136 64 9MB
Turkish Pages 175 [177] Year 2016
Adil ÇİFTÇİ
Din Sosyolojisi ve İslami Modernizm -Toplumbilim Yazıları ili-
Adil çtFrçt 20 Şubat 1963'te, bir marangozun ve ev hanımının oğlu olarak Tokat Nlksar'da doğdu. İlk ve ortaokulu orada bitirdi. Liseyi İzmit'te yatılı okuduktan sonra, 1980 yılında Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakiiltesl'ne girdi ve 1985 yılında mezun oldu. 1986 Dokuz Eylül Üniversitesi hahiyat Fakiiltesl'nde din sosyolojisi aslstaru olduğu yıldır. 1988'de "Erol Güngör Hakkında Bir Monografi Denemesr adlı çalışmasıyla yüksek lisansUll verdi. Ayru sene iki yıllığına İnglltere'ye giderek Landon Unlverslty SOAS'da MPhll yaptı. Bu dereceyi aldığı çalışma tamamlanarak Doktora Tezi oldu: "Fazlur Rahman'uı İslamt YenUtkçillğlne Yorumlayıcı Bir Yaklaşım" 1998'de Yardımcı Doçent oldu. Evvelden beri sosyal bilimler felsefesi ile ilgtlenen Çiftçi, 10 yıldır bunu 'resmiyete' dölmıüş; Doçentlik (2004) Tezi olarak sunduğu "Nasıl Bir Sosyal BIUm: Temel Sorunlar ve Yaklaşımlar" lsiml1 araştırmanın peşinden Anlayıcı Yaklaşun ve Dtn Sosyolojisi için Uzanımları: Emptrlk bir Deneme adlı eseri düşünce hayatına arz etmiştir. Bunları, yine bir sosyal bilimler felsefesi çalışması olan "BUgt Sosyolojisi ve lslamt Araştırmalar" takip etmiştir. 2009 yılında Profesör olan Adil Çiftçi, halen Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabillm Dalı'nda akademik ve eğltlm çalışmalarını ayru titizlikle sürdürmektedir.
Eserleri ı. Fazlur Rahman- Ue lslam'ı Yeniden �ünmek, Ankara Okulu Yayınlan,(2000) 2015 (3. Baskı) 2. islliml YenUenme, Makaleler I, Ankara Okulu Yayınları, (1999) 2015 (4. Baskı) 3. lslliml YenUenme, Makaleler II, Ankara Okulu Yayınlan, )1999) 2015 (4. Baskı) 4. lslilmi YenUenme, Makaleler m, Ankara Okulu Yayınları, (1999) 2015 (2. Baskı) 5. lslilmi YenUenme, Makaleler N, Ankara Okulu Yayınları, (2003) 2015 (2. Baskı) 6. Nasıl Bir Sosyal BUim: Temel Sonuılar ve Yakla.şımlar, Ankara Okulu Yayınlan (2004) 2016 (2. Baskı) 7. Anlayıcı Yaklaşım ve Dtn Sosyolojisi için Uzanımları: Emptrlk Bir Deneme, Ankara Okulu Yayınlan, (2004) 2016 (2. Baskı) 8. BUgt Sosyolqjisi ve lslam Araştırmaları: Bir Sosyal BUlmler Felsefesi Çalışması, Ankara Okulu Yayınları (2009) 2015 (2. Baskı) 9. Dtn Sosyolojisi ve ModemUk -ToplwnbUlm Yazılan I-, Ankara Okulu Yayınlan,2016 10. Dtn Sosyolojisi ve Yöntem -ToplwnbUlm Yazılan I-, Ankara Okulu Yayınlan, 2016 11. Dtn Sosyolojisi ve lslami Modemtzm -ToplwnbUlm Yazılan m-. Ankara Okulu Yayınlan,2016 12. Dtn Sosyolojisi ve lsıam Araştırmalan-ToplwnbUlm Yazıları W-, Ankara Okulu Yayınlan, 2016 13. Sosyolqjlye Giriş: Bir ôzgürlük Tanına Çağrı, Ankara Okulu Yayınlan[2014),2016 14. Dtn Sosyolojisine Giriş ya da Meleklere Ağıt, Ankara Okulu Yayınları, 2016
Ankara Okulu Yayınları: 227
©Ankara Okulu Basım Yay. San. ve Tlc. Ltd. Şti.
Dizgi ve kapak: Ankara Dizgi Evi
Baskı, kapak baskısı, cilt: TDV Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi Birinci Basını: Aralık 20 1 6
ISBN: 978-605-928 1 -37-9
Ankara Okulu Yayınlan
Şehit Mehmet Baydar Sokak No: 2/A Maltepe/Ankara Tel: (03 12) 341 06 90 Faks: (0312) 341 06 95 web: www . ankaraokulu.com e-mail: [email protected]
Din Sosyolojisi ve İslami Modemizm -Toplumbilim Yazılan 111-
Adil
ÇİFTÇİ
Ankara Okulu Yayınları Ankara 2016
İÇİNDEKİLER
DİN İSTİSMARI: KAVRAMSAL VE KURAMSAL BİR ÇALIŞMA -SOSYOLOJİK BİR YAKLAŞIMGiriş
.....................................................
7
......................................................................... . . . ..................
7
istismar: Dilsel Bir Çözümleme
......................... ...........................
Din ve Meşrulaştınna
...................................................................
Dinsel Meşrulaştırma ve Davranışlar
...........................................
'Meşru Olan'ın Gayri Meşru Hale Gelmesi: İstismar Toplumsal Reform Hareketi Olarak İslam İstismar ve Hukuk
14 16
......................
18
.....................................
20
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . ............ . . . . . . . .......
26
.... ................................ . . . .................. ......................
29
.....................................................................................
34
Sonuç Yerine Kaynakça
İSLAM ÇAGDAŞÇILARININ ÇAGDAŞLIK YORuMU Giriş
11
.................
............................................................................................
Yenilenmeyi Gerekçelendirme
....... ....... . . ......................................
40
.....................................................
45
Ahlaki Gerekçelendinne
...... . ........................................... . . . . . . . . .
Örtülü Modernizın(ler)
.................................................................
Suskunluk, İkUi Konuşma, Gelenekle Reform ve Tedıi.cllik
...........
İsiınler Üzerine Kavga Değerlendirme Sonuç Yerine
37 40
........ . . . . . ..............................
TarUısel-Metinsel Gerekçelendinne Sosyolojik Gerekçelendinne
37
....... . . . . . . . . . . . .... . . . . ...... .................... .........
........... . . . . ...... . . . . ........................ . . . .........................
53 55 55 57 60
. .................................. . . . . . . . .... .................................
62
. . . . . . . . . . . .................... ......................................................
67
Kaynakça
BİR SOSYOLOG OLARAKFAZLUR RAHMAN (YA DA FAZLUR RAHMAN'A SOSYOLOJİKBİR YAKLAŞIM) Giriş
.............. . . . ...... . . . . . ..................... ................. . . . . . .....................
Genel Fikirleri
69
......
71
.................................................. . . . . . .......................
72
............................. . ............................... ............ . . . . . . . . . . . .
92
Kaynakça
6
Din Sosyolojisi ve İsldmi Modemizm -Toplwnbilim Yazılan m-
FAZLUR RAHMAN'IN DİNAMİK ŞERİAT ANLAYIŞI -'DEGİŞİM'İN TEOLOJİK. VE SOSYOLOJİK ZORUNLULUGUAllah'ın Talihe Müdahalesi: Vahiy Kur'an Nasıl Bir 'Kitap'tır? Vahiy Ortamı
95 99
.................................... . . . . . ................
............. . . .... . . . . . . ... . . . .................... ......... . . . . . . . . . . . . . ....
HükUm Çıkarma Yöntemi
109 1 10
................... ...... ............. . . . . . . ..............
1 12
................ . . . . ........ . . . . . . ........... ........ . . . . . . ...
121
... . . . . . . ................................ . . . . .. . ... . . . .......................... . . ..
122
Teolojik Dünya Görüşü Allah.
...
..................... . . . .. . . . . . . . . . .............
Tabiat/Evren İnsan
. . . . . ....... . . . .. . . ....... . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . ................. . . . .. . . . .
. ...... . . ................. . . . . . ..... ......................... . . . . . . . . . .. . . ..........
Ahiret
.......... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . ............. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Hukuki Düzenlemelerin Ardındaki Ahlaki İlkeler Değerlendirme ve Sonuç
. . . . . ........ ...........
125 126 129 131
.............. ....... . . . . . . . . . . .......................... . . .
136
.................................................................. .................
144
Kaynakça
GELENEK VE MODERN DURUM ARASINDA FAZLUR RAHMAN YA DA 'ANLAM SORUNU' VE'ANLAMASORUNU'
. . . . . . . . . . . . . . .. . ........... . . . . . . . . . .. . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . .
147
........................ . . ................................. . . . . . . . . . ...............
156
Kaynakça
FAZLUR RAHMAN'! ANLAMAK MI, ONUN SIRTINDAN 'İYİ MÜSLÜMAN' OLMAK MI? DİZİN
.............. . . .
. . . . . . . . . ...... . . . . .................... . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . ................... . . . . . . . .
159 171
DİN İSTİSMARI: KAVRAMSAL VE KURAMSAL BİR ÇALIŞMA -SOSYOLOJİK BİR YAKLAŞIM-
Giriş En azından Emile Durkheiın'den bu yana, toplumbilirn cilerin çok önemsediği söylenebilecek bir yöntem ilkesi var dır: "İncelemekte olduğumuz konuya, o konuda henüz hiçbir şey bilmiyormuş gibi yaklaşmak gerekir." Bunun sosyolojik, hatta sosyal bilimsel "ilke" düzeyine yükseltilmesi; hem so kaktaki insanın hem de şu veya bu disiplinden sosyal bilim cinin ontolojik-epistemolojik naifliğe düşme tehlikesi karşı sında uyarı görevi yüklenebileceğindendir: Sosyal bilimci ya da değil insanlar toplum içerisinde yaşadıklarından, burada olup bitenleri adeta doğrudan bildiklerini zannederler; halbu ki bunların çoğunluğu eksik, basmakalıp yahut da tamamen
yanlış 'bilgiler'dir ("Dini Kurumlar", 7 1 ) . Bunun farkedilme siyle bahsi geçen ilkenin tatbiki toplumsal olayların anlamı nın
yeniden keşfine kapı aralar; insanları sıklıkla şaşırtacak
bir keşfe... P.L. Berger, belki bundan dolayı, uyarıda bulunur: "Sorgusuz sualsiz kabul edilen kuralların ve kabullerin gü venliğinden vazgeçmek istemeyenler sosyolojiden uzak dur sunlar!.." (Invitation, 35). Bazı insanlar kendisi ve kendisini saran fiziksel ve top lumsal dünya hakkında düşünmeyi severler. Çoğunluk ise, hayatlarının rutin akışı, 'sorun olarak görülen' bir hadise tarafından kesintiye uğratılınca düşünmeye başlar. Zira dü şünmek yorucudur; yorucu olmakla kalmaz incitir; bireyin kendisine ve başkalarına acı verir. 'Acıtıcı' da değildir sadece; çok da zaman harcatır. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olma dığının farkına varılmasıyla başlayan sorular hem kendimizi hem başkalarını uzun zamanlar rahatsız eder zira (Invitation,
Din Sosyolojisi ve islami Mod.emizm -ToplumbUim Yazılan fil-
8
79-80) . "Nereden biliyorsunr ile başlar sorgulama. Sosyolog bunu pek sık soran bir kimsedir. Sorunca da bir yandan ken di güvenli bilgi dünyası bir yandan konusu olan insanların güvenlikl1 bilme ve yapma dünyası sarsıntıya uğrar. Bu soru, herkesin her konuyu 'bildiği' ülkemiz için hele, Alev Alatlı'ya, roman kahramanlarından birisine "Nereden biliyorsun ya sasının çıkartılması lazım" dedirtecek kadar önemlidir (O.K.
Musti, 83). Yeni anlam katmanlarının keşfine götüren düşünce süreci yeni bir bakış açısı gerektirir. Çünkü toplumbilimci kimsenin görmediği bir fenomene bakmaz; aynı fenomene ama farklı bir tarzda bakar. Farklı tarz farklı sorular demektir. Sosyolojik sorular sormak, davranışların ve kavramların yaygınlıkla ka bul edilen ve gündelik hayat bilincini de oluşturan tanımları na itirazdan doğar. Ve bu tür sorular, niteliklerine göre siyasi, hukuki ve hatta dini otoritelerin insani olaylan tanımlamada kullandıkları kavram ve kategoriler hakkın da şüphe duyan ve onlara "mesafeli" duran insanlar ister (Invitation, 40-41). Bunun için 'meslekten' toplumbilimci olmaklık gerekmez ille de. Kendisine ve -kıyas yoluyla- diğer insanlara 'varoluşsal' biçimde bakan herkes kendisinin sosyologudur. Buradan, fenomenoloji'nin belkemiğini teşkil eden "Hiçbir şey göründü ğü gibi olmayabilir" ilkesinin yanında ikinci bir metodolojik ilke çıkar ki, galiba fazlasıyla muhtacızdır: "Her insan kendi dünyasını 'dışarıdaki' birilerinden daha iyi bilir." (Pyramids, 13) Dolayısıyla da bazı insanlar sosyolojik bir bakış açısıyla kendi "durum tanımı"ru kendisi yapmaya teşebbüs edebilir. Ne var ki, ancak 'rutin gidişat' bir yerlerde kesilirse buna gi rişilir; girişiliyorsa eğer... Girişildiğinde, bugünden geçmişe uzaWan bir eğri hat üzerinde 'hfil-i hazır' anlaşılmaya çalışı
lır; yeni bir kuramsal çerçevede ve yeniden olaylar, kavramlar vs yorumlanmaya başlanır. (7he Social Context, 27) İşte buna yönelik sosyolojik bakış açısı, ilaveten başka ne olursa olsun, sorgusuz benimsenen ve uygulanan inanç, davranış, kavram ve bunların zemininde yattığı düşünülen
Din İstismarı: Kavramsal ve Kuramsal Bir Çalışma
9
değerler sisteminin ya da dünya görüşünün tarihsel ve gü nümüzdeki toplumsal gerçekliğe denk düşüp düşmediğini soruşturan bir 'bakış'tır. Sloganların hakim olduğu toplum larda veya toplumsal gruplarda bu bakış açısı, belki de, 'put kırıcılık' işlevini yüklenmektedir. Din ile iç içe olanların bu bakış açısından öğrenecekleri hayli 'ders' vardır. Çünkü 'inanılan gerçeklik' ve 'yaşanılan ger çeklik' ilişkisinde en belirgin çelişki din ile insanlar arasında bulunur. Bu nedenledir ki, bilhassa bilgi sosyolojisi'nin bakış açısı teoloji'ye en şiddetli meydan okuyuştur. Fizik bilimlerinin meydan okuyuşu, sanıldığının aksine, daha yumuşaktır. Dün yanın 'şeklü şemaili' konusunda teoloji'nin yanılması değildir insanları, diyelim ki 'Tanrı tanımaz' yapan. Kendi durum ve durum tanımlarına tamamıyla ters düşen bir Tanrı ve inanç sistemidir insanları önce terk edilmişlik hissine kaptıran ve sonra da Tanrı'yı ve inanç sistemini terk ettiren... Amacı
dini
yıkmak
olmasa
da
kuşkusuz,
sosyoloji,
teoloji'nin (yani hem Tanrı hakkındaki bilgilerimiz hem de O'nunla ilişkileri açısından insan ve evren hakkındaki inanç larımızın yekünü) dinin en temel addedilen esaslarının tarihsel şartlar içerisinde 'insani inşalar' olduğunu gösterebilir, 'mut lak' görünenin 'izafi' görünmesine ve görülmesine yol açabilir
(Rwnour, 43-66; Facing, 1 8 1- 1 90). Diğer yandan ama, kendi zamanımızın da 'göreceli' olduğunu hatırlatır; 'şimdi'nin de imtiyazı yoktur son tahlilde. Dean Inge'in dediği gibi "(Sadece) çağının zilıniyetiyle evlenen, çok geçmeden boşanmış bulur kendisini" (Rwnour, 37). Yani geçmişin izafiliği ortaya konula rak onun tiranlığından kurtarmak, günümüzün izafiliği gös terilerek de bunun tiranlığından hür kılmaktır söz konusu çaba. Ancak, günümüz mutlaklaştırılmasa, "şimdi"ye üstün konum biçilmese bile, varoluşsal bakımdan dikkate alınması gerekir. Çünkü insanların 'kendi zamanları'nda anlamlı şekil de yaşama hakları vardır. Bunun için de daha çok geçmiş ile yüzleşilir ister istemez.
10
Din Sosyolojisi ve İslami Mod.emizm -Toplwnbllim Yazılan m-
Hayalı anlamlı kılmak maksadıyla da Aşkın ile irtibat kur mak olan din'in en önemli ahlald işlevi yaşanılan zaman ile onu aşan bir perspektif içerisinde karşılaşmaya imkan ver mesi ise (Rumour, 120), sosyolojik bakış açısı ile el ele git mesi mümkündür. Sosyoloji, yaşadığımız toplumsal durumu ve kendi durumumuzu mümkün olduğunca açık görme; onu ümit, beklenti ve korkuya kapılmaksızın "anlama" çabasıdır. Ama her anlama çabası değerler (inançlar, fikirler, davranış tarzları, kurumlar vs.) ile varoluşsal bir gerilim hfilinde tutar insanı. Süreklilik arzeden bu gerilimden yeni bir "durum ta mını" doğabilir. Her durum tamını da bilgisel ya da değersel
gerçeklik tanımına götürür. Birincisi durumun ne olduğunu, ikincisi ise ne olması gerektiğini söyler
(Social Context, 29-
33). İkisi de, insanın, anlamlı bir dünyada yaşama gibi bir ontolojik ihtiyacına dayanır. Anlam bir durumda 'zaten var olan' değil, ona 'yüklenen' bir anlam da olabilir. Nihai bir 'an lam tercihi'nde bulunulur ve olaya yüklenilir -kendi hatam, şans, Allah'ın takdiri vd.-
(Sacred. 82).
