Siyaset ve Felsefe [1 ed.]

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

ve

karl marx i drich engels � öncü

kitabevi

ÖNCÜ KİTABEVİ YAYINLARI:

25

Bilim Dizisi : 13

Birinci Baskı

: Nisan 1978

Dizgi ve Baskı: Özdem Kardeşler Matbaası

Sahibi ve Sorumlu yönetmeni : Zeki ÖZTÜRK

KARL MARX - FRİEDRİCH ENGELS

SiYASET VE

FELSEFE --'- Seçme yazılar: -

Türkçesi

Tektaş Ağaoğlu

ÖNCÜ KİTABEVİ Babali Caddesi No: B, Cağaloğlu - İSTANBUL

İÇ İN D EKİL E R '

HEGEL'İN KUKUK FELSEFESİNİ ELEŞTİRiYE KATKI'DAN PARÇA Karl Marx; . . . . . ,............... FEUERBACH ÜZERİNE TEZLER '-- Karl Marx ........... ALMAN İDEOLOJİSİ'NDEN PARÇALAR K. Marx ve Friedrich Engels MARX'TAN P. V. ANl\'ENKOV'A MEKTUP . . ............ "RHEINISCHER" BEOBACHTER GAZETESİNİN KO­ MÜNİZMİ BAŞLlKLI MAKALEDEN PARÇA- Karl Marx . . .. . , ........ ................... : . . . KOMÜNİST PARTİSİ MANiFESTOSU- Karl Marx ve Friedrich Engels, . . . . . . . . .. 1872 TARİHLİ ALMANCA B.t\.-SKIYA ÖNSÖZ 1882 TARtHLİ RUSÇA BASKIYA ÖNSÖZ . . ... l883 TARİHLİ ALMANCA BASKIYA ÖNSÖZ . . . 1888 TARİHLİ İNGİLİZCE BASKIYA ÖNSÖZ . . . 1890 TARİELİ ALMANCA BASKIYA ÖNSÖZ . 1892 TARİHLİ LEHÇE BASKIYA ÖNSÖZ . . . . . 1893 TARİHLİ İTALYANCA BASKIYA ÖNSÖZ . . KOMtı'"NİST PARTİSİ MANİFESTOSU . . I BURJUVALAR VE PROLETERLER .. .. �......... II PROLETERLER VE KOMÜNiSTLER . ......... . .......... III SOSYALİST VE KOMÜNİST LİTERATÜR . . . . . 1. Gerici Sosyalizm ....... . ................................... . a) Feodal Sosyalizm .............. . .......... . ............ b) Küçük Burjuva Sosyalizmi . . . .. :.... c) Alman Sosyalizmi ya da Gerçek Sosyalizm . 2. Tutucu Sosyalizm ya da Burjuva Sosyalizmi .. .. . -

... . ..

.

.

.

9 15

.

-

......... ...................... . . . .... . . . ........ . . ..

.....

...

. . ......

. . . . . . ...

...

.

...

19 58

..

73

. ..... . . .

.....

..

. . . . . . .....

.

.

....

......

76

....

76

· · · · · · · · · ' · · · · ·

.

..

..

. . .........

...... .

....

...

..

.

.

81 87

.

.

. ...

...

94

..

96

......

. .............

. . ......

...

.

..

....

.

,

.

.......

78

. 80

.... . . . .

.....

..........

..

.. . . . . . . . . .

...

...

...

·

....

.

.

.....

.

..

.

99 100 115 126 126 126 128 130 133

·

IV

.

3. Eleştirici - Ütopyacı Sosyalizm ve Komünizm ......

ÇEŞİTLİ

MUHALEFET PARTİLERİ

135

KARŞİSINDA

....................... .......

138

BURJUVAZi VE KARŞI-DEVRİM'DEN PARÇA Karl Marx MERKEZ KOMİTESİNİN KOMÜNiSTLER BİRLİGİNE Hİ­ TABI'NDAN PARÇA- Karl Marx ve Friedrich Engels ALMANYA'DA KÖYLÜ SAVAŞI'NDAN SEÇMELER- Fried-

142

KOMÜNİSTLERİN

rich

Engels

DURUMU

................... .................. .. ..................

FRANSA'DA SINIF MÜCADELELERi, 1848-50'DEN PAR. ÇALAR- Karl Marx .................. . ..........................

146

157 187

1848 Haziran Yenilgisi ............................. ......................

188

13 Haziran 1849

221

13 Haziran

.........................................................

1849'un Sonuçları

... . ................................

250

ALMANYA'DA DEVRİM VE KARŞI -DEVRİM'DEN - Fried

1

rich Engels

.. . ..... ...... .. ......... ........... .....................

LQUIS BONAPARTE'IN ON SEKİZ BRUMAIRE'l

Marx........................................................................ Yazarın

İkinci Baskıya

Önsözü

...... ......... ........ ..........

Louis Bonaparte'ın On Sekiz Brumaire'i

265

Karl 292 292

.... .................

296

MARX'TAı."J .J; WEYDEMEYER'E MEKTUP .................. HALKIN GAZETESi'NİN YILDÖNÜMÜNDE KONUŞMA

372

........................ ........... ......... ..... .....

373

- Karl Marx

SİYASİ EKONOMİNİN ELEŞTİRİSİNE KATKI'YA ÖNSÖZ'DEN PARÇA Karl Marx ........................... ENTERNASYONAL İŞÇİ BİRLiGİNİ AÇIŞ KONUŞMA­ SI'NDAN - Karl Marx ....................... ENTERNASYONAL İŞÇİ BİRLİGİ TÜZÜGÜ GEREKÇESi -

.. . .. .. . .. . . .. .•

- l-{arl ·Marx

.. . ....... .... .. .... ....................... .............

376 382 388

GEÇİCİ GENEL KONSEY DELEGELERiNE TALİMAT'T&V - Karl

Marx

................................ . .....................

LA HAYE GENEL KONGRESİ KARARLARI'NDAN Marx ve Friedrich Engels

İSIM LİSTESİ

-

391

Karl

.. .....................................

398

... ... ..... .... ... .. ....... .......... . . ................ ..

400

BÜTÜN ÜLKELERiN İŞÇiLERİ BİRLEŞİN

"HEGEL'İN HUKUK FELSEFESİNİ ELEŞTİRiYE KATKf 'DAN

PARÇA

Karl Marx Bu makale 1844'de Deutsch-Französische Jahrbücher'de1 yayın­ lanmıştır.

Burda Marx, ilk kez, o günedek süregelen düzeni de­

ğiştirip bütün yabancılaşma b1çimlerine . son verecek sınıfın pro­ letarya olduğu görüşünü savunmuştu.

Almanya için

dinin eleştirilmesi esas olarak tamamlan­

mıştır; dinin eleştirilmesi ise bütün eleştirinin temel öncü­ lüdür. Hatanin dünyevi varlığı, hatanın ilahi gerekçesinin (oratio pro aris et focisJ 2 reddinden sonra geçerli olmak­ tan çıkmıştır. Cennetin hayal edilen gerçekliğinde bir in­ san-üstü kişi arayan ve orada kendi

yansİsından başka bir­

şey bulamayan insanoğlu, kendi doğru gerçekliğini aradığı ve araması gerektiği yerde sadece

suretini, insan-olmayan'ı

görmeye bundan böyle yanaşrnıyacaktır.

ll

Alman-Fransız Yıllığı. Marx'ın Arnold Ruge ile birlikte

Paris'te çıkardığı Almanca dergi. Çift sayı olarak sadece bir kere yayınlarrabilmiştir

(Şubat 18441. Marx'ın

"Yahudi

Sorunu" üze-·

rine iki yazısı ile Engels'in "Bir Siyasi Ekonomi Eleştirisinin Ana­ hatları" başlıklı makalesi de bu dergide yayınlanınıştır. 21

Latince anlamı,

"Mihraplar ve ocaklar için hitap"

"Keqdini savunma, haklı çıkarma'' anlamında kullanılır.

tır.

Dine-karşı eleştirinin ten;ı.eli şudur:

İnsan dini yaratır,

din. insanı yaratmaz. Bir başka deyişle, din, henüz kendini bulamamış ya da yeniden yitirmiş olan insanın kendi bilin­ cinde oluşu, kendini duyuşudur. Fakat insan dünyanın dı­ şında çömelmiş

oturan soyut bir varlık

değildir. İnsan

insanın dünyasıdır: devlet, toplum. Bu devlet, bu toplum, ters bir dünya bilinci olan dini yaratır, çünkü onlar ters bir dünyadır. Din o dünyanın genel teorisi, ansiklopedik icmali, halka yatkın mantığı; manevi namus meselesi, coş­ kunluğu, ahlaki onaylanışı,

resmiyete bürünüşü, evrensel

Din insanın ?zünün hayalde gerçekleşmesidir, çünkü insanın özü somut gerçekliğe ka­ avuntu ve haklılık temelidir.

vuşmuş değildir. Onun için dinle mücadele etmek, dalaylı yoldan o

ters dünyayla -ki din o dünyanın manevi rayi­

hasıdır- savaşmaktır.

Dini bunalım hem ·gerçek bunalımın dile gelişi hem de, aynı zamanda, gerçek bunalıma karşı çıkıştır. Din,_ bas­ ,

kı altında ezilen yaratığın iç çekişi,

kalpsiz bir dünyanın

kalbidir; tıpkı, ruhsuz bir durumun ruhu olduğu gibi. Din halkın

afyonudur.

Halkın

sözde mutluluğu olarak dinin ortadan kaldırıl­ gerçek mutluluğu için şarttır. Dinin durumuy­ la ilgili aldanmacalardan vazgeçme dileği, aldannıacalara ihtiyaç gösteren bir durumdan vazgeçme dileğidir. Bundan

ması, halkın

dolayı, dinin eleştirilmesi, çile aleminin eleştirisini içinde taşır. O alemin halesi de, dindir. Eleştiri, hayal çiçeklerini insanoğlu,

zincirden

koparıp atmıştır:

zincirlerini hayallerden ve avuntulardan arın­

mış olarak taşısın diye değil, zincirlerini silksin atsın, canlı çiçeği seçsin ayırsın · diye. Dinin eleştirilmesi insanoğlunu aldanmacalardan kurtarmaktadır: gözü ayri:lış, aklı başın­ da bir kişi olarak düşünüp davransın, gerçeğine biçim ver­ sin de kendi çevresinde, yani asıl güneşinin çevresinde dönlO

sün diye. Din bir aldatmaca güneştir sadece; insan kendi çevresinde dönmedikçe, din O halde

onun çevresinde döner.

tarihin görevi, gerçeğin ötesindeki dünya ka­ bu dünyanın gerçekliğini ortaya

yıplara kanştıktan sonra,

. koymaktır. Tarihin hizmetinde olan felsefenin ele alacağı ilk görev de, insanın kendine yabancılaşmasının kutsal bi­ çiminin maskesi düşürüldükten sonra, kendine yabancılaş­ manın kutsal olmayan biçimlerinin maskesini düşürmektir. Böylece cennetin eleştirilmesi dünyanın· eleştirilmesi, dinin eleştirilmesi hukukun eleştirilmesi, ve ilahiyatın eleştiril­ mesi siyasetin· eleştirilinesi olur. Fakat Almanya'da belirli hiç bir sınıf yoktur ki, onu toplumun olumsuz . temsilcisi sıfatıyla ortaya çıkaracak tu� tarlılığa, anlayış gücüne, cesarete ya da amansızlığa sahip Dlsun. Hiç bir zümre de, kendini bir an için bile olsa mille­ tin ruhuyla özdeş görebilen

yasi

şiddete

sevkeden

ruh

yüceliğine, maddi gücü .si­

içtenliğe, ya da düşmanın yüzüne

karşı "Hiç birşey değilsem de, herşey olmalıyım!': diyebilen devrimci yüreğe sahip değildir. Alman ahlakının v:e dürüst� lüğünün esası, sınıflar için olduğu kadar bireyler için de, daha çok, kendi sınırlığını öne sürüp .duran ve aynı sınırlı­ lığın kendisine karşı öne sürülmesine nza gösteren o atkar

kana­ bencilliktir. BU yüzden Alman toplumunun çeşitli ke­

simleri arasındaki ilişki dramatik

değil, epik bir ilişkidir,

Her biri, ezildiği anda değil, kendisinin ezme fırsatını ele geçirebildiği bir sosyal tabakayı o çağ ilişkilerinin doğur­ duğu koşullar onun dalıli olmadan

yarattığı. anda kendini

bulmaya, bütün iddialanyla öbür kesimlerin yanında yeri­ ni almaya başlar.

Alman orta sımfının ahlak duygusu da­

hi, sadece, bütun diğer sınıfıann donuk bayağılığının ortak temsilcisi olduğunu bilmesine dayanır. Bu nedenle Alman­ ya'da kırallar hiç münasebet( yokken tahta çıktıklan gibi; sivil toplumun her bir kesimi de· zaferini kutlamadan önce ll

bir yenilgiden geçer, önündeki sınırlan aşmadan önce ken­ di sınırlannı geliştirir, gönlüyüce özünü öne sürmeden ön­ ce tamalıkar özünü öne sürer. Böylece, büyük bir rol oyna­ ma fırsatı daha ele geçmeden kaçmıştır, ve her sınıf kendi­ sine

karşı olan sınıfla mücadeleye başladığı anda bir alt

sınıfla kavgaya tutuşmuştur. Bu yüzden, yüksek

soylular

kırallıkla, bürokratlar soylularla, burjuvazi hepsiyle birden savaşıyor; proletarya da, burjuvazi ile savaşmak�a olduğu­ nu

şimdiden

anlamaya

başlamıştır.

