129 37 3MB
Turkish Pages 117 [121] Year 1981
ZiYA GÖKAlP
TÜRK DEVLETİNİN TEKAMÜLÜ Hazırlayan Doç. Dr.
KAZlM YASAR KOPRAMAN
� KOLTOR BAKANLICI YAYlNLARI
ZİYA, GÖKALP
TÜRK DEVLETININ TEKAMütü
mf.tPI ıuyan
Doç.
Dr. Kazım
Yaşar Kopraman
KÜLTÜRBAKANtlGI YAYlNLAR! : 369 ZİYA GÖKALP DiZiSi : ı o
Kapak : Grafik Stüdyo S
Onay: 20.7.1981 gün ve 831.0- 13'13 sayı. Birinci baskı, Kasım 1981 Baskı sayısı : 5 .000 Taraman Matbaası
-
ANKARA
İÇİN D E K İLE R ÖNSÖZ I- BOY
ı
.
3
II- İL
9
III- KÜÇÜK İL .
15
IV- ORTA İL .
.
22
.
;28
V- BÜYÜK İL
VI- YABGULUK
33
VII- TÜRK MUCiZESi VIII- İL VE ULUS .
39
.
46
IX- YUKARIKİ VE AŞAG1Kİ SEMALAR .
49
X- İL DEVRiNDE YELAYET-İ AMME XI- HAKANLIK
.
.
.
.
.
52 55
·
XII- HAKANLIK TEŞKiLATl .
59
XIII- İLHANLIK .
.
.
.
XIV- SULTANLIK
.
.
.
.
.
67
XV- TÜRK URUKLARI .
.
.
72
63
XVI- ZÜMRE İSiMLERİ NASIL TEFRİK OLUNUR?
76
XVII- ·züMRE iSiMLERİ ARASINDA MüNASEBETLER . . . . . . . . . . . . . . .
81
XVIII- SAYILARlN URUKLARA DELALETİ
.
.
90
XIX- URÜKLARIN AKRABALIGI HAKKINDA TARİHİ MALÜMAT . . . . . . . . . . .
93
XX- iLLERiN TOTEMLERİNDEN KARADETLERİ ANLAŞILABİLİR Mİ ?
96
XXI- TÜRK ENSABI
.
99
XXII- TARHANLIK
102
S ÖZLÜK
105 -
III
-
ÖN SÖZ «Türk ,Devletinin Tek§mülü» ZiyA
olmaytp, 9nun
«Küçük
Mecmu§»da
/
Gökalp'm müstakil
aynt
baş/tk altmda
bir eseri
yaymladtğt
bir dizi makAlesinin biraraya toplanmaswta meydana getirilmiştir. Diyarbakff'da 5 Haziran
hayatma
5 Mart
att!an
1923
«Küçük
1922
MecmuA»,
33.
tarihinde çtkan
tarihinde çtkan ilk saylSt ile yaym dokuz
saytst
ay
devam 'ettiktBn sonra
ile ömrünü tamamlamtştlf.
Her hafta pazartesi günleri çtkan mecmuAnm
20, 22, 30, 31
saytfafl, birer haftattk gecikmelerle, onbeşer günde çtkmtştlf.
ve 33.
«Küçük Mecmub» da «Türk Devletinin Teklmülü» ad1 altmda , 'dizi halinde devam eden makAleter mecmulnm' 4. saytsmdan itibaren ni!Jşredilmeğe başlanmtş ve
28.
saytsmda son bulmuştur. 24 maklle
den meydana gelen bu dizi arada, sadece
mtştlf.
26.
saytda kesintiye uğra
Maklleleri konulafi itibariyle iki ana grupta toplamak müm·
kündür.
1
-
1
-
XIV. maklleler : Boy'dan başlayarak Sultanl1k'a kadar
gelen ve dizinin ad1 ile de uygunluk gösteren Türk Devleti'nin teki· mü/ safhalefi ile ilgili makAleler. Bu maklle/erdeki fikir ve görüşleri�
ni
Gökalp,
daha
derli toplu
ve sistemleştiritmiş olarak, ölümünden
sonra Maarif Veklleti taraltndan neşredilmiş olan «Türk Medaniyeti Tarihi»(*) adlt eserinde yeniden kaleme almtştlf.
Bu birinci gruba giren makllelerden bir k1smt, o SlfBiarda Istan bul'da çtkmakta of8n «Derglh., mecmulst taraltndan da iktibes edil
miştir. Biz bu maklleler dkisini yayma hazlflarken
«Derglhrım ikti
bes ettiği maklleleri de okuduk ve bunlafln «Küçük Mecmul»da neş
redilenlerin harfi harfine ayntst (imll hatalari
(*) Bu eser Kültür Bakanlığ;ı
dahi değiştirilmemiş)
tarafından yayınlamıştır:
ZiyA.
