Eğitim Olarak Schopenhauer [3 ed.]
 9789754684018

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

EĞİTİMCİ OLARAK SCHOPENHAUER Çağa Aykın Düşünceler İD

Friedrich (Wilhelm) Nietzsche (d. 15 Ekim 1844, Röcken - ö. 25 Ağustos 1900, W eimar, Almanya) Alman ısıllı isviçreli filozof ilkçağ tızmanı, kültür eleştirmeni ve şair. Babası da, dedesi de papaz olan Nietzsche, klasik öğrenim ini ünlü din okulu Schulpforta’da yaptı. 1869'da Basel Üniversitesi klasik filoloji profesör­ lüğüne atandı. Nietzsche, eski m etinlerin okunm asından kaynaklanan felse­ fi sorunlara açık tutum uyla zam an içinde öbür filologlardan ayrıldı. Özel­ likle trajedi konusunda. Yunanlılarda sanatla dinin v e sanatla sitenin birli­ ğini kavram ak gerektiğini gösterdi. Ocak 1872’de yayım lanan ve Yunanhkınn Dionysosçu yanını ilk kez ortaya koyan Müziğin Ruhundan Tragedyanın Doğuşu adlı ilk yapıtı, onun A lman filoloji çevrelerince dışlanmasına yol aç­ tı. Yapıt, özgün karakteri ve özellikle yazarın, çağdaş k ültüre ilişkin sorun­ lar üzerindeki kişisel görüşleriyle sa ra a bir nitelik taşıyordu. Yapıtta filolog, giderek bir estetikçi, hatta bir filozof ve b ir ahir zaman peygamberi halini alıyordu. 1874'ten itibaren Nietzsche, sürekli baş ağrılarından yakınm aya başladı. Aynı yıl, İki yıllığına çalıştığı fakültenin dekanlığına atandı. Mayıs 1879’da sağlık nedenleriyle istifa etmek zonında kaldı. Bundan böyle, on yıllık öğre­ tim görevinden dolayı kendisine bağlanan emekli aylığı ile kanton yöneti­ m inin bağışlan biricik geçim kaynağım oluşturdu İnsanca, Pek insanca (Menschliches, Allzummschltches) adlı yapıtının ilk iki cildini tamamladı. 18731876 arasında (ağa Aykın Düşünceleriünzâlgenuıese Betrachtungen) adlı dört cilt­ lik yapıtını yayımladı. Daha sonra yaşamı, bir kentten öbürüne göçmekle geçti; Marienbad, Rapallo, Roma, Nice, Venedik, Torino, Sils-Maria. Yapıtları­ nı bu göçebeliği sırasında yazdı. W agner'le olan dostluğu bestecinin Mensch­ liches, Atlzumenschliches'in ilk cildini, filozofun da ParsifaH yermesi üzerine son buldıı (1878). Tüm aldatmacaları açığa vurm ak ve tüm önyargı lan yıkmak is­ teyen Nietzsche, 1881’de Tan Kızühff'm (Morgenröte), 1881-1887de Şen Bilim'i (Diefröhliche Wissenschaft), 1883'te BüykBuyurduZerâüştlm (Also sprach Zarathust­ ra) ilk bölüm ünü yayımladı. 1885'e kadar bu sonuncu yapıtım yazmaya de­ vam e tti 1886‘da iyinin ve Kötünün Ötesinde (Jenseits von Gut und Bose) 1887de de Ahlakın Soykütüğii Üstünéyi (Zur Genaologie der Moral) yazdı ve yayımladı. 1888'de Putların Alacakaranlığıva (Götzen - Daemtnenmğl, yayımcıya gönderdi (kitap ertesi yıl basıldı). Wagner d a yı {Der Fall Wagnerl Eylül 1888'de basıldı ve Deccali (Der Antichrist), aym yıl yayımcıya gönderdi. 1889’da, Torino‘n u n bir sokağında aniden yere yıkıldı. Jena’da hastaneye yatırıldı. Önce annesi onu yarım a aldı, sonra kız kardeşi Elisabeth Förster-Nietzsche, kardeşini Weim ar’daki evine götürdü, Nietzsche, yaşamının sonuna kadar hiç konuşm a­ dı. Yalnız zam an zam an zekâ belirtileri gösterdi. 1888'de Nietzsche Wagner’e Karşı (Nietzsche Contra Wagner); 1888'de Ecce Homo adlı yapıdan yayımlandı.

lSÄffdan beri yazm akta olduğunu arkadaşlarına söylediği Cüçlstenâ (Der Wil­ le zur Macht) adlı yapıtından taslaklar, aforizmalar ve parçalar kalmıştır. Nietzsche’nin özgün yanı, Batı uygarlığının temel felsefi sorunlarını kökten­ ci bir kuşkuyla ele almasıdır. Nietzsche, bilginin (bilim), varlığın (Baa’ya özgü apaçık hakikatler) ve nihayet eylemin (ahlak ve siyaset) yeniden sorun haline ge­ tirilmesine olanak sağladı. Kantç eleştirinin sonucunu daha ilerilere vardıran Nietzsched eleştiriye, giderek Kantça eleştirinin kendisine yöneldi; aklın sözde Önsel kategorilerini kabul etmeyerek, bunlann, bedensel ve sosyoekonomik kö­ kenli, salt “yaşamsal" zorunluluklardan başka bir şey olmadıklarını ileri sürdü. Nietzsche, bilimsel hakikat de dahil olmak üzere, her türlü hakikatin içyüzünü ortaya çıkardı; insanın ayırt edici özelliği olan icat gücünü ve aynı zamanda ye­ niliğe karşı direnişini (yabancısı olduğu şeyi “barbarca", kendi aidına uydurama­ dığı şeyi “akıldışı" diye niteleyen o değil midir?) göstermeye çalıştL Nietzsche'den yoğun biçimde etkilenen düşünür ve sanatçılar arasında edebiyat alanında Thomas Mann, H erm ann Hesse, André Gide, D. H. Law­ rence, Rainer Maria Rilke ve W illiam Butler Yeats; felsefe alanında Max Scheler, Karl Jaspers, Michel Foucault sayılabilir. Psikoloji alanında ise başta Sigmund Freud olm ak üzere Alfred Adler ve Carl G. jung, görüşlerinin bir kısmım Nietzsche’ye borçlu olduklanm belirtirler.

