Şemseddin Sami  ve Medeniyyet-i İslamiyye
 9755741143

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

İNSAN YAYINLARI İNCELEME-ARAŞTIRMA DiZiSİNDE ÇIKAN KİTAPLARDAN BAZILARI Ory;ıııt;ıli:ııı. l l N

S A �l l V E �I E D E N I Y Y E T - 1 l > L .\ � I İ \' \' E

Yakut lisan ı Türk lisanlarının en eskisi ve aslı olup d i ger dördü bunun ferileri hükmündeymiş. Avrupa uleması, sair lisanların ahvaliyle ugraştıkları gibi, elsine­

i turaniye ile dahi tevaggul edip, gerek bu lisanların her biri hakkı n ­ d a ayrı ayrı v e g e r e k c ü m l es i n i n a r as ı n d aki m ü n as e b a t ve müşabehat hakkı nda müdekkıkane kitaplar yazmışlardır. Bunların tahkikatına göre, lisan-ı Türkinin sair elsi ne-i turaniyeden birinci derecede Tunguz ve !'vlançu ve i kinci derecede l'vtogol lisanl arıyla müşabehet ve karabeti olup, Finova ve Samoyed ve Macar lisan ­ larıyla olan m ünasebatı daha gevşektir. H albuki bun ların kendi b e yn le r i n d e karabe tleri ziyad e d i r. B u h ususta en evve l ve en müdekkıkane yazan zat A_b el Remusat olup, Lucien Adam vesair ulema dahi icra-ı tedkikatla birçok eserler yazmışlardır. Türkler sair akvam -ı turaniye ile beraber ırk-ı l'vlogoliye men­ sup bulunduklarından, asıl simaları el -yevm memleketimizde Tatar çehresi dediginıiz surette olup, yüzleri geniş, yanak kemikleri çıkık, burunları yassı ve basık, gözleri küçük, dudakları kalı n ca, başları küçük yuvarlak, saçları siyah ve sert, sakalları pek az, bıyıkları düz, boyları kısa ve renkleri sarıya mail esmerdir. Türkistan'da ve Rusya memalikinde bulunan Türkleri n cümlesi bu simada o lup, ancak l ran 'ın şimal-i garbi cihetlerin d e ve Kafkas'ın cenubunda sakin bulunan Türkmenlerle, Anadolu ve Rumeli'ndeki Osmanlıları n, bu yerlerde b u l d ukları ahal i - i k a d i m e i l e i ht i l at ve i s t i fraş ı n d an , simaları degişip; ırk-ı Kafkasiden farkolunmayacak bir hale gelmiş­ tir. Bu sebebe mebnidir ki, tabiiyyun, Osmanlıları lisanca akvam-ı turaniyeden ve simaca ırk-ı Kafkasiden addediyorlar. Ahlak ve ahval-i manevilerine gelince, Türkler umumiyet üzere gayet sakin, halim , çalışkan, sabırlı ve ma-haza pek cesur adamlar­ dır (s. 1 639- 1 642) . b . ) TURAN- Eski l � aniler tarafından Türkistan ve Tataristan ci ­ hetlerine verilen i s i m olup, Zend -avesta ve Şehname'de Turan,

lran'ın zıddı makamın d a kullanılıyor ve l ran H ürmüz ile geriştele-

1 04

Ş E �I S E D ll l N S A �l l ' D E N � f. Ç �I E l. E R

rin mekanı oldugu halde, Turan'a Ehreınen'in ve ervah-ı habisen i n mahalli nazarıyla bakıl ırdı . Turan eskiden beri Türklerle meskun olan yerler olup, Türk ile Tur kelimeleri arası ndaki müşabehet dahi bu iki ismin bir asıldan ibaret oldugunu gösteriyor. Esatir-i l rani­ yeye göre Turan'da en evvel hüküm süren Feri dun'un oglu Tur olup; güya memleket d ahi bunun ismine nisbetle tesmiye olu n ­ muşınuş. Tur'un neslinden gelen hükümdarların en meşhuru dahi Efrasiyab'dır ki, lran şahı Keykavüs'un oglu Siyavuş'u ibtida damat edip, badehu katletmesi üzerine, lranilerle Turaniler arasında pek çok zaman süren ve tafsilatı Şehname'nin kısın-ı a'zamını teşkil eden birtakım muharebeler vuku bulmuş; bu muharebelerde lrani­ ler tarafından Rüsmet-i Zal, Güdarz, Tus, Giv, Feribürz ve Turani­ ler tarafı ndan dahi Piran vesair birçok kahramanktr kesb-i iştihar etmişlerdir. Bu husumet Güştasb zamanında Zerd üşt dininin neşri arzusundan dolayı teceddüd edip, ibtida Turaniler galip gelmişlerse de, badehu Güştasb'ın oglu l sfendiyar galebe çalıp, Turan 'da bir­ çok fütuhat etmişti. Eski Yunaniler indinde l skit ismi n i n müsemması nasıl ınüp­ hemse, l raniler i ndinde dahi Turan isminin müsemması öyle gayr-ı muayyen o l up , hatta Turan ile l skitya'nın esma-ı müteradi feden oldugu maznundur. Ç ü n kü l sfendiyar ibn Güştasb'ın aynı o l d u­ gunda şüphe olmayan Daryüs b. H estasb'ın l skitya'da ve hatta el­ yevm Rumeli dedigimiz memlekette ve Yunan'ın kendisi nde olan fütuhatı, tevarih-i kadime-i Yunaniyede mufassalan inezkur oldu­ gu halde Şehname'de bu fütuhatın Turan'da vuku bulduğu beyan olunuyor, demek oluyor ki, Turan ismi nin medlulü Rumeli'ye ve Yunan'a kadar dahi tevsi oluyordu. Bir de Turan hükümdarı Efra­ siyab ile lran şahı Keyhüsrev hakkında Zend -avesta ve Şehname' de mezkur hikaye-i malume ile Yunan -ı kadim müverrihlerin d en He­ rodot'un Medya hükümdarı Astiyag ve Fars hükümdarı Kiros ara­ sında vukuunu naklettigi hikaye ziyadesiyle müşabih olduğuna ba­ kılırsa, eski Yunanilerin Medya tabir ettikleri ve A�rbeycan i l� Ma-

105

� D I S El > P l :\

'> .H l i V E �I E O E :\ l \' \' E l 1 I S L .Hl l \' \' E

zenderan vesair o cihetlerden ibaret olup l ran'dan madud bulunan memleketin dahi eski l raniler indinde Turan'dan ma'dud bulun­ muş olduğu münfehim oluyor. Vakıa

o

tarafların asar-ı atikasını

taharri ve tedkik eden nı uhakkiki n - i ulema eski Medyalılann ak­ vam-ı turaniyeden oldukları hakkında bir zann-ı kavi hasıl etmiş­ lerdir. Bazı asar-ı o : 1

\ \ E T - I i '> L A � 1 1 \' \ E

El�ine-i turaniyeden lisanımıza en ziyade kurbiyet ve nıüşabe­ heti olanlar Tunguz zümresi olup, Sibirya'nın ınünteha-ı Şarkıyla Çin'in şark-ı şimali kısınındn söylenilen Tunguz ve Mnnçu ve La­ mut l isanlarındn Türkçe denilebilecek kadar nıüşnbih kelimeler ve edatlar bulunur. /'vlesela Çin'de bulunup ve Çin hanedan-ı hüküm­ darisi nin dahi mensup olduğu Mançu kavmi lisanındn nehre '.'bira" denilip, nehirler "biral" nehirde "birado" ve nehirlerde "biraldo" tabir oluyor ki, edat-ı cem'inin lisa n ı mızdaki ( ler) ve (do) edat-ı zarfının dahi lisanı mızda "de" edatıyla müşabeheti meydandadır. tvlançu lisanının Süryaniceden me'huz hatt-ı mahsusu ve edebiyatı \'ardır. /'vlogol zümresinin lisanımızb olan müşabeheti ikinci dere­ cede old uğu halde,

�engi z H an

zaman ında M ogollala Türklerin

tercümana muhtaç o lmaksızı n konuşabildikleri malumdur. Finova ve Sanıoycd zümrel eri ve alet- husus birin cisi İisan ı mızdan hayli farklı ve karabet daha baid ise de, bu iki zümrenin şami l oldukları elsine-i m üteaddide beynindeki fark pek cüzi olup, zaten bunların çoğu bir kaç bin kişi tarafından söyle n m ektedir. Fi nova lisanları mevkice üç takı ma m ünkasım olup, bir takımı Rusya'n ı n şiınal-i garbisinde Baltık deniziyle şimali Akdeniz sevahilinde, birtakı mı Volga silsile-i cibali eteklerinde ve biri dahi Macaristan'da söylen­ mektedir. Macarcnnın Urnl silsile-i cibali n i n Şark ciheti nde ve Si­ birya toprağında bir kaçar bin kişi tarafı n dan söylenilen Vogul ve Ostyak lisanlarıyla olan karabet ve müşabehet-i fevkaladesi şnyan -ı dikkat olup, M acarların vatan-ı aslisini göstermeğe kafidir. An -asıl o taraflarda sakin bulun muş olan Bulgarların lisan-ı asli-i kadimle­ ri dahi bu takımdandı. Finova zümresine mensup lisanların edebi ­ yat ve terakkiyat nokta-i nazarınca en ehemmiyetlisi iv1acarca olup, i kinci derecede dahi Finlandiya ve Estonys.. i le sair Baltık sevahili li­ sanlarıdır ki, bunların dahi bit müddetten beri edebiyat-ı mahsusa­ ları uyandırılmağa başlamıştır. Diğerleri ve Samoyed zümresinde­ kiler kutb-ı şimali dairesi dahilinde ve Sibi rya'nın m ü ncemid ır­ makları vadilerinde küçük ve nim -vahşi birtakım akvam - ı sagire

1 1o

� HH E D D 1 N

S A �1 1

'

D EN S EÇM E l[ R

tarafından istimal olunmaktadır. (Tonguz, Mançu, l\foğol, Finova, l\facar, Samoyed vesaire maddelerine dahi müracaat buyrula.) (s.

1 683 - 1 685) ( Kamusu'l -a'lam, c.3, l st. 1 308/ 1 89 1 )

1 11

� U l > E D D l l' � A o l l \. [ � I E P E N I Y Y E T · I 1 , 1. A M I Y Y E � l l R \' l: E D E J l l Y A T T .\ K l T E C E D D () D - l .-\ H 1 R 1 M 1 Z

Bilmem d i kkat buyuruluyor mu ki, bu son on onbeş sene zar­ fı nda şiir ve edebiyatımızda külli ve esaslı bir tecedd üd hasıl olmuş­ tur? Bu teceddüdün karıı -ı hazır-ı hicrinin ibtidasına tesadüfü gü­ zel bir isabettir; bu teceddüor! on dördüncü karn ı n mahsulü naza­ riyle bakılabilir. Bu kamın maarif ve medeniyetçe mekatib-i idad i ­ ye-i mülkiye n i n payitahtta ve vi lfiyfıt v e elvire merkezlerinde tekes­

y

sür ve taammümü gibi terakkiyatı ga rı ınü nker ise de, mevzu - ı bahsimiz olan husus a d i v e sade b i r terakki degildir; esaslı v e külli bir tebeddül ve teceddüddür. Usul-i miınariyede, musikide, mefruşatta, kıyafette ve sair her h ususta her asrın, her devrin ve ale'l-husus her karnı n kendine mahsus bir hali, bir çehresi, bir sureti olduğu gibi, şiir ve ed ebiyatça dahi her karn ı n kendine mahsus bir tarzı vardır. Türkçe bir beyit veya bir i ki satırlık bir ibare okunsa, sekizinci karn-ı hicrinin mi, Çekbi Sultan M ehmed Han 'dan Yavuz Sultan Selim H an devrine dek devam eden dokuzuncu karnın mı,· onuncu karnın mı, N efı'yi yetiştiren on birinci, Nabi ve N edim ve Nahifi devri olan on ikinci, yoksa Şinasi, Kemal, Ziya gibi terakki-perveranla temeyyüz eden on üçüncü karnın mı mahsulü olduğu anlaşılır, belli olur. Lakin zannolunmasın ki, bu saydıgımız kurunda mütemadi bir terakki ve karndan karna ale'l-ıtlak bir ıslah vuku bulmuştur. Bila­ kis, mesela sekizinci karnın, eski tezkirecilerimizin "kelam-ı mev­ zun" tabir-i istihfafkaranesiyle tavsif ettikleri asarı mi yanında, ta­ dadı na-kabil şuara yetiştiren onuncu karnın "sanayi -i lafziye" de­ dikleri belaya boğulmuş eşar ve ibaratına tercih olunacak pek çok şeyler bulun ur. On birinci karnın bütün şairleri Nefı'ye benzeme­ diği gibi, on i kinci ve hele on üçüncü karnın da, yukarıda sayı lanlar gibi bazı meşahir istisna olununca, diğerleri hemen mısraların yal­

nız birinci

kelimelerini degiştirınekle ve " .

