Gustave Flaubert [1 ed.] 9786257513


151 98 7MB

Turkish Pages 188 [189] Year 2021

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Recommend Papers

Gustave Flaubert [1 ed.]
 9786257513

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

z

w w o:::

(.'.) w

z z

l?

RUnil< t+ Madam Sebatier'nin meşhur salo­ nuna devam ediyordu ve orada dönemin önde gelen yazar ve sa­ natçılarıyla ahbap olmuştu. Ernest Feydeau, Theophile Gautier, Edmond ve Jules de Goncourt ile Charles Baudelaire gibi isim­ lerin yer aldığı edebiyat çevresinin bir üyesiydi artık. (Baudelai­ re kısmen Madam Sebatier' den ilham alarak yazdığı ve "ahlaka mugayir" addedilen Kötülük Çiçekleri yüzünden, Madam Bovary hakkında başlatılan başarısız kovuşturmadan çok kısa bir süre sonra hakim karşısına çıkmıştı.) Goncourt biraderler, edebiyat dünyasındaki geniş arkadaş çevrelerini dedikoducu ve tenkitçi bir üslupla kayıt altına aldıkları /ournal'lerinde Flaubert ile olan karşılaşmalarını da tasvir ediyorlardı. 16 Mart 1860 tarihinde ya­ zılmış şu satırlardan da anlaşıldığı gibi, Flaubert ile ilgili izle­ nimleri her zaman olumlu değildi: "Taşraya özgü ve yapmacık bir şeyler var onda. Bütün o seyahatlere sanki Rouen sakinlerini etkilemek için çıkmış gibi belli belirsiz bir hisse kapılıyor insan. Zihni de tıpkı bedeni gibi hantal ve ağır... Soh­ betlerinde kayda değer çok az fikir oluyor ki onları da yüksek sesle ve büyük bir merasimle dile getiriyor... Sakar, yaptığı her şeyde aşı­ rıya kaçan ve incelikten yoksun biri... Bir sığırınkini andıran neşeli hallerinde de albeniden eser yok."25

Buna rağmen Flaubert onlara güveniyor, heyecanlarını ve hoş­ nutsuzluklarıru onlarla paylaşıyordu. Onları bir sonraki roman­ ları Soeur Philomene için tıbbi bilgiler edinebilecekleri doktorlarla tanıştırmış, 1861 Mart'ında Salambo'nun birinci bölümünü yük­ sek sesle okuyacağı gün onları da davet etmişti. Goncourt bira­ derler Salambo'nun, hayal gücünün hayranlık uyandırıcı, mahi­ rane bir örneği olduğunu şaşkınlıkla fark etmişlerdi. Ne var ki Flaubert'in en destekleyici eleştirmeni, ya mektup­ larla yahut da Croisset'ye gelip gittikçe, Flaubert'in müsvedde­ lerini okuyan, tartışan, düzelten ve olay örgüsüyle ilgili tavsiye­ lerde bulunmaya devam eden Louis Bouilhet idi. Aralarındaki işbirliği iki yönlüydü, zira Flaubert de Bouilhet'nin şiirleri ve oyunlarıyla aynı şekilde yakından ilgileniyordu. Hatta bu oyun24 • (Fr.) Zengin ve sosyetik erkeklerle birlikte olan fahişe, metres -ç.n. 25 Goncourt, /011ma/, 1. Cilt, s. 545-6.

109

Anne Green

lan sahneleyecek bir Paris tiyatrosu bulabilmek için müzakereci rolünü bile üstlenmişti. 1861 yılı yazında Flaubert Salambo'nun sekizinci bölümü olan "Molokh" üzerinde çalışmaya başladı. Ne var ki Bouilhet'nin cesaretlendirmelerine rağmen ve kitap ne­ redeyse bitmek üzere olduğu halde şüpheleri giderek artmaya başlamıştı. Genel planın kusurlu olmasından korkuyordu, ne var ki bunu değiştirmek için artık çok geçti. Korktuğu bir di­ ğer şey de bitmek bilmeyen savaş sahnelerinin okuru sıkması, romanla ilgili her şeyin onları çileden çıkarmasıydı. Yapılacak aptalca yorumları bile hayal edebiliyordu. O kendine böyle ezi­ yet ettikçe arkadaşları akıl sağlığından endişe ediyordu. Fakat şikayet ve itiraz ettiği onca şeye rağmen sebat etti ve 20 Nisan 1862 günü Paskalya Pazarı'nda sabah saat yediyi gösterirken Sa­ lambo'yu bitirmeyi başardı. Matmazel Leroyer de Chantepie'ye "Artık dayanamıyorum," diye yazmıştı . 26

Louis Bouilhet'nin E tienne Carjat tarafından çekilmiş fotoğrafı, 1864. 26 Flaubert, Corr., 111. Cilt, s. 21 1 110

Gustave Flaubert

O ayın başlarında Hugo'nun Sefiller'inin ilk bölümü yayımlan­ mışh ve tıpkı Madam Bovary' de olduğu gibi Flaubert yine büyük "pere Hugo"nun yeni eserinin kendi romanını gölgede bırakma­ sından endişeleniyordu. Salambo'nun hala son bir kez gözden geçirilip düzeltilmeye ihtiyacı vardı ve avukatı Ernest Duplan aracılığıyla yayımcısı Michel Levy ile imzalayacağı sözleşmeyi müzakere etmesi gerekiyordu. Duplan' a katı talimatlar vermişti. Levy kitabın el yazmalarını önden okumayacaktı, romanda hiç­ bir şekilde illüstrasyon olmayacaktı. Levy Flaubert'in bir arkada­ şının arkadaşına romanı Almancaya çevirmesi için izin verdiğini ve Ernest Reyer'in Salambo operası yazma önerisini kabul ettiğini bilmeliydi. Son olarak kendisine satılan kopya başına değil toplu olarak ödeme yapılmalıydı, zira satış rakamlarına güvenmiyor­ du. Levy şartları kabul etti. Flaubert' e 10.000 frank ödemeyi tek­ lif etti. Ne var ki bu meblağ gizli kalmalıydı, zira basına romanı bu fiyatın tam üç katına satın aldığını söyleyerek heyecan yarat­ mak gibi bir niyeti vardı. Zamanı gelince Flaubert baskı süreci­ ne de büyük bir özen gösterdi. Bir sayfada otuz satırdan fazla olmaması ("Üslubum zaten yeterince zor, okur için işleri daha da zorlaştırmamalı"), her yeni bölümün muhakkak sağ sayfadan başlaması ("Göz ister istemez o sayfaya kayıyor. Yazdığım bö­ lüm başlangıçları, yeni bir sayfada başlamayı hak ediyor.") ve "Salammbô"27* kelimesindeki inceltme işaretinin daha geniş ol­ ması gerektiğinde ısrar etti. Levy'ye, hiçbir şey dar bir inceltme işaretinden daha az Fenikeli olamaz diye yazıyordu.28

Salambo 1862 yılının Aralık ayında büyük bir tantanayla ni­ hayet yayımlandığında eleştirmenler neye uğradıklarını şaşır­ dılar. Madam Bovary'nin yazarının her yerde reklamı yapılan ve heyecanla beklenen ikinci romanı, bir devam kitabı değildi ve okurlar bildikleri hiçbir kategoriye ait olmayan bir eserle karşı karşıyaydı. La Gazette de France' da " Salambo Nedir?" diye sorulu­ yor, "Bu soruyu sormak bile başlı başına kitabı itham etmektir," diye belirtiliyordu.29 Eleştirmenler onu bir destan, manzumeye benzeyen nesir, dram, arkeolojik bir güç gösterisi ve Kartaca reh­ beri gibi çok farklı şekillerde tanımlamışlardı. Eseri sınıftandır27 28 29

Fransızca orijinali, bir inceltme işaretiyle "Salammbô" şeklinde yazılmaktadır -ç.n. A.g.y., s. 250 ve Flaubert, Corr., V. Cilt, s. 984 Armand de Pontmartin, "M. Gustave Flaubert Sa/a111111bô", La Gazelle de France (21 Ara­ lık 1862), s. 1. •

-

111

Anne Green

mak imkansız gibi görünüyordu. Verilen bu tepki, çağdaşlarının tarihsel bir romandan beklediği şeylerden Flaubert'in ne denli uzaklaşmış olduğunun göstergesiydi ve eleştirmenlerin çoğu kitabı hiç beğenmedi. Le Monde "Bu denli sıkıcı olabilmek için büyük bir çaba sarf etmek gerekli," sözleriyle burun kıvırıyordu. Le Figaro' da çıkan değerlendirme yazısı ise o denli düşmanca bir dille yazılmışh ki Madam Flaubert oğlunun makalenin yazarı ta­ rafından düelloya davet edileceğinden korkmuştu.30 (Doğru mu değil mi bilinmez ama Flaubert, bilhassa bu yazının Louise Co­ let tarafından yazdırıldığını düşünüyordu.) Diğer yandan say­ gın eleştirmen Charles Augustin Sainte-Beuve romanın detaylı bir değerlendirmesi için tam üç makale kaleme alınca Flaubert hayran olduğu bir yazarın eserini bu denli ciddiye almış olması­ na çok sevinmişti. Sainte-Beuve'e yazdığı açık mektupta kitapla neyi amaçladığını savunan Flaubert, " modem roman prosedür­ lerini Antikçağa uyarlayarak bir illüzyon yaratmak istediğini" ve " basit olmaya çalıştığını" izah ediyordu.31 "Rahiplerin NEF­ FFRETİ"ni kazandığını öğrendiğinde de yine pek neşelenmişti. Müstehcen kostümler icat etmek ve paganizmi teşvik etmekle suçladıkları Salambo'nun yazarını kilise kürsülerinden lanetli­ yorlardı.32 Flaubert'i öfkeden deliye döndüren bir eleştiri ise Sa­ lambo'nun maddi hatalarla dolu olduğunu son derece hiddetli ve saldırgan bir üslupla dile getiren Louvre arkeoloğu Guillaume Froehner' den gelmişti. İddiaları çürütmek için detaylı ve ezici bir yazı kaleme alan Flaubert, hem konuyla ilgili yaptığı araşhr­ maların şaşılacak derecede geniş kapsamını gözler önüne sermiş hem de karşı tarafın antik Kartaca'nın tarihi ve kültürü hakkın­ daki cehaletini ifşa etmişti. Salambo eleştirmenler tarafından soğuk bir muameleye ma­ ruz bırakılmış olsa da egzotik güzelliği karşısında büyülenen bir okur kitlesi tarafından büyük bir heyecanla karşılandı. Flaubert Le Poittevin'ın kız kardeşi Laure'a şöyle yazmışh: "Bu kitabı çok kısıtlı bir okur kitlesi için yazmışhm, ne var ki herkesin anlaya­ bildiği ortaya çıkh. Kitapçılar Tanrısı sağ olsun!"33 Eser öyle bü­ yük bir heyecan yarattı ki Paris Operası Verdi'nin müzikleriyle 30 31 32 33 112

Leon Gautier, "Sa/ammbô par M. Gustave Flaubert", Le Monde (5 Aralık 1862), s.y. Flaubert, Corr., III. Cilt, s. 276. A.g.y., s. 317. A.g.y., s. 270.

Gustave Flaubert

bir Salambo operası sahneleme olasılığını araştırmaya koyuldu. Palais-Royal tiyatrosu Folammbô veya Kartaca Muziplikleri adında bir pastiş sahneye koydu ve roman onuruna bir hamur işine Sa­ lambo adı verildi. Flaubert'in önünde bir anda yeni kapılar açıl­ maya başlamıştı. III. Napolyon'un kuzeni Prenses Mathilde'nin seçkin edebiyatçıların devam ettiği salonunda ağırlanmaya başladı. Erkek kardeşi Prens Napolyon ise Flaubert'i Palais-Ro­ yal ve operadaki kraliyet locasına davet etti. (Kendisiyle dalga geçen bir tavırla yeğenine, " Ah, tüm bunlar bizim küçük taşra yaşantımızdan o denli uzak ki," diye yazıyordu.34) Ki tabın hay­ ranları arasında, sahneye koyacağı yeni operası Truvalılar için Flaubert'in Kartaca kostümleri konusundaki uzman görüşüne başvuran besteci Hector Berlioz ile Salambo'ya olan hayranlıkları uzun ve önemli bir dostluğun başlamasına vesile olan romancı­ lar George Sand ve İvan Turgenyev de vardı. Fakat bir anlığına da olsa Flaubert'i en çok heyecanlandıran tepki, gösterişli bir kıyafet balosunda giymek üzere Salambo kostümünün detaylarını kendisine şahsen soran İmparatoriçe Eugenie'ninki olmuştu. Flaubert bunun üzerine hemen illüstras­ yonlar çizdirtmeye koyulmuş, ne var ki imparatoriçenin Salam­ bo elbisesinin fazla açık ve uygunsuz olacağına karar verdiği­ ni öğrenmesiyle siparişini iptal etmek zorunda kalmıştı. Fakat sosyetenin daha az mutaassıp diğer hanımefendileri arasında transparan ve egzotik Salambo kıyafetleri kısa sürede çok po­ püler oldu. Madam Rimsky-Korsakov'un Kont Walewski'nin düzenlediği baloda, tasarımı Charles Frederick Worth' a ait yı­ lan derisi Salambo elbisesi ve özenle taranıp serbest bırakılmış saçlarıyla arz-ı endam etmesi büyük bir sansasyona yol açmıştı. Romanın yayımlanmasından iki sene sonra Maxime Du Camp Flaubert'e İspanya Kraliçesi'nin Salambo kostümüyle çekilmiş bir fotoğrafını gönderdi. Şöyle diyordu arkadaşına: "Kıyafet, as­ lına uygunluğu nedeniyle bir sürü iltifat almış. Epey cesurca, bu bok parçasını görünce eğlenirsin diye düşündüm."35 Flaubert'i eğlendirip eğlendirmediği bilinmez ama o fotoğraf, tıpkı Madam Bovary gibi Salambo' nun da, ondan çok farklı bir şekilde de olsa, adından söz ettirdiğinin göstergesiydi. 34

35

A.g.y., s. 375. A.g.y., s. 855.

113

Anne Green

Henri Valentin'a ait bir Salambo çizimi, L'lllustratcur dcs dames (22 Şubat 1863).

114

7. DUYGUSAL EGİTİM YILLARI, 1862-69 ZANAAT: Önemini sorgulamak gerekir çünkü yerini daha iyi ve daha hızlı makineler almaktadır. Gustave Flaubert, Yerleşik Düşünceler Sözlüğü

Flaubert Salambo'nun sonu ufukta belirir belirmez, gözünü he­ men bir sonraki projesine çevirdi. Birkaç ihtimali aklında evirip çevirmeye başladı. Onu en çok cezbeden konu herhalde Karta­ ca' nın antik dünyasından bu denli uzak olamazdı. Çekiciliği­ nin bir nedeni şüphesiz ki buydu, diğer nedeniyse bu sıra dışı projenin Louis Bouilhet ve ortak arkadaşları Charles d'Osmoy ile girişecekleri ortak bir iş olmasıydı. Üç kişi bir araya gelip, yüzyılın başından beri Fransa' da son derece popüler bir tür olan bir feerie, müzik ve etkileyici sahne efektleriyle dolu pantomim benzeri fantastik bir oyun türü, yazmayı planlıyorlardı. İlk göz ağrısı tiyatroya geri dönecek olmak Flaubert'i çok heyecanlan­ dırmıştı. 1862 yılının Temmuz ayında Goncourt biraderlere art arda tam 33 tane feerie okuduğunu söylemişti. Sonraki ay annesi ve Caroline' e bir tedavi kürü için eşlik etmek üzere bulunduğu Vichy'nin boğucu sıcaklarında daha da fazlasını okudu. Ne var ki okuduğu oyunları çok sıradan ve aptalca bulmuştu ve kendi feerie'sinin daha farklı, daha cesur, tutkulu ve alışılmışın dışında olmasını istiyordu. Du Camp, bir değişiklik yapıp kısa zamanda bitirebileceği bir şeyler yazmanın ona iyi geleceğini söyleyerek Flaubert' i cesaretlendirmişti.

Le Chateau des coeurs (Gönül Şatosu) üzerinde ciddiyetle ça­ lışılmaya 1863 yılı yazında başlandı fakat arkadaşları bu türü modernleştirmek konusunda Flaubert kadar hevesli değildi. Ağustos ayında Croisset' de bir araya gelen üç arkadaşın kafa ka­ faya verip ortaya çıkardığı şey, periler, devler, bankerler, aşıklar, esnaf ve bürokratların yaşadığı, erkeklerin yüreğinin cinler ta115

Anne Green

rafından çalınıp bir şatoya hapsedildiği gerçeküstü bir dünyada geçen satirik ve fantastik bir oyun oldu. Flaubert'in ekim ayında metni okuduğu Goncourt biraderler, eserlerine bu denli hayran­ lık duydukları bir romancının böylesine basit bir şey üretebil­ miş olması karşısında neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Tiyatro­ lar oyunu tek tek reddediyordu; Flaubert oyunun liyakatinden emin bir halde yıllarca tiyatro müdürlerini oyunu sahneye koy­ maları konusunda ikna etmeye çalışsa da Le Chateau des coeurs sağlığında sahnelenemedi.

1862 yılı sonbaharında Paris'te hala Salambo'nun düzeltmele­ riyle meşgul olan Flaubert, başka projeler üzerinde düşünmeye başlanuştı bile. İçinde muazzam bir yazma ihtiyacı hissediyor­ du. Takip eden bahar aylarında hangisini geliştireceğinden emin olamadığı iki yeni roman tasarısı üzerinde eşzamanlı olarak ça­ lışmaya başladı. İçlerinden birinin, ki bu henüz embriyo halinde­ ki Bilirbilmezler (Bouvard et Pecuchet) idi, makul bir tasarı olduğu konusunda kendinden emin olmakla birlikte başını derde sokabi­ leceğinden endişeleniyordu, zira Jules Duplan' a "Şayet bu kitabı yazacak olursam beni Fransa'dan hatta Avrupa' dan kovarlar," diye yaznuştı.1 Diğer projesinden ise o kadar emin değildi. Ak­ lında " modem bir Paris romanı" yazmak vardı fakat düşündüğü olay örgüsünün yapısal olarak kusurlu olmasından korkuyordu. Olay örgüsü onun tabiriyle "piramit kurmayı" reddediyordu. Buna rağmen, muhtemelen Bouilhet'nin tavsiyesiyle, geliştirme­ ye karar verdiği proje bu ikincisi oldu. Hedeflerini ve endişelerini Matmazel Leroyer de Chantepie'ye şu sözlerle anlatıyordu: "Kendi neslimin erkeklerinin ahlaki tarihini yazmak istiyorum. 'Duygusal tarihi' demek daha doğru olur. Aşk ve tutkuya dair bir kitap bu ama bugün var olabildiği haliyle tutkudan bahsediyorum. Bir başka deyişle, faal olmayan bir tutkudan. Bence bu konu son de­ rece doğru ve muhtemelen tam da bu nedenle pek eğlenceli değil. Olgulardan ve dramdan yoksun. Hal böyle olunca olayların gelişimi çok uzun bir süreye yayılmış oluyor. Birçok güçlükle karşı karşıya­ yım ve ziyadesiyle kaygılıyım."2

Sonunda yayımlanmanuş ilk romanıyla ayru adı Duygusal Eğitim vereceği taslak üzerinde çalışmaya başlayan Flaubert'in sağlığı iyi 1 2

116

Flaubert, Corr., Ill. Cilt, A.g.y., s. 409.

s.

315.