Din bu yeni anlam
yüklemeleriyle 'olageldiği gibi' kalamayabilir. Bireylerin bizzat kendi zaman ve mekanları dışında oluşturulan durum tanım ları ve bunu meşrulaştıran gerçeklik iddialarını (..sen 'şu'sun ve vazifen 'bu'" gibi) onlara dayatmaya çalışmak, o dinin ken
di doğruluk iddiasını bile çökertebilir ve zamana yetişemeyen bir din anlabsı olarak görülebilir. Bunlardan ötürü, sosyo lojik sorular ve cevapları loşkırtıcı, gelenek ve inanç bozucu olabilir, bilinçli maksat bu değilse bile... İslam bağlamında gördüğümüz umumi manzara, "birtakım işler yanlış gidiyor" düşüncesinde olunmakla birlikte, 'neden ve nerede'liğine dair pek az konuşulmasıdır. Çünkü düşünsel aletler yetersizdir. Düşünmenin kışkırtıcılığına ve verdiği acı ya taliplerin sosyolojik bakış açısından kazanacakları vardır. Elinizdeki bu deneme, belki de bu bakış açısını ana hatla rıyla anlatmaktadır. Bu eksiklikten dolayı, evvelce planlan dığından bambaşka bir içerik kazanan çalışmada, "hakkında henüz hiçbir şey bilmediğimiz" kendiliğinden ortaya çıkan "din istismarı" konusu ele alınacaktır. Yaklaşımımız öznelliğe
Din İstismarı: Kavramsal ve Kuramsal Bir Çalışma
11
kaçmayacak kadar 'soğuk'; öznelliğimiz ile irtibatı sıfırlanma yacak kadar da 'sıcak' tutulacaktır. Konu kendi toplumumuz şartlan içerisinde bilhassa önemlidir. Zira önceleri 'ötekiler' ve 'biz' arasında 'biz'e suçlama meyanında yöneltilen dinin is tismarı, muayyen bir zamandır 'biz'in 'iç meselesi' algılanma ya başlanmış gözükmekte ve sorular 'içeriye' yöneltilmekte dir. İddiasız bir kavram çözümlemesini takiben dinin meşru luk kazandırma kuvveti üzerinde durulacak, sonra istismarın nereden kaynaklandığının sosyo-psikolojik nedenlerine deği nilip değersel bir sonuçla bağlanacaktır: İstismarın olmaması için ne yapılmalıdır?
İstismar: Dilsel Bir Çözümleme Bir lisana ait kelimelerin farklı dillere geçtiğinde başka anlamlara bürünebileceği sadece dilbiliıncilerin değil, sosyal psikologların da vurgulan arasındadır. Hele kavram oluş turmada kullanıldıysa, bir kelime bambaşka manaya delalet ettirilebilir. Bazı Arapça kelimelerin Türkçe'deki durumları şüphesiz böyledir. Yani Türkçe'deki bir kelime ya da kavram her zaman ve her yerde Arapça kökenleriyle anlaşılamayabi
lir. "İstismar" terimi için de bir dereceye kadar doğrudur bu. Arapça lügatler bu terimi bu şekliyle içermemektedir çürtkü. Mamafih, resmi ve gündelik dilimizde kullanılan bu kelime Türkçe'ye dahil edilirken bilinçli tercih yapılmış gibidir. Zira kastedilen anlam, bu terimin kök ve türevlerinin anlamları na aşinalık ihsas etmektedir. Kastedilen anlam, "bir şeyden haksızca ve çıkar gözetilerek faydalanmak" ise, yapılan iş bir anlam genişletmesidir. "Anlam genişletmesi" deyişimizin ne deni, terimin kök ve ondan türetilmiş hiçbir anlamında her hangi 'olumsuzluk' bulunmamasıdır. Bununla birlikte, olum suz forma sokulduğunda, kastı ifade için galiba daha güçlü bir kelime seçilemezdi. Çeşitli formlarda kullanıldığında
semere,
"meyve verme;
kar etmek, kar getirecek biçimde harcamak, işletmek ve kul lanmak; istifade edilecek mal, malı çoğaltmak ve nemalan dırmak; zengin olmak; bir şeyden elde edilen her tür fayda;
12
Din Sosyolojisi ve İslilmi Modemizm -ToplwnbUim Yazı.lanın-
kaymağı alınmamış süt, kaymağın birilmıesi, sütün üstün deld kaymak, sütün köpüklenmesi; bir şeyin özünden çıkan sonuç; nesil" gibi anlamlara gelir. Bunlann istismann kastını karşılaması için, süt ile alakalılar hariç, "haksız yere" gibi ila velerle kullanılması gereldr ld, istismar terimi ile kastedilen de tam onlardır: Kendi çıkanna kullanma, sadece yararlan ma, çıkar gözeterek bir iş yapma ve meyve ummak vd. Süt ile irtibatı bağlamında terim "sütün kaymağını kendisi ye mek" manasına getirilebilir; ki, gündelik dil dağarcığımızda bu türden deyişler de vardır. Yine mesela ilin ile kullanıldı ğında "ayışığı" anlamına gelen terkip (ibnu's-semirj; istisma rın kastını karşılayabilmesi için "ayışığından sadece kendisi
faydalanmak" gibi bir mana taşımalıdır. Bu, bize göre hayli "anlaınlı"dır: Bir şekliyle, istismar, "İslam'ın aydınlığından başkalarını mahrum kılmaktır" denilebilir. Ancak, tekrar edelim, semere kökünden gelen hiçbir keli me Kur'an, Hadis ve lügatlerde olumsuz anlamda müstahdem değildir. Bazen öylesine olumlu şekilde kullanılır ki; mesela
el- 'aklu'l-musmir terldbi (üretken, verimİi, faydalı akıl) 'müs lüman akıl' manasına gelip; zıddı el-'aklu'l-akim'dir (verimsiz, kıt, faydasız akıl) ve 'kafir akıl' demektir. Yine 'iddiasız' tespitlerimize göre istismar terimini, me sela Cevheri (Muhtaru's-sıhah, 10) i'temere kelimesiyle aynı anlamdaki istesmere şeklinde kullanmakta olup (ve'temeru,
[istesmeru) beynekum bi'l-ma'ru.fl "müşavere etmek, telkinde bulunmak" vb. anlamlarına gelir. Kelime, hukuk bağlamında oldukça teknik bir anlamda kullanılıyor görünmektedir. Zerkeşi el-Burha.n da ; Gazzali ise '
el-Mustasfdda "ayetlerden hüküm çıkarış" anlamında istih dam ediyor. Buralarda istinbat veya istihrac vb. terimleri nin kullanılmamışlığı istismar ile kastedilenin "eğip büğerek kişisel mana çıkarmak" olduğunu akla getirebilir. Bilhassa Zerkeşi, "ayetlerden hüküm çıkarma yollarını bilmeyenlerin ayetleri istismar ettikleri"nden bahsetmektedir. Gazzali ise ona hüküm çıkarma usüllerinden biri niteliğiyle bakmakta-
Din İstismarı: Kavramsal ve Kuramsal Bir Çalışma
13
dır. Bir noktaya unutmadan dikkat çekelim: istismar terimi ne ancak 1 0. asırdan sonraki eserlerde rastlanılmaktadır. Yine hukuk bağlamında, nikahla ilişkili kullanıldığında, "kadının cinselliğinden istifade etmek" anlamı yüklenmiştir (Alüsi,
Ruhu'l-Me'an�.Menfi bir manası bulunmayıp nikah
süreci ile irtibatlı teknik bir meseleye iş�et etmektedir. İbn Hacer
(Fethu'l-Bari, 192- 193) Buhari'deki 'Seyyib' hadisi ile
ilgili olarak, nikah altına alınmak istenen 'dul kadın' ile isti şare edip nikah talep etmeyi istismar terimi ile ifade ediyor. Mubarekfüri de aynısını yapmaktadır
(Tu.hfetu'l-Ahvezi. 204) .
Bunlarda da olumsuz anlam yoktur. Zerkeşi'nin "usfil bilmemekten" bahsettiğine bakılırsa, is tismar ile kastettiğinin "ayetleri asıl maksatlarından başka yönlerde kull anmak" olduğu yorumlanabilir. Bu yoruma da yanarak, gündelik ya da resmi Türkçe'deki "bir şeyi aslından başka yönde ve çıkar umarak kullanmak" manasına denk dü şürülebilir. Türkiye Anayasası 24. Madde de hemen hemen aynı hali ifade ediyor gibidir. Zörlama bir kıyas olabilir; ama, benzerlik şuradadır: Zerkeşi, ayetlerin temel maksat dışında kullanılmasını "istismar" adlandırıyorsa, Anayasa 'dinin' asıl maksat dışında kullanılmasını istismar görmektedir. Yani
1982 Anayasası'na göre, dinin bir 'asıl yeri' vardır ve dışı na çıkılması istismardır. Dinin asıl yeri veya asıl görevinin tanımı yoksa da; yeri ve görevi olmayanlardan çıkarılabilir. Bu konuda süregelen ve giden tartışmalar ilgili maddedeki bu noktadan çıkıyor görü.nrnektedir. Btzim haddimizi şimdi lik aşan bu konunun hukukçular tarafından ele alınacağını umud ediyoruz. Biz burada bir gözlemden hareket edip çö zümlemeler yapacağız: Din istismarı ile ilgili tartışmalar bir 'iç mesele' yapılıp dinin temel görevi merkezine yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Böyle yapılmalıdır zaten. Çünkü dinin (yani İslam'ın) belli başlı bir temel görevi ya da bu görevin kendi sinden doğduğu bir 'asli varlık sebebi' vardır ve bunun dışına çıkan yorum ve uygulamalar dinin istismarı, yani onu aslın dan uzaklaştırmak, menfaatine kullanmak görfilrnelidir. Gü-
14
Din Sosyolojisi ve İsllımi Modemlzm -ToplumbUim Yazılan ili-
nümüzde Anayasa, tarihte de ahlak ne derse desin, kimileri dini hep kullanagelmiştir. Bunun en belirgin nedeni ise, ta mamen sosyolojik bir tespit olarak bunu söyleyebiliriz, dinin en önemli gücüdür: Meşrulaştırma.
Din ve Meşrulaşbrm.a İnsanlar farklı ilgi ve çıkarlara sahip oldukları için, bir ara da yaşayabilmeleri ancak bir 'düzen' ile olur. Toplumsallaş ma her ölçekte (devlet, mahalle, aile vd.) böyle mümkün hfile gelir. Ancak, her düzen gerekçelendirilmek zorundadrr. Bu anlamda meşrulaştırma, M. Weber'in kavrama yüklediğinden daha geniş manasıyla "toplumsal düzeni açıklamak ve gerek çelendirmek için kullanılan kurumsal ve davranışsa! düzen lemelerin 'niçin'ine verilen cevaplardır. Bu cevaplar çıkışları ' itibarıyla bireysel olsa da uzanımı açısından bireyleri aşar; yani öznel değil, nesneldirler" (Rumour, 18). Öyleyse bunlar toplumsal düzenleme ve düşüncelerin 'niçin' ve 'ne sebepten'! hakkındaki öznel yargılardan farklı bir konuma sahiptirler.
Neyin nasıl uygun olduğunu söylediğinde 'değersel'; neyin ne olduğunu söylediğinde ise 'bilgisel' meşrulaştırma adını alır. Düzenin sürebilmesi, bunların nesilden nesile aktanlma sı (eğitim) ile sağlanır. Yaygın ya da örgün.. . Ama verilen bu cevaplar bazen unutulur; insanlar unutur çünkü ... Tekrar 'hatırlatılmalı'dır. Telkin veya bir şekilde hizada tutma, yola getirme ile... Başka bir deyişle, meşrulaştırıcı ifadeler sürekli tekrarlanmalıdır (Social Reality, 39-40) . Ne var ki, istenilen etkiyi göstermesi için, bunların bireylerce benimsenip içsel leştirilmesi de gerekir. Yani sadece toplumsal değil bireysel gerçekliği de tanımlamalıdırlar. 'Uzlaşma' düzenliliği, 'ihtilaf ise aksini doğurur. İşte din, tarihteki en etkin meşrulaştırma vasıtasıdır. Çünkü düzeni ilahi düzen ile irtibatlandırır. Böy lece meşrulaştırma; (ı) düzenin sonradan ve insanlarca ku rulduğu gizlenecek şekilde yorumlanmasıyla, (ıı) ezelden beri var olan bir şeyin tezahürü gibi gösterilmesiyle, (m) devamı nın aslında insanlara bağımlı olduğunun unutturulması ile,
(ıv) belirlenmiş tarzlara göre davranmanın evrenin temel (ilahi
Din İstismarı: Kavramsal ve Kuramsal Bir Çalışma
15
beliti) düzeni ile uyum anlamına geleceğine inandırılarak; kı sacası, toplumsal fiziğimizi aşan bir 'aşkın düzene' atıfla sağ lanır. Böylece, 'buradaki' her şey 'oradaki' ile aynılık taşır; 'aşağıdaki' düzene kaWmak, 'yukarıdaki' düzene kaWmaktır. Buradaki yertmizi bilmek, 'öbür taraftaki' yertmizi garanti eder adeta. Yani din C. Geertz'in dediği gibi, hayat tarzımıza denk bir dünya görüşü vererek davranış ve düşüncelerimize kutsallık kazandırır (Tiıe Interpretati.on, 123- 126). Bu açıdan bakıldığında, siyasal yapı, ilahi gücü insani ala na taşır; siyasal otorite Tanrı adına konuşur, ona uymak Tan rı ile doğru ilişkide bulunmaktır (Social Reality, 4 1 -43) . Mese la, İslam geleneğinde birçoğu insanlar tarafından oluşturulan kurum ve kuralların (fıkıh) zamanla 'Şeriat' (Allah'ın emir ve yasaklarından oluşan düzen) olarak gerekçelendirilmesi ve tanımlanmasının temel sebebi budur, denilebilir. Dinsel meşrulaştırmalar, düzeni kutsal düzen, düzensizli ği de onun ihlali açısından yorumlar (fitne). Düzene karşı çık mak, şeytan ya da 'şer güçler' ile iş birliği yapmaktır. Ama "in sanlar unutur ... " Hatırlatma tekrarlanmalıdır. Toplum bir ha fızadır ve insanlık tarihinin büyük kısmında bu hafıza dinidir
(Social Reality, 48-49) . "Davranış ve inançlarda çoğunluğa uyup birlik ve beraberliği savunanlar" anlamına gelen Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'ın yaptığı gibi, çoğunlukla "birlik ve be raberliğe en fazla ihtiyaç duyduğumuz bu günler" söylemiyle temellendirilen bir teşebbüs ile toplum ya da düzenin koruyu cuları, bireylere 'hafıza'yı yeniden hatırlatırlar. Nietzsche'nin iddiasına göre, "bireyler her ne zaman kendileri ve kendileri için bir hafıza oluşturmaya çabalasa karşılığını işkence, kan ve kurban olarak görürler" (Tiıe Genelogy, 192) . Sosyolojik açıdan bakıldığında, gerçekte insani yorumlar la inşa edilen meşrulaştırmalar dinsel geleneğin bir unsuru haline getirildiğinde, bu, insanilikten bağımsız bir hal alıp mutlaklaştırılır. Bunun içindir ki, dinsel bazı fikir ve uygu lamaların kökenlerinin sosyolojik anlaşımı, onların sonraki toplumsal neticelerinin tahmini demek değildir. Bazı insan-
Din Sosyolojisi ve İslô.ml Modemizm ·ToplwnbUim Yazıları IU-
16
lar, "çok tuhaf şeyler söylerler, ama bu çok tuhaf fikirler ba zen çok önemli tarihsel etkilerde bulunurlar" (Social Reality,
50) . Ve zamanla bunları sorgulayan insanlar 'bilinçsel azınlık' durumuna düşerler (Rwnour, 18). Kendi dunım ve nımlarını yapmalarına
izin
kimlik ta
verilmez. Çünkü meşruiyetin de
vamı, dayatılan yorumların devamıyla mümkündür.
Dinsel Meşrulaşbrma ve Davranışlar İnsanlar gündelik davranışlarında bile dinin bu meşrulaş tırma gücünden istifade etmek isterler. Zira davranışlarımızın doğruluğuna kendimiz inanm akla yetinmez, başkalarını da inandırmak isteriz. Dinsel bilinç bağlamın da bu bilimsel ola rak dahi anlaşılabilir bir süreçtir. Böyle bir bilinç kendisini aşan değerlere göre hareket ettiğinin rahatlık ve güvenliğini duyup başkalarınıiı da bunu kabul etmesini arzular. Bireysel ve toplumsal istismarın sosyo-psikolojik kökeni de buradadır, denilebilir. Bir Pareto okumasına göre söyleyecek olursak, in sanlar 'aslında' birtalam köklü duygulara göre hareket eder ler: Öne çıkma, nüfuz kazanma, olaylar arasında muhayyel irtibatlar kurma , yok olmuş bazı fikir veya uygulamaları hala sürüyor kabul etme vs. Fakat davranışların nedeni soruldu ğunda başka gerekçeler ileri sürülür; yani asıl sebepler baş ka, gösterilen sebepler başkadır. Ve bu 'gösterilen sebepler' bazen öyle güçlüdür ki, bir bireyin davranışının asıl nedenini unutturur ve toplumları harekete geçirebilir. 'Aslında' birey sel benini tatmin için hareket eden siyasal bir lider; din veya topluma hizmet ettiğini söyler ve kitleleri peşinden sürükler. Bu süreç bazen de salt bireyseldir. Bazı insanlar davranışları
nın
asıl nedenini kendisine bile itiraf etmemeye çabalar.
