılan ve yü rüttüğüm çalışmanın erdemler bölümü üzerine getirdikleri eleştiri lerle bu konudaki eksikliklerimin kapanmasında büyük rol oynayan meslektaşlarıma karşı derin minnet duyuyorum. Bu nedenle Beşeri Bilimleri Destekleme Ulusal Fonu' na bir kez daha teşekkür etmek zorundayım. Bu kitabın ithafı, çök temel bir yapıya duyulan minnettarlığı ifa de eder; eğer bunun bu temel oluşturucu niteliğini daha önce fark etmiş olsaydım, bu kitapta dile getirilen sonuçlara doğru ilerleyişim çok daha az eziyetli olabilirdi. Her zaman olduğu gibi bu konuda da benim için sine qua nan olan eşim Lynn Sumide Joy olmasaydı, bu yapının bu sonuçlara ulaşmama yardımcı olabileceğinin belki de hiçbir zaman farkına varamayacaktım. Watertown, Mass. A.M.
12
Rahatsız edici bir öneri
Bir an için, doğa bilimlerinin bir felaketin yıkıcı sonuçları ile karşı karşıya geldiğini düşünelim. Bir dizi çevre afetinden bi{im adamla rını sorumlu tutan halk ayaklanıyor. Kargaşa her tarafa yayılıyor; laboratuvarlar yıkılıyor, kitaplar yakılıyor, bilim adamları linç edi liyor, araçlar kullanılamaz hale getiriliyor. Ve sonunda bir gün, Hiç B ir-Şey-Bilmez adlı bir siyasal güç egemen oluyor; orta öğretim ve üniversitelerde bilim öğretimine son veriliyor, sağ kalan bilim adamları ya hapse atılıyor, ya da öldürülüyor. Çok daha sonraları bu yıkıcı akıma karşı bir reaksiyon ortaya çıkıyor ve bir grup aydın, bi limi yeniden canlandırma çabasına giriyor; ama bunlar aynı zaman da eski bilime ilişkin birçok şeyi de unutmuş bulunuyorlar. Sahip oldukları tek şey fragmanlar: Kendilerini anlamlı kılan kuramsal 13
bağlam bilgisinden yoksun bir deneyler bilgisi; ellerindeki kuramın diğer parçalarıyla veya deneylerle ilişkilendiremedikleri kuram parçaları; nasıl kullanıldığı unutulmuş araç-gereçler; diğer bölüm leri yırtılıp atılmış veya yakılmış olduğundan çoğu kez tam olarak bir araya getirilemeyen ve okunaklı olmayan makale sayfaları, par çalanmış kitaplar. Fakat her şeye rağmen, yeni-fizik, yeni-kimya, yeni biyoloji vb. adlar altında yürütülen birtakım çalışmalarda bu fragmanlar yeniden hayat buluyor. Yetişkinler, görecelik kuramı, evrim kuramı ya da flojiston kuramının kendine özgü yararları hak kında, bu konulardaki bilgilerinin eksik olmasına rağmen birbirle riyle kıyasıya tartışırlarken, çocuklar da periyodik tablonun sağlam kalmış bölümlerini büyük bir istekle öğrenmekte, Öklid'in bazı te oremlerini sihirli sözler gibi ezberlemektedirler. Hiç kimse ya da hemen hemen hiç kimse yaptığı şeyin aslında herhangi bir şekilde doğa bilimi olmadığının farkında değildir. Çünkü yaptıkları ve söy ledikleri her şey belli birtakım tutarlılık ve uygunluk kurallarına uymaktadır ve yapmakta oldukları şeyleri anlamlandırabilmek için ihtiyaç duyulan bu bağlamlar belki de bir daha asla bulunamaya cak şekilde kaybedilmiş durumdadır. Bu tür bir kültür içerisinde söz gelimi 'nötron ' , 'kütle', 'atom ağırlığı ' , 'özgül ağırlık' gibi ifadeler bilimsel bilginin henüz yitiril mediği daha önceki dönemde kullanıldığı gibi az veya çok sistema tik ve genellikle birbirleriyle ilişkili olarak kullanılıyor olabilir. Ne var ki bu ifadelerin kullanılabilmesi için önceden -var olması- ge reken inançların birçoğu kaybolmuş olacağından, onların uygulan ması sırasında bizleri oldukça şaşırtan bir keyfilik, hatta bir tercih öğesi ortaya çıkacaktır. Ortalık, birbirine karşıt ve birbiriyle çatışı yor gibi görünen ve haklarında daha fazla şey söylenemeyecek tür den öncüllerden geçilmez olacaktır. Öznel bilim kuramları ortaya atılacak ve bunlar, hakikat nosyonunun öznelcilikle bağdaşmayan bir bilim anlayışı içinde cisimleştiğini savunan kişilerce eleştirile cektir. Bu hayali olası dünya, bazı bilimkurgu yazarlarının dünyasına benzetilebilir. Bu dünyayı, doğa bilimleri dilinin veya bu dilin en azından bir bölümünün hala eskisi gibi kullanıldığı, fakat ciddi bir 14