Gökalp. Tilrk Medenlyeti Tarlhf, Kültür Bakanlığı, ZiyA Gö kalp Yayınlan : I. Seri, N o : a, İstanbul, 1976 CYayına Ha zırlayanlar : Kazım Yaşar Kopraman - İsmail Aka>.
ı
olduğunu görüp, onlao bu esere eklemenin bir faydasi olmaya.cağma karar
vere1ek,
«Dergah»m
tekrar
etmedik.
tarih ve sayJSJnJ
iktibes
edilen
koymayi da
makaleterin
ihmal etmedik.
altma
Böylece
Gökalp'in «Dergah» mecmuasmda neşredilen «Türk Devletinin Tskb·
mülü» ile ilgili makaleleri de yeni yaziya aktanimiş oldu.
2
-
XV- XXII. makaleler: Bu gruba giren makaleter daha ziya
de filolojik bir mahiyet arzetmektedit. Bu makale/erde, Türk urukta · nnm isimlerinden
gidilerek,
k-urulmağa ça!JşJ/mJşttf. bu
gruptaki
Tilrk kavimleri
arasmda
münasebetler
Ancak, hemen şunu belirtmeliyiz ki, bilhassa
makalelerde
ileri
sürülen görüşler
ve izah/ar,
yazJidJğJ
tarihte olduğu gibi bugün de isbat1 veya inkan i/ml delillerle müm· kün olmayan faraziyeler olup bu bilgileri kullanma durumunda olan larm oldukça ihOyat!J davranmalan gerekmektedir.
Biz bu diziyi Latin harflerine aktanrken maktJ/elerde öne sürülen
görüş �e izah tarzfao üzerinde hiçbir mütalaada bulunmad1k. bilindiği
gibi,
alaka sahas1 çok
geniş olan
Gökatp, çeşitli
konularda pek çok araştirmalar yapmiş ve bunlaon hepsini,
Çünkü,
saha
ve
i/ml ol
sun. olmasm, neşretmiştir. Onun mütehasJSJ olmadiği sahalardaki eksik ve
yanl1şlanm
düşmektedir.
zlflad!ğlmlz
tamamlaytp
Ancak,
bu
düze/tmek
o sahalarm
mütehass1slarma
Gökalp'm ölümünden bugüne kadar,
makateler
dizisinin
mevzulanyla' alaka/i
ilerleme kaydedi/mBdiğini de burada belirtmeliyiz.
yayma ha·
olarak
pek.
Bu makatater dizisini yayma hazlflarken. yazaon dil ve üs/Obuna
hiç dokunmadtk. Ancak lüzum/u gördüğümüz yerlerde dipnot koymayt ihmal etmedik.
Mürettip,
musahhih veya baski hatasi olarak gözden
kaçan yanfişlafi düzeltirken, kendimize ait olan ilaveleri köşeli paran tez içinde gösterdik. Yeni
neslin manalarmt bilemeyeceğini
tahmin
ettiğimiz Arapça- Farsça asJ!Ii kelimeler için ise, sadece bu makale
ler
dizisine
ait
olmak
ve
metin
içinde kullamldtğl
yerdeki
ifade etmek üzere, eserin sonuna bir «lüga,tçe» koyduk.
manay1
Kazım Yaşar KOPRAMAN
'
I
BOY * Tü:rık Ceımiyeti iptida biT «boy" dan ibare,tti. («Boy», M a h m u d K a ş g a r i Lügatı na göre' «halk» mana nasıdırl1 1 ) . «Boy» un reisine «Tudun,, (21 denilirdi. Son ra müteaddit boylar birleşerek «İl» i vücuda getirdiler. «İl» in reisine de Yabgu, (31 adı verilirdi. Daha sonra müteaddit «İl»lerin birleşmesinden bir «Hakanlık» vü cuda geldi. Yabgu'lar bir Hakan'a tabi oldular. Bazı z� manlarda da bütün Hakanlıklar birleşerek Türkler'in mecmuu bir «İlhanlık» haline girdiler. Bu zamanlarda, '
«
*
Küçük
Mec mua yıl: I, sayı: 4, 30 Şevvıll , sene: 340 (26 Haziran, ,
sene: 3381, sayfa: 9b-12b; Dergılll, yıl: II , cilt: III, sayı: 32, ta rih: 5 Ağustos, 338, s. 114c- 115c. ll
XI . Yüzyıl Türk dünyasım çeşitli yönleriyle gunumüze ka dar getiren, K a ş g a r ı ı M a h m u d'un me şhur eseri, Divanu LügMi't-Türk'te «BOY• kelimesi «Ulus, kavim, kabile, aşire t, hısım» manlllarına gelmektedir >liler üç kısma ayrılmışlardır: ı
-
2
-
3
-
. Toktamışlar, ki Merv Vahası'nın şark kısmın dadırlar, Otamışlar, ki garb kısmı�da sakindirler, Beyler, ki Vaha'nın şarki müntehasında otu rurlar.