Gustave Flaubert

değildi. O sonbahar şarbona çevirmesinden korktuğu ağrılı çıban­ lar nedeniyle bir hafta boyunca yahnak zorunda kaldı. Aradan iki hafta geçmemişti ki bu kez de şiddetli romatizma ağrıları ve yoğun kaşıntılar nedeniyle hareket edemediğinden bir kez daha yataklara düştü. İlerleyen aylarda çıbanlardan, ağrılardan ve uy­ kusuzluktan yakınmaya devam edecekti. Ağrılı çıbanlar hayatı­ nın büyük bir kısmında Flaubert'in peşini bırakmadı, öyle ki bu yüzden sık sık randevularını iptal ehnek yahut bir müddet yatağa bağımlı yaşamak zorunda kaldığı oluyordu. Kendini iyi hisset­ tiği zamanlarda bile, hayatının bu aşamasına dek (o yılın aralık ayında 41 yaşına basmıştı) fiziksel aktivite konusunda hep isteksiz olmuştu. Annesi başının etini yemediği sürece bahçeye dahi çık­ mıyor, bütün günü kapalı kapılar ardında çalışıp sigara içerek ge­ çirmeyi tercih ediyordu. Bazen öyle kıpırtısız oturduğu oluyordu ki bu hareketsiz görüntüsü Madam Flaubert'i telaşlandırıyordu. Ara ara hala "Çin'e yahut Hint Adaları'na gitmek için delice bir arzu" hissetse de bu türden bir kaçış artık mümkün değil­ di.3 Ne var ki 1863 yılı Mayıs'ında Normandiya'nın bereketli bahar yeşilliğine daha fazla katlanamadığını öne sürerek Cro­ isset' den ayrıldı ve bir süre boulevard du Temple 42 numarada tuttuğu apartman dairesinde yaşamak üzere Paris' e gitti. Artık alışagelmiş bir hal almış olan taşra ile başkent arasında gidip gelme alışkanlığını Flaubert de edinmişti. Bu alışkanlık Duygu­ sal Eğitim' de Nogent-sur-Seine ile Paris arasında mekik dokuyan Frederic Moreau' da da karşımıza çıkar. Flaubert başkentte son derece sosyal bir hayat sürüyordu. Caroline' e yazdığı mektuplar arkadaş ziyaretleri ve yemeklerle ilgili dedikodularla doluydu. Sainte-Beuve ve illüstratör Paul Gavarni'nin Kasım 1862' de baş­ lattığı, Magny restoranda iki haftada bir gerçekleştirilen yazar ve sanatçı buluşmalarında birçok ahbap edinmişti. Flaubert bu toplantılarda muhtemelen Louis Bouilhet, Theophile Gautier, Goncourt biraderler, Ernest Renan ve Hippolyte Taine ile de bir araya geliyor ve onlarla hayat ve edebiyat üzerinde Normandi­ ya' da çok özlediği ateşli tartışmalara giriyordu. Ne var ki Flaubert Paris'te olduğu zamanlarda annesinin Croisset' de onsuz idare edip edemediğinden endişeleniyordu. 3

A.g.y., s. 323.

117

Anne Green

1863 Aralık'ında yeğenine şu sahrları yazmışh: "Ona iyi bak, Sevgili Caro, yokluğumu çok fazla hissetmediğinden emin ol."4 Fakat bir yandan Caroline için de kaygılanıyordu. On sekiz ya­ şına basmak üzere olan Caroline artık evlilik çağındaydı ve gön­ lünü kırk yaşlarında yetenekli bir ressam olan çizim öğretmeni Joanny Maisiat'ya kaptırmışh. Maisiat yetenekli öğrencisiyle son derece ilgiliydi. Onu Louvre'daki muhteşem sanat eserleriyle tanışhrıyor, doğa manzaralarını yakından gözlemleyip çizebil­ mesi için Croisset civarındaki yerlere günübirlik gezilere götü­ rüyordu. Flaubert'in de arkadaşıydı. Duygusal Eğitim' de resimle ilgili detaylı bilgilere ihtiyaç duyduğunda Flaubert'in başvurdu­ ğu kişi Maisiat olmuştu. Bununla birlikte Caroline'in yoksul bir ressamla evlenmesi fikri Flaubert ailesini dehşete düşürüyordu. Onun yerine Dieppe' te bir bıçkıhanesi olan, Caroline' den sekiz yaş büyük kereste tüccarı Emest Commanville'in evlenme tek­ lifini kabul etmesini istiyorlardı. Caroline karşı çıkıyor, sürekli ağlıyordu. Paris'teki Flaubert bu sancılı süreci uzaktan takip edi­ yordu. Caroline'e yazdığı mektuplar sevgi dolu ve anlayışlı olsa da tercihinin ne yönde olduğunu açıkça ortaya koyuyordu: "Şairane düşünceler ve soylu hisler tek başına karın doyurmuyor... Zavallı yeğenimin yoksul bir adamla evlenmesi fikri bana o denli ürkütücü geliyor ki aklıma getirmek bile istemiyorum. Evet, canım, itiraf ediyorum ki seni beş kuruşu olmayan harika bir adamdansa milyoner bir tüccarla evlenirken görmeyi yeğlerim."5

Burjuva iş adamlarını bu denli hor gören, sanata bu denli değer veren, " tüccar" kelimesini adeta bir hakaret gibi kullanan birin­ den hiç beklenmeyecek bir tepkiydi bu. Fakat gerek Flaubert gerek yeğeni maddi olarak rahat bir ortamda büyümüşlerdi ve Flaubert bunun kendisi için olduğu kadar yeğeni için de önemli olduğunu biliyordu. Yılbaşı gününe yakın Caroline sonunda pes ederek zengin kereste tüccarıyla evlenmeye razı oldu. Yıllar son­ ra o dönemden bahsederken kendini sanki Pamassos'tan kovul­ muş gibi hissettiğini söyleyecekti. Derin bir nefes alan Madam Flaubert avukatına yazarak Emile Hamard'ı kızının yaklaşan dü­ ğünü için haberdar etmesini ve mümkünse düğüne katılmasına engel olmasını istedi. Çift 1864 yılının Nisan ayında, gelinin ba4 5

118

A.g.y., s. 362. A.g.y., s. 366.

Gustave Flaubert

basının iştirak etmediği bir düğünle, evlendi ve hemen ardından balayını geçirmek üzere İtalya'ya doğru yola çıktı. Caroline'in annesinin İtalya' daki talihsiz balayını hatırlayan Madam Flau­ bert, torununun yokluğunda kaygıdan kendini yiyip bitirmiş, İtalya' dan düzenli gelen mektuplar ne zaman aksasa aklına hep korkunç kazaları ve hastalıkları getirmişti. Ne var ki Caroline'in yeni kocasından pek memnun olduğunu belirten bir notun yer aldığı mektubu aldıklarında o ve Flaubert derin bir oh çekmişti.

Flaubert'in yeğeni Caroline Commanville'in fotoğrafı, takribi 1865 yılı.

119

Anne Green

Yeğeninin duygusal geleceğini tesis etmekte yaşadığı güçlük­ ler Flaubert'in romanıyla ilgili çalışmalarını kesintiye uğratmış olsa da çok geçmeden bu kez kendi kahramanının duygusal ve cinsel gelişimini, ürkek bir oğlanken bir fahişeyle yaşadığı mü­ nasebetin ardından dört ayrı kadınla olan tatminsiz gönül işle­ rimi ve olgunluk döneminin buruk hatıralarını tasarlama işine geri döndü. Flaubert Frederic Moreau'nun duygusal eğitimini tasvir ederken salt tek bir bireyin hissi gelişimini anlatmayı de­ ğil, Fransız tarihinin yakın ve önemli bir dönemini yaşamış çağ­ daşlarının zihniyet haritasını çıkarmayı hedefliyordu. Ona göre Salambo' daki paralı asker savaşları okurlarına ne denli yabancı geldiyse, Fransız tarihinin bu dönemi bir o kadar tanıdık gele­ cekti. Bu nedenle yapacağı araştırma hatasız olmalıydı, özellikle de kendisi 1848 Devrimi' nin çalkantılı haziran günlerini Caroli­ ne ve annesiyle birlikte saklanarak geçirdiği ve yaşanmakta olan olaylardansa küçük yeğenini babasından korumayı önemsediği için. Paris kütüphanelerinde gazete haberleri ile toplumsal ve siyasi düşünürlerin eserlerini okuyarak uzun saatler geçiriyor, arkadaşlarına danışıyordu. Romanda bahsetmek istediği yerleri kendi gözleriyle görebilmek için ağustos ayında Paris'ten yola çıkıp Seine boyunca Villeneuve-saint-Georges, Corbeil, Melun ve Montereau' dan geçip Sens' a vardı. Ardından 1 Eylül 1864 günü nihayet yazmaya başlayabildi. İlk bölümü yazmak Flaubert' e bilhassa zor gelmişti. Ona göre çok uzun zamandır yazmıyor oluşunun bir neticesiydi bu. Bou­ ilhet romanın taslağının iyi bir kitap olmak için gereken genel tutarlılığa artık sahip olduğu konusunda Flaubert'i temin etmiş olduğu halde, onun şu kadim kendinden şüphe edişleri bakiydi. Salambo' da yok olmuş Kartaca medeniyetini aktarmanın birta­ kım güçlükleri olmuştu ve Flaubert çok geçmeden yakın geçmiş hakkında yazmanın da kendine has birtakım sorunları berabe­ rinde getirdiğini fark etti. Bu konuyla ilgili eski dostu Jules Dup­ lan' a şöyle yazmıştı: "Karakterlerimi 48'in siyasi olayları içine yerleştirmekte güçlük çekiyorum! Arka planın ön planda olup bitenleri bashrmasından korkuyorum. Tarihsel romanların en zor yanı bu oluyor. Tarihi ka­ rakterler kurmaca olanlardan daha ilginç geliyor, özellikle de ikinci­ sinin tutkuları o kadar da yoğun değilse Çok zor!"6 ...

6

1 20

A.g.y., s . 734.

Gustave Flaubert

Dahası roman için son derece mühim olan 1840'lar Paris'inin to­ pografyası, Flaubert'in 1860'larda etrafında gördüklerinden çok farklıydı, zira aradan geçen sürede şehrin kalabalık bölgeleri, yeni sokaklar, bulvarlar ve heykeller yapılmak üzere Baron Ha­ usmann' ın direktifiyle yıkılmışb. Kentin bilindik simgeleri orta­ dan kalktığından doğma büyüme Parisliler bile yollarını bulmak için haritaya bakmak zorunda kalıyordu. Ne var ki Flaubert şehrin değişmiş olmasını kendi avantajına çevirmiş, böylece bu zamansal ve mekansal çözülüş, 1848 Devrimi etrafında gelişen karmaşa ve belirsizlik ortamında kendine bir karşılık bulmuştu. Şöhretli bir yazar olarak Paris'te sürdüğü yaşamı sürekli dikkatini dağıtacak yeni bir şeyler çıkardığından Flaubert çok zor kapanıp yazabiliyordu. Örneğin o yılın kasım ayında, İm­ parator' un Compiegne' deki meşhur tatillerinden birine davet edilmişti. Kraliyet ailesi, saray mensupları ve yüze yakın seçkin konukla birlikte yedi gün boyunca imparatorluk sarayında kala­ caktı. Bu ziyaretin İmparatoriçe'nin doğum günüyle çakıştığını, diğer davetlilerin ona çiçekler sunmaya başlayınca fark etmiş, derhal Jules Duplan'a bir not göndererek ne yapıp edip beyaz kamelyalardan oluşan dev bir buket ayarlayıp kendisine gön­ dermesini istemişti. Yazdığı notta, "Buketin ekstra şık olmasını istiyorum. Eğer alt sınıftan geliyorsan hiç değilse iyi bir izlenim bırakmalısın," diye belirtiyordu.7 O bir haftayı sıkıntıdan pat­ layarak geçireceğini umarken, anı anına programlanmış faali­ yetlere ve protokol gereği yapılması gereken muhtelif kıyafet değişikliklerine rağmen, kaldığı süreyi epeyce eğlenerek geçir­ diğini görmek Flaubert'i şaşırtmıştı. Prens Napolyon'un birkaç ay sonra Palais-Royal' de verdiği balodan da büyük keyif almış, konuklardan yaklaşık iki yüz tanesini halihazırda tanıyor oldu­ ğunu fark edince pek memnun olmuştu. Caroline' e İmparatori­ çe' nin taktığı tacı süsleyen meşhur Regent Elması'nı gördüğünü ve " tahtın basamaklannda" bir prensesle yan yana oturduğunu coşkuyla haber vermişti.8 Dikkatini dağıtıp yazmasına engel olan bir diğer husus da maddi durumuydu. Flaubert'in pahalı zevkleri vardı ve tasar­ ruflu yaşamak hiçbir zaman ona göre olmamıştı, dahası sosye7 8

A.g.y., s. 411. A.g.y., s. 425.

121

Anne Green

tik çevrelerle vakit geçirmek hahrı sayılır derecede masraflıydı. Boulevard du Temple' da tuttuğu dairenin kirası ve Croisset' deki çalışma odası için ısmarladığı yeni mobilyalar da cabası. Kendi­ sinden sürekli para istenen Madam Flaubert giderek kaygılan­ maya başlamıştı. Eğer Flaubert ona ayrılan parayı bir yılda ve üstelik Croisset' de neredeyse hiçbir masrafı olmadan yaşadığı halde böylesine aşıyorsa, gelecekte ne yapacaktı? Dahası Flau­ bert'in bu gösterişli yaşam tarzını finanse etmeye devam etmek zorunda kalırsa kendisi ne yapacakh? Çaresizlik içerisindeki Madam Flaubert Şubat 1865'te avukatına oğlunun borçlarını soruşturması (zira kendisi Flaubert'in bu borçları abarttığından şüpheleniyordu) ve onu yaptığı harcamaları kısıtlamaya ikna et­ mesi için yalvaran bir mektup yazdı. Buna karşılık Flaubert avu­ kata gönderdiği asabi cevapta olayları kendi açısından anlatıyor, dekoratörüne 2.728, terzisine 1 .883, eldivencisine 498 franklık vadesi çoktan geçmiş borçlarına ilişkin kanıtlar sunuyordu: "Hiçbir şey annemden sürekli para istemek kadar acı vermiyor bana. Orada burada zamparalık yapmadığım konusunda onu ikna et! Madem borçlarımı ödemeye karar verdi, bırak da bu iyiliği ada­ makıllı yapsın ve her şey için beni suçlamasın."9 Madam Flaubert oğlunun borçlarını ödeyebilmek için aileye ait bir mülkü satmak zorunda kaldı ve Flaubert mayıs ayında Pa­ ris' i ve pahalı eğlencelerini gönülsüz de olsa terk ederek Crois­ set' ye geri döndü. Jules Duplan'a çalışmak için deliğine çekildi­ ğini yazıyordu. Ne var ki Croisset' de günler geçmek bilmiyor ve Flaubert her zamanki gibi çok güç yazabiliyordu. Kasvetli anılara ve karan­ lık düşüncelere gark olmuş bir halde bir zamanlar onu boğmakla tehdit eden kabaran kara bir dalgaya benzettiği melankolinin içi­ ne her geçen gün biraz daha çekiliyordu. Oradan kaçması şart­ lı. Paris'ten ayrılmasının üstünden bir ay geçmemişti ki yeniden başkente döndü ve haziran ayının sonunda bu kez tek başına Londra'ya gitti. Flaubert'i Victoria istasyonunda karşılayan kişi, Madam Bovary'yi yazdığı dönemde Caroline'in mürebbiyesi olan ve o yıllardan beri aralarından su sızmayan Juliet Herbert'ten başkası değildi. İkisi birlikte Byron'ın "Chillon Mahkumu" şiirini 9

122

A.g.y., s. 431 .

Gustave Flaubert

tercüme etmişler, Croisset'de Flaubert'in çalışma odasındaki şö­ minenin başında Madam Bovary'nin İngilizce tercümesi üzerinde kafa yorarken uzun geceler geçirmişlerdi. Flaubert'in Juliet ile olan ilişkisinin gerçek doğası hep spekülasyonlara konu olmuş­ tur, kesin olan bir şey varsa o da Juliet'in bütün Flaubert ailesi tarafından çok sevildiği ve işi bırakhktan sonra bile muhtelif ke­ reler onları ziyarete gittiğidir. O yaz İngiltere' de iki buçuk hafta geçiren Flaubert, belli başlı turistik yerleri gezdi. Bunlar arasında British Museum, Londra Hayvanat Bahçesi, Ulusal Galeri, Hyde Park, Kew Bahçeleri, Hampton Court Sarayı, Westminster Sarayı, Kensington Bahçeleri ile 1851 yılındaki ilk Londra seyahatinde gördüğü ama bu kez Sydenham' daki yeni yerinde gezme şan­ sı bulduğu Crystal Palace yer alıyordu. Yeni yeraltı demiryolu hattına da büyük bir hevesle binmiş, Hornsey'de yaşayan Jane Farmer'ı bir kez daha ziyaret etmişti. Ne var ki Duygusal Eğitim sürekli aklındaydı, zira Londra' dan ayrılmadan kısa bir süre önce Caroline' e "Romanım için faydalı olabilecek birçok enteresan şey gördüm," diye yazmıştı. Bununla birlikte İngiltere deneyimine dair izler, metnin bitmiş halinde pek de görünür değildir.10 Londra' dan ayrılan Flaubert, henüz çalışma masasının başına dönmeye hazır değildi. Paris'te tren değiştirip Maxime Du Camp ve metresi Adele Husson ile bir hafta geçirmek üzere Baden Ba­ den' e devam etti. İki arkadaş bu ziyaret sırasında Flaubert'in ro­ manının ilerleyişini tartışmışlardı. Du Camp sonradan Frederic'i mütereddit ve ürkek, kadınlara bağlanmaktan kaçınan, birtakım kararlar alan ama iş harekete geçmeye gelince kararından cayan bir adam olarak resmeden Flaubert'in bilinçaltında kendini tas­ vir ettiğini iddia edecekti. Buluştukları süre zarfında iki arkadaş Madam Arnoux karakterinin genel hatlarıyla ilham aldığı Elisa Schlesinger' den de bahsetmiş olmalıydı. Zira ikisi de Elisa' nın ağır depresyon şikayetiyle akıl hastanesine yatırıldığını duy­ muştu. Dahası Du Camp bir süre önce onu Baden Baden' de son derece zayıflamış, etrafa çıldırmış gibi bakan ve koyu renk saçla­ rı tamamen beyazlamış bir halde görmüştü. Temmuz ayının sonlarına doğru Croisset'ye dönen Flaubert annesini ağrılı zona atakları nedeniyle acınası bir halde buldu. 10

A.g.y.,

s.

447.

123

Anne Green

Ciddi şekilde hasta olmasından endişeleniyordu. Arkadaşlarına "yetmiş iki yaşında bütün hastalıklar ciddidir," demişti.11 Ne var ki eve döneli henüz üç gün olmuştu ki, annesinin sağlığın­ dan yana duyduğu kaygı, bütün Flaubert ailesini altüst eden hiç beklenmedik ve şok edici bir olayın gölgesinde kaldı. Flaubert'in yeğeni Juliette'in 34 yaşındaki kocası Adolphe Roquigny, 29 Temmuz 1865 günü, Dieppe yakınlarında bulunun Ouville' deki evlerinde, üstelik Juliette ve iki küçük çocukları yan odadayken silahla başına ateş ederek intihar etmişti. Haberi alan Flaubert apar topar Croisset' den ayrılarak Ouville' e doğru yola çıkh ve sonraki iki günü ağıtlar ve gözyaşları arasında Juliette'in büyük bir kedere bürünmüş evinde geçirdi. Flaubert ince ruhlu bir adam olan Roquigny'yi çok severdi ve ölümüne bir türlü anlam vere­ memişti. Bulabildiği tek açıklama "ani bir delilik hali" olmuştu. Duygusal olarak yorgun düşen Flaubert Croisset'ye geri dön­ dü. Annesinin rahatsızlığı o kadar ağrılı geçiyordu ki Flaubert geceleri inleme sesinden uyanmamak için çalışma odasında yatmaya başlamıştı. Doktorlar Madam Flaubert'i deriyi kabar­ tan yakılarla tedavi ediyorlardı. Yeniden gücünü toplayabilmesi için kırmızı et yiyip tonik şarabı içmesini salık vermişlerdi. Eylül ayı başlarına gelindiğinde Madam Flaubert'in durumu artık oğ­ lunun endişelenmesini gerektirmeyecek denli düzelmişti. Yine de Goncourt biraderlere, "baş belası bir durum ve çok fazla za­ manımı alıyor ... Yaşlı birine bakmak hiç kolay değil," diye dert yanmışh.12 Kendini roman üzerinde çalışmaya gömmek, stresini azaltmasına yardımcı oluyordu. Esasında onun da en az annesi kadar tedaviye ihtiyacı vardı ve onun seçtiği ilaç, kendi tabiriyle "edebi yakı", yazmak olmuştu.13 1866 yılının Ocak ayında Duy­ gusal Eğitim'in birinci kısmını bitirdi. Çalışmasına ilk roman denemesiyle aynı adı verdiği ve me­ tinlerden ikisi de yolları zamanla birbirinden farklılaşmış iki ar­ kadaşın hikayesini konu edindiği halde, Flaubert'in yeni romanı ilk Duygusal Eğitim' den çok farklıdır. Kitabın yoğun bilgi içeren açılış cümlesi, son derece geleneksel bir anlatı vadediyor gibi gö­ rünür: 11 12 13

124

A.g.y., A.g.y., A.g.y.

s. s.

