Yasalar [1 ed.] 9786050208276


133 5 2MB

Turkish Pages 477 [478] Year 2021

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Table of contents :
Boş Sayfa
Recommend Papers

Yasalar [1 ed.]
 9786050208276

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

PLATON YASALAR Bütün Yapıtları 29 -

Say Yayınlan

Platon / Bütün Yapıtlan 29 -

YASALAR

Özgün Adı: Noµm Yayın haklan © Say Yayınlan Bu eserin tüm hakları saklıdır. T anıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılan kısa alıntılar hariç yayınevinden yazılı izin alınmaksızın alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve yayımla­ namaz. ISBN 978-605-02-0827-6 Sertifika no: 10962

Eski Yunancadan çeviren: Furkan Akderin Yayın koordinatörü: Levent Çeviker Yayıma hazırlayan: Eda Okuyucu Kapak ve sayfa uygulama: Mige Günbaş Baskı: Assum Basım ve Mücellit Zeytinburnu-İstanbul Tel.: (0212) 612 00 Ol Matbaa sertifika no: 42010 1. baskı: Say Yayınlan, 2021 Say Yayınlan

Ankara Cad. 22/12 • TR-34110 Sirkeci-İstanbul Tel.: (0212) 512 21 58 • Faks: (0212) 512 50 80 www.sayyayincilik.com • e-posta: [email protected] www.facebook.com/ sayyayinlari • www.tw itter.com/ sayyayinlari www.instagram.com/ sayyayincilik Genel dağıtım: Say Dağıtım Ltd. Şti. Ankara Cad. 22/4 • TR-34110 Sirkeci-İstanbul Tel.: (0212) 528 17 54 • Faks: (0212) 512 50 80 internet satış:

www

.saykitap.com



e-posta: [email protected]

PLATON

YASALAR Bütün Yapıtları 29 -

Eski Yunancadan çeviren:

Furkan Akderin

PLATON HAYATI ve ESERLERİ Ahmet Cevizci

Platon, düşünce tarihinin hiç kuşku yok ki en önemli ve etkili filozoflarından biridir. 20. yüzyılın en önde gelen filozof ve matematikçilerinden biri olan A. N. Whitehead, "bütün bir felsefe tarihinin Platon'a düşülmüş dipnot­ lardan ibaret bir süreç olarak okunması gerektiğini" ileri sürerken, aslında bu etki ve öneme işaret ediyordu. Gerçekten de Platon, başka her şey bir yana felsefenin kurumsallaşmasına, felsefenin gelişimi açısından vazge­ çilmez bir şey olan yazılı geleneğin oluşmasına yaptığı katkı açısından önem taşır; Aristoteles gibi büyük bir filozofun hocası veya Aristoteles gibi bir filozofu ortaya çıkaracak olan geleneğin kurucusu olmak bakımından önem arz eder. Platon, iki dünyalı metafiziğiyle bütün bir Ortaçağ düşüncesini belirleyecek olan öte dünyacı ya da idealist felsefe geleneğinin başlatıcısı olmak, Hıristiyan Ortaçağ felsefesine en azından Aziz Augustinus, İslam düşüncesine de en azından Farabi üzerinden etki etmek bakımından ayrıca önemlidir. Platon, düşünce tarihi boyunca ele alınacak tüm problemleri yüzlerce yıl önce­ sinden ele almış ve düşünce tarihinin ilk büyük felsefi sistemini inşa etmiştir. 7

Platon .q/

HAYATI

Platon, 427 yılında, Atina'da soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Sadece annesi tarafından değil, babası tarafından da Atina'nın en soylu ailelerinden birine mensuptu; nitekim babasının soyu Kodros'a, anne­ sinin soyu Solon' a kadar gidiyordu. Anne tarafından Otuzlar Cuntası'nın önemli isimlerinden olan Kharmides ve Kritias'ın akrabasıydı. Bundan dolayı, çocukluğu ve gençliği aristokratik bir ortamda, edebiyat ve felsefeye dönük ilginin gelenekselleşmiş olduğu bir çevrede geç­ mişti. ı Grek aristokrasisinin gelenek ve normlarına göre yetiştirilen Platon, askerlik görevini, yine zengin bir aile­ nin çocuğu olması dolayısıyla, muhtemelen süvari birli­ ğinde yapmışh. Yine Grek aristokrasisinin geleneklerine göre jimnastik­ le de uğraşmış olan Platon'un gerçek adı, büyükbabasının isminden dolayı Aristokles'ti. Göğsünün genişliğinden dolayı Platon lakabını almışh. Diogenes Laertios'un belirt­ tiğine göre, gençliğinde lirik ve dramatik şiirler yazmış ve bir ozan olmayı istemiş olan Platon, bu türden bütün eserlerini ve tragedyalarını, Sokrates ile tanışlıktan sonra yakmışhr.2 Sokrates'in öğrencisinin şairlerin sözde bilgisi veya bozuk politikacıların demagojisiyle yetinmesi müm­ kün görünmüyordu. Platon, yine Sokrates'le tanışmadan önce doğa felsefesiyle meşgul olmuş, doğa filozoflarının eserlerini incelemenin yanında, Herakleitosçu Kratylos'un

1

E. Zeller, Grek Felsefesi Tarihi, Çev. A. Aydoğan, Say Yayınlan, 2004, İstan­

2

Diogenes Laertios, Ünlü Filozojlann Yaşamları ve Öğretileri, Çev. C. Şentuna,

bul, s. 164. m 5, YKY, İstanbul, 2002.

8

r.ı-

Yasalar

öğrencisi olmuştu. Yakınlarının teşvik ve telkinlerine rağ­ men, politik kariyerinden olduğu kadar, tragedya yazarlığı ve doğa felsefesi araştırmalarından da vazgeçmesini temin eden şey, hep aynı neden, yani onun Sokrates'le tanışması olmuştur. Sokrates ile kurduğu yakın münasebet, onu sadece doğa felsefesinin değil, tragedya ve politikanın da çürük zemininden uzaklaştıran en önemli etken olmuştur. Platon, Atina'nın gücünün ve ihtişamının dorukta olduğu döneme tanıklık edememişti; ama Perikles demok­ rasisinde, politik gerileme ve moral çöküntünün tohum­ larını bütün açıklığıyla gözlemledi. Makedonya kralı Philippos'un Yunan kent devletine nihai darbeyi indirdiği tarihten on yıl önce ölmüştü. Hayatının akışını değiştiren birinci olay Sokrates'le tanışması olduysa, ikincisi söz konusu koşullar altında hocasının başına gelenler oldu.

Mektuplar'da özellikle de Yedinci Mektup'ta cunta idare­ si sırasında Atina'nın yaşadığı tarihsel olaylan anlatan Platon, cunta üyelerinin başlangıçta beyan etmiş oldukları niyetlere sadık kalacaklarını ve devleti adalet yoluna soka­ caklarını düşündüğünü, fakat diktatörlüğün sonuçlarına ve tiranların "eski dostlarından birine, gelmiş geçmiş en adil insana" reva gördükleri muameleye tanık olunca, ne kadar büyük bir hayal kırıklığı yaşadığını ifade eder.3 Bir süre sonra demokrasi yeniden tesis olunca, demokratik idarenin başlangıçtaki dikkati ve özeni karşısında yeniden umutlanan Platon'un son umutlarını da Sokrates'e verilen ölüm cezasının infazı tüketmiştir. Platon işte bu dönemde, politik krize bildik reformlar yoluyla bir çözüm buluna­ mayacağına, hasta ve aciz devlete anayasa ya da rejim 3

Platon, Mektuplar 324b.

9

Platon "'41

değişikliğinden ibaret bir ıslah teşebbüsünün en küçük bir yararının olamayacağına kanaat getirdi. Çağdaş politika­ da mevcudiyetini tespit ettiği iki büyük kusurun, Yunan uygarlığının daha önceki dönemlerde yükselişinde etkili olan demokrasinin sonunu hazırlamasının kaçınılmaz olduğunu düşünmesine yol açh. Her şeyden önce, bilgi kılıfı albnda ortaya çıkan cehaletin demokraside uzman ve profesyonelin değil, vasat ve amatör olanın hakim olma­ sıyla sonuçlandığını savunan Platon açısından demokrasi, Atina'da sadece cahilin hatalı yönetme hakkı anlamına geliyordu. Platon'un çağdaş politikada teşhis ettiği ikinci büyük kusur, devletin kurum ve hizmetlerinin kendi bencil çıkarlarının peşinde koşanlar tarafından doldurulmasına yol açan azgın bireycilik ruhuydu. Özel olarak oligarşinin kendine özgü yanlışını veya olumsuzluğunu ifade eden söz konusu bireycilik, ona göre, her kent devletinin zengin ve fakir, tahakküm edenler ve basbrılanlar olarak ikiye bölünmesiyle sonuçlanmışh. Toplumu ve devleti düşman kamplara bölen bu durum ve olumsuzluğun temelinde ise, politikaya da sirayet eden madde ya da para aşkı vardı. Demokrasiye özgü cehalet ya da amatörlük ile oli­ garşinin olduğu kadar demokrasinin de bir özelliği olan politik çıkarcılık ve bireycilik, onun gelecekte hedef alaca­ ğı düşmanlar olarak Platon'un bilincine, işte bu dönemde yerleşmiş olmalıdır. Antik kaynakların bildirdiğine göre, Sokrates'in infazı­ nın ardından Platon diğer Sokratesçilerle birlikte, muhte­ melen güvenlik nedeniyle, Megaralı Eukleides'in yanına

10

r.;,.

Yasalar

sığınır.4 Sonraki on iki yıl boyunca, büyük ölçüde Sokratik diye nitelediğimiz ilk dönem diyaloglarını yazar ve bu arada, gözlem ve deneyim yoluyla görgüsünü artırma ve düşüncesini derinleştirme yönünde kimi teşebbüslerde bulunarak seyahat eder. Gittiği ilk yer matematik bilgi­ sini geliştirmesine imkan sağlayan, daha sonra Devlet' te savunacağı genel veya sınıflar arası bir iş bölümü ilkesini öğrendiği "kadim harikalar diyarı" Mısır'dır. İkinci yer ise meşhur matematikçi Theodoros ve Tarentumlu bilu­ mum Pythagorasçılarla tanışmasını sağlayan İtalya'dır. Burada Philolaos ve ona bilim, felsefe ve politikanın ideal bir sentezine erişme yönünde önemli açılımlar sağlayan Arkhytas'la tanışan Platon, özellikle Arkhytas'ın aracılı­ ğıyla 1. Dionysios'un sarayına takdim edilir. Muhtemelen prens üzerinde tesis edeceği nüfuzdan faydalanarak, bu dönemde, politik fikirlerini önemli ölçüde hayata geçir­ meyi ümit etmişti. Sadece 1. Dionysios ile değil, prensin karısının kardeşi Dion ile kurduğu ilişkiye de dayana­ rak bu yönde iki ayrı girişimde bulundu. Özellikle il. Dionysios üzerinde uygulamaya çalıştığı filozof-kral tipi, mutlak bir başarısızlıkla sonuçlandı. İdealist bir ahlakçı filozof ile hırslı bir aksiyon adamının bir araya gelmesi daha baştan imkansız gibi görünmesine rağmen, yılmayan Platon'un bütün denemeleri başarısızlıkla son­ landı ve en nihayetinde hayatı tehlikeye girdi. Böyle bir Sicilya seyahati dönüşünde, Atina ile savaş halindeki Aigina' da karaya çıkan filozof, burada esir alınarak satılmak üzere köle pazarına çıkarıldı. Tam bir rastlantı eseri olarak, dostlarından birinin -bazı kaynaklara göre 4

Diogenes Laertios, a. g.

e.,

III 6.

11

Platon

J.11

Elisli Phaidon'un, bazı kaynaklara göre Pythagorasçı Arkhytas'ın- fidyesini ödemesi sayesinde özgürlüğüne kavuşan Platon'un, bundan sonra bu türden tehlikeler­ den uzak durmaya karar verdiği, politikayla sadece teorik düzeyde ilgilenmeyi seçtiği söylenebilir. Platon, geri ödemeye kalkıştığı fidye parasını Arkhytas veya Phaidon'un kabul etmemesi üzerine, bu parayla meş­ hur Yunan kahramanı Akademos'un sığınağı ya da meza­ rının hemen yanı başındaki bahçeyi satın alarak Akademi'yi kurdu. İşte J:>urası, en azından Avrupa'nın ilk büyük eğitim ve araştırma merkezi olmuştur. Hukuki bir statü kazana­ bilmek için dini bir cemaat olarak organize olan ve yıkıldı­ ğı MS 529 yılına kadar Platonculuğun merkezi olma işlevi gören okula, Platon zamanının bütün önemli bilimadamı ve filozoflarını toplamıştı. Matematik, astronomi, doğa bilimleri, retorik, mantık, politika ve metafiziğin belli başlı araştırma konuları ya da alanları olduğu okulda, felsefeye yaklaşım tarzı daha ziyade geometri yoluyla gerçekleşen matematiksel bir yaklaşımdı. Nitekim Bizanslı bir dil ali­ minin belirttiğine göre, Akademi'nin kapısına "Geometri bilmeyen buradan içeri giremez!" diye yazdırmıştı. Onun Akademi'sinin durumu ve felsefeye yaklaşımı, İsokrates'in ondan kısa süre önce kurulmuş olan okuluyla kıyaslandığı zaman daha iyi anlaşılabilir. Platon gibi fiili ya da gündelik politikadan, politik hayattan uzak duran ve okulunda Yunan dünyasının ihtiyaç duyduğu politik danışmanları yetiştirmeyi amaçlayan İsokrates Protagoras ve Gorgias gibi yaşlı Sofistlerin öğrencisi olmuştu.s

5

Bkz., F. Coplestone, A History of Greek Philosophy, Bums Oates and Wash­ boume Ltd., London, 5th edit., s. 130.

12

� Yasalar

İsokrates kesin bilginin imkansız olduğu inancından hare­ ketle, retorik sanatına ağırlık vermişti. Bu yüzden felsefeyi pratik bir konu olarak değerlendiren ve beşeri kültürün bir ürünü olarak gören İsokrates, insanın dünyasının, dilin (logos) kültürel ve moral değerleri aktarmasından ve bütün

eylemlerin özde linguistik birer edim olmasından dolayı, gerçekte dilin dünyası olduğu inancıyla, ruhu eğitmek ve insana politik meclislerde güzel konuşabilme yeteneği kazandırmak istiyordu. Bu açıdan bakıldığında, İsokrates retoriğe dayalı bir eğitim idealini temsil etmekteydi. Platon ise hiç kuşku yok ki felsefi bir eğitim idealinin temsilcisi oldu. Fakat bilimsel çalışmalara yaptığı tüm vurguya rağmen, Platon'un eğitiminin ve okulunun nihai ve en yüksek amacı, etiko-politik bir amaçtı. Yunanistan'ın hemen bütün filozofları gibi, o da, eylemle sonuçlanacak, belli bir eyleme vücut verecek bilgiyi aktarmak ve bir hayat tarzı kazandıracak veya doğru ve ahlaki bir hayat için güçlü ilhamlar verecek felsefeyi öğretmek istiyordu. Onun felsefesi her şeyden önce ruhun dönüşümünü, ikinci olarak da insanlığın hizmetinde olmayı amaçlayan bir fel­ sefeydi. Platon'a göre, söz konusu dönüşüm bir tür duygu yoğunluğuyla aniden gerçekleşecek bir şey olmayıp, gözün bilim eğitimi yoluyla ışığa yavaş yavaş çevrilmesin­ den meydana gelmekteydi. İşte bu noktada İsokrates'ten tamamen ayrılan Platon, bununla birlikte, Akademi'nin gerçekleştireceği hizmet konusunda İsokrates'le aynı şeyi düşünüyordu. Başka bir deyişle, gerek Platon gerekse İsokrates felsefi görüşleri bakımından farklılık gösterse­ ler dahi, onun kültüre vurgu yaptığı yerde Platon bilime önem vermiş ve onun bir retorik eğitimi vermeye çalıştığı 13

Platon .q/

yerde Platon bilim eğitimi vermeye çalışmış olsa da, pra­ tikte aynı amacı, Yunan kent devletinde kötü giden her şeyi yoluna koyma amacını paylaşıyorlardı. Her ikisi de monarşinin yanında olan bu iki adam, ideallerini hayata geçirecek yöneticiyi bulmaya çalışmaktaydı. Platon'un amacı, hukuk ya da retorik yoluyla değil, iyi eğitilmiş aklıyla yönetecek filozof-kralı eğitmekti. Akademi, devlet adamları ve yasa koyucular ortaya çıka­ racak, bilim ve felsefe temelli politika eğitimi veren bir kurumdu. Platon, burada yetiştirdiği öğrencilerini, başka devletlere resmi ve politik görevler için gönderdi. Özetle, Akademi, Helenistik dönemin sonuna kadar Yunan dün­ yasına hukuki ve politik bakımdan şekil vermeye çalışan en önemli merkez oldu.6

ESERLERİ Platon, sadece düşünce tarihinin ilk büyük sistem kuru­ cularından biri olan büyük ve önemli bir filozof değildir; o aynı zamanda İlkçağdan, tüm eserleri günümüze eriş­ miş olan ilk filozoftur. Platon öldüğü 347 yılına kadar Akademi'de gerçekleştirmiş olduğu eğitim ve araşbrma faaliyeti dışında, geniş kesimler için birtakım eserler yaz­ mışbr. Başka bir deyişle, Akademi'de ele alınan konular, öğretilen dersler kurumun kalın duvarları içinde kalırken, Platon dışarıdaki insanlar için de birtakım popüler eserler kaleme almışbr. Platon, muhtemelen Sokrates'in ölümün­ den hemen sonra yazmaya başlamış ve diyalog tarzında 6

A. E. Taylor, Plato, The Man and His Work, London, Methuen, 7th ed. 1977,

s. 5. 14

� Yasalar

otuz kadar eser vermiştir. İmparator Tiberius'un sarayın­ dan olan astrolog Thrasyllos'a atfedilen bir yönteme göre, diyaloglar gelenekte veya o zamanlar, yayımlanış sırası itibariyle dörtlüler halinde sınıflanırmış.7 İlkçağda yapılan söz konusu sınıflamalar dışında, diyalogların 19. yüz­ yıldan itibaren yeni baştan ele alınıp, birtakım ölçütlere göre tekrar sınıflandırıldıkları söylenebilir. 19. yüzyıldan başlayarak, özellikle Almanlar ve bu arada İngilizler ve Fransızlar tarafından gerçekleştirilen filolojik ve felsefi araştırmalarda dört ölçüt temel alınmıştır: Dışsal, içsel, edebi ölçütlerle stilometri. Dışsal ölçütler temel alındığında, antik kaynaklar­ dan

örneğin

Aristoteles'ten,

Numenius'tan,

Sextus

Emprikus'tan Platon'a yapılan atıflarla, diyaloglarda gör­ düğümüz birtakım çağdaş kişi ve olaylara yapılan gönder­ meler, diyalogların birbirlerine yaptıkları referanslar titiz­ likle incelenmiş ve Sokrates'in mahkumiyeti ve ölümü, filozofun İtalya seyahatleri, Akademi'nin kuruluşu gibi, Platon'un hayatında önemli yer tutan değişik olaylar göz önüne alınmıştır. Buna karşılık diyaloglarda ortaya konan öğretilerin belirlediği içsel ölçütler söz konusu olduğunda, Platon yorumcuları Platon'un etik, eğitim, politika, meta­ fizik, psikoloji, mantık, epistemoloji ve diyalektik konula­ rındaki görüşleriyle, onun düşüncelerinin bu konularda geçirdiği değişimleri analize tabi tutmuşlardır. Diyalogların kronolojisini belirlemede edebi ölçütleri ön pla�a çıkartan üçüncü tür araştırmalar ise eserlerin edebi kalite ve değerini, Platon'un diyaloglarda kullan­ dığı diyalog ve yazım tekniğini göz önüne almışlardır. 7

Diogenes Laertios, Ünlü Filozoflann Yaşamları ve ôgretileri, III 56-62. 15

Platon �

Buna göre, basit bir üslup ve diyaloğun sanatsal değeri yüksek olmayan yapısının, bununla çelişecek başka bir ölçüt olmadıkça, Platon'un gençlik diyaloglarını yan­ sıttığı savunulurken, filozofun kariyerinde ilerledikçe, diyalogların yapısının, üslubunun ve kullanılan diyalog tekniğinin de geliştiği ve olgunlaştığı düşünülmüştür. Stilometri olarak bilinen dördüncü ölçüte gelince, Platon'un kullandığı terimler ve düşüncelerini ifade ediş tarzı, linguistik testlerle sıkı bir analize tabi tutulmuştur. Farklı ölçütlerin ve çok ayrıntılı stilometrik ve linguis­ tik tekniklerin kullanıldığı bu incelemeler sonucunda, Platon'un diyalogları, hemen bütün Platon yorumcuları arasında tam bir fikir birliğiyle, gençlik, olgunluk ve yaşlı­ lık olmak üzere üç döneme ayrılır. Bu sınıflamaya göre; (i) gençlik diyalogları Sokrates'in Savunması, Kriton, Euthyphron, Lakhes, İon, Protagoras, Kharmides, Gorgias, Küçük Hippias, Büyük Hippias ve Lysis'ten meydana gelir. (ii) Olgunluk eserleri Devlet, Şölen, Phaedros, Euthydemos, Meneksenos, Kratylos adlı diyaloglar­

dan oluşur. İki önemli diyalog, yani Menon ve Phaidon gençlik dönemi diyaloglarıyla söz konusu olgunluk diya­ logları arasında bir köprü oluşturmaktadır. (iii) Yaşlılık dönemi diyalogları arasında ise Parmenides, Theaetetos, Sofist, Devlet Adamı, Timaios, Kritias, Philebos, Yasalar ve Mektuplar yer almaktadır.

Biçim açısından değerlendirildiğinde, ilk dönem diya­ loglarının, Sokrates tarafından Savunma' da belirtilen çürüt­ me, sorgulama misyonu ekseninde gelişen bir erdemlilik çerçevesi içinde hayli dramatik bir yapı sergilediklerini söylemek doğru olur. Bu diyaloglar çözümsüzlükle sonuç16

;r,

Yasalar

lanan aporetik eserlerdir. Başka bir deyişle, gençlik diya­ logları, Sokrates'in belirli bir ahlaki erdemle ilgili olarak başlathğı tartışma üzerinde, somut bir sonuca ulaşmadan gelişen eserlerdir. Bu eserlerde Platon'un gözettiği amaç, tanıdığı ve bildiği kadarıyla Sokrates'in karakterini, kişi­ liğini ve felsefi faaliyetini tanıtıp, ölümsüzleştirmektir. Bu yüzden bu gençlik diyalogları, "Sokratik Diyaloglar" olarak geçer. Olgunluk dönemi diyalogları çok daha az dramatik olup, Sokratik diyalogların eğretiliğinin ve negatif tutu­ munun epey uzağına düşerler. Burada da, aynen ilk dönem diyaloglarında olduğu gibi, Sokrates yine başko­ nuşmacı ya da tartışmacıdır. Fakat gençlik diyaloglarının tersine, ilk kez birtakım pozitif öğretiler öne sürülür. Bu diyaloglarda felsefi içerik genellikle Sokrates ya da güçlü bir otoritesi olan başka bir uzman tarafından ortaya konur. Yaşlılık dönemi diyaloglarına gelindiğinde, Sokrates'in rolü azaldığı gibi, diyaloğun dramatik karakteri tümden kaybolur. Sokrates sadece Philebos ve Theaetetos'ta baş­ konuşmacıdır, diğer diyaloglarda Platon'un başsözcüsü değildir, Yasalar' da ise hiç görünmez. Yine son dönem diyaloglarında, sonradan zoraki bir biçimde diyaloğa dönüştürülmüş olduğu sanılan, uzun sunum ya da serim­ lerin belirleyici olmaya başladığı deneme formu ağır basar. Diyaloglar içerik bakımından değerlendirildiklerinde, Sokratik diyalogların ahlaki problemler üzerinde yoğun­ laştıkları, çeşitli moral problemlerin doğasını ele aldık­ ları söylenebilir. Örneğin Euthyphron'da "dindarlığın" , Lakhes'te "cesaret" in, Kharmides'te "ölçülülüğün" ya da

"özdenetim"in, Lysis'te "dostluğun", Hippias'ta "güzel17

Platon .q/

liğin", Menon'da "erdemin" ne olduğu tartışılır. Moral bilgi ve ahlaki erdemlere dönük bu ilgi, orta dönem diya­ loglarında da devam etmekle birlikte, Platon'un bu eser­ leri yazdığı sıralarda ilgisinin teknik anlamda daha soyut ve felsefi konulara kaydığı görülür. Zira bu diyaloglarda metafiziksel ve epistemolojik meselelere daha büyük bir ağırlık verilir, onlara daha güçlü bir biçimde vurgu yapılır. Gençlik diyaloglarıyla olgunluk dönemi diyalogları arasındaki en çarpıo farklılık, İdealar kuramından oluşur. Platon kariyerinin bu döneminde, yine İdealar kuramıyla ilişki içinde, Pythagorasçıların bazı felsefi öğretilerini gün­ deme getirir. Başka bir deyişle, Platon olgunluk dönemi diyaloglarında, İdealar kuramının metafiziksel, etik, epis­ temolojik ve mantıksal boyutlarını, antropolojisi ve politi­ ka anlayışıyla ilişki içinde gözler önüne serer. Yaşlılık diyaloglarına gelince . . . Özellikle Parmenides'ten başlayarak, İdealar kuramının genel çerçevesi içinde, Platonik düşüncenin, sonradan Theaetetos ile Sofist'te bilgi ve dil kuramı, Philebos'ta etik, Devlet Adamı ve Yasalar'da politik bakımdan geliştirilen yeni bir doğrultusu söz konu­ su olur.

18

YASALAR

Çeviride Plato: Laws, Books 1-6 (Loeb Classical Library No.

187) ve Plato: Laws, Books 7-12 (Loeb Classical Library No. 192) (Ancient Greek) künyeli çalışmalar temel alınmış; aynı zamanda metnin yorumlanmasında The Laws (Penguin Classics}, Plato ve Plato: Laws (Cambridge Texts in the His­ tory of Political Thought), Plato (author}, Malcolm Scho­ field (editor}, Tom Griffith (translator} künyeli çalışmalara da sıklıkla başvurulmuştur. Yunanca isimlerin yazımların­ da orijinalleri muhafaza edilmiş, sadece "Yunanistan" ve "Atina" gibi Türkçeye yerleşmiş kelimeler metnin akıcılı­ ğını kaybetmemesi adına Türkçeleştirilerek verilmiştir. Diğer Platon metinlerinde olduğu gibi Yasalar metninde de Stephanus numaralandırma sistemi kullarulmışbr. An­ cak her kitabın son ve ardından gelen kitabın ilk numa­ ralarının birbirini takip etmediği görülecektir. Bu durum Stephanus baskısında boş bırakılan sayfalardan kaynak­ lanmaktadır.

BİRİNCİ KİTAP ATİNALI: Ülkenizde yasal düzenlemelerinizi tanrıya

624

mı yoksa bir insana mı ithaf edersiniz? KLEİNİAS: Doğrusu bir tanrıdır yabancı. Bizde Zeus,

arkadaşımızın evi olan Lakedaimonia'da ise Apollon denir, değil mi Megillos? MEGİLLOS: Evet. ATİNALI: Yani sen de Homeros ile aynı fikirdesinı ve

Minos'un2 dokuz yılda bir babası Zeus'un yanına gittiğini ve tanrısal kahinlerin sözlerine bağlı ola­ rak yasaları oluşturduğunu iddia ediyorsun, öyle mı"?.

KLEİNİAS:

Evet

böyle

anlatılır.

Hatta

kardeşi

Rhadamantys'ün çok adil bir insan olduğu söylenir. Giritliler olarak böyle denmesinin nedeninin

625

hukuk konusundaki adaletli tavn olduğunu belir­ tebiliriz. ATİNALI: Ne güzel! Şöhreti muhteşem ve Zeus'un

oğluna da yakışıyor. Sizler böylesi yasalarla yetiş­ miş insanlar olduğunuza göre yolda yönetim ve yasalar üzerine konuşabiliriz. .Knossos'tan mağa-

1 2

Homeros, Odysseia, 19, 78. Zeus'un oğlu ve Girit'in efsanevi kralı. 21

Platon ..q/

raya3 ve Zeus'un tapınağına giden yolun bu konu için çok uygun olduğunu duymuştum. Aynca şu boğucu havanın etkisini hafifletebilecek yüksek ağaçların gölgeleri altında güzel dinlenme yerle­ ri bulabileceğimizden emininiz. Yolda yaşımıza uygun şeyleri konuşup zaman geçirebilir ve yol­ culuğumuzu rahatça tamamlayabiliriz. KLEİNİAS: Biraz daha ilerideki kutsal koruda muhte­

şem servi ağaçları var, ayrıca geniş çayırlarda da dinlenebiliriz. ATİNALI: Ne güzel söyledin. KLEİNİAS: Onları gördüğümüzde daha güzel şeyler

de söyleriz. Hadi çıkalım yola! ATİNALI: Tamam. Bana ortak yemeklerinizi, beden

eğitiminizi ve askeri teçhizat konularındaki yasa­ larınızı anlabr mısın? KLEİNİAS: Yabancı geleneklerimizi anlamak herkes

için kolaydır. Sizin de fark ettiğiniz üzere Girit, Thesselia gibi değil, oralar daha çok ovalık oldu­ ğu için ata binilir, bizim topraklarımız düz olma­ dığı için yaya olarak yürürüz, bu da koşu antren­ manlarına uygun olmayı getirir. Yük olmadan koşmak gerekir ve bu nedenle hafif silahlar taşı­ malıyız, hafif oldukları için ok ve yayların tercih edildiklerini tahmin ediyorum. Yasa koyucunun bunları düşündüğünü ve toplu yemek yemeyle ilgili kanunları savaş sırasında herkesin güvenlik amacıyla birlikte yemek yemesinin daha doğru 3

22

İda Dağı'nda yer alan Dicte Mağarası.

;,., Yasalar

olduğuna inanmasından dolayı getirdiğini düşü­ nüyorum. Yasa koyucunun insanların her zaman savaş halinde olmaları gerektiği düşüncesinde olmamaları gibi aptalca bir düşünce içinde olmalarım kınadığım zannediyorum. Çünkü savaş sırasında güvenlik için birlikte yemek yenmesi gerekiyorsa ve bazı askerlerin bu sırada güven-

626

liği sağlamaları icap ediyorsa, savaş olmayan zamanlarda da benzeri şekilde hareket edilmesi gerekir. Belki barış zamanı ifadesi kolayca kulla­ nılıyor ancak aslında her kent, diğerine karşı ilan edilmemiş de olsa sürekli savaş halindedir. İşte bu nedenle Giritli yasa koyucunun hem özel hem de kamusal işlerimizin tamamında bizi koruma altına alma amacı güttüğünü hemen göreceksiniz. Aynca savaş konularında iyi değilseniz zenginlik bir işe yaramaz, ne de olsa yenilenlerin malı yenenlerindir. ATİN ALI: Ey yabancı! Bana kalırsa Girit yasalarına çok

hakim olacak bir eğitim almışsın. Fakat bir kentin savaş sırasında diğerlerini yenebilecek durumda olması gerektiğini söylerken, aynı zamanda iyi yönetilen bir devletten de söz ediyorsun değil mi? KLEİNİAS: Elbette. Buradaki arkadaşımız da benimle

aynı fikirde. MEGİLLOS: Tabii ki, hem bir Spartalı nasıl düşünebilir? ATİNALI: Peki, devletin devlete politikası buysa,

köyün de köye karşı politikası farklı olabilir mi? KLEİNİAS: Hayır. ATİNALI: Yani aynı olmalı. 23

Platon �

KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Peki köylerdeki aileler ve kişiler arasında da

aynı mı olmalı? KLENIAS: Böyle olmalı. ATİN ALI: Peki her insan kendi kendini düşman olarak görmeli mi? KLEİNİAS: Ey Atinalı yabancı! Sana "Attikalı" demek

istemem, çünkü bir tanrıçanın ismiyle anılmaya daha layıksın. Konuyu daha iyi incelemek için derine inmenden memnunum, birazdan sana insanların diğerlerine, hatta kişinin de kendisine karşı düşman olması gerektiğini söylediğimde ne kadar haklı olduğumu göreceksin. ATİNALI: Çok şaşırdım, ne diyorsun? KLEİNİAS: İnsanın kendisini yenmesi zaferlerin en

güzelidir. Kendine yenilmek ise yenilgilerin en kötüsüdür. Buradan hareketle kendimize karşı da savaş halindeyiz demektir. ATİNALI: Baştan alalım. Herkesin kendisinden daha iyi

ve kötü tarafları olduğuna göre bir evde, köyde ya

627

da kentte de benzeri durumlar var mıdır? KLEİNİAS: Yani bazı insanların kendilerinden iyi,

bazılarının da kötü olduğunu mu söylüyorsun? ATİN ALI: Evet. KLEİNİAS: Güzel! Bu doğru, hele ki kentlerde mutla­

ka doğru. İyilerin kötüleri yendiği ülkelerde, bu ülkelerin kendi kendilerini yendiklerini söyle­ yebiliriz. Böylesine bir zafer övülmeye değerdir, tabii tersi de olabilir. 24

� Yasalar

ATİNALI: Kötülerin kazanması konusundan söz etme­

yelim. Bu zaten daha uzun bir tartışma gerektirir, ancak söylediğinden şöyle bir sonuç çıkardığımı belirteyim: Aynı aileden ve aynı kentten çok sayı­ da kötü insan kendilerinden sayıca az olan iyileri yenip köleleri yapabilirler, kazandıkları zaman kentin kendisine yenildiğini ve kötü bir kent olduğunu söylerler. Tersi olursa da kentin kendi­ sini yendiğini ve iyi olduğunu söyleyeceklerdir. KLEİNİAS: Biraz sıra dışı bir ifade oldu ama böyle. ATİNALI: Bir dakika, burada biraz daha fazla düşün­

memiz gereken bir durum var. Ebeveynlerin çok sayıda oğlu olsun, çoğu kötü, azı iyi olsun. Buraya kadar tuhaf bir durum yok. KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Kötüler kazanırsa ailenin kendi kendine

yenildiği, yenilirse kendi kendilerini yendiklerini söylemenin ve incelememizi bu anlamda sürdür­ menin bir anlamı var. Fakat burada çoğunluğun konuşma sırasında kelimeleri yerinde kullanıp kullanmadıklarını değil, yasalar bakımından doğru ve iyi olanın ne olduğunu inceliyoruz. KLEİNİAS: Haklısın yabancı. MEGİLLOS: Buraya kadar güzel konuştuğunu kabul

etmeliyim. ATİN ALI: Biraz önceki örnekteki kardeşlerin bir hakim

olabileceklerini düşünelim mi? KLEİNİAS: Tabii ki. 25

Platon ..q/

ATİN ALI: Peki hangi hakim iyidir? Kötülerin yok

edilip iyilerin kendi kendilerini yönetmelerini mi, yoksa kötülerin yok edilmeden iyilerin onları yönetmelerini mi, yoksa bir aileyi bir araya geti­ rip barışı sağladıktan sonra onlara gelecek için kurallar koyarak aralarında dostluk kurmalarını tavsiye eden mi? KLEİNİAS: Sanırım en iyi hakim en sonuncudur. ATİNALI: Tabii şuna dikkat edin: Bu hakim savaşı

değil, barışı düşünüyordur. KLEİNİAS: Haklısın. ATİNALI: Peki ya kenti düzenleyen kimse nasıl hare­

ket eder? Dışarıya karşı savaşları mı, yoksa sürek­ li tekrarlayan içsavaşları mı düşünür? Hiç kimse kendi ülkesinde içsavaş çıksın istemez, çıkarsa da bir an evvel bitsin ister. KLEİNİAS: Elbette ki içsavaşları. ATİNALI: Peki, bir insan içsavaş sonrası birilerinin

zafer elde etmesini mi yoksa bir araya gelip dost­ luk kurulmasını ve dış düşmanlara bakmayı mı? KLEİNİAS: Herkes için iyi olan ikincisidir. ATİNALI: O zaman yasa koyucu için de böyledir. KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Her yasa koyucunun amaa yasalardaki en

yüksek iyiliği sağlamaktır, değil mi? KLEİNİAS: Öyledir. ATİNALI: O halde buradan hareketle diyebiliriz ki bir

yerde en iyi şey içsavaş değil, en iyi şey barış ve dostluktur. Yine bir kentin kendi kendisini yen26

ll'ı-

Yasalar

mesi zorunluluktan kaynaklanan bir şeydir. Şöyle örnekleyelim: Bir insan düşünelim, bedeni has­ tayken veya yaşlandığı zaman o bedeni düşünen; ancak bir başkası da vücuduyla ilgili hiçbir şey düşünmemiş olsun. Aynı şekilde devleti ve kişi­ nin mutluluğunu düşünen bir insan da sadece dış düşmanı düşünürse siyasetçi olamaz, savaş için barış yasaları yapmaktansa barış için savaş yasa­ ları yapmadığı sürece gerçek bir siyasetçi olamaz. KLEİNİAS: Ey yabancı! Sözlerin tamamıyla doğru

görünüyor ancak Girit ve Sparta'da her şey sava­ şa göre planlanmış durumda. ATİNALI: Belki de haklısın. Ancak bu konuyu ayrınblı

629

bir şekilde incelememize gerek yok. Zaten konu daha önceden incelendiğine göre şuna geçelim: Doğuştan Atinalı olmakla beraber Sparta vatan­ daşı olan Tyrtaios'un4 konumuzla ilgili sözlerine bakalım: "Bir adam, en zengin adam olmasına rağmen ne kadar zengin de olsa, ne kadar başka özellikleri de olsa savaş konusunda kendisini ispatlayamadıysa bu kişi için bunları söylerim," diyor. Şüphesiz ki bu şiirleri biliyorsunuzdur! MEGİLLOS: Bilmez olur muyum? KLEİNİAS: Sparta'dan Girit'e geldiklerinden de emin

olabilirsiniz. ATİNALI: Hadi bu şairi birlikte sorgulayalım. "Ey tan­

rısal şair! Bizim gözümüzde çok bilge bir insan­ sın. Savaşta yararlılık gösterenleri övüyorsun. 4

MÔ sekizinci yüzyılda yaşamış, Messenia Savaşı sırasında yaz­ dığı elegeia1ar ile şöhret kazanmış Spartalı şair. 27

Platon

of.il

Ancak ben ve Knossoslu Kleinias, seninle aynı fikirde olsak da aynı kişilerden mi söz ediyoruz, bilemiyoruz. Bizim gibi iki ayrı türde savaş oldu­ ğunu düşünüyor musun?" Tyrtaios'a göre çok sıradan bir şair bile şöyle yanıt verirdi: "İki türlü savaş vardır ve bunlardan biri içsavaş dediğimiz savaşların en kötüsüdür, diğeri ise farklı halklara karşı yapılan savaşlardır. Birincisi ikincisinden daha zorludur." KLEİNİAS: Doğru. ATİNALI: Peki hangi savaştaki savaşçıları övüyorsun,

hangilerini eleştiriyorsun? Sanırım dış düşman­ larla olan savaştakilere. Çünkü şöyle söylüyor­ sun: "Düşmanlara bire bir dövüşmeye gireme­ yenlere." Buradan hareketle şöyle diyebiliriz: "Ey Tyrtaios! Sanırız sen daha çok yaban�ılarla yapı­ lan savaşlara göre konuşuyorsun." Ne dersiniz, bizimle aynı fikirde olur muydu? KLEİNİAS: Olurdu.

630

ATİNALI: Bunlar da çok cesurdurlar ama bana kalırsa

büyük savaştakilerin çok çok övülmeleri gere­ kir. Hem Sicilya'daki Megaralı Theogniss bizim­ le aynı düşüncede. Şunları söylüyor: "Kyrnos savaşının zor günlerinde dürüst bir insan altın ve gümüş kadar değerlidir." O halde bu kimse büyük savaşlarda üstünse aynı zamanda adil, sağduyulu, bilge ve cesur olmak, sadece cesur olmaktan ne kadar üstünse o kadar üstündür. Bir içsavaşta ne de olsa erdemli olmadan güvenilir 5

28

MÔ altıncı yüzyılda yaşamış bir şair.

n,,.

Yasalar

olunmaz. Tyrtaios'a göre çok sayıda ücretli asker ölüme gitmeyi göze alır. Ancak bunların çoğunlu­ ğu cesur, adaletsiz, ahlaksız ve aptal insanlardır. Peki, buradan ne sonuç çıkaracağız? Tyrtaios'un demek istediği nedir? Neyse, sonuç olarak yasa koyucular her ne kadar değerli olmasalar da Zeus'u gözeterek en büyük erdemlere göre hare­ ket edeceklerdir. Theognis'in verdiği örnekteki insan tipi de budur. Tyrtaios'un övdükleri ise ger­ çekten övülmesi gereken güzel bir şeydir, ancak bu erdemin diğerlerine göre geride kaldığını da belirtmek gerekir. KLEİNİAS: Bu durumda yasa koyucumuzu çok düşük

bir seviyeye indiriyoruz. ATİNALI: Hayır. Lykourgos ve Minos Sparta yasaları­

nı daha çok savaşları düşünerek hazırlamışlardır, oysaki biz onlarla aynı durumda değiliz. KLEİNİAS: Peki ne demek gerekir? ATİNALI: İlahi bir kahraman hakkında konuşurken

"doğru" ve "uygun" gibi kavramları da düşün­ meliyiz. Erdemin bir parçasına, hatta en önemsiz parçasına göre değil, bütününe göre yasaları oluşturmak gerekir. Ayrıca bu günlerdeki araş­ brmacılar yasaları gruplandırarak inceliyorlar, oysaki her birini teker teker incelemek doğru

631

olur. Yasaların her biri ihtiyaçlara göre ortaya çıkar, bazıları miras ve mirasçılar, bazıları saldırı ve buna benzer çok sayıda konuyu inceler. Bana göre yasalar üzerine iyi bir inceleme dediğim şekilde olmalıdır. Yasalar hakkındaki düşüncele29

Platon .q/

rin hoşuma gitti. Çünkü yasa koyucunun erdeme göre hareket etmesi iyi ama erdemin bir parçasına göre hareket etmesi, buradan hareketle yasala­ rı oluşturduğunu söylemen doğru değildi. Bu nedenle bundan sonra incelememize devam eder­ ken senden beklentimi açıklamamı ister misin? KLEİNİAS: Tabii ki. ATİNALI: Şöyle demeliydin: "Ey yabancı! Girit yasala­ rının

Yunanlar arasında ün kazanmasının nedeni

doğru yasalar olmaları ve uygulayanları mutlu etmeleridir. Mutlu etmelerinin nedeni de iyi şey­ ler sunmalarıdır. İyi şeyler insani ve tanrısal olanlar olarak ikiye ayrılırlar. İnsani iyiler tanrısal iyilere bağlıdır, kent tanrısal olanları aldığında insani olanları da alacakbr. Alamazsa ikisini de alamaz. Sağlık, güzellik, koşu ve beden eğitimi hareketleri, zenginlik tanrısı kör değildir, ancak bilgelikle beraber gelen zenginlik insani iyilerdir. Tanrısal iyiler ise bilgelik, akıl ve ruhun iyiliği, cesaretle birleşmeleriyle doğan adalet ve cesa­ rettir. Tanrısal iyiler insani iyilerden önemlidir ve yasa koyucu da buna göre hareket etmeli­ dir. Vatandaşların da tanrısal iyilere ulaşmala­ rı amaçlanmalıdır. İnsani iyiler tanrısal iyilere göre, tanrısal iyiler ise akla göre hazırlanmalıdır. Evlilikler, çocukların doğumları, yetiştirilmeleri, gençliklerinde ve yaşlılıklarında ödüllendirilmeleri ve cezalandırılmaları yasalarla belirlenmeli­

632

dir. Hazlar, aşk ilişkileri de yasalarla belirlenmeli ve buna göre ödül ya da ceza almaları gerekir. 30

r.:.-

Yasalar

Kızgın oldukları ya da korktukları zaman, şans­ sızlık kaynaklı problemler yaşadıklarında, işler düzgün giderken ortaya çıkan ani sorunlarda, hastalıklarda, savaşlarda ya da diğer durum­ larda kendilerine uygun şekilde hareket etme­ yi öğrenmelidirler. Yine yasa koyucunun alım satım işleri, isteyerek ya da istemeyerek dahil oldukları örgütlerden ayrılmaları, bunlar arasın­ daki ilişkiler, nerelerde ne gibi eksikler olduğunu anlaması, yasalara uyanların ödüllendirilmeleri, uymayanların cezalandırılmalarını, yine ölülerin nasıl gömüleceklerini ya da nasıl onurlandırıla­ caklarıru da düşünmesi gerekir. Yasalar yapıl­ dıktan sonra yasa koyucunun bilge ya da bilgece hareket etmesini bilen kişileri görevlendirmesi gerekir. Bu kimseler zenginlik ya da onura göre değil, akla göre hareket ettiklerini göstermeli­ dirler." Evet, böyle konuşmanı isterdim. Aynca Zeus ve Apollon Pythia'dan istekleriyle Minos ve Lykourgos6 tarafından oluşturulan yasalarda bu işlerin nasıl olduklarını açıklamanızı istiyorum. Bir de bu ülkelerde yaşayanlar dışında neden bizler için bu yasalar konusunda bilgili olmak pek söz konusu olamıyor, bu konuyu da açıklığa kavuşturun. KLEİNİAS: Hangi konuyla başlayalım yabancı? ATİNALI: İlk başta yapbğımız gibi yapalım. öncelikle

cesaret, ardından da diğer erdemleri inceleyelim. 6

Sparta kentinin yasalarını da yapmış olan efsanevi kralı. 31

Platon .q/

İlk baştaki yöntemle hareket edip diğer noktalara da aynı şeyi uygulayalım. Daha sonra da tanrının izniyle erdem konusuna değinerek bahsettiğin şeylerde erdemin olup olmadığına bakalım. MEGİLLOS: Tamam o zaman şu Zeus methiyecisi ile

633

başlayalım. ATİNALI: Tamam, ikimizin de düşüncelerini ölçelim.