İnsanların davranışlarını kendilerine ve baş�arına 'hak
lı gösterme' arzu lan 'meşrulaştırma' çabalarının ; bunlar da 'istismar'ın kökenidir, diyebiliriz. Tümünün temelinde ise 'ik tidar arzusu' vardır. 'İktidar'ı kısaca "gücün kullanımı" olarak tanımlarsak ("Dini Kurumlar", 93) , bu her ölçekte kendisini gösterir (devlet, aile, cinsiyetler). Ya dikey ya da yataydır. Di key güç kullanımında, açıkça kabul edilsin ya da edilmesin,
Din İstisman: Kavramsal ve Kuramsal Bir Çalışma
17
bir 'eşitsizlik' hep vardır. Yatay kullanımda ise ubazılan, diğer bazılarından daha eşittir!.." (G. Orwell). İnsanlar, bir şeyi is temekle kalmayıp, onun hakkımız, hatta sorumluluğumuz; bu sorumluluğun yerine yerine getirilmesinin ise 'diğerleri'nin görevi olduğuna inanınca 'gerekçeler' yaratmak zorundadır. Bunu,
psikologların kullandığı anlamda, 'rasyonalizasyon'
ile sağlarız: Kılıf uydurma. Bu 'kılıf uydurm a' sıklıkla "kötü davranış ve kabullere 'iyi' gerekçeler bulmak" şeklinde olur. Bunlar da 'dini/ahlaki gerekçeler'dir çoğunlukla. Bu açıkla ma veya meşru göstermeler, söylenilenlerin sadece 'akıllıca' değil, ama aynı zamanda tek doğru olduğuna kendimizi ve insanları inandırmaya kurgulanmışlardır (Rumour, 5 1). As lında 'kendimiz için doğru' olan, başkalarına öyle gösterilir. Hele dinde, bu, Tanrı emri haline getirilir. Yukarıda söylenilenler sosyolojik ve psikolojik olarak 'an laşılabilir' bir süreçtir. Ancak bir şeyi anlamak onu 'kabul et mek' değildir her zaman. Kaldı ki, 'anlama mesafesi' koyarak baktığımız bir duruma zaten 'kabullenme mesafesi' de koya nz. "Sorgusuz kabul edilen inanç ve davranışların güvenliğini
sürdürmek isteyenler sosyolojiden uzak dursunlar" deyişimi zin bir nedeni de buydu. İslam tarihinde, dikey ve yatay kullanımıyla 'güç'; meşru laştırma çabasından hareketle istismar olgusunun gerçekliği ne götürmüştür. Allah veya Peygamber emri kılıfıyla hep biri lerinin sırtından üriin toplanmış 'iyi müslüman' olunagelin miştir. Oldukça kuramsal kalacağının bilincinde olduğumuz bu deneme sadece bunun ortaya konulmasına yöntemsel bir giriştir. Hemen söyleyelim ki. her ölçekte din istismarının önüne geçilebilmesi tamamen mümkün olmasa da, Fazlur Rahman'ın tabiriyle, 'Kuralsal İslam'ın ortaya konulmasıyla önce 'bireysel hafızalar' şekillenecek, sonra da, mutlaklık ka zandırılmadan ama, yeni bir 'toplumsal hafıza' teşekkül ede cektir; Nietzsche'nin uyarılarına rağmen.
18
Din Sosyolojisi ve İslLımi Modemizm -Toplumbilim Yazılan m-
'Meşru Olan'ın Gayri Meşru Hile Gelmesi: İstismar İşte; eğer din istismarı var ise, dinin meşrulaştınna gücün den bireysel, toplumsal, siyasal ve cinsiyetle ilgili çıkarlar gö zeterek faydalanmaktır. 'Dinsel bilinç'in dini açıklama ve ikna gücünden hareketle bu bilince sahip insanları sömürmektir (dilimizdeki 'sömürü' kelimesi acaba semere'den mi geliyor?). Neticede bu, var olduğunu iddia ettiğimiz 'asıl din' veya 'dinin asıl işlevi'nden onu saptınnaktır. Buna tekrar döneceğiz. Bu satırların yazarının bireysel hayatında karşılaştığı bazı olaylar bütün 'yeniden inşacı' düşüncelerini etkilemiş ve bu denemede de hep hatırda tutulmuştur. İsZdmiydfın bir ön ceki sayısı olan 'Kadın' konulu sayıya gecikmiş bir katkı da olarak, istismar konusu hanımlar bağlamında değerlendi rilecektir bilhassa. Ama kadınların dini istismarı hakkında konuşurken kendimizin de istismar etmemizden sakınılarak. İslam coğrafyasında birtakım insanlar sistemli şekilde 'ken dilerinden daha az eşit' insanların sırtlarından iyi müslüman olmuşlardır. Bunların başında hanımlar gelmektedir. Verece ğimiz örnek 'gerçek' bir olaydır. İzmir Kemeraltı Çarşısı'nda bir hanımla bir erkek yürü mektedir. Ağustos'un sıcağıdır. Erkek askılı tişört ve şort giy mektedir. Tişört 'hükm'e uygundur; şort ise birkaç santim ile meşrulaştırılmıştır. Yani giysi 'Şeriat'a uygundur. Kucağın da bir de çocuk olan h anımın giysisinin meşrulaştırılmasına metreler ve koyu bir renk ancak kafi gelmiştir. Fıkıh açısın dan bakarsanız 'uygunsuzluk' yoktu; 'fıkhi kural' ihlali yok tu... Ama büyük bir 'ahlaki kural' ihlali vardı açıkça. "Allah'ın Emri bu olmamalı!" idi. Adı şimdi koyulabilir: O durum hem Allah'ın Emrt'nin hem de kadının hak ve sorumluluğunun is tismarı idi. ·Öyle görünüyordu ki erkek bu durumda hiçbir varoluşsal gerilim yaşamamaktaydı. Peki bu istismar ya da suistimalin kökeni nerededir? Köke ni, 'kimlik kurucusu' olduğu kadar 'kimlik vurucusu' haline de getirilmiş gelenektedir. Evet her toplum kimliğini geçmi şinden alır geleneklerinden alır yani. Ama gelenekler bu coğ,
Din İstlsman: Kavramsal ve Kuramsal Bir Çalışma
19
ra:fyada sürekli dibe çeken bir demirdir adeta. Ama "insanlar yine de soru sorarlar ... "; özellikle rutin hayat akışı inkıtaa uğrayınca. Kendi hafızasını yoklar, yeni bir bilinç oluştur maya gayret eder. Geleneksel 'dunun tanımı'ndan şüpheyle: "Bu ben miyim, benim 'bu' olduğumu benim yaşamadığım bir geçmiş benden daha iyi nasıl bilebilir?... " türü sorular soru lur. Genellemeler, yerlerini 'özellemeler'e bırakmaya başlar... Ama her zaman değil işte! Kimilerinin rutin hayatı 'dünya yı kılsa' kesintiye uğramaz; çünkü düşünmek yorar. Yormakla kalmaz acıtır... Yani istismar madalyonunun diğer yüzü de önemlidir sos yolojik ve ahlaki açıdan. Dinin istismarı, bir anlamda, "dinin üzengi olarak kullanılıp başkasının sırtına binmek" ise, 'sır tına binilenler'in buna nasıl izin vermeye devam ettiği de so rulmalıdır. 'Allah'ın Emri' denilen şeylerin kendisini ebediyen 'zayıf düşürülmüşler sınıfı'nda tutmaya gerekçeler olduğunu nasıl bilemez insani.. Kısacası kendi durum tanımını niçin kendisi yapmaz. Önemli olan sorulardır; çünkü bazı sorular cevapların yarısını kendilerinde taşırlar; "Bu gerçekten ilahi emir midir?" suali, 'olmayabileceğine' kapı aralar. Soruların korkulan ve korkutan tarafı bu olsa gerek. Zira; (ı) Kendisine dayatılan kural, kendisini aşan bir 'Varlık'a atfedilmektedir; (ıı) Atıf metinsel gramer açısından doğrudur, (ııı) Öyle uygulan masa bile, öyle kabul edilegelmiştir. İşte sosyolojik ve ahlaki sorular sormak bütün bunlara karşı belirli ölçüde bir şüphe yi gerektirdiğinden, göze alınması kolay değildir. Hem metin hem de gelenek yoluyla meşrulaştırılan inanma ve davranma biçimlerinde din, Marx ve Feuerbach'ı haklı çıkartacak kadar uyuşturucu etkisi yapmakta ve yanlış bilinç oluşturarak her ölçekte iktidarın sürmesi için sahte gerekçeler yekfuıü haline getirilmektedir. Bu da, beraberinde 'kaçınılmazlık' iddiasını getirmektedir; buna inanılmakta ve inandırılmaktadır. İslam akide sisteminde bu zaten hazırdır. Fiili kuvvet kullanımıyla elde edilen bir siyasal iktidarı ayakta tutmak için teolojik/ dini bir gerekçe olarak 'icat edilmiş' olan bir kader inancı; daha sonraları tüm yorum çabalarının önünü -bazen farkında ol-
20
Din Sosyolqjisi ve İsllimiModemizm -ToplwnbUim Yazılan fil-
madan- tıkamış, İslam düşüncesinin teşekkül devrinin tüm fikir, inanç ve uygulamalannı Allah'ın ezeli-ebedi Emri'ne dö nüştünnüştftr. Yeni 'durum tanırnları'nın yerini "Ne olduğun söyleniyorsa öyle kal!" almıştır. (Emevi idaresinin hadis yazı mını
siyasal irade emri haline getirmesi, düzenin sürdürül
mesi için yapılan durum tanımları ve gerekçeleri yazıya geçir tip meşruluk sağlamak anlamına geliyordu.) Ancak temel hata, Kur'an'a da kader inancı çerçevesin den balolınış olmasıdır. Dikkat edelim, kaza ve kader sadece bir 'araba kazası' ve benzerlerinin gerekçelendirilmesi ile sı nırlı bırakılmamıştır. Kölelik, fakirlik ve kadınların durumu
hakkındaki tüm yorumlarda gizliden gizliye bu inanç vardır. Bize göre, insanların eşit olduğunun, toplumsal ve tarihsel şartlar 'gereği' öyle değilse, o konuma gelmelerinin önünü ka payan her hüküm, doğrudan Kuran'dan çıkarılsa bile lafzen, 'kaderci'dir ve 'doğru yorum' olarak kabul edilemez. Çünkü doğuşu itibarıyla İslam bir özgürlük hareketidir ve bu temel hedefKur'an'ın da altını çizer. Şimdiye kadar söylenilenlerden sonra, bu tftr istismarların asgariye indirilmesi için, "tanım zorluğu yok" dediğimiz 'dinin asıl işlevi'ni kısaca ele alacağız.
Toplumsal Reform Hareketi Olarak İslam İslam, doğuşu itibarıyla, 7. asır dünyasının toplumsal ada letsizliğine bir başkaldırıdır. Bu adaletsizlik iki şekilde kendi sini gösterir: Allah'a karşı adaletsiz olma (Allah'ın Birliği'nin
tahrifi) ve insanlara karşı adaletsiz olma (insanların birliğinin tahrifi). Daracık bir gedikten akmaya zorlayan coşkun nehir ler gibi olan ilk ayetlere bakıldığında, bu iki ana konu başlan gıçtan itibaren vahyin tüm içeriğini belirler. Allah'ın Birliği'ne davet insanların tekliğine de çağrıdır. Çünkü hesaba çekilme, birincisine inanmak kadar ikincisinin gerçekleştirilip gerçek leştirilmediğine göre vuku bulacaktır. Bu o kadar önemlidir
ki, Kur'an birincisi için tarih ötesi yargılama fikrini getirirken, ikincisi için hem tarih ötesi hem de tarihsel yargılama fikrini serdeder. Davranışların hizmet etmesi gereken ahlaki hedef leri göz ardı eden toplumlar sadece 'öbür an'da (el-ö.hire) değil,
Din İstismarı: Kavramsal ve Kuramsal Bir Çalışına
21
'burada' d a hükme tabi tutulacaktır. 'Orada' y a d a 'burada' yargılanma en geniş manasıyla adalet esasına göre olacaktır; insanlar arasında adaletli davranma, Allah'ın adaletli davran masıclır. İnsanlara Hz. Muhammed'in zihni vasıtasıyla 'yeni den' ama 'yenilenmiş' olarak iletilen ideal· hukuk ve düzen (Şeriat) ilkeleri, insanlara sadece Allah'ı değil, aralarındaki her tür ayırımcılığın temel bir kötülük ve düzensizlik oldu ğunu da hatırlatır. İslam öncesi insanlarının 'tek ilah' fikrini kabul etmeleri o kadar da zor olmayabilirdi; bir 'büyük ilah'
fikri zaten vardı. Esas sorun insanlar arası birliğin kabulün deydi. Denilebilir ki, buna varmış olsalardı Allah'ın Birliği'ne de kendiliğinden inarulabilirdi. Ancak bilhassa 'güçlüler', 'za
yıf düşürülmüşler' karşısındaki konumlarını verili hak kabul ediyorlardı. Halbuki, İslam geldikten sonra bile "...Namaz kı lanların haline yazıklar olsun!" denildiğine bakılıp, bağlamda ki ayetler hesaba katıldığında Allah'a itaat yolu (din) insanlar arasında adaletli davranıştan geçmektedir. Allah'ın Birliği'ni tasdik -ki namaz budur- birliğin insanlar arasında olması ge rektiğini de tasdiktir ( 107. Ma'ün, 1 -7) . Yöntem hatalarından dolayı Kur'an'dan bir türlü çıkarıla mayan da budur. Halbuki kendi iç bütünlüğü içerisinde ken
disi vasıtasıyla ve nazil olunduğu tarihsel/toplumsal şartlar vasıtasıyla anlaşılan Kur'an'dan "insanların birliği"nin istih raç edilmesi o kadar da zor olmamalıydı, olmamalıdır. İkisi birlikte yürümelidir. Sadece lisan (Arapça) bilmek Kur'an'a anlamaya yetmez. Hem Kur'an'ın gelmeye başlamasının hem de tek tek ayetlerinin "iniş gerekçesi"ni bilmek gerekir. Başka söyleyişle, hem Kur'an öncesi tarihsel koşullan hem de tekil ayetlerin tarihsel koşullarını. Hatta iddia edilebilir ki; anlamanın doğruluğu, yani anla
mın sınanması ve neticede doğru anlamın çıkartılması açı sından, tarihsel şartların bilinmesi, metnin dilini bilmekten daha elzemdir. Çünkü boşluğa ·inmemiş olan Kur'an, zama
nının, deyim uygunsa, rengini de taşır. O zamana dikkatli ce baktığımızda görülen toplumsal ayrımcılık ve adaletsizlik
22
Din Sosyolojisi ve İsliimi Modemizm -Toplumbilim Yazılan m-
"Kur'an'ın gerekçesini/nedenini" veıir: Birlik ve adalet. Tekil ayetlerin tarihsel nedenlerine bakınca da onların birlik ve adalete yönelik anlamlarını buluruz. İkisi birlikte düşünül düğünde farkedilir ki, yerleşik yapıp etme tarzlarının birço ğu, 'geçici düzenlemeler olarak' da olsa meşrulaştırılır ve Şah Veliyullah'ın ifadesiyle, "Şeriat haline getirilir" ("Shah", 343). Bu önemlidir; zira sadece metinsel bakıldığında Kur'an'dan, yok etmek veya ıslah etmek için geldiği bazı eski inanma veya davranma tarzlarını ebediyen meşrulaştırıyor görünebilir. Böyle olduğu yargısı çıkarılabilir. Halbuki hem Kur'anı hem de tekil bildirimlerini tarihsel-toplumsal şartlara arz ederse niz , lafzın anlamı tüketmediği görülebilir. Yani nesnel anlam
nesnel şartların bilinmesine bağlıdır son tahlilde. Mesela, salt metinsel bakıldığında Kur'an'dan Allah'ın sebepsiz yere ve önceden belirlenmiş şekilde insanların elini kolunu bağladığı (bir anlamıyla kader) görüşü çıkabilir, ama önceki duruma arz edilen Kur'an ve ilgili ayetlerden böyle bir inanç çıkarılamaz; bu, Kur'an'ın yok etmek istediği kaprisli tanrı , dehr inancına bir dönüştür. Metin ve ayetler oluşum şartlarından kopuk ve parçacı tarzda incelendiğinde asıl yanlış anlama davranışlar ve ahlak alanında doğar. Ve bu da elbette yukarıda bahset tiğimiz insanların birliğini Kur'an'dan temel hedef olarak çı karsamamızı engeller. Sadece gramatik olarak bakıldığında eşitsizlik gibi görünen hükümler, toplumsal şartlar hesaba katılmayınca mutlak eşitsizlik ve ebedi hükümler sayılmakla kalmaz; özellikle ayrıntılara girildiğinde tam bir 'geriye dönüş' olabilir. Mesela Kur'an hiçbir siyasal-toplumsal düzenlemede soy sop, cinsiyet, mal-mülk, renk vs.'ye dayanan ayırımcılığın yapılamayacağını; öyle görünüyorsa, bunun şartlarla ilgili ol duğunu belirgin şekilde ihsas ederken, daha sonraları bunlar ebedi kabul edilmekle kalınmayıp, Kur'an İslam öncesi duru mun davranış tarzlarını tasdik için gelmiş konumuna düşü rülmektedir. Böylece 'tasviri' (descriptive) olan ayetler 'kural koyucu' (prescriptive) ayetler olarak anlaşılmaktadır. (Mesela kadınların şahitlik durumu hakkındaki hüküm 'o zamanki hallerini' tasvir eder. Her zaman geçerli bir yasa olmayabilir.)