449. 456.

Gustave Flaubert

"15 Mayıs 1840 günü, sabahın alhsında harekete hazırlanan Vil­ le-de-Montereau vapuru, Saint-Bernard rıhtımında bacasından halka halka kalın dumanlar savuruyordu."14 Ne var ki anlatıyı sıkıca zamana ve mekana bağlıyormuş gibi görünen olguların bu kendinden emin bir biçimde sıralanışı, çok geçmeden boşa düşer. Anlatı ilerledikçe, sağlam veriler ve " gerçek olaylar" dan ziyade hemen göze çarpmayan değişken bağlantılar ve gündelik varoluşun karmaşasına dayanan bir ta­ rih görüşü yavaş yavaş kendini belli eder. Yine de Flaubert'in bu proje için bir sürü belgeye ihtiyacı vardı. Bir yandan yazarken bir yandan bilgi toplamaya, moda akımları, Paris borsasındaki dalgalanmalar, at yarışı parkurları, dans salonları ve kıta intikali gibi çok farklı konularda notlar almaya devam ediyordu. İşçiler­ le konuşmuş, bir polis memuruyla röportaj yapmış, 1845 yılında Nogent-sur-Seine ile Paris arasında gidip gelen posta arabaları hakkında kuzenini sorguya çekmiş, ufak edebiyat dergilerinin işleyişini araştırmış, Creil ve 5evres' deki porselen fabrikalarını gezmiş ve krup hastası çocukları gözlemlemek üzere bir has­ taneye moral bozucu bir ziyaret gerçekleştirmişti. 1848 yılında Paris ile Fontainebleau arasında henüz herhangi bir demiryolu hattı olmadığım çok geç fark etmiş ve bu yüzden romanın bir bö­ lümünü yeniden yazmak zorunda kalmıştı. Kalkıştığı işin kapsa­ mından ötürü yorulduğu zamanlar oluyordu. Yapmaya çalıştığı şey, kendi tabiriyle okyanusu sürahiye sığdırmaya çalışmaktı. Bir yandan da parayla ilgili kaygıları devam ediyordu, zira hala imkanlarının ötesinde bir hayat sürüyordu. Michel Levy'yi Salambo'nun hala devam eden başarısı nedeniyle birkaç kez ken­ disine avans ödemeye ikna etmeye çalışmış, ayrıca birkaç yıl içinde geri ödemek üzere 6.000 frank borç verebilecek birilerini bulmaları için önce avukatına, sonra Jules Duplan'a yalvarmış­ tı. Bu konuda istediğini alamayan, dahası Levy' den Salambo için ekstra para koparmak konusunda da başarılı olamayan Flaubert, bu kez de Duygusal Eğitim için avans istemiş, yayımcısı isteğini reddederek onun yerine senet yapmayı teklif etmişti. Flaubert uzlaşmayı kesinlikle kabul etmeyip kıt kanaat geliriyle gere­ kirse "süresiz olarak Croisset' de kalmayı tercih edeceğini" söyı4

Gustave Flaubert, L'Edııcation sentimenta/e, ed. P. M. Wetherill (Paris, 1984), s. 3 [Duygu­ sal Eğitim, çev. Cemal Süreya, İstanbul: İ letişim Yay., 1. Basım, 2007, s. 9].

125

Anne Green

lemişti.15 Levy 1867 yılı baharında insafa gelip Flaubert'e 5.000 frank avans vermeye razı olsa da Flaubertlerin mülklerinden biri, Courtavant' da küçük bir çiftlik, o tarihe kadar çoktan satışa çıkarılmıştı. Pont-sur-Seine' deki başka bir mülk ise sonraki yaz satılacaktı. Ne var ki çok geçmeden Flaubert yeniden parasızlık­ tan yakınmaya başlamış ve Emest Commanville' den borç almış­ tı. Bununla birlikte Flaubert'in Duygusal Eğitim'in elyazmalarını içinde taşıdığı özel yapım pahalı kutu gözlerinden kaçmayan Goncourt biraderler, durumunun o kadar da kötü olmadığı so­ nucuna varmışlardı. Flaubert'in yaşadığı finansal sorunlar, Frederic ile Deslau­ riers'nin istikrarsız maddi olanaklarını ve bunun neticesinde iliş­ kilerinde ortaya çıkan gerilimi anlattığı bölümlerde kendine yer bulmuştu. Caroline'e "Gördüğüm ve hissettiğim her şeyi (alış­ kanlığım olduğu üzere) bu esere koyuyorum," diye yazmıştı.1 6 Ne var ki rahatsız edici eski imgeler de bir şekilde romana gir­ miş, Mösyö Dambreuse'ün cansız bedeninin çarpıcı tasviri, Fre­ deric'in kendi boğulmuş cesedini Seine Nehri'nde sürüklenirken gördüğü halüsinasyon veya "deri önlüklü morg kadavralarını, saçlarına akan soğuk su musluğuyla"17 gösterişli bir kıyafet ba­ losunda gördüğü tüyler ürperten görüntü örneklerinde olduğu gibi yeniden su yüzüne çıkmıştı. Flaubert 1866 yılının Ağustos ayında Sainte-Beuve ve Pren­ ses Mathilde'in tavsiyesiyle şeref nişanıyla ödüllendirildi. Ma­ dam Bova ry'nin sonunda Homais'ye verilen ve bizzat Flaubert'in vasatlığın zaferi diye dalga geçtiği ödüldü bu tam da. O zaman da muhtemelen alaycı bir tavır takınmış olan Flaubert yine de nişanı nazikçe kabul etmiş, Hippolyte Taine ile birlikte ödüle la­ yık görülmüş olmaktan mutluluk duymuş ve arkadaşlarından gelen tebrik mesajlarını memnuniyetle karşılamıştı. Flaubert romanı üzerinde çalışsa da, sosyal ortamlardan izole olmuş de­ ğildi. Boulevard du Temple'daki apartman dairesine "evde" ge­ çirdiği pazar günleri düzenli olarak gelen ziyaretçileri haricinde, arkadaşlarıyla sık sık akşam yemekleri için buluşuyor, bazen de yeğenlerini ziyaret ediyordu. Dahası o yaz Juliet Herbert'i gör15 16 17

126

Flaubert, Corr., 111. Cilt, s. 563. A.g.y., s. 374. Flaubert, L 'Education sentimeıı ta/e, s. 125 [Duygusal Eğitim, s. 147).

Gustave Flaubert

mek üzere bir kez daha Londra'ya gitmişti. Eylül ayında George Sand Croisset'deki evde birkaç gün Flaubert'in konuğu olmuş. Madam Flaubert'i çok etkileyen Sand ev sahibesine toplu eser­ lerinin 75 cildinden oluşan bir koleksiyonu teşekkür hediyesi olarak göndermişti. O süre zarfında Flaubert Ermiş Antonius ve Şeytan'ı George Sand'a okumuş, kasım ayında bu kez daha uzun süreliğine kalmaya geldiğindeyse ikisi her akşam birkaç saat Le Chdteau des coeurs ve Duygusal Eğitim' den uzun bölümler oku­ muş, gece geç saatlere kadar eserler hakkında tartışmışlardı. Bu arada Paris'te Fransız İmparatorluğu'nun başarılarının gözler önüne serileceği uluslararası bir sergi olarak tasarlanan 1867 yılının Exposition universelle'i için hummalı bir hazırlık başlamıştı. Flaubert Prenses Mathilde'in 1 Nisan'daki resmi açı­ lıştan önce sergi alanını birlikte gezme teklifini reddetse de ma­ yıs başına kadar sergiyi iki kez ziyaret etmiş, ağustosta bir kez de annesiyle gitmişti. Ona göre sergi fazlasıyla bunaltıcı ve yaban­ cıydı, sanki gelecek zamandan fırlamış yeni ve çirkin bir dünya­ ya gelmiş gibiydi. Bununla birlikte "endüstriyel sanat"ın vitrini olan sergi Duygusal Eğitim' in dünyasıyla son derece uyumluydu. Flaubert "endüstriyel sanat" teriminden nefret ediyordu. Ona göre bu, çağdaşlarının sanatsal duyarlılık ve bireysel yaratıcılık­ tan yoksun oluşlarının özeti niteliğinde menfur bir kavram kar­ maşasıydı. Flaubert Duygusal Eğitim' de Mösyö Arnoux'yu bu tür seri üretim eserler satan arsız bir adam olarak resmeder. Sergiyi birkaç kez ziyaret eden Flaubert, parkı dolduran dev askeri ekipmanları muhakkak görmüş olmalıydı. Prusya'ya ay­ rılmış olan bölümün ortasında yer alan, dünyanın en büyük ve güçlü topu, doğrudan sergi sarayına nişan alacak şekilde yer­ leştirilmişti. Prusya'nın topu o yılların en büyük klişesi olan "Ufukta kara bulutlar beliriyor," sözünü haklı çıkarıyormuş gibi görünüyordu. Prusya'nın bir Avrupa gücü olarak endişe verici şekilde yükselişi, Fransa'run Meksika' daki talihsiz askeri mü­ dahalesi ve ardından İmparator Maximilian'ın idam edilmesi, ayrıca ülke genelinde yaşanan grevler ve işçiler arasındaki hu­ zursuzluk kötü bir şeyler olacağı hissine katkıda bulunuyordu. Ne var ki Flaubert tüm bunları burjuva kaygıları olarak görü­ yor ve önemsemiyordu. (Prenses Mathilde Flaubert' den sık sık bu rjuva kelimesiyle neyi kastettiğini açıklamasını istiyordu. So127

Anne Greeıı

nunda Flaubert'in sevmediği her şeye burjuva dediği sonucuna varmıştı.) Arkadaşlarını şu sözlerle temin etmeye çalışıyordu: "Burjuvazi her şeyden korkuyor. Savaştan korkuyor, işçilerin greve gitmesinden korkuyor, Prens'in (olası) ölümünden kor­ kuyor. Evrensel bir panik hali bu."18 Ülkenin içinde bulunduğu mevcut ruh hali ona Fransız halkının 1848' deki aptallığını ha­ tırlatıyor, tarafların ikisini birden küçümsemesine yol açıyordu. Romanı için devrimci dönemi araştırdıkça ve Katolik Kilisesi'nin 1848 olaylarında oynadığı " muazzam ve müessif" rolü öğren­ dikçe, Fransa'nın mevcut durumunu daha iyi anladığını düşü­ nüyordu.19 Kilise karşıtı hisleri giderek kuvvetlenmişti. Öyle ki 1869 yılının Paskalya yortusundan önceki Kutsal cuma günü, Sainte-Beuve'ün provokasyon amacıyla düzenlediği, kerevit, alabalık, bonfile ve trüf mantarıyla doldurulmuş sülün gibi ye­ meklerin yer aldığı son derece zengin bir menünün sunulduğu, Kilise'nin oruçla ilgili kurallarını hiçe sayan ve dolayısıyla mu­ hafazakar basını öfkeden deliye döndüren davete katılmaktan büyük keyif almıştı.

Krupp topunun da sergilendiği Prusya pavyonunun bir bölümü, 1867 yılında Paris'te düzenlenen Exposition universelle. 18 19

1 28

Flaubert, Corr., 111. Cilt, A.g.y., s. 725.

s.

629.

Gustave Flaubert

Flaubert romanının ikinci kısmını 1868 Ocak'ının dondurucu so­ ğuklarında bitirdi, ne var ki kaydettiği bu ilerlemeden duyduğu sevinç, yaşanan başka bir aile trajedisinin gölgesinde kalacaktı. Yeğeninin henüz birkaç aylıkken babası intihar eden küçük kızı Jenny Roquigny, üçüncü doğum gününden birkaç gün sonra aniden ölü vermişti. Annesinden kaptığı kızamık aniden zatürre­ ye çevirmişti. Flaubert yeğeni Juliette'in gürültücü kızıyla birlik­ te Croisset'ye geldiği zamanlarda dikkatinin dağıldığından şika­ yet edip dursa da gerçekte " kuş gibi şakıyan" bu küçük kızı çok seviyordu ve ölümü onu derinden sarstı.20 Juliette ile Achille'in çektiği ızdırap onu da kahrediyordu. Dört çocuğu gözlerinin önünde ölmüş olan Madam Flaubert'in torununun çocuğunun vefatını sessiz bir tevekkülle karşılaması ise Flaubert'i çok şaşırt­ mıştı.

Duygusal Eğitim üzerinde çalışmaya devam ediyordu. Pa­ ris'te yapılması gereken arşiv araştırmaları haricinde, gidip ye­ rinde incelemek istediği mekanlar vardı ki bunlar arasında Fon­ tainebleau ormanı, Pere Lachaise mezarlığı, bir doğumevi ve bir sütannenin evi yer alıyordu. Rosanette ve Frederic'in bebeğinin, darbenin hemen öncesindeki ölümüyle birçok idealin sonunu simgeleyen kısa ömürlü devrim çocuğunun, yer aldığı sahneler­ le ilgili detayları toplamaya bilhassa özen göstermişti. Daha önce Pellerin'ın Rosanette tablosuyla ilgili kendisine tavsiyelerde bu­ lunan Joanny Maisiat'ya, bebeğin çürümekte olan cesedinin res­ mini yapan Pellerin'ın o esnada ağzından çıkabilecek, sanatla ilgili duyarsız fikirlerin neler olabileceği konusunda akıl danıştı. Ne var ki Flaubert'in kitabın adına karar vermesi 1869 yılının Nisan ayından önce olmayacaktı. Bu konuda tavsiyesine başvur­ duğu George Sand' a şu satırları yazmıştı: "Ben, çaresizlikten şu adı buldum: L'Education sentirnentale, histore d'un jeune hornrne, [Duygusal Eğitim, Bir Genç Adamın Hikayesi]. Bu başlığın pek yerinde olduğunu söyleyemem ama kitabın anlamına en uygunu . . . "21

Flaubert kitaba isim bulmakta yaşadığı zorluğun, romanın odak­ sız oluşunun bir işareti olmasından korkuyordu, ne var ki bu tür 20 21

A.g.y., s. 727. Flaubert, Corr., iV. Cilt, s. 36-7 [Mektuplar (Gus/ave Flaubert-George Saııd), çev. Bedia Kö­ semihal, İstanbul: Anahtar Kitaplar Yay., 1. Basım, 1992, s. 233].

129

Anne Green

kaygılar için arhk çok geçti. 16 Mayıs günü sabah saat 04:56' da Jules Duplan'a şu heyecan verici satırları karaladı: " Bitti! Evet, kitabım sonunda bitti!"22 Prenses Mathilde yeni romanı dinleyecek ilk kişi olmaya pek heves ediyordu. Uzun bir ikna sürecinin ardından Flaubert, erte­ si hafta prensesin salonunda romanın ilk üç bölümünü okuma­ ya razı oldu. Okuduğu bölümler konuklar tarafından öylesine büyük bir tezahüratla karşılandı ki prenses sonuna kadar oku­ masında ısrar etti. Kitabın tamamını dört saatlik toplam beş otu­ rumda bitirebilecekti. Flaubert'e göre başarısı çok büyük oranda okuma şekline bağlıydı. Caroline' e metni dramatik bir biçimde canlandırma şeklinden kendisinin bile etkilendiğini söylemişti. Ne var ki hala yapılması gereken düzeltmeler vardı. Du Camp uzunca birkaç yerin çıkarılmasını, ufak tefek birkaç yerin de de­ ğiştirilmesini önermiş, Flaubert önerilerin hepsini kabul etme­ mişti. Fakat romanla çok daha içli dışlı olan ve Flaubert'in önceki romanlarındaki düzeltmeleriyle kritik müdahalelerde bulunan Bouilhet bu kez yardım edemiyordu. Epey zamandır hasta, yor­ gun ve hiç adeti olmadığı üzere keyifsizdi. Flaubert şimdi de ar­ kadaşının ciddi şekilde hasta olmasından korkuyordu. Haziran sonunda Bouilhet'yi Rouen' da ziyaret eden Flaubert, onu etrafı doktorlarla çevrili bir halde bulmuştu. Herhangi bir teşhis ko­ yamamışlar, sadece tedavi amacıyla bir süre Vichy' de kalması­ nı salık vermişlerdi. Ne var ki çok geçmeden Bouilhet'nin artık iyileşemeyeceği ortaya çıkacak ve Flaubert 19 Temmuz günü Bouilhet'nin önceki akşam hayatını kaybettiğini haber veren bir telgraf alacaktı. Bouilhet'nin ölümü Flaubert için yıkıcı bir darbe oldu. Salt okul yıllarından beri tanıdığı ve sayısız müstehcen şakayı, sırrı ve dedikoduyu paylaştığı yakın bir dostu değil, sahip olduğu edebi hassasiyete hayran olduğu çok değerli bir akıl hocası ve eleştirmeni yitirmişti. Bouilhet, Rouen mezarlığında Flaubertle­ rin aile mezarlığına yakın bir yere defnedildiğinde, Flaubert de bir parçasını onunla birlikte gömüyor gibi hissetmişti kendini. Sonraki gün yazdığı kederli notlar, Flaubert'in bu büyük acıyı salt bir arkadaşın ölümü değil, aynı zamanda edebi bir kayıp olarak gördüğünü ortaya koyuyordu: " Ne büyük bir kayıp! Asla 22 130

A.g. y . , s. 45.