Başlıca Yapıtları: Müziğitı Ruhundan Tragedyanın Doğuşu (Die Geburt der Tragödie aus dem Geiste der Musik 1872 ); David Strauss, İtirafçı w Yazar (David Strauss, der Bekenner und der Schriftsteller, 18731; Tarihin Yaşam İçin Yaran ve Yararsızlığı Üzerine (Vom Nutzen und Nachteil der Historiejü r das leben, 1874); Eğitimci Olarak Schopenhauer (Schopenhauer als Erzieher, 1874h Richard Wagner Bayreuth 'da (Richard Wagner in Bayreuth, №76); İn­ sanca, Pek İnsanca (Menschliches, Allzumenschliches 1878t Tan Kızıllığı (Götzen-Daemmenmg, 1881); Şen Bilirn (Diefröhliche Wissenschaft, 1881-1887); Böyle Buyurdu Zerdüşt - dört holüm (Also sprach Zarathustra, 1883-85); İyinin ve Kötünün Ötesinde (Jmseifc von Gut und Böse, 1886); Ahlakın Soykidüğü Üstüne (Zur Genealogie der Moral, 18871; Diony­ sos Dithyramboslan (Dionysos-Dithyramben, 1888); Wagner Olayı (Der FaE Wagner, 1888); Put!arm Alacakaranlığı (Götzen-Daemerung 1888); Nietzsche Wagner 'eKarşı (Ni­ etzsche contra Wagner, 1888); Deccal (Antichrist, 1888); Ecce Homo (Ecce Homo, 1888).

Friedrich Nietzsche'nin Say Yayınlan'ndaki öteki yapıdan: 1] Müziğin Ruhundan Tragedyanın Doğuşu; 2) Tarihin Yaşam İçin Yaran ve Yarar­ sızlığı Üzerine; 3) Putların Alacakaran!ığı;4) Tan Kızıllığı; 5) İyinin ve Kötünün Ötesinde; 6) İnsanca, Pek İnsanca (1. Kitap); 7) Şen Bilim (Şiirler); 8) Wagner Olayı/Nietzsdıe Wagner'e Karşı; 9) Ahlakın Soykütuğü Üstüne; 10) Eğitimci Olarak Schopenhauer; 11) Ecce Ho­ mo 12) Yazılmamış Beş Kitap İçin Beş Önsöz- YunanhlannTrajik Çağında Felsefe; 13) Ric­ hard Wagner Bayreuth’da; 14) Dionysos Dithyramboslan, 15) Öğretim Kurumİanmmn Geleaği Üzerine; 16) Şen Bilim IAna Metin 1); 17) Yunan Tragedyası Üzerine İki Konferans; 18) David Strauss-itira/ç ve Yazar; 19) Böyle Buyurdu Zerdüşt; 20) Deccal; 21) İnsanca Pek ksanca (2 Kitap).

Eğitimci Olarak Schopenhauer Çağa Ayları Düşünceler III

Çeviren:

Cemal Atila

SM

Say Yayınlan Friedrich Nieczsche / Bütün Yapıdan 10

Eğitimci Olarak Schopenlıauer Çağa Aykın Düşünceler İÜ Ö2gün adı: Sdıopenhaucr alsErzkher ISBN 978-975-468-401-8 Sertifika No: 10962 Yayın H aklan © Say Yayınlan Bu eserin tüm hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmaksızın kıs­ men veya tamam en alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz. Yayın Yönetmeni: Aslı Kurtsoy Hısım" Çeviren: Cemal Atila Ön kapak resmi: Friedrich Nietzscbe Baskı: Lord Matbaacılık & kâğıtçılık Davutpaşa Cad. Davutpaşa Matbaacılar Sitesi No: 103/430 Topkapı-İstanbul Tel: (0212) 674 93 54

t baskı: Say Yayınlan, İstanbul 2003 2. baskı: Say Yayınlan, İstanbul 2006 3. baskı: Say Yayınlan, İstanbul 2009 Say Yayınlan Ankara Cad. 54/12 • TR-34410Sirked-İstanbul Telefon: (0212) 512 21 58 • Faks: (0212) 512 50 80 web: wwwsayyayindlik.com e-posta: sayyaymlari@ttmaiLcom Genel Dağıtım: Say Dağıtım Ltd. Şti. Ankara Cad. 54/4 • TR-34410 Sirked-İstanbul Telefon: (0212) 528 17 54 • Faks: (0212) 512 50 80 e-posta: [email protected] online satış: wwwsaykitap.com

İÇİNDEKİLER EĞİTİMCİ OLARAK SCHOPENHAUER Çağa Aykırı Düşünceler III

2_______________________________________________________ .13 3 ...........

22

4_______________________________________________________ 34 6________

53

EĞİTİMCİ OLARAK SCHOPENHAUER ÇAĞA AYKIRI DÜŞÜNCELER Ш

1

P

ek çok ülkeyi ve ulusu ve “birkaç kıtayı görmüş olan bir gez­ gine, tüm insanlığın ortak özellikleri olarak ne tü r nitelikleri keşfettiği sorulduğunda, şöyle cevap vermişti: “tembelliğe meyil­ lidirler.” Çoğu kişiye öyle geliyor kî, eğer gezgin şöyle deseydi, ce­ vabı daha doğru ve geçerli olurdu: “Hepsi korku içinde. Gelenek­ lerin ve fikirlerin arkasına gizleniyorlar.” Temelde her insan, dün­ yada yalnızca bir kez, bir Unicum* olarak yaşadığım ve kendisi­ nin birliğim teşkil eden b u şaşırtıcı ölçüdeki rengârenk çeşitliliğin içinden, ne kadar tuhaf olursa olsun, hiçbir rastlantının ikind bir kez çıkmayacağını gayet iyi bilir. İnsan bunu bilir, am a bildiğini kara bir vicdan gibi saklar. Neden acaba? Geleneğe uyulmasını ta­ lep eden ve kendisini gelenek maskesinin arkasına gizleyen kom ­ şusundan duyduğu korkudan dolayı. Peki, ama bireyi (einzeln), komşusundan korkmaya, kendisi olmak yerine, sürünün bir par­ çası olarak düşünüp lıareket etmeye zorlayan şey nedir? Birkaç nadir örnekte bu belki de utangaçlıktır (Schamhafigkeit). Çoğu za­ m an ise rahatlık ve bezginliktir - kısacası, gezginin sözünü ettiği tembellik eğilimi. Gezgin haklıdır: İnsanlar korkak olduklarından daha fazla tembeldir ve en çok korktukları şey de, o koşulsuz dürüsüüğün ve çıplaklığın onlara yamayacağı zorluklardır. Ödünç alınmış davranışlarda ve kendine mal edilmiş fikirlerde saklı olan bu uyuşturucu gezintiyi yalnızca sanatçılar küçümserler ve oıılar gizli sum, herkesin kara vicdanı (böses Gewissen), insanoğlunun şahsına m ünhasır bir mucize olduğu ilkesini teşhir ederler. Sanat­ çılar her insanın, kaslarının her hareketine varıncaya dek, kendi­ si ve yalnızca kendisi olduğunu bize göstermeyi göze alırlar; daha da önemlisi, sanatçılar bize, insanın, kendi biririkliğinin katı tu­ tarlılığı içinde, güzel, doğanın her aynksı ve harika eseri gibi, iize' Unicum: İLat) Bir ve tek, eşsiz, emsalsiz, ten zeri olmayan, biricik şey. {Ed. n.) --------------------------------------------------------