Din İstismarı: Kavramsal ve Kuramsal Bir Çalışma
23
Tarihsel yöntemle Kur'an'a bakılmayınca son zamanlarda ki 'ileri haklar' söylemi de anlamsızlaşmaktadır. Denilmek tedir ki, "Kur'an özellikle toplumun köle, yoksul ve hanımlar gibi zayıf katmanlarına önceki durumlarına kıyasla ileri hak lar tanımış, hukuklannı gözetmiştir." Fakat tarihsel yaklaşım kullanılmayınca bu 'ileri haklar' bir türlü 7. asırdan 'ileri' ge tirilememektedir. İnsanların birliğinin değil sadece, Allah'ın Birliği'nin de önü tıkanmaktadır. Tek olan kudretin yanı sıra şefkat ve acıma sahibidir de, ama bu şefkat ve acıma yedinci asırda bırakılmakta, bu kadar denilmektedir. Allah'ın irade si, nedense, hep geriye doğru çekilmektedir, işletilmektedir; ileriye doğru değil. Kölelere 'hürriyet satın almak' (mukate
be) hakkı tanınması o kadarıyla bırakılmakta; Allah'ın esas emrinin köleliği ilga olduğu anlaşılamamaktadır. Yoksullara 'mal payı' verilmesi (zekat), yoksulluğun yok edilmesine işaret olarak alınmamaktadır. Kadınlara hukuki haklar verilmesi, ileriye dönük olarak algılanmamaktadır. Bu ve benzeri du rumların devamı, sanki, birileri birilerinin sırtına binerek 'iyi müslüman' olsun diye sağlanmak istenmektedir. Hele bunlar bir de 'kader' olarak gösterilince istismarın önü de açılmış olmaktadır. Dün ve bugün, sırtlarından en fazla 'iyi müslüman' olu nanlar kadınlardır. Kur'an'da kendileriyle erkekler arasında zaman ve mekana göre biçilen farklı konumlar, varlıksal ayı rımlar haline getirilmektedir; güya bir varlık bir merdiveni vardır ve kadınlar her zaman aşağılarda bir yerdedir. Halbuki tek ontolojik ayırım Allah ile insan arasındadır. Varlık mer diveni iki basamaklıdır; yukarıda Allah, aşağıdakiler eşittir. ''Taht sahibi yalnızca O'dur ve iktidar O'na aittir. Ve bu taht sadece 'yetimlerin hıçkırığı' ile sarsılır; kölelerin, yoksulların ve kadınların hıçkırığı ile de titrer. Hıçkırıkların tonu arttıkça Allah da iktidardan düşebilir. Yani, insanların birliğinin göz ardı edilmesi Allah'ın ahlaki varlığını da tehlikeye düşürür: "Bize bunu nasıl reva görürsün... " Hele "o kızcağıza soruldu ğunda, hangi suçtan dolayı diri diri gömülmenin kendisine reva görüldüğü. . . " (8 1 . Tekvir, 8) ayetinden haberdar olan ha-
·
24
Din Sosyolojisi ve İsliımi Mod.emizm -ToplwnbUim Yazılan m-
nıınlar sorarlar: '"Sana' sorulmalı değil mi?" Çünkü insanlar soru sorarlar... Taıihsel yaklaşım, hukuki düzenlemelerin değil, ahlaki il kelerin ebediliğini savunur. Bunlar Kur'an'ın bütününden (te mel hedef olarak), tekil ayetlerin bütünsel anlaşımından ve her ikisinin de toplumsal şartlar içerisinde değerlendirilmesinden çıkarsanır. Fakat bazen de tek bir ayet en genel bir ahlaki il keyi verir. Mesela hanımlar hakkındaki hukuksal düzenleme lerin ardındaki esas ahlaki ilkeyi, bize göre, kız çocuklarının diri gömülmesini yasaklayan ayet sunar ( 1 6. Nahl, 59). Bu ayet basitçe şöyle anlaşılmıştır: "Kız çocuklarının diri diri gö mülmesi yasaktır!" Ve denilmektedir ki, "İslam böylece ileri bir adım atmıştır." Sıkıntı şuradadır; bu hüküm sadece bir 'özel durum' için konulmuş olarak anlaşılmıştır ve 'lafız' da bu yön dedir. Ancak bize göre, bu özel hüküm umumileştirilebilir ve "kadınların önü hangi alanda olursa olsun tıkanamaz" şeklin de yorumlanabilir. Ve bu zorlama bir yorum da olmaz; çünkü diri diri gömme için müşriklerin gösterdiği sadece iktisadi değil dini gerekçe de Kur'an tarafından geçerli kabul edilmediğine göre, kadınların kendilerini gerçekleştirmesinin engellenmesi ne, 'ilahi' diye başka bir dini gerekçe gösterilemez. Kaldı ki, o uygulama Dahi Buyruk gelmeseydi bile zamanla ortadan kal kabilirdi; o halde oradaki Allah'ın muradı kadınların toplumsal hayatta nefessiz bırakılmamasıdır. Evet, "diri diri gömsün mü yoksa hanesinde mi tutsun?" seçeneklerinden "hanede tut ma" tercih edilmiştir İslam tarafından; ama gelenek "hanede tutma"yı, "haneye kapatma" olarak anlayagelmiştir. Fiziksel olarak 'dışarı' çıkarılan hanımların bu defa dünyası kapatılır. Özetle, yukarıdaki hüküm, "tekrar öyle bir durum hasıl olursa, bunun yasak olduğu bilinmelidir!.." ile sınırlandırılamaz. Bu, parçacı ve 'pozitivist' bir yaklaşımdır. Her ne adına olursa ol sun hanımlara kamusal alanı yasak kılmak da onları diri diri gömmektir. İslam öncesi 'ontolojik' önyargı belki de sadece fi ziksel gömmeyi öngörürken, geleneğin ontolojik önyargısı hem fiziksel hem de davranışsa! olarak bunu öngörmektedir. Bi rincisinde belld. sadece fiziksel yeniden üretim, ikincisindeyse
Din İstlsman: Kavramsal ve Kuramsal Bir Çalışma
25
hem fiziksel hem ahlaki yeniden üretim yasaklanmaktadır. Ve bundan dol�yı ikincisi varoluşsal açıdan daha trajiktir; çünkü 'var olmanın dayanılmaz anlamsızlığı' manasına gelir. Ve ka dınlar soru sorarlar: "Bizi niçin yarattın?!" İnsanlar soru sorar zira. . .
Cevap kendi bireysel hafızalarına ve benlik imgelerine
denk düşmezse Allah'ın ahlaki varlığı zora düşürülür: "Bizi böyle kimlerin ellerine bırakıyorsun?!" Ama yeni cevapların gelmesi kendi benlik algılarının değiş mesine bağlıdır. Aksi takdirde, haklarında varit olmuş nassda hiçbir zaman ictihada izin olmaz; haklarındaki hükümler ye niden yorumlanamaz. Çünkü ya tamamen nazari ya tamamen işlevsiz kalır. Ama o benlik algısının değişmesi zordur. Zira 'ka dınlar tarlası'ndan haksız ürün elde etmek, yani istismar, bu coğrafyada bin yıllık bir meşruluğa sahiptir. Geçmişteki bazı bilginlerin kadınlar hakkında söylediği 'tuhaf ve yalan şeyler', kadınlan bile gerçekliklerine inandıracak kadar uzun sürmüş ve bizzat hanımlarda bir 'yanlış bilinç' oluşturmuştur. En do ğal hakkını kullanan bir kadında bile direnilemez bir günah duygusu, bu bilincin merkezine çöreklenıniştir. Ve onların va roluşsal (kendi varlık ve durumlarıyla ilgili) sıkıntılarını paylaş mayanlar da böylece onları, belki kendileri vasıtasıyla, "yeryü zünün lanetlileri" sınıfında tutmaya devam etmektedir. 'Kadın' konulu sayı ve diğer bazı çalışmaların gösterdiği gibi, bu yanlış bilincin teşekkülünde hadislerin rolü büyük tür. Mesela Ebü Hureyre'nin -kadınlan zemmeden ve kendi sinden rivayet edilen bir hadisin alıntısı öncesinde ondan r.a. (Allah ondan razı olsun) denilmesini bile sorgulamak gerekir kadınlara dair tüm önyargılarına Peygamber sözü elbisesi giy dirilmiştir. Hatiboğlu Hocamızın dediği gibi; Kur'an'a ilave ya pılamayacağına göre, önce Peygamber istismar edilmiş, onun sırtından kadınlar istismar edilmiştir. İslam'ın kaymağı baş kalarınca yenmiş (istismar), gerisi kadınlara bırakılmıştır. . . Halbuki İslam doğuşundan itibaren şaşmaz bir çizgi halinde insanlar arasındaki adaleti hedeflemiştir. Buna ters düşen hiçbir anlama, hiçbir yorum 'doğru' olamaz. Belki sa-
26
Din Sosyolojisi ve İsllımi Modemizm -Toplumbiltm Yazılan III-
dece 'geçici yorum' olarak kabul edilebilir. Yeterince dile getir diğimizden emin olmasak da, başta dediğimiz gibi dinin aslını tanımlama zorluğu bizce yoktur. Bu, adaletin tesisidir. Şimdi yukarıda dinin istismarı hususunda söyleye geldik lerimizi İslam hukuku bağlamında biraz daha özelleştirmek istiyoruz ana hatlarıyla.
İstismar ve Hukuk Aslında istismar sadece Kur'an'ın 'yanlış anlaşılması'ndan neş'et ediyor değildir; yani Kur'an bazı insanlar tarafından 'ken di zaman ve mekanlarına göre' doğru yorurnlanmıştır. İstismar, anlayışların (fıkıh kurallarının) her zaman ebedi olduğunun
zannedilmesinden de doğar. Halbuki dini veya diğer hukuksal düzenlemeler toplumsal dunırnları ve genellikle de 'aciliyetle
rt' karşılamaya matufturlar. Bunların ardında dini veya insani
(ki sıklıkla birleşirler) ahlaki ilkeler vardır. Bu ilkeler, yasaları aşar; ama yasaların metafiziksel temelleridirler. Bunlar 'ideal hukuku' ya da 'Ana Yasa'yı oluşturur. Hukuk kuralları zaman sal ve mekansal dışavunırnlarıdır bunun. Yani yorumlardır, geçici düzenlemelerdir ve 'Ana Yasa'yı tam aksettirmeyebilir ler. Yansıtması her zaman mümkün de değildir zaten. Çünkü toplumsal şartlar bunu engelleyebilir. Ama toplumsal şartlar ideal hukuku uygulamaya imkan vemıiyor diye ideal hukuk yok sayılamaz. Hukuki düzenlemeler meşruluğunu yine de bir taraftan 'Ana Yasa'ya, diğer taraftan ise toplumsal şartlara da yandırır. Meşruluğun toplumsal şartlara dayanması iki şekilde olagelmiştir: (ı) Durum ve sorunların aciliyetleri, (ıı) bireylerin kendi bilinçleriyle yasalar arasındaki uzlaşma. Kur'an'da ikisi de söz konusudur. O bazı hükümleri, tarihsel aciliyetlerden do layı 'nasılsa öyle' vazederken, bir yandan da o hükümler muha tapların bilincine denk düştüğü için öyle koyulmuştur. Birinci si olmasaydı, boşluğa hitap ediyor olunurdu. İkincisi olmasay dı, insanlara, tabiri caiz ise 'aşın iyilik'te bulunmuş olunurdu. Mesela ikisini birleştirip diyebiliriz ki, Kur'an indiği şartlarda kadınlara tam bir hukuki eşitlik verseydi hem erkeklerce kabul edilmez hem de kadınlara o zamanki ferdi ve toplumsal meleke-
Din İstismarı: Kavramsal ve Kuramsal Bir Çalışma
27
leıini aşan bir yük yüklemiş olurdu. Peki sorun nedir? Sorun; hukuki kurallaruı, ideal hukuku teşkil eden ahlaki hak ve so rumlulukları 7. asırda bir defada ve bütün zamanlar için gös terdiğinin zannedilmesindedir. Sorun hukukçuların, sosyolojik zorunluluğu teolojik zorunluluk (Allah'ın mutlak emri) telakki etmesindedir. Yani sosyolojik meşrulaştırmaya ebedi geçerli
lik yüklenip, aslında başka zamanlar için pratikte gayri meşru hale gelmesine sebep olmuştur. Hele bir de, aslında İslam geleneğinin (düşünce ve uygula malarının) kurucusu olan nesillere 'yüce faziletler' yüklenince (ümmetin 'en iyileri' hadisi) onların zamanlan da faziletli kılı nıp kutsallaştınlmaktadır. Onlarınkinden bu yana olan tüm çağlar Allah'tan uzaklaşmaktadır. Halbuki; tarihselci yakla şımın en önemli yöntem sorusu olan "tarihte gerçekten ne oldu?"nun altında ismi bulunan Ranke'nin dediği gibi, "her çağ Tann'ya yakındır" (Rumour, 63) ve sosyolojik yaklaşım her zaman ve mekan diliminin kendi Tann'yla yakınlığında ne gibi hakikatler keşfedilebileceğini inceleme kabiliyetini ar tırabilir (Rumour, 64) . İslam hukukunun bu bakış açısından öğrenebileceği şeyler vardır. Evvelce dediğimiz gibi, bilhassa bilgi sosyolojisi hem geçmişin hem de günümüzün tiranlığın dan özgürleştirici bir etkiye sahiptir. Ne geçmiş ne de günü müz 'kader' olarak görülür (Rumour, 62) . Yani burada söyleni lenler, bu seferde kendi çağımızı kutsamak değildir; geçmişe ait olabilecek kural ya da bildirimlerin Allah'ın değişmez Emri görülmesinin yanlışlığıdır. Ve bu sebeple de, belli bir zama nın şartlan içerisinde bazı davranışların din vasıtasıyla meş
rulaştınlması, sosyolojik olarak 'anlaşılabilir' olsa da, ahlaki olarak uygun kabul edilemeyebilir. 'Eski düzen'in olduğu gibi devam ettirilmeye çalışılması, ahlak ilkelerinin unutulmasına yol açıp, hukuk da bir istismar vasıtası haline gelebilir. Kaldı ki, hukuk kuralları her zaman ahlak kurallarının tam ifadesi değildir. Düzeni sağlama adına özellikle kadınların bireysel hafıza oluşturma çabalarına sekte vurmak hukukçuların en büyük ahlaki hatasıdır. Bundan dolayıdır ki, Hidayet Şefkatli soru sorar: "Devam ettirilmeye çalışılan düzen erkek düze-
Din Sosyolojisi ve İsliımi Modemizm -Toplumbllim Yazılan III-
28
ni mi
yoksa?!" Çünkü gelenekteki ve günümüzdeki hukuksal
düzenlemeler artık erkekler arasındaki konuşmaların yansı ması olarak görülmeye başlanmıştır. Feuerbach'ın din ve insan hakkında söylediklerinin içeri ği korunularak şu söylemeye varılmaktadır neredeyse: "Din erkeğin kendi varlığının devasa bir yansımasıdır; yani o, esasında 'O' büyük harf ile yazılmış erkektir." Böylece te oloji, erkek merkezli bir antropolojiye indirgenir; bir başka deyişle, din erkek gerçekliği açısından açıklanır. Bunu söy lerken Feuerbach Hegel'de diyalektik kavramını alıyor, ama anlamını epeyce değiştiriyordu. Hegel'de diyalektik bilinç ile bilincin dışında her ne varsa onunla arasındaki 'karşılıklı konuşma'ya göndermede bulunur. Bilindiği gibi Hegel bu kavramı evvela teolojik bir bağlamda geliştirmiştir; 'konuş ma', nihai anlamda, insan ile Tanrı arasındaydı. "Feuerbach ile birlikte bu artık insan ile insanın kendi yansıtmaları ara sında bir konuşmadır" (Rumour 63). Bunu kadın konusuna ,
teşmil edersek, din, kadın ile insanı aşan bir 'gerçeklik' ara� sında karşılıklı konuşma (diyalog) olmak yerine, bir tür 'er kek monologu' halini almıştır. En iyisiyle, o, belki erkek ile Tanrı arasında bir diyalogdur. Kadınlar hakkında, ama bil hassa yine kadınlar tarafından ortaya konulan araştırmalar İslam'ı kendileriyle Allah arasında yeniden bir diyalog hfiline getirmek çabasındadır. Onlara göre Allah kendilerini karşı sına almak değil, karşısına oturtup konuşmak niyetindedir. Zaten Allah bunun aksini ahlaki olarak göze alamaz; zora sokulanlar zora sokarlar zira. Kadınlar soru sorarlar; "Bizi
niçin unuttun?!" Buna verilebilecek makul bir cevap buluna mazsa Allah kendi varlığına ontolojik' olarak da ahlaki olarak da ikna edemez olur: "Yok musun ey adl-i ilahi?" İnsanlar soru sorar çünkü . . . B u ve benzeri sualler hukukçuların her zaman göz önün de tutmaları gereken sorulardır. Aslında İslam geleneği bu soruların epeyce farkındaydı. 'Makasıd' çalışmalarında örtü lü kabul şuydu: "Allah hukuki yasalar koyarken onları aşan
Din İstismarı: Kavramsal ve Kuramsal Bir Çalışma
29
ahlaki yasalara da işaret eder. Tarihsel şartlar uygun olmuş olsa bizzat Allah'm kendisi İdeal Yasa'yı 'daha tam' yürürlüğe koyardı." Denilebilir ki, Allah bu yasaları koyarken çekince lerle hareket eder. Hukuki bildiıimlerde bulunan ayetlerdeki "Takvaya göre davranın.", "Ama Allah affedicidir." vb. ifadeler bunun göstergesidir. Ama İslam hukukunun ana malzemesi ni teşkil eden hadisler, önceden belirlenmiş bir maksada göre öylesine düzenlenmişlerdir ki, 'kurgusal' oldukları kolay fark edilmez. Sonuç önceden bellidir. Ve öncüller ona göre man tıksal bir örgüye sahiptirler. Bazen bu öyle güçlüdür ki; ufak bir şüphe sanki iki kere ikinin beş olduğu iddiası gibidir. Ay rıntılar öylesine sıkı sıkıya tanzim edilmiştir. Son zamanlar da kadınlarla alakalı çalışmalarda bunların yüzlerce örneğini görebileceğimiz için aynca örneklemeye gerek görmüyoruz. Gittikçe ortaya konulmaktadır ki, bu tür hadisleri kurgula yanlar suçüstü yakalanmaktadırlar. Ne var ki, kadınlarda bu tür hadislerden doğan bir 'atılmışlık' duygusu da devam etmektedir. Ama Albert Camus şunu söyler: "Veba zamanın da, insanlarda, hakir görülecek şeylerden daha fazla saygı duyulacak şeyler olduğunu öğreniriz." (The Plague, 278). Bu ümmetin 'vebalılar'ı da bize direniş dersi verirler. Onlardaki saygı duyulacak nokta da budur. Bu, kadınların karantinaya alınmasıyla kendilerinin sağlıklı ('iyi müslüman') kalabilecek lerini düşünenlere bir direniştir. "Ben insanım yahu!.." diyen bir başkaldırı. . .