Bu üç zümrenin üçünde de ayrı ayrı yukarıda zik rettiğimiz teşkilat mevcuddur. Bundan bir müddet ev vel «BoyHükümeti», «Saray Hükümeti»ne doğru is tihaleye başladı. Demokrasi'den kılıçla kazanılmış irsi bir Hükümdarlık'a doğru yürüdü. Bu yeni idare tarzı, N u r V e r d i H a n adlı meşhur bir reis ile başlar. Bu Han, Tekeliler'i llive·ve İran devletleriyle «Sarik = Sarı, aşiretine karşı muzafferiyatıere nail etti. Han, cesur ve kerim idi. Kendilerini hükümdar yapan insan lar enmuzeciden idi. Nüfuzu o kadar büyük idi ki «Aık Kal Tekelileri>>nin riyasetini oğlu M a h d u m K u ı u H a n'a verdi;kendisi Merv Yalıası'ndaki Tekeli ler'in riyasetini kazanınağa muvaffak oldu. Tekeliler'de «Serdar» /namiyle «akın» idare etme sini bilen tabii reisler de var. Bu tabii kumandanlar dan biri bir akma karar verdi mi, üzerinde ufak bir bayrak bulunan mızrağııı.ı otağının önüne diker ve bü tün iyi Müslümanları H a z r e t-i N e b i narnma sancağı altına davet eder. Silah altına davet pek nadir ciarak iyi bir kabul görmez (Çünkü akınlar ekseriyet le Şiiler ve Ruslar aleyhinedir) . Serdar derhal çadırı altında yüzlerce, hatta binlerce, cellkçiyi kör bir itaat la emrine hazır bulur. Bu!llara tecemmu malıallini ve zamanını söyler, fakat, hedefi söylemez. Tekeliler'in beyan olunan' halleri, Hive Türkmen leri'nin son derece müsavatçı, demokrat, olduklarını 5
gösteriyor. Avrupa'lı bir çok seyyahlara göre, Hive Türkmenleri, dünyanın en demokrat bir kavmidir. G a s t o n Ri c h a r d diyor ki: ''Bu kavimde mü savat kemalin son derecesini bulmttştur; Çünkü Türk menler'de ücretle müstahdem hizmetçiler yoktur. Esir ler ise pek azdır.'' Türkmenler'in demokratlığı yalnız içinde hizmet çilerin ve esirlerin bulunmamasından ibaret değildir. Tekeliler'de gördüğümüz veçhile, Türkmenler adeta «Referandum» usulüyle idare olunur bir Cumhuriyeıt' tir. Haın'ın bir cumhurreisi kadar bile nüfuzu yoktur. Çünkü _maaşı, tahsisatı yoktur. Han'ı intihab ve az leden «Halk Meclisi» dir. G a s t o n R i c h a r d, M i b a i l o f'dan nakil ile şöyle diyor: «Kendi ieteğiyle ne siyasi resi, ne derece farkı kabul etmeyen bu müsavat çı halkda, efkar-ı amme, taaddüd-i zevcat'a gittikçe gayri müsai d oluyor. Türkmenler'de büyük bir eıkseri yetin yalnız bir karısı vardır ve taaddüd-i zevcat'ı asla kabul etmezler.» Hive'deki Türkmenler müstakil boylar halinde ya şamakla beraber, aralanndaki eski bir il rabıtasını gösteren bazı an'aneler de vardır : Güya Türkmenler'in hepsi Mangışlamak16ı tan çık mışlar. İlk ataları S u n H a n ile E s e n İ l i17ı imiş. S u n H a n' dan Y o m u t ile T e k e doğ muş, E s e n İ ı i' den de Ç a v d a r ile S a l u r üremiştir. ·
6)
7)
Doğrusu «Mangışlak• olacaktır , «Ha tun»la beraber bu kararları infaz eden bir icra reisi hükmündedir. «Büyük İl»in de, «Büyük Natürizm» adı nı verebileceğimiz bir dini sisteme tekabül ettiği, yu karıki beyanattan anlaşılmaktadır.