9

--------------------------------------------------------

Friedrich Nietzsche • E ğitim i Olarak Schopenhauer

rinde düşünülmeye değer olduğunu ve sıkıcı olm aktan başka her şey olduğunu gösterirler. Büyük düşünür insanları küçümsedi­ ğinde, onun küçümsediği şey onların tembelliğidir, çünkü onlan n seri halde üretilmiş mallar gibi görünmelerine, kayıtsız, insan­ ca etkileşim ve bilgilendirmeye layık değillermiş gibi görünmele­ rine yol açan şey tembelliktir. Kitlelerin bir parçası olmak isteme­ yen insanoğlunun yapması gereken tek şey, içinde olduğu rahat­ lığa son vermektir: ona şöyle seslenen vicdanının sesine kulak versin: “Kendin ol! Şu anda yaptıklarının düşündüklerinin, iste­ diklerinin hiçbiri değilsin,” Her genç ru h gece gündüz bu haykırışı duyar ve ürperir, çün­ kü kendi gerçek kurtuluşunu düşündüğünde, sonsuzluk taralın­ dan kendisinin kaderi haline getirilmiş m utluluğun boyutlarım sezer. Fikirlerin ve korkuların zincirleri ile prangaya vurulduğu sürece, hiçbir şey genç ruhun bu m utluluğa erişmesini sağlaya­ maz. Ve bu kurtuluş olmaksızın hayat nasıl da donuk ve anlam ­ sız hale gelir! Doğada, kendi dehasını ortaya koym aktan kaçın­ mış olan ve sonra da sağına, soluna, önüne ve her tarafına kaça­ mak bakışlar yönelten insandan daha yalnız ve iğrenç bir yaratık (Geschöpf) yoktur. En sonunda böyle bir kişi Ue ilişki kurm am ız bile imkânsız hale gelir; çünkü o, çekirdeksiz, boyanıp şişirilmiş eski püskü bir giysi, artık hiçbir korku, hele de hiçbir m erham et uyandırm ayan süslü bir hayalet* olarak tüm üyle dışımızdadır. Ve tem bel kişinin zaman öldürdüğünü söylemek doğruysa, o za­ m an kurtuluş um uduna kamusal fikirlere -yani tembelliğe- ’* bağlayan bir zamanın günün birinde gerçekten öldürüleceğin­ den d d d i ciddi kaygılanmalıyız: Demek istiyorum ki böyle bir çağ. hayatın gerçek kurtuluşunun cefasını çekecektir. Yaşayan insanlar tarafından değil, bunun yerine kamusal düşünen sözde insanlar tarafından yönetilmiş olan bir çağın mirası ile uğraşacak gelecek kuşakların tiksintisinin büyüklüğünü bir düşünün. İşte bu yüzdendir ki, bizim çağımız uzak bir gelecek için, tarihin bel­ ki de en karanlık ve en bilinmeyen -çünkü en az insanca olan' Nidzsche. Aristoteles'e göre trajik bir kahram anın uyandırması gereken “korku" ve "mer­ ham et” ile ilgili tartışm aları ima ediyor. Demek istediği de kendisinin tarif ettiği insan­ ların hiçbirinin trajik kahram an olduğunu öne sürmediği, {fğ ilim i Ükrûk Sdsopenfuıucf 'ı İngilizceye çeviren ve bir sotısöz yazan Richard T. G rayln notu. (R. T. C taynJI ” Nietzsche. Bemard de Mandevilles'in Fable oftfıe BeesatUı kitabına gönderm e yapıyor. (R. T. Gray n.)