Sonuç Yerine İstismar teriminin iddiasız bir kavram çözümlemesini ya parken kök kelimenin bir formunun ibn ile kullanıldığında 'ayışığı' anlamına geldiğini söylemiştik. Dolayısıyla istismarın da, bu yıldızın ışığından bazı insanları mahrum etmek anla mına gelebileceğini ifade etmiştik. İslam bir yıldız ise, istismar onun ışığından tüm zayıf düşürülmüşleri uzak tutmak, ışığı nı salt kendine saklamaktır. Bir Nietzsche eleştirisinden şu alıntı bu bağlamda hayli anlamlı olacaktır sanki:
30
Din Sosyolojisi ve İsliimi Modemizm -ToplumbUim Yazılan m-
Bazen sana bazen başkalarına gözüktüğü için mi bu yıldızı ken dine saklamak istiyor ve senin olmadığın yerde görürunesini en gellemek istiyorsun? Onu gece yansında bulmaya çalışmak baş kasını gün ışığını çalmak arzusu değil midir? . Benden başkası .
olmayacak! Halbuki sen her şeyi, bu.tün ışığı isterken ben paylaş mayı seviyorum. . . . Ve ben senin yüklerini taşıyor olmasaydun o ışığa doğru daha hızlı adunlarla gidecektim.. Beni kendi içimde ve her boyutta, sü rekli senin adımlanmn ritminde uzunca yürüterek, öylesine acılara sürükledin ki hayatta kalabilmek için donuk ve aldınşsız bir insan oldum (Nietzsche'nin Deniz Aşığı, 25-43; vurgu bizim) .
Tercümesinden alıntı yaptığımız bu kitap, tercüme kötülüğüne sabredilip tümüyle okunduğunda, yorgun ve dolayısıy la donuk ve aldırışsız bırakılmış bir beden ve zihnlıı , aslında nasıl da dinç bir bilinç ürettiği görülecektir. Zaten daha bu satırlarda, bunu söyleyen, kendi 'durum tanırnı'nı yapmaya başladığının işaretini vermektedir. Başkalarının yükünü taşı yarak ve hep başkalarının ritminde yürüyerek acılara sürük lenenler yeni hayatlarında ayakta kalabilmek için donuk ve aldırışsız bir insan olmaktan da kurtulmalıdırlar. İşte din istismarının elden geldiğince önüne geçebilmek, yeni ve dinç bir bilinç ile mümkündür. Bu bilincin temel özel liği, kendi durum tanımını kendisinin yapabilmesidir. Bu bi linç din tarafından şekillendirilecek olsa bile, buna götürecek bir başka bilince gerek vardır: Sosyolojik bilinç. Ne günümüzü ne de geçmişi mutlaklaştıran böyle bir bilinç, insanlara baş kalarınca yapılan ama kendileri hakkında olan geleneksel ya da çağdaş tüm durum tanımlarını süzgeçten geçirme imkanı verecektir. Bunun sonucu, ya tasdiktir ya da yeni tanımlama lardır. Ama her defasında da kendi yetiştirdtği meyveden hak sızca istifade edilmesine (istismara) direnilir. Sosyolojik bir bilinç ile yaklaşılan Kur'an, yeni tanımlar verecek bir temel hedefe sahiptir. Sıradan anlamada bir okuma bile bu temel gayeyi gösterecektir: Toplumsal adalet. Tek başına bu bile, dinin meşrulaştırma gücünün çıkar gözeterek kullanılmasına nispeten de olsa engel olabilecektir.
Din İstismarı: Kavramsal ve Kuramsal Bir Çalışma
31
İnsanlar sonı sorarlar; ama sadece bedeline katlana cak olanlar. Çünkü soru sormak düşünmektir. Düşünmek ise ızdırap verir. Ve insanların çoğu, alışagelmiş hayatları 'kesinti'ye uğrayınca düşünmeye başladıkları için, ızdırap ları artmakla kalmaz, şaşkınlıktan belki düşünemezler bile. Bundan dolayı, düşünme, hayatın bütün akışının içerisinde olmalıdır; 'hizaya çekilme' ile karşılaşınca değil sadece. Bu denemenin başında sadece sosyolojik birer kategori olarak yapılan 'bl2;' ve 'başkaları' ayırımı bağlamında düşü nüldüğünde, din istismarı 'biz'in bir iç meselesi olarak tar tışılmaya devam edilmelidir. Bunun işaretleri de mevcuttur. İnsanların hayata anlam verme arzuları yok olmadıkça din de varlığını sürdürecektir sosyologlara göre. Fakat farkında olunması gereken nokta, bu 'anlam verme'nin ne kadarıyla hep 'başkalarınca' yapılmış olduğudur. İnsanlar soru sorarlar. Ve önemli olan, sonılardır; cevap lar zaman ister. Devasa bir geleneğin, İslam'ın, 'hanede tut ma' emrine sığınarak, 'haneye kapattığı' kadınların özellikle, sonılarına bulmak isteyecekleri cevaplar uzun zaman gerek tirir. Bulınalıdırlar ama. . . En belirgin istismar onlar üzerin dendir. Onların istismar edilişini istismar ediyor dunımunda kalmamak için, "her insan kendi dünyasını 'dışarıdaki' biri sinden daha iyi bilir" ilkesini zihnimizde tutup, bir de biz on lara durum tanımı yüklemek istemiyoruz. Burada yapılan şey buna yönelik yöntemsel bir yardımdır. Berger'in demiş olduğu gibi, " insanlar müzeleri severler; ama içerisinde yaşamak istemezler. " Ne var ki, 'başkaları'nı müzelerde yaşatmak isteyen insanlar vardır. Kendilerinden 'daha az eşitleri' ışıksız bırakmak isteyen insanlar. . . Bazen insafa geldikleri olur; ışığı ara sıra serbest bırakırlar 'ileri haklar' söylemiyle. Ve böylece The Faithless ("Dinsiz İman sızlar") adlı bir grubun 'hit' parçasının ismindeki bir konu ma düşürürler Tann'yı: " God is a DJ' ("Tann bir DJ'dir") . İslam'ın Allah'ını, keyfine göre disk ya da plaklarla oynayan bir DJ gibi insanlarla oynar hale getirirler. Ama dedik ya; in-
32
Din Sosyolojisi ve isl.ômi Modemlzm -Toplwnbilim Yazıian m-
sanlar soru sorarlar: "Bizimle dalga mı geçiyorsun?!". Kimse nin, Allah 'ı, insanlarla dalga geçiyor konumuna düşürmeye hakkı yoktur. Elinizdeki sayı için muhtemelen bir 'Giriş' yazısı olarak istenilen ve nispeten buna göre hazırlanan bu çalışma hayli kuramsal kalmak zorundaydı. Zira bununla güdülen hedef, İslam üzerine düşünenlere bu konuda teorik bir zemin hazır lamaktır. Bunun içindir ki, ana hatlarıyla, çeşitli şekill eriyle ' sosyoloj ik bilinc'i de işlemektedir. Konuyla alakalı söyleni lenlerde ise, din istismarına soğuk bir 'bilimci' tavrıyla yak laşmayıp, 'sıcak' bir insani yaklaşımda bulunmakta ve değer yargılarından da kaçınılmamaktadır. Yani sadece 'neyin ne olduğu'nu söylemekle kalmamakta, 'ne olması ve ne yapıl ması gerektiği'ni de teklif etmektedir. Bundan kaçınılamazdı. Çünkü hikaye, bizim de hikayemizdir. Gündelik hayatımız, her ölçekte din istismarı ile karşılaştığımız bir hayattır. Artık bizzat kendimizin bile, seslice besmele çekmekten tutun da, iş yerlerine dini tablo veya ibarelerin asılmasını; iş yerlerine 'dini isimler' verilmesini dinin istismarı olarak görmeye baş ladığımız bir hayattır. . . Bütün bu dini isimler ve ibarelere rağmen, özellikle para ile ilgili meselelerde, bunların gereği nin yapılmadığı bir hayattır bu. . . Beş yıldızlı otellerde verilen ve sadece kuşsütü eksik olan 'iftar yemekleri'nin başında gözyaşları dökülerek, dokunaklı "Peygamber'in tek bir hur mayla oruç tutup oruç açtığı" çekilen nutuklarının çekildiği bir hayattır bu. . . "Birlik ve beraberliğe en fazla ihtiyaç duy duğumuz bu günler"in hiç bitmediği ve dinin tüm emirle ri değil de, sadece 'ulü'l-emr'e itaatın sık sık hatırlaWdığı bir hayattır bu. . . Sadece ve sadece "düzen bizim değil ki" gerekçesine dayanılarak, dinin istismar edildiği; en küçük ama ahlaki açıdan en önemli davranışların, ileride gerçek leştirileceği düşünülen bir 'İlahi Düzen' adına sürekli erte lendiği bir hayattır bu . . . İşte bu bizim hikayemizdir. Ve "ne gülüyorsun, anlattığım aslında senin hikayen" demek gerekir belki Cemil Meriç gibi. . . Bu ülkede artık farz-ı ayn olması gereken 'düşünmek', ne var ki, farz-ı kifaye hfiline getirilmiş
Din İstismarı: Kavramsal ve Kuramsal Bir Çalışına
33
ve nedense , bu da beş on kişiye yüklenmiştir. Özellikle din ile ilgili sorunların sürekli çevresinde dolaşılıp durulmakta, deprem etkisindeki kesintilerde bile rutinleşmiş hayatı bo .zulmamaktadır çoğu insanın. 1ürk milletinin 'yeni terkipler' inşa etme gücüne inancımız kaybolmasa da, lonlıp yen içerisinde kalan bazı kolların artık kullanılamayacak kadar çürümüş olduğu da gözden kaçma maktadır. Halbuki her şey 'normal' ve 'iyi' gitse bile insanlar soru sormalı açıklama istemelidirler. Çünkü insanlar soru sorar. . . Aksi takdirde istismar devam eder. . .
34
Din Sosyolojisi ve İsliimi Modemizm -Toplwnbilim Yazılan fil-
Kaynakça Alatlı, Alev, O.K. Musti, Türkiye Tamamdır, İstanbul 1994. Berger, P.L., Facing up to Modemity: Excursions in Soctety, Politics and Religio� Basic Books, ine. , New York 1 977. Invitation to Sociology: A Humanistic Perspective, Garden City, Doubleday Anchor Books, New York 1963. Pyramids of Sacriface: Political Ethics and Social Change, Penguin Books, Middlesex-London 1977. A Rumour ofAngels: Modem Society and the Rediscovery of the Supematural, Garden City, New York 1963. Sacred Canopy: Elements of a Sociological 11ıeory of Religi o� New York, Doubleday 1969. 11ıe Social Reality ofReligion, New York 1973. Sociology: A Biographical Approach. New York 1 972. "Religious Instltutions" in Neil S. Smelser, Sociology: An Introduction, John Wiley & Sons, New York 1973 (1ürkçesi "Dini Kurumlar", Din Sosyolojisi ve Modernlik -Toplumbilim Yazılan 1-, çev. Adil Çiftçi. Ankara: Ankara Okulu Yayınlan
20 16). Çiftçi. Adil, Toplumbilim Yazılan. Anadolu Yayınlan, İzmir 1999. Camus, Albert, 11ıe Pl.ague, Knopf, New York 1 948. Cevheri, Muhammed b. Ebı1 Bekir b. Abdul.kadir er-Razi, Muhtaru's-Sıhah, Mektebu Lubnan, Beyrut 1995, 1. 10. Geertz, Clifford, 11ıe Interpretations of Cultures: Selected Essays, Basic Books, N. Y. 1973; Krş. Islam Observed, New Haven, CT: Yale University Press, 1968. Irtgaray, Luce, Nietzsche'nin Deniz Aşığı, çev. İsmail Yergüz, Ka balcı Yayınevi, 2000. İbn Hacer, Ahmed b. Ali b. Hacer Ebu'l-Fazl el-Askalfuıi, Fethu'l Bari, Daru'l-Martfe, Beyrut 1379 (hicri) , IX. 192. McGuire, Meredith B., Religion: 11ıe Social Context, Belment
199 1 . Mubarekfüri, Muhammed Abdurrahman b . Abdurrahim, Tuhfetu'l-Ahfezi, Daru'l-kutubu'l-Umiyye, Beyrut t.y. . Muhammed, Mi'ras, "Shah Wali-Allah's Concept o f the Shariah"; Islamic Perspectives: Studies on Honour of Seyyid Abul A'la Mawdudi, Leicester 1980. Krş; Fazlur Rahman, "Buhran Dönemi Düşünürü: Şah Veliyullah", İslami Yenilenme: Ma kaleler Il, çev. Adil Çiftçi, s. 131-45, Ankara 2016.
Din İstlsman: Kavramsal ve Kuramsal Bir Çalışma
35
Nietzsche, Friedrich, Tiı.e Geneolgy of Morals, s. 192 (Garden City, N. Y.·, Doubleday-Anchor, 1956); Complete Works, c. 13 (Landon and Edinburgh, T. N. Foulis 19 10). Zerkeşi, Muhammed b. Bahadır b. Abdullah, el-Burhanfi 'Ulwnt'l Kur'an. Daru'l-ma'rtfe, Beyrut 139 1 (hicri). "' İslam Hukuku Bölümü'nden İsmail Acar ve Hadis Bölümü'nden Saıt Toprak Beylere teşekkür ederim, yardımların dan dolayı.
İSIAM ÇAGDAŞÇILARININ ÇAGDAŞLIK YORUMU
Giriş İslii.mtydfın bu sayısı (cilt 7, sayı 4, 2004) için talep edilen yazının bildirilen başlığı yukarıdakidir. Çağrıştırdığı genişlik te bir yazı yazılamayacağı bileneceğinden, istenilen "tipleştir me" olsa gerek. O, tikel fenomenlerden bir nevi "öz anlam"a nüfuzdur. Bu ise hem güçtür, hem yazarın öznel yüklemele rine maruz kalabilir. İm.kanınca "kolaylık" ve "nesnellik" yolu aranmıştır: ''Tipoloji" çıkarsayacağımız tekil fenomenlere dair yeterli bilgi sahipliği ...