32
VI YABGULUK * Eski Türkler'de «Tudunlar»ın fevkinde olan ve bü tün il' e riyaset eden siyasi reise "Yabgu» derlerdi. «Tu dun» , «boy beyi» demekti. «Yabgu,. , «il beyi» manasma idi. Gerek il beyi, gerek boy beyleri, il'den hiç ayrıl mazlardı. Bundan başka, bu beylerin otağlarında, ılkı (at sürüsü) larında, ağıllarında, nahırlarında, kayta ban (deve sürüsü) larında ne kadar servetleri varsa umumiyetle il' e ait demekti. Türk İli'nde kendine has bir nevi ortak mülkiyet vardı. Bunu gösteren adetler den bazı,sını zikredelim K o r k u d A t a Kitabı'na göre, boy beyleriyle hatunlar ekseriya şölen adı verilen umumi ziyafetler verirlerdi. Yirmidört boy beyinin bu ziyafetlerde hazır bulunması şarttı. Fakat, bu ziyafetlere iştirak eden yalnız beyler değildi. İl'e mensup bütün fertler umumi sofralarda yer, içer, eğlenirdi. Bunların arasında çıplak olanlara elbise giydirilir, borcu olanlar varsa borçları verilir, düşkün olanlara yardım· edilirdi. Mesela D i r s e H a n'ın karısı B u r ı a H a t u n diyor ki: «Ben bütün Oğuz boylarına şôlen yap" Küçük Mecmuit, yıl: I, sayı: 9. 6 Zi'l-Ka'de lZi'l-Hicce l , sene: 340 (30 Temmuz, sene: 338) . sayfa: 5b 9b; Dergah, yıl: II, cild: -
IV, sayı: 41, tarih: 20 Kanun-ı Evvel 338, s. 65a - 66b.
33
tım. Dağlar gibi et yığdırdım. Göller gibi kımız sağdır dım. Aç olanları doyurdum. Çıplak olanlara elbise giy dirdim. Borcu olanların borçlarını verdim» r24ı . Şölenler bu derecede kalmazdı. Bazan Acem şair lerinin «Han-ı Yağma» dedikleri, «Yağma Ziyafeti» şeklinde olurdu. K o r k u d A t a K i t a b ı mey dana çıkıncaya kadar «Han-ı Yağma»nın nasıl bir zi yafet olduğu bilinmiyordu. Bu kitap bize Oğuz İli'nde beylerbeyi mevkiinde bulunan S a I u r K a z a n'ın her sene bir yağma ziyafeti verdiğini, Üç Ok'la Boz Ok'un bütün boylarını bu ziyafete davet ettiğini söy lüyor. Ziyafet şöyle nihayet bulurdu: Yemekler yenip sofradan kalkılınca S a I u r K a z a n hatununun elinden tutarak otağdan çıkar, otağın içinde ve dışında her ne malı varsa yağma edilmesini beylerden ve halk tan rica ederdi. Bu hareketle yalnız hatununu nefsine hasrettiğini, bundan başka her nesi varsa umuma ait olduğunu anlatmış olurdu. Oğuz'un en zengin beyi olan S 4i l u r K a z a n, bütün servetinin yağma edilme·siyle o gün Oğuz İli' nin en fakir bir ferdi olurdu. Bununla beraber, çok geÇmeden, reislik aidatı, onu eskisinden daha zengin yapardı. Fakat, bu yeni servet de ni:qayet sene nihaye tine kadar elinde kalabilecekti. Yılbaşında yeniden bir yağma ziyafeti verecek, bütün varını yoğunu toptan halka dağıtacaktı. Bu adetler gösteriyor ki, Türk beyleri asla dünya malına gönül bağlayamazlardı. Türkler'de beylikle ta . ma' ve haset birleşemezdi. Gerek beylerbeyi, gerek boy beyleri servetleri için birer mütevelliden başka birşey 241
34
M u h a r r e m E r g i n, Dede Korkut Kitabı, Metin Sözlük, Ankara, 1�64, s. 9.