Eğitimci Olarak Schopenhauer 11

bölüm ünü oluşturacaktır. Şehirlerimizin yeni caddelerinde yü­ rüyorum ve kamusal fikir oluşturucuları kuşağının kendisi için inşa ettiği bu berbat evlerden hiçbirinin günüm üzden yüz yıl sonra nasıl da ayakta kalmamış olacağını ve o güne ulaşıldığında bu evleri inşa edenlerin fikirlerinin bile nasü da yıkılmış olacağı­ nı düşünüyorum . Buna karşılık, bu çağın yurttaşları olmadıkları­ n ı hisseden tü m o insanlar nasıl da um utlu olabilirler; çünkü eğer onlar bu çağın yurttaşları olsalardı, çağın öldürülmesine yardım edecek ve onunla birlikte yok olacaklardı - oysa onlar, kendileri de bu hayat içinde yaşamaya devam etsinler diye, aslın­ da çağlarım uyandırıp hayata döndürm ek istiyorlar. Fakat gelecek um utlanm ak için bize herhangi bir neden sağla­ masa bile - bizim tam da bu Şimdi içindeki saçılası varoluşumuz (dasein) kendi standartlarımıza ve yasalarımıza göre yaşamamız için bize en güçlü teşviki sağlamaktadır: Kesin bir şekilde bugün yaşıyor olmamız ama yine de varlık kazanmak için zamanın son­ suzluğuna sahip olmuş olmamız, niçin ve hangi amaçla tam olarak böyle bir anda varlık kazandığımızı göstermek için bu kısa bugün­ den başka bir şeye sahip olmadığımız biçimindeki açıklanamaz ol­ gu. Varlığımız için kendimize karşı sorumluyuz; sonuç olarak, biz aynı zamanda kendi varlığımızın gerçek kaptanı olmak ve onu akılsız bir tesadüfe benzemekten korumak istiyoruz. Varoluşa bel­ li bîr yüreklilik ve gönüllülükle risk alarak yaklaşmalıyız: Özellik­ le de, hem en iyi hem de en kötü durumlarda onu kaybetmeye m ahkûm olduğumuz için. Neden bu yeryüzü parçasına, bu meşga­ leye yapışalım; komşumuzun dediklerini niçin önemseyelim? Çok değil birkaç yüz kilometre ötede geçerliliğini yitiren görüşlerle kendimizi bağlamak ne büyük bir kabalıktır. Doğu ve Batı, ürkek­ liğimizle alay etmek için gözümüzün önünde tebeşirle çizilmiş hatlardır. “Özgürlüğü elde etmeye çalışmak istiyorum," der genç ruh kendisine; ve sırf iki ulus birbirinden nefret edip birbirine sa­ vaş açıyor diye ya da iki kıta bir okyanus tarafından birbirinden ayrılıyor diye ya da birkaç bin yıl önce varlığı büe olmayan bir din şu anda her yerde öğretiliyor diye, ruhun bunu yaparken engel­ lenmesi muhtemeldir. “Bunların hiçbiri sen kendin değilsin," der genç ruh kendisine. Hayat nehrinden geçerken sadece senin kul­ lanman gereken köprüyü senden başka hiç kimse, ama hiç kimse kuram az Daha kesin konuşmak gerekirse, seni bu nehrin öte ya-

Friedrich Nietzsche • Eğititnâ OîarakSchopenhauer

kasma taşımak isteyen sayısız yol, köprü ve yan-tann vardır ama onlar bunu yalnızca senin özün pahasına yaparlar; kendini rehin vererek yitireceksin. Bu dünyada sadece senin üzerinde yürüyebi­ leceğin tek bir yol vardır. Nereye gider bu yol? Bunu sorma, sade­ ce o yoldan g it Şu sözü söyleyen kimdi: “gittiği yolun kendisini ne­ reye götüreceğini bilmeyen biri kadar yücelen hiç kimse yoktur."* Fakat kendimizi tekrar nasıl bulabiliriz? İnsan kendisini nasıl tanıyabilir? Karanlık ve gizli bir şeydir insan; ve eğer yabani tav­ şanın derisi yedi katlıysa, insanoğlu yedi çarpı yetmiş kez deri dökse bile hâlâ, “Bu gerçekten sensin, burası artık dış kabuk de­ ğil" diyemeyecektir. Üstelik b u şekilde kazı yaparak kendi derin­ liklerine inmek, kendini m üm kün olan en kısa güzergâhtan ken­ di varlığının özüne ulaşmaya zorlamak, acı verid, tehlikeli bir görevdir. Kendine hiçbir doktorun iyileştiremeyeceği zararlar verm ek ne kolaydır. Ve daha da önemlisi, bu niçin gerekli olsun ki, çünkü her şey -dostluklarımız ve düşmanlıklarımız, bakışı­ mız ve tokalaşmamız, hafızamız ve unuttuklarımız, kitaplarımız ve el yazımız- varlığımıza tanıklık eder. Fakat bu hayati araştır­ mayı yapm anın yalnızca bir yolu vardır. Bırakın genç ru h geriye dönüp hayatına şu soruyla yaklaşsın: şu ana kadar gerçek anlam ­ da neyi sevdin, ruhunu ne cezbetti, ne aym anda onu hem m ut­ lu etti hem de ona hâkim oldu? Saygı duyulan bu hususları önü­ ne koyduğunda, belki onların doğası ve dizilimi bir yasa, senin benzersiz özünün temel yasasım aklına getirecektir. Bu husustan mukayese et, kişinin bunlan nasıl tamamladığım, genişlettiğini, aştığını başkalarına dönüştürdüğünü, bunların nasıl bugüne ka­ dar senin kendi özüne tırm anm am s ağlayan bir seyyar m erdi­ ven oluşturduğunu gözlemle; çünkü senin gerçek varlığın senin içinde derinlerde saklı değildir, tersine ölçülemez biçimde sen­ den ya da en azından genelde kendi “Ben”in olarak gördüğün şeyden daha yükseklerdedir. Senin gerçek öğretm enlerin ve ye­ tiştiricilerin sana senin kendi varlığının, eğitilme ve yetiştirilme yeteneğinden tam am en yoksun olan, buna karşılık her olayda eli kolu bağlanarak felç edilmiş ve ulaşılması güç olan o varlığı­ nın, gerçek anlam ım ve temel malzemesini göstereceklerdir. Eği­ timcilerin senin k u rtan alan n d an başka bir şey olmayacaktır. Ve * Oliver Cromwell (Nietzsche'nin büyük hayranlık beslediği Ralph W aldo Emerson’tın "Circles” adlı m akalesinde de [Essays: First Serieh geçer. (R. T. Gray n.)

12

Eğitimci Olarak Schopenhauer / 2

işte bu tüm eğitimler içinde en gizli olanıdır: Eğitim yapay ka­ burgalar, balm um undan yapılma burunlar ya da düzeltici m er­ cekler sağlamaz, tam tersine bunları sağlayacak herhangi bir şey olsa olsa bir eğitim komedisidir. Eğitim daha ziyade bir kurtuluş­ tur, bitkinin nazik filizlerine zarar veren tü m zararlı otların, za­ rarlı böceklerin, molozların ortadan kaldırılması, aydınlığın ve sıcaklığın yaydığı parlaklık, gece yağm urunun sevgi dolu acelesi­ dir; kendi anaç ve şefkatli yapısını sergileyen doğaya öykünm e ve ona tapmadır; doğanın acımasız ve m erhametsiz saldırılarını engelleyip onları iyiliğe dönüştürdüğünde, doğanın üvey anne­ ye özgü yapısı ve anlam anın a a yoksunluğu hakkm daki ifadeler üzerine bir örtü örttüğünde, doğanın mükemmelleşmesidir. Kendini bulmanın, çoğu zaman kara bir buluta tutukmuşçası­ na içinde yüzdüğümüz uyuşukluktan sonra kendine gelmenin başka yollan elbette var fakat ben, kişinin kendi eğitimcileri ve yetiştiricileri üzerinde düşünm ekten daha iyi hiçbir yol bilmiyo­ rum. O nedenle bugün burada, ögTendsi olm aktan gurur duydu­ ğum bir öğretm en ve eğitim d (Zuchtmeister), A r t h u r S c h o p e n h a u e r ’ı hatırlam ak istiyorum - ki böylece daha sonra di­ ğerlerini de hatırlayabileyim.