...

olur alem bu ya" yahut

" ... bir ben, bir gönül" gibi soguk ibaratı münasebetsiz tekrar et­ mekle tatsız tuzsuz eşar söyleyenlerden ibarettir. Fatin'in tezkiresini

1 12

� Hl � d: D J J I N

'> A �l l ' D I 1'

S E Ç �l [ J. [ R

gözden geçiren şi ir okuınaga tövbekar olur. Nesirde Şakir, Subhi. Sami gibi vakanüvislerin tarihleri bir nümune-i tedennidir. El- hasıl karııdan karna ve asırdan asra umumiyet üzere terakki görülmeyip. bir taraftan böyle bir terakki vukuuna inandıracak

bir

şair veya münşinin bilakis külli bir tedenni vukuuna şahit olacak birçok muasırları görülür. Suret-i hususiyede mebde-i terakki obn on üçüncü karn-ı hicriye umumiyet üzre bir devr-i tedenni naza­ riyle bakıl�bilir. Şu kadar var ki, her kam yetiştirdigi bir, iki veya üç deha ile tavsif olunur, onun veya onların asrı addolun ur, digerleri asrın posası ve haşviyatı addolunarak, asla kaale alınmaz. Varsınlar Kınalı'lar, Latifi'ler, Salim'ler, Fatih'ler şuara esamisiyle mücellecbı doldursunlar, onuncu karn-ı hicri Bakl'nin, on birinci Nefı'nin. on i kinci Nabi'nin, on üçüncüsü de Şinasi ve Kemal ve Ziya'nın asrı­ dır. �lahza bu eimme-i edebin asarında dahi bir terakki- i mutlak ancak on üçüncü karnda Şinasi ile rüfekasının asarında görebiliriz.. Edebiyat-ı cedid e mizin esası nı vazeden, lisanımızı "sanayi-i laf­ ziye"den kurtarıp sade, güzel ve tabii bir tarz-ı ifade tarikini aÇ311 şüphesiz Şinasi ile rüfekası dır ki, bu ıniyanda Reşid Paşa'}ı

dalü

unutmamak iktiza eder. Bu müessislerin asarında görülen ıslah

ve

terakki pek büyük, pek metin ve pek cediddir. Lakin yine ıslah

'-c

terakkidir, külliyen tebed dül ve teceddüd değildir. Çünkü dikkat olunsa vezin, kafiye, usul-ı ifade yine eski tarikten ayrılmamıştır. Kül liyen tebeddül ve teceddüd şerefi on dördüncü karn-ı hicriye mahfuz idi; bıi karnın bediyle beraber zuhur etmiştir. Bir mukaddeme veya tecrübe olmak üzere, en evvel lisanınuzda Avrupa lisanları tarzı nda şiir söylemege başlayan Abdülhak

Hamid

Bey Efendi'dir ki, karn-ı hazırın duhul ünden evvelce bu tarzda bazı eşar söylemiş ve o vakit yazmakta old uğum Hafta mecmuasıncb müşarün-ileyhin eşar-ı milliyemize yeni bir çığır açtığını beyan et­ tiğim sırada, bu usul - i cedidenin taammüm etmesiyle, amel- i ede­ biyatımızda bir büyük tebeddül ve teceddüd hasıl edeceğini keşfet­ miş i dim. Bu tarz-ı cedid memulün fevkinde bir sürat ve sühuletle taam-

113

� Hl � Ul l l l l' S A M I V E �l f. ll t: !' I Y \' E T l I S L A ,\ l l \' Y r müm ve

terakki edip. az vakit zarfında nev-residegah - ı vat�n bey­

ninde hakikaten şayan-ı takdir ü tahsin eşar nazmına müktedir şa­

lıtrr- �ti. Naci merhum bir aralı k Nabi ve Nefı'lerin sönmüş çe­ ragım uyandırarak, gençlerimizi o tarafa sevketmeye çalıştı ve göre­ nek ve nev-hevesli k belasıyla o tarike şitab edenler de bulunmadı dqildİI"- Lakin nafile. on dördüncü karn-ı hicri şi ir ve edebiyatça

t� devridi r; tarz-ı kadimin ihyası sırası degildir. Şi i rin tarz-ı bıdiminin

Naci'nin kaleminde biraz vakit parlaması, kandilin sö­

na::et;i vakit verdigi parlak ziya kabilindendi. Naci hakikaten tarz-ı

bdiınde Baki'lere, Nabi'lere, Nefı 'lere iddia-ı takaddüm edebilecek bir :pinti. Lakin o mektebin son şakirdi idi. Kendisi ile beraber o t3r7 n usul dahi sönüp gitti. Artık b undan sonra o tarzda şair ye­

tipnez; geçmiş şuaramızın o tarzdaki eşarı tarih-i edebiyatımız nü­ m�-hanesi nin raflarında as�r-ı atika kabilinden olarak enzar-ı umuıniyeye arzolunmaga şayan ise de, nümune-i imti sal i ttihazı

kimsenin hatırına gelmez. Bu iki usulü halk n e suretle telakki etti? Buna ne nazarla bakı­ !Off Kabul-ı ammeye mazhar oldu mu? Tarz-ı kadimi büsbütün

iptal edip yeri ni tutacak surette taammüm edecek mid ir? Ası l iş buncbdır. Dünyada ülfet ve ünsiyet pek garip şeydir. i nsan alışmadıgı şeye

birdenbire ısınamaz, kendisine yek-nazarda tuhaf görünür, hatta çok defa etrafl ıca düşünmezden, ciddi surette muhakeme etmez­ den,. hemen red ve i n kara müsaraat eder. Bu kabilden olarak şiir ve edebiyabm ı zın b.u tarz-ı ahiri dahi itirazata ugramıyor degildir. La­

kin seneden seııeye o tarzda yazanların tekessürüyle eserleri nin rag­ bd-i umumiyeye mazharayiti az zaman zarfında buna da ülfet olu­

narak. pek o kadar garip görünmemege süluk eden hiç kimse gö­ riinmrnles i, artık o tarzın mülga ve mensi olup, tarih dairesine da­

hil oldugunu gösteriyor. Kayd-ı hayat şartıyla tarz-ı kadim taraftarı obn s:al.-hurdelerin sebatları ise bittabi çok vakit daha devam ede­ ma..

Bu gibi mesailde daima evsat-ı umur u itidal taraftarı olduğum ı ı4

halde edebiyatımızın ve bilhassa eşarı mızın bu tarz-ı cedidini b u derecede ilti zam edişim belki musab-ı i tiraz olur. Filvaki bu iltiza­ mım bila-kayd u şart değildir. Lakin rey ü meslek-i acizanemce, la­ zım gelen kayd u şart ikinci derecede olup, onun zikrinden evvel tarz-ı cedidi n ale'l- ıtlak şayan-� kabul değil, müstahakk-ı perestiş olduğunu derıniyan etmek hissiyat-ı kalbiye ve -tabir caiz ise- fikri ­ yeıni tasvir demektir. .

Şiir ve edebiyatımızın tarz-ı ced i d i n e en ziyade isnad olunan_

kabahat, edebiyat-ı garbiye taklididir. Vakıa bu isnad büsbütün ifti ­ ra değildir; bir dereceye kadar doğrudur ve bu taklitte çok ileri va - · nlmamak iktiza ettiğini bundan evvelki makalelerimin birinde dahi bil-münasebe beyan etmişti m. i htiraz olu_nacak cihet taklittir, yok­ sa i m tisal mezmum değildir ve belki tabii ve zaruridir. Maarifte ve­ sair şuabat-ı medeniyette bizden çok ileri b u lund ukları asla cay-ı bahs-i müzakere olmayan ümem-i garbi yeye peyrevlik ve eserleri ne imtisal etmek, yalnı z edebiyat h ususunda mı mezmumd ur? Her hususta onların mukallitleri değil miyiz? Bugünkü günde güzel ve muntazam bir şehir, bir sokak, bir daire, bir ev yapmak için indi ve misli sebketmemiş bir tarz ve i.ısul düşünen var mıdır. Düşünülse de münasebetsiz ve gülünç bir iş vücuda getirmekten başka bir ne·­ ticeye dest-res olunabilir mi? Ümem-i garbiye, medeniyetin hayre­ tefza-ı uki.il olan o derecesine teve�keli vasıl olmamışlardır; büti.ln küre-i arzın ümeın-i hazıra vü maziyesinin ve ale'l-husus az çok bir medeniyete nail bulunmuş olanlarını n ahvalini, asarını, keşfiyatını, kaffe-i semerat-ı sa'y u zekalarını, tecarib -i vakı 'alarının netayicini uzun uzadıya tetebbu ettikten sonra kendi ilim ve marifetleri kuv­ vet ve yardımıyla ve tevali eden tecrübeleriyle en doğru: en sağlam, en nafi tariki bulup ona süluk etmişlerdir. Biz ki medeniyetin kaffei şuabatında onlardan çok gerideyiz, biz şi mdilik tecaribe, taharri ­ yata, keşfiyata kendiliğimizden bir şey bulmağa, kendimize mahsus bir reh-i na-refte tutmağa muhtaç değiliz; o reh-i na-refte bir çık­ maz sokak olabilir, bir uçuruma sevkedebilir; ha� ır açılmış, denen-

1 15

� E �l > L D D I \

) ,\ � i l

Vl

�I E D I. N l \' Y l: "I

I

l > Ll ,\ l ) \' \' E

ıniş, tecr übesi icra olunmuş yol dururken, herkesin gittigi şah-rah-ı selamet meydanda iken, başka yol aramağa n e ihtiyacımız vard ır? Garp halkı m u htelifü ' l - ci n s vel-m ezheb ümem-i adiden ibarettir; her birinin ahlakı, etvarı başka dır; lakin medeniyet ve maarif husu­ sundaki tarikleri bird ir. Temeddün ve terakki etmek isteyen kavim i ç i n o tari k - i müştereke sülu ktan başka çare yoktur. Japonyalılar ancak o tarike b i l a - i htiraz ve bila-kayd u şart süluk etmekle b u ka­ d ar az müddet zarfında

o

kadar temeddün ve terakki ettiler.

i ç i mizden ümem-i garbi ye n i n elsine ve ahvaline vakıf olmayan bazı adamlar on ları n vapurların ı , dem iryollarını, telgraflarını ve ınasnuatlarını ve sair maddi ve zahiri eserlerini görerek, yalnız sa­ nayide kemallerini tes l i m ederlerse de, ulum ve maarifte ve hele şi­ irde, edebiyatta, tarihte, mantı kta, sarf ve na hi\' ve maanide b izim kabımıza varmaktan çok geri ve dun bir mertebede bulund ukları na ın utekiddirler ve bu zehab - ı batı l ları nı tashih etıneğe de rıza ve ar­ zuları olmayıp, bu fikirlerinde o kadar mutmain görün ürler ki ken ­ d i l erine her ne kadar aksi d i l l e ve asar ile gösterilse, yine inanmaz­ l ar ve bildiklerinden caymazlar. H a lbuki u l u m ve maarifi n kaffe - i enva ' u aksamı b irbirlerine merbut ve muallaktır; medeniyet ancak ulum ve maarifle vücuda gelebilir; edebiyat fünı ' u n d an olan u l u m - ı mezkure yi b i lm eseler, okumasalar idi, fünunu nasıl tahsil eder ve bulundukları derec e - i medeniyete nasıl vasıl olurlard ı ? Lisanları na vakıf olan ların rana malumudur ki, ümem-'i garbiye sanayide bizden ne kadar i l eri ise­ ler, ulum ve maarifin kaffe -u şuabatında ve b i lhassa şiir ve edebi­ yatta dahi o kadar ve belki daha ziyade ileridirler. Zaten bizim ede­ b i yat-ı şarkiye ve ! slamiyemizin kaffe - i asarını çoktan öğrenmiş, li­ sanlarına da nakil ve tercüme etmişlerdir. Eğer bu hususta b i zden geri ola i di ler, bizden ders alarak i l er i gitmeleri tabii idi. Onların lisanlarına vakıf olanlar bilirler ve görürler ki, onların eşar ve edebiyatına nisbeten bizim eşar ve edebiyatımız pek noksan ve pek kaqadır. Bir Avrupa lisanına aşina olup da garp şuarası n ı n e şa r ı n d aki tasvi r - i hissiyata a l ı şan ve Lamartiı� e ' i n , V i ctor H u -

1 16

� U l � f D IJ ) N S A �l l ' IH N , ı_ ç �I f l'E R

go' n u n eşarı ndan l ezzet alan bir Ti.irk şairi artık kendi l isanında şi i r söyliyeceği vakit ınuğbeçeden, p i r - i mugandan : harabattan, a y yüz­ lerden, servi boylardan, zenci � veya şeb - i hicran kadar uzun zi.llüf­ lerden, hatt-ı sebzden bahis eşar- söyleyeınez. Shakespeare'in, i\l oli ­ ere'in, Raci rır';n, Schiller'in, Goethe'nin, Alfıeri'nin manzumelerini •

okudu ktan sonra, leyleklerin Mecnun'un başında yuva yapmasın dan, Leyla' n ı n ay ile mükalemesinden, Ferhad' ı n dağları yarması n ­ dan bahis kaba ve çocukça hikayeleri silk-i nazma çekmeğe tenez­ zül edemez. Bizim dahi ümem-i mütemeddine gibi hissiyat-ı raki ­ kayı musavvir eşarımız, makul ve tabiiye şebih manzumelerimiz, müessir hikayelerimiz, güzel tiyatro kitap ları m ı z old uğunu arzu eder, tabiat-ı şiiriyesinden bi l - istifade edebiyatı m ızın bu noksan ı n ı i kmale kendisini tabiat ve hamiyet sevkeder. Bu saika-ı memduha ile lisanımızda garp asarına mümasil ve zevk-i selim ve hüsn - i tabi ­ at ashabı tarafından kemal-i telezzi.izle okunur asar vücuda getiren gençler taklitle ithama mı, yoksa i ktidar ve hüsn -i tabiat ve hami ­ yetle takdir ve tahsine mi müstahaktırlar? l nsaf buyurulsun! Zaten karn-ı sabıkda edebiyatı mızın teceddüdü tarikini hazırla­ yan üstadların muasırları olan sair şuara-ı osmaniyeden farkları ne­ den i l eri geliyordu? Sırf kalemleri i ktidarı ndan, Arabiye ve Farisiye tamamiyle vakıf ol malarından, zekavet ü fetanet-i tabiiyelerinden mi ? Evet, b u şeriatın hepsini cami idi ler, lakin b u evsafı haiz heın­ asırları miyan ında d ah a birçok şairler, kati pler vardı ki, Veysi ve Nergisi'ye pey-revlik ed ip ancak hatır için isimleri bazı tezkirelere kayd ol un muş veya büsbütün unutulmuştur. O üstadların sebeb-i sıyt ü iştiharı, üstad namın a müstehak olmaları fezail-i mesrude ile beraber garp edebiyat ve maarifine vakıf olmaları ve bakarak edebi ­ yat ü maarif-i m i lliyemizi de o yolda ıslah etmege çalışmaları saye­ si nde olmuştur. O n l ar garp efkar-ı ınünevve resi n i Şark kisvesi n e bürümekle eser l e r i u m u m u n fe vkalade hüsn-i ka b u l ü n e m az h a r o l m u ş t u . Karn - ı h a z ı r şuara v e üdebası i s e garba doğru btr ve belki birkaç

1 17

Ş D l > L D O I � > A � l l \' l. i\ I E D O i l Y \' E T - 1 1 > 1. .-l i\ l l \' H.