Orta ·sınıf

kurtu­

luş fikrini kendi görüş açısından kavramayı yeni yeni gö:'.e almaya başlamışken, sosyal

koşulların gelişmesi ve siyasi

teorinin ilerlemesi o açıyı .çoktan geride bırakmıştır, ya da

.

hiç değilse şüpheli kılmıştır, .. Nerdedir

öyliyse Almanya'nın

kurtuluşunun olumlu

çıkar yolu?

Cevap : Kökten zincire vurulmuş bir sınıfın, sivil top­ lumda olup da sivil toplumdan ehriayan bir sınıfın; bütün zümrelerin çözülüp dağılması

de�ek olan bir zümrenin;.

çektiği evrensel çileden ötürü evrensel bir

karakter kazct­

nan,

belirli bir haksızlığa değil, hepten haksızlığa uğradıgı için belirli bir hakkm davasını &"ütmeyen, yetkisini tarjhten

değil, sadece

insanlığından alan, Alman siyasi

düzeninin.

sonuçlanna tek-yanlı bir muhalefetle değil, bu düzenin te­ mel varsayımıarına toptan muhalefetle karşı çıkan bir kesi­ min; ve nihayet, toplumun bütün diğer kesimlerinden ken­ dini kurtarmadıkça, ve böylelikle

toplumun bütün

diğer

kesimlerini de kurtannadıkça kendini kurtannası mümkün olmayan, bir kelimeyle, insanın için kendini ancak

tastamam yitirilişi olduğu insanın tastamam yeniden-kazanilma­

sıyla bulabilecek bir kesimin ortaya çıkışında. Toplumun belirli bir zümre olarak bu _çözülüşü, proletaryadır: Almanya'da

proletarya

gelişen

sanayi hareketinin

bir sonucu olarak belinneye başlamıştır. Çünkü proJetar­ yayı meydana getiren 12

kendiliğinden oluşan yoksullar değil�

yapay olarak yoksullaştırılan insanlardır; toplun:ıun ağırlığı altında mekanik olarak ezilen insan yığınlan değil, toplu­ mun, en çok daha orta tabakanın, zorla çözülüşünün ortaya



saldığı yığınlardır. Fakat, kolayca anlaşılacağı _gibi, kendi­ liğinden oluşan yoksullarla Hıristiyan Germen serller de yavaş yavaş onun saflarına katılıyorlar. Proletarya, bugünedek varolagelen dünya düzeninin çözülüşünü haber vermekle, kendi varlığının sırrını ilan et­ mekten başka birşey yapmamaktadır, çünkü proletarya o dünya düzeninin çözülüşünün ta kendisidir. Proletarya, özel mülkiyetin inkarını talep etmekle, sadece, toplumun onun [proletaryanın]. ilkesi kıldığı birşeyi, kendisinin dalıli olmadan toplumun olumsuz sonucu olarak onun yapısına sokulmuş olan birşeyi, toplumun bir ilkesi kılmaktadır. O halde proletarya, kurulmakta olan dünya üzerinde kendi­ sinin hak sahibi olduğunu görmektedir: ata atım der gibi halka halkım diyen Alman kıralının bugüne kadar var olan dünya üzerinde hak sahibi olması gibi. Kıral,. halkı özel mülkü ilan etmekle, sadece, özel mülk sahibinin kıral olduğupu ilan eder. Nasıl felsefe maddi silahını

proJetaryada

buluyorsa,

proletarya da manevi silahını felsefede bulur. Düşüncenin şimşeği halkın bu soylu toprağına bir kere düştümüydü, Almanların kurtuluşa varıp insan olmalan gerçekleşecek­

tir. Sonucu özetliyelim: Almanya'nın pratikte mümkün tek kurtuluşu, insanı in-­ sanın en yüce özü ilan eden teorinin öngördüğü kurtuluş­ tur. Almanya'da Ortaçağdan kurtulmak, ancak, Ortaçağa karşı kazanılan parça bölük zaferlerden de kurtulmakla mümkündür. Almanya'da boyundurukların her türlüsü kı­ rılmadan hiÇ bir boyunduruk kırılamaz. Almanya'nın esası değişecekse, Almanya esastan değişmelidir. Alınan ın kur­ tuluşu insanın kurtuluşudur. Bu kurtuluşun kafası felsefe, '

yüreği

proletaryadır.

felsefe gerçekliğe vuşturulmadıkça,

Proletarya ortadan kaldırılmadıkça

kavuşturulamaz;

felsefe gerçekliğe

ka­

proletarya ortadan kaldırılamaz.

Gerekli bütün iç şartlar yerine geldiğinde, niden-diriliş günü Gal

1)

Gal

Alman ye­ Horozunun1 ötüşüyle ilan edilecek.

Horozu, Fransa'mn timsali olan horozdur. Marx bu­

rada, Fransız felsefesiyle siyasi düşüncesinin ve Fransa'daki sınıf hareketlerinin Almanya'mn yapıyor.

14

kurtuluşunda

oyuayacağı role atıf

FEUERBACH ÜZERİNE TEZLER Karl Marx

-

Marx'ın 1845 ilkbabannda Brüksel'de yazdığı bu notlar 184447 "Not Defteri"nde yer almaktadır, ve Engels tarafından 1888> '

de Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin So nu n a ek olarak yayınlanmıştır. Engels, Feuerbach'ın önsözünde, bu notla­ nu "yeni bir dünya görüşünün dahiyane tohumunu içinde taşı­ yan ilk belge" olduğunu söyler. Aşağıdaki çeviri, Tezlerin En­ gels tarafından elden geçirilmiş olan metnindemiir.

I Bugünedek gelmiş geçmiş bütün maddeciliğin -Feuer-­ bach'ınki dahil- başlıca kusuru, eşyanın, gerçekliğin, du­ yumsal dünyanın sadece nesne olarak, ya da soyut kavra� yışla kavranması, insanın duyumsal faaliyeti, pratiği olarak, öznel olarak kavranmamasıdır. Bu yüzden faal yan, mad­ deciliğe karşıt olarak, idealizm tarafından geliştirilmiştir;; ama sadece soyut düzeyde, çünkü idealizm, muhakkak ki, gerçek, duyumsal faaliyet diye birşey tanımaz. Feuerbach düşünce_ nesnelerinden gerçekten farklı duyumsal nesneler­ olsun istiyor, fakat insan faaliyetinin kendisini nesnel fa­ aliyet olarak görmüyor. Dolayısıyla, Hıristiyanlığın Özü'n­ de, teorik tavn insana yaraşır tek sahici tavır sayıyor; bu-ıs.

na karşılık pratik sadec� pis- Yahudice' görünümü ile kav­ ranılıp donduruluyor. Bundan dolayı Feuerbach "devrimci", "pratik - eleştirici" faaliyetin önemini anlıyaınıyor.

n doğru olarak kav­

İnsan düşüncesinin nesnel gerçeği

ı-ayıp kaVn.yamadığı bir teori sorunu değil, bir pratik soru­ nudur. İnsan, düşüncesinin doğruluğunu, yani gerçekliğini ve gucunu,

bu-dünya-üzre oluşunu

pratikte

ispatlama1i

:zorundadır. Pratikten soyutlanmış düşünmenin gerçek olup .olmadığı düpedüz skolastik bir tartışma konusudur.

III İnsanların koşulların ve yetişmenin ve onun için de, değişen

insanların

ürünü olduğunu,

başka koşulların ve

değişen yetişme tarzının ürünü olduğunu savunan madde­ ci öğreti, koşullan değiştirenierin insanlar olduğunu, eği­ ticiyi de eğitmenin şart olduğunu öğn�ti ister istemez

unutur. Dolayısıyla bu

(mesela Robert Owen'de olduğu gibiJ

toplumu biri topluma üstün olan iki kısma ayırmaya varır. birlikteliği

Koşulların değişmesi ile insan faaliyetinin ancak devrimci

pratik

olarak kavramlabilir ve

akıl yo­

luyla anlaşılabilir. IV Feuerbach, 'dünyanın dini,

dini

yani

kendine - yabancılaşma

olgusundan,

hayali dünya ve gerçek dünya olarak'

ikileşmesi olgusundan hareket ediyor. Onun yaptığı, dün­ yayı dünyevi temeline indirgemektir. tan

sonra, asıl yapılması

1)

"Pis-Yahudice" sözü

burada

Jamnaya layık" anlamına gelmektedir. 18

Bu işi tamamladık­

gerekenin hala yapılmamış "değersiz"

ya

ol-

da "aşağı­

duğunu gözden kaçınyor. Çünkü dünyevi temelin kendin­ den kopup bulutlar arasında bağımsız bir alana yerleşmesi olgusu, aslında, bu dünyevi temel içindeki bölünme ve iç­ çelişkilerle açıklanabilir ancak. Bunun içindir ki bu dünye­ vi temelin kendisi önce kendi .çelişkisi

içinde anlaşılmalı,

sonra da, çelişkinin giderilmesiyle, pratikte

değiştirilmeli­

dir. Böylece, mesela kutsal ailenin sımnın dünyevi aile ol­ duğu bir kere anlaşıldıktan

sonra, dünyeVi aile teoride eleş­

tmlerek pratıkte değiştirilmelidir.

V Feuerbach,

soyut düşünme ile tatmin olmıyarak, du­ yumsal kavrayışa baş vuruyor; ama duyumsal dünya:y'l pratik faaliyet olarak, insanın duyumsal faaliyeti

olarak

görmüyor. VI

Feuerbach dini özü insanın özüne indirgiyor. Oysa in­ sanın özü her bireyde esastan var olan bir soyutlama de­ ğildir. İnsanın özü, gerçekte, sosyal ilişkilerin toplamıdır. Bu gerçek özü eleştirmeye girişmeyen

Feuerbach, bu

yüzden:

I. Kendi başına bir şeymiş gibi dini duyguyu tarihi sü­ reçten soyutlamak ve dondurmak, soyut

--:bir başına- bir

insan bireyinden yola çıkmak zorunda kalıyor.

II. Dolayısıyla insanın

özü

Feuerbach'a

göre ancak

''tür" olarak, birçok bireyi sadece doğal bir bağla birleş­ tiren, içsel, dilsiz bir genellik olarak kavranabiliyor.

VII Feuerbach, bu nedenle, "dini duygu"nun da bir sosyal ürün olduğunu, çözümiediği soyut bireyin gerçekte belli . bir toplum biçimine ait olduğunu görmüyor. 1

VIII

Sosyal hayat esasında

pratiktir. Teoriyi mistisizme sap�

tiran bütün muammalar akli çözümünü

insan pratiğinde

ve bu ·pratiğin anlaşılmasında bulur. IX

Soyut kavrayışa dayanan madeciliğin, yani duyumsal dünyayı pratik faaliyet olarak görmeyen maddeciliğin eri­ şebildiği en yüksek nokta, "sivil

toplum" içindeki tek tek

bireylerin soyut kavrayışıdır. X

Eski maddeciliğin görüş noktası "sivil" toplumdur;1 ye­ ni maddeciliğin görüş noktası

insan toplumu, ya da sosyal­

leşen insan1ıktır.

XI Feylosoflar dünyayı türlü biçimlerde

sadece

nıışlardır; oysa sorun, dünyayı değiştirmektir.

1)

18

"Sivil toplum" için bakımz:

s.

40-41.

yorumla­

"ALMAN İDEOLOJİSİ "NDEN PARÇALAR Karl Marx ve Friedrich Engels

Alman İdeolojisi 1845 Kasım ayı ile 1846 Ağustosu Brüksel'de yazıldı.

Marx'ın,

arasında

"eski felsefi vicdanımızla hesaplaşc

ma" karanyla kaleme alındığım söylediği bu gençlik eseri, Hegel­ sonrası

Alman

ideıDist

felsefesinin cerhi ve tarihi maddecilik

kavramının aynntılahyla açıklanması yolunda atılmış bir adım­ dı.

Eser basılnıak üzere yayınevine teslim edildiği halde yayın­

lanmamış, gün yüzüne çıkması ancak 1932'de mümkün olmuştur.

ÖNSÖZ İnsanlar kendileri hakkında, ne olduklan ve ne olma­ lan gerektiği hakkında bugüne kadar hep yalan yanlış gö­ rüşler uydurmuşlardır. Aralanndaki normal insana, vb. dair

ilişkilf1ri Tann ya da

düşüncelerine göre

düzenlemiş­

lerdir. Kendi beyinlerinin yarattığı hayaletıere hakim ola­ mamışlardır. Onlar ki yaratanlardır, yarattıklannın önün­ de secdeye gelmişlerdir. Boyunduruğu altında perişan ol­ duklan kabuslardan, fikirlerden, dogmalardan, hayali var­ lıklardan kurtaralım onlan,

düşüncelerin

hükümranlığı­

na başkaldıralım,' bu hayallerin yerine insanın özüne teka­ bül

eden düşünceleri koymayı öğretelim insanlara, diyor

birisi; bunlann karşısında eleştirici bir tavır takınınayı öğ­ retelim, diyor bir başkası; bunlan kafalanndan söküp at19

mayı öğreteliın, diyor bir üçüncüsü - o zaman, bugün varo­ lan gerçeklik yerle bir olacaktır. Bu masum ve çocukça hayaller çağdaş. Genç Hegel'ci felsefenin özüdür; o felsefe ki, Alman kamu oyunda dehşet ve huşu uyandırmakla kalmıyor, bizim

nmızca dünyanın

altını

üstüne

felsefi kahramanla­

getirmeye

teşne

yıkıcı

amansızlığının ve tehlikesinin tam bilinciyle ve büyük de bir ciddiyetle ortaya atılıyor. Elinizdeki eserin birinci cildi; kendilerini kurt sanan ve başkalannca da kurt sanılan bu kuzuların kisvelerini düşürmek,

bunların

ınelemelerinin

Alman orta sınıfının görüşlerinin felsefi bir biçimde takli­ dinden başka birşey olmadığını, bu felsefi övünmelerinin de sadece Almanya'daki perişanlığını yansıttığını amacı,

göstermek

yarumcuların

gerçek koşulların

için yazıldı. Kitabın

hayal düşkünü ve kafası bulanık Alman milletine

pek çekici görünen bu -gerçekliğin

gölgeleriyle- felsefi

mücadelenin ipliğini pazara çıkarmaktır. Vaktiyle aklıevvelin biri, insanların,

·�

ağırlık fikrinden

kurtulamadıkları için suda boğulduklarını keşfetmişti. Bu fikıi. mesela batıl bir düşünce, dini bir kavram

ileri sürerek

olduğunu

kafalarından söküp atsalar, insanlar sudan

gelebilecek her tehlikeye karşı harikulade bir bağışıklık ka­ zanacaklardı. Sözü geçen kişi, zararlı sonuçlarına dair ista­ tistikierin kendisine her gün yeni ve çeşitli delillerini sun­ duğu bu ağırlık kuruntusundan kurtulmak için hayatı bo­ yunca didindi durdu. İşte bu namuslu yurtdaş, Almanya'­ daki yeni devrimci feylesofların tipik örneği idi.