2.

E

ğer Schopenhauer’ın metinleriyle ilk defa karşılaşmanın be­ nim için nasıl bir olay (Ereignis) olduğunu tanımlayacak olur­ sam, gençliğimde neredeyse tüm diğer düşüncelerden daha yo­ ğun bir sıklık ve ivedilikle aklıma gelen bir düşünce üzerinde kı­ saca durmalıyım. Arzulanıra kalbimin hoşnutluğu için seferber ettiğim gençlik günlerimde, kaderin, kendimi eğitmek gibi kor­ kunç bir çaba ve görevden beni kurtaracağım düşünürdüm; Tam da doğru bir zamanda eğitimcim olacak bir filozof, ona kendim ­ den daha çok güveneceğim için daha fazla düşünmeden kendisi­ ne itaat edebileceğim gerçek bir filozof bulacaktım. O zaman ken­ dime şöyle sormuştum: “o hangi ilkelere göre seni eğitecektir?” Ve onun, eğitim konusunda günüm üzde moda olan iki düstur [vecize] hakkında söyleyeceği şeyler üzerinde düşünüp taşırtıyor­ dum. Bunlardan ilki eğitimcinin kendi öğıendlerinin özgün gü­

Friedrich Nietzsche * Eğitimci Olarak SchopmSmuer

cünü çabuk fark etmesini ve sonra da, bu tek avantajın eksiksiz bir olgunluğa ve gerçekleşmeye ulaşmasına yardım edebilmek için, tüm çabalarını ve enerjisini, tüm güneşini bu tek alan üzerin­ de yoğunlaştırmasını gerektirir. İkind düstur ise, tam tersine, eğitim dnin tüm mevcut kabiliyetleri öne çekip beslemesini ve onla­ rı uyum lu bir ilişkiye kavuşturmasını talep eder. Fakat bu, ku­ yumcu olmaya karar vermiş birini müzisyen olmaya zorlamamız için bize yeterli neden sağlar mı? Benvenuto Cellini’nin* babası­ nın, tekrar tekrar oğlunu, çocuğun “o lanet olasıca boru” olarak, babasının ise “o sevimli küçük boynuz” olarak adlandırdığı şeyi çalmaya zorlamakla doğru bir şey yaptığını kabul etmeli m i­ yiz?** CeUinininkiler gibi, kendilerini güçlü ve kesin biçimde ifa­ de eden doğal yetenekler söz konusu olduğunda, bunun doğru ol­ duğunu söyleyemeyiz; ve herhalde uyum lu eğitim düsturu, kesin bir şekilde söylemek gerekirse, ancak, içlerinde a n kovanım andı­ ran koca bir ihtiyaçlar ve eğilimler kümesi taşıyan daha güçsüz tiplere uygulanabilir, fakat hem topluca hem de tekil olarak ele alındıklarında, hangileri çokluğa tekabül etmez ki? İyi de böyle uyum lu bir bütünlüğü ve çoksesli ahengi nerede tek bir tip için­ de buluruz, nerede arm oniye yapısındaki her şeyin -h e r türlü bilginin, arzunun, sevginin ve nefretin- merkezi bir noktaya, te­ mel bir güce yöneldiği Gellini gibi insanlarda olduğundan daha fazla hayran kalırız ve bu yaşayan merkezin zorlayıcı ve hükmed id gücü, ileri-geri ve yukan-aşağı hareket eden uyum lu bir sis­ temi tam olarak nerede oluşturur? Ve belki de bu iki düstur ara­ sında aslında hiçbir çelişki yok m udur? Yoksa biri yalnızca insan­ ların bir merkeze sahip olmaları gerektiğini, diğeri ise insanların aym zamanda bir kenara da sahip olmaları gerektiğini m i ifade etmektedir? Öyleyse, rüyalarımdaki o eğitid filozof yalnızca merkezi bir güç keşfetmekle kalmayıp, aynı zamanda bu gücün diğer güçler üzerinde yıkıa bir etki yaratmasını nasıl önleyeceği­ ni de bilecekti. Onun eğitsel görevi, benim hayal ettiğim haliyle, daha ziyade insanoğlunun tüm varlığını, kendi yaşamı ve devini­ mi olan bir güneş ve gezegenler sistemine dönüştürm ek ve bu ya­ şamın üstün m ekaniğinin yasalarım keşfetmek olacaktı. ' Benvenuto Cellini (1500-1571): İtalyan heykeltıraş, kuyum cu ve m adalyoncıı (Ed a ) “ Benvenuto Cellini bunu, otobiyografisi Life’ın L Kitap, 2 Bölüm 'ünde söylemektedir. ( R. T. Cray n j