"7Ypleşttrme" başlıkla gösterilebilir hemen. Örtüşmeler varsayılarak, "İslam çağdaşçılan" diye bir "tip" kurulmuş. Bu varsayunla tek "tip" şeklinde "çağdaşlık yorumu" da ima edilmiş. Ayru zaman ve mekan diliminde yaşayan İslam çağ daşçılarının {yenilikçilerinin) ve çağdaşlık yorumlarının bile tam örtüşmezliğini akılda tutma kaydıyla, "tip"i teke indir geme hepten hatalı düşmez. "Klasik çağdaşçılar" ("classical modernists") ve "yeni-çağdaşçılar" ("neo-modernists") ayırı mıyla iki "tipoloji" de kurulabilir. Ölçüt, çağdaşçılığa bakış ve çağdaşlaşma yöntemidir. Bu ayrıştırma mevcut zihin karı şıklığını izalede de lazım. Sözgelimi; Fazlur Rahman çok sıkı "çağdaşçı(lık)" eleştirisi getirince; 1 kimi insan şaşkınlığa düşeO kadar ki; bir makalesinde "mevcut İslami modernJzmln geri zekalılık. ve aptallığı" ifadesini kullanıyor. Fazlur Rahman, "İslami Yenilenme: Ala m, Yöntemi ve Sunduğu Seçenekler", İslami Yenilenme: Makaleler II, çev. Adil Çiftçi, Ankara Okulu, Ankara 2002, s. 79. Daha hafifinden, şuna da rastlıyoruz: "Modemist. Kur'an'ın çokeşllliğe gerçekte hiç izin vermediğini göstermeye çalışırken. tarihe uymayan ve bazen de Arap dilinin yapısıru tahıif eden açıklamalar icad etmektedir." "İslam'da Canlandırma ve Re form Hareketleri". İslami Yenilenme: Makaleler Uf, çev. Adil Çiftçi. s. 56 (İl gili yerdeki çeVirtmizln sıkıntılı olduğunu da gördük bu vesileyle. Doğrusu şu ıinki). Ayru yazının 5 1 . ve 55. sayfasında, yine eleştiriyle, "Batılılaştı rıcı modernistler"den bahsedilmekte. Başka yerde; "İslami modernizm[ln) temsilcllertnln . . . bir çoğu ıslah etmek istedikleri geleneğin bizzat kendi sine karşı tamamen asi olup çıkWar," demektedir. "İslam: Sorunlar ve
38
Din Sosyolojisi ve İslii.mi Modemizm -Toplumbilim Yazıları fil-
biliyor ve zihnine boşuna yük yükleyebiliyor. Bununla az kar şılaşmıyoruz. Halbuki, o, ya "klasik çağdaşçılar"ı ya da diğer bazı çağdaşçıları eleştirmekte. Kendisi de "çağdaşçı" ama "ye ni-çağdaşçı"; farkı belirtiyor.2 Her bir tip kapsamındaki tekil çağdaşçılar da tümden uzlaşamazlar, fakat tipleştirilebilirler. Bu olanağı tanıyan, tekil şahsiyetlerin çağdaşlık anlayışla rında ve çağdaşlaşma yöntemlerinde soyutlamaya (süzmeye) elverişli "ana nitelikler" bulunmasıdır. Bu anlamıyla tipleş tirme, bir seçme ameliyesidir: En bariz görünen niteliklerden bazılarını seçer, bir tipoloji inşa ederiz. Onun her tekil şah siyete tıpatıp uyduğu da sanılmamalı. Öyleyse; onlardan bir "ruh" süzülmektedir araştırmacı tarafından. "Tipleştirme"3 üzerinde duruşumuz sırf yöntemimizi baş tan belirtmek sebebiyle değil. Üç sebebi daha var. Birincisi; tüm yenilikçilerin bazen aynı kefeye konulmasının yanlışlığı nı göstermektir. "Sen de aynı kefeye koymayacak mısın tipleş tirmeyle?" itirazı yükseltilebilir. Cevap, tipleştirme tekniğinin başka bir yönünü kısaca anlatmakla verilebilir. Hiçbir sos yolojik tipleştirme keyfi ve uçuk kurulamaz; "ruh" tespiti kılı kırk yaran titizlik gerektirir. Bahsettiğimiz 'kefelendirme' ise, yenilikçileri benzeştiren seçmelerde "ruh"u uçuklaştırıyor. Bu "ruh"un, o kişinin ruh dünyasının icadı oluşundan belki. Gerçek anlamda tipleştirme, tekillerden sınanabilir bir "ruh" çıkarır. İkinci sebep; bir tipoloji kurarken, kapsamına sade ce, diyelim, "ilan edilmiş yenilikçiler"i almanın gerekmediğini dile getirmektir. İlk anda muhalif gözüken bir şahsiyeti de, ''yenilikçi ruh"a denk geliyorsa çoğu düşüncesi, ona yerleşti rebiliriz. Üçüncüsü; tipleştirmenin, bazen de, en iyi bildiğimiz şahsiyeti merkeze koymakla yapıldığım örneklendirmektir. Sakınılması ve sakındırılması lazım gelen, bir şahsiyet odak-
2
3
Fırsatlar". İsldmi YenUenme: Makaleler I. çev. Adil Çiftçi. Ankara Okulu, Ankara 2004. s. 85-86. Fazlur Rahman. "İslam: Sorunlar ve Fırsatlar", İsldmi Yenilenme: Makale ler I, s. 85-91. Şu andan itibaren tam künye zikredilmeyip Makaleler I, II. III, W denilecek. "Tipleştlrme"nin epey uzunca anlatımı için bkz. Adil Çiftçi. Nasıl bir Sos yal Bilim: Temel Sorunlar ve Yaklaşımlar. Ankara Okulu Yayınlan. Ankara 2016. Birinci Bölüm.
İslam Çağdaşçılannın Çağdaşlık Yorumu
39
lı tipleştirmenin diğer şahsiyetlerin düşüncelerine bütünüyle uygun düşürüldüğü zannıdır. Biz merkeze Fazlur Rahman'ı alarak, tlpleştirmelerde bunlara itina göstereceğiz. Bildiğintiz yenilikçilerin eserlerini okurken, sık sık, "bunu Fazlur Rahman da söylüyor" demiş liğimiz onu merkeze koymamıza olanak tanımıştır. Böylece; çalışmamızda bir yandan, tipleştirme tekniğini istihdamla, başlığın gereği yapılmaya çabalanacak. Diğer yandan, aynı teknikle, "İslam yenilikçilerinin yenilenmeyi nasıl gerekçelen
dirdiği" sorusuna cevap aranacaktır. Sonlarda ise, gelece ğe yönelik ihtiyatlı çıkarımlarda bulunacağız. "Yenilenmeyi gerekçelendirme"yi ziyadesiyle önemsiyoruz. Çünkü; (ı)
Yenilikçiler inanç, davranış ve kurum düzleminde ''yeni formlar"ın "niçin gerektiği(ni)" ya yetersiz anlattıkların dan yahut da yeterince anlaşılmadığından, can sıkıcı bir boşluk hissi egemen zihinlerde.
(u)
"Yenilenme" tezleri ve temel gerekçeleri iyi bilinmediğin den; onlardan şu veya bu şahıs dayanak alınarak, or tada gelenek adına hiçbir öğe bırakılrnayabilmekte ba zılarınca. Başkaları da, yenilikçilerin bizzat kendilerini 'gelenek süpürücü' zannedebilmektedir.
(uı) Yenilikçilerin fikir, inanç ve uygulamada tekliflerinden çoğunu benimseyip tatbiklerine rağmen, üstteki zan dolayısıyla onlarla özdeşleşmek istememekte, isimle rini anmaktan dahi çekinmekte kimileri de. Dahası, "yeni" kelimesine bile soğuk duimaktalar. (ıv) Kimi insan da, "inandığı" ile "yaptığı" arasında kopuk luk fark edip birleştirmeye çalıştığı halde, yolunu bu lamamakta. Beliti artık sadece zihninde tutup uygula madığı bazı inançlardan sıyrılmanın gerekçelerini ara makta. Yenilikçiler, onların aklına ve kalbine seslenen gerekçeler serdetmeliler. 4 4
Fazlur Rahman'ın "klasik modemistler"i kusurlu bulduğu noktalardan bırtydi bu. Mesela şöyle diyordu: Onlar "Demokrasi İslamidir" dediler; ama niçin böyle olduğunu Kur'an ve Sünnet'e dayanarak yeterince ge rekçeU anlatamadılar. Başka bir açıdan krş. F. Rahman, "İslam ve Siyasi Aksiyon: Dinin Hizmetinde Siyaset", Makaleler I, s. 73.
Din Sosyolojisi ve İsliimi Modemizm -ToplumbUim Yazılan ili-
40
(v)
Yenilikçilik münakaşaları, son tahlilde hahi Vahy ve
Sünnet ile ilgili olduğu için, imani kuşkuyla da karşı lanmaktadır. Bu yüzden de; İslam yenilikçileri, mümin bilinci iknaa yönelik sağlam gerekçeler ortaya koymak zorundalar. Bunlar uydurma olmamalıdır. Kur'an ve
Sünnet, "yenilikçi" tarafından her istenenin çıkarılabi leceği birer "nesne" değildir.
Yenilenmeyi Gerekçelendirme Öyle anlaşılıyor ki; Fazlur Rahman dahil yenilikçiler üç
"gerekçelendirme tipf' kurmaktalar. Birinci tlp'e "tarihsel-me tinsel", ikincisine "sosyolqjiJC', üçüncüsüne "ahlaki gerekçe lendirme" denebilir. İtiraf mı kibir mi addedilir bilmiyoruz, bu üç "tip", "biz nasıl gerekçelendirirdik yenilenmeyi?" sorusu nun cevabı olarak da kabul edilebilir.
Tarihsel-Metinsel Gerekçelendirme Bunu açımlamak üzere, Fazlur Rahman'ın "modernleşme" kavramına verdiği çok açık bir tarifi alıntılayalım: Modernleşme ile; Müslümanların Kur'an'ın öğretisini (mesajını, metafiziksel ve ahlaki ilkeler bütününü) yeniden zihinlerine yer leştirmelerinin ve günümüz hayatının sorunları için ondan reh berlik (cevaplar, çözümler) çıkarmalarının etkili bir yöntemini bulmalarını kastediyorum. 5
En
dan tarafımızca bilinen yenilikçilerin katılabileceği
azın
bu tanımdaki, "yeniden zihne yerleştirme" diye çevirdiğimiz
" recapturi.ng" sözcüğüne dikkat çekilmeli. Önceye ve sonra ya taalluku dolayısıyla bilinçli seçildiği varsayılabilir. Onun "to
capture" formu nebevi vahiy sürecine işaretle "önceye"; bu
formu (to recapture) ise, vahyin bitiminden sonraki anlama ve yorumlama sürecine işaretle "sonraya" taalluk eder. Yalın hali (capture) "zihne yerleştirmek" şeklinde çevrilebilir. Fazlur 5
Fazlur Rahman, "Islamic Resurgence and its 'Neglected Duty'", Address Submitted to a Conference on Modemization in Islamic Perspective, Uni versity of Southem California, February 17, 1987, s. 24. ("İslfuni Diıiliş ve 'Unutulan Görevi'", İsldmi Bakış Açısın.darı Modernleşme Konulu Kon feransta Bir Sunum.)
İslam Çağdaşçılannın Çağdaşlık Yorumu
41
Rahman yukarıdaki "yenilenme" tanı mı ve bahsedilen kelime lerle ilgileıini hiçbir yerde açıkça kurmasa da, "biz kurabUiriZ' düşüncesiyle bazı ayetleri zikredeceğiz: Onlara; "Allah'ın indirdiğine uyun" dendiğinde; "hayır, babaları mızdan ne gördüysek onlara uyarız" derler. Peki, babalan hiçbir gerçeği(n) farkına varamamış, düşünememiş ve, bu yüzden, doğ ru yolu bulamamış kişiler olsalar bile mi onlara uyacaklar?! .. (2. Bakara, 1 70) Onlara; "Allah'ın indirdiğine ve Peygamber'e gelin/uyun" deni lince; "babalarımızı inanıyor bulduğumuz inanç bize yeter" diye itiraz ederler. Şayet babaları doğru inanç konusunda bilgisiz ve, bu nedenle, doğru yolu bulamamış kişiler idiyseler ne olacak?! (5. Ma'ide, 104) Onlar çirkin bir iş yaptıklarında; "babalarımızın da bunu yapbğı nı
görmüşüzdür, öyleyse Allah bize onu emretmiştir" dediler. Sen
ise şöyle de: "Allah asla kötüyü emretmez. Ne yani, bilmedikleri nizi Allah'ın üstüne mi alıyorsunuz hemen?!" (7. A'rfil, 28) Onlar şöyle diyorlar: "Kuşkusuz biz babalarımızı bir yol yordam üzerinde bulduk ve tabii ki onları izliyoruz." Senden önce Pey gamber gönderdiğimiz bütün toplulukların şımarıkları da aynını demişlerdi. Peygamber, "babalarınızın yolundan daha doğrusunu getirmişsem bile mi?" diye sorunca; "seninkine kesinlikle uyma
" yız diye cevap vermişlerdi. Biz de, bundan ötürü, onları cezalan
dırmışbk . . (43. Zuhruf, 22-24) .
Peygamberler ile inanmayanların çekişmelerinden bahisle geçen bu ayetlerde, "atalann yol yordamında gidiş" ısrarına tehditkar bir karşı çıkış buluyoruz. Ayetler "ne dediği' açı sından anlaşıldıklannda, peygamberler ve zamandaşlarından söz edildiği aşikardır. Ayetlerde "ne demek istendiğf' yorumla nırsa, muhatap bütün tarihin insanları gibidir. Bu ayetlerin özgün vahiy ortamları ve "ne dediklerf' ile sınırlandırılamayacağını, "evrensel uyan" içerdiğini, tüm za man ve mekanlara yönelik bir "yenilenme ruhu" çıkarmaya müsaitliğini ileri sürebiliriz. Yenilikçi, onlardan, "yenilenme
nin niçin gerektiğf' hususunda "tarihsel-metinsel gerekçe" ala bilir zorlanmadan. Onlara gelenek yalnız bir yönüyle bakmış; vahyin herhangi bir peygamber öncesi "eski(lenme)"ye mu-
42
Din Sosyolojisi ve lsliuni Modemizm -ToplwnbUim Yazılan m-
halefetle "yenilenme" öngördüğü anlamına varılmıştır. Diğer yönünün anlaşıldığını, daha doğrusu yorumlandığuu hatır lamıyoruz. Belld sırf şu nedenlerle böyle yorumlanmalıydı lar. (a) Söze konu ayetler yalnızca peygamberler bağlamında anlamlı idiyseler, sonralan anlamlarını yitirip "tarih bilgisi" hfiline mi gelmeliler; "Filan tarihte şu peygamber şunu demiş, muhatapları da şunu?" gibi. (b) Diyelim manalarının sonraya da uzandığı düşünülüyor ama bunun için tarihsel bağlamın aynen tekrarı gerektiği varsayılıyor; bir Müslümanın o ayet leri anlamlı kullanması, karşısında "İslam'a inanmayıp baba larının yolundan gidenler" bulunmasına mı bağlı? Cevaplar olumsuz verileceğinden, ayetlerin "ne dediği' ile yetinmeyip
"ne demek istediğe' de yorumlanmalıdır. Sırasıyla göstermeye çalışacağız bunları. Allah, yeıyüzünde "ahlaka dayalı toplumsal düzen" inşa gayesiyle insanları yaratmıştır. Yardım için "yol göstericiler" de tayin etmiştir. Bu, yasalarına zorunlu uyan (muslim)6 fi ziksel evren düzeni değil de, iradeye dayalı "toplumsal dü zen" olacağından; bozulabilir (fesad ft'l-ard) . Her bozulu şunda bir "yol gösterici" görevlendirilir. O, "adalet, hürriyet, eşitlik, hakkaniyet, yardımlaşma, insanları ırka ve cinsiyete göre aşağılamama. . . " vb. "düzen ilkeleri"ni tekrar vazeder. Bir zaman geçer, bu ilkeler, tarihsel girdilerin tesiriyle bulanık laşır, unutulur ve düzen "ahlak düzeni" vasfını yine yitirir. Yeniden elçi çıkarılır bir halktan. Her defasında her bir yol göstericiye muhalefet edilir "asıl yol"a çağırdıklarında. "Ba balarımızın yolundan vazgeçmeyiz" denilir. Hz. Muhammed, "yol göstericiler"in ve muhalefete maruzların sonuncusudur
nübüvvet bakımından. Biz, insanlık bakımından bunun devarnlılığını7 düşünüyor, ayetler ile modernleşme tarifini ilişkilendirerek, bunu şöyle temellendiriyoruz. Hz. Muhammed zihnine "düzen Ukeleri."ni
yerleştinniş (capture) , yedinci asır düşünce ve kültür ortamı dikkate alınarak, tekil emir ve yasaklar biçiminde somutluğa 6 7
Bilindiği üzere, Kur"an'da doğaya da "mus!tm" denilir. "Tecdit hadisi" elbette aklımızda. Fakat şu an ayetlerden söz ediyoruz.
İslam Çağdaşçılannın Çağdaşlık Yorumu
43
büründürülmüştür.8 Sonrası dönemlerde, muhtelif coğraf yaların koşullan ve her türden oluşumlar nedeniyle, tarihsel girdiler eklemlenmiştir bu ahlaki öğretiye.9 Bir kısmı ona ters hatta üstünü örter mahiyetteyken, diğer kısmı onunla nere deyse bire bir örtüşmüştür. Mesajı örten başka yol yordamlar bazı hassas bilinçlerin dikkatini çekmiş ve "üstünü açmak' üzere "asıl mesqfı, yani "ahlak ilkeleri"ni zihinlerine "yeni
den yerleştinnişler"dir. Buna başkalarını da çağırdıklarında, karşılaştıkları itiraz ayetlerdekine benzer: "Babalanınızdan böyle göregeldik, öyleyse Allah bize o yolu emretmiştir." İti razları karşılamaları da ayetlerdeki gibi gerçekleşmiştir: "Peki babalarınız doğru yolda değildiyseler ne olacak; yanlış işleri Allah'ın üzerine mi atıyorsunuz?" Bahse konu kelimenin "capture" formuna karşılık düşen lerden "zapt etme" fiilinin "hıfzetme, zihnine alma, güçlüce idrak, kavrama, bir şeyi kuşatma ve onun tarafından kuşa Wma" gibi anlamlan da var ise, ki var, mesela şu da denile bilir. Her peygamber, yukarıdaki gibi bir durumda bu "ah lak ilkeleri"ni zapteder ve onlar tarafından zaptolunur. Bu ilkeler Vahyin Ruhu'dur. Başka deyişle; "Allah'm Ruhu" olan
Cebraü'dir. O, her peygambere yardım niyetiyle gönderilir ve zihni onu zapteder veya peygamberin zihni onun tarafından zaptedilir (kabd) . Ama, o "Ruh", elçilerin muhataplarınca inkar edilir ve yeni elçi görevlendirilir zapt için. "Ruh"u zap
teden ve "Ruh" ile zaptedilen peygamber, tüm itirazlara rağ men, düzen ilkelerini tekrar vazeder ve açığa çıkarır. Bu sü8
Bu, F. Rahman'ın temel fikirlerinden biridir ve değişik cümlelerle sıkça dile getirilir. Şah Vellyyullah'a atfı ilgi çekecektir: "Hiçbir din boşlukta ortaya çıkmaz. Evrensel bir din olan İslam, evrensel olduğu için belki, kendisini yaymak için somut ve canlı bir vasıta bulmak zorundaydı ve bu vasıtanın rengini almaktan kaçınamazdı. Bu vasıta Arap geleneği ve davranış tarzları idi. . . Farklı kültür ve toplumlar söz konusu olduğunda bu vasıta da kaçırulmaz olarak değişecektir; yani İslam başka bir vası tayla kendisini ifade edecektir." Alıntıyı "farklı" kelimesine kadarki kısmı için yaptık. Sonrası "modernleşme" ile de ilgili. Fazlur Rahman. "Buhran Düşünürü: Şah Veliyyullah",
9
Makaleler II, s. 1 18. Krş. s. 123-124.
"Kur'an'ın bir ahlak düzeni kurma hedefi, İslam'a dışardan dayatmada bulunan bir kültürler karışımı dalgası altında boğulmuştur." Fazlur Rah man, "Kısa Bir Hayat Hikayem",
Makaleler: III, s. 12.