Gustave Flaubert

yeri doldurulamayacak bir kayıp! Ne kusursuz bir zevk! Ne bü­ yük bir yaratıcılık! Düşüncelerimi nasıl da berraklaştırırdı! Ne büyük bir eleştirmendi! Ne büyük bir ustaydı! Onun ölümüyle edebi pusulamı da yitirmiş oldum."23 Öylesine ümitsiz bir haldeydi ki artık Bouilhet de olmadığına göre yazmaya devam etmenin bir anlanu olup olmadığını sor­ guluyordu. Yine de, eskiden olsa Bouilhet ile birlikte giriştikleri bir iş olan, düzeltmeleri yapmakta kararlıydı ve bir aydan kısa süre içinde Michel Levy Duygusal Eğitim' in elyazmalarını almıştı bile. Çok geçmeden basında Gustave Flaubert'in yeni romanının yayımlanmak üzere olduğunu heyecanla haber veren makaleler yer almaya başladı. Ne var ki kitap yayımlanmadan önce Fla­ ubert bir başka ölümle daha sarsılacaktı. Duygusal Eğitim'i kıs­ men o okusun diye yazdığı, büyük eleştirmen Sainte-Beuve'ün ölümü. Flaubert'in birbirine benzeyen ruhlardan oluşan küçük grubu giderek dağılıyordu. Yakında yayımlanacak olan romanı en idrakli ve anlayışlı iki okurunu yitirmişti ve o hasmane bir dünyaya sürüklenen edebi bir Medusa Salı'ndan sağ kurutul­ muş birkaç kişiden biri gibi hissediyordu kendini. " [Sainte-Beu­ ve] tek bir satırını bile okumadan ölmüş oldu! Bouilhet son iki bölümü hiç duymadı! Yaptığımız planlar buraya kadarmış!"24

Duygusal Eğitim 1869 yılının Kasım ayında nihayet satışa çıktığında, aldığı yorumların neredeyse tamamı olumsuz oldu. Mösyö Roque'ün Tuileries'de bir mahkumu vurduğu sahneye bilhassa gücenen bazı Rouenlılar, Flaubert'in romanı devrimci ateşi körüklemek için kullandığını iddia ediyor ve bu tür kitap­ ların yasaklanmasını istiyordu. Başkaları Flaubert'i Marquis de Sade'la kıyaslıyordu. Romanın kişisel bir kopyasını alan bazı okurlar ise bundan bahsetmekten bile kaçınıyordu. Flaubert bu kitabı yazdığı için vatanseverlerin de gericilerin de kendisini asla affetmeyeceğini George Sand' a yazdığı bir mektupta önce­ den dile getirmiş olsa da yarattığı husumetin boyutları onu bile şoke etmişti. Ne var ki kitabın yayımlanmasından bir ay sonra, onca eleştiriye ve yol açtığı siyasi tartışmaya rağmen Flaubert Duygusal Eğitim' in satışlarının çok iyi gittiğini söyleyebiliyordu. 23

24

Gustave Flaubert, "Mon pauvre Bouilhet", Vie et travaux du R. P Cruc/ıard el aıılres iııe­ dits içinde, ed. Matthieu Desportes ve Yvan Leclerc (Rouen, 2005), s. 87. Flaubert, Corr., iV. Cilt, s. 1 1 2.

131

Anne Green

Duygusal Eğitim yayımlandığı sırada Flaubert. (Fotoğraf Nadar'a atfedilmektedir.)

132

8. MÜCADELELER VE YENİLGİLER, 1869-1874 ALMANLAR: Hayalperest bir halktır (eskimiş). Bizi yenmeleri sürpriz olmadı, hazır değildik! Gustave Flaubert, Yerleşik Düşünceler Sözlüğü

Flaubert Bouilhet'nin kaybıyla kendini "bir uzvu kesilmiş" gibi hissediyordu.1 Edebi yeteneğinin hiçbir zaman hak ettiği de­ ğeri görmediğini düşündüğü arkadaşının mirasını korumayı ve yaşatmayı bundan böyle kendine görev edinecekti. Bouilhet yayımlanmamış eserleriyle ne yapılacağına, aralarında Flaubert, d'Osmoy ve Du Camp'ın olduğu dört arkadaşının karar vermesi için ardında talimatlar bırakmıştı. Nitekim cenazesinden iki gün sonra Flaubert, uzun yıllardır hayat arkadaşı olan Leonie Lepar­ fait ile oğlu Philippe'ten Bouilhet'ye ait bütün evrakı alarak tek tek incelemeye başladı. Aynı hafta içerisinde kendini, Rouen' a bir Bouilhet heykeli dikmek amacıyla kurulmuş bir komisyonun atanmış başkanı olarak buldu ve hemen ardından Bouilhet'nin Mademoiselle Aisse isimli oyununu geçici olarak sahnelemeyi ha­ lihazırda kabul etmiş olan Paris Odeon tiyatrosunda bir bağış toplama etkinliği düzenleme işine soyundu. Flaubert ayrıca Bou­ ilhet'nin şiirlerinden oluşan bir koleksiyon yayımlamak ve Le co­ eur a droite (Sağdaki Yürek) isimli bir başka oyununu sahnelet­ mek istiyordu. Bouilhet'nin çalışmalarıyla ne yapılacağına karar vermek, şiir koleksiyonu için bir giriş yazısı yazmak, yayımcılar ve tiyatro müdürleriyle müzakerelerde bulunmak ve yapılacak anma törenlerini koordine etmek Flaubert'in ilk etapta merrınu­ niyetle karşıladığı oyalayıcı işler olmuş fakat o arkadaşının edebi itibarını güçlendirmek için uğraştıkça çok geçmeden hepsi müz­ min birer mücadele alanına dönüşmüştü. Tüm bunlar olurken Flaubert, Corr., iV Cilt, s. 77

133

Anne Green

bir yandan da yeni bir apartmana taşınmanın stresiyle boğuşma­ sı gerekiyordu, zira artık boulevard du Temple' da bir dairenin kirasını ödeyecek durumda değildi. Murillo Caddesi üzerinde, Pare Monceau'ya bakan ve Caroline ile Emest'in Clichy Cadde­ si'ndeki yeni evlerinden çok da uzak olmayan bir apartmanın dördüncü katında daha ufak bir daire bulmuştu kendine. Ne var ki dairenin tadilattan geçmesi gerekmiş ve bu süreç uzadıkça uzamıştı. Nihayet onca mutlu çağrışıma sahip eski dairesini yü­ reği buruk bir şekilde boşaltmıştı. Flaubert Ermiş Antonius ve Şeytan'ın yeni versiyonu üzerinde çalışmaya başlamanın kendisine iyi geleceğini biliyordu, ne var ki dikkatini dağıtan bütün bu olaylar yazmasını imkansız kılı­ yordu. En az Bouilhet kadar yakın arkadaşı olan Jules Duplan'ın 1870 yılının Mart ayında ölmesi, Flaubert için bir başka üzücü darbe olacaktı. Her zamanki sıcaklığı ve cana yakınlığıyla Ge­ orge Sand Flaubert'i birkaç günlüğüne taşrada ailesiyle birlikte kalmaya davet etmiş fakat Flaubert bu teklifi reddetmişti. Üzün­ tüsünün çaresi taşra havası değildi. Her zamanki egzama ve çı­ banlarına ek olarak bir de enflüanzanın pençesine düşen Flaubert hem bedenen hem ruhen hasta olduğunu hissediyor, kendini sık sık gözyaşlarına boğulmuş bir halde buluyordu. Hayatında ilk kez yaşlılık günlerinin yaklaşmakta olduğunu hissediyordu. Pa­ rayla ilgili yeni kaygılar stresini daha da katlıyordu, zira Paris'te uzun süre kalışı yeniden borca girmesine yol açmıştı. Eski seya­ hat arkadaşı Doktor Cloquet' den birkaç bin frank borç almış, bu borçtan Madam Flaubert'e bahsetmemesi için yemin ettirmişti. Flaubert 1870 yılının Mayıs ayı başlarında, Du Camp ile bir­ likte yayıma hazırladıkları Bouilhet'nin şiirlerinden oluşan Der­ nieres chansons (Son Şarkılar) isimli seçkiye önsöz olacak anma yazısını yazmak üzere Croisset'ye geri döndü. Eski mektuplara göz gezdirmek, Bouilhet'nin bütün eserlerini bir kez daha oku­ mak, bir sürü üzücü hatırayı yeniden canlandırıyordu. Flaubert yazıyı yazarken gözyaşlarına hakim olmaya çalışıyordu. Pa­ ris' teki sorumluluklarını ardında bırakmış olmak onu bir nebze rahatlatsa da Croisset' deki hayatını pek neşesiz buluyordu. Du Camp' a " Çalışma odamdan çıkarsam, o da kendi sağlığından başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen, küp gibi sağır annemle baş başa

134

Gustave Flaubert

yemek yemek için oluyor," diye yazmıştı.2 Birkaç hafta sonra bir başka arkadaşının daha cenazesine katıldığında, içindeki terk edilmişlik hissi daha da derinleşti. Bu kez ölen 39 yaşında frengi­ ye yakalanan Jules de Goncourt' du. Kısa bir süre içinde Magny yemek kulübünün yedi orijinal üyesinden dördü: Gavarni, Bou­ ilhet, Sainte-Beuve ve Goncourt ölmüş, Flaubert dostlarından mahrum kalmıştı. Ciddi edebiyat tartışmaları yapabildiği, tutku­ larını ve korkularını paylaşabildiği geride kalan tek arkadaşları Turgenyev ve Sand' dı şimdi. Kendi ölümlülüğünün hiç olmadığı kadar farkına varan ve etrafının "eski bir mezarlık gibi tabutlarla dolup taştığı"nı hisse­ den Flaubert, sağlığına daha fazla dikkat etmeye karar verdi.3 Her gün akşam yemeğinden önce nehirde tempolu bir şekilde yüzmeye ve bardaklar dolusu katran suyu içmeye başladı. So­ ğuk banyolar ve yemeklerden sonra bostanın etrafında yaptığı yürüyüşler de uyguladığı programın bir parçasıydı. Bu sayede sağlığının düzelmesini ve Ermiş Antonius ve Şeytan üzerinde yeniden ciddiyetle çalışmaya başlayabilmeyi umuyordu. Bouil­ het'nin ölümünden sonra yazma dürtüsünü yitirdiğini hissedi­ yordu, zira uğruna yazdığı kişiyi kaybetmişti. Ne var ki yeniden başlamaya kararlıydı ve 14 Temmuz günü hafta sonuna kadar dört sayfa yazmış olmayı umduğunu gururla ilan ediyordu. Flaubert'in bu dönemde yazdığı mektuplar, dünyanın geri kalanında olup bitenlerden nadiren bahsetse de bir zamanlar önemsemez göründüğü "koyu renkli fırtına bulutları"nın gide­ rek yaklaştığını fark etmemesi mümkün değildi. Sadece ne kadar yaklaşmış olduklarını anlayamamıştı. Prusya'nın liderliğindeki Kuzey Almanya Konfederasyonu, hem birleşik bir Almanya kur­ mak üzere güneye doğru genişlemek istiyor, hem de İspanyol tahtında Prusya'nın da hakkı olduğunu iddia ediyordu. Gide­ rek güçlenen komşusu tarafından kuşatılmaktan korkan ve Bis­ marck' ın meşhur Ems telgrafı ile daha da provoke olan Fransa, 1870 yılının 18 Temmuz günü Prusya'ya savaş açtı. Almanların iyi eğitimli ordularını hızlıca seferber edip kuzeydoğu Fransa'yı işgal etmesiyle, Ermiş Antonius ve Şeytan, Flaubert'in birinci ön­ celiği olmaktan çıktı. Onun yerine Fransızların ahmaklığı olarak 2 3

A.g.y., s.193. A.g.y., s.196.

135

Anne Green

gördüğü şeyden bıkıp usanmış bir halde, bütün üzüntüsünü ve öfkesini eli kulağında olan katliama yönlendirdi. George Sand' a "Korkuyorum. Oysa bu kasaplığın bir nedeni yok! Bu ancak dö­ vüşmek için bir kavga isteği!" diyordu.4 Bismarck'ın küstah­ lığının öcünü almaktan bahsedenler ile korkudan sinenler onu aynı derecede öfkelendiriyordu: "Bunun, nasıl bir budalalık, bir alçaklık, bir bilgisizlik ve kendini beğenmişlik olduğunu şimdi anlıyorum! Vatandaşlarımı düşündükçe, içimden öğürmek ge­ liyor!" diye söyleniyordu. Gelecek yılların kıyameti aratmayan sonuçlar doğuracağını öngörüyordu: "Belki de ırk savaşı, yeniden başlayacak! Yüz yıla varmadan, bir mil­ yon insan birbirini boğazlayacak. .. Asya Avrupa' ya, eski dünya yeni dünyaya karşı gelecek!"5

İlerleyen Prusya birliklerinden kaçan akrabaları Flaubertlerin Croisset' deki evine sığınmıştı, aynı çatı altında on altı kişi yaşı­ yorlardı şimdi. Cepheden çok az haber geliyordu. Flaubert ne­ ler olduğunu öğrenebilmek umuduyla her gün Rouen' daki tren istasyonuna gidiyordu. Başka nasıl faydalı olacağını bilemeyip Hôtel-Dieu' de gönüllü olarak hastabakıcılık yapmaya başlamış­ tı. Bütün belirsizlik ve kargaşaya rağmen, Fransa'nın bir dönüm noktasında olduğu ve bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmaya­ cağı ona göre netti. Arkadaşlarına " Her şeye rağmen, bir baş­ ka dünya doğmakta!" diye yineleyip duruyordu.6 Savaş ilan edildikten sonraki haftalar içinde Fransa, Sedan Muharebesi'nde ağır bir yenilgi almış, teslim olan III. Napolyon esir alınmış ve Leon Gambetta 4 Eylül 1870'te İkinci İmparatorluk' un düştüğü­ nü ve yerine Fransa Cumhuriyeti'nin kurulduğunu resmen ilan etmişti. Çöküş o kadar hızlı gerçekleşmişti ki Flaubert olanlara inanamıyor, İmparator teslim olsa da Fransız halkının asla bo­ yun eğmeyeceğine olan inancını koruyordu. Prusyalıların Pa­ ris'i kuşatmasının ihtimal dışı olduğunu düşünse de orduların başkente ilerlemesi durumunda bütün ulusun işgalcileri Ren'in öbür tarafına sürmek için ayaklanacağından emindi. Rouen Ulu­ sal Muhafızları'na katılan Flaubert, kendine içinde ekipmanları olan bir asker çantası alıp gece devriyelerine katılmaya başlamış4 5 6

136

A.g.y., s. 211 (Mektuplar (Gustave Flaubert-Grorge Sand), çev. Bedia Kösemihal, İ stanbul: Anahtar Kitaplar Yay., 1. Basım, 1992, s. 319]. A.g.y., s. 218 [Mektuplar (GF-GS), s. 321 ]. A.g.y., s. 211, 225, 231, 232, 242 [Mektuplar (GF-GS), s. 329].

Gustave Flaubert

tı. Bu arada daha güvenli olduğu için Londra'ya kaçan Caroline, eski İngiliz mürebbiyelerinin, önce Juliet Herbert'in sonra Bayan Farmer'ın, evinde kalıyordu. Onun İngiltere'ye kaçmış olması Flaubert'i biraz olsun rahatlatmıştı. Londra' da Prusyalılardan uzakta ve güvendeydi, gerçi bu sefer de İngiliz iklimine ve mut­ fağına maruz kalmanın sağlığını kötü etkileyeceğinden endişe­ leniyordu. Savaşla ilgili tek tük haberler sıcak hava balonları ve posta güvercinleri aracılığıyla Rouen' a ulaşıyordu. Hızlı bir ateşkes olmayacağı çok geçmeden netleşmişti. Olaylara edebi bir açı­ dan bakan Flaubert, Duygusal Eğitim'i yakalanan İmparator'un etrafını sarmış binlerce öfkeli mahkumun hakaretleri arasında arabaya bindirilmesi sahnesiyle bitirebilmiş olmayı diliyordu. Ona göre Fransa'nın içinde bulunduğu bu üzücü durum, İkinci İmparatorluk' un "uzun zamandır sürdürdüğü yanlışlar" ın bir neticesiydi. Du Camp' a şöyle diyordu: " Her şey yanlıştı; ordu yanlıştı, siyaset yanlıştı, edebiyat yanlıştı, duyulan güven yan­ lıştı, turtalar bile yanlıştı. Hakikati söylemekse ahlakdışıydı!"7 Buna rağmen, gururu incinen öfkeli Fransızların sonunda mu­ zaffer olacağından emindi. Ona göre ulus tek yürek halindeydi ve İngiliz gazetelerindeki tahminlerin aksine, durum hiçbir za­ man bir iç savaşa evrilemezdi. Ne var ki bu özgüvenli beyanlar­ dan sadece birkaç gün sonra, kuşatma altındaki Paris'in bütün erzakıru tüketmesi, Prusyalıların Rouen' a giderek yaklaşması ve yerinden yurdundan edilmiş yoksulların akın akın Croisset' de­ ki evinin kapısına gelip yiyecek dilenmesi karşısında kendinden emin hali ortadan kaybolacaktı. Şehrin sakinlerinin işgalcilere direnmeyeceğini artık görebiliyordu. Dahası sorumluluğu al­ tındaki yerel milisler o denli disiplinsizdi ki sadece birkaç hafta görev yaptıktan sonra Ulusal Muhafızlar' dan ayrıldı. Gelecekle ilgili tahminleri artık çok daha kasvetliydi. Ekim ayı başlarında Caroline' e "bir ay içinde her şey bitmiş olacak," diye yazıyordu: "Demem o ki piyesin birinci perdesi bitmiş olacak. İkinci perde­ de ise iç savaş var."8 Rouen 5 Aralık 1870 günü düşmanın eline geçti. Prusya as­ kerleri ve atları Croisset' de konaklamaya başladılar. Flaubert ve 7

8

A.g.y., s. 243. A.g.y., s. 244.

137

Anne Green

annesi onlar gelinceye kadar büyük evi terk etmişlerdi, ne var ki Rouen' dan ilerisine kaçmayı reddediyorlardı, zira Flaubert kitaplarından ve kağıtlarından uzak olma fikrine katlanamıyor, annesiyse Achille'e yakın olmak istiyordu. Flaubert dünyanın sonu gelmiş gibi hissediyordu. Sanki Prusyalıların postalları beyninin üzerinden geçiyor, onu gerek duygusal gerek zihinsel olarak bir enkaza çeviriyordu. Yıllardır kendini göstermeyen epileptik semptomlar geri gelmişti. Annesi Flaubert için, Flau­ bert annesi için ve ikisi birden zavallı Caroline için endişeleni­ yordu. Achille'in karısının Londra'da başlayan çiçek hastalığı salgınını haber vermesinin ardından Caroline' e hemen eve geri dönmesini söylemişlerdi.

1871 yılının Ocak ayında Paris nihayet Prusyalılara teslim olduğunda Flaubert kızgınlığını da nefretini de bastıramıyordu: "İnsan öfkeden kendini asabilir! Paris son eve varıncaya kadar ya­ nıp kül olmadığı, ardında büyük kara bir boşluk bırakmadığı için kuduruyorum! Fransa o denli dibe battı, şerefini o denli yitirdi, o denli alçaldı ki keşke tamamen ortadan kaybolsa! Umanın iç savaş bir sürü insanın canını alır. Ve umarım içlerinden biri de ben olu­ rum!"9

Şeref nişanını takmayı reddeden Flaubert Caroline' e Fransızcada artık "şeref" diye bir kelime olmadığını ve Turgenyev'e Rus va­ tandaşlığına nasıl geçildiğini danışmak gibi bir niyeti olduğunu söylüyordu. Caroline İngiltere' den dönünce ruh hali biraz daha yumuşamış, annesini alıp Caroline'le kalması için Dieppe' e gö­ türmüştü. Sevgili yeğenini sağ salim vatan toprağında görmek ikisini de yatıştırmıştı. Dahası Fransa için ne denli küçük düşü­ rücü de olsa 26 Şubat günü imzalanan Versailles Anlaşması, en azından düşmanlıkların bitişi anlamına geliyordu. Mart ayının ortalarına gelindiğinde durum, Flaubert'in Alexander Dumas ile birlikte Prenses Mathilde'i ziyaret etmek üzere Brüksel'e gitmesine müsaade edecek kadar güvenliydi. Prenses İkinci İmparatorluk'un yıkılmasının ardından oraya kaçmıştı. Ne var ki Flaubert Brüksel' deyken Paris'te ciddi çatış­ maların yaşandığını haber aldı. Hem Caroline ve kocasının şid­ detli çatışmaların ortasında kalmış olmasından korkuyor, hem 9

138

A.g. y., s. 275.