düzensizliğin hüküm sürdüğü bir yer olarak betimleyebiliriz. Dik katle bakıldığında, bu hayali dünyada ortaya çıkabilecek bir anali tik felsefenin, bu düzensizlik olgusunu hiçbir zaman açığa çıkara mayacağı görülecektir. Çünkü an� felsefenin yordamları temel olarak b�timlemeye, o anda var olan dilin betimlenmesine dayanır. Analitik fel_s�f_i�I;li�Dinyada-bil.imsel düşünme ve söylem ola rak benimsenmiş olanın kavramsal yapısını aynen doğa bilimleri nin kav;;J.msal yapısıiıı i?-_ah_�füğigil>ii?;?,1i.edeceic§f:-��Aynı şekilde fenomenoloji veya varoluşçuluk da herhangi bir yanlışlık sezemeyecek, tüm yönelimlilik yapıları şu anda oldukları gibi kalacaktır. Doğa bilimlerinin bu yanlış taklidine fenomenolo jik bir temel sağlama görevi, fenomenolojiye günümüzde yüklenen görevlerden farklı olmayacaktır. Bir Husserl veya bir Merleau Ponty, bir Strawson veya bir Quine kadar aldanmış olacaktır. Kurgusal sözde-bilim-adamları ve gerçek felsefenin barındığı bu hayali dünyayı kurgulamakla neyi amaçlamaktayım? Geliştir mek istediğim tez şudur: İçinde yaşadığımız fiili dünyada ahliik di li, betimlemeye çalıştığımız hayali dünyada doğa bilimlerinin dili ne halde ise o haldedir; yani ciddi bir karmaşa içindedir. Eğer bı,ı görüş doğru ise, ahliik alanında günümüzde sahip olduklarımız, be lirli bir kavramsal çerçevenin fragmanlarıdır; kendilerine belirli bir anlam ve önem kazandıran ba�laı:nlarını artık yitirmiş bulunan bö lük pörçük parçalardır; aslında sahip olduğumuz şey. ahliikın ken dis� değil, suretidir. Açar ifadelerin birçoğunu halii kullanıyor ol mamıza rağmen, ahlak konusundaki hem teorik hem de pratik kav rayışımızı, büsbütün değilse de büyük ölçüde, kaybetmiş bulunu yoruz. Fakat bu nasıl mümkün olabilir? Bu önerinin tamamını reddet me itkisi elbette ki çok güçlü olacaktır. Ahlaksal bir dil kullanma, ahliiksal akıl yürütmenin izinde yürüme ve başkalarıyla girdiğimiz ilişkileri ahliiksal terimlerle tanımlayabilme kapasitemiz, kendimiz hakkında sahip olduğumuz görüş açısından o denli merkezi bir yer tutuyor ki, bu bakımlardan kökten bir yetersizlik sergileyebileceği mizi tasavvur etmek bile ne olduğumuz ve ne yaptığımız konusun daki görüşümüzü değiştirmemizi istemek olacaktır. Bunu başarmak -
15
ise oldukça zor. Fakat, her şeye rağmen hipotezimiz hakkında, ba kış açımızda bu tür bir değişiklik olduğunda ilk aşamada bizim için önemli olabilecek iki şeyin farkındayız. Bunlardan ilki, felsefi ana lizin bize yardımcı olamayacağıdır. Günümüzün analitik ya da fe nomenolojik, başat felsefeleri, gerçek dünyadaki ahlaksal düşünce ve pratiğin düzensizliklerini ortaya çıkarma konusunda, tıpkı haya li dünyadaki bilimin düzensizlikleri karşısında olduğu gibi aciz ka lacaktır. Fakat, bu tür felsefelerin acizliğine bakarak, çaresiz oldu ğumuz söylenemez. Çünkü, hayali dünyadaki kargaşanın şimdiki durumunu anlayabilmemizin ön-isterlerinden biri, bu hayali dünya nın tarihini, üç ayrı aşama halinde yazılmak zorunda olan bir tarihi kavramaktır. Bunlardan ilki, doğa bilimlerinin serpildiği, ikincisi, felakete uğradığı ve üçüncüsü, felaketten sonra hasarlı ve düzensiz bir biçimde yeniden onarıldığı aşamalardır. Bu