Diasporada Türk-Kürt Sorunu: Almanya ve İsveç'te İkinci Kuşak Göçmenler [1 ed.]
 9789750513633

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

BAHAR BAŞER



Diasporada Türk-Kürt Sorunu

BAHAR BAŞER 1983 yılında Bolu'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası llişkiler Bölümü'nden mezun olduktan sonra lsveç-Uppsala Üniver­ sitesi'nde yüksek lisans, ltalya-Floransa'da doktora yapu. Almanya'da Humboldt Üniversitesi'nde, lsveç'te Linköping Üniversitesi'nde ve Portekiz'de lnstituto de Ciencias Sociais'te ziyaretçi araşnnna görevlisi olarak görev yapnktan sonra, etnik çatışmalar ve şiddet konulu dersler verdiği Warwick Üniversitesi'nde çalışmaya başladı. Karabağ sorununu ele aldığı Third Party Mediation in Nagomo Karabekh adlı kitabı 2008 yılında yayımlandı.

lletişim Yayınlan 1945 •Bugünün Kitapları 1 57 ISBN-13: 978-975-05-1363-3 © 2013 lletişim Yayıncılık A. Ş. 1 . BASKI 2013, İstanbul EDITôR Tanıl Bora YAYINA HAZIRLAYAN Işıl Kurnaz KAPAK Seda Mit KAPAK FOTOCRAFI Mustafa Şentürk UYGULAMA Hüsnü Abbas

DÜZELTi - DlZCN Birhan Koçak BASKI ve CiLT Sena Ofset· SERTiFiKA NO. 1206'4

2. Matbaacılar Sitesi B Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-1 1 34010 lstanbul Tel: 212.613 03 21

Litros Yolu Topkapı

tletişim Yayınlan. SERTiFiKA NO. 10721 Binbirdirek Meydanı Sokak lletişim Han No.

7 Cağaloğlu 34122 İstanbul

Tel: 2 12.516 22 60-61-62 •Faks: 212.516 12 58 e-mail: [email protected] •web: www.iletisim.com.tr

BAHAR BAŞER

Diasporada Türk-Kürt Sorunu Almanya ve lsveç'te İkinci Kuşak Göçmenler -: ' � ·"

- - .

&.-

1

�\''',

.....

.

iletişim

�)

ilk öğretmenim ve Sevgili Dedem Cevat Fahri Başer'in anısına

iÇiNDEKiLER

ÔNSÔZ

BAHAR BAŞER VE TÜRK VE KÜRT DIASPORALARI MARTIN VAN BRUINESSEN .......................................................................................... .............. 13

SUNUŞ

. . . .........................................................................................................................................

.21

Birinci Kısım BiRiNCi BÔLÜM

GIRIŞ

.................................................................................................................................................

Neden bu konu?

.27

........................................... ........ . . . . . . . . .............................................................

Avrupa'da Türk-Kürt meselesi

.........................................................................................

32 38

iKiNCi BÔLÜM

·şev... SELAM BEN TÜRKIYE'DEN GELiYORUM·

........................................ .

. 53

içeriden misin dışandan mısın? . ... . ...

........................................................................ ......

.

55

Alan çahşması..............................................................................................................................59 Araştırmaya dahil edilen diaspora organizasyonları

.......................................

61

............................ ................................................... ............

61

..................................................................... .......................

63

lsveç'teki Türle dernekleri isveç'teki Kürt dernekleri

.

. 64

Almanya'daki Türle dernekleri

........................................................... ................ ....

Almanya'daki Kürt dernekleri

.................................................................................

.

67

ÜÇÜNCÜ BÔLÜM

DIASPORA NEDiR? .. .. ..

...

.

.

.

..... . . ... .. .. . . .. ... . . . .. .

. .....

69

......................................................................................................................

...... .................. ...... ...................

. . ...

..

.

.. . .

..

. . . ..

71

Diaspora kavramı

Diaspora seferberliQi ve kimlik oluşumu

. . .

.

.

. . . . 76

...... .... ... ................. ...... ............ .... . ....

Diaspora, anavatan ve ev sahibi ülke . . . .. . . ... .... . ... ... ..... ... . . ... ... .. . . . . ..

... . ..

.

. .

..

.

.

. . ....

.

.

83

.. .....

Diaspora ve ev sahibi ülke . .. . ... . . .... . .. .... ... . ... .... .. ... . .. ...... .. . . ... .. 86 ... .

... ..

. ... ...

... ...

.

.

. ..

...

...

..

. .

.

.

. . .

.

Siyasi imkanlar ve diaspora seferberliği.... .. ... . .. . .. . . ... .... ............ 86 .

Diasporalar ve anavatandaki çatışmalar

.

. ..

.

.. ...

... .. ..

.. .

....

.

.. .

.

.................... ..... . .. ...........

... ...... ..........

Anavatandaki etnik çatışmaların ulusötesi alana taşınması

........ ... .... .....

ikinci kuşak üzerine.. . .

....

... .... ........

.

.

.

.

90

. . .

.

............ ........ ............... .................. ........ ........................

93

94

DÖRDÜNCÜ BÔLÜM

ISVEÇ VE ALMANYA: GÖÇMEN POLITIKALARI VE ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK . . . . . . . .. .. . . . .. . . ....

.

..

............................ . ............. ....................... . ............

lsveç: Çokkültürlü bir cennet?

.

................ ......................................................................

lsveç'e göçe tarihsel bir bakış

.

.

.

.

......................... ......... .................... ........ .............

Asimilasyondan uyum politika/arma...... ... ... ..

.

. .. .

......... ..

.. .. ..

. ...........

..

...

Vatandaşlık politika/art ve lsveç'te siyasi katılım . ..... . .. .... ... ..

. .

.

.

..... ....

99

103 103 105

. .. .. 108

....... .

.

Yabancı düşmanlığı, istihdam, eğitim ve bartnma ile ilgili problemli konular

. .

...

.

... . 111

................. .... ......... . . ..... ..........

. .

lsveç çokkültürlülüğüne eleştirel bir bakış . .

.. .. ............................................

115

lsveç sistemi ve göçmen kuruluş/art

............ ....................................................

117

.

Almanya: Uzun süren bir misafirlik durumundan nihayet ev sahipliQine? . .. . . .. ..... . .... ... .. ... . .. . ...... .. . . . . . .... .....

. . .

.

Almanya'ya göçe genel bakış

.. .

.

..

..

.. .

. .

.

. .. . ... ...

. . ... . . ........ .

.. . . .

....................................

. .

.

.. .

....

120

.. . 120

. ... .... .......... . .. .........

. .

Almanya: "Misafirlerle" nasıl başa çıkmalı? ............. ...... ............. .. . . . 122 ..

..

.

.

. . . .

Almanya'da vatandaşlığa kabul politika/art ve siyasi katılım . . 125 ... . .

Almanya'da problemli konular

............................................................................

Almanya: Çokkültürlülüğü başlamadan bitiren ülke

..........................

130 134

Almanya'da göçmen gruplartnm kurumsallaşması ve siyasi süreçlere katılımı

.

..

. .. 138

..................... ...... . ........ ...

Almanya ve lsveç göçmen politikalanna karşılaştırmalı bir bakış

.......

143

............................ .............

149

......................... ............... .....................................................

149

BEŞiNCi BÔLÜM

ISVEÇ VE ALMANYA'YA TÜRK VE KÜRT GÖÇÜ lsveç'te Türkler ve Kürtler

.

.

.

Türle göçmenler ve diaspora oluşturma süreci... .. . . . .

. .

... .. . .............. .. ........

151

lsveç'te Türk diasporasmm oluşumu

.

. .

.

.

... ... .................... . .. ............ ......... ......

.

.

Kürt göçmenler ve diaspora oluşturma süreci .

..

...... . ..... .... ..... .... ... .....

Kürt diasporastntn aktiviteleri

.

.

.

.

.

154 159

... ... . .... ............

.

..

..... .............................................. 162

.

Almanya'ya Türk ve Kürt göçü

.....................................................................................

Almanya'daki Türle toplumu ve diaspora oluşturma süreci

...........

166 168

Almanya'da Türk diasporası : ................................................................................ 170 .

Almanya'ya Kürt göçü ve diasporalaşma süreci

.....................................

174

Almanya'da Kürtlerin diasporalaşma süreci

.. ...........................................

179

lsveç ve Almanya'ya karşılaştırmalı bir bakış. . .

.

. . .. . ...

..

.. ...................................... 183

ALTINCI BÔLÜM

TÜRK-KÜRT SORUNUNUN ISVEÇ VE ALMANYA'YA YANSIMALARl . lsveç'te Kürt hareketi

.. ....... .... .....

.

.

.

..... . .................. .............. 191

.... ..... . .. . .

.

. . . . ......................................................... .............................. 191

lsveç'in Türk-Kürt meselesine yaklaşımı lsveç politikasmda Türk-Kürt sorunu

.. .. ..... ........ .. . .... ....... ................

. .

.

. ..

.

.

. .

193

. 197

........................................ ....................

Türk-Kürt sorunu ekseninde lsveç-Türkiye ilişkileri...

Almanya'nın Kürt meselesi . . ..

.

. 201

....................... ..

...... . .... ... .... .. ... ..

..

.

.

. .

. ..... . ............................... . ................ . 204

Almanya'da Türk-Kürt sorunu ve şiddet içeren çatışmalar

............

Alman siyasi partileri ve Kürt hareketine destekleri .

206

. 217

... ..................... .

Kürt meselesi nezdinde Almanya-Türkiye ilişkileri. .

. .

... .............. ... .......

219

ikinci Kısım iKiNCi KUŞA�A MiRAS KALMIŞ ETNiK ÇATIŞMALAR

.

........................... 225

YEDiNCi BÔLÜM

ISVEÇ'TE iKiNCi KUŞAK TÜRKLER VE KÜRTLER: iKi AYRI DÜNYA?

.................................................................................................................

lsvec;'te ikinci kuşaQın diasporaya dahil olma süreci "Kürtlere bir şekilde karşılik vermeliydik"

.

231

..... ........................ ...................

232

.

.

"Ailem ben Kürt olabileyim diye buraya gelmiş" .

... ............

.................. 238

ikinci kuşak Türk ve Kürt diasporaları arasındaki çatışma alanları.

.

................................................................................. ...........

Gündelik hayatta ikinci kuşak Kürtler ve Türklerin bireysel ilişkileri

231

............................ ........

.

..

245

. 250

........................................ ............. . .............

Milliyetçi hassasiyetler ve söylemsel çatışmalara sebep olan konular: "Kürdistan'" ve "Kürt sorunu"

.......................................

Türk ve Kürt dernekleri arasındaki ilişkiler .... .. . . .. .. . . ..

Türk ve Kürt diasporalarının iç ilişkileri

.

254

. .. ............. ...... ..............

258

..................................................................

260

Türle diasporası: Kululular ve diğerleri

. . .

.

.

...........................................................

ikinci kuşak Kürt diasporası: Farklılıklar içinde uyum?

......................

260 262

SEKiZiNCi BÖLÜM

ISVEÇ'TEKI SiYASi VE SÖYLEMSEL IMKANLARIN TÜRK VE KÜRT DIASPORALARININ iLiŞKiLERiNE ETKISl . . . ......... 265 .. .... ... ..

Güç asimetrilerinde deQişiklik: Hegemonyaya karşı gelmek .. . .............. 265 . .

Türk diasporası lsveç için ne diyor7 ... ...................... .......... ...... .. . .... .... . ..... .. 267 .

.

Kürtler lsveç hakkında ne diyor? ...... . ... .. . .

. .

.

..

.. ..... ...........

.

.

. .

...

. .

.

.

... .... .................................

.. . .

272

Diasporada ittifaklar ve rekabetler ........................................................ ............ ... . 275 .

lsveç deQerleri ve ikinci kuşaOın lsveç algısı lsveç'in çokkültürlülük politikalarının diasporaların örgütsel davranışlarına etkisi

.

.

............... .......................................

279

........................................................

286

.

DOKUZUNCU BÔLÜM

ALMANYA: TÜRKIYE'NIN BENZER EŞl7

..... .

. .....

. .. .

.......

..

ikinci kuşak Türk ve Kürtlerin diasporalaşma süreci

...

. .

..... ..

.. .... . ..

.

. .

. .... ... . .... 291

.....................................

Eski ve yeni "ötekiler'': Neo-Nazilerden "PKK'cılara"

...... . . ..

.. .......

. . . .. .

291 292

"Bence bütün Kürtler siyasi doğar. Sadece farkmda değiller

•... "

................................................................................... 300

Almanya'da Türk-Kürt sorunu: ikinci kuşaOa yansımalar iki grup arasında şiddet içeren çatışmalar

..... .....................

308

...... ....................... ....................... .....

309

.

.

.

Şiddet içeren ve içermeyen çatışmalar arasında bir gri alan Şiddet içermeyen etnik çatışma alanları

......... ... . ... .

..

. 313

........................................

323

...............................................

325

. . . . ...

Diasporalarm büyüklüğü ve birbirine oram Bir "ortak değer" olarak Türlcçe

....... . ....... .

........................................................................ .

. 327

Ekonomik öncelikler ve birbirine bağımlılık: Ekmek parası, hayat kavgası ve üç-beş kuruş

...... . ...... ..........................

333

......................................................................................

336

..

.

Türk ve Kürt ikinci kuşak diasporalar arasmdaki bireysel ilişkiler

Türk ve Kürt diaspora dernekleri arasındaki ilişkiler: Dayanışma ve rekabet.

........ ................ . ...... .......................

.

..

iki Kürt diaspora derneği: KOMKAR ve YEKKOM

.

................................ .

348

. 348

Çok boyutlu ve karmaşık Türle diasporası

....................................................

Türle ve Kürt diasporası: işbirliği mi düşmanlık mı?

.............................

354 358

ONUNCU BÔLÜM

ALMANYA'DAKI SiYASi VE SÖYLEMSEL IMKANLARIN TÜRK-KÜRT iLiŞKiLERiNE ETKiSi

369

Türk hegemonyasına devam: Güç eşitsizlikleri yeniden mi üretiliyor?

.................................................................

369

............................................................................................................

371

..............................................................................

Türkler ne diyor? Kürtler ne diyor?

.............................................................................................................

Diasporada ittifaklar?

.........................................................................................................

Almanya'da iki grup arasında neden şiddet var?

..................... . . .....................

Almanya'nın diaspora organizasyonlarına yaklaşımı

373 378 381

........... . . . . . ...................

388

..........................................................................................................................................

393

ON BiRiNCi BÖLÜM

SONUÇ

Diasporanın yapısal özelliklerinin ev sahibi ülkedeki etnik çatışmalara etkisi

..........................................................

Ev sahibi ülkedeki siyasi ve söylemsel imk�nların etkisi ikinci kuşaOa miras kalan çatışmalar

398

............................

401

........................................................................

404

KAYNAKÇA ..................................................................................................................................... 409

DIZIN

...............................................................................................................................................

421

Ô NSÔZ

BAHAR BAŞER VE TÜRK VE KÜRT DIASPORALARI MARTIN VAN BRUINESSEN

Bahar Başer, Batı Avrupa'da Türk ve Kürt diasporalarının orta­ ya çıkışı ve ikinci kuşak Türk ve Kürt gençleri arasındaki ger­ ginlikler hakkında çok ilgi çekici bir çalışmaya imza attı. Özel­ likle, Türkiye'den çok sayıda göçmen barındıran Almanya, genç Türkler ve Kürtler arasında şiddetli çatışmalara sahne ol­ du ve Almanya kadar olmasa da, diğer Batı Avrupa ülkeleri de benzer çatışmalara tanıklık etti. Avrupalı politikacılar, iki grup arasındaki gerginlikten her zaman "ithal edilmiş gerginlik" ola­ rak bahsediyor ve göçmenleri, etnik çatışmalarını anavatanla­ rında bırakmaları konusunda zorluyorlardı. Bahar Başer, bu ça­ tışmaları "ithal edilmiş çatışma" olarak görmenin meseleyi faz­ la basitleştirdiğini göstermektedir. Çatışmalara katılan genç er­ kek ve kadınların, anavatanları (aslında daha çok ebeveynleri­ nin anavatanı) ile aralarında güçlü bir bağ kurduklarını hisset­ tikleri bir gerçek ama aynı zamanda bu gençler Avrupalı ve on­ ların öfkeleri ve aktivizmleri ev sahibi ülkelerde karşılaştıkları şartlara cevap niteliği taşıyor. lsveç ve Almanya karşılaştırma­ sı, Kürt ve Türk aktivizmlerinin doğaları gereği iki ülkede bir­ birinden çok farklı olduğunu açıkça ortaya koyar ve Başer, bu­ nun göçmen nüfusunun kompozisyonu ve özellikle hükümet­ lerin farklı politikalarıyla ilgili olduğunu söyler. Göçmenlere 13

karşı çok hoşgörülü davranan, hem Türklerin hem de Kürtle­ rin kültürlerini geliştirmeleri için çokkültürlü politikalar sağ­ layan ama onların yaptıkları her şeyi "İsveçli gibi yapmalarını" isteyen lsveç'te, Türkler ve Kürtler arasında gerginlikler çıksa da açık bir çatışma ortamı yaşanmamıştır. Almanya'da tama­ men farklı olarak, Türkler ve Kürtler eşit kabul edilmeklerini hissediyor; Türkler, hükümetin Kürt aktivistlere karşı fazlaca hoşgörülü olduğunu düşünürken, Kürtler de hükümetin Türk devletinin uzantısı gibi hareket ettiğini ve onları Türk olarak gördüğünü hissediyordu. Birinci kuşak göçmen işçiler, pek po­ litize değillerdi; ama Almanya'da yer edinmek için mücadele eden, etnik kimliğini keşfetmiş bir ikinci kuşak vardı. Kürt meselesi sadece Türkiye'nin değil, Avrupa'nın da bir so­ runu haline gelmiştir. Bu, sadece çatışmanın Avrupa toprakla­ rında da olması bakımından değil, aynı zamanda Avrupa'da ye­ tişen ve düşünceleri Avrupa'da şekillenen insanları da içerme­ si bakımından böyledir ve çatışma, onların yaşadıkları toplu­ mun şartlarına cevaplan niteliğindedir. Kültürel olarak toplu­ ma yabancı göçmenler, Avrupa'da gönüllü yaşayanlar ya da sür­ günde olanlar, anavatanda bıraktıkları akrabalarından çok, sık­ lıkla kimlikleri ile ilgili sorularla karşılaşırlar. Göçmenlerin Ba­ tı Avrupa'da yetişen çocukları, toplumun çoğunluğuyla ve diğer göçmenlerle karşılaşarak kimliklerini keşfederler ya da seçer­ ler ve kimlikleri için eşit haklar talep ederler. Bazıları lslam'ı bi­ rincil kimlik olarak tercih edip diğer dinlerle aynı haklan talep ederken; diğerleri ayrımcılığa karşı bir tutum olarak Türkiye ve Türklük ile daha güçlü bir kimliği tercih etti. Kürtler ve Aleviler kendilerinin adına Türklerin ve Sünni Müslümanların konuş­ malarını ve hak talep etmelerini istemediler; Kürtlerin, Kürtçe değil de Türkçe öğrenme veya Alevi çocuklarının kendi dini ge­ leneklerini değil de Sünni lslam'ı öğrenme hakkını talep etme­ leri için bir neden yoktu. Elbette, insanlar kendi dini ve etnik kimlikleri adına daha fazla kaygılandıkça, aynı zamanda Türki­ ye'de olup bitenlere daha fazla dikkat etmeye başladılar, ancak kimlik çatışmaları Avrupa'daki yaşam koşullarından olduğu ka­ dar Türkiye'deki siyasi çatışmalardan da kaynaklanmaktaydı. 14

Türkiye'den Batı Avrupa'ya göç edenlerin sayısı öylesine faz­ la ve nispeten refah içindeler ki Türkiye'deki siyasi hareket için büyük bir finans kaynağı ve takviye haline geldiler. Çeşitli siya­ si hareketler, Avrupa'daki sempatizanları arasından para topla­ dı, ama Milli Görüş, Gülen Hareketi ve PKK, Avrupalı sürgün­ ler tarafından sağlanan imkanları seferberlik yaratma, çekirdek kadronun eğitimi, basın yayın, dayanışma ve etkinlik düzen­ leme bakımından daha etkili kullandı. Bütün etkinlikler sade­ ce Türkiye'deki etkinliklerin bir yan ürünü ya da uzantısı de­ ğildir, Türkiye'deki siyasi süreci etkileyebilecek olan aktivitele­ rin önemi, gün geçtikçe artmaktadır. Bahar Başer'in İsveç ve Al­ manya'daki genç Türk ve Kürtler ile ilgili çalışması sadece Ba­ tı Avrupa'daki göçmen grupların dinamiğini anlamak bakımın­ dan değil; aynı zamanda Türkiye ve Ortadoğu'daki Kürt soru­ nunun karmaşıklığını anlamak bakımından da önemlidir. Batı Avrupa'daki Kürt diasporası, Türkiye'nin, bir Kürt ger­ çekliğinin olduğunu ve bu gerçekliğin sadece terör ve ekono­ mik gelişme ile açıklanamayacağını anlamasında büyük rol oy­ nadı. Türkiye Kürtleri, uzun süredir milli kimliklerini geliştir­ melerini sağlayacak ulus-devlet kurumlarından yoksundular: anadilde eğitim, yazılı ve elektronik medya, parlamento ve di­ ğer temsilci konseyler, milli kütüphaneler, anadil ve tarih ens­ titüleri. . . Ancak Kürtler, bu gibi kuruluşları Avrupa'da kura­ bilmişler ve böylece Kürt kimliğinin kültürel ve entelektüel te­ mellerini güçlendirmişlerdir. Avrupa'daki Kürtler zaman için­ de, Avrupa lnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa Parlamento­ su'ndan uluslararası sivil toplum kuruluşları ve çeşitli ulusal parlamentolara kadar, Türkiye üzerinde Avrupa'nın çeşitli ka­ nalları aracılığıyla baskı kuran güçlü lobiler oluşturmuşlardır. Kürt diasporasının oluşumu, geçmiş yılların en önemli ge­ lişmelerinden biridir. 1970'lerde Kürt sorunu ile ilgilenmeye başladığımda, Batı Avrupa'da hiç Kürt yoktu ya da varsa bile görünür değillerdi. O zamanlar aslında Avrupa'nın dört bir ya­ nında onlarca Kürt'ün öğrenim görmekte olduğunu çok son­ ra öğrendim - lran'dan, Irak'tan, Türkiye'den, Suriye'den gel­ mekteydiler, çoğunun ailesi ekonomik ve siyasi açıdan ayrıca15

lıklıydı ve Avrupa'daki öğrencilerin hala var olan iki Kürt öğ­ renci birliği mevcuttu. Bu öğrencilerden bir kısmı ve genç me­ zunlar Kürt siyasetinde de etkili oluyorlardı: İsmet Şerif Van­ lı, jemal Nebez, Kamal Fuad, Majeed Jafar ve Abdurrahman Ghassemlou sadece tezler ve akademik kitaplar yazmadılar, Kürdistan siyasetinde ve Avrupa'daki Kürtler arasında öncü rol oynadılar. Öğrencilerin yanı sıra, göçmen işçi olarak gelen Kürtler de vardı ama onlar daha da görünmezlerdi. Türkiye'de istih­ dam edildikleri için genel olarak Türk olduklarına inanılıyor­ du. 1 960'larda işçi istihdamı başladı ve 1970'te Batı Avrupa'da, özellikle Almanya'da, yüz binlerce Türk "misafir işçi" vardı. Ba­ zı Kürt öğrenciler işçilerle iletişime geçme girişiminde bulundu ama o dönemde bunda çok başarılı olamadılar. Bu öğrencilerin siyasi hırslan vardı; ama işçiler Kürdistan hayali için değil, pa­ ra kazanmak ve hayat şartlarını iyileştirmek için Avrupa'day­ dı. Birçoğu, eğer kendilerini Kürt olarak gösterirse Türkiye'ye döndüklerinde karşılaşacakları olası tepkiden korktu ve doğal olarak Avrupa devletlerinin kendilerini Türklerle birlikte sınıf­ landırmasını kabullendi. 1 970'lerde, bazı dramatik olaylar oldu: Çok sayıda Kürt siya­ si sığınmacı Batı Avrupa'ya sürüklendi. 1 975'te, Molla Mustafa Barzani'nin Irak Kürdistanı'ndaki son büyük isyanı, Şah, Sad­ dam Hüseyin ile barış ilan edince başarısız oldu; 50.000'den fazla insan lran'a kaçtı ve bazıları daha sonra rotalarını Avru­ pa'ya çevirdi. 1 970'lerin ikinci yarısında Türkiye, gittikçe ar­ tan bir kutuplaşmaya ve siyasi şiddete sahne oldu, -Güneydo­ ğu Anadolu'daki sıkıyönetim ve 1 980 Askeri Darbesi- çok sa­ yıda entelektüel ve aktivist baskıdan kaçtı ve kendilerini Avru­ pa'da buldular. Şah'ın kaçışı ve Humeyni'nin ulusal lider olarak 1 979'daki geri dönüşü ile son bulan lran Devrimi, Kürtler'in otonomi talebi ve pek çok kişinin Irak'tan, Türkiye'den ve tabii Avrupa'dan kaçmalarına neden olan silahlı mücadeleyi uyan­ dırdı. 1 980'lerin ortalarından itibaren, Batı Avrupa'da Kürdis­ tan'ın bütün parçalarından gelmiş iyi eğitimli birçok siyasi sı­ ğınmacı vardı. 16

Benim ülkem, Hollanda, l 97S'te çok sayıda Iraklı Kürt si­ yasiye sığınma hakkı tamdı ve 1976'da üniversiteye girmeleri­ ne izin verdi. Onlar, Hollanda' da Türk göçmen işçilerin arasın­ da Kürtlerin olduğunun farkındaydı ve onları seferber etmek ve politikleştirmek için çaba sarf ettiler ama çok başarılı ola­ madılar. Takip eden yıllarda Türkiye'den ve Iran'daki devrim­ den sonra Iran'dan gelen Kürt sığınmacılarla işbirliği yapmak­ ta daha başarılıydılar. Onların, Hollanda'daki ilk Newroz kut­ lamalarım organize eden; festivalde Kürdistan'ın bütün parça­ larındaki Kürtleri, Kürt müziği, Kürt dansı, Kürt yemekleri ile Kürtçe ve Hollandaca kültürel ve politik konuşmalar yaparak, Kürt mücadelesini sembolize eden küçük bir tiyatro oyunu ile bir araya getirmeye çalışan Irak Kürtleri olduğuna inanıyorum. Newroz, gittikçe Kürdistan'ın her bir bölgesinden, farklı sınıf ve eğitim düzeylerinden Kürtlerin, neneleri ve küçük çocuk­ ları da dahil olmak üzere bütün aileleriyle kutladığı önemli et­ kinliklerden biri olmuştur. Kürtler, daha önce olmayan bir top­ lumsal bilinç oluşturdular; Kürt kimliğini böyle çeşitli grupla­ rın kutlaması, anavatanlarında bile yoktu. (Bu uzun sürmedi; bir süre sonra, Irak Kürtleri iki gruba ayrıldılar, rakip partiler­ le ittifak kurdular ve nihayetinde Newroz'u birlikte kutlayamaz hale geldiler. Iran Kürtleri ortak yapılan kutlamalara gelmeme­ ye başladılar ve Türkiye Kürtleri kendilerini farklı bir grup ola­ rak buldular, her birinin kutlayışı kendineydi. PKK sempati­ zanları, en çok Türkiye Kürtlerinin katıldığı ancak nispeten da­ ha az Irak ve Iran Kürtlerinin de katıldığı şimdiye kadarki en büyük Newroz kutlamalarım organize etmişlerdi.) Isveç, Kürtlerin göç tarihi ve diaspora aktivizminde çok özel bir ülkedir. Isveç, Almanya veya Hollanda'ya göre Türkiye'den daha küçük bir işçi nüfusuna sahipti, ancak sığınmacılara karşı özellikle oldukça hoşgörülü ve cömertti. Türkiye'de 1970'ler­ de görülmeye başlanan Kürt gazetelerinde yazan genç entelek­ tüellerin çoğu, fiziksel tehdide maruz kalmaları ve yazıları yü­ zünden yasal takibe alınmaları nedeniyle ülkeyi terk etmek zo­ runda kalarak Isveç'e sığındılar. (Bunların çoğu ilk olarak Iran, Irak ve Suriye'nin Kürt bölgelerinde güvenliklerini sağlamaya 17

çalışmışlardır.) Bu kitapta Bahar Başer tarafından tartışılan ls­ veç'in çokkültürlü politikalan, genç yazarlara hem Kürtçe yaz­ ma ve yayınlama hem de yükseköğrenimlerini sürdürmele­ ri imkiinını sağladı. Bu yazarlardan bazıları Türkiye'de yaşar­ ken Kürtçe yazmaya başlamıştı ama Türkçe halii en iyi bildik­ leri dildi. Ne var ki lsveç'te, bundan böyle Türkçe yerine Kürt­ çe yazmaya, konuşmaya ve düşünmeye karar verdiler. Mehmet Uzun, Rohat Alakom, Malmisanij , Fırat Ceweri, Murad Ciwan, Zeynelabidin Zınar, Arif Zerevan ve bu kuşaktan diğerleri el­ birliği ile emek vererek Kürtçe'yi medeniyet dili olarak canlan­ dırdılar. Diğer Avrupa ülkelerinin aksine, lsveç'teki Kürtler, Kürtçe­ yi sadece evlerinde değil, kamusal alanda da kullanmaya baş­ ladılar. Diğer ülkelerdeki Kürtler, lsveç'te olağanüstü bir şey­ ler olduğunun farkındaydı; insanlann lsveç'teki Kürtlerin şive­ sinden saygıyla bahsettiklerini duydum. Türkiye'de Kürtçe ya­ yın yasağı 1 99 l'de kaldırıldıktan sonra, önceleri lsveç'te bası­ lan birçok kitap Türkiye'de tekrar basıldı ve gazetelerden bazı­ ları İstanbul ve Ankara'ya taşınarak çok sayıda okuyucuya ulaş­ tı. Bu durum diasporamn anavatam nasıl etkilediğinin çarpıcı bir örneğidir. Newroz kutlamaları üzerine genel gözlemler ve Kürt yayın­ ları, Avrupa'daki Kürt göçmenlerin kendilerini diaspora olarak nasıl örgütlediğinin örneklerini yansıtır. Diaspora terimi tüm göçmenler diaspora oluşturuyormuş gibi sıklıkla belirsiz ve ge­ niş bir anlamda kullanılır ama sosyologlar bu terimin anavatan­ daki gündemleri referans alarak örgütlenen ve anavatana dias­ pora oluşturmak üzere dönme idealini besleyen grup ve çevre­ lerle sınırlandırmakta fayda görmüşlerdir. Bu bağlamda, ne bü­ tün Kürtlerin Kürt diasporasına, ne de bütün Türklerin Türk diasporasına ait olduğu söylenebilir. Ev sahibi ülkeye tama­ men entegrasyon ve asimilasyonu tercih edenler ve duygusal yönden anavatanlanna kendilerini adamamış olanlar, diaspo­ ranın bir parçası olamazlar. Diaspora bir anlamda seferber veya bilinçli kişilerden oluşur. Türkiye'den gelen "seferber olmuş" göçmenler de tek bir diaspora oluşturamazlar. Kürt ve Türk di18

asporası vardır -bir bakıma ikincisi ilkine karşı seferber olmuş­ tur- ve belki aynca farklı ve ayn bir Alevi ve Süryani diaspora­ sından bahsedebiliriz. Geçtiğimiz 20 yılda, diasporalara ve diğer ulus-ötesi feno­ menlere yoğun bir akademik ilgi vardı ve kimlik politikaları, ayrılıkçı hareketler ve ulus-devletler için bu fenomenlerin öne­ mi üzerine çok fazla tartışma oluyordu. Çalışması literatüre il­ gi çekici katkılar sağlayan Bahar Başer, bu kitapta yeni literatür ve tartışmalar hakkında mükemmel bir bakış sunuyor. Başer'in, lsveç ve Almanya'daki Türk ve Kürt diasporalan karşılaştırma­ sı yerinde bir seçimdi; çünkü göçmen nüfusunun farklı tarih ve oluşumlara, hükümetlerinin de göçmenlere karşı birbirinden farklı politikalara sahip olduğu lsveç ve Almanya, Kürt diaspo­ rasının Türkiye ve Kürdistan'daki gelişmelere en fazla etki etti­ ği iki ülke olmuştur. Bahar, bu iki ülkeye bakarak ve Türklerle olduğu kadar -hepsi bir şekilde "seferber olmuş"- Kürt gençle­ riyle de konuşarak, Avrupa'daki Kürt ve Türkler arasındaki iliş­ kilerin daha önceki araştırmalarda gördüğümüzden daha kar­ maşık bir tanımını ve analizini sunuyor. Kürt meselesini yalnız Türkiye'nin sorunu olarak değil, birçok aktörün dahil olduğu ve ulus-ötesi boyutta Kürtlerin konumu güçlendiren bir nokta­ dan anlamak için Başer'in gözlemleri oldukça önemli.