Gustave Flaubert

de eve Paris üzerinden dönemeyecek olmaktan endişeleniyordu. Londra üzerinden döruneye mecbur kalmıştı. Şehirde kısa süre­ liğine Juliet Herbert'le görüşmüş, sonrasında fırtınalı bir feribot yolculuğuyla Dieppe'e geçerek annesi ve yeğeniyle buluşmuştu. Radikal sosyalist Komüncülerle yeni ulusal hükümet arasındaki düşmanlığın iç savaşa doğru evrilmesiyle Paris'ten gelen haber­ ler daha da kötüleşmiş, buna rağmen Flaubert Croisset' deki evi­ ne dönebilmeyi başarmıştı. Terk ettikleri evin odalarının temiz ve tertipli olduğunu görmek onu çok şaşırtmıştı. Bahçe çuha çi­ çekleriyle doluydu, ağaçlar tomurcuklanmıştı. Flaubert aylardır ilk kez kendini huzurlu hissediyordu. O akşam yeniden Ermiş Antonius ve Şeytan üzerinde çalışmaya başladı. Paris'teki ayaklanmanın birkaç gün içinde sönümleneceği yö­ nündeki beklentisinin nedeni, belki de bu yeni bulduğu sükunet­ ti; ama bir kez daha yanılacak ve şiddet devam edecekti. Komün­ cüler mayıs ayının sonunda, semaine sanglante olarak tarihe geçen korkunç kanlı haftanın ardından yenilgiye uğradılar. Olaylarda yirmi binden fazla kişi öldü, şehirdeki kamu binalarının çoğu yakılıp yok edildi. Katliam günlerini Paris'te geçiren Flaubert, bir yandan Ermiş Antonius ve Şeytan hakkında araştırmalar yap­ maya devam ediyor, bir yandan da şehrin çoktan birer turistik cazibe merkezine dönüşmüş olan yıkıntılarını geziyordu. Şayet Du Camp'ın sözlerini doğru kabul edecek olursak o ve Flaubert Tuileries Sarayı'nın kararmış dış cephesine bakarken Flaubert bir an durup, " insanlar Duygusal Eğitim'i tam olarak anlamış olsalardı böyle bir isyan hiçbir zaman yaşanmazdı" minvalinde yorumlarda bulunmuştu. Harap haldeki binaları Caroline' e "çok güzel", "meşum" ve " harika" gibi kelimelerle tarif etse de Geor­ ge Sand' a verdiği tepki çok daha aşırıydı ve şehirdeki yapıların uğradığı yıkımla sınırla değildi: "Beni, oradaki ceset kokuları değil, ağızlardan fışkıran bencillik iğrendiriyor! Parislilerin budalalıklarının yanında harabelerin gö­ rüntüsü ne ki! Birkaç kişi dışında herkes, deli gömleği giydirilip ka­ patılacak kadar çıldırmış görünüyor! Nüfusun yarısı, diğer yarısını boğmak hevesinde! Gelen geçenin yüzünden okunuyor bu!"10

10 A.g.y., s. 329, 331 [Mektuplar (GF-GS), s. 359, orijinal çeviri üzerinde değişiklik yapılmış­ tır -ç.n.].

139

Anne Green

Rivoli Caddesi üzerindeki bina yıkıntıları, Paris, Mayıs'ında yaşanan semaine sanglante sonrası.

1871

Daha da kötüsü Parislilerin çoğu savaşı çoktan unutmuş gibiydi. Yakın zamanda şehirlerinde yaşanmış kıyım, yağma ve kundak­ çılığın işgal zamanında yaşanan şiddetin bir tekrarı olduğunu görmezden gelerek Prusyalılardan hayranlıkla söz edenler bile vardı. Flaubert tanık oldukları karşısında o denli öfkelenmişti ki (Ernest Feydeau'ya " İnsanlığı kusmuğumda boğmak istiyorum" diye yazmıştı) Paris ziyaretinden sonra çok uzun bir süre yeni­ den Ermiş Antonius ve Şeytan'a odaklanamamıştı. 1 1 Bununla birlikte Bouilhet'nin arusını yaşatma çalışmalarına de­ vam ediyordu. Rouen belediye başkanına Bouilhet arusına bir çeş­ me yapılması önerisinde bulunmuş, Bouilhet'nin yayımlanacak şiir koleksiyonuna baskıya gitmeden önceki son dokunuşlarını yapmış, Odeon tiyatrosunu Mademoiselle Aisse' yi sahneleme sözü­ nü tutması için sıkıştırmış ve Odeon tiyatrosunun süreci uzatma ihtimaline karşı oyunun sahnelerunesi için Comedie-Française'le görüşmeler yapmıştı. Mademoiselle Aisse'nin provaları Odeon'da 11

140

A.g.y., s. 341

Gustave Flaubert

aralık ayı başında başladı. Flaubert oyuncu seçimi, kostüm ta­ sarımı, dekor ve tanıtım da dahil oyunun her şeyiyle yakından ilgileniyordu. Metni oyunculara bizzat okuduktan sonra bütün provalara katılmıştı ve oyunun büyük bir başarı elde edeceğinden emindi. Sarah Bernhardt'ın başrolde olduğu oyunun birçok eski arkadaşının izleyiciler arasında yer aldığı 6 Ocak 1872 tarihinde gerçekleşen prömiyeri hakikaten bir başarı hikayesiydi. Ne var ki ikinci temsil, neredeyse boş koltuklara oynandı. Yazılan ilk eleş­ tirilerden biri oyunu " kaba bir melodram" olarak nitelemiş, oyu­ nun Bouilhet'nin ailesine para kazandıracağı umutları da böylece yerle bir olmuştu.12 Üstelik yaşanan tek hayal kırıklığı bu da de­ ğildi. Rouen belediye meclisi, Bouilhet anısına çeşme yaptırılması önerisini reddetmiş, Flaubert küplere binmişti.

Hotel de Ville'in Komün günlerinde yanan dış cephesini izleyen turistler.

Bu ret haberi üzerine al görmüş boğaya dönen Flaubert derhal belediye meclisine zehir zemberek bir açık mektup yazma işine 12

Francisque Sarcey, " Mademoiselle Aisse, piece de Louis Bouilhet", Le Temps (8 Ocak

1 872), s.y.

141

Anne Green

koyulmuş, bu uğurda meclis üyelerinden birinin sıkıcı bir şiirin­ den parçaları gün yüzüne çıkarmış, adına heykeller dikilen "em­ besil ve değersiz kişiler" den örnekler toplamış ve Rouen ken­ tinin Bouilhet ayarında bir şair anısına yaphrılacak anıta hayır oyu verdiğine inanmadıklarını dile getirmeleri için gazetecilerle lobi faaliyetlerinde bulunmuştu.13 Philippe Leparfait'ye bele­ diye meclisinin utançtan öldüğünü görmekten tarifsiz bir zevk alacağını söylemişti. Bouilhet'nin hatırasına yönelik bu saldırı karşısında duyduğu öfkenin şehrin Prusyalılara teslim olmak­ taki aceleciliğinin yarattığı hayal kırıklığıyla birleştiği yirmi say­ falık sert eleştirisinde, "eli kalem yahut silah tutmayan" meclis üyelerini yerden yere vuruyor, onları kültürsüz, korkak ve aptal olmakla suçluyordu.14 Flaubert'in arkadaşı ve Nouvelliste de Rou­ en'ın anlayışlı editörü Charles Lapierre, metnin kendi gazetesi için fazla kışkırtıcı olduğuna karar vermiş, mektubu Paris'te ya­ yımlatmasını öğütlemişti. Neticede açık mektup Paris'te Le Tem­ ps'te usulünce yayımlandı ve sonrasında dağıtılmak üzere ince bir kitapçık şeklinde tekrar basıldı. Ne var ki belediye meclisi geri adım atmayı reddetti ve bugün Rouen' da Bouilhet adına bir anıt olsa da Flaubert bunu görecek kadar uzun yaşamadı. Üçüncü Cumhuriyet'in bu istikrarsız ilk yılları, Flaubert için de Fransa için de zor geçiyordu. "St. Vincent de Paul Derneği ile Enternasyonal arasında sıkışıp kaldık," diye şikayet ediyordu, zira Fransa'nın yenilgisini Tanrı'nın gazabı olarak gören Kato­ lik Sağ, Cumhuriyetçi Sol karşısında konumunu güçlendirmişti ve Sol, Sağ' ın, kendi verdiği isimle, Ahlaki Düzen siyasetinden korkuyor, monarşi geri gelecek diye ödü kopuyordu.15 Ne var ki Flaubert için kişisel endişeleri daha ağır basıyordu. En baskın olanı da her zamanki gibi parayla ilgiliydi ancak bu sefer sorun çok daha ciddiydi. Ernest Commanville kereste fiyatlarının yük­ seleceği beklentisiyle spekülasyonda bulunmuş fakat piyasanın çökmesiyle malını ağır bir zararla satmak zorunda kalmıştı. İşle­ ri giderek kötüleşiyordu ve utanç verici bir ihtimal olan iflas salt Caroline ve Ernest'in değil, sermayesinin çoğunu Commanvil­ le'in işine bağlamış olan Flaubert'in de başını yakacaktı. Yaşadığı 13 Flaubert, Corr., iV. Cilt, s. 441. 14 Gustave Flaubert, "Lettre de M. Gustave Flaubert a la municipalite de Rouen", Le Temps (26 Ocak 1872), s.y. 15 Flaubert, Corr., iV. Cilt, s. 301.

142

Gustave Flaubert

sıkıntıları anlattığı Prenses Mathilde, ihtiyaç duyduğu meblağı St Gratien' daki konutunu ipotek ettirerek ödemeyi önermişti, ne var ki bu Flaubert' in kabul edemeyeceği kadar cömert bir teklifti. Flaubert sorunun çözümü için başka yollar aramaya umutsuzca devam etti. 1872 yılının Şubat ayında "Bu kış yaşadığım hayat, herhalde üç gergedanı öldürürdü," diye dert yanacaktı.16 Nite­ kim sonraki ay Michel Levy Bouilhet'in Dernieres chansons'unun matbaa masrafları olarak muhakkak yatıracağını düşündüğü tutarı ödemediğinde, Flaubert pazarlık yapacak halde değildi. Kendini ihanete uğramış hisseden Flaubert, Levy'nin karşısına geçip bir öfke buhranı içinde onu sahtekarlıkla suçladı ve arala­ rındaki iş ilişkisini bir çırpıda sonlandırdı. Flaubert'in yaşadığı öfke kendi ifadesiyle "delilik sınırlarında" ydı ve olaydan gün­ ler sonra bile kendini hasta hissetmişti.17 Ona olan öfkesi öyle büyüktü ki, ertesi yıl Levy de kendisi gibi şeref nişanıyla ödül­ lendirildiğinde, protesto amacıyla kendi ödülünü bir kez daha çıkarmış ve Levy ölünceye kadar bir daha takmamıştı. Bu olay başarısızlık ve aşağılanma hissini daha da güçlen­ dirdi. George Sand'a: "Gönlünü, kafasını, sinirlerini, adale ve zamanını böyle boşa harcamak, yıkmaz da ne yapar insanı?" diye yazmış, zavallı Bouilhet'nin belki de ölüp gitmekle en iyisi­ ni yaptığını ve kendisinin de daha uzunca bir süre matbaacılar, editörler veya gazetelerle işi olmayacağını eklemişti: "Bu kış her şeyde başarısız oldum. Aisse para kazandırmadı. Dernie­ res chansons beni neredeyse Levy'yle mahkemelik edecekti. Çeşmey­ le ilgili iş hala neticelenmedi ... Dua edelim de Ermiş Antonius'ta da başarısız olmayayım!"18

Flaubert, Ermiş Antonius ve Şeytan için kaynak toplamaya devam etse de kendini yeniden yazmaya başlayamayacak kadar mağ­ lup olmuş hissediyordu. Sand'ın evlilikte teselli bulabileceği yö­ nündeki önerisini düşünmeden reddetmişti. Artık 78 yaşına gel­ miş olan, zayıf ve küp gibi sağır annesi onun için başka bir sıkıntı kaynağıydı. Bilhassa Prusya istilası ve evinin işgal edilmesinden sonra durumu daha da kötüleşmişti. Yanında sürekli birini iste16 17 18

A.g.y., s. 487. A.g.y., s. 501 (Mektuplar (GF-GS), s. 414, orijinal çeviri Uzerinde değişiklik yapılmıştır -ç.n.J. A.g.y., s. 504-5 [Mektuplar (GF-GS), s. 415, orijinal çeviri üzerinde değişiklik yapılmıştır -ç.n.]. 14:1

Anne Green

yen, giderek daha depresif ve huysuz bir kadına dönüşen Ma­ dam Flaubert, oğlunu hem endişelendiriyor hem de boğuyordu. Flaubert ve Caroline, ona refakat etmesi için bir kadın tutmaya karar vermişler fakat uygun birini bulamamışlardı. Flaubert Pa­ ris'te olduğu ve Croisset' deki evde dekoratör çalışhğı sırada Ma­ dam Flaubert Commanville'lerle beraber Dieppe'te kalıyordu fakat mart ayının sonlarına doğru, ev hala darmadağın olduğu ve her yer ıslak boya koktuğu halde ısrarla Croisset'ye dönmek istedi. O sırada hala Levy'yle ettiği kavganın etkisinde olan Flau­ bert, annesini karşılamak üzere Paris'ten ayrıldı. Durumunun bu denli çabuk kötüleşmesi Flaubert'i çok endişelendirmişti. Flau­ bert o yıl annesiyle kasvetli bir yaz daha geçireceğini öngörüyor­ du. Ne var ki 1 872 yılının 6 Nisan günü, Croisset'ye gelişinden tam bir hafta sonra Madam Flaubert hayata gözlerini yumdu.

Gustave Flaubert'in annesinin E. Guilbert tarafından yapılmış büstü,

144

1873.

Gustave Flaubert

Flaubert annesini ne kadar çok sevdiğini şimdi anlıyordu. Onun ölümüyle içi bomboş kalnuştı sanki. Arkadaşlarının taziye me­ sajlarına bile cevap veremeyecek kadar kötü hissediyordu ken­ dini. Matemini katlayan bir diğer şey de geleceğiyle ilgili be­ lirsizlikti, zira annesi vasiyetinde Croisset' deki evi Caroline' e bırakmış, buna bir de evlenmediği müddetçe Flaubert'in çalışma ve yatak odalarını kullanmaya devam edebileceği şartını eklet­ mişti. Ne var ki Caroline'in Dieppe ve Paris'te halihazırda evleri vardı ve hem çok büyük hem de çok masraflı olan Croisset' deki evde muhtemelen yaşamak istemeyecekti; acaba satmaya karar verir miydi? Eğer satarsa, Flaubert ne yapacaktı? Nereye gide­ cekti? Bütün bu kaygılar onu yiyip bitiriyordu. Dahası her türlü derdi çoğu insandan daha ağır yaşadığının kendisi de farkınday­ dı. Kendi deyimiyle " doğuştan derisi yüzülmüş bir insan" dı.19 Tasalarından kurtulmanın tek yolunun işe odaklanmak oldu­ ğunu bilen Flaubert nisan ayının sonunda kendini yeniden Ermiş Antonius ve Şeytan üzerinde çalışmaya zorladı. Her zamankin­ den daha büyük bir mücadeleydi bu, zira çalışmak hiç içinden gelmiyordu ve hala kendi isteği dışında gelişen karmaşık finan­ sal sorunların pençesindeydi. Her şeye rağmen, Cenova' da Bru­ eghel' in tablosunu görüp büyülendiği 1845 yılından beri kafası­ nı meşgul eden kitabı bitirmeye kararlıydı. Bu sıra dışı projenin Flaubert'i bu denli cezbetmesinin bir ne­ deni de hayal gücünün ne denli geniş ve güçlü olduğunu keş­ fetmesine olanak tanıması ve hakikatin göreceliliği fikrini takip etmesine müsaade etmesiydi. Doğu'ya has aykırı düşünceler, Doğu felsefesi ve dinleri hakkında yıllardır yaptığı okumala­ rı, Ermiş Antonius'un gördüğü halüsinasyonlara dönüştürdü. Metin, ermişin boğuştuğu felsefi pozisyonları değerlendirmeyi veya izah etmeyi reddeder ve her şey Antonius'un zihninin bir ürünüymüş gibi sunulur. Şeytan ona şöyle der: "Her şey başına kafanın aracılığıyla geliyor yalnız. Çukur bir ayna gibi nesnele­ rin biçimini bozuyor kafan. Hiçbir araç yok elinde gördüklerinin doğruluğunu kesinlikle bilmen için."20 Bu tuhaf ve sıra dışı eser19 A.g.y., s. 517. 20 Gustave Flaubert, La Teııtatioıı de saiııt Aıı toiııe, ed. Claudine Gothot-Mersch (Paris, 1983), s. 241 [Ermiş Aııtoııius ve Şeytan, çev. Sabahattin Eyüboğlu, İstanbul: İş Bankası Kültür Yay., 4. Basım, 2020, s. 162].

145

Anne Green

de ermiş, kendisini çölde tecrit edilmekten kurtarmaya yönelik her tür girişime karşı direnir. Yedi ölümcül günahta cisimleşen ve görünür kılınan insani tutkularla mücadele eder ve karadan, denizden ve havadan gelen canavarsı yaratıkların saldırısına uğ­ rar. Ta ki bilinen dünya tedricen tek bir kozmik yaşam gücüne dönüşünceye dek. Antonius'un son feryadı, bir yazar olarak Fla­ ubert' in gerçekleşmesi imkansız arzusunu hatırlatır: " ... ses gibi titreşmek, ışık gibi parlamak, bütün biçimlerin içine sokulmak, her atoma işlemek, maddenin dibine inmek, madde olmak [isti­ yorum] !"21 Projeye ilk heves ettiği günden neredeyse çeyrek asır sonra, 1872 yılının 1 Temmuz günü Flaubert nihayet "Tanrı'ya şükürler olsun! Ermiş Antonius'u bitirdim!" diyebiliyordu.22 Ne var ki Levy ile yaşadığı anlaşmazlıktan sonra, herhangi bir yerde yayımlatmayı düşünmediğinden metni alıp çekmecelerden biri­ ne kaldırdı. Bir hafta sonra Caroline ile birlikte İspanyol sınırında rağbet gören bir kaplıca merkezi olan Bagneres-de-Luchon'a gittiler. Kaplıca sularına girip Pireneler' in temiz dağ havasını alarak hu­ zurlu bir ay geçirmenin kendilerine iyi geleceğini düşünüyor­ lardı. Ne var ki Flaubert'in aklında yine işle ilgili planlar vardı. Builhet'nin evrakı arasında Le Sexe faible (Zayıf Cins) adında bir oyun taslağı bulmuştu. Niyeti halihazırda iki Paris tiyatrosu ta­ rafından geri çevrilmiş olan bu oyunu yeniden gözden geçirip geliştirmekti. Ayrıca sonunda Bilirbilmezler' e dönüşecek olan uzun vadeli projesi üzerine daha fazla kafa yormak istiyordu. Yeni çevresine bir türlü alışamamıştı. Gürültüden, can sıkıntı­ sından ve etrafının sinir bozucu burjuvalarla çevrilmiş olmasın­ dan yakınıyordu. Kapılıca doktoru sinirlerinin bu kadar gergin olmasını aşırı tütün tüketimine bağlamış, Flaubert nezaket icabı sesini çıkarmasa da bu teşhisi son derece gülünç bulmuştu. Bu tür bir çevrede yazı yazmak neredeyse imkansızdı. Dahası kap­ lıcada yüzmek ve suyundan içmek dışında yapabileceği çok az şey vardı. Yakınlardaki hayvanat bahçesini birkaç kez ziyaret et­ miş, Charles Dickens'ın, İngiliz romanlarına has " kusurlu kom­ pozisyon"u yüzünden bütün iyi niteliklerinin mahvolduğunu düşündüğü, Mister Pickwick'in Serüvenleri'ni okumuş ve "burjuva 21 22

146

A.g.y., s. 237 [Ermiş Antonius ve Şeytan, s. 181). Flaubert, Corr., iV Cilt, s. 543 [Mektuplar (GF-GS), s. 424).