Toplu yemek ve beden eğitimi konularını yasa koyucu savaşları düşünerek ortaya atb, değil mi? MEGİLLOS: Evet. ATİNALI: Peki üçüncü ve dördüncü bir kurum var

mı? Erdem bölümlerinde olduğu gibi bu noktanın açıklığa kavuşması halinde iyiliğin diğer türlerin­ de de benzeri bir yaklaşım sergilenmelidir. MEGİLLOS: Bir Spartalı olarak avcılık diyebilirim. ATİNALI: Mümkünse dördüncü ve beşincileri de ekle. MEGİLLOS: Bundan sonra beden eğitimi gelir. Örneğin

güreşlerde epeyce yara alınsa da güreşe devam edilir, bpkı savaşlarda çok sayıda yara alındığı zaman savaşa devam edilmesi gibi. Bu eğitim için krypteia7 denilen bir kurum vardır. Kışları çıplak ayakla gezilir, insanlar her mevsimde bütün ülke­ yi bu şekilde, hem de isimlerini bile kullanmadan gezerler. Yine gymasionlarda korkunç sıcağın albnda bir eğitim yaparız. Buna benzer başka şeyler de vardır.

7

32

Genç Spartalılar gizli servis benzeri bu örgütle ülkedeki helot ayaklanmalarını bastırmaya çalışırlardı.

� Yasalar

ATİNALI: Muhteşem, Spartalı yabancı! Çok güzel,

peki cesaret nedir? Sadece korku ve acıya daya­ nıklı olmak mı? Belki de çeşitli isteklere, hazlara ve hatta bir erkeğin yüreğini kolayca yumuşatabi­ len güzel sözlere direnebilmek de cesaret midir? MEGİLLOS: Sanırım hepsi. ATİN ALI: Sanırım daha önceden bir kişinin ya da ken­

tin kendi kendine yenilebileceğini söylemiştik, değil mi Knossoslu yabancı? KLEİNİAS: Evet. ATİN ALI: Peki kötü ifadesini acılara yenilen mi yoksa

hazlara yenilen için mi kullanıyoruz? KLEİNİAS: Hazlara yenilmenin daha kötü olduğunu

düşünüyorum. Zaten hemen herkes bu görüştedir. ATİNALI: Zeus ve Apollon'a bağlı olan yasa koyucu

634

sadece sol tarafını bunlarla savunmayı değil, aynı zamanda aldatmaya ve kandırmaya karşı da sağ tarafını korumanın gerekli olduğunu düşünmüştür, değil mi? KLEİNİAS:

Öyle olmalı.

ATİNALI: O halde her ikinizin de kentinde acıla­

rı bırakmayıp, hazları da tadıp bunlara hakim olmak isteyen ve onur elde etmek için bunlardan yararlanmak için neler yapıldığını konuşalım mı? Yasalarınız bunlara ne diyor? Kazanması gerek­ tiği zaman kazanmasını sağlayan, en yakın ve en zorlu düşmanlara yenilmeyeni hazlara ve acılara direnmeyi sağlayan cesaret nereden gelir? Hadi bunu konuşalım. 33

Platon �

MEGİLLOS: Ey yabancı! Aslında acılar üzerine konu­

şabileceğim yasaların sayısı hazlar üzerine olan­ lardan daha fazla, hazlar konusunda sadece basit birkaç şey söyleyebilirim. KLEİNİAS: Girit hakkında da benzeri bir durumdayım. ATİNALI: Dostlarım! Bunu garipsemiyorum. Ancak

birimiz en iyi ve en doğru olanı bulmak için ülke­ mizdeki yasaları eleştirecekse bu noktada birbiri­ mize yardımcı olmamız gerekir, bunun için birbi­ rimize kızgınlık duymamız da yakışık almaz. KLEİNİAS: Haklısın Atinalı, böyle olmalı. ATİNALI: Hem bizim yaşımızdaki insanlara bunun

tersini yapmak yakışmaz. KLEİNİAS: Kesinlikle. ATİNALI: Girit ve Lakonia yasalarına getirilecek eleşti­

rilerin haklılığı bir yana, ama çoğu insanın bildiği şeyler üzerine sizlerden daha fazla şey söyleye­ bilirim. Belki yasalarınız çok iyi olabilir ama en kötü noktalardan biri de şu: Hiçbir kimseye yasa­ larınızın hangilerinin iyi hangilerinin kötü oldu­ ğunu inceleme hakkı tanımıyorsunuz. Herkes bunları tanrıların düzenlendiğini söylüyor, biri­ leri yasalara eleştiri getirecek olursa kimse onu dinlemiyor, yaşlılardan biri yasalarla ilgili bir eleştiride bulunsa bu kez de sadece yaşlılar duru­ mu aralarında müzakere ediyor, gençlerin ise söz hakkı olmuyor. KLEİNİAS: Haklısın yabancı. Bir kahin gibi bizden çok

635

uzakta yaşamana rağmen ülkemizdeki durumu çok iyi özetledin. 34

"' Yasalar

ATİNALI: Yanımızda gençler olmadığına göre yasa

koyucu bu konulan eleştirme hakkım bizlere ver­ miş oluyor, değil mi? KLEİNİAS: Doğru. Sen de yasalarımızda eleştirilecek

yanları eleştir. Çünkü bir şeyin iyi olmadığım söylemek kötü değildir, bu nedenle de eleştirileri kızgınlıkla değil hoşgörüyle kabul edersek duru­ mu düzeltebiliriz. ATİNALI: Yasaları eleştirmeden önce inceleme yap­

mak gerekir. Bu nedenle onları eleştirmek yerine sadece kuşkulu kısımları dile getireceğim. Yasa koyucu Yunanlar ve barbarlar arasında sizlerin en büyük hazlardan uzak kalmanızı istemiştir, bunları asla tatmamalısınız. Yine biraz önce söy­ lediğimiz gibi çocukluktan itibaren acılardan ve korkulardan kaçılsa, böylesine büyük sorunlarla karşılaşıldığında önceden talimli olunduğundan dolayı bu eğitimi alanların kazanacaklarını ve hazları kendilerine köle yapacaklarım düşünmüş­ ler. Yasa koyucu hazlar konusunda da benzeri şeyleri düşünmeli ve şunları söylemeliydi: "Eğer gençlerimiz hazları tanımazlarsa, daha sonra onlara karşı durmak ve kötü bir şeyle karşıla­ şıldığı zaman nasıl mücadele edeceklerini bile­ mez olurlar ve bu nedenle de hazlarla mücadele edip kaybedenlerle aynı duruma geleceklerdir. Hazlara karşı koyanlara, hatta bazen daha kötü insanlara bile çok kötü bir şekilde köle durumu­ na düşeceklerdir. Bundan sonra da ruhlarının bir kısmı köle olacak, bir kısmı özgür kalacak. 35

Platon

ol'J,/

Gerçekten de cesur ve özgür insanlar gibi davra­ namayacaklardır." Söylediklerimin doğru olup olmadığını düşünün. KLEİNİAS: Sanki doğru gibi ama böylesi önemli bir

konuda kolayca "evet" demek de aceleci ve düşüncesizce bir davranış olur. ATİNALI: Peki, şimdi daha önceden belirlediğimiz

gibi konuşmaya devam edelim. Sırada cesaret değil de ölçülü olmak var. Kleinias ve Megillos

636

ülkenizde savaş konularında olduğu gibi diğer ülkelerden üstün olan hangi başlıklar var? MEGİLLOS: Yanıtlamak biraz zor ama toplu yemekler

ve beden eğitimi olabilir. ATİNALI: Sevgili yabancılar! Yönetim şekilleri konu­

sunda konuşurken teoride ve pratikte bir denklik sağlamak zor görünüyor. Aynı şekilde beden için de her kuralın tüm bedenler için doğru olması olanaksızdır. Bazılarımız için yararlı olan şey diğerleri için yararlı olmayabilir. Beden eğitimi ve toplu yemekler kentler için yararlı olsa da içsa­ vaşlarda durum farklı olabilir. Miletos, Boiotia ve Thurioi örneklerine bakalım. Ayrıca böyle bir şey insanların ve hayvanların çok doğal bir cinsel yasalarının aksine görünüyor. Hem sizin hem de beden eğitimiyle ilgilenen diğer kentlerin bu işte payları var gibi görünüyor. Bu iş ciddi de olsa ciddiyetsiz bir şekilde ortaya çıkarılsa da en nihayetinde erkek ve dişilerin üremeleri için bir araya getirilmeleri amacıyla ortaya çık36

lb-

Yasalar

mışhr. Aynı cinslerin birbirlerine ilgi duymaları hazlarını engelleyememelerinden kaynaklanan bir sorundur. Gaynmedes sorunundan dolayı Giritlileri suçlayabiliriz ama onlar da bu hikayeyi Zeus'a dayandırırlar. Tanrının yaphğıru yaparak haz almaya bakmışlar. Neyse bu konuyu şimdi­ lik bir yana bırakalım. İster kentler için, isterse kişiler için incelemelerde bulunan herkes hazlar ve acılarla ilgilenir. Çünkü bunlar doğal kaynak gibidirler, kendilerinden ölçülü bir şekilde yarar­ lanan kişiler ve ülkeler mutlu, ölçüsüzce yararla­ nanlar mutsuz olur. MEGİLLOS: Ey yabancı! Güzel söyledin, bunlara ne

eklenebilir bilemiyorum. Knossos yasaları üzerine Kleinias konuşur. Ama Sparta için yasa

637

koyucunun hazlardan uzak kalınmasını istemesi doğru bir yaklaşımdır. Bence bu yasalar en güzel yasalardır, çünkü insanları kendilerinden geçiren, aptalca şeyler yaphran tüm hazları dışlamışhr. Sparta topraklarındaki hiçbir yerde şölen göre­ mezsin, yine tüm hazları alıp sarhoş gezen insanlara büyük cezalar verilir. Zamanında arabalı oyunlarda Dionysos bayramını bahane ederek böyle eğlencelere kahlanlara bile ceza verilmiştir. Tarentum kolonimizde Dionysos bayramında bütün kentin sarhoş olduğunu görmüştüm, ülke­ mizde böyle şeyler olamaz. ATİNALI: Lakedaimonialı yabancı! Bu türden şeyler

övgüye değer olabilir. Ancak başka biri de ken­ disini savunmak için ülkenizdeki kadınların gev37

Platon

.q..

şekliğinden bahsedebilir. Bu işlerde Tarentum, ülkem ya da sizin ülkenizdeki geleneklerin kötü olması belirleyici değil. Şöyle bakalım: Bir insan ülkesinde alışkın olmadığı şeyleri görüyor olsun. Ona diğerleri şöyle der: "Şaşırma yabancı! Bizde böyle ama sizde de farklı gelenekler var." Ancak burada diğer insanların yaklaşımlarından değil, yasa koyucuların yaklaşımdan bahsetmekteyiz. İçki konusunda da bir şeyler söylemek gerekir. Bu, sıradan bir alışkanlık değildir; ancak sıra­ dan bir yasa koyucunun da bileceği iş değil­ dir. Kastettiğim şey içki içmek değil, sarhoşluk durumu. Savaşçı halklar olan İskitler, Persler, Kartacalılar, Keltler, Iberialılar, Trakyalılar gibi mi içmeli yoksa sizin gibi mi davranmalıyız? İskitler ve Trakyalılarda herkes sürekli içer, içki­ leri temiz elbiselerinin üzerine dökerek güzel bir geleneği yerine getirdiklerini düşünürler. Persler de içkiye düşkündür ama çok daha ölçülüdürler. MEGİLLOS: Oysaki silahı elimize aldığımızda bunla­

rın hepsini bozguna uğratırız. ATİNALI: Yine de böyle söyleme! Çünkü nedeni

bilinmeyen çok sayıda kovalamaca olmuştur, bundan sonra da böyle gidecek. Bu nedenle savaşta yenmek veya yenilmek derken aslında bir kurumun iyiliğinden ya da kötülüğünden söz etmiyoruzdur. Büyük kentler küçükleri yenerler, Syrakusalılar oralarda çok iyi yasaları olduğu düşünülen Lokrislileri ya da Atinalılar Keoslular yendiler ve köleleri yaptılar. Buna benzer başka 38

,,,_ Yasalar

örnekler de var. Geleneklerden bahsedelim ama yenmek ya da yenilmek konumuz olmasın. Hangi gelenekler daha iyidir hangileri daha kötüdür, buna bakmaya çalışalım. Bu konuda yararlı ve yararsız olanların nasıl incelenmesi gerektiğini açıklayalım. MEGİLLOS: Senin düşüncen ne? ATİNALI: Bir gelenekten söz edildiği zaman onun

hemen övülmesi ya da eleştirilmesi doğru değil. Örneğin birisi ekmeklik buğdayın iyi bir şey olduğunu söylüyor. Diğeri ise onun neye yaradı­ ğını, nerede yetiştirildiğini, kim için nasıl üretildi­ ğini, ne zaman kimlere verileceği bilmeden eleş­ tirmeye başlıyor. Sanırım biz de aynı şekilde dav­ ranıyoruz. İçki denildiği zaman bazıları hemen övmeye, diğerleri hemen eleştirmeye başlıyor. Bu doğru değil. Herkes kendi örneklerinden hareket ediyor, bazılarımız içkiden uzak durulduğu için savaş kazanıldığını iddia ediyor, bu da doğru olmayabilir. Diğer konuları da böyle incelersek hata yapabiliriz. İçki konusunu belirlediğim şekil­ de incelemek istiyorum. Böylece doğru yöntemi de sizlere gösterebileceğim. Çünkü bu konuda sizden farklı düşünen bir halkın sizinle tarbşması gayet doğal. MEGİLLOS: Elbette bu konuları tarbşmanın doğru bir

639

yolunu biliyorsak. ATİNALI: Tamam. Bir kimse keçi beslemenin güzel

bir şey olduğunu, aynı zamanda hayvanların da 39

Platon """"

değerli olduklarını düşünsün. Ancak başka biri­ si de keçilerin dikili arazilerde otlayıp tarlalara zarar verdiğini söyleyerek hayvanları kötülesin. Bu durumda başıboş dolaşan tüm hayvanları kötülese bu adamın eleştirilerinin bir değeri ola­ bilir mi? MEGİLLOS: Olamaz. ATİNALI: Gemi kaptanı bilgili olsa da kendisini deniz

tutuyorsa, onu kaptan yapmaya devam eder miyiz? MEGİLLOS: Söylediğin gibi deniz tutuyorsa olmaz. ATİNALI: Peki komutana ne demeli? Adam çok bilgili

ama savaş sırasında sarhoş olacak kadar kendin­ den geçiyorsa onu komutan yapabilir miyiz? MEGİLLOS: Yapamayız. ATİNALI: Bir de bilgisiz ve korkaksa. MEGİLLOS: Eyvah! O zaten değersiz biridir, kadınla­

rın bile en kadınsısıdır. ATİN ALI: Bir halkın başında yöneticisi varsa ve onun

sayesinde daha iyi bir duruma gelebiliyorsa, aynı halk o yöneticiyle bir araya gelememiş ya da kötü bir yönetici albnda hareket etmişse onları eleştiren ya da övenlere ne diyeceğiz? Bu halkları inceleyenlerin eleştirilerinin bir anlamı olur mu? MEGİLLOS: Tabii ki onlar olması gerektiği gibi örgüt­

lenen kurumu hiç görmedilerse ve o toplumlarda hiç bulunmadılarsa onlara ne diyebiliriz? ATİNALI: Bir topluluk dediğimiz zaman buna içki

sofralarını ve ziyafetleri de dahil edebilir miyiz? 40

� Yasalar

MEGİLLOS: Ederiz. ATİNALI: Peki bu uygun bir şekilde düzenlenebilir

mi? Bunu cevaplamanız kolay değil. Çünkü bildi­ ğiniz bir şey değil. Aynca yasak. Ben çok sayıda böylesi sofraya konuk oldum, hepsini de incele­ dim, bazıları dışında hemen hemen hiçbir şeyde düzgünce kurulmuş bir sofra görmedim. KLEİNİAS: Daha açıklayıcı olur musun? Senin de ifade

ettiğin gibi tecrübemiz olmadığı için bu doğru

640

olan ve olmayanı ayırt edemiyor olabiliriz. ATİNALI: Tamam, açıklamaya çalışayım. Hangi baş­

lıkta olursa olsun tüm toplantılarda bir lider olması gerektiğini düşünüyor musun? KLEİNİAS: Tabii ki. ATİNALI: Biraz önce savaşların da bir komutanı olma­

sı gerektiğini söyledik. KLEİNİAS: Evet. ATİN ALI: Biraz önce komutanların cesur olmaları

gerektiğini de söylemiştik. KLEİNİAS: Doğru. ATİNALI: Cesur insanlar korkulacak zamanlarda daha

az korkarlar. KLEİNİAS: Doğru. ATİNALI: Bir komutan hiçbir şeyden korkmayan ve

olumsuz anlamda etkilenmeyen bir insana ver­ mek için elimizde bir alet olsa bu aleti kullanmaz mıydık? KLEİNİAS: Kullanırdık. 41

Platon

ofJ./

ATİNALI: Tamam ama şimdi savaş zamanında düş­

manın karşısına çıkacak bir adamdan değil, barış zamanında kurulacak dost toplantılarının hoşgö­ rülü liderinden bahsedelim. KLEİNİAS: Tamam. ATİNALI: İçkili bir şölende karışıklık yaşanmaması söz

konusu olabilir mi? KLEİNİAS: Olabilir mi hiç? ATİNALI: O halde burada mutlaka bir yönetici olma­

lıdır. KLEİNİAS: Kesinlikle, başka yerlerden daha çok ihti-

yaç vardır. ATİN ALI: Peki, akıllı biri yönetici olmalı değil mi? KLEİNİAS: Elbette. ATİNALI: Çünkü bu kimsenin şölene katılanların ara­

sındaki dostluğu koruması ve sohbeti de daha iyi bir noktaya taşıması gerekir. KLEİNİAS: Çok haklısın. ATİNALI: Bu durumda içki içen insanların başında

ayık ve bilge birisi olması gerekir. Sarhoşların başında sarhoş, akılsız ve genç bir insanın hata yapmaması olamaz. KLEİNİAS: Bu da çok doğru. ATİNALI: Bu durumda çok iyi bir liderin olduğu bu

tarz bir toplantıyı eleştirenler sadece toplantının kendisini eleştiriyorlardır, oysaki kötü uygula­ mayı görenler ise sadece uygulamanın kötü olma­ sından dolayı eleştiri getiriyorlardır. Bu insanlar 42

;r,.

Yasalar

uygulama iyi olsa, iyi bir lider olsa durumun farklı olacağını anlamıyorlardır. Ne dersin, sence de sar-

641

hoş bir kaptan, sarhoş bir komutan ya da sarhoş herhangi birisi yönettiği şeyi mahvetmez mi? KLEİNİAS: Tamamıyla haklısın, fakat şuna yanıt ver

lütfen: İçki konusunda bir yasa varsa bundan ne elde ederiz? Örneğin, ordu söz konusu olduğu zaman savaşları kazanacağız, bu önemli bir yarar; diğerleri için de benzeri şeyler söyleyebiliriz. Fakat bir şölenin doğru düzgün planlanmasının o devlete yaran nedir? ATİNALI: İyi eğitimli bir çocuğun kente ne yararı

vardır? Bunu sordukları zaman küçük bir yaran olduğunu ama eğitimin çok önemli olduğunu belirtiriz. Çocukların iyi bir şekilde eğitilmeleri­ nin onların erdemli insanlar olmalarını sağladı­

ğını bu sayede başarılı olduklarını, hatta savaşlar kazandıklarını ifade edebiliriz. Eğitim zafer sağ­ ladığı gibi kibir de getirebilir. Çünkü çok sayıda insanın savaşlarda kazandıklarından dolayı kibir­ lice hareket ettikleri ve çok sayıda kötülük yapbğı bilinir. İşte bu nedenle asla Kadmos Eğitimi olma­ mışbr. Ancak Kadmos Zaferleri sıklıkla yaşan­ mışbr ve yaşanmaya devam edecektir. KLEİNİAS: O halde iyi kurulmuş bir ortamda birlikte

içmenin büyük yararı olduğunu düşünüyorsun. ATİN ALI: Çok haklısın. KLEİNİAS: Şimdi söylediğin şeyin haklılığını ispatlar

mısın? 43

Platon .q/

ATİNALI: Bu konuda bu kadar farklı görüş varken

ispat etmek ancak tanrının becerebileceği bir iştir. Ancak düşüncelerimi açıklamamı isterseniz bunu keyifle yaparım, ne de olsa yasalar ve devlet yönetimi hakkında konuşmaya yeni başladık. KLEİNİAS: Evet bizler de zaten senin düşüncelerini

öğrenmek istiyoruz. ATİNALI: O halde konuşmaya devam edelim; ben

açıklamaya çalışayım, siz de anlamaya çalışın. Yunanlar arasında Atina konuşkan ve geveze, Sparta az ve öz konuşan, Girit ise konuşmaktan çok dinleyen olarak ün salmışhr. O halde ben de

642

sarhoşluk gibi çok da önemli olman bir konu­ da lafı fazla uzatarak onları haklı çıkarmamaya çalışayım. Yapılması gereken müzikteki doğru yaklaşımın kavranmasıdır, aksi takdirde söyle­ diklerimiz yeterince açık olmaz. Müzik eğitimi­ nin tamamı kavranmazsa bunların uzun uzun konuşulmaları gerekir. Peki, şimdi ne yapmamız gerektiğini düşünün. Bunu bırakıp başka bir konuya mı geçsek, ne dersiniz? MEGİLLOS: Ey Atinalı! Belki de ailemin kentiniz­

de proksenoss olduğundan haberin yoktur. İnsanlar proksenos oldukları zaman, hele ki bir de çok uzun zamandır bu şekilde olduklarında o kente karşı büyük yakınlık duyarlar. Ben de benzeri duygular içindeyim. Hatta ne zaman Spartalılar Atinalıları kötüleseler bana, "Megillos 8 44

Yani büyükelçi.

� Yasalar

senin kentin!" derler. İşte bu nedenle kötüleyen­ lere karşı mücadele ettikçe kentinize karşı sevgim çoğaldı. Arbk konuşmanız da hoşuma gidiyor, "Atinalıların hepsi insanlardır," türünden lafların doğruluğuna inanıyorum. Çünkü bu insanlar iyi huylu, doğuştan iyi huylu insanlardır. Bu neden­ le dilediğin kadar uzun konuşabilirsin. KLEİNİAS: Beni de dinle,

daha sonra istediğin

kadar konuş. Burada Epimenides9 adında tanrı soyundan bir adamın yaşadığını bilirsin. Pers Savaşları'ndan on yıl önce bu akrabamız olan adam tanrının sözlerine uygun bir şekilde kurbanlar kesti; Perslerden korkan Atinalılara Perslerin on yıl gelmeyeceklerini, geldiklerinde de başarılı olamayacaklarını, büyük zararlara uğrayarak geri çekileceklerini söylemiş. İşte o zaman atalarımız

643

sizinle dost oldular, o zamandan bu yana da ben ve ailem sizlere büyük dostluk duyarız. ATİNALI: Tamam o zaman, siz dinlemeye hazır­

sınız, ben de konuşmaya hazırım. Gerçi pek kolay olmayacak ama yine de denemeye değer diye düşünüyorum. Öncelikle eğitimin ne oldu­ ğunu ve nasıl bir etkisi olduğunu konuşalım. Konuşmamızın şarap tanrısına gelene dek bu şekilde devam etmesi gerekir. KLEİNİAS: Tamam, söylediğin gibi yapalım. ATİN ALI: Eğitimin ne olması gerektiğini açıkladığım­

da bakalım bunu beğenecek misiniz? 9

Aslında Epimenides MÖ 600 yıllarında yaşamışbr. 45

Platon .q/

KLEİNİAS: Açıkla. ATİNALI: Tamam, bir insan başarılı olmak istediği

zaman, çocukluktan itibaren çalışırken de eğle­ nirken de bu başarı isteğine göre disiplinle hare­ ket etmelidir. Örneğin iyi bir çiftçi ya da inşaatçı olmak istesin, inşaatçı olmak isteyen de mutlaka oyuncak evlerle oynamalıdır. Çiftçi de benzeri şeyler yapmalıdır, yani çocukların eline daha son­ rasında ilgilenecekleri şeylerin küçükleri veril­ melidir. Marangozların kural ve ölçüleri doğru kullanması, askerlerin ata binmeleri gibi önceden öğrenilmesi gereken şeyler çocukken oyunlar aracılığıyla verilmeli, çocukların bunlardan haz ve istek duymaları sağlanmalı ve büyüdükleri zaman için bir hedefleri olmalıdır. Bana göre çocukların ileride mükemmel insanlar olmaları için ruhlarının buna uygun şekilde yönlendiril­ mesi eğitimdeki en önemli noktadır. Bu açıkla­ mamda rahatsız olduğunuz bir şey var mı? KLEİNİAS: Hayır, yok. ATİNALI: Ancak eğitim başlığını netleştirmek gerekir.

İnsan davranışlarını eleştirdiğimiz ya da övdü­ ğümüz zaman onların eğitimlerinden söz ederiz. Tüccarlar, gemiciler ya da diğer konularda iyi eği­ tim almış insanlar için de bunları söyleriz. Tabii ki bahsettiğim eğitim bunların eğitimleri gibi değil, bahsettiğim şey çocukluktan itibaren erdemli ve mükemmel insanlar olma isteğini uyandıran, adaletli bir şekilde yönetmeyi ve yönetilmeyi bilen insanlar olmayı sağlayan bir eğitim. Bu 46

� Yasalar

söylediğim şey ve vermeyi düşündüğüm eğitim

644

şekline "eğitim" dememiz yerinde olacakhr. Öte yandan para, bedensel üstünlük ya da akıl ve adalet dışında bir eğitim aslında ismine de özgür insanlara da yakışmayan bir eğitimdir. Neyse, isim üzerinde fazla durmamıza gerek yok; önemli olan doğru eğitim alan insanların genelde iyi insanlar olmaları, mükemmel dediğimiz insanların en büyük özelliklerinden biri de iyi insanlar olmaları olduğuna göre eğitim konusunu ciddiye almak gerekir. Eğer eğitim bozulursa düzeltmek çok zor olur, bu nedenle insanlar hayatları boyunca buna özen göstermelidirler. KLEİNİAS: Biz de aynı fikirdeyiz. ATİNALI: Biraz önce dedik ki: Kendini yönetenler iyi­

dir, yönetemeyenler kötüdür. KLEİNİAS: Haklısın. ATİNALI: Bu söylediklerimizi biraz daha açıklayalım.

Bunları size bir örnekle açıklamama izin verin. KLEİNİAS: Olur. ATİNALI: Herkes tek başına ayrı bir insandır değil mi? KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: İçimizde zevk ve acı denilen birbirlerinin

zıddı iki duygu vardır. KLEİNİAS: Doğru. ATİNALI: Bir de ileride yaşanacak şeylere yönelik ola­

rak bazı duygularımız vardır. Bunlara beklenti diyebiliriz. Korku ya da güvenlik denilen duygu47

Platon

oq/

lar da acı ve zevkle ilişkili olanlardır. Yine bütün bunların dışında neyin iyi neyin de kötü olduğu­ nu gösteren akıl yürütme vardır. Bir kentin akıl yürütmesine de hukuk denilir. KLEİNİAS: Bazen zorlanıyorum anlamakta, ama

devam edebilirsin. MEGİLLOS: Ben de aynı durumdayım. ATİNALI: Şöyle bir örnek verelim: Tanrının bizleri

oynamak için yarattığı kuklalar olarak düşü­ nelim. Belki de oyuncak değilizdir ama önemli değil. Ama duygularımızın bizleri sinir ya da ip gibi çektiklerini düşünelim. Bazen de birbirlerine zıt olduklarından dolayı zıt şeyler yapmaya iti­ yorlar. Erdem ve kötülük arasındaki fark da buna benzer. Akla göre bunlardan biri her zaman takip edilmelidir, sinirlerin çağrısına da karşı çıkmalı­ dır, bu aklın bilgeliğidir, kentte de bu yasaladır. Bunlar albndan yapılmışbr. Albndan yapılanlar daha kolayca bükülürler, diğerleri daha farklı şeylere benzerler. Fakat yasanın önerdiklerini dinlemek gerekir, hem güzeldir hem de aynı zamanda yumuşak olduğundan zorlamaz da. İçimizdeki albndan yapılmış olanın diğer şeyleri de yiyebilmek için iplere ihtiyacı vardır. Böylece bizim gibi kuklalar için erdemle ilgili hikaye anlam kazanır, aynı zamanda kendini yenmek ve yenilmek sözlerinin de anlamı olur. Yine kentle­ rin ya da buradaki doğru akıl yürütmeyi gerçek­ leştirebilen insanların buna uygun yaşamaları, tanrıdan ya da bu işleri bilen birinden akıl alan

645

48

;rı-

Yasalar

devletin yasalar çıkarıp kendi içindeki ve ülkeler arası ilişkileri yürütmesi gerekir. Bu sayede kötü­ lük ve erdemi daha kolayca gözetleyebileceğiz. Bu noktalar netleştiği zaman eğitim ve diğer baş­ lıklar da daha kolayca konuşulabilir hale gelecek, hatta belki de önemsiz görüldüğü için üzerine çok uzun süre düşünülmeyen içki sofraları ile daha çok konuşulmayı hak edecektir. KLEİNİAS: Haklısın, mevcut tarbşmamız için önemli

görülen konuşmaları konuşmaya devam edelim. ATİNALI: Sence bir kuklaya içki verirsek ne olur? KLEİNİAS: Neden sordun? ATİNALI: Bir nedeni yok, ama şarap versek ne olur,

bunu öğrenmek istedim. Daha açık sorayım: İçki içilirse zevk, acı, kızgınlık ve aşk gibi duygular yoğunlaşır mı? KLEİNİAS: Elbette. ATİNALI: Hisler, anılar, fikir ve düşünceler ne olur?

Bunlar da yoğunlaşır mı yoksa yok mu olurlar? Daha doğrusu içkiyle boğulduklarında insanı tamamen yalnız mı bırakırlar? KLEİNİAS: Yok olurlar. ATİNALI: Yani ruh sanki bir çocuk gibi olur, değil mi? KLEİNİAS: Tabii ki. ATİNALI: Bu durumda da kendine hakim olamaz. KLEİNİAS: Doğru.

646

ATİNALI: Bu durumdaki bir insan kötülerin de en

kötüsü olur mu? 49

Platon �

KLEİNİAS: Olur. ATİNALI: Yani yaşlıların dışında sarhoşlar da ikinci

defa çocuk olurlar. KLEİNİAS: Muhteşem bir gözlem, yabancı! ATİNALI: Böyle bir şeyi yaşamamak varken yaşamayı

seçmenin gereği var mı? KLEİNİAS: Var gibi, çünkü biraz önce buna benzer

şeyler söylüyordun. ATİNALI: Doğru, evet söylemek üzereydim, şimdi de

söyleyebilirim, beni dinlemeye hevesliydiniz. KLEİNİAS: Halen hevesliyiz. Bir insanın özgür irade­

siyle ahlaksızlığın derinliklerine dalmak istemesi şaşırtıcı, ne olursa olsun bu saçma ve tuhaf duru­ mun nedenini öğrenmek isteriz. ATİNALI: Ruhun ahlaksızlığından bahsediyorsun

değil mi? KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Bir insan zayıflık, güçsüzlük ya da çirkinlik

gibi nedenlerle bedensel açıdan kötü durumda olursa ona şaşırır mıyız? KLEİNİAS: Şaşırırız. ATİNALI: Peki bir insan ilaç almak için hekimle­

rin yanına gidiyorsa, bu insanların bedenlerinde uzun süre devam edecek ve devam ettiği zaman da yaşamak istemeyecekleri bir durumla karşı­ laşacaklarını bildiklerini ya da Gymnasionlarda antrenman yapanların o zaman zarfında öncelikle zayıflamaları gerektiğini bildiklerini biliyoruz, değil mi? 50

;&-

Yasalar

KLEİNİAS: Biliriz. ATİNALI: Yani daha sonra elde edecekleri yarar için

bunu yaparlar? KLEİNİAS: Çok doğru. ATİNALI: Peki başka şeyler için de benzeri bir şekilde

düşünemez miyiz? KLEİNİAS: Olur. ATİNALI: İçki içmek konusuna da aynı şekilde yakla­

şalım. KLEİNİAS: Tamam. ATİNALI: Eğer içki içmenin bedene özen göstermekten

daha az yararlı olmadığını ispatlarsak içki içmek antrenman yapmaktan daha yararlı olacaktır, çünkü biri acılarla birlikte olurken diğeri acılar olmadan oluyor. KLEİNİAS: Haklısın da böyle bir yarar olacak mı? ATİNALI: O halde şimdi bunu açıklamaya çalışalım.

Şimdi şunu yanıtla: Birbirlerine hemen hemen zıddı olan iki ayrı korku türü var mıdır? KLEİNİAS: Ne demek istedin? ATİNALI: İleride yaşayabileceğimiz acılardan korka­

rız. KLEİNİAS: Doğru. ATİNALI: Kötü bir şey yaparsak ya da söylersek ismi­

mizin kötüye çıkmasından da korkarız. Çünkü bu noktada kişiliğimizin adı kötüye çıkmıştır ve biz buna hemen herkes gibi utanç deriz.

647

KLEİNİAS: Haklısın. 51

Platon

.qf

ATİN ALI: Kastettiğim iki korku buydu. Birisi acı veren

şeylere diğeri korku durumuna karşıdır. Yine aynı zamanda en güçlü ve sıklıkla karşılaşılan hazlara karşıdır. KLEİNİAS: Çok haklısın. ATİN ALI: O halde yasa koyucu ya da başka sıradan bir

insan bu korkuya utanma derken zıddı duruma da utanmazlık adını verecektir. Bunun da kişisel ya da devlet bazında en büyük kötülük olduğunu ifade edecektir. KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: öyleyse bu korku bizi çok daha kritik nok­

talarda korur. Birisinde bir tarafta yer alıp savaşta zafer kazanmayı ve aynı zamanda selameti getirir. Zafer için en önemli özellik düşmana karşı cesaret ve dostların karşısında utanma duygusudur. KLEİNİAS: Elbette. ATİNALI: Bu durumda hepimizin hem korkusuz hem

de korkak olması gerekir. Bunu örneklerle ispat­ ladık. KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Yani insanları korkusuz yapmak istiyorsak

aslında yasalar karşısında korkmasını da istiyo­ ruz demektir. KLEİNİAS: Görünüşe göre öyle. ATİNALI: Yine bir insanı yasalar karşısında korkak

durumuna düşürmek istiyorsak ne olacak? Bu insanı utanmazlık durumuna getirmek ve bu 52

ro,.

Yasalar

şekilde eğitmekle, kendi hazlarına karşı savaş­ masını sağlayarak kazanmasını beklememiz gerekmez mi? Belki de içindeki korkaklığa karşı savaşmayacak, bu şekildeki bir savaştan zaferle ayrılmadığı için mükemmelleşemeyecek, böylesi­ ne savaşlara girmediği için tecrübe kazanamaya­ cak ve olması gereken erdemi elde edemeyecek; aksine oyunlar ve antrenmanlarda utanmazlık ve adaletsizliğe giden yolları görmediği için hazlar ve isteklerle savaşmamış olacak, aklıyla ve bece­ risiyle bunları yenmeyen bir insan mı ölçülü bir insan olacak? KLEİNİAS: Böyle düşünmek makul olmaz. ATİNALI: Bir tanrı insanlara korku ilacı verse de insan­

lar bu ilaçtan her içtikleri zaman mutsuz olsalar, hem o andan hem de gelecekten korksalar ve bu

648

insanlar çok cesur olsalar da korkuyor olsalar ancak içkiyi bıraktıklarında düzelseler ne olurdu? KLEİNİAS: İnsanların kullandıkları böyle bir ilaç var mı? ATİNALI: Yok ama olsaydı cesaret konusunda yasa

koyucular için yararlı olmaz mıydı? Ona şöyle diyebilirdik: "Sevgili yasa koyucu! Giritliler ya da başkalarına yasalarını yap ama elinde korkaklık ve cesaret konusunda insanları denetleyebilecek bir şeyin olsun istemez miydin?" KLEİNİAS: Kesinlikle isterdi. ATİNALI: Bunu güvenli bir ortamdayken mi yoksa

tehlikeler içindeyken mi isterdi? KLEİNİAS: Güvenli ortamdayken. 53

Platon JJ,J

ATİNALI: Şöyle devam ederdik: "Bu insanları korku­

suz olmaları için korkuların içine atıp, korktukları zaman eleştirip uyararak ya da korkmadıkla­ rı zaman onları onurlandırarak mı teşvik eder ve istediğin gibi olmalarını sağlardın? İyice ve cesurca davrananları onurlandırıp kötüleri ceza­ landırır mıydın? Belki de içkiyi suçlu bulmaz ve bundan hiç yararlanmazdın." KLEİNİAS: Yararlanmaz olur mu hiç? ATİNALI: Bu durumda bugünkü uygulamalar saye­

sinde, bu eğitim bir kişi için de çok sayıda kişi için de oldukça kolaydır. Bir insan kendine gelmeden utanmasından bahsetmek ve görülmemesi gerek­ tiğini düşünerek herkesten uzakta ve çok farklı yöntemlerden ziyade bu korku ilacı sayesinde korkulara karşı kendini eğitirse doğru davranır. Bir insan doğası sayesinde ve aynı zamanda çok çalışarak eğitilmesine güvenerek, erdemi sayesin­ de önemli bir konuda ciddi bir hata yapmayacak ve değişmez bir ilacın zorunlu etkisinin kendi gücünün üzerinde olduğunu göstermekten çekin­ mezse ve diğer insanlar gibi ilaca yenilmekten korkup sonuna gelmeden içmeyi bırakırsa doğru bir iş yapmış olur. KLEİNİAS: Ey yabancı! Böyle bir insan ölçülü bir

insandır. ATİNALI: Yasa koyucuya şöyle demek gerekir: "Ey

649

yasa koyucu, bir tanrı böyle bir ilaç vermemiş­ tir, 54

kendimiz de böyle bir ilaç bulamadık ama

;ı-,,.

Yasalar

korkusuzluk için ya da önemsiz şeyleri geçen ve gereksiz cesaret ortaya koyan bir ilaç var mıdır?" KLEİNİAS: İçki diyecektir. ATİNALI: Biraz önce söylediklerimize karşıt etkisi yok

mudur içkinin? İçen kişi daha önceden olduğun­ dan daha keyifli olur, içtikçe umutlanır ve aynı zamanda özgüven kazanır, en sonunda sanki bir bilge gibi konuşma yeteneği ve cüretkarlığı kazanır. Bu işin sonunda tamamen korkusuz olur ve bir şey söylemek ya da yapmaktan korkmaz. Herkes aynı düşüncede mi? KLEİNİAS: Elbette. ATİNALI: Aynca ruhumuzda iki şeyin geliştirilmesi

gerektiğini söylemiştik, birisi mümkün olduğun­ ca cesur olmak diğeri de mümkün olduğunca korku duymak. KLEİNİAS: Evet, sanırım alçakgönüllülüğün işaretleri­

ni veriyorsun. ATİNALI: Hafızanız size güzel hizmet ediyor, peki

cesaret ve korkusuzluğu korkuya karşı geliştir­ mek gerekliyse, acaba tersini de başka durumlar­ da yapabilir miyiz? KLEİNİAS: Kesinlikle olası görünüyor. ATİNALI: Yani çok cesur ve atılgan olduğumuz

durumlarda utanmazlıktan kaçınmalı, kötü bir şey yapmak ya da söylemekten ve bunun sonuç­ larım yaşamaktan uzak durmalıyız. KLEİNİAS: Haklı gibisin. 55

Platon JJ,J

ATİN ALI: Yani bu hale gelmemizi sağlayan kızgınlık,

şehvet, cehalet, korkaklık, savurganlık, zenginlik ya da güzellik, güç gibi hazlar bakımından sarhoş olduğumuzda kendimizden geçmemizi sağlayan şeylerden söz ediyoruz. öncelikle bunları dikkatli ve bize zarar vermeyecek şekilde denemek gere­ kir, ardından gerekli önemleri alarak uygulamak için içki sofrasında ya da eğlencede nasıl hareket etmek gerektiğine bakmalı. Sizce son derece kötü bir ruhu onu tehlikeye sokarak denemek mi daha

650

tehlikelidir yoksa birlikte Dionysos bayramını izleyerek mi? Cinsel zevklere aşırı derecede düş­ kün bir insanı denemek için kendi çocuklarını ve karını ona verip en sevdiklerini tehlikeye atarak mı inceleme yaparsın? Diğer örneklerde de kötü bir şey yaşamadan eğlenerek bir ruhu deneme­ nin yolu bulunamaz. Ayrıca sanırım Giritliler de diğer insanları denemek için bu yolun uygun olduğuna ve diğer denemelere göre bunun çok daha az tehlikeli ve aynı zamanda eğlenceli oldu­ ğunu kabul edeceklerdir. KLEİNİAS: Haklısın. ATİNALI: Bu durumda insanların ruhlarını ve karak­

terlerini anlamak bu işlerle uğraşanların yapma­ ları gereken en yararlı şeylerden biridir. Bu sanata da siyaset sanatı deriz, değil mi? KLEİNİAS: Kuşkusuz.