Utrecht, Ekim 2013 Çeviren IŞIL KURNAZ

19

SUNUŞ

Lisedeyken elimden düşürmediğim Erol Anar kitaplarının bi­ rinde şöyle bir söz geçiyordu: "Kendimi uzaklarda buldum." Sanının benim için de öyle oldu. lsveç, hayaumın seyrini değiş­ tiren ülkedir. Yirmi üç yaşımda yüksek lisansımı yapmaya git­ tiğim bu kuzey ülkesi, beni bambaşka bir insan yaptı. Güvenli kabuğumdan çıkıp yeni bir hayat kurmaya çalıştığım bu yerde, hem kendimi hem ülkemi yeniden tamdım. Kürtçeyi ilk defa bir Kızılırmak kasedinde Şivan Perwer'in "Desmal" şarkısıyla duymuştum. Boğaziçi Üniversitesi'ndeki yıllarım Kürtçeye ve Kürtlere değmeden geçti. Kürtlerle, Di­ aspora Kürtlerinin "lsveç Kürdistam'nın başkenti" dedikleri Uppsala'da tanıştım. iki Kürt'ün Kürtçe konuşmalarım ilk de­ fa orada duydum. Yine de kitabın temelini oluşturan doktora tezimi1 yazma sürecim ve Kürt meselesine ilgim çok sonralan başladı. Doktora tezimi yazarken tanıştığım Türkler ve Kürtler dahil birçok kişi "Neden bu konu?" diye sordu. Sahi neden bu konu? Tesadüfler beni bulunduğum konuma getirdi. lsveç'te Azerbaycan-Ermenistan ilişkileri üzerinde çalışıyordum. Yük­ sek Lisansı tamamladığımda aldığım iş teklifiyle Uppsala Üni1

Bu kitap doktora tezimi temel alarak yazılmışsa da teze birebir bağlı kalma­ mıştır. 21

versitesi'nde "Diasporalar ve Barış Süreçleri" konulu bir araş­ tırma projesinde çalışmaya başladım. Konum "Kürt Diaspora­ sı" olarak belirlenmişti. lşe başladıktan on gün sonra, konu Sri Lankalı Tamil Diasporası ile değiştirildi. Bir sene boyunca sa­ vaşın anavatandan sürgüne zorunlu bıraktığı Tamiller üzerinde çalıştım ve aynı konuyu çalışmak üzere ltalya'da doktoraya ka­ bul edildim. Doktoraya başladıktan altı ay sonra danışmanları­ mın da tavsiyesiyle "daha aşina" olduğum bir konuya geçmeye karar verdim. Oysa 23 yıl boyunca aynı ülke sınırlan içerisin­ de yaşadığım Kürtler, bana Tamillerden daha yabancıydı. Ta­ milleri anlamanın Kürtleri anlamama yardım edeceğinden ha­ bersizdim. Şimdi geriye dönüp baktığımda 5 yılımı bu konuya verdiğimi ve Türk-Kürt sorununun hayatımın bir parçası oldu­ ğunu görüyorum. Okuduklarımdan çok şey öğrendiğimi inkar edemem. Ama Türklerle ve Kürtlerle görüşmelerimde ve onların hikayelerin­ de, kitaplarda okuyamayacağım şeyleri gördüm, öğrendim, an­ ladım, sarsıldım ve sindirdim. Antropologların ve sosyologların "alan çarpması" dedikleri durumu yaşadım. Görüştüğüm herkes bana bir şey anlam; denize taş atar gibi etkisi dalgalar halinde ya­ yıldı ve öylece kaldı. Bu kitabın onaya çıkmasında en çok eme­ ği geçenler, bana hayatlarından birkaç saat ayırıp, kendilerinden bir parçayı benimle paylaşan insanlar. Tüm mülakatçılanma, ba­ na bir ayna uzattıkları ve kendileri bir arayış içindeyken içimdeki beni bulmama yardımcı oldukları için teşekkür ederim. Doktora tezi yazmak yalnız bir süreç. Sonu belli olmayan bir yola girmek ya da hiç bilmediğiniz bir coğrafyada haritasız kal­ mak gibi. Böyle zamanlarda dostların desteği ve cesaret sözcük­ leri sizi ayakta tutuyor. Bu kitabın her satırında birinin yardımı, bir dostun fikri ve eleştirileri mevcuttur. Öncelikle, tez danış­ manlarım Prof. Rainer Bauböck ve Prof. Friedrich Kratochwil'e ne kadar teşekkür etsem az. Onlarla çalışmak bir onurdu. Prof. Hakan Yılmaz akademik kariyerimin başından itibaren beni ce­ saretlendirdi, ona çok şey borçluyum. lsveç'teki alan çalışmam sırasında bana çok yardım eden Ingmar Karlsson, Keya lzol ve Seyran Duran'a da şükranlarımı sunarım. Türk diasporası ko22

nusundaki çalışmamda yardımlarım esirgemeyen ve üç yıl bo­ yunca sorularıma bıkmadan cevap veren Ahmet Önal ve Selçuk Ünlü'ye çok teşekkür ederim. Almanya'da desteklerini hep his­ settiğim Ece Yıldırım ve ailesine, Abdülkadir Musa, Nedim Ba­ ran, Evdila Direj, Fevzi Aktaş ve Rıza Baran'a minnettarım. Çok zorlu geçen süreçte Hisham Zaman ve Mehmet Aktaş dostluk­ larıyla destek oldular, haklarını ödeyemem. Fatih Abay, Ber­ lin'de rehberim oldu. Safter Çınar ve Kenan Kolat araştırmam için önemli bilgiler verdiler. Prof. Ayhan Kaya ve Prof. lbrahim Sirkeci alan çalışmama başlamadan önce çok yardımcı oldu. Ah­ met Abi'nin Kreuzberg'deki Fırat Kitap Evi alan çalışmamla ilgi­ li hararetli tartışmaları yaptığım ve her çay/sigara molasında uğ­ radığım bir yer oldu. Onlarsız, bu çalışma eksik kalırdı. En yakın dostumlarım, hayatta olmazsa olmazlarım Bahadır Başer, Welat Zeydanhoğlu ve Hakan Vreskala beni bu süreç­ te hiç yalnız bırakmadılar. Bana inandıkları ve sonsuz destek verdikleri için minnettarım. Mischa Gabowitsch'e saatlerce sü­ ren sohbetlerimizde bıkmadan beni dinlediği ve ilham verdiği için çok özel bir teşekkür borçluyum. Aslı Okyay, Didem Oral, Eren Özalay, Diğdem Soyaltın, Veronica Buffon, Sevi Bayrak­ tar ve Simla Yerlikaya isimlerini anmadan geçemeyeceğim, gü­ cüme güç katan muhteşem kadınlar. Irak Kürdistam'nda geçir­ diğim zamanlarda konuşmalarımızın sonunda beni barış için umudun olduğuna inandıran Mehmet Selim Mendi'yi de bura­ dan selamlıyorum. Evet, her zaman umut var! Hayatım boyunca bana destek olmuş, beni koşulsuz sevmiş ailem en büyük teşekkürü hak ediyor. Hayata bakışımız farklı olsa da, birbirimizi anlayabildiğimiz, dinleyebildiğimiz ve tar­ tışabildiğimiz bir ortamda özgürce büyüdüm. Bana boyun eğ­ memeyi ve haklarımı aramayı öğrettiler. Benim sırtımı dayada­ ğım dağlanın da onlar. Son olarak Tanıl Bora'ya bana güvendiği ve beni her zaman güzel sözleriyle cesaretlendirdiği için teşekkür ediyorum.

23

Birinci Kısım

"Barış ancak, Kürdlerin gasp edilen haklarının iadesiyle gerçekleşir. Siyasal eşitlik olmadan kardeşlik olmaz." - lsMAIL BE�IKÇI

BiRiNCi BOLÜM

GiRiŞ

Özellikle 1990'lann başından itibaren uluslararası medya, Av­ rupa'da yaşayan Türk ve Kürt göçmen gruplannın çatışmalan­ nı sık sık haber yaptı. Türkiye'deki en ufak siyasi gelişme, Av­ rupa'nın her tarafına yayılmış Türk ve Kürt göçmen grupla­ n tarafından hissediliyor ve anında reaksiyon oluşuyordu. Ço­ ğu zaman iki grup arasında, Türkiye'deki günlük gelişmeler­ den bağımsız çeşitli çatışmalar çıkabiliyor, yani diaspora kendi gündemini kendi belirliyordu. Öncelikle son yıllardaki olaylardan birkaç örnek verelim: , 20 1 1 yılında, 600 kadar Türk, Stuttgart'ta PKK, yi protesto için toplandı. Bayraklarla ve sloganlarla yürüyen Türk protestocu­ lara, PKK'ye sempati duyan Kürtler bir karşı protesto başlat­ tı. Kürt grubu bir Türk bayrağını ateşe verdi ve iki grup ara­ sında çatışma çıktı. Birbirine taşlarla saldıran iki gruba müda­ hale eden polise de saldıran protestocular, çevredeki dükkan Pekaka mı, Pekeke mi? Bu iki farklı okumanın bile kişinin siyasi duruşunu temsil elliği dönemlerdeyiz. Pekaka dersen bizdensin, Pekeke dersen onlar­ dansın -ya da tam tersi- gibi bir ayrım var. Bir taraf tulluğum için değil ama herkesin ve her kesimin nasıl çağnlmak istiyorsa öyle çağnlma hakkına saygı duyduğum için alıntılar dışında PKK kısaltmasını kullandığım yerlerde Peke­ ke olarak telaffuz edeceğim. 27

ve kamu mallarına zarar verdi.2 20l l'in sonbaharında, Hollan­ da'da iki grup arasında çıkan çatışmalarda onlarca kişi yaralan­ dı ve bir o katlan da tutuklandı. Olayların sonunda Kürt der­ nekleri yazılı açıklamayla Hollanda polisinden, ultra-milliyetçi Türk gruplarının saldınlanna karşı, koruma istedi.3 Fransa'da iki gruptan milliyetçi gençlerin çatışmaları ve birbirlerinin top­ landıkları kafeleri basmaları onlarca gözaltı ile sonuçlandı.4 Ay­ nı manzaralar defalarca Belçika'da da yaşandı, 20 l l'in Kasım ayında Türk Kültür Merkezi'ne yapılan molotof kokteylli saldı­ nlar gazetelerin birinci sayfalarını süsledi.5 201 3'ün Ocak ayın­ da Belçika'da Kürt derneklerine ve Avusturya'da Atatürkçü Dü­ şünce Derneği binasına molotof kokteyliyle saldırılar düzen­ lendi.6 Bütün bu çatışmalarda ikinci kuşak7 Türk ve Kürtlerin katılımı aşikardı. Bu olaylar sadece yakın zamandaki çatışmalara örnekler ve ne ilk ne de sonlar. lki grubun birbirine tepkisini şiddet ile gös­ termesi akademik ve diğer çalışmalarda "Türk-Kürt sorunu­ nun8" uluslararası alana taşınmış olduğunun işareti olarak su­ nuluyor. Bu olaylar çok çeşitli boyutları olan bir "sorun"un yü­ zeysel dışavurumu. Meselenin özünde daha karmaşık bir ger­ çeklik ve araştırılması gereken dinamikler var. Kitapta göster2 3 4 5 6

7

8

28

"Stuttgart'ta Türkler 'Teröre l..anet-Banş' Parolasıyla Yünldü", http://www.hur­ riyet.eom.tr/planet/18554693.asp "Fears of Further Turkish Kurdish Clashes in Europe", http://www.rudaw.net/ english/news/turkey/4 158.html http://bloghaber.net/fransanin-baskenti-pariste-turk-kurt-kavgasi.html http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=2JB02VUg-b4 Bkz.http://www. ozgurgundem.com/?haberlD=6 1 769&haberBaslik=K%C 3%BCrt%20Derne%C4%9Fine%20molotofkokteyli%20sald%C4%B 1 r% C4%B 1 &action=haber_detay&module=nuce, http://webtv.hurriyet.com. tr/2/ 4+419/0/l/viyana-da-ataturkcu-dusunce-demegi-ne-saldiri.aspx ikinci kuşak kavramı o ülkede doğup büyümılş kişileri kapsamaktadır. Çoğu zaman bu kavram, "göçmen gençlik" kavramı ile kanştınlahilir. Altını çizmek­ te fayda var, ömeklemim içinde gençler yoğun olduğu gibi, lsveç ve Alman­ ya'da doğmuş ve şu anda 25-37 yaş arasında olan bireyler de vardır. "Kürt sorunu" ifadesi -her ne kadar sıklıkla akademik literatürde kullanılsa da- Kürt halkını sorunun kaynağı olarak gösteriyor. Türk resmi ideolojisinin Kürtlerle sorunu olduğunu dılşündüğüm için, kitap içerisinde Türk-Kürt so­ runu olarak adlandırmayı uygun buldum.

mek istediğim, şiddetin, sorunun çok küçük bir parçasını oluş­ turduğu ve buzdağının altında görünenden daha karmaşık bir gerçekliğin yattığı. Kürt-Türk sorunu olarak Türkiye sınırları­ na taşınan dinamikler sadece iki tarafın hoşnutsuzluğu ve şid­ detinden ibaret değil, sorunun Türk Silahlı Kuvvetleri ve PKK arasındaki silahlı bir çatışmadan ibaret olmadığı gibi... lsveç ve Almanya'daki mülakatlara göz atalım: Almanya'da doğmuş bir Türk genci: "Bazı Kürtler, yok ben Kürdistan'dan geldim falan diyor. . . Hani nerde o ülke? Hani haritada bana göstersinler... Onlar işte böyle hayal dünyasında yaşıyor. Bir de işin garibi, hem Kürdistan'dan geldim diyorlar hem de Türk pasaportuyla geziyorlar. E tabi, Almanya'dayken hayal aleminde yaşamak kolay. " lsveç'te doğmuş bir Kürt genci: "Babamlar akrabalannı falan hep Türkiye'de bıraktılar, yani şimdi ben onlara sırtımı dönüp Kürt olduğumu unutamam ki. . . Yani benim siyasi görüşlerim falan hep Türkiye'deki duruma bağlı sonuçta. Mesela Kürdis­ tan özgür olsaydı, belki ben de başka şeyler düşünebilirdim, başkalan gibi hayatımı yaşayabilirdim mesela. "

Alıntılar Türk-Kürt meselesinin diasporaya yansımalarına ayna tutuyor. Örneğin, alt okumalarında "Kürdistan'ın varlığı­ nın reddedilmesi" , "Türkiye'nin Almanya'dayken bile savunul­ ma ihtiyacı" , Kürdistan'a veya Türkiye'ye karşı bir "görev bilin­ ci" , ve "Kürdistan'ın özgür olmaması" düşüncelerini gözlemle­ yebiliyoruz. llginç olan, bu sözleri şimdiye kadar hiç Türkiye sınırlan içerisinde yaşamamış, hayatını Almanya ve lsveç'te ge­ çirmiş, Kürt-Türk sorununu birinci elden gözlemlememiş, me­ seleye dair her bilgiyi medyadan, aileden duyulan hikayelerden ve yaşadıkları ülkelerdeki birinci elden gözlemleriyle elde et­ miş ikinci kuşak gençlerin söylemiş olması. Bu ifadeler, "diaspora milliyetçiliği" olgusunu gösteriyor. A. Smith (2010: 4) diaspora milliyetçiliğini, etnik milliyetçiliğin bir versiyonu olarak tanımlıyor. Diaspora milliyetçiliğinin, bir etnik grubun kendi kimlik sınırlan içerisinde birlik oluşturma29

sını ve anavatanda yaşamasa dahi, oraya bağlı aidiyet oluştur­ masını içeren ideolojik hareket olduğunu söylüyor. Gençlerin anlatıları, "uzaktan milliyetçilik" (Anderson 1992, 1998) ola­ rak da tanımlanabilir. Doğmadıkları ama ailelerinin bağlı oldu­ ğu "anavatana"9 sadakat duyan ve bu duygulara kimlik oluşum süreçlerinde yer veren ikinci kuşak, akademide de ilgi çekmek­ tedir. Bu kitap İsveç ve Almanya'daki ikinci kuşak Türk ve Kürt di­ aspora üyelerinin uzaktan milliyetçiliği nasıl içselleştirdiği ve bunun Türkiye'deki Türk-Kürt sorunu bağlamında birbirle­ riyle ilişkilerine nasıl yansıdığını anlama çabasıdır. Öncelikle amacım, ikinci kuşağın neden Türkiye'deki siyasi duruma ilgi duyduğunu anlamaya çalışmaktı. Sonrasında, Türkiye'de Kürt­ Türk sorunu bağlamında olan bitenin, onların şu anda yaşadık­ ları ülkelerdeki tecrübeleriyle nasıl etkileşim içine girdiğini ve etnik sorun dinamiklerinin nasıl yeni bir hal aldığını anlamak­ tı. Araştırmama başladığımda aklımdaki şuydu: Türkiye'deki siyasi ortamın Avrupa'da yaşayan göçmenler üzerinde de bir et­ kisi olduğunu tahmin etmek zor değildi. Ancak iki grup arasın­ daki gerginlik ve sorunların da, Türkiye'deki Türk-Kürt grup­ ları arasındaki sosyal ve siyasi alandan bir farkı olmalıydı çün­ kü sorunun dinamikleri bu yeni ulusötesi ortama aynen kopya­ lanamazdı. lki grubun ikamet ettikleri ülkelerde farklı çıkarla­ rı ve sorunları vardı, Kürt-Türk meselesinin de bu dinamikler­ den etkilenmesi kaçınılmazdı. Hem Türkiye'deki siyasi durum, hem de Almanya ve lsveç'in göçmen politikaları, dış politikala­ rı ve en önemlisi Kürt-Türk sorununa yaklaşımları iki grubun 9

30

Anavaıan kelimesi, burada lngilizce'deki "homeland" kelimesinin karşılığı. ola­ rak kullanılmıştır. lllaki resmi sınırlann belirlediği bir coğrafyayı temsil etmez. TQrkler için TQrkiye, KQrtler için KQrdisıan anavaıan olabilir. Bu kelime, an­ lamı itibariyle Almanya veya lsveç'in bir vaıan olmadığını çagnştırabilir. Şunu belirtmeliyim ki, iki alkeyi de vaıan olarak benimsemiş olan birçok mtilakat­ çım oldu. Aynı şekilde "ev sahibi Qlke" kavramı da, göçmenlerin ve yeni ku­ şaklann daimi bir misafir olduğunu sembolize ediyor. Burada bu iki kelimenin kullanılmasına sadık kaldım; çQnkQ, an itibariyle konuyu teorize ederken kul­ lanabileceğim ve iki bağlam arasındaki farklılığı. belirten daha iyi terimler yok. lki kavramı da sembolik olarak sadece iki mekanı aynştırmak için kullanıyo­ rum.

etkileşimini şekillendiriyordu. Her iki ülkeye göç eden grupla­ rın karakteristik özellikleri, sayılan, Türkler ve Kürtlerin bir­ birine oranlan farklıydı; ve bu, her iki ülkede oluşan çatışma alanlarını yapısal olarak etkileyecekti. Bütün bunlar ikinci ku­ şağın kimlik oluşturma, toplum içerisinde kendi yerini belirle­ me ve anavatandaki siyasi oluşumlara yorum getirebilme kapa­ sitesini etkileyecekti. Bunları düşünerek, kitabı iki temel soru üzerine kurdum: •



Şu anda yaşadıkları ülkelerde kendini Türk ve Kürt olarak tanımlayan ikinci kuşak birbiriyle nasıl iletişim kuruyor? Türkiye'deki Türk-Kürt sorunu onların ilişkilerine nasıl yansıyor? Şu anda yaşadıkları ülkelerin siyasi öncelikleri, göçmen politikaları, Kürt meselesine karşı tavırları ve politik im­ kanlar onları nasıl etkiliyor?

Kitapta bahsedilen ikinci kuşak, "Türk olmak" ve "Kürt olmak" kavramlarını "politize olmuş bir aidiyet" (Simon & Klandermans 2001 ) olarak algılayan diaspora üyelerini tanım­ lıyor. Bu nedenle çalışma, topyekO.n Kürt ve Türk ikinci ku­ şaklan hakkında değil, sadece Türkiye'deki politik gelişmele­ re ilgi gösteren ve anavatanla ilgili politik yapılanmaların için­ de yer alan kişilerle ilgili. Türk ve Kürt göçmenleri, bir ulu­ sötesi topluluk olarak adlandırırsak, diaspora dediğimiz grup bu ulusötesi topluluğun bir alt kümesidir. Kitaba dahil etti­ ğim kişiler, ailesi Türkiye'de doğup herhangi bir nedenle ls­ veç ve Almanya'ya göç etmiş (ekonomik veya siyasi) , aileleri­ nin geldiği ülkeyle ilgili hala siyasi kimlikler ve bağlar gelişti­ ren ve kendilerini o ülkenin bir parçası olarak gören lsveç ve Almanya'da yaşayan ikinci kuşaktır. Yine bu ülkelerde yaşa­ yan ama Türkiye'ye sadece kültürel bağlarla bağlı veya Türki­ ye'ye karşı bir aidiyet hissetmeyen birçok Türk ve Kürt ikin­ ci kuşak üyesi vardır ve onlar kitaba dahil değildir. Kitaba ko­ nu olan kişiler, Türkiye politikası hakkındaki fikirlerini açık­ ça beyan eden, çeşitli protestolara veya eylemlere katılmış, kö31

şe yazılan yazmış, toplantılarda bulunmuş, aktif olarak Türki­ ye'deki siyasi olaylan takip eden aktivistlerdir. Bu aktivistler, ister intemette chat odalarında, ister sokakta, ister parlamen­ toda, ister akademide veya medyada Türkiye'deki Kürt-Türk meselesine dair siyasi duruşu olan ve eylemlerde bulunan ki­ şilerdir. Böyle bir ömeklem seçmem, diaspora kavramım nasıl tammladığımla ilgilidir. (Bu konuya sonraki bölümlerde de­ taylı olarak değineceğim.) Kitaptaki argümanlar lsveç'te ve Almanya'da yürütülen me­ şakkatli bir alan çalışmasının sonucudur. Her iki ülkede uz­ manlarla, Türk ve Kürt politikacılarla, göçmen dernekleri li­ der ve üyeleriyle, birinci ve ikinci kuşak diaspora üyeleriyle 200'den fazla mülakat gerçekleştirdim. Yüzlerce kişiyle görüş­ tüm ve fikir aldım. Mülakat yapacağım kişileri nasıl seçtiğimi ve alan çalışması sırasında hangi metotları kullandığımı ikinci bölümde ayrıntılı olarak ele alacağım ama öncelikle çalışmanın önemine değinmek ve sonra Türk-Kürt meselesinin Avrupa'da­ ki durumu ile ilgili bilgi vermek istiyorum.

Neden bu konu7 Özellikle 1990'ların ortasından itibaren, diaspora çalışmaları akademisyenler için popüler bir konu oldu. Diasporamn kim­ lik oluşumu, politik seferberliği, anavatanındaki çatışmalara etkisi, anavatamn ekonomisine katkısı gibi birçok başlık al­ tında yazılmış onlarca makale ve kitap bulmak mümkün. Pe­ ki bu ilginin sebebi ne? Diaspora kelimesi, uzun yıllar Yahu­ di ve Ermeni gruplar için kullanılmaktayken, bugün neredey­ se her göçmen grubu için kullanılması ilginçtir (Cheran 2004: 2, Shuval 2000: 4 1 ) . Demmers (2007) , bu ilgiyi birçok faktöre bağlıyor. Savaş kavramının boyut değiştirmesi ve iç savaş sa­ yısının artması, savaş sebebiyle oluşan göçlerin artması, tek­ nolojik gelişmeler ve kimlik politikalarının önem kazanması, diaspora gruplarının ve uluslararası ilişkiler alanında devlet­ dışı aktörlerin önemini artırdı. Bordes-Benayoun'un (20 1 0) söylediği gibi eskiden çok travmatik bir durum olarak görü32

len "diaspora" olgusu, günümüzde bir güç sembolü hatta po­ litik slogan oldu. Diasporaların anavatan siyasetiyle ilişkisini anlamak, sada­ katlerini yorumlamak 2000'li yılların başından itibaren hız­ landı. Özellikle diaspora aktivistlerinin anavatanlarındaki çe­ şitli silahlı gruplara siyasi ve ekonomik yardımlarda bulunma­ sı bir anda bulundukları devletlerin dikkatini çekti. Diaspora­ ların yıllardır yürüttüğü faaliyetler bir anda "güvenlik" kapsa­ mında incelenmeye başlandı. Ortadoğu'da, Kafkaslar'da veya Güney Asya'da etnik çatış­ maların diaspora ile sıkı ilişkilerinin olduğunu tahmin etmek zor değil (Demmers 2007, Baser & Swain 2008). Diaspora, ana­ vatana -sembolik de olsa- bağlılığı temsil eden bir kavram ve diasporadakilerin, anavatanlarındaki olası bir çatışmada taraf tutmayıp müdahale etmeyeceklerini düşünmek anlamsız. llgi­ mizi çekmesi gereken, diasporaların bulundukları ülke için na­ sıl bir "tehlike" oluşturduklarından ziyade, diaspora kimlikle­ rinin nasıl oluştuğu, onları müdahele etmeye nelerin teşvik et­ tiği, motivasyonlarının bir elit tarafından mı sağlandığı, sefer­ berliğin nelere bağlı olduğu gibi sosyal bilimlerde tartışılmış genellenebilir teorik sorulardır. Çalışmalarda, diasporaların anavatandaki etnik çatışmala­ ra ilgisi incelenmişken, ikamet ettikleri ülkelerde oluşan çatış­ ma dinamikleri -eğer şiddet de içermiyorsa- gözden kaçmıştır. Avrupa'daki göçmenlerin çoğunun ülkelerinde etnik, dini ve ideolojik çatışmalar yaşanır (Hanrath 20 1 1a: 2) ve bu ça­ tışmalar, göçmenlerin ikamet ettikleri ülkelere de yansır. So­ ğuk Savaş döneminden beri ortaya çıkan şiddetli etnik çatış­ maların çoğu iç savaştır. Heidelberg Enstitüsü'nün araştırması­ na göre, 2010 yılında dünya çapında çatışma sayısı 363'tür, kü­ çük ve büyük çaplı silahlı çatışmaların sayısı göz önünde bu­ lundurulduğunda, 296'sı iç savaş kategorisindedir. Geriye ka­ lan 94'ü, devletlerarası silahlı çatışmalardır. 10 iç savaşlar etnik, dini ve ideolojik olup, sadece ortaya çıktıkları ulus devletin sı10 Conflict Barometer 2010, http://hiik.de/en/konfliktbarometer/pdf/ConflictBa­ rometer_2010.pdf. 33

nırlarında değil, uluslararası alanda da çarpıcı boyutlarda his­ sedilmektedir. (Demmers 2002: 85). Bütün çatışmaların özel­ likle Asya, Afrika ve Ortadoğu'dan insanları bölgesel ve ulusla­ rası göçe zorlamış olması, yeni bir olgu değil (Zunzer 2004) . Bu olgunun sonucu, bir ulus devlette bulunan iki etnik, dini ve­ ya karşıt görüşlü ideolojik grubun, göç ettikleri ülkede kendi­ lerini yine hasımlarıyla beraber yaşamak durumunda bulmala­ rıdır. Yeni yerleşim ülkelerinde farklı haklar ve fırsatlar bağla­ mında yeni bir düzen kuran bu iki grubun ilişkileri de anava­ tandan bağımsız olarak yapısallaşmasa da yeni ülkenin şartları­ na uygun olarak dönüşür. Göç, yerinden edilmişlik ve belirsizlik olgularını kapsadı­ ğından zor bir deneyimdir. "Biz" ve "onlar" kavramlarının en çok hissedildiği alandır, etnik ve dini kimlikleri güçlendirir. Bu kimliklerin nasıl bir hal alacağı ve "biz" ve "onlar" olgularının neye göre ve nasıl şekilleneceği göç edilen ülkedeki şartlara gö­ re biçimlenir (Mohammad-Arif et.al. 2007). Göç eden bazı ki­ şiler, ülkelerindeki sorun nedeniyle göç etmiş olsalar bile, ye­ ni yerleştikleri ülkelerde siyasi bir faaliyet içine girmezler. Bazı­ ları ekonomik nedenlerle göç etmiş olsa bile, sonradan ikamet ettiği ülkede siyasete ilgi duymaya başlar ve aktifleşir. Bazıları anavatanla siyasi ve kültürel bağlılıklarını sürekli pekiştirir ve yeni düzenlerinde bile, geldikleri ülkeyi hayatlarının bir par­ çası haline getirir. ikamet ettikleri yeni ülkedeki siyasi ve sos­ yal koşullar bazen ülkede bulunan güç dengelerini tersine çe­ virebilir, bir grubu diğerinden daha güçlü hale getirebilir. Böy­ le bir durum olmasa bile, aralarındaki çatışma dinamikleri ra­ dikal bir şekilde değişebilir veya yeniden yaratılabilir. Gergin­ likler, sadece birinci kuşakla kalmayıp, anavatandaki sorun çö­ zülmedikçe gelecek kuşaklara da aktarılabilir. Geldikleri ülkedeki siyasi problemler, ikamet ettikleri ülke­ lerde iki grup arasındaki ilişkileri etkiler ama sorunların or­ taya çıkışı farklı şekillerde olabilir. Örneğin, sokak çatışmala­ rı ülkedeki önemli siyasi gelişmelerden sonra baş gösterebilir; şiddet içermeyen söylemsel düzeyde çatışmalar, sözlü ve yazı­ lı gerginlikler, sosyal ve fiziksel yaşam alanlarının ayrışması ve 34

birbirinden uzak durma gibi durumlar ortaya çıkabilir (Han­ rath 20 l la). Bütün dinamiklerin içinde, şiddetli çatışmalar gö­ ze en çok batandır ve medyada ve politikacılann söylemlerinde geniş yer bulur, hatta günümüz Avrupa'sında yabancı düşmanı birçok söylemin ilk referansı: "Göçmenler! Kendi ülkelerinizin sorunlannı bizim topraklanmıza taşımayın! " Kendisini bu durum içerisinde bulan sadece Türkler ve Kürt­ ler değildir. Medyada veya akademik çalışmalarda başka örnek­ lere de rastlamak mümkün. Kanada'daki Tamil ve Sinhalalar, lngiltere'deki Türk ve Rum Kıbrıslılar, Avustralya'daki Hırvat­ lar ve Sırplar da ülkelerindeki problemlerin göç ettikleri ülke­ ye yansımasını tecrübe etmiş ve sorunlannı ikamet ettikleri ül­ kelerin parlamentolarında, göçmenlerin yoğun olarak yaşadı­ ğı bölgelerin arka sokaklannda, sanal alemde ve çeşitli seminer ve toplantılarda çözmeye çalışmışlardır. Brown'a (2004: 15) gö­ re, diasporadaki milliyetçilik kendine özgüdür ve anavatandaki politik gelişmelere vurgu yapsa da anavatandan bağımsız dina­ mikleri vardır. ikamet edilen ülkedeki etnik gerginliklerin, ana­ vatanda mevcut olan sorunun yansıması olduğunu düşünmek yanlıştır. O halde, ikamet edilen ülkedeki siyasi, sosyal ve eko­ nomik yapının, iki grubun çatışma dinamiklerine etkisi nedir? Kürt diasporası ile ilgili çeşitli devletlerdeki oluşumlan ince­ leyen çalışmalar Khayati (2008), Wahlbeck ( 1 999) ve Griffiths (2002) tarafından yayımlanmıştır. Khayati, Fransa ve lsveç'teki Kürt diasporalannı incelerken; Wahlbeck Kürt mültecilerin İn­ giltere ve Finlandiya'daki siyasi örgütlenmelerini araştırmıştır. Griffiths, Kürt ve Somali mültecilerini lngiltere perspektifinde karşılaştırarak iki ayn grubun aynı ikamet ülkesinde bile fark­ lı örgütlenebileceğini göstermiştir. Konunun özünde, göç alan ülkelerin politikalannın nasıl bir seferberliğe yol açtığını anla­ ma merakı yatar (Odmalm 2009: 149). Miall'in (2010: 14) de belirttiği gibi , bir diaspora grubunun siyaseten aktif olabilme­ si öncelikle nüfusuna, entegrasyon düzeyine, diasporanın siya­ sete verdiği öneme, ikamet edilen ülkedeki politikalara, o ülke­ nin dış politika perspektifine ve en önemlisi ikamet edilen ül­ kenin kendi çıkarlannın, diasporaya verilen yapılanma ve se35

ferber olma fırsatına doğrudan etkisine bağlıdır (Hassanpour &: Mojab 2004: 219). lkamet edilen ülkedeki sosyal yapılanma, göçmen politikaları, yabancı düşmanlığı ve ayrımcılığın boyut­ ları da diasporaların örgütlenme biçimi açısından önemlidir (Wahlbeck 1999: 143). Diaspora ile ilgilenen yazarlar, diaspora gruplarının ülkele­ rindeki çatışmalara ne yönde katıldığını belgelemiş ve bunun ülkelerindeki sorunlar üzerindeki etkilerini anlamaya çalışmış­ lardır. Konu rağbet görmesine rağmen, bir etnik sorunun ulus­ lararası alana taşınması ve "çatışma halinde olduğu ileri sürü­ len" iki grup arasındaki ilişkilerin ulusötesi alandan nasıl etki­ lendiği yeterince incelenmemiştir. Bu konudaki az sayıda ça­ lışmaya örnek vermek mümkündür: Brown (2004) ve Skrbis ( 1 999) Sırp, Hırvat ve Slovenyalı göçmenler üzerinde ulusö­ tesi çatışma inşasını karşılaştırmalı olarak Avusturya ve Ame­ rika örnekleriyle çalışmıştır. 1 995'te Danforth tarafından ya­ yımlanan bir kitap Avustralya'daki Yunan-Makedon ilişkileri­ ni ele almıştır. 2003 yılında 0stergaard-Nielsen, kapsamlı bir çalışmayla Türk ve Kürt ulusötesi bağlan inceleyen, Türk ve Kürt diasporalannın siyasi seferberliğini araştıran bir yapıt or­ taya çıkartmıştır. Çalışmaların büyük katkısı olsa da, sadece bi­ rinci nesil ve elitler üzerine araştırma yapmaları, açıklayabile­ cekleri olguları sınırlamıştır. Özellikle ikinci kuşağın duruşu akademik incelenmeye en çok ihtiyacı olan konulardan biridir. Elinizdeki kitap, bu çabayı göstermekle beraber, ikinci kuşağa odaklanarak hem anavatandaki etnik bir sorunun ulusötesi ala­ na nasıl taşındığını hem de gelecek nesiller tarafından nasıl yo­ rumlandığını inceleyerek bir katkı sunmayı amaçlamaktadır. lkinci kuşağın kimlik oluşumu ve siyasi seferberliği birinci kuşağa göre daha farklı dinamikler içerir. Siyasi kimlik geliş­ tirmeleri ve anavatandaki politik gelişmeleri yorumlamaları bi­ rinci nesile göre daha karmaşık ve değişkendir. Onların duruş­ larını incelemek, yaşadıkları ülkelerdeki sosyalleşmelerinin ve o ülkelerin politikalarının bir etnik sorunun ulusötesi alanda yeniden inşa edilmesine etkilerini açık şekilde gösterir. lkinci nesilin aktivizmini incelemek bize hem diaspora milliyetçiliği 36

hem de bu milliyetçiliğin nesillere bağlı boyutu hakkında bilgi verir (Skrbis 200 1 ) . Türk-Kürt sorununda iki etnik grubun ulusötesi alanda­ ki ilişlilerine yoğunlaşan kitabın önemli amaçlarından biri, di­ aspora ve etnik çatışmalar alanındaki tartışmaları şimdiye ka­ dar yeterince değinilmemiş bir boyuta taşımaktır. Dikkat edil­ mesi gereken hususlardan biri, geldikleri ülkede "küçük çaplı silahlı çatışma" 1 1 yaşanıyor olmasıdır. lki etnik grup arasında ulus-devlet düzeninin oluşturduğu, bir grubu çoğunluk ve di­ ğerini azınlık haline getiren güç dinamikleri vardır. Bu güç di­ namikleri ulus-devletin sınırlan dışına çıkıldığında yeniden bi­ çimlenir ve girdikleri düzen çerçevesinde yeniden şekillenir. Bu yolla, anavatandaki güç dengesi(sizliği) sarsılır ve yeni or­ tama uyum sağlar. Kitap, lsveç ve Almanya'daki farklılıkları in­ celeyerek, Türk-Kürt sorununun farklı dinamiklerini, bu güç dengeleri(sizlikleri) üzerinden inceler. lki grup arasında ana­ vatanda mevcut olan güç asimetrisi ulusötesi alana nasıl taşı­ nır? Anavatandaki devlet egemenliği ulusötesi alanda ne de­ rece geçerlidir? Anavatanda mevcut olan etnik hiyerarşiler ye­ ni ikamet edilen ülkelerde de aynen üretilir mi? Hakim ulusun sahip olduğu ayrıcalıklar, ev sahibi ülkelerde nasıl bir dönüşü­ me uğrar? Anavatanın sınırlarından çıkmak, anavatanın sınırlan içe­ risinde "mağdur" durumunda olan etnik gruba yeni fırsatlar sunar. Bu etnik grup, yeni alanda kendisini "egemen" grup­ tan ayırabilmek için siyasi, sosyal ve ekonomik alan bulabi­ lir. Kürt diasporasının yaptığı gibi, bu yeni alanda, ulus inşası ve kendi kimliğini asimilasyonun etkilerinden kurtarma çaba­ sına girebilir. Bir etnik grubun diğeri üzerinde hissettiği "ege­ men" güç, ulusötesi alanda ne olur? Yıllarca kendisini "çoğun­ luk" ve "egemen" hissetmiş bir toplum, "azınlık" olarak nitele­ diği bir grupla ulusötesi alanda birdenbire eşit olursa ne olur? Çoğunluk-azınlık ilişkisi erozyona mı uğrar yoksa yeniden mi 1 1 Uppsala Üniversitesi'nin Çatışma Data Programı Türk-Kürt çatışmasını bu şe­ kilde kodlamıştır. http://www.pcr.uu.se/digitalAssets/65/65909_annedconlli­ cts_2010.pdf 37

üretilir? Bugunkü "barış süreci" çerçevesinde sıkça sorduğu­ muz bir soruyu bu kitabın ilgilendiği Türk ve Kürt diasporala­ rı nezdinde de sormak doğrudur: "Yani sonunda bir Türkle bir Kürt eşit oluyor mu? " Kitabın en büyük katkısı, bu sorulara ve­ receği cevaptır. Türk-Kürt meselesi ulusötesi alana sadece Kürtler tarafın­ dan taşınmamıştır. Türk diasporasının Kürt diasporasına tep­ kileri ve Türkiye'nin Kürt diasporasının etki alanını daraltma çabalan da ulusötesi Türk-Kürt meselesinin temel parçalarıdır. lki grup arasındaki ilişkiler sadece silahlı bir çatışmanın sınır­ lar dışına taşması değil, bir "egemenlik çekişmesi"dir. Bir gru­ bun, diğeri üzerinde ulusötesi alanda bile "egemenlik kurma girişimi" ve diğer grubun da bu girişime anavatandaki müca­ delenin bir devamı olarak "direnme" durumudur. Şiddetli ça­ tışmalar olarak görünen buzdağının altında yatan temel sorun, "egemenlik" mücadelesidir. Ulusötesi alanda yeniden yaratı­ lan Türk-Kürt sorununun da temelinde bu vardır. Hepimizin tahmin ettiği gibi, etnik çatışmaları anlatırken kullanılan "ezeli nefretler" tezi aslında bir şey açıklamamaktadır.