Eğitimci Olarak Schopenhauer 12

Fakat bu arada henüz bu filozofu bulm am ıştım ve onu bunu deneyip duruyordum ; biz m odem insanların. Yunanlılar ve Ro­ m alılar ile kıyaslandığımızda, eğitsel görevlerin ciddi ve titiz bil­ gisinin söz konusu olduğu noktalarda bile ne kadar zavallı kaldı­ ğımızı keşfettirir Yüreğinizde böyle bir ihtiyaçla Almanya'yı boydan boya, hatta tüm üniversitelerini, geçebilirsiniz, yine de aradığınızı bulamayacaksınız; ne de olsa, burada, çok daha yalın, daha basit ihtiyaçlar giderilmeden kalır. Sözgelimi, hitabet sana­ tında eğitim almayı ya da bir yazarlar okulunu ziyaret etmeyi ciddi biçimde istemiş olan herhangi bir Alman, hiçbir yerde ne bir usta ne de bir okul bulacakür; buradaki insanlar hitabetin ve yazmanın, olabilecek en özenli kılavuzluk ve yıllarca sürecek zorlu bir çıraklık dönemi olmaksızın kazaıulamayacak sanat dal­ lan olduğunu henüz kavramamışa benziyorlar. Ancak hiçbir şey çağdaşlarımızın küstah öz-tatminlerini, onların eğitimciler ve öğretm enler konusundaki taleplerinin yan dm ri, y a n sersem pejmürdeliği kadar açık bir şekilde ortaya koyam az En soylu ve en iyi eğitimi almış insan]annuz arasında bile, neredeyse herhan­ gi biri, ailenin özel öğretmem olarak hizmet etmeye uygundur; ve kimi eksantrikler ile antikalaşmış alet edevatın koleje hazırlık okulu adı altında toparlanıp iyi bir şeymiş gibi düşünülmesi ne kadar da yaygındır, Bir de üstün eğitim kurum lan, üniversiteler ad ma ne tem eller attığımıza bir bakın; bir insanoğlunu insan ol­ m ak üzere eğitm enin zorluğu ile mukayese edildiğinde, ne lider­ ler, ne kurum lar ama! Alman bilginlerin o çok hayranlık duyu­ lan araştırm a yapm a tarzı bile, başka her şeyden önce, onlann in­ sanlıktan çok kendi bilginliklerini düşündüğünü, aynı fedakârlı­ ğı yapm aları için yeni kuşaklan da ayartm ak üzere, kaybedilmiş bir müfreze gibi kendilerini bilginliklerine feda edecek biçimde eğitildiklerini gösterir. Bilginlik meşguliyeti, daha üstün herhan­ gi bir eğitsel ilkenin kılavuzluğuna verilip o ilke ile sınırlandırıl­ m ak yerine, “ne kadar çok, o kadar iyi" ilkesine yapışarak pran­ galarından gitgide boşaltıldığında, elbette bilginler için, l ai s s e z - f a i r e * ekonomik doktrininin tüm ulusların ahlaklılığı için zararlı olması kadar zararlıdır. Eğer eğitim sürecinde onun insan­ lığı feda edilmeyecek ya da boğulmayacaksa, bilgine verilecek * laissez faire: Devletin sanayi ve ticarete m üdahale etm em esi ilkesi (Çev. n.)

Friedrich Nietzsche • Eğitima Olarak Schopenhauer

eğitimin, aşın zor bir sorun olduğunu şimdilerde kim fark ediyor - ve yine de pek erken bir bilginlik düşkünlüğünün çarpık hale getirip deforme ettiği insanlardan oluşan sayısız örneğe yakın­ dan bakıldığında bu zorluk açıkça görülebilir. Fakat bu üstün eği­ tim yokluğu hakkında daha önemli -daha önemli, daha tehlike­ li ve her şeyden önce de, çok daha genel- kanıtlar vardır. Şimdi­ lerde hiçbir hatibin, hiçbir yazarın niçin eğitilemeyeceği -bunu yapacak hiçbir eğitimcinin olmaması gibi basit bir nedenden do­ layı, hem en anlaşılıyorsa; eğer günüm üzde bir bilginin yazgısı­ nın çarpıklık ve eksantriklik olduğu açıkça belliyse- çünkü bil­ ginlik, yani insanca olmayan bir soyutlamanın onu eğiteceği farz ediliyor; eğer bu böyleyse, o zaman kendimize nihayet şunu sor­ malıyız: çağdaşlarımız arasında hepimiz -bilginler ve bilgin ol­ mayanlar, soylular ve sıradan insanlar- şahsına m ünhasır ahlaki örnekleri, her türlü yaratıcı ahlaklılığın dsimleşmiş örneklerini böyle bir çağda nerede bulacağız? Tüm zamanlarda her soylu toplum un uğraşı olan ahlaki sorunlar üzerine düşünm ekten esa­ sen ne gibi bir sonuç çıktı? Artık böylesi şahsına m ünhasır insan­ lar yok ve artık böyle bir düşünm e yok; gerçek şu ki atalanm ız tarafından biriktirilip bize miras bırakılan ahlaki sermayeden, nasıl artırabileceğimizi artık bilmediğimiz, yalnızca nasıl israf edeceğimizi bildiğimiz bir sermayeden yiyoruz. Toplumunıuzda böyle şeyleri ya hiç tartışmıyoruz ya da yalnızca, tiksinti uyan­ dırm aktan başka bir işe yaram ayan doğal bir am atörlük ve dene­ yimsizlikle tartışıyoruz. Böylece okullarımızın ve öğretm enleri­ mizin ahlaki bir eğitimi doğrudan göz ardı ettiği veya formalite­ leri yerine getirdiği ve erdem in öğretmenlerimiz ile öğrencileri­ miz için, insanları gülümseten modası geçmiş bir sözcük olmak­ tan başka artık hiçbir anlam ifade etmediği bir noktaya ulaşmış bulunuyoruz - ve eğer gülmüyorsanız bu daha da kötü, çünkü bu sizin ikiyüzlü biri olduğunuz anlam ına gelir. Bu yüreksizliğin ve ahlaki güçlerdeki bu düşük su seviyesinin açıklaması zor ve karm aşıktır ve yine de, zafer kazanan Hıristi­ yanlığın antik dünyamızın ahlaklılığı üzerinde bıraktığı etkiyi dikkate alan hiç kimse, çöken Hıristiyanlık biçimindeki karşı tepkiyi küçümseyemez - ki çöküş Hıristiyanlığın zamanımızda­ ki olası kaderidir. Hıristiyanlık kendi ideallerinin yüceliği aracılı­ ğıyla antikitenin ahlaki sistemlerini ve onlara bir o kadar da hâ­