56

İKİNCİ KİTAP ATİNALI: O zaman şöyle devam edelim: Bu inceleme

652

sadece ruhsal durumumuzun nasıl olduğunu göstermeye mi yarar yoksa düzgün planlanmış içkili bir toplantıda aynı zamanda başka yararlar da var mıdır? Var gibi görünüyor çünkü aklımız bizi buraya itiyor. Fakat aklımızın yanlış yere itmemesi için nasıl ve ne şekilde olduğuna bak­ mamız gerekir. KLEİNİAS: Devam et. ATİNALI: Doğru eğitimin ne olduğunu tekrar açıkla-

653

mak istiyorum. Çünkü biraz önce söylediklerimiz bunun sağlanmasının planlamada yattığıydı. KLEİNİAS: Çok doğru sözler. ATİNALI: Çocuklar ilk zamanlar sadece zevk ve acı

duyarlar. Ruhlarına ilk giren erdem ve kötülük bunlardır. Ancak bilgelik ya da doğru yerleşik sonuçlar elde edebilmek yaşlılıkta bile mutluluk veren şeylerdir. Bunlar ve bunlardan elde edilen iyilere ulaşanlar mutludurlar. Eğitim çocuklarda öncelikle erdemin ortaya çıkarılmasıdır. Bunları henüz akılla kavrayamadıkları zamanda çocu­ ğun ruhu doğru bir şekilde oluşturulursa, akıl işin içine girdiği zaman aklın sayesinde doğru 57

Platon JJ,/

alışkanlıklar elde edecekler ve bu uyum da erdemi getirecektir. Zevk ve acılar konusunda çocukluktan itibaren nefret edilmesi gerekenler­ den nefret edecekler, yapılması gerekenleri çok sevecekler. Evet, işte bir akıl yürütmeyle eğitim tanımını yapsaydın ikimiz de aynı şeyi söylemiş olacakbk. KLEİNİAS: Eğitim konusunda şu ana dek söyledikleri­

nin de şimdi söylediklerinin de doğru olduğunu zannediyoruz. ATİNALI: Tamam. Hazların ve acıların doğru şekil­

de yönetilmeleri eğitimle belirlenen bir şeydir. İnsanlarda zaman zaman azalır ya da bozu­ lur ancak tanrılar insanların çalışmaları sırasın­ da zaman zaman eğlenceli şeyler yapmalarını istedikleri için onlara bayramlar vermişlerdir. Musaları, komutanları Apollon'u, bayram arka­ daşı Dionysos'u ve tanrılarla beraber kutlanan bayramları en azından disiplinimizi düzeltmek için vermişlerdir. Şimdi sözlerimin doğruluğunu inceleyelim. Gençlerin bedenlerinin ve dillerinin hareketli olduğunu söylerler. Örneğin bazılarının çok dans ettiğini, bazılarının oyun oynar gibi zıp­ ladıklarını, bazılarının sürekli konuşup bağırdık­ larını, koşturduklarını ve gürültü çıkardıklarını biliriz. Bizlerin ritim ve uyum dediği ahenk diğer canlılarda olmayan bir şeydir. Oysaki tanrıların bayram dostları olarak verildiğimiz için tanrılar da bize haz veren ritim ve uyumu vermişlerdir. Bu sayede şarkılar ve danslarda birbirimize

654 58

� Yasalar

yapışırız ve keyifle hareket ederiz, korolanmızı da onlar yönetirler. Hatta koro kelimesi sevinçıo kelimesinden gelmektedir. Buraya kadarı doğru mu? Eğitimin ilk aşamasını Musalar ve Apollon mu veriyor? KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Bu durumda koro eğitimi almış olan eğitim-

li, almamış olan eğitimsiz oluyor. KLEİNİAS: Doğru. ATİNALI: Koro eğitimi hem dansı hem de şarkıyı kapsar. KLEİNİAS: Elbette. ATİNALI: Yani iyi eğitimli bir insan dans edebilmeli ve

şarkı söyleyebilmelidir. KLEİNİAS: Haklısın. ATİNALI: Şu ana kadar konuştuklarımızı toparlayalım. KLEİNİAS: Anlayamadım. ATİNALI: Güzel şarkı söylemek ve dans etmek dedi­

ğimiz, buna söylediği şarkılar ve ettiği danslar güzel de diyebilir miyiz? KLEİNİAS: Deriz. ATİNALI: Tamam ama bu insan nasıl bir insan olma­

lı? Güzele güzel, çirkine çirkin diyen bir insan mı olmalı? Yoksa müzik ve dans konusunda iyi eğitim almış olmalı ancak bedeni ve sesiyle güzel olanları yapabilen ve güzel olmayandan hoşlan­ mayan biri mi olmalı? Belki de bedeni ve sesiyle 10 Burada XOQOÇ kelimesi hayal ürünü olarak xana kelimesinden

türetilmiştir. 59

Platon ""'

bunları yapamaz ama hazlar ve acılar konusunda güzeli sevip çirkinden nefret eder. KLEİNİAS: Ey yabancı! Eğitim açısından ikisi arasında

önemli bir fark vardır. ATİNALI: O halde üçümüz şarkı ve danstaki güzel­

likleri kavrarsak doğru eğitim ve doğru olmayan eğitimi de kavrarız demektir. Bunu söylemeden de eğitimde bir koruyucu olup olmadığını anla­ yamayız değil mi? KLEİNİAS: Kesinlikle haklısın. ATİNALI: O halde artık bize yakışan, patikadaki tazı­

lar gibi iyi resim, dans, müzik ya da melodiyi bulabilmek. Bunu beceremezsek Yunanlar ya da barbarlarda olduğu gibi doğru eğitim üzerine konuşacaklarımızı boşuna olur. KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Bunlara nasıl bir tanımlama getirmemiz

655

gerekir? Sence benzeri sıkıntılar duyan cesur ve korkak insanların sesleri birbirlerine benzer mi? KLENIAS: Benzemez. Tenleri bile farklı renkteyken bu

nasıl olacak? ATİNALI: Haklısın. Ancak müzik, ritim ve ahenkten

oluştuğuna göre müzikte hem resim hem de ezgi var demektir. Ritimli ve uyumlu bir ezgi ya da resme koro öğretmenlerinin dediği gibi güzel renkli demek de doğru sayılmaz. Öte yandan korkak ya da cesur insanların bir resimleri ya da ezgileri vardır. Cesur olanlarınki güzel, diğerle­ rininki çirkindir diyebiliriz. Neyse, uzatmadan 60

lb-

Yasalar

şöyle diyelim: İsterse doğruca isterse bir örnek yoluyla gösterilmiş olsun, ruh ve bedenin erde­ mine yönelik resim ve ezgiler güzel, erdemsizliğe yönelik olanlar ise çirkindir. KLEİNİAS: Haklısın, biz de aynı fikirdeyiz. ATİNALI: Bir de hepimiz tüm korolardan aynı şekilde

hoşlanır mıyız? Yoksa tersi mi doğru? KLEİNİAS: Tersi doğru. ATİNALI: Bu durumda neden öyle olur? Herkes için

güzel şey aynı mıdır yoksa aynı olsalar da aynı değil gibi mi görünürler? Kötüyü gösteren dans­ lar erdemi gösterenlerden daha güzel olduklarını, birileri erdem resimlerinden hoşlanırken diğerle­ rinin zıtlanndan hoşlandıklarını söyleyebilecek bir insan yoktur. öte yandan çoğu kimse müziğin doğruluğunu ruhları tatmin etme gücünde görür. Ancak bizleri yanıltan nokta da bu olsa gerek. KLEİNİAS: Nasıl bir yanılma? ATİN ALI: Korolar çeşitli durumlarda ortaya çıkan

karakterleri canlandırırlar, koro üyeleri de elle­ rinden geldiğince ve kendi ahlak anlayışına göre taklit ederler. Bu sözlerden, bnılardan ya da dans­ lardan karakterleri ya da alışkanlıklarına uygun bir şekilde hoşlanırlar. Bu şeyleri buna uygun biçimde överler ya da güzel derler. Ancak kendi karakterlerine uygun olmayan bir durumda bun­ ları övmeleri söz konusu değildir. Bunlara mut­ laka "çirkin" diyeceklerdir. Öte yandan kişinin karakteri düzgün olsa ama alışkanlıkları bozuk 61

Platon .q/

olsa ya da tam tersi bir durum söz konusu olsa, bu durumda hazlara uygun olmayan övgüler

656

getirebilirler ya da aslında övülmesi gereken şeyleri utanıp yapmayabilirler. Örneğin beden­ lerini hareket ettirip dans etmelerinin bilgeliğine saygı duydukları insanların karşısında uygun bir davranış olmadığını düşünürler, ancak aslında bundan hoşlanıyorlardır. KLEİNİAS: Çok haklısın. ATİNALI: Kötü resimlerden ya da müziklerden hoş­

lanan bir insan bundan zarar görür mü? Ya da iyilerden hoşlananlara bunun bir yararı olur mu? KLEİNİAS: Muhtemelen. ATİNALI: Kötü insanların alışkanlıklarıyla bir araya

gelip nefret etmeyen ama bundan hoşlanan, sanki bir rüyadaymış gibi kötülüğü öylesine eleştiren insanın durumu aynı mıdır? Hem bundan hoşla­ nan insan övmekten utansa da hangisine benzi­ yorsa ondan hoşlanacakbr. Bunun dışında hangi kötülük ya da iyiliği yaşamamızın kaçınılmaz bir şey olduğunu söyleriz? KLEİNİAS: Sanırım böyle bir şey yok. ATİNALI: Musalarla ilgili olarak eğitim ve eğlence

konularının yerinde bir şekilde yasalarla düzen­ lendiği ya da ileride düzenleneceği ülkelerde, şairlere eserlerindeki ritimler, bnılar ya da sözleri kafalarına göre belirleme hakkı verilebileceğini ya da erdem veya kötülükler açısından ne olduğuna bakılmadan iyi yasalarla yönetilen bir ülkede 62

n:,.

Yasalar

vatandaşların çocuklarını böyle eğittireceklerini mi sanıyorsunuz? KLEİNİAS: Bu olamaz. ATİNALI: Oysaki Mısır dışında hemen her yerde yapı­

lıyor. KLEİNİAS: Mısır'daki yasalar nasıl? ATİNALI: Anlahlması bile harika. Şimdi konuştuğu­

muz konuyu, yani gençlerin çalışmalarında güzel resimler ve ezgiler uygulamaları gerektiğini çok eskiden bu yana bildiklerini anlıyoruz. Bu konu­ ları açıklayıcı şekilde tapınaklara asmışlar, res­ samlar ya da diğer sanatçılar bunların dışında bir yenilikte bulunamazlar. Geleneksel şeylerin dışı­ na çıkamazlar; bu konuda da, müzik konusunda da, diğer alanlarda da durum aynıdır. Bakhğın

657

zaman on bin yıllık -evet ne söylediğimin farkın­ dayım- resim ya da heykeller olduğunu görürsünüz, bunlar gerçekten de on bin yıllık şeyler ve aynı sanatla yapılan eserler bugünkülerden daha güzel ya da çirkin değiller. KLEİNİAS: Harika bir şey. ATİN ALI: Tabii bunu belirleyen daha çok yasa koyucu

ve siyasetçidir. Elbette başka eksiklikler de var­ dır, ancak müzik konusunda gerçektir ve doğal yapısı sayesinde doğru olan melodiler için bir yasa yapılması şarthr. Bunu da bir tann ya da onun gibi birisi yapabilir, örneğin oradaki çok uzun zamandır var olan melodiler İsis'inmiş. Söylediğim gibi buradaki doğruluğu anlarsak 63

Platon "'41

onu yasalara da koymalıyız, çünkü müzik söz konusu olduğu zaman yenilikler getirecek haz eski ve kutsal koroyu yok edebilecek kadar güçlü değildir. Zaten orada böyle bir yozlaşma olmadı­ ğı ve her şeyin aynı kaldığı görülüyor. KLEİNİAS: Evet, söylediklerinden çıkan sonuç bu. ATİNALI: Bu durumda koroyla beraber ortaya çıkarı­

lan müzik ve eğlenceler için bunu söyleyebiliriz. Peki, iyi durumda olduğumuz zaman mutlu olu­ ruz, mutlu olduğumuz zaman da seviniriz, değil mi? KLEİNİAS: Doğru. ATİNALI: Sevindiğimiz zaman da hareketsiz kalama­

yız, değil mi? KLEİNİAS: Haklısın. ATİNALI: Gençler dans etmeye heveslidirler, eğlence

ve mutluluk içindeyken bizler ise eski çevikli­ ğimizi ve hevesimizi kaybettiğimiz için onları izlemekle yetinmemiz gerektiğine inanırız. Zaten gençliğimizdeki olup bitenleri hahrlatan bu şen­ likleri olabildiğince düzenlemeye çalışırız, değil mi? KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Çoğu kimsenin bugün yarışan dansçılar

hakkında söyledikleri şeyler haksızdır, değil mi? Kendilerini en çok eğlendiren, en hoşlarına giden insanın birinci olması gerektiğini söylüyorlar. Eğlenceye kahldığımıza göre kendilerini en çok

658

eğlendirenin onurlandırılması ve birincilik kazan64

lb-

Yasalar

ması gerekmez mi? Böyle davranılırsa en doğru şekilde davranılmış olmaz mı? KLEİNİAS: Olur. ATİNALI: Tamam ama hemen karar vermeyelim,

ayrıntıları incelersek daha iyi karar verebiliriz. Varsayalım ki biri jimnastik, müzik ya da bini­ cilik gibi konulardan biriyle ilgili bir yarışma düzenliyor ve hangi konu olduğunu açıklamadan sadece kendilerini en çok eğlendirenin yarışma­ yı kazanacağını, çünkü önemli olanın insanlar eğlendirmek olduğunu söylüyor ve bunun için de tüm kenti bir araya getirip bir ödül belirliyor. Bunu söylerse nasıl bir etkisi olabileceğini düşü­ nüyorsunuz? KLEİNİAS: Hangi açıdan ATİNALI: Homeros gibi bir epik şiir, bir diğeri lirik

şiir söyler. Tragedya, komedya söyleyenler, kukla gösterisi yapanlar da olabilir. Hepsinin birincilik beklemesinde şaşırılacak bir şey yok, böyle çok sayıda yarışmacı gelse kimin birinciliği hak etti­ ğini söyleyebilir misin? KLEİNİAS: Saçma olurdu. Hem bu yarışmacıları din­

lemeden kimin birinci olduğunu nasıl söyleyebi­ lirim. ATİNALI: Bu saçma sorunun yanıtını vermemi ister

misiniz? KLEİNİAS: Olur. ATİNALI: Küçük çocuklar jüri olsalar kuklacıyı seçer­

ler, değil mi? 65

Platon JJ,J

KLEİNİAS: Kesinlikle. ATİNALI: Daha büyük çocuklar ise komedyacıyı;

eğitimli insanlar, kadınlar ve gençler ve büyük çoğunluk tragedyacıyı. KLEİNİAS: Olabilir. ATİNALI: İlyada ve Odysseia ya da Hesiodos'tanıı

bir şeyler okuyan epik şairi de bizim gibi yaş­ lılar beğenir ve onun büyük bir farkla kazan­ dığını ifade ederlerdi. Sence kim kazanmalı? Sorunumuz bu değil mi? KLEİNİAS: Evet. ATİN ALI: Bana kalırsa birinciliği bizim yaşımızdaki­

lerin karan belirlemeli. Çünkü bize göre epik şiir dünyadaki en güzel şiir türüdür. KLEİNİAS: Doğru. ATİNALI: Bence müziğin haz · vermesi bakımından

değerlendirilmesi en uygunudur. Çoğu kimseyle bu konuda aynı görüşteyim. Fakat bu sıradan

659

insanların değil, eğitimli insanların hoşuna giden ve eğitimiyle diğerlerinden öne çıkan insanla­ rın hoşuna giden sanat olmalı. İşte bu nedenle yarışma hakemlerinin erdemli olmaları gerekir. Çünkü bilge ve cesur da olmaları gerekir. Gerçek bir hakem çoğunluğun beğenisinden etkilenip kararını ona göre vermemeli, eğer korkakça dav­ ranarak karar verirse tanrıların adıyla kararını

11 Yunan didaktik şiirinin babası olarak da bilinen ve Tanrılann Do­

ğuşu ve İşler ve Günler isimli eserleriyle bilinen şair. 66

r>

Yasalar

ilettiği ağzım sanki bir umursamazlıkla kirlet­ memelidir. Hakemlerin seyircilerin öğrencileri olmamaları gerekir, onlara öğretmenlik yapma­ lıdırlar.ıı Seyircilere uygun olmayan hazlar ve kişilere karşı çıkmak gerektiğini öğretmek görev­ leri arasındadır. Zaten en eski Yunan yasaları da bunu gerektirir. Oysa Sicilya ve İtalya'da çoğun­ luğun beğenisine göre karar veriliyor. Bu durum şairleri de etkilemiştir. Hakemler bu yanlış bakış açısına göre karar verdikleri gibi tiyatroya da zarar verdiler. Çünkü seyircilerin kendilerinden üstün olanları izlerlerken haz almaları gerekir. Oysaki şimdi tersi yaşanıyor. Buradan çıkacak sonuç sence bu mu? KLEİNİAS: Ne? ATİNALI: Birkaç defa eğitimin çocukların yasada

doğru bir şekilde ifade edilen ve aynı zamanda en bilge insanlar tarafından tecrübeler sonucunda elde edilmiş noktaya getirebilme amacında olduğunu belirttik. Çocukların ruhları yasaya ve ona boyun eğenlerin istediklerinin aksine şeylerden zevk almaya ya da acı duymamaya alışmamalıdır. Ruhları etkileyen şarkı denilen şey bu nedenle ortaya çıkmıştır ve uyumu sağlamaya çalışır. Oysaki gençlerin ruhu bu uyumu sağlamaktan uzaktır, bu nedenle ona şarkı ve eğlence olarak yaklaşırlar. Aynı şekilde hastalara ya da düşkünlere bakanların yaptığı gibi13 işlerine yarayacak

660

12 Daha ayrıntılı bir şekilde bkz. 6, 764. 13 Bkz.Euthydemos, 290.

67

Platon .q/

olan şeyleri lezzetli şeylerle, yaramayacak olan­ ları ise lezzetsiz şeylerle vermeleri gibi birinden hoşlanıp diğerinden hoşlanmayacaklardır. Bu nedenle gerçek bir yasa yapıcının müzisyenleri güzel ve ölçülü sözlerle ölçülü, cesur ve erdemli insanlara uygun melodileri ritim ve uyum içinde yaratmaya itecekler hatta zorlayacaklardır. KLEİNİAS: Ey yabancı! Zeus aşkına konuş! Diğer kent­

lerde böyle yapıldığına inanıyor musun? Girit ve Sparta dışındaki kentlerde bunun yapıldığını duymadım. Hatta dans ve diğer müzik başlıkla­ rında yasalar aynı kalsa da Mısır örneğindeki gibi aynı ölçüde ve aynı yapıda, sürekli değişen abar­ hlı yaklaşımlarla yepyeni şeyler ortaya çıkıyor. ATİN ALI: Sevgili Kleinias! Pek de asilce konuşmadım.

Söylediğin şey sanki bugünlerde de geçerliy­ miş gibi konuştuysam kendimi iyi ifade edeme­ miş olabilirim, bundan ötürü bana karşı olmana şaşırmamalıyım. Müzik konusundaki isteklerimi öyle bir ifade ettim ki sen de bunların gerçekten olduklarını zannettin. Zaten bir şey yanlış gidi­ yorsa onu eleştirmek çok doğrudur. Neyse, şimdi bana yanıt ver: Bu türden bir uygulama Girit ve Sparta'da daha fazla mı olmakta? KLEİNİAS: Evet. ATİN ALI: Diğerleri de yapıyor olsalardı, durum

bugünkünden daha mı iyi olurdu? KLEİNİAS: Girit ve Sparta'daki gibi olsaydı daha iyi

olurdu, zaten biraz önce sen de benzeri şeyleri söyledin. 68

1::,.

Yasalar

ATİN ALI: Tamam o zaman konuyu netleştirelim:

Müzik ve eğitim konusunda şu şekilde düşünü­ yorsunuz, değil mi? Şairler insanlara iyi insanların ölçülü ve adil olmalarının mutluluk getireceğini, aynı zamanda bu insanların talihli olduklarını da ifade ediyorlar. İnsanların fiziksel görüntüleri ya da zenginlikleri bu noktada belirleyici değildir. Kinyrası4 ve Midas'tan bile zengin olsa adaletsiz davranıyorsa mutsuzdur ve kötü bir yaşamı vardır. Şairiniz doğru söylüyorsa "adalet olmadan iyi şeyler yapan ya da edinen insana bir şey söylemem" bakarım lafı güzel şeyleri adilce yapmayan insan için "düşmanlarıyla çar-

661

pışmaya istekli olacakhr", adil değilse "kanlı ölümün yüzüne bakmaya cesaret edemez". Trakyalı Boreas'ı yenemediği gibi iyi bir şey de yapama­ yacakhr. Çünkü çoğunluğun iyi dediği şeylere iyi demek yeterli olmuyor. En güzel şeyin sağlıklı olmak, ardından güzel olmak ve sonrasında da zenginlik ve iyi şeyleri yapmak olduğu söylenir. İyi denildiği zaman iyi ile ilgili şeyleri algılamak, bir tiran gibi kafasına göre hareket etmek, tüm mutluluklar olarak bunlara sahip olmak ve bir an önce ölümsüzlük elde etmek anlaşılıyor. Fakat bizim düşüncemize göre adil insanlar için bir şey kazanmak iyidir, ancak adil olmayanlar için sağlık da dahil olmak üzere hepsi kötüdür. Böylesine insanlar için görmek, duymak, algıla-

14 Apollon'un oğlu, Kıbns'ın efsanevi kralı.

69

Platon

.qf

mak, yaşamak, yani erdem ve adalet dışındaki iyilere sahip olan bir insan için büyük kötülüktür. Bu şekilde bir insan ne kadar az yaşarsa kötülük de o kadar az yayılır. Ne dersiniz, şairlerinize benim söylediklerimi söyleyip uyum ve ahengi sağlayarak gençlerinizi eğitmeye çalışacaksınız, değil mi? Özetle şunu söylemek istiyorum; kötü şeyler adaletsizler için iyidir, adaletliler için kötü­ dür. İyi denilen şeyler ise iyiler için iyi, kötüler için kötüdür. Şu ana kadar konuştuklanmızda aynı fikirde miyiz? KLEİNİAS: Bazı konularda evet, bazılarında hayır. ATİNALI: Şöyle bir insan olsun: Çok zengin ve yaşamı­ nın

sonuna kadar güçlü kalabilecek., hatta kötü şey­

lerin hiçbirini yaşamadan müthiş bir güçle, bunlara ölümsüzlük ve cesaret de dahil olmak üzere içinde adaletsizlik ve kibirden başka bir şey olmayan bir adam var olsun. Bu insanın mutlu değil de sefil olduğuna inandıramıyorum, değil mi? KLEİNİAS: Çok haklısın. ATİNALI: Tamam şimdi ne söyleyelim? Cesur, güçlü, zengin, yaşamı boyunca istediğini yapan bir insan adaletsiz ve kibirliyse, size göre de aşağılık bir

662

yaşam sürmüyor mu? Aşağılık diyebilir miyiz? KLEİNİAS: Bu olur. ATİNALI: Kötü bir yaşamı varıs desek nasıl olur? KLEİNİAS: Bu ikisi aynı değil. 15 ıcaıcWç ı:;i')v ifadesini Kleinias burada sefil bir yaşam olarak kabul ediyor.

70

lb-

Yasalar

ATİNALI: Kendine zararlı ve tatsız desek nasıl olur? KLEİNİAS: Bunlar da aynı değil. ATİNALI: Sanırım bu konularda ancak bir tanrının

isteğiyle anlaşabiliriz. Çünkü tamamen fark­ lı düşünüyoruz. Sevgili Kleinias! Söylediklerim Girit'in bir ada olması kadar net şeyler. Yasa koyucu olsaydım şairlere ve kentteki herkese bunu söyletmeye çalışırdım. Birileri ülkede kötü oldukları halde boş boş gezen insanlar oldukları­ nı, yararlı ve kazandıran şeyler ile adaletli olanın birbirinden farklı olduğunu söylese ona büyük cezalar verirdim. Giritlilerin, Spartalıların ve baş­ kalarının da bildikleri ve konuşulan bazı şeyleri bana anlatmaları için onları zorlardım. Zeus ve Apollon aşkına, size bu yasaları veren tanrılara şöyle soralım: "En adaletli yaşam en hoş yaşam mıdır yoksa en hoş ve en adaletli olmak üzere iki ayn yaşam mı vardır?" İki ayrı yaşam oldu­ ğunu söylerlerse, o zaman onlara bu kez doğru bir şekilde şu soruyu sorarız: "Kimler mutludur? En adil mi yoksa en hoş yaşayanlar mı?" "Hoş yaşayanlar" şeklinde yanıt verirlerse bu garip olur. Ancak ben bu konuşmayı tanrılar yerine yasa koyucularımız ve atalarımızla yapmak isti­ yorum. Yasa koyucular ve atalarımız buna "hoş" diye yanıt vermiş olsunlar. Ben de şöyle söyle­ rim: "Benim mutlu yaşamamı istiyordun ve bu yüzden de olabildiğince adil olmamı istemiştin." Burada yasa koyucularımız ve atalarımız çeliş­ kiye düşeceklerdir ve yanıt veremeyeceklerdir. 71

Platon

J/,/

En adil yaşamın en mutlu yaşam olduğunu söy!erlerse, herkes hazdan daha güzel ve iyi olarak

663

gördüğü şeyi bulmaya çalışır. Adil bir insan için hazdan daha iyi nedir? İnsanlardan ya da tanrı­ lardan gelen övgü ya da ün bizleri memnun etse de zevkli olamaz. Kötü ün ise tersidir, değil mi? Aslında pek de öyle değil. Herhangi birine kötü­ lük yapmamak ya da herhangi birinden kötülük gelmemesi iyi ve güzel de olsa sıkıcı bir durum­ dur, tersi ise çirkin ve kötü olmasına rağmen sıkı­ cı değildir, ne dersiniz? KLEİNİAS: Böyle bir şey olabilir mi? ATİNALI: Bu durumda hoş olanı adil, iyi ve güzelden

ayıramıyorsak bu başka şeylere yaramasa bile adil bir yaşam için inandırıcı olur. Yasa koyucu için bunların böyle olmadıklarını gösteren görüş­ ler en kötü, çirkin ve çelişkili şeyler olacakhr. Çünkü insanlar zevk verecek şeylerden daha çok acı verici olanları yapmaya kalkışmazlar. Uzaktan bakılan şeyler, başta çocuklar için olmak üzere çoğu insan için belirsiz şeylerdir. Yasa koyucu­ nun bizleri söylediklerimizin tersi bir noktaya götürebilecek, belirsizliği yok edecek, bir şekilde alışhrarak, överek ya da açıklama yaparak ada­ let ve adaletsizlik arasındaki belirsizliği aşarak adaletsiz bir insanın kötü insanın bakışıyla güzel bir şey yaptığına ve adaletli bir insanın bakışıyla kötü bir şey yaphğına herkesi ikna edecektir. KLEİNİAS: Haklı görünüyorsun. 72

� Yasalar

ATİNALI: Fakat kim doğru değerlendirmede buluna­

bilir, iyi insan mı kötü insan mı? KLEİNİAS: Kuşkusuz ki iyi insan. ATİNALI: Bu durumda adaletsiz bir yaşam adil yaşam­

dan daha utanç verici olduğu gibi aslında daha da az hoşa gidecek türdendir. KLEİNİAS: Söylediklerimize uygun olarak böyle olma­

sı gerekiyor. ATİN ALI: Sıradan bir yasa koyucu şimdi söyledikle­

rimizin ışığında değil de gençlerin iyilikleri için bir hikaye anlatmış olsaydı, herkesin gönüllü bir şekilde daha iyi olabileceği bir hikaye bulabilir miydi? KLEİNİAS: Gerçek güzel ve her zaman geçerli olan

olsa da insanları inandırmak kolay değildir. ATİNALI: Doğru ama inanılmaz görünen Sidon hika­

yesi16 ya da başka şeylere inanmıyorlar mı? KLEİNİAS: Hangisine? ATİNALI: Toprağa ekilen dişlerden silahlı askerlerin

çıktığının anlatıldığı masallara. Aynı zamanda yasa [664] koyucu için gençlerin ruhlarının ikna edilmeye çalışılması gibi önemli bir şey varken kent için başka bir şey aramasına da gerek olmaz. Bir kentin şarkılarında, hikayelerinde, atasöz­ lerinde her zaman benzeri şeylerin söyleniyor olmasına dikkat etmesi gerekir. Benimle aynı düşüncede değilseniz söyleyin.

664

16 Bkz. Platon, Devlet, 414.

73

Platon

J'.i/

KLEİNİAS: İkimizin de karşı olacağını zannetmem. ATİNALI: Bana kalırsa üç türden koro olmalıdır.

Bütün koroların çocukların ruhlarını genç ve körelmemişken, daha önceden konuştuğumuz ve bundan sonra konuşacağımız güzel şeylere yön­ lendirmeleri gerektiğini düşünüyorum. öncelikle tanrıların en iyi ve en hoş yaşamın aynı olduğunu söylediklerini belirtmeliler. İnandırmamız gere­ ken insanları başka bir şey söylemek yerine buna inandırmak için daha çok çabalayacağız. KLEİNİAS: Söylediklerin çok doğru. ATİNALI: Bu durumda öncelikle Musalar için kurul­

muş çocuk korosunun kentin önüne çıkıp bunları söylemesi, ardından da otuz yaşından küçüklerin kurdukları koronun gelmesi gerekir. Bunların da Paian'a seslenip gençleri ikna etme gücünü ken­ dilerine vermesini isteyeceklerdir. Ayrıca otuz ile altmış yaş arasındakilerden oluşan üçüncü bir koro da olmalıdır, altmıştan sonrakiler şarkı söylemeyecekleri için onların da tanrısal bir sesle kendilerine benzer yaşamları anlatan masallar anlatmaları gerekir. KLEİNİAS: Bu üçüncü koro nedir? Bununla ilgili söy­

lemek istediklerini tam olarak anlayamadık. ATİNALI: Ancak bundan önce söylediklerimiz bunun

içindi. KLEİNİAS: Tam olarak anlayamadık, biraz daha açık­

layıcı olur musun? 74

it.-

Yasalar

ATİNALI: Biraz önce tüm gençlerin doğaları gereğince

hareketli olduklarını ve bedenlerini ve dillerini tutamadıklarını söyledik. Sürekli gürültü çıkarırlar, bu konularda diğer canlıların bir düzen kura­ bilmeleri söz konusu değildir. Sadece insanlar

665

ritim duygusuna sahiptir, aynı zamanda yüksek ve alçak tonları birleştirerek uyumu ortaya koyarlar. Bunların hepsi bir araya gelince koro dansı ortaya çıkar. Tanrıların bize aadıklanru ve bu nedenle koro arkadaşı ve rehberi olarak Apollon, Musalar ve yanlış habrlamıyorsak Dionysos'u verdiklerini söylemiştik. KLEİNİAS: Kesinlikle, habrlıyoruz. ATİNALI: Apollon ve Musalar korosundan bahsettiği­

mize göre sırada Dionysos korosu var. KLEİNİAS: Tamam da nasıl olacak? Otuz ya da elli

yaşlarını geçmiş, hatta altmış yaşına yaklaşmış insanlar Dionysos onuruna dans mı edecekler? Bunu duymak şaşırba. ATİNALI: Haklısın, bu konuda açıklama yapmalıyım

ve ne kadar makul olduğunu göstermeliyim. KLEİNİAS: Tamam. ATİNALI: Daha önceden söylediğim şey üzerine anlaş­

bk mı? KLEİNİAS: Hangisi? ATİN ALI: Tüm yetişkinlerin, çocukların, özgür ya da

köle, erkek ya da kadın fark etmeden olağanüstü ilahiler söylemeleri, bu ilahiler her zaman o kadar 75

Platon ""'

farklı ve değişik şekillerde olabilmeli ki ilahi söy­ leyenler bunlara karşı heves duyup haz alsınlar. KLEİNİAS: Bu konuda aynı fikirde olmaz mıyız! ATİNALI: Kentin gururu olan bir koro en bilge eylem­

lerini, en inandırıcı kimseler olarak nerede söy­ leyip gerçekleştirebilir? Yoksa bu çok güzel ve yararlı şarkılar söyleyenlerden oluşan koroyu boş mu vereceğiz? KLEİNİAS: Konuştuklarımıza göre boşveremeyiz. ATİNALI: Peki şuna ne dersiniz? KLEİNİAS: Neye? ATİNALI: Yaşlandıkça insan şarkı söylemek istemez,

daha az söylemek ister ya da utanır. Yaş ilerledik­ çe de bu çoğalır, değil mi? KLEİNİAS: Doğru. ATİNALI: Bundan dolayı tiyatroda insanların karşısına

çıkmaktan iyice utanacaklardır. Hem bu insanları yarışmaya hazırlanan koro üyeleri gibi aç susuz bırakıp şarkı söylemeye zorlarsanız iyiden iyiye utanarak isteksizleşeceklerdir. KLEİNİAS: Kesinlikle böyle olur.

666

ATİNALI: Peki onları şarkı söylemeye istekli hale nasıl

getireceğiz? On sekiz yaşın altındakilerin çalış­ madan önce gençlik çılgınlıklarından vazgeçip bedenlerini ve ruhlarını iyice azdırmamaları için içki içmeyi yasaklayacağız, değil mi? Otuzunun albndakiler içki içmeli ama ölçülü bir şekilde, sarhoş olmamalı ve fazla alkol almamalıdırlar. 76

@o

Yasalar

Kırkından ileri olanlar toplu yemeklerde içtik­ ten sonra tanrılara seslenebilirler. Dionysos'u ve diğer tanrıları da bu yaşın üzerindekiler kutlama yemeklerine çağırabilirler. Tanrı yaşlıların sert­ liğini yok etmek için ilaç olarak içkiyi vermiştir. Böylece gençleşiriz, isteksizliğimiz biter, sanki ateşe sürülmüş demir gibi yumuşarız ve sonun­ da iyice esneriz, değil mi? Bu durumdaki herkes daha istekli, daha az utanarak, belki yabancılar karşısında değil ama belirli tanıdıkları karşısında büyüleyici şarkılarım söyleyeceklerdir. KLEİNİAS: Kesinlikle böyle olurdu. ATİNALI: Böyle bir yöntem sayesinde bizimle beraber

şarkı söyleyebilirler. KLEİNİAS: Evet. ATİN ALI: Nasıl bir dille hangi şarkıyı söyleyecekler?

Kendilerine uygun bir dil olması gerekir değil "? mı.

KLEİNİAS: Doğru. ATİN ALI: Tanrılara benzeyen bu insanlara yakışan

nedir? Koro şarkıları mı? KLEİNİAS: Bizler korolarda öğrendiklerimizden başka

şarkılar söylemeyiz. ATİNALI: Normaldir, çünkü en güzel şarkıyı bilmiyor­

sunuz. Ülkeniz kentlerde yaşayan insanlara göre değil de bir kışlada yaşayanlara göre kurulmuş. Gençlerinizi sürüler halinde otlayan taylar gibi bir arada yaşatıyorsunuz, hiçbiriniz daha vahşi ve

667

huysuzken kendi tayım alıp başına özel bir seyis 77

Platon �

atamıyor. Hiç kimse onun sadece iyi bir asker olması için değil, aynı zamanda iyi bir yönetici olması için çabalamıyor. Ancak bir kişinin cesa­ retinin kentler ve kişiler arasında erdem bakımın­ dan ilk sırada yer almadığını Tyrtaios örneğinde açıklamışhk. KLEİNİAS: Nedendir bilemiyorum ama yine yasa

koyuculanmızı küçük düşürüyorsun? ATİNALI: Hayır. Yapsam bile bilerek yapmadım,

ancak aklımızın peşinden gitmeye devam edelim. Tiyatrolar ve koro müziklerinden daha güzel bir müzik varsa bu müziği diğer müzik türlerinden utanan ve aynı zamanda en güzel müziğe kabl­ maya istekli olanlara vermeliyiz. KLEİNİAS: Tamam. ATİNALI: O halde şu söyleyeceğimiz şeyin mutlaka

bir çekiciliği olmalı, ya çekiciliği olması önemli bir özelliktir, ya doğrudur ya da caziptir. Örneğin yemek ve içmek bize haz sağlar, doğruluk ve yarar bakımından da yiyeceklerin getirdiği arlılar olarak tanımlayacağımız bir şey vardır. KLEİNİAS: Doğru. ATİNALI: Öğrenme de hoş ve haz vericidir. Ancak

doğruluk, yarar, iyi ve güzel açısından değerlen­ dirirsek de gerçekliğinden bahsetmemiz gerekir. KLEİNİAS: Tamam. ATİNALI: Peki benzerliğe dayanan eserlere ne deme­

li? Haz veren bir şey veriyorlarsa, buna çekicilik dememiz doğru olmaz mı? 78

r,,,.

Yasalar

KLEİNİAS: Olur. ATİNALI: Bu noktada doğruluğu sağlayan şey haz

değildir, nitelik ve nicelik bakımından eşitlik bunu sağlar.17 KLEİNİAS: Peki. ATİN ALI: Pekala, gerçekleştiğinde bir yarar getirme­

yen, gerçeği göstermeyen, benzerliklerini ifade etmeyen fakat bir zararı da olmayan şeyler diğer şeylerle bir arada bulunan çekiciliği nedeniy­ le hazla doğru bir şekilde değerlendirilebilir. Bunlarla bir arada bulunmadığı zaman çekicilik haz gibi anlaşılabilir, değil mi? KLEİNİAS: Tabii zararsız hazlar. ATİNALI: Evet bir hazzın önemli sayılabilecek bir

yarar ya da zarar yoksa ona eğlence demek gere­ kir. KLEİNİAS: Haklısın. ATİN ALI: Bu durumda söylediklerimizin sonucunda

taklitlerin verdiği haz ve doğru olmayan fikirler bakımından değerlendirilmesi uygun olacakhr. Birilerine göre doğru-doğru değil, eşit-eşit değil, simetrik-simetrik değil gibi ifadelerden çok, doğ­ ruluk bakımından değerlendirilmesi gerekir.

668

KLEİNİAS: Tamamen haklısın. ATİNALI: Bu durumda müziğin kendisinin bir tak­

lit ve betimleme sanah olduğunu ifade edebilir miyiz?

17 Muhtemelen hem görüntü hem de karakter bakımından.

79

Platon "'41

KLEİNİAS: Elbette söyleyebiliriz. ATİNALI: Bir insan müzik bize verdiği haz bakı­

mından değerlendirilsin dediğinde bunu kabul etmemeliyiz ve böylesi bir müziği ciddiye alma­ malıyız, bunun yerine güzele benzerlik açısından değerlendirmeliyiz. KLEİNİAS: Haklısın. ATİNALI: En güzel şarkı ya da şiiri bulmak isteyen­

ler hoş olana değil doğru olana bakmalıdırlar, taklidin doğruluğu taklit edilen şeyin niteliğine uygun şekilde gerçekleştirilmesinde yatar. KLEİNİAS: Haklısın. ATİNALI: Müzik konusunda yaratılan tüm eserle­

rin taklit ve betimleme olduğunu herkes söyler. Şairler, oyuncular ve seyirciler de aynı fikirde midir? KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Bu noktada hata yapmak istemeyen kimse­

ler eserin niteliğini kavramalıdırlar. Eğer özünü, anlatmak istediğini ve gerçekten de neyin betim­ lendiğini bilmiyorsa gerçekleştirilmek istenen şeyin doğruluğunu veya yanlışlığını anlayama­ yacaktır. KLEİNİAS: Evet, başka şekilde olamaz. ATİNALI: Doğruyu bilmeyen doğru ve yanlışı ayırt

edebilir mi? Pek açık olmadı, şöyle ifade edeyim: KLEİNİAS: Nasıl? ATİNALI: Çok sayıda betimleme görmüşüzdür. 80

r.ı-

Yasalar

KLEİNİAS: Tabii ki. ATİNALI: Bir kimse taklit edilen nesnelerin ne oldu­

ğunu bilmiyorsa ne olacak? Doğru taklit edilip edilmediklerini anlayabilir mi hiç? Yani bedenin oranlarını, parçalarının yerlerini, uygun parçala­ rın yan yana getirilip getirilmediklerini, renkleri ve biçimleri doğru mu taklit etmişler yoksa yapa­ mamışlar mı? Taklit edilen canlıyı tanımayan bu soruya nasıl yanıt verebilir? KLEİNİAS: Veremez. ATİNALI: Eğer resmi çizilen ya da heykeli yapılan

şeyin bir insan olduğunu bilirsek, eseri yapanın tüm renk ve çizgilerini fark ettiğini anlasak o zaman ne olur? Bunları bilen biri güzel-çirkin ya da neyin yanlış olduğunu söyleyebilir.

669

KLEİNİAS: Evet, eğer böyle olsaydı yabancı, hepimiz

hangi hayvanların güzel olduğunu bilirdik. ATİN ALI: Haklısın. Müzik, resim ve diğer sanatlarda

karar vermeye yetkin bir hakem olmalı, bu hake­ min eserin ne olduğunu, ne kadar doğru olduğu­ nu ve aynı zamanda betimlemelerdeki söz, melo­ di ve ritmin ne kadar iyi yapılıp yapılmadığını bilmelidir. KLEİNİAS: Kesinlikle öyle görünüyor. ATİNALI: Ancak müziğe mahsus bir sorun var. Diğer

sanatlara göre müzik daha önemli olduğu için diğerlerinden daha fazla dikkate ihtiyaç vardır. Burada hata yapan bir kimse kötü alışkanlık­ lardan dolayı büyük zarara uğrayabilir. Bizim şairlerimizin yetenekleri Musalardan çok daha 81

Platon .q/

azdır, bu nedenle de müziği anlamak çok zordur. Musalar müziği ortaya çıkardıkları zaman erkek­ lerin sözlerine kadınların renklerini ve ezgilerini katacak kadar, özgür insanların ezgi ve figürleri­ ne özgür olmayanlara ve kölelere yakışan şeyler katacak kadar, özgür insanlara uygun şekilde planlarken kölelere uygun şekilde ortaya çıkara­ cak kadar hata yapmazlar. Hayvanların, insan­ ların, müzik aletlerinin ve çeşitli gürültülerin seslerini aynı şarkıya koymazlar. Oysaki şairleri­ miz bunları birleştiriyor, her şeyi iç içe soktuktan sonra da Orpheus'unıs deyimiyle tam bir neşe çiçeğine kavuşmuş insanları güldürüyorlar. Her şeyin karıştırıldığını görürler, basit sözleri alıp vezinli yapmak ya da ezgi ve ritmi sözsüz olarak sadece flavta ya da kithara kullanarak çalmakla ritim ve figürleri ezgiden ayırırlar. Buralarda söz olmadığı zaman ritmi ve uyumu yakalamak zorlaştığı gibi, ne söylenmek istendiğini, neye benzediğini anlamak zorlaşır. Dans ve şarkıda fazlasıyla flavta ve kithara kullanmak, aşırı hız, hayvan sesleri kullanıldıkça eser sıradanlaşır. Bu müzik aletlerinin tek başına kullanılması da tuhaf şeyler ortaya çıkarır. Neyse bu konuda bu kadarı yeter. Şimdi otuz yaşım aşanların ve elli yaşından büyüklerin uzak duracakları değil, icra edecekleri sanatı bulmaya çalışıyoruz. Şöyle bir sonuca vara­ biliriz: Şarkı söyleyecek olan elli yaşından büyük­ lerin daha eğitimli olmaları gerekir. Onların iyi

670

18 Yunan mitolojisinde yaphğı müzikle ağaçlan bile harekete geçi­

rebildiğine inanılan kahraman. 82

hJI.

Yasalar

bir ritim ve uyum duygusuna sahip olmaları zorunludur, olmazsa hangi melodilerin doğru olduğunu nasıl bilebilirler? KLEİNİAS: Bilmeyecekleri çok açık. ATİNALI: Zaten çoğunluğun uyumlu ve ritmik olan­

la olmayanı ayırt edebilmesi çok saçma olurdu. Müzik aletleriyle beraber söylemiş ya da müzik­ le uyumlu şekilde yürümüş insanlar olsalar da bunu bilemezler. Oysaki parçalan uygun olan her melodi uygundur, uygun değilse de hatalıdır. KLEİNİAS: Böyle olmalı. ATİNALI: Peki ya bunları hiç bilmeyen bir insan ne

olacak? Bir yerde bunların doğruluğunu ölçebilir '? mı.

KLEİNİAS: Ölçemez. ATİNALI: O halde buraya kadar söylediklerimizden

çıkan sonuç şu: İstekli bir şekilde şarkı söylemeye zorladığımız şarkıcılar ritimlerin ölçülerini ve melodilerin notalarını bilmelidirler. Böylesi bir eğitime sahip olurlarsa uyum ve ritimleri bilerek yaşlarına ve durumlarına uygun olan şarkıları söyleyebileceklerdir. Bu sırada zararı olmayan bir haz duyacaklardır ve gençlere iyi alışkanlıklar kazandırmak noktasında yardımcı olacaklardır. Eğer böyle bir eğitim almışlarsa çoğu kimseye, hatta şairlere göre de iyi bir eğitim almışlar demektir. Bir şair için taklidin güzel olup olmadığını bilebilmek zorunlu değildir, uyum

671

ve ritim konusundan anlamalı ancak yaşlıların 83

Platon ..q/

en güzeli diğerlerinden ayırabilmesi gerektiği için hepsi konusunda bilgili olmaları gerekir. Konuşmamızın başında amaçladığımız şeyi, yani Dionysos korosuna neden katılmaları gerektiğini açıklamış olduk. Şimdi doğruluğunu inceleyelim. Böylesine ziyafetlerde içki içildikçe gürültü artar, daha önceden de bundan söz etmiştik. KLEİNİAS: Doğru böyle olur. ATİNALI: Herkes kendini rahatlamış hisseder, keyifle­

nir, gevezelik yapıp yanındakini dinlemez, hem kendini hem de diğerlerini yönetmeyi hak ettiği­ ne inanır. KLEİNİAS: Elbette. ATİNALI: Bu durumda içki içenlerin ruhları sanki

ateşe konmuş gibidir ve o ruh sanki gençliklerin­ de olduğu gibi şekillendirmeyi bilen birinin elin­ de yumuşak olur ve gençleşir demiştik. İçki konu­ sunda getirilecek yasaların iyi yanlarından biri de özgüven fazlası olan, abartılı hareketleri olan, uygun zamanda konuşmak, şarkı söylemek, sus­ mak isteyenlerin isteklerinin tersini yapmalarını sağlayacaktır. Güzel olmayan şeylerin peşinden gidecek olanların da adaletin yardımıyla alçakgö­ nüllülük ve utanç dediğimiz o güzel korkuyu, o tanrısal korkuyu hissetmesini sağlayacaktır, değil mi? KLEİNİAS: Haklısın. ATİNALI: Yasaları koruyanlar ve onlara yardım eden­

lerin dikkatli olmalar gerekir, sarhoşları ve sarhoş 84

r.;..

Yasalar

olmayanları yönetecekler, sarhoş kimseyle müca­ dele etmek düşmanla savaşmaktan daha zordur. Bu kimselere ve Dionysos'un altmış yaşından büyük komutanlarına isteyerek itaat etmeyenler ve Ares'in komutanlarım dinlemeyenler benzeri, hatta daha büyük bir utanç içinde olacaklardır. KLEİNİAS: Doğru. ATİNALI: İçkili toplantılar ve sarhoşluk bu şekilde

olsa ve içki içenler kurallara uygun bir şekilde toplantılara katılıp içki içmeyenler tarafından yönetilseler şimdiki gibi düşman olmak yerine bu işten kazançlı çıkarak birbirleriyle çok daha dost olurlar.