değillerdi. Bunların bütün servetleri , menfaatları umu ma ait vakıflar hükmündeydi. Yatakta ölmeyi namus suzluk telakki eden bu beyler, il uğruna hayatları�ıı feda etmeğe de her an hazırdılar. «İnsan evde doğar, harp meydanında ölür» meseli Türk için gerçekten umumi bir kanun gibiydi. Halkın rahatı için her tür lü fedakarlıkları yapan bu beyler, dünyanın en de mokrat hakimleriydi. Bundan dolayıdır ki halkın na zarında gerek il -beyleri, gerek boy beyleri, birer ha kiki baba gibi sevilir, muhterem tanılırdı. Halk, bey lere karşı asla isyan çıkarmazdı. Fakirler, zenginlere asla haset etmezdi. Çünkü, onların debdebe ve ihti şamları kendilerinin bir nevi sancakları, arınaları hük mündeydi. Servetleri de kendilerine tevzi edilmek için, daima dolup boşalan birer umumi hazineydi. Beyler, halk sayesinde bey olduklarını, bütün servet ve iti barlarının halktan geldiğini bilirlerdi. Buna karşı, halk da bu bakşinas mümessillerini gönül hoşluğu ile ba şının üstünde tutardı. Lakin l;>eylerin bu kaideden in hiraf etmek istediğini sezince de «İl mi yaman, bey mi yaman?» düsturunu mınidanarak söz sahibi kendisi olduğunu onlara hissettirirdi. . Türk tesanüdü yalnız beylerle halk arasındaki bu tesanüdden ibaret değildi. Doğrudan doğruya halk ara sında da canlı tesanüd zümreleri vardı. D a r e s t e'e göre, Türkler'le Moğollar'da her kırk hane mütesanid bir cemaat teşkil ederdi. Bu zümrelerden her birinde se nede en az dört izdivaç vukua gelmesi, kanuni bir mü kellefiyet halindeydi. Reisler bu kanunun tatbik edil memesinden mes'uldü. Geline verilecek ağırlıkla, sair düğün masraflarını ödeyecek iktidarda olmayan deli kanlıların masrafları bu cemaatlar tarafından verile rek evlendirilirdi. Hangi cemaat bu mükellefiyeti ifa etmezse mes'ul olurdu. 35
Eski Türkler'de «taaddüd-i zevcat» olmadığı halde, nüfusun fevka'l-hadd çoğalması, bu izdivaç tesanüdü nün neticesiydi. Bu kaideye göre, hiçbir delikanlı be kar kalamazdı. Bundan başka, hiçbir baba küfüvü olan bir genç tarafından kızı istenilince, kızının muvafaka tını almak şartiyle, onu vermemezlik edemezdi. Muharebede şehid düşenierin çocukları, hüküm ctarın sarayına alınarak, onun manevi evlatları sıra sina geçerdi. Türkler'de hükümet teşkilatı «Müstakil Boylar» devrinde başlamıştı. Müstakil bir boy beyi, bir aşiret reisinden ziyade, küçük bir hükümdara benzerdi. İl devrinde ise, hükümet teşkilatı daha çok kuvvetlendi. Hükümet teşkilatının ilk esası, husüsi kan davasının memnü olmasıdır. Türkler'de husüsi intikamın yasak olduğunu, ceza hakkının yalnız hükümdara ait oldu ğunu, evvelce beyan etmiştik. Hükümet teşkilatının ikinci esası da, velayet-i ammenin, velayet-i hassactan daha kuvvetli olmasıdır. Eski Arapl�r·ın örfüne göre, bilakis, velayet-i hassa velayet-i ammeden daha kuv vetliydi. Hatta, bu kaide, Abbasiyye devrinde fıkıha ka dar girdi. Halbuki, 'bir cemiyette velayet-i amme, ve layet-i hassactan daha kuvvetli olmazsa, orada hakiki bir devlet mahiyeti vücuda gelemez. Araplar, gerek bundan dolayı, gerek «Millet Meclisi» halinde toplanıp kanunlar vazedemedikleri için, devamlı bir devlet teş kil edemediler. Dünyanın her tarafında Arap aşiretle rini bugüne kadar kuvvetli yaşatan ve her türlü fela ketiere mukavemetli kılan, Araplar'da gayet kuvvetli bulunan aile tesanüdüdür. Türkler'de ise, aile tesanü dü, cemiyet tesanüdünden daha zayıftır. Türk, devlet teşkilatından mahrum kalınca, yalnız aile teşkilatiyle yaşayamaz, mahvolur. Türkler, en eski zamanlardan36