Eğitimci Olarak Schopenhauer / 2

kim olan doğallığı o kadar çok aştı ki bizler o doğallığa karşı du­ yarsızlaşarak ondan tiksinir hale geldik. Ancak daha sonra, daha iyi ve daha yüce şeyler hâlâ fark edilebiliyor am a artık elde edilemiyorken, ne kadar istersek isteyelim, iyi ve yüce olana, antiki­ tenin erdem lerine artık geri dönemezdik. Modem insanlar, Hıris­ tiyanlık ile antikite arasındaki, tehditkâr veya ikiyüzlü bir Hıris­ tiyan ahlaklılık ile antikiteye aym ölçüde korkakça ve çekingen bir geri dönüş arasındaki bu bocalamayı yaşarlar ve ondan ötürü acı çekerler. Öte yandan, doğal olandan korku duym a mirası, do­ ğal olana duyulan hayranlığın yenilenişi, bir yerlerde sağlam bir temel bulma arzusu, iyi olanla daha iyi olan arasında bocalayan bir bilgi tü rü n ü n önem i - tü m bunlar m odem insanların ruhun­ da, onları verimsiz ve neşesiz olmaya m ahkûm eden bir huzur­ suzluk, bir kanşıklık yaratır. Ahlak eğitimcilerine duyulan ihti­ yaç hiçbir zaman bu kadar yoğun ve onları bulm a şansı da hiçbir zaman bugünkü kadar zayıf olmamıştır. Doktorlara en çok ihti­ yaç duyulan zamanlar, büyük salgın hastalık vakalarının olduğu zamanlar, doktorların en çok tehlikede olduğu zamanlardır. Öyle ya, modem insanlığın doktoıian nerede, başkalarına destele verip onlara yardım eli uzatacak kadar sapasağlam ayakta duran insanlar nerede var? Günümüzün en iyi kişiliklerinin üzerine belli bir hü­ zün ve uyuşukluk çökmekte, ikiyüzlülük ile dürüstlük arasındaki savaştan duyulan sonsuz hoşnutsuzluk onlann göğsüne çarpmakta, özgüven yoksunluğu onlan huzursuz etmektedir - ve bu onları başkalan için eşzamanlı olarak rehber ve eğitim d olma yeteneğin­ den tam am en yoksun bırakmaktadır. Beni eğitecek, beni yaşm birer ü rünü sayılabilecek yetersizlik­ lerim in üzerine yükseltecek ve yaşamda olduğu kadar düşünce­ de de y a l ı n ve d ü r ü s t olmayı - kısacası kelimenin en derin anlamıyla çağa aykırı olmayı bana tekrar öğretecek gerçek bir fi­ lozof bulacağımı hayal ettiğimde, gerçek anlam da bir maksadı düşünme kaçam ağından başka bir şey yapmamıştım. Çünkü in­ sanlar günüm üzde öylesine çok katlı ve karmaşık hale gelmişler­ dir ki konuşmaya başladıkları, iddialarda bulunup sonra da bu iddialar doğrultusunda hareket etm ek istedikleri anda bile sahte­ kâr olm aktan başka bir çareleri kalmamıştır. Schopenhauer’la ilk kez karşılaştığımda, böyle bir ihtiyaç, hu­ zursuzluk ve arzu içindeydim.

Friedrich Nietzsche • Eğitimci Olarak Schopenhauer

Ben Sdıopenhauer'ın, ilk sayfayı okuduktan sonra her sayfa­ yı okuyacağım ve onun söylediği her söz üzerinde özenle duraca­ ğını kesinlikle bilen okurlarından biriyim. Schopenhauer’a duy­ duğum inanç derhal ortaya çıkü ve bu inanç bugün dokuz yıl önce olduğu kadar tamdır. Bu in a n a ifade etmek, tevazudan uzak ve aptalca bir davranış olsa da, anlaşılabilir bir şeydir: ben Schopenhauer’ı sanki doğrudan bana hitaben yazmışçasına anla­ dım. Bu yüzden ben hiçbir zaman Sdıopenhauer’da bir paradoks keşfetmedim, her ne kadar şu anda keşfetmiş ve küçük bir hatay­ la karşılaşmış olsam d a Kaldı ki, paradokslar, yazarın kendisinin gerçek bir güven olmaksızın onları ileri sürmesinden, kendisinin zeki görünmesini sağlamak, ayartm ak ve genel olarak çeşitli gö­ rünüm ler yaratm ak üzere onları kullanmasından ötürü güven için bir esin kaynağı olmayan iddialardan başka nedir ki? Schopenhauer hiçbir zaman görünüm yaratm ak istemez, çünkü o kendisi için yazmaktadır ve hiç kimse, hele hele şunu kendisi için bir kural haline getiren bir filozof, aldatılmak istemez: Asla kimseyi aldatma, kendini bile! Neredeyse her sohbetin bir bölü­ m ünü ve parçasını oluşturan ve yazarların neredeyse farkında olmaksızın taklit ettikleri o kibar sosyal hilelerle bile değil; hita­ bet sahnesinde retoriğin yapay araçlanyla icra edilen daha kasıt­ lı sahtekârlıklarla hiç değil. Hayır, tam tersine, Schopenhauer kendisi ile konuşur; ya da bir dinleyid hayal etm e konusunda ıs­ rar edersek, o zaman babası tarafından kendisine bir şeyler öğre­ tilen bir erkek evlat hayal etmeliyiz. Sevgiyle dinleyen bir dinle­ yicinin önünde, samimi, dobra ve iyi niyetli bir açıklamadır bu. Bu tür yazarlardan yoksunuz. Daha sesini duyar duymaz konuşm aa m n güçlü huzuru bizi sarar; bu, dağlık bir bölgede ormanın içine girm eye benzeyen bir deneyimdir: Derinden nefes alırız ve birdenbire yeniden bir huzur duygusuna kapılırız. Burada hava­ rim her zaman bu kadar dinçleştirici olduğunu hissederiz; bura­ da evlerinde kendi içlerinde ve usta olan, daha da önemlisi, ol­ dukça zengin bir evde olan insanların sahip oldukları türden benzersiz bir serbestlik ve doğallık vardır. Bu, nüktedan olmayı başardıklarında en çok kendileri hayrete düşen ve tarzları huzur­ suz ve doğal olmayan bir nitelik kazanan yazarların tam tersi bir durumdur. Schopenhauer konuştuğunda, aynı şekilde biraz da kol ve bacakları doğası gereği kaskatı ve hantal olan, göğsü dar