672

KLEİNİAS: Eğer dediğin gibi olursa neden olmasın. ATİNALI: O halde Dionysos'un bu hediyesini kötü bir

şey olarak kabul edip yasalara koymazlık etmeye­ lim. Başka bazı iyilikleri de vardır ancak bunların yanlış anlaşılmasından endişe ettiğim için konuş­ mak istemiyorum. KLEİNİAS: Ne gibi şeyler? ATİNALI: Rivayete göre üvey annesi Hera aklını

başından almış. Bu nedenle de intikam için bu Bakkhos çılgınlıklarım ve abartılı koro dansları­ m ortaya çıkarmış, şarabı da bu nedenle hediye etmiş. Neyse, bu konuları tanrılar hakkında net şeyler söyleyebilecek olanlara bırakayım. Ancak bildiğim bir şey var. Canlıların hiçbiri doğduk­ ları zaman ileride ulaşacakları zeka seviyesinde değillerdir. Bebekken bağırır, hırçınlaşır, yürüme­ ye başladıkları zaman kafalarına göre zıplarlar. 85

Platon �

Bu şeylerin müziğin ve beden eğitiminin kaynağı olduklarını söylemiştik. KLEİNİAS: Bunları hahrlıyoruz. ATİNALI: Bu şeylerin insanlara ritim ve uyum duygu­

su verdiklerini, tanrılardan Musalar, Apollon ve Dionysos'un bunu verdiklerini söylemiştik, değil mi? KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Yani içkinin insanlara onları cezalandırıl­

mak için verildiğini, kendimizi kaybetmemiz için verildiğini söylüyorlar, oysaki biz tersini iddia ediyoruz. Ruhun tevazu, bedenin de sağlık ve güç kazanması için verildiğini ifade ediyoruz. KLEİNİAS: Çok doğru ifade ettin yabancı. ATİNALI: Koro konusunun yarısını tamamladık, diğer

yansını isterseniz şimdi inceleyelim isterseniz sonraya bırakalım. KLEİNİAS: Bu iki kısımdan kashn ne? ATİNALI: Koronun kendisi eğitimin bütünüydü,

ritim ve uyum ise sesle ilgiliydi ve bunun bir parçasıydı. KLEİNİAS: Tamam. ATİNALI: Beden hareketleri için ritim sesle ortak bir

kısımdır, bedene ait olan şey figürler, sese ait kısımlar ise melodilerdi.

673

KLEİNİAS: Çok haklısın. ATİNALI: Bir ruhun mükemmelleştirilmesi için kulla­

nılan melodilere de müzik demiştik. KLEİNİAS: Haklı olarak bunu yaphk. 86

;t;..

Yasalar

ATİNALI: Eğlenen insanların yapbkları beden hare­

ketlerine dans demiştik ve bu hareketler bedeni mükemmelleştiriyorsa bunu amaçlayan sanata da jimnastik diyebiliriz. KLEİNİAS: Tamam. ATİNALI: Koronun yarısı olarak belirttiğim ve konu­

yu tamamladığımız müzik konusunda bu kadarı yeterli, diğer yarıdan da bahsedelim mi? KLEİNİAS: Girit ve Spartalılar ile konuşuyorsun ve

müzik konusu bittikten sonra jimnastik konuşul­ maz mı sanıyorsun? ATİNALI: Tamam, yanıhnı çok net bir şekilde verdin.

Hem bu jimnastik konusunu konuşmak için güzel bir yanıt hem de aynı zamanda bir emir. KLEİNİAS: Çok doğru, devam edelim. ATİNALI: Tamam, ikimizin de bildiklerini anlatmak

hiç de zor değil, hem de bu konudaki tecrübeniz daha büyük. KLEİNİAS: Haklı gibisin. ATİN ALI: Böylesine bir şeyin yapısında canlıların

zıplamaya alışkın olmaları vardır. İnsanlar ritim anlayışına uygun olarak dansı yarathlar, melo­ diler de akılda kaldıkları ve ritmi harekete geçir­ dikleri için bir araya gelmişler ve koro dansı ile eğlenceyi ortaya çıkarmışlar. KLEİNİAS: Doğru. ATİN ALI: Bir kısmını daha önceden inceledik, sırada

diğer kısım var. 87

Platon .q/

KLEİNİAS: Pekala. ATİN ALI: O halde öncelikle sizin de kablımıruzla içki

konusunu tamamlayalım. KLEİNİAS: Nasıl yapacaksın? ATİNALI: Bir kentin biraz önce bahsettiğimiz gele­

nekleri önemseyip ölçülülük hedefleyen yasalar ve kurallar dahilinde hareket etmesi gerekir. Böylece bazı hazlara egemen olabilmek için bazı hazlardan da uzak durmamak şarbyla bunları uygulaması gerekir. Fakat bir insan kafasına göre her istediği zaman istediği kişiyle içki içecekse o

674

kentte içki içilmesini ya da o kimsenin içki içmesi­ ni onaylamam. Bu noktada Girit ve Spartalılardan çok Kartaca yasalarına yakınım. Onlarda kışla­ dayken hiç kimse içki içmez, sadece su içerler. Kentin içinde kadınlar ya da erkek köleler içmez­ ler, yöneticiler yönetimleri sırasında, gemiciler gemide, hakimler mahkemede, önemli bir toplan­ hya kablacak olanlar bu toplanb sırasında, eğitim ve hastalık durumları dışında gündüzleri hiç kimse, geceleri çocuk yapmak isteyen kadın ya da erkek, hiç kimse içmez. Bunları manbklı buluyo­ rum, buna göre devletin çok sayıda bağa ihtiyacı yoktur, ne zaman ve nerede üretim yapılacağı düzenlenmiştir ve içki burada çok az yer kaplar. İçki üzerine söyleyeceklerim bu kadar. KLEİNİAS: Tamamdır.

88

ÜÇÜNCÜ KİTAP ATİN ALI: Arbk siyasal düzenin nasıl ortaya çıkbğını

676

konuşalım. Bunu en iyi şekilde ve en kolayca ayırt etmenin yolu şu mudur? KLEİNİAS: Nasıl? ATİNALI: Bir kentin erdeme ya da kötülüğe giden

yoluna bakmaktan söz ediyorum. KLEİNİAS: Hangi yoldan söz ediyorsun? ATİNALI: Zamanın uzunluğu, sonsuzluk ve bu süre

zarfındaki değişimlerden. KLEİNİAS: Anlayamadım. ATİNALI: Kentlerin ortaya çıkmalarından ve buralar­

da siyasi düzen içinde yaşamaya başlamaların­ dan beri kaç yıl geçti sence? KLEİNİAS: Buna yanıt vermek çok zor. ATİNALI: Yanıt verilemez ve ölçülemez bir zaman

dilimi. KLEİNİAS: Evet, doğru. ATİNALI: Bu süre zarfında çok sayıda kent kuruldu

ve yıkıldı. Tüm devletlerde çeşitli siyasi yöne­ timler oluşturulmaya çalışıldı. Küçükler büyüdü, büyükler küçüldü; iyiler kötü, kötüler iyi oldu, değil mi? 89

Platon �

KLEİNİAS: Elbette. ATİNALI: Bunların nedenini anlamaya çalışalım, böy­

lece siyasi yapıların ortaya çıkışlarını ve gelişme­ lerini incelemiş oluruz. KLEİNİAS: Tamam, sen düşüncelerini söyle, biz de

seni takip edelim. ATİNALI: Eski masallarda doğruluk payı olduğunu

677

düşünüyor musunuz? KLEİNİAS: Hangilerinde? ATİNALI: Tufan, salgınlar ve başka bazı olaylarla insan­

ların yıkımlara uğradıkları ve sonucunda insan soyundan çok az insanın kaldığının anlabldığı masallar. KLEİNİAS: Herkes bunlara inanır. ATİN ALI: Peki, o zaman tufan konusuyla ilgili bir

hayal kuralım. KLEİNİAS: Neyi konuşacağız? ATİNALI: Buradan sadece dağlarda çobanlık yapanlar

kurtuldu, buralarda çok az insan kalmışb. KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Bu insanların diğer toplumlardan, kentlerde

yaşayan insanların çıkarları ve üstünlükleri için neler yapbklarından haberleri olmaması gereki­ yor. KLEİNİAS: Öyle olmalı. ATİNALI: Deniz kıyılarında ve düzlüklerde kurulan

kentlerin ise tamamen yok olduklarını söyleyebi­ lir miyiz? 90

1tı-

Yasalar

KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Bütün bunlar yok olduğuna, siyaset ya da

diğer alanlarda çok çaba harcanarak bulunmuş olan şeylerin de yok olduklarını ekleyebilir miyiz? Hem zaten bunlar kalmış olsalardı yenilikleri nasıl bulacaktık? KLEİNİAS: O zaman yaşayanlar çok uzun zamandır

bu şeyleri bilmiyorlardı. Tüm bunların ortaya çıkışından beri iki bin yıl geçti, Daidalos'unı9, Orpheus'un ya da Palamedes'in20 buldukları var, müzik konusunda Marsyas ve Olympos, lir konu­ sunda Amphion'un keşifleri var. Başka çok sayı­ da şeyi de sanki kısa süre önce ortaya çıkmış gibi bulduk. ATİNALI: Sevgili dostum! Çok doğru söyledin, tam da

dün gibi. KLEİNİAS: Epimenides'i mi diyorsun? ATİNALI: Ta kendisi! Sizin için bulduklarıyla herkesi

aşh. Daha önceden Hesiodos'un söylediklerini gerçekleştirmeyi başardı. KLEİNİAS: Evet, biz de öyle söyleriz. ATİNALI: O halde tufandan sonrası şöyleydi: Müthiş

bir sessizlik içinde sessiz topraklarda biraz büyükbaş hayvan dışında tüm hayvanlar ölmüş, belki biraz öküz ve keçi yaşıyordu ama o kadar. Bir de bunların çobanları hayatta kalmışh. 19 Yunan mitolojisinde labirentin bulucusu. 20 Yunan mitolojisinde harflerin, dama ve zarın mucidi olduğuna

inanılan kişi. 91

Platon "'41

KLEİNİAS: Doğru. ATİNALI: Üzerinde durduğumuz kentler ve siyasal

düzen konusunda ise en ufak bir iz bile kalma­ mışhr diyebiliriz. KLEİNİAS: Çok doğru. ATİN ALI: Yani bugünkü kentler, siyasi yapı, sanatlar,

yasalar ve çeşitli erdemler ve kötülükler buradan sonraki koşullardan çıkh. KLEİNİAS: Nasıl? ATİNALI: Sevgili dostum! O günkü koşullarda kent­

lerde yaşayan güzel ve çirkinliklerden gerçek­ ten haberi olmayan insanların gerçek anlam­ da erdemli ya da kötü olabileceklerini düşünür müyüz? KLEİNİAS: Tamam, şimdi söylediğin şeyi anladım,

haklısın. ATİNALI: Zaman ilerledi ve insan sayısı arthkça olay­

lar gelişmeye başladı. KLEİNİAS: Çok haklısın. ATİNALI: Tabii bir anda değil de çok uzun zaman

içinde. KLEİNİAS: Dediğin gibi olmalı. ATİNALI: Bütün bunlar kulaklarında çınlarken, hepsi

de dağlardan aşağı inerlerken korkmuşlardır değil mi? KLEİNİAS: Korkmamış olabilirler mi? ATİNALI: Az sayıda insan yaşadığı için birbirlerini

görmekten memnun değillerdi. Kara ve deniz 92

� Yasalar

yolculuklarında kullandıkları her şey kaybol­ muştu, yenisini yapmayı da bilmiyorlardı, değil mi? Bundan dolayı neyin kolay olmadığını hayal edebiliyorum. Demir, bakır ve diğer maden­ ler de sular altında kalmışlardı, bunları temiz­ lemek çok zordu ve kesilebilecek ağaç sayısı da azdı. Dağlarda bazı araçlar vardı ama bun­ lar da kısa sürede kullanılamaz hale geliyordu. Madencilikten insanların yeniden kendilerine gelmeleri için yararlanılamıyordu. KLEİNİAS: Tabii olamazdı. ATİNALI: Şimdiki duruma kaç nesil sonra gelinebildi? KLEİNİAS: Çok sonra olduğu açık. ATİN ALI: O dönem yaşamış olan insanlar demir, bakır

ve diğer madenleri oldukça uzun süreler tanıma­ dılar, değil mi? KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Bu zaman diliminde de savaşlar ve içsavaş­

lar yaşanmadı. KLEİNİAS: Tabii ki. ATİNALI: Az sayıda olduklarından birbirlerini sevi­

yorlardı ve iyiliklerini düşünüyorlardı. Yiyecek konusunda tartışma yaşanmıyordu, belki ilk

679

zamanlar bu bir problem oldu ama otlak konu­ sunda problem olmadı. Et ve sütleri vardı, ayrıca avcılık da yapabiliyorlardı. Giyecekleri, yatakları, evleri ve ateş üzerinde kullanacakları kapları vardı. Örneğin çömlekçilik ve dokumacılık için demir gerekmez, tanrılar bu sanatları insanlar 93

Platon .q/

böylesine sıkınblar içine düştükleri zaman yeni­ den kendilerine gelebilsinler diye vermişlerdir. Bundan dolayı fakirlik yoktu, fakirlik olmayınca da düşmanlık yaşanmıyordu. Albn ve gümüş olmayınca zenginlik de olmuyordu. Zenginlik ve fakirliğin olmadığı yerlerde daha iyi insanlar yetişiyordu; kibir, haksızlık, rekabet ya da kıs­ kançlık yaşanmıyordu. İşte bu nedenlerle ve aynı zamanda kötülük de bilmediklerinden dolayı sadece güzel ve çirkin olduğu söylenen şeylere inanıyorlar ve buna göre bir yaşam sürüyorlardı. Şimdiki gibi bazı şeylerin yalan olabileceğinden kuşkulanarak hareket etmiyorlardı, tanrılar ve insanlarla ilgili söylenen şeylerin doğru olduğuna inanıyorlardı. İşte bu nedenle de biraz önce anlat­ bğımız gibi insanlardı. KLEİNİAS: Megillos ve ben sözlerine kablıyoruz. ATİNALI: Peki şu şekilde devam edelim: Birçok insan

böyle yaşadı gitti. Toplumları tufandan öncesin­ den ve bugünkü insanlardan geriydi. Sanatlarda, kara ve deniz savaşlarında, kentlerde insanların sözleri ve hareketleriyle birbirlerine kötülükler yapbklan ve mahkeme ve içsavaş denilen savaş sanatlarında bilgisiz olsalar da daha yumuşak, daha ölçülü, cesur ve adildiler, değil mi? Bunların nedenlerinden biraz önce bahsettik. KLEİNİAS: Haklısın. ATİNALI: Şimdi arbk o zamanki insanların neden

680

yasalar bulmak zorunda kaldıklarını ve yasa 94

lbo

Yasalar

koyucuların kim olduklarını konuşmamız gere­ kiyor. KLEİNİAS: Peki. ATİNALI: O zamanlar yasa koyuculara ihtiyaçları

yoktu ve böyle bir şeyin de olmasını beklemezdi­ niz. O zamanki insanlar yazıyı bilmiyor ve atala­ rından kalan kurallara göre yaşıyorlardı. KLEİNİAS: Muhtemelen öyle. ATİNALI: Tamam da yönetimleri nasıldı? KLEİNİAS: Nasıldı? ATİNALI: O zaman bence şefler vardı. Bugün de

çoğu Yunan arasında, hatta barbarlar arasında da böyle bir kurum vardır. Homeros Kyklopların yaşamlarını anlabrken buna benzer bir durum­ dan bahseder ve şöyle der: "Onların yasaları yoktur, yüksek dağlarda ve mağara oyuklarında yaşarlar, herkes kendi evini, karısını ve çocuğunu yönetir, başka insanların nasıl yaşadıklarıyla da ilgilenmezler. " 21 KLEİNİAS: Şairiniz çok iyi, ancak onu fazla tanımı­

yorum, Giritliler olarak yabancı şairlere pek de meraklı değiliz. MEGİLLOS: Bizim merakımız var. Lakonia'dan daha

çok Ionia yaşamını anlabr, ancak yine de epik şairlerin en iyisidir. Kyklopların yaşam tarzları­ nın vahşiliklerinden kaynaklandığını açıklayarak aslında senin söylediklerini doğruluyor.

21 Homeros, Odysseia, 9, 112.

95

Platon

"'l,f

ATİNALI: Evet benim söylediklerimi doğruluyor.

Onun sözlerine bakarsak bir zamanlar böylesi yönetim biçimleri olduğunu kabul edelim. KLEİNİAS: Tamam. ATİNALI: Tufandan dolayı insanlar farklı yerlere dağıl­

mışlar ve evler ve aileler şeklinde farklı yerlerde yaşar olmuşlardı. Atalarından iktidarı aldıkları için en yaşlılar yöneticidirler, diğerleri de onları takip ederek kuşlar gibi bir sürü oluştururlar. Atalarından kalan kurallar dahilinde en adil olanı ülkeyi krallıkla yönetir. KLEİNİAS: Tamam. ATİNALI: Daha sonra büyük gruplar oluştururlar ve

kentler kurarlar. Öncelikle dağların eteklerinde tarıma uygun, ortak ve büyük bir ev yapar­ lar, ardından vahşi hayvanlardan korunmak için etrafa dikenli teller ve taşlar koyarlar.

681

KLEİNİAS: Olayların gidişatının böyle olması muhte-

meldir. ATİNALI: Peki bu da mümkün değil mi? KLEİNİAS: Ne? ATİN ALI: Bu evler büyüdükçe ve çoğaldıkça her evde

en yaşlı kişi yönetici olur ancak birbirlerinden uzak yaşadıkları için her birinin kendi gelenek­ leri, özellikleri olur. Ayrıca atalar ve öğretmen­ ler birbirlerinden farklı olduğundan tanrılar ve insanlarla olan ilişkiler de farklılaşır. Dürüst ve cesur insanların dürüst ve cesur ataları vardır. Bu şekilde herkes kendi istediği şekilde çocuklarını yetiştirir ve kendi yasalarıyla topluma dahil olur. 96

� Yasalar

KLEİNİAS: Tamam. ATİN ALI: Bu insanların kendi yasalarını diğerlerinden

çok beğenmesi doğaldır. KLEİNİAS: Doğru. ATİNALI: Böylece fark etmeden de olsa yasamanın

köklerinin nasıl ortaya çıktığı konusuna geldik. KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Daha sonrası şöyle gelişecektir: Gruplar

kendi içlerinden birini seçerler ve bu kişiler yasa­ ları inceler, beğendiklerini krallara bildirirler, aynca diğer insanlara ve şeflere durumu açık­ larlar ve onaylamalarını beklerler, bu kimselere yasa koyucu denir. Yöneticiler seçerler ve böylece bir monarşi ya da aristokrasi rejimi oluşturulmuş olur. Devlet bu duruma geldiğinde yönetime geçerler. KLEİNİAS: Bu işler sanırım sırayla olur. ATİNALI: Şimdi de yönetim biçimine bakalım. Bu

siyasi yapıda tüm devlet ve yönetim şekillerini göreceğiz. KLEİNİAS: Hangisini? ATİNALI: Homeros ikincide, sonra üçüncü sırada diye-

rek bir açıklama getirir ve Dardania'nın kurul­ masından söz eder: "O zaman kutsal Ilion yoktu, ovada ölümlülerin büyük şehirleri yoktu, çok

682

pınarlık Ida eteklerinde yaşarlardı."22 Bu sözleri ve Kykloplar hakkındakileri tanrı gibi gerçeğe uygun 22 Homeros, İlyada, 20,216.

97

Platon �

bir şekilde anlahyor. Şairlerin tanrı soyundan olduklarını ve onlardan esinlenerek konuştukları­ nı biliriz. Bazı Kharitler ve Musaların yardımıyla çoğu olaydaki gerçekleri görürüz. KLEİNİAS: Kesinlikle doğru. ATİNALI: Biraz önce konuştuğumuz konunun deva­

mını inceleyelim. Belki de aradığımız şey orada­ dır. Belki de konuşmasak daha iyi. KLEİNİAS: Tabii ki konuşalım. ATİNALI: İnsanların yüksek dağlardan ovaya indik­

lerini ve alçak bir tepe üzerinde Ida Dağı' ndan çıkan çeşitli nehirlerin arasında Ilion'u kurdukla­ rını anlahrız. KLEİNİAS: Evet, böyle söylenir. ATİN ALI: Bunun tufandan çok sonra yaşandığını

düşünürüz, değil mi? KLEİNİAS: Evet, çok sonra. ATİNALI: Çok yüksek olmayan bir tepeye gelip nehir­

ler arasında şehir kurduklarına göre tufan olayını unutmuşlardı. KLEİNİAS: Kesinlikle aradan çok uzun zaman geçmiş

olmalıydı. ATİNALI: Sanının insan nüfusu arthkça çok sayıda

kent kuruldu. KLEİNİAS: Tabii ki. ATİNALI: Korkmadan denize açıldıklarına göre deniz­

den Troya seferine çıkblar. KLENIAS: Sanırım. 98

1tı-

Yasalar

ATİNALI: Akhalar orada on yıl kalıp sonunda Troya'yı

yağmaladılar. KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Kuşatma sırasında geçen on yılda Akha

kentlerinde çeşitli içsavaşlar çıkb ve felaketler yaşandı. Ülkelerine dönen askerler hak ettikleri şekilde güzel bir biçimde karşılanmadılar. Ölüm, sürgün, kavga eksik olmadı ve ülkelerinden bir kere daha uzaklaşan bu insanlar Akha yerine Dor ismini aldılar. Çünkü sürgünleri bir araya getiren kişi Dorieus' muş. Spartalılar bu konulan tam da böyle anlablırsınız. MEGİLLOS: Tamamen doğru. ATİN ALI: Yasalarla ilgili konuşurken müzik ve içki

konusunda kaldığımız yere sanki tanrının yardı­ mıyla yeniden geldik. Konuşmamızda bu nokta­ ya gelip duruyoruz. Doğru yönetime sahip olduğunu iddia ettiğiniz Lakedaimonia ve ona benzer

683

yasaları olan Girit'ten bahsedelim. Böylece devlet düzenleri ve kuruluşlarını konuşurken bir, iki ve üçüncü çeşitleri konuştuk. Sırada dördüncü tür var, bu daha önceden ortaya çıkmış ve bugün de var olan çeşittir. İyi ya da kötü biçimde kurulmuş olanları, hangi yasaları halen devam ettirdiklerini,

kimlerin hangi yasaları bozduklarını, bozu­

lanların yerine hangi yasalar gelirse daha mutlu olacaklarını konuşabiliriz. Megillos! Kleinias! Şu ana kadar konuştuklarımızdan karşı çıkacağınız bir şey yoksa her şeyi baştan inceleyebiliriz. 99

Platon �

MEGİLLOS: Bu konuyu ikinci defa inceleyeceksek ve

şimdiye kadar konuşulanlardan daha az ve kötü­ sünü dinlemeyeceksek, tanrı bu konuda bize söz veriyorsa bugün her ne kadar yaz gündönümüne yakın olsak da gün bunları konuşmaya kısa gele­ cektir. ATİNALI: Evet, bunları konuşmamız gerekir. MEGİLLOS: Doğru. ATİNALI: Eskiden Sparta, Argos ve Messenia tama­

men sizindi. Rivayetlere bakılırsa buradan üç ordu ve üç kent kurmayı kararlaşhrmışlar. MEGİLLOS: Evet. ATİN ALI: Argos Kralı Temenos, Messenia Kralı

Kresphontes ve Sparta Kralı da Proksenos ve Eurysthenes olmuşlar. MEGİLLOS: Doğru. ATİNALI: Birinden birinin krallığına bir şey olursa

diğerine yardım edeceklermiş. MEGİLLOS: Evet. ATİNALI: Bir krallığa zarar gelmesi kralların dışında­

ki başka kimselerden mi kaynaklanır? önce bu konuya giriş yaptık ama konuyu unuttuk galiba. MEGİLLOS: Hiç unutur muyuz? ATİNALI: Tamam o zaman netleştirelim. Sanırım ger­

çek şeylerden konuşunca yine aynı yere geldik. Teorik değil de pratik ve gerçekliği olan bir konu

684

üzerine incelemede bulunacağız. Her bir krallık yönetme ve yönetilme ile ilgili ortak yasalara 100

ib-

Yasalar

göre yönetilmiş, bunlara yeminlerle bağlanmış ve zaman ilerledikçe yönetim şeklinin değişmeyece­ ğine, krallar antlaşmalara bağlı kaldıkları sürece krallıklara zarar vermeyeceklerine ve bunu yap­ maya kalkışanlara karşı olacaklarına, haksızlığa uğrayanlara yardım edeceklerine, halk ya da kral­ dan hangisi buna uğrarsa yardım edeceklerine yemin etmişler, değil mi? MEGİLLOS: Doğru. ATİNALI: Yasaları krallar da başkaları da yapmış olsa,

bu üç kent siyasal yapıları bakımından diğerlerin­ den üstündü, değil mi? MEGİLLOS: Nasıl bir üstünlükten söz ediyorsun? ATİNALI: Birisi yasalara uymazsa diğer iki kentin yar­

dım etmesinden. MEGİLLOS: Tamam anlaşıldı. ATİNALI: Çoğu insan yasa koyucuların halk ve çoğun­

luk tarafından beğenilecek yasalar yapmalarını umar. Beden eğitmenlerinin ve hekimlerin de haz vererek sağlıklı kalmayı ve iyileştirmeyi sağlama­ larının umulması gibi. MEGİLLOS: Çok doğru. ATİNALI: Büyük acı çekilmeden beden güçlü ve sağ­

lıklı olabiliyorsa bundan mutlu olunm alı. MEGİLLOS: Tabii ki. ATİNALI: O zamanki insanların yasa yapmak konu­

sunda bir avantajları vardı. MEGİLLOS: Neymiş? 101

Platon .q/

ATİNALI: O günlerde yasa yapanlar bugünkü kent­

lerde olduğu gibi eşitliği topraklan yeniden düzenleyerek ve borçlan silmekle ve zenginliği eşitlemeye çalışmakla sağlayacaklarını belirttikle­ rinde bugünkü gibi saldırıya uğramıyorlardı. Bir yasa koyucu böyle bir değişiklik yapmak istediği zaman "ellerini çek" diye bağırılır ve ardından toprakların yeniden düzenlenmesi ve borçların silinmesi konusuna karşı çıkılır, sonunda da yasa koyucunun elinden bir şey gelmez. Oysaki Dorlar bunu gayet iyi bir biçimde ve kimseyi kızdır­ madan yapıyorlardı. Tartışma yaşanmadan top­ raklan yeniden dağıtıyorlardı ve eski ve büyük borçlar siliniyordu. MEGİLLOS: Haklısın. ATİNALI: Peki neden bu yasaları kötü sonuçlara

neden oldu? 685

MEGİLLOS: Anlayamadım, kötü sonuçlardan kastın ne? ATİN ALI: Kastettiğim şey şu: Bu üç kentin ikisi kısa

sürede yok oldu, sadece sizinki varlığını devam ettirmeyi başardı. MEGİLLOS: Buna yanıt vermek kolay değil. ATİNALI: Şimdi bu konuyu inceleyelim ve yasalarla

ilgili yaşlıların sakin şekilde eğlendikleri gibi yapa­ lım ve yolun başında söylediklerimizi yapalım. MEGİLLOS: Peki, öyle olsun. ATİNALI: Yasalar konusunda bu kentleri incelemek

dışında başka hangi kentlere bakmak gerekir? Daha büyük ve ünlü kentlere geçelim mi? 102

1tı-

Yasalar

MEGİLLOS: Onlardan başka bir şey seçmek kolay

değil. ATİNALI: Eskiden Ilion'da yaşayanlar Ninos'un23

Asur birliklerine güvenip Troya Savaşı'ru çıkar­ maları gibi bir barbar tarafından haksızlığa uğra­ dıkları zaman sadece Peloponnesos' a değil, tüm Yunanistan' a destek olacaklarını sanıyorlardı. Asurlulardan kalanların halen bile büyük olduğu varsayılır, bizim Büyük Kral' dan korkmamız gibi onlar da Asur'dan korkarlardı. Troya'run ikinci düşüşü Yunanların epeyce suçlanmalarına yol açb. Çünkü Troya onların imparatorluğunun bir parçasıydı. Ancak Herakles'in çocukları olan kar­ deşler tarafından kurulmuş üç devlet ve tek bir ordu vardı. Planlamanın düzgün yapıldığı orta­ daydı ve Troya seferine çıkanlardan üstündüler. öte yandan Herakles'in çocuklarının ordusun­ da Pelops'un çocuklarının ordusundan daha iyi komutanlar olduğu, bu ordunun Troya seferine çıkanlardan daha cesur olduğu düşünülüyordu. Çünkü birileri kazanmış, diğerleri yani Akhalar Dorlara yenilmişlerdi. Bu insanların bundan fark­ lı şekilde organize olduklarını düşünebilir miyiz? KLEİNİAS: Hayır. ATİN ALI: Yani çoğu zaman ve tehlikelerde birbirleri-

ne destek oldukları için düzenlerinin uzun süre devam edeceğini, devletlerinin uzun soluklu ola23 Asur İmparatoru ve Semiramis'in kocası, MÔ 2200 yıllarında ya­

şadığı düşünülmektedir. 103

686

Platon .q/

cağını, krallar kardeş olduklarından dolayı hep aynı soyun hüküm süreceğini düşünüyorlardı. Aynca çok sayıda olay için Delphoi' da Apollon' a danışıyorlardı değil mi? MEGİLLOS: Bu kesinlikle muhtemeldir. ATİNALI: Gayet iyi görünen bir sistem ülkeniz dışın­

daki kısımda çok kısa bir süre içinde sona erdi gitti. Sizde de günümüze dek yaşanan iki savaşta duraksadı. Oysaki o günlerde planlanan şeyler gerçekleşseydi savaş konusunda çok güçlü olur­ lardı. MEGİLLOS: Çok haklısın. ATİNALI: Peki neden ve nasıl yıkıldı? Böylesine bir

planın başarısızlığa uğrama nedeni araştırmaya değmeyecek midir? MEGİLLOS: Bu konuyu geçip yerine daha büyük ve

güzel yapıları koruyan ya da her şeyi yok eden yasalar ve siyasal düzenler hakkında konuşmak saçma olur. ATİNALI: Neyse ki iyi bir incelemeye başladık. MEGİLLOS: Kesinlikle. ATİNALI: Şimdi sevgili dostum, diğer herkes gibi

bizler de güzel bir şey fark ettiğimizde bundan yeterince yararlanmamız halinde ne kadar güzel sonuçlara ulaşabileceğimizi düşündük. Ancak belki de bu konuda doğru düşünmüyoruz, belki de herkesin bu şekilde düşündüğü diğer konular­ da da hatalıyız. 104

1t:ı-

Yasalar

MEGİLLOS: Neden? Bunu hangi konuyla ilgili olarak

söylüyorsun? ATİNALI: Sevgili dostum! Biraz önce kendi kendimle

dalga geçiyordum. Bahsettiğimiz ordu konusun­ da düşünürken o zaman bu ordudan yeterince yararlanabilseydiler Yunanların büyük bir savaş gücü olacağını anladım. MEGİLLOS: Senin açıklaman çok güzeldi, biz de aynı

687

düşüncedeydik. ATİNALI: Sanırım elinde büyük fırsatlar olan ve çok

güçlü olduğunu anlayan herkes bu kadar büyük ve önemli bir şeyi elinde tutarak ve onu kullan­ mayı bilerek imrenilecek kadar önemli şeyler başaran ve mutlu olan birisi olarak ün salar. MEGİLLOS: Yanlış mı? Sen ne dersin? ATİNALI: Bu kadar büyük övgülerde bulunan insan­

ların bakış açısına bakalım. O zamanki insanlar ordularını uygun bir şekilde düzenlemeyi bilse­ lerdi nasıl başarılı olacaklardı? Bunu becerip her daim devam ettirselerdi nasıl olurdu? Kendileri özgür olacaklardı, istedikleri insanları köle yapa­ caklardı, kendileri ve soylarından gelen herkes Yunanlar ve barbarlar arasında diledikleri gibi yaşayıp istediklerini yapacaklardı. Bu nedenle de övüleceklerdi. MEGİLLOS: Tabii ki. ATİNALI: Tamam, bir insan büyük bir zenginliğe ya

da bir ailenin son derece fazla saygı görmesine bakıp bu sayede o ailenin istediğini yapabilece105

Platon .q/

ğini ya da en azından en azından istediklerinin önemli bir kısmını ve en önemlilerini yapabilece­ ğini düşünerek onları över miydi? . MEGİLLOS: Kesinlikle. ATİN ALI: Daha önceden söylediklerimizde insanlarda

ortak olan ve şimdi de vurguladığımız bir istek var değil mi? MEGİLLOS: Hangisi? ATİNALI: Herkes kendi isteğine göre olmasını ya da

en azından insani olanların böyle olmasını ister. MEGİLLOS: Çok doğru. ATİNALI: Çocuk ya da yaşlı fark etmeksizin her

zaman böyle olduğuna göre her zaman bir şeyler isteriz değil mi? MEGİLLOS: Doğru. ATİNALI: Sevdiklerimizin istediklerini almalarını da

isteriz. MEGİLLOS: Evet. ATİNALI: Babalar çocuklar birbirlerini severler. MEGİLLOS: Severler. ATİNALI: Oysaki bir baba, çocuğunun çoğu isteğinin

gerçekleşmemesi için tanrılara yalvarır. MEGİLLOS: Çünkü çocuklar henüz düşünmeden

istekte bulunurlar. ATİNALI: Yine bir baba yaşı ya da gençliğinin ateş­

li mizacıyla hak ve adalet duygusundan yok­ sun bir şekilde tutkulara kendisini kapbrarak 106

� Yasalar

Theseus'un24 çok üzüntü verici bir şekilde ölen oğlu Hippolytos' a karşı davrandığı gibi davranır­ sa ve çocukta adalet duygusu varsa kalkıp baba­ sıyla aynı duayı eder mi? MEGİLLOS: Tamam anladım, her şeyin kendi istediği­

miz gibi olması konusunda aşın ısrarcı olmama­ lıyız, isteklerimizin akla uygun olmasını ve hem kent hem de bizler için aklı başında olmamızı istememiz gerekir. ATİNALI: Evet, yasa koyucu bir politikacı olarak her

688

zaman böyle düşünmelidir. Daha önceden söyle­ diklerimi unutmadım ama sizlere hatırlatmamda yarar var. Size göre iyi bir yasa koyucunun her şeyi savaşlara göre planlaması, bana göre dört erdemden birini ama özellikle de bu erdemlerin bütününü düşünerek hareket etmesi gerekirdi. Bunlar bilgelik, akıl, kanaat ve onlara eşlik eden sevgi ve arzuya saygı göstermektir. Yine aynı noktaya vardık, isterseniz şakadan isterseniz ciddi olarak aynı şeyleri söyleyeyim: Akılsız birinin istekte bulunması saçmadır. İsteklerinin tersi olabilir, isterseniz benim ciddi olduğumu düşünün, çünkü bu düşünceden hareketle sizlerin de benim gördüğümü göreceğinizi sanıyorum. Bu krallıkların ve planların başarısızlığa uğrama nedeni korkaklık, yönetilen insanların savaş konusundaki bilgisizlikleri değildi. Bunlar dışındaki bilgisizlikleri, insanla ilgili konulardaki 24 Poseidon'un oğlu ve Atina'nın efsanevi kralı.

107

Platon �

bilgisizlikleri nedeniyle mahvoldular. Eskiden böyle olan şimdi de gelecekte de aynı şekilde ola­ caktır. Dilerseniz konuşmamıza devam edelim ve bunu bulup sizlere ispatlamaya çalışayım. KLEİNİAS: Seni sözlerle övmek zor, hareketlerimizle

yapacağız. Söylediklerini büyük bir keyifle takip edeceğim, zaten özgür insana da beğenisini böyle ifade etmek yakışır. MEGİLLOS: Haklısın Kleinias! Böyle devam edelim. KLEİNİAS: Tanrının izniyle. ATİNALI: Sözlerime uygun olarak bu devletlerin yıkı­

lışına bilgisizliğin neden olduğunu söyledim. Bugün de benzerleri yaşanıyor. Eğer söyledik­ lerim doğruysa yasa koyucunun olabildiğince bilgeliği sağlaması ve cehaletten uzaklaştırması gerekir. KLEİNİAS: Kesin. 689

ATİNALI:

Sizce

en

büyük

bilgisizlik

nedir?

Söylediklerime katılıp katılmadığınızı bildirin. Şöyle düşünüyorum. KLEİNİAS: Nasıl? ATİNALI: Bir insanın güzel ve iyi bulduğu bir şeyi

sevmeyip nefret etmesi, kötü ve çirkin olanı sev­ mesi. Acı, haz ve doğru kanaat arasındaki uyum­ suzluğu getiren en önemli şey cehalettir. Çünkü cehalet ruhun büyük kısmına yayılır. Ruhun haz ve acıyla ilgilenen kısmının kentteki karşılığı halk ve çoğunluktur. Ruh bilgi, kanaat, akıl ya da doğa gereği temel şeylerle çelişirse bu aptallık oluyor. 108

hr

Yasalar

Çoğunluk yasalara ve yöneticilere boyun eğmez­ se kentin aptallığı olur. İnsanın ruhundaki güzel ilkeler etkisini yitirirse buna da kişinin aptallığı deriz. Kentlerde ve insanlardaki en büyük bil­ gisizlik budur, zanaatkarların yaphğı değil. Ey yabancılar! Söylediklerimi anladınız mı? KLEİNİAS: Anlıyoruz ve seninle aynı düşüncedeyiz. ATİNALI: Bu durumda şöyle bir sonuca ulaşhk diye­

lim. Böylesine konularda bir insan bilgisizse, bu kimse akıl yürütme konusunda iyi olsa da, zekası sayesinde olayları kolayca kavrayabilen bir insan olsa da bir güç verilmemeli ve cehaleti kınanma­ lıdır, bunların tam karşıh olanlar ise yani yazma ya da yüzme bilmeseler de bilge kabul edilmeli ve aklı başında oldukları için yönetme gücü verilme­ lidir. Dostlarım, uyum yoksa bir düşünce ortaya çıkabilir mi? Böyle bir şey olamaz, en güzel ve en önemli uyuma en büyük bilgelik demek doğru olacakhr. Akla uygun bir yaşam süren insan bu bilgelikten pay almışhr, buna uygun yaşamayan insan ise kentin kurtarıcısı olamaz, bunları bilme­ diği için de zarar verir. Bu nedenle daha önceden söylediğimiz gibi bu noktaları netleştirelim. KLEİNİAS: Tamam. ATİNALI: Bir kentte yöneticiler ve yönetilenler vardır. KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Peki büyük kentlerde olsun, küçük kent-

lerde olsun ya da ailelerde olsun, yönetmek ve yönetilmekle ilgili şeyler nelerdir? Örneğin 1 09

690

Platon �

baba ve anne yönetirler. Her yerde baba ve anne çocuklarını yönetir, değil mi? KLEİNİAS: Doğru. ATİNALI: Soyluların soylu olmayanları yönetmesi de

vardır, sonra bir de yaşlıların gençleri yönetmesi. KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Bir de efendilerin yönetmesi, kölelerin yöne­

tilmesi vardır. KLEİNİAS: Kesinlikle. ATİNALI: Beşinci olarak da güçlünün zayıfı yönetmesi

vardır. KLEİNİAS: Tamam. ATİNALI: Eskiden Thebaili Pindaros'unıs dediği gibi

doğaya uygun yöntem de budur. Ancak bunlar­ dan da önemlisi bilgisizlerin boyun eğmesi ve bil­ gililerin yönetmesidir. Bilgelerin bilgesi Pindaros! Bunun doğaya aykırı olduğunu söyleyemem, hem doğal yasanın zorla değil istekle boyun eğenleri yönetmesi uygundur. KLEİNİAS: Çok haklısın. ATİN ALI: Tanrının istediği ve kadere bağlı olan bir

yöntem de kuradır. Kura çekeriz ve kazanan yönetir, kaybeden yönetilir. KLEİNİAS: Kesinlikle doğru. ATİNALI: Bir kimse kolayca yasa koyucuları savunu­

yorsa ona bir şaka yapıp şöyle diyebiliriz: "Ey 25 MÖ dördüncü yüzyılda yaşamış ve yazdığı şiirleri döneminin

ünlü kimselere adayarak şöhret kazanmış şair. 110

� Yasalar

yasa koyucu, yönetmek konusunda bunca şey var ve bunların birbirlerine karşıt olduklarını görü­ yorsun. Bizler içsavaşların nedenlerini ortaya koyduk, sen de durumu düzelt. Öncelikle bizimle beraber incelemeni istediğimiz şey şu: Argos ve Messenia kralları hangi noktada hata yaptılar ve sonuçta hem kendilerinin hem de Yunanların o dönemdeki büyük gücünü yıktılar. H.esiodos, yarım bütünden daha çoktur, diyordu; onu dinle­ mediler mi? Bir şeyin yarısını almak yararlı tama­ mını almak zararlıysa, daha az kötü olduğu için yeterli olan ölçüsüz olandan daha iyidir. KLEİNİAS: Haklısın. ATİNALI: Bu önce krallarda mı halkta mı ortaya çıktı? KLEİNİAS: Sanırım lüks yaşamdan kaynaklanan gurur nedeniyle krallarda. ATİNALI: O halde o zamanlar kral olanlar yasa tanımaz­ lardı. Söz verdikleri ve yeminler ettikleri konulara kendi içlerinde uymaları gerekirken aslında biraz önce dediğimiz gibi, bilgelik gibi görünen ama bilgisizlik olan uyumsuzluk, her şeyi hatalar ve acı bir anlaşmazlıkla yok etti, değil mi? KLEİNİAS: Öyle gibi. ATİNALI: Peki o zamanki yasa koyucu böylesine sorunlarla karşılaşılmaması için hangi önlemleri almalıydı? Tanrı aşkına, bugün konuşmak kolay ama o zamanlar görülebilseydi bunu becerebilen bizden daha bilge olmaz mıydı? MEGİLLOS: Anlayamadım. 111

691

Platon ..q/

ATİNALI: O zamanlar ülkenizde olanları bugün değer-

lendirmek kolay. MEGİLLOS: Daha açıkça söyler misin? ATİNALI: En açık şekilde şöyle söyleyeyim: MEGİLLOS: Nasıl? ATİNALI: Bir şeyin ölçüsünü umursamayıp küçük

gemiye büyük yelken, küçük bedene fazla yemek, beceremeyecek kadar büyük yetki vermek gibi durumlarda işler mahvolur. Ölçü aşıldığı için hasta olursunuz, aşırılık kaynaklı adaletsizlik doğar. Bu durumda ne demeliyiz? Belki de şunla­ rı söylemek gerekir: Genç ve sorumsuz olmasına karşın bir insana en büyük yetkileri verirseniz başarılı olma olanağı olmaz. Bir insanın aklını büyük bir cehaletle doldurursak en yakın dostları ondan nefret etmez mi? Bunlar yaşandığı zaman en kısa süre içinde bilgeliğini ve gücünü kaybe­ der. O halde bir şeyin ölçüsünü bilip bu türden şeylerin yaşanmasına engel olmak yasa koyucu­ nun yapabileceği bir iştir. O zaman yaşananları tahmin etmek kolaydır ancak en makul varsayım şudur: MEGİLLOS: Nedir? ATİNALI: Bir tanrı geleceği görüyormuş ve sizin için

endişelenerek kral sayısını iki yapmış. Daha sonra

692

içinde tanrısal bir güç olan ölümlü biri yönetimi­ nizdeki yetersizlikleri görüp yirmi sekiz yaşlının önemli konularda eşit oy hakkı olmasını sağla­ mış. Böylece yaşlıların akıl gücüyle krallığın kibri 112

� Yasalar

birleşmiş. Üçüncü kurtarıcınız26 ise yönetimdeki yetersizlikleri görüp bu kez benzeri bir yöntem­ le seçilen ephoroslara27 yönetimi kontrol hakkı vermiş. Bu sayede denge bulan krallığınız ken­ dini kurtardığı gibi başkalarının da kurtulmasına olanak sağladı. Çünkü o zamanlar Temenos'un, Kresphontes'in ya da Aristodemos'un varlıkla­ rına bu yasa koyucular yönetiminde var olmaya devam etmeleri olanaksızdı. Yasama konusunda tecrübeleri yoktu, aksi takdirde genç bir insanın tiranlık hırslarını sadece yemin ettirerek durdura­ bileceklerini düşünmezlerdi. Ancak tanrı artık bir yönetimin nasıl devamlı olabileceğini gösterdi. Biraz önce söylediğim gibi bunları bugünlerde görmek zor değil, çünkü elimizin albnda bir örnek var, ancak o zamanlar biri kalkıp bunları görebilseydi, iktidarı ölçülü bir şekilde tutmayı becerebilseydi o zaman bu plan devam edebilirdi, Persler ya da başka insanlar Yunanları küçümse­ yip sefere çıkmazlardı. KLEİNİAS: Haklısın. ATİNALI: Sevgili Kleinias! Ancak onları utanç veri­

ci bir şekilde yendiler. Utanç verici dememin nedeni deniz ve kara savaşlarındaki başarılar değil, kastettiğim şey şu: Bu üç kentten sadece biri Yunanistan için savaşh, diğerlerinin durumu o haldeydi ki aralarından biri Sparta'ya karşı 26 MÖ 750'li yıllarda Sparta Kralı Theopompos. 27 Sparta' da kentin denetiminden sorumlu olan beş yüksek yargıca

verilen isim. 113

Platon .q/

savaşarak onun yardım etmesini engellemeye çalıştı. Argos bu dönemde çok iyi durumda olmasına karşın yardım istendiğinde umursa­ madı. Bu savaşla ilgili olarak çok şey anlatılabilir ve bu nedenle de Yunanistan suçlanabilir. Hatta Yunanistan'ın kendini savunamadığı bile söyle­ nebilir. Atinalılar ve Spartalıların birlikte hareket etmeleri sayesinde kölelik tehlikesi savuşturuldu, eğer bu yapılmasaydı Perslerin egemenlik kur­ dukları diğer topraklarda olduğu gibi Yunanlar birbirlerinden rasgele bir biçimde ayrı yerlerde yaşayacaklardı. Yunanlar ve barbarlar iç içe kala­ caklardı. .Kleinias! Megillos! Bu olayların neden­ lerini araştırırken yaşananların dışında başka şeyler olmuş olması için o zamanın ve bugünlerin politikacılarını ve yasa koyucularını eleştiriyo­ ruz. Örneğin kentin özgür, bilge, dost olması gerektiğini, buna uygun şekilde yasalar çıkarması gerektiğini, yasa koyucunun buna uygun şekilde yasalar çıkarması gerektiğini, kimseye büyük imtiyazlar verilmemesi gerektiğini söylüyoruz. Şu ana dek farklı şeyler söyleyip yasa koyucunun bunlara göre yasalar yapması gerektiğini söyle­ dik, bunların her defasında değişmesine şaşır­ mamalıyız. Bilge ve dost olmaktan bahsederken farklı değil ortak amaçlarımız vardır, bu nedenle benzeri durumlar şaşırmayın.