beri, devet teşkilatını, aile teşkilatının fevkine çıkar mışlardır. Türk hukuku da bu esasa müstenid olarak vücuda gelmiştir. D a r e s t e'in beyanına nazaran eski Türk huku kunda çocuk, ancak baliğ oluncaya kadar, aile rei sinin velayet-i hassasına tabi kalabilirdi. Baliğ olur olmaz, babasının velayet-i hassasından kurtularak, hü kümdarın velayet-i amınesi altına girerdi. Yani, siyasi vazifeler ve haklar sahibi olan vatandaşlar sırasına geçerdi. Türkler'de, bir çocuğun baliğ olması, bir kah ramanlık göstermesiyle sabit olurdu. Çocuk, bu ana kadar adsızken, bu imtihandan sonra ad alır, erenler ve erkekler alemine girerdi. Bu suretle, büluğunu isbat eden çocuklar, artık babalariyle beraber oturmak mec� buriyetinde değildi. isterse babasından ayrılabilirdi. Aile cemaatinin müşterek malından hissesini ayırarak götürebilirdi. İktisadi ve siyasi· istiklale malik olan bu genç artık evlenebilirdi. Alacağı kız da baba ocağın dan bir çok «yumuşlar» , hediyeler ve cihazlarla ge lirdi. İkisi birleşip «Ak Ev» namiyle, yeni bir ev kurarlar, ev-bark sahibi olurlardı. Romalılar'da baba öl medikçe, oğulları vatandaş hukukuna malik olamazdı. Bundan başka, ailenin bütün serveti de, babanın ol duğundan, baba vasiyetle istediğine terkedebilirdi: Oğullarının bu mal üzerinde hiçbir hakkı yoktu. Eski Türkler'de ise çocuk, vatandaş olabilmek için, baba . sının ölmesini beklerneğe mecbur olmadığı gibi, aile sinin müşterek servetinden hissesini, yani mirasını al mak için de, babasının, anasının ölümüne intizar et mek ızdırarında değildi. Onlar, henüz hayatta iken, mirasını alarak ayn bir eve çıkabilirdi. Mamafih, Türk hukuku, çocuklar tarafından müş terek servetin bu suretle, tak�iminden sonra, babanın 37
·
zarılrete düşmek ihtimalini de nazardan �zak tutma mıştı. Böyle bir hal vukılunda, baba, taksim olunan · sürülerin, hayv�nların, beşte birini oğullarından geri almak hakkına malikti. Miladın 1640 (25ı tarihinde Uyratlar'dan yirmidört boy mümessilinin «Uyratlar Müçtemiası•• halinde top lanarak, 1 15 maddelik bir kanunname yapmaları da gösteriyor ki, daha «Yabguluk» devrinde bile, Türk İli, bir . Bu hareket velayet-i ammenin hukukuna te cavüzdü. D i r s e H a n, «Töre,.nin muhafazasını biricik oğlunun hayatından üstün gördüğünden, oğlu nu avda öldürmek suretiyle cezalandırdı. Oğuz İli'nde, beylerbeyinin her sene bir «yağma ziyafeti» yapması da; velayet-i amıneye ait bir vazifey di. S a I u r K a z a n, her sene verdiği «yağma ziyafethne Boz Ok'la Üç Ok'u beraber çağınrdı. Bir sene «yağma ziyafeth ne yalnız Üç Ok'u çağırdı. Boz Ok, bunu, kendi hukukuna büyük bir tecavüz gibi te lakki ederel{, S a l u r K a z a n' a karşı isyan etti. Boz Ok'la Üç Ok arasındaki bu muharebe K o r k u d lA t al Kitabı'ndaki onikinci Oğuzname'nin zeminini teşkil eder. Eski Türkler' de, velayet-i ammenin, halktan bir hü kümdar sülalesine geçmesi, dini bir esasa istinad eder. Eski Türk dinine göre, zamanın gayri muayyen bazı
.30l
Bk.
M u ha r r e m
E r g i n, Dede Korkut Kitabı, s. 3-14. 53
anlarında «Tabii Aşk» galeyan halinde bulunurdu. Bu anlara «Aşk Çağı», geceleyin olursa «Aşk Gecesi» de nilirdi. Türk menkabelerine göre, «Aşk Gecesi,nde se madan bir nur sütunu, bir «Altun Işık» inerdi. Bu «Al tun Işık» bazan bir kızı, bazan bir ağacı gebe bırakır dı. Bunlardan doğan çocuk, velayet-i arnıneyi haiz, kutlu bir sülale vücuda getirirdi.
54
Xl