Eğitimci Olarak Schopenhauer / 2

ve kare biçiminde olan, sıkıcı ve tum turaklı ve yürüyüşü olan bilgini hatırlarız. Schopenhauer’m işlenmemiş ve neredeyse ayınınkine benzeyen ruhu ise, tam tersine bize, iyi Fransız yazarla­ rın yumuşaklığını ve saray zarafetini küçümseyecek kadar yas tutm am ayı öğretir ve hiç kimse Schopenhauer’da, Alman yazar­ ların böylesine serbestçe içinde yüzdükleri güm üş tepsilerde su­ nulan o taklit edilmiş sözde Fransızlığı bulamayacaktır. Schopenhau erin kendini ifade ediş tarzı bana yer yer bir parça Goethe’yi anımsatıyor, am a başka hiçbir Alman modelini falan değil Çün­ kü Schopenhauer derin bir şeyi yalınlık içinde, devinim halinde olan bir şeyi retorik olmaksızın ve ciddi ölçüde bilimsel olan bir şeyi kılı kırk yaran bir titizlik olmaksızın nasıl ifade edeceğini bi­ liyor. Schopenhauer bunu hangi Almandan öğrenmiş olabilir ki? Aynca Schopenhauer, Lessing’in* fazlasıyla ince, aşın ölçüde bü­ kü Igen ve -eğer deyim yerindeyse- hiç de Alman olmayan tarzı­ nı berraklaştırır; bu önem li bir başan, zira tüm Alman nesir yazarlan arasında, Lessing en ayartıcı tarzadır. Benim Sdıopenhauer’ın tarzı için yapabileceğim en yüksek övgü, onun tarzına yi­ ne onun kendi açıklamasını uygulamaktır; “Bir filozof, eğer şiir­ sel ya da retorik oyunlardan faydalanmayı reddediyorsa, çok dü­ rüst olmalıdır.”*" Doğrusunu söylemek gerekirse, bu kamusal fi­ kirler çağında dürüstlüğün, bir erdem oluşu şöyle dursun, her­ hangi bir değeri olup olmadığı inana, yasaklanan özel fikirlere havale edilmektedir; işte bu yüzden, ben Schopenhauer’ı yeniler­ ken onu övmüyor, sadece karakterize ediyorum: Schopenhauer dürüsttür, bir yazar olarak bile. Ve o kadar az yazar dürüsttür ki, yazan her insana güvenin emeliyiz. Dürüstlüğü konusunda Schopenhauer'dan bile üstün tutacağım başka bir tek yazar tanıyo­ rum; Bu Montaigne’dir. Böyle bir kişinin bir şeyler yazmış olması olgusu, bu yeryüzünde yaşıyor olm anın keyfini gerçekten artır­ mıştır. Ne olursa olsun, bu en özgür, ruhların en eneıjik olanıyla ilk karşılaşmamdan bu yana, onun Plutarkhos"" hakkında söyGotthold Ephraim Lessmg 11725-1781): Alm an yazar. Düşüncelerini berrak ve kesin bir üslupla anlatan Lessüıg'in Alman edebiyatının milli bir nitelik kazanm asında büyük payı olduğu savunulur. (Ed. rd '* Muhtemelen Schopenhauer'ın Parerga ımdPûrafipmnena’stndaki “OberSdıriffeteDeıri undSUlT (Yazarlık ve Üslup Üzerine) adlı yazısında ifade ettiği tutum ları özetleyen, Nietzsdıc'yc göre değiştirilmiş bir alın tı (R. T. Gray n.l Plutarkhos (MÖ 50-125): Yunan yazan, (Ed. n.)

Friedrich Nietzsche • Eğitimci Olarak Schopenhauer

lediği şeyi ben de onun hakkında söylemeyi gerekli gördüm: “Ona kısaca göz atar atmaz, bedenim den yeni bir bacak ya da kol çıktı” Eğer bu yeryüzünde kendim i evimdeymiş gibi hissetme görevi bana verilmiş olsaydı, kendim e onu örnek alacaktım. Dürüstlükten başka, Schopenhauer ile Montaigne arasında bir ortak nitelik daha vardır: Gerçek anlamda keyif veren bir keyiflilik. A liis laetus, sibi sapiens* Çünkü birbirinden oldukça farklı olan iki tü r keyiflilik vardır. Gerçek düşünür, ister ciddi isterse de nükteli bir şeyi, ister insanca bir kavrayışı isterse de kutsal bir düşkünlüğü ifade etsin, lıep keyiflendirir ve canlandınr: Somurt­ kan yüz ifadesi, titreyen eller, yaşlı gözler olmaksızın, fazlasıyla kendinden em in ve yalın biçimde, cesaret ve güçle, belki de bir parça şövalyece ve haşince am a her halükârda bir galip edasıyla. Ve bize en derinden ve en coşkulu biçimde keyif veren şey tam da budun Galip gelmiş Tanrıyı, onun yendiği tüm o canavarların ortasmda görmek. Öte yandan, vasat yazarlarda ve kaba saba filo­ zoflarda zaman zaman karşılaştığımız keyiflilik, onlan okurken bize sıkmU verir: Örneğin David Strauss’un” keyifliliği söz konu­ su olduğunda benim yaşadığım deneyim budur. Bu türden keyif­ li çağdaşlara sahip olmakla insan utançtan yerin dibine battığını hissediyor, çünkü onlar geleceğin tüm kuşaklarına, bizim çağı­ mızın ve çağımızda yaşayan tü m insanların çıplaklığını ifşa edi­ yorlar. Böylesi keyif liderleri, birer yazar olarak algılayıp onlara karşı savaştıklarını iddia ettikleri acıları ve canavarları algılamı­ yorlar bile ve onların keyifliliği, sırf aldattığı için, zevksizliğe yo] açıyor, çünkü böyle bir keyiflilik insanı kandırarak bir zaferin kazanıldığına inandırm aya çalışıyor. Çünkü temelde yalnızca za­ ferin olduğu yerde keyiflilik vardır ve bu her gerçek düşünürün eseri için olduğu kadar her sanat eseri için de geçerlidir. Konu var olma sorunu gibi dehşet verici ve d d d i bir konu olsa bile, ortaya çıkan eserin baskıcı ve eziyet edici bir etki yaratması ancak yan düşünür ve yarı sanatçılann, o n u kendi yetersizliklerinin dum a­ nı içinde bırakılm alanyla mümkündür. Öte yandan, insanlar hiçbir zaman, en derin şeyleri düşündükleri için en canlı olan şeyleri sevmekten kendilerini alıkoyamayan ve bilge oldukları ‘ Aliis iaetııs, sibi sapiens: İLaÜ Başkalarına kaışı şen, kendine karşı akıllı, (M. n.) " David Friedrich Strauss