Avrupa'da Türk-Kürt meselesi Elimizde net bir istatistik bulunmasa da, Avrupa'daki Kürtle­ rin 850.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. 500.000600.000'inin Almanya'da ikamet etiği söylenir ancak istatistik­ ler güvenilir değildir. istatistiklerin güvenilir olmamasının çe­ şitleri sebepleri vardır: Öncelikle, Kürtler Türk pasaportuna sa­ hip olduğundan birçok ülke onları "Türk göçmenler" katego­ risinde gösterir ve Kürtler istatistiklerde görünmez olur. Bir di­ ğer sebep, Avrupa'ya hala yasal yollardan giriş yapmamış ve bu yüzden orada kayda geçmemiş birçok Kürt göçmenin ol­ masıdır. Üçüncü olarak da, Kürtleri kapsayan istatistikler ve tahminler genelde Kürdistan'ın dört parçasından gelen Kürt­ leri kapsar ve bize Türkiye'den gelen Kürtlerin sayısı hakkın­ da kesin bir sayı veremez. lsveç ve Finlandiya'daki istatistik­ lerde "Kürtçe konuşan etnik gruplar"ın içinde Kürtçe bilme38

yen Kürtler sayılmadığından bir eksiklik söz konusudur. ika­ met edilen ülkenin vatandaşlığını alan ikinci kuşak da çoğu za­ man istatistiklerde görünmez. Bu koşullarda tahmin zor olsa da, Kürt dernekleri mülakatlarda "bir milyondan fazla" ifadesi­ ni sıklıkla kullanmaktadır. 1980'lerden sonra, önceden ekonomik nedenle göçmüş Kürt­ lerin yanına siyasi nedenlerle Türkiye'den çıkış yapmış Kürt ak­ tivistleri eklenmiştir. Bu tarihten itibaren Avrupa'da Kürt siyasi oluşumu ivme kazanmıştır. Kürt diasporası üzerine yoğunlaşan akademik çalışmalar çoğunlukla 1980'lerden önceki göçleri (iş­ çi göçü, öğrenci göçü ve depremlerden sonra gerçekleşen göç­ ler) yok sayar ve Kürt diasporasını bir çeşit "sürgün" , "mağdur" ve "çatışma-kökenli" göçmen grubu kategorisine koyar. Bu kav­ ramların yardımcı olabileceği alanlar vardır; ancak, objektif ya­ pılan akademik çalışmalar Kürt diasporasının çok-katmanlı bir yapıda olduğunun altını çizmelidir. Etnik kökene vurgu yapan göçmen örgütleri, Kürtlerin göç hareketlerine ve Türkiye'deki Kürt hareketinin fazlarına gö­ re şekillenmiştir. Öncelikle Türk işçi derneklerinde aktif olan Kürt göçmenler, 1970'lerin ortasından itibaren ( 1980'den son­ ra hızlanarak) , Türk dernekleri ile ayrışmış, işçiler ve öğrenci­ ler ilk Kürt derneği sayılabilecek oluşumları kurmuştur. Önce­ leri kültürel aktiviteler ağır basmış; fakat zamanla birçok der­ nek siyasi olarak aktifleşmiştir. 1980'lerle beraber Türkiye'deki TSK-PKK çatışması diaspo­ raya yansımış ve seferberliği etkilemiştir. Kürt diasporası za­ manla faaliyetlerini yoğunlaştırarak Avrupa'da yaşayan Kürtle­ ri, kendi Kürt kimlikleriyle barıştırmaya çalışmış ve daha ön­ ce ekonomik nedenlerle göç etmiş Kürtlere siyasi bir bilinç kat­ maya çabalamıştır. Aktivitelerinin içinde imza kampanyaları, yürüyüşler, eylemler, protestolar, açlık grevleri ve hatta ken­ dini yakma eylemleri mevcuttur. Grojean'ın da bahsettiği gi­ bi 1982'den beri Kürtler, Avrupa'nın en aktif diasporası olmuş, ayda bir eylem yapan ve yılda yüzlerce protesto düzenleyen bir grup haline gelmiştir (Grojean 201 1 : 182) . Belçika'da kurulmuş olan KON-KURD Avrupa'daki Kürt ya39

pılanmalan için bir çatı örgütü görevi görürken, YEKKOM Al­ manya'daki en güçlü Kürt çatı örgütlerinden biridir ve PKK ile benzer siyasi görüşte olan 50 derneği birbirine bağlar. Fran­ sa'da FEYKA, Hollanda'da FEDKOM, Danimarka'da FEY­ KURD aynı görevde olan çatı örgütleridir. KOMKAR PKK'den önce kurulmuş olmasına rağmen şu an daha az etkin ama var olan diaspora kuruluşudur ve Avrupa'nın hemen her ülkesin­ de yapılanmaları vardır. Özgürlük Yolu hareketinden esinle­ nen KOMKAR yapılanması, Kürt meselesinin çözümünde şid­ det kullanılmasını eleştirirken, PKK'nin demokratik özerklik tezini yeterli bulmaz ve federal bir çözüm önerir (Van Bruines­ sen 2000) . KOMKAR'ın Kürdistan Sosyalist Partisi ile ilişkisi­ ni, Berlin'deki Kürt diasporasının önde gelen isimlerinden Rı­ za Baran şöyle açıklıyor: "KOMKAR'ın kurulmasından sonra, Türkiye ve Kürdistan'da­ ki siyasi gelişmelere paralel olmak, bilgi alışverişinde bulun­ mak için PSK ile organik ilişkiler içine girildi. Kamuoyun­ da bilindiği gibi ya da öyle yansıtılmaya çalışıldığı gibi, KOM­ KAR, PSK örgütünün bir kolu değildi ve kesinlikle bu ama­ cı da taşımıyordu . Ancak zamanla kamuoyunda KOMKAR, PSK'nın legal, daha doğrusu Avrupa kolu olarak algılandı. Ya da öyle lanse edildi. Belki de KOMKAR kurucularından birile­ rinin de direkt PSK ile ilişkisi de olmuş olabilir ama o dönem

resmi olarak PSK-KOMKAR ilişkisi söz konusu değildi." 1 2

Zamanla bu ilişkinin pekiştiği ve KOMKAR'ın bağımsız bir demek olma iddiası olsa da PSK'ya ve Türkiye'deki HAK-PAR'a yakın olduğu bilinmektedir. 1 980'lerden önce Avrupa'da çeşitli Kürt diaspora örgütle­ ri kuruldu ve Kürt hareketine hizmet etti. Kürt örgütlerinden Kawa ve Rizgari'nin birçok üyesi, PKK'den önce Avrupa'ya gel­ mişti ve siyasi olarak aktifti. KOMKAR Avrupa'nın birçok ken­ tinde organize olmuş ilk Kürt işçi derneğiydi. PKK, 1980'den sonra Avrupa'da yapılanmaya başladı ve ilk eylemlerini bu çe­ şitlilik içinde gerçekleştirdi. 1990'lardan itibaren öbür hare12 http://www .kurdinfo.com/nuce_bixwine.asp?id=3078 40

ketler sönük kalırken; PKK, hem Türkiye'deki hem de dias­ poradaki en güçlü Kürt politik aktör oldu. PKK'nin ilk gün­ den itibaren eylemlerinin çoğunlukla Kürdistan'la ilgili oldu­ ğu ve Kürt göçmenlerin Avrupa'da yaşadıkları ülkelere enteg­ rasyonuna yeterince ilgi göstermediği söylenebilir. Bugün bile, PKK örgütlerinin, göçmenlerin ikamet ettikleri ülkeye uyumla­ rı ile ilgili politikaları, Türkiye'deki siyasi durumla ilgili politi­ kalarından çok daha azdır. Bu konuyla ilgili en çok çalışma ya­ pan Kürt Derneği, KOMKAR'dır. Van Bruinessen, 2000'de yaz­ dığı Kürt meselesinin Avrupa'ya taşınması ile ilgili makalesin­ de, PKK'nin siyasi faaliyetlere ağırlık vermesinin diğer dernek­ leri de bu konuda aktifleştirdiğini söyler. KOMKAR'ın kurucu­ larından Rıza Baran, derneğin başından beri siyasi amaçlarının olduğunu belirtti: "KOMKARı kurmaktaki amacımız ise şu idi. Birincisi, Av­ rupa'ya gelen Kürt işçilerin ya da Kürt göçmenlerin arasında köprü görevi görmek, onların sorunlarına çözüm bulmak ve onlara yol gösterici, yönlendirici olmaktı. Diğer bir amacımız ise, Kürdistan'daki sosyal siyasal gelişmelerin tanıtımını Av­ rupa'da sağlamak, Kürtler ile Avrupalılar arasında diplomatik ilişki sağlamak, Kürdistan'daki insan haklan ihlallerine karşı Avrupa'da kamuoyu yaratmak, Kürdistan'ı sadece Karl May'ın

Vahşi Kürdistan Yolculuk kitabı ile tanıyan Avrupalılara daha iyi anlatmak ve biz Kürtlerin de ayrı bir ulus olduğumuzun farklılıklarını yansıtmaktı. " 13

Diğer örgütler PKK ile rekabet edebilmek için siyasi söy­ lemlere ağırlık verseler de, PKK ezici bir üstünlükle diaspora­ nın en güçlü siyasi aktörü olmuştur. Birçok Kürt göçmen, Kürt kimliği ile PKK sayesinde barışmış ve siyaseten aktifleşmiştir. Kürt mültecilerin birçoğu PKK'nin Avrupa kadrosunu oluştur­ muştur (Kirişçi 2004: 289). ikinci kuşak Kürtler de PKK'de gö­ rev almış, hatta bazıları dağ kadrolarına katılmıştır. Özellik­ le Almanya, PKK hareketinin merkezi haline gelmiştir ( Cur­ tis 2005: 8) . Avrupa'da yaşayan Kürtler, PKK'yi aynı zaman13 http://www.kurdinfo.com/nuce_bixwine.asp?id=3078 41

da finansal olarak da desteklemiş, bağış olarak toplanan paralar ciddi miktarlara ulaşmıştır (Barkey &: Fuller 1998: 30-3 1 , Cor­ nell 2001 : 40). PKK'nin 1990'larda Avrupa'daki Kürt Diaspora­ sı'ndan edindiği paranın miktarının 200-500 milyon Amerikan Dolan olduğu söylenmektedir. Sadece 1996-1997 yıllan arasın­ da Almanya'dan 20 milyon Mark toplanmıştır (Radu 200 1 : 55) . Kürt aktivistleri Avrupa'daki politik aktörlerin ilgisini çek­ mek ve kamuoyunu Kürt meselesi konusunda bilgilendirmek amacıyla eylemlere giriştiler. 1995'te sürgünde Kürt Parlamen­ tosu'nun kurulması bunun örneğidir ve Kürt hareketinin merke­ zinin Avrupa'ya kaydığının kanıtıdır (Van Bruinessen 1998: 46, Blatte 2003: 9, Radu 2001 : 55). Sürgündeki Kürt Parlamentosu, PKK'den başka hareketlerin desteğini alamadığı için yan-meş­ ru sayılsa da Avrupalı birçok siyasetçi ile sıkı bağlar kurmayı be­ cerebilmiş ve bir temsilcilik görevi üstlenmiştir14 (Kirisci 2004: 289). 1999'da dağılmasından sonra, Kürdistan Ulusal Kongresi Avrupa çapında aktif olarak eylemlerini sürdürmüştür. Diasporadaki Kürt aktivistler, Avrupa devletlerindeki özgür politika alanını kullanarak Türkiye'deki durumu değiştirme­ ye çalışmışlardır. Diaspora, aynı zamanda dört parçadaki Kürt­ lerin birbiriyle iletişim kurabilmesine ve beraber çalışabilmesi­ ne vesile olmuştur. Örneğin, merkezi Almanya'da Bonn'da bu­ lunan NAVEND Kürt Enstitüsü'nün başkanı Metin lncesu, mü­ lakatımız sırasında bana Kürt elitlerinin ilk defa diasporada bir araya geldiğini ve ortak bir söylem geliştirmeleri açısından bu­ nun çok önemli olduğunu belirtmişti. lncesu, onlarca yıllık ay­ rılıktan sonra bir araya gelen ve farklı Kürt hareketlerine ön­ cülük eden Kürt politikacılarının diasporada yerel amaçlardan çok, Kürdistan'ın genelini ilgilendiren politikalara imza atabi­ leceklerinin altını çizdi. Bu yüzden, Türkiye'de görmediğimiz ama pan-Kürdist gündemi olan diaspora kuruluşlarının sayısı az değil. Bu sebeplerle diaspora, Kürt kimliğinin yeniden üretil­ diği ve inşa edildiği, öbür kimliklerin asimilasyoncu etkilerinin (Türk, Arap ve Fars) azaltılmaya çalışıldığı bir alan oldu. Özel14 Bu konuda daha fazla bilgi için Barkey & Fuller'in (1998) kitaplarının ikinci bölümü incelenebilir. 42

likle lsveç, dört bir parçadan gelen Kürtlerin ortaklaşa çalışabil­ diği ve uyum içerisinde hareket edebildiği ülkelerin öncüsüdür. lsveç'teki en köklü Kürt derneklerinin kurucu üyelerinden ve eski başkanlarından Keya lzol, durumu şöyle anlatıyor: "lsveç devlet sisteminin bu konuda sunduğu büyük maddi ve manevi olanaklar Kürtler için diğer gruplardan daha farklı bir konum oluşturdu. Arkasında bir devlet desteği yoktu ama haklı bir davanın unsurlan olarak bu yeni ülkedeki olanaklar­ dan yararlanmak gerekiyordu. Değişik siyasi görüşler bu bağ­ lamda güçlerini birleştirdiler ve Kürdistan Dernekleri Federas­ yonu'nu (FKKS) (Federasyona Komeleyen Kurdıstan li Swed) 1981 yılında resmi olarak kurdular . . . FKKS süreç içinde çok değişiklikler gerçekleştirerek Kürtlerin çoğunluğunu kucakla­ yan ve temsil eden bir konuma geldi, deneyim ve çalışmalany­ la lsveç'teki en güçlü lobi faaliyetini sürdüren etnik grup ku­ ruluşu olmayı başardı. FKKS'nin ilk Kongresinde belirlediği prensipler, bu çalışmalann ve başanlann en önemli etkeniydi. Kürt dilinin resmi olması, dört parçaya bölünmüş (işgal edil­ miş) Kürdistan'ın esasen tek bir ülke olduğu gerçeği ve Kürt­ lere yapılan haksızlıklarla mücadele karan ona ulusal bir ka­ rakter kazandırmıştı."

Bu yapılanmanın hem lsveç'teki Kürt diasporasını şekillen­ dirdiğini, hem de lsveç kamuoyunu etkilediğini belirten lzol, şöyle devam ediyor: "lsveç'in diğer Avrupa ülkelerinden farkı Kürt siyasi güçleri­ nin ne derece birlikte hareket ettikleriyle orantılıdır. lsveç'te gerçekleşen ulusaVsiyasal birlik, diğer Avrupa ülkelerinde ba­ şanlarnadı. Bu yüzden de oralarda güç kaybı oluştuğundan ls­ veç gibi bir sonuç çıkmadı. Hatta süreç içinde lsveç'in diğer ül­ kelere model olduğunu görebiliriz."

Kürt edebiyatına damgasını vurmuş ve uzun yıllar lsveç'te ya­ şamış olan yazar Mehmed Uzun bir röportajında aynı konuya değiniyor. lsveç modeline göre hareket eden Kürt örgütlerinin Suriyeli, Iraklı, Türkiyeli Kürt gibi ayrımlara gitmediğini ama el 43

birliğiyle hareket ettiğini belinen Uzun, lsveç'teki olanaklar sa­ yesinde ulusal birliğin sağlandığını söylüyor (Uzun 2012: 254). Diğer ülkelerde Kürt örgütleri büyük rol oynadı. Örneğin, Paris'teki Kürt Enstitüsü 1983'te kurulduğundan beri Kürt Dili ve Edebiyatı'nın gelişmesine konferanslar düzenleyip, dergiler yayımlayarak katkı sağladı. Bu girişimi farklı ülkelerde kuru­ lan birçok enstitü izledi. Berlin, Brüksel ve Moskova'da da ben­ zer merkezler faaliyete geçti. 1997'de Stokholm'de bir Kürt Kü­ tüphanesi kuruldu. Küçük-büyük çaptaki sayısız Kürt diaspora örgütü, geçtiğimiz yıllarda, Avrupa Birliği organlarına lobi faa­ liyetleri düzenlemişler, kamuoyuna yönelik çalışmalar yapmış­ lardır. Bir amacı da ulusal mitlerin can tutulması olan Newroz festivalleri, Halepçe katliamını anma günleri, dil ve folklor kursları gibi etkinlikler düzenlenmiştir. Daha sonra ele alınacağı üzere, ne Türk ne de Kürt diaspora­ ları homojendir, aksine birçok siyasi amaca hizmet eden ve bir­ birinden bağımsız çeşitli Türk ve Kürt diaspora örgütleri var­ dır. Bu gruplar birbiriyle rekabet etmişler ve sorunlar yaşan­ mıştır. Geçmişte çeşitli ülkelerde PKK ve KOMKAR arasın­ da çatışmalar baş göstermiş ve şiddetli çatışmalar yaşanmış­ tır. Özellikle 2003 Newroz kutlamalarında PKK taraftarları­ nın KOMKAR'ın düzenlediği festivalde, izleyenlere ve Şivan Perwer'e saldırmaları ve geceyi sabote etmeleri ha.la KOMKAR üyeleri tarafından sıklıkla söylenir. Almanya ve lsveç'te birçok PKK üyesinin, KOMKAR liderlerini öldürmekten hüküm giy­ mesi de aradaki gerginliğin sebeplerinden biridir (Ucarer &: Lyon 200 1 : 936). Son yıllarda, iki diaspora grubu arasında şid­ detli olaylar yaşanmasa da gerginlikler söylemsel düzeyde de­ vam etmektedir. Kurumsal örgütlenmeler dışında Kürt diasporasından birey­ ler, Kürt meselesini uluslararası siyasi platformlara taşırlar. Ör­ neğin, Avrupa'nın birçok ülkesinde Kürt siyasetçiler ideolojik eğilimi farklı olan partilerde aktiftir. Gerek belediyelerde, gerek siyasi partilerin ulusal ve uluslarüstü yapılanmalarında seçil­ miş birçok Kürt milletvekili bulunmaktadır. (Bazıları için Kürt meselesi öncelikli değilken; bir kısmı bunu görev edinmiştir.) 44

Kürt siyasetçilerin bu konumlarda bulunması, göçmen Kürt­ lerin bir azınlık grubu olarak bilinçlenmesini, ev sahibi ülke­ deki siyasi katılımlarını gündeme almalarını ve ev sahibi ülke­ nin siyasi partilerine ilgi duymalarını da beraberinde getirmiş­ tir. Kürt örgütleri de, seçim zamanlarında Kürt adayları des­ tekleyen açıklamalarda bulunmaktadır. Örneğin, KOMKAR 20 10 seçimleri için çıkardığı bir broşürde Kürt halkını oy kul­ lanmaya çağırmıştır. Açıklamada oyunuzu ya Kürt adaylara ya da Kürtlere destek veren adaylara veriniz çağrısı yapılmıştır. 1 5 lsveç'ten Gulan Avcı (Folkpartiet Liberalerna) ve Roza Güçlü Hedin, Danimarka'dan Özlem Sara Çekiç ve Almanya'dan Fe­ leknas Uca Avrupa'daki Kürt kadın politikacılara örnektir. Kürt akademisyenler, Kürt meselesinin siyasi gündem oluş­ turmasına destek olmaktadırlar. Avrupa'da görevli yüzlerce Kürt akademisyenden birçoğu, Kürt meselesini çalışmakta ve Kürt Çalışmalarına katkı sağlamaktadır. Birçok Kürt akademis­ yen, Türkiye'de bu konulan özgürce çalışamayacağını düşün­ düğü için yurtdışına çıkmıştır. Kürt medyası da dernekler ka­ dar önem taşımaktadır. Bir mülakatçının ifadesine göre şu an aktif hizmet veren 160- 1 70 Kürtçe haber sitesi vardır ve mer­ kezleri Avrupa'dadır. Bu sitelerden bazıları PKK'ye tam destek verirken, bazıları onu eleştirmekte, bir kısmı objektif bir çizgi­ de konumlanmaktadır. Bununla beraber birçok yayınevi açıl­ mıştır. Kürt medyasının son başarılarından biri, Kürtçe'ye cid­ di katkılar sunabilecek olan Le Monde Diplomatique Kurdi'nin 2009'dan itibaren yayına başlamasıdır. Kurucularından biri olan Kadir Satık ile görüşmemde kendisi en büyük amaçlarının Kürtçe'nin geliştirilmesine ve yaygınlaştırılmasına katkıda bu­ lunmak olduğunu söylemiştir. 1 6 Avrupa'daki film festivallerinde haşan elde eden Kürt sine­ ması, Kürt meselesindeki duyarlılığı arttırmak için fırsatlar su­ nar. Mustafa Gündoğdu , "Kürt Sinemasına Giriş" isimli ma15 KOMKAR-EU, "Avrupa ülkelerindeki seçimlerde yurtsever Kürtlere ve Kürt dostlanna oy verin," Denge Azad, April 27, 2010. Available at: hupJ/www .den­ geazad.com/en/NewsDetailN aspx ?id=401 1 &LinklD=1 1 7 .

16 http://www.lemonde-kurdi.com/. 45

kalesinde "Kürt yönetmenlerin" Kürt diasporası literatürü­ ne l 990'lı yıllarda girdiğini söyler. Sürgündeki Kürtlerle başla­ yan akım, ikinci kuşakla da devam etmektedir. Kürdistan'ın her parçasındaki yönetmenler, geldikleri bölgenin siyasi durumla­ nnı vurgulamaktadır. Gündoğdu, Kürt film f�stivallerinin yal­ nızca Avrupa'da değil, Amerika ve Avustralya'da da yankı uyan­ dırdığını söylerken, Kürt yönetmenlerin sinemayı siyasi duruş­ lannı göstermek için bir araç olarak kullandığını belirtir. Avru­ pa'da doğan Kürt yönetmenlerden Binevsa Berivan, Belçikalı; Ayten Mutlu Saray, İsviçreli; Özay Şahin, Almanyalıdır. (Gün­ doğdu 2010) . Hamburg'da sinema eğitimi almış başanlı yönet­ men Yüksel Yavuz, 2002'de Cannes Film Festivali'ne katıldı ve yönettiği "Close Up Kurdistan" belgeseli birçok Avrupa televiz­ yonunda gösterildi.17 Berlin, Stockholm ve Londra'da düzen­ lenen Kürt film festivalleri hem birinci kuşağın hem de ikinci kuşağın ilgisini çekmektedir. Kürt müziğinin de Kürt kimliği­ nin ön plana çıkmasında ve siyasi mesajlann kitlelere ulaştınl­ masında büyük rolü vardır. Örneğin, Balca Arda'nın yüksek li­ sans tezi diasporadaki Kürt müzisyenleri incelerken, Münih'te­ ki "Akademi"den, Kürt Enstitüsü'nden ve Mezopotamya De­ mokratik Kültür Hareketi'nden (Tevgera Demokratik ya Çand a Huner e Mezopotamya TEVÇAND) bahseder. Arda, birçok Kürt müzisyenle görüştükten sonra, sanat yoluyla Kürt hareketinin mesajlarının geniş kitlelere ulaştığını söyler (Arda 2010). Kürt diasporasının faaliyetleri, yaşadıkları ülkelerde aynı sosyal ve siyasi alanlan paylaştıklan Türk diasporası tarafından yakından gözlemlenmiş ve -olumlu olumsuz- karşılık bulmuş­ tur. Mülakat yaptığım birçok Türk diaspora üyesinin bahsetti­ ği gibi, Kürt aktivistlerin faaliyetleri Türkler arasında bir "ra­ hatsızlık" oluşturmuş ve Türkiye'de derinleşen soruna paralel olarak diaspora alanlarında da etnik ayrışmalar yaşanmıştır. Bu ayrışma birçok akademik çalışmaya konu olmuştur ama konu­ ya ilgi gösterenler sadece araştırmacılar değildir. Örneğin, 180 büyükelçinin olduğu 3. Büyükelçiler Kongresi'nde konu tartı-

17 Film Türkiye'de gösterilirken Kürdistan kelimesi Kürtler olarak değiştirildi. http://2009.ifistanbul.com/filmler/close-up-kurds.aspx. 46

şılmış ve Türk-Kürt gerginliğinin iki grup arasındaki ilişkileri kötü etkilediği vurgulanmıştır. Sabah gazetesi muhabirinin bil­ dirdiğine göre: 18 •

Kürtler kendilerini Türk toplumunun bir parçası olarak görmüyor. PKK bağlantılı derneklere yapılan baskınların ardından Kürtler kendi içine kapandı. Türkiye'yi etkileyen ne varsa biz de oradaki toplum içinde bunu yaşıyoruz. Gi­ derek kendi içlerine kimseyi almıyorlar. Bu bir tehlike. . .



Türk toplumunu bir araya getirmek için çok uğraştık ama olmuyor. Mesela Fransa'daki Türk nüfusu, Ermeni ve Yahu­ di nüfusunu geçti. Ancak bir araya gelmiyorlar. Bir toplantı­ ya çağırdığımızda 'O varsa ben yokum' diyorlar.



Türk toplumu farklı kategorilere bölünmüş. Birbirleri­ nin camilerine bayramlaşmalara bile gitmiyorlar. Siya­ silere büyük görev düşüyor. Yurda seslenişlerde, Başba­ kan yurtdışındaki Türk toplumuna da seslense etkili olur. (05.0 1 .201 1 Sabah gazetesi)

Başbakan'ın yurtdışındaki "Türklere" seslenmesinin Türk­ Kürt ilişkisine katkılan bilinmez; ancak, Kürtlerin içine kapan­ dığı yorumunu yapmak da ilginçtir; zira Kürtler Avrupa'nın en aktif diasporalanndan biridir ve her geçen gün sesini daha faz­ la duyurmaktadır. Türk toplumu içerisindeki kopmalar, sadece ayn camiler ve ayn örgütlerle izah edilemez. Türkiye'deki bir­ çok siyasi hareket kimi zaman merkezini kimi zaman da uydu­ sunu ulusötesi alana taşımıştır. Türk solunun artık Türkiye'de bile olmayan bin bir fraksiyonu, diasporada varlığını sürdür­ mektedir. Bununla beraber Milli Görüşçüler, Alperenler, Ül­ kücüler ve buna benzer birçok grup da diasporada önemli bir yer tutmaktadır. Aslında Türk ve Kürt diasporalan kendi için­ de farklı görüş ve duruşları barındırmaktadır. lki diaspora da Türkiye'deki siyasi gelişmeleri yakından ta­ kip etmektedir. Türkiye'deki kritik gelişmeler anında diaspo18 "Avrupa'daki Türkler ve Kürtler Birbirine Yabancılaştı,n http://www .sabah. com. tr/Gundem/201 1/01/05/avrupadaki_kurtler_ve_turkler_birbirine_yaban­ cilasti#. 47

rada hissedilir. Örneğin, PKK lideri Öcalan'ın 1 999'da yaka­ lanması, DTP'nin kapatılması veya bir PKK saldırısında birçok Türk askerinin şehit olması gibi gelişmeler diasporada yaşa­ yan Türklerin ve Kürtlerin ilişkilerini derinden etkilemektedir. Özellikle Almanya ve Belçika'da iki grup arasında birçok şid­ detli çatışmanın çıkması, gelecek kuşaklarda iki grup arasında­ ki mesafenin açılması, sosyal ve siyasi mesafenin artması olası­ lığını güçlendirir. Bu ayrışmanın dereceleri ve nedenleri sonraki bölümlerde inceleyeceğim çeşitli unsurlara bağlıdır. Her ülkede ve her şe­ hirde iki grup arasındaki gerginlikler ve bunların ortaya çıkışı farklıdır. lsveç ve Almanya'daki Türk-Kürt ilişkisinin dinamik­ leri aynı olmadığı gibi, Köln ve Berlin arasında bile ciddi farklar vardır. Diasporaların yapısal karakterleri, Türklerin ve Kürtle­ rin politik eğilimleri, iki grubun birbirine oranı gibi faktörler önemlidir. Sınıfsal farkların, birinci nesilin göç sebeplerinin, iki grup arasındaki ekonomik çıkar ilişkilerinin ve etnik ve din­ sel önceliklerin de rolü vardır. lkamet edilen ülkenin Kürt me­ selesine yaklaşımı özellikle Kürt diasporasının stratejilerini et­ kiler. Bu unsurlar lsveç ve Almanya örnekleri incelenirken da­ ha net anlaşılacaktır. Türk-Kürt meselesinin Türkiye sınırlarına taşınması iki gru­ bu aynştırmıştır ve Türk devleti diaspora alanına müdahele et­ miştir. Ayata'nın (20 1 1 ) Keck ve Sikkink'den uyarlayarak kul­ landığı tabirle, Kürtlerin Türkiye'de maruz kaldığı baskılar so­ nucunda Türkiye'yi terk ederek Avrupa'da bir diaspora oluş­ turması "bumerang etkisi" olarak açıklanabilir çünkü bu olu­ şum Kürt meselesini uluslararası platforma taşımış ve Türki­ ye'yi daha zor bir duruma sokmuştur. Türkiye, Kürt diaspo­ rasının alanlarına müdahele etmeye çalışmış ve Kürt diaspo­ rasının güçlü olduğu ülkelerin hükümetlerine bu aktivitelerin bastırılması için çağrı yapmıştır. Örneğin; Türkiye, Avnıpa'da­ ki ülkelere PKK'ye bağlı derneklerin kapatılması ve Kürt mese­ lesiyle ilgili propaganda yapan çeşitli yayın kuruluşlarının ya­ saklanması için baskı uygulamıştır. Hollanda'daki "Fırat News Agency" , Belçika'daki Roj-Group ve Mezopotamya Radio, Da48

nimarka'daki ROJ TV ve MMC TV, Norveç'teki Newroz TV ve Almanya'daki Yeni Ôzgür Politika gazetesi bunlardan sadece ba­ zılarıdır (Eccarius-Kelly 2010) . Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kendisinden önceki siya­ setçilere benzer olarak Avrupa'da yaptığı konuşmalarda, Kürt diasporasının eylem yaptığı ülkelerin hükümetlerini sert bir dille eleştirmiştir. Kürt diasporasının siyasi ve ekonomik fa­ aliyet alanını "terörizm" çerçevesine oturtmuş ve Avrupa ül­ kelerini "teröre destek vermekle" suçlamıştır (Eccarius-Kelly 2010). Kürt milliyetçiliğinin yurtdışında ivme kazanması ve si­ yasi partilerden veya figürlerden destek görmesi, Türkiye'deki siyasi grupları ve yurtdışında yaşayan Türk milliyetçisi grupları tedirgin etmiş, Avrupa ülkelerine ve onların Türkiye üzerinde­ ki politikalarına kuşkuyla bakılmıştır. Türk politikacıların ve hatta Türk diaspora üyelerinin Kürt diasporasının Avrupa'da etkin oluşu ile ilgili yorumlarında da "Sevr Sendromu" olgu­ suna rastlamak mümkündür. Avrupalıların Kürtleri kışkırttığı ve Türkiye'deki sorunun derinleşmesine yardımcı olduğu yıl­ lardır dile getirilen iddialardan biridir. Özellikle Avrupa Birli­ ği'ne üyelik gündemdeyken, Avrupalı politikacıların Kürt me­ selesi ile ilgili Türkiye'ye yönelik eleştirileri Türkiye'nin içişle­ rine karışılması şeklinde yorumlanarak tepkilere yol açmıştır. Esasen Avrupalı birçok devletin Türkiye üzerindeki çıkar oyunları ve Türkiye'yi zayıflatma çabaları ilkokuldan beri öğ­ rendiğimiz bir şey değil mi? Bu yüzden, Avrupa'daki ulusöte­ si alanda Kürt hareketinin sahip olduğu siyasi ve ekonomik fır­ satlar, Türkiye'deki ve diasporadaki siyasi çevrelerce şüphe ile karşılandı. Özçelik (2006) ve başka birçok yazar, Sevr Sendro­ mu'nun Türk ulusunun "seçilmiş bir travması" olduğunu söy­ lüyor. Bu seçilmiş travmanın ulusötesi alana taşınması şaşıla­ cak bir durum değil. Mülakatlar sırasında birçok kişi Avrupa'ya şüpheyle yaklaşıyor ve Türk-Kürt sorununu yabancı güçlerin Türkiye üzerindeki emelleri kapsamında açıklıyordu. Türk­ Kürt meselesinde Türkiye içerisindeki gelişmelerin Sevr Send­ romu'ndan bağımsız yorumlanamayacağı gibi, diasporadaki ge­ lişmeler de bu şüpheler ve korkular anlaşılmadıkça açıklana49