GENEL OLARAK İDEOLOJİ VE ÖZEL OLARAK ALMAN İDEOLOJİSİ ... Düşüncemize başlangıç noktası olarak aldığımız ön­ cüller keyfi temeller, dogmalar değildir; ancak muhayyele20

de soyutlamaya konu olabilec_ek gerçek temellerdir. Bun­

lar gerçek bireyler, onların faaliyetleri ve hem hazır bul­

dukları, hem

de kendi faaliyetleriyle

yarattıkları maddi

yaşama koşullarıdır, Dolayısıyla bu temeller salt

deneysel .

[ampirik] yoldan doğrulanabilirler.

Bütün insan tarihinin ilk· ön-şartı, muhakkak ki, yaşa­

yan insan bireylerinin varlığıdır. O halde saptanması gere­ ken ilk olgu,

bu

bireylerin fizik yapıları

arasında bu fizik yapıdan ileri .gelen

ve onlarla doğa

ilişkidir. Tabii burda

ne insanın fizik yapısını, ne de insanın kendini içinde bul-

. duğu yerel yapı, dağlar, sular ve iklim gibi doğa koşullarını

enine boyuna inceleyebiliriz. Tarih yazılırken, her zaman, bu

doğal temellerden ve bu temellerin insanın faaliyetiyle ta­

rih içinde değişikliğe uğratılmasından hareket etmek gere­

kir.

İnsanlar hayvanlardan bilinçle, dinle, ya da istediğiniz

herhangi bir başka şeyle ayırdedilebilirler. İnsanlar kendi­ leri ise geçim araçlarını

üretmeye başlar başlamaz ·

-bu

onların fizik yapılannın kararlaştırdığı bir adımdır- ken­

dilerini hayvanlardan ayırdetmeye başlarlar. İnsanlar gee

çim araçlarını üretmekle, dalaylı olarak, maddi hayatlarını

da üretirler.

İnsanların . geçim araçlarını üretme tarzları, herşeyden

önce, hazır buldukları ve yeniden üretmek zorunda olduk­

ları geçim araçlarının niteliğine bağlıdır. Bu üretim tarzı

sadece, bireylerin fizik varlıklannın

yeniden

üretilmesi

olarak görülmemelidir. Bu, daha çok, bu bireylerin faaliyet­ lerinin belirli bir biçimi, hayatlarını dile getirişlerinin be­

lirli bir biçimi, yaşadıkları belirli bir

hayat tarzıdır. Birey­

lerin hayatlarını dile getirişleri neyse, kendileri de öyledir­ ler. Yani bireylerin şöyle ya da böyle olmaları üretimlerine,

hem

ne ürettiklerine, hem de nasıl ürettiklerine uyar. Dola­

yısıyla bireylerin şöyle ya da böyle oluşları, onların üretim­ lerini belirleyen maddi koşullara bağlıdır.

21

Bu üretim ancak nüfusun artmasıyla kendini gösterir. O da bireyler arasında ilişkilerin1 varlığını şart koşar. Bu

ilişkilerin biçimini belirliyen yine üretimdir. Çeşitli milletierin

birbirleriyle

ilişkileri, her birinin

üretici güçlerini, iş bölümünü ve iç ekonomik ilişkilerini ne

denli geliştirmiş olduğuna bağlıdır. Bu genellikle kabuı edi­

lir. Ama yalnız bir milletin diğer milletlerle ilişkisi değil, o milletin bütün iç yapısı da o milletin

ekonomik ilişkilerinin varmış

üretiminin, iç ve dış

olduğu gelişme

aşamasına

bağlıdır. Bir milletin üretim güçlerinin ne ölçüde gelişmiş

olduğu, en açık bir biçimde, işbölümünün ulaştığı gelişme

düzeyinden anlaşılır. Her yeni üretim gücü, o günedek bili-

. negelen üretim güçlerinin sadece nicelik bakiınından (me­ sela yeni toprakların ekime

açılması gibi) bir artışı söz

konusu olmamak şartıyla, işbölümü.nü biraz daha ilerletir.

Bir millet içinde işbölümü, ilkin, sanayide ve ticarette

kullanılan emeğin tarımda kullanılan emekten ayrılmasına, dolayısıyla

şehir ile kırın birbirinden ayniatak çıkarlannın

çelişınesine yol açar. İşbölümünün

daha da ilerlemesiyle

ticaret ile sanayi emeği birbirinden ayrılır. Aynı zamanda, bu çeşitli dallar içerisinde

işbölümünden

ötürü, belirli iş

alanlarında birlikte çalışan bireyler arasında çeşitli bölün­

meler ortaya çıkar. Bu ayrı ayrı guruplardan

her birinin

diğerleri karşısında durumunu tarımda, sanayide ve tica­

rette uygulanan yöntemler belirler

(ataerkil aile, kölelik,

1) Kitaptaki Alnıanca karşılığı, "Verkehr". Alman İdeoloji­ st'nde Verkehr Cİngilizcesi, intercourse) kelimesi ayn ayrı birey-; ler, sosyal gruplar, ülkeler arasında maddi ve manevi ilişkileri kapsayan çok geniş bir anlamda kullanılmıştır. Marx ve Engels bu eserde, maddi ilişkinin, özellikle de insanların üretim. süreci içerisinde birbirleriyle kurdukları ilişkinin, diğer bütün ilişki bi­ çimlerinin temeli olduğunu göstermektedirler. Bu nedenle Uişhi' (intercourse) kelimesi daha çok ekonomik ilişki olarak anlaşıl­ malıdır.

22

zümreler, sınıflar). Bu aynı koşullara (ekonomik daha gelişkin olduğu bir durumda)

iliŞkileriiı

çeşitli milletlerili bfr�

birleriyle ilişkilerinde de rastlanır. İşbölümü�de çeşitli gelişme aşamalannın her biri deği­ şik bir mülkiyet biçimi demektir. Yani, işbölümünde vanl­ mış olan belli bir aşama, emek malzemesi, aracı ve 'ürünü bakımından fertlerin karşılıklı ilişkilerini de belirler. Mülkiyetin ilk biçimi, kabile

[Stammeigentuın] 1 mülki­

yetidir. Kabile mülkiyeti gelişmemiş bir üretim aşamasına tekabül eder ki, bu aşamada olan bir halk avcılık ve balık­ çılıkla, hayvancılıkla ya da, en ileri bir

düzeyde, tanmla

geçinir. Tanm için, işlenınemiş geniş topraklar olması şart­ tır. İşbölümü bu aşamada henüz çok ilkeldir; aile içindeki doğal işbölümünün az daha ileri götürülmesinden ibarettir. Dolayısıyla sosyal yapı, aile çevresinin genişliğiyle sınırlı­ dır: ataerkil aile reisleri, onlann altında kabile üyeleri, ni­ hayet köleler. Aile içindeki gizli kölelik, nüfusun çoğalma­ sıyla, ihtiyaçlann artmasıyla, dış ilişkilerin hem savaş, hem rle takas biçiminde yaygınlık kazanmasıyla, yavaş yavaş gelişir. İkinci mülkiyet biçimi, kadim ortak

{komünal] mül­

kiyet ve Devlet mülkiyetidir. Bu biçim, daha çok, kabilenin anlaşma ya da fetih yoluyla bir

birkaç

şehirde birleşme­

lerinden doğar, ve köleliği sürdürmekte devam eder. Ortak mülkiyetin yanısıra, önce taşınabilir mallar üzerinde, daha sonra taşınmaz mallar üzerinde özel mülkiyete de şimdiden rastlanmaktadır; fakat bu, ortak mülkiyete bağlı anormal bir mülkiyet biçimidir. Çalışan ll

köleler üzerinde yurttaş-

Alinan İdeolojisi'nin yazildığı yıllarda "kabile" (StammJ

kelimesi bugün}!:ü

"klaİı"

ve

"kabile" kavramlarının kapsadığı

anlamı taşımaktaydı, ve hepsi bir atadan gelme insanlar toplulu­ ğunu

anlatmak

için kullanılırdı.

"Klan"

(gensJ

ve "kabile"

kavramlarını ilk defa ayırdedip açıklığa kavuşturan, 1870 yılla­ nnda L.H. Morgan olmuştur.

lar

ancak

ortaklaşa

iktidara

sahiptirlE)r,

sırf

bundan

öt-q.rü. ortak mülkiyet biçimine uymak zorundadırlar. Kö­ leler karşısında bu doğal birliği sürdürmek

zorunda olan

faal yurtdaşlann aralanndaki ortaklığa dayalı özel mülki­

yetleridir bu. Bu nedenle, özellikle

taşınmaz mallar üze­

rinde özel mülkiyet geliştiği ölçüde ortak mülkiyete

da­

yanan bütün toplum yapısı, ve o yapıyla birlikte halkın ik­

tidan çöker. işbölümü nicedir daha da gelişmiştir. Şehirle

kır arasındaki çelişki şimdiden mevcuttur; daha sonra, şe­

hir çıkarlannı temsil eden devletlerle kır çıkarlannı temsil eden devletler arasında, şehirlerde sanayi ile deniz ticareti

arasında çelişki de kendini gösterir.

Yurtdaşlarla köleler

arasında sınıf ilişkisi iyiden iyiye gelişmiştir.

Bütün bu tarih yorumu fetih olgusuyla çelişir görünü­

yor. Bugünedek zor,

savaş,

şeyler tarihin itici gücü

başlı noktalara değinmekle için sadece en göze

yağma,

cinayet,

sayılınışlardır. yetinmek

soygun gibi

Biz burada belli

zorundayız, onun

çarpan örneği ele alıyoruz: eski bir

nıedeniyetin barbar bir halk tarafından yıkılınası ve bunun sonucunda yepyeni bir toplum düzeninin ortaya çıkması. (Roma

ve

ve

barbarlar;

Türkler).

de hala,

Fethedici

feodalizm

ve

barbar halk

Galya'lılar;

için

yukarda belirtildiği gibi, nonnal

ilişki biçimidir; nüfusun artması ve

savaş

Bizans

kendisi

bir ekonomik

onunla birlikte gele­

neksel -ve bu halk için yegane mümkün- gelişmemiş üre­ tim tarzı yeni üretim araçlanna ihtiyaç doğurdukça bu iliş­ ki daha da büyük bir hırsla kullanılır. Öte yandan İtalya'­ da -sadece toprak satın alma ve borçlanma yoluyla değil,

sefahatin yaygın ve evlenmelerin az olmasından ötürü eski

aileler zamanla tükendiği, mülkleri ufak bir: azınlığın eline

geçtiği İçin miras yoluyla da- toprak mülkiyetinin yoğun­ laşması ve otlaklara çevrilmesi

de geçerli nonnal ekonomik

(bunun tek nedeni bugün

güçler değil, talan edilen ya.

da haraç alinan tahılın yurda ithali ve bunun sonucunda

24

İtalyan tahılına talebin azalmasıydı aynı zamanda) özgür ahalinin hemen hemen toptan ortadan olmuştu.

Köleler

durmadan

ölüp

. sına neden kalkma

gidiyor,

yerlerinin dal­

durulması gerekiyordu. Kölelik bütün üretim sisteminin te­ meli olmakta devam ediyordu. Yan

özgür kişi, yan köle

olan plebler bir proleter ayaktakımı olmaktan öteye hiç bir zaman varamadılar. Hatta Roma da, her zaman, sadece bir şehir olarak kaldı; eyaletlerle bağlantısı hemen hemen yal­ nız siyasi idi, ve o yüzden yine siyasi olaylarla kolayca ko­ pabilirdi. Özel mülkiyetin gelişmesiyle burda ilk �ez, ilerde çağ­ daş özel mülkiyet dolayısıyla yeniden, ama daha geniş çap­ ta karşımıza çıkacak olan yanda, Roma'da

koşullarla

(Licinius'un tanm

karşılaşıyoruz: bir

kanunundan da belli

olduğu gibi)! çok erken başlıyan ve iç savaşlar den sonra,

dönemin­

özellikle imparatorlar devrinde hızla ileriiyen

özel mülkiyet

yoğunlaşması; öbür yanda,

bununla aynı

zamanda, pl�b küçük köylülerin, mülk sahibi yurtdaşlarla köleler arasında ortada kaldığı için hiç bir zaman bağımsız bir gelişme gösteremeyen bir proletaryaya dönüşmesi. Üçüncü mülkiyet biçimi feodal

mülkiyet ya da zümre

mülkiyetidir. Kadim çağ den yola çıktıysa,

şehirden ve küçük şehir arazisin­ Ortaçağ da kırdan yola çıktı. Hareket

noktasının farklı oluşu, ötürüydü.

o

çağda nüfusun seyrek olmasından

Geniş bir alana yayılan nüfus

müstevli halk

ların sayılan ile de fazla artmıyordu. Eski Yunan'a ve Ro­ ma'ya kıyasla feodal gelişme bu nedenle çok daha geniş alana yayıldı, ve bu· alanı Roma'nın

fetihleri

başlangıçta bu fet�hlerle elele giden

yaygınlığı

bir

ile tanının hazırladı.