693

KLEİNİAS: Tamam, söylediğin gibi yapmaya çalışalım

ve konumuza dönelim, sen de yasa koyucunun dikkat etmesi gereken bilgelik, özgürlük ve dost­ luk kavramları üzerinde dur. 114

� Yasalar

ATİNALI: Peki. İki ana devlet şekli vardır. Diğer

türlerin buradan doğdukları söylenebilir. Biri monarşi diğeri demokrasidir. Monarşi Perslerde, demokrasi Yunanlarda son noktasına ulaşmıştır. Söylediğim gibi diğerleri bu rejimlerden doğmuş­ tur. Bu durumda özgürlük ve dostluk bilgelikle beraber yer alacaksa iki yönetim şeklinden de bir şeyler alınmalıdır. Bunların olmadığı bir devletin asla düzgün bir şekilde yönetilemeyeceği söyle­ nirse doğru söylenmiş olur. KLEİNİAS: Haklısın. ATİNALI: Birinde monarşi diğerinde özgürlük aşırıya

gittiği için başarılı olamadı. Ancak Sparta ve Girit yönetimleri daha başarılı oldu. Atina ve Persler için de eskiden bu doğruydu ancak günümüzdeki durum farklı. Bunun nedenlerini açıklayalım mı? KLEİNİAS: Konumuzu bitirmemize yardımcı olacaksa

tabii ki açıkla. ATİNALI: Persler Kyrosıs zamanında kölelik ve özgür­

lük arasındaki dengeyi kurdukları için önce özgür oldular, ardından da çok sayıda halkın efendisi oldular. Çünkü yönetenler yönetilenlere özgür­ lük sağlıyorlardı, eşitlik olduğu için askerler komutanlarını seviyorlardı, tehlikelere katlanı­ yorlardı. Yine aralarından birisi düzgün bir öne­ ride bulunduğu zaman dilediği gibi konuşmasına izin verilirdi. Çünkü kral kıskanç biri değildir ve

28 MÖ 561-529 yıllan arasında tahtta kalmış olan ve Pers İmpara­

torluğu'nun kurucusu kabul edilen kral. 1 15

694

Platon

.q..

o dönemde özgürlük, samimiyet ve karşılıklı bilgi alışverişi sayesinde işleri yoluna koydu. KLEİNİAS: Sanırım söylediğin gibi oldu. ATİNALI: Peki neden Kambyses29 zamanında gerile­

diler ama Dareios3o zamanında ileriye gittiler? Bu konuda kahinlik yapalım mı? KLEİNİAS: Evet, bu sayede konumuzu daha iyi şekil­

de inceleyebileceğiz. ATİNALI: Kyros'un diğer özelliklerinin yanında aynı

zamanda iyi bir komutan ve ülkesini seven bir insan olduğunu düşünüyorum, fakat iyi eğitim almamış ve ev yönetimini de umursamamışb. KLEİNİAS: Nasıl olur? ATİNALI: Sanırım gençliğinden itibaren hayab savaş­

larla geçti, çocukların eğitimi işini kadınlara bırak­ b.

Kadınlar da çocukları bebekliklerinden itibaren

bolluk içinde mutlu olacaklarını düşünerek yetiş­ tirdiler. Büyüdükleri zaman mutlu olduklarını düşünerek kimse onlara karşı çıkmadı ve bir şey yapbkları ya da söyledikleri zaman herkes onları övmek zorunda kaldı. KLEİNİAS: Bu güzel bir yetiştirme biçimi gibi. ATİNALI: Erkekler sürekli olarak savaşlarda ve tehli­

kelerin içinde oldukları zaman kadınlar da saray­ larda zengin çocukları olarak onları yetiştirdiler.

29 Perslerin Kyros' tan sonra gelen ikinci kralları, MÖ 529-522 yıllan

arasında iktidarda kalmışhr. 30 Bah Anadolu'yu ele geçirip Yunanistan seferine çıkan Pers kralı.

116

m.

Yasalar

KLEİNİAS: Manhklı görünüyor. ATİNALI: Babalan onlar için çok sayıda hayvan ya

da başka şeyler ele geçirseler de çocuklarının

695

geleneksel Pers eğitimi almadıklarını bilmiyorlardı. Persler çetin arazilerde yetişmiş çobanlardır, eğitimleri zorluydu, açık alanda yaşayabilen, uykusuz kalabilen, zamanı geldiğinde savaşabilen çobanlardı. Kadınlar ya da hadımlar çocuk.lan bahsettiğimiz bozuk Med eğitimi ile eğittiklerini anlamadılar, cennetin sevgilileri adı verilen bu çocuklar da bu kötü eğitimden sonra beklenildiği gibi yetiştiler. Kyros'un ölümünden sonra zengin ve aylak çocuklar iktidarı aldık.lan zaman önce eşit tutulması nedeniyle kardeşini öldürdü, ardından da zevk ve sefa içinde Kamyses'in aptallığı ile dalga geçen Med hadıma iktidarı bırakh. KLEINAS: Hikaye böyledir ve gerçeğe de yakındır. ATİNALI: Hikaye Dareios ve yedilerin yönetimi nasıl

tekrar Perslere kazandırdıklarını da anlabr. KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Daha sonrasında neler oldu, şimdi onu ince­

leyelim. Dareios bir kralın oğlu değildi, yediler arasında iktidarı devralınca ülkeyi yedi parça­ ya böldü, bugün bile bunun izlerine rastlanılır, ardından da yasalarla herkese eşitlik sağladı. Kyros'un sözünü verdiği vergi sistemini inşa etti, bu sayede Perslere arasında dostluk ve beraberlik kuruldu. Para ve hediyeler Pers halkını kendi­ sine bağladı, ardından da Kyros'un sahip oldu117

Platon .q/

ğu topraklan bile genişletti. Dareios'tan sonra sarayda yetişmiş olan Kserkses tahta geçti. Bu durumda pek de haklı olarak şunu söyleyebiliriz: "Ey Dareios! Kyros'un hatasından ders çıkar­ mamışsın, Kyros'un Kambyses'e verdiği eğitimi sen de Kserkses' e verdin." Kserkses de benzeri bir eğitim aldığı için Kambyses benzeri olaylar yaşadı, ondan sonra da hiçbir Pers Kralı kral ismini taşıma dışında pek de büyük olamadı. Bu noktada kötü kader yoktu, hata zenginlerin ve tiranların çocuklarının yaşadığı kötü yaşamdır. Bu eğitimi aldıktan sonra erdemiyle öne çıkabilen bir çocuk ya da yaşlı bir adam olamaz. Ben de yasa koyucunun bunları düşünmesi gerektiğini düşünüyorum. Kentinizin iyi olduğu bir nokta var. Spartalılar! Sadece tanrısal soydan gelen ve bir tanrının sözleriyle yasaları yapan kişilerin dışında hiç kimseye zengin, fakir, hangi soydan geldiğine bakmaksızın, hatta krallara ve herhangi bir şahsa ayrıcalık vermiyorsunuz. Aynı zamanda herkes aynı eğitimi alıyor. Bir ülkede hızlı koştu­ ğu ya da güzel veya güçlü olduğu için bir insana yöneticilik verilmiyorsa erdemsiz ama zengin birine, hatta erdemli olsa da ölçüsüz birine de verilmemesi gerektiğini düşünüyor musun?

696

MEGİLLOS: Yabancı, ne demek istedin? ATİNALI: Cesaret erdemin bir parçası değil mi? MEGİLLOS: Evet. ATİNALI: Bu durumda beni dinle ve kendin karar ver.

Çok cesur ama ölçülü olmayan, kendine hakim 118

n:ı-

Yasalar

olamayan bir insanın ev arkadaşı ya da komşu olmasını ister miydin? MEGİLLOS: Böyle bir şey önerme. ATİN ALI: Bir zanaatkarın çok becerikli olmasını ama

adaletsiz olmasını. MEGİLLOS: İstemem. ATİNALI: Adalet ölçülülükten ayrı değildir. MEGİLLOS: Değildir. ATİNALI: Biraz önce bilge dediğimiz ama hazlar

ve

acıları bilgece bir şekilde uyum içinde tutan kişi de olamaz. MEGİLLOS: Haklısın. ATİNALI: Peki kimlerin devlet yönetiminde olması ya

da olmaması uygundur, bunu inceleyelim. MEGİLLOS: Nasıl? ATİNALI: Bir insan diğer erdemlere sahip olmadan tek

başına ölçülü olsa bu işe yarar mı? MEGİLLOS: Nasıl yanıt vereceğimi bilemiyorum. ATİNALI: Aslında doğru söyledin, çünkü nasıl yanıtla­

san yanlış olacakh. MEGİLLOS: O halde doğru yanıtladım. ATİNALI: Evet, onurlandırma ya da onurlandırmama

konusunda bir şey söylemeye gerek yok. MEGİLLOS: Ölçülülükten söz ediyorsun sanırım. ATİN ALI: Evet, öte yandan bize en çok yararı dokuna­

en çok övülmesi gereken, ikinci sırada gelenin en çok övülmesi gereken ikinci şey olması en doğ­ rusudur. Bu şekilde yapılırsa en doğrusu olur.

nın

1 19

Platon .q/

697

MEGİLLOS: Doğru. ATİNALI: Onurlandırmayı belirlemek yasa koyucu­

nun işi midir? MEGİLLOS: Tabii ki. ATİN ALI: En ufak noktasına kadar kendisine bırakmak

en doğrusu değil mi? Ancak yasalar konusuyla ilgili olduğumuza göre, bunları büyüklüklerine göre üç gruba ayıralım mı? MEGİLLOS: Ayıralım. ATİNALI: Bir devlet insani şekilde mutlu olacaksa ve

bu sürekli devam edecekse onur ve cezalandır­ manın doğru olması gerekir. Ölçülü olmak dahil olmak üzere, ruhsal açıdan en iyi şeyleri ve onur­ ları ilk sırada değerlendirmek gerekir. Ardından bedensel iyiler ve sağlık gelir. Üçüncü sırada ise para ile ilgili şeyler yer alır. Bir yasa koyucu ya da kent bu sıralamanın dışında hareket eder ve zen­ ginliği önemserse ya da onur bakımından aşağıda yer alması gerekeni yukarı çıkarırsa dini ve siyasi açıdan doğru bir şey yapılmamış olur, ne dersiniz bunu ifade edelim mi? MEGİLLOS: Elbette bunu açıkça ilan edelim. ATİNALI: Perslerin devlet yapılarını incelememiz

konuyu uzattı. İşler onlar için gittikçe daha kötü­ ye gidiyor, çünkü giderek daha fazla özgürlükleri kısıtladılar ve bunun sonucunda da devletteki uyumu ve dostluğu yok ettiler. Daha sonrasın­ da yöneticilerin yönetilenlere değil, kendilerine çalışmaları ortaya çıktı. Kendi çıkarları için yap120

ro,.

Yasalar

bkları küçük bir şey bile kentlerine zarar verdi, dostlarını yitirdiler, düşmanca nefret ettiler, düş­ manca nefret edildiler. Kendilerine bağlı bulu­ nanların savaşlara girip kendilerini tehlikelere sokmaları gerektiği zaman birlik olmadığı için bunu yapacak insan bulamadılar. Çok insanları vardı ama hiçbiri savaşta işe yaramıyordu. İnsan eksikleri varmış gibi paralı askerler tuttular ve bu

698

yabancıların kendilerini kurtarmalarını beklediler. Aynca ülkelerinde gümüş ve albrun güzel ve önemli şeylerden önemli olduklarını göstererek kendilerini zora soktular. MEGİLLOS: Çok haklısın. ATİNALI: Bu nedenle Perslerin bugünlerde de kölelik

ve özgürlüklerin kısıtlanması nedeniyle doğru yönetilmediklerini söyleyebiliriz. MEGİLLOS: Tamam. ATİNALI: Sırada Attika konusu var. Burada da ben­

zeri bir inceleme yapalım ve kontrolden uzak, aşın özgürlüklerin diğerlerinin kontrollü yöne­ timinden kötü olduğunu açıklayalım. Persler Yunanistan' a ve Avrupa'ya saldırdıkları zaman­ larda, eskiden kalan bir devlet yönetimi ve dört sınıftan oluşan bir toplum yapısı vardı. O zaman­ lar utanma vardı ve yasalara uymak zorun­ da kalıyorduk. Yine kara ve denizden saldı­ ran ordunun büyüklüğü bizleri umutsuzluğa sevk ettiği için yasalara ve yöneticilere daha çok bağlandık. Bu nedenle de bir birlik oluş­ turduk. Salamis Savaşı'ndan on yıl önce Datis 121

Platon .q/

ordusuyla geldi. Dareios'un onu göndermesinin nedeni Atinalılan ve Eretrialılan köle yapmak istemesiydi. Başaramazsa hayalını kaybedecekti, tüm gücüyle saldırdı ve Eretrialıları ezip geçti. Bize de korku salan bir haber gönderdi ve hiç­ bir Eretrialırun kurtulamadığını bildirdi. Datis'in askerleri bir araya gelip tüm Eretria'yı kuşatmış­ lardı. Haberin doğruluğu bilinmezdi ama tüm Atinalılann içine büyük bir korku saldı. Her yer­ den yardım istediler ama sadece Sparta olumlu yanıt verdi. Duyduklarımız doğruysa o sıralar Messenia Savaşı'nda oldukları için Marathon Savaşı'ndan3t bir gün sonra geldiler. Daha sonra başka büyük hazırlıkların yapıldığı haberleri geldi, kralın tehditleri de bitmiyordu. Sonra kralın ölüm haberi geldi ama genç ve savaşa arzulu

699

oğlu başa geçmişti ve seferden vazgeçmeye niyet­ li değildi. Marathon Savaşı nedeniyle Atinalılar hazırlıkların kendileri için yapıldığını sanıyorlar­ dı. Athos'a açılan tünel, Hellespontos'ta gemilerle kurulan köprü ve gemilerin sayısı duyulduğunda karada ve denizde şansları olmadığına inandı­ lar. Çünkü bir müttefikleri yoktu, Perslerin ilk gelişlerini ve Eretria'yı dümdüz edişlerinde hiç kimsenin yardıma gelmediğini, birlikte savaşma­ ya kimsenin cesaret edemediğini habrlıyorlardı ve bu nedenle de benzeri şeyleri yaşamaktan korkuyorlardı. Bu sefer denizden de çok daha fazla gemi saldıracağı için şansları çok azdı. 31 MÔ 490 yılında.

122

1t;..

Yasalar

Olup bitenlere baktıkları zaman zafer şansı çok düşüktü ve sonuç olarak kurtuluşu sadece ken­ dilerinde ve tanrılarda gördüler. Tüm bu olanlar birlik kurma isteklerini artırdı, aynı zamanda o günlerin ve eski yasaların ortaya çıkardığı bir korku da vardı. Eski yasaları dinleyerek içlerine yerleşmiş olan bu korkuya daha önceki kısım­ larda utanç demiştik. Erdemli olmak isteyen­ lerin bu korkuya boyun eğmeleri gerektiğini, korkak olanların bu duygudan uzak olduklarını ve bu açıdan korkusuz olduklarını belirtmiştik. İşte bu korkuyu duymasalar birlikte hareket edip kendilerini koruyamazlardı, o zamanki gibi tapınakları, mezarlıkları, ülkelerini, ailelerini, müttefiklerini koruyamazlardı. Herkes küçük gruplara dağılır ve yok olurdu. MEGİLLOS: Yabancı, söylediklerin tamamen doğru

ve ülkenize layık şeyler. ATİNALI: Öyle Megillos! Ataların ile aynı duygulara

sahip olduğuna göre o zamanlar yaşananları sana anlatmak yerinde olacak. I

Yasalar

KLEİNİAS: Aynı düşüncedeyiz. ATİN ALI: Daha sonrasında tanrılar için ilahiler ve

dualar okunması geliyor, tanrılardan sonra da daimonlar ve kahramanlar için de övgüler düzül­ melidir. KLEİNİAS: Doğru, böyle olmalı. ATİNALI: Ayrıca şuna da kimse itiraz etmez: Bedeni

ve ruhuyla güzel işler yaparak ve yasalara uygun şekilde yaşayarak ölen bir insanın ölümünden sonra onurlandırılması uygundur. KLEİNİAS: Haklısın. ATİNALI: İnsanlar hayatlarım tamamlayıp güzel bir

802

ölüm yaşamadan önce hayatta olan diğer insanlar tarafından övülmeleri doğru değildir, erdemli diyebileceğimiz tüm erkek ve kadınlar için bu durum geçerlidir. Şarkı ve dansların da benzeri şekilde düzenlenmeleri gerekmektedir. Müzik ve danslar konusunda atalarımızın çok güzel uygu­ lamaları vardır, bunlar arasından kurduğumuz kentimize yakışanları kolayca seçebiliriz. Bunları seçmek için elli yaşın üzerindekiler tarafından bir kurul kurulur, eski şarkılardan uygun olanları seçerler ve hatalı olduklarım düşündüklerini çıkarırlar ya da şairler ve müzisyenler arasından bunları değiştirebilecek durumda olanlardan yararlanarak değiştirirler. Bunlar yaparken bazıları dışında istek ve hazlara kendilerini kap­ tırmayacaklar, yasa koyucunun isteklerine bağlı olarak olabildiğince dans, müzik ve koroları yeni251

Platon .q/

den düzenleyecekler. Hatalı bir müzik yeniden düzenlendiği zaman eskisi kadar haz vermiyorsa da durum eskisinden çok daha iyidir ve hepsin­ den aynı zevk alınır. Bir insan çocukluğundan iti­ baren düzenli bir müzik içinde yetişmişse bunun aksini gördüğü zaman zevk duymaz ve sıradan gelir, oysaki tersi bir durumda tersini beğenme­ yecektir. Bundan dolayı biraz önce belirttiğim gibi iki müzik türü zevk verip vermeme açıla­ rından farklı değillerdir, aralarındaki fark kar­ şılarındakileri daha iyi ya da kötü yapabiliyor olmasıdır. KLEİNİAS: Haklısın. ATİNALI: Yine kadın ve erkekler için uygun olan

şarkıları belirlemek gerekir, uyum ve ritimler konusu da netleşmeli, ritim bulamamak ve uygun şekilde müziğe kablamamak çok kötü bir şeydir. O halde bu konularda yasalar yapmak gerekir, müzikte bulunan zorunlu iki nokta yani ritim ve uyum konuları kadınların ve erkeklerin söyledik­ leri şarkılarda mutlaka olmalıdır, ancak iki cins arasındaki farktan dolayı kadınlar hakkında bir

803

şeyler söylemek gerekir. Cesaretle ilgili şarkılar erkeğe ait olmalı, düzen ve ölçülülükle ilgili olan­ ların kadınlarla ilgili olduklarını hem burada hem de yasalarda belirtmek gerekir. Yasada buna dik­ kat edilmeli, öte yandan bunların öğretilmesi ve diğerlerine geçirilmesi konusunda da bir şeyler söylemek gerekir. Bunların kimler tarafından, ne şekilde ve ne zaman yapılması gerektiğini konu252

r...

Yasalar

şalım. Gemiciler bir gemiyi yaparken omurgayı aşağı indirerek geminin şeklini verirler, bizler de insanların karakteflerine ve yaşam şekillerine göre benzeri bir şey yapmaya çalışıyoruz. Nasıl davranarak ve hangi geleneklere uyarak şu anki yolculuğumuzu en iyi şekilde sürdürebileceğimi­ zi incelemeye çalışıyorum. İnsan ilişkileriyle ilgili konuları pek ciddiye almamak gerekir ama biz bunu yapmak zorundayız. Bu da işimizi zorlaştı­ ran husus. Şimdi konumuz bu olduğuna göre, en uygun şekilde hareket edersek bir çözüm bula­ biliriz. Söylediklerim anlaşılmamış olabilir, ne demek istediğimi soran çok haklı olurdu. KLEİNİAS: Kesinlikle. ATİNALI: Ciddi şeylerle ilgilenmek için ciddi olma­

yanları bırakmak gerekir, tanrı yapısı gereğince tüm mutluluk çabalarına değer ancak insan daha önceden de belirttiğimiz gibi tanrının bir oyun­ cağıdır. Aslında bu durum insanın en önemli yanıdır, ancak kadınlar ve erkeklerin buna uygun olarak bugünkünün tam tersi şekilde hareket etmeleri halinde güzel oyunlar oynayarak yaşa­ ma şansları olur. KLEİNİAS: Ne demek istedin? ATİNALI: Günümüzdeki hakim düşünce ciddi işlerin

eğlenceyi amaçlaması yönünde, örneğin savaş ciddi bir şeydir ve eğlence olan barış için gerekti­ ği düşünülüyor. Fakat savaş gerçek anlamda bir eğlence olamaz, günümüzde de ileride de eğitici 253

Platon oQ,/

bir yanı olamaz, ancak savaşın ciddi bir şey oldu­ ğunu ifade ediyoruz, insanların barış zamanında olabildiğince uzun ve iyi yaşamaları gerekir. Peki doğrusu ne? Oyunlarla, danslarla, şarkılarla yaşarsa insanlar tanrıları yanlarına alabilirler, düşmanları yenmenin yolu da buradan geçer. Peki hangi şarkılar ve danslarla bunu yapabiliriz, bundan daha önce söz etmiştik. Bu sayede gidece­ ğimiz yol kolaylaşh, bakın şair ne güzel söylemiş: "Telemakhosf 56 Birçok sözü aklımla bulup söyler­

804

sin, bazılarını tanrı söyletir sana, sonuçta tanrılar istemeden büyümedin ya!"S7 Öğrencilerimizin de benzeri şeyleri kabul etmeleri gerekir, aynı zamanda koro, koro danslar ve kurbanlar hak­ kında tanrılar ve daimonlar insanlara hangi tan­ rıların hangi zamanlarda yanlarına çekileceğini, bazıları sanki bir kukla gibi, bazıları da gerçekten pay alan insanlar olarak yaşayacaklar. MEGİLLOS: Ey yabancı! İnsan soyunun değerini azalt­

mıyor musun? ATİNALI: Megillos! Buna şaşırma, ben sözlerimi tan­

rıyı düşünerek ve ondan etkilenerek söyledim. Ancak rahatsız oluyorsan insanların da değersiz olmadıklarını ve bir önemi olduklarını vurgulaya­ yım. Konumuza devam etmek için kent içinde üç ayrı yerde gymnasion ve okullar, kent çevresinde okçuluk, atma eğitimleri yapılan, aynı zamanda

56 Yunan mitolojisinde Odysseus'un oğlu. 57 Homeros, Odysseia, 3,26.

254

1tı-

Yasalar

gençlerin eğitim öğretim gördükleri alanlardan bahsetmiştik. Bu konuyu o zaman yeterince açık­ layamadıysak şimdi konuşalım ve yasalaştıralım. Her yerde yabancı ve ücretli öğretmenler olacak, savaş ve müzik konusunda bildiklerini öğretecekler, eğitim ailelerin isteklerine bağlan­ mayacak, her erkek çocuk babasından daha çok kentin malı olduğuna göre zorunlu eğitim var olacak. Yasalarda erkekler ve kızlar arasında fark gözetmiyorum, bu nedenle kızların da benzeri bir eğitim almaları gerekir. Ata binmenin ve jimnastiğin erkeklere yakıştığı ama kızlara yakışmadığı düşüncesine katılmıyorum. Çünkü eskiden duyduğu hikayelerden duyduklarıma inanıyorum. Pontos'taki Sauromatides kabilesinde kadınların sadece ata binme konusunda değil, aynı zamanda ok ve silah eğitimi konusunda da erkeklerle aynı eğitimi almaları zorunluymuş. Bana göre bir şey

805

yapılabiliyorsa ülkemizde de benzeri bir şeyin yapılmaması, yani kızların da erkeklerle aynı eğitimi almamaları çok saçma. Kentler aynı çaba ve harcamayla alması gerekenin yarısını alabiliyor, bu konuda yasa koyucuların hata yapması ilginç. KLEİNİAS: Evet ama yabancı, şu ana kadar söyledik­

lerinin genel yönetim şekillerinin dışında şeyler olduğunu belirtmek gerekiyor. ATİNALI: Ancak ben tartışmanın devam etmesi gerek­

tiğini ve her şey yolunda giderse bunu onaylama­ mız gerektiğini söyledim. 255

Platon "'41

KLEİNİAS: Peki hata yaptığımı kabul ediyorum, şimdi

dilediğin gibi konuş. ATİNALI: Kleinias! Yaşananlar söylediklerimin ger­

çekleşme olanağının düşük olduğunu göster­ seydi ısrar etmezdim ama yasayı kabul etmek istemeyen kimse daha farklı bir itiraz noktası bulmalı, bense itirazlara karşın kızların erkeklerle aynı eğitimi almaları gerektiğini ve bunun diğer konularda da benzeri şekilde olması gerektiğine inanmaya devam edeceğim. Öte yandan kadınlar erkeklerle aynı yaşama dahil olmuyorlarsa, bu durumda yeni bir yol bulmamız gerekir değil mi? KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Peki, kadınları yaşama ortak etmeden nasıl

bir yol bulacağız? Trakyalılar ve başka birçok halk kadınları köleler gibi, çiftçi, çoban, hizmetçi veya sığırtmaç gibi kullanıyorlar, böyle mi yapa­ lım? Belki de kendimizdeki gibi mi yapalım? Bugün ülkemizde şu şekilde bir uygulama vardır: Tüm zenginliğimizi eve alıp mekik dokuyup yün eğiren kadınlara bırakmışız. Megillos! Lakonia uygulamasına mı geçsek? Kızlarınız beden eği­

806

timi ve müzik eğitimi alırlar, kadınlarınız yün işleriyle ilgilenmezler, ancak pek de değersiz sayılmayacak bir hayat sürer, yaşamları zah­ metlidir, ev işleri, çocuk yetiştirme ve evi çekip çevirmek konusunda çok iş yaparlar, ancak savaş konusunda eğitim almadıklarından dolayı kendi­ lerine bir gün ihtiyaç olsa Amazonlar gibi ustaca 256

r,,,.

Yasalar

ok ve silah kullanamazlar, tannçass gibi mızrak ve kalkan kullanamazlar, ülkeleri yağmalanırken bir düzen içinde kalıp cesurca savaşarak düş­ manları biraz da olsa korkutamazlar, değil mi? Bu yaşayış şekilleri ve Sauromatides arasında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır, Sauromatides kadınları Lakonialıların yanında erkek gibidirler. Bu nedenle isteyen istediği kadar yasa koyucula­ rıruzı övsün benim görüşüm sabit, yasa koyucu yarım bir iş yapmamalı ve işlerini tamamlamalı, kadınlara lüks harcamalar yapıp düzensiz bir yaşama düşmelerine izin verilemez, böyle yap­ mazsa kentin yalnızca yarısını denetlemiş olur. MEGİLLOS: Kleinias! Ne dersin, bir yabancının

Sparta'ya bu şekilde saldırmasına izin mi vere­ ceğiz? KLEİNİAS: Evet, mademki konuşmasına izin verdik o

zaman tüm yasaları incelemesine izin vermeliyiz. MEGİLLOS: Haklısın. ATİNALI: Peki devam edeyim mi? KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Zorunlu ihtiyaçlar bir yere kadar karşılan­

dıktan sonra ve ustalık gerektirenler de başka insanlara bırakıldığına göre geriye kalanlar nasıl yaşayacaklar? Kölelerin işlettiği araziler insan­ ların yaşamalarına yetecek kadar ürün verecek. Toplu yemeklerde erkekler bir yerde, kadınlar,

58 Yani Athena.

257

Platon �

anneleri, çocuklar, ev halkı başka bir yerde oturacak, kadın ve erkek görevliler yemeklerdeki davranışları denetleyecekler, yöneticiler gece ya

807

da gündüz için gerekli şekilde tanrılara sunular sunacaklar ve ardından evlerine gidecekler. Peki, bu insanların yaşamları bu şekilde düzenlendikten sonra yapacak bir işleri kalmadığı için sanki bir hayvan gibi yiyip içmekten başka bir şey yapmaması mı gerekiyor? Bu doğru olmadığı gibi güzel de değil. Bu şekilde yaşayan insanlar davranışlarına uygun bir akıbete uğrarlar, tembel ve umursamaz bir şekilde yiyip içmiş bir hayvan, cesur ve kendisini doyurmasını bilen bir başka hayvan tarafından parçalanıp gider. Bu konuda yeterli bir dikkat gösterirsek, yani kadın, çocuk ve kişinin evi için yeterli özeni gösterirsek buna benzer bir sonla karşılaşmayız ama belirttiğimiz şeyden sonra ikinci sırada geleni yapabilirsek çok daha iyi olur. Bu türden bir yaşam süren insanlar için çok önemli bir şey daha var ve bu şey aynı zamanda çok değerli ve doğru yasa tarafından yapılması zorunlu kılınan bir iş. Bir insan yaşamındaki diğer işlerden zaman kalmadığı için Pythia ya da Olimpiyat Oyunları'nda birinci olmak isteyen birisine göre ruh ve bedeni erdemle doldurmak isteyen bir insanın yaşamı belki de iki kat daha yoğundur. Diğer işler bedenin beslenmesine, çalışmasına yönelik işlere engel olmaz, ruhun da bilgilenmesi ve alışkanlık kazanması konusunda zorluk çıkarmaz, bazen bu konuda 258

� Yasalar

en iyi sonuçlara ulaşmak için bir gün bile yetme­ yecektir. Bundan dolayı tüm özgür vatandaşların günün doğumuyla ertesi gün doğuma kadar olan tüm zamanlarını dolduracak bir yaşamları olma­ lıdır. Ancak bir yasa koyucunun ev işleri, devleti tüm gücüyle koruyan nöbetçilerin yapacakları gibi çok sayıda aynnh vermesi işleri zorlaşhrır. ôte yandan bir vatandaşın tüm geceyi uyuyarak geçirmesi, kalkıp tüm kölelere kendisinin uya­ nık olduğunu göstermemesi insanlar tarafından utanç verici bir şey olarak kabul edilmeli ve özgür insanların bunları yapmayacağı kararlaşhnlmalıdır. Bu yasa da olabilir, gelenek de. Evin kadı-

808

nının köleler tarafından uyandırılması, kadının köleleri, çocukları ve ev halkını uyandırmaması kötü bulunan bir şey olmalıdır. Geceleri herkes uyanık olmalı, görevliler kentte, evin beyefendisi ve hanımefendisi de evdeki işleri yürütmelidir. Öte yandan çok uzun süre uyumak beden için de ruhumuz için de ve buna bağlı çalışmalarımız için de yararlı değildir. Uyuyan bir insan adeta ölü gibidir, hiçbir işe yaramaz; aynı zamanda yaşa­ maya, düşünmeye çok çaba harcayan insanlar en fazla uyanık kalan insanlardır, elbette sağlığı için gerektiği kadar uyur, ancak bunun da fazla olmasına gerek yoktur, bu iş alışkanlık haline gelirse zaten fazla da olmaz. Yöneticilerin kentte geceleri uyanık kalmaları zaten düşmanlarda ya da kötü vatandaşlarda korku yarahr, adaletli ve aklı başında insanlarda saygı ve hayranlık uyan259

Platon

JI,/

dırır, kendilerine ve tüm kente yarar sağlarlar. Ayrıca gecelerin böyle geçirilmesi kentteki insanların ruhlarını cesaretlendirecektir. Sabah olduğu zaman çocukların öğretmenlerine gönderilmeleri gerekir, koyunlar ya da diğer hayvanlar nasıl ki çobanları olmadan yaşayamazlar, aynı şekilde çocuklar öğretmensiz, köleler de efendileri olmaksızın yaşayamaz. Hem tüm vahşi hayvanlar arasında en tehlikelisi çocuktur. Akılları tam olarak başlarında değildir, bu durumda en kurnaz, yaramaz ve aşırı davranışlarda bulunanıdır. İşte bu nedene çocukların sürekli kontrol altında tutulmaları uygundur, ilk önce anneleri ve bakıcıları tarafından daha sonra onlara göz kulak olacak olanlar tarafından ardından da insana yakışır her türlü bilgiyi öğrenmelerini sağlayacak olan öğretmenler tarafından yönlendirilmeleri gerekir. Öte yandan bir köle gibi eğitim görürse çocuk, kendisine göz kulak olması gereken bakıcı, öğretmen herhangi birisi hata yaparsa bunu gören ilk özgür kişi her üçünü de cezalandırabilir. Gördüğü halde cezalandırmazsa şiddetli bir şekilde eleştirilsin, yasa koruyucular tarafından çocukların yönetilmeleriyle ilgilenen kimse bu durumu fark edip de cezalandırmayan kişiyi gözaltına alıp çocukların yetişmeleri konusunda doğru hareket etmesini ve her zaman yasalara uygun şekilde yönlendirilmelerini sağlasın. Peki

809

bu görevli, yasalar tarafından nasıl eğitilecek? Çünkü yasalar her şeyi açıkça ifade etmezler, 260

;ı;.

Yasalar

bazı şeyleri söylerler, bazılarını ise söylemezler. Olabildiğince her konuya değinmeli ki görevliler de başka çocukları eğitebilecek durumda olsun­ lar. Öğretmenlerin koro, müzik, dans konuların­ da nasıl seçimler yapmaları gerektiği, eğitimin nasıl olacağı, düzenlemelerin nasıl yapılacağını konuştuk ancak vezinsiz düzyazıyla yazılmış hangi eserlerin nasıl inceleneceğini söylemedik. Şu ana kadar söylediklerimizden gençlerin savaş­ la ilgili konularda neler yapmaları gerektiği çıka­ rabilirsiniz. Bir de yazılı eserler ve savaş, ev eko­ nomisi, devlet yönetimi için herkesin öğrenmesi gerekir diyeceğimiz matematik, lir, gökyüzün­ deki cisimlerin hareketleri, yıldızlar, güneş, ay hakkında bilgiler konusu var. Bunların hepsi kent yönetimi için kullanılmalıdır. Öğretmenlere şu ana kadar gençlerin aylık dönemlerde, ayların yıl içinde düzenlenmelerinde, mevsimler, kurban­ lar, törenlerin kendi özelliklerine uygun olarak nasıl yapılacakları, kentin diri ve uyanık olması için tanrıların nasıl onurlandırılacakları, insan­ ların nasıl cehaletten kurtanlacaklan gibi konu­ lar açıklanmadı, şimdi bunları dikkatle dinleyin! Edebiyat konusunda yeterli bilgin yok dedik, fakat konuşmadığımız bir şey var. O da şu: Bir insan bu konularda ayrıntılı bilgi sahibi mi olmalı yoksa bu konularla hiç ilgilenmese de olur mu? Benzeri bir durum lir için de geçerli. Bu bilgilerin mutlaka öğrenilmesi lazımdır. On yaşında bir çocuğun üç yıl edebiyat eğitimi alması, ardından gele261

810

Platon .q/

cek üç senede de lir çalmayı öğrenmesi uygun­ dur. Ailelerin ya da çocukların bu süreyi fazla öğrenme hevesinden ya da isteksizlikten dolayı uzatma ya da kısaltma hakları yoktur. Bunlara uygun davranmayanlar biraz sonra bahsedeceği­ miz şekilde eğitim onurunu kaybedeceklerdir. Bu süre içinde öğretmenlerin ne öğretmesi, öğren­ cilerin en öğrenmesi gerektiğini öğrenmen gere­ kir. Çocuklar okuma ve yazma öğrenene kadar harfleri incelemeli, belirlenen süre içinde hızlı ve güzel yazmayı beceremeyen çocuklara baskı kurulmamalı. Çocukların lirle beraber olmayan, kimileri vezinli ve müzikli olmayan, yani konuş­ maya uygun şekilde ritim ve uyum olmadan yazıya geçirilerek çok sayıda insan tarafından bırakılan eserler bizler için zararlıdır. Yasa koru­ yucular bunları nasıl kullanacaksınız? Ya da yasa koruyucular nasıl önerilerde bulunmalıdırlar ki doğru hareket edilebilmiş olsun? Evet, bu konu epey zorlayıcı olacak gibi. KLEİNİAS: Bu konuyu kendin açmana karşın kararsız

gibi görünüyorsun, yabancı! ATİNALI: Haklısın Kleinias! Mademki yasama konu­

sunda birlikte konuşuyoruz, o halde bana göre kolay olan ve olmayan noktalarda yardıma olma­ lısınız. KLEİNİAS: Tamam, neler söyleyeceksin bakalım? ATİNALI: Tamam ama fazlasıyla itirazla karşılaşacak

şeyleri söylemek kolay değil. 262

� Yasalar

KLEİNİAS: Daha önceden de yasalar konusunda çoğu

insanın düşüncelerinden farklı şeyler söyledin, bu kadar şey değersiz miydi? ATİNALI: Çok haklısın, ancak beni öyle bir yola soku­

yorsunuz ki bazı insanlara uygun olmayan, belki az sayıda insan tarafından uygun bulunan ancak daha mantıklı insanlar tarafından uygun bulunan bu şeyleri cesaretle kendimi zor duruma sokaca­ ğını bile bile konuşmaya ve üzerinde durduğu­ muz yasama konusunda hiç geriye düşmeden ilerlemek zorundayım. KLEİNİAS: Haklısın. ATİNALI: Peki o halde devam edeceğim. Şairlerin

heksametre, trimetres9 ve ölçü dediğimiz vezin­ lerle yazılmış çok sayıda eserleri vardır. Bazıları ciddi konulardan söz ederken bazıları komiklik yaparlar, insanların doğru bir şekilde eğitilmeleri için bu şairlerin eserleriyle eğitilmeleri gerektiğine inanılır. Bu düşünceye göre şairlerin eserleri

811

ezberlenmeli ve bu sayede bilgili ve şiir konusunda tecrübeli bir gençlik ortaya çıkar. Bazılarına göre tüm şairlerden belirli parçalar seçilir, der­ meler yapılarak insanların çok bilgili, erdemli ve tecrübeli olmaları ancak bunların ezberlenmesiyle sağlanır. Şimdi bu noktalardan hangilerinin doğru hangilerinin yanlış olduğunu söylememi ve bu sayede nerelerde haklı nerelerde haksız olduklarını söylememi ister misin? 59 Heksametre alh, trimetre üç ayaklık vezin.

263

Platon """

KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Bu konuda bir konuşmayla yeterince açık­

layıcı olamayabilirim. Ancak şairlerin sözlerinin bir kısmının doğru bir kısmının ise yanlış olduğu düşüncesine herkes kahlır. Eğer bu doğruysa bir çocuk için bilgili olmak tehlikelidir. KLEİNİAS: Peki yasa koruyuculara ne öneriyorsun? ATİNALI: Hangi konuda? KLEİNİAS: Neye göre bazılarının öğrenilmesi bazıları­

nın öğrenilmemesi gerektiğini söyleyecek? Hadi yanıt ver. ATİNALI: Sevgili Kleinias! Sanırım şansımız yaver

gidiyor. KLEİNİAS: Hangi konuda? ATİNALI: Bu konuda bir örneğimiz var. Şafaktan bu

yana yaphğımız konuşmalar bana göre tanrısal bir esinle yapıldı ve sanki edebi bir eser gibi oldu. Yine pek de şaşırhcı olmayan bir nokta da şu: Kendi eserimden büyük mutluluk duyuyorum, çünkü şiir ya da düzyazı fark etmez, bildiğim eserler arasından en aklı başında ve gençlerin öğrenmesi gereken eser buymuş gibi geliyor. Yasa koruyuculara ve eğitim konusunda sorumlu olanlara önerebileceğim şey bu. Öğretmenler ve öğrencilerin bunları, yani bunlara benzer olanları öğrenmeleri ve öğretmeleri gerekir, şairler söz konusu olduğu zaman düzyazıyla yazılmış, basit­ çe yazıya geçirilmeden söylenmiş şeylere yakın şeyler gördükleri zaman almaları ve bir yere 264

,. Yasalar

kaydetmeleri gerekir, öğretmenlerin bu metinleri öğrenmeye ve övmeye zorlanmaları gerekir, bun-

812

ları beğenmeyen öğretmenler çalıştırılmamalı, övenler ise gençleri eğitmeye devam etmelidirler. Eğitim ve öğretmenler hakkında bu kadarı yeterli. KLEİNİAS: Şu ana kadar planladığımızın dışında iler­

lediğimizi sanmam, ama sözlerimizin doğruluğu tartışılır. ATİNALI: Kleinias! Daha önceden de belirttiğim gibi

yasalar hakkında söylediklerimiz tamamlandığı zaman bu ortaya çıkacak. KLEİNİAS: Haklısın. ATİNALI: Edebiyattan sonra lir öğretmenine de bir şey

söylemek gerekir. KLEİNİAS: Tamam. ATİNALI: Lir öğretmenine öğretim ve eğitim konula­

rında neyin doğru olduğunu göstermek için daha önceki konuşmalarımızdan söz etmemiz gerekir. KLEİNİAS: Anlayamadım? ATİNALI:

Daha

önceden

de belirttiğimiz

gibi

Dionysos'un altmış yaşından büyükler korosun­ daki şarkıcılarının ritim ve uyum konusunda çok dikkatli olmaları gerektiğini insanların ruhlarını heyecanlandıran şarkılardan iyileri ve kötüleri ayırt edebilmeli, kötü olanları dışlamalı ve iyi olanları alarak halkın önünde övmeli ve gençle­ rin ruhlarını iyileştirmelidir. Bu sayede her birini erdem kazanma yolunda bu taklitlerle kendisini izlemeye itmelidir. 265

Platon """

KLEİNİAS: Çok haklısın. ATİNALI: Bir lir öğrencisi ve öğretmeni şarkı notalarıyla

liri uyumlu kullanmalı, lire şairin bestelediğin­ den başka bir ses vermemeli, kısa ve uzun aralan birlikte kullanmak, yüksek ve düşük sesi birlikte kullanmak, tempoyu düşürüp

artırmak

ve buna

benzer şeyler lirle uyumlu değildir ve yapılmama­ lan gerekir. Müzik eğitimi alan ve üç sene içinde ciddi kazanımlar elde edilecek çocuğa bunları yapbrmamalı. Çünkü birbirlerine karşı olan şeyler

813

insanın kafasını kanşbrır ve öğrenmeyi zorlaşbnr, sonuçta öğrencinin öğreneceği şeyler basit değil, az da değil, bütün bunları birazdan konuşacağız. Müzik işiyle eğitim görevlisi ilgilenecek, şarkılar ve sözleri konusunda koro öğretmenlerinin neleri öğretmeleri gerektiği başlığında bunları konuş­ muştuk. Bu şeylerin hepsi ilahilerle beraber söy­ lenmeli ve vatandaşlara genel bir haz vermeyi ve yararlı olmayı amaçlamalıdır. KLEİNİAS: Çok haklısın. ATİNALI: Hem de çok haklıyım, müzik konusun­

daki görevlimiz bu söylediklerimizi uygulaya­ cak, şansı yaver gider umarım. Sırada dans ve beden eğitimi konusunda daha önceden söyle­ diklerimizi açıklamak var. Nasıl ki müzik eğitimi konusunda eksikleri tamamladık, aynısını beden eğitimi konusunda da yapalım. Erkek çocukları kadar kızların da beden eğitimi konusunda eği­ tim almaları gerekir, değil mi? 266

r.;,.