HAKANLIK * Şimdiye kadar saydığımız Türk cemiyetleri, Türk ülkelerinin coğrafi bünyesine göre teşekkül etmişti. Eski Türkler bozkırlada çevrilmiş vahalarda oturur lardı. Bu vahalara «yurt,, bozkırlara «Çöl» derlerdi. Her vahada müteaddit ırmaklar bulunurdu. Her ırmağın boyunda bir boy ikamet ederdi. Bir vahadaki boyların mecmüu bir «İl» i vücuda getirirdi. Birçok vahalan ha vi olan büyük ülkeler de birer hakanın idaresi altın da bulunurdu. Hakanlara tabi olan yalnız göçebe iller değildi. Serhadlarda oturan medeni kavimler de ha kanlığın himayesi ve idaresi altındaydı. «Çit» namı verilen serhad ülkelerde, şehirler, köyler teessüs et mişti. Umran, refah husüle gelmişti. Hakanlar, bu çit lerde yaşayan çiftçi, san'atkar, tüccar kavimleri muh taç olduklan sulh hayatına nail eder, buna mukabil onlardan cüz'i bir vergi alırlardı. Mamafih, hakanlık yine -sülalenin menşei olan- «Ak Kemikler» den bir ile istinad ederdi. «Kara Kemikler» tabakasından da «Ka ra Uluslar»ı, Tatarlar'ı vardı. Fakat, hazinesini doldu ran ve ordusunu besleyen, bilhassa Tacik, Soğdak, Farsi, Çinli, Hind'li gibi şehirlerde ve köylerde oturan mütemeddin ahalilerdi. Bunlara, tüccar manasma ol mak üzere, •Sart» deriilirdi. Çiniiden gayrisine, «ka* Küçük Mecmua, yıl: I, sayı: 14, 12 Muharrem, sene 341 (4 Eylül, sene: 338) , sayfa:
Sb - Sa. 55
fir, ' mfmasına «Tat" adı da verilirdi. Hakanlık hem bunların iktisadi faaliyetini himaye eder, iıem komşu devletlerle ticari münasebetlerini tanzim ederdi. Bu serhad ülkeler ancak Türk Bakanlıkları'nın mevcudi yeti zamanında gayet müsterih bir hayat yaşayabilir lerdi. Başka zamanlarda, birbirleriyle uğraşan dere beylerinin zulmüne hedef olurlardı. Hakanlar «Ak Kemikler»den mürekkeb olan ken di illerine karşı meşruti bir mevkide bulundukları için, hakanlık da bir nevi «Demokrasi» idi. Muayyen zamanlarda «Kurultay" toplanır, hakanı murakabe ederdi. Bundan başka, hakanlar kendilerini Tanrı tarafm dan tam bir adaletin icrasına memur'bilirlerdi. Hun hükümdarları kendilerine «Tanrı Kutu» de dikleri gibi, Dokuz Oğuz hakanları da «İdi Kutu» der lerdi. «İdi» kelimesi «Tanrı» manasınadır. Orhun Kita besi'nde Hakan, «Türk Milleti yok olmasın diye, Türk Milleti mes'ud olsun diye, Türk Tanrısı tarafından gön derildiğini» bildiriyor. ''Gece uyumadım, gündüz otur madım, Türk Milleti açtı, doyurdum. Çıplaktı, giydir dim. Azı çok, fakiri zengin ettim.» diyor. «Kara Ka mik» budunu bile, bu adil hakanlarını kaybettikleri za man «İlim, Hakamın hani? Kime ben kulluk ! ? 1 ede yim_?» ısıı diye ağlardı. Hakanlıkta ''Ak Kemikler»in fevkinde yeni bir kast daha vücuda geldi: «Altun Kemikler.» . aıı
·İlli millet idim, ilim şimdi hani, kime il'i kazanıyorum der
İşi gü E r g i n,
imiş. Kağanlı millet idim, kağaium hani, ne kağana
cü veriyorum der imiş.» ülalesinden olan pren sesierin unvanıydı. Hakanın hariçten alacağı zevce, Çin prenseslerinden ise «Konçuy» unvanını alırdı. Başka kavimlerdense «Kuma» tesmiye olunurdu. «Kon57
çuy» , .. Hatun,. da:r: bir derece aşağıydı. > i temsil
eden bir vezirdi.
Musevi olan Hazar Hakanlığı'nda, Müslüman «Aras İli» hakanın gönüllü askeri idi. Vezir de bu ilden olmak gerekti. Hazar Devleti'nde, Hakan, idareye ka rışmazdı. Şahsı kutlu olduğundan, tekinsizliği halkı çarpmamak için, sarayında gizlenmek, kimseye görün ınemek mecbüriyetindeydi. Devlet işini Bilik [ = İlikl adlı bir bey idare ederdi. Kuraklik, mağlübiyet, zelze le gibi bir milli felaket zuhür etse, halk bunu hakanın uğursuzluğuna atfederek, idamını beyden isterlerdi. Bey, arzularını is'af eder, yahut bir bahane ile hakanı tehlikeden kurtarırdı. Hazarlar'da yedi tane kadı var dı. İkisi Müsevi, ikisi Müslüman, ikisi Hıristiyan, biri de Ruslar'a mahsus olup putperestti. Müslüman olan «Aras İli,, , hakanlığın askeri hizmetini şu şartada ka bul etmişti: Camileri hadd-i ilticagah hakkına malik olacak; kendileri Müslümanlada muharebeye sevk olunmayacak; vezir kendilerinden bulunacak; iki ka dıları bulunup, husüsi hukuk-ı medeniyetlerine mü dahale edilmeyecekti. Bu imtiyazların bir nevi «Tarhan lık>> oldugunu ileride göreceğiz. Görülüyor ki kapitü lasyonları ilk defa kabul eden Hazarlar'dır. Osmanlı lar da bu kabil imtiyazları patriklerle ecnebi safirle rine vermişlerdi. Eski Türkler'de «Kara Kemikler;,le ve sair mansıblara nail olmak la gitgide asalet sahibi olurlar, «Ak Kemikler,, sırası na geçerlerdi. ·