Başaşağı yuvarlanan Roma İmparatorluğunun son yüzyıl1) Pleble:r;in patrisy'enlere karşı mücadeleleri sonunda halk tribünleri Licinius ve Sekstİus tarafından M.Ö. 367 yılında çıkan� Ian tarım kanunu. Buna göre bir Roma yurtdaşı ortak toprakla­ nn belli bir mikdanndan fazlasını elde tutamazdı.

25

lan ve İmparatorluğun barbarlar tarafından istilası bazı 'üretim güçlerini yok etti. Tarım gerilemişti, sanayi pazar­ sızlıktan batmaktaydı, ticaret ölmüştü ya da zorla sekteye uğratılmıştı, köy ve şehir nüfusunda azalma vardı. Bu ko­ şullardan ve fetihlerin bu koşuHarca belirlenen örgütlenme tarzından, Germen askeri düzeninin

etkisi

altında feodal

mülkiyet gelişti. Feodal mülkiyet de kabile mülkiyeti ve or­ tak mülkiyet gibi, bir topluluğa dayanır, fakat burda doğ� rudan doğruya üretim yapan sınıf, kadim çağ topluluğun­ da olduğu gibi köleler değil, serfleştirilmiş küçük köylüler­ dir. Feodalizm iyice gelişir gelişmez şehirlerle çelişki de or­ taya çıktı. Toprak mülkiyetinin hiyerarşik yapısı ve silahlı bendeler soyluların serfler üzerinde hakimiyetini . sağlıyor­ du. Bu feodal örgütlenme de, tıpkı kadim ortak mülkiyet gibi, boyunduruk altında tutulan

bir üretici

sınıfa: karşı

kurulmuş bir birlikti; fakat üretim koşulları farklı olduğu için, birliğin biçimi ve doğrudan doğruya üretici olanlarla ilişkisi farklıydı. Bu feodal toprak mülkiyeti sisteminin

şehirlerdeki kar­

şılığı, mesleklerin feodal örgütlenmesi, lonca mülkiyetiydi. Burda mülkiyet, esas olarak, her bireyin

kendi emeği idi.

Örgütlenmiş soyguncu-soylulara karşı birleşme zorunluğu, sanayicinin aynı zamanda tüccar olduğu bir çağda ortak kapalı çarşılara duyulan ihtiyaç, gelişen şehirlere doluşan kaçak serllerin gitgide artan rekabeti, bütün ülkeye yay­ gın feodal yapı, bunların hepsi bir arada

loncalann meyda-

·na gelmesini sağladı. Tek tek zanaatkarların zaman�a bi­ riken sermayeleri,

artan nüfus karşısında sayılarının az

çok sabit k�lması kalfa ve çırak ilişkisini geliştirdi; bu da şehirlerde kırdakine benzer bir hiyerarşi yarattı. Böylece feodalizm çağının başta

gelen mülkiyet biçi­

mi, bir yanda serf emeğini kendine bendeden toprak mül­

kiyeti, öbür yanda kalfalann emeğine hakim küçük serma­ ye sahibi bireyin emeği idi. İkisinin de yapısını üretim ko26

şullannın sınırlı olması belirliyordu: toprakta küçük ve il­ kel tarım; sanayide el-sanatı tipi üretim. Feodalizmin altın çağında işbölümü çok azdı. Her ülke kendi içinde şehir-kır karşıtlığını sürdürüyordu. Zümreler arasında bölünme el­ bette çok belirgindi; fakat kırda

prensler,

soylular,

pa­

pazlar ve köylüler, şehirlerde de ustalar, kalfalar, çıraklar ve -az sonra- günü birliğine iş tutan ayaktakımı arasın­ daki farklılaşmadan gayri önemli bir bölünme yoktu. Ta­ rımda ufak tarlaları aralıklı şeritler halinde

sürme usulü,

bunun yanısıra köylülerin kendi ev sanayilerinin gelişmesi işbölümünü zora koşuyordu. Sanayide tek bir zanaat içinde işbölümü hiç yoktu; zanaatler arasında ise çok azdı. Sanayi ile ticaret arasında ayrılığa eski şehirlerde ötedenberi rast­ lanıyordu; yenilerinde bu ayrılık daha sonra, şehirler ara­ sında karşılıklı ilişkiler kurulduğu zaman gelişti. Büyükçe arazilerin feodal kırallıklar

halinde birleşti­

rilmesi toprale sahibi soylular için olduğu kadar şehirler için de bir ihtiyaçtı. Bu yüzden örgutlenmiş hakim sınıfın, soyluların başında her yerde bir kıral vardı. Demek ki belli bir biçimde üretim faaliyetinde bulunan belli kişiler belli sosyal ve siyasi ilişkiler içine girniekteler. Deneysel gözlem her seferinde, hiç bir masallamaya ve spe­ külasyona sapmaksızın, sosyal ve siyasi yapının üretimle bağlantısını deneysel olarak ortaya koymalıdır. Sosyal yapı ve Devlet, durmadan, belirli kişilerin yaşama sürecinden çıkıp gelişir; ama bu ·kişiler kendilerinin ya da başkaları­ nın hayallerinde belirdikleri gibi değil,

gerçekte olduklan

gibi, yani maddi alanda faaliyet gösteren; üretim yapan ve onun için de kendi iradeleri dışında belli maddi sınırlar, varsayımlar ve koşullar altında çalışan kimseler olarak ele alınmalıdırlar. Fikirlerin, kavramların ve bilincin üretimi başlangıçta insanların maddi faaliyetleri ve maddi ilişkileriyle, gerçek . hayatın diliyle doğrudan doğruya içiçedir. Kavrama, dü-

27

şünme, insanlar arasında zihni alış veriş, bu düzeyde, in­ sanların

maddi

davranışlannın açık dışa-vuruşu

olarak

görünür. Aynı şey bir halkın siyaset, hukuk, ahlak,

din,

metafizik, vb. dilinde ifadesini bulan zihin üretimi için de ' geçerlidir. Kavramlarını, fikirlerini, vb. insanlar üretirler:

yani sahip oldukları üretim güçlerinin ve bunlara tekabül

eden ilişkilerin fen ileri biçimlerine kadar) belli bir geliş­

mesiyle şartlanmış gerçek, faal insanlar. Bilinç, hiç bir za­ man, bilinçli varoluştan

başka birşey olamaz; insanıann

varoluşlan da onların gerçek yaşama sureçleridir. Eğer bü­

tün ideolojide insanlar ve koşullan camera obscura'da1 ol­

duğu gibi başaşağı görünüyorsa, bu, insanların tarihi yaşa­ ma süreçlerinin bir sonucudur; nasıl ki eşyanın retina üze­ rinde ters dönmesi de insaniann fiziki yaşama süreçlerinin bir sonucudur.

Gökten yeryüzüne inen Alman

felsefesine

doğruya karşıt olarak biz burada yeryüzünden

doğrudan

göğe yük­

seliyoruz. Yani bu demek ki, etten kemikten yapılma insan­

lara ulaşmak için biz ne insaniann sözünü ettikleri, haya­

lini kurdukları, kafalarında tasarladıklan şeylerden, ne de anlatılan, düşünülen, hayal edilen, tasarlanan insanlardan

yola çıkıyoruz. Biz gerçek faal insanlardan ve onların

gerçek

yaşama surecınm

yaşama

ideolojik

yola çıkıyoruz,

süreçlerini esas alarak,

bu

yansılarının ve yankılarının

gelişmesini ortaya koyuyoruz. İnsan

beyninde beliren ha­

yafetler de, ister istemez, insaniann deneysel olarak doğ­

rulanabilir, maddi temellere bağlı maddi yaşama süreçle­

rinden doğan soyutlamalardır. O halde ahlak, din, metafi­

zjk, ve ideolojinin bütün geri kalan kısmı ile bunlara teka­

bül eden bilinç biçimleri sözde bağımsız görünüşlerini artık

ll

Ortaçağda çok yaygın bir araç. Aynalar yardımıyla düz

bir yüzeye bir manzaranın göriintüsünü yansıtmaya yarardı. araçta göriintü başaşağı görünürdü.

Bu

koruyamazlar. Bunlann ne tarihleri vardır ne de gelişmele­ ri; insanlar maddi üretimlerini ve maddi ilişkilerini gelişti­ rirken gerçek varoluşlanyla birlikte düşüncelerini

ve dü­

şüncelerinin ürünlerini de değiştirirler. Hayat bilinçce be­ lirlenmez; bilinç hayatca belirlenir. Birinci yöntemde hare­ ket noktası, yaşayan birey olarak ele alınan bilinçtir; ger­ çek hayata uygun olan ikincisinde ise hareket noktası, yaşa­ yan gerçek bireylerin kendileridir, ve bilinç sadece onlann bilinci olarak ele alınır. Bu yöntem öncüllerden yoksun değildir. Gerçek öncül­ lerden hareket eder ve bir an bile aynlmaz onlardan. Onun hareket noktası insanlardır; ama hayali bir yalnızlık ve ka­ tılık içinde insanlar değil, belirli koşullarda gerçek, deney­ sel olarak gözlemlenebilir bir gelişme süreci içinde insan­ lardır. Bu faal yaşama süreci gözönüne serildiği anda tarih, ampiristlerde olduğu gibi soyut bir ölü olaylar dizisi, ya da idealistlerde olduğu gibi hayali öznelerin hayali bir faaliye­ ti olmaktan çıkar. Spekülasyonun bittiği yerde -gerçek hayatta- müspet bilim, yani insanıann pratik faaliyetlerinin, pratik gelişme süreçlerinin ortaya konulması başlar.

Bilinç üzerine lafa­

zanlık sona erer; gerçek bilgi onun yerini almak zorunda­ dır. Gerçeğin göz önüne serildiği yerde felsefe bağımsız bir bilgi dalı olarak varoluş ortamını yitirir. Onun yerini alsa alsa, en genel sonuçlann özetlenmesi, insaniann tarihi ge­ lişimlerinin gözlenmesinden çıkan soyutlamalar alır.

Ger­

çek tarihin dışında, kendi başlanna, bu soyutlamalann hiç bir değeri yoktur. Sadece tarihi malzemeyi bir düzene sok­ maya, tarihi malzemenin ayn ayn tabakalannın

izlediği

sırayı göstermeye yardımcı olurlar. Ama hiç bir surette, fel- · sefe gibi, tarih çağlannı dertop etmeye yarar bir reçete ya da şema sağlamazlar. Tersine, asıl güçlük işte o zaman, is­ ter geçmiş bir çağa, tarihi malzemeyi

ister günümüze ait olsun elimizdeki

inceleyip düzene

sokmaya -gerçekten 29

göz önüne sermeye- başladığımız zaman kendini gösterir.

Bu güçlüklerin giderilmesi,

burda belirtmemiz

imkansız,

fakat ancak her bir çağın kendi kişilerinin gerçek yaşama süreçleri ve faaliyetlerinin incelenmesiyle açığa çıkarılabi­ lecek öncüilere bağlıdır. Burda bu soyutlamalardan bazı­

larını seçip ideologların yaptıklarının tersine kullanacağız,

ve her birini tarihten örneklerle açıklıyacağız.

[1] Tarih Konumuz hiç birşeyi düşünceleline temel almayan Al­

manlar olduğuna göre, bütün beşeri varoluşun, dolayısıyla

bütün tarihin ilk öncülünü, yani insanların «tarih yapabil­

meleri» için yaşamaları gerektiğini ileri sürmekle işe başla­

malıyız. Fakat hayat, herşeyden önce, yemek içmek, barın­ mak, giyinmek ve daha birçok şey demektir. Şu halde ilk ta­

rihi fiil, bu ihtiyaçlan karşılayan araçların, maddi hayatın

kendisinin üretilmesidi.r. Ve salıiden de bu, binlerce yıl ön­ ce olduğu gibi bugün de, salt insan hayatını sürdürmek

için her günün her saati yerine getirilmesi gereken tarihi bir fiildir, bütün tarihin temel bir olgusudur.