Yasalar

KLEİNİAS: Evet. ATİNALI: Erkek çocuklarının erkek, kızların kadın

öğretmenleri olması manhklıdır. KLEİNİAS: Tamam. ATİNALI: Öğretmenlerin büyük görevleri olacak, ken­

dilerinin neredeyse hiçbir boş zamanları kalma­ yacağını söyleyelim. KLEİNİAS: Peki ama bu kadar ileri yaştaki insanlar

bunu nasıl yapacak? ATİNALI: Çok zor olmaz. Çünkü yasalar gereğince

kadın ya da erkekler arasından dilediklerini yar­ dımcı olarak seçme hakkı olacak, kendi görevle­ rinin ne kadar olduğunu bilecekler ve bu konu­ da hata yapmamaya çalışacaklar. Gençler doğru yetiştirildilerse her şey doğru ilerliyor demektir ancak bu yapılamadıysa işte o zaman sonuç kötü olur, biz de şimdi bu yeni kente umut bağla­ yanları üzmemek adına bu konuda bir kehanet getirmeyelim. Dans ve beden eğitimi hakkında çok şey söyledik, gymnasionlar kurmak, savaş için ağır beden eğitimi almak, ok ve çeşitli aletleri atmak, hafif ve ağır silahlarla dövüşmek, savaş taktikleri, yürüyüş düzenleri, kışla kurulması ve binicilik konularında devletin ödeme yapbğı resmi öğretmenler olmalıdır, devletin vatandaş­ ları onların öğrencileri olmalı, erkekler kadar kadınların da bunları bilmeleri gerektiği için silahlı dans, antrenman yapmalılar, savaş taktikleri, düzenleri ve silah takıp çıkarma konusunda

814

267

Platon .q/

eğitimli olmalıdırlar. Hem günün birinde kentten ayrılıp dışarıda düşmanla savaşılması gerekse çocukları ve kentin geriye kalanını koruyacakları için bu işlerden biraz olsun anlamalılar. Öte yan­ dan gayet de ihtimal dahilinde olarak bir Yunan ya da barbar düşman büyük bir orduyla kapılara dayanıp kentin varlığı için bir savaşa girildiği zaman, sanki yavrularını korumak isterken en güçlü vahşi hayvanlara karşı dövüşüp çeşitli teh­ likeleri, hatta ölümü göze alan bir dişi kuş kadar olamayıp bir an önce kutsal alanlara koşup tapı­ naklara sığınacak kadar kötü yetiştirilmiş kadın­ lar devlet için utanç kaynağıdır. İşte bu nedenle insanın diğer hayvanlar arasında en korkak olanı olduğu inancı vardır. KLEİNİAS: Ey yabancı! Zeus adına yemin ederim ki

bir devlette böyle bir şeyin yaşanması, kente vere­ ceği zarar bakımından olmasının dışında utanç verici bir şey. ATİNALI: O halde bu yasalara göre kadınlar savaşla

ilgili konulardan bağışık olmasınlar, kadın ya da erkek fark etmeksizin herkes savaşla ilgilensin. KLEİNİAS: Aynı düşüncedeyim. ATİNALI: Daha önceden güreş hakkında bir şeyler

söyledik ancak en önemli şeyi söylemedik, ayrıca birisi bedeniyle göstermediği sürece de bu kolay değil. O halde diğer konularda sözlerimiz orta­ ya net bir şeyler koyduğu zaman karar verelim, aslında tüm beden hareketleri içinde güreş sava268

"'° Yasalar

şa en yakın olanıdır. Bu nedenle savaşta güzel dövüşmek için güreş çalışmak gerekir, aksi tak­ dirde iyi güreşmek için güreş öğrenilmez. KLEİNİAS: Haklısın. ATİN ALI: Güreşin önemi hakkında söylediklerimiz

yeterli, diğer beden hareketleri özlerinde dans­ tır. Dansları da kendi içinde ikiye ayırabiliriz, birisi güzel bedenlerin ciddi olanı taklit etmeleri, diğeri de güzel olmayan bedenlerin alçak şeyleri taklidi. Taklitler de kendi içinde iki gruba bölü­ nür. Erdemli dediğimiz taklidin bir kısmı güzel bedenlerin ve cesur bir ruhun zorlu savaşları taklit ettiği bölümdür, buna barış dansı da denir.

815

Barış dansı dışında bir de pyyrikhe adı verilen savaş dansına daha çok benzeyen bir dans daha vardır. Bu dansta atlanır, kişi yana doğru savrulur, sıçrama ve eğilmeyle çeşitli vurmalar ya da vuruşlardan kaçınmalar gösterilir, buna ek olarak farklı hareketlerle ok ya da kargı atışları gösterilen saldırı hareketleri vardır. Bu noktada doğru olan şey soylu bedenlerin ve ruhların taklit sırasında tüm bedende kıvraklık yaratabilmeleridir. Bunlar yapılamıyorsa doğru yapılamıyordur. Barış dansı sırasında korodakilerin güzel dansa uygun şekilde hareket edip etmediklerine bakılır. Hareketler iyi yasalarla yetişmiş insanlara yakışır hareketleri mi, bu gözetilir. Bu durumda ilk olarak değeri iyi olan ve değerinin iyi olup olmadığı belli olmayan dansları birbirlerinden ayırmak gerekir. Peki bunlar nelerdir ve nasıl ayrılacaklardır? İsmi Pan, 269

Platon .q/

Seilenler, Satirlerden gelen Bakkhos dansları ve benzerleri, anlatılanlara bakılırsa birtakım arınma ve külte girme danslarıdır. Bunlar kutlamalarda bulunan sarhoşları canlandırır. Ayrıca savaş ya da barışı konu almadığı gibi amacının ne olduğu­ nu söylemek de kolay değildir. Bana göre bunu savaş ya da barış danslarına dahil etmemek, işin devletle alakalı olmadığını kabul etmek gerekir. Bunu bırakıp savaş ya da barış dansı olduğuna kuşkumuz olmayanlara bakalım. Savaşçı olma­ yan Musaların dansları tanrı ya da tanrı soyun­ dan gelenlerin danslarla onurlandırdığı mutlu danslardır. Bunlar da kendi içlerinde ikiye ayrıla­ bilirler, birinde bazı tehlikelerden kurtulup rahat­ lama kaynaklı yaşanan haz için, diğeri de hali­ hazırdaki iyi durumu devam ettiren hazlar için olan. Bu danslarda duyulan hazzın büyüklüğüne göre bedenin hareketleri şiddetlenir, insanların ölçülü ve cesur olmalarına bağlı olarak hareketleri yavaşlar, hareketlerin fazlalığı nedeniyle geçiş­

816

ler de şiddetli olur. Şarkı sırasında, konuşurken sesini kullanan insan mutlaka bedenini hareket ettirir. Bu nedenle de dans sanatı sözlerin hare­ ketle taklididir. Bu durumda bazı insanlar uyum­ lu hareket ederken bazıları uyumlu hareket ede­ mez. İsminin doğru ve yapısına uygun olduğunu düşündüğümüz eskilerce konan bir ismi vardır. Emmeleia ismi bolluk içinde yaşayıp hazlara karşı ölçülü olan bir danstır. Kimin bulduğunu bilmiyorum ama müzikle uyumlu bir isim bula270

n;,.

Yasalar

rak bu adı vermiş. Ciddi dansları ikiye ayırmış ve kendilerine yakışan isimleri vermiş. Yani pyyrikhe savaş dansını, emmeleia da barış dansını nitelendiriyor. Yasa koyucunun bu işleri taslak halinde açıklaması gerekir, yasa koruyucular da bunları araştırmalı ve daha sonrasında dansları ve müzikleri birleştirmeli ve her birini kendilerine uygun şekilde kurban bayramlarında kullanmalıdır. Bu dans ve müziklerin hepsi bir düzen içinde gerçekleşmeli ve asla değiştirilmemelidir. Bu sayede kent ve vatandaşlar aynı şekilde ve aynı hazları duyarak ve birbirlerine benzeyerek iyi ve mutlu bir yaşam sürdürmelidirler. Koro danslarında güzel bedenlerin soylu ruhların dansları hakkında gerekli şeyler söylendi, sırada çirkin bedenlerin ve düşüncelerin sözler, şarkılar ve danslarla güldürme amaçlı gösterileri var, bunları bilmemiz gerekir. Çünkü aklı başında bir insan gülme olmadan ciddiyeti ya da zıddı olmadan başka bir şeyi öğrenmesi olanaksızdır. İnsanlar az da olsa erdem sahibi olmak istiyorlarsa ikisini birden yapamazlar, bu nedenle bilgisizlik nedeniyle gereği yokken komik bir şey yapmamak ya da söylememek adına bu taklitleri kölelere ya da para karşılığı çalışan yabancılara yaptırmalıyız. Bu konularda hiçbir şey ciddi bir insan tarafından yapılmamalıdır. Kadın, erkek fark etmeksizin hiçbir özgür vatandaş bunları öğrenmemeli ve bu konularda bir yenilik yapmamalıdır. Komedya diye adlandırılan bu komik eğlenceler hakkında 271

817

Platon ..q/

bu kadarı yeterli. Peki ya tragedya şairleri gibi ciddi taklitler yapan insanlar yanımıza gelse ve şöyle deseler: "Ey yabancılar! Yanınıza gelelim mi? Eserlerimizi ülkenize sokalım mı?" Bu insan­ lar ne diyeceğiz? Bu tanrısal insanlara nasıl yanıt vereceğiz? Bence şöyle yanıt vermeliyiz: "Sevgili yabancılar! Bizler olabildiğince güzel ve değerli tragedyalar yazarız, çünkü kentimiz en güzel ve değerli yaşamın bir taklididir. Bunun da en güzel yaşam olduğunu düşünüyoruz." Sizler de aynı başlıkta çalışan kimselersiniz, bu durumda bizler sizin rakibiniz ve düşmanlarınız oluyoruz. Kararı doğru yasanın vereceğine inanırız. Bu neden­ le agoraya çadırlar kurup bizimkilerden sesleri daha güçlü oyuncularınızla kadınlara, çocuklara ve halka oyununuzu oynamanız, bizimkilerin dışındaki geleneklerinizi göstermenize kolayca izin vereceğimizi düşünmeyin. Görevliler eserle­ rinizi herkesin önünde oynamaya değer bulma­ dan önce, oyunlarınızı sahnelemeye izin veren bir kent olarak bizlerin delirdiğimizi düşünürüz. Musaların sevgili çocukları bu nedenle eserlerini­ zi bizimkilerle beraber görevlilerimize gösterin, sizinkilerin bizimkiler kadar iyi olduklarını ya da bizimkilerden üstün olduklarını düşünürsek size koro veririz, yoksa bu izni veremeyiz." Koro dansları ve öğretilmeleri konularında gelenekler ve yasalar birlikte hareket etmelidir, sizin de itirazınız yoksa köleler ve efendilerinkiler farklı olsun. 272

;t;,.

Yasalar

KLEİNİAS: İtirazımız yok. ATİNALI: Bir vatandaşın üç alanda daha bilgili olması

gerekir. Birincisi hesap ve sayılar, ikincisi uzunluk, hacim ve yüzey ölçme ve üçüncüsü de yıl­ dızların hareketleri ve birbirleriyle olan ilişkileri. Halkın büyük çoğunluğunun bu konularla ilgi-

818

lenmesine gerek yok, ancak biz azınlık bu işlerle ilgilenmelidir. Bu kimselerin kimler olacaklarını da konuşmamızın bitimine doğru söyleyeceğiz. Çünkü böyle yapmak daha doğru olacakbr. Öte yandan halkın genelinin bu konularla ilgili en önemli noktalan bilmemesi ayıp olur, ancak her konuyu ayrınblı bir şekilde bilmeleri hem kolay değildir hem de olası değildir. öte yandan bu konulardaki zorunlulukları boş veremeyiz, ancak atasözü olan bir lafa göre ilk defa tanrıdan bahseden insan bunu düşünüp, "Tanrı bile zorunluluğa karşı savaşırken görülmeyecek," demiş. Bunların tanrısal zorunluluklar olduğunu zannediyorum. Çünkü çoğu kimsenin dediği gibi bunların insani zorunluluklar olduğunu söylerseniz bu çok aptalca sözler olur. KLEİNİAS: Sevgili yabancı! Bilgi konusunda böyle

olmayıp tanrısal zorunluluk olan şeyler nelerdir? ATİNALI: Bu zorunluluklar öyle şeylerdir ki öğre­

nilmeksizin tanrıların insanların gözünde dai­ monlar ya da insanlarla ilgilenebilecek durumda olduklarını düşünemeyiz. Bir insan bir, iki ya da tek ve çift sayılan bilmiyorsa, ay, güneş, yıldızlar ve bunların hareketlerini bilmiyorsa tanrıdan 273

Platon ..q/

çok uzakbr. En önemli şeyleri öğrenen bir insa­ nın bütün bunların zorunlu bilgiler olduğunu düşünmemeleri aptalca bir yaklaşımdır. Peki bu şeyler nasıl öğrenilecekler, ne zaman ve ne oran­ da öğrenilecekler, hangileri beraber hangileri ayrı ayrı ele alınacak, hepsi nasıl bir araya getirile­ cek? Öncelikle incelenmesi gereken sorun bu, ardından diğerlerine geçebiliriz. Günümüzde de gelecekte de hiçbir tanrının karşı çıkmayacağını söylediğimiz zorunluluk bu şekilde kurulmuştur. KLEİNİAS: Sevgili yabancı! Söylediklerin doğru gibi

görünüyor, nesnelerin doğasına da uygun şeyler. ATİNALI: Doğru Kleinias! Ancak bu şekilde ifade edip

yasalaşbrmak kolay değil. Fakat sizler de kabul ederseniz bu konuları ayrınblı bir şekilde daha sonra yasalaşbralım. KLEİNİAS: Sanırım ülkemizde bu türden şeyler konu­

sundaki tecrübesizliğimizden endişeleniyorsun yabancı! Ama yanlış yapıyorsun, bu konuları bizden saklamak yerine açık konuş. 819

ATİNALI: Evet, bu söylediğin şeyden korkuyorum

ama daha çok korktuğum, bu işlere daha önceden merak salıp başaramamış olanların yaşadıkları. Çünkü bu konulardaki cehalet en kötü şey değil, en büyük felaket de sayılmaz, ancak çok büyük tecrübe ve çok bilgiye rağmen başarılamazsa daha büyük zarar ortaya çıkar. KLEİNİAS: Haklısın. ATİNALI: O halde Mısır' da özgür çocuklara okuma

yazma öğretirken ne öğretiyorlarsa bizim de aynı 274

� Yasalar

yöntemi uygulamamız gerektiğini söyleyelim. İlk zamanlar çocuklar için oyun oynarken keyif­ le oynayacakları matematik dersleri bulmuşlar. Elmalar ve çelenkleri daha büyük ve küçük grup­ lara bölmek, eşit bölmek, boksörleri ve güreş­ çileri sıralarına göre dizmek ve doğal yapıları­ na göre yedekleme ve eşleştirme gibi oyunlar. Öğretmenlerin oyun sırasında altın, gümüş ve bronz ile diğer madenleri birbirlerine kanşhr­ malan ve bunları bir kaba koymaları, sonra da çocuklara oyun olarak bölüştürmek ve zorunlu sayılan kullandırmak gibi yollara başvurmaları aslında daha sonrasında ordu düzeni ve yönetimi, savaş, ev yönetimi gibi konularda yarar sağlar. Bu sayede kendilerine yararlı ve aynı zamanda akıllı insanlar olurlar. Bu sayede de uzunluk, yüzey, hacim gibi konularda çoğu insanın sahip olduğu saçma sapan ve utanç verici cehaletten kurtulma olanakları olur. KLEİNİAS: Nasıl bir cehalet bu? ATİNALI: Kleinias! Bu konuda ne kadar cahil oldu­

ğumuzu ben de çok geç fark ettim ve şaşırdım. Oysaki bu insana değil hayvana yakışır bir durum, işte bu nedenle sadece kendi adıma değil tüm Yunanlar için utanıyorum. KLEİNİAS: Neler diyorsun? Ne söylemek istiyorsun? ATİNALI: Açıklayacağım, daha doğrusu bazı soru­

lar sorarak netleştireceğim. Uzunluk nedir bilir misin? KLEİNİAS: Bilirim. 275

Platon

.q,/

ATİNALI: Yüzeyi bilir misin? KLEİNİAS: Bilirim. ATİNALI: Bu iki şey dışında derinliği bilir misin? KLEİNİAS: Onu da bilirim. ATİNALI: Bu şeyler sana göre ölçülebilir mi? KLEİNİAS: Evet. 820

ATİNALI: Her birinin kendi ölçü birimleriyle ölçülece-

ğini düşünüyorsun, değil mi? KLEİNİAS: Elbette. ATİN ALI: Peki ya bunların hepsi ölçülemese, arala­

rından bazıları ölçülebilse ve bazıları ölçülemese ama siz hepsinin ölçülebildiğini düşünseydiniz nasıl hissederdin? KLEİNİAS: Belli ki çok üzücü bir durum. ATİNALI: Peki ya da yüzey ve derinlik, yüzey ve

uzunluk ilişkisine ne dersin? Biz Yunanların hepsi bütün bunların karşılıklı olarak ölçülebil­ diklerini düşünmüyor muyuz? KLEİNİAS: Tabii ki. ATİNALI: Peki ya hiç ölçülemeselerdi ve Yunanların

hepsi ölçülebildiklerini düşünselerdi, herkes adına utanç duymak doğru olmaz mıydı? Yunanların en değerlilerin bilinmemesi ayıp olur dediğimiz şey­ lerden biri de bu ve bu zorunlu şeyleri bilmemek ayıp olmaz mı? KLEİNİAS: Elbette olur. ATİNALI: Buna benzer başka konular var ve buralarda

da benzeri şeyler yaşanıyor. 276

� Yasalar

KLEİNİAS: Ne gibi? ATİNALI: Ölçülebilen ve ölçülemeyen şeyler arasında­

ki ilişkiler. Bu şeyleri inceleyip bilmemiz zorunlu­ dur, aksi takdirde değersiz olacağız, oyun oyna­ maktan daha büyük bir zevkle, sürekli sorular sorarak yaşlılara yakışan bir tarzda yarışma için­ de olmalıyız. KLEİNİAS: Gerçekten de örnekler arasında pek fark

yok gibi. ATİNALI: Kleinias! Ben gençlerin gerçekten de bunları

öğrenmeleri gerektiğini iddia ediyorum çünkü bunlar zararlı değil, zor da sayılmazlar.

Oyun

sırasında öğrenilmesi daha da yararlı olur, kente de zarar getirmez. Fakat bu konuda farklı düşünü­ yorsan onu da dinlemeliyiz. KLEİNİAS: Tabii. ATİNALI: O halde söylediklerimiz doğruysa bunları

yapacağız, değilse yapmayacağız. KLEİNİAS: Elbette. ATİNALI: Bu durumda bunlar zorunlu öğrenilmesi

gereken şeylerin bir bölümünü oluştursunlar. Bu sayede yasalarımız da eksik kalmamış olur. Yine de bunları anayasamızın geri kalanından ayırarak sizleri tatmin etmezse diye geçici olarak, sanki kurtarılabilecek vaatler gibi vermeliyiz. KLEİNİAS: İtiraz edemeyiz bu sözlere. ATİNALI: Peki gençlere astronomi öğretmeli miyiz? KLEİNİAS: Sen düşünceni söyle. 277

Platon �

ATİNALI: Bu konuda insanın aklının almayacağı ve

kesinlikle affedilmeyeceği bir şey var. 821

KLEİNİAS: Nedir? ATİNALI: En büyük tanrıyı ve evreni incelemek çok

doğru değildir, bu işlerin nedenlerini incelemek dindarca değildir desek de, tersi de doğru görü­ nüyor. KLEİNİAS: Nasıl yani? ATİN ALI: Söyleyeceklerim genel düşüncenin aksine

ve yaşlıların söylememesi gereken şeyler olabilir ancak insanlar bir bilginin güzel ve doğru oldu­ ğuna inandıkları zaman bunun kente ve tanrının hoşuna gittiğini düşünüyorsa bundan bahsetme­ mek de olmaz. KLEİNİAS: Haklısın ama yıldızlar konusunda bu şekil­

de hangi bilgi var? ATİN ALI:

Sevgili

dostlarım!

Aslında

bugünkü

Yunanların tamamı olarak büyük tanrılar, ay ve güneş hakkında yalan söylüyoruz. KLEİNİAS: Ne yalanı? A TİNALI: Bunların ve gezegenlerin ve bazı takımyıl­

dızların yollarının asla aynı olmadıklarını söylü­ yoruz. KLEİNİAS: Zeus adına yemin ederim ki doğru söylü­

yorsun. Hayabm boyunca Euosphoros, Hesperos ya da diğer yıldızların aynı yoldan gitmediklerini ve farklı yollara sapbklarıru kendim gördüm, güneş ve ay için de aynı durum geçerli. 278

lb-

Yasalar

ATİNALI: Megillos! Kleinias! Tam da bundan söz edi­

yorum. Vatandaşların ve gençlerin gökyüzü tan­ rıları hakkında öğrenmeleri gereken şeyler bun­ lar. Kurban keserken ve dindarca dua ederken bir hata yapmadan saygı duyacak kadar bilgili olmaları gerekir. KLEİNİAS: Bu noktada haklısın, ancak söylediğin

şeyleri öğrenme imkanı varsa ya da şimdi doğru bilmediğimiz bir şeyi öğrenip doğru söyleme ola­ nağımız varsa elbette böylesine önemli bir şeyi öğrenmemiz gerekir. Bu konuda ne biliyorsun bize anlat, biz de gayretle seni dinleyelim. ATİNALI: Anlatacaklarımı anlamak zor değil, hem

zaten fazla da zaman almayacak. Bu şeyleri genç­ ken öğrenmedim, çok eskiden de öğrenmedim, size anlatmam da fazla zaman almayacak. Hem zaten çok zor olsaydı bu yaşta bu konuyu size anlatmazdım. KLEİNİAS: Tamam ama söz ettiğin gençlerin öğrenme­

si gereken bizim de bilmediğimiz bu muhteşem bilgi nedir? Hadi bize bunu anlat.

822

ATİNALI: Elimden geleni yapacağım. Sevgili dostla­

rım! Güneş, ay, yıldızların sürekli hareket halin­ de oldukları bilgisi doğru değildir, bunun tam tersi doğrudur. Çünkü hepsi belirli bir hareket alanında hareket ederler, farklı alanlarda değil. En hızlının en yavaş, en yavaşın en hızlı hareket ettiği düşüncesi de doğru değildir. Bu söylediği­ miz şeyler doğruysa ve bizler yanlış biliyorsak 279

Platon """'

o zaman Olympia' da koşan atlar, uzun mesafe koşan atletler hakkında böyle düşünseydik ve en hızlının en yavaş, en yavaşın en hızlı olduğunu iddia etseydik ve yarışı kazanmayana kazandı diye övgüler sunsaydık, sanırım bunlar doğru olmadığı gibi karşımızdakileri de memnun etmez­ di, öte yandan memnun etmediklerimiz sadece insanlardır. Oysaki tanrılar hakkında bir hata yaparsak, insanlar konusunda komik ve doğru olmayan şeyin, tanrılar söz konusu olduğunda komik olmadığını göreceğiz. Hem ilahilerimizde tanrılar hakkında yanlış sözler söylemenin tanrı­ ların hoşuna gitmeyeceğini bilmiyor muyuz? KLEİNİAS: Elbette söylediğin gibiyse çok haklısın. ATİNALI: Sözlerimin doğruluğunu ispatlarsam her

şey buraya kadar öğrenilmeli, yoksa bu konudaki eğitimden vazgeçelim, ne dersiniz? KLEİNİAS: Haklısın. ATİN ALI: Eğitimde bilgi edinmekle ilgili sözlerimizi

tamamlıyoruz. Avlanma ve benzeri konularda da benzeri şekilde hareket etmeliyiz. Çünkü yasa koyucunun yapması gereken, yasalar çıkarıp her şeyi orada bırakmakla kalmaz. Tıpkı çocukların eğitimi konusunda olduğu gibi sıklıkla karşılaş­ hğımız ve öğütte bulunmak ve yasa yapmak ara­ sında kalan şeyler vardır. Bunlardan bahsetmek gerektiğini düşünsek de yasalara koymak aptalca olur. Yasaları tam olarak oluşturup, yasalara son derece bağlı kalan bir insana erdemli demekle 280

� Yasalar

ve erdem bakımından üstün bir insan arasında fark vardır. Yasa koyucunun yazdığı yasalara, övgülere ve eleştirilere tam anlamıyla uyan insanlara erdemli demek daha doğru olacakhr.

823

Bir insanın en güzel şekilde övülmesi bu şekilde gerçekleşir. Yasa koyucunun sadece yasaları yazması yetmez, aynı zamanda güzel bulduğu ve bulmadığı şeyleri de belirtmesi gerekir. Yasalarla verilecek cezalar kadar bu şeyler de erdemli bir insanın davranışlarına etki etmelidir. Birazdan bahsedeceğimiz konu sayesinde durumu daha iyi açıklamış olabileceğim. Aslında sadece avcılık diyoruz ama birçok avcılık vardır. Suda yaşayanlar, havada uçanlar ya da kara hayvanları gibi. Aynı zamanda vahşi hayvanlar dışında, savaş zamanlarında insanları da avlıyoruz. Yine sevgi nedeniyle avlanmaya gidilir, bunların bazıları övülür, bazıları eleştirilir. Hırsızların ve orduların yağmalan da avdır. Yasa koyucu avcılık üzerine konuşurken her biri hakkında açıklamalar yapması ve cezalar getirmesi olanaklı değildir. Peki burada nasıl hareket etmeliyiz? Yasa koyucu, gençlerin avcılık konusunda yapacakları şeyleri övmeli ya da eleştirmelidir, gençler de buna göre hareket etmeliler, alacakları zevk ya da harca­ dıkları çaba fikirlerini değiştirmemelidir. Sürekli olarak ceza korkusunun işlenmesinden ziyade övgü dolu sözlere saygı göstermeli ve emirleri dinlemelidir. Şimdi de avcılık konusunda övgü ve eleştiri yapalım. Av gençlerin ruhunu iyileş281

Platon """'

tiriyorsa övülmeli, kötüleştiriyorsa eleştirilme­ lidir. Şimdi gençlere rica ediyor gibi konuşalım: "Sevgili gençler! Denizde oltayla sudaki hayvan­ ları yakalama isteğine kapılmayasınız. Uyurken ya da uyanıkken ağla yakalamak gibi tembel­ liğe kapılmayasınız. Yine denizlerin üzerinde korsanlık yapmak ve insanları yakalamak, bu sayede acımasız ve yasa dışı hareket eden insan­ lara dönüşerek hırsızlık yapmayı düşünmeyin. Hiçbir genç kurnazca yapılan ama özgür insan­

824

lara yakışmayan kuş avcılığına merak salmasın." Bunları söylediğimiz zaman avcıların sadece kara hayvanlarını yakalaması gerekir. Bunlar arasın­ da gece avcılığı olarak kabul edilen, tembellerin sırayla uyuyup dinlendikleri, hayvanların vahşi güçlerini cesurca yenmek yerine ağlar ve tuzaklar kullanılan avlanma şekilleri de uygun değildir. Bunların dışında bir avlanma biçimi kalıyor, bu da en iyisidir, dört ayaklı hayvanların atlar, köpekler ve insanın kendi çabasıyla avlanması­ dır. İnsanlar kendi içlerinde tanrısal bir cesaret bularak, koşarak, vurarak, silahla, kendi elleriyle avlanmalıdır. Bu konudaki övgü ve eleştirilerimiz bu şekilde olacak. Yasa ise şöyle yazabilir: "Bu kutsal avcıların diledikleri yerde diledikleri şekil­ de avlanmalarına engel olmayın, tuzak kurup ağlar kurup gece avlanmaya çıkanlara hiçbir yerde izin vermeyin. Boş arazilerde ve dağlardaki kuş avcılarına el sürülmesin, ancak ekili bölgeler­ de ve kutsal alanlarda kuş avlayanlar kovulsun, 282

lb-

Yasalar

balıkçılar ise limanlar, kutsal alanlar, bataklık ve göller dışında suyu kirletmemek koşuluyla avla­ nabilsinler." Bunları söyleyerek eğitim konusunu tamamlamış olduk. KLEİNİAS: Tamam.

283

SEKİZİNCİ KİTAP ATİNALI: Delphoi kehanetlerine uygun şekilde bay-

828

ramlar kutlamak ve bunları yasalar uygun şekilde yapmak da konularımız içinde yer alıyor. Hangi tanrılara hangi kurbanlar kesilmelidir? Ne zaman kesilecekleri, kaç tane kesilecekleri gibi şeylerin yasalarda yer alması gerekir. KLEİNİAS: Muhtemelen sayılardan söz ediyorsun. A TİNALI: Sayının üç yüz altmış beşten aşağı olmama­

sı gerekir. Bu sayede her gün bir yönetim birimi kenti vatandaşlar ya da mallar için tanrı ya da diamonlara kurban kesebilir. Kehanet yorum­ layıcılar, rahipler, rahibeler, kahinler ve yasa koruyucular yasa koyucunun netleştirmediği noktaları bir araya gelip netleştirsinler. Yine nele­ rin netleştirilmediğini de kendileri belirlemelidir. Yasalarda her kabileye adını veren on iki tanrı adına on iki bayram olacak. Her ay bir bayram kutlanacak, kurbanlar kesilecek, korolar müzik ve jimnastik yarışmaları düzenleyecek, ayrıca tanrılar ve mevsimlere göre adamalar yapıla­ cak, bazılarına erkeklerin bazılarına kadınların kablmaları engellenecek ve bayramlar tanrılar arasında paylaşbrılacak. Ayrıca yeralb tanrıları kültü Pluton'un olan on ikinci ayda yer alacak, 285

Platon �

gökyüzü tanrıları ve bunların altında yer alan tanrıları birbirlerine karıştırmamamız gerekir. Bunları birbirlerinden ayırmalıyız, savaşçıların bu tanrıdan nefret etmemeleri gerekir. Her zaman insanlara yardımcı olan bir tanrı olarak onurlan­ dırılmalı, çünkü ruh ve bedenin birliği ayrılma­ larından daha iyi değildir. Yine bayramların ne zaman ve hangi tanrılara yönelik yapılacaklarını belirleyecek olanların bilmesi gereken en önemli nokta kentimizin boş zamanlar ve zorunlu ihti­ yaçlar bakımından iyi yaşayan bir insan gibi iyi yaşaması gerektiğidir. Böyle bir yaşamın ilk koşu­ lu haksızlık yapmamak ve diğer insanların hak­ sızlıklarına uğramamaktır. İlkini yapmak kolay, ancak ikincisini yapmak pek de kolay değildir. Haksızlığa uğramamak için güçlü olmak ve tam olarak yapabilmek için de erdemli olmak gerekir. Kent için de benzeri bir durum söz konusudur. İyi bir devlet barış içinde yaşarken kötü bir dev­ let isyanlar ve savaşlardan başım kaldıramaz. Bu durumda savaş için hazırlıklarımızı savaş zama­ nında değil, barış zamanında yapmak gerekir. Bir kentin ayda en az bir gün, hatta yöneticilerin onaylaması halinde birden fazla gün hava koşulla­ rına bakmaksızın sefere çıkması gerekir. Bu sefere yöneticilerin onay vermesi halinde erkek, kadın, çocuk hep beraber çıkılmalı, bazen de ayrı ayrı çıkılmalıdır. Kurban törenleri, bazı eğlenceler, savaşta karşılaşılacak durumlara benzer oyunlar da oynanmalıdır. Ödüller at biniciliği, cesaret gibi alanlarda olmalı, yarışmalar ve günlük yaşantıya

829

286

� Yasalar

göre vatandaşlar birbirlerini övmeliler, başarılı olanlar övülmeli, başarısız olanlar eleştirilmelidir. Herkes bu tür eserlerin şairi olamaz, öncelikle elli yaşın üzerinde olmalıdır, içlerinde müzik ve şiir yeteneği olmalı ancak böyle olmasına karşın bugüne kadar bir eser çıkaramamış olanlar da seçilmemelidir. Kentin tüm erdemli vatandaşları bu güzel eserlerin sahipleri olarak sanat eseri olmasa da bunları okusunlar. Bu tür eserler yasa koruyucuları ve eğitim sorumluları tarafından birlikte incelenecek ve uygun bulunanlara ser­ bestlik tanınacak. Diğerlerinin bu şekilde hakları olmayacak, yasa koruyucular onaylamazsa hiç kimse Thamyras ve Orpheus şarkılarından daha güzel olsa da onaylanmamış eserlerini okumayacak. Sadece kutsal olduğu kabul edilerek tanrılara adanan ve erdemli insanlar tarafından haklı olarak beğenilen eserlere izin verilecektir. Bu iki konuda erkekler ve kadınlara farklı bir uygulama yapılmaması gerektiğini ifade ediyorum. Yasa koyucunun şu şekilde bir karşılaşbrma yapması gerekir: "Devlet kuruldu ama nasıl vatandaşlar yetiştiriliyor? En önemli yarışta bir sürü rakiple karşı karşıya gelecek atletler mi yetiştiriyoruz?" Biri buna evet derse kesinlikle haklı olurdu. Eğer boksör, pankreas ya da atlet yetiştirseydik hiç hazırlık yapmadan maça çıkar mıydık? Boksör olsaydık maçtan çok öncesinden itibaren rakibi yenmek için ne kadar hazırlık varsa hepsini yapıp çalışmaz mıydık? Mümkün olduğunca sanki bir dövüşteymiş gibi çalışabilmek adına sıradan şey-

830

287

Platon oQ,/

ler yerine eldiven kullanılmaz mı? Dövüşecek birini bulamazsak aptal insanlar tarafından alay edilmekten korkarak cansız kuklayla dövüşmek­ ten çekinmez miydik? Canlı ya da cansız hiçbir şey bulamazsak kendi gölgemizle dövüşmez miy­ dik? Evet, bu kol çalışmasına ne ad verilir? KLEİNİAS: Sanırım söylediğinin dışında bir ismi yok­

tur. ATİNALI: Peki, kentimiz için savaşacak olanlar, bizle­

ri, mallarımızı, çocuklarımızı koruyacak olanlar bu yarışmacılardan daha az mı hazırlanmalıdır­ lar? Yasa koyucu birbirleriyle çalışmalarının bazı insanlar tarafından alay edileceğinden korkarak her gün küçük bir grubun silahsız sefere çıkma­ sından söz etmeyecek mi? Koro dansları ve jim­ nastik de benzeri şekilde çalışılmayacak mı? Daha büyük antrenmanların ayda bir kere silahlı olarak yapılmasını istemeyecek mi? Bu antrenmanlarda vatandaşlar ülkenin birçok yerinde birbirleriyle mücadele edecekler, toprak kazanmak için pusu­ lar kuracaklar, boks yapacaklar, gerçeğine çok benzeyen oklar ve aslında pek de tehlikesiz olmayan kargılar kullanacaklar ve bu sayede biraz

831

da olsa korkaklar ve cesurlar ayrılabilecek, yasa koyucuların emirlerine uymak, adaletli davran­ mak gibi eylemlerle yaşam boyu devam edecek mücadeleye hazırlanacaklar. Ayrıca bu antren­ manlarda birisi ölürse, kişinin ölümü isteme­ den gerçekleşirse katilin yasalara uygun şekilde 288

r,y.

Yasalar

arındırılması ve ellerinin temizlenmesi gerekir. Böylesine ölümler fazla sayıda olmayacak, aynı zamanda onlardan daha aşağıda olmayan başka insanlar gelecektir, oysaki korku ortadan kalktığı zaman iyi ve kötüyü birbirinden ayırt edebilecek bir ölçüt bulunamayacaktır. Bu da bir devlet için bir hayli büyük bir felakettir. KLEİNİAS: Her kenttin yasalarında bunların olması ve

uygulanması gerektiğini düşünüyoruz. ATİNALI: Bugün hiçbir kentte koronun ve yarışmanın

bir bölümü dışında söylediklerimize uygun bir şey olmama nedenini biliyoruz değil mi? Bunlar yasa koyucu ve halkın bilgisizliğinden kaynakla­ nıyor değil mi? KLEİNİAS: Sanırım. ATİNALI: Öyle değil, Kleinias! Bunun iki nedeni var

ve daha ağır nedenler. KLEİNİAS: Nedir bunlar? ATİN ALI: Birincisi zengin olmak isteğiyle kendi malla­ n

dışında başka bir şeyle ilgilenmemeleri, vatan­

daşların her biri sadece bu istekle dolarsa ve kazandığı para dışında başka bir şeye bakmazsa hiçbir şeyle ilgilenmez. Kendine kazanç sağlayan bilgileri öğrenmek niyetindedir ancak diğerleriy­ le ilgilenmiyordur. Bir kentte söylediğimiz şeyler­ le ilgilenilmediği zaman insanların sadece zengin olmak için altın ve gümüş kazanma isteğiyle aşın bir arzu duymamaları, güzel ya da çirkin bunları kazanmak için türlü yollara başvurmamaları, 289

Platon .q/

hayvanlar gibi çeşitli yiyecek ve içeceklerin ya da cinsel isteklerin peşinden gitmemeleri, dindarca olup olmadığına bakmaksızın çirkin işler yapma­ maları olanaksızdır. Birinci neden olarak bu gelir. KLEİNİAS: Tamam. ATİNALI: Buraya kadar söylediğimi, yani kentlerin

güzel işlerle ilgilenmelerini engelleyen, askerlik antrenmanları yapmalarına izin verilmeyen ilk nedendir. Doğaları gereğince mantıklı insanlar kara ya da denizde tüccarlık yaparlar, daha sal­ dırgan olanlar hırsızlık, korsanlık, tapınak bozgunculuğu gibi işlere dalarlar. Aslında bu işlere

832

çok da meraklan yoktur ama bu insanların şanssız insanlar olduklarını söylemek gerekir. KLEİNİAS: Neden? ATİNALI: Yaşamları boyunca içlerinde bir açlıkla

yaşayan insanlara şanssız demek dışında bir ola­ nağım var mı? KLEİNİAS: Peki birinci neden bu, ya ikincisi? ATİNALI: Tamam. KLEİNİAS: İnsanların yaşamları boyunca bitmek bil­

meyen arzuları birinci istekleri, bu da savaş antrenmanlarını aksatmalarına neden oluyor. İkincisi nedir? ATİNALI: Bunu geciktirdiğimi mi düşünüyorsunuz? KLEİNİAS: Hayır ama bahsettiğin tipte bir insana duy­

duğun nefret o kadar yoğun ki bu insanı gereğin­ den fazla eleştirdiğini düşünüyoruz. 290

� Yasalar

ATİN ALI: Tamam yabancılar! Devamını dinlemeye de

hazır gibisiniz. KLEİNİAS: Açıkça söyle. ATİNALI: Daha önceden de söz ettiğim ve devlet

şekilleri olamayacak olan demokrasi, oligarşi ve tiranlık ikinci nedenimiz. Bunların hiçbiri devlet yönetimi değildir, olsa olsa parti devleti diye isimlendirebilir. Yönetmeye niyetleri yoktur, hal­ kın da yönetilmeye. Ancak zorla isteksiz insanları yönetirler, yönetenler yönettiklerinden korktuk­ ları için halkın zengin, güçlü, cesur ve savaşa düş­ kün olmasını gerçekten istemezler. Bu söyledik­ lerimiz kötülüklerin temel iki nedenidir, oysaki bizim kentimizde iki sorunla da karşılaşmayaca­ ğız, çünkü vatandaşlar için boş zaman sağlana­ cak, insanlar birbirleriyle uyuşmazlık yaşamaya­ caklar, bu yasalarla zengin olmak gibi hayalleri olmayacak, savaş antrenmanları da sadece sözü­ nü ettiğimiz devlet biçiminde var olabilecek gibi görünüyor. KLEİNİAS: Tamam. ATİNALI: Sırada jimnastik konusu var, savaşa hazırlık

amacında olan tüm yarışmalar düzenlenmelidir, birincilik ödülleri olmalı, bu durumda olmayan­ lardan vazgeçilmelidir, değil mi? Bunların da neler olduklarını yasaları yaparken konuşmak daha doğru olur. İlk olarak atletizm ve hız üzeri­ ne olanlardan bahsedelim mi? KLEİNİAS: Tamam. 291

Platon .q/

ATİNALI: Savaşçı bir insanın en büyük özelliği bede­

ninin çevik olmasıdır, kaçabilmek ve yakalayabilmek için hem ayakları hem elleri çevik olmalı,

833

yine bire bir mücadele ve kavgada belirli bir güç gerektirir. KLEİNİAS: Tabii ki. ATİNALI: Ancak silah yoksa bunlar pek de anlam

ifade etmez. KLEİNİAS: Evet. ATİN ALI: Günümüzde de olduğu gibi haberci önce­

likle bir stadion koşu yarışmacılarını çağıracak, silahlı olarak gelip koşacaklar, silahsız olana ödül yok. Yarışmacı önce stadionu kat edecek, ardın­ dan at üzerinde gidecek, daha sonra iki stadion koşacak, Ares Tapınağı'na gidip gelerek altmış stadion koşacak, bunu ağır silahlarıyla yapacak, taşıdıklarından dolayı ona ağır silahlı diyoruz. En sonunda da oklarıyla beraber dağlık arazide ilerleyecekler, döndükleri zaman her koşunun birincilerine ödül vereceğiz. KLEİNİAS: Çok güzel. ATİNALI: Yarışmaların üç bölümde düzenlendiklerini

düşünelim. Çocuklar, gençler ve yetişkinler için. Büyükler yarışının üçte ikisi gençler için, onun da yarısı çocuklar için olacak. Yine onlar da ağır silahlar ve oklar taşıyacaklar. Kadınlar kısmında henüz ergen olmamış kız çocukları çıplak bir şekilde bir stadion, iki stadion ve dörtte üçlük koşu yarışmalarına katılacaklar, gençler, yani 292

r,,,.