maz. Somer (2007) Türkiye'deki herhangi bir Türk'ün sosyal ve politik farklılıkları algılamasının Sevr Sendromu'ndan etki­ lendiğini belirtirken, Türklerin yirminci yüzyılın başında bü­ yük bir imparatorluğu nasıl kaybettiğini ve neredeyse başka devletlerin egemenliği altına gireceğini yorumlamasında hep bu travmanın etkisi olduğunu dile getiriyor. Somer, "azınlık milliyetçilikleri"nin bu yüzden yabancı devletlerin bir oyunu olarak yorumlandığını söylemektedir. Diasporada gerçekleştirdiğim mülakatlar bu yorumlan doğ­ rular nitelikte. "Avrupa ülkelerinin Türkiye'yi bölme çalışma­ ları" anlatılarda sık sık vardı. Miras kalmış bu travmanın ge­ tirdiği "içgüdüsel kuşkuculuk" diasporada yeniden üretilmiş­ ti. Hatta diasporadaki şüphecilik daha gerçekti; zira ne olu­ yorsa gözlerinin önünde oluyordu. Mülakatlardan birinde "lş­ te, bakın, bir Alman politikacı Kürt derneklerinin toplantıları­ na katılıyor 'Biji falan' diyordu," deniyordu. Bir İsveçli politika­ cı PKK bayrağının olduğu bir salonda halay çekiyordu. Dias­ pora bu travmanın ete kemiğe büründüğü bir alandı. Milliyet­ çi ve muhafazakar ya da hem milliyetçi hem muhafazakar ca­ mialarda bu örnekler birbiri ardına sıralandı. lsveç'te doğmuş bir genç, "Yani biz de bir şey yapma ihtiyacı hissettik bunla­ ra karşı" diyecekti. Farklı bir söylemi olmayan solcu diaspora örgütleri de, Avrupa'nın emperyalist emellerinin altını çizerek Kürt meselesinin "kaşındığını" söylediler. Hangi siyasi görüş­ ten olursa olsun Türk diaspora gruplarının (birkaç solcu örgüt hariç) cevapları bir ortak noktada buluşuyordu: PKK yabancı ülkelerin Türkiye'yi karıştırmak için kullandığı bir araçtı (Ki­ rişçi 2004: 284) . Bir mülakatçım şöyle diyordu: "Her şey gözü­ müzün önünde oluyor ve elimiz kolumuz bağlı." Kürt diaspo­ rasının aktivitelerinden rahatsız olan Türk diasporası, tepkile­ rini hem Kürt diasporasına hem de ikamet ettikleri ülkeye doğ­ rultuluyor. lkinci kuşak Türk diasporası hem Türk medyasını yakından takip ediyor ve duruş belirliyor, hem de ailelerin ve Türk örgütlerinin etkisiyle siyasi görüşünü oluşturuyor. Avrupa'da durum böyleyken, Türk ve Kürt diasporalan de­ ğişmekte, söylem ve eylemlerini zamanın ruhuna göre şekil50

lendirmektedir. Son yıllarda Türk _9:iasporasında milliyetçiler gücünü ve tabanını kaybetmiş, neo-liberal muhafazakar grup­ lar daha fazla güçlenmiştir. Solcu ve/veya Kemalist dernekler tabanlarını korusalar da giderek küçülmektedir. PKK'ye bağ­ lı Kürt diaspora dernekleri özellikle 1999 sonrasında bir yeni­ den yapılanma dönemine girmiştir. Şiddet içermeyen metotlar­ la, Kürt meselesini görünür kılma esas alınmış, Avrupa'daki si­ yasi partiler ve hareketlerle dayanışma tercih edilmiştir. Bu kitap Avrupa'daki iki ülkeyi temel alarak bir argüman ge­ liştirme çabasındadır. lsveç ve Almanya, hem Kürt hareketi açı­ sından önemli iki ülkedir, hem de Türk göçmenleri bakımın­ dan büyük farklılıklar gösterir. İsveç, Kürt hareketinde "ente­ lektüel" diasporayı temsil eder. Edebiyat ve Kürt dili ilgili ça­ lışmaların yapıldığı ve Kürt hareketinin görece en çok destek­ lendiği ülkedir. Almanya özellikle Kürt milliyetçiliğinin en çok taraftar bulduğu, PKK'nin özellikle 1990'lardan itibaren Avru­ pa'daki kalesi sayılabilecek ülkedir. Türk diasporası ele alındı­ ğında lsveç belki de en zayıf ülkedir. MHP gibi birçok siyasi ha­ reket Almanya ve Hollanda gibi ülkelerde olmasına rağmen, ls­ veç'te yok denecek kadar azdır. Almanya Türk diasporasının en aktif olduğu ve Türkiye'de her siyasi rengin göründüğü ulusö­ tesi alandır. lki ülkedeki Türk-Kürt ilişkileri farklı dinamikler üzerine kurulmuştur. Prof. Hamit Bozarslan'ın yazışmalarımız sırasında ifade et­ tiği, Kürt diasporasının l 990'larda ve 2000'lerde oynadığı rol arasındaki farklılıklar dikkate değerdir. l 990'larda Kürt dias­ porasının, Kürt hareketi için önemli bir işlevi vardı. Hareket, hem Kürt göçmenler arasında toplumsal bir bilinç yarattı hem de Avrupa'da Kürtlerin sesini duyurmayı başardı. 2000'lerde, diasporanın işlevi değişti. Türkiye'de "Kürt olmanın" siyasi ve sosyal baskıya maruz kaldığı yıllarda, ulusötesi alan Türkiye'de olmayan siyasetin kanallarını açmıştı. Türkiye'de hala var olan baskıya rağmen, korku eşiğini çoktan aşmış bir Kürt halkı var. Bozarslan'ın da söylediği gibi Kürt siyasetinin merkezi tekrar Türkiye'ye kaydı. Yeni kuşakların büyümesiyle farklı bir imaja bürünen diaspora, artık kendi dinamikleriyle uğraşmakta. Ge51

ri dönme fikrinin yavaş yavaş kaybolduğu düşünülürse, ileride ikinci kuşaklar hem Türk hem Kürt diasporalannı etnik grup­ ların çıkarlan için hareket eden müesseseler haline getirecek. Türkiye'deki siyasi ve sosyal bağlamdan beslenen ama kendine has çıkarlan, rekabetleri, istekleri ve huzursuzluklan da olan ulusötesi topluluklan, ikinci kuşaklar şekillendirecek. * * *

Kitap, Türk-Kürt meselesinin ulusötesi alanda yeniden yara­ tılmasını araştırmaktatır. Amaç, Türk ve Kürt gruplan arasın­ daki şiddet olaylannı değil; olaylann derininde yatan, ulusötesi alana taşınmış bir "egemenlik mücadelesi"ni anlamaktır. lkinci nesile yönelmemin sebebi, bu konudaki akademik eksikliktir. lkinci nesili incelemek ikamet edilen ülkelerin siyasi, ekono­ mik ve sosyal politikalannın iki grup arasındaki ilişkilerine da­ ir keskin ipuçlan verir. Kitap, Kürt ve Türk diasporasının kim­ lik oluşumu üzerine değil; zaten politik kimliği olan ikinci ku­ şak diasporalar arasındaki ilişkilerle ilgilidir. Yola çıkarken tek bildiğim, iki tarafı dinlemeden çatışmanın dinamiklerini anlayamayacağımdı. lki tarafın tavrını, ikamet ettikleri ülkeyle ilişkilerini de katarak anlamaya çabaladım. Ulusötesi alandaki Türk-Kürt meselesi salt Türkiye'deki çatış­ manın bir izdüşümü olarak izah edilemez. Türk ve Kürt dias­ poraları Türkiye'deki siyasi hareketlerin söylemlerinden bes­ lense de ikamet edilen ülkenin politikalanna dair çok şeyi içine alır. Diasporanın kendi alanı ve anavatandaki çatışmanın yan­ sıması gibi görünse de farklı olan çatışma dinamikleri vardır. Gruplar arası çıkar çatışmaları, egemenlik çekişmeleri, diğer gerginlikler ile dayanışma ve beraberlik gelecek nesillerce nasıl yorumlanmaktadır? Türkiye'de olanlar bu ilişkilere nasıl yan­ sımaktadır? Türkiye' de iki grup arasında azınlık-çoğunluk şek­ linde hiyerarşi kuran i1işkiler, ulusötesi alanda nasıl şekillen­ mektedir? Kürtler ulusötesi alanda "azınlık içinde azınlık" mı olurlar yoksa nihayet Türk ve Kürt eşit olabilir mi? lleride bu sorulara cevap vermeye çalışacağım.

52

iKiNCi BÔLÜM

"ŞEY... SELAM BEN TÜRKIYE'DEN GELiYORUM"

Bu kitaptaki argümanlar, Almanya ve lsveç'te dört yıl içinde gerçekleştirdiğim mülakatların ve birinci elden kaynakların analiz edilmesi ile oluşmuştur. Doktora tezimi hazırladığım bu dört yılda defalarca iki ülkeye gittim ve farklı şehirlerinde yüz­ lerce kişiyle görüştüm, binlerce hikaye dinledim. Düğün der­ nekten futbol turnuvalarına, konserlerden anma günlerine ka­ dar her etkinliğe katıldım, örgütlerin kapılarını defalarca aşın­ dırdım, politikacıların peşinden koştum, metrolarda not tut­ tum, çay molalarında en büyük analizlerimi yaptım ve müla­ katçılarımın hayatından beş dakikayla altı saat arasında değişen zamanlar çaldım. Her bilimsel çalışmadaki gibi ben de, ömek­ lemimi metodolojik seçimlerle büyük bir titizlikle seçtim. Ge­ ri dönüp baktığımda ve görüşmelerimi gözümün önüne getir­ diğimde kendimi hep şu cümleyi söylerken buluyorum: "Şey ... Selam, ben Türkiye'den geliyorum . . . " * * *

Alan çalışmasına başladığımda amacım Türk-Kürt mesele­ si hakkında bir duruş ve düşünce sahibi Türk ve Kürt ikinci kuşaktan diaspora üyeleriyle temasa geçmekti. ikinci kuşak­ tan herkesin kendini Türk veya Kürt olarak tanımlamadığı, ta53

nımlasa bile politikaya ilgi duymadığı düşünülürse samanlık­ ta iğne arıyordum. Öncelikle siyasi duruşu olan ve kendini din veya başka bir aidiyetle değil, etnik kimlikle tanımlayan göç­ men dernek ve federasyonlara gittim ve burada hem liderler hem de üyelerle görüştüm. Bir derneğe üye olmayan, bağım­ sız ama siyaseten aktif birçok ikinci kuşak Türk ve Kürt de ol­ duğu için ömeklemimi sadece derneklerle sınırlamadım. Akti­ vistler, müzisyenler, aktörler, yönetmenler, gazeteciler, yazar­ lar, şairler, "diaspora aydınları" ve akademisyenler de ömek­ lemim dahilindeydi. Kitabın en büyük eksiği, dini kimliklere öncelik veren grup­ ları örnekleme dahil etmemiş olmasıdır. Alman Anayasayı Koruma Örgütü'nün 20 1 2 yılındaki raporunda, Almanya'da 20l l'de lslami örgüt üye sayısı 38.000 iken; 201 2'de 42.000'e çıkmıştır. lsveç'teki birçok derneğin lideri "marjinal grupla­ rın" etnik aidiyetlerde değil dini aidiyetlerde buluştuğunu be­ lirtmiştir. "Tarikatların" varlığından, birçok ikinci kuşak gen­ cin dini aidiyetler etrafında toplanmış gruplara üye olduğun­ dan bahsedilmiştir. Bu durum dini aidiyetler etrafında ciddi bir diasporalaşmamn olduğunu gösterir. 1 Zaman ve bütçe kısıtlamaları ile gruplar içindeki çeşitlilikten dolayı, kitap sadece kendini etnik aidiyetle tanımlayan diaspo­ ralar üzerinedir. Bugünlerde popüler olan "Müslüman diaspo­ ra" veya "Alevi diaspora" gibi gruplar çalışmanın dışındadır. Ki­ tapta bahsi geçmese de Alevi Federasyonları (özellikle Alman­ ya'daki federasyon) incelemeye değerdir. Hem siyaseten aktiftir hem de kitleleri sürükleyecek potansiyele sahiptir. Avrupa ya­ pılanmaları birçok doktora tezine ilham veren Gülen Cemaati gruplarının ikamet ettikleri ülkelerdeki siyasi partilerle ve sis­ temle ilişkileri ve lobi faaliyetleri de diaspora özelliği taşımak­ tadır. Bu sebeple, sonraki çalışmalarda bu grupların Kürt-Türk meselesiyle ilgili aktivitelerine yönelen tamamlayıcı bir çalışma 1

54

Ômeğin, Stockholm'de Sosyal Demokrat Parti üyesi, Kürt kökenli eski millet­ vekili Nalin Pekgül ile söyleşide, bu konuyu dile getirmişti. Köktendinci bir­ çok derneğin kurulduğuna dikkat çeken Pekgül, şu makalesini okumamı öner­ mişti: "Why I'm Leaving Home-Again", State of the Union, Wall Streetjournal, 30.01.2006.

yapılabilir. Alevi kimliği ulusötesi alanda Türk ve Kürtleri bir araya getirebiliyor mu? Kendini öncelikle "Müslüman" olarak tanımlayan grupların Kürt-Türk sorunu ile ilgili görüşleri neler­ dir? Bunlar sorulması gereken önemli sorulardan sadece bazıla­ rıdır. Aynca bölgesel aidiyetler de Türk-Kürt meselesinde bü­ yük rol oynar. Örneğin, "Dersim Cemaati"nin geleneksel Kürt ve Türk gruplarından ayn bir duruşu vardır ve özellikle Alman­ ya'daki aktiviteleri için akademik çalışma yapılabilir. Bu grupların Türk-Kürt meselesinin dinamiklerini anlamak­ ta önemli olduklarını kabul ediyorum. Onları doğrudan dahil edemesem de, olabildiğince kapsayıcı bir alan çalışması yap­ maya çalıştım ve dindar, Sünni, Alevi, ateist ve Yezidilerle gö­ rüştüm. Aynı zamanda çalışmaya dahil olan derneklerden Ale­ vi dernekleriyle, Milli Görüş ve Gülen Cemaati'yle görüştüm. Görüştüğüm isimleri sınıf ve cinsiyet aynmlanna da özen gös­ tererek seçtim. Amacım cinsiyet veya sınıf ve etnik çatışma ara­ sında bir bağ bulmak olmadığı için bu olguları analiz etmedim, sadece kontrol altında tuttum.

içeriden misin dışarıdan mısın? Etnografik alan çalışması kullanan bir akademik çalışmada, araştırmacının sübjektif gerçekliğinden haberdar olması temel­ dir; çünkü bu pozisyonu araştırmasını ve çıkacak sonuçlan et­ kiler. Bu yüzden araştırmacı hem görüştüğü kişileri hem de okuyucularını bu hususta bilgilendirmekle yükümlüdür (Al­ Ali &: Pratt 2006: 2). Al-Ali ve Pratt'ın (2006: 2) da bahsetti­ ği gibi, kişinin cinsiyeti, sınıfsal geçmişi, dini, cinsel yöneli­ mi, ideolojik duruşu, etnik kimliği, yaşı ve diğer tecrübeleri, araştırmasını direkt etkiler. Bir araştırmacı kendisi ile araştır­ dığı özne arasındaki potansiyel güç ilişkilerinden ve bu ilişki­ nin bilgi üretirken etkili olacağından haberdar olmalıdır. (Na­ gar &: Geiger 2007) . Araştırmaya başladığımda çalıştığım konunun hem Türki­ ye hem de diaspora için "çok hassas bir konu" olduğunun far­ kındaydım. Mülakatların neredeyse yüzde altmışını Türkiye'de 55

hiç yaşamamış kişilerle yapacak olsam da değişen bir şey yok­ tu. Görüştüğüm Kürtlerden çoğunun birinci elden tecrübe­ si yoktu ama Türkiye'de işkence gören, "dağa çıkan" , hala ha­ piste olan veya hayatını kaybetmiş birçok aile üyeleri vardı. Bu yüzden diasporada bile hassas dengeleri gözetmem gerek­ ti. Alan çalışmalannda iki şey fark ettim: Birincisi, deneyimle­ rim ülkeden ülkeye farklıydı ve ikincisi, gruplann heterojenli­ ği nedeniyle Kürtler ve Türkler diye bir aynın yapamadım. Her iki grupta da zorlandığım anlar olduğu gibi çok verimli görüş­ melerim de oldu. Alan çalışması yöntemimi açıklamadan önce, bir araştırmacı olarak duruşumla ilgili bir hesaplaşmaya gitmek istiyorum. Ben içeriden bir araştırmacı mıyım yoksa dışarıdan mı? Belki uzak­ tan Türk diasporasının içinden, Kürt diasporasının dışından olduğum söylenebilirdi. Peki, gerçekten böyle miydi? Öncelik­ le, 2000'den beri Türkiye dışında yaşayan biri olarak kendimi diaspora olarak tanımlamıyordum. "Türkiye'den geliyordum" ama her iki gruba da bir aidiyet hissetmiyordum. lçeriden-dışa­ ndan kavramlarının geleneksel ayrımı şöyledir: Bir gruba tama­ men yabancıysan dışandansın, o gruba aitsen içeridensin (Bre­ en 2007: 1 63 ) . Ama durum hiç bu kadar kolay değildi. Col­ let'in (2008: 79-80) bahsettiği gibi araştırma diasporada yapı­ lıyorsa içeriden-dışandan karmaşası daha da kanşıyordu. Ken­ di arasında heterojen olan diasporaya, bir de içeriden-dışarı­ dan dualizminin ulusötesi aynını ekleniyordu. Diasporadakiler hala anavatan ve aidiyet kavramlannı sorgularken, bu kaygan zeminde ben kendimi nereye koymalıydım? Breen'in bahsettiği "araştırma özneleriyle doğal bir kaynaşma" (Breen 2007: 1 63) bende vardı ama bazen kendimi her iki gruba da yabancı hisse­ diyordum. lki grubun kültürel kodlannı da anlayabildiğimi dü­ şünüyordum ama bazen lsveç ve Almanya'da edindikleri norm­ ları çözümleyemiyordum. Türkiye politikasından konuştuğu­ muzda "tanışıklık" durumu oluyor ama onlann ikinci kuşak ve entegrasyon sorunlannı dinlerken konuya yabancılaşıyordum. Bu hislerim ve düşüncelerimin yanı sıra bazen de görüşmecile­ rim beni yorumlanyla bu iki rolden birine istesem de isteme56

sem de sokuyordu. Bazen "tanışıklık aldanması" (Breen 2007: 164) olgusunu yaşıyordum. Yani, görüştüğüm kişilerin cevap­ larını zaten bildiğimi farz ediyor ve cevaplan yeterince iyi din­ lemiyordum. Kısa zamanda yanıldığımı anladım ve bundan ça­ bucak kurtuldum. Bazen içeriden bazen dışarıdan, bazen hem içeriden hem dışarıdan olduğum fikriyle barıştım. Alan çalışmasında benim için önemli olan bir şeyi daha anla­ dım: Ben Sünni bir Türktüm! lster inanın ister inanmayın, ben doktora aşamasına kadar öyle bir lüksle yaşamıştım ki, kendi­ mi tanımlama ihtiyacını hiç duymamıştım. Bana "kimsin" di­ ye sorsalar, "kadınım" derdim, "doktora öğrencisiyim" derdim; ama ilk defa kendimi etnik ve dini kalıpların içine sokma ih­ tiyacı (zorunluluğu ! ) hissettim. Kendimi böyle tanımlamasam da başkaları benim için çoktan tanımlamıştı. Özellikle lsveç'te­ ki ilk alan çalışmamla başlayan süreç en başından beni "dışarı­ yı anlamaya çalışmadan önce kendini anlama sürecine itmişti" (Whittaker 1992: 1 9 1 ) , sonradan bu sürecin ne kadar gerekli olduğunu ve insanın kendini bilmeden başkalarını bilemediği­ ni öğrenecektim. Alan çalışması boyunca görüştüğüm kişiler, daha mülakatın başında "sen içeridensin" veya "sen dışandansın" ayrımı yap­ tılar. Bir kalıba sokma durumu sorduğum sorulara, siyasi ge­ leneklerine ve birçok faktöre bağlı olarak değişti. Bazen kadın olduğum için içeridendim, bazen sol düşüncede olduğum için dışarıdandım. Bu konuda hangi "tarafı" tuttuğumun belli ol­ duğunu düşünen ve objektif olabileceğime ihtimal vermeyen Türk görüşmecilerimden bazıları "hedeflerimizin ortak olduğu inancıyla" benimle "dertleşti" . Bazı Türk görüşmeciler "Tür­ kiye'den geldiğim için" buraları anlayamayacağımı altını çize­ rek defalarca söylediler. Özellikle ikinci kuşakla görüşmelerde "Türkçen ne güzel" diyerek başlayan diyaloglar aramıza zaten baştan bir sınır çiziyordu. Görüşmecilerime karşı her zaman dürüst oldum ve kişisel sorularını cevapladım. Nereli olduğum ve hangi üniversiteden mezun olduğum en çok sorulan soru­ lardı. Boğaziçi Üniversitesi'nden mezun olmam, bazı görüşme­ cilerin bana bir statü atfetmesine yetiyordu: Beyaz Türk! Böyle 57

bir kategori bazı Türk görüşmecilerime itici geliyor, bazılann­ da "saygı" uyandınyordu. Kürt görüşmeciler nereli olduğumu soruyor, Bolulu olduğmu öğrenince bunu tartmaya koyuluyordu: "Bolu'da Kürt var mı ki?" , " Çerkez misiniz yoksa?", "Orada Rumlar da varmış her­ halde?" , "Türk'e de benzemiyorsun, renkli gözlüsün, kanşıksın herhalde, zaten Türkler hep karışık," vb. yorumlarla sık sık kar­ şılaştım. Eğer bende bir "Kürtlük daman" bulunamadıysa, daha sonra din ile ilgili sorulara geçiliyor ve "devlete muhalefet" bir konuyu çalışmamın altındaki neden aranıyordu. Hiç unutmu­ yorum, bir Kürt görüşmeci şaşkınlığını gizleyemeyip bana şunu demişti: "Alevi bile değilsin, neden bu işlere bulaştın?" Özellikle Almanya'da Kürt görüşmecilere ulaşmakta zorluk yaşadım. Daha önce lsveç'te iki yıl yaşadığım için tanıdıklarım vardı ama Almanya'da hiç kimseyi tanımıyordum. Almanya'da­ ki Kürt derneklerinin bir listesini edindim ve kapılarına teker teker gittim. Doktora öğrencisi olduğumu ve konumu açıkla­ sam da defalarca "ajan mısın yoksa" gibi şaka yollu sorulara ma­ ruz kaldım. Nereden geldiği anlaşılan bu şüphenin karşısında, soruları kişisel almamayı öğrendim. Özellikle görüşmecilerin "Google taraması" ile hakkımdaki bilgilere ulaşması (daha ön­ ceki makalelerim, üniversitenin web sitesi...) güven kazanmam­ da yardımcı oldu. Collet (2008: 78) , Meredeth Minkler'in ma­ kalesine atıfla bir "direniş diyalektiği"nden bahseder. Eğer iki grup arasında bir hiyerarşik düzen kurulmuşsa (devlet politika­ ları gereği, emperyalist gelenek. . . ) baskı gören grup, dominant grubun üyelerine güvensizlik ve şüpheyle yaklaşabilir; çünkü dominant grubun üyesinin, ezilen grup üyesi için temsil ettiği bir tarihi gerçeklik vardır. Dominant grubun üyeleri, ezilen gru­ bun sesini duyurmak için çalışmalar yapsa bile, ezilen grup üye­ leri dominant grup üyeleri tarafından seslendirilmek veya tem­ sil edilmek istemezler ve bu ilgiyi geri çevirirler. Yaklaştığım birçok Kürt diaspora üyesinin bu düşünceye sahip olduğunu düşünüyor ve kendilerine şüpheleri için hak veriyorum. Bazı Kürt görüşmeciler "Türk" olduğum için, "Türk tarafını" tuttuğumu düşünüyordu. "Amacın ne?" gibi sorularla sık sık 58

karşılaştım. PKK geleneğinden gelen birinci kuşak ilgime şa­ şırmamış aksine alışkın olduklarını belirtmişti. Türkiye'de hiç yaşamamış ikinci kuşak Kürtlerden sık sık, "Hiç senin gibi bir Türk görmedim" cümlesini duydum. Görüştüğüm bazı kişiler beni "Türk devletinin temsilcisi" olarak algılayıp, nefret söy­ lemlerinde bulundular. Ayrıca Kürt tarihi, Kürt hareketi, Kürt hareketinin önemli figürleri hakkındaki bilgim sık sık sorgu­ landı. Alan çalışmamın başlarında çok önemli bir kadın gerilla­ yı bilmediğim için görüşmecimin mülakatı yarıda kestiğini ha­ tırlıyorum. Bunun dışında, bazı görüşmeciler beni "açık fikir­ li bir Türk" olarak algılayıp "eğitme" çabası içine girdiler. Os­ manlı döneminden itibaren Kürt meselesini anlattıkları müla­ katlar bazen altı saat sürdü. Bazıları, "Bunları yaz, sesimizi du­ yur" diyerek bana fikirlerini açtılar. Görüşmelerin sonunda analiz yaparken, aslında bu kayıt dışı konuşmalardan ne kadar çok şey öğrendiğimi anlayacaktım. Önemli bir konu da Kürt görüşmecilerin gözünden aramız­ daki güç ilişkisini yorumlamam. Bazıları bana şüpheyle ve gü­ vensizlikle yaklaşırken, birçok Kürt görüşmeci beni "el üstün­ de tuttu": "Hem Türk hem gelmiş bizi anlamaya çalışıyor", "Bu çabalarınızdan dolayı tebrik ederim" , "Helal olsun" , "Keşke herkes sizin gibi ne oluyormuş anlayama çalışsa" gibi cümlele­ ri not defterime kaydetmişim. Önceleri bu yorumlara sevinsem de, sonra "alan çalışması şokunu" atlatınca, bunun aramızda­ ki güç ilişkisinden doğduğunu ve "Türk olduğum için" ve Kürt meselesiyle ilgilendiğim için "alkışlandığımı" fark ettim. Bunu anladığımda çok utandım, içim burkuldu ve bir daha bu duy­ gudan kurtulamadım.

Alan çalışması lsveç'te toplam altı ayda lOO'den fazla mülakat gerçekleştirdim. Stockholm, Uppsala, Malmö, Lund, Södertalje, Vasteras, Göte­ borg, Linköping, Norköping, Örebro . . . gibi birçok şehri defa­ larca ziyaret ettim. Gençlik derneklerinin yıllık kongrelerinden tutun futbol turnuvalarına, doğum günü partilerinden protes59

to yürüyüşlerine kadar her şeye katıldım. 1 Mayıs'ta lsveç'teki siyasi partiler ve Kürt gruplanyla beraberdim. Böylelikle hem olaylan gözlemliyor hem de tanıştığım kişilerle yeni görüşme­ ler ayarlıyordum. Türkiye'deki siyasi gelişmelerle ilgili söylemi olan dernekle­ rin kapılannı da çaldım. lsveç'te derneklerin, devletle ilişkile­ ri gereği korporatist yapıda olması işimi kolaylaştırdı. Alman­ ya'da aktif olmadığı halde var olan binlerce demek varken, ls­ veç'te elimdeki bir listeyle kolayca tüm verilere ulaştım. lsveç'te Türk ve Kürt diasporalarındaki ikinci kuşakla 64 görüşme yap­ tım. Türk diasporasından 1 7 erkek ve 13 kadınla, Kürt diaspo­ rasında 18 erkek ve 16 kadınla görüştüm. Görüşmelerde hazırladığım 20 soru ile beraber ucu açık bir­ çok soru da sordum. Bir veya iki saatlik görüşmelerle beraber, bazen beş-altı saat aralıksız görüşmeler yaptım. Bir görüşmeci iki-üç kez farklı zamanlarda görüşme talebinde bulundu. Grup görüşmelerini sağlıklı bulmasam da, tek başına görüşmek iste­ meyenlerle dört beş kişilik gruplar halinde mülakatlar yaptım. Görüştüklerimin yarısından fazlası kayıt almama müsaade etti. Almanya'da yedi ay "alan çalışması" yaptım ve daha sonra sık sık oraya giderek görüşmeler gerçekleştirdim. lsveç'te oldu­ ğu gibi yine orada da faaliyetlere katıldım, bazen gözlemci ba­ zen aktif katılımcı konumunda araştırmamı sürdürdüm. Örne­ ğin, Almanya'da da 1 Mayıs'a Kürt dernekleri ve Türk sol grup­ lan ile katıldım. Almanya'da diaspora derneği seçmek zordu çünkü kağıt üzerinde var olan ama hiçbir aktivitesi olmayan binlerce der­ nek vardı ve federasyonlara bağlı olmayan sayısız oluşum, der­ nek statüsünde değildi. Ayrıca lsveç'te etnik kökene göre ay­ rılan dernekler, Almanya'da ideolojik farklılıklara göre oluş­ muştu. Seçim yaparken bu siyasi farklılıklan da göz önüne al­ dım. Berlin, Almanya'nın her yerinden gelen insanlar için mer­ kez olduğu için, görüşmelerin yüzde yetmiş beşinin gerçekleş­ tiği bu kentte, mülakat yaptığım her kişi Berlinli değildi. Bre­ men, Hamburg, Düsseldorf, Bonn ve Köln'de de çeşitli görüş­ meler gerçekleştirdim. 60

0stergaard-Nielsen ve Faist'in Almanya'daki Kürt ve Türk diasporasının siyasi yapılanmasıyla ilgili birçok çalışması vardı. Demek seçerken ve alan belirlerken bunun gibi akademik eser­ lerden faydalandım. Almanya, lsveç'in aksine birçok akademis­ yenin ilgisini çekmektedir. Bozkurtlar, Alperenler, Atatürkçü Düşünce Derneği ile beraber ikinci kuşak üyeleri bulunan sol gruplan da çalışmama ekledim çünkü benim için önemli olan derneklerin ikinci kuşak üyelerinin olmasıydı. PKK'ye bağlı derneklerle, KOMKAR ve diğer bazı Kürt derneklerini ekledim. Mülakatlar sırasında aynı metotları uyguladım. Alan çalış­ masında l 975'ten sonra doğan ikinci kuşak Türk diasporasın­ dan 20 erkek ve 18 kadınla, Kürt diasporasından 22 erkek ve 18 kadınla görüştüm. Geriye kalan yaklaşık 80 mülakat birin­ ci kuşaktan uzmanlar, politikacılar, aktivistler vb. ile yapıldı. Derneklerin broşürleri ve dökümanlarını, sosyal medyayı ve oradaki tartışmaları yakından takip ettim. Bu araştırmayı diasporadan bir Türk veya Kürt ya da Tür­ kiyeli bir Kürt ya da bu gruplara aidiyet beslemeyen başka bi­ ri yapsaydı çok farklı sonuçlara ulaşabilirdi. Kitaptaki bilgiler, sorulann cevaplarını kendime göre bir matrikse yerleştirmem ve yine bilgilerim ışığında özümlememden doğdu. Analizlerim günahıyla, sevabıyla bana aittir.

Araştırmaya dahil edilen diaspora organizasyonları2 lsveç'teki Türk dernekleri TRF (Turkiska Riksförbundet / Türk Federasyonu) Merkezi Stockholm'de olan en eski Türk göçmen çatı derneğidir. 1979'da kurulan demek, lO'dan fazla derneği bir araya getirir. 12.000'den fazla kayıtlı üyesi vardır. Aktiviteler düzen­ lediğinde katılımcı çok daha fazla olur. Üyelerinin çoğunluğu, 2

Burada saydığım dernekler dışında başka demek üyeleriyle görüşmelerim ol­ du. (Örneğin, Türkiye Gençlik Birliği, Almende, YNK. .. ). Burada listelediğim derneklerin her birinden en az üç üye ile görüştüm. 61

birinci ve ikinci kuşak Kululu göçmenlerdir. Başkanlannın ve yönetim kadrosundan bazılannın Sosyal Demokrat Parti'de gö­ rev alması sebebiyle, partiyle yakın ilişkileri vardır. STRF (Svensk-Turkiska Riksförbundet / İsveç-Türk Federasyonu) 2003'te kurulmuş yeni ve aktif bir çatı örgütüdür. Anlaşmaz­ lıklar nedeniyle TRF'den aynlan bir grup tarafından kurulmuş­ tur. Isveç'te 9 şehirden 1 5 organizasyona çatı örgütlüğü yapar. Kayıtlı üyesi 4000 civarındadır. ikinci kuşak tarafından kuru­ lan ve geliştirilen derneğin merkezi Göteborg'dadır ve şubeleri vardır. Türkiye siyasetiyle ilgili meselelerde yeni yeni aktif ol­ maya başlayan demek, Türk toplumunun lsveç'e uyumuyla il­ gili çalışmalar yapar. Resmen ilan edilmese de birçok üyesi ve yönetim kadrosu Moderat Parti'ye sempati besler. TUF (Turkiska Ungdomsförbundet / Türk Gençlik Federasyonu) Türk Gençlik Federasyonu ilk faaliyetlerine 1 983 .yılında, TRF derneğinin alt grubu olarak başlamıştır. 1995'te TRF'den aynlmış ve bağımsız bir gençlik derneği olmuştur. Kayıtlı üye­ si 7000 civarındadır. lsveç'in 1 1 şehrinde temsilcilikleri var­ dır. STRF tarafından desteklenmektedir ve iki federasyon bir­ çok meselede ortak hareket eder. Türk siyasetiyle ilgili eylem­ ler düzenleyen en aktif demek olsa da, kuruluş amacı itibariy­ le Türk gençlerinin lsveç'e uyumuyla ilgilenen ve gündemi da­ ha çok lsveç odaklı olan bir demektir. TSAF (Turkiska Student och Akademiker Föreningen / Türk Öğrenciler ve Akademisyenler Derneği) Türk öğrencilerini bir çatı altında toplamak amacıyla 2002'de kurulmuştur. Kuruluş manifestosunda siyasi, dini veya başka ideolojik amaca hizmet etmediklerini ve kapılarının herkese açık olduğunu bildirmişlerdir. Türkiye siyaseti ile ilgili çeşitli konularda STRF ve TUF ile dayanışma içerisindedirler.