Duyumsal

dünya bir asgariye, Aziz Bruno'da olduğu gibi bir değneğe

indirgenset dahi, bu bile değneğin yapılması fiilini şart ko­

şar. Bu nedenle, herhangi bir tarih yorumunda herşeyden

önce bu temel olguyu bütün anlamı ve bütün uzantılarıyla

gözönünde tutmamız, hakkını vermemiz gerekir. Çok iyi bi­ lindiği gibi Almanlar hiç bir zaman bunu yapamamışlar­ dır; o yüzden tarihi hiç bir zaman bir dünya temeline ptur­ tamamışlar, yine o yüzden

Almanlar'dan

mamıştır. Fransızlar: ve İngilizler, özellikle nin ağına takılıp kaldıklan

hiç tarihçi çık­ siyasi ideoloji­

sürece, bu olgu ile sözümona

tarih arasındaki ilişkiyi sadece tek-yanlı olarak görmüşler-. 1) Kitapta fikirleri eleştirilen Bruno Bauer'in bir teorisine atıf yapılıyor.

dir ama, sivil toplumun, ticaretin ve sanayının tarihlerini ilk yazanlar olmakla yine de tarih bilimine maddeci bir te­ mel sağlama yolunda ilk çabayı gösterenler onlar olmuş­ tur. İkinci nokta şudur: İlk ihtiyacın karşılanması (ihtiyacı karşılama fiili ve ihtiyacı karşılama aracının elde edilmesil yeni ihtiyaçlar doğurur; bu yeni-ihtiyaçlar üretimi ilk tari­ hi fiildir. Burda derhal, Almanların büyük · tarihi hikmet­ lerinin nerden geldiğini görüyoruz: Almanlar müspet mal­ zemeden yana dara düştükleri, ilahiyat, siyaset ya da ede­ biyat saçmalıklanndan dem vuramaz olduklan zaman, bu tarih filan değil, "tarih-öncesi dönem" dir derler. Fakat bu ne idüğü belirsiz "tarih-öncesi"nden gerçek anlamında ta­ rihe nasıl geçtiğimize dair bize hiç bir açıklık getirmezler. 'Hiç bir açıklık getirmedikleri gibi bir yandan da, tarih üze­ rine spekülasyonlannda, bu

"tarih-öncesi"ne dört elle sa­

rılırlar; çünkü hem orda "kaba olgular" dan konindukları­ nı sanırlar, hem de spekülasyon hevesine kendilerini sonu­ nadek kaptınp bini bir paraya varsayımlıq.r . kurar, varsa­ yımlar yıkarlar. Daha ilk baştan tarihi gelişme içinde yer alan üçüncü nokta şudur: hergün hayatlarını .. yenıden yapan insanlar­ başka insanlar yapmaya, hemcinslerini üretmeye başlarlar: erkek-kadın,

ana-baba-çocuklar ilişkisi, aile. ilkin yegane sosyal ilişki olan aile sonraları, artan ihtiyaçlar yeni sosyal ilişkiler, çoğalan nüfus da yeni ihtiyaçlar doğu.rdukça fAl­ ınanya'dan gayri yerlerdel ikincil bir ilişki olur. O zaman aile, Almanya'da usulden olduğu üzre "aile kavramı"na göre değil, eldeki deneysel verilere göre incelenmeli ve çö­ zümlenmelidir.1 Sosyal faaliyetin bu üç vechesi muhakkak 1) Evlerin yapımı. Göçebelerin ayn aile çadırlan olması. gi­ bi vahşilerde de her ailenin mutlaka kendi mağarası ya da ku·

.

31

ki üç ayrı aşama olarak değil, sadece, tarihin başlangıcın­ dan ve ilk insanlardanberi bir arada varolagelen; ve bu­ gün de tarihte kendilerini

belli eden üç veche, ya da Al­

manlara daha açık gelecek bir deyimle, üç "uğrak"

olarak

anlaşılmalıdır. Hayatın üretilmesi, gerek insanın çalışarak kendi ha­ yatını yaratması, gerekse çoğalarak yeni hayatlar yaratma­ sı, bu durumda çifte bir ilişki olarak görünüyor: bir yan­ dan doğal, bir yandan sosyal bir ilişki. Sosyalden anladığı� mız,

çok sayıda bireylerin, hangi koşullar altında olursa

olsun, ne tarzda ve ne amaçla olursa

olsun işbirliğidit.

Bundan şu sonuç çıkar: belli bir üretim tarzı ya da sanayi aşaması, her zaman, belli bir işbirliği tarzı ya da sosyal aşama ile birlikte gider; bu işbirliği tarzının kendisi de bir "üretim gücü"dür. Dahası, insanların kullanabildikleri üre-

lübesi vardır. Özel mülkiyetin gelişmesi bu ayrı ev ekonomisini büsbütün gerekli kılar. Tanmla geçinen halklarda ortak [komü­ nal] ev ekonomisi, toprağın ortaklaşa işlenmesi kadar imkansız­ dır. Şehirlerin kurulması ileriye doğru büyük bir adımdı. Fakat önceki dönemlerin hepsinde bireysel ekonominin ortadan kaldı':. rılması (ki bu özel mülkiyetİn ortadan kaldırılmasına bağlıdır) imkansızdı, çünkü bunun için gerekli maddi koşullar yoktu. Or­ tak ev ekonomisinin kurulabilmesi için daha önceden makinele­ riri gelişmiş, doğa güçlerinden ve daha birçok başka üretim güç­ lerinden -su ikmali, gazla aydınlatma, buharla ısınma vb.- ya­ rarlanma yollannın açılmış, şehirle kır arasındaki· çelişkinin gi­ derilmiş olması şarttır. Bu koşullar olmaksızın ortak ekonomi kendi başına yeni bir üretim gücü olamazdı; maddi temelçlen yoksun kaldığı ve sadece teorik bir temele dayandığı için olsa olsa bir ucübe ohrr, manastır ekonomisinden bir adım öteye gi­ demezdi. Belirli bazı amaçlara yarıyan komünal yapıların (hapishaneler, kışlalar, vbJ bir araya toplanması ve dikilmesiyle ortaya çıkan şehirler bu ahinda neyin mümkün olabildiğini gös­ terir. Bireysel ekonominin ortadan kaldırılmasının ailenin orta­ dan kaldırılmasına bağlı olduğu açıkça ortadadır. (Marx-Engels' in :i:ıotuJ 32

tim güçleri toplami toplumun karakterini belirler. O halde "insanlık tarihi", her zaman, sanayi ve mübadelenin tarihi ile bir arada incelenmeli ve açıklanmalıdır. Oysa Almanya'­ da tarihin bu türlüsünü yazmanın imkansız olduğu ortada­ dır; zira Almanlar bunun için gerekli

kavr�yış gücünden

ve malzemeden yoksun olduklan gibi, "duyulannın tanık­ lığı"ndan da nasipsizler. Ren'in öte

yakasında bu gibi ş ey­

lerle karşılaşmamza imkan yoktur, çünkü orada tarih dur.:.

muştur. Böylece insanların birbirleriyle maddi bir bağlantı

bu

içinde oldukları,

bağlantının insanların

ihtiyaçları' ve

üretim tarzlannca belidendiği ve insanlar kadar

eski oldu­

ğu daha baştan şüphe götürmeyen bir gerçektir. Bu bağ,­ lantı durmadan yeni biçimlere girmekte ve insanlan ,özel­ likle birbirlerine kenetlediği iddia edilen her türlü siyasi ve dini saçmalıklardan

bağımsız bir "tarih"

ortaya koy­

maktadır. İşte ancak şimdi, yani te mel tarihi ilişkilerin dört uğ­

rağını, dört veçhesini gözden geçirdikten sonra, insanın bir de "bilinci" olduğunu görüyoruz. den bir

bilinç,

saf"

"

Fakat,

bir bilinç değildir

yine bu.

de, kendin�

"Ruh'', daha

başlangıçtan, hareket halinde hava tabakaları, sesler, kısa.:.

gösteren maddeylEl "yüklü" olma mu­ sibetine uğramıştır. Dil, bilinç kadar es_kidir. Dil, başkalan için de var olan, ve ancak bundan ötürü benim için gerçek­ ten var olan pratik bilincin ta kendisidir; tıpkı bilinç gibi, yalmz başkalarıyla iliş ki kurma ihtiyacından, zorunlul'u­ ğundan doğar. Nerde bir ilişki varsa, benim için vardır o ca dil olarak kendini

ilişki; hayvanın herhangi birşeyle "ilişkisi'' yoktur; hiç iliş ­ ki kurmaz hayvan. Hayvanın .başkalarıyla ilişkisi onun için

bir .ilişki değildir. O halde bilinç, ilk baştanberi

bir so syal ·

ürün sadece _ en

üründür, insanlar varolduklan . sürece de bir sosyal

Mu1ı:akkak ki bilinç, önceleri, bilinci ve kendi bilincinde olma­ kişiyle omm dışındaki insanlar ve eşya arasın-

olarak kalacaktır.

yakın

duyumsal çevrenin

ya başlıyan

33

daki sınırlı bağlantının bilincidir. Doğa ilkin hepten yaban­ cı, herşeye kaadir, başedilmez bir güç olarak görünür insan­ lara; insanlar onunla sadece hayvansı bir ilişki kurarlar, tıpkı vahşi hayvanlar gibi karşısında

dehşete

kapılırlar.

Dolayısıyla sırf hayvansı bir doğa bilincidir bu (doğa dinD . Burda hemen şunu görüyoruz: bu doğa dini, ya da in­ sanların doğayla bu özel ilişkisi toplum biçimi tarafından, toplum biçimi de onun tarafından belirlenir. Her yerde ol­ duğu gibi burda da doğa ile insanın

özdeşliği bize şunu

gösteriyor; insanların doğa ile kısıtlı ilişkileri

insanların

birbirleriyle kısıtlı ilişkilerini, bir birleriyle kısıtlı ilişkileri de doğa il.e kısıtlı ilişkilerini belirler;

çünkü doğa henüz

tarih tarafından pek az değişikliğe uğra�ılmıştır.. Aynı za­ manda, insanın çevresindeki kişilerle ilişki kurmadan yaşı­ yamıyacağının bilincinde olması,

toplum içinde yaşadığı­

nın bilincine varmaya başlaması demektir. Bu bilinç, baş­ langıçta,

o

aşamadaki sosyal hayat kadar hayvansıdır. Salt

bir sürü bilincidir, ve bu noktada insanı koyundan ayırde­ den tek şey, onda içgüdünün yerini bilincin almış olması, ya da o insanın içgüdüsünün bilinçli bir içgüdü olmasıdır. Bu koyunca bilinç ya da kabile bilinci, verimin artması, ın.:. tiyaçların artması, ve bunların her ikisi için de şart olan nü­ fusun artması ile daha da gelişir, genişlik kazanır. Onunla birlikte işbölümü de ortaya çıkar. işbölümü ilkin cinsi mü­ nasebette işbölümünden başka birşey

değilken, sonraları

doğal melekeler (mesela pazu gücü) , ihtiyaçlar, rastlantılar, vb. yoluyla kendiliğinden ya da "doğal" olarak gelişen işbö­ lümüne dönüşür. işbölümü ancak beden ve

zihin

einegı

arasında bir ayrılma başgösterdikten sonra salıiden işbölü­ mü olur.. Doğrusu o andan itibaren bilinç, halihazır prati­ ğin bilincinden başka. birşey olmakla, gerçek birşeyi tem­

sil etmeksizin

gerçekten

birşeyi temsil etmekle. böbürlene­

bilir artık; kendini .dünyadan kurtaracak, "saf" teori, ilahi­ yat, felsefe ahlak, vb. yaratmaya başlıyacak duruma gel34

miştir. Ne ki bu teori, ilahiyat, felsefe, ahlak, vb., halihazır ilişkilerle çelişkiye düşse bile, böyle birşey ancak halihazır sosyal ilişkilerin halihazır üretim güçleriyle çelişkiye düş­ müş olmasından ötürüdür. Bu durum ayrıca, belli bir milli alan -ilişkiler alanı- içinde de, çelişmenin milli yörünge­ de değil, bu milli bilinç ile başka milletierin

pratiği, yani

(şimdilerde Almanya'da gördüğümüz gibD bir milletin mil­ li bilinci ile genel bilinci arasında belirmesiyle de ortaya çıkabilir. Zaten bilincin kendi başına ne yapmıya

kalktığının

hiç bir önemi yoktur. Bütün bu çirkeften sadece şu sonucu elde ederiz: bu üç uğrak, üretim güçleri, toplumun durumu ve bilinç, birbirleriyle çelişebilirler ve mutlaka çelişecek­ lerdir; çünkü

işbölümü zihni ve maddi faaliyetin -eğlence­

nin ve çalışmanın, üretim ve tüketimin- değişik kişilerin nasibine dü Şmesi imkanını, hatta olgusunu da birlikte ge­ tirir. Bu üç unsur arasında çelişki

çıkmamasının tek yolu,

giderek işbölümünün de inkandır. · Kaldı

ki, "hayaletler"

"bağlar", "üstün varlık", "kavram" ve "kurutu" nun da tek başına kalmış bireyin idealist,

zihinsel ifadesinden, görü­

nürdeki kavranılışından, hayatı üretme tarzını ve . onunla birlikte mübadele tarzını kuşatan

ziyadesiyle

teklerin ve sınırıann tasanmından başka

somut kös­

birşey olmadığı

apaçık ortadadır. Bütün bu çelişkileri içinde

taşıyan ve kendisi de aile

içindeki doğal işbölümüne ve toplumun birbirine karşıt tek tek ailelere bölünmesine dayanan işbölümü, aynı zaman­ da, emeğin ve emek ürünlerinin dağılımını, hem de Cnice­ likce ve nitelikeel

·

eşit olmayan dağılımını, dolayısıyla mül­

kiyeti içerir. Mülkiyetin çekirdeği, ilk biçimi, aile içinde­ dir: ailede kanyla çocuklar · kocanın köleleridir. Aile içinde­ ki bu gizli kölelik, henüz çok kaba olmakla birlikte, ilk mül­ kiyettir; fakat henüz bu ilk aşamada bile, mülkiyetin baş­ kalannın emek gücünü serbestce kullanma yetkisi olduğu-

35

nu söyleyen çağdaş iktisatçılann

tanırnma

tıpatıp uyar.

Kaldı ki işbölümü ve özel mülkiyet aynı anlamı taşır; ayıu şey birinde faaliyete, öbüründe faaliyetin ürününe atıf ya­ pılarak ifade edilmiştir. Bundan başka, işbölümü, tek bir' bireyin ya da tek bir ailenin çıkan ile, birbirleriyle reylerin ortak

ilişki içine giren bütün bi­

çıkan arasındaki çelişkiyi

de içerir.