44
Din Sosyolojisi ve İsliimi Modemizm -ToplumbUim Yazılan m-
reçteki son halim Hz. Muhammed'dir. Sonrasında bunlar yine unutulmaya yüz tutar veya fiilen unutulur. Bu sefer de, artık nebi gelmeyeceğine göre, bazı hassas zihJnler, o "Ruh" kana lıyla oluşan Kur'an'dald "ruh"u ("Kur'an'ın ahlak ilkeleri"ni) yeniden kavrar (recapture) ve ona geri çağmr. Onlara da itiraz edilir ve edilmektedit: "Gelenekten/babalanınızdan böyle gör medik biz," denilerek. Kelimeyi hem "capture" hem de "recapture" formunda ge nelde peygamberler için kullanabilirsek de; Hz. Muhammed itibarıyla birinci form daha müsait gözüküyor. O, önceki pey gamberlere nispetle, "Ruh"u "yeniden zaptetrniş" yahut "ye niden zihnine yerleştirmiş". Sonrasındaki insanlar da ona nispetle "yeniden zaptetmiş" veya "yeniden içselleştirmiş"tir.
Hz. Muhammed'i tek başına aldığımızda, onun "zaptettiğini/ zihnine yerleştirdiğini", daha sonraki insanlar "yeniden zap tetrniş, zihinlerine yerleştirmiş"tir. "Zaptetme/zihne yerleştir me (capture)" formunu esas alarak ve "modernleşme" yerine "yenilenme"10 terimini koyarak yukarıdaki tanımı şöyle oku yabiliriz/yorumlayabiliriz: Yenilenme ile; Hz. Muharnmed'in Allah'ın öğretisini (mesajını, metafiziksel ve ahlaki ilkeler bütününü; Allah'ın Ruhu'nu) zih nine yerleştirmesini (capturing); döneminin hayatının sorunları için ondan rehberlik (cevaplar, çözümler) çıkarmasının etkili bir yöntemini bulmasını kastediyorum.
Tanım iki ana öğeden müteşekkil: (a) Hz. Muhammed "Allah'ın Ruhu"nu içselleştirmiş, zihnine yerleştirmiştir (cap
turi.ng) : (b) "Ruh"un yönlendirmesi altında, döneminin hayat 10
"Modernleşme" yerine "yenilenme" koymamızın sebebi, burada "moder nizatlon" teri,mini istihdamın olanaksızlığıdır. F. Rahman; Gazali ve İbn Teymiyye hakkında "reformcu" isim-sıfatını kullanırken; "modernist" di yemezdi. Bunun nedeni, tarifin ardından gelen cümlelerde sunulmakta: "Günümüzde öyle çeşitli ve kendine özgü birtakım hayat sorunları baş göstermiştir ki, önceki zamanlarda rastlanmıyordu bunlara." Öyleyse; daha evvel asla karşılaşılmayan, karşılaşılması imka.nsız da olan bir takım sorunlardan söz edilmekte. "Modernleşme" ile de, işte "bu özgün sorunlara cevap bulmanın yöntemi ve bulunan cevapların fiiliyata dökül mesi" kastedilmekte. Bu yüzden; Hz. Muhammed, Gazali ve İbn Teymiyye bağlamında "modernleşme" terimi kullanılamazdı.
İslam Çağdaşçılannın Çağdaşlık Yorumu
45
sorunlarının çözümünde bir "yöntem" bulmuştur. Bulunan veya buldurulan "yöntem"; "Ruh"un içeriğini oluşturan ada let, özgürlük, eşitlik, yardımlaşma, dayanışma, birbirini sev me, cinsiyet ayrımcılığı yapmama, yoksulları gözetme. . . gibi evrensel ahlak ilkelerinin kendi tarihsel-kültürel koşullanna göre ve bu kültürden istifadeyle somutluğa büründüıülme sidir. İkinci form ("recapturirıg") ise, Hz. Muhammed sonrası insanlar için istihdam edilmelidir. Özgün tanıma "ne dediği' açısından bakarsak, bunu yapıyor ve şunu demeye getiriyor: Sonraki her nesle düşen iş o ilkeleri yeniden zaptetme, iç selleştirme, zihinlerine yerleştirme, hatırlama ve hatırlatma; kendi zaman ve mekanlarındaki yeni sonınlara bunlardan cevaplar oluşturmadır. Modernleşme, bunu gerçekleştirme ve gerçekleştiriş yöntemidir.
Sosyolojik Gerekçelendirme Buraya dek; vahiy ve son halkası Kur'an "yenilenme" ön görmektedir, modem zamanlara kadarki tarihte bu dikkate alınmış, insanlar kendi zaman ve mekanlarının sorunlarına Kur'an'dan çözümler üretmişlerdir, demiş de olduk. Bu salt sosyolojik bir tespit değil, geleneğe bir "hak teslimi" aynı za manda. Onların tümüyle günümüze de hitap ettiklerini zan netmek ise, hem haksızlıktır hem de insafsızlık. "Yepyeni bir durum" karşımızdaki. Onun tazyiki ve bilinç yaralayıcılığı, bazen geleneği toptan mahküm eder gibi konuşturabilmekte bir yenilikçiyi. Modem durumdan hareketle geçmişe bakarak huysuzlanıyor, sinirleniyor o: Keşke böyle sorunların çıkaca ğını önceden hesaplasalardı, diyor. Tarihin önceki hiçbir dö neminde görülmeyen bir durumu hesap edemezlerdi halbuki. Bu yüzden, bir yenilikçinin geleneğe yönelik ithamlarının bu
yüzü duymazdan, görmezden gelinebilir. Zaten, iyice nüfuzla anlaşılır ki, eleştirilerin umumisi bu minvalde değil. Daha zi yade, bazı anlama ve yorumlarında, geleneğin Kur'an ve Sün net açısından isabet kaydedemeyişine, kendi sorunlarından bazılarına dahi çözüm bulamayışınadır. Yoksa, her zaman "tarihsel bilinç" ile hareket eden bir yenilikçi, "bizim sorun larımıza niçin cevap bul(a)madın," diyemez geleneğe. Belki
46
Din Sosyolojisi ve İsldml Mod.emizm -ToplwnbUim Yazılan m-
herkesten iyi bilir ki, kendisi tarihsel açıdan benzersiz bir durumla yüzleşmek zorunda kalmıştır; onun sorunlarını da
bizzat kendisi çözümleyecek ve çözecektir. Bunlar, yenilikçinin "yenilenmenin niçin gerektiği" sor gulamasında önümüze koyabileceği "sosyolojik gerekçe"ye uygun geçiştir. Bu minvalde şunları içermekteler. Modern zamanlara kadar sorunların aynı olduğu, dolayısıyla, çözüm lerin de aynılığı ve yeterliliği ileri sürülebilirdi. Arbk, tarihte önceleri hiç rastlanılmayan sorunlarla karşılaşmaktayız. Şu hfilde, bire bir cevaplarına da rastlanmış olamaz modern ön cesi tarihte. Fakat; Kur'an'ın sunduğu rehberlikte, onun bireysel ve toplumsal dü zeylerde insana yönelik hedeflerinin doğru anlaşılması şartıyla, tüm zamanların sorunlarına çözümler bulunabilir . 1 1
Aslında bu alıntıda da, hem yöntem hem de uygulama an lamıyla, "modernleşme" tarifi yapılmaktadır. Onu şöyle yazar sak görülecektir: Modernleşme; Kur'an'ın bireysel ve toplumsal düzeylerde insana yönelik hedeflerinin doğru anlaşılması, böylece zamanımızın so runlarına çözümler bulunup uygulanmasıdır.
Fazlur Rahman'ın, "günümüzde öyle çeşitli ve kendine özgü hayat sorunları baş göstermiştir ki, önceki zamanlarda rast lanmıyordu bunlara, "12 diyerek işaret ettiği "yeni durum"un "yenilenme" gerektiren başat sorunları nelerdir? diye sordu ğumuzda belirgin unsurlar buluruz. Şu andan itibaren bir kısmını ele alacağız. Böylece, "İslami modernleşme"nin mo dern durumu onaylama tavrı sayılamayacağı da anlaşılabi lecektir. Bu mühimdir. Zira, muhaliflerinin onun hakkında umumi kanaati, "modern zamanlarda ne varsa kabullenme ve uygulama olduğu"dur. Belki de okuyucuyu şaşırtmıştır sürekli "sorunlar" ve "çö zümleri" deyişimiz, "modernleşme"yi de bu çerçevede tanım11 12
24. 24. Krş. 46.
Fazlur Rahman, "Islamic Resurgence", s. Fazlur Rahman, "Islamic Resurgence", s. ve Reform Hareketleri",
Makaleler m, s.
"İslam'da Canlandınna
47
İslam Çağdaşçılannın Çağdaşlık Yorumu
layışımız. Bu, gerçek anlamını saptırarak, onu şirinleştirmek değildir. Kaldı ki; böyle bir tanımlama, "yenilik takipçisi" bazı kimseler nazarında "İslami modernizm"i gözden düşürebile ceği gibi, bir "gelenekçi"ye dahi "gericilik: gelebilecektir. Mese la; yenilikçiler'in "yenilenmeyi sosyolojik gerekçelendirrne"de dayandıkları yepyeni bir fenomeni gelenekçiler bile "jı.rsaf' te lakki ederken; "modernist" "sorun" adlandırır. Modernistin de "fırsat" görmesi, ancak onun sorunsallığının Kur'an'ın "sorun çözücü" vasfına fırsat sunrnasındandır. 13 Bahsetmeye hazır landığımız "sorun", "modem tekn.olojf'dir. "İslami modernleşme" tarifini ve sonrasını aldığımız ma kalenin aynı sayfasında F. Rahman; "Modernleşme ile mo derniteyi kastetmiyonun (vurgu onun) ; teknolojistler ve birçok sosyal bilimci bugün onu öyle tanımlamakta," der. Peşinden gelen ifadelere bakarak ve başka yerlerde söylediklerini akla getirerek kastı anlayabiliyoruz: Modernite/modemlik, "tekno lojik üretim ve ilerleme" anlamı taşır çoğunlukla ve savunu sudur da. "İslami modernleşme" ise, kendi söyleyişiyle; İnsanın insan olarak (vurgu onun) ilerlemesidir. Teknoloji bunun önemli ama anzi (asıla taalluk etmeyen) bir parçasıdır: Hakiki insani ilerleme, kadın veya erkek, insanın bir avuç çamur konu mundan, insanı gerçek anlamda insan kılan yüksek tefekkür ve ruh düzeyine yükseltme anlamına gelir. 14
İtalikle vurguladığımız "bir avuç çamur" ve "ruh" tabirlerine dikkatleri çevirelim. İlki özgün metindeki "clay"; diğeri "spiri
tuality" karşılığıdır. Yine, önceki, insanın yaratılışı ile alakalı ayetlerdeki "salsa!'ın İngilizcesi. Sonraki de, o ayetlerden birinde geçen "Ruhumuz'u yerleştirdik/üjledüi' ifadesindeki
"Ruh" ile bağlantılı. Birkaç sayfa ewel, "Ruh"u "ahlak ilkele13 14
Fazlur Rahman. "Sorunlar ve Fırsatlar". Fazlur Rahman, "Islamic Resurgence", s.
Makaleler m. s. 94-95. 24-25. Dipnotta şöyle diyor: Bu,
Mevlana tarafından enfes ifade edilmiştir: "Her kim çimen ve hububat yer ise, kurbanlık canlı olur. Her kim de Allah'ın Nü.ru'nu yer ise, Kur'an olur." F. Rahman'ın, insan zihnini cendereye sokacak denli sistematikliği malum. Söyledikleri o kadar birbirine bağlı. Mevlana'dan iktibas beyit de, onun "modernleşme" tanımı ile adeta aynı: Allah'ın Mesajını/Nii.ru'nu içselleştirmek (yemek, yutmak). . .
48
Din Sosyolojisi ve İsldmi Modemizm -Toplwnbilim Yazılan m-
n"" anlamıştık. Birincisinin çevirilerinde şunları bulunız: Kil, balçık, çamur, toprak; insan vücudunu meydana getiren ha mur, insan vücudu. İmdi; yukarıdaki tanım ve yaratılış ayet leri, en azından bize göre, ilgi çekici tarzda örtüşüyor. Ayetler den "insanı yaratma süreci" çıkarmak istersek, aşağı yukarı şöyledir: İnsan doğal/tabii nesneler, maddi varlıklar arasında bir maddi varlıktır köken itibarıyla. Allah ona "Kendi Ruhu"nu
·
yerleştirnıiş, üst(ün) düzeye yükseltilmiştir. 15 Yukarıdaki mo dernleşme tarifi de tam bunu demek ister. Onu, yaratılış sü
recinin tarifi olarak, yeniden yazabiliriz: Yenilenme, insanın insan olarak ilerlemesidir ki, madde bunun önemli fakat arızi (asıla taaluk l etmeyen) bir parçasıdır: Hakiki insani ilerleme, kadın veya erkek, insanın bir avuç çwnur (madde) konumundan, insanı gerçek anlamda insan kılan yüksek tefek kür ve ruh düzeyine (ahlaki Ukelere) yükseltmek anlamına gelir.
Tarifin başına ''yenilenme" terimini koymamızın sebebi şu: İnsanı yaratmak maddeyi yenilemek, yeni ama ondan üstün bir seviyeye yükseltmektir; artık o, sırf maddelikten çıkar ve ona indirgenemez. Modernleşme tanınuyla birleştirdiğimiz de söylenebilecek; insanın , bu sefer teknoloji yoluyla, tekrar "maddeleşme" vetiresine girmesinin istenmediğidir. Demek; "İslami modernizm", günümüz Müslümanlarının epeycesinin "olmazsa olmazlardan" addettiği teknoloji üretimi yahut müdafaası değil. Onu "teknolojik gert kalışa ağıt" tutumu sananlar fena halde yanılrnaktalar. Fazlur Rahrnan'ın münha sıran "ekonomi" ile alakalı yazılarını16 iyice anlayanlar, oralar da, neredeyse, "eğer iktisadi ilerleme insani değerler pahasına olacaksa, varsın ilerlemeyelim" demeye kadar gitme eğilimi ta şıdığını sezeceklerdir. Bu türden ifadelerden çıkarsamakta hiç zorlanılmayacak ana nokta şudur. İslami modernleşme, yerlru renin açlığı susuzluğu yerli yerinde dururken uzaya gitmek sev-
15. lficr, 26. 28. 29, 33; 6. En'am, 2; 7. A'raf, 12; 22. Hace, 5; 23. Mü'minün, 12-14: 32. Secde, 8, 9; 38. sad, 72. 1 6 Fazlur Rahman, "İslam ve İktisadi Adalet Sorunu", Makaleler III, s. 83129. Fazlur Rahman, "İslam'ın İktisat İlkeleri", çev. Ali Rıza Gül, İsl.am.iyô.t V (2002), sayı: 2, s. 139- 146. 15
İslam Çağdaşçılannın Çağdaşlık Yorumu
49
dası olmadığı gibi;17 tam aksine, teknolojinin doğurduğu "yer yüzüne egemen adaletsizlik" gibi sorunlara cevaplar, çözümler bulmaktır. O, alınması ve üretilmesi kaçınılmaz ise, teknolojiyi, onu yönetecek ve yönlendirecek ahlaki değerlerin hizmetine vermektir. Fazlur Rahman'ın teknolojiyi hem "fırsat" hem de "tehdit" telakki eden fikirlerinin özeti aşağıdaki gibi sunulabilir. Müslüman halklar esas itibarıyla yoksuldur. Bundan ötü rü, onların öncelikli "ahlaki sorunu" fakirliktir. Bundan kur tulabilmek için üretim ve servet oluşturulmalı ve sonra da adilane paylaşılmalıdır. Bu ise, modern, yani Batı'daki tekno lojinin büyük ölçekli ithali ve tatbikiyle gerçekleşebilir. Fakat, bizzat Batı, teknolojisini ve ona eşlik eden bilgiyi oluşturma ve geliştirme sürecinde, tehlikeli biçimde, insani ve ahlaki değerleri bir yana atma noktasına ulaşmıştı. 18 İnsanın özde ekonomik. bir birim ve insan gelişiminin de temelde iktisadi/ maddi olduğu görüşü yerleşti. 19 Bundan dolayı; insanlar "salt teknoloji"nin tuzaklarına karşı uyarılmalıdır da. Batı bu an lamdaki modernleşmeyi üstün ahlaki ideallere sırtını dönerek gerçekleştirmiştir.20 Bilim ve teknolojisini geliştirmiş ama, in sanı onun esiri de yapmıştır. Değerler boşluğunda debelenen büyük sayıda insan ya dinmez bir susuzlukla şehevi/beden sel tatmin arayarak ya da uyuşturucu alma, insan katletme ve intihar gibi tamamen sapkın davranışlara yönelerek baş kaldırmaya başlamıştır. Diğer bir deyişle; Dünya artık bir orman, insan da oradaki bir hayvan hfiline gel miştir. Bundan dolayı; insan için en önemli sorun, bilimsel ve teknolojik gelişmenin daha yüce bir hayat görüşü, yani yüksek insani değerler anlamında bir ahiret görüşü oluşturmada nasıl kullanılacağı. onun hizmetine nasıl sunulacağıdır.21 17 Fazlur Rahman bunu Flrdevsi'ye atıfla da eleştirir: "Yeryüzünün işlerini iyice hallettin mi ki. kendini gökler ile meşgul etmeye başladın?" "Kısa Bir Hayat Hikayem". Makaleler m. s. 13. 18 Fazlur Rahman. "Kısa Bir Hayat Hikayem", Makaleler ill, s. 13. 19 Fazlur Fahman, "İslıi.mi Yenilenme: Alanı, Yöntemi ve Sunduğu Seçenek ler", Makaleler fil, s. 62. 20 Fazlur Rahman, "Kısa Bir Hayat Hikayem", Makaleler IH, s. 13. 21 Fazlur Rahman; "Müslüman Toplumda Gayri Müslim Azınlıklar", Maka leler n. s. 1 12.
Din Sosyolojisi ve İsliimi Modemizm -Toplumbllim Yazılan m-
50
Benzer yönleriyle teknoloji bir "modem sorun"dur. Bu, "İs lami yenilenme"ye iki ana gerekçe verir: (ı) Onun doğurduğu zorlu sorunlan çözümlemek ve çözmek için güçlü çözümler bulunmalıdır. Sorunlar yenidir, çözümleri de yeni olmalı ister istemez. (ıı) Teknolojinin ahlaki ideallere ters düşmeyen öğele ri benimsenecekse, bunun "kuramsal temeli" kunılınalı; yani, niçin benimseneceğine cevap veren "ahlaki ilkeler" aranmalı dır. Teknoloji modern zamanlara özgü olduğundan, rastlanıl madığı zamanlarda ona dair bir kuram, ne kadar aransa, bu lunamaz yahut yeterlilik taşıyamaz. Bu zemin de yeni olmalı. İkisine de şamil ve biraz evvel alıntıladığımız bir ifadesinde F. Rahman şöyle diyordu: "Kur'an'ın sunduğu rehberlikte, onun bireysel ve toplumsal düzeylerde insana yönelik hedefleri nin doğru anlaşılması şartıyla, tüm zamanların sorunlarına çözümler bulunabilir." Bu sözlerin aslında "yenilenmeyi" ta nımladığını da söylemiştik. Şu halde, ''yeni çözümler" ve "yeni kuramsal zemin" derken, kastedilen Kur'an'dan bağımsızlık olamaz. Bir yenilikçinin "niçin yenilenmeliyiz" sorusuna "sos yolojik gerekçeli" cevaplarından biri, öyleyse, şudur: Çünkü modern zamanlar yepyeni bir olgu (teknoloji) doğurmuştur; bunun hem vaatleri hem de tehlikeleri mevcuttur; ikisi ile de yüzleşmek üzere, Müslüman bilincin Kur'an ile yenilenmesi, hayat sorunlarını onun ışığında çözmesi ve hayatı yenilemesi lazımdır. "Yeni durum", "İslami yenilenme" yahut "İslam'ı yenileme"ye başka bir temel unsuruyla da sosyolojik gerekçe verir. Burada söze konu "adalet", "hüniyet" ve "eşitlik" gibi ahlaki ilkelerdir. Yenilikçi, onlardan modern durumun hem özelliği olarak hem de göz ardı etmesi nedeniyle bahseder. Onları tehlikeye de at mıştır. Bazı yazarlar tahfif, tezyif ve tahkir ile; İslam modernist lerinin, Fransız İhtilali'nden etkilenerek, bu ilkeleri Kur'an'da da aradıklarını; tekil ayetlerine ve ruhuna atıfla bir şekUde bul duklarını söylerler. Varmak ve vardırmak istenen sonuç yan lıştır tamamıyla: Bunlar hiç de arzulanır idealler değil; dolayı sıyla, yenilikçiler abesle iştigal etmekteler. Halbuki;
ISlam Çağdaşçılannın Çağdaşlık Yorumu
51
(ı) Bu ilkeler ve benzerleri Fransız İhtilali'ne ve onu hazır layan düşünürlere mal edilemez. Batı'nın tapulu mülkü görülemez.
(ıı) Bu ilk.eler Batı'da mütekfunil uygulama bulmuş ve bu luyor değildir. Orada ortaya çıkan sivil hareketlerden birazcık haberdarlık, eğer Batı'ya aitseler, onlara ihanet edildiğini bile düşündürür. "Modern teknoloji"yi üreten "pozitivist düşünce" insanlığa "daha iyi gelecek" vaat ediyordu. "Pozitivizm" , "fiziksel evreni inceleyip işleyiş yasalarını keşfetmek ve insana boyun eğdir mek; hastalıklara, sel baskınlarına vs. çare bulmak; ve doğa bilimlerinin yöntemlerini kullanarak daha yaşanabilir bir toplumsal dünya kurmak" anlamına gelmiyordu sadece, bir "olumlama" da içeriyordu: "Gelecek, her zaman öncelerinden daha iyi olacaktı . . . " Hiç de öyle olmadL Buna en ciddi eleştiri ler yine Batı'da yeşerdi. Bunlar bir yana; modern teknolojinin vaatleri arasında yer alan "yönetime katılım" gereğince ger çekleşmedi. Bu yüzden; birilerinin, her demokrasi müdafaa sını, "Batı kuyrukluğu" telakkisi yersizdir. "Sorun" demokrasi değil, "yokluğu"dur. Dolayısıyla, Kur'an ve Sünnet'te aranıla cak "demokrasi karşıtlığı" değil, mükemmele yakınlıkta ger çekleştirilmesinin itici gücüdür. Bu açıdan "yenilenme", zaten gerçekleştirilmeyeni ithal olmayıp; gerçekleşmemesinin çıkar dığı sorunlara cevaplar bulmak ve onu gerçekleştirmektir. Yine; "sorun", "kadın hakları"nın Batı'da gerçekleşmesi ve onu kopya değildir. "Sorun" orada gerçekleşmeyişi ama bura
da gerçekleştirmenin yollarının bulunmasıdır. Bazı insanları Batı'da ortaya çıkan "kadın hareketleri"ni buraya aktarmakla suçlayanlar bir mantık hatası işlediklerini görmeliler. Bu ha reketlerin orada yeşermesi ve gelişmesi; yeterince bulunmayı şı ve egemen güçlerin engelleyişi nedeniyledir. Bu yüzden, on ların muhalifleri, oradaki bir avuç mazlumun yerine egemen güçleri desteklediklerinin farkına varmalılar. Açıkça sormalı tüm bu ilkeleri Batı ile özdeşleştirenlere: Bilhassa İslam yu
kandaki. ilkelerin bir bi.çimde toplumda hakimiyetini sağlamak hedefiyle gelmemi.şse, ne i.çin gelmi.ştit? Diyelim bunu sağla-
52
Din Sosyolojisi ve İsliımi Modemizm -ToplumbUim Yazılan fil-
mak maksadıyla gelmedi. O halde bunun için geldiği yorum lanmalı ve yokluğunun çıkardığı sorunlar çözülmelidir. Bu ilkelerin Kur'an ve Sünnet'ten istihracı lafzen dahi olanaklıdır ve yüzlerce ayete gönderme yapılmak.tadır. Hemen hiçbirinde de ne "metni zorlama" ne de bir tür "yorum" var. Bir yenilikçi şunu sorma haklona sahiptir karşı çıkanlara: Onları gerçek ten Kur'an ve Sünnet'e mi, yoksa "ataların/geleneğin dini"ne mi uyarak reddediyorsun? Öte yandan; ilkelerin evren Ölçeğinde uygulanmayış "soru nu" mevcut. Ban adaletçi, özgürlükçü ve eşitlikçidir varsaya lım. Bunları tatbikle yerküreyi adalet evreni haline mi getirdi? O, olsa olsa "içeride demokrat, dışarıda empeıyalisttir; içe ride eşitlikçi, dışarıda ayrımcıdır; içeride refah yanlısı, dışa nda sömürücüdür. "22 Tek başına Filistin meselesi bile, diye sorar yenilikçi, Müslümanların bu ilkelere sıkıca sarılmasını gerektirmez mi? Filistin'! savunmak ille de yenilikçi olmaklığı gerektirmez elbette. Ama, Batı'nın bu konudaki siyasetinin dinsel ve tarihsel arka planını en iyi soruşturanın ve şimdiye dek rastladığımız en şiddetli eleştirileri yöneltenin yenilikçi Fazlur Rahman olduğunu şahsen biliyoruz. 23 "Yenilenmeyi sosyolojik gerekçelendirme" başlığı altında aslında yalnızca "teknoloji sorunu" ele alınacak idiyse de, di ğerlerine de giriverdik. ÇoğalWabilirdi bu sorunlar. Şu andan itibaren birkaç sayfada, "yenilenmeyi ahlaki gerekçelendirme" üstüne konuşacağız.
22 23
Fazlur Rahman, "İslam ve Yahudillk", Makaleler n, s. 74. Fazlur Rahman, "İslam ve Yahudilik", s. 73-78. Buradaki iddlalann pe şine düşecek bir dinler tar1hi araştırmacısı bekliyoruz yıllardır: (ı) İsrail devleti Ortadoğu'nun yerlisi değildir; dinsel, ırksal, kültürel ve hepsinin ötesinde siyasal olarak yabancı bir unsurdur. Batı'nın askeri gücünün dayatmasıyla yamanmıştır. (ıı) Hıristiyanlar, Yahudilere yönelik suçluluk duygusunu telafi için İsrail'i kurdurmuştur. (ııı) Hıristiyanlıktaki "bin yılcılık" inancı, Yahudileıin Filistin'e dönme kehanetini de içermektedir; bu doğal akış gecikirse, tar1he müdahale edilmelidir. İsrail'ln kurulması oyununda işte bu da etkili olmuştur.
İslam Çağdaşçılannın Çağdaşlık Yorumu
53
Ahlaki Gerekçelendirme
Bilhassa Türkiye'deki görünümüyle, kitap0ar) hacminde araştınnaya mevzu bir "sorun" gözlemliyoruz: "Yenlliğt ya şarken yenilenmeyi savurunamak." Yukarıdakilerin bir kısmı zaten buna da yönelikti. Şimdild başlık tahtında söyleyecek lerimiz konuya daha sistematik bir "giriş"tir.24 Bir yenilikçinin ya yığınla çekinceyle ya da ancak Kur'an ve Sünnet ile bağlantılarını tesisten sonra onayladığı, bazen de hiç onaylamadığı, birtakım hususlar, kendini "gelenekçi" addedenlerce sorgusuz sualsiz uygulamaya dökülmektedir.25 Onlar yine de "gelenekçi' kaldıklarını düşünebilmekteler. Bu tutuma "gelenekçilik adı altında yenllikçlliJC' denebilir. Özel likle de "modern teknoloji" namına akla ne gelirse "müminin yitik malı" sayılmaktadır. Bazı teknoloji üıiinleri kısa müddet önce şiddetle zernrnedilirken; şimdi, zernınedenlerin vazgeçil mezleri arasına girmiştir. Hem de Kur'an ve Sünnet nezdinde müzakereye tabi tutulmaksızın, sorgulanmaksızın: Yaşı otuz beşin üstündekiler, bir zaman, mahrem diye hanımların yüzlerinin silindiği gazeteleri ve sonraki hallerini unutamıyorlar. Daha dün "resim/suret haram" diyenlerin, evimizin göbeğine capcanlı insanlar boca eden televizyonlar kurmalarını garip bir çelişki görüyorlar. Bugünkü yaygın for muyla tüm giyim kuşarnı daha dün kafire benzemeklik ad dedenlerin, bugün modanın peşinden sürüklendiklerint şaş kınlıkla izliyorlar. Akranlarının aksine gencecik yaşında vakit namazlarında camiye gidenleri, kot pantolonla gelmiş diye, neredeyse kovanların bugün kot fabrikası kurdukları kolayca unutulmuyor . . . Bunların sayılan arµnlabilirse de, gerekmez. "Daha ne is tiyorsun; baksana ewelki yargılarından vazgeçmişler. . . " den24 Ola k1, bu "gtrtş"ten istifade ederek genç sosyologlanmız aynntılı araştır malar yaparlar. 25 Bkz. Fazlur Rahman, "Modemitenin İslam"a Etkisi", Makaleler N, s. 74. Aslı, 1966 yılında sunulan konferans metnidir. Tar1h.i dikkate alınınca, "sorgusuz sualsiz benimseyip uygulama"nın şimdi nerelere vannışlığı tahmin edilebilir.
54
Din Sosyolojisi ve İsldmi Modemizm -ToplwnbiUm Yazılan m-
mesi tamamen alakasızdır maksadımızla. Sıralamaktan bir maksadımız, onlardan ve benzerleıinden yetertnce ders alın masıdır: Artık bir işe "haram" ya da "helal" derken herkes ihtiyatlı, tedbirli ve temkinli davranmalıdır. İkincisi de şudur. Yukarıdakilere ve benzerleıine kısa bir süre önce adeta "ha ram" yargısıyla bakanlar, aslında bu yargılarından vazgeçmiş değiller beliti de. Onları şimdi de inanç açısından "haram" gö rüyorlardır; fakat fiilen uygulamaktalar. " Yenilenmeyi ahlaki gerekçelendimıe" bunun içindir de ve bir yenilikçinin şunu demesi yersiz sayılmaz: Ya bunları, İslam'ın ana kaynaklarına canlı bir bağlantıyla, inanç ve uygulama açısından meşru laştırın ya da hiçbirini yapmayın; böylece de aradaki "ahlaki uçurum"u yok edin. Birilerinin, "Müslümanlar şunu veya bunu uyguladıkla rında, ille onu onaylıyor değiller; sırf o anda zaruri gördükle rtnden, vakti gelince de terk üzere, uygularlar" demesi tabü ki geleneksel anlayışa uygundur ve hazır kulaklar bulmaktadır. Ne var ki, diye uyarır yenilikçi, bu mantıkla davranılırsa, işle
nemeyecek tek "haram" kalmaz. Böyle bir "gayri ahlakiliği"26 defetmek için de "yenilenme" elzemdir. Bu açıdan "yenilen me"; onlardan uzaklaşmada tüm çaba gösterilmesine rağ men, vazgeçilemezliği hakikaten ortaya çıkmış yapıp etmeleri ya ana kaynaklara müracaatla meşrulaştırmak; ya da geçici meşrulaştırmaktır. "İnanma" ve "yapma" uçurumu da böyle ce kaybolabilir. "Geçici meşrulaştırma", sanki, gelenekçinin "vakti gelince. . . " tezine denk düşüyor izlenimi verebilir. Böyle bir izlenime kapılmak yanlıştır. Kastedilen; birtakım kabul, inanç ve davranışların nihai hükme zaten bağlanamayacakla n,
bu yüzden de geçici hükme tabi kılınabilecekleridir. Ken
dini gelenekçi addeden bilmiyor olabilirse de, gelenekteki bazı ictihadlar tam da bu mantıkla yapılmıştır. "Şunun haram lığına inanmaktan vazgeçmeyelim de, bir süreliğine uygula yalım" mantığıyla değil. Bu mantıkla ictihadlara da rastlan sa bile, konular yukarıdakilere hiç benzemez. Diğer yandan; 26 "Ahlaki çelişme" veya "gayri ahlakilik" tabirlerini kullanırken "inanma ve yapma arasında tutarsızlığı" kastettiğimizi söylemeye bile gerek yok sanı rız. Aksi haddimiz değildir.
İslam Çağdaşçılannın Çağdaşlık Yorumu
55
"şu cemaat kot fabrikası kurduysa da, tek mensubunun bile giymesine izin verilmez"; "şu cemaat televizyon kurduysa da, mensupları değil başkaları seyretsin diye" söylentisine kesin likle inanamayız.
"Yeniliği.fiilen yaşarken yenilenmeyi savunmama" çelişkisi ne aklımıza gelen bir örneği de verebiliriz. Birisi televizyonda dini sohbet programı yürütüyor ve sorulan cevaplıyor. İzleyi cinin, bir hadis'e atıfla yönelttiği, "bugün giyilen elbiselerin bu hadis ışığında hükmü nedir?" sorusunu cevaplayacak. Yığınla girift söz çıkıyor ağzından ve neticedeki fikir şu: Bu giysileri giymek uygun değil Bu fikre hürmet gösterilebilir. Ama, hür meti engelleyecek birkaç husus göze çarpıyor hemen. Bir; çık tığı televizyon haram dahi kabul edilebilir ayete veya hadise yaslanarak; yahut da, en azından "suret" hakkında geleneksel hüküm ile kıyas yapılarak. İki; sorgulanmaya açılan elbiseyi bizzat giymektedir. Üç; bir de kıpkırmızı kravat takmış. Krava
tın "medeniyet yuları olduğu" kanaatini buna rağmen taşıyor mu bilmesek de, bildiğimiz ve bildiği, hem de böylesine bir kır mızının gelenekte hoş karşılanmadığıdır. Kısacası, inandığı ile karşılaştırılınca, yaptığı yerçekimine yenik düşmüş. Şimdiki başlıkta işlediklertmiz hakiki birer "son.m"dur. İla ve ve aşağı kalmayan bir sorun daha var: Bazı gerekçelerle takınılan örtülü modemizm
Örtülü ModernizmOer) Suskunluk, İkili Konuşma, Gelenekle Reform ve Tedricilik Fazlur Rahman'ın "İslami Yenilenme: Alanı, Yöntemi ve Sunduğu Seçenekler"27 başlıklı, bu problemin şuurundalıkla yazılmış gözüken, gayet sosyolojik bir yazısı vardır. Başlığın şanına yakışmaz derecede kısa ve biraz da karışıktır. Ana fik rini, yazıyı ancak ortamımız ile de ilişkilendiierek anlayabili yoruz: Müslümanlar bir tür "modemleşme"de hiç de isteksiz değiller; yol yordamı farklılık göstermekte sadece. 27
Fazlur Rahman, "İslami Yenilenme: Alanı, Yöntemi ve Sunduğu Seçenek ler", Makaleler fil, s. 61 -82.
56
Din Sosyolojisi ve İslami Modemizm -ToplwnbUtm Yazılan m-
Kiınilert, "yenilenme" iştiyakı taşısalar da zihinlerinde, "suskunluğu" seçerler fiiliyata dökmede. Öyleyse, aslında bir "yenilenme yöntemi" sayılmaz bu. Sırf zihin egzersizi belki de. Bu tipoloji, eş dost meclislerinin kapalı sohbetiyle yetinir. Ye nilenme isteğinde samimi ise de, dışa yansıtmaz. Bunu "sus
kwılul