Gustave Flaubert

tiplerden, sahtekarlıktan ve modern yaşamın bütün kokuşmuş­ luğundan uzak" İspanya sınırındaki el değmemiş bir kırlık ala­ na gezmeye gitmişti.23 Bu gezi, eski seyahat tutkusunu yeniden alevlendirmişti. Öyle ki bir an, güneydeki Madrid'e kadar yürü­ yerek gitmek gibi olmayacak bir iş bile geçmişti aklından. Ne var ki çok geçmeden yeniden Croisset' deki çalışma odası­ na dönmüş ve Bouilhet'nin kinayeli bir dille Le Sexe faible (Zayıf Cins) adını uygun gördüğü oyunu üzerinde kapsamlı değişik­ likler yapmaya başlamıştı. Bouilhet bu oyunla ilgili fikirlerinden Flaubert' e 1864 yılında söz etmiş ve benimsediği kadın düşmanı yaklaşımı şu şekilde özetlemişti: Amacı, "kadınların bize yaptır­ dığı bütün o korkakça hareketleri, dünyadaki en önemli konu­ lar hakkında gün be gün haksız yere elde ettikleri gücü gözler önüne sermek"ti. Bouilhet kadınlarla ilgili bu durumu "zamane işleri" diye adlandırıyordu.24 Flaubert sonraki aylarda kendini bu projeye adadı. Bu sefer oyunun Leparfait ailesine biraz para kazandırmasını umuyordu ve yeniden tiyatroyla ilgilenebildiği için halinden pek memnundu. Hatta fikirlerini sahneye uyarla­ ma ve düşünceleri diyaloglara dönüştürme süreci öyle hoşuna gidiyordu ki 1873 yılının Temmuz ayında bu kez kendisi bir oyun yazmaya koyuldu. Ana karakterin savunduğu politik gö­ rüşlerden bağımsız, ne pahasına olursa olsun milletvekili olma hırsına odaklanan Le Candidat (Namzet) adındaki oyun, burjuva maddiyatçılığını, ahlaksızlığını ve çıkarcılığını hedef alan kas­ vetli bir taşlamaydı. Bu denli alaycı bir metin kaleme almak, ki muhtemelen o zamana dek yazdığı en insan-sevmez metindi, Flaubert'in o zamanki karamsar ruh haline gayet uygundu. Oyu­ nu "ölçüsüzce eğlenceli" buluyor ve hayatında ilk kez bir metni bu kadar zorlanmadan yazıyordu.25 Paris'te bulunan Theatre du Vaudeville, Le Sexe faible ile ilgi­ lendiğini bildirmişti. Tiyatronun müdürü Leon Carvalho, Flau­ bert'i oyunun büyük bir başarı elde edeceği konusunda temin etmiş ve 1873 kışında sahneleneceğini söylemişti. Ne var ki çok geçmeden Le Candidat'ı haber alan Carvalho'ya, Louis Bouil­ het' dense meşhur Gustave Flaubert'in bir eserini sahneleme fikri 23 24 25

A.g.y., s. 547, 554. Flaubert, Corr., l ll. Cilt, s. 973. Flaubert, Corr., iV Cilt, s. 717

147

Anne Green

haliyle daha cazip gelmiş, Le Sexefaible' i ertelemek için bahaneler bulmaya başlamışh. Nitekim Le Candidat oyunun metni gözden geçirildi, tanıhmı yapıldı ve provalar başladı. Sansürden kıl payı kurtulup nihayet 11 Mart 1874'te prömiyer yaptı. Flaubert iyi bir açılış gecesini garantilemek için arkadaşlarının çoğuna bilet almıştı, ne var ki oyunun bir felaket olduğu gerçeğini onların destekleyici varlığı bile değiştiremedi. Seyirci oyunu yuhalayıp ıslıklamıştı. Edmond de Goncourt eserin zevk, incelik ve özgün­ lükten yoksun oluşu karşısında duyduğu dehşeti günlüğüne not etmişti. Çıkan eleştiriler son derece acımasızdı. İkinci gece erkek başrol oyuncusunun sahneden gözyaşları içinde indiğini gören Flaubert, dört temsil sonra Le Candidat'yı sahneden çekti. İnsanları kendisini anlamayacak kadar aptal olmakla suçlayarak kuyruğu dik tutmaya çalışsa da son derece küçük düşürücü ve pahalıya patlamış bir başka hezimetti bu.

Le Sexe faible'in de kaderi daha farklı olmadı. Vaudeville oyu­ nu sahnelemekten hepten vazgeçti, Odeon geri çevirdi, Theatre de Cluny'nin müdürü heyecanlanmış gibi görünüp büyük bir mali başarı öngördüğü halde Flaubert ne denli kötü bir şekil­ de sahneleneceğini fark ettiği son anda oyunu geri çekti. Oyu­ nu başka yerlerde sahneletme girişimleri de sonuç vermemiş, Flaubert Paris tiyatrolarına olan güvenini hepten yitirmişti. Le Chılteau des coeurs için bir yönetmenle yaptığı başka bir görüşme haricinde, Flaubert'in tiyatro sahnesiyle olan uzatmalı aşk mace­ rası, böylesi acı bir sonla noktalanmış oldu. Flaubert Michel Levy ile ilişkisini kestikten sonra, yakın za­ manda babasının yayınevini devralmış olan genç yayımcı Geor­ ges Charpentier ile anlaştı ve 1873 yılının Aralık ayında geçmişte yaptığı onca vesveseye rağmen Enniş Antonius ve Şeytan 'ın el­ yazmalarını ona teslim etti. Le Candidat'ın utanç verici bir şekilde sahneden kaldırılmasından iki hafta sonra Flaubert'in "bütün hayatımın eseri" diye tanımladığı kitap, Alfred Le Poittevin'ın anısına adanmış olarak basıldı. Kitabın birkaç gün içinde iki bin kopya satması gerek yazarını gerek yayımcısını pek memnun et­ mişti. 26 Ne var ki çok geçmeden eleştiri yazıları yayımlanmaya başladı. İngiltere ve Almanya' daki eleştirmenlerin söyleyecek 26

148

A.g.y., s. 531 .

Gustave Flaubert

güzel şeyleri vardı fakat Fransız basınının tavrı tamamen düş­ mancaydı. Revue des deux mondes' dan Saint-Rene Taillandier bilhassa acımasızdı. Küçümser bir tavırla şöyle diyordu: "Ya­ yımladığı son kitap müthiş sıkıcıydı. Bu ise okunamayacak du­ rumda."27 Flaubert ise George Sand' a "Harika gidiyor. Hakaretler biriktikçe birikiyor!" diye haber veriyordu. 28 Saldırılara aldırış etmemeye çalışsa da burjuva vasatlığını ve çağdaşlarının sanat­ sal zevkini hor gören tavrının ona Fransız edebiyat çevrelerinde çok fazla dost kazandırmadığı ortadaydı. Şunu fark etmişti ki eleştirmenler eserlerini eleştiriyormuş gibi görünseler de aslında kişisel olarak kendisini hedef alıyorlardı: "Tanrım! Ne kadar da ahmaklar! Ne kadar da götler! Alttan alta bana yöneltilmiş olan nefreti hissedebiliyorum. Peki ama neden? Kime ne zararım dokunmuş ben? Bunun tek bir açıklaması var: Ra­ hatsız edici biriyim. Ve mizacım kalemimden daha rahatsız edici."29

Eleştirmenlerin düşmanca tavrı, Flaubert'in çağdaşlarının ede­ biyattan anlamadıkları yahut değerlendiremedikleri yönünde­ ki kanaatini güçlendirmekten başka işe yaramadı, gerçi Ermiş Antonius ve Şeytan'ı istisnai bir eser olarak tarif edenler de yok değildi. Fikirlerine saygı duyduğu bu bir avuç insan arasında Victor Hugo ve Emest Renan gibi isimler yer alıyordu. " [Eleştir­ menler] istediğini söyleyebilir. Ermiş Antonius bir başyapıt, eşsiz bir kitap," diyen Sand, Flaubert' e şu sözlerle cesaret veriyordu: "Hakaretlerin tadını çıkar, gelecekte olacak güzel şeylerin haber­ cisi bunlar."30 Ne var ki bilhassa Theophile Gautier ile Emest Feydeau'nun yakın zamandaki vefatlarından beri Flaubert, düş­ manca bir ortamda hayatta kalma mücadelesi veren, nesli gide­ rek tükenmekte olan bir türe aitmiş gibi hissediyordu kendini. Flaubert ile onunla benzer saldırılara maruz kalmış. Turgenyev, Zola, Edmond de Goncourt ve Alphonse Daudet gibi kafa dengi yazarlardan oluşan küçük bir grup, kafa tutarcasına "yuhalan­ mış yazar yemekleri" olarak adlandırdıkları etkinliklerle birbir­ lerine destek olmak için düzenli olarak toplanmaya başlamıştı. 27 Saint-Rene Taillandier, "G. Flaubert, La Teııtatioıı de saint Aııtoine", Revue des deux moııdes (1 Mayıs 1874), s. 223. 28 Flaubert, Corr., iV. Cilt, s. 794 [Mektuplar (GF-GS), s. 516, orijinal çeviri üzerinde değişik­ lik yapılmıştır -ç.n.). 29 A.g.y., s. 793. 30 A.g.y., s. 797 [Mektuplar (GF-GS), s. 518, orijinal çeviri üzerinde değişiklik yapılmıştır -ç.n.].

149

Anne Green

Ne var ki son zamanlarda yaşadığı hayal kırıklıkları Flau­ bert' i epeyce bitkin düşürmüştü. Onu " histerik bir yaşlı kadm"a benzeten doktoru, bir kaplıca ziyareti daha salık vermişti. Ni­ tekim Flaubert 1874 yılının Haziran ayı sonunda bir nevi görev duygusuyla üç haftalık bir kür için İsviçre Alpleri'ndeki Rigi Kaltbad' a doğru yola çıktı.31 İdeal bir hasta sayılmazdı. Caro­ line' e "doğanın güzellikleri beni öylesine boğuyor ki," diye ya­ zıyor ve şöyle devam ediyordu: "Tek tesellim tıka basa yemek yemek ve tütün içmek. Of! Hem de ne içmek!"32 Gerçi bu zorun­ lu tekdüzelikten ne denli nefret etse de dağ havasının, güzel bir uykunun ve hafif egzersizin kendisine iyi geldiğini itiraf etmek zorunda kalmıştı. Baş ağrıları azalmış, teninin rengi o sağlıksız kızanklığından kurtulmuş ve yine edebiyatla ilgili gelecek plan­ ları yapmaya başlamıştı.

31 32

1 50

A.g.y . s. 794. A.g.y., s. 818-19. .

9. HAYATININ SON YILLARI, 1874-1880 BÜTÇE: Asla dengeli değildir. Gustave Flaubert, Yerleşik Düşünceler Sözlüğü

Flaubert Croisset'ye döner dönmez kalemlerini masasının üzerine güzelce dizdi ve "işkence gibi geçen koca bir öğleden sonra" nın ar­ dından Bilirbilmezler'in ilk cümlesini yazdı.1 Bu roman için yıllar­ dır aklında birtakım fikirleri döndürüp duruyordu ve 1872 yılında Madam Roger des Genettes'e romanla ilgili şu satırları yaznuşb: "Kopya eden iki arkadaşın öyküsü bu. İşi şakaya vuran eleştirel bir ansiklopedi gibi ... Bu nedenle hakkında hiçbir şey bilmediğim çok fazla konuyu öğrenmem gerekiyor: Kimya, tıp, tarım ... Böyle bir ki­ tap yazmaya kalkışmak için zırdeli olmak lazım!"2 Flaubert kapsanu çok geniş ve belki de albndan kalkılması imkan­ sız bir işe giriştiğinin farkındaydı fakat Caroline' e söylediği gibi, önemli olan sonraki birkaç yıl boyunca zihnini meşgul edecek bir şeyler bulmuş olmasıydı, ne de olsa "çalışırken ne denli sefil bir hal­ de olduğwıu düşünmüyor" du insan.3 Başta her şey yolunda gidi­ yordu. 1874 yılının yaz başında Flaubert, Bouvard ve Pecuchet'ye uygun bir ev bulabilmek için Rouen dantel fabrikasının sahibi ar­ kadaşı Edmond Laporte ile birlikte Aşağı Nonnandiya'yı gezdi. Sonunda Caen ile Falaise arasında aptal bir düzlük"te karar kıldı. İki memurunu Chavignolles'e yerleştiren Flaubert, kitabın birinci bölümünü ekim ayı ortasında tarnarnladı.4 İkinci bölümde ise bu iki memuru tarım, bahçıvanlık, turşu ve konservecilik ile damıtma gibi konulan içeren bir dizi projenin içine sokacaktı. Flaubert'in bu konularda detaylı araştırmalar yapması gerekiyordu ve bu uğurda örnek bir çiftliği ziyaret etti, uzmanlara daruşb, okudu da okudu. 2 3 4

Flaubert, Corr., iV. Cilt, s. 846 A.g.y., s. 559. A.g.y., s. 847. A.g.y., s. 816.

151

A1111e Gree11

·· · b"ırın ·· b.ır müsvedd e, Müsveddeler, Bılırbilıncz/cr' ın . c i böl umunden

l . Cil t, 21 . yaprak.

1 52

Gustave Flaubert

Ne var ki çok geçmeden işin boyutları Flaubert'i bunaltmaya başladı. Böyle bir projeye kalkıştığı için deli olup olmadığını sor­ guluyordu bir kez daha. Dahası kendini sürekli hasta ve asabi hissediyor ve tam olarak neyi olduğunu da bilemiyordu. George Sand'a şakayla karışık, belki de bizzat Fransa'nın hastalıklardan muzdarip olduğunu yazmıştı. Sinirlerini biraz olsun yatıştırmak için kahveyi bırakmıştı ve kendini her gün egzersiz yapmaya zorluyordu, ne var ki kısır bir döngünün içine girmişti. Zihnini kendi iç çalkantılarından uzaklaştırabilmek için mümkün oldu­ ğunca çok çalışıyor fakat projenin ölçeği ve zorluğu stresini daha da artırmaktan başka işe yaramıyordu. Semptomları hem fizik­ sel hem zihinseldi: Öksürük, üşüme, baş ağrıları, tuhaf sızılar ve sık sık akan gözyaşları. Flaubert'i muayene eden iki doktor, o yıllarda epilepsi nöbetleri ve sinir hastalıklarının tedavisinde ya­ tıştırıcı olarak kullanılan potasyum bromür reçete etmişti. İlaç Flaubert'i yatıştırsa da yan etki olarak yüzünde egzama lekeleri çıkmasına yol açmıştı. 53 yaşındaki Flaubert kendini yaşlanmış, tükenmiş ve bir anda aklına üşüşen hatıraların altında eziliyor­ muş gibi hissediyordu. Madam Roger des Genettes' e, "Geçmiş beni yiyip bitiriyor ve Gelecek'ten artık hiçbir beklentim yok, hem de hiç," diye yazıyordu.5 Doğu seyahatine ait anılar birden aklına geliyor, sonsuz çöllerden geçip bilinmeyen güzergahlara doğru yol aldığı seyahatlere olan özlemini artırıyordu. Kendini yalnızca bir gezgin değil aynı zamanda bomboş bir arazi ve ya­ vaş yavaş ilerleyen, yükü ağır bir deve gibi görüyordu. Yalnızlık Flaubert için giderek katlanılmaz bir hal alıyordu. Bu nedenle 1875 yılının Mayıs ayında Murillo Caddesi'ndeki dairesini boşaltıp Caroline ve Ernest'in Faubourg Saint-Honore Caddesi üzerinde oturdukları evin yan apartmanının beşinci katına taşındı. Commanvillelerin kötüleşen finansal durumu, gerginliğini daha da artırıyor, yeğeniyle kocasının yaşadıkları felaketin boyutlarını kendisine tam olarak anlatmadıklarından şüphelenen Flaubert, dürüst olmaları için onlara yalvarıyordu. Temmuz ayının sonunda bu ümitsiz durumdan İvan Turgen­ yev' e şöyle bahsetmişti: "Doğruyu söylemem gerekirse yeğenim Commanville tamamen mahvolmuş bir halde! Dahası bundan ben de etkileneceğim. Bütün 5

A.g.y., s. 928. 153

Anne Green

bu hengamede beni en çok üzen şey, zavallı yeğenimin durumu! (Baba) yüreğim dayanmıyor! Çok üzücü günler, parasızlık, rezillik bizi bekliyor. Hayatlarımız altüst oldu. Durum ciddi. Ve beynim patlamak üzere."6

Yazmak imkansız bir hal almışh. Bilirbilmezler'i bir kenara bıra­ kan Flaubert, bütün enerjisini uğrayacakları finansal zararı en aza indirmeye harcıyordu. Bu arada yakın arkadaşları yardım edebilmek için seferber olmuştu. Flaubert'in psikolojik duru­ mundan endişelenen George Sand, ona gelir yaratabilecek karlı bir iş bulabilmek için etrafı sorup soruşturuyor, bir yandan da görev ve sorumlulukları olan, Flaubert'in daha önce hiç dene­ yimlemediği ve Sand'ın ona iyi geleceğini düşündüğü, düzenli bir işe girmesi için onu zorluyordu. Başka arkadaşları ise ona devletten aylık bağlatabilmek için uğraşıyordu fakat Flaubert bunu kabul edemeyecek kadar gururluydu Zira bu tür detay­ ların kamuoyuna yansıyacağını biliyor ve basının ne tepki ve­ receğini hayal edebiliyordu. Kendi bulduğu radikal çözüm, ka­ lan son parça mülkünü, annesinden miras kalan Deauville' deki çiftliği, sahp gelen parayı Commanvillelerin en acil borçlarını ödemekte kullanmak oldu. Bunun karşılığında Caroline'in koca­ sı ihtiyaç duyduğu durumlarda Flaubert'e nakit para verecekti. Prenses Mathilde'i " Onurumuz kurtuldu!" diye temin etmişti.7 Borçların büyük bir kısmı ödenmeden kaldığı ve Croisset' deki evin geleceği hala sallantıda olduğu halde, hiç değilse o an için iflas olasılığı ortadan kalkmışh. Çiftliğin sahş işlemlerinin neticelenmesinin ardından Flau­ bert bir hava değişiminin sinirlerine iyi geleceğine karar verdi. Eylül ortasında Bretonya' da bir balıkçı limanı olan Concarne­ au'ya gitti. Rouen Doğa Tarihi Müzesi müdürünün oğlu olan arkadaşı Georges Pouchet'nin burada bir deniz araştırmaları merkezi vardı. Gezisinin ilk günlerinde Flaubert'in elleri o ka­ dar titriyordu ki mektup yazmakta bile zorlanıyordu ve göz­ yaşlarına hakim olamadığı için büyük bir utanç duyuyordu. Pouchet'nin akvaryumundaki balıkları izlemek, denize girmek, iyi beslenmek ve sahilde uzun yürüyüşler yapmak gelecek için kaygılanmasına engel olmaya yetmese de bu sağlıklı yaşam tarzı 6

7

1 54

A.g.y., s. 942. A.g.y., s. 952.