Ger­

çekten de bu ortak çıkar, "genel çıkar" gibi öyle salt lıa­ yalde varolan birşey değildir; aralannda emeği bölüşen bi­ reylerin karşılıklı bağımlılığı olarak herşeyden önce ger­ çekte kendini gösterir. Ve nihayet işbölümü bize ilk kez şu­ nu gösterir: insan doğal1 toplum içinde kaldıkça, yani özel çıkarla ortak çıkar arasındaki aykınlık sürüp gittikçe, do­ layısıyla insan faaliyeti isteğe

bağlı olarak değil de doğal

olarak bölüşüldükçe, insanın kendi yarattıklan ona karşı çıkan yabancı bir güç olur, ve bu güç onun denetimi altına gireceği yerde onu kendine köle eder. Çünkü emeğin bölü­

şülmesi ortaya çıkar çıkmaz . herkesin kendisine ait ve yal­ nız ona ait bir faaliyet alanı olur; bu alan kişiye zorla kabu1 ettirilir, kimse kendi alanının dışına çıkamaz. Kişi ya bir avcı, ya bir balıkçı, ya bir çoban ya da bir eleştirici eleştir­ mendir2. Geçimini gözden çıkarmadığı sürece de öyle kal­ mak zorundadır. Oysa komünist toplumda kimsenin yalnız kendisine ait tek bir faaliyet alanı yoktur; herkes dilediği dalda kendini yetiştirebilir. Genel üretimi toplum düzenler,

o

sayede ben bugün birşey yapı�orsam yann başka birşey

ll

"Doğal" kelimesi burada, Marx'ın da belirttiği gibi,

kişi­

nin kendi belirli, özel çıkan ile toplumun ortak çıkan arasındaki aykırılığı . sürdüren, yani kişilerin henüz "yabancılaşma"dan kur­ tulamamış oldukları toplumu anlatır. Daha yukarda geçen "işbö­ lümü" teriminde ise "doğal" kelimesi, kapitalizm-öncesi ekonomi­ de görıilen işb Ölümünü sonraki işbölümünden ayırdetmek kullamlmıştır.

2}

36

Bauer' e bir atıf. .

için

yapabilirim; gönlümün dilediği gibi sabah ava gider, öğ­ leden sonra balık tutarım, akşam davara bakanın, akşam yemeğinden sonra da eleştiri yaparım, ama hiç bir zaman avcı, balıkçı, çoban ya da eleştirmen olmam. Sosyal faaliye­ tin böyle donduroluşu kendi ürettiğimiz şeylerin bizim de­ netimimiz dışına çıkan, emenerimize set çeken, hesapları­ mızı bozan nesnel bir güç haline gelip tepemize çıkışı, gü­ nümüze kadarki tarihi gelişmenin başlıca özelliklerinden birisidir. Bireyin çıkarı ile topluluğun çıkarı arasındaki bu çeliş­ ki sonucunda topluluğun çıkarı bireyin ve �topluluğun ger­ çek çıkarlarından kopuk, bağımsız bir ·biçime bürünür: Devlet. Bu bağımsız biçim aynı zamanda sözde ortak bir hayatmış gibi görünür; ama her zaman, her bir ailede ve kabileler topluluğunda mevcut -kan, hısımlık, dil, daha geniş ölçüde işbölümü ve başka çıkarlar gibi- gerçek bağ­ lara ve özellikle de, ilerde daha geniş olarak açıklıyacağı­ mız gibi, sınıfıara dayanır. İşbölümü tarafından belirlen­ miş olan bu sınıflar bütün bu çeşit insan topluluklarında birbirlerinden ayrılırlar. İçlerinden biri diğerlerini hakimi­ yeti altına alır. O halde Devlet içinde süregiden bütün mü­ cadeleler, demokrasi, soylular, ve kırallık arasmda mücade­ le, oy hakkı için mücadele, vb., hep, değişik sınıfların bir­ birleriyle sürdürdükleri gerçek mücadelelerin aldatmaca biçimlerinden başka birşey değildir. (Alman teoricilerinin böyle birşeyden haberleri bile yoktur; oysa Deutsch-Fran­ zösiche Jahrbücher'de ve Die heilige Familie'de1 kendileri­ ne bu konuda yeterince ön-bilgi verilmişW . Yine o halde, hakimiyet için mücadele eden her sınıf, o sınıfın hakimiye­ ti -proletarya için olduğu gibi-'- eski toplum biçiminin tü­ münü, bu araüa hakimiyet denilen şeyin kendisini de orta-

H

1) Kutsal Aile. Marx'la .Engels'in 1B45'de egel-sonrası He­ gel' ci felsefeyi eleştirrnek için yayınlarlıklan kitap.

37

dan kaldırmayı şart koşsa dahi, kendi çıkarını genel çıkar olarak kabul ettirebilmek için (ki ilk anda buna caktır)

ce

zorlana­

sade­

önce siyasi iktidan ele geçirmelidir. Bireyler

özel çıkarlannın peşinden koştuklan, ve bu çıkar onla­

rın gözünde . ortak çıkarları ile uyuşmadığı

için (aslında

"genel çıkar" ortak hayatın aldatıcı bir biçimidir) , ortak çıkar onlara, kendilerine "yabancı",

"bağımsız" bir çıkar

olarak, ve belirli ve ayrı bir "genel çıkar" olarak zorla kı;ı.­ bul ettirilecektir; aksi halde bireyler, demokraside olduğu gibi, bu uyuşmazlık

içinde kalmaya

mahkümdurlar. Öte

yandan, gerçekten de bu ortak ve sözde sürekli

çelişki

halinde

olan

özel

ortak çıkarlarla

çıkarların

aralannda

sürdürdükleri pratik mücadele, Devlet biçimine sözde

"genel"

timi gerekli

çıkar

kılar.

eliyl e

Sosyal

pratik

güç, yani

müdahele çeşitli

bürünen ve

dene­

bireylerin iş­

bölümünce belirlenen işbirliğinden doğan kat kat çağalmış üretici güç, yaptıklan işbirliği kendi rızalan ile değil de do­ ğal olarak ortaya çıkmış işbirliği olduğu için, bu bireylerin gözüne kendilerinin birleşik gücü olarak görünmez; kendi­ lerinin dışında bir güç, kökenini ve hedefini bilemedikleri, o yüzden · üzerinde hakimiyet kuramadıkları,

tam tersine,

insanın iradesinden ve eyleminden bağımsız belli bir dizi evreden ve aşamadan geçen, hatta insanın iradesini ve eyle­ mini güden yabancı bir güç olarak görünür. Feylesoflann

anlıyabileceği

deyimle bu "yabancılaş­

ma:'nın ortadan kaldırılması ancak iki pratik temel şartın varlığı ile mümkündür. Yabancılaşmanın "çekilmez"

bir

güç, insanların devrimle karşısına çıktıkları bir güç olabil­ mesi için, insanlığın büyük çoğuuluğunu ."mülkiyetten yok­ sun" kılmış, ve aynı zamanda bu durumla çelişen bir zen­ ginlik ve kültür alemi yaratmış olması gerekir; bu iki temel şartın varlığı ise üretici gücün çok fazla artmış olmasına, ileri bir gelişme düzeyine varmış yandan üretim gü çlerinde bu _

olmasına

gelişme

bağlıdır. Öte

(ki bu, insanların

gerçek günlük hayatlannı mahalli çapta değil, hi çapında yaşadıklannı gösterir)

mutlaka zorunludur; çünkü o olmadan nelleştirilmiş olur, işin içine

dünya tari­

pratik bir temel olarak

darlık sadece ge­

yoksulluk girince zorunlu ih­

tiyaç maddelerini elde etme mücadelesi

ve bütün o ciğfe

ister istemez hep tekrarlanır durur; ve çünkü insanlar ara­ sında

evrensel bir ilişkinin kurulabilmesi ancak üretim güç­

lerinin bu evrensel bütün

gelişmesiyle mümkündür. Bu ilişkiler

milletlerde birden "mülkiyetten yoksun"

nın aynı anda ortaya çıkmasına neden olur

bir yığı­

(evrensel re­

kabet) , her milleti başka milletierin devrimlerine bağınılı kılar,

nihayet mahalli kişilerin yerine hayatlannı

dünya

tarihi çapında yaşıyan, evrensellikleri deneysel olarak göz­ lenebilir kişileri geçirir.

Böyle olmasaydı

1) komünizm

sadece mahalli bir olay olarak varolabilirdi; 2) ekonomik ilişki

güçleri evrensel, dolayısıyla çekilmez güçler olarak

gelişernemiş olurdu: batıl inançlarca kısıtlanmış

mahalli

koşullar olarak kalırlardı; 3) ekonomik ilişkilerde her iler­ leme mahalli komünizmi ortadan kaldınrdı. Deneysel ola­ rak komünizm, hakim halklann "hep birden" ve aynı an­ da gerçekleştirdikleri bir fiil olarak gerçekleşebilir ancak1: bu da üretim güçlerinin evrensel gelişmesini, ve kömüniz­ me sıkı sıkıya bağlı dünya çapında ilişkileri Başka türlü nasıl olur da mesela olurdu, mülkiyet farklı biçimlere

mülkiyetin girebilirdi,

şart. koşar. bir tarihi ve mesela

ll Proleter deVIiminin bütün ileri ülkelerde aym zamanda gerçekleşeceği, dolayısıyla tek bir ülkede devrimin zafere ula.ş­

masımn imkansız olduğu görüşü, Engels'in Komünizmin İlkeleri

( 1 847) makalesinde kesin ifadesini bulmuştur, ve tekelci kapitalizm:

öncesi dönem _için doğrudur. Sonradan, emperyalizm çağında ka­ pitalizmin eşit olmayan ekonomik ve siyasi gelişmesi kanunundan hareket eden Lenin, yeni tarihi koşullarda sosyalist deVı-imin ilkin birkaç ülkede, hatta tek bir ülkede zafere ulaşabileceği sonucuna varmıştır.

39

toprak mülkiyeti farklı öncüller nedeniyle Fransa'da

çok

ellerdeyken ufak bir azınlığın elinde toplanmaya, İngilte­ re'de ise, bugün olduğu gibi ufak bir azınlığın elinde top­ lanmışken parçalanmaya doğru · gidebilirdi? Ya da nasıl olur da, aslında çeşitli bireylerin ve ülkelerin ürünlerinin

mübadelesinden başka birşey olmayan ticaret, bir İngiliz iktisatçısının

dediği

gibi,

eskilerin

kısınet perisi misali

yeryüzünü tepeden dolaşıp sihirli eliyle kimine servet, ki� mine sefalet dağıtan, imparatorluklar . kurup imparator­ luklar batıran, milletleri yükseltip çökerten arz-talep iliş­ kisi sayesinde bütün dünyaya hakim olabilirdi? Ve buna karşılık nasıl olur da, özel mülkiyetin temelinin ortadan kaldırılmasıyla, üretimin komünist ilkelere göre düzenlen­ mesiyle Cve bunun bir sonucu olarak insanlarla kendi ya­ rattıkları ürünler arasındaki düşmanca sıylal

ilişkinin kırılma­

arz-talep ilişkisinin gücü hiçe iner, insanlar müba­

deleyi, üretimi, karşılıklı ilişkilerinin biçimini yeniden de­ netim altına alabilirlerdi? . . . Önceki

tarihi

aşamaların hepsinde,

mevcut

üretim

güçleri tarafından belirlenen ve kendisi de bunları belir­ leyen ilişki biçimi sivil toplumdur1• rimizden de açıkça anlaşılacağı

Yukanda

söyledikle­

gibi, bu sivil toplumun

önculleri ve temeli basit aile ile bileşik

aile, yani kabile

denilen şeydir. Bu toplumun daha kesin özelliklerini yu. karıda

sıralamıştık Bu kadarı bile,

sivil toplumun nasıl

bütün tarihin gerçek kaynağı ve sahnesi olduğunu, ve ger­ çek ilişkilere gözünü kapatıp prenslerle devletlerin şata­ fatlı maceralanndan ötesini görmeyen bugünedek geçerli tarih anlayışının ne denli saçına birşey olduğunu göster­ meye yeter.

I)

Bireyler arası ilişkilerin ve sosyal

miş olduğU toplumu nılan terim.

40

örgütlenmenin geliş­

"doğal'' toplumdan ayırdetmek için kulla­

Sivil toplum, üretim güçlerinin gelişmesinin belli bir aşamasında kişiler arasındaki

maddi ilişkileriri

tümünü

kapsar. Belli bir aşamanın bütün ticaret ve sanayi haya­ tını kapsar, bu

bakımdan

çerçevesini

Devlet ve millet

aşar; ama bir yandan da, yabancılada ilişkilerinde milli­ yet

olarak ortaya çıkmak, .içeriye karşı ise Devlet olarak

örgütlenmek zorundadır. lische

"Sivil

toplum" deyimi

Geselschaftl ı On Sekizinci Yüzyılda,

{bürger­

mülkiyet iliş­

kilerinin İlk ve Ortaçağ komünal toplumundan kendileri­ ni sıyırıp kurtarmış olduğu bir zamanda ortaya çıktı. Bu anlamda, sivil toplum ancak burjuvazi ile birlikte gelişir; ama bütün çağlarda Devletin ve tüm idealist

üstyapının

temeli olan üretim ve ticaretten doğruca çıkıp gelişen sos­ yal örgütlenmeye ötedenberi bu isim verilmiştir.