adım daha atmış, alem-i meden iye çok daha ziyade takarrüb etmiş­ lerd i r. Onların eşarı efkar-ı ced ideyi mutazammın idi, lakin sureta Baki'nin, N abi'nin, Fuzuli'nin eşarı na müşabih i d i . Bunlarınkiler ise, kudema - ı şuaramı zın asarı na l i sa n iştirakinden başka h i ç bir ınüşabehetleri yoktur; Avrupa asar-ı edebiyesine ise yalnız fikren değil, lafzen dahi müşabihtir; vezince ve kafıyece bile Avrupa eşarı tarzına tabidir. Avrupa'n ı n efkar ve ahvalini istihfaf edenler elbette bu takar r übü abes görürler. Lakin onların tefevvu kunu ve bizim _ kendilerinden istifadeye ifti karımızı bilenler, bu takarrübden müs­ tefıd olacak, biz olduğumuz teslimden geri durmazlar. Asrım ızın icap ve ihtiyacına göre tahsil görmüş bir adam, Fuzu­ li'nin Leyla ve M ecnun manzumesi n i -şiiri ne kadar üstadane olur­ sa olsun- okumaktan lezzet duyam az, okursa asar-ı atika kabi l i n ­ den olarak okur; yoksa Mecnun'un etrafında toplanmış kurt ile k u ­ zu, arslan ile ceylan gibi muhtelif hayvanların ortasında oturup on ­ hırla lakırdı ettiği n i veya Leyl a ' n ı n mumla konuştugunu bir ufak çocuk b i le severek ve beğenerek okuyamaz. Halbuki mesela Servet -i F ü n u n ' un b u h aftaki nüshasında m ün d eric bulunan beş kıt' anı n her birini okud ukça insan kend i n i pek rakik bir tak ı m hissiyat-ı kalbiye ile, pek ali birtakım efkar i le m uhat görür; okud u kça telez­

ZÜZ eder, h i ssiyat-! rakikası uyan ır, efkar-ı aliyesi beslenir! Bunlar b u zamana, bu asra, şimdiki hal ve i h tiyaca göredir. N esir dahi bu­

na makistir. H issiyat�ı kalbiye ve efkar-ı aliyeyi m usavvir olan edebiyat-ı ce- dide asarını sırf hafızdan ibaret olan Nergisi'nin Haınse'si ile, Aziz E fe n d i ' n ln ı\-l u hayyelat'ı i l e m u kayese edersek "eyne's - S ü reyya" ( Süreyya ( ü l ker) yıldızı nerde! ) demiyecek miyiz? Bu ifademizle bundan m u kaddem lisanımızın noksanından ve ınuhtac-ı ıslah u tashih olmasından bahseden makalemiz arasında belki bir tezat görülür. Lakin hakikatte tezat yoktur. Yeni üdeba ve Şuaramızın suret-i ifad eleri pek güzel ve tuttukları meslek şayan -ı tahsindir; laki n lisa n - ı edebimiz yine noksandan beri degildir. Sa-

1 ı8

� H I H IJ il i N > .Hl l ' D f :-; S l: C,: � l f

LER

deleşnıege, ı slah ve tashih olunmaga ve fikr-i nıahsus-ı kasırinan­ ce, Arabi ve Farisiden mümkün mertebede teb E L> ıı l :-;

v ı: �I E l > l :-< I \ ı r r 1 l � L A � l l \ \ [

l' S U L-1 T E N K l lY' D E �

Yazı siizün tasvi ridir. Bir resim, tasvir ettigi şeye ne kadar ziyade benzerse, o kadar mükemmel olacagı gibi, bir yazı dahi, sözün mü­ tekellimin agzından çıkarken, ibraz ettigi ahval ve suret-i ifade ve telaffuzu ııe kadar ziyade anlaşılabilirse o kadar ziyade mükemmel ad olunmak iktiza eder. Burada suret-i telaffuzdan muradımız harflerin telaffuzu degil­ dir. Bahsimiz yazıların ve hurufun kemal ve noksanına müteallık olmadıgından, burada hurufun ve kelimeleri terkib eden sedaların telaffuz-u zatisi hakkında bir varlıga mutalaat beyanına girişmek is­ temeyiz. Tel affuzdan murad ı mı z mütekellimin bir kelimeyi söylerken bazı defa sesine verdigi bir tür-i mahsusadır ki, çok defa çehresinde ve bütün bedeninde görünen bir hal ü hareket-i fevkalede i le dahi çekid edil miş bulunur. Bundan başka söyledigirniz sözlere dikkat etsek görürüz ki, söz­ lerimizi tertib eden kelimelerin sarf ve nahiv kaidesince birbiri ar­ kasına vaz ve terkibiyle murat hasıl olamayıp maksudumuzu ifade edebilmek için, sözümüzü her bir kaç kelimede bir kesmege muh­ tacız. Bu kesmelerin de envaı olup bazı yerlerde sözlerimizi ancak bir nefes alabilecek kadar, bazı yerlerde adeta bir kaç saniye keseriz. · Bazı defa da sözlerimizi bir bahse son verdigiınizi anlatacak suretre

keser, biraz durduktan sonra diger bahse yahut o bahsin diğer bir fı krasına geçtigimizi anlatacak bir tavırla yeniden söze başlarız. i şte sözün gerek telaffuz ve sadece ve gerek taksiınce olan böyle ahvaline dikkat ettigimizde yalnız kelimeleri tahrir etmege kanaat etmeyip, tahrirde bir nizam ve tertibe ve bir takım işaret ve alamata muhtaç oldugumuzu anlarız. Lisanlarını yazmakta bulun:ın ve edebiyatlarını bir dereceye ka­ dar i lefletmiş olan milletlerin cümlesi eskiden beri lisanlarının ka­ vai d - i tasrifıyesini zabt etmiş oldukları gibi, kelamın cümlelere tak-

1 32

� D I H D D I J\:

� A �l l ' l l f. I'\

� t: Ç �I El. f. R

simini ve cüm lelerin envaıyla suret - i terkibini ve her bir ah,·alini tahrir etmişlerse de b unları i�aret-i mahsusa ile tefrik ve taksim ve en lazım olan bazı ahval-i kelamı alamat-ı mahsusa ile tasvir etmeyi mütekaddiınin düşünememişlerdi. H er bir şeyde oldugu gibi yazılar dahi ibtidai zuhurlarında pek nakıs olup, ınurur-u zamanla yavaş yavaş noksanları ikmal olun­ muştur. Zaman-ı kadimede Araplar huruf-ı mucemeni n noktaları­ nı yazmadıkları gibi, diğer milletler dahi yazılarını az çok müşevveş yazıp, hele mebhus-i anhamız olan işaret-i mahsusanın istimalini adet etmemiş olduklarından bir kitaptan meal istihraç etmege hayli müşkilat çekmekte bulunmuşlardır. O vaktin asar-ı m evcudesinde bu noksandan dolayı muharrir muradı anlaşılmayıp bir kaç türlü tefsir olunabilir fıkralar görünrtıektedir. Çünkü malumdur ki, bir kelimenin mensup bulunduğu cümleden ayrılıp onun üstünde ve­ ya altındaki cümleye i ltihakı ve sual, taaccüp, mekul, kavi gibi ah ­ valin fark olunmaması bir fıkranın mealini büsbütün degiştirebilir. ivlurur- u zamanla hasıl olan terakkiyat-ı fıkr-i beşer sayesinde bu noksan dahi i kmal olunarak ibare-i manzumenin icabına göre tefrik ve taksim ve sözü mümkün mertebedl' söylenildigi gibi tasvir etmek üzere bir usul-i nizam bulunmuş ve bir takım işarat-ı mah­ susa i cad ol unmuş ise d e Şark ile Garpın ve aleın - i l slamla medeni ­ yet-i hazıranın arasını ayırmakta oldugunu matessüf görünen adat ve ahlak-ı mugayyiratı ihtilatın fıkdanı, sair keşfıyat-ı müfide gibi, bunun dahi lisanımıza intikal ve sirayetine bir sedd-i mukavemet yerin i tutmuştur. Ancak bu usulün her bir lisan için lüzumu tabi: olup lisan ı m ı ­ . z ı n b u ihtiyaçtan biri v e kaffe-i elsine-i alemden müstesna olması . hiç bir vechle kabul ve teslim olunabilecek bir şey olmadıgından ve belki bilakis lisanım ı zda cümlenin suret-i terkibi pek karışık olması hasebiyle bu ihtiyaç her lisandan ziyade göründüğünden, edebiyat-ı Arabiyyeye ;ışina bulunan erbab-ı kalemden bazı zevat öteden beri bu işaretlerin bir takımını kullanmaya ve esei-lerini Avrupa matbu­ atı tarzında tab ettirmeye başlamışlardı.

133

Ş HI S E O O I !' S A M I V E M E O E N I Y Y E T - 1 I S L A M I Y Y E Fakir, haşa, üdeba sırası na girmek iddiasında bulunmadığım ve edebiyat aleminde görünmek üzere kendimde bir liyakat ve istih­ kak görmediğim halde, mücerret bir gayret ve n evhevesane ile ve iktidarımın vüsunca bir hizmette bulunmak arzusuyla öteden beri tahrir etmekte olduğum bazı ufak tefek risalelerle gazetelerde işaret \'C

a lamat-ı lazimerıirı cüm lesini istimal ile pek çok i tiraza hedef ol­

mayı gı1ze alarak lisanımızda bu usulü · ikmal etmeye çalıştım. 13u gi.i n bu usulün tam im etmeye başlamasını itirazat-ı vakıaya karşı b i r siper addedebilirim:

Bir taraftan b u usulün i kmali ve bir taraftan dahi bu risaleyi neşreden matbaa sahibi gibi zevatın fen n - i tabiatı ndaki maharetiyle bu fenni n terakkisine ibraz etmekte bulundukları gayret - i inüteva­ lihe sayesinde bugün Avrupa lisanlarında en ziyade ihtimamla tab olunmuş kitaplardan farkı olmayacak surette k i taplar tabı müm­ kün olabiliyor. Ancak elsine-i Arabiyyeye aşina olmayan evlad -ı vatanın çogu bu usül ve işaratın mahiyetin i ve mahalli istimali n i bi lmemekle mazur bulunduklarından maksud olan faide hasıl olabilmek için bunların tarifini mübeyyen böyle bir risalenin lüzumu değildir ...

1 34

ŞHISED D I N S A �l l'DEN S E Ç M E L E R

L i S A N - ! T Ü R K ! " O S l\I A N I "

Hafta

dergisinin 1 0 Zilhicce 1 298 tarihli 1 2 . sayısında çıkmıştır.

(Yalnız Türkçe kelimelerde imla kurallarına uyulmuş, Arapça ve Farsça kelim eler, o günkü söylenişe ve imlaya göre saptanmıştır.) Söyledigimiz lisan ne lisanıdır ve nereden çıkm ıştır? Osmanlı li­ sa n ı

tabirini pek de dogru görmüyoruz; çünkü bu ünvan selatin-i

Osnıaniyye'nin birincisi fatin-i meşhur� n nam -ı alilerine nisbetle müşarün � ileyhin tesis etmiş oldukları bir d evletin ünvanıdır; hal­ buki lisan ve cinsiyyet milşarün ileyhin zuhurundan ve bu devletin teessüsünden eskidir. Asıl bu lisanla mütekellim olan kavmin ismi "Türk" ve söyledikleri lisanın ismi dahi "lisah-ı Türkl"dir. Cühela-ı avam indinde mezmum addolunan ve yalnız Anadolu köylülerine ıtlak edilmek istenilen bu isim, intisabıyla iftihar olunacak bir bü­ yük ümmetin ismidir. "Osmanlı" ile "Türk" isimleri beynindeki nisbet tıpkı "Avusturyalı" ile "Alman" isimleri beynindeki nisbet gibidir. "Avusturyalı" Unvanı Avusturya devletinin taht-ı tabiiyye­ tinde bulunan kaffe-i akvama ve onların biri ve ilmmet-i hakimesi olan Avusturya Almanlarına ıtlak olunduğu halde "Alman" ismi bu ümmet-i azimenin gerek Avusturya'da, gerek Prusya ve Alman­ ya' da ve gerek lsviçre ve Rusya vesair taraflarda bulunan kaffe-i ef­ radına ıtlak olunur. Devlet-i Osmaniyye'nin zir-i tabiiyetinde bulu­ nan kaffe-i akvam efradına dahi "Osmanlı" denilip, "Türk" ismi ise Adriyatik denizi sevahilinden Çin hududuna' ve Sibirya'nın iç taraf­ larına kadar münteşir olan bir ümmet-i azimenin ünvadır. Bunun için, bu Unvan, şayan-ı tahkir olmak şöyle dursun, müstevcib-i fahr-ü mesar olmak iktiza eder. Memalik-i Osmaniyye'de söyleni­ len lisanların cümlesine "elsine-i Osmaniyye" deni lmek caiz olabi­ lirse de, bunların biri ve hususiyle ekseriyyet-i efradı bu memalikin haricinde olup bu devletin teessüsünden çok daha eski bulunan bir lisana "Lisan-ı Osmani" denilmek tarih ve ensab-ı elsineye asla te­ vafuk etmez.

1 35

Ş H1 SED D I N S A � l l VE � I E DEN IYYET- 1 I S LA MI Y YE

Memalik-i Osmaniyye'nin Avrupa ümemi i ndinde ismi "Türki­ ye" olup, bu kelimenin ahırındaki "ye" edatı da tamamiyle "sitan" edatını n m üteradifi olduğundan, bu k&ne "Türkistan" manasına gelir. Halbuki biz haritada diğer bir Türkistan daha görüyoruz ki, o da Asya-)1 vasati ve şi ınalinin bir cüzü olup lran ve Afgan istan'ın c ihet-i şimaliyyesinde, R u sya'nın cihet-i şarkiyyesinde ve Çin 'in ci­ het-i şimaliyye-i garbiyyes i nde bulunur bir kıta-i vasiadır. lfoden hayli uzak olan

o

Türkistan 'fa bizim Türkiye beyninde ve oranın

Türkleriyle bizim aramızda acaba bir münasebet ve irtibat var mı­ dır? Bu isim iştiraki nereden geliyor? Eğer oranın ahalisiyle olan münasebetimiz yalnız isim iştiraki nden ibaret olsaydı, belki bu işti­ rak bize itab-ı zihin ettirebifüdi, lakin lisanca olan iştirak ve tarihin verdiği malumat bu babda hiçbir şüphe ve tereddüde mahal bırak­ mıyor. Buhara, Hıyve ve Kaşgar Türklerinden pek çok efrad gör­ müşüzdür; her ne kadar ki bunların Türkçesi biraz başkaca olup, hususiyle telaffuzları bize garip gelirse de, böyle farklar iki eyalet ahalisi n i n söyledikleri lisan beyninde dahi bu lunduğundan, bu fark-ı cüzi bizim söylediğimiz lisanla Kaşgarlıların söyledikleri lisa­ nın bir lisan-ı vahid olmasına ve bizim dahi onlar gibi Türk olmak­ lığımızla, söylediğimiz lisanın dahi onların lisanı gibi, Türkçe ol­ masına mani olamaz. Bizim söylediğimiz Türkçeye "lisan-ı Osma­ ni" Unvanı ne kadar yakışmazsa l\faveraünehir'de ve Çin'deki hem­ cinslerimizin lisanına dahi Çağatay ünvanı o kadar yakışmaz, çün­ kü Çağatay akvam-ı Türkiyyeden yalnız bir kavm-i sagirin ismidir. Bize kalırsa, o aktar-ı baidedeki Türklerin lisaniyle bizim lisanı­ mız bir olduğundan, ikisine de "Lisan-ı Türki" ism-i müştereki ve beynlerdeki farka da riayet olunmak istenildiği halde, onlarınkine 'Türki-i Şarki" ve bizimkine "Türki-i Garbi" Unvanı pek münasib­ dir. Bu lisan-ı milşterekin şu iki şubesi arasındaki fark tasrif.ıtça ve­ ya suret-i ifadece olmayıp, ikisinin kavaid ve tarz-ı ifadesi bir ol ­ makla fark-ı vaki, ancak sureti telaffuzdan ve bazı kelimelerin şube­ teynden birine mahsus olmasından ibarettir. Bu da taraflara gelen