Yasalar

on üç, on sekiz ve yirmi yaş arasındaki evlenme çağındaki kızlar uygun elbiseler giyecekler. Koşu hakkında sözlerimiz bu kadar. Güçle ilgili yarış­ malarda bugünkünden değişiklik yapacağız ve bire bir, ikiye iki ya da ona kadar takım halinde müsabakalar yapılacak. Kimin kaç sayıda kaza­ nacağı, hangi darbeleri alanların yenilmedikleri gibi konuları belirleyebilmek için bugün güreş müsabakalarında olduğu gibi kuralları saptamak adına silahlı dövüş birincilerinden görüş alarak neye göre kazananın neye göre kaybedenin belir­ leneceği noktasında kendilerinden yardım almalı

834

ve birlikte bunları karara bağlamalıyız. Evlenme yaşına kadar olan kadınlar için de aynı kurallar geçelidir. Pankreas müsabakaları yapmamalı, bunun yerine ok, kargı, ele sığan taş ve sapanla yarışacak hafif silahlıları yarışhrmalıyız. Bu konuda da kurallar olmalı ve en iyilere birincilik ödülü verilmelidir. At yarışmaları konusunda da kurallar olmalıdır, aslında Girit'te fazla at yok, az kullanıldığı için fazla yetiştirilmiyor, yarışmalar da fazla zahmetli olmayacakhr. Sonuç olarak buralarda hiç kimse araba için at yetiştirmez, böyle bir isteği de olmaz, bu nedenle yarışma düzenlemek de aptalcadır ya da öyle görünür. Öte yandan taylar, genç ve yetişkin atlar başlıklarında at binenlere çeşitli ödüller vererek ülkenin doğal yapısına uygun eğlenceler yaratabiliriz. Burada önemli olan müsabakaların ve yarışmaların yasalara göre yapılmasıdır. Düzenlemeler 293

Platon �

ve silahlı yarışmacılar için kabile liderleri ve atlı birliği komutanları birlikte karar versinler, at yarışlarında da jimnastik ve silahsız yarışmalarda olduğu gibi kurallar getirirsek doğru kararlar almış olmayız. Giritliler at binerken ya da ok ve kargı kullanırken başarısız değillerdir, bu nedenle de oyunları bir yarışma şeklinde düzenlenmelidir. Kadınların yasalar ve gelenekler çerçevesinde yarışmalara kablmalarıru zorunlu tutmak anlamlı değil, ancak genç kızlar ve çocuklar için eğitimleri buna izin verdiğinden ve yapıları da olanak sağlıyorsa katılım sağlamalıdırlar. Jimnastik eğitimi ve günlük olarak öğretmenlerle yapılacak çalışmalar hakkında söyleyeceklerimiz bu kadar. Müzik konusunda da söyleyeceklerimizin büyük bölümü bitti, rhapsodiler ve ona benzer şeyler, bayramlardaki zorunlu koro yarışmaları, tanrılar için aylar, günler ve yılların ayrılmasından sonra planlanacaklar, tanrıların düşüncelerine göre iki yılda bir mi, dört yılda bir mi, nasıl olacakları

835

belirlenecektir. Bundan sonra farklı müzik yarışmalan ve değişik alanlarda yapılmaları uygun olacak gibi görünüyor. Hakemler, öğretmenler, yasa koruyucular birlikte hangi koro ve dans yarışmalarının yapılacağını ve bunların ne zaman düzenleneceklerini belirleyecekler. Yasa koyucu sözler, şarkılar, ritim ve uyum konularında nasıl olmaları gerektiğinden bahsetmişti, diğerleri de onu takip ederek yasaları düzenlemeli, uygun zamanlarda uygun kurban törenlerine göre bay294

� Yasalar

ramlar düzenleyerek yarışmaları bunların içine yerleştirmelidirler. Bu tarz değişikliklerin yasa­ larda nasıl yapılacağını söylemek zahmetli bir şey değil, ufak tefek değişiklikler kente yarar ya da zarar getirmez, ancak bu noktada zor olan şey insanları ikna etmenin zor olması, bunu yapması kolay olan tanrıydı ve keşke emirler kendisin­ den gelseydi. Neyse şimdilik bunları yapabilecek cesur birine gereksinim duyuyoruz, bu öyle bir insan olmalı ki konuşma özgürlüğüne büyük değer vermeli ve kent ve vatandaşlar için uygun olduğuna inandığı şeyleri söyleyecek, bozuk dev­ let yapısını düzeltmek için en büyük istekleri reddedebilecek bir insana kimse yardımcı olmaz, bu insan kendi kendisiyledir. KLEİNİAS: Ey yabancı! Neden bahsediyorsun, pek

anlayamadık. ATİNALI: Doğru, şimdi size daha açıkça anlatmaya

çalışacağım. Eğitim konusundan bahsederken genç erkekler ve kadınların birbirleriyle sevgiyle arkadaşlık kurduklarını fark ettim. Genç insanların sağlıklı bir şekilde yetiştikleri, abarhlı dav­ ranışların dışında davranışlar sergilenen, kurban törenleri, bayramlar ve korolar arasında sürüp giden bir yaşamda bu gençler neler yaparlar diye düşününce içime bir endişe düştü. İnsanı aşırı davranışlara iten arzulardan, yani yasalarla engel­ lenmeye çalışılan arzulardan nasıl uzak kalacak-

836

lar? Daha önceden belirttiğimiz yasaların birçoğu bu arzuları engelliyor. Ancak abarhlı derecede 295

Platon

-'41

zenginleşmeye engel olmak demek ölçülü olma­ ya önemli bir yardımdır, zaten eğitimin amacı da budur. Yine yöneticilerin her şeyi bırakıp gençle­ re göz kulak olmaları gerekir. Bu durum ölçülü olmak için yeterlidir. Ancak insanların ve kent­ lerin başlarına büyük dertler açan sübyancılık, eşcinsellik gibi şeylerden nasıl uzak kalacaklar? İnsanlar neler yaparak bu tarz tehlikelerden uzak kalırlar? Kleinias! Buna yanıt vermek pek kolay değil. Girit ve Sparta her zaman bilinenlerden farklı yasalar çıkararak bizlere yardımcı olsalar da söz konusu bu konular olduğu zaman bize karşı çıkacaklardır. Örneğin birileri kalkıp genç erkeklerle sanki kadınmışlar gibi ilişki kurma­ nın

yanlışlığını söylese, hayvanların örnek alınıp

erkek erkeğe ilişkinin uygun olmadığını söylese ve Laios'tan60 önceki yasalardan bahsetse söz­ leri inandırıcı da olsa ülkenizde bunları kimse dinlemez. Hem sürekli olarak yasa koyucunun esas alması gerektiğini söylediğimiz şey de buna uymuyor. Yani biz yasalarımızda hangilerinin erdemli olmaya bizleri ittiğini hangilerinin itme­ diğini konuşuyoruz. Bu türden ilişkilerin güzel ya da çirkin olduklarını söylemek erdem açısından neyi gösterir? Örneğin taraflardan birinin ruhunu cesur hale getirir mi ya da ölçülülük aşılar mı? Ya da tam tersi bir durum yaşanabilir mi? Hazların peşinden giden ve kendisine engel olamayan

60 Thebai Kralı Oidipus'un babası.

296

,,,_

Yasalar

zayıflıkla suçlanacak ancak kadın yerine geçen eleştirilmeyecek mi? Bunları hangi insan yasa­ laşbracak? Gerçek yasanın ne olduğunu bilen hiç kimse bunu yapamaz, peki bunun doğru olduğu­ nu nasıl ifade edeceğiz? Eğer bu konuda doğru bir düşünceye varmak istiyorsak sevgi, istek ve arzunun doğalarının nasıl olduğunu incelememiz gerekir. Bunları iki türdür ve iki türün birleşme­ sinden üçüncü tür ortaya çıkar. Oysaki hepsi tek bir başlıkta incelendiği için belirsiz ve zahmetli

837

bir durum ortaya çıkar. KLEİNİAS: Anlayamadım. ATİNALI: Erdem bakımından birbirlerine benzeyen­

lere ve eşit olanlara dost denir, karşıt olsalar da fakirlik ve zenginlik de dosttur. Bu ikisinin isteği artbğı zaman aşk olur. KLEİNİAS: Tamam. ATİNALI: Karşıtlık kaynaklı sevgi korkunç ve vahşi

olur ve çoğu zaman da karşılığını bulamaz. Benzerliklerden kaynaklananlar ise sakindir ve yaşam boyunca devam eder. Bir de bunların bir­ leşmelerinden doğan aşk vardır, buna kendini kapbran bir insan ilk zamanlar tam olarak ne istediğini bilemez, ayrıca bu duygudaki insan başka yönlere sürüklenir durur, bundan dolayı da çaresizdir. Bir yandan sevdiği yere gitmek ister bir tarafta da yasaklar vardır. Bedensel istek duyanlar sanki lezzetli bir meyve yemek istercesi­ ne sevdiği gence istek duyan, onun ruhuna saygı 297

Platon

.qf

göstermeyen ve bedensel isteğini gidermeye çalı­ şandır. Öte yandan bedensel isteğin peşinden gitmeyen kimse ise ruhunda başka bir ruhu ister ve bedeni doyurmayı abarhlı bir davranış olarak görür. Öte yandan ölçülü, cesur, bilge insanlara saygı duyarak onlara karşı dürüst duygular bes­ ler. Bu ikisinin karışımından gelen üçüncü aşk türü şimdi bahsettiğimiz türdür. Bu durumda yasalar bazı aşk türlerini hepten mi yasaklaya­ cak yoksa gençlerin erdem aşkıyla olabildiğince erdemli olabilmelerini amaçladığı için bu aşkın kentimizde olmasını isteyerek diğerlerini olabil­ diğince engelleyecek mi? Sevgili Megillos! Ne düşünüyorsun? MEGİLLOS: Bu konudaki sözlerine kahlıyorum yabancı! ATİNALI: Tam da beklediğim gibi yanıt verdin, yasa­

larıruzda bu konuda ne söylediğini araşhrmamıza gerek yok, sizin de aynı düşüncede olduğunuzu kabul ediyorum. Kleinias' ı daha sonra ikna etme­ ye çalışırım, şimdilik yasalarımıza geri dönelim. MEGİLLOS: Haklısın. 838

ATİNALI: Şimdi yasalar yapmak için kolay bir yol

bulmaya çalışıyorum, bir yandan da çok zorlanı­ yorum. MEGİLLOS: Neden? ATİNALI: Günümüzde bile çok sayıda insanın güzel

insanlarla ilişki kurmak yerine istemeyerek değil, bile bile onlardan uzak durduklarını fark ettim. Oysaki böyle yasalar bile yok. 298

� Yasalar

MEGİLLOS: Anlayamadım. ATİNALI: Birinin kız ya da erkek kardeşinden.

İnsanların kendi çocukları hakkında yazılı olma­ yan bir yasa vardır, bu yasaya göre açıkça ya da gizlice aynı yatağa girilmez, hatta böylesi bir ilişki çoğu insanın aklından bile geçmez. MEGİLLOS: Haklısın. ATİN ALI: Kısa bir ifadeyle bu tür hazlardan uzak kalı­

yoruz. MEGİLLOS: Nedir o? ATİNALI: Bunların dindarca olmadıkları, tanrıların bu

tür durumlardan nefret ettikleri ve çirkin olduk­ ları ifade edilir. Aslında doğumumuzdan itibaren bu görüşleri dinliyoruz, komedilerde, tragedya­ larda, Thyestes, Oidipus ya da kız kardeşiyle giz­ lice yatan Makareus gibi kimseler sahnelendikleri zaman suçlarının karşılığı olarak ölmeye hazır olduklarını görürüz. MEGİLLOS: Çok haklısın, kimse yasalara aykırı dav­

ranmaya cesaret edemez ama geleneklerin rolü de büyük. ATİNALI: O halde şimdiye dek söylediklerimiz doğru,

yasa koyucular insanları ele geçirebilecek bu tarz arzulardan uzak kalınmasını istedikleri zaman bunu nasıl yapabileceğini kolayca görecekler, köle, özgür insanlar, kadınlar ya da çocuklar fark emeksizin kentte bu tür olaylara karşılık anla­ bmlarda bulunulacak ve yasaların da temelleri sağlamlaşbrılacak. 299

Platon �

MEGİLLOS: Tabii ama nasıl olacak da herkes bu tür­

den bir şeyi kabul edecek? ATİNALI: Güzel. Doğaya uygun üreme amaçlı bir­

leşme, insan soyuna bilerek zarar vermemek için erkeklerden uzak durmak, kendi kökünde yarabcı olamayacak yerlere tohum ekmek ya da ekilenin büyümesini istemediğin dişi topraktan

839

uzak kalmaktan kasbm buydu. Bu yasa ile içinde­ ki ilişkiler konusunda güçlü olursa ve devamlılığı sağlanırsa, diğer ilişkilere de yararı olacağından büyük kıymet taşır. öncelikle doğaya uygundur, ayrıca insanları aşk ateşinden, çılgınlıklardan, zinadan, ölçüsüzce beslenmekten kurtarır, erke­ ğin karısını sevmesini sağlar, insanlar bu yasayı dinlerlerse çok yarar sağlarlar. Şimdi dinleyici­ lerim arasında yer alan ve içinde aşk ateşi yanan gençler uygulanması im.kansız yasalarımız için nasıl da kıyameti koparırlardı, etraf onların hay­ kırmalarından geçilmezdi. Bu nedenle bu yasa­ nın çıkmasının bir yandan çok kolay olduğunu bir yandan da devamlılığını sağlamanın çok zor olduğunu söylüyorum. Yasanın çıkabileceğini ve nasıl çıkabileceğini söylemek çok kolay, çünkü yasaya göre bir kutsallık kazandıracağız, ayrıca ruhları kontrol albna alacağını ve her yere korku salacağını söyledik, bu nedenle yasalara boyun eğilecektir. Fakat bu sıralar durum farklı, toplu yemek uygulamasının olanaksızlığı gibi -ki olay­ lar aksini gösteriyor, hem de sizde de durum aynı- kadınlar için bu uygulamanın doğru olma300

r.ı-

Yasalar

Yasalar

ayrı ceza alsınlar. Her biri hapis cezası olacak. Ülkede üç hapishane olmalıdır, biri agora yakın­ larında yer alacak devlete ait suçluların güven­ liğini sağlayacak hapishane, diğeri gece meclisi yakınlarındaki hapishane ve üçüncüsü de kırsal alanın ortasında yer alan ve doğal ortamın sert olduğu, cezanın iliklerinize kadar hissedileceği hapishane. Daha önceden de belirttiğimiz gibi üç ayrı dinsizlik türü vardır ve bunların da ikişer alt grubu bulunmaktadır. Bu suçları işleyenlere aynı cezaların verilmemesi gerekir. Bir insan tan­ rılara inanmayıp doğuştan iyi karakterli olabilir, kötülerden hoşlanmayıp adaletsizliklerden uzak durabiliyordur ve dürüst insanları seviyordur. Öte yandan tanrılara inanmamakla beraber haz ve acılara yenilebilen bazı insanların hafızaları iyi olabilir, bu iki grup insanın ortak özelliği tan­ rılara inanmamakbr ancak başka insanlara kötü­ lüklerinin dokunması bakımından aynı durumda değillerdir. Bir insan tanrılar, kurbanlar ya da yeminler ile ilgili doğru şeyler söylemezse ve ceza almıyorsa diğer insanları alay ederek kendisine benzetebilir, diğeri ile aynı görüşlere sahip olan bir insanın da karakteri gereğince aklında türlü türlü hile ve kurnazlıklar olabilir. İşte falcılar, hatipler, büyücüler, tiranlar, komutanlar, tarikat­ lar ve sofistler bunlar arasında yer alabilir. Böyle çok sayıda örnek olsa da ikisinden yasalarda söz etmek gerekir. Suçlarını saklayarak işleyenler ölüm cezası almalıdır, hem de çok defa. Diğerleri 395

Platon �

ise uyarılmalı ve hapis cezası almalıdırlar. Tanrıların varlıklarına inanıp ilgisiz olduklarını düşünenler iki gruba ayrılmalı, aldatılabilenler tekrar iki gruba bölünmelidir. Kötü karakterleri olmayıp sadece aptallıklarından dolayı bu şekilde inananlar ise hakimlerin kararıyla en az beş yıl

909

hapis cezası alacaklardır. Bu süre içinde sadece gece meclisi üyeleri kendileriyle iletişim kuracak, başka hiç kimse onlarla muhatap olmayacaktır. Gece meclisi üyelerinin kendileriyle görüşme nedeni öğütler vermek ve yardımcı olmak olacak. Hapis cezalarını tamamladıktan sonra akıllarını başlarına topladıkları görülürse halkın arasına karışabilecekler, aksi takdirde benzeri bir suç işlerlerse bu kez ölüm cezası alacaklar. Bir de tan­ rılara inanmayan, ilgisiz davrandıklarını düşün­ mek dışında ağır suçlar işleyen, insanları küçüm­ seyen, ölülerin ruhlarını çağıran, kurban, dua ve adaklarla tanrıların kandırılabildiğini iddia eden bazı insanlar, diğerlerini kandırarak para kazanma arzusuyla kentleri ve evleri temelin­ den yıkmaya kalkışırlar. Böylesine insanlar suçlu bulundukları zaman mahkeme kararıyla hapse atılsınlar, hapiste kimse onlarla görüşmesin, sadece kölelerden yemek alsınlar, özgür insanlar ise kendileriyle görüşmesin. Ölümlerinden sonra kent dışına gömülsünler, özgür insanlardan biri onları gömmeye kalkışırlarsa dileyen kimse onla­ rı dinsizlikle suçlayıp mahkemeye verebilsin. Eğer çocukları varsa ve bu çocuklar vatandaş ola396

n,..

Yasalar

bileceklerse adamın ölümünden sonra yetimleri koruyan görevli bu çocuğu alsın ve diğer çocuk­ lardan farklı muamele yapmasın. Bu insanlar için ortak bir yasa olmalı, yasaların dışında tanrılarla ilgilenmek yasak olmalı ve bu şekilde farklı davranışlarla ve sözlerle daha az suç işlenmesi sağlanmalıdır, aynı zamanda bu sayede daha az aptallık da yapılır. Bu nedenle yasamız şöyle olsun: Hiç kimsenin evinde özel tapınma yeri olmasın, kurban kesmek isteyen devletin tapınak­ larına gitsin, kurbanları onları kutsaması gereken rahip ve rahibelere versin. Dilerlerse birlikte dua etsinler. Böyle yapma nedenimiz şu: Bir yerde tanrıların tapınaklarını kurmak kolay değildir, bu işlerin yapılması önemli oranda tecrübe ister. Aynı zamanda tüm kadınlar, hastalar, tehlikede ya da zor durumda bulunanlar ya da iyi durumda oldukları zaman adak adamak isteyenler kurbanlar kesmek, tanrılara ya da tanrıların çocuklarına

910

ya da daimonlara bir şeyler sunmak isterler. Yine kötü bir rüya gördükleri ya da hayallere kapıl­ dıkları zaman, kendilerine geldiklerinde çözüm olarak karşılarına ilk ne çıkarsa onun için sunular sunmak ya da oralara tapınaklar kondurmak gibi bir huyları vardır, böyle olunca da tüm evler ve kasabalar bu şekildeki yapılarla dolar taşar. İşte bu nedenle yasalara uygun davranmak gerekir. Ayrıca dinsizler kendi evlerinde tapınaklar kurup kafalarına göre gizlice kurban ve sunu törenleri yapmaları ve tanrıları kandırdıkları düşüncesinin 397

Platon ..q/

önüne de geçmek gerekir. Bu yapılmazsa adalet­ siz davranışları giderek artarak devam edecek, kendilerini ve aslında onlardan daha iyi olmaları­ na karşın kendilerine göz yuman diğer insanları zor duruma sokacaklar. Sonuç olarak bu dinsizler nedeniyle tüm devlet lekelenmiş olacak. Oysaki bu işin sorumlusu olarak tanrı yasa koyucuyu görmez, çünkü zaten yasaları koymuştur. Hiç kimse kendi evinde özel tapınak kuramaz, eğer bir insanın evinde böylesi bir tapınağı olduğu anlaşılırsa, bu kimse kadın ya da erkek de olsa herhangi ciddi bir dinsizlik suçu işlemediyse durum yetkililere bildirinsin ve tapınaklar devlet tapınaklarına taşınsın. Söylenenleri yapmayanlar tapınak taşınana kadar cezalandınlsınlar. Fakat bir kimsenin çocuklara değil de yetişkinlere göre bir dinsizlik yaptığı ortaya çıkarsa evinde tapınak olsa da devlet tapınaklarında kurban keserken de yakalansa lekeli ellerle kurban kestiği için ölüm cezası alsın. Yapılan hareketin çocukça olup olmadığına yasa koruyucular baksın ve ardından, gerekiyorsa kişiyi mahkemeye çıkarsınlar ve din­ sizlikten cezalandırsınlar.

398

ON BİRİNCİ KİTAP ATİNALI: Sırada insanlar arasında yapılan ticaret

913

konusu var. Temel kural şu olmalı: Hiç kimse diğer insanların malına izinsiz dokunamaz, en ufacık şekilde hareket ettiremez, deli değilseniz diğer insanların mallarına da aynı şekilde dav­ ranmalısınız. Şöyle bir örnek verelim: Bir insan kendisi ya da ailesi için bir gömü saklıyor olsun. Bu kimsenin ataları arasında benim atalarımdan biri yoksa bunu bulmak için tanrılara yalvarmam ya da bulmak için çaba harcamam, yine uygun şekilde gömüyü bulmamı sağlayacak olan yalancı kahinlere de danışmazdım. Böyle bir zenginlik kazanmak için ruhumun erdemini ve adaletinden sağlayacağım yararı bir köşeye bırakmam. Böyle bir mala dokunmayarak ruhumdaki adaleti zen­ ginliğe tercih ederim, böylece kendim için daha değerli parçama bir katkıda daha bulunmuş olurum. "Taşınmaz olanı taşımayacaksınız" ilkesi çoğu zaman uygulanabilir bir şeydir, bu da o durumlardan biridir. Ayrıca böyle şeylerde anlahlan hikayelerin doğruluğuna inanm ak gerekir, yani böylesine zenginliklerin insanların çocuklarının işine yaramadığı yönündeki hikayelere. Bir insan yasa koyuculara inanmıyorsa, çocuklarını düşünmüyorsa, en güzel yasayı yani soylu ada399

Platon .q/

mın62 "Bırakılmayan şeyi almayın" kuralına uymayanların kendisine ya da atalarından birine ait olmayan bir şeyi alan bu önemli iki yasayı umursamayan bir insanın ciddi miktarda zengin­ lik kazandıracak bir gömüyü alması halinde ne gibi bir ceza verilmelidir? Tanrıların ne ceza vere­ ceklerini bilemeyiz, ama insanlardan bunu gören­ ler durumu hemen astynomoslara, pazar yerlerindeki agoranomoslara, kent dışındaysa agrono­ moslara ya da başkanlara bildirmeleri gerekir. Bundan sonra konuyu bildirmek üzere Delphoi'ye, görevlilere gönderilsin ve tanrı adam ve bulunan şey hakkında ne karar veriyorsa onu uygulaya­ lım. Olayı bildiren özgür insansa erdemli hareke­ tiyle beğeni kazanırken, bildirmeyen de erdem­ sizlikle eleştirilsin. Olayı bildiren köleyse devlet tarafından özgürleştirilsin, aksi takdirde ölüm cezası alsın. Söz konusu daha küçük eşyalar oldu­ ğu zaman da farklı davranmamak gerekir. Bir kimse bir eşyayı bilerek ya da bilmeyerek bir yerde bırakbğı zaman, bulan kimse bu türden şeylerin tanrı ya da daimona adandığını düşüne­ rek almamalıdır. Bir kimse bu şeyi aldığı zaman bulan kimse otuz yaşından küçük bir köleyse olayın şahidi bu kimseyi kırbaçlamalıdır, bulan kimse özgür bir insansa bu durumda hem erdem­ siz bir insan olduğuna kanaat getirilmelidir hem de aldığı şeyin bedelinin on kalını sahibine öde­ melidir. Yine bir eşyanın alınması konusunda bir

914

62 Solon' dan söz ediyor.

400

� Yasalar

suçlama getirildiyse bulan kişi o eşyayı bulduğu­ nu kabul ediyor ama eşyanın kendisine suçlama getiren insana ait olduğunu kabul etmiyorsa ve eşya yöneticilere kaydettirildiyse eşyayı alan kimse görevlilerin karşısına çıkarılsın ve eşya da getirilsin. Kayıtlar incelendikten sonra eşya kime aitse o kimse eşyanın sahibi olsun, iki tarafa da ait değilse doğru şahit gösteren kimse malı teslim etmek üzere orada hazır bulunmayan sahibi adına onun eşyasını alsın. Eğer eşya kayıtlı değilse o zaman da dava bitene kadar en yaşlı üç yönetici­ de kalsın, tarbşma konusu olan hayvan ise bakım masrafları dava sonunda kaybeden tarafından ödensin, yöneticiler de üç gün içinde karar ver­ sinler. Bir insan aklı başındaysa kölesini alıp ona dini sınırlar içinde dilediği gibi davranabilir. Kaçan bir köleyi akrabası ya da dostu için yakala­ yabilir. Bir kimse köle diye götürülen bir insanı kurtarmak isterse köleyi götüren serbest bıraksın, ancak köle değildir diyen de üç şahit göstersin, aksi takdirde kişi serbest kalamaz. Fakat bir insan buna uymuyorsa suçlansın ve mahkemeye çıka­ rılsın, mahkemede de suçlu bulunursa köleyi götürene iki kah ceza ödesin. Özgürleştirilmiş köleler eski efendilerine hizmet etmezlerse ya da eksik hizmette bulunurlarsa cezalandırılsınlar. Hizmet dediğim şu şekilde olacak: Ayda üç defa eski efendisinin evine gidecek ve yapabilecek bir şey olup olmadığını soracak, aynı zamanda evlilik konusunda da eski efendisinin sözünden çık­ mayacak. Özgürleştirilmiş kölenin eski efendisin401

915

Platon .q/

den büyük bir zenginliği olmayacak, olursa fazla­ sını eski efendisine verecek. Diğer yabancılar gibi özgürleştirilmiş köle de ülkede yirmi yıldan fazla kalamayacak ve bu süre bitiminde eşyalarını top­ layıp gidecektir, öte yandan eski efendisi izin verirse ya da yöneticilerden izin alırsa ülkede kalmaya devam edebilecektir. Özgürleştirilmiş köle ya da yabancılardan birinin zenginliği üçün­ cü sınıftan insanların zenginliğinden fazlaysa bu kimse bir ay içinde mallarını alıp ülkemizden ayrılmalıdır, yöneticilerden de daha fazla kalma izni istemeyecektir. Bir kimse bu kurallara uymaz ve mahkemede suçlu bulunursa cezası ölüm olmalıdır, mallarını da devlet almalıdır. Böylesi bir dava belirlenen hakimler ya da komşular tara­ fından yönetilecektir, eğer mahkemenin kimler­ den oluşacağı konusunda anlaşma sağlanamazsa bu durumda kabile mahkemelerinde görülecek­ tir. Bir insan bir hayvanı ya da bir malı kendi malı gibi alırsa, kendisine satan ya da yasaya uygun şekilde verene geri vermelidir. Bunu yapan bir vatandaş ya da göçmenlerden biriyse otuz gün içinde, yabancıysa beş ay içinde ancak üçüncü ay yaz gündönümüne gelecek şekilde aldığı malı geri vermelidir. Takas yapılacağı zaman bu takas­ lar pazar yerlerinde belirlenen noktalarda yapıl­ sın ve malların belirlenmiş karşılıkları hemen oracıkta ödensin. Daha sonra ödemek koşuluyla takas yapılmasın, bir kimse karşısındakine güve­ nerek böylesi bir takasa kalkışhysa ve daha sonra­ sında alması gerekeni alamazsa konu hakkında 402

1ı;.

Yasa l a r

mahkemeye başvuramayacağını bilsin. İsteyen insan dilediği kimselerden bağış toplayabil i r ancak bağışlar konusunda bir anlaşmazlık yaşanması halinde bu konu da mahkemelere taşınamaz. Bir malı elli drakhmeden yukarı satan bir kimsenin en az on gün boyunca ikametgahını bildirmesi gereklidir, çünkü böyle bir satışta iade yapılabilir, elbette yasalara uygun satışlarda, bu nedenle de malı satan kimsenin evi malı alan tara­ fından bilinmelidir. Bir mal satıldıktan sonra iade yapılacaksa şu şekilde davranılmalıdır: Eğer mal veremli, böbrek hastası, kutsal hastalığı63 olan ya da çoğu insanın bilmediği tedavisi zor bedensel ya da akıl hastalığı var olan bir köle satılırsa, satışı yapan hekimse ya da beden eğitimi öğretmeniyse gerekçeyi daha önceden alıcıya açıklamış olsa da iade yapılamaz. Bu saydıklarımızdan bir kimse böyle bir köleyi satarsa köle epilepsi yoksa altı ay içinde iade edilebilir, epilepsi ise bir yıla kadar vakti olur. Mahkemeye gidilmesi halinde kişilerin seçecekleri üçer hekimden oluşan bir heyet davayı yürütecek ve sonuçta kaybeden taraf satış değerinin iki katım ödeyecek. Eğer şahıslar arasında bir satış gerçekleştiyse bu durumda iade yapılabilir ya da mahkemelik olu­ nabilir, mahkemeyi kaybeden taraf sadece değeri kadar tazminat ödeyecektir. Eğer satılan köle bir katilse ve satıcı ile alıcı bunu biliyorlarsa iade olmaz, alıcı malı aldıktan sonra öğreniyorsa iade

916

63 Epilepsi.

403

Platon �

edebilir, bu konularda karar vericiler beş genç yasa koruyucudur. Eğer satıcının durumu bilip sakladığına kanaat getirilirse bu durumda saha­ nın evi arındırılacak ve alıcıya üç katı bedel öde­ mek zorunda kalacaktır. Para karşılığında veya canlı ya da cansız bir şeylerle takas yapan kimse alışverişte adil olmalıdır. Diğer yasalarda olduğu gibi bu konuda da adaletsiz davranışlar için bir girişimiz olsun: Bu konudaki aldatma diğer yalancılık ve dolandırıalık ile aynıdır, çoğu insan da bu şekilde olduğunu düşünür, ancak yine çoğu insan bunun belli durumlar için geçerli olduğunu söyler. Oysaki "belli durumlar" ifadesi doğru değildir. Çünkü bu belli koşulların ne zaman ve hangi koşullarda olduğu anlaşılamaz. Bu türden sözlerle hem kendilerine hem de diğer insanlara zarar verirler. Oysaki bir yasa koyucu bu noktayı netleştirmelidir, belirli ve belirsiz durumlar için konuşmalıdır. Eğer bir insan tanrı­ ların öfkesini üzerine toplamak niyetinde değilse tanrıların isimlerini söyleyerek yalancılık, dolan­ dırıcılık ve sahtekarlık yapmasın. İnsanlar tanrıla­ rın isimlerini alarak yalan yere yemin ettikleri zaman ya da onları umursamadan yeminler eder­ lerse tanrıların öfkesini en çok bu durumlarda Üzerlerine çekerler. Erdemliler erdemsizlerden, anne ve baba çocuktan, genelde yaşlılar gençler­ den, erkekler ve kadınlar çocuklardan ve yöne­ tenler yönetilenlerden daha üstündürler. İnsanların bu insanlara, toplumda ya da devlette bulundukları konuma göre saygı duyması lazım-

917

404



Y a sa l , ı r

dır. Bunları söyleme nedenimiz bu. Pazar yerk•­ rinde sahtekarlık yapan insanlar dolandırıcı ve yalancıdırlar, agoranomosların yasakladıkları şeylere aksine davranırlar ve yaptıkları şeye yalan yere yemin ederek tanrıları şahit gösterirler. Bu kimseler insanlara saygı göstermedikleri gibi tan­ rılara da saygı duymazlar. İnsanların saflık ve kutsallık noktasında tanrıların isimlerini bu kadar da kolayca ağızlarına almamaları aslında çok doğru bir yaklaşımdır. Bu konudaki yasamız şöyle olsun: Pazar yerinde mal satan ayrı fiyatlar söyleyemezler, tek bir fiyat söylemelidirler, aynı gün içinde fiyat değiştiremezler ve satamazlarsa mallarını alıp eve gidecekler, satılan malın övül­ mesi ve üzerine yeminler edilmesi yasaktır. Bu kurala uyulmadığı takdirde şahit olan otuz yaşın­ dan büyük bir vatandaş olması koşuluyla satıcıyı dövebilir ve bundan dolayı ceza almaz, ancak yasaları umursamazsa yasalara aykırı davran­ maktan dolayı eleştirilecektir. Öte yandan sahte mal satanları konuyu bilen insanlardan biri yaka­ larsa olanları yöneticilerin karşısında ispatlaması gerekir. Satıcı köle ya da göçmense malı da alabi­ lir, ancak özgür bir vatandaş ile karşı karşıyaysa ve kanıtlayamazsa tanrıları kandırdığı için eleşti­ rilsin, kanıtlarsa da malları pazar yeri tanrılarına adasın. Bir insanın sahte mal sattığı ortaya çıkarsa hem bu insanın sattığı mal çığırtkanlar tarafından bildirilecek hem de malının değeri kadar kırbaç cezası alacaktır. Agoranomoslar ve yasa koruyu­ cular hangi hile ve sahtekarlık yapılacağını öğre405

Platon ""'

nerek bunlara karşı yasalar yazarak satıcıların neler yapıp neler yapamayacaklarını yazacaklar ve pazar yerlerinin önüne bu kuralların neler olduğunu yazarak gelenlerin dikkatini çekecek­ ler. Daha önceden astyonomoslar hakkında bir şeyler söylemiştik, eksik noktalar olduğunu tespit ederlerse yasa koruyucular ile görüşerek eksikleri yazacaklar ve kendi işleriyle ilgili noktalardaki eski ve yeni kuralları yazıp satış alanlarının önüne koyacaklar. Aldatmalardan sonra ticaret konusuna da eğilmemiz gerekecek, öncelikle konuya dair genel görüşleri ifade edip ardından da yasalarımızı çıkaralım. Kentlerde ticaretin yapılma nedeni zarar vermek değil kar sağlamak­ tır. Zaten insanlar orantılı ve eşit olmayan malları orantılı ve eşit yaptıkları zaman bunun bir iyilik olduğu ortadadır. Bu noktada belirleyici olan paradır ve tüccarların da para kazanmak için bu işe girdikleri açıktır. Para karşılığı çalışanlar, han­ cılar ya da diğer aşağılık ya da değerli diyebilece­ ğimiz iş sahiplerinin de amaçları para kazanmak­ tır. Bu da malların arasında eşitliği sağlayarak ihtiyaçları karşılama amacı güder. Peki neden bu iş güzel ve saygıdeğer bir iş olarak görünmüyor? Bu işler neden eleştiriliyor? Belki ticaretle ilgili her şeyi düzeltemeyiz ama bazı noktaları da toparlayabiliriz. Bu çok kolay bir iş değil, hem de erdemli olmak gerekir.

918

KLEİNİAS: Ne demek bu? ATİNALI: Kleinias! Çok az sayıda insan -bunlar da

genelde iyi eğitim almışlardır- istekler ve arzular 406

� Yasalar

karşısında ölçülü kalabilir ve karşılarına para kazanma olanağı çıktığı zaman kendilerine hakim olup ölçülü miktarlarda kazanmayı tercih ederler. Ancak çoğu insan daha farklı davranır, aşın istekleri vardır, ölçülü miktarlarda kazanabilecekken daha fazla kazanmayı isterler, işte bu nedenle de ticaret, hancılık gibi meslekler eleştirilmektedir. Belki şimdi söyleyeceklerim komik gelecek ama bir süreliğine her açıdan daha üstün insanlar ticaret yapsa, han işletse ya da gerçi olmasını istemeyiz de olmaz da ama kadınlar kaderin bir cilvesi olarak bu işlere girmek zorunda kalsalar bu meslekleri yürüten kimselerin ne kadar iyi ve güzel şeyler olduklarını görürdük, akla uygun şekilde dürüstçe davrandıkları zaman her

919

birine annelerimiz ve bakıcılarımız kadar değer verirdik. Oysaki günümüzde ticaret yapmak iste­ yenler ıssız yerlerde yol kadar uzun yapılar yapıyorlar, çaresizlikten fırtınalar içinde deniz yolculuklarına çıkanlara sıcak ve huzurlu bir kalacak yer sağlamaları gerekir, güzel bir şekilde misafirlerini ağırlamalıdır, ayrıca bu misafirlerini dost kabul ederek hediyeler sunmalıdır. Oysaki ne yapıyorlar? Sanki bir düşmanı rehine almışlar gibi salıverilmeleri karşılığında abartılı paralar getirmelerini istiyorlar, evet bu mesleklerin bugün eleştirilmelerinin ardında yatan şey bu türden olaylardır. Yasa koyucunun bunlara bir çözüm bulması gerekiyor. Atasözüne göre aynı anda iki düşmanla savaşılmaz, bu hastalıklar ve 407

Platon ..q/

diğer örnekler için doğrudur, aynı şekilde zenginliğe ve fakirliğe karşı da aynı anda savaşmak çok zordur. Bunlardan biri insanların ruhunu bozar, diğeri ise problemler yaşamasına ve utanmazca hareket etmesine neden olur. Peki, aklı başında bir kent bu sorunların üstesinden nasıl gelecek? öncelikle tüccar sayısını azaltmak gerekir, aynca kötü işler yaparlarsa kente zararları dokunmayacak insanlardan seçilmelidirler, aynı zamanda ticaret yapan insanların ahlaklarının iyice bozulmaması ve ruhlarının bozulmaması adına çaba harcamak. Şimdi yasamız şu şekilde olmalıdır: Tanrının yeniden ayağa diktiği bu Magnesia kentinde beş bin kırk pay sahibinden hiç kimse bilerek ya da bilmeyerek ticaretle uğraşmasın, annesinin babasının ya da ailesindeki diğer eski insanların, kendisinden büyük insanların dışında kendisiyle eşit olmayan hiç kimseye hancılık ve benzeri ağırlama işleri yapmasın. Yasalarda özgür insanlara yakışan ve yakışmayan şeyleri belirtmek kolay değildir, ancak erdemli insanların yapbklan ve yapmadıkları şeyler üzerinden bir sonuca ulaşabiliriz. Bir insan özgür insanlara yakışmayacak şekilde ticaret yapıyorsa bu kimse erdemli insanlar tarafından ailesine yakışmayacak davranışlarda bulunmakla eleştirilsin, yaptığı iş anne ve babasına leke getiriyorsa bir yıl

920

hapis cezası alsın, vazgeçmediyse iki yıl hapis cezası alsın ve her defasında cezası ikiye katlansın. Yasaya göre ticaret yapacak olan insanların 408

� Yasalar

yabancı ya da göçmen olmaları gerekir. Yine bir başka yasaya göre kentimizde yaşayıp ticaret yapacak olan insanların erdemli insanlar olmaları sağl anmalıdır. Yasa koruyucuların iyi eğitimli ve aileleri iyi insanlar arasından değil, daha çok iyi eğitim almamış ve kötülüğe eğilimli insanlar­ dan seçim yapmaları gerekir. Çünkü böylesine insanların daha fazla kontrol altında tutulmaları gerekir. Ticaret çok farklı başlıklara sahip olduğu ve aynı zamanda benzer işler de olduğu için yasa koruyucular ticaret konusundaki sahtekarlıklar ve bu konudaki uzmanlarla birlikte kentte zorun­ lu olarak bulunması gereken şeyler için bir araya gelmelidirler, hangi ücretlerin tüccarlara ne kadar kar bıraktığım hesaplayacaklar, çıkan sonuçları yazmaları ve kontrol etmeleri için agoranomos­ lar, astynomoslar ve agronomoslara verecekler­ dir. Bu şekilde davranılırsa ticaret yapanların kente en büyük yarar ve en az zarar getirmeleri sağlanabilir. Anlaşma yapılması ve anlaşmanın şartlarının yerine getirilmemesi halinde konu mahkemelik olacaktır. Ancak yasaların ve karar­ ların yasakladığı şeyler, baskı altında imzala­ nan sözleşmeler, beklenmeyen bir olay saye­ sinde engellenemeyen olaylar da mahkemelik olunmayacak. Mahkemeye gidilmesi için komşu­ lar ve hakemler karşısında uzlaşılmamış olacak. Zanaatkarların işleri Hephaistos ve Athena'ya adanır, başka şekilde bu insanların zanaatlarımn korunması olanaksızdır, eserleri koruyanlar da 409

Platon ""'

Ares ve Athena'ya haklı olarak adanmışlardır. Bu insanların hepsi ülkeye hizmet etmektedir, bazıları savaşlarda önderlik yaparak bazıları da savaşlar için gerekli araç ve gereçleri üreterek. İşte bu nedenle de zanaatkarların tanrısal atalarına saygılarından dolayı yalan söylemeleri uygun olmaz. Bir kimse kendi geçimini sağlayan tanrı-

921

lardan birine saygı duymaksızın, sırf yakın diye tanrının kendisine karışmayacağına inanarak söz verdiği zamanda işini tamamlamazsa ilk olarak tanrıya ceza ödemelidir, yasamıza göre de kendisine işi vereni kandırdığı için işin ücretini geri ödeyecek ve tekrar belirlenen sürede işi ücretsiz yapacaktır. Ticaret yapanlarda olduğu gibi bu konuda da işin bedeli olarak fahiş ücretler istememek ve sadece değeri kadar ücret belirlemek zorunlu olmalıdır, bunun fiyatını en iyi zanaatkarlar bilirler, özgür insanların yaşadıkları bir kentte hiçbir zanaatkar yaptığı işi aldatarak ve hileyle yapmamalıdır ve bu noktada bir haksızlık olursa haksızlığa uğrayan kimse haksızlığa uğratanı mahkemeye verebilir. Bir kimse bir zanaatkardan bir iş ister ve anlaşmaya uygun şekilde bedelini ödemezse kentin koruyucusu olan Zeus ve Athena'yı umursamayıp küçük kazançlar elde edeceğim diye halkın zararına şeyler yapıp kenti dağıtmaya kalkışıyorsa yasa tanrıların yardımıyla bu dağınıklığı gidermelidir. İşin ücretini ödemeyen insanlar iki katını ödemek zorunda olsunlar, bir yıl geçtiği halde ödemezlerse faiz ödesinler. 410

ro,.

Yasalar

Diğer konularda faizle kazanç elde etmek yasak olmasına karşın böyle bir durumda bir drakhmeye bir obolos64 faiz ödensin. Bu konular kabile mahkemelerinde görüşülsün. Mademki konu zanaatkarlar, o halde savaşta bizleri kurtarmaları gereken sanatçılar olan komutanlar ve bu konuların

uzmanlarından da söz edelim. Bu kimseler de

diğerleri gibi sanatçıdırlar. Bu insanlardan kendi istekleriyle ya da devletin isteğiyle savaşta görev alanlar başarılı olmaları halinde komutanların almaları gerektiği kadarıyla onurlandırılacaklardır. Yasalar da onurlandırılanları övecek, aynı zamanda savaştaki başarıdan nasibini almasına karşın onurlandırmayanları da eleştirecektir. Bu konudaki yasamız övgüyle karışık olacak ve hem cesaretleri hem de savaş taktikleri sayesinde kentin kurtulmasını sağlayanlar vatandaşlar tarafından onurlandırmaya zorlamadan da olsa itecektir. Ancak bu türden bir onurlandırma ikinci türden bir onurlandırma olacak, birinci grup ise iyi yasa koyucuların yazılı yasalarına tam anlamıyla saygı gösterenlerin olacaktır. İnsanlar arasındaki anlaşmaların en önemlilerini konuştuk. Yetimler ve bakıcılar ile ilgili olanlar dışında genel olarak her şeyi konuştuk, sırada bu konular var. Bu konudaki en önemli noktalardan biri ölmek üzere olan insanın bırakmak istediği vasiyet ve vasiyetname yazma fırsatı bulamadan ölenler. Bu işin ne

64 Drakhmenin alhda birine denk gelen para birimi.

41 1

922

Platon

.rJ,/

kadar zor ve zahmetli olduğunu bildiğim için bu konudan söz edelim dedim. Kleinias! Bu konuyu düzenlemeden bırakamayız. Ölmek üzere olan bir insana vasiyetname yazma fırsab verirsek bu kimseler çelişkili, yasalara uygun olmayan, kendisinden sonra gelenlere uygun olmayan ve hatta kendi duygularına bile uygun olmayan şey­ ler yazabilir. Çünkü eğer ölüm yakınımızdaysa hepimiz hata yapabiliriz ve aklımızı kullanama­ yabiliriz. KLEİNİAS: Anlayamadım yabancı! ATİNALI: Kleinias! Bir insan ölümün yanı başındaysa

işi zordur, yasa koyucuların hiç de hoşuna gitme­ yecek şeyler söyleyebilir. KLEİNİAS: Ne gibi? ATİNALI: Kızgındırlar ve her şeyin sahibi olmak isterler. KLEİNİAS: Ne diyecekler? ATİNALI: Şöyle söylerler: "Ey tanrılar! Mallarımı yaşa­

mımda ve hastalığımda ya da başka olaylarda bana iyi davranan ya da kötü davranan insanlara göre az ya da çok oranda bırakamamak ne kadar da kötü bir şey." KLEİNİAS: Sana göre bu doğru değil mi? ATİN ALI: Kleinias! Bana sorarsan eski yasa koyucular

zayıflardı ve yasalarını belirlerken çok sığ değer­ lendirmelerde bulunarak karar veriyorlardı. KLEİNİAS: Ne demek bu? ATİNALI: Biraz önceki sözlerden korktukları için

insanların diledikleri gibi vasiyetnameler hazır412

� Yasalar

layabilmelerine olanak tanıdılar. Oysaki bizler ölümün eşiğindeki insanlara daha güzel şeyler söylemeliyiz.