62

İsveç'teki Kürt dernekleri KRF (Kurdiska Riksförbundet i Sverige / Ulusal Kürt Federasyonu) 1982'de kurulmuş federasyon yaklaşık 42 derneğe çatı ör­ gütlüğü yapmaktadır. lsveç'teki en büyük Kürt federasyonudur ve de üye tabanı çok geniştir. Kuruluş manifestolannda siyasi ve dini eğilimlerden bağımsız olduklannı söyleseler de, Irak'ta­ ki Kürt Bölgesel Yönetimi'yle iyi ilişkiler içindedirler. Kadın ve gençlik yapılanmaları da bulunan bu örgütün, yaklaşık 9000 kayıtlı üyesi vardır (Khayati 2008: 232) . Kurdiska Radet (Kürt Konseyi) Kürt Konseyi diyebileceğimiz bu demek, lsveç'te geniş bir üye tabanına sahiptir. Faaliyetlerini KONKURD'a bağlı sür­ dürür ve PKK'ye sempati duymaktadır. 1 994'te kurulmuştur ve 20'den fazla küçük derneğe çatı örgütlüğü yapar (Khayati 2008: 232, jorgensen 2009) . KOMKAR i Sverige (Svensk Kurdiska Arbetarföreningen / lsveç Kürt İşçi Dernekleri Federasyonu) KOMCIWAN i Sverige (KOMKAR'ın Gençlik Derneği) Almanya'da kurulmuş ve Kürt işçileri bir araya getiren ilk demek olan KOMKAR'ın lsveç şubesidir. 1998'de Stock­ holm'de kurulmuştur. 1970'lerde faaliyete başlamış olan der­ nekler, 1 976 itibariyle KOMKAR ismini almıştır. Kürdistan Sosyalist Partisi'ne yakın bir siyaset izler. KOMKAR'ın bir alt derneği olan gençlik örgütü KOMCIWAN, birçok Avrupa ülke­ sindeki gibi lsveç'te de faaliyet gösterir, gençliği yakından ilgi­ lendiren konularda projeler ve seminerler düzenler. Hem Kür­ distan hem de İsveç ile ilgili konulan gündemine alır. UNGKURD (Riksförbundet Ung Kurd Sverige / İsveç'teki Genç Kürtler Federasyonu) lsveç'te en politik gençlik derneklerinden biri UNGKURD'­ dür. 2007'de Stockholm'de kurulmuştur. lkinci ve üçüncü ku63

şak Kürtleri aynı çatı altında toplamayı amaçlayan federasyon, Kürt kimliği ile ilgili seminerler düzenler, gündemlerinde Tür­ kiye'deki Kürt meselesi vardır. lsveç'e uyum sürecinde yaşanan sıkıntıları işleyen seminerler de düzenlemişlerdir. Stockholm, Uppsala, Göteborg, Örebro ve Borlange gibi şehirlerde şubeleri vardır. PKK'yi desteklediklerini ilan etmişlerdir. KSAF (Kurdiska Student och Akademiker Förbundet I Kürt Öğrenciler ve Akademisyenler Derneği) KSAF, 2002'de kurulmuştur ve Türk versiyonu olan TSAF'a göre daha aktif bir öğrenci derneğidir. Çok geniş bir üye taba­ nı vardır ve lsveç'te doğan Kürt gençlerinin hem kimliklerine sahip çıkması hem de politik söylemlerden haberdar olması­ nı sağlayan, en önemlisi Kürdistan'ın diğer parçalarından gelen Kürtleri bir araya getirme misyonuna sahip bir dernektir. ls­ veç'in genelinde faaliyetler gösterir. Üniversite olan hemen he­ men her şehirde bir temsilciliği vardır.

Almanya'daki Türk dernekleri DlDF (Föderation Demokratischer Arbeitervereine I Almanya Demokratik işçi Dernekleri Federasyonu) 1980'de Türkiye'den gelen işçileri örgütlemek amacıyla kurulmuş olan DlDF, günümüzde SO'ye yakın derneğin çatı örgütüdür. Türk ve Kürt işçiler tarafından kurulan ve kendilerini demokra­ tik ve bağımsız olarak tanımlayan demek, siyasi bir yapılanma­ ya sahiptir. Kendini Türkiye solu içerisinde ifade eder ama mani­ festolarında evrensel bir dil kullanır. Hem Almanya'daki hem de Türkiye'deki işçi sınıfının sorunlarına duyarlıdır. Web sitelerin­ de milliyetçilik, militarizm ve savaşa karşı olduklarını vurgular­ lar. "Halkların kardeşliği" mottosu sıklıkla kullanılmaktadır. Sol prensipler çerçevesinde hareket ettiklerini belirtirler ve etnik mil­ liyetçiliğe karşıdırlar. Türkiye'de EMEP'e yakın bir duruşları var­ dır. ikinci kuşağa ve gençlere hitap eden DlDF Jugend isimli der­ nekleri vardır. Almanya'daki Türkiyeli solcu dernekler içerisinde en fazla gençlik ve ikinci kuşak tabanına sahip dernektir. 64

Almanya Türk Federasyonu (Föderation der Turkisch­ Democratischen Idealistenvereine in Deutschland I Türk Demokratik Ülkücü Dernekleri Federasyonu I Bozkurtlar) Almanya'daki en eski ve köklü Türk federasyonlarından bi­ ridir. MHP'ye yakın bir ideolojiyle 1978'de Frankfurt'ta kurul­ muştur. Almanya'da 300, Avrupa genelinde 500 civarında şu­ beleri vardır (ATF Başkanı'yla Berlin'deki mülakatta edinil­ miş bilgidir) . Web sitelerinden de görülebileceği üzere, kuru­ luş prensibinde Türk milliyetçiliği vardır ve asimilasyona kar­ şı çıkar. Kurulduğu yıllarda Türk solunu hedef alan açıklama­ lar yaparken, günümüzde Kürtlerle -şiddet içeren veya içer­ meyen- çatışmalarda yer almıştır. Bağımsız olduklarını söyle­ seler de, web sitelerinden ve Berlin'deki şubelerinden MHP'ye, partinin liderlerine ve diğer sembollerine bağlı oldukları bel­ lidir. Gençlik örgütleri olan Bozkurtların, ciddi bir üye taba­ nı vardır. ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) ADD 1997 yılında "vatansever Türkler" (web sitesinden alın­ tıdır) tarafından kurulmuştur. Almanya'da 35'e yakın şubeleri vardır. Kemalizme bağlıdırlar ve Türkiye'nin toprak bütünlü­ ğü, modem ve demokratik bir Türkiye için toplandıklarını söy­ lerler. Emperyalizm karşıtı prensiplere bağlı olduklarını belirt­ mişlerdir. PKK ve "teröre karşı" kitle gösterileri düzenlemiş­ ler. Geniş bir üye tabanı vardır. CHP paralelinde siyaset yapar­ lar. ikinci kuşaktan birçok üyeye sahiptirler. PKK'ye destek ve­ ren gruplar ile şiddetli çatışmalara katıldıkları görülmemiştir. BBP (Büyük Birlik Partisi I Alperenler) Alperenler, muhafazakar sağcı ve aşın milliyetçi olarak tas­ vir edebileceğimiz bir hareketin gençlik kollarıdır. Bozkurt­ lar'dan farkları söylemlerinde dini motiflerin daha fazla olma­ sıdır. Kürt milliyetçi gruplarla şiddetli birçok çatışmada isim­ leri geçmektedir. Bedin Alperen Ocakları, l 992'de kurulmuş­ tur. Derneğin web sitesinde amaçlarının Türk-lslam ülküsüne 65

sahip çıkan gençler yetiştirmek olduğu vurgulanmıştır. Kendi­ sine ait Kuran kursları da organize etmektedir. TGB (Bedin Türk Cemaati) 1983'te kurulmuştur. Berlin'deki en büyük çatı örgütlerin­ den biridir. Muhafazakar çizgidedir. Türklerin Almanya'da ya­ şadıkları sorunlara değinse de, genelde Türkiye ile ilgili siyaset yapmaktadır. Asimilasyona karşı olduklarını sık sık dile geti­ rirken, Türk kimliğinin, kültürünün ve değerlerinin korunma­ sı gerektiğinin altını çizerler. Almanya'da CDU ile iyi ilişkile­ rinin olduğunu ve Türkiye'de AKP hükümetine yakın olduğu­ nu söylemek mümkündür. İkinci kuşaktan geniş bir üye tabanı olan TGB'nin sadece Berlin'de 100.000 civan kayıtlı üyesi var­ dır ve 76 Türk derneğinin çatı örgütüdür. Berlin'deki en büyük Türk federasyonu olduğu söylenebilir. TBB (Berlin-Brandenburg Türkiye Toplumu) TBB'nin hem bireysel üyeleri vardır hem de dernekler tara­ fından çatı örgütü vazifesi verilmiş bir federasyondur. 30 üye derneği ve 75 bireysel üyesinin olduğu web sitelerinde söylen­ mektedir. Sosyal demokrat bir organizasyondur. Türk göçmen­ lere danışmanlık yapar ve Almanya toplumuna uyum konu­ sunda aktif faaliyetler yürütür. Gençliğin eğitim sorunları ve kadın haklan ile ilgili de çalışmaları vardır. SPD ile yakın iliş­ kiler içindedir. Türklerin, Alman toplumuna tamamen entegre olmasını savunur ve hem Alman hem de Türk toplumunu bu­ na hazırlamak amacıyla seminerler düzenler. TBB'nin, Türki­ ye'den birçok politik ziyaretçisi vardır. Türk toplumuyla ilgi­ li bir gelişme olduğunda, medya tarafından açıklama yapması beklenen demektir. Hem Kürt hem Türk üyeleri vardır. Birçok ikinci kuşak Türk genci demek faaliyetlerinde aktiftir.

66

Almanya'daki Kürt dernekleri KOMKAR (Konfederasyona Komalen Kurdistan I Kürdistan lşçi Dernekleri Federasyonu) KOMCIWAN (KOMKAR'ın Gençlik Örgütü) KOMKAR ulusötesi alanda geniş kitleye sahip bir çatı örgü­ tüdür. PKK kadar destekçisi olmasa da, her Avrupa ülkesin­ de şubesi vardır ve faaliyetlerine uzun yıllardan beri devam et­ mektedir. Kuruluşu itibariyle Özgürlük Yolu Hareketi'ne des­ tek veren KOMKAR, PKK'nin Avrupa'daki Kürt hareketinde baskın bir aktör olmasından sonra l 970'lerdeki önemini kay­ betmiş ama faaliyetlerine son vermemiştir. Hem anavatan siya­ seti ile ilgili hem de Almanya'daki Kürtlerin durumunun iyileş­ mesi ile ilgili faaliyetleri vardır. Ev sahibi ülkedeki siyasi odak­ larla yakın ilişkiler kurmuştur ama bir halk hareketi olamamış­ tır Qorgensen 2009). KOMCIWAN , gençlik örgütü olarak hem Berlin'de hem de başka şehirlerde faaliyet gösterir. Dil ve tiyat­ ro kursları, folklor gösterileri, konserler ve seminerler en popü­ ler etkinlikler arasındadır. YEKKOM (Yekitiya Komalen Kurd Li Elmanya I Almanya Kürt Dernekleri Federasyonu) l 994'te Kürt göçmenleri temsilen kurulmuş bir dernek­ tir. KON-KURD'e bağlıdır ve PKK'ye desteğini ifade etmekte­ dir. PKK Almanya'da yasaklandıktan sonra, kapatılan dernek­ lerin yerine yeniden kurulmuştur (0stergaard-Nielsen 2003: 62) . Üyeleri 1990'larda mülteci statüsüyle Almanya'ya göç et­ miş Kürtlerdir. Hem birinci hem ikinci kuşaktan destek alır. Merkezi Düsseldorftur ve kendisine bağlı 70'e yakın dernek vardır. PKK'ye destek veren birçok Kürt derneğin faaliyetleri­ ne katılmasalar da PKK ideolojisine destek vermektedir. YEK­ KOM'un gündelik olaylar ile ilgili faaliyetleriyle, Türkiye'deki kritik bir gelişme sonucu düzenlediği gösterilere katılım ciddi oranda farklıdır. On binleri alanlara dökebilecek ideolojik alt­ yapıya sahiptir. "Atıl diaspora üyeleri" de göz önüne alındığın­ da, Almanya'da inanılmaz bir potansiyele sahiptir. 67

Komalen Ciwan Alman İçişleri Bakanlığı'nın raporlarında isimleri geçen ve şiddet eylemleriyle anılan bir Kürt gençlik grubudur. Alman is­ tihbaratı tarafından izlenmektedir. İçişleri Bakanlığı raporların­ da Türk dükkan ve iş yerlerini kundaklayan ve saldıran grup olarak geçer. Kendilerini "Apocu gençlik" olarak tanımlayan grubun web sitelerinde, PKK'ye destek verdikleri ve Alman­ ya'da illegal eylemlerde bulundukları görülür. Liderleri ve bazı üyeleri Alman polisi tarafından tutuklanmıştır. KIP (Kurdische Gemeinde in Deutschland / Almanya Kürt Cemaati) Kürt Cemaati, Alrnanya'da yaşayan Kürt vatandaşları birleş­ tirme amacıyla kurulmuş bir demektir. Kürt kimliğinin resmen tanınmasını amaçlar ve Alman siyasi partileriyle ve sivil toplum kuruluşları ile yakın ilişkiler içerisindedir. Almanya toplumu­ na uyum konusunda çalışmaları vardır (Faist 2000: 219).

68

Ü ÇÜNCÜ BÔLÜM

DIASPORA NEDiR?

Bu bölümde, akademide diaspora konusundaki güncel tartışma­ ları inceleyeceğim. Kimler diasporaya ait? Bir diasporayı herhan­ gi bir göçmen grubundan ayıran özellikler nelerdir? Diaspora­ nın anavatanında yaşanan sorunlara karşı söylemi nedir ve bu söylem kendini nasıl gösterir? Ulus devletin sınırlan dışında ya­ şayan ve birbirine kan bağıyla bağlı her bireyi diasporanın bir parçası kabul edebilir miyiz? Akademik çalışmalarda, "ulusöte­ si gruplarla" "diaspora" arasındaki farklar konusunda hala uzla­ şılamadığı için bu farkların da üzerinde duracağım. Bütün soru­ lan teorik tartışmaların ışığında cevaplandırmaya çalışacağım. Amaçlarımdan biri; diasporayı, Türkiye'deki kötücül anlam­ larından arındırarak siyasi bağlam içerisine sokmak. Türki­ ye'de en çok bahsedilen diaspora gruplarından Yahudi ve Er­ meni diasporalarının nasıl kodlandığı malum. Kürt diaspora­ sının da eklenmesi ile kötücül anlam pekişmiş ve diasporalar "baş belası" olarak görülmeye başlanmış. Diaspora çalışmala­ rından bihaber köşe yazarlarından biri olan Emre Uslu, Today's Zaman gazetesindeki 1 2 Ağustos 20 1 1 tarihli köşe yazısında Kürt diasporasını yaftalamıştır.1 Diaspora ile dalga geçen, bu 1

http://www. todayszaman.com/columnistDetail_getNewsByld.action?newsld= 253607 69

insanlann neden ve nasıl böyle bir ruh hali içerisinde olduğunu sorgulamadan iki üç cümle üzerinden analiz yapan yazılar hem yüzeysel kalmıştır, hem de Kürt diasporasını; Türkiye'de olan biteni anlamakta zorluk çeken, nostaljik hayatlar süren, akıldı­ şı istekleri olan kitleler olarak tasvir etmiştir. Diasporaya bakı­ şın bir süzgeçten geçmesi şarttır; çünkü az da olsa diaspora ça­ lışmış araştırmacılar bilirler ki, bazen Berlin ile İstanbul arasın­ daki engel sadece ülkeler arası 1 saatlik farktan ibarettir. "Bun­ lar da 1980'lerde donmuş kalmışlar" anlayışı 1990'larda moda olmuş ve artık eskimiştir. Diasporalar gündemleri olan, anava­ tandaki gelişmeleri takip edebilen, uzakta olmanın verdiği se­ rinkanlılıkla anavatandakilere göre daha iyi durum analizi ya­ pabilen gruplardır. Diasporayla ilgili yapılamayacak tek şey ge­ nellemelerdir. Hükümetin neo-liberal politikalarla yurtdışındaki Türkle­ ri örgütleme girişimi, Türkiye'deki diaspora algısının bir di­ ğer ayağını oluşturan "Türk diasporası yaratma" durumudur ve gözlemlemeye değerdir. Devletin ulusötesi alanı "makbul vatandaş" yaratmak için kullanması, iyi ve kötü vatandaş ayn­ mının en somut örneğidir. "Bölücü" veya "muhalif' gruplann devlet eliyle yaratılmış Türk diasporasında yeri yoktur, Kürt derneklerinden kimse buraya çağnlmaz ve Kürt diaspora lider­ leri veya üyeleri konsolosluklardaki resepsiyonlara davet edil­ mez. Hatta talepleri ve sesleri Türkiye sınırlannın dışında bi­ le bastırılır. Yeni kurulan "Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplu­ luklar Başkanlığı" bu çabalara örnektir. Akraba ve soydaş top­ luluklar için politikalar geliştirilir ama Kürtler, Süryaniler, Er­ meniler ve Aleviler makbul vatandaş olmadıklarından dışarı­ da tutulur. Absürt olan nokta diaspora çabalannın yeni başla­ mış gibi sunulmasıdır. Peki, bu çabalardan önce Türk diaspo­ rası yok mudur? Yıllardır Türkiye'de bannamadığı için Alman­ ya'ya, Hollanda'ya veya Avrupa'nın sayısız kentine gitmek zo­ runda kalmış kişilerin, yeni yerleşim yerlerindeki siyasi hare­ ketlerini nasıl açıklıyoruz? Avrupa, yıllardır Türkiye siyaseti­ nin kıyılarına vurmuş, kendi vatanından sürgün edilmiş sol­ cu, köktendinci birçok siyasi harekete ev sahibi olmuştur. On70

lar diaspora değil miydi? Burada diaspora kavramının tanımına dikkat etmemiz gerekiyor. Kimdir diasporalar? Hem yaşadıkla­ rı hem geldikleri ülkeye zararlı marjinal topluluklar mı? Yoksa devletine hizmetten başka bir şey düşünmeyen, anavatana has­ ret göçmen grupları mı? Makbul vatandaşlar mı, bela vatandaş­ lar mı? Vatandaşlar mı?

Diaspora kavramı Diaspora çalışmak isteyen bir araştırmacı öncelikle bu kavra­ ma yüklenmiş bin bir anlamdan birini seçmeli ve kendisini bir noktaya sabitlemeli çünkü son on yıldaki çalışmalardan göz­ lemlediğimiz üzere diasporanın evrensel bir karşılığı yok ( Che­ ran 2004: 3). Thomas Faist'in (20 10: 4) belirttiği gibi, bütün tanımlarda uzlaşmaya çalışmak boşunadır. Yahudi grupları ta­ nımlamak için ortaya çıktığı söylenen diaspora kavramı, eski­ den sadece Yahudi, Ermeni ve bazen Afrikalı grupları tanımlı­ yordu. Artık neredeyse her göçmen grubu kendisini diaspora olarak tanımlıyor ya da diaspora olarak tanımlanıyor. Bruba­ ker'a göre, diaspora kavramının kullanımı o kadar genişledi ki, kavram araçsallığını yitirdi ve analitik bir terim olmaktan çıka­ rak sıradanlaştı. Yani Brubaker'ın (2005: 1 -3) dediği gibi; her­ kes biraz diasporaysa, kimse diaspora değildir. Diasporanın ba­ zı tanımları şüphesiz göçmen gruplarını, mültecileri, ulusöte­ si toplulukları vb. kapsıyor. Bu yüzden bir araştırmacı diaspo­ ra ile ne demek istediğini iyi açıklamalı ve araştırmasının sınır­ larını belirlemelidir. "Diasporanın" kullanımının giderek çoğalması ile semantik bir tartışma da doğdu. Her araştırmacı kendi "diasporasını" ta­ nımlarken; ya birçok kişiyi içine alan geniş sınırlar çizdiler, ya da çok küçük sınırlar çizerek diaspora sayılan birçok grubu dı­ şarıda bıraktırlar. lçinde Safran'ın da olduğu birçok akademis­ yen, diaspora kavramında herkesin uzlaşabileceği özellikleri kategorize etti. Anavatandan travmatik olarak ayrılmayı mer­ kez alan Safran ( 199 1 : 83-84) , diaspora dediğimiz olguyu şu şekilde tanımlıyor: 71

a) Grup üyelerinin birden fazla ülkeye dağılmış olması, b) Geçmişe ve anavatana dair bir bellek ve mitler bütünü oluşturmaları, c) tkamet ettikleri ülkelere yeteri kadar uyum sağlamamaları, d) Zamanı gelince anavatana dönüş hayali içinde yaşamaları, e) Anavatanın gelişmesi için çaba sarf etmeleri ve çıkarlarını gözetmeleri, D

Grup bilinci ve dayanışması içinde olmaları.

1 990'lann başında geliştirilen bu tanım, hem diaspora çalış­ malarının temeli olmuş hem de birçok eleştiriye maruz kalmış­ tır. Günümüzde diaspora olarak tanımlanan birçok grubu içer­ meyen bu tanım, ilham aldığı Ermeni veya Yahudi diasporala­ nnın günümüzdeki durumunu bile yansıtmamaktadır; çünkü diaspora gruplarının amaçlan ve eylemleri de zamanın ruhu­ na göre değişir ve dönüşür. Modern diasporalarda "eve dönüş" isteği bir "olmazsa olmaz" değildir ve yeni çalışmalar sirküler göç ve ulusötesi hareketliliğin daha yaygın olduğunu göster­ mektedir. (Faist 2010: 13). Örneğin, Ermeni ve Yahudi diaspo­ ralan yaşadıkları ülkelere iyi uyum sağladıkları için geri dönüş taşımıyorlar. Clifford ( 1994) , Afrika diasporasının geri dönme fikrinin olmadığını ve mitolojik bir anavatana da bağlılık his­ setmediklerini söylüyor. Clifford'a göre bu ölçütler ilave edile­ bilir ama günümüz diasporalannı tarif etmekte sınırlayıcıdır. Safran, kendi tanımına yönelik eleştirileri göz önünde bu­ lundurarak, onu yeniden ortaya koymuştur ve diasporalann bir çoğunda ortak özellik olarak şu ölçütleri bulabileceğimizi be­ lirtmiştir: a) Ortak bir anavatan ve ortak bir tarihi mirasa sahip olma, b) Anavatandan gelen kültürel ve/veya dint değerlere sa­ hip çıkma ve yeni yaşadıkları ülkelerde bir azınlık grubu ola­ rak bu değerleri yaşatma, c) Anavatandan bağımsız kimlikler geliştirseler de anavatana aidiyet hissetmeleri, d) Anavatana ai­ diyetlerinin örgütsel mekanizmalara yansıması (Safran 2007) . Safran'ın önceki kategorilerini eleştiren Cohen ( 1997: 23) Safran'ın tanımlamasının Yahudi diasporası için geçerli oldu­ ğunu ama başka gruplara uyarlanamayacağını söyler. Özellikle 72

ilk diaspora tanımlamalarındaki "travmatik bir tecrübe" tanısı­ nın geçerliliğini kaybettiğini söyler. Cohen (2008: 8) dört mad­ delik bir tanımlama önerir: a) Kolonyal ve gönüllü olarak anavatandan ayrılmış gruplar da diaspora sayılmalıdır,

b) Diaspora kimliğinin pozitif olguları üzerinde de durulma­ lıdır, c) Diasporalar kolektif bir kimliği harekete geçirir, d) Diasporalann anavatanla ilgili ciddi iddialan olmasa bile asıl korudukları ulusötesi bağlarıdır.

Bu tanımda da bütün göçmenlerin diaspora sayılıp sayılama­ yacağı veya ulusötesi gruplarla diaspora gruplarını ayıran fak­ törlerin ne olduğu belli değildir (Faist 20 10: 13). Diaspora gruplarının travmatik bir tecrübesi olması gerekti­ ğini söyleyen yazarlardan Safran, Ermeni ve Yahudi vaka ana­ lizlerinden yola çıkıyor; ancak bu tez günümüz diasporalanna hitap etmiyor. Yani zorunlu olarak yerinden olma veya sarsıcı bir olay sonucu göç etmiş olmak diaspora olmanın ana krite­ ri değil (Shuval 2007) . Bauböck'e (2010: 3 14) göre, sarsıcı bir tecrübesi olmayan gruplar da diaspora oluşturabilir. Örneğin, 1998-99 Kosova Savaşı'nda, Avnıpa'daki birçok Kosovalı göç­ men, Kosova'ya dönüp çeşitli gruplarla savaşa katılmıştır. Av­ rupa'da kalanlar diasporaya girip ulusötesi aktivitelerde bulun­ muştur. Yani diasporalaşma, göç tecrübesi gerçekleştikten çok sonra oluşmuştur. Birbiriyle çelişen bu kavramların içinde, Brubaker yeni bir kategori yaratır ve üç ana başlık önerir: a) Anavatandan başka alanlara dağılmış olmak, b) Anavatan için bir yönelimi olmak, c) ikamet edilen ülkedeki topluma karşı bir sınır belirlemiş ol­ mak. Anavatandan göç travmatik bir nedenle olabilir ama di­ aspora olmanın bir kuralı değildir. Önemli olan anavatana dair bağların korunması ve yaşatılmasıdır. Anavatan olgusu, sınırla­ n resmen tanınmış bir ülke olabileceği gibi şu anda resmi statü­ sü olmayan ama ileride kurulması amaçlanan bir yer de olabi­ lir. Bazı durumlarda eskiden olan ve şu anda olmayan bir ana73

vatana da özlem vardır. Yaşanılan ülkedeki toplumla bir sını­ rın olması Brubaker'ın üçünçü koşuludur. Yazara göre, diaspo­ ralar, yaşadıkları toplumdan tamamen soyutlanmadan asimile olmaya direnirler. Yani diasporalar, kendileri için sınırlar oluş­ turur ve onun içinde grup dayanışması gösterirler (Brubaker, 2005: 5). Brubaker zaman kavramının da öneminden bahseder ve diasporanın özelliğinin, sınırlarının bir nesilden diğerine ak­ tarılması olduğunun altını çizer (2005: 6-7) . Bir diğer yazar Bauböck de, diasporaların grup bilincini ve dayanışmasını nesilden nesile aktarmasının, diaspora ile "göç­ men gruplar" arasındaki farkı gösterdiğini söyler. Ulusötesi alanda, göçmen gruplar sıkça göç dalgalarıyla beslenir. Diaspo­ ralar yeni göç almadığı halde, grup bilincini nesillerce devam ettirir ve ulusötesi herhangi bir gruptan ayrılır (Bauböck, 20 10: 3 15). Bu post-bellek2 diasporanın yeni nesillerinde oluşurken, onların yaşadıkları ülkenin toplumundan ayn bir kimlik kur­ duğu anlamına gelmez. Yeni nesiller hem yaşadıkları topluma entegre olmuş hem de diasporanın siyasi aktivitelerine öncülük etmiştir. Kendi yaşam ve göç tecrübeleriyle, ait oldukları grup­ ların kolektif dayanışma ve kaygılarını harmanlayarak, yeni bir ulusötesi topluluk yaratırlar (Butler 2001 ) . Kitaptaki diaspora olgusu, Brubaker ve Bauböck'ün tanımla­ malarından etkilenmiştir. Brubaker; diasporayı, kapalı bir etnik gruptan ziyade, bir duruş, bir talepler bütünü olarak tanımlar­ ken, Bauböck diaspora kavramına özcü yaklaşmaz. Diaspora­ nın birçok nesili barındıran bir topluluk olduğunu, bazı elitle­ rin çıkarları ve siyasi projeleri doğrultusunda ulusötesi alanda bir kimlik ve bellek yaratılarak oluşturulduğunu ve anavatan­ daki ve yaşadıkları ülkelerdeki politik imkanların da diaspo­ ra olgusuyla beraber incelenmesi gerektiğini söyler (Bauböck, 2010: 3 1 6) . Çeşitli eserlerinden yararlandığım Fiona Adamson, diasporayı toplumsal hareketler gibi devingen bir grup olarak 2

74

Post-bellek ile ilgili daha fazla okumak için bkz: Marianne Hirsch, "The Gene­ ration of Post Memory", PoeticsToday,2008. http://facweb.northseattle.edu/cs­ cheuer/Winter%2020l 2/Engl%20102%20Culture/Readings/Hirsch%20Post­ memory. pdf

tanımlamaktadır. Siyasi bağlantı da diasporanın olmazsa olma­ zıdır. Lyons ve Mandaville'in (2010: 126) belirttiği üzere, dias­ poralar kendiliğinden oluşan sosyal aktörler değildir, siyasi ol­ guların sonucudurlar. Anavatanıyla kültürel bağları olan her birey diasporaya dahil değildir, diaspora grupları anavatan si­ yaseti süreçleriyle bir şekilde ilişkili gruplardır. * * *

Diaspora dendiğinde akla gelen kavramlardan biri de Bene­ dict Anderson ( 1 992, 1998) tarafından literatüre kazandırılan "uzaktan milliyetçilik"tir. Özellikle diasporaların anavatana ilişkin bağlarını ve amaçlarını açıklamakta kullanılan bu kav­ ram genelde olumsuz bir anlam içerir. Kavram, son on yıldır diaspora gruplarının, anavatanlannda etnik çatışmalardaki ro­ lünü incelemede kullanıldı. Diasporadakiler uzaktan milliyet­ çilik yapan, anavatanda çeşitli siyasi, ekonomik ve sosyal olay­ larla bağlantılı olan ama sonuçlara katlanmasına gerek olma­ yan, çoğu zaman sorumsuzlukla hareket eden gruplar olarak tasvir edildiler. Barış çalışmalarında diasporalann, özellikle ba­ rış süreçlerinde anavatandaki siyasi aktörlere nazaran inatçı ve ödün vermeyen bir yapıda olduğu tartışıldı. Glick-Schiller, uzaktan milliyetçiliği yeniden tanımladığı bir makalede, bu milliyetçiliğin sadece negatif bir anlam içermedi­ ğini, diasporaların anavatanla ilgili projelerinin de çok yönlü olabileceğini tartıştı. Örneğin, diaspora grupları oy hakkı veril­ diğinde anavatandaki sonuçlan değiştirecek kadar güçlü olabi­ lirdi. Glick-Schiller uzaktan milliyetçiliği dört ana başlıkta in­ celedi: a) anti-kolonyal hareketler, b) ayrılıkçı hareketler, c) anavatandaki rejimi değiştirmeye yönelik hareketler, d) siya­ si katılım. Dört farklı tutum birbirinden bağımsız olmadığı gi­ bi bazı diaspora gruplarında amaçlar örtüşebilir. Örneğin, 19. ve 20. yüzyılda sürgündeki entelektüellerin, anti-kolonyal ha­ reketlere verdiği destek önemlidir. Aynlıkçı hareketler ülkele­ rinde "kendi kaderini tayin hakkı" talep eden gruplar için kul­ lanılabilir. Diasporalann bu amaçlan temsil eden silahlı grup­ lara yardım ettiği gözlemlenmiştir� Rejim değişikliği amaçlayan 75

gruplara diasporadaki Kübalılar örnek gösterilebilir. Yani dias­ poralar sadece sorumsuzca ve anavatan nostaljisi nedeniyle an­ lamsız hareket eden gruplardan ziyade, anavatana bağlı olan ve anavatandaki siyasi, ekonomik ve sosyal meseleler için za­ man ve çaba harcayan bir ulusötesi topluluktur ( Glick-Schiller 2004: 570-571). Gick-Schiller'in tanımı bütün ulusötesi eylemleri kapsar ve diasporalann rolü üzerine bilgi verir ancak uzaktan milliyetçi­ liğin oluşumu konusunda bir bilgi vermez. Skrbis (2001) uzak­ tan milliyetçiliği anlamaya çalışırken önemli bazı faktörlerden bahseder. Sürgündeki siyasi aktörlerin varlığı, ulusötesi gru­ bun entegrasyon problemleri, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı veya politik imkanların azlığı diaspora oluşum sürecini hızlan­ dırabilir. Skrbis'in tanımlaması diasporalar içindeki bazı grup­ lar için geçerlidir ancak tüm diasporalaşma süreci bu faktörle­ re bağlanamaz. Günümüzde uzaktan milliyetçiliğin yaygın ol­ duğu gruplara Yahudi ve Ermeni diasporalan örnek gösterile­ bilir. Fakat bu gruplar yaşadıkları ülkelere en iyi entegre ol­ muş gruplar arasında gösterilirler. Ayrıca siyasi liderleri sürgün edilmemiş gruplar da diaspora oluşturmuştur. Örneğin, Meksi­ ka ve Türk Diasporalan ekonomik nedenlerle oluşmasına rağ­ men güçlü diasporalar oluşturmuşlardır. Asıl soru şudur: Ulu­ sötesi toplumlar uzaktan milliyetçiliği nasıl ve neden benim­ ser? Bunun sonucunda nasıl bir seferberliğe giderler?