noktada, bir gerile me ve çöküşü ifade eden bu tarihin standartlara göre aktarıldığına, nötr bir değerlendirmeyle düşülen bir kayıt olmadığına dikkat et mek gerekir. Öykünün biçimi, aşamalara ayrılması, başarı ve başa rısızlık, düzen ve düzensizlik standartlarını önkabullenir. Bu, He gel'in felsefi tarih dediği, Collingwood'un ise başarılı tarih yazımı olarak kabul ettiği şeydir. Bu yüzden, ahlak hakkında ortaya attığım hipotezi (size şu anda ne denli tuhaf ve ihtimal dışı görünürse gö rünsün) araştırmak için kullanabileceğimiz kaynakları arayacaksak eğer, analitik ya da fenomenolojik felsefede bulamadığımız kay nakları Hegel ve Collingwood gibi birbirinden çok farklı yazarların savundukları felsefe ve tarih türünde bulup bulamayacağımızı sor mak zorundayız. Ama bu öneri, hemen hipotezimin barındırdığı önemli bir güç lüğü akla getirecektir. Çünkü, gerçek dünya hakkındaki görüşüm şöyle dursun, kurguladığım hayali dünyaya ilişkin görüşüme yöne lik bir itiraz, hayali dünya sakinlerinin, maruz kalmış oldukları fe laketin doğasını artık kavrayamayacak bir noktaya ulaşmış olduk larıdır. Bununla birlikte, kesinlikle, bu çarpıcı dünyanın tarihsel bo yutlarıyla ilgili bir olay, görüş alanından, hem belleklerden hem de yeniden elde edilemeyecek ölçüde tarih kayıtlarından silinecek şe kilde çıkmış olamaz, değil mi? Ve kesinlikle, bu kurgusal dünya 16
hakkında söylenebilecek olan şeyler, bizim gerçek dünyamız hak kında da daha güçlü bir şekilde söylenemez mi? Ahlaklılık dilini ve pratiğini ciddi bir kargaşaya itmeye yetecek ölçüde bir felaket ce reyan etmiş olsaydı, bunu hepimiz bilirdik. Bu, tarihimizin temel olgularından biri olurdu. Oysa, denilecektir, tarihimiz gözden geçi rilmeye açık bulunmaktadır ve böyle bir felakete ilişkin hiçbir ka yıt yoktur. Bu nedenle de yapılması gereken tek şey hipotezimden vazgeçmektir. En azından genişletilmesinin gerekeceğini kabul et meliyim; .ancak maalesef, başlangıçta onu bu şekilde genişletmek mümkün olsa bile, bu, hipotezi daha işin başında daha da az inanı lır kılacaktır. Çünkü, bu felaket -belki birkaç kişi dışında- kimsenin felaket olarak görmediği türden bir felaket olmuş olmak zorunda kalacak. Tartışma götürmeyecek denli apaçık özelliğe sahip birkaç çarpıcı olay değil, çok daha uzun süreli, çok daha karmaşık, tanım lanması daha zor ve muhtemelen doğası gereği rakip yorumlara ko nu olabilecek bir süreç aramak zorunda kalacağız. Buna rağmen, hipotezin bu kısmının ilk anda akla yatkın görünmeyişi, belki baş ka bir öneriyle bir nebze olsun giderilebilir. Tarih, şu anda kendi kültürümüzde akademik tarih anlamına gelmekte ve akademik tarihin geçmişi de iki yüzyıldan daha öteye gitmemektedir. Şimdi, hipotezimde söz edilen felaketin tamamının veya büyük bir kısmının bu akademik tarihin kuruluşundan önce yaşanmış ve akademik tarihin ahlaksal ve diğer değerlendirici ön kabullerinin felaketin neden olmuş olduğu bu kargaşa ortamında şekillenmiş olduğunu düşünelim. Yani, akademik tarihin gözüyle, onun nötr-değer taşıyan görüşüyle bakıldığında, ahlaksal kargaşa nın görünmez hale geldiğini varsayalım. Kendi mesleğinin katego ri ve ilkeleri bir tarihçinin (tarihçi için geçerli olan, karakteristik olarak t�pliım 'biılmci açısınd�n da geçerlidir) sadece şunu k_avra masına izin vermekte: Bir ahlak anlayışı yerini bir diğerine b�rakır; onyedinQ_yjj_zyıLPüritanizmi.xerini onseki��ı�ci.y _ üz;yı! ha�cılığına, onsekizinci yüzyıl hazcılığı yeriı�i Y!ı:!oria dönemi ç_alışma-etiğine bırakır Ve QU_ böyk_ d��afll_ e_Q_��; _fa!