ı36

� E M S E D D I N S A �l l ' D E N S E Ç M E L ER

Türklerin vatan -ı aslileriyle irtibat ve münasebetlerini kesip, o va­ kitten beri eski vatandaşlarıyla pek az ihtilat etti ı L .H l l Y Y E

b ul etmişlerse de onların aldı kları kelimat-ı Arabiyye başlıca ıstıla­ hat-ı fenniye ve edebiyyeden ibaret olup, bizim gibi kelimat-ı adiy­ ye ahzetmeınişlerdir. Bunun için, bizim lisan -ı adide kelimat - ı Aı'a­ biyye ile itlıam etmekte olduğumuz mevadın ekserisi için onların kelimat - ı Türkiyyeleri vardır. Bir lisan ise kelimat-ı ecnebiyyeden ne kadar ari ve kendi kelimeleri ne kadar ziyade olursa o kadar mü­ kemmel ve o kadar vasi, o kadar zengin addolunacağından, lisan- ı Türkl-i şarki sekalet - i telaffuzuyle beraber, b izim lisa n - ı Türki-i garbiye tercih olunabi lir. B inaenaleyh, lisanımızın ıslah ve tevsiini murad ettiğimiz halde, kelimat-ı Arabiyye isti krazında mübalağa etmekten vazgeçip, lisan-ı asllmiz olan Şark Türkçesinin bizce met­ ruk ve meçhul olan kelimelerini uyandırarak onları kabul ve isti­ male çalışmaklıgımız iktiza eder. Lisanımızın Türkçe, Arabi ve Farislden mürekkeb olduğu söyle­ niyorsa da, bu terkib, sair bazı lisanlarda olduğu gibi, adeta bir im­ tizac-ı kimyevi ile hasıl olmadığından, lisanımızda müstamel olan Arabi ve Farisi kelimeler daima ecnebi sıfatıyle durup, tamamiyle lisanı mıza karışmamış ve lisanımızın kavaid ü şivesi asla mütegay­ yir olmayarak, yine esas-ı asliyyesini muhafaza etmiştir. Binaen­ aleyh, her ne vakit i stersek bu kelimat-ı ecnebiyyeyi atarak, lisanı ­ mızı temyiz ü tathir etmek elimizdedir. Lisan-ı aslimizin, b i z i Ara­ biden büsbütün müstağni edecek derecede, vüsati yok ise de, hiç o lmazsa, lisan-ı adiye kifayet edecek kadar kelimeleri mevcut oldu­ ğundan, ı slahat-ı Arabiyyeriin fünun ve edebiyyat lisanına münha­ sır kalması ve hele Farisiye ihtiyaç kalmaması mümkindir. Vakıa, herkesin kullan maya alışmış olduğu " vakit" kelimesin i terk i le, onun yerine "çağ" kelinıe-i Türkiyye'sini yeniden uyandırmak bi­ raz güç ise de, eli kalem tutan zevat b u maksada hizmet etmeyi mu­ rad ettikleri vakit, b u gib i kelimelerin ibtida lisan-ı tahriri de isti­ maline başlayarak, yavaş yavaş tami mlerine muvaffak olabilirler. H ususiyle ki bu gibi kelimeler büsbütün metruk olmayıp, bazı eski üdeba ve şuaramızın asarında mev"cut oldukları gibi Anadolu'nun

1 38

� H I S E D D I K S A � l l ' fl E N H Ç � I E L E R ·

bazı tarafların da dahi hala müstamel bulu nmaktadı r . Lisan-ı Tür­ ki-i şarkide yazılmış olan Nevayi gibi eazı m - ı üdebanın asarı meka­ tibimizde talim olunarak, meydan-ı tedavüle konulmakla dahi bu maksada hizmet olunabilir. Bunun iki cihetçe, yani edebi ve siyasi m uhassenatı olup. edebi ' cihetçe lisan-ı Türki daha vasi ve daha güzel bir lisan olacağı gibi, cihet-i siyasiyyece dahi, sekiz on m ilyondan ziyade olmayan Garp Türklerine bu miktardan aşagı olmayan Asya-yı vasati ve I� usya Türkleri dahi munzam olarak ve bun l arın cümlesi bir lisan-ı vahid­ le m ü tekellim tamamiyle bir ümmet-i vahide hükmüne geçerek, Türk ümmeti yirmi milyon nüfusu cami bir ümmet-i azime ola­ caktır. Bu ikinci cihet kabil-i inkar olamayatagı gibi, birincisi dahi muhakkıktır; çünkü bir lisan ne kadar güzel ve mükemmel olursa, onun kelimeleri o lisan için güzel olup, diğer bir lisana geçince, sa­ kil ve kaba görünür; mesela "çag" kelimesi lisanımızın şivesine "va­ kit" kelimesinden elbette daha muvafık gelir ve kulağımıza daha mülayim ve latif görünür. Böyle olmasa bile:

Kendi eski lıırkasıyla süslenmek, iğreti hırka istemekten daha yeğdir. mıstakınca bu tarik müreccahtır.

1 39

v �

Meden iyyet-i İslamiyye

H crşeye gücü yeten o yüce Sanatkarı n eserlerinden küçük bir parça olan bu dünya, -üzerinde yaşadığımız için- kainat kadar, belki on­ dan daha önemlidir. Dünya bütün canlıların yaşadıkları bir _i skan yeri ise de, insan akı l ve iradesiyle d i ğer canlıların öylesine üstündedir ki, bu üstün­ lük karşısında öbür canlıların ehemmiyeti kalmamaktadır. "Dünya insa nlar içindir" denilince uygundur. Kendimizi dünyanın üstün­ de, gayet yüksek bir yerde düşünerek beş kıtada oturan insanları gözden geçirelim: 1 nsanların aralarında o kadar fark görecegiz ki, adeta hepsinin aynı cinste yaratılmış olduğunu kabule pek cesaret edemeyeceğiz. Söylediği miz bu fark; renk, sima ve kıyafetçe olan fark, siyah saçlı bir insanla sarı saçlı bir insan arasındaki fark gibi ­ dir. Bu ise insanlar arasındaki farklılığı gösteremez. Üzerinde dur­ mak istediğimiz fark akıl, olgunluk, ilim ve hüner farkıdır. i nsanla­ rı diğer canlılardan ayıran en önemli hususiyet d üşünce kabiliyetle­ rinin olmasıdır. Bu' durumda düşünme kabiliyeti olan insan tabiat­ taki yaratıklardan ne kadar farklı ise, üstün ise, d üşünme kabiliyeti az olan insan da diğer varlıklara o kadar yakın olur. Coğrafi yönden insanlar arasın d aki fark, zaman olarak d a i n ­ sanlık tarihinde görülebilir. Coğrafyaya göz attığımızda Fransa'da medeni, Borneo'da vahşi bir takım i nsanları göreceğimiz gibi, tari­ hi seyir içinde de ikibin yıl öncesinin Fransa'sında vahşi; günümüz­ de ise medeni insanlar görürüz. Dicle vadisinde o zamanlar mede­ ni; şimdi ise ibtidai bir takım çöl insanlarıyla karşılaşabiliriz. i nsan­

g

lar arasındaki bu fark yaratılıştan olmadığı gibi co rafl mekanın ve

141

Ş El\ I S E D D I N S A l\l l V E l\I E D E N I Y Y E T - 1 I S L A �l l Y Y E

zamanın tesiriyle d e değildir. Görülen bu farklılık coğrafyanın tesi­ rinden olsaydı, Fransa'da yaşayan insanlar her zaman medeni, Dic­ le vadisindekilerin ise her zaman ibtidai olmaları gerekirdi. Halbu­ ki bu gün medeni bir toplumun yaşadığı Fransa'da ilubin yıl önce

vahşi bir kavi m yaşıyordu. Bu gü n ibtidai bir toplumun yapdığı Dicle vadisinde ise ikibin sene öncesi -çağına

göre-

medeni bir top­

lum bulunuyordu. Eğer bu fark zamanın bir tavrı olsaydı 2000 yıl öncesiı�in insanlarıyla günümüz insanlarının aynı seviyede ol ması gerekirdi. H albuki bunun aksini görüyoruz. insan lar arasındaki bu farklı lık medeniyet denilen gelip geçici bir hususiyetin eseridir. i nsan yaratılış bakımından medenidir de­ nildiğinde insan ın yaratılışın da medeni olabi lmek kabiliyetin i n varlığı kasted ilir. Yoksa insanın aslında medeni olduğu v e medeni bir şekilde yaratıldığı iddia edilemez. i nsan diğer canlılara yakın bir ibtidailik halinde yaratılmıştır. Ancak, insana durumunu düzeltip, medeni olma gücü ve vasfi ve kabiliyeti verilmiş ve medeniyetin ge­ rekleri -sanki sadece insan için yaratılmış gibi- kudret eli tarafından hazırlanmıştır. i nsan vahşi bir halde yaratılmıştır. Fakat vahşi bir h5.lde kalması için yaratılmamıştır. Pek çok canlı gibi insanın da büyük bir vazife­ si vardır. Arı, çiçeklerin lezzetli mayasını toplayıp bal yapmak vazi­ fesiyle mükellef kılındığı gibi, insan da kainatın ve özellikle yeryü­ zündeki maddelerin mahiyet ve hakikatlerini araştırıp anlamakla mükelleftir. Elde edeceği bilgilerle insanlığın refah ve saadetini te­ min edecek, bu yoldaki eksikliklerini tamamlayacaktır. Diğer bütün canlıların her türlü tehlikeye karşı koyabilmeleri için bedenlerinde örtüleri, silahları, siperleri olduğu halde insanın çıplak olması ve tabii silahlardan mahrum bulunması ve bu halde yaratılması sadece kendisinin akıl ve feraset gibi -koruyucu örtüyü, silahı, siperi bula­ cak ve keşfedebilecek- bir kuvvete sahip olmasındandır. Bu durum­ da akıl ve ferasetlerini kullanıp, muhtaç oldukları şeyleri keşfeden­ ler ve düşünme kabiliyetini olgunlaştırıp artırmaya çalışanlar diğer

1 42

M E D E N I Y Y ET - 1 I S L A �! I Y \' E yaratıklardan daha üstün, daha medeni bir hayat sürerler. Bu tabii vazifeyi ihmal edenler ise tembellikleri geregi diger canlılardan da­ ha aşagı kalır ve onlar gibi sıkıntı, meşakkat ve tehlikeler içinde ya­ şamaktan kurtulamazlar. H er ne kadar insanların bazıları akıl ve feraset gibi büyük, tabii bir n i meti gereksiz bulup, bundan ne kendilerinin faydalanmış ol­ malarına ne de başkaları nın faydalanmasına sunm uş iseler d e in­ sanlar arasında -önceleri tesadüfen daha son�a düşünerek- pek çok faydalı �eyler bulmuş, pek çok hakikatler meydana çıkarmış kimse­ ler de yetişmiştir. Bir insan gerçekler hazinesinde bazı küçük parça­ lar meydana çıkarınca ondan sonra gelen bir diğeri o hakikati ögre­ nip ve aklını kullanarak başka bir haki k E N l \' \' E T - 1

I S l. .H L l \' YF

naşmasından, akaid, kelam ve tasavvuf ili mleri dogmuştur. Dini felsefe ile ilgili eserler ı·eren l ınam -ı G azali'n i n yüze yakııı telifi va rdır. l slam felsefesi n i n gelişmesine büyük h i zmetleri d o k u n ­ m a sın dan d o l :ı� ı kend i :-.i ıı e 1 1--i iiccetiil l slaın ) s ı fa t ı ver i l m i şt ir K en ­ d i n den önce yetişnıi� t'i l c m ı tb r ın eserlerini tenkid edeıı ayrı b i r ese ­ ·

.

ri ı·ard ı r. Bun u n l a i l i m ada111 iarına karşı o l d ugu zan ned i l ııı i�se d e,

sonradan böyle bir d urumun söz konusu olmadığı anlaşı lmıştır. Tasavvuf felsefesi sahasında !sUlm aleminde Muhiddin-i Arabi, Cü­ neydi Bağdadi, Şibli, Mevlana Celaleddin-i Rumi gibi büyük alim­ kr ) ııil" hepsi nden de­ ğerlid ir. Ebu] Fı:-rec l sfa h a n i gayet güzel şarkılar ve türküler topla­ mış bunları

"Agan-ı Kebir" ismindeki

kitabında değerlendirmiştir.