Gustave Flaubert

korkunç iç daralmalarını bir nebze yumuşatmış ve zamanla dü­ şünceleri yeniden yazmaya, içinde bulunduğu durum itibariyle boyunu aştığına karar verdiği Bilirbilmezler' e değil, 1856 yılında başladığı Aziz Julien hakkındaki kısa öyküye, yönelmişti. Bilir­ bilmezler'in kulaktaki tınlamasından baştan beri hoşlanmayan George Sand, bu iddialı romandan vazgeçtiğini duyunca pek ra­ hatlamıştı. "Daha ayakları yere basan, daha herkese hitap eden bir şeyler yaz" masını söylüyor, şayet Croisset' deki ev satılacak olursa Flaubert'in yaşaması için evi kendisinin alacağının garan­ tisini veriyordu.8 Takip eden süreç, Flaubert açısından görece sakin geçecekti. Concarneau' da altı hafta kaldıktan sonra Paris' e döndü ve yaz­ mak, eski dostlarını görmek ve tiyatroya gitmek arasında daha dengeli bir yaşam tarzı benimsedi. Maupassant, Zola, Edmond de Goncourt, Daudet ve Turgenyev, Faubourg Saint-Honore Caddesi'ndeki evin pazar müdavimlerindendi. Yılsonunda Commanvillerin kalan borçlarının yeniden yapılandırılmasıyla Flaubert'in en büyük kabusu da ortadan kalkmış oldu. " Konuksever Aziz Julien Söylencesi"ni (La Legende de saint Ju­ lien l'Hospitalier) 1876 Şubat'ında bitirdi. Hikaye kısmen Rouen Katedrali'nde bulunan ve azizin yaşamını temsil eden bir vitray camından ilham alınarak yazılmış ve Flaubert onu Sand' a kızları okuyor diye annelerinin mutlu olacağı türde "boş ve değersiz küçük bir eser" diye tarif etmişti, yine de Aziz Julien'in hayatı­ nın Flaubert versiyonu sıradan bir hagiografi [evliyaname] de değildi.9 Korkunç olduğu kadar insanı uzun süre etkisi altında bırakacak denli güzel, zamansız ve mitik bir geçmişte geçen bu anlatıda Flaubert, klasik öykü janrını peri masallarından unsur­ lar, Julien'in yüzlerce vahşi yaratığı katletmesi ve gözü dönmüş bir halde işlediği bir dizi cinayetin ardından hızını alamayarak yanlışlıkla anne babasını öldürmesi gibi, şoke edici katliam sah­ neleriyle bir araya getiriyordu. Ne var ki küçük sandalını "mü­ rekkepten kara" fırtınalı sularda yürütmeye çalışan, ölüme dair imgelerin ve geçmişe ait anıların altında ezilen ve akıl sır erdi­ remediği güçlerin güdümünde olan ızdırap içindeki bu azizde 8 9

A.g.y., s. 976 [Mektuplar (Gustave Flaubert-Gevrge Sand), çev. Bedia Kösemihal, İstanbul: Anahtar Kitaplar Yay., 1. Basım, 1992, s. 560-61 ]. A.g.y., s. 1001 [Mektuplar (GF-GS), s. 570].

155

Anne Green

Flaubert'e, Flaubert'in edebi mücadelesine ve kendini feda etme hissiyahna dair bir şeyler vardır.10 Hikayenin sonunda azizin günahlarından arınmak için, Flaubert'in mektuplarında sık sık kendini benzettiği bir figür olan cüzzamlı birine sarılmak zorun­ da olması da yine tesadüf değildir. "Konuksever Aziz Julien Söylencesi"ni tamamlamasının üze­ rinden çok geçmemişti ki Flaubert "Saf Bir Yürek" adında yeni bir kısa öyküye başladı. Niyeti o sonbaharda ikisini birden tek bir kitap halinde yayımlamaktı. Yeni öyküyü yazarken aklında hep George Sand vardı, zira Sand yakın zaman önce arkadaşını, okurları kendisinden uzaklaştırdığını düşündüğü, gayrişahsi ve satirik üslubunu gözden geçirmesi konusunda ikna etmeye ça­ lışmıştı. Sand' a göre Flaubert iflah olmazcasına karanlık ve dep­ resif bir dünya çiziyor ve üslubunun kusursuzluğuna biraz fazla odaklanıyordu. Yanlış anlaşıldığını düşünen Flaubert ise Sand karşısında sanatsal ilkelerini savunuyordu. Salt iyi hislere sahip olmak bir sanatçı için yeterli değildi. Sanatçı okur için her zaman görünmez olmalıydı. Üslup ve içerik birbirinden ayrılamazdı. Yazılarında her şeyden çok güzelliğin peşinden koştuğunu be­ lirten Flaubert ısrarla şunları söylüyordu: "Bana sitemde bulunduğunuz bu 'Dış Güzellik' endişesi, benim için bir yöntemdir. Cümlelerimde kötü bir ahenk ya da bir tekrar görür­ sem, muhakkak bir yanlışlık içinde bocalıyorumdur. Araştıra araş­ tıra en sonunda, tek ve ahenkli olan doğru ifadeyi bulurum... İnsan, fikri elde edince, kelimeden bol ne var ki?"1 1 "Kısacası ben iyi yazabilmek için iyi düşünmeye çalışının. Amacım iyi yazı yazmaktır. Bunu da gizlemem. . "12 .

Aralarındaki mektuplaşma bir tür sağırlar diyaloğu olmakla birlikte Flaubert Sand'ı yazdığı bu yeni hikayede kendi etkisi­ ni derhal fark edeceği ve hikayenin insancıllığını takdir edece­ ği konusunda temin ediyordu. Ne var ki 1876 yılının Haziran ayında hikayenin henüz yarısı bitmişken George Sand öldü ve Flaubert'in gerek entelektüel gerek duygusal yaşantısında koca bir boşluk daha açıldı. Küçük bir taşra mezarlığında, yağmur al10 Gustave Flaubert, Trois contes, ed. P. M. Wetherill (Paris, 1988), s. 219 ("Konuksever Aziz Julien Söylencesi", Üç Ôykü içinde, çev. Samih Rifat, İstanbul: Can Yay., 4. Basım, 2018, s. 84). 11 Flaubert, Corr., V. Cilt, s. 26 [Mektuplar (GF-GS), s. 589). 12 Flaubert, Corr., iV. Cilt, s. 1001 (Mektuplar (GF-GS), s. 570).

156

Gusıave Flaubert

tında ve bileklerine kadar çamura gömülmüş bir halde gözyaşı döken Flaubert, annesini ikinci kez gömüyormuş gibi hissetmiş­ ti kendini. Prenses Mathilde' e, " Yüreğim bir nekropole dönüşü­ yor. Boşluk giderek büyüyor!" diye yazmıştı.13 Teselliyi bir kez daha yazmakta buldu. Croisset'ye döner dönmez kimseyi görmediği, gazetelere bakmadığı, ağzı acıyın­ caya kadar sigara içtiği ve tamamladığı cümleleri çalışma oda­ sının sessizliğinde bağıra çağıra okuduğu bir rutine girdi. Her gün akşam yemeğinden önce nehirde yüzüyor, sonra gece geç saatlere kadar yazmaya devam ediyordu. Uyurken bile uzun cümleler " Roma imparatorunun arabaları gibi" gümbür gümbür zihninden geçiyor, tuhaf ritimleriyle bazen onu sabaha kadar uyanık tuttukları oluyordu."14 Ağustos ayının ortalarında "Saf Bir Yürek"i bitirdi. Madam Roger des Genettes'e hikayeyi şu sözlerle anlatıyordu: "Dini bütün ama gizemci! olmayan sessiz bir adanmışlıkta, fırından yeni çıkmış ekmek kadar yumuşak kalpli zavallı bir taşra kızının sıradan hayahru anlatan basit bir öykü bu. Kız sırasıyla bir adama, harumırun çocuklarına, bir yeğenine, baktığı yaşlı bir adama ve papağanına aşık oluyor ve papağan ölünce içini doldurtuyor. Kız kendisi can verirken de papağaru Kutsal Ruh'la karıştırıyor. Tahmin edebileceğiniz üzere tamamen ironik bir öykü değil, bilakis son de­ rece ciddi ve hüzünlü. Acıma duygusu uyandırmak ve hassas ruhla­ rı biraz ağlatmak istiyorum ki onlardan biri de benim."15

Ne var ki bu açıklama, öyküye has zekice karmaşıklığı aktar­ maktan uzaktır. Öyküde kusursuz bir denge arz eden müphem­ lik sayesinde okur, hizmetçi Felicite'yi cahil bir kız olarak da görebilir, bir azize olarak da. Dahası çoklu anlam katmanlarıyla papağan, diğer pek çok şeyin yanı sıra dilin hem sınırlılıklarının hem de potansiyel olarak dönüştürücü gücünün simgesi haline gelir. Bununla beraber kuşun doğru fiziksel tasviri, Flaubert için yaşamsal önem arz ettiğinden tem.muz ayında Rouen Doğa Ta­ rihi Müzesi'ni ziyaret edip papağan koleksiyonunu inceledi ve eve papağanlarla ilgili ödünç aldığı üç kitabın yanı sıra doldu­ rulmuş bir Amazon papağanıyla döndü. Masasına koyduğu bu numune, yazarken "ruhunu papağanla doldurmak için"di.16 13 14 15 16

Flaubert, Corr., V. Cilt, s. 56. A.g.y., s. 64. A.g.y., s. 56-7. A.g.y., s. 90.

157

Anne Green

Rouen'daki Flaubert Müzesi'nde bulunan doldurulmuş Amazon papağanı.

Flaubert "Saf Bir Yürek"i bitirir bitirmez, yazdığı iki öyküyü ta­ mamlayacak üçüncü bir öykü için hazırlıklar yapmaya başladı. Bu kez Vaftizci Yahya'nın hapsedilişi ve ölümünü anlatacaktı. " Herodias" fikri aklına "Saf Bir Yürek"i yazarken gelmişti. Kap­ samının geniş olmasını ve siyasi açıdan yankı uyandırmasını 158

Gustave Flaubert

istiyordu. Madam Roger des Genettes' e öykünün köklerinin Ki­ tabı Mukaddes zamanına dayandığını, ne var ki yansımalarının çağlar ötesine uzandığını şu sözlerle izah ediyordu: "Benim anladığım haliyle "Herodias" hikayesinin dinle hiçbir alakası yok. Onda cezbedici bulduğum şey, (gerçek bir

prefet17*)

olan Hero­

des'in resmi yüzü ile vahşi Herodias figürü oldu. Maintenon Markizi ile Cleopatra'yı anımsahyor. Irk meselesi her şeye hükmediyor. " 18

Flaubert yazmaya başlamadan önce her zamanki gibi kapsamlı araştırmalar yapmış ve yazmak onun için yine her zamanki gibi bir mücadeleye dönüşmüştü. Küçükhanım'ın erotik figürlerini anımsatan ve Rouen Katedrali'nin batı cephesine oyulmuş tuhaf, akrobatik pozuyla doruk noktasına ulaşan Salome'nin baştan çı­ karıcı dansını tasvir ettiği bölüm onu bilhassa endişelendiriyor­ du. Caroline'e yazdığı bir mektupta yarı şaka yarı ciddi "Yeni kopmuş bir insan kafası görmem gerekiyor," diye belirtiyor ve odasının duvarına bir ren geyiği kafası asmak için yapılacak ayarlamalardan bahsediyordu. 19

Rouen Katedrali'nin dış cephesinde yer alan, ellerinin üzerinde dans eden Salome heykeli. 17 18 19

* (Fr.) Eski Roma· da vali A.g.y., s. 58. A.g.y., s. 180-81 .

-ç.n.

159

Anne Green

"Konuksever Aziz Julien Söylencesi", "Saf Bir Yürek" ve "He­ rodias"ın 1877 yılında toplu halde yayımlandığı Üç Öykü (Trois contes) kitabında Flaubert'in bir nebze törpülediği keskin ironisi, akacak başka bir mecra bulacakh. Flaubert'in 1874 yılındaki Rigi Kaltbad ziyaretinden beri hakkında notlar aldığı, kapsamlı ve fa­ kat daha deneysel bir projeydi bu. "Sous Napoleon III adında, üç bölümden oluşacak büyük bir kitap" yazmak vardı aklında.20 Sous Napoleon III'ten günümüze dağınık not ve karalamalardan başka bir şey kalmamış olsa da Flaubert ömrünün kalan yılların­ da, başka projeler üzerinde çalışırken bile zaman zaman bu işe geri dönerek olay örgüsündeki unsurları yeniden gözden geçirip düzenlemekten geri durmadı. İkinci İmparatorluk Fransa' sında geçen büyük Rougon-Macquart roman serisini yazmaya haliha­ zırda başlamış olan Emile Zola'nın aralarında bulunduğu yazar arkadaşları, Flaubert'i o dönemde geçen bir roman yazması için cesaretlendirmişti. Zira Flaubert'in imparatorluk sarayıyla ve re­ jimin diğer belli başlı figürleriyle olan bağlantılarını, dahası Tui­ leries Sarayı ile Compiegne' e yaptığı ziyaretler hakkında tuttuğu notları biliyorlardı. Flaubert'in henüz başlangıç aşamasında olan bu romanı, adın­ dan da anlaşılacağı üzere, bir yönüyle İkinci İmparatorluk döne­ mi Fransa'sı hakkındaymış gibi görünür. Kitap, başkahramanın rejime bağlılık yemini etmeyi reddetmesiyle başlar, Komün' de ölmesiyle sona erer. Ne var ki Flaubert'i bu romanı yazmaya sevk eden şey, daha yakın zamana ait ve daha kişisel olaylar ol­ muştur. Henrietta Collier' den 1872 yılında Luchon kaplıcaların­ da karşılaştığı bir doktora, muhtelif arkadaş ve ahbaplarını te­ mel alarak oluşturduğu karakterlerin yer aldığı bölük pörçük ve sürekli değişen tasarılar, Flaubert'in kendi şahsi dargınlıklarını, mutsuzluğunu ve öfkesini akıtabileceği bir alan sağlamıştır. Ro­ manla ilgili tasarılar, Bouilhet'nin hatıralarının etkisi altındadır. Kitabın bir kısmı Bouilhet'nin memleketi olan Mantes'ta geçer ve eski şair-yeni oyun yazan olan ana karakterinin edebi yetenekle­ ri fark edilmemiş, oyunları sahnelenmemiş ve bir versiyonda da sürekli nafile yere çabalamaktan yorgun düşüp ölmüştür. Roma­ nın ana hatlarından birini oluşturan tiyatro dünyası, yanlış de­ ğerler üreten ve sadece kar amacıyla işletilen bir sömürü mecrası 20

160

Flaubert, Corr., iV Cilt, s. 835.

Gustave Flaubert

ve büyük bir hayal kırıklığı olarak takdim edilir. Dahası kitabın en başında ilan edilen tema, " Erkeğin kadın tarafından i tibar­ sızlaştırılması", Le Sexe Jaible' deki (Zayıf Cins) kadın düşmanlığı­ nı hahrlahr.21 Romanın temel dertlerinden bir diğeri, sağ-kanat Katolik siyaseti ile iş dünyası ve finansal yıkıma odaklanmak­ tır ki ikisi de Flaubert'in alay ve yergilerinin hedefi olur. Ayrıca Flaubert daha önce hiç yapmadığı şekilde, kitabın bölümlerine okurlara ne düşünmeleri gerektiğini söylemek üzere tasarlanmış ahlak dersi niteliğinde isimler vermeyi geçirir aklından. Böyle­ likle kendi kendine yargıya varma yetisinden yoksun bir okur kitlesi için yazıyormuş gibi bir izlenim yaratır. Bu az bilinen notlar ve tasarıların kişisel ve değişken doğası, 1870'ler boyunca yaşadığı karamsarlık ve hayal kırıklıklarının altında ezilen Flaubert' e sanki bir tür deşarj olma vesilesi sun­ muştur. Bilirbilmezler' de yahut sıkı bir öz-denetim altında yazdı­ ğı Üç Öykü' de yeri olmayan fakat halihazırda canını sıkan kişisel kaygılarına, bu kitabın olay örgüsü içinde şekil ve yer verebil­ miştir. Şayet tasarı aşamasını geçebilmiş olsaydı, Sous Napoleon III, Flaubert'in herhalde en kasvetli ve en buruk eseri olurdu. Flaubert 1877 yılının Şubat ayı başlarında " Herodias"ı bi­ tirdikten sonraki birkaç gün içinde Croisset'den ayrılıp Paris' e gitti. Üç Öykü' nün yayımlanması için birtakım ayarlamalar yap­ mak, George Sand'ın anısına yaptırılacak anıt için insanların desteğini almaya çalışmak, Le Chnteau des coeurs'ü (Gönül Şato­ su) sahneletmek için daha fazla başarısız girişimde bulunmak ve heykelini yapmaya talip olarak Flaubert'in gururunu okşayan aktris Sarah Bernhardt'ın da aralarında olduğu arkadaşlarıyla görüşmek, Paris'te kendini meşgul etmek için yaptığı faaliyet­ lerden bazılarıydı. Bu kadar koşuşturmak onu yormuştu. "Çok fazla angarya, çok fazla araba yolculuğu, çok fazla akşam ye­ meği!" diye söyleniyordu.22 Yine de Üç Öykü için hatırı sayılır meblağlara anlaşmış olmaktan dolayı halinden memnun, hatta gururluydu. Öyküler Le Moniteur ve Le Bien public te ayrı ayrı tefrikalar halinde yayımlandıktan sonra, nisan ayının sonunda tek bir kitap olarak satışa çıktı. Flaubert baskı ve mizanpaj gibi işlerle bizzat ve titizlikle ilgilenmişti. '

21 Gustave Flaubert, Carnels de /ravai/, ed. Pierre-Marc de Biasi (Paris, 1988), s. 549. 22 Flaubert, Corr., V. Cilt, s. 195.

161

Anne Green

Ne var ki kitabın zamanlaması yine ideal değildi. Bu seferki tehdit, Victor Hugo'nun yazdığı başka bir kitap değil, Fransa' da yaşanan anayasa kriziydi. Üç ôykü'nün kitabevlerine ulaşmasın­ dan sadece birkaç gün sonra Katolik bir monarşist olan Cumhur­ başkanı MacMahon, başbakanı görevinden azletmiş ve cumhur­ başkanlığı yetkisini kullanıp meclisi feshetmişti. Amaç mecburen yapılacak seçimlerde mecliste monarşi yanlısı bir çoğunluk tesis etmekti. Flaubert seçim sonuçlarının Ahlaki Düzen ve onun kral yanlısı hırslarının net bir şekilde reddedildiğini ortaya koyduğu­ nu görünce derin bir nefes almış olsa da seize mai (16 Mayıs) kri­ zinin kitap satışlarına etkisi onu ziyadesiyle endişelendiriyordu. "Zavallı kitabım gümbürtüye gitti," diye dert yanıyor ve şöyle devam ediyordu: "1870 savaşı Duygusal Eğitim' in hakkından gel­ mişti, şimdi de bu darbe Üç ôykü'yü felce uğratıyor."23 Ne var ki öyküler beğenilmiş, Flaubert'e karşı hep eleştirel bir tavır takın­ mış olan Figaro tarafından bile iyi karşılanmıştı. Çok geçmeden Rusça ve Almanca çevirileri yayımlandı ve Katolik bir kitapevi­ nin Üç ôykü'yü tavsiye ettiği aile kitapları arasında göstermesi Flaubert'i hem eğlendirdi hem memnun etti. Mayıs ayı sonunda Croisset'ye dönen Flaubert, yaprakların arasından çayırları ve nehri gören eski huzurlu çalışma odasına kavuştuğu ve yeniden Bilirbilmezler üzerinde çalışmaya başla­ yabildiği için mutluydu. İki memurun kimya, tıp ve anatomiyi anlamaya çalıştıkları Üçüncü Bölüm' e gelmişti. Flaubert beş yıl önce, kitabın iki kahramanının aklında daha net bir şekil almaya başladığı zamanlarda bu bölümle ilgili birtakım hazırlık çalış­ maları yapmıştı. Çok zor ve yavaş yazıyordu, zira bir yandan Bouvard ve Pecuchet ile birer aptallık sembolü olarak dalga geç­ mesi, diğer yandan da naif merak duyguları sürekli başarısızlık­ la neticelenen bu iki kafadarı sempati ve saygı duyulmaya değer figürler olarak resmetmesi gerekiyordu. Okurlarına dünyanın temelde bilinemez olduğunu göstermeye ve bu iki memur üze­ rinden, Flaubert'in bizzat yaptığı gibi, kendi abstirtltiklerini fark ettirmeye çabalarken, gülünç ile acınası olmak arasında, ironi ile masumiyet arasında bir denge kurması gerekiyordu. Bu kitabı Ermiş Antonius ve Şeytan'ın komik tamamlayıcısı, azizin kendine işkence edercesine ve takıntılı bir şekilde peşinden koştuğu nihai 23

162

A.g.y., s. 235.