[ 2 ] Bilincin Üretimine Dair . . . Bu tarih anlayışı, hayatm kendisinin maddi üretimin­ den

başlıyarak üretimin gerçek sürecini açıklıyabilmemi­

ze, bu üretim tarzıyla bağlantılı ve onun tarafından yara­ tılan ekonomik ilişkiler biçiminin

(yani çeşitli aşamala­

rında sivil toplumun) bütün tarihin temeli olduğunu anlı­ yabilmemize bağlıdır;

aynca,

sivil

toplumu eyleminde

Devlet olarak göstermemize, her türlü teorik ürünler

ve

bilinç biçimlerini, dini, felsefeyi, ahlakı, vb. bu temelden hareket ederek

açıklamamıza, .kaynaklannı ve gelişmele­

rini izlernemize bağlıdır. Bu sayede bunlann hepsinin bir bütün olarak ortaya konulabileceği muhakkaktır sıyla

bu çeşitli yönlerin . birbirleri üzerinde

(dolayı,..

karşılıklı et­

kileri de göz önüne serilebilir) . Bu tarih anlayışl!, idealist tarih anlayışı gibi öyle her dönemde ayn · bir kategori ara1} "Bürgerlische Geselschaft" hem de "sivil toplum" anlamına gelebilir.

"burjuva toplumu",

hem

41

mak zorunda değildir; tarihin gerçek zaman

zemininden hiç bir

aynlmaz; pratiği fikirle açıklamaz,

fikirlerin olu­

şumunu maddi pratikle açıklar; bundan, bütün bilinç bi­ çimlerinin ve ürünlerinin zihni eleştiriyle, "kendi bilincin­ de olma"ya indirgenmekle,

"lıayaletler"e,

"heyulalar"a,

"hayaller"e filan dönüştürülmekle çözülemiyeceği, ancak bu idealist palavraları doğuran fiili sosyal

bunun ilişkile­

rin pratikte yok edilmesiyle mümkün olabileceği, tarihin ve tarih kadar

da dinin,

türlerinin ardındaki duğu

sonucunu

felsefenin ve bütün diğer teori

itici gücün eleştiri değil, qevrim

çıkarır. Tarihin

"ruhun

ol­

ruhu" olarak

"kendi bilincinde olma"ya indirgenmekle sona erınediğini, tarih içinde her bir aşamada

maddi bir sonuç, yani bir

üretim güçleri toplamı, bireylerle doğa arasında ve birey­ lerle bireyler ara,sında tarihi olarak yaratılan bir ilişki ol­ duğunu, ve bunun her kuşağa bir önceki kuşaktan aktarıldı­ ğını; belli bir üretim güçleri, birikmiş sermaye ve koşullar yığınının

hem

bilfiil

yeni

kuşak

tarafından

değişikli­

ğe uğratıldığını, hem de yeni kuşağın yaşama koşullarını tayin ettiğini, ona belirli bir gelişim, özel bir karakter ka­ zandırdığım _gösterir. Bu tarih anlayışı, insanlar koşulları yarattığı kadar koşulların insanlan

yarattığını gösterir.

Her bireyin ve her kuşağın kendinden önce hazır bulduğu bu üretim güçleri, birikmiş sermaye ve sosyal ilişki biçim­ leri bütünü, feylesofların

'cevher'" ve "insanın özü" ola­

rak kavradı�lan, tanrılaştınp sonra da savaşa tutuştuklan şeyin gerçek temelidir: öyle bir gerçek temel ki, bu feyle­ soflar "kendi bilincinde olma" ve "eşsiz" diye başkaldıra­ dursunlar ona istedikleri kadar, o hiç tınmadan . insanıa­ nn gelişmesi üzerinde etkisini sürdürür. Belli

aralıklarla

başgösteren devrimci çalkantımn bütün kurulu düzeni te­ melinden yıkacak güçte olup olmadığını kararlaştıran da, yine, değişik . kuşaklann kendilerinden önce hazır bulduk­ lan bu yaşama koşullarıdır. Tam bir devrimin bu maddi 42

unsurlan (yani bir yanda halihazır üretim güçleri, öbür yanda toplumun o güne kadarki belirli koşuHanna değil sadece, o güne kadarki "hayatın üreti:rJ:li' 'nin ta kendisine, toplumun temelinde yatan "topyekun faaliyet"e de baş­ kaldıran bir devrimci yığın) hazır değilse eğer, bu devrim fikri yüz kere de dile getirilmiş olsa, pratik gelişme bakı­ mından birşey ifade etmez. bunu ispat etmektedir.

Nitekim

komünizmin tarihi

Bugünedek geçerli bütün tarih anlayışında tarihin bu gerçek temeli baştan sona kadar ya hiç dikkate alınma­ mış, ya da tarihin seyrini hiç mi hiç ilgilendinneyen sıra­ dan bir konu sayılmıştır. Bu yüzden tarih her zaman illa kendi dışında bir kıstasa göre yazılmıştır. Hayatın gerçek üretimi sanki tarihten de öneeye aittir; buna karşılık, sa­ hiden tarihi olan ne varsa gündelik hayattan ayn, dünya­ dışı ve dünya-üstü birşeymiş gibi görünür. Böylece insa­ nın doğayla ilişkisi tarihin dışında· bırakılır, giderek do­ ğayla tarih arasında karşıtlık yaratılır. Bu tarih anlayı­ şını benimseyenler, bundan ötürü, tarihte yalnız prensler­ le Devletlerin siyasi eylemlerini, dini ve daha başka tür­ den teorik kavgalan görebilmişlerdir; özellikle de, her · ta­ rih çağ·mda o çağın kendi aldanmacasına katılmadan ya­ ·

Mesela "din" ve "siyaset" herhangi bir ça­ ğın gerçek saiklerinin büründüğü biçimlerden ibaretken, o çağ kendini salt "siyasi" ve "dini" saiklerin etkisi al­ tında kalmış sanıyorsa, tarihçi bu görüşü olduğu gibi

pamamışlardır.

kabul eder. Söz konusu halkın gerçek pratiği hakkında o halkın kendi "fikri", kendi "anlayışı", onun pratiğini yö­ neten ve belirleyen yegane etkin güç bellenir. Eski Hintli­ ler ve Mısırlılarda görülen az gelişmiş işbölümü biçimi on� lann Devlet· ve tarihinde kast düzenini gerekli mi kılmış­ tır, tarihçi kast düzeninin. bu az gelişmiş sosyal biçimi ya­ ratan güç oldu.ğunu zanneder. Fransızlada İngilizler hiç olmazsa gerçeğe oldukça yakın siyasi aldanmacadan ken43

dilerini kurtaramazlarken, Almanlar "saf ruh" alanında dolanır dururlar, dini aldanmacayı tarihin itici gücü va­ parlar. Hegel'ci tarih - felsefesi bütün bu Alman tarih ya­

ince ifadesine" indirgenmiş son kertesi­ dir. Onun gözünde tarihin konusu sahici çıkarlar değil, hatta siyasi çıkarlar bile değil, saf düşüncelerdir. Dolayı­ zıcılığının

"en

sıyla Aziz Brurio'ya tarih, mutlaka, biri birini yutan ve so­ nunda hepsi birden "kendi bilincinde olma'.' tarafından yutuJ.an bir "düşünceler" dizisi olarak görünecektir. Ger­ çek tarih hakkında hiç birşey

bilmeyen

Mübarek

Max

Stirner. ise, ondan da daha tutarlı olarak, tarihin seyrinde

bir "şovaiye", haydut ve hortlak masalından başka birşey

görmez, ve karşılaştığı bu manzaradan kendini, tabii, an­ cak "kutsallığı tepmek"le kurtarabilir. Bu anlayış, doğru- , dan doğruya dini bir anlayıştır; dindar insanı ilkel insan,

tarihin hareket noktası olarak alır; hayalinde, dini fante­

zilerin üretimini geçim araçlannın ve hayatın kendisinin

üretiminin yeii.ne· koyar. Bütün bu tarih görüşü, temelle­ rinin yıkılışı ve bundan doğan vicdan sızılan ve kuruntu­

larla birlikte, Alnıaniann milli bir meselesinden ibarettir ve Almanlar için dahi sadece mahalli bir ilgi konusudur. Son

zamanlarda sık sık ortaya atılan

sela: "Tann mekanından insan rnekanına

önemli soru me­ geçiş" ne denli

gerçektir? Sanki bu "Tann mekanı" bugüne kadar hayal aleminden başka . bir yerde varolabilmiş, bu allarneler d e ötedenberi, haberleri bile olmaksızın, şimdi yolunu arayıp

durduklan "insan mekanı"ında yaşamıyorlarmış gibi ! Ve sanki bu teorik laf ebeliğinin esrannı çözmek için girişi­ len allamece oyun (başka hiç birş�y değil çünkü) aslında, . tam tersine, laf ebeliğinin halihazır dünya koşullanndan

çıktığını göstermiyormuş gibi ! Alman milletinin her za­ manki huyudur bu zaten: eski

yazariann saçmalıklann­

dan yepyeni bir UClibe çıkarmak, yani bütün bu saçmalık­ ta keşfedilebilir bir özel anlam olduğunu varsaymak

Oysa sorun, aslında, bu teorik laflan fiilen mevcut koşul­ lardan hareket ederek açıklamaktan ibarettir. Bu IMiann gerçekte ve pratikte ortadan kaldınlması, bu kavramıann insanların bilincinden kazınması; _ daha önce de s öylediği­ miz gibi, teorik çıkarsamalarla değil, değiştirilen koşullar­ ca sağlanacaktır. insaniann büyük

çoğunluğu için, yani

için, bu teorik kavramlar· mevcut değildir, do­ layısıyla ortadan kaldırılmalarına da gerek yoktUT. Bu ço­ proletarya

ğunluk bir zamanlar din, vb. gibi bir takım teorik fikirle.

.

ri benimsemiş dahi olsa, bunl!:ı.r koşullann

etkisiyle çok-

tan ortadan kalkmışlardır.

[ Feuerbach'ın Tutarsız Maddeciliğinin Eleştirisi] . . . gerçekte, ve pratik maddeci, yani

Komünist için sorun,

mevcut dünyayı devrimci bir değişikliğe · uğratmak, mev­ cut şeylere karşı pratikte saldırıya geçip onlan değiştir­ mektir. Feuerbach'da zaman zaman bu gibi görüşlere rast­ lasak bile bıinlar hiç bir zaman münferit seziler olmaktan öteye

varmazlar; onun genel anlayışı üzerinde etkileri o

kadar azdır ki, gelişmeleri mümkün

birtakım başlangıç­

lardan fazla birşey sayılamazlar. Feuerbach'ın

duyumsal

dünyayı "kavrayışı" bir yandan dünyaya soyut düşüiımey­ ıe· bakış, bir yandan salt duyguyla sınırlıdır. "Gerçek ta�

rihi insan" yerine_ "İnsan" der Feuerbach. "İnsan", gerçek­ dünyaya . soyut te, "Alman" dır. İlk durumda, duyumsal düşünme ile baktığında, ister istemez, bilinci ve duygu� suyla çelişen, önceden varsaydığı uyumu, duyumsal dün­ yanın bütün parçalan arasındaki, özellikle de insanla do­ ğa arasındaki uyumu bozan bazı şeylerle karşılaşır. Bun­ dan kurtulabilmek için çifte bir algılamaya sığınır: "apa­ çık ortada" olana yönelik alelade algılama; eşyanın "ger­ çek özü"ne yönelik daha üstün, felsefi algılama. Çevresin­ deki duyumsal dünyanın ezeldenberi

böyle gelmiş böyle

45

gider birşey olmadığını, sanayinin ve toplumun içinde bu­ lunduğu durumun ürünü olduğunu, ve giderek, tarihi bir ürün olması bakımından, her biri bir öncekinin omuzla­ nnda yükselen, sanayiini ve ekonomik ilişkilerini gelişti­ ren,

değişen ihtiyaçlara göre sosyal

düzenini değiştiren

bütün bir kuşaklar dizisinin faaliyetinin nu gönnez. Oysa en basit "duyumsal dahi

sosyal

.gelişmenin,

sanayinin

Feuerbach'a sağladığı şeylerdir. ağacı,

ve

ticari

ilişkilerin

Çok iyi biliriz ki kiraz

hemen hemen bütün meyva

birkaç yüz yıl önce

sonucu olduğu­

kat'iyet" nesneleri

ağaçlan gibi, henüz

ticaret eliyle bizim ikliminıize aktanl­

mıştır, ve bu nedenle ancak belli bir çağda, belli bir top­ lumun

bu faaliyeti sayesinde, Feuerbach için "duyumsal

kat'iyet" kazanmıştır . . . Feuerbach insanın da "duyumsal bir nesne" olduğu­ nu anladığı için, "saf" maddecilere kıyasla muhakkak ki büyük bir üstünlüğe sahiptir. Fakat insanı "duyumsal fa­ · aliyet" olarak değil de sadece bir "duyumsal nesne" ola­ rak görmesi

bir

yana, hala teori alanında

kaldığı ve in­

sanlan belirli sosyal bağlantılan çerçevesinde, onlan ney­ seler öyle yapan mevcut yaşama koşullan içinde ele alma.:. dığı için, hiç bir zaman gerçekten varolan faal insanlara ulaşnıaz; "insan" denilen soyutlamada kalır, "gerçek, reysel, · elle tutulur gözle görülür insan"ı sadece

�i­

duygu

düzeyinde tanır, bundan ileri gitmez; yani, "insanla insan arasında" sevgi ve dostluktan gayri hiç bir "beşeri ilişki" tanımaz, hatta onlan da idealleştirir. Mevcut yaşama ko­ şullannın eleştirisine girişnıez. Böylece, duyumsal dünya­ yı bir türlü onu meydana getiren bireylerin canlı, duyunı­

sal faaliyetlerinin tümü olarak kavnyanıaz; ve bu neden­ le, mesela sağlıklı insanlar yerine açlıktan ağzı kokan bir sürü sıracalı, yorgun ve verenıli insanla karşılaştığı

za­

man "üstün algılama"ya, "insan türü içinde ideal denge" ye

46

sığınnıak zorunda kalır; komünist

maddecinin gerek

sanayının, gerekse sosyal yapının dönüşme uğraması ge­ reğini ve aynı zamanda bunun koşullannı gördüğü nokta­ da ister istemez idealizme düşer. Feuerbach, bir maddeci olarak, tarihle uğraşmaz; ta­ rihi ele aldığı zaman da, maddeci

değildir.