Bu eserde diğer yazılı kayna �larda bulunm ayan pek çok kıssadan hisseyi, hikayeyi , şiirleri, şarkıları bulmak mümkündür. 30 Şiiri n Ivtüslümanlara ait bir ilim olduğunu bütün dünya bilir. Şiirin unsurlarından olan kafiye diğer milletlere l'vlüslümanlardan geç­ miştir. Araplar, l slflmiyeti kabul etmeden önce yazdıkları şiirleri se­ nede bir defa Kabe'nin yanında açılan şiir sergisinde teşhir ederler, bunlardan en çok beğenilen yedisi altın yaldızlı harflerle yazılır, Ka­ be'nin d uvarın a asılırd ı . Bu yedi şiirin yazarları da taltif edi lerek ödüllendirilirlerdi. Seçilen bu şiirler daha sonra

"Muallekat-ı Seba"

ismiyle bir kitapta toplanırdı. Kitapta toplanan yedi şair şunlardır:

1 - Haris- i lbn Halze 2- Züheyr 3- Amr b. Gülsüm 4- l mrül K ays, 5 Tarfa 6 - Antere, 7- Lebid . H azret-i Peygamber zaman ı n da l\·fekke ve l\fodine'de bir çok şair yetişmiştir. Bunlar arasında Hassan lbn Sabit, Abdullah l bn Revaha, Raib lbn l\ lalik vardı. Bunlar Hazreti Peygamber hakkı nda naat yazma ·şerefine nail olmuşlardır. M üelle­ kat-ı Sebadan birinin sahibi olan Züheyr'in oğlu Ka'b da lslainiyeti kabul ederek

"Kaside-i Bürde" yi yazmıştır. Arap şairlerinin

şiirleri ­

ni topladıkları divanların sayısı oldukça çoktur. Hicret'in 3. asrında Ebu Temmam Habib Tayi şairlerin en seç­ kin şiirlerini toplamış,

"Hamse" ismiyle çok değerli bir eser meyda­

na getirmiştir. Mütenebbi de Seyfüddevle'nin adına şiirler yazmış­ tır. Daha sona Ebu N üvas, l bn Düveyt ve l b n Fariz 'gibi şairler ye­ tişmiştir. Arap yarımadasının dışında yaşayan Araplar zamanla şiiri suistimal etmiş teknik konularda şiir yazmaya başlamışlardır. Bu 186

�I E D F. N I \' \' E T - 1 1 S L A �1 1 Y \' E

yolla hakiki şiirin tadı bozulmuş ve git gide Arap şiiri gelişmemiş, bilakis geri lemeye başlamıştır. Arapların şiiri genellikle kesik bir haldedir. Fakat Farsların şiirinde bu hal yoktur. Fars şiirlerinde ko­ nu ve �e k i l bütüııl üğü \· ar d ı r. Arap şiiri genelde gazel ve bsideler­ d e n mcydıı ", S u yı ı t i ' ıı in

"Tabakatii '/ Niilıad" bu t ü rden alimlerinden Katip Çelebi'nin

Fiinun" isimli

eserlerdir. Su ltan 4. M urad devri n i n

"Keşfii.z Ziinun fi Esami/ Kütübi ve!

eseri i lim aleminde aranan eserler arasın d a olmuştur.

Yazarların ı n adları ve kısa biyografileriyle 1 8550 eser hakkında ma­ lumat vardır. S A � A Y I \' E l\I A ' M lJ R I Y E T lslfım dini tembelliği yasaklamıştır. lv1üslüma.nlar çalışmak, i nsan­ lara faydalı olmakla vazifelendiri lmişlerdir. Çalışmaları sayesi nde Asya, Afrika ve Avrupa' da en verimli yerlere sahip olmuşlard ır. Es­

ki

milletlerin savaşları sonunda harabe haline gelen yerler i\ l i.islü­

manların gayretleri sayesinde mamur yerler haline gel mişlerdir. Endülüs, Afrika, Mısır, Suriye, lran, Irak, Horasan ve I\·faveraünne­ hir'de çeşit çeşit mahsüller yetiştirilmekte, madenler çıkarılmaktay­ dı. Çıkarılan madenler işletiliyordu. El sanatları da bütün lslam ül­ kerinde yaygın bir halde idi. lslam ülkelerinin her tarafında yollar yapılmakta, kuyular açılmakta, kervansaraylar, sarnıçlar kurulmak­ ta böylelikle yolculara, kervanlara büyük kolaylıklar sağlanmaktay­ dı. Müslümanlar arasında gemicilik de hayli gelişmiş durumdaydı. Buldukları pusulalar sayesnde kıyılardan denizlere açı labilmektey­ diler. Tacirler vasıtasıyla, Islam ülkelerinde üretilen ürünler dünya­ nın her tarafına ulaştırılıyordu. �'1üslümanların Hint, Çin ve Sudan

191

Ş Hl � E D D I N

S A �l l

VE

�I E U E !' l \" Y E T - l l S !. A � l l Y Y l.

ile ticari ilişkileri vardı. Aden, Basra, Kabil gibi yerleşim merkezleri ticaret merkezi durumundaydılar. M üslüman lar, kimya ilmin deki gelişmelerden, boyaların kim­ yasal birleşimi, kullanma süreleri, kullanma alanları, topraktan n e �ck i l d e v e d a h a \'e r i ı ı ı l i foyd :ı l a ıı mayı lıü t i i n d ü n yay:ı öğret m işler­

dir. Bali tembel ın i l k ı lc rd c o ld u ğu gibi sanayi \'e

ticı rctlt' ugı .ı�ııu­

nın kötü oldugu kabul edilmemiş, aksi n e çalışman ın, ga}TCt göster­ menin büyüklüğü vurgulanmış oldugundan kısa zamanda l slam ülkelerinde servet ve zengi n lik .en yiiksek noktalara çıkmıştır. Bu r e la h ve ınu t l ı ı l ıı k ı ı r t :ı ın ı gi yimde, s ü s l e n m e d e , mffrı ı �:ıtt:ı, b i n :ı yapımında büyük degi�iklikler dogurmuştur.

Çok kaliteli kumaşlar

dokunuyor, dokunan kumaşlar sanatkarane bir şekilde nakışlanı­ yorlardı. Bugün l slam medeniyeti nin gör ünen bir şahidi d urumunda olan el-H amra, el-Kasr sarayları gibi her tarafta camiler, saraylar ve akıllara durgunluk verecek imaretler yapılmıştı. Müslümanlar Yu­ nanlılar gibi heykeller yapmamışlarsa d a e l sanatlarından gayet gü­ zel yapma çiçek tarzında yazılar yapmışlardır. Avrupalılar bu gibi işleri arabesk yani araplara ait diye isi mlendirmişlerd i . Kemer ve kubbeyi ilk defa yapan ve mi nareyi bugünkü haline getiren .1vl üsl ü ­ nıanlardır. Zengin v e bayındır olma durumu -umumi kaide gere­ ğince- halkın çoğalmasına, refahının ve mutluluğunun artmasına vesile oluyordu. Bugün 40-50 binden fazla nüfusu olmayan pek çok ·yerleşim merkezinin nüfusu o zamanlar bir milyona yakındı. Bu� gün harebe halinde olan şehirler o zamanlar canlı birer yerleşim merkeziyd i . Bugün kuru bir çöl görünümünde olan yerler o za­ manlar mamur ve abad bir haldeydi. ispanya ve Batı Afrika .Müslümanları Akdeniz'in ticaretini elle­ rinde tutuyorlardı. Akdeniz'in limanları 1\-lüslümanlara ait gemiler­ le dold urulmuştu. Bir kaç defa da Septe boğazından Atlas Okyanu­ su'na açılmışlardı. Amerika'yı keşfe çok yanaşmışlar ancak buna muvaffak olamamışlardı. M üslüman dünyanın keşfedilmemiş yarı-

1 92

M E O E 1' İ \' \' E T - l l � L A �ı t Y Y E

sının boş olduğuna inanıyorlardı. Bunun için bir kaç d efa m ükem­ mel sayılacak donanmalarla sefere çıkmışlarsa da -kader Amerika'�ı keşif şerefini Kristof Kolomb' a sakladığından- büyük fırtınalar ken­ dilerini geri dönmeye mecbur etmişti. Asya'daki M üslümanlar da K ı z ı l D e n i z \f r n B ü y ü k O kyaıı u s ' a sr�·nı işlcr, H i n t O k ya ıı ı ı ,.: 1 1 ,-.,. U ı ı ı i t Burııu ' ı ı a kad a r A.fri b ' n ı ı ı b ü t ü n dııgu kıyı ları n a h a k i m o l ­

muşlardı. Oral::ırın halkının çoğuna l sltlm dini v e Arapça'yı öğret­ mişlerdi. H i n t ve Çin kıyılarında? O kyanus'un adalaı:ında ticaret merkezleri kurmuşlardı. Borneo'ya kadar İslam dininin yayıl m:ısını s:ığlaııı ı �l a rcl ı . :hru p al ı l a r Çin ' c \"a r:ı h i l ııirk i ç i n b i r çok ı c ı r l ı ı kl.ı

karşılaştıkları halde l\foslümanlar bu memlekete Kuzey ve Batı ta­ raflarından karadan girmişlerdir. İslam medeniyetinin eserlerini bu yolla Peki n'e kadar ulaştırmışlardır. Deniz yoluyla da Çin'in doğu­ sunda Kanton şehrine varmışlar, hatta orada çoğunluğu ellerine ge­ çirmişlerdir. ôyleki, Çin hükümeti Müslüman toplumunun kendi ­ n e bir kadı seçmesine, kendi mahkemelerinde muhakeme olmasına izin vermek mecburiyetinde kalmıştır. M üslümanlar bir taraftan da Afrika'nın kuzey ve doğu sahille­ rinden ticaret maksadıyla bu kıtanın ta ortalarına kadar -Avrupalı­ ların bugün hala keşfe m uvaffak olamadıkları- zencilerin yerleşim merkezlerine gitmişlerdir-. Bu seyahatlar sonucu zenciler de bulun­ dukları vahşi durumlardan kurtularak l slam medeniyeti dairesine girmişlerdir. BAZI KEŞFIYAT

Avrupa'da bazı tarihçi lerin Çinli lere mal etmek istedikleri kağıt, barut ve pusulanın M üslümanlar tarafından bulunduklarında artık şüphe kalmamıştır. H icretin 1 . asrı nın sonlarında Seınerkant ve Buhara şehirlerinde ipekten kağıt imal ediliyordu. Hicretin ikinci asrının başlarında da Şam'da ketenden kağıt yapılmay:ı başlanmış­ tı. Bu durum Kostantiniye Rum müelliflerinin eserlerinde yazılıdır. Çok yetişmesinden- dolayı Endülüs'te pamuktan ve bez. parç:ıların-

1 93

Ş E M � E D D I N S A �l l V E �I E D EN I Y Y E T 1 1 � ,!. A M I Y YE

dan kağıt yapılmıştır. Yapılan kağıtlar, Fransa, l ngiltere, İ talya, Al­ rnanya'ya kadar götürülmüştür.

1 94

VI Medeniyyet-i lslamiyye' nin fihristi

ŞA H I S i S i M L E R i

Amacur 1 59, 1 60

Abdullah b . Şakir 1 66 Abdullah l b n Revaha 1 86

Amr b. Gülsüm 1 86

Abdullah M uhammed 1 83

Antere l86

Abdurrahman Sufi 1 60, 1 63

Aristo 1 49, 1 54, 1 80

Adüddevle 1 60

Arşimet 1 54

Ahmet 3 (Sultan) 1 57

Attar 1 85, 1 86

Ahmed b. Kasım 1 9 1

Aziz Bey 1 76

Ahmed b . M u hammed 1 56, 1 89

Bahteri 1 55

Ahmed lbn Arapşah 1 89

Barov 1 70

Ali b. Isa 1 56

Batlamyus 1 49, 1 54 - 1 5 8, 1 63 , 1 72 , 1 73

Ali b. Rıdvan 180 Ali el-H evini 1 8 1

Bekri 1 74, 1 9 1

1 95

� H! H D D I N

� .-i M i \' F i\! E D E N I Y Y E T - 1 I S L A �! I Y Y L

Ebu H üseyin Abdüsselam 1 60,

Berıneki 1 55 Beşşar 1 59

1 82 Ebu Teınmam Habib Tayi 1 86

Biruni 1 66, 1 67, 1 73, 1 74 Bitraç 1 65

Ebu i\·I ervan e�-Selim 1 79, 1 83

Botani 1 58, 1 59, 1 64

Ebu N ü \'as 1 86

Buhari 1 68

Ebu Talib 1 89

Burhaneddin 1 83, 1 87

Ebu Gazi Hüseyin 1 90

Cabir ebu i\.fusa 1 76

Ebu) Hasan Ali 1 59, 1 72, 1 74

Cafer-i Kufi 1 76

Ebul Hasan 1 65, 1 74

Calinos 1 54, 1 78, 1 80

E b u l Ferec l s fahani 1 8 0, 1 8 6,

Cebbar lbn Eflah 1 64

1 87

Celaleddin l\lelikşah 1 66

Ebul Fida 1 60,' 1 75, 1 87

Cemaleddin 1 66, 1 68, 1 88

Ebul Kasım b. Abbas 1 79

Cengiz Han 1 62, 1 66, 1 68, 1 87

Ebul Kasım Hariri 1 60, 1 85

Cevheri 1 55, 1 84

Ebul Ma'şer 1 56

Cuneyd-i Bağdadi 1 82

Ebus Salt 1 8 1

Daluki 1 85

Ebussuud Efendi 1 47

Devlet Şah 1 90

Eflonyos 1 7 1

Gazali 1 66, 1 82

Eflatun 1 49, 1 53, 1 80

G az nel i Sultan M ah mud 1 6 7,

1 89

Eksipeyos 1 70 El- Beytar 1 79, 1 80

Gıyaseddin Cemşid 1 69

El- Hac Şatili 1 90

Gulamullah 1 69

El-Hazen 1 70

Ebu Ali el-Cubbai 1 78, 1 82

Emir N uhi Bey 1 79

Ebu Bekr b. Sabr 1 60

Enveri 1 85

Ebu Bekr er-Razi 1 78

El- H abbaş 1 55, 1 59

Ebu Cafer Abdullah el-.tvlansur

Esluç 1 70 Esirüddin el-Ebher 1 8 1

1 53 - 1 55, 1 59, 1 80 Ebu Kasım Belhi 1 82

Fahrüddin Hahreti-i Tiflisi 1 68

Ebu Yakup es-Sipam 1 82

Farabi 1 47, 1 8 1

Ebu H adifetü'I Vasi 1 82

Farisi 1 84, 1 90

Ebu H anife 1 66, 1 8 3

Fergani 1 55

1 96

�l f. D E N I Y Y E T - 1 I S !. A �l l Y Y E ' N I N f l H R I S T I

Fethi lbn Necbe 1 66 Fezari 1 56 Firuzabadi 1 84, l 8 S Fird evsi 1 85, 1 87 Habbaş 1 55, 1 59 Hnfız Şirazi 1 85 Hakim 1 62 , 1 83 Halil b. i shak 1 83 Halil b. Ahmed 1 85 Hamedani 1 60 H nnıevi 1 74, 1 9 1 . Haris l bn Halze 1 86 · Harizmi 1 56 Hnrun b. Ali 1 62 Hnrun Reşid 1 52, 1 54, 1 55, 1 77, 1 83

Hasan b. Musabbnh 1 66 Hnsan l b n H e ysem 1 62 , 1 70, 1 72

Hasan lbn Sabit 1 86 Haseni 1 66 H atibi 1 68, 1 82 H aykanus 1 70, Hazreti Ali 1 50 Hazzi 1 60 Heciyye b. Yusuf 1 54 Heron 1 70 Heysem 1 70, 1 72 H iyeri 1 69 H ibetullah 1 80 . Hfıd Mir 1 90 H ülagu Han 1 63, 1 66, 1 68