62
XIII İLHANLIK * «İlhan,, , «Hakanü'l-Havakin = Hakanlar Hakanı» demektir. İlhan'a «İlik Han» unvanı da verilirdi. İl hanlığın teşekkülündeki sebebi de coğrafi vaziyette bulabilfriz. Türkler'in Mans:urya'dan Macaristan'a ka dar yaşadıkları geniş Turan Kıt'ası, umumi bir zaptu rapta muhtaçk Zira, buradan Çin-Bizans ticaret yolu geçtiği gibi, bu kıt'ada yaşayan kavimlerin ekserisi Türk Irkı'na mensuptu ve bu ülkeleri birbirinden ayı ran dağlar, ırmaklar, denizler de yoktu. Bu şerait da hilinde, dininin esa'Sı sulhçuluk ve birleşmecilik olan bir ırk, elbette sulh ve devlet dairesini, yalnız il ve hakan lık sahasından ibaret bırakamazdı. Bu sulhçülüğü, «bü tün Türkler'i ihtiva eden büyük bir Türk Devleti» vü cuda get�rmeğe kadar ilerietmek mecburiyetindeydi. Tarihi:n karaınlık deviıılterinde İskitler'in ve Masacıtlar' lll , Sakalar'ın siyasi rabıtalarını iyice bilmiyoruz. Fa kat, tarihin aydınlık devrinde, iptida Hiung-nu'lar, bü tün hakanlıkları, bütün illeri, bütün boylan birleşti rıe:rak bir «İlhanılıik>> vücuda. getirdiler. Sonra «İlhanlık» bunların elinden çıkarak, Tatar uruğuna mensup Avar lar' a geçti. Avarlar' dan Göktürk!er' e, onlardan Oğuz lar'a, Oğuzlar'dan da «Hakaz» adlı Kırgızlar'a geçti. Daha sonraları Hıtaylar'a, Altun Hanlar'a, Ç i n g i z * Küçük Mecmua, yıl: I, sayı: ı6, 26 Muharrem, sene: 341 (18 Ey lül, sene: 33B) , sayfa
:3b
-
6a.
63
Timur1eng
H a n Moğolları'na, en sonra leri'ne intikal etti.
Türk
«İlhanlık»ı vücuda getiren kutlu il'e «Gök,. unvanı verilirdi: Gök Türkler, Gök Moğollar gibi. M a h m u d K a ş g a r i'ye göre Kaşgar Bakanlığı'nın sancağı Er guvani136ı olduğu gibi, Osmanlılar'da da Sipah'ın bay rağı Kızıl'dı. Halbuki «İlhanlık»ın sancağı Kızıl değil, Gök rengindeydi. Demek, «Kızıl Sancak» «Hakanlık» ın alameti olduğu gibi, «Gök Sancak» da «İlhanlık»ın bir timsaliydi. İlhanın maiyyetindeki hakanlarla münasebeti, ba ba ile oğulları arasındaki münasebet gibidir. İlhan, ba kanları evlatlığa kabul ederek, onlara birer ad verir di. Ç i n g i z H a n, Kaşgar hakanına İ I i k T ü r k m a n, Nayman hakanına C i r a k l?1 unvanlarını vermişti. ·
Bakanlar, maiyyetlerindaki yabguların manevi ba baları hükmündeydiler. Yabgular da turlunların mane vi babaları idiler. Demek ki hükümdarlar arasında pe derane bir silsile-i meratib mevcuddu. Göktürkler'de İlhan'a «İlterez,. yahut cİlterer, , Hatuna da «İl Bilge,. unvanıarı verilirdi. Birincinin manası «devleti yaşa tan» , ikincisinin manası ·devleti bilen»dir. Hiung"-nu'ların ilhanı Çin imparatoruna şu suret le name yazardı: «Gök ile yer'in doğurduğu, güneşle ayın tahta çıkardığı büyük Türk hükümdarı, Çin im paratoruna ihtiramla arzeder ki. . . . . . » İlhanın vefatında yapılan büyük «Yuğ = Matem,. merasimine, bütün hakanlar ya bizzat yahut murah361
64
Divan'da «Erguvanh renk ·olarak bulunınanı.aktadır. Buna mukalbil ·Ah vardır CBk. Divan, C. I, s. sı ı .
haslar göndererek iştirak ederlerdi. Müteveffa narnma bir «Bark = Mabed,. yapılır, bir de «Mengütaş» dikilir, üzerine kahramanlıkları yazılırdı. Dost hakanlardan birisi yuğa riyaset etmek üzere «Balbal» , Ügür, Yazıt:. Ya yırlı [ Yaparlı ? l , Uzar (Uzan> , Salur, Kimmer , İğdir CYiğdir) , Üregir. -
Bu « -ar» lahikasının aslı, hala kullanmakta oldu ğumuz «er» kelimesidir. Tatar = Tat eri, Boyar = Boy eri (boy beyD , Hazar = Kuzgtın eri Öngütler