Gustave Flaubert

aydınlanma arayışının çağdaş bir versiyonu olarak düşünmüştü. Yazmaya başlamadan önce yaptığı hazırlık çalışmaları sırasın­ da yalayıp yutarcasına okuduğu kaynak kitaplardan bölümleri kopya etmek üzere oturduğunda, Bouvard ve Pecuchet ile ol­ duğu kadar münzevi azizle de özdeşleşmişti. Kitabın sonuna geldiğinde Flaubert yaklaşık 1 .500 kaynağa başvurmuş olacaktı. Bununla birlikte Üçüncü Bölüm' ün kimi kısımlarında hastanede geçen çocukluğundan yadigar rahatsız edici anılara bel bağladı­ ğı da olmuştu. Ne var ki bu anılar korkunç yanlarını muhafaza etseler de kitapta komik ve gülünç birer sahne olacak şekilde eh­ lileştirilmişlerdi. Derisi yüzülmüş bir adam, hamile bir kadının belden aşağısının çıkarılabilir fetüs de dahil deriden yapılmış ve bir ebelik hocasına ait olan replikası, damar, sinir ve arterleriyle, korkunç göz yuvarlağını gösterebilmek için yüzünün yarısı alın­ mış bir Auzoux anatomik modeli vs.24 Flaubert çok geçmeden Prenses Mathilde' e şu sözlerle tarif ettiği, son derece tatmin edici bir günlük rutin tutturmuştu: " (Epeyce sade) yaşantım görünüşte son derece sessiz ve huzurlu. Bir keşiş veya işçinin yaşamı gibi. Bütün günler birbirinin aynı, oku­ yarak, daha da fazla okuyarak geçiyor. Beyaz kağıtlarım kapkara oluyor ve lambam ancak gece yarısı sönüyor. Akşam yemeğinden hemen önce bir semender gibi nehirde yüzüyorum ve hayat işte böyle devam ediyor."25

Flaubert, eylül ayında Bouvard ile Pecuchet'nin yaşadığı yerin arkeolojik ve coğrafi özelliklerini keşfetmek üzere Laporte ile birlikte Calvados yöresine gitti. Araştırmalarında başka arka­ daşlarının yardımına da başvuruyordu. Örneğin romanındaki "iki kafadarın ödünü kopartacak bir uçurum" ararken, bölgeyi iyi bilen Maupassant'ı sıkıştırarak kendisine Bruneval ile Etre­ tat arasındaki bütün sahil şeridinin, irili ufaklı vadilerin ismi ve birinden diğerine yürüyerek ne kadar sürede gidilebildiği gibi ayrıntılar da dahil, detaylı bir tasvirini vermesini istemişti.26 Bir rahibin yemek odasındaki dekorun nasıl olması gerektiği konu­ sunda Laporte'u sorguya çekmiş, ("İsalı haç mı, dini bir resim Gustave Flaubert, Bouvard et Pı!cuc/ıet, ed. Claudine Gothot-Mersch (Paris, 1979), s. 120 [Bilirbilıııezler (Bouvard ile Pı!cuc/ıet), çev. Tahsin Yücel, İstanbul: Can Yay., 1. Basım, 1990, s. 67-68]. 25 Flaubert, Corr., V. Cilt, s. 267. 26 A.g.y., s. 314. 24

163

Anne Green

mi, yoksa Kutsal Babamız büstü mil olmalı?"27), Taine'e genel oy kullanma ve kralların yönetme hakkının kökenlerine dair so­ rular sormuş, Daudet'den ise Bouvard ile Pecuchet'nin hayatını yeniden canlandırmaya uğraşıp bir türlü başaramadıkları Duc d' Angouleme hakkında bir dizi evrak ödünç almıştı. Flaubert Paris'te 1878 yılının Aralık ayı sonundan Mayıs so­ nuna kadar saplantılı okuma programına devam etti. İddiasına göre günde ortalama iki kitap bitiriyordu. Gözleri ağrıyordu. Croisset'ye döndükten sonra da çalışmaya devam etti ve altıncı bölüme geldiği eylül ayında artık nihayet kitabın sonunu göre­ biliyordu. Ne var ki bu kendinden emin ilerleyişi Commanvillelerin iş­ lerinin bir kez daha ciddi anlamda kötü gittiğini öğrendiğinde kesintiye uğrayacaktı. Bütün maddi kaygıları yeniden su yüzüne çıkan Flaubert, "Tanrı bilir başımıza neler gelecek!" diye hayıfla­ nıyordu.2B Caroline'in kocasına artık güvenmiyordu. Gelecekten korkuyordu. Hepsinden önemlisi de bütün bu menfur olayların içine sürüklenmiş olmaktan nefret ediyordu. Çaresizlikten artık varlıklı ve çevresi geniş bir Londralı dul olan Getrude Collier' den bile yardım istemiş, Commanvillelerin şirketine yatırım yapmaya gönüllü olabilecek herhangi bir İngiliz sanayici tanıyıp tanıma­ dığını sormuş, mektubun yanına bir de tanıtım broşürü iliştir­ mişti. Flaubert para kaybetmiş olmasına ve bunun hayatında yol açacağı kısıtlamalara öfkeliydi öfkeli olmasına ama bu tür ticari meselelerle ilgilenmek zorunda kalmasının neden olduğu utanç duygusu hepsinden baskındı: "Zihnimin bu bayağı kaygılar tara­ fından lekelendiğini hissediyorum. Kendimi bir tüccara dönüşmüş gibi hissediyorum."29 Çalışmanın onu kaygılarından uzaklaştı­ racağı umuduyla, Bilirbilmezler'in sekizinci bölümü için notlar hazırlamaya devam ediyordu, ne var ki metafizik hakkında me­ tinler okumak bedbahtlığını artırmaktan başka işe yaramıyordu. Paris yaşantısının masraflarından kaçınmak için bilhassa çe­ 1878-1879 kışını Croisset' de geçirmek zorundaydı. Eski evin tavanından yağmur suları sızıyordu. Ocak ayının ortalarında evden dışarı çıktığı korkunç soğuk bir günde buzda kayıp düşetin geçen

27 28 29

164

A.g.y., s. 341 . A.g.y., s. 472. A.g.y., s. 473.

Gustave Flaubert

rek ayak bileğini incitti ve bacağındaki kemiklerden birini çatlath. Olayın basında yer almasıysa canını çok sıkıruşh. Caroline'e "O kadar kkkıızzgırum ki! İnsanların benimle ilgili herhangi bir şey bilmesini istemiyorum!" diye öfke kusuyordu.30 Ne var ki ya­ şadığı bu kaza tuhaf bir şekilde ruhunu yeniden canlandırmışh. Laporte yatalak arkadaşına destek olabilmek için geçici olarak Fla­ ubert'in yanına taşınmış, gazetede gördükleri haberler yüzünden endişelenen dost ve hayranlarından gelen mektupları yanıtlama­ sına yardımcı olmaya başlamışh. Başta basit bir bilek burkulması olarak görünen şeyin ciddi bir incinme olduğu ortaya çıkınca am­ pütasyon ihtimali gündeme geldi. Ne var ki bacağı ve ayağı katla­ nılmaz derecede sıkı bir alçının içinde on sekiz gün boyunca yata­ ğından hiç çıkmayan Flaubert sonunda ağır fakat daha az rahatsız bir kırık tahtası ile yavaş yavaş ve acı çekerek de olsa odanın içinde gezinmeye başladı. Ismarladığı koltuk değneklerinin hahrı sayılır kilosunu kaldırmayacağından korkan Flaubert, önünde sürüdü­ ğü bir sandalyenin üzerine koyduğu dizinden destek alarak yü­ rüyordu. Doktoru bir aydan önce aşağı kata inemeyeceği ve uzun bir süre topallamaya devam edeceği konusunda onu uyarmıştı. Bu arada yakın arkadaşları Flaubert'in finansal kaygılarını hafifletecek yollar bulmaya çalışıyordu. Taine'in boşalmak üzere olduğunu bildiği kütüphanecilik pozisyonu için Paris' teki Bib­ liotheque Mazarine'e başvurması önerisini başta reddetmiş fa­ kat Turgenyev sırf Flaubert'i buna ikna etmek için ta Croisset'ye kadar gelince razı olmuştu. Ne var ki bu sefer de pozisyonun mevcut kütüphanecinin damadına verildiğini öğrenerek küçük düşmüş ve yaşadığı bu hezimet Le Figaro'nun birinci sayfasında haber olmuştu. Basının bir kez daha özel hayatını ihlal etmesi onu her zamankinden çok öfkelendirmişti: "Ben bunu hak etmiyorum! İsmimi bir kitabın kapağına koymak gibi korkunç bir fikrin aklıma geldiği güne lanet ediyorum! Bouilhet ve annem olmasaydı, kitaplarımı asla yayımlamazdım! Şimdi o ka­ dar pişmanım ki! Unutulmak, kendi halime bırakılmak ve bir daha hakkımda hiç konuşulmasın istiyorum!"31

Le Figaro'nun haysiyetini iki paralık ettiğini düşünüyor ama maaşlı bir işte çalışmayı kabul ederek ilkelerinden ödün verdiği 30 31

A.g.y., s. 512. A.g.y., s. 554.

165

Anne Green

için kendini de suçluyordu: "Hayatım bütün saygınlığını yitirdi. Kendimi kirlenmiş bir adam olarak görüyorum."32 Para acil bir sorun olarak varlığını sürdürüyordu, ne var ki arkadaşlarının ısrarlı çabaları neticesinde devletten bir emekli aylığı ve kütüp­ hanede herhangi bir sorumluluk üstlenmeyeceği fahri bir pozis­ yon teklif edilen Flaubert, başta bunu kabul etmeyecek kadar gururluydu. Sadaka kabul etmiyor, kendisine acınmasını istemi­ yordu. Maupassant'a "Eskiden sahip olduğum şeylerden bir tek gururum kaldı elimde. Onu da benden almasınlar! Yoksa yaza­ mam," diyordu.33 Ne var ki Maupassant, maaştan kamuoyunun kesinlikle haberi olmayacağı konusunda kendisini temin edin­ ce Flaubert minnetle razı olmuş, konuyla ilgilenen bakan Jules Ferry'nin bu resmi jesti karşısında şaşırıp duygulanmış ve artık mütevazı da olsa bir geliri olduğu için rahatlamıştı. Ertesi gün Emest Commanville'in bıçkıhanesi satılmış, çok geçmeden bunu başka bir Commanville mülkü izlemişti. Fakat satışlardan elde edilen para, Caroline'in kocasının muazzam borç­ larını ödemeye yetmiyordu. Flaubert satışların neden sadece bazı alacaklıların borcunun ödenmesine müsaade ettiğini ve kendisi de dahil diğer alacaklıların neden beş kuruş bile alamadığını an­ layamıyordu. Commanville'in Laporte'un borcunu ödeyememiş olması Flaubert'i bilhassa üzüyordu. Zira Laporte'u güçbela bul­ duğu bir parayla bu işe yatırım yapmaya bizzat kendisi ikna et­ mişti. Ama en çok para hakkında düşünmek, kafasının almadığı finansal evrakları imzalamak ve bir tüccar gibi davranmak zorun­ da kaldığı için kendini küçük düşmüş hissediyordu. Zorunlu hareketsizliği nedeniyle güçten düşen, Commanvil­ le'in işlerinin sebep olduğu kaygılarla sinirleri yıpranan Flaubert sağlığının kötüleştiğini hissediyordu. Mart ayının ortasından iti­ baren merdivenlerden inip çıkmaya başlamış olmakla birlikte, akşamlan ayağı muhakkak şişiyor ve ağrıyordu. Diş ağrısı, bel ağrısı, uykusuzluk, romatizma, baş ağrılan, gözüyle ilgili sorun­ lar ve her zamanki çıbanlar rahatsızlığını bir kat daha artırıyordu. Doktoru kediotu ve daha fazla potasyum bromür yazmıştı, ne var ki depresif ve yorgun Flaubert kendini sık sık gözyaşları içinde buluyordu. Yapabileceği tek şey Bilirbilmezler'e devam etmekti. 32 33

166

A.g.y. A.g.y., s. 571 .

Gustave Flaubert

Haziran ayı başlarında birkaç haftalığına Paris' e gidecek kadar kendini iyi hisseden Flaubert, Croisset'ye taşınan Commanville­ lerin apartman dairesine yerleşmiş, neredeyse bütün öğleden son­ ralarını Bibliotheque nationale' de kiliseyle ilgili konular hakkında yaptığı araştırmalarla dair notlar alarak geçirmeye başlarruştı. Bi­ lirbilmezler gibi devasa ve zorlu bir projeye kalkışrruş olmanın de­ lilik olduğunu kabullenmiş olmakla birlikte Caroline'e " Bu aralar bana keyif veren tek şey çalışmak," diye yazıyordu.34 Ne var ki morali günbegün düzeldikçe, aklına yeni yeni fi­ kirler gelmeye başlamıştı. O yılın eylül ayında, başka bir Paris seyahatinin ardından valizini toplarken Edmond de Goncourt' a gelecek planlarından söz etmişti. Bilirbilmezler'in iki bölümü daha yazılmayı bekliyordu, sonrasında yıllar içerisinde topladı­ ğı ve sınıflandırması için Laporte'un kendisine yardım ettiği not­ ları Bilirbilmezler'in ikinci cildini oluşturacak olan, birçok farklı yazardan kopya edilmiş banal, aptalca ve çelişkili savlardan ör­ nekleri gözden geçirip organize edecekti. Bu iş bittikten sonra kısa öykülerden oluşan bir kitap yazacaktı; ondan sonra Rouenlı muhtelif ailelerin Fransız Devrimi öncesinden o güne dek olan yaşantısını konu edinen, Flaubert'in detaylı mise en scene [mizan­ sen] pasajları da içeren diyaloglar şeklinde olabileceğini öngör­ düğü bir çalışma kaleme alacaktı. Son olarak Sous Napoteon III adındaki şu büyük İkinci İmparatorluk romanına başlayacaktı. "Ama hepsinden önemlisi," diyordu: "Takınh "Evet, yemin ederim ki!" Takınh hakine getirdiğim bir şey­ den ... Kendimi kurtarmam gerekiyor: O da şu Termopylae Muharebe­ si . . Bu Yunan savaşçılarını, ölüme adanmış, ölümü ironi ve neşeyle karşılayan bir alay adam olarak görüyorum."35 .

Flaubert bu meşhur muharebe hakkında hiçbir zaman yazmasa da antik Yunanların gururu ve fedakarlığı, Flaubert'in zor şart­ larla mücadele eden, sanat uğruna hayatını feda eden ve kendini her zaman eğlenceli ve ironik bir mesafeden gözlemleyen tavrıy­ la son derece uyumluydu.

1879 yılının Ekim ayında, devletten aldığı maaşın iki katına çıktığını haber alınca çok şaşırdı. Aldığı bu ilave ödemeye, kitap34 35

A.g. y ., s. 657. Edmond ve Jules Goncourt, Joıırnal: Mı!moires de la vie littı!raire (Paris, 1989), il. Cilt, s. 842-843.

167

Anne Green

}arından elde ettiği gelir ve ağabeyinin söz verdiği cüzi harçlık da eklenince, geçinmesine yetecek kadar parası oluyordu. Öyle ki Bilirbilmezler'i bitirdikten sonra Termopylae'yi ziyaret etmek için George Pouchet ile birlikte Yunanistan'a gitme hayalleri bile kurmaya başlamıştı. Ama o gün gelene dek romanın kendisini öldürmesinden endişeleniyordu. Flaubert kitabın iki cildini tamamlamak için en az bir yıl daha gerektiğini bildiği halde, o yılın aralık ayında Bilirbilmezler'in ya­ kında yayımlanacağı basında duyuruldu. 1880 Mart'ında Birinci Cilt' in son bölümünü yazmaya hala devam eden ve yazım süre­ cinin ne denli meşakkatli olduğundan her zamanki gibi şikayet eden Flaubert yine de sona yaklaşmakta olduğu için daha iyi bir ruh hali içindeydi. Caroline ona, manzara resimleri yapan Pe­ cuchet'nin perspektif kurallarını uygulamaktaki başarısızlığını nasıl tasvir edebileceğiyle ilgili şahane önerilerde bulunmuştu, zira dayısının tam olarak ne anlatmak istediğini çok iyi anlamış­ tı. Oysa arkadaşı Frederic Baudry, Flaubert kendisinden genel bir botanik aksiyom, kurala istisna teşkil eden yaygın bir bahar çiçeği ve bu istisnayla çelişen başka bir bitkinin adını söylemesi­ ni istediğinde apışıp kalmıştı. Baudry' den tatmin edici bir yanıt alamayan Flaubert, müsveddelerine daha sonra tamamlanmak üzere bir " X" işareti koyarak bir an önce bitirmek istediği kitabı­ nı yazmaya devam etmişti. Paskalya zamanı, Daudet, Zola, Goncourt, Maupassant ve Charpentier, gibi isimlerin yer aldığı bir grup edebiyatçı arkadaşı­ nı hafta sonu için Croisset'ye davet eden Flaubert, arkadaşlarının kendisine göstermiş olduğu cömertliğin altında kalmamak için evi şaraplarla doldurmuş, hizmetçisi Suzanne' a özel bir yemek olan kremalı kalkan balığı yapmasını emretmişti. Bu gürültülü akşam yemeğinin ardından konuklar birbirlerine açık saçık anek­ dotlar anlattıkları sırada ev, Flaubert'in şiddetli kahkahalarıyla inliyordu. "Rabbim! Beni nasıl zamanlarda yaşatıyorsun böyle!" diye öfkeyle yakardığı bilinen ikinci yüzyıl Hıristiyan şehidi Aziz Polikarp'ın bayram günü olarak kutlanan 27 Nisan, çok daha şa­ matalı bir gün olacaktı. Flaubert muziplik olsun diye Aziz Poli­ karp'ı koruyucu azizi olarak seçmişti ve mektuplarını şakasına genellikle onun adıyla imzalardı. Hatta bir seferinde Bilirbilmez­ ler'i azizin anısına adamak niyetinde olduğunu bile söylemişti. 168

Gustave Flaubert

Charles Lapierre ve karısı o sene Aziz Polikarp gününü kutlamak için Flaubert onuruna güzel bir eğlence düzenlediler. Azizi Emma Bovary ve Salambo'ya sarılmış bir halde gösteren bir çizimle süslü menüde, Flaubert'in eserlerine atıfla adlandırılmış yemekler yer alıyordu. O güne özel yazılmış şiirlerin okunduğu yemekte Flau­ bert, yaklaşık otuz tane mektup ve güya İ talyan kardinaller, fos­ septik işçileri ve eski hasmı Pinard' dan gelen üç düzmece tebrik telgrafı almışh. Gerçek dostlarından gelen sıcak mesajlar da vardı tabii. O günün anısına kendisine verilen hediyeler arasında ipek çoraplar ve güya Aziz Polikarp'a ait bir diş yer alıyordu.

M 'f! N U

'Yol!Jl.,8 .. 11Jow,1.:_ s �,,, " ..,

.

d

.s O(A.-UC.

Iet.. f> o Vet/l/'j

m 4A A ,/

S'oıdeA l-lo m cu:A "

YdtA-- f cJv-e «A-•• 'l't Svrvlc,rn�J«­ J Cl./f?'l to l'1 .5 L 0ı'Y! f O l'.y. L sJ.,_:ı .., ...... tJ

6

t. >vı •...._ o �

;.)