H üseyin Çelebi 1 69 Hüseyin Şirazi 1 82 H üsrev 1 85 Hüsameddin J\·lir H udini 1 90 Huşyar 1 74 lbn Abbas 1 75 lbn Batuta 1 75 l bn Düveyt 1 86 lbn Ebi Useyba 1 9 1 lbn Eflah 1 64 l bn Esir 1 89 lbn Fariz 1 86, 1 90 l bn Fuat 1 89 l bn Hacib 1 84 . lbn Haldun 1 84, 1 87, 1 88, 1 90 lbn Hallikan 1 9 1 lbn Hatip 1 90 lbn Hayyam 1 90 lbn Hayyal l bn ishak b. Kusuf 1 55, 1 80 l bn Kuteybe 1 85, 1 89 l bn Necbe 1 66 · t bn Rüşd 1 48, 1 65 , 1 77, 1 79 181

l b n S i n a 1 4 7, 1 4 8, 1 66, 1 7 6, 1 79- 1 8 1

l bn Subheyli lbn Şatır 1 67- 1 69 lbn l lyas 1 82 lbn Vasi 1 89 l bn Yunus 1 57, 1 58, 1 62, 1 63 , 1 68

1 97

Ş Hl S E D D l N S A � l l

VE

�l E fJ E N l \" Y E T - 1 I S L A �l l Y Y E

lbn Yunus S ı kılyevi 1 82, 1 83

l\ l ağribi 1 6 ! , 1 65, 1 72

l bnül Ademi 1 59

l\ l akarri 1 64, 1 90

lbnül Hasib 1 69

J\ l akrizi 1 75, 1 87, 1 88

l bnül Mesi h 1 64

M eniavus 1 7 1

lbnül Verdi 1 75

l\farki ( Simson) 1 70

l bnül Nebidi 1 63

Mecidüddin Devle 1 79

l brahim Halebi 1 83

Medeni 1 66

lbrahim l b n H ilal 1 60

Me'mun 1 52, 1 54 - 1 60, 1 7 1 , 1 72

l d risi 1 74

l'vlerverrudi 1 55

l mam-ı Azam Ebu Hanife 1 8 3

Mesihullah 1 54, 1 56

i mam Hanbcl 1 83

l\'1esudi 1 89

i mam M al i k 1 8 3

M evlana Celaleddin Rumi 1 82,

1 85

i mam Şafii 1 83

M evlana N ecmüddin N izari

l mrül Kays 1 86

1 89

ishak b. l brah i m 1 60, 1 6 1 , 1 80 lstahri 1 73

Meydani 1 86

Kaib b. Malik 1 86

Mir Şemseddin 1 85

Kalvezi 1 60

M irim Çelebi 1 69

Kansu Kukah 1 63

Molla Gürani 1 47

Katip Çelebi 1 47, 1 75, 1 87, 1 9 1

J\I uhammed b. 1 sa 1 58

Kaysi 1 90

Muhammed Cihanı 1 82

Kaziri 1 6 6

M uhammed el-Mehdi 1 54

Kazvini 1 68, 1 77

Muhammed el-Muvaz 1 83

Kemaleddin Şehr-i Zfıri 1 87

J'vt uhammed l bn Ô merül Fur-

Kemalpaşazade 1 47

kan 1 66 Muhammed Utki 1 83

Kepler 1 69 Kristof Kolomb 1 93

Muhiddi n-i Arabi 1 82

Ko-Şo-Keng 1 68

Muktefi billah lbn Cafer 1 60

Kubilay 1 66, 1 68

l\fosa b. Şakir 1 57

Kurre 1 57, 1 58, 1 72, 1 80

Musa b. Şakir b . Ahmed 1 58

Lebid 1 86

J\fusa b. Şakir b. H üseyin 1 58

Lukfe 1 59

Musa b. Şakir b.Muhammed 1 58

1 98

�I E D F N l Y \' E T - I ) S L A M 1 Y \' E ' N ) N F 1 i l R 1 S T 1

M usuli 1 68 l\fozaffer Esferüddin l 7 1 !vlütlih 1 59 Müslimetül l\fagribi 1 64 Nasirüddin Tusi 1 63, 1 66, 1 68, 1 74, 1 8 1 , 1 85

N uveyri 1 75, 1 89 Oklides 1 49, 1 54, 1 63, 1 7 1 Ömer Hayyam 1 63, 1 67, 1 74 Perildis 1 54 Reşidüddin 1 90 Rudeki 1 85 . Saadettin Taftazani 1 85 Sadi 1 85, 1 86 Segani 1 6 1 Sekkaki 1 85 Selahaddin Eyyubi 1 47, 1 88 Semerkandi 1 59, 1 75 Sokrat 1 54, 1 78, 1 80 Sulta 1 64 Sultan M uham med b. Klavun 1 66

Suyu ti 1 85, 1 88 Şahruh l 75, l 90 Şahad ü d d i n Ah med el - Farisi 1 90

Şarlman l 54, 1 55 Şemsül Devle 1 79 Şerefüddevle 1 60 Şeyh Attar 1 85 Şibli 1 82 Şemseddin Halebi 1 63

1 99

Taberi 1 88, 1 89 Tarfa 1 86 Tebrizi 1 58 Tefıki 1 66 Tenuhi 1 66 Tiko Beraha 1 6 1 Timur 1 85, 1 89, 1 90 Ulug Bey 167, 1 69, 1 74 Utbi 1 89 Utki 1 62 \'itliyon 1 70 Yahya b. l\·li'skeveyh l 77 Yakup l bn Tarık 1 64 Yakut Hamevi 1 74, 1 9 1 Yusuf lbn Tasfi 1 79, 1 80 Zeccac 1 84 Zemahşeri 1 84 Zenun 1 53 ,;?:er kale 1 64, 1 7 4 Zevzeni l 9 1 Züheyr 1 79, 1 80, 1 86 Zuzni 1 58

·

Ş H I H D D I N S A �l l V E �H D E N I Y Y E T 1 I S L A �l l Y YE

E S E R 1 5 1 /\i l. E R i

l\foallakat-ı Seb'a 1 86

Agani -yi Kebir 1 86 Ahbarüz Zaman 1 89

� l uceınül Buldan 1 9 1

E�yac -ı H akimiye 1 68

M ukaddim 1 90

Ecyacel

F ü n si ye 1 64

M uraya-ı Muharrika 1 70

El-Bedii 1 59

M ürucüz Zeheb 189

El Edviyetül Bası ta 1 80

Penc ti Gene 1 87

El H ikmetül Dahiliye 1 56

Resmül Arz 1 72, 1 7 4

El Kamilü Fit Tarih ı 89

Sind - i H i n d 1 56

El Kitabül Evsat 1 89, 204

Siyerün.Nebi 1 90

El M ebadi Vel Makasid 1 6 5

Tabakatül Etibba 1 9 1

Emsal 1 85 Envar-ı Sü heyl 1 86 Etvak-ı Zeheb 1 85 Ezyac 1 64 Ezyacül H amiye 1 63, 1 68 Ez-Zicül Hakimi 1 57, 1 63 Ez Zicüş Şamil 1 6 1 Feleknüma 1 60 Hadikatül Belaga 1 85 Habibüs Siyer 1 90 Hamse 1 86 Gülistan 1 86 Kamus-i M u hid 1 84 Kanun 1 74, 1 79, 180 Ka-;ide-i Bürde 1 86 Kelile ve Dimne 1 85 Kitab- ı Riyaziye 1 54 Kütüphane-i Hükema 1 58, 1 9 1 M ai:esti ı 72 ,

Makamat 1 85 Miratüz Zaman l 89

200

M E l> E N I Y Y E T

l I S L. � M I Y Y E ' N I N F i H R i S T i

Y E R 1 S 1 :\1 L E R 1 Aden 1 92

El Kasr 1 92

Ades/ Ad esse 1 53

E n d ü l ü s ı 4 7 - ı 4 9 , 1 52 , 1 6 0 ,

Afrika 1 47, 1 48, ı s ı . 1 60, 1 62-

1 65, 1 70, 1 7 5, 1 77, 1 83 , 1 89- 1 93

1 62, 1 63, 1 73. 1 77- ı 80, 1 83, ı 89- 1 93 Fas 1 5 ı , ı 65, 1 74, 1 79

Akdeniz 1 72. 1 74, ı 92

Fırat 1 73

Almanya 1 72, ı 94

Finike 14S

Amerika 1 92, 1 93

Fransa 1 4 ı , ı 42, 1 54, ı 73, ı 79,

Anadolu 1 48, 1 74

ı 94

Arabistan ı 84

Gırnata ı s 1 , ı 63, ı 65, 1 90

Asya 1 4 5 - 1 4 7, 1 5 1 , l S2 , ı 63 ,

16S, 1 77, 1 83, 1 89 - 1 93

Harezm ı 68 H erat ı s ı

Atina 1 48

Hind ı 47, ı s ı

Atlas O kyanusu 1 47, 1 73, ı 76,

H orasan 1 5 3 , ı 60, ı 6 ı , 1 66,

1 92 Avrupa ı 44 - 1 65, 1 68, 1 70- 1 82,

ı 87, 1 90- 1 93 Babüt Tak Köprüsü ı S7 Bagdat ı 48, 1 50, ı S4- ı 73, 1 78,

1 78, 1 84, 1 9 1 I rak ! S i , 1 72, 1 9 1 l slav ı 73 l ngiltere ı 94 l r an 1 5 1 , ı 60 , ı 68 , ı 72 - 1 7 S, 1 78, ı 90

1 80, 1 82, ı 87 - 1 89 Basra ı 73, ı 82, 1 92 Belh 1 73 Borneo ı 4 ı , ı 93 Buhara ı 48, ı s ı , ı 79, ı 93

I sfahan ı s ı , ı 66 l skenderiye ı 55, ı 6 ı , 1 70 lstanbul 1 44, 1 4 l l şbiliye ı 63, ı 65

Bü)'ilk Okyanus ı s ı , 1 92 Cezayir ı 73 Ceziretül Arap ı s ı Ç i n 1 47 , 1 5 0, ı s ı , ı 63 , 1 66,

ı 68, ı n. 1 7S, 1 9 ı , ı 93 Dicle ı 4 ı , 1 42 El Hamra 1 92

20 1

1 tal ya 1 48, ı 79, 1 94 K:i.be 1 86 Kabil 1 73, ı 92 Kalküta ı 7S Kanton 1 93 K ayravan ı s ı Keşmir 1 73

� H I S E D ll l N � A �I ! V E M E D E N I Y Y E T - 1 I S L A �l ! \" Y E

Kızıl Deniz 1 73, 1 93 K urtuba 1 48, 1 5 1 , 1 63 , 1 65,

1 74, 1 77 Lehistan 1 70 Makdem Dagı 1 63 J\·lavera ünnehir 1 9 1 IVleraga 1 80 l\·leresi 1 63 M ısır 1 45, ı s ı . 1 60, 1 62 - 1 66,

1 73 , 1 75, 1 80, 1 83, 1 88 - 1 9 1 M idya 1 44, 1 48 Moğolistan 1 66. Musul 1 68, 1 87, 1 89 N işabur 1 53, 1 56, 1 60, 1 63 , 1 93 Paris 1 88 Samatya 1 48 Semerkant 1 5 1 , 1 60 , 1 63, 1 69, 1 93 Septe 1 73 - 1 75, 1 92 Sibirya 1 4 7 Sicilya 1 74, 1 8 3 Sudan 1 48, 1 75, 1 9 1 Suriye ı s ı . 1 62 , 1 68, 1 72 - 1 75, 191 Süveyş Kanalı 1 73 Ş a m ı s ı , 1 60, 1 6 3 , 1 6 6, 1 73 , 1 80, 1 93 Şiraz 1 5 1 ; 1 60, 1 63, 1 79 Tanca 1 65, 1 73 Tataristan 1 5 1 , 1 66, 1 7 5 Türki-;tan 1 66, 1 69, 1 73, 1 74 U mman Denizi 1 73

202

VI I Netice

§

EMSEDDIN SAi\11, ARNA\'UTLUK'UN Yanya i line bağlı Pre ­

medi kazasını n Fraşer küyündr doğmuştur. Doğum tarihi O 1 Haziran 1 8 50 dir. Yirmi bir yaşlarında lstanbul'a gelmiş, bir ta ftan h l atbuat Kalemi nde çalışırken diğer taraftan kalem eline alınış ve fikir alemine en kıymetli eserlerini vermeye başlamıştır. Otuz dört yıllık yazı hayatında; bir roman, üç tiyatro eseri yazınış, !?irisini bizzat kendisi çıkartmak üzere altı gazetenin yönetimini. üstlenmiş, iki mecmua çıkarmış, yabancı dillerden yedi eser çevir­ miş. Türkçe, Arapça, Farsçadan ü ç müntehap düzenlem iş, bir Arapça risale kaleme alınış, dokuz ögretici eser yayınlamış, altı lü ­ gat kitabı hazırlamıştır. Tabına müvaffak olamadığı on eseri yuka­ rıda zikredilenlerin haricindedirler. Bilhassa, gazete ve mecmualar­ da intişar eden Türk Dili ve Edebiyatıyla ilgili makaleleri, hazırlad ı ­ ğ ı kamus kitabları kendisini takdirle yad ettirecek niteliktedirler. Şemseddin Sami, Türk Edebiyatı Tarihine Kaınysıı 'l-A 'laın ve Kamus-ı Türki'siyle alim, Türk Dili konularındaki makaleleriyle 203

Ş E � l s E !l ll l N

� .Hl l V E �I E IJ E N l \' Y l l' 1 l s l. A �l l \' l' E

. bir dil uzmanı olarak geçecekti r. Onun Türk Dili'nin en eski yadi­ garları üzerinde di kkatle d urarak hazırladıgı "Orlı ıın Abideleri ", "Kıı tadgıı Bilig ", "Et- Tıılrfetii'z-Zekiyye'"

"Lı?lıçe-i Tiirkiyye-ri Me­

malik-i Mısır" adlarındaki son eserleri yukarıdaki kanaatimizi teyid

eder niteliktedirler. Ş,u nu d a u nutmamak lazımdır ki, Şemseddin Sami, Orta Asya'daki Türklerden söz ederken " hem-cinsleriıniz, ecdadımız", Türkçe'den söz ederken " Lisan - ı millimiz, lisan-ı ına­ der-zadımız" daha sonra da " n e Arabız ne Acem" diyorsa da o bir kanatlerine dayanak, milliyeti uğruna "A rnavııtlıık Ne idi, Nedir, Ne olacak?" adlı Arnavutça eseri kaleme alınış, Türk Milletine bazı it­

hamlarda bulu nmaktan çekinmemiştir. Şeıiıseddin Sami 54 yaşında olduğu halde 4 Haziran 1 904 da l s ­ tanbul' da vefat etmiş 6 Haziran Pazar günü de Erenköy kabri stanı­ na defn edi lm iştir.