923

KLEİNİAS: Ne diyelim? ATİNALI: "Kelimenin tam anlamıyla, Pythia'nın yazı­

sında olduğu gibi kendinizi tanımanız kolay değil. Bu nedenle yasa koyucunuz olarak malları­ nızın size ait olmadığını, mallarınızın ailenize ve ailenin de mallarla beraber devlete ait olduğunu belirtmeliyim. Bu nedenle siz hastayken size iyi davranarak yaşlılığınızda pek de iyi olmayan bir vasiyetname hazırlamanızı sağlayan biri olursa bunu kabul etmek zorunda değilim. Kararım sizin ve aileniz için en iyi olanı bulmak olacak, bu nedenle kişisel istekleriniz ikinci sırada yer alabilir, zaten doğrusu da budur ve buna göre yasalar oluşturacağım. Bu nedenle sizler doğaya uygun olarak gitmeniz gereken yere giderken bizlere boyun eğin, bizler de olabildiğince dik­ katli bir şekilde işlerinizi halledeceğiz." Kleinias! Yaşayanlar ve ölenler için yapacağımız giriş kısmı bu şekilde olsun, burası zaten bir teselli bölümü oldu. Yasa ise şöyle olmalıdır: Bir kimse kendi malları arasında vasiyetname hazırlıyorsa, çocuk­ ları varsa öncelikle oğulları arasında dilediği gibi seçim yapabilir, seçim yapmadığı çocuklarından da evlat edinmek isteyenlere ne vereceğini belirt­ melidir. Miras alamayan oğlu olursa yasal olarak uygun bir yere gönderilecektir. Babası bu çocuğa kura payı dışında kalan kısmını ve kurayla veri413

Platon .q/

len mallar dışında istediği kadarını bırakabilir. Bu durumda olan oğulların sayısı birden fazlaysa kura payı dışındaki mallarını dilediği gibi bölüş­ türebilir. Oğulları arasından evi olanlara mal bırakamaz, kızı da nişanlıysa ona da bırakamaz, ama kız nişanlı değilse bırakabilir, ancak kızlar­ dan birinin devlette payı varsa o zaman malla­ n vasiyetnamedeki mirasçıya bırakacakhr. Eğer kişinin hiç oğlu yoksa ve sadece kızlan varsa o zaman kızlarından birinin kocasını kendi oğlu kabul edip mirasçı belirleyecektir. Yine birinin evlatlık ya da kendi oğlu olduğu fark etmeksizin

924

yetişkin olmadan ölürse, bu durumda böylesine bir felaketin başkasına şans getirmesi dileğiyle başka bir çocuğu kendi çocuğu olarak kabul ederek mirasçı belirleyebilir. Birinin hiç çocuğu yoksa daha sonradan edindiği malın onda birini bağışlayabilir, geriye kalanı evlat edindiği kişiye bırakacakhr, iyi davranmasının karşılığında bir oğul kazanacakhr. Birinin çocuklarının korun­ maya ihtiyacı varsa, bunu kaç koruyucunun yap­ ması gerektiğini vasiyetnamesinde belirtecek ve seçimini yazılanlara göre yapacakhr. Ancak kişi vasiyetnamesini hazırlamadan ölürse anne ve baba tarafından en yakın ikişer akraba, ölenin bir arkadaşı ile beraber koruyucu olacaklar ve korunması gereken çocuğa bir koruyucu seçecek­ lerdir. Koruma işleriyle ve yetimler işleriyle en yaşlı on beş yasa koruyucu ilgilenmelidir, yaş­ larına göre üçerli gruplar halinde her yıl göreve 414

� Yasalar

gelerek beş yıl görev alacaklardır ve dönemler

946

arasında boşluk kalmamasına dikkat edilecektir. Vasiyet hazırlamadan ölürse ve arkasında korunma yaşında çocuklar varsa onlara da aynı yasa uygulanacak. Ölümü sonrasında arkasında kızlar bırakhysa yasa koruyucular akraba yakınlığı ve mirasın korunması noktalarında çaba harcayacaklar, bir de vatandaşlar arasından iyi ahlaklı ve gelenekleri olan bir oğlanın kızına koca olması işi vardır, ancak bu incelenmesi çok zor bir başlık olduğundan dolayı yasa koruyucular bununla ilgilenmeyeceklerdir. Böylece bir babanın kızını evlendirirken gözettiği üç şeyden ikisi yerine getirilmiş olacakbr. Bu durumda yasa şöyle olmalıdır: Vasiyetname bırakmadan ölen bir insanın ardında kızları kaldıysa, devletten pay sahibi olmayan bir üvey kardeş mirası alsın, kız da kendisine kalsın. Erkek kardeşi yoksa ve yeğeni olan bir oğlan varsa ve yaşlar da uygunsa aynı şey olsun. Yeğen yoksa bu durumda kız kardeşinin oğlu ve kızı mirası alsınlar. Ardından ölenin amcası, amca çocuğu, hala oğlu gelsin. Bu durumda ölenin ardında sadece kız çocuklar kaldıysa, her zaman erkekler kadınlardan öncelikli olmak üzere yeğenlerden ilerleyerek sıralamaya uygun gidilsin. Hakimler erkekleri çıplak kızları da göbeklerine kadar soyarak evliliğe uygun olup olmadıklarına bakacaklardır. Yine kardeş torunları ya dedelerin torunlarına kadar uygun bir aday olmazsa, kızın koruyucularla beraber halk415

925

Platon �

tan seçtiği biri kızla evlenecek ve aynı zamanda mirasçı olarak belirlenecektir, tabii ki iki tarafın da gönüllü olması koşuluyla bu gerçekleşebilir. Fakat çeşitli sıkınblar içinde her zaman uygun bir aday bulunamayabilir, kendisine uygun bir koca bulamayan kadın bir başka ülkeye gön­ derilmiş biriyle evlenmek isterse ve babasının mirasçısı yapmak istiyorsa bu kimse akrabalık bağındaki sıraya girsin, eğer akraba değil ve kentte de bir akrabası yoksa ülkeye dönebilir ve vasiyet bırakmadan ölenin mirasını alabilir. Eğer bir kimsenin herhangi bir çocuğu yoksa ve ölürse daha önceden belirttiğimiz yasa maddeleri aynen uygulansın, aile içinden bir evlilik yapıla­ rak mirasçı olsunlar, sıralama ölenin kız kardeşi, erkek kardeşinin kızı, kız kardeşinin kızı, baba­ sının kız kardeşi, babasının amca kızı, babasının hala kızı şeklinde olabilir. Biraz önce belirttiğimiz yasal yakınlık ya da dine uygun olmak koşuluy­ la bir evlilik yapabilirler. Böylesine yasalar zor yasalardır, ölenin akrabasına başka bir akrabayla evlen denildiği zaman insanların bu yasalara uygun davranmamak için epeyce nedenleri ola­ bilir, evlenilecek kimsede bir hastalık ya da akıl geriliği olabilir, bu türden durumlarda insanlar yasalara boyun eğmemek için her şeyi yaparlar, bunu unutmamalıyız. Kimileri yasa koyucuların bu konularla ilgilenmediğini düşünür ancak bu doğru değildir. Bu nedenle yasa koyucu ve yasa­ lar konulan insanlar için bir giriş olsun: Yasaların 416

� Yasalar

yapıldığı kimseler yasa koyucunun bireysel bazı

926

sıkınhlarla karşılaşabileceğini düşünemeyeceğinden dolayı duruma anlayışla yaklaşmalıdırlar. Aynı şekilde yasalara uyması gereken insanlar da bazen yasalara uygun davranamayabilecekleri için affedilmelidirler. KLEİNİAS: Peki bu durumda nasıl davranmak en iyi­

sidir? ATİNALI: Bu yasalar ve vatandaşlar arasında hakem­

lik yapacak birilerini bulmalıyız. KLEİNİAS: Nasıl? ATİNALI: Bazen zengin babanın oğlu kendisini çok

beğenir ve amca kızıyla evlenmek istemez, çünkü daha iyi bir evlilik yapmak ister, bazen de yasalar kişinin bir deli ya da akıl hastasıyla evlenmesini ister ve kişinin bu durumda kendi hayatını mah­ vedecek bir durumdansa yasalara karşı çıkmak­ tan başka bir şansı yoktur. Şu ana kadar söyledik­ lerimizden hareketle şöyle bir yasa yapalım: Halihazırdaki vasiyetname yasaları hakkında ve özellikle de evlilik konusunda itirazlar varsa ve yasa koyucu yaşayıp böylesine bir evliliği onayla­ madığını söylerse, ancak akrabalardan biri ya da bir yasa koruyucu aksini iddia ediyorsa yasa koruyucu tarafından yetimler için on beş yasa koruyucu görevlendirildiğinden söz edeceğiz, anlaşmazlık yaşayanlar bu on beş kişiye giderek sorunlarını çözsünler, orada alınacak karara itiraz edilmeyecektir. Ancak yasa koruyucuların fazla 417

Platon """'

hakları olduğu düşünülüyorsa o zaman konu seçilmiş hakimler mahkemesine gidecektir, kim davayı kaybederse yasa koyucu tarafından azar­ lansın zaten bu da akıllı bir insan için para ceza­ sından büyük bir cezadır. Bu durum yetimler için ikinci bir şans olacak. Birinciden sonra nasıl yetiş­ meleri gerektiği ve eğitimleri hakkında konuş­ muştuk, babalarını kaybettikten sonraki kötü kaderlerini en az acıma uyandıracak şekilde düzenlemek gerekir. İlk olarak yasa koruyucula­ rın kendi öz babalarından daha kötü babaların yanında kalmamalarını sağlamaları gerekir, her yıl göreve gelecek olan üç yasa koruyucu yetim çocukların kendi çocukları gibi yetiştirilmelerini sağlamak için yasal düzenlemeler yapacaklar. Daha önceden bir kimsenin öldükten sonra da

927

ruhunun insanların işleriyle ilgilenmeye devam ettiğini belirtmiştik. Bu türden uzun ve doğru hikayeler vardır, aynı zamanda geleneklere ve rivayetlere de inanmak gerekir, hem bunlar yasa­ lara geçiriliyorlarsa bu öykülerin doğruluğuna da inanmak gerekir.

Söylediklerimiz

doğruysa

insanların yetimlerin yalnızlığını koruyan tanrı­ lardan korkmaları gerekir, ayrıca ölülerin ruhla­ rından da. Bunlar doğal olarak kendi çocuklarının durumlarına bakarlar, iyi davrananları onurlan­ dırırlar, kötü davrananlara düşman olurlar. Yine yaşı ilerleyen insanların en büyük onurlara sahip insanlardan da çekinmesi gerekir, çünkü bir kent­ te iyi yasalar varsa ve bu kent mutluluk içindeyse 418

r.,.

Yasalar

torunlar tam da bu sevgiyle mutlu olurlar, onlar da her zaman bu konuya dikkat ederler, yalnız kalan yetimlere en önemli ve kutsal miraslar olarak bakarlar ve adaletli davrananlara iyi niyet gösterirler, adaletsiz davrananlara öfkelenirler. Yasa koruyucular ve yöneticiler bu konulara dikkat etmelidirler, yetimlerin yetiştirilmeleri ve eğitimleriyle ilgilenmelidirler, sanki kendine ya da ailesinden birine iyilik yapar gibi ellerinden gelen iyiliğin tümünü yapmalıdırlar. Burada ifade ettiklerimize uygun davranarak yetimlere haksızlık yapmayan kimse yasa koyucunun kızgınlığından nasip almayacak, ancak uygun davranma­ yanlar ise annesi ve babası yaşayan çocuklara yapılan haksızlığın iki kah ceza ödeyecekler. Yetimlerin bakıcıları ve onlarla ilgilenecek koru­ yucular için başka yasalara gerek var mı? İnsanlar kendi çocuklarını yetiştirirken özgür çocukların nasıl yetiştirileceğine dair örnekler verdik, bunlara uygun yasalar çıkardık, eğer bunları yapma­ saydık o zaman yetimlerin yaşamlarını anne ve babası olan çocukların yaşamlarına uygun hale getirmek için diğerlerinden çok farklı yaşara ihti­ yacımız olabilirdi. Oysaki bize göre yetim çocukların durumları ve anne ve babası olan çocukların durumları arasında bir fak yok, ancak yine de onur ve onursuzluk ya da eşitlik bakımından bir denge de yok. İşte bu nedenle yasalarımız yetimler konusuna aynca özen göstermektedir. Yetim çocukların koruyucuları ve yasa koruyucular ara419

928

Platon ..q/

sından bu koruyucuları denetlemekle sorumlu olan kimseler yetim kalma şanssızlığına uğramış olan bu çocukların en az kendi çocukları kadar sevilmelerine ve korunacak bu çocukların malla­ rıyla da en az kendi mallan kadar ilgilenmeleri, hatta belki de daha fazla ilgilenmeleri beklenir. Bütün koruyucuların aynı yasaya bağlı kalmaları gerekir. Eğer yasalara aykırı davranan olursa yöneticiler koruyucuları cezalandırsınlar, koru­ yucu da yöneticinin hata yaphğıru düşünüyorsa onu seçilmiş hakimler mahkemesine çıkarıp mah­ kemenin belirlediğinin iki kabru para cezasını ödetsin. Yetim kalan çocuğun akrabalarından bir koruyucunun bir yanlışını görürse ya da ortada başka bir suç varsa koruyucuyu mahkemeye ver­ sin, koruyucu suçluysa verdiği zararın dört kabru ödesin, yarısı çocuğa yarı da mahkemeyi açana verilsin. Yetimler erişkin oldukları zaman koru­ yucuların kendilerine haksızlık yapbklanru düşü­ nüyorlarsa onlara dava açabilirler. Koruyucunun suçu varsa nasıl bir ceza alacağı ya da ne kadar para cezası alacağı mahkeme tarafından belirle­ necektir, yöneticinin hatasından dolayı bir ceza verilecekse yine ceza miktarını mahkeme belirle­ yecektir, ancak yetime yapılan haksızlık adalet­ sizce bir davranıştan dolayı gerçekleştiyse o zaman da yasa koruyucusu olamayacak ve kent onun yerine başka birinin yasa koruyucusu ola­ rak görev yapmasına karar verecektir. Babalar ve oğullan arasında ciddi anlaşmazlıklar yaşanabi420

;t;.

Yasalar

lir, zaman zaman babalar herkesin önünde çığırt­ kanlar tarafından seslendirilecek şekilde oğulları­ nı

reddetmek isteyebilirler ya da oğullar babaları­



bunama ya da hastalık nedeniyle yaşamlarını

zorlaşbrdığı için mahkemeye vermek isteyebilir­ ler. Aslında bu türden olaylar en kötü karakterler arasında olur, yani baba ve oğlun ikisinin birden kötü olması gibi, ancak biri iyi diğeri kötüyse bu kadar kötü olmaz. Diğer ülkelerde babası tarafından reddedilen çocuk ülkeyi terk etmek zorunda

929

değildir, ancak burada zorunlu olarak böyle olacak, çünkü çocuğun beş bin kırkta birlik paya sahip olması olanaksızdır, bu nedenle de reddet­ menin tüm aile tarafından gerçekleştirilmesi gerekir. Bu konuyla ilgili yasamız şu şekilde olmalı: Bir insan doğurduğu ve yetiştirdiği çocuğu red­ dedecek duruma gelme şanssızlığına uğradıysa, bu kızgınlığına karşın bu konuda hemen karar alamaz, öncelikle kendi ailesinden ve çocuğun annesinin ailesinden yeğenlerine kadar herkesi bir araya toplamalı, ortak bir kararla aileden atıl­ ması için gerekçelerini sunmalıdır, ayrıca çocuğu­ na kendisinin bu türden bir cezayı hak etmediğini açıklaması için fırsat vermelidir, eğer baba sözle­ rinde inandırıcı olabilirse ve ailede çoğu oyu alır­ sa bu şekilde reddetme gerçekleşebilir, ancak oylama sırasında babanın, oğlun, annenin ve yetişkin olmayan akrabaların oy hakkı bulunma­ yacaktır. Reddedilen gencin başka biri tarafından evlat edinilmesinde bir sakınca yok, çünkü zaten 421

Platon .q/

böyle bir yasa da yok, çünkü gençlerin de karak­ terleri zaman içinde değişebilir. Ancak on yıl içinde bu genç adam herhangi biri tarafından evlat edinilmediyse başka yere gönderilen çocuk­ larla ilgilenen yönetici onunla da ilgilenmeli ve başka bir yere gönderilmesini sağlamalıdır. Bir kimse hastalık, yaşlılık ya da gerginlikten ya da hepsinden birden dolayı akıl sağlığını kaybederse ve olanları ailesi dışında herhangi biri bilmiyor diye düşünerek mallarını kullanıp �ilesini felake­ te sürüklüyorsa oğlu da bu durumun farkında olmakla beraber babasını bunadığı için mahke­ meye vermekten çekiniyorsa şöyle bir yasa uygu­ lamaya sokulmalıdır: Öncelikle en yaşlı yasa koruyuculara başvuruda bulunmalıdır, kendileri durumu incelemelidirler ve gerekmesi halinde dava açmasını önermelidirler, aynı zamanda mahkeme açılırsa şahit olarak davalıya yardımcı olmaları gerekir, baba davayı kaybederse bundan sonra önemli ya da önemsiz konularda mallarını kullanma yetkisini kaybetsin ve yaşamının sonu­ na dek çocuk muamelesi görsün. Kadın ve erkek arasında anlaşmazlık varsa, karakterleri birbirlerine uymuyorsa bu durumdaki kimselerle orta

930

yaşlı on yasa koruyucu ve evliliklerden sorumlu olan orta yaşlı on kadın ilgilenecektir. Bu kimse­ ler aralarında uzlaşma sağlarlarsa evlilik devam edecek, ancak anlaşmazlık çözümlenemiyorsa her ikisi de için de daha uygun eşler bulmaya çalışa­ caklardır. Büyük olasılıkla bu kimseler geçimsiz 422

� Yasalar

türden insanlardır. Ancak evli çiftlerin çocukları yoksa ya da az sayıda çocukları varsa yeniden çocuk yapmak için evlenmelidirler, öte yandan yeterince çok çocukları varsa bu durumda birlikte yaşlanmak ve birbirlerine yardımcı olmak ama­ cıyla evlenmeleri gerekir. Evlilik sırasında kadın ölür de arkasında çocuklar bırakırsa yasalar erke­ ğe eve başka bir kadın getirmemesi yönünde tav­ siyede bulunacak ama bir zorlama da yapmaya­ caktır. Çocukları yoksa bu kent evi ve kenti için yeterince çocuk yapması gerektiğinde yeniden evlenecektir. Erkek ölür ve kadın çocuklarla bera­ ber kalırsa kadın da evlenmemelidir, ancak evlen­ meden yaşayamayacak kadar genç olduğuna karar verilirse akrabalar evlilikleri denetleyen kadınlara başvuruda bulunmalıdır ve uygun bir eş bulunmalıdır. Çocukları yoksa çocuk da yapa­ bilecek birilerini bulmalıdırlar. Yasalara göre yeterli çocuk sayısı bir kız ve bir oğlan olmalıdır. Bazı durumlarda doğan çocukların kimde kalaca­ ğına karar verilmesi gerekebilir. Köle bir kadın köle, özgür insan ya da azatlıdan çocuk yaptıysa çocuk annesinde kalmalıdır, özgür bir kadın bir köleden çocuk yaparsa çocuk kölenin efendisinin olur, özgür erkek kendisine ait bir köle kadınla ya da özgür kadın köleyle beraber olup çocuk yapar­ sa ve bundan kuşku yoksa kadın görevliler özgür kadını ve babasını birlikte başka yere göndere­ cekler, özgür erkek de aynı şekilde çocuğun anne­ siyle beraber gidecek. Tanrılar ya da insanlar fark 423

Platon �

etmeksizin aklı başında bir insan anne ve babanın ihmal edilmesini önermez, aynı zamanda tanrıla­ ra inanmak konusunda anne ve baba hakkında bir giriş kısmı olmasında yarar vardır. Her yerde

931

tanrılar hakkındaki yasalar iki şekildedir. Bazı tanrılar açıkça görüldükleri için onurlandırılırlar, bazılarının heykelleri dikilir ve cansız olmalarına karşın onların imgelerini onurlandırırız. Bu saye­ de yaşayan tanrıların beğenisini kazandığımızı düşünürüz. Bir insan yaşlı anne ve babası ya da dedeleriyle aynı evde yaşıyorsa, böyle bir aile tapınağı varken ve bu kimselere saygı gösteriyor­ sa bundan daha değerli bir heykele sahip olabile­ ceğini asla düşünmez. KLEİNİAS: Gerçekten saygı derken neyi kastettin? ATİNALI: Anlatacağım, hem bu anlatacaklarım önemli

şeyler. KLEİNİAS: Peki, söyle bakalım. ATİNALI: Oidipus'un oğullarından hakarete uğrayın­

ca onları lanetlediği, tanrıların da onu dinleyerek isteklerini yerine getirdiği anlatılır. Amyntor oğlu Phoiniks' e kızmış ve onu lanetlemiş. Theseus da Hippolytos'a kızmış. Tanrıların çocuklarına lanet eden anne ve babaları dinlediklerini anlatan çok hikaye vardır, çünkü ailenin laneti diğerlerine benzemez ve çok da doğrudur. Tanrıların çocuk­ larına lanet eden anne ve babaları dinlediklerine inanıyorsak, bunun tam aksine anne ve babala­ rına yardımcı olan çocuklar için ettikleri iyi söz424

l'l'Je

Yasalar

leri de dinlediklerini ve bunları da yapacaklarını düşünmüyor muyuz? Hem bunu yapmasalar iyi­ likleri doğru vermiş olmazlardı ve bu da tanrılar için uygun olmayan bir davranış olurdu. KLEİNİAS: Evet onlara yakışmazdı. ATİNALI: O halde tanrılara göre yaşlılık tarafından

zor duruma sokulan annemiz, babamız ya da dedelerimizden daha değerli başka bir heykeli­ miz olamaz. İnsanlar bu kimseleri onurlandır­ dıkları zaman tanrılar da bunu beğenirler, zaten başka şekilde de onları dinlemezler. Atalarımızın tapınakları cansız tapınaklardan daha değerlidir, canlı tapınaklar bizden daha fazla saygı görmeleri halinde dualarını bizimkilerle birleştirirler, ancak saygı görmezlerse birleştirmezler. Bu nedenle babasına, dedesine ya da diğer atalarına saygı gösterenler tanrıların beğenisini kazanmak için en güzel heykellere sahiplerdir demektir. KLEİNİAS: Çok güzel konuştun. ATİN ALI: Herkes aklı başındaysa anne ve babaların

dualarının gerçekleştiğini bilir, bundan dolayı korkar ve saygı duyar, doğa gereği böyleyse erdemli insanların gözünde doğal sürelerini sonuna kadar kullanan insanlar harika örneklerdir. Bu kimseler zamanından erken ölürlerse üzüntü yarabrlar, kötü insanları da korkuturlar. Bu nedenle herkes sözlerimize uygun şekilde yaşlılara saygı göstersin, bizleri dinlemeyip yasalara uygun davranmayanlar için ise şu yasa çıkarılsın: 425

932

Platon .q/

Kentte birileri anne ve babasına gereğinden daha az ilgi gösterirse, onlarla ilgilenmek yerine kendi evine, çocuklarına, kendi işlerine özen gösterirse bu durumla karşılaşan yaşlı kimse ya kendisi ya da biri aracılığıyla yasa koruyuculardan en yaşlı olanlara ve aynı zamanda evlilikle ilgilenen kadınlara başvuruda bulunsun. Genç kişi suçlu bulunursa genç adam otuz yaşına, kadın ise kırk yaşına kadarsa kırbaç cezası alsın. Suçlu kimseler daha yaşlılarsa ve anne ve babalarıyla ilgilenme­ meye devam ediyorlarsa, bir de kötü davranıyor­ larsa en yaşlı yüz bir vatandaştan oluşan mahke­ menin huzuruna çıksınlar. Suçlu bulunmaları halinde mahkeme ne ceza alacaklarına ya da ne kadar para cezası ödeyeceklerine karar versin. Karar verirken de insanların çekebilecekleri ya da ödeyebilecekleri oranda bir ceza versinler. Yaşlı kimseye kötü davranılıyorsa ve yaşlı kimse de bunu bildiremiyorsa işte o zaman özgür insanlar­ dan biri başvuruda bulunabilsin, görüp de bulun­ muyorsa erdemsiz bir insan olarak kabul edilsin ve dileyen kimse ona dava açabilsin. Olayı bildi­ ren bir köleyse bu köle davacının da davalının da kölesi olsa azat edilecektir, başka birinin kölesiyle parası devlet tarafından karşılanarak özgürleştiri­ lecektir. Aynı zamanda köle durumu bildirdiği için başka insanlar tarafından tehdit edilmesin diye koruma altına alınacaktır. Daha önceden öldürücü olan zehirlemelerden söz etmiştik, 426

rt;,..

Yasalar

ancak şu ana dek yemek ve içecek ile ya da ilaçla önceden planlayarak yapılan zehirlemelerden söz etmedik. İnsanların iki tür zehir kullanmalarından dolayı bu konuda net konuşmak biraz zor

933

oluyor. Biri biraz önce söz ettiğimiz gibi doğal maddelerle bir bedene zarar vermek. Diğeri ise büyü, bağlama, sihir vb. yöntemlerle zarar verme çabası. Bu öyle bir şeydir ki, hem yapan karşısın­ dakine zarar verdiğini düşünür hem de yapılan karşısındaki tarafından kendisine zarar verildiğini düşünür. Bu tarz konularda birileri çıkıp ben her şeyi biliyorum deseler de insanların kendilerine inanmaları kolay olmaz. Bir kimse diğerlerinin sözüne inanmaya hevesli değilse o zaman da çaba harcamak anlamsız olur. Öte yandan kapı girişleri, yol ağızları, anne ve babaların mezarlarında balmumundan yapılan heykeller gördükleri zaman bu tarz şeylere inanmaları için fazladan çaba harcamak anlamsızdır. Zehirleme konusundaki yasamız ne şekilde yapıldığına göre ikiye ayrılacak. Her şeyden önce eğer hekim değilseniz bedenin zehirlere ne tepki vereceğini bilemezsiniz, bu nedenle bilip bilmeden bu türden şeyler yapmamak, çocuklar gibi insanları korkutmaya çalışmamak, yasa koyucuları ve hakimleri insanları korkudan kurtarma işiyle uğraştırmamak gerektiğini söyleyelim. Yine bir insan kahin ya da falcı değilse büyülerin ne gibi sonuçları olduğunu da bilemez. Bu durumda yasa şöyle olmalıdır: Bir 427

Platon �

kimse kişiye ya da akrabalarına zehir vermeksi­ zin sürüsüne, arılarına ister öldürücü ister öldü­ rücü olmasın zehir veren kimse hekimse ve suçlu bulunursa ölüm cezası alsın, ancak kişi hekim değilse ne ceza alacağına mahkeme karar versin. Yine sihir, büyü vb. şeylerle karşısındakine zarar veren kimse kahin ya da falcı ise ölüm cezası almalı, değilse mahkeme bu kimsenin nasıl bir cezaya çarptırılacağına karar vermelidir. Hırsızlık ya da gasp nedeniyle karşısındaki ciddi zararlar veren kimse zarar görene büyük bir tazminat ödemek zorunda olsun, zararın büyüklüğü ceza ile orantılı olsun. Aynı zamanda kişinin aklı başı­ na gelsin diye verilen zarardan daha fazla bir ceza daha ödenmelidir. Bir başkası yüzünden suç işle­

934

yen kimse genç ise ve karşısındakine inanarak böyle bir suç işlediyse bu hafifletici neden olacak­ tır. Ancak kendi hatası, haz ya da acıya yenilmesi gibi nedenlerle ya da basit korkular, kontrol edil­ mesi zor tutkular, kıskançlık, aşırı kızgınlık gibi duyguların etkisiyle suç işlediyse daha fazla ceza ödeyecektir. Cezaların amacı gelecekte bu tür şeylerin olmasına engel olmaktır, olmuş olana yapacak bir şey yok, ancak suç işleyen ve suçlu­ nun cezalandırıldığını gören adaletsizlikten nef­ ret ederek böylesine talihsizliklerin önüne geçil­ meye çalışırız. Bu ve . benzeri nedenlerle yasa koyucunun iyi bir okçu gibi suçun büyüklüğü ile doğru orantılı cezalar verebilmesi gerekir, hakim 428

lbo

Yasalar

de kendisine verilen yetkilere uygun şekilde hangi cezanın verilmesi ya da ne kadar para cezası ödenmesi gerektiğini söylemelidir. Bu şekilde yaparak yasa koyucuya yardımcı olmuş olur, öte yandan yasa koyucunun bir sanatçı gibi yazılı emirlerinde örnekler sunması gerekir. Kleinias! Megillos! Olabildiğince iyi ve güzel şekilde hareket etmemiz gereken konu bu, aynı zamanda hırsızlık ve gasp gibi olaylarda hangi cezaların verileceğini de söyleyelim, yeter ki tanrılar ve kahramanlar bizlere yardımcı olsunlar. Delilerin evlerinde kalmaları gerekir, aileleri onları evlerinde tutmalıdır, eğer köle ya da özgür bir vatandaş gözden kaçırır ve dışarı çıkarlarsa birinci grup yüz drakhme, ikinci grup beş bölü dört mna, üçüncü grup üç mna, dördüncü grup ise beşte iki mna ceza ödemelidir. Farklı şekillerde ortaya çıkan delilikler vardır, bahsettiğimiz bu hastalığın sonucudur. Bunların dışında bir de kızgın insanlar vardır, bunlar karakterleri gereği kötüdürler ve küçük bir kavgada bile küfürler ederler, oysaki iyi yönetilen bir devlette bunların olmaması gerekir. Küfürler için söyleyebileceğimiz tek şey kimsenin küfür etmemesi olacaktır. Bir tartışma çıktığı zaman herkes karşısındakine saygılı olsun ve küfür etmesin. Çünkü insanların kadınlar gibi birbirlerine "sönmüş ışık" gibi aşağılayıcı sözlerle seslenmeleri ve lanetler etmeleri gibi gereksiz sözlerden düşmanlık doğar. İnsanlar pek güzel 429

935

Platon .q/

olmayan bu kızgınlığa kendilerini kaptırdıkları zaman aslında eğitimle dizginlenmiş olan kızgın­ lıkları yeniden ortaya çıkar, ruhlar vahşileşir ve bir hayvan gibi agresifleşir ve kızgınlığın kötü sonuçlarını görmeye başlar. Bu tarz küfürlü konuşmaların olduğu durumlarda insanlar karşı­ larındakileri komik duruma düşürmeye çalışırlar ve bu bir kere ruha yerleşti mi insanların artık sakin ve karakterli olmaları beklenemez, ruhları eski asaletini yitirir. Bu nedenle tapınaklar, kur­ ban törenleri, yarışmalar, agora, pazar yeri, mah­ keme ve toplantılarda bu şekilde konuşulmamalı, bu konulardan sorumlu olan görevliler bu türden suçlan cezalandırsın. Görüp de cezalandırmıyor­ sa o zaman yasaları umursamadığı ve yasa koyu­ cu

tarafından kendisine verilen görevleri ihmal

ettiği için onurlandırılmasın. Bir yerde birileri küfür ederek konuşuyorsa, bir diğer de benzeri bir şekilde kendisine karşılık verirse, olayın şahi­ di eğer daha yaşlı bir insansa küfürle karşılık vereni döverek oradan çıkarsın, yapmıyorsa yasa­ lara uygun şekilde cezalandırılsın. Küfürlü konuşmalara giren kişinin karşısındakini komik duruma düşürmeye çalışacağından söz etmiştik, bu durum kızgınlık kaynaklıysa eleştirilmelidir. Bundan neyi kastediyoruz? Komedya şairleri vatandaşlarımızla alay edebiliyorlar, içlerinde kızgınlık yoksa bunu sineye mi çekeceğiz? Belki de şaka yapıp yapmadıklarına göre hareket etme430

� Yasalar

miz gerekir. İnsanlar şaka yapıyorlarsa ve kızgın­ lıkları olmadan bir şeyler hakkında komik bir şeyler söyleyebilsinler ancak düşmanlık ve kız­ gınlıkla hareket edenleri engelleyelim mi? Bu konuları netleştirmeli ve kimlere izin verilip veril­ meyeceğini yasalarla belirlemeliyiz. Komedya, iambos65 ya da lirik şairler kızgın olsunlar ya da olmasınlar sözlerle ya da taklitlerle vatandaşlarla alay edemezler, eğer uygun davranmazlarsa festi­ valleri yönetenler onları hemen o gün sınır dışı

936

etsinler, edilmezlerse de üç mna para cezasına çarptırılsınlar. Bu ceza, festival hangi tanrı için düzenleniyorsa ona ödensin. Daha önceden biri­ leriyle alay etmelerine izin verilenler ise kızgınlık duymadan ve şaka yaparak bunu yapabilirler, ancak ciddi olmamalı ve şaka yapıyor olmalıdırlar. Bu noktadaki ayrımı gençlerin eğitiminden sorumlu olan yöneticiler yapacaktır. Sanatçılar bu kimseler tarafından onaylanan oyunları halkın karşısına çıkarabilirler, aksi takdirde kimseye gösteremezler, bunu kölelere bile yapamazlar. Bu türden şeyleri öğretmeleri halinde hem erdemsiz hem de yasalara düşman kimseler olarak hatırla­ nacaklardır. Bir kimse açsa ya da buna benzer bir sıkıntı içindeyse istediği kadar erdemli bir insan olsun ya da en azından erdemden biraz olsa nasibini de almış olsa yaşadığı sıkıntı nedeniyle 65 Ionya şairleri tarafından ortaya çıkarılan ve konuşmaya bir hayli

yakın vezin türüne verilen isim. 431

Platon ""'

insanl;ırla acıma hissi doğar. İşte bir kentte köle ya da özgür bir insan fark etmeksizin en fakir şekle gelecek duruma düşmesi şaşırbcı bir olay­ dır. Yasa koyucunun böylesine durumlar için aşağıda belirteceğim tarzda bir yasa yapması çok yerinde olacakbr: Kentte hiç kimse dilencilik yap­ masın, eğer bir insan sürekli yakarmalarla ve dualarla yiyecek toplamaya çalışıyorsa agorano­ mos pazar yerinden, astynomoslar kentten, agro­ nomoslar da ülke sınırlarından dışarı çıkarsınlar, böylece ülke böylesine bir canlıdan kurtulmuş olur. Herhangi bir köle bir kimsenin malına zarar veriyorsa ve bu olayda malın sahibinin tecrübe­ sizlik ya da bilgisizlik kaynaklı bir hatası yoksa köle sahibi zararı karşılasın ya da bunu yapana kadar köleyi versin. Köle sahibi zarar veren ve zarara uğrayanın birlikte iş tuttuklarını iddia eder ve suçlamada bulunup mahkemeyi kazanırsa mahkemenin kölenin değeri olarak belirlediği fiyabn iki kabnı ödesin, mahkemeyi kaybederse o zaman da zararı ödeyip köleyi versin. Bir at, koşum hayvanı, köpek ya da başka bir hayvan komşunun mallarına zarar veriyorsa hayvanın sahibi de benzeri şekilde zararı karşılasın. Bir insan şahitlik yapmaya istekli değilse şahide ihti­ yacı olan onu mahkemeye çağırmalıdır, bildiği şeyler var ve şahitlik yapmak istiyorsa dinlenme­ li, bilmediğini iddia ediyorsa Zeus, Apollon, Themis'e yemin edip mahkemeden ayrılmalıdır. 432

;rı-

Yasalar

Şahitlik için çağınlan kimse mahkemeye gelmez-

937

se kendisine dava açılsın. Bir kimse mahkemede şahit olarak yer alıyorsa şahitliğini yaptıktan sonra aynı mahkemede oy kullanma hakkı yoktur. Özgür bir kadın kırk yaşından küçük değilse mahkemede tanıklık yapabilir ve aynı zamanda kocası da yoksa dava da açabilir ancak evliyse dava açamaz, sadece şahitlik yapabilir. Köleler ve çocuklar sadece cinayet davalarında şahit olabilirler, savunmaya yardımcı olabilirler, eğer yalancı şahitlik yaptıkları ortaya çıkarsa bu durumda mahkeme bitene kadar orada bulunacaklarına dair düzgün bir kefil bulmaları gerekir. Bir kimsenin yalancı şahitlik yaptığı düşünülüyorsa karar verilmeden önce taraflar kanıt olarak sunulan şeylerin bir kısmına ya da tamamına itiraz edebilirler; görevliler iki tarafın da bu tarzdaki iddialarım tutanağa geçirerek yalancı şahitlik davasında sunacaklardır. Bir kimse iki kez yalancı şahitlik yapmışsa ve yine bir mahkemeye gelip şahitlik yapıyorsa mahkemeye çıkarılsın, suçlu bulunması halinde cezası ölüm olsun. Bir kimse yalancı şahitlikte bulunuyor ve bu sayede davanın kaza­ nılmasını sağlıyorsa bu şekilde şahitlik yapanların şahitlikleri mahkemede incelenir ve davanın yön değiştirmesine neden olan şeyin bu şahitlikler olduğu görülürse dava yeniden görüşülür. En sonda alınan karar ise artık yeniden değiştirilemez. İnsanların yaşamlarında çok sayıda güzel 433

Platon "'41

şey vardır, ancak doğasında bu güzel şeyleri mahveden, kirleten bazı özel şeyler de vardır. Örneğin nasıl olur da insani tüm ilişkileri daha iyi hale getirecek olan adalet güzel olamaz? Hem adalet güzel bir şeyse savunmaya kablmamak olur mu? Buna karşın becerebilmek diye güzel bir bahaneyle tüm bu güzel şeyler mahvediliyor. Buna göre kişilerin kendi davalarını kazabilmek için, başka insanları savunabilmek için, adaletli ya da adaletsiz olsun fark etmeksizin davaların kazanılabilmesi için bir yol olduğunu ve kişinin kendi becerisi ile ortaya çıkardığı konuşmaların para karşılığında alınabileceğini iddia ediyor. Kentimizde bu konu beceriyle de ortaya çıksa hata yapa yapa da öğrenilmiş olsa yer almamalıdır. Yasa koyucular adalete boyun eğilmesi gerektiğini, karşı çıkmamak gerektiğini ve bu yapılmadığı takdirde sürgüne gitmeyi önerdiğine göre uygun davrananlara bir şey demez ama davranmayanlara şu yasayı koyar: Bir insan hakimlerin ruhlarındaki adaletin gücünü adaletsizliğe çevirmeye kalkışırsa, gerekli gereksiz çok sayıda dava açarak savunmaya katılırsa dileyen herkes bu kimseyi gereksiz yere mahkeme açmak ve savunma yapmak suçundan dolayı mahkemeye verebilsin, davası seçkin hakimler mahkemesinde görül-

938

sün, mahkeme neden böyle yapbğını incelesin, para kazanmak mı yoksa zafer elde etmek isteğiyle mi böyle davrandığı incelensin. Daha sonra ne 434

;r;..

Yasalar

kadar süreyle dava açmak ve mahkemede başkasını savunmaktan uzak kalacağına karar verilsin. Eğer suçlu yabancıysa ve para kazanmak için bunları yap­ hysa sınır dışı edilsin, ülkeye geri dönemesin, dönme­ ye kalkışırsa ölüm cezası alsın. Bunu yapan bir vatan­ daş ise para kazanmayı her şeyden çok umursadığı için ölüm cezası alsın. Eğer zafer kazanmak hırsıyla yapıyorsa o zaman iki kez suçlu olsun ve yine ölüm cezası alsın.

435

ON İKİNCİ KİTAP ATİNALI: Bir insan kendini kentin elçisi olarak göste-

941

riyor ve haberci kılığına girip başka bir ülkeye gidiyorsa, haberci olarak gönderildiği yerden yalan bilgiler getiriyorsa, dost ya da düşman olarak gittiği yerlerde doğru konuşmuyorsa Hermes ve Zeus' un emirlerine karşı çıktığı için mahkemeye verilsin ve dinsizlikten dolayı suçlu bulunursa ne ceza alacağı ya da kaç para ödeyeceğini mah­ keme belirlesin. Özgür insanların para çalmamaları gerekir, birilerini soymak da büyük bir suçtur. Zeus'un çocukları böyle bir suç işlemedikleri gibi böyle şeylerden de hoşlanmazlar. Bu nedenle hiç kimse bazı şairlerin sözlerine kanıp tanrıların da böyle şeyler yaphklarını düşünerek utanacak bir şey olmadığını sanmasınlar, çünkü bu anlah­ lanlar doğru şeyler değildir, hem de yasalara karşı gelerek bu türden eylemlerde bulunanlar tanrılar ya da kahramanlar değillerdir. Bu tür şeyleri yasa koyucuların şairlerden daha iyi bil­ meleri gerekir. Bu konudaki sözlerimizi dinleyenler mutludur ve mutlu kalmaya devam edeceklerdir, ancak dinlemeyenler içinse yasalarımız şu şekilde olsun: Devletin malını çalan ne kadar çal­ dığına bakılmaksın aynı cezayı almalıdır. Küçük 437

Platon .q/

bir şey çalan açgözlülük yapmışhr, sadece küçük bir şey çalmayı becerebilmiştir. Büyük şeyleri çalan ise gerçekten de adaletsiz bir insandır. Bu nedenle yasa çalınan malın değerine göre taraf­ lardan birine daha düşük ceza vermeyecek, fakat ikisinden birini tedavi edilip diğerinin edilemeye­ ceğine inandığından dolayı bir fark gözetecek. Bir yabancı ya da köle devlet malını çalıyorsa daha sonra tedavi edilip edilemeyecek durumda oldu­ ğuna göre nasıl bir ceza alacağı ya da ne kadar para cezası ödemesi gerektiğine karar verilsin, öte yandan iyi bir eğitim almasına karşın bu suçu

942

işlemiş olanların, kendi vatan_larını soyanların suçüstü ya da daha sonra yakalanması fark etmeksizin tedavi edilemeyeceği düşüncesiyle ölüm cezası alması gerekir. Askerlik işleriyle ilgi­ li çok sayıda yasa ve öğüt vardır. Bunların en önemlisi erkek ya da kadın hiç kimsenin denetim­ siz kalmaması, insanların ciddi bir işle ilgilenir­ ken de oyun oynarken de denetimsiz kalmaması­ dır. İnsanlar savaşlarda ya da barış zamanlarında başlarındaki yöneticiye göre hareket etmek ister­ ler, en önemsiz konularda bile onlardan feyz almalıdırlar. Emir verildiğinde durmalı, yürüme­ li, beden eğitimi yapmalı, yıkanmalı, yemek yemeli, nöbet tutmalı, haber götürmek için gece­ leri uyanık olmalıdır, tehlikeli bir zamanda komu­ tanın emri olmadan kimse geri çekilmemeli ya da düşmanı takip etmemelidir. Özetle başka insanlar karar vermeden bir şey yapmamalı, bilmemeli, 438

@- Yasalar

ruhunu buna alışbrmalıdır, insanların mümkün olduğunca çok ortak yaşamları olması gerekir, savaşlarda kurtulmak ya da zafer kazanmak için bundan daha iyi ve güzel bir yöntem olamaz. İnsanların çocukluklarından itibaren bunlarla ilgilenmeleri, diğer insanları yönetmeye çalışmaları ve diğerleri tarafından yönetilmeyi kabul etmeleri gerekir. İnsanlar ve kendilerine bağlı hayvanlar düzensiz bir yaşamdan uzak durmalı­ dırlar. Bütün korolar savaştaki cesarete göre dans etmeli, yine benzeri bir amaçla çeviklik ve beceriyi göstermelidir, açlık ve susuzluğa katlanmayı, soğuğa, sıcağa, kötü yataklara direnmeyi öğütle­ melidir, yine örtülerle ısınan baş ve ayakların gücünü kırmadan buralarda kendiliğinden oluşan korumayı engellememelidir. Çünkü bu uçtaki öğeler korunduğu zaman beden de güçlenir, tersi olursa güçsüzleşir. Ayaklar bedenin hizmetkarıdır, baş ise emreden durumundadır, çünkü doğa bütün egemen duyguları buraya konumlandır­ mıştır. Gençlerin şimdi askerlik ile ilgili söyleye­ ceğim övgüleri duymaları gerekir. Yasa şöyle olmalı: Askere çağrılan herkes ya da bir görev için

943

davet edilen herkes gitmelidir. Kişi komutanından izin almadan korkakça davranarak seferden kaçarsa seferden dönüldüğü zaman askerden kaçhğı için askeri yöneticiler tarafından mahkemeye çıkarılsın, sefer kablmış olan ağır silahlılar, atlılar ve diğer birlikler karar alacaklar, yani her askeri grup kendi birliğinden kaçmış olan yargı439

Platon �

layacaktır. Eğer kişi suçlu bulunursa onurlandırı­ lamayacak, askerden kaçtığı için başka insanları benzeri konularda suçlayamayacak ya da dava açamayacak, ayrıca ne ceza alacağına da mahke­ me karar verecek. Askerden kaçma davalarından sonra her birliğin komutanları bir araya gelecek­ ler ve kendi içlerinde en cesur olana verilecek ödül için adayları belirleyecekler, daha önceki seferlerden söz edilmeyecek, şahitlerin şahitlikle­ ri dinlenmeyecek, sadece son savaşa bakılacak. Verilecek ödül zeytin dalından bir çelenk olacak, isterlerse bu ödülü savaş tanrısının tapınağına götürecekler ve yaşam boyunca cesaretlerinin bir delili olarak bir yazıt yaptıracaklar. İkincilik ve üçüncülük ödüllerinin sahipleri de benzeri şekil­ de davranabilecek. Bir kimse askere gider ancak komutanlarının emirlerinin dışında ülkesine dönerse o da asker kaçacağı muamelesi görsün, bulunduğu yerden ayrıldığı için mahkemelik olsun ve suçlu bulunursa cezalandırılsın. Bir insan diğerini suçladığı zaman bilerek ya da bil­ meyerek yanlış bir ceza vermekten uzak kalmalı­ dır. Zaten adaletin utancın kızı olduğu anlatılır. Çok da doğrudur. Utanç ve adaletin yalandan nefret ettikleri anlatılır, işte bundan dolayı adale­ te karşı suç işlenmemelidir. Ancak savaşta silah bırakmak ve zorunluluk sonucunda silah bırak­ mak arasındaki farkı gözetmek ve utanç verici olduğunu düşünerek insanları eleştirmek ve cezalandırmak da doğru olmaz. Bu tarz durumla-

944 440

r,,.

n

Yasalar

birbirlerinden ayırmak kolay değildir ancak

yine de yasa bunu yapmaya çalışmalıdır. Bir örnek verelim: Patroklos silahlarını kaybedip çadırına geldiği zaman diğer insanlarda olduğu gibi kendine gelseydi, yani diğerlerinden üstün silahlar, Peleus ve Thetis'in evlenirken tanrılar­ dan aldıkları, daha sonra da Hektor'un kullandık­ ları

gibi,

işte

o

zamanki

kötü

insanlar

"Menoitios'un66 oğlu silahlarını bıraktı," diye eleştirebilirlerdi. Uçurumdan atılan, deniz ya da karada bir fırtınaya kapılan ya da büyük dalgala­ rın altında kalan ve bu şekilde silahlarını kaybe­ den çok insan vardır, aynı şekilde çeşitli bahane­ leri kullanarak gerekçenin bu olduğunu söyleyen durumlar da olmaktadır. Bu nedenle büyük ve kötü olaylar ile bahaneleri birbirlerinden ayırabil­ mek gerekir. Zaten kullandığımız ifadelerde de bu belli olmaktadır, silahlarını atıp kaçmak ve silahlarım kaybetmek ifadeleri daha farklı zaman­ larda kullanılabilir. Zor durumda kalmak ve silahlarım çaldırmak ve silahlarım bırakıp gitmek arasında önemli bir fark vardır. Bu nedenle yasa şöyle olmalıdır: Bir insan arkasında düşmanlar varken silahlı olmasına karşın kendini savunmak yerine kötü ve onursuz bir yaşamı iyi ve onurlu bir ölüme tercih etmiyorsa ve bu nedenle silahla­ rını bırakıp kaçıyorsa bu kimsenin cezalandırıl­ ması gerekir, ancak hakimler de durumu incele-

66 Yani Patroklos.

441

Platon .q/

melidirler. Cezalandırılıp kendilerini düzeltmele­ rini beklediklerimiz suçlu insanlardır, şanssızlığa uğrayanlar değil. Peki, silahla kendini savunmak yerine kaçana ne ceza verilmelidir? Tanrının Thesselialı Kaineus' a yaphğı gibi onu erkekten kadına çevirmek gibi bir cezayı vermek insanların yapabilecekleri bir şey değil, aslında olabilseydi böyle bir cezayı vermek en güzeli olurdu. Fakat yine de buna yakın bir ceza bulabiliriz. Madem yaşamını çok seviyor, o halde dilediği gibi uzun yaşasın ancak bu yaşam utanç içinde bir yaşam olacakhr. Böylesine insanlar için şöylesine bir yasa olmalıdır: Bir kimse mahkemeye çıkıp silah­ larını ahp kaçmakla suçlu bulunursa herhangi bir komutan ya da başka biri bu kimseyi bir daha

945

asker olarak kullanmayacaklar, bir göreve getiril­ meyecek, getirilmesi halinde göreve getiren birin­ ci sınıftansa bin drakhme, ikinci sınıftansa beş mna, üçüncü sıruftansa üç mna ve dördüncü sınıftansa bir mna para cezasına çarphrılacak. Mahkemede suçlu bulunması halinde sadece kor­ kaklığından dolayı cesur insanların yapabilecek­ leri şeylerden mahrum kalmayacak, aynı zaman­ da para cezasına da çarptırılacaktır. Sınıfına uygun şekilde bir drakhme, beş mna, üç mna ya da bir mnalık ceza. Peki kurayla bir yıllığına ya da daha uzun süreliğine göreve getirilen yönetici­ lerin denetlenmeleri hakkında neler söyleyece­ ğiz? Yöneticilerin karşısında onların görevlerinin gücünden etkilenmeden kendilerini denetleyebi442

lb