Diaspora seferberliOi ve kimlik oluşumu Anaakım diaspora çalışmalarında bazı temel yaklaşımlar var­ dır. Antropoloji temelli olanlardan biri, diaspora gruplarına öz­ cü yaklaşır ve anavatan dışındaki her bireyi diasporanın parçası kabul eder. Bu basitleştirilmiş bir tanımdır ve diasporanın içini boşaltarak göçmen, mülteci, ulusötesi topluluk ve sürgün ara­ sında fark bırakmaz. Buna göre, Türkiye sınırlan dışındaki her Türk diasporanın bir parçasıdır. Uluslararası ilişkiler temel­ li diğer yaklaşım diasporalan, elitler ve onların siyasi amaçlan üzerinden inceler. Odağın sadece diasporalann lobi faaliyetle76

ri ve siyasi aktiviteleri olduğu bu çalışmalarda, post-bellek hiç tartışılmaz. Sosyoloji, diaspora oluşumunu yapısalcı bir yakla­ şımla "seferberlik" üzerinden tanımlar. Ancak sosyoloji temelli yaklaşımlarda bile yapısalcı olduğunu iddia etmesine rağmen, özcü olan birçok çalışma vardır. Seferberlik faktörünü göz önü­ ne almayan ve diasporayı sadece etnik, dini veya kan bağıyla ta­ nımlayan çalışmalar, diasporayı etnik bir etiketleme olarak kul­ lanırlar ve analitik bir kavram olması ihtimalinin içini boşaltır­ lar (Butler 200 1 ) . Adamson (2008: 7 ) yapısalcı yaklaşımı benimser ve diaspo­ ra kimliğinin ulusötesi alanda yeniden yaratıldığını ve bu kim­ liğin, anavatandan bağımsız olarak teknolojik gelişmelerin de yardımıyla, ulusötesi ağlar üzerinden yeniden yapılandırıldığı­ nı söyler. Diaspora sadece anavatanın uzağındaki bireyler top­ luluğu değildir, ikamet edilen ülkedeki koşulların sonucunda yeniden yaratılan aidiyetlerin elitlerin çabasıyla ortaya çıkardı­ ğı ulusötesi bir oluşumdur. Sökefeld, diasporayı bireyler ara­ sındaki kan bağına indirgeyen görüşü reddeder ve diasporada kimlik oluşumunu seferberliğe bağlar. Diaspora kimliği olgu­ su, belli sayıda birey tarafından politik ve kolektif olarak sahip­ lenilirse oluşur. Peki, diasporadaki bireyler topluluğu böyle bir aidiyet şemsiyesi altında buluşmayı nasıl ve neden kabul eder, bu süreci kimler yönlendirir? (Sökefeld 2006: 267) Uluslar gibi diasporalar da, belli bir zümrenin liderlik po­ zisyonu üstlenmesiyle oluşur. Ulusötesi topluluğun bireylerini bir araya getiren örgütler, bu zümrenin işini kolaylaştırır. Bau­ böck'ün (2010: 135) de belirttiği gibi, diasporalar önce ortaya çıkarılmalı, daha sonra seferber edilmelidir. Bu durumda milli­ yetçilik ve ulus inşasına ait teoriyi, diaspora oluşumunu ince­ lerken de kullanabilmeliyiz. Diaspora yepyeni bir kavram değil, literatürdeki kimlik ve aidiyetlerle ilgili teorilerle anlamlandı­ rabileceğimiz bir olgudur. Diasporayı oluşturan koşullara, bazı elitlerin çıkar ve amaçlarına, seferberlik amacının altındaki ne­ denlere bakılmalıdır (Bauböck 2010: 3 15). Her bireyin diaspo­ rada olmak için farklı nedenleri olsa da, diasporanın etki saha­ sını ve stratejisini yine elitler belirler. 77

Diasporaların göçlerin doğal sonucu olmadığını, bir sefer­ berlik sürecinden geçmesi gerektiğini kabullendiğimizde şu­ nun altını çizmeliyiz: Aynı etnik kökenden gelen diasporaya mensup kişiler, farklı amaçlar için veya aynı amaç için fark­ lı yollardan seferber olabilirler. Diaspora çalışan bütün akade­ misyenlerin anlaştığı belki de en önemli nokta budur: Diaspo­ ralar heterojen ve çok katmanlı topluluklardır. Diasporanın her üyesinin veya her diaspora grubunun farklı çıkarları ve amaç­ ları vardır. Lyons'un (2004) Etiyopyalı diaspora grupları üze­ rindeki veya Paerregaard'ın (2010) Peru diasporası üzerinde­ ki çalışmaları, diasporanın çok katmanlı yapısını ortaya koyar. Aynı ülkede ikamet eden ve aynı etnik kökenden gelen dias­ poranın içinde farklı görüşten gruplar olabileceği gibi, aynı et­ nik kökenden gelen diaspora gruplarının yerleştikleri farklı ül­ kelerde farklı stratejiler uyguladığı da gözlemlenebilir. Herhan­ gi bir diaspora grubu üzerinde çalışma yapan bir araştırmacı­ nın genellemelerden kaçınması esastır. Basında sık sık duyu­ lan "Kürt diasporası ne istiyor?" gibi sorulara verilecek tekdü­ ze bir yanıt yüzeysel kalır. Asıl soru "Hangi ülkedeki diaspora veya diasporanın içerisindeki hangi grup ne istiyor?" olmalıdır. Kürt diasporası çalışan birçok araştırmacı sadece PKK'nin akti­ vitelerine yoğunlaşmış, PKK dışında hareket eden diğer grup­ ların Kürt hareketine katkılarını görmezden gelmiştir. PKK'nin Kürt hareketinin en meşru ve en baskın hareketi olduğu aşikar­ dır; ancak diğer grupların PKK öncesinde ve günümüzde ger­ çekleştirdiği diaspora faaliyetleri vardır. Araştırmacılar dias­ pora çalışmalarında, diaspora gruplarını "güvenlik çerçevesin­ den" bakarak mimleyebiliyor ve farkında olarak veya olmaya­ rak aynı etnik grubun içindeki güç hiyerarşilerini de yeniden üretiyorlar. Sesi en çok çıkan grubu diasporanın temsilcisi ola­ rak kabul ederek, diğer grupların dezavantajlı konumunu pe­ kiştirip, akademik çalışmalarla tasdik ediyorlar. Diaspora ça­ lışmalarındaki temel olgu, diaspora gruplarının kendilerini bir etnik göçmen grubun sözcüsü ilan ettiğidir. 3 Diasporayı ki3 78

Bu olgunun altını çizmemin önemini bana hatırlatan doktora tez danışmanım Prof. Rainer Bauböck'e teşekkür ederim.

min temsil edeceği, diasporanın alt grupları arasında egemen­ lik mücadelelerine yol açar. Diaspora stratejilerini ve ulusötesi alandaki rollerini anlamak için bu heterojen yapıyı göz önün­ de bulundurmak şarttır. Ulusötesi alanda, farklı etnik gruplar arasındaki çatışma di­ namikleri yeniden yaratılabileceği gibi, aynı etnik grubun için­ deki siyasal, sosyal ve dini bölünmeler de yeniden ortaya çıka­ bilir. Ulusötesi ortamın yenilikleriyle anavatanda olmayan bö­ lünmeler diasporada meydana gelebilir. Diaspora, kendini ye­ nileyen ve birçok faktörün etkisiyle evrim halinde olan bir ya­ pı olarak, hem anavatandan hem de ev sahibi ülkedeki siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmelerden etkilenir ve bunlara tepkiyle stratejilerini dönüştürür. Birçok akademisyen, çalışmalarında diasporaları kategori­ ze etmiş ve onların heterojen yapısını görmezden gelmiştir an­ cak diasporalar bir başlık altında kategorilendirilemez. Marji­ nal, barışçıl, mağdur, sürgün, çatışma sonucu oluşmuş, devlet­ siz vb. kalıplara soktuğumuzda araştırma alanımızı kısıtlamış oluyoruz. Örneğin, Kürt diasporası hem sürgün, hem mağdur, hem çatışma sonrası oluşmuş, hem de devletsiz diaspora kate­ gorisinde incelenebilir. Ama sadece bu kategorilere vurgu yap­ tığımızda misafir işçi statüsüyle gelmiş ve şu anda Avrupa'da­ ki Kürt toplumunun yarısından fazlasını oluşturan bir grubu araştırma alanımızdan çıkarmış oluruz. Diasporayı incelerken özcü bir yaklaşımdan kaçındığımı be­ lirtmiştim. Adamson, Sökefeld, Brubaker, Bauböck gibi akade­ misyenlerin diaspora ile ilgili görüşlerine paralel olarak, ben de seferberliğin ve anavatana dair siyasi projeye bağlılığın diaspo­ ranın tanımında esas olduğunu düşünüyorum. Diasporayı ulu­ sötesi bir topluluktan ayıran iki özellik budur. Burada diaspora üyelerini nasıl inceleyeceğimiz konusuna geliyoruz. Her birey aynı katkıyı sağlamıyor veya aynı düzeyde aktif değil. Bu konu­ da diaspora üyelerini üç grupta inceleyen Sheffer'in (2003: 10) çalışmasından yararlanabiliriz. Sheffer, çekirdek grup, marjinal grup ve atıl grup şeklinde bir inceleme yapıyor. Shain ve Barth (2003: 452) diaspora üyelerini çekirdek, pasif ve sessiz gruplar 79

olarak üçe ayırıyor. Onlara göre, çekirdek grubu elitler oluştu­ ruyor ve bu grup, diaspora faaliyetlerinde kitleleri seferber ede­ rek başı çekiyor. Pasif üyeler, diaspora liderleri çağnda bulun­ duğunda kitleleri seferber ediyor. Sessiz diaspora üyeleri, dias­ poranın seferber ettiği, siyasi süreçlere dahil olmayan ama ana­ vatanda veya ev sahibi ülkedeki siyasi bir kriz anında hareke­ te geçebilecek üyelerden meydana geliyor. Özcü yaklaşımı red­ dettiğimize göre atıl veya sessiz diaspora üyelerine gerçekten diaspora diyebilir miyiz? Bu üyeler ne zaman seferber olurlar? Diasporaya ne zaman dahil olurlar, ne zaman onun dışında ka­ lırlar? Kitlelerin nasıl diasporalaştığını açıklayan Safran'a göre (2007) , elitlerin dışındakiler için diaspora bilinci bazı özel du­ rumlarda rağbet görür. Etnik veya dini bağlar özellikle anava­ tandaki gelişmelerle yeniden canlandırılabilir ve önem kaza­ nabilir. Demmers (2007: 8) bu bilinç yüklemesini "diasporaya dönüş" olarak tanımlıyor. Yani anavatandaki siyasi gelişmelerle yakından ilgilenmeyen bir ulusötesi topluluğun üyesi, bir an­ da diasporaya dahil olup aktifleşebiliyor. Safran ve Demmers'in argümanlarında haklılık payı vardır; ancak açıklamalannı hep anavatana bağlı yaparlar. Ulusötesi alanda diasporayı anavatan­ daki siyasi gelişmelere ilgi duyan grup olarak göstersek de, o ev sahibi ülkedeki gelişmelere de aynı şekilde duyarlıdır. Örneğin, Almanya'daki Türk topluluklannın diasporalaşmasında, Türki­ ye'deki siyasi gelişmeler kadar Almanya'daki dışlanma ve ırk­ çılık tecrübelerinin de payı vardır. Ev sahibi ülkenin siyasi ve sosyal normlanna birinci kuşağa göre daha fazla uyum sağla­ mış olan ikinci kuşakta diaspora bilinci daha güçlü şekilde or­ taya çıkabilir ve ikinci kuşak, anavatana dair siyasi konulan ev sahibi ülkenin gündemine daha rahat taşıyabilir. Örneğin, ls­ veç'teki ulusötesi Türk topluluğunda diasporaya dönüş ancak ikinci kuşakla gerçekleşmiştir. Bazı çalışmalar şöyle ifadeler kullanıyor: "lsveç'te 1 50.000 Bosnalı diaspora üyesi vardır. " Bu yaklaşım, kendini Bosnalı olarak ifade etmeyen birçok lsveç vatandaşını, sadece kan ba­ ğı nedeniyle aidiyet hissetmediği bir gruba indirgediği için, bu 80

çalışmaların akademik niteliğinden şüphe etmek mümkün­ dür. "Müslüman diaspora" çalışmalannda da aynı hataya düşü­ lür. lngiltere'deki Müslüman sayısı insanlann geldikleri ülkeye göre belirlenir ve diasporanın büyüklüğü üzerine ahkam kesi­ lir. Hiç kimse bu insanlann arasında kendini Müslüman olarak tanımlamayan, Türkiye'den, Somali'den gelmiş olmasına rağ­ men başka dine mensup olanlar olduğunu düşünmez. Bir birey göç nedeniyle geldiği ev sahibi ülkede ulusötesi bir topluluğun üyesi sayılır ama diaspora bu ulusötesi olgunun içerisinde bir alt kümedir ve üyesi olup olmamak insanların kendini tanım­ ladığı yere bağlıdır, yani üyelik isteğe bağlıdır. Ev sahibi ülke­ de yaşamını sürdüren bir birey, kendi seçimiyle çekirdek gru­ ba üye olmaya ya da atıl grupta yer almaya karar verir. Zaman­ la bu gruplar arasında yer değiştirebilir. Anavatandaki ve ev sa­ hibi ülkedeki siyasi gelişmelere bağlı olarak, bunun yanında ki­ şisel nedenlerle de kendi konumunda değişiklik yapabilir. Mü­ lakatlar sırasında Kürt diasporası üyelerinin bazıları, eskiden çok aktif olmalarına rağmen, şimdi sadece çok özel protesto­ lara katılıyorlardı.4 Bazıları ekonomik nedenlerle faaliyetleri­ ne ara vermişti, bazılan evlendiği ve çocuk sahibi olduğu için uzak duruyordu. Kişisel nedenlerin yanı sıra, bazı mülakatçı­ lar PKK'nin Almanya'daki olumsuz imajından sonra çekingen­ lik göstermiş ve aktif üyelikten pasif üyeliğe geçmişti. Uzun za­ mandır atıl bazı diaspora üyeleri de çok kritik olaylardan son­ ra -örneğin, Sakine Cansız ve diğer Kürt aktivistlerinin Paris'te katledilmesinin üzerine- faaliyetlerine ağırlık vermişlerdi. Diasporaların kimlerden ve nasıl oluştuğunu belirttikten sonra, üzerinde durmamız gereken, seferberliğin meydana ge­ lişi ve diaspora örgütlerinin rolüdür. Diaspora elitleri kitleleri nasıl bir kolektif aidiyet çatısında toplayabiliyor? Ulusötesi alanda, diaspora örgütlerinin büyük bir rolü oldu­ ğu aşikar. Diaspora makinesinin çarklarını bu örgütlerin oluş­ turduğunu söyleyebiliriz. Örgütler ve bu örgütlere yön veren elitler, diaspora kimliklerinin oluşturulmasında ve bu kimlik4

Bu durumu tezimde "activism fatigue" yani "aktivizm yorgunluğu" olarak açıkladım. 81

lerinin sınırlarının "ötekilere" karşı korunmasında büyük gö­ revler üstlenirler. 0stergaard-Nielsen'in (2003) de bahsettiği üzere, bir ikili ajanda ile hem anavatanla ilişkileri kuvvetlen­ dirirler, hem de ev sahibi ülkede kendi diaspora gruplarına ka­ musal ve siyasal alanda yer edindirirler. Ev sahibi ülkenin siya­ si aktörlerine ve hitap ettikleri taban kitleye karşı, "kamuoyu yüzü" oluştururlar (Griffiths 2002: 1 82, Perrin 2010: 53) . Di­ asporadaki bireylerin çabalarını bir çatı altında toplayıp, yön­ lendirirler. Ireland ( 1994) uzun zaman önce yaptığı çalışmasında göç­ men kökenli grupların siyasi aktivitelerini incelemiştir. Ögel­ man (2000) , lreland'dan ilhamla geliştirdiği argümanlarında bu konuya ışık tutmuştur. Ireland ( 1 994: 24-26) , göçmen kö­ kenli örgütlerin, ev sahibi ülkelerde üç şekilde siyasi aktivitele­ re katılabileceğini söylüyordu: a) Anavatanla ilgili politika ya­ parak, b) Kurumsal katılımlarla ev sahibi ülkenin siyasi süreç­ lerine dahil olarak, c) Çatışmacı bir yaklaşımla yasadışı yollar­ dan örgütlenerek. Ögelman, göçmenler tarafından kurulan ör­ gütleri dörde ayırdı: a) Sürgünler tarafından kurulan ve anavatanda siyasi bir de­ ğişikliği amaç edinmiş dernekler, b) Anavatandaki siyasi aktörlerce desteklenen ve ev sahibi ül­ kenin siyasi unsurlanna anavatanın çıkarlan yolunda etki etmeyi amaçlayan dernekler, c) Anavatan odaklı siyaset yapan, bu uğurda ev sahibi ülke­ den destek alan dernekler, d) Uyum süreci konusua ağırlık veren ve ev sahibi ülkeyle ilgi­ li sorunlann çözümüne odaklanan dernekler (2000: 33-34).

Bu özellikler göçmen grupların dernekleşme sürecini anla­ mamızda yardımcı olsa da, kategorileri birbirinden ayırmanın zorluğunu da vurgulamak gerekir. Diaspora örgütlerinden bir­ çoğu bu özelliklerin birden fazlasına sahip olabilir. Bir amaç­ la kurulmuş olan demek, zamanla başka amaçlara yönelebilir. Örneğin, Almanya'da Kürt göçmenler tarafından kurulmuş bir­ çok demek başta Kürtlerin durumuyla ilgili politikalara ağır82

lık verse de, günümüzde Almanya'daki ırkçılık ve yabancı düş­ manlığına karşı söylemler geliştirmektedir. Almanya'da siyasi amaçlardan bağımsız kurulmuş Türk dernekleri, bazen basın ve Alman politikacılar tarafından Türkiye siyasetiyle ilgili de­ meç verme zorunluluğunda bırakılabilmektedir. Anavatana da­ ir aktif siyaset yapan dernekleri esas aldığım bu çalışmada, der­ nekler Ögelman'ın dört kategorisinde de görev yapıyordu. Bu husustaki yaklaşımım, 0stergaard-Nielsen'e yakındır.

Diaspora, anavatan ve ev sahibi ülke Diaspora grupları kimi zaman lobicilik yaparak, kimi zaman da sivil toplum kuruluşu gibi hareket ederek hem anavatanda hem de ev sahibi ülkede siyaseten aktif olabilirler. Ev sahibi ülkede, siyasi partilerde aktif rol oynayabilirler veya siyasi partiler için ciddi bir oy tabanı yaratarak, kendi amaçlarının partilerin gün­ deminde olmasını sağlarlar. Anavatanla ilgili politikalarda ge­ rek finansal gerek siyasi yaptınmlanyla gelişmelere yön verebi­ lirler. iktidarda bulunan parti, muhalefeti temsil eden gruplar veya azınlıkları temsil eden hareketler içine girebilirler (Verto­ vec 1999) . Diasporalann etkinliği birçok faktöre bağlıdır. Dias­ pora, anavatan ve ev sahibi ülke arasında üçlü ilişki vardır ve her aktör birbirinden etkilenir (Vertovec 1999, Demmers 2002, Shuval 2000). Diaspora tanımı gereği anavatana kopmaz bağlarla bağlıdır. Anavatana hissedilen aidiyet, diaspora kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Butler'ın (200 1 ) da dile getirdiği gibi, anavatanla ilişki hiçbir zaman bitmez, devam eder ve farklılaşarak yeni or­ tamlara uyum sağlar. Diasporanın içinde dönüş planlan yapan­ lar olabilir, sadece kültürel bağlara vurgu yapılabilir ya da ba­ zıları anavatanlanna ve yeni ülkelerine sadakatlerini bir pota­ da eritmeyi öğrenir. Anavalan, diasporanın varoluş sebebi ol­ duğundan diaspora grupları anavatandaki siyasi süreçlere da­ hil olmak ister. Falzon'un belirttiği gibi (2003) , anavatan dias­ poradakilerin sınırlarının dışına çıktıkları halde sıkışıp kaldığı hayali bir mekan olur. 83

Anavatan ve diaspora arasındaki ilişki her zaman simetrik değildir. lki aktör arasındaki güç dengeleri bir vakadan diğeri­ ne farklı olduğu gibi, diaspora ve devlet ilişkisinde de zaman­ la değişir. Her zaman kardeşlik ve dayanışmaya dair bir ilişki yoktur. Asıl bakılması gereken, diaspora derken kastettiğimiz gruplardır. Örneğin, Türk diasporası dendiğinde, Türkiye'deki sol gruplar da iş adamlan dernekleri de içine girer. Bu iki gru­ bun Türkiye devletiyle ilişkileri şüphesiz farklıdır. Günümüzde devletler ulusötesi alanda kendi diasporalannı oluşturma çaba­ sına girmişlerdir. Devlet politikalannı destekleyen gruplan "di­ asporalaştırmak" ve ev sahibi ülkenin siyasi süreçlerinde aktif­ leştirmek bir amaç haline gelmiştir. Yani bahsettiğimiz diaspo­ ra elitleri, bazen göçmen gruplann kendi içinden çıkan liderler değil, bilakis devletin siyasi aktörlerinin kendisi olabilir (Bau­ böck 2010: 3 16) . Anavatandaki siyasi aktörler diaspora grupla­ nnın, kendileri için çalışmasını ve ev sahibi ülkede anavatanın çıkan doğrultusunda lobi yapmasını isteyebilirler. Ev sahibi ül­ kedeki faaliyetlerin yanı sıra, anavatandaki siyasi aktörler dias­ poralan bir "gelir kaynağı" olarak görebilir ve anavatana yatının yapmalannı teşvik edebilir. Bu ikili ilişkiyi sağlamlaştırmak için kurumsal düzeyde adımlar atılabilir (0stergaard-Nielsen 2003: 2 1 1 ) . Günümüzde birçok ülkede kurulan diaspora bakanlıkla­ n buna örnektir. Bazen diasporalar, devlet desteğine muhtaçtır. Diasporanın varlığı anavatanın maddi ve manevi desteğine bağ­ lı olabilir (Safran 2007) . Bazen de diaspora daha baskındır ve anavatanın siyasetini çok ciddi bir biçimde etkileyebilir. Örne­ ğin, Ermeni Diasporası ve Ermenistan bu duruma bir örnektir. Ev sahibi ülke - diaspora ilişkileri en az anavatanla ilişkiler kadar önemlidir. Shain ve Barth'ın (2003: 463) bahsettiği üze­ re, ev sahibi ülkenin imkanlan diasporalann nasıl örgütlenece­ ğini değil, örgütlenip örgütlenmeyeceğini belirleyen temel fak­ törlerin başındadır. Ev sahibi ülkedeki siyasi imkanlar, diaspo­ ralann amaçlannı nasıl ortaya koyacağını belirler ve diaspora­ lann serbestliğinin sımrlannı çizer. Diaspora ve ev sahibi ülke arasındaki ilişkiler değişkendir. Ev sahibi ülkedeki siyasi aktörlerin diasporaya karşı tutumu za84

mania olumlu veya olumsuz yönde değişebilir. Ev sahibi ülke bazen diaspora gruplarının faaliyetlerinin önüne geçmek ister­ ken, bazen faaliyetlerinin önünün açılmasını sağlar ( 0sterga­ ard-Nielsen 2006: 8). Örneğin, bazı grupların eylemlerini "te­ rör" olarak nitelediyse veya toplumun huzuru için bir tehli­ ke olarak görüyorsa, politik imkanları kısıtlayabilir (Wayland 2004). Özellikle diasporanın "ayrılıkçı" faaliyetlerde bulundu­ ğu veya anavatandaki siyasi ortama muhalefet olduğu durum­ da, ev sahibi ülke anavatanla olan ilişkisini tehlikeye sokmak­ tan kaçınır. Anavatandaki iktidara muhalefet edilmesinin kendi çıkarına olduğu durumlarda tam tersi bir uygulamaya gidebilir. Ev sahibi ülkenin uyum politikaları ve vatandaşlık anlayışı da önemlidir. Vaka araştırmaları gösteriyor ki; göç sonrası trav­ ma, yeni yerleşilen ülkedeki ırkçılık, ayrımcılık ve yabancı düş­ manlığı gibi tecrübelerle pekişiyor. Böyle durumlarda ulusöte­ si topluluğun bireyleri arasında etnik veya dini dayanışma ar­ tıyor ve diasporalaşma süreci hızlanıyor. Kısıtlanmış politik ve ekonomik imkanlar, ulusötesi topluluğun üyelerine ev sahibi ülkede istenmediklerini düşündürebilir. Shuval'ın (2000: 47) bahsettiği üzere, bu deneyimler etnik aidiyetlere bağlılığı be­ raberinde getirir; çünkü diaspora kimliği bu tecrübeleri yaşa­ mış bireylere korunaklı bir ortam sunar. Ev sahibi ülkedeki or­ tam, tam bu nedenlerle diasporanın üye tabanını ve stratejileri­ ni doğrudan etkiler. Son olarak, ev sahibi ülke ve anavatan arasındaki siyasi ve ekonomik ilişkiler de önemlidir. Örneğin, anavatanda bir çatış­ ma varsa, ev sahibi ülke taraf tutmaya mecbur kalır. Eğer çatı­ şan iki grup da ev sahibi ülkede ikamet ediyorsa, siyasi aktör­ lerin bir karar vermesi çok zordur. Oy tabanı daha geniş olan gruba öncelik verilebileceği gibi, dış politika çıkarları doğrultu­ sunda da karar alınır. Çoğu zaman ev sahibi ülkenin siyasi par­ tileri, farklı gruplarla dayanışma içine girer. Örneğin, lsveç'te Kürt grupları daha çok sol partilerden destek alırken, Türk di­ asporası merkez sağ partiden destek görmektedir. Ev sahibi ülke ve anavatan arasındaki diasporaların faaliyet­ leri sorun olabilir. Kürt diasporası vakasında sıklıkla rastladığı85

mız gibi, anavatandaki siyasi aktörler, ev sahibi ülkeyi diaspo­ ra aktivitelerinin kısıtlanması için zorlayabilir. Örneğin, Türki­ ye, Almanya ve Hollanda başta olmak üzere birçok ülkeye siya­ si baskı uygulamıştır. Çoğu zaman bu vakalar diplomatik kriz­ lerle sonuçlanmıştır. Bazı durumlarda, anavatanda olan çatış­ ma ev sahibi ülkeye sıçrar ve ev sahibi ülke isteği dışında ana­ vatandaki çatışmayla ilgili kendi politikasını oluşturmaya mec­ bur kalır. Bu örnekler gösteriyor ki, bu üç aktör -ev sahibi ül­ ke, diaspora ve anavatan- birbirinden ayn düşünülemez.

Diaspora ve ev sahibi ülke Siyasi imkanlar ve diaspora seferber/iği Ulusötesi gelişmelerden, küreselleşmeden ve ulus devletin iş­ levini kaybedişinden bahsetsek de, hala ulus devlet ve etki ala­ m hakkında söylenecek çok şey var. Ulusötesi grupların bir alt­ kümesi olan diasporalar, her ne kadar kendilerini ait hissettik­ leri anavatanın ulusal sınırlan dışındaki aktörler olsalar da, etki alanlan, içinde yaşadıkları başka bir ulus devletin sunduğu im­ kanlarla sınırlıdır. Yani, Fransa'da diaspora olmakla Kanada'da diaspora olmak arasında fark vardır. Nell (2008: 1 7) yerinde bir yorumla, küreselleşmeden bahsetsek de "ulusötesi" kavramının ulus devletin etkisine ve verdiği yetkiye bağlı olduğunu söyler. Bu yüzden, diasporalann yaşadıkları "ev sahibi ülke"nin sundu­ ğu politik imkanları incelemek büyük önem taşıyor. Soysal ( 1994) ev sahibi her ülkenin "göçmen politikasının" farklı olduğunu söyler. Bu politikaların hem göçmenlerin ör­ gütlenmesinde hem de diasporalaşma süreçlerinde rolü vardır. Ev sahibi ülkelerin göçmenleri siyasal ve sosyal yaşama dahil etme politikalarının, göçmenlerin taleplerini dile getirme yön­ temlerinde etkili olduğu kanıtlanmıştır (Koopmans & Statham 2000) . Çalışmalar, anavatandaki çatışma dinamiklerinin ev sa­ hibi ülkeye nasıl taşındığına odaklanmasa da, çekişmelerin ve anlaşmazlıkların ifade edilişine ve bulundukları siyasi ortamın buna etkisine dair fikir verir. Soysal'ın ( 1994: 84) da belirttiği 86

gibi, göçmenler yeni yerleşim ülkelerine zaten örgütlenme biri­ kimi ile gelirler ama bu birikim ev sahibi ülkedeki şartlara göre değişir ve onlara uyum sağlar. Odmalm, dahil etme süreçlerinin yarattığı politik imkanla­ ra dikkat eder. Ev sahibi ülkenin göçmenleri karar mekanizma­ larına dahil ettiği kurumsal yapılanma çok önemlidir (Odmalm 2004: 475). Kurumsal yapının yarattığı fırsatlar, ulusötesi alan­ daki kendini ifade etme fırsatıyla birleştiğinde diasporamn etki alanım da anlarız. Ev sahibi ülkedeki politik imkanlar, diaspo­ raların çıkar grupları gibi hareket etme kabiliyetinin sınırlarım belirler (Esman 1986: 338). Aynı ev sahibi ülke, aynı anavatan­ dan gelen iki farklı etnik gruba farklı politik imkanlar sunabilir. Özetle, Türkler ve Kürtlerin politik imkanları eşit değildir. Fark­ lı ülkelerden gelen diaspora grupları da farklı muamele gördük­ leri için, Avrupa'daki birçok ülkede Filistinli ya da Kürt aktivist­ lerin sahip olduğu alan, stratejik önemi daha az olan coğrafi böl­ gelerden gelen gruplara göre daha geniş fırsatlar sunar. Tarrow'a göre politik imkanlar, insanların toplu hareket et­ meleri için inisiyatif oluşturulmasında etkili, bir hareketi başa­ rıya veya yıkıma götürebilecek olan ölçütlerdir. (Tarrow 1 994: 82-85). Bu tanımlama Koopmans, Statham, Odmalm ve Soy­ sal tarafından yeniden yorumlanmış, vatandaşlık çalışmalarına uyarlanmış ve hem kurumsal hem söylemsel alanda oluşan po­ litik imkanların önemli olduğu vurgulanmıştır. Göçmen grup­ larının seferberliğini anlamak için kullanılan argümanlar, dias­ pora gruplarına da uygulanabilir. Politik imkanlar kavramı ne içerir? Wayland göre, politik imkanların en fazla düşünüleceği alan, siyasi kurumların ve ka­ rar mekanizmalarının göçmen grupların katılımına açık olup olmaması konusudur. (Wayland 2004: 416). Açıklık ve kapalı­ lık durumunun tanımı tartışmaya açık olsa da; ben, ekonomik ve sosyo-kültürel dinamikleri de düşünerek, akademide bir­ çok araştırmacı tarafından kullanılmış politik imkanlar üzerin­ de duracağım. Kurumsal özellikler kadar, göç ve uyum politi­ kalarım, kamuoyunu ilgilendiren platformlarda yer almayı sağ­ layan söylemsel fırsatları, anavatanla diaspora ve ev sahibi ül87

ke arasında bulunan diplomatik ilişkileri de politik imkanların parçası kabul edeceğim. Bu özellikler diaspora seferberliğini nasıl etkiler? Sistemin açıklık-kapalılık durumu nedir? Sistemin, göçmen grupların karar mekanizmalarına dahil olmasına açık oluşu, diasporalaş­ ma sürecini hızlandırır ve kolaylaştırır. Hem diaspora elitleri­ nin kendi fikirlerini tabana yayması için alan açar hem de ka­ muoyunun bilgilendirilmesine fırsat verir. Diaspora elitlerinin, siyasi karar mekanizmalarında yer almasına ve kendi "davala­ rını" ev sahibi ülkenin gündemine sokmalarına yardımcı olur. Örneğin, bildirilerin dağıtılması kolaylaşır, bilgi akışı hızlanır, seminerler, konuşmalar, toplantılar ve protestolar rahatlıkla düzenlenir. Yani propagandaya zemin hazırlanır, lobi grupları ya da herhangi başka çıkar grupları gibi hareket edilebilecek bir alan açılır. Ama eğer sistem dahil olma sürecine kapalıysa, ör­ gütsel yapı bu kapalı duruma uyum sağlar. Diaspora oluşumu kurumsal anlamda zorken, bu dışlanma diasporalaşma süreci­ ni hızlandırabilir, tabana yayılmayı kolaylaştırabilir. Yani siste­ min açıklık ve kapalılığı diasporanın örgütselliğini ve stratejisi­ ni etkiler; ama diasporanın varoluş sebebini etkilemez. Giugni ve Passy kapalı veya kısıtlı politik imkanların yıkıcı faaliyetleri kışkırtacağını, normal yollardan sesini duyuramayan grupların, normal-dışı stratejiler kullanmaya yöneleceğinin altı­ nı çizer (Giugni ve Passy 2006: 3-4) . Normal kanallardan dertle­ rini anlatamayan aktivistler, saldırgan yollardan kendilerini di­ le getirirler. Kürt Diasporası'nın, 1999'da Öcalan'ın yakalanma­ sı ile beraber yer yer şiddet kullanması buna bir örnektir. Giugni ve Passy'nin iddiası, aynı zamanda Türk ve Kürtler arasında şid­ detli tartışmaların neden Almanya'da yaşanırken; lsveç'te şimdi­ ye kadar hiç olmadığını da anlamamızı sağlayabilir. Almanya'da sistem göçmen grupların taleplerini dile getirmesine, lsveç'e oranla kapalıdır. Diaspora grupları kurumsal veya toplu bir şe­ kilde taleplerini dile getirip bir muhatap bulabiliyorlarsa, saldır­ gan metotlar cazibesini büyük ölçüde yitirir. Politik imkanlar tezinden yararlanıyor olsam da, bu tez aka­ demide ciddi tartışmalar yaratmıştır. Birçok akademisyen göç88

menlerin örgütsel yapılanmalarının sadece politik imkanlara bağlı olamayacağını, yalnız buna odaklanan çalışmaların yü­ zeysel kalacağını söyler. Bu sebeple alan çalışmamda, politik imkanların yanında diasporaların yapısal özelliklerine, büyük­ lüklerine, kuşağa bağlı devamlılıkları�a. göç sebeplerine yer verdim. Ev sahibi her ülkenin politik imkanları farklıydı ve Es­ man'ın ( 1986: 338) belirttiği gibi aynı ülkedeki farklı grupların da politik imkanları değişkendi. Bir grubun sahip olduğu poli­ tik imkanlar, ulusötesi alandaki gelişmelere göre kısıtlanabilir ya da genişletilebilirdi. Daha önceki çalışmalarda gözüme çarpan bir eksikliği, ken­ di çalışmamda inceledim: Politik imkanlar kavramının bir ka­ musal yüzü vardı. Ev sahibi ülkenin siyasi aktörlerinin bir di­ aspora grubuna destek vermesi önemliydi; ama o ülkenin hal­ kının düşünceleri de bir o kadar önemliydi. Diasporalar, ka­ muoyunun ilgisini çekebildikleri derecede başarılılardı. Ka­ musal alanda, diaspora söylemlerinin istenip istenmediğini na­ sıl ölçebilirdim? Koopmans (2004) , göçmenlerin taleplerinin kamusal alandaki karşılığına "söylemsel imkanlar" demekte­ dir. Koopmans ve Olzak'a göre söylemsel imkanlar, bir mesa­ jın kamusal alanda yayılma şansını belirleyen kamu politikala­ rıdır ve kamusal alanda sesini duyurmak için yanşan gruplar vardır. (Koopmans &: Olzak 2002: 6) Alan çalışmasından son­ ra, söylemsel imkanların analizlerimde önemli olduğunu anla­ dım. Farklı diaspora grupları arasındaki söylemsel çekişmele­ ri, egemenlik çatışmalarını ve kamuoyunun dikkatini ve des­ teğini kendine çekme çabalarını bu kavram sayesinde kavra­ dım. lletişim kanallarının açıklığı ve görünürlüğü (Koopmans &: Olzak 2002) hasım gruplar için önemliydi. lsveç'teki alan çalışmamda, her iki grup da lsveç'teki politik imk.ınlardan öv­ güyle bahsediyordu çünkü iki grup da aynı imkanlara sahipti. O halde Türk diasporası neden kendisini soyutlanmış hissedi­ yordu? Söylemsel imkanlara bakarsak, Türk mülakatçıların ço­ ğu, lsveç'te söylemsel olarak "Türkiye'yi savunma" alanlarının kısıtlandığından yakınıyordu. Onlara göre, lsveç kamuoyu hep Kürtlere hak veriyordu ve Türkler hep haksızdı. Böyle bir ko89

numlandırma sadece vatandaşlık ve uyum politikalarına bakın­ ca anlaşılamayacak dinamiklere sahiptir. Söylemsel imkanlar, sadece kurumsal faktörleri değil, diaspora gruplarının ev sahi­ bi ülkenin diaspora seferberliği üzerindeki "duygusal etkisini" anlamamıza yardımcı olur. Bu yüzden ev sahibi ülke politikala­ rının yasal ve sosyal içeriği kadar, bu politikaların diaspora elit ve üyelerince nasıl yorumlandığını da inceledim. Ev sahibi ül­ kedeki yasalar kadar, diasporaların bu yasalar üzerindeki algı­ sı da önemliydi.