2 04

Bibliyografya

� E:\ I S E D D l 1' S A l\.l l ' N I :-.; E S E R L E R i

_1 - Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat, lstanbul 1 289, 1 80 s. 2- Besa Yahut Ahde Vefa, l stanbul 1 292, 1 80 s. 3- Seydi Yahya -Beş Fasıldan ibaret Facia- lstanbul 1 292, 1 9 1 s. 4- Gave, lstanbul 1 293, 1 90 s. 5- i\ ledeniyyet-i lslamiyye, lstanbul 1 2 96, 1 1 7 s. 6- Es.1 tır, lstanbul 1 296, 1 1 7 s. 7- Kamlar, lstanbul 1 296, 96 s. 8- Gök, lstanbul 1 296, 1 1 2 s. 9 - Yer, lstanbul 1 296, 1 1 9 s. 1 0- i nsan, lstanbul 1 296, 1 1 5 s. 1 1 - Emsal, lstanbul 1 296, 5 1 1 s. 1 2 - Kamus ı Fıansevi, ( Fransızcad:uı Türkçeye Lügat) l stanbul, 1 299, 1 630 s. 1 3 - Letaif, lstanbul 1 300, 224 s.

205

Ş Hl � E D D I N

S A M I V E �I E D E N l \' \' E T - 1 I S L.Hl l \' Y E

1 4- Hirnıneü'I Himam fi Neşri'l l slam, lstaııbul 1 302, 2 9 s. 1 5- H urdeçin, l stanbul 1 302, 56 s. 1 6- Karnus-ı Fransevi, (Türkçeden Fransızcaya Lügat) l stanbul 1 302, 1 208 s.

1 7- Yine 1 nsan, l stanbul 1 303, 1 44 s. 1 8- Lisan, lstanbul 1 303, 1 28 s. 1 9- Usul-i Tenkid ve Tertib, l stanbul 1 303, 1 30 s. 20- Küçük Kamus-ı Fransevi, ( Fransızcadan Türkçeye Küçük . Lügat) l stanbul 1 304, 6 1 0

s.

2 1 - Tasri fat-ı Arabiyye, lstaribul 1 304, 71 s. 22- Karnusü'l A'lam, 6 cilt, l stanbul 1 306- 1 3 1 6, 4842 s. 23- Yeni Usul Elifba-i Türki. l stanbul 1 308, 96 s. 24- N ev Usül Sarf-i Türki, l stanbul 1 308, 1 2 0 252627282930-

Küçük Elifba, l stanbul 1 3 1 ! , 26

s.

s.

Kamus-i Arabi, l stanbul 1 3 1 1 - 1 3 1 4, 504 s. Baki'nin Eşar-ı .Müntahabesi, l stanbul 1 3 1 7, 1 1 2 s. Kamus-i Türki ( i ki cilt) lstanbul 1 3 1 7- 1 3 1 8, 1 57 4 s. Tatbikat-ı Arabiyye, l stanbul 1 3 1 8, 75 s. Arnavutça Alfabesi, Bükreş 1 900, 78

s.

3 1 Arnavutça Gramer, Bükreş 1 886 32- Arnavutluk Ne idi, N edir, N e olacak?, 1 65 s. -

T E R C Q M E E T T I G I ES E R L E R

1 - Madame d e Saint Ouven, Tarih-i Tercüıne-i Fransa, 1 . cüz, l stanbul 1 289, 1 64 s. , ihtiyar Onbaşı ( 5 Fasıldan ibaret facia) lstanbul

21 290

3- Jean Pierre Claris de F., Galatee, lstanbul 1 290 4- Frederick Soulie, Şeytanın Yadigarlar_ı, l stanbul 1 295, 595 s. 5- Victor Hugo, Sefiller, lstanbul 1 297, 902 s. 6- Daniel de Foe, Robinson, İstanbul 1 302, 1 3 6 s.

206

B i B L i Y O G R A F YA

7- Ali lbn Ebi Talib, Eşar-ı Mühtahabat. -lstanbul 1 3 1 9, 1 2 5 s.

Ç A L I ŞT I G I G A Z E T E L E R

1 - Hadika 2 - Sirac 3- Trablusgarp 4- Sabah 5- Vilayet 6- Tercüman-ı Şark

Ç I K A I W I G I M E C M L' A L A R

1 - Aile 2- Hafta

H A K K l l'i D A Y A Z I L A N E S E R L E R

1 - lsınail Hakkı: Şemseddin Sami Bey, lstanbul 1 3 1 1 , 92 s. ( 1 4. as­ rın Türk .Müellifleri, 4. defter) 2- H ikmet Turhan Daglıoglu: Şemseddin Sami, Hayatı ve Eserleri, lstanbul 1 934, 72 s. 3- Agah Sırrı Levent: Şemsedd i n Sami, T.D.K. yayın l arı, Ankara 1 969, 2 1 2 s. 4- Doç. Dr.Sedit Yüksel: Taaşşukat-ı Talat ve Fıtnat, Ankara 1 964

Ş E M S E D D I N S A M I H A K K I N DA B i L G i V E R E N E S E R L E R

207

� HI S E IJ D l :-J > .Hl l V E

�I E D E N I Y Y E T 1 l � J. A �l l Y Y E

1 - Abdurrahman Şeref: Tarih fvlusahabeleri, lstanbul 1 339

2 - Abdülhak Hamit Tarhan: Duhter-i Hindi.ı, lstanbul 1 392 3-

Agah Sırrı Le\'ent: Tanzimat Edebiyatı Tarihi Dersleri, lstanbul 1 934 - : Edebiyat Tarihi Dersleri, lstanbul 1 938

4-

- : Türk Dilinde Gelişme Ve Sadeleşme Evreleri, T.D.K. Yay. Ank. 1 949 6- A. Hamdi Tanpınar: 1 9. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, lst. 1 956 7- Ahmet Kabaklı: Türk Edebiyatı 3. ci lt, lst. 1 966 8- Ali Cani p Yöntem: Türk Edebiyatı Antolojisi, l st. 1 93 1 9 - Behçet Necatigil: Edebiyatımızda Eserler Sözlügü, lst. 1 968 1 0- Bursalı lvl . Tahir: Osmanlı Müellifleri, 3. cilt, lst. 1 342 1 1 - Büyük Türk Klasikleri: 9. cilt lst. 1 989 1 2 - Cevdet Kudret: Türk Edebiyatında H ikaye ve Roman, 1 . cilt, lst. 1 965 1 3 - Halit Ziya Uşaklıgil: Kırk Yıl, 3. cilt, lst. 1 936 1 4- Hüseyin Cahit Yalçın: Ka\;galarırn, l st. 1 326 1 5: Edebi Hatıralar, l st. 1 935 16- l bnülemin lvl . Kemal 1 nal: Son Asır Türk Şairleri, lst. 1 930-940, 4. cilt 1 7 - l brahim Necmi Dilmen: Tarih-i Edebiyat Dersleri, lst. 1 3 38 - : Tanzimat Edebiyatı Tarihi Notları, Ank. 1 942 1 81 9- l .Konoş: Türk Halk Edebiyatı, lst. 1 925 (Velet Çelebi'ııin yazdı. gı önsözde bilgi vardır.) 20- 1 hsan 1 şık: Yazarlar Sözlügü, lst. 1 990 21 l nönü Ansiklopedisi: Arnavutluk M addesi 22- l slam Ansiklopedisi: Şemseddin Sami M ad desi, 1 1 . cilt, lst. 5-

-

1 968 23- l smail Habip Sevük: Türk Teceddüd Edebiyatı Tarihi, lst. 1 340 - : Edebi Yeniligimiz, l st. 1 932

24-

25- lsmail Habip Sevük: Avrupa Edebiyatı ve Biz, 2. cilt, lst. 1 940941

208

1; l 1; L 1 \" O l; � _.ı r \" .\

- : Tanıi ınaı Devri Edebiyatı, l st.

2627-

-·- ----

?

- : Tanıi nıattan B e r i Türk Edebiyatı Tari h i , lst.

1 9 42

2 8 - K enan Akyüı ( Prnt'. ı: \ l ııdern Türk E d ebiyatı 'nııı Ana Çizgile­

ri, 4 . Baskı, ? 1 982 29

j\fr h ınet Kaplan ı Prııf. L>r. ) : Türk Edebiyatı Üzerinde Ara�tır­ malar, Dergah Yayın lan, l st. 1 9 7Cı

'.l O - ı\ I . Kaplan - 1 . Engi n i.i n-B. Emi l -Z.Kerman: Yeni Türk

Edeb i yatı

Antolojisi, l s t . 1 979 31-

j\ l eydan Laroussc: Şeıı ıseddiıı Sami j\lad. 1 1 . cilt. l st. 1 990

3 2 - i\ l ustafo N i hat Öziin: Türkçede Roman, l st. 1 9 3 6

- : Ti.irk Eyatro Ansiklnpedisi,·l st. 1 % 7 ---- --- - : Soıı Asır Ti.irk E debiyatı Tarihi. lst. 1 94 1 3 5 - N ecat Birinci ( Y rd. Do�· . D r. ) : Türk Ed ebiyatı Ansi klopedisi,

3334-

Tercüman Yay. l st. 1 98 5 3 6 - N i hat Sami Ban:ırl ı : llesiıııli Ti.irk E d ebiy:ıtı Tarihi, l st. 1 941'!, 2 .

cilt. 3 7 - Ni )·azi Akı : Tiirk Tiy:ıtro Tarihi, Ank. 1 966

( 1 9 . yüzyıl)

3 8 - Refik Ahmet Se\ eııgi l : Türk Tiy:ıtro Tari hi, 4. cilt. l st. 1 962 39-

Orhan Okay ı Prof.Dr. ) : Be�i r Fu:ıt: i lk Türk Pozitivist ve N atü ­ ral isti. l st.

1 %9

40- Robert R.Finıı ( Ç eviren: Tomris L1yar): Türk Hoııı anının

Dönc:ıni, 41-

1 8 72 - 1 900,

l st.

i lk

1 98 4

Servet l skit: Aylı k Ansiklopedi

4 2 - S . Kenıal Kara:ıli oğlıı: Resi m l i j\Jotitli Ti.i rk Edebiyatı Tarihi, 5 .

cilt, l st. 1 986 43-

- : Ansi kloped ik Edebiy:ıt Sözlüğü, l st. 1 9 8 3

4 4 - Ş ü kran Kurdakul: Şair ve Yazarlar Sözlüğü, lst. 1 985 4 5 - T ürkiye Ansiklopedisi: 5 . cilt, Ank. 1 9 5 7 46- Türk Di li Dergisi: Ronı:ın ôıel S:ıyısı, Temmuz 1 964 4 7 - Vasfi Mahir Kocatürk: Türk Ed ebiyatı Tarihi, Ank. 1 964 48- Yen i Türk Ansiklopedisi: 1 0. cilt, l s t 1 985

209

� � ;-ı � L ll l l l l'

� A :- ı l

\' I:

,\ I L ll l :-i İ Y Y E T

I l � l. .\.\ l l Y \" l"

:;> F :-.. b F l l P I !\ :'. .H l 1 il :\ K K i l\ JJ .\ \' .\ P i L.\ !' T E Z L E K

1-

2-

3-

Etcrıı Ça l ı k: Şemseddi n Sa mi, Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri, Ata­ türk Ü nin�rsi tesi Edebiyat F a k ü l t esi , Yeni Türk Edebi ya t ı Bitir­ me Tezi, Errnrnm 1 97 1 Sa�ip Tiıııurogulları: Gök, Ti yat ro Eseri, Şemseddin Sa mi , Ata­ türk Ü ni\-ersitesi Fen - Edebivat Fak. Türk Dili ,.e Edeb i va t ı B ö , . ' lümü Bitirme Tezi, Erzurum 1 989 N uray Ye ş il : Besa Yahut Ahde Vefa Şemseddin Sami, At a tü r k Ü ııiversitcsi, Fe n - E d e b i yat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı B ö l ü m ü , Erzurum 1 990 � f_ ;-.. 1 :, U > J l l !\ ::> :\ M I l l A K K l !\ l> A Y A Z I L A !\ \' .\ Z i l. A R

1 - Ahmet I hsan ( Tokgöz): Şemseddin Sami B e y, Servet-i F ü n un, 1 1 . .:ilt sayı 2 75, H aziran 1 3 1 2

: ;\Jerhum Şemseddin Sam i Be�'· S e r v e t - i F ü n u n ,

2-

2 7. c i l t, sayı 68 7 , Haziran 1 320

Bogaziçi Dergisi Şemsed d i n S a m i ' d e l.Joğu Tü rkçesi Düşüncesi, Haziran 1 988 7 1 . sayı 4 - Etem Çalık: Şemsedd i n Sami ve Türk Dili, Türk Edebiyatı Der ­ 3 - ---- -- :

gisi, Ekim 1 98 1 , sayı 48 - : Şemseddin Sami, ı\ lilli Kültür Dergisi,

S1 990, 6-

7-

say

ı

Haziran

73

Hasan Ali Ediz: Sekiz Lisan Bi l en ve 54 Ese r Yazmış Olan Büyük Alim Şemseddin Sami, Büyü k Türkiye sayı 2, 1 950 Hi kmet Di z d a nı ğ lu : Şemseddin Sami Bey ve Dil Anlayışı, Türk Dili, 1 . cilt, sayı 9, Haziran 1 952

8- H i kmet Feridun Es: Bilmediğimiz Bir Fikir Devj : Şemseddin Sa­

mi, Akşam G azet es i , 29 Aralık 1 944 9 - ----- - : H ava Kararırken Şemseddin Sami'ye Gelen i\ lisa-

210

B

1 B l. 1 \" cı t; H ,-\ F Y .-\

tirler, Akşam Gazetesi 27 Arnlı k 1 944 -: Şemsed din Sami'nin Yirmibin

1 0-

Ciltlik Kütüpha-

nesi Kaça Satıl mıştı? -: Şemsedd i n Sami K ırk Yaşında i ken Seksenin d e

1 1-

Gösteriyordu, Akşam Gazetesi, 30 Aralık 1 944 - : Şemseddi n Saııı i ' n i n D ü kkanı N asıl Yagma Edil-

12-

mişti, Akşam Gazetesi, 02 Ocak 1 94 5 1 3 - H .Turhan Daglıoglu: T_ü rk Di l i ' n i n Yü kselmesine Çalışan lar­

dan Şemsed d i n Sami Bey, Resi mli Şark, sa)ı 40

1 4- H . Cahi t Yalçın: Kısa Birkaç Söz, Servet-i Fün ün, 1 6. cil t, sayı 4 1 2, Ocak 1 3 1 4 1 5 - Kemal Demi ray:

Sözlükçül üğünı üzde 9nem l i Bir A�ama

ve

Kam us-i Türki, Türk Dili, Temmuz 1 98 i , sayı 335 1 6 � ivlehmet Deligön ül: Şemseddin Sami'nin i lginç Bir Yapıtı, Türk Dili, Tem m uz 1 98 1 , sayı 355 1 7 - l\ 1 . Cemal K u n tay: Ahmet Asım Efendi ve Şemsedd i n Sanıi Bey, Son Posta, Ocak 1 94 7 1 8 - M . Samih: Şemseddin Sami, H ayat Ansiklopedisi, Cumh uriyet Gazetesi Yayı nları, cilt 9 1 9 - Necip Ası m : Şemseddin Sami, Ti.irk Tarih l\·lecmuası, Yeni Se­

ri, 1 . ci lt, sa)ı 2 , 1 929 20- Orhan S. Orhon: Koynumuzda Besledi klerimiz ve Bir H ı yanet, Nan körlük Vesikası, Çınaraltı Dergisi, 5. 1.:ilt, sayı 1 06 - 1 07 - 1 08 1 09- 1 1 O- 1 1 3, 1 943 2 1 - Osman Sertkaya: Şemsed d i n Sami ve Kamus-i T ü r k i s i , T ü r k Kültürü, sayı 56, H aziran 1 96 7 2 2 - lsmail L' iuçınar: Şemsedd i n S a m i ' n i n Yaşam Öyküsü v e Yayın ­ sa( Kişiliği Üzerine, Türk Dili, Temmuz 1 98 1 , sayı 3 5 5 23- Ö m e r Seyfettin: Güzel Türkçe, T a n i n Gazetesi, 20 l\ l a)ıs 1 3 30 24- Tah i r N ej at Gencan: Şemsed d i n Sam i , Ergene Dergisi, sayı 8,

Mayis 1 948 25- Timurtaş Faruk Kadri{ Prof.

Dr. ) : Şemsed d i n S �m i ve Kamus-ı

2 1 1

Tiirk i\i, Çağrı Yay. lst. 1 lJ87 26- Tu l u m ı\l ertol ( Uoç.Dr. ı : Te m e l Tilrkçe Sözlü gü N i te l i gi ve H az ı rlanı�ı Üzerine, Temel T ü r kçe Sö1. l ü k 1 , Tercüman Y ay . 2 7 - Yusuf Akçoraogl u : Türkçülük, Türk Y ı l ı 1 928 2 8 - V a l a N u r et t i n : D i l K u r u l t ayı v e Ş e m s e d d i n S a m i , A kş a m Gazetesi, 23 E yl ül 1 932 29-

---- - - :

G ı p t a E t t i gi m i k i İ\ ( ü n e v v c r i m i z , A kş a m

Gazetesi, 7 Temmuz 1 938

30 -

-

- : Şemseddi n Sam i ' n i n H a t ı rası , A l+ım Gazetesi,

24 Temmuz 1 943 31-

-

: Şemsedd i n Sami Sinsi Bir Türk Düşmanı mı i d i ?

H {ışa, A kş am Gazetesi , ı s E k i m 1 ')43

32 -

-:

Şemseddin Sami Son Gün leri nde Nelerle Uğraş-

tı, Akşam Gazetesi, 28 Ekim 1 943

212

iNSAN

YAYI\LAR l KlTAPLIGI

Kaynak Eserler Dizisi * *

*

*

TEFHIMU 'L · KUR 'AN - Msvdudi İSLAM VE İLİM - S. H. Nasr I SLAMIC SCIENCE Seyyid Hüseyin Nasr MEDARIC Ü ' S SALIKİN (3 c.) lbn. K. El-Cevziyye

* İSLAM DÜşÜNC ESI TARİHİ (4 c .) M. M. Şerif *



* *

*

MÜSLÜMAN HALKLAR ANSiKLOPEDİSİ (3 c.) R. V. Weeks DEGlşlM SÜRECiNDE İSlAM J Esposito AFRIKALıLAR - Ali Mazrui BALKANlAR'DA İSlAM Aleksandre Popovic SOVYET MÜSLÜMANLAR! Shirin Akiner

İslam Klasikleri DUisi •

*

SABREDENLER VE ŞÜKREDENLER - el Cevziyye

* USUL-1 DiN - İbn Hazm * NURlAR R iSALESi ( l . Hm.) lbn Arabi

* SU ÜSTÜNE YAZI YAZMAK Muhyiddin Şekür •

*

*

*

*

ŞEM VE PERVANE Mehmet Konar

* GÖNÜL VE AŞK - M. N. Tura

NEFS-İ MUTMAİNNE A. Hüseyi n Deslgayb DOSTlAR SOFRASI Nasır-ı Hiiresrev EMR-İ MARUF N E HY-İ MÜNKER Murtaza Mutahorri SOHBETLER - A. M. Hüdayi

Düşünce Dizisi * İSlAM VE MODERN İNSANIN Ç ı KMAZI - S. H. Nasr * EVRENiN YATIŞMAZ YAPıSı Abdülkerim Suruş *

*

MÜSLÜMAN PSIKOLOGlARIN ÇıKMAZI - M. B . Bedri SÖMÜRGE ÜLKELERiNDE FiKiR SAVAŞI - Malik Binnebi

* MAGLUPlARIN ZAFERi Erol Özbilgen

* ÇEVRESİZSİNİZ - Den i z Gürsel •

* İLİMLERİN ÖZÜ -Nev'i Efendi

İrfan Dizisi

RAH-1 AŞK - M. Nusret Tura

* MEKTUPlAR - M. Nusret Tura

iLAHİ AşK - İbn Arabi

* El . HISBE - İbn Teymiyye •

* O'NUN GÜZEL İSiMLERİ M. Nusret Tura





İLER LEMEYE FARKLI BiR BAKIŞ Lord Northbourne ONBİRİNCİ SAAT . Martin lings Kİ RLENMENİN BOYUTLARı Ersin Gürdoğan

* İSLAM VE BATI - Perviz Manzur •

ŞEHİRLERİN RUHU- G. Haydar

* ·

DiNiN SOSYAL GERÇEKLIGI Peter L. Berger

* DiN VE,PSIKOLOJ I Cari Gustav J u ng * FELSEFE-! üı..A Şemseddin Gü n al tay •

AK Lı N AYNASI - Titus Burckhardt

* İSlAM MAN EViYAT! VE BATI M i c h e l Valsan •

BiR KUTSAL BiLiM İHTIYACI S. Hüseyin Nasr

* GELENEK VE MODERNLİ K ARASINDA - M. Armağan * MİSTİK DÜŞÜNCE VE YENİ FİZİK Michael T albot •

* *

* * •

*

ISlAM'DA SEMBOLİK DİL Sadık Kılıç KUTSALIN PEŞİ NDE S . H . Nasr - K. O'Briene MA KA L E L E R ( 1 ) S. H. Nasr BİLİNCİN EVRİMİ - T. Roszak MODERN DÜNYADA DİN Lord Northbourne İSLAM FELSEFESİ TARİHİNE BİR KATKI - Muhammed İkbal KUR' AN OKUMALAR! Muhammed Arkoun

İnceleme-Araştırma Dizisi



BiREYSEL VE TOPLUMSAL DEGIŞMENIN YASALAR! Cevdet Said

* HZ. MUHAMMED'İN HAY.ATI Marti n Lings * AFRiKA -DAAM I - İmadüddin Halil * BiR İSLAM PEYGAMBERi: HZ. İSA M. Ataurralaim * İSLAM KOZMOLOJi öGR ETILERINE GiRiŞ S. Hüseyin Nasr * DiNLERiN D EJENERASYONU Kü rşat Demirci * TARIHSELCILIGIN SEFALETi Kari R. Papper * İSLAM TARiHi - İ. Halil * İSLAM ' IN ULUSLARARASI İLiŞKiLER KURAMI A. A. Ebu Süleyman * EKONOMi '/E AHLAK N. Haydar Nakvi * ÜÇ MÜSLÜMAN BiLGE S. H. Nasr

* -MODERNIZMIN İSLAM DÜNYASINA GiRiŞi M. M. Hüseyin * İSLAM MEDENIYETININ GELECEGI - Z. Serdar

* GAZALI HAKIKA T ARAŞTıRMASI Sabri Orma n * POZITIVIZMIN TÜRKIYE'YE GiRiŞi Murtaza Ko rloe lçi *

TEVHiD - İsmail R . Faruki

* İSLAM ' ı N YAYILIŞ TARiHiNE GiRiŞ - Ebulfazl İzzeti

* İSLAM'DA EVRiMCi YARATILIŞ TEORiSİ - Mehmet Bayraktar

* GAZALİ'NIN İKTiSAT FELSEFESi Sabri Orman

* İSLAM'DA DÜşÜNCE VE HAYAT S. H. Nasr

* İNSANIN KÖKENi N EDiR? Maurice Buc a i lle

*

AFRIKA'DA SUFi DiRENiŞ B. G. Marti n



*











BATI DÜşÜNCESINDE DÖNÜM NOKTASı - Fritjof Capra İSLAM MANEVIYATı VE TAOCULUGA TOPLU BAKış Rene Guenon ORYANTALiSTLER VE İSLAMIYATÇı LAR R. Olsan-C. Kureyşi-A. Hüseyni İBN TEYMIYYE' DE TASAWUF Tıblavi M. Sa'd MODERN ÇAG VE İSLAMI DÜşÜNÜşÜN PROBLEMLER i S . N. Attas MODERN DÜNYADA GELENEKSEL İSLAM S. H. Nasr İSLAM BiLiMi TARTışMALARı Mustafa Armağan

* MOLLA SADRA S. H. Nasr •















SÖMÜRGECiLiK VE EGITIM P. G. Altbach-G. P. Kelly VAHDET-! VÜCUD VE İBN ARABİ - İ. F. Ertuğrul İSLAM'DA BiLiM VE MEDENiYET S. H . Nasr ORYANTALiZM, KAPiTALiZM VE İSLAM - B. , S. Turner BiR KADıN SUFi: RABiA Margaret Smith İSLAM VE İNSANLIGIN KADERi Gai Eoton BiLGi FELSEFESi Alparslan Açıkgenç CEVDET PAŞA'N ı N TOPLUM VE DEVLET GÖRÜşÜ Ümit Meriç Yazan





*





























ULUSLAR VE ULUSCULUK Ernest Gellner İNSAN VE TEKNOLOJi-Edisyon İBN ARABl'DE VARLıK DÜŞÜNCESi- F. Kam-M. A. Ayni İSLAM SANATI VE MANEViYAT! - S. H . Nasr İSLAMI İLiMLERE GiRiŞ Hasan Hanefi JUNG PSiKOLOJiSi VE TASAWUF Spiegelman-İ. Han-Fernandez MODERN TIBBIN ÖTESi Derleme PSiKiYATRi VE KUTSALLıK Needlemann-lngleby-Skynner ÇAGDAş ARAP DÜşÜNCESI Albert Hourani LAiKLiK, SiYASET VE DEGIŞIM Davut Dursun ORTADOGU NERESi Davut Dursun ÇEVRE SORUNLAR! İbrahim Uslu İHVAN-ı SAFkDA MÜZiK DÜşÜNCESI - Yalçın Çetinkaya ORTADOGU'DA MODERNLEŞME A. Haurani, E. Kuran, vd. İSLAMİ İKTİSADIN FELSEFESİ Murtaza Mutahhari İSLAM VE ANTROPOLOJİ Ekber S. Ahmed BİR DEGİŞİM SÜRECİ OLARAK MODERNLEŞME- K. Canatan



İSLAM'DA OTORİTE- H- Dabaşi



MEVZU HADİSLER-A., Ebu Gudde

* DİVAN ED. DİNİ VE. SOSYAL KONULU RÜBAİLER Ali İhsan Öbek * EHL� SÜNNET VE ŞİA'DA SİYASİ DÜŞÜNCENİN TEMELLERi M. M. Camii * KÜÇÜK FELSEFE TARİHİ Mustofo Rahmi

* ELEKTRONIGIN BÜYÜSÜ lan Reinecke

Edebiyat (Anlatı) Dizisi * MALCOLM X

-

Alex Haley

* MEKKE'YE GiDEN YOL Muhammed Esed * RUHUN UYANışı - İbn Tufeyl

*AVRUPA'DA MÜSLÜMAN AZINLIKLAR - Kadir Canoton

* ZEYN 'IN DÜGÜNÜ

* BİRARADA YAŞAMA MODELi Lenet Öztürk

* SOKAKTAKILER

* İKBAL VE KUR'ANİ HİKMET Muhammed Münevver * TRANSANDAL SOSYOLOJİ Ken Wilber * ABDÜLGANİ NABLUSİ Bekri Alaaddin * KAPİTALİZMİN ooGUŞU David S. Landes * HİLAFET - Fehmi Şinnôvi * SUFİ GÖZÜYLE KADIN Süleyman Uludağ *

ORYANTALİZMİN SORULAR! A. Parlokışı k

* KUR' AN'DA KERAMET A. Cevôdi Amuli * NASSIN UYGULANIŞI Şeyh Senusi

Alternatif Dizi *

ALTERNATiF TıP Andrew Stonway

* YENi BiR PSiKOLOJi Robert E. Ornstein * EKONOMiNiN ÇÖKÜşÜ Alvin TofRer

Tayyib Salih Necib Mahfuz * HICAZ'DAN ENDÜLÜS'E Ersin Gürdoğan *

YÜCELCiLER 1 947 Mehmet Ardıcı'nın Anıları

* NIL'IN ÜÇ ÇOCUGU Necib Mahfuz * GÜVERCiN GERDANLIGI İbn Hozm *

MAViSiNİ YiTiRMiŞ YAŞAMAK Ali Çolak

* ÜÇ NOKTANIN SÖYLEDİGİ A Turan Al kon * ŞEHİR FOToGRAFLARI Beşir Ayvazoğlu * MÜSTESNA GÜZELLER İskender Polo

İletişim Dizisi *

*

GÖR SEL iKTiDAR Yalçın Akdoğan KELİMELERİN BÜYÜLÜ DÜNYASI - John C. Condon

KUR'AN'DA HİDAYET Abdullah Cevadi Amilli Cevadi Amuli 'nin Kur'an 'da Hidayet adlı bu çalışması "Şüphesiz Allah , inananları doğru yo­ la iletir." ( Hac Suresi; XXII/54) ayet-i mebni olarak ortaya konulan Hidayet meselesine ve fıkıhtaki konumunun güncelleşmesine ilişkin olarak koordineli ve sistematik bir çerçeve izle­ yerek açtığı başlıklar altında verdiği bilgileri ve ayırdedilebilecek nitelikte sunduğu kendi yo­ rumuriu ih tiva etmektedir.

ISBN 975 - 5 74 - 1 1 8 6 -