Feuerbachda

maddecilik ve tarihin yollan apayndır. Zaten şimdiye ka­ dar söylenenler bunu açıkça ortaya koymuştur. Tarih, her biri kendinden önceki ona devrettiği .malzemeyi,

bütün kuşaklann

sermayeyi ve üretici güçleri

işleten, böylece hem geleneksel faaliyeti baştan aşağı de­ ğişik koşullarda

sürdüren, hem de eski koşullan

aşağı değişik bir faaliyetle

değişikliğe

uğratan

baştan ayri ku­

şaklann birbirini izlemesinden başka birşey değildir.

Bu

gerçek, soyut düşünce yoluyla öyle çarptınlabilir ki, son­ raki tarih önceki tarihin amacıymış gibi gösterilir: mesela Amerika'nın keşfine atfedilen

amaç

patlamasını kolaylaştınnaktır.

Bu sayede tarih

Fransız Devriminin kendine

özgü amaçlar kazanır, "öteki kişiler ayannda bir

Iqşi"

olur (mesela: Kendi bilincinde olmak, Eleştiri, Eşsiz, vbJ ; oysa geçmiş tarihin "belirlemesi",

"hedefi", "tohumu" ya

da "fikri" kelimeleriyle anlatılan şey, sonraki tarihten

Çı­

kanlan bir soyutlama, önceki tarihin sonraki tarih üzerin­ deki faal etkisinin soyutlanmasıdır sadece. Birbirini etkileyen ayn ayn alanlar bu gelişme seyri içinde ne kadar genişlerse, ayrı ayn milliyetleriri ilk baş­ taki yalnızlığı gelişen üretim ta�ı ve ekonomik ilişkilerle,. bunlann çeşitli · milletler arasında . kendiliğinden

ortaya.

çıkardığı işbölümüyle ne kadar giderilirse, tarih de o ka­ dar dünya tarihi olur. Böylece, mesela İngiltere'de bir ma­ kine icad edilir de bu makine Hindistan ve Çin'de sayısız. işçinin günlük maişetini elinden nu yaşama biçimini altüst ederse,

alıp bu imparatorlukla­ bu icad dünya

tarihi

çapında bir olgudur. Bir başka örnek olarak kahve ve şe­ keri ele al?-lım. Bunlar .da On Dokuzuncu Yüzyılda dünya. 47

tarihi çapında önemlerini ispı:ıt etmişlerdir: Napoleon'un Kıta Avrupası Sistemi' yüzünden bu malların bulunamaz olması Almanları Napoleon'a karşı l

ilde

ayaklandırmış, böyle­

1813'ün şanli Kurtuluş Savaşlarının gerç�k temeli ol­

muştu. O halde tarihin dünya tarihine

dönüşmesi hiç de

"kendi bilincinde olma'� nın, dünya ruhunun, ya da başka bir metafizik heyülanm soyut bir fiili değil, tam anlamın­ da maddi, deneysel olarak doğrulanabilir bir fiil, her bire­ yin gelip gittikçe, yiyip içtikçe ve giyindikçe ispat ettiği bir

fiildir.

[ Hakim Sınıf ve Ha�im Bilince Dair] Hakim sınıfın· fikirleıi, her çağda, hakim yani toplumun yönetici maddi manda toplumun yönetici araçlarını üzerinde nel

elinde de

olarak,

tutan

denetime zihin

gücü olan

fikirlerdir;

sınıf, aynı za­

fikri gücüdür. Maddi

sınıf,

zihin

sahiptir.

üretiminin

Öyle

üretim araçları

ki bu sayede, ge­

üretiminin · araçlanndan yoksun

olan­

ların fikirleri amın hükümranlığı altındadır. Hakim fikir­ ler hakim maddi ilişkilerin fikri ifadesinden, fikirler ola­ rak kavranan hakim maddi ilişkilerden başka birşey de­ ğildir. . Dolayısıyle hakim fikirler bir sınıfı hakim sınıf ya­ pan ilişkilerin

ifadesi, o sınıfın hakimiyetini dile getiren

fikirlerdir. Hakim sınıfı meydana

getiren bireyler başka

şeyler arasında bilince de sahiptirler, ve bu nedenle,

dü­

şünürler. O halde bu bireyler bir sınıf olanik hükü�ran "Olduklarına ve belli bir çağda herşeyi onlar kararlaştırdıkla­ nna göre, bunu her alanda · yaptıkları,

böylece topluma

düşünürler olarak da, fikir üreticileri olarak da hükmet­ tikleri,

çağlatındaki fikirlerin üretimini ve üleşimini dü-

ı> Napoleon'un 1806'da · yürürlüğe koyduğu bu sistem kıta Avrupası ülkeleriyle İngiltere arasında ticareti 'yasaklamıştı. 48

z�nledikleri- besbelli ortadadır. İşte bundan dolayı, onlartn flkirleri çağın hakim fikirleridir. Mesela kırallık iktidarı­ nın, soylulann ve_ burjuvazinin hakimiyet için yanştıklan, bu nedenle hakimiyetin payıaşıldığı bir çağda ve bir ülke­ d.e kuvvetlerin ayrılığı öğretisi hakim fikir olarak

ortaya

çı�ar ve "değişmez bir kanun" olduğu ileri sürülür.

Günümüze kadar gelen tarihin belli başlı güçlerinden b�ri

olduğunu yukarda gördüğümüz işbölümü, fikri

ve

maddi işbölümü olarak hakim sınıf içinde de kendini gös­ terir. Bu sınıfın bir. kısım insanlan sınıfın düşünüderi ola­ rak görünürler (bunlar sınıfın

faal, fikri ideologlandıı:;

swıfın kendisi hakkındaki aldanmacasını kemale erdirme­

Y!

kendilerine . başlıca geçfm kaynağı yaparlar) ; diğerleri­

nin bu _fikirler ve hayaller karşısında tutumlan daha pa­ sır ve kabullenicidir; çünkü bunlar gerçekte bu sınıfın faal üyeleridirler, kendileri hakkında hayaller ve fikirler uy­ d;ı:ı:nnaya öbürleri kadar vakit bulamazlar. Bu sınıf içinde­ ki . !:m bölünme ·gelişerek iki kısım arasında belli bir muha­ le.fet ve düşmanlığa kadar dahi varabilir; ama sınıfın ken­ disini tehlikeye sokan pratik bir çatışma söz konusu oldu� ğunda bunun hiç bir. hükmü kalmaz; o zaman hakim fikir­ lerin hakim sınıfın, fikirle:r.:i olmadığı ve bu sınıfın iktida� nndan ayn bir güce.- sahip olduğu zehabı da birden kayıp� lara kanşır. Belli bir dönemde· devrimci· fikirlerin bHmesi için devrimci bir sınıfın

varolması

varola­

şar:ttır. Dev:..

rimci bir sınıf için gerekli öncüller üzerinde · yukarda yete� ri kadar durmuştukı

Şimdi eğer, tarihin. seyrini incelerken,

hakim sınıfın

fikirlerini hakim sınıfın kendisinden ayınp onlara bağım­

sız bir varlık yüklersek, eğer belli

bir zamanda şu ya da

bu fikirlerin · hakim olduklannı söylemekle yetinip üretim koşullannı ve bu : fikirleri üretenleri dikkate almazsak, ve böylece bu fikirlere kaynaklık eden bireyleri ve kp_şullanm., görmezlikten , gelirsek, mesela

dünya

söylular sınıfı�

49

nin hakim olduğu çağda ' şeref, sadakat: vb. kavramıann hakim · olduğu:riu,; huıiuvazinin hakimiyetinde de özgÜrlük, eşitlik; vb. kaviamlaril1 hakini olduğunu söyliyebiliriz. Hakim sınıf da genellikle bunun böyle olduğu karıisında­ dır. Tarihçilerin Ön Sekizinci Yüzyıldan sonra daha da çok paylaştıkları bu tarih anlayışı, gittikçe soyutlaşan fi� kirlerin, yani gittikçe evrensel biçime bürünen fikirlerin hükümran olması gibi bir olgıiyla ister istemez karşılaşa­ caktır. Zira' kendinden önce hilkim olan sınıfın yerini · alan her yeni sınıf, sırf kendi amacını gerçekleştirebilmek için, kendi çıhmnı toplumun bütün üyelerinin ortak çıkarı gi­ bi göstermek; fikir planında ifade edecek olursak; fikirle­ rini evreiıselleştl:rrriek, onları yegane akla uygun, evren­ sel düzeyde geÇerli fikirlermiş gibi ileri sürmek zorunda­ dır. Devrim yapan bir sınıf daha ilk baştan, hiç değilse bir sınıfa karŞı olduğu için, bir sınıf . olarak değil, bütün toplumun temsilcisi olarak ortaya çikar, tek bir hakim sı­ nıfın karşısında tophiniun tümüymüş gibi görÜnür. Bunu yapabilir, çünkü başlangıçta onun çıkan hakim olmayan bütün diğer·· sıruflaim ortak çıkarina gerçekten daha çok bağlıdır; çüıiku o iül1e kadar süregelen koşullann baskı­ sı altında bu�"sniifın çıkan, henüz, belli bir sınıfın özel çı­ kan olarak �liŞe:rriemiştir. Bu nedenle onun zaferi, top­ luma lıüknieiin.e durunilinda olmayan diğer sınıfıann bir­ çok bireylennin de yarannadır; ama sadece, onlarin yük­ selip ·haki:n:i siiııfı:i:ı' safianna katılmalanna imkan sağladı­ ğı ölçüde. Fransız b.urjuvazisi soylular iktidannı alaşağı ettiği . zaman, proleterlerin birç;oğlina kendilerini proletar­ yanın üstünde biT . duzeye yükseltme imkanını saglarmştı. Aiıcak .· bu, orilariii-. hıindan böyle brujuva · olmalan şartına bağliydı. Bunun içind.fr · ki her yeni sınıf, · hakimiyetini, on­ dan önce hakfni olim sınİftan daha geniş bir taban üzerin­ de kurabilir ancak; buria karşılık, yeni hakim sınıfa karşı hakim olmaya.n sını::fın . sonraki muhalefeti ·, daha da keskin 50

ve köklü olur. Her iki durum da şu olguyu

belirler: yeni

hakim sınıfa karşı sürdürülecek mücade_le, bu defa, önce­ ki toplum koşullannın ondan önce hüküm sürmeye çalış­

mış bütün diğer sımflann

çok daha

yapabildiklerinden

kararlı ve kökten bir inkarını amaçlar. Belli bir sınıfın

hakimiyetinin

haki-­

belli fikirlerin

sürülen

miyetinden başka birşey olmadığı hakkında ileri

yanlış görüş, muhakkak ki, genel olarak sımf hakimiyeti _ toplumun örgütlenme biçimi olmaktan çıktığı:, yani özel _

bir çıkarı genel çıkar, ya da "genel çıkar"ı hükümran ola� rak göstermenin

zaman, kendili­

artık gereği kalmadığı

ğinden son bulacaktır. Hakim: fikirleri hakim bireylerden ve özellikle üretim tarzının belli bir aşamasının yarattığı ilişkilerden

bir

ke­

re ayırdık mı ve bu yoldan tarihin herdahn fikirlerin hü­ kümranlığı altında olduğu sonücuna vardik fuı, bu çeŞit­ li fikirlerden "asıl fikri", görii.şü; vb. tarihiri hakini gücü olarak soyutlayıp çıkarmak,

böylece bütün bu ayrı ayn

fikirleri ve kavramları: tarih . boytinca mın "kendi kendini belirleme

gelişen: asil kavra­

biçimleri"

·

·olarak ·göri:iıek

_

çok kolaydır. Bundan sonra artık, çok doğar Id, :msanlarıri bütün ilişkileri de insan kavrarrundari: tasarlanan insan­ dan, ·

insanın özünden,

İnsan'dan çıkarılabilir. Spekülatif

feylesoflar bunu yapmışlardır . . . Günlük hayatta hawti bakkala sorsamz bfr hısanı_r.._ kendisi hakkında ileri sürdüğü ' iddialarla gerçek lğşj;liği arasındaki farkı size

söyliyebilir.

rimiz henüz bu basit sezgiye dahi

Ania - hizim

·

tarihçil�-­

·varamain�şl�dır,

Her- · çağın sözüne kanarlar, kendi hakkında söylediği· hwşeyin; , ya da beslediği her kuruntunun doğru· bıduğiınu: saml'lar. Almanya'da geçerli olan bu tarih yöntemini; ve . özel� .

likle, bu yöntemin Almanya'da niçin

geçerli olduğunu ı anlamak için, . bunun- genel olarak ideologlarin.· aldaiımaca� sıyla, mesela hukukçuların, siyaset adarwannın- (ve- bun�-

5 1'

lar ara.sında bazı pratik_ devlet ap.amlarınm) aldanmaca� larıyla bağl antıs�nı.· tıu. �da lann dogmatik hayallerini ve gerçeği çarpıtmalannı göz önünde tutmamız, gerekir. On­ lann hayattaki pratik; dururrılanyla! işleriyle ve işbölü­ müyle çok_ kolay açıklanabilir bu, : .



r:Qretim Güçleriyle Ekonomik İlişkileı:­ Arasında Çelişme] halde tarihteki bütün çatışrpalarm kayı::ı.ağı, . bizim ' g