Diasporalar ve anavatandaki çatışmalar Diasporaların siyasi bir aktör rolü, son on yılda ciddi bir biçim­ de arttı. Demmers (2002: 86) bu artışı etnik çatışmaların yapı­ sal bir dönüşüm içine girmesine, mülteci sayısındaki artışa, ge­ lişen teknolojiye ve küreselleşmenin getirdiği imkanlara bağ­ lıyor. Devlet-dışı bir aktör olan diasporanın yükselişinde, yer­ leşilen ülkelerin asimilasyon politikalarını bir kenara bırakıp çokkültürlülüğe geçmesi ve anavatandaki siyasi aktörlerin bir diaspora yaratma konusundaki çabalarına ağırlık vermesi de rol oynadı. Artık geri dönüş fikrini bir kenara bırakmış ya da öncelikleri arasına almamış ulusötesi toplumlar büyüyor. Ana­ vatana sadakat duysalar da, geleceklerini şu anda yaşadıkları ülkelerde inşa ediyorlar (Safran 1 99 1 ) . Son o n yılda literatür; diasporaları, radikal, anavatandaki gruplara göre daha marjinal, barış süreçlerinde ayak direyen ve taviz vermekten kaçınan gruplar olarak tarif etti. Uzaktan mil­ liyetçilik argümanları eşliğinde diasporalar bir anda hayal dün­ yasında yaşayan, ülkesinin gerçeklerine uzak, arada kalmış ve aşın istekleri olan gruplara dönüştürüldüler. Günümüz çatış­ malarını konu alan çalışmalar, diasporaları etnik çatışmaların devam etmesinde sorumsuzca rol oynayan aktörler olarak ilan ettiler (Kaldor 2007) . Argümanların bazılarında doğruluk pa­ yı olsa da, güvenlik çalışmaları ekseninde incelenen diaspora grupları bir anda "başa bela" göçmen grupları statüsüne taşın­ dı. Diasporaların ülkelerindeki ayrılıkçı hareketleri maddi ve 90

manevi desteklemesi birçok araştırmacının ilgisini çekti. Dias­ poralann, savaşların ya da küçük çaplı çatışmaların yatıştırıl­ masına değil, tam tersine kışkırtılmasına yönelik aktiviteler ya­ pan gruplar olduklan ileri sürüldü (Zunzer 2005) . Örneğin, Hoffman diasporaların terör eylemlerinde aktif ol­ duğunu savundu. Diasporaların dört şekilde teröre destek ve­ receğini söyledi: a) parasal yardım toplama, b) savaş için is­ tihdam sağlama, c) silah tedarik etme, d) yerleştikleri ülkeler­ de lobi faaliyetleri üstlenme. Diaspora çalışmalannda, terör ey­ lemlerinde bulunan gruplara verilen örnekler lrlanda, Kürt ve Tamil vaka analizleriydi. Örneğin, Amerika'daki İrlanda Dias­ porası'nın IRA'ya yardımlan biliniyordu. jonsson ve Cornell'in (2007: 69-70) belirttiğine göre, lrlanda Diasporası NORAID gi­ bi dernekler sayesinde IRA'ya büyük bir para yardımında bu­ lunmuştu. 1970'lerde ve 1980'lerde IRA'nın finansal gelirinin yansı diasporadan geliyordu. Orjuela'ya (2006) göre, diaspora­ daki birçok Tamil için LTTE bir umuttu. LTTE'ye finansal ve lojistik desteğin de haddi hesabı yoktu. Özellikle Kanada ve ln­ giltere'den ciddi para yardımı yapıldı. Diaspora örgütleri de LT­ TE'nin propagandasını yaymak çalıştılar (Zunzer 2004) . Diasporalan terörizm başlığında inceleyen, onlan homojen­ leştiren ve tektipleştiren, en önemlisi çıkan çatışmalann köke­ nine inmeden sadece güvenlik çerçevesinden yapılan yüzeysel analizlere tepkiler doğdu. Horst (2007) ve benzeri akademis­ yenler diasporalann sosyal, siyasi ve kültürel alanlarda banşçıl çalışmalar gösterebileceğinin altını çizdiler. Diasporalann, ana­ vatandaki çatışmalara hem çatışmaları kışkırtan hem de yatıştı­ ran görevlerle dahil olabileceğini vurguladılar (Baser &: Swain 2008). Birçok akademik çalışma diasporalann banş çabalanna katkısını ortaya çıkardı. Afrika'daki birçok olayın incelemesi, özellikle çatışma sonrası yapılanmalarda diasporaların olumlu rolünü kanıtladı. Örneğin, Hali ve Swain (2007) , diasporalann gerektiğinde anavatandaki aktörler kadar barış için tavize is­ tekli olduğunu gösterdi. Diasporaların sadece para ve silah yar­ dımı yapmadığı, aynı zamanda ulusötesi alanda kamuoyunun ilgisini anavatanda olanlara çekerek, demokratik yollardan hak 91

arayışı içine girdikleri vurgulandı. Birçok diaspora grubu banş görüşmelerine dahil oldu (Baser &: Swain 2008). Örneğin, So­ mali'de savaş sonrası yapılanmada diaspora öncüydü, uzman­ lık ve kaynak açısından anavatandaki eksikleri tamamladı (Ko­ ser &: Van Hear 2003: 9) . Afganistan'da 200 1-2002 Amerikan müdahalesinden sonraki dönemde, diaspora siyaseten etkin bir aktördü, Taliban sonrası hükümetin oluşturulmasında arabu­ lucu oldu (Cheran 2004: 8-9) . Diasporalar ve etnik veya ideolojik çatışmalan bütünleştiren çalışmalar sorunludur. Birçok araştırmacı farkında olarak ve­ ya olmayarak anavatanında zaten mağdur olan gruplan güven­ lik çalışmaları ışığında sınıflandırır. Mağdur grupların eylem­ leri, kolaylıkla "marjinal" , "radikal" , "aşırı" vb. sıfatlar eşliğin­ de incelenmektedir. Avantajlı durumdaki gruplann faaliyetleri "normal" kabul edilirken, mağdur gruplann faaliyetleri hep bir güvenlik tehlikesi çerçevesinde incelenir. Bunun örneğini, bir devlete bağlı olan ve olmayan kategorilerinde incelediğimiz di­ asporalar arasındaki farkta görürüz. Bir grubun "çoğunluk", di­ ğerinin "azınlık" kabul edildiği bir düzende, güç eşitsizliği ana­ vatanın sınırlarının dışına çıkıldığında bile ulusötesi ortamda yeniden oluşur. Devlet şiddeti meşru, devletsiz gruplann silah­ lı güçleri tarafından uygulanan şiddet terör olarak kabul edi­ lir. Bu ikilem ulusötesi alanda aynen yaratılır. Aynı anavatan­ dan gelmiş her iki hasım grup da kendi çıkarlan doğrultusun­ da hareket eder ama mağdur grubun faaliyetleri diaspora çalış­ malarında nedense daha çok görünür. Örneğin, Kürt diaspora­ sının eylemlerini bastırmaya çalışan Türk diasporasının akti­ viteleri "anavatanın çıkarlannı korumak" başlığında incelenir­ ken, Kürt diasporasının faaliyetleri "anavatandaki çatışmalara dahil olma" , "teröre destek verme" vb. tanımlamalarla anılır. lşin özünde, ulusötesi alanda iki grup arasında bir egemenlik çatışması vardır ve her iki grup aslında benzer taktikler kulla­ nır. Ancak onlann faaliyetlerinin meşru olup olmayacağını, yi­ ne anavatandaki güç eşitsizlikleri belirler. Diaspora çalışmala­ rında göze çarpan bu sorun, sadece anavatandaki mağdur-ege­ men ilişkisini yeniden üretmekle kalmaz, aynı zamanda 1 1 Ey92

lül sonrasında içinde bulunduğumuz güvenlik paranoyası için­ de zaten dezavantajlı azınlık gruplarını mimler, sınıflandırır ve onların faaliyet alanlarını kısıtlar.

Anavatandaki etnik çatışmaların ulusötesi alana taşınması Diaspora çalışmaları, diaspora gruplarının anavatanlarındaki etnik veya ideolojik çatışmalara etkisini inceliyor; ama bu çatış­ maların iki hasım grup tarafından yeni yerleşim ülkelerine na­ sıl taşındığına dair derin analizler içeren bir çalışma yok. Yeni yerleşim ülkelerindeki siyasi ve sosyal imkanların, iki grubun çatışma dinamiklerinde etkili olacağı barizken; bu etkinin han­ gi koşullarda nasıl şekillenebileceği konusunda genellenebilir sonuçlara ulaşılmamış. Diaspora çalışmaları, iki grubun çatış­ ma alanlarının dönüşmesini analiz edemediği gibi, ikinci ku­ şağın bu çatışmaları nasıl yeniden yaratıp dönüştürdüğünü de keşfetmiş değil. Etnik çatışmanın en az iki grup arasında olduğunu biliyo­ ruz. Çatışmanın yaşandığı ülkeden çatışma veya başka bir ne­ denle göçler olduğunda, her iki gruptan bireylerin kendilerini ulusötesi ortamda yeniden bir arada bulabileceğini kestirmek zor değil. Göç eden grupların sınır dışına çıktığı andan itibaren anavatanla ilişkilerini kesmelerinin neredeyse imkansız olduğu düşünüldüğünde, çatışma dinamikleri bazı gruplar tarafından ulusötesi alanda yeniden üretilir. Elbette bazı göçmenler yeni yerleştikleri ülkelerde bu konulardan uzak durmak ve kendile­ rini anavatanın siyasi ve sosyal etkilerinden uzaklaştırmak iste­ yebilirler; ama göç etme sebebi sadece anavatandaki çatışma or­ tamıyla ilgili faaliyetlerde bulunmak olanlar da vardır. Perrin (20 10: 27), ulusötesi alandaki çatışmaları inceledi­ ği makalesinde yeni yerleşim ülkelerinde çatışmaların yeniden üretilmesi üzerinde durmuş. Ona göre çatışmalar dört temel şekilde kendini gösterir: a) mekansal mesafe, b) sosyal alanla­ rın ayrışması, c) söylemsel seviyede çatışmalar d) şiddet içeren karşı karşıya gelme durumları. Perrin'e göre, iki grubun arasın93

da bir iletişimin olmaması bile çatışmanın habercisidir. Şiddet­ li karşılaşmalar, anavatandaki önemli siyasi gelişmelerin sonu­ cunda meydana gelir. Anma günlerinden, herhangi bir festiva­ le kadar bir grubun kutladığı bir değer, diğeri için bir felaketin simgesi olabilir. Şiddetli karşılaşmalar bir futbol maçından son­ ra da ortaya çıkabilir, ilkokulda bir coğrafya dersinde de. Bay­ rak veya milli marş gibi milliyetçi semboller, hem şiddet içeren hem de içermeyen söylemsel çatışmalara yol açabilir. Bu çatışmaların söylemsel ya da fiziksel seviyede ortaya çık­ masında, anavatandaki gelişmeler kadar, ikamet ettikleri ül­ kelerdeki gelişmelerin de payı vardır; çünkü iki grubu da tah­ rik edebilecek anavatanda da yeni ikamet edilen ülkede de ya­ şanabilir. Örneğin, PKK'nin terör örgütü listesine alınması, Al­ manya'da büyük kitlesel protestolara yol açmıştır. Ermeni Soy­ kınmı Yasa Tasarısı'nın mecliste görüşülmesi, lsveç'te ve Fran­ sa'daki Türk diasporasında tepkilere yol açmıştır. Çok taraflı yapılmayan bir durum tahlili, bizi farklılıkları anlamamızı sağ­ layacak temel sebeplere götürmez.

ikinci kuşak üzerine Göç çalışmalarında ikinci kuşak ile ilgili araştırmalar diaspo­ rayla ilgili araştırmalardan çok daha önce başladı. Özellikle ikinci kuşağın, yaşadıkları topluma uyum çabalarını irdeleyen birçok akademik çalışma mevcut. Son yıllarda diaspora ve ikin­ ci kuşağı birleştiren çalışmalar da artmaktadır. lngiltere'de do­ ğup büyümüş Pakistanlı gençlerin terör eylemlerinde yer alma­ sı, Fransa'daki ikinci kuşak gençliğin isyanı, Almanya'da artık klişeleşmiş olmasına rağmen bahsedilmesinden geri durulma­ yan paralel dünyalar birçok Avrupa ülkesinde tartışmalara yol açıyor: ikinci kuşak uyum sorunlarını nasıl halledecek ve ikin­ ci kuşak hangi anavatana bir aidiyet hissediyor? Sürekli tekrar edilip kalıplaşmış öngörülerden biri de, di­ aspora kimliğini yaşanılan ülkeye ait olamama olgusuna bağ­ lamaktır. Oysa bu argüman diaspora kelimesini ortaya çıka­ ran grupları bile ilgilendirmiyor. Günümüzde en güçlü olan ve 94

yaşadıkları ülkelere en iyi uyum sağlayan diasporalar, Erme­ ni ve Yahudi diasporalan. Almanya'da kendini Alman toplu­ muna ait hissedemeyen Türk ve Kürt gençlerinin, etnik kim­ liğini daha çok sahiplendiği ortada iken bu klişe argümanı na­ sıl açıklayabiliriz? lsveç toplumuna en iyi uyum sağlayan Türk ve Kürt grupların, diaspora aktivitelerinde başı çektiğini görü­ yoruz. Bu durumdan uyum politikalarının tek başına diaspora­ laşma sürecini açıklayamadığı sonucunu çıkarabiliriz. Bir dias­ poranın, özellikle de ikinci kuşağın seferberlik stratejilerini an­ layabilmek için, hem anavatandaki hem de ikamet edilen ülke­ deki politikaları iyi analiz etmeli; ayrımcılık, diaspora elitinin davranışları, ulusötesi alandaki siyasi gelişmeler bir bütün ola­ rak ele alınmalıdır. lkinci kuşağın ulusötesi aidiyet biçimleri 2000'li yılların ba­ şından beri akademide ilgi görüyor ancak keşfedilmesi gereken birçok ayrıntı var. Akademisyenler, hala ikinci kuşağın ulusö­ tesi bağlarının kuvvetini araştırıyor. Portes (200 1 ) ve Rumba­ ut (2002) gibi akademisyenler, ikinci kuşağın birinciye naza­ ran anavatanla daha az ilişkisi olduğunu savunurken; bazı ya­ zarlar sadece anavatana ziyaretler ve para yardımları baz alına­ rak bu bağların ölçülemeyeceğini savunuyor. Günümüzde tek­ nolojinin ve küreselleşmenin etkisiyle artık anavatanla kurulan ilişkilerin boyutları da değiştiği için, ikinci kuşağı birinci ku­ şağın kıstaslarıyla değerlendirmek yanlış olur. lkinci kuşaktan birçok bireyin, anavatana kültürel, siyasal veya ekonomik an­ lamda bağlanabileceğini biliyoruz. Bazı ikinci kuşak bireyler ta­ mamen asimile olup bağlarını topyekun koparabilirler, bazıla­ rı çeşitli şekillerde ilişki kurabilirler. Bu kitapta ilgilendiğimiz, siyasal ulusötesi bağlar; yani ikinci kuşağın anavatandaki siya­ si gelişmelere karşı bir duruş geliştirmesidir. Böyle bir duruş geliştirildiğini kabul ettiğimiz zaman başka bir soru sormamız gerekmez mi? lkinci kuşaktan bir bireyin anavatandaki siyasi gelişmelere ilgi duymasını nasıl açıklarız? Birinci kuşağın, birinci elden deneyimlediği bir etnik çatışma­ yı sorun etmesi doğaldır ama şimdiye kadar o ülkede yaşama­ mış ve belki ileride yaşamayı aklına bile getirmeyen bir bireyin 95

hem o ülkeyi anavatan olarak tanımlaması hem de oradaki si­ yasi gelişmeleri yakından takip etmesi doğal mıdır? Bu tarz bir bilincin oluşmasına neler etki eder? Anavatandaki çatışmalar sonucunda oluşmuş diasporalar için Lyons şöyle der: "Şiddetle yerinden edilmişliğin travması birinci kuşağın belle­ ğinde canlıdır ve bu bellek ikinci kuşaklara semboller ve anı­ larla aktanlır. Aslında, şiddet sonucunda oluşmuş diasporala­ nn networklerinin amacı, yerinden edilmişliğin neden meyda­ na geldiğini hatırlamak ve bu keder verici şeyin gelecek kuşak­ lara miras bırakılmasını sağlamaktır. "

Kürt veya Tamil diasporaları gibi birçok örnekte görülebile­ ceği üzere, ikinci kuşak, ebeveynlerinin tecrübelerinden, anıla­ rından ve acılarından feyz alır ve kendi kimliğini bu post-bellek üzerine inşa eder. Öğrenilmişlik okumayla değil; aileden ve ak­ rabalardan duyulan anlatılar üzerine gerçekleşir (Kenley 2005: 3). Çatışma sonucu oluşan diasporalardan olmayan ve genelde ekonomik nedenlerle göç eden birinci kuşağın devamı olarak diasporalaşan grupların seferberlik süreci farklıdır. Yine post­ bellek söz konusudur ve yine kimlik anlatılardan ve ebeveynle­ rin tecrübelerinden etkilenir ancak travmatik anıların ve acıla­ rın ikinci kuşağa aktarılması gibi bir öncelik yoktur. ikinci kuşağın diasporalaşma pratiğine ilişkin iki karşıt gö­ rüş vardır. Bazı akademisyenler, ikinci kuşağın birinciye naza­ ran daha milliyetçi olduğunu savunur. Bu görüşü savunanla­ ra göre, birinci kuşak göç tecrübesinden sonra yaşamını sür­ dürme derdine düşer ve anavatan politikaları için gerekli özeni gösteremez. Ancak, ikinci kuşak ebeveynlerinin uğradığı hak­ sızlık ve ayrımcılık gibi olaylan görerek radikalleşir ve diaspora aktivitelerinde daha görünür olur. Bu görüşe karşı, bazı yazar­ lar da anavatandaki siyasi gelişmelere alakanın her geçen ku­ şakta daha azaldığını söyler. Örneğin Zunzer (2005: 5), Soma­ li diasporasını örnek vererek, ikinci kuşağın Somali'deki siya­ si gelişmeleri izlemediğini, hatta ülkeyi turistik ziyaret için bile çok isteksiz olduğunu söyler. Rigby (2006: 3), yeni kuşakların 96

farklı bir ortamda farklı diller konuşarak sosyalleştiğini söyler. Yeni ortama uyum sağlayan genç kuşaklar, ailelerinin anavata­ nında olanlara karşı ilgisizleşir. Batta'ya (2007: 19) göre, birin­ ci kuşak zaten yeni ülkeye uyum sağlamamak konusunda ko­ şullanmıştır ama ikinci kuşak, istedikleri halde ayrımcılık veya yabancı düşmanlığı yüzünden bu süreci tamamlayamazsa bi­ rinci kuşağa nazaran daha radikal pozisyonlar alabilirler. Ör­ neğin Curtis (2005) , Van Bruinessen'den (2000) ilham alarak ikinci kuşak Kürt diasporasının birinciye nazaran daha aktif ol­ duğunu savunur. Glick-Schiller (2004: 578) de bu görüştedir. Buna örnek olarak Almanya'daki Türk gençliğini verir. Yıllar­ ca vatandaşlık hakkından mahrum bırakılan Türklerin, mecbu­ ren anavatan kavramını ulusötesi alanda aradığını ve kendisini "Türklükle" ifade ettiklerini söyler. Burada vurgulanması gere­ ken, iki görüşün de yanlış olmadığıdır; ancak konuya siyah-be­ yaz yaklaşmak hatalıdır. Genelleme yapmak mümkün olmadı­ ğı gibi, bir diaspora grubu içinde bile bu görüşleri kanıtlayabi­ lecek ayn ayn alt gruplar bulunmaktadır. Tartışılması gereken, ikinci kuşağın az veya çok ilgi göstermesi değil, ilgi gösteren grupların neden ve nasıl ilgi gösterdiğidir. Bu kitap ikinci kuşağın anavatandaki siyasi gelişmelere il­ gi gösterdiğinin bir kanıtıdır. lkinci kuşak, anavatanını sadece ulusötesi alanda tanımlamakla kalmaz, anavatandaki etnik ça­ tışmaları ve bu çatışmanın dinamiklerini önceki kuşaklardan miras alır ve içinde bulunduğu yeni konumda yorumlar. Ça­ tışma dinamikleri ikinci kuşakla beraber dönüşür ve kimlikle­ ri gibi melezleşir. Davranış biçimleri ve "ötekileri" tanımlama­ ları, aileden ve çevreden edinilen anlatılarla beraber yeni yaşa­ dıkları ülkedeki siyasi, sosyal ve ekonomik koşullardan da etki­ lenir. lkinci kuşakların ortaya çıkardığı etnik çatışma dinamik­ leri, hem anavatandaki çatışma alanlarından hem de birinci ku­ şak göçmenler arasındaki gerginliklerden farklıdır. lkinci ku­ şağın çatışma alanlan anavatandaki çatışmaların kopyası kabul edilmemeli ve bu koşullar göz önünde bulundurularak dikkat­ lice incelenmelidir. Bu kitabın amacı budur.

97

D Ö RDÜNCÜ BÖ LÜM

ISVEÇ VE ALMANYA: GÖÇMEN POLITIKALARI VE ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK

lsveç ve Almanya, Türkler ve Kürtler arasında şiddet içeren ve içermeyen çatışmaların deneyimlendiği Avrupa ülkeleri arasın­ dadır. Bu bölümde amacım iki göçmen topluluğunu ve ikinci kuşağı yakından ilgilendiren göç ve uyum politikalarının evri­ mini incelemek ve ev sahibi ülkelerin gruplar için yarattığı si­ yasi ve sosyal mekanizmaları anlamaktır. lki ülkedeki göçmen topluluklarının yapısını anlamak için, lsveç ve Almanya'ya özellikle 1960'lı yıllardan sonraki göç akınlarını analiz ettim. Ev sahibi iki ülkedeki göçmenleri ve yeni nesilleri dahil etme sistemleri daha çok tartışılmayı hak etse de, -örneğin, mülteci­ ler için güncel düzenlemeler ve yeni gelecek olanlar için poli­ tika değişiklikleri gibi hususlar- bu konular kitabın amaçları­ nın ötesinde olduğu için tamamıyla burada tartışılmayacaktır. lki ülkeye göçlerin tarihsel açıdan gözden geçirilmesini ta­ kiben, bu ülkelerin son 50 yıldaki göç ve uyum politikalarını ele aldım. Üçüncü bölümde tartışıldığı üzere, diaspora grupları üzerindeki son çalışmalar, ev sahibi ülkelerin farklı uyum po­ litikalarının, diasporanın seferber edilmesi için çeşitli olasılık­ lar sunduğunu göstermiştir. Örneğin; Khayati, Kürt diaspora­ sı üzerine yazdığı kitabında, lsveç ve Fransa'daki Kürt toplu­ luklarının, iki ülkenin göçmenleri dahil etme sisteminin fark99

lı olması sebebiyle, diaspora oluşumu için ayn stratejiler geliş­ tirdiğini söylemiştir. (Khayati 2008). Esman, göçmenlere poli­ tik imkanlar tanımaya açık veya kapalı sistemlerin, diasporala­ nn stratejilerinin belirlenmesinde önemli olduğunu belirtmiş­ tir (Esman 2009: 1 19). Ben de ev sahibi ülkelerin göç ve uyum politikalannın ve geniş anlamıyla göçmen profilinin, göçmen­ lerin diasporalaşma sürecini etkilediğini ve kendi söylemleri­ ni oluşturmaları için farklı araçlar sunduğunu savunmaktayım. Aynca, göç alan ülkelerdeki sosyal ve politik imkanlann te­ mel bileşenleri arasındaki siyasal katılım ve vatandaşlık hak­ kıyla ilgili konular üzerinde durdum. Vatandaşlığa kabule iliş­ kin katı politikalar ve göçmenlerin siyasal haklarına karşı dış­ layıcı yaklaşım, göçmenlerin göç ettikleri ülkeye aidiyetlerini doğrudan etkileyebilmektedir. Vatandaşlığa kabul edilmenin kolaylaştırılmasının, ev sahibi toplumla bütünleşmeyi müm­ kün kılıp kılmadığı uzun zamandır tartışılmaktadır. Birçok ya­ zar, vatandaşlığa kabulün görece kolaylaştırılmasının sosyal katılımı olumlu etkileyeceğini söylerken, bazılan "dahil olma hissi"nin her zaman vatandaşlığa kabul edilme ile olamayaca­ ğını savunmaktadırlar. Örneğin; Eliassi (2010) , görüşme yaptı­ ğı kişilerden yola çıkarak, İsveç vatandaşlığının bu kişiler tara­ fından 'gerçek İsveçli' ile eşdeğerde algılanmadığını savunmak­ tadır. Vatandaşlığa kabul ile ilgili bürokratik bariyerler kaldırı­ labilir; ancak tam anlamıyla uyum sağlamaya karşı sosyal bari­ yerlerin varlığı devam edebilir. Siyasal katılım açısından da ay­ nı tartışma devam etmektedir. Literatürdeki bu iki karşıt görü­ şü tartışırken; Nell, bazı yazarlann, ev sahibi ülkede siyasal ka­ tılımın göç gruplarının uluslararası faaliyetlerini artıracağını düşündüklerini; diğerlerinin, ev sahibi ülkedeki siyasal katılı­ mın memleket odaklı eylemleri düşüreceğini savunduklannın altını çizmektedir. (Nell 2008). Bu doğrultuda, bir vaka analizi olarak İsveç ve Almanya'daki Türk ve Kürt topluluklannı kar­ şılaştırmak bu akademik tartışmalara katkı sağlamamaktadır. Göçmenlerin ve göçmen neslinden olanlann karşılaştıkları ya­ bancı düşmanlığı, aynmcılık, eğitim ile ilgili problemler ve işsiz­ lik gibi diasporadaki kimlik oluşumunu anlamak için önemli so1 00

runlan inceledim. Amaç, Almanya ve lsveç'teki yapısal ayrımcı­ lığın varlığı ve devamlılığı ile ilgili bir anlayış biçimi sağlamak­ tır. Anderson (1992) gibi birçok yazar, ev sahibi toplumdan ya­ bancılaşmanın ve izole olmanın aslında göçmenlerin ana yurtla­ n doğrultusunda bir kimlik oluşumunu tetiklediğini, hatta mar­ jinal yollarla kendilerini ifade etmelerine yol açtığını belirtirken, diğer yazarlar diaspora olmanın başlıca koşullarından birinin göçmen grupların, ev sahibi toplum tarafından tamamıyla kabul­ lenilmemiş olduklarına inanmaları olduğunu belirtmektedir. Bir anlamda, "ev sahibi toplumla sorunlu ilişkiler" diasporalann ta­ nımına eklenmiştir. (Safran 199 1 : 83-84, Cohen 1997: 26). Di­ ğer yandan, diaspora üyelerinin ev sahibi toplumla iyi bütünleşe­ bileceği; fakat hala diasoporaya bağlı davranışlar gösterebileceği, yani diaspora oluşumunun ev sahibi topluma uyum problemle­ rinden dolayı gerçekleşmesinin bir şart olmadığı başka yazarlar­ ca belirtilmiştir. (Nell 2008: 27-28). Kendi çalışmamda iki iddia­ yı destekleyen kanıtlar buldum, entegrasyon ve diaspora aktiviz­ minin birbirini dışlamadıklarını savunmaktayım. Son olarak, lsveç ve Almanya'mn çokkültürlülüğe yaklaşım­ larım ve göçmen örgütlerinin rolünü inceledim. Göçmen grup­ lar arasındaki siyasal kimliği güçlendiren konulara ilişkin poli­ tikaları olup olmadığını, eğer varsa bu politikaların memleket odaklı gündem çevresindeki seferberlik sürecine etkisini tar­ tıştım. Tüm göçmen dernekleri bir diaspora örgütü gibi hare­ ket etmese de, göçmen derneklerinin ev sahibi ülkenin politi­ ka oluşturma sürecine nasıl dahil olduğunu anlamak, diaspo­ ra örgütlerinin durumunu anlamak açısından önem taşımak­ tadır. 0stergaard-Nielsen'in kapsamlı bir şekilde tartıştığı gibi, farklı göçmen kuruluşları ayn ev sahibi ülkelerde farklı yollar­ la çalışmaktadırlar. Stratejilerdeki çeşitliliğin sebepleri yazarın lreland'dan ( 1 994) esinlenerek kurduğu ve göçmen dernekle­ rinin sistem içerisinde kendilerini kurumsal olarak ifade ediş­ lerini anlamlandırmaya çalışan teziyle açıklanabilir. Buna göre, ev sahibi ülkelerin farklı sistemleri, göçmen grupların aktivite­ lerini belli bir strateji çerçevesinde aktarmalarına sebep olmuş­ tur. Bu politikalar bazen göçmenlerin ev sahibi ülkenin siyase1 01

tinde kendilerini ifade edebilmeleri için ortaya çıkmış olsa da, anavatan siyaseti odaklı göçmen aktivitelerinin anlaşılması için yardımcı olabilirler (0stergaard-Nielsen 2003: 70) . Bu konu­ lar, diaspora gruplarının hareket ettiği siyasi bağlama ışık tut­ maları nedeniyle önemlidir. Öncelikle lsveç ve Almanya'nın göç ve uyum politikalarını inceledim; daha sonra bu iki ülkenin göçmen örgütlerini, göç­ men politikalarını, çokkültürlülüğe yaklaşımlarını siyasi karar süreçlerine dahil edişlerini karşılaştırmalı analiz ettim. 1leride de tartışılacağı gibi, lsveç ve Almanya, 1 960'larda göç akınları­ nı almaya başladıklarından beri, farklı göç ve uyum modelleri­ ne sahip olmuşlardır. Avrupa Birliği üyelerinin yanında, Nor­ veç, lsviçre ve Amerika'nın da uyum politikalarını ölçen ve kar­ şılaştıran bir araç olan Göçmen Uyum Politikası Endeksi (MI­ PEX) , bazı kusurlarına rağmen lsveç ve Almanya arasında fay­ dalı bir karşılaştırma sağlamaktadır. Endeks, lsveç'in uyum po­ litikalarında oldukça başarılı olduğunu ve bu ülkeler arasında birinci sırada yer aldığını göstermektedir. lsveç, iş gücü paza­ rına erişim kategorisinde en iyi uygulama derecesine sahiptir. 1 Aile birleşimi, siyasi katılım ve ayrımcılıkla mücadele gibi kate­ goriler göz önünde bulundurulduğunda, lsveç'teki uyum prob­ lemleriyle ilgili olarak bu alanların eleştirilmesine karşı, tam potansiyele ulaşmak için sadece küçük bir gelişime ihtiyaç var­ dır. Diğer yandan; son gelişmelere rağmen, MIPEX'e göre Al­ manya 1 2 . sırada (ltalya ve Lüksemburg'un altında; İngiltere ve Danimarka'nın üstünde olmak üzere) bulunmakta ve uyum politikaları açısından yeterince iyi performans gösterememek­ tedir. Aynca, eğitim ve aile birleşimi gibi politikalarda lsveç'e göre oldukça düşüktür. Eşitlik politikalarında da aşağı seviye­ dedir. 2 MIPEX sadece bu konuların yasal kıstasları hakkında fi­ kir vermekteyken, bu politikaların uygulanması bazen başka sonuçlara işaret edebilmektedir. Göçmenler ve ev sahibi ülke­ de doğup büyümüş kuşakların bu konulardaki algılan her za­ man MIPEX'in sonuçlarıyla uyumlu değildir. Country Profile Sweden, MIPEX, www .mipex.eu/sweden 2 1 02

Country Profile Germany, MIPEX, www .mipex.eu/germany

lsvec;: Çokkültürlü bir cennet? lsveç'e göçe tarihsel bir bakış İsveç, l 930'lann başında göç veren bir ülkeydi ve 1 milyona yakın İsveçli, İsveç'ten çoğunlukla Amerika olmak üzere baş­ ka ülkelere göç ediyordu. 20. yüzyılın başlarında bir göç ülke­ si haline gelen İsveç, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, işçi göç­ menleri ve mültecileri kabul etmeye başlamıştı. Birçok araştır­ macıya göre, 1930'lar İsveç için bir 'değişim rüzgan'dır. (Benito 2005: 6) . İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki gelişmeler, İsveç'in kapılarını göçmenlere açmasıyla ve l 950'lerin başında dünya­ nın her yerinden göçmen almasıyla sonuçlanmıştır. (Demker 2007: 3). İsveç'e ilk önemli göç dalgası, Estonya başta olmak üzere Baltık ülkelerinden İkinci Dünya Savaşı sonrası gelen mülteciler tarafından gerçekleştirilmiştir. Aynca, savaşın en yı­ kıcı zamanlarında İsveç'e kaçmaya çalışan Danimarkalı ve Nor­ veçli Yahudiler de vardır. 1949 ve 197 1 yıllan arasındaki ikin­ ci aşama, patlayan ihracat endüstrisi sebebiyle İsveç'in iş gücü eksikliğini karşılamak için işçi göçmenlere serbest giriş tanıma­ sıyla başlamıştır (Demker 2007: 6). Bu dönemde 550.000 Fin ve yaklaşık 60.000 Yugoslav'ın İsveç'e göç ettiği söylenmekte­ dir (Westin 2006) . Diğer göçmenler Yunanistan ve İtalya'dan gelmişlerdir. Onları İspanya, Portekiz, Finlandiya ve Türkiye izlemiştir. İsveç'in Almanya'daki misafir işçi sistemine çekim­ ser kalmasıyla, İsveç İşçi Sendikaları Konfederasyonu'yla yapı­ lan işbirliği sayesinde yabancı işçilere, İsveçli vatandaşlarla ay­ nı ücretler ve haklar verilmiştir. İsveç, işçi göçmenlerin gelece­ ğin vatandaşlan olarak algılandığı bir kalıcı göç politikasına sa­ hipti. (Westin 2006, jorgensen 2009) . Bu durum, İsveç'in Ku­ zeyli olmayan ülkelerden gelen işçi göçünün resmen sona er­ dirdiği 1970'lerin başına kadar devam etti Qorgensen 2009: 145, Westin 2006) .3 3

lşçi göçünü düzenleyen yasalar 2008 yılında yeniden gözden geçirildi. Ancak, bu kitabın konusu ikinci kuşak olduğu için yeni yasaları detaylı olarak incele­ meyeceğim. 1 03

Üçüncü ve dördüncü aşama, 1970'lerden sonra üçüncü dün­ ya ülkeleri ile beraber Doğu Avrupa ülkelerinden de mülteci ve sığınmacıların göç ettiği döneme denk gelmektedir. 1980'ler­ de lsveç'e Şili'den, Ortadoğu ülkelerinden -lran, Irak ve Türki­ ye gibi-, Etiyopya'dan, Eritre'den ve Somali'den de mülteci akı­ şı olmuştur. Geniş göç dalgası Yugoslavya'daki çatışmalardan sonra başlamış; lsveç, çatışmalardan kaçanlara ev sahipliği yap­ mıştır. Mültecilerin ve sığınmacıların göç akını, lsveç'teki göç­ menlerin karakteristiğini değiştirmiştir. (Bevelander &: Penda­ kur 2009). Son zamanlarda, lsveç'teki mülteci nüfusunun ço­ ğunu İranlılar, Iraklılar, Şilililer, Arjantinliler, Perulular, Kürt­ ler, Türkler ve Eritreliler oluşturmaktadır (Korkmaz 2005: 5354) . Günümüzde, göçmen akınları büyük oranda Bosna-Her­ sek ve Kosova'dan aile birleşimi şeklinde olmaktayken; sığın­ macılar 2003'ten beri büyük oranda ve devamlı olarak Irak'tan lsveç'e gelmeye devam etmektedirler. Bu grupları; Afganis­ tan'dan, Azerbeycan'dan, lran'dan ve Türkiye'den gelen mülte­ ciler ve göçmenler (ağırlıklı olarak aile birleşmesiyle) takip et­ mişlerdir. Avrupa Birliği üyeliği de, Avrupalı veya Avrupalı olmayan vatandaşların hareket özgürlüğü açısından lsveç için bazı yü­ kümlülükler oluşturmuştur. Örneğin, lsveç'in 2001 yılında Sc­ hengen Anlaşması'nı imzaladıktan sonra, mültecileri kabulde daha kapalı hale gelmesi, bugünkü mülteci politikalarının geç­ miş yıllardan daha katı olduğunu gösterebilir. Avrupa Birliği üyesi ülkelerden de göç olmaktadır; ancak Avrupalı olmayan ülkelerden göç akışlarıyla karşılaştırıldığında sayı oldukça az­ dır Oorgensen 2009: 146, Westin 2006) . lsveç, yaklaşık 9 milyon yerleşik nüfusa sahiptir. Bu nü­ fus 200 farklı ulustan oluşurken; nüfusun %14'ü lsveç dışında doğmuştur. lkinci kuşak da dahil edildiğinde, yerli olmayan İs­ veçli yerleşik nüfus %20'ye ulaşmaktadır. Mevcut durumda, ls­ veç'te doğan ve en az bir ebeveyni yurtdışında doğmuş bireyle­ rin sayısı 900.000'in üstündedir.4 4 1 04

Government Offices of Sweden, "Swedish lntegration Policy", http://www . sweden.gov .se/contenı/l/c6/l 3n7/34/5b7683a6.pd f

Asimilasyondan uyum politika/arma lsveç'te, farklı ülkelerden gelen göçmen işçiler, misafir işçi sisteminden farklı olarak daimi oturma iznine kolayca erişebi­ liyorlardı. Göçmenleri, ailelerini getirmeleri ve vatandaş olma­ ları için teşvik eden lsveç'te, göçmen uyum politikaları 3 fark­ lı evreyi takip etmiştir: Asimilasyon: 1945'ten 1964'e, Çokkül­ türlülük yaklaşımına hazırlık: 1965'ten 1975'e ve Çokkültürlü­ lük: 1975 sonrası (Korkmaz: 2005: 54) . Son zamanlarda, Kha­ yati (2008), Westin (2006) , Schierup ve Alund (2009) gibi ya­ zarlar, lsveç'in çokkültürlülüğü asimilasyona doğru kaydır­ dığını, sığınmacılar ve mültecilerle ilgili politikalarını sıkılaş­ tırdığını, l 990'larda çokkültürlülük politikalarıyla ilgili başka önemli döneme geçildiğini belirtmektedirler. llk evre sırasında, göçmen uyumunun doğal bir süreç ola­ cağı bekleniyordu (Korkmaz 2005 : 54; Khayati 2008: 1 80) . lkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra lsveç, göç kanunları­ nı uyum sürecini göz önünde bulundurmayarak değiştirdi ve toplumda, göçmenlerle nasıl başa çıkılacağı konusu göz ar­ dı edildi (Khayati 2008: 1 8 1 ) . 1950- 1960 arasında göçmenle­ rin toplumla bütünleşmesine olanak sağlayacak belirli bir poli­ tikası olmayan lsveç'te, sadece 1960'larda ülkedeki göçmenle­ rin koşullarını geliştirmek için çeşitli düzenlemeler yüıürlüğe konmuştur (Westin 2006, Dingu-Kyrklund 2007: 1 ) . 1960'la­ rın ortalarından 1 975'e değin süren ikinci evrede, göçmenlerin uyumunu güvence altına alan resmi bir politikası olmayan ls­ veç'te, l 970'lerin başında göçmenlere lsveççe dil kursları ve­ rilmeye başlandı, belediyeler ve dernekler bu aktiviteleri des­ tekleme haklarını kullanarak göçmenleri bu kurslara katılma­ ları için teşvik etti. Westin (2006), 1970'lerin ortalarında lsveç Parlamentosu'nun hayata geçirdiği uyum politikasını "bıraka­ lım asimile olsunlar" anlayışından radikal bir kopuş olarak ta­ nımlar. 1975'te, göç politikasına ilişkin 3 hedef ilan edilmiştir: eşitlik (jiimlihhet) , kültürel seçme özgürlüğü (Freedom of cultu­ ral choice) (valfrihet) ve ortaklık (samverhan) (Westin 2000, Je­ derlund & Kayfetz 1 999). 1 05

Eşitlik, tüm göçmenlerin diğer lsveç vatandaşlarıyla eşit hak­ lara ve imkanlara sahip olması, göçmenlerin toplumun geri ka­ lanıyla eşit yükümlülüklerinin olması demekti. lkinci katego­ ri olan kültürel seçme ôzgürlüğü, göçmenlerin yeni kimlik edin­ me ve/veya kendi kimliklerini koruma derecelerini belirleme­ lerine izin vermiştir. Ancak; göçmenin seçimi ne olursa olsun, bu temel lsveç değerleriyle çatışmamalıdır. işbirliği ve dayanış­ ma ilkesi, göçmen gruplar ve lsveç doğumlu nüfus arasında birliktelik duygusu yaratarak, ortak çıkarlarını ifade etmeleri­ ni amaçlıyordu. Son hedef, bir çeşit 'ortaklık' olarak görülebil­ mektedir ve ortaklık, katılımın göçmenlerin belediye seçimle­ rinde veya bölgesel seçimlerde oy vermesi sağlanarak artırılma­ sı ve vatandaşlığa kabulün göçmen gruplar için giderek müm­ kün olmasıdır. Ortaklık, lsveç devletine bağlı göçmen dernek­ lerini oluşturmak ve kontrol etmek için yasal temelin zemini­ ni hazırlamaktaydı (Odmalm 2004: 475, Korkmaz 2005: 55, je­ derlund & Kayfetz 1999, Westin 2006) . Alund ve Schierup, bu politikayı hükümetin etnik gruplar ve lsveç toplumu arasında­ ki sosyal eşitliği sağlama ve göçmen nüfusun siyasi karar sü­ reçlerine katılım çabası olarak tanımlamışlardır (Alund & Sc­ hierup 199 1 : 99) . Çokkültürlülük politikalarının uygulanma­ sı; göçmen gruplara, yerel seçimlerde oy verme hakkı (vatan­ daş olmayan ikamet edenler için), okullarda anadillerinde eği­ tim hakkı, anadillerindeki kitap ve gazetelerin karşılanması ve etnik kimliğe bağlı oluşturulan göçmen kuruluşlarına finan­ sal yardım hakkı gibi haklar sağlamıştır (Akesson 201 1 : 219) . Bu göç politikası, lsveç'in istikrarlı bir ekonomiye, tam istih­ dama, devamlı ve hızlı arnş öngörülerine sahip olduğu zamanda planlanmıştır Oederlund & Kayfetz 1999). 1980'li yılların orta­ larında, lsveç sistemi göçmenlere ve ikinci kuşaklara karşı olum­ suz davranışların artmasına sebep olan bir krizdeydi. Göçü sınır­ lama tartışılmıştı ve 1989'da Sosyal Demokratlar tarafından yö­ netilen hükümet, siyasi sığınmacıları kabul konusunda katı ku­ rallar koymaya başlamıştı (Westin 2000: 6) . 1990'ların başların­ da, göçmenlere ve göç politikalarına karşı tepkiler oluşmuştu. Diğer Avrupa ülkelerine gibi lsveç, ırkçılık ve yabancı düşmanlı1 06

ğı üzerine çok sayıda tarUşmalarla karşı karşıya kalmışur. Artık lsveç'in bir göç politikasına sahip olması gerekmediği; onun ye­ rine yeni etnik ve kültürel grupların hem kendi aralarında hem de lsveç toplumuyla bir köprü kurulmasının gerekli olduğu an­ laşılmışur (Khayati 2008: 187,jederlund &: Kayfetz 1 999). O za­ manın göç politikalarının eleştirileri, güncel durumla ilgili bir rapor sunması için yeni bir araştırma komisyonu kurulmasıyla sonuçlanmıştır. 1997 yılında lsveç parlamentosu, yerli olmayan ama lsveç'e yerleşmiş bireylere aynı imkan ve hakların verilme­ sini amaçlayan yeni uyum politikaları üzerinde anlaşmıştır. Yeni strateji, 'Sverige, framtiden och mangfalden' (lsveç, gelecek ve çe­ şitlilik) olarak adlandırılmıştır (Benito 2005: 23) . Politikalar ara­ sındaki temel fark; bir önceki politika sadece göçmenlere yöne­ lik olmasına rağmen, yeni politika göçmenlerle beraber tüm ke­ simlere hitap ediyordu (Akesson 201 1 : 219). 1997'deki lsveç uyum modeli, lsveç göç politikasını tanım­ layan ve zaman içinde farklı yorumlanacak olan üç temel pren­ sibe dayanmaktadır. 1 990'ların ortalarından sonra yeni he­ def olan "uyum" , 1970'ler ve 1 980'lerin üç unsura bölünmüş başlangıç politikalarıyla karşılaştırıldığında oldukça belirsiz­ dir (Lindvall &: Sebring 2005: 1067) . Üç temel hedef tamamen terk edilmemiştir; ancak göçmenlerin lsveç toplumuna uyumu açısından yeni bir anlayışla yumuşatılmıştır. Çokkültürlülük ye­ rine çeşitlilik kavramına vurgu yapılmış; yeni politikalar buna göre düzenlenmiştir. İsveç'in göçmenlerin uyumuyla ilgili kamusal söylemi, göç­ menlerin özel alanlarda kültürlerini devam ettirmeleri; aynı za­ manda İsveç toplumuyla sosyo-ekonomik anlamda kaynaşma­ yı sağlamaları, yani işgücü piyasasına uyum sağlamaları an­ lamındadır (Akesson 201 1 : 2 18). Westin; uyum, çoğulculuk, çokkültürlülük ve çeşitlilik gibi terimlerin (belli) farklılıkları Isveç yöntemiyle kabul etmek olduğunu belirtmiştir. Westin'e göre İsveç, göç konularını işaret etmek için çeşitli terminoloji­ ler kullansa da, asimilasyon her zaman en iyi çözüm olarak gö­ rülmüştür (Westin 2003: 3 ) . llerideki bölümlerde "bir şeyleri İsveç yöntemiyle yapma" kavramını tartışacağım. 1 07

Vatandaşllk politikaları ve lsveç'te siyasi katıllm lsveç'in vatandaşlık rejimi Avrupa'nın en liberal sistemlerin­ den biridir. Vatandaşlık, jus sanguinis'a dayalı olduğu için göç­ menlerin soyundan gelenler doğrudan lsveç vatandaşlığı unva­ nını almamaktadır; ancak vatandaşlığa kabul süreçleri Alman­ ya gibi diğer Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında daha kolay­ dır (Westin 2006). lsveç vatandaşlığına sahip olmak farklı göç­ men gruplar için çeşitlilik gösterebilir. Kuzey ülkelerinden göç edenler ülkede 2 yıl kaldıktan sonra vatandaşlık için başvurabi­ lirken; mülteci statüsü onaylanmış bireyler vatandaşlığa uygun görülebilmek için 4 yıl beklemek zorundadırlar. Kuzeyli göç­ menlerin sadece vergi numarası için başvurmaları yeterliyken; mültecilerin lsveç Göç Bakanlığı'nca işleme konması bir yıl sü­ rebilen resmi bir başvuru yapmaları gerekmektedir. Mülteciler dışındaki göçmen grupların vatandaşlığa başvurabilmesi için en az 5 yıl bir ülkede yasal ve devamlı olarak ikamet etmiş ol­ malı ve kalıcı oturma izni olmalıdır (Benito 2005) . lsveç'te doğ­ muş ikinci nesil, ebeveynleriyle karşılaştırıldığında vatandaşlı­ ğa daha kolay geçerler. lsveç vatandaşlığına sahip bir ailede do­ ğan çocuk doğrudan lsveç vatandaşı olur. 18 yaş altı, ebeveyn­ leri lsveç vatandaşı olmayan ama lsveç'te 5 yıldan fazla yaşamış ve kalıcı oturma izni olan biri de kolay bir bürokratik işlem so­ nunda lsveç vatandaşı olabilmektedir. Birinci ve ikinci neslin, lsveç tarihini ve geleneklerini derin­ lemesine bilmek gibi bir zorunlulukları yoktur; çünkü Alman­ ya ve diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi vatandaşlık testle­ ri uygulanmamaktadır. Yeterli derecede lsveç dili bilme zorun­ luluğu genel asimilasyon politikalarıyla birlikte kaldırılmıştır. Başvuranlar için problem yaratabilecek tek koşul, göçmenlerin suç faaliyetinde bulunma açısından temiz bir kayda sahip ol­ masını gerektiren 'iyi hiil' hükmüdür. istatistiklere göre, yurt­ dışında doğan göçmenlerin neredeyse yarısı, 5 ve daha fazla yıl boyunca lsveç'te kalıcı bir şekilde ikamet ettikten sonra vatan­ daş olmaktadırlar (Benito 2005: 17). 1 08

2001 tarihli İsveç Vatandaşlık Kanunu nedeniyle İsveç, çift vatandaşlığı tanıma konusunda en cömert ülkelerden biridir. İsveç vatandaşlığına sahip olan bir birey, kendi esas ülkesinde­ ki kanun izin verirse bir önceki vatandaşlığını da sürdürebil­ mektedir. Diğer Avrupa ülkelerindeki gibi İsveç de çifte vatan­ daşlığa şüpheyle yaklaşıyordu (Gustafson 2002: 468) ; ancak bu çabuk aşıldı. Aksine, İsveç Göç Bakanlığı'nın İnternet sitesin­ de çifte vatandaşlık, avantaj olarak görülerek teşvik edilmiştir. İsveç, göçmenlerin vatandaşlığa kabulünü uyum sürecinin temel parçalanndan biri olarak algılamıştır ve daimi oturma iz­ ni olan göçmenlerin vatandaşlık için başvurmalannı teşvik et­ miştir (Westin 2000: 29) . Yine de, vatandaş olmanın uyum sağ­ lamayı ne derece kolaylaştırdığının bir cevabı yok. Araştırma­ lar, İsveç vatandaşlığının İsveç'e daha iyi uyum sağlamanın bir garantisi olmadığını göstermiştir. Vatandaşlığa kabul edilme­ nin -diğer Avrupa ülkeleriyle karşılaştınldığında- daha kolay olması nedeniyle, İsveç'in bu durumu İsveçlilik kimliğinin te­ mel bir parçası olarak görmediği anlaşılabilir. Aynmcılık sade­ ce vatandaş olmakla atlatılabilecek bir olgu değildir. Çifte va­ tandaşlığın serbest bırakılmış olması birçok mülakatçıyı rahat­ latan bir durumdu; çünkü İsveç'te önceki vatandaşlıklanndan vazgeçmeleri gerekmediği için, Almanya yaşadıklan vatandaş­ lıktan çıkma sendromunu deneyimlemiyorlardı. İsveç vatan­ daşlığına kabul edilmenin, kültürel uyum sağlaması şart değil­ dir; onun yerine, göçmenlerin vatandaşlığa kabule faydacı bir açıdan yaklaşmaları olasıdır. İçduygu'nun İsveç'teki Türkler üzerine olan çalışmalannda belirttiği gibi, göçmenler kendile­ rini Türk hissettikleri için, İsveç vatandaşlığına kabul edilme­ yi tercih etmeyebilirler veya Türkiye ile bağlan devam etse de faydacı sebepler nedeniyle İsveç vatandaşlığına geçebilirler. İç­ duygu, vatandaşlık kazanmanın İsveç için normatif veya ahlaki bir sorumluluk olarak görülmediğini savunmaktadır (lçduygu 1996) . Gerçekleştirdiğim mülakatlar da, vatandaşlığa kabulün, aidiyet duygusu nu göstermek zorunda olmadığını; fakat vatan­ daşlığa kabul politikalarının kolaylığı ve çifte vatandaşlığa izin verilmesinin İsveç toplumuna ait olmama duygusunu azalttığı'

1 09

nı göstermektedir. Vatandaşlığa kabul, aynı zamanda göçmen­ lerin ve sonraki nesillerin ev sahibi ülkede kendilerine olan gü­ venlerini artırmaktadır. Siyasi katılım açısından bakıldığında İsveç , göçmenlere -1976 yılından beri, 3 yıl İsveç'te ikamet etmiş olma koşulu ile- belediye seçimlerine katılma hakkı veren ilk Avrupa ülke­ lerinden biridir. Bunun sebebi, ülkedeki yabancıların İsveç top­ lumuna siyasi ve politik açıdan uyumlarını sağlamaktır (Beni­ to 2005: 2 1 ) . Vatandaşlığa kabul sürecinin kolaylığı ve otorite­ lerin, göçmenlerin ve ikinci kuşağın siyasete katılımını teşvik etmelerine rağmen, İsveç kökenli olmayanların seçimlere katı­ lımı oldukça azdır. Katılım oranı 1976 yılında %60 iken; 2002 yılında %35'e düşmüştür (Benito 2005) . Uzun yıllardır Alman­ ya'da yaşayanların oy verme hakkının olmaması ve 2000'e ka­ dar vatandaşlığa kabulün kartı şartlara bağlanmış olması Al­ manya'da tartışılırken, İsveç'te göçmenlerin yeteri kadar siyasi katılım göstermemesi üzerine tartışmalar yürütülmektedir. İs­ veç'te göçmenlerin yerel seçimlere katılmaları mümkünken ve vatandaşlığa kabul süreci diğer Avrupa ülkelerinden daha ko­ layken, göçmenler ve ikinci kuşak neden beklendiği gibi siyasi alanlara katılım göstermemektedirler? İsveç'te seçimler üzerine araştırma yapan Bevelander ve Pen­ dakur ( 2009 ) , göçmenlerin doğma büyüme İsveçli olanlar­ dan daha az oy kullandığını belirtmişlerdir. Vatandaşlığa kabul edilmenin, yerli olmayan İsveçlilerin siyasi katılıma olan eği­ limlerini artırdığını ve İsveç sisteminin yerli olmayan İsveçlile­ rin ülke siyasetinde söz hakkına sahip olmalarını hedeflediğini öne sürmektedirler. Yine de yerli olmayan İsveçlilerin katılımı yaş, cinsiyet, İsveçli bir eşe sahip olma, İsveç vatandaşlığına sa­ hip olma ve İsveç dışında doğma gibi diğer faktörlere de bağlı­ dır. İsveç'te doğup göçmen neslinden gelenlerin, ebeveynlerin­ den daha çok oy kullandığı söylenebilir. Yazarlar, düşük katılı­ mın, yerli olmayan İsveçlilerin İsveç toplumuna aidiyet hisset­ me ve dahil olma algılarıyla ilgili olduğunu savunmaktadırlar. Yerli olmayan İsveçlilerin, oy kullanma oranı düşük olsa da, görüştüğüm kişilerin siyasi katılımları yüksekti. Hepsi İsveç si110

yasetiyle ilgilenmekteydi ve yansından fazlası üye veya aktivist olarak bir siyasi parti üyesiydi. Bu nedenle, kitabın temel so­ nuçlarından biri oy kullanmanın siyasi katılımla alakalı olması­ dır. İsveç'te, anavatanla ilgili siyasi olaylara ilgi gösterme ile göç edilen ülkedeki siyasi katılımın birbirini dışlayan şeyler olma­ dığını; hatta ikisinin birlikte ilerlediğini gözlemledim. Siyasi katılım açısından İsveç sistemi, İsveç'teki bir siyasi partiye üyelik şartlarını da basitleştirmiştir. Benito'nun açıkla­ dığı gibi, siyasi partiye üye olmak için, İsveç'te ikamet edip yer­ li olmayan İsveçliler için herhangi bir sınırlama yoktur. Birçok parti, katılımcıları hoş karşılamakta ve göçmenlerin kendi yön­ temleriyle katkı sunabilecekleri birimler yaratmaktadırlar. Bu­ nun yanında, Benito'ya göre: "Göçmenler, kendi ülkelerinde faaliyet gösteren siyasi parti­ lerde İsveç birimleri kurmuşlardır. Birçok sığınmacı İsveç'e diktatörlüklerden gelmişlerdir ve bu nedenle buradaki aktivi­ teleri kendi ülkelerinin siyasetlerini değiştirebilmeyi amaçla­ maktadır. Bu durum, İsveç kanununda izin verilen ve hatta İs­ veç siyasi partileri tarafından farklı ölçütlerde desteklenen bir durumdur" (Benito 2005: 24-25).

İsveç'teki siyasi partiler, göçmenlerin katılımını, kendi so­ runlarını da parti gündemine getirmelerini desteklemektedir­ ler. Böylece, göçmenler ve ikinci kuşak, İsveç siyasetinde aktif olmayı, kendi ülkelerinde siyaseten etkin oluşlarına karşı engel olarak algılamamaktadırlar. İsveç'teyken memleketlerinin siya­ setiyle ilgilenmelerinin, ev sahibi ülke ile uyum önünde bir en­ gel olarak algılanması gerekmemektedir. Almanya'daki durum bir hayli farklıdır.

Yabane1 düşmanlığı, istihdam, eğitim ve barınma ile ilgili problemli konular Yukarıda tartışıldığı üzere, güncel araştırmalar Isveç'in uyum politikalarında başarılı olduğunu ve göçmenler için en uygun tercih olduğunu belirtmektedirler. Son zamanlarda yapılan ça111

lışmalar, içerideki durumun dışarıdan göründüğü kadar olum­ lu olmadığını göstermektedir. Aslında, lsveç'te çok sayıda kül­ türel ve etnik grupların bulunması lsveç'in sosyal yapısında, iş gücü pazarına dahil olma, eğitim ve barınmaya erişim ve ar­ tan yabancı düşmanlığı gibi bir dizi probleme neden olmuştur (Khayati 2008: 181) İsveç devleti, bu sorunları çözmek için önlemler almıştır; an­ cak yakın zamandaki çalışmalar tüm bu iyileştirmelerin uygu­ lanışında problemler olduğunu ortaya çıkarmıştır. Almanya'ya kıyasla; farklılıkların tanınması, çokkültürlülük gerçeği ve ay­ rımcılıkla mücadele çabaları doğrultusunda farklı bir yol iz­ lemesine rağmen lsveç, yapısal ayrımcılık, yabancı düşmanlı­ ğı, lslam fobisi ve işsizlik konularında Almanya ile benzerdir. lsveç'te yabancı düşmanlığıyla ilgili olarak, göçmen veya mültecilere karşı gözle görülür ırkçılık 1980'lerin sonlarında başlamıştır. Göçmenleri hedef alan genç ırkçı grupların saldırı­ lan buna bir örnektir. Göçmen karşıtı tepkiler, ırkçı ve ırkçılık karşıtı grupların sokaklarda kavga etmeleriyle birlikte 1990'la­ rın başlarında dikkate değerdi. Bu dönem boyunca, ırkçılığın artmasının sonucu olarak bazı mültecilerin evlerine saldırılar düzenlendi. 1993'te ırkçı ve aşın milliyetçi gruplar tarafından bir cami ateşe verildi ve göçmenlerin dükkanlarına ve mülk­ lerine zarar verildi. (Westin 2000: 33, Khayati 2008: 188, je­ derlund &: Kayfetz 1999). Yabancı düşmanı söylem, Yeni De­ mokrasi Partisi'nin (Ny Demokrati) kurulmasıyla siyasi ala­ na taşındı. Fakat parti, 1990- 1992 yılları dışında uzun süre­ li bir başarıya ulaşamadı (Demker 2007: 4). 2006 yılında, aşı­ n sağda bir parti göçmen karşıtı gündemlerle siyasi alana çık­ tı. lsveç Demokratları (Svengedemokratema) açıkça aşın-milli­ yetçi bir gündemle oyların %2,9'unu almıştır. 2010 seçimlerin­ de, %5,7'ye ulaşmayı başarmış ve parlamentoda 20 koltuk ka­ zanmıştır. Çeşitli çalışmalar, göçmenlerin ve ikinci kuşağın iş arar­ ken aynmcı davranışlarla karşılaştıklannı kanıtlar. 2005'te İs­ veç Göç Bakanlığı için yazılan bir raporda, Müslümanların, ls­ veç'te ırkçı aşağılamalara en çok maruz kalan kesim olduğu 112

söylenmektedir. Rapora göre, etnik ayrımcılıkla ilgili şikayet­ lerin % 70'i Müslümanlardan gelirken; ankette soru yöneltilen­ lerin %40'ı Müslümanlara yönelik sözlü tacize tanıklık ettik­ lerini belirtmişlerdir. İş görüşmelerindeki şanslarını artırmak için, göçmenlerin kendilerine İsveççe bir isim seçmeleri yay­ gındır. Stockholm Üniversitesi tarafından iş gücü pazarında­ ki etnik ve dini aynın üzerine yapılan bir çalışma, kendine İs­ veççe bir isim alan göçmen gruplarla, asıl ismini koruyan göç­ menlerin kazançlarını karşılaştırmıştır ve açık bir fark gözlem­ lenmiştir (Arai & Skogman-Thoursie 2007) . Bunun yanında, ILO'nun bir raporunda, yerli İsveçliler ve İsveçli olmayanlar ay­ nı niteliklere sahip olsalar da, işverenlerin yerli İsveçlilere ön­ celik tanıdığını belirtmektedir. 5 Beyaz yakalı çalışanların sen­ dikası olan Jusek, üniversite mezunu İsveçlilerin %85'inin işe alınmasına karşılık üniversite diploması olan göçmenlerin sa­ dece %50'sinin işe girebildiğini açıklamıştır. Göçmenler, yerli İsveçlilere nazaran işsizlik riskiyle altı kat daha fazla karşı kar­ şıyadır. Çalışma, etnik ayrımcılığın maaşlarda da kendini gös­ terdiğini ortaya koymuştur. Gelir sınıftan dikkate alındığında, yerli İsveçliler ve İsveçli olmayanlar arasında fark vardır. Wes­ tin, etnik kökenle ve ırkla tanımlanan yeni bir alt sınıfın orta­ ya çıktığını belirterek bu probleme dikkat çekmiştir (Westin 2000: 36). Konut piyasasında ayrımcılık bir başka problemdir. Göçmen toplulukların çoğunluğu, Stockholm, Göteborg ya da Malmö gibi büyük şehirlerin küçük, yoksul mahallelerinde yaşamakta­ dırlar ve bazıları yerli İsveçlilerle çok az iletişim kurarlar ya da kurmazlar. Ulusal ölçekte, İsveç'in göçmenlere ve mültecilere konaklama sağlamasıyla ilgili yayılmacı politika, göçmen nü­ fusun belli şehir ve bölgelerde toplanmasıyla etkisiz kalmıştır. Bu fiziksel aynının sorunlu olduğu düşünülebilir; çünkü çok­ kültürlü bir toplum, yabancılar ve İsveç toplumu ile iletişim kurmadıkça barışçıl olamaz. Göçmenleri, yerli İsveçlilerle kar5

lntemational l..abour Office, Syhthesis Report, "Discrimination Against Nati­ ve Swedes of lmrnigrant Origin in Access to Employrnent", http://www .ilo.org/ publidenglish/protection/rnigrant/download/swedish_discr_synthesis. pdf 113

şılaştınldığında daha düşük bir sınıfa mahküm eden toplum­ sal güç hiyerarşisinin katı konumlan düşünüldüğünde, uyum stratejisinde yeni bir yönelim gerekir. (Hellgren 2005: 25). Ro­ sengard, banliyölerdeki durumu gösteren Malmö'deki bir şe­ hir bölgesidir. Yerleşik nüfusun yaklaşık %60'ı lsveç kökenli­ dir. Yerli gençlik grupları ve polis arasında çatışmalar olmuş; genç gruplar arabaları, kulübeleri ve geri dönüşüm istasyonla­ rını ateşe vermişler ve yetkililere taş atarak saldırmışlardır.6 Bu olaylar medyada olduğu gibi parlamentoda da tartışma yarat­ mış; lsveç'in uyum sorunlarını ortaya çıkarmıştır. Alund ve Sc­ hierup (2009)'a göre, polis ve genç gruplar arasındaki şiddet­ li çatışmalar ve büyük şehirlerin çevresinde yaşayan yoksulla­ rın rahatsızlıkları, lsveç'in ayrışma ve sosyal dışlanma yaratan 'neo-liberal küreselleşmeye doğru adım atışı' nedeniyle kötüye gittiğinin açık bir göstergesidir MIPEX verileri, lsveç'in ayrımcılığı önlemek için oluşturul­ muş güçlü yasaları, politikaları olduğunu ve son yıllarda bu politikaların mağdurlar için kullanımının kolaylaştığını be­ lirtmektedir. Fakat Almanya'da başka Avrupa ülkelerine oran­ la ayrımcılık karşıtı oluşumların daha zayıf olduğu söylenmek­ tedir. lsveç, ayrımcılığı engellemek için birçok kurum oluştur­ muştur ve kanunlarında değişiklikler yapmıştır. Ancak, bu po­ litikalar doğası gereği zayıftırlar ve mevcut durumu önemli de­ recede değiştirebilmektedirler (Westin 2000: 36). '2 1 . Yüz­ yıl için lsveç Uyum Politikası' raporu da ayrımcılık ve yabancı düşmanlığı konularına işaret etmektedir. Plan, yasamayı güç­ lendirmek ve bu iki olumsuz tutumu sosyal, siyasi ve ekono­ mik alanlarda yasaklamak için çalışmaktır. Planın bir parçası olarak hükümet, Irkçılığa Karşı lsveç (Sverige Mot Racism) gi­ bi gençlik organizasyonlarına 2000-2003 yıllan arası 30 mil­ yon Sek ayırmıştır. Ayrımcılığa karşı Ombudsman, iki taraf arasında arabulucu­ dur ve iş ile ilgili şikayetleri iş gücü piyasası mahkemesine doğ­ rudan aktarır Qorgensen 2009: 1 56). Ancak; Ombudsman iş6 1 14

"Rosengard Sparrat ? Efter Brandinferno" http://www.expressen.se/kvplrosen­ gard-sparrat---efter-brandinferno/

verenlerin ayrımcı davranışlarını engellemede başarılı olama­ mıştır ve etkili olamadığı için eleştirilmektedir (Khayati 2008: 186) . Bu 1 Ocak 2009'da yürürlüğe giren lsveç'in ayrımcılık karşıtı yasası, Fırsat Eşitliği Kanunu ve 6 farklı ayrımcılık karşı­ tı yasayla yer değiştirmiş ve ayrımcılığa iki yeni unsur daha ek­ lemiştir: transseksüel kimlik ve yaşa bağlı ayrımcılık. Bütün bu sorunlar ele alındığında, lsveç'in MIPEX raporundakinden çok farklı olduğunu görürüz.

lsveç çokkültürlülüğüne eleştirel bir bakış Çokkültürlülük, ev sahibi ülkenin bu olguya yaklaşımını ele almak amacıyla kullanılmaktadır. Yoksa Avrupa'nın birçok ül­ kesinde farklı kültürlerden gelen insanlar yaşamaktadır ve her yer çokkültürlüdür. Burada bahsettiğimiz, çokkültürlülüğün uyum politikaları bağlamında bir ev sahibi ülke tarafından na­ sıl yorumlandığı ve bu olgunun nasıl siyasi duruşa dönüştürül­ düğüdür. Çokkültürlülük, lsveç'te resmi siyasi ideolojidir ve kültü­ rel farklılıklar sistemin bir parçası olarak kabul edilir. lsveç'in yaklaşımı birçok akademisyen ve uzman tarafından olumlu yo­ rumlanmaktadır. Bazı akademisyenler, eleştirel bir bakış açısıy­ la yaklaşır. Birçok kez değişse ve son yıllarda önemli düzenle­ meler gerçekleşse de lsveç uyum politikaları, göçmenlere yak­ laşımlarının özcü ve etnik-merkezci olması nedeniyle eleştiril­ miştir. Birçok akademisyene göre, kültürel seçim özgürlüğü il­ kesinin uygulanması özel alanda azınlık kültürünün oluşması­ na neden olmuş, azınlık ve çoğunluk grupların sosyal alışveri­ şini engellemiştir. Politikalar farklılığın öneminin vurgulasalar da doğası gereği asimilasyoncudur (Bartl 2009, Westin 2003) . Sistem, kültürel miras ve geleneklerdeki farklılıkları somut­ laştırarak pekiştirmektedir (Alund & Schierup 1 99 1 : 1 ) . Alund ve Schierup'dan yola çıkarak, Akesson(201 1 : 22 1 ) da kültü­ rü özcü bir açıdan algılamanın, ulusal uyum politikasında ve günlük yaşamda kanıtları olduğunu savunmaktadır. Kültü­ rü homojenleştici bakış açışı etnik grupları somutlaştırmakta115

dır ve öz İsveç toplumundan farklılıklarının altını çizmektedir. Alund'a ( 1 998: 1 76) göre, İsveç toplumu, sosyal eşitsizliklerin kültürel farklılık olarak algılandığı etnik çizgiyle giderek ayrıl­ maktadır. Kültür, etnik ve ırksal zeminin bir sonucu olarak ka­ nıksanmış ve özcü terimlerle saf ve doğal etnik kökenle ilgili olarak anlaşılmıştır. Bu nedenle, İsveç çokkültürlülüğü idealist ilkeleri uygulamada ciddi problemlerle karşı karşıyadır. Sistem, farklı kültürlerden ve etnik kökenlerden olan grupların -or­ tak değerler ve kimlikler olmadan- kendi köşelerinde bir ara­ da yaşadığı bir lsveç toplumu imajını talep etmektedir (Akes­ son 201 1 : 221). Odmalm da İsveç'te etnik kökenin nasıl algılandığı üzeri­ ne alternatif bir yorumla, "baskın Beyaz İsveçli algısı"nın, göç­ menlerin sınıflandırılabileceği etnik kategoriler üretme gücü olduğunu ileri sürer (Odmalm 2004: 477) . Yazarlar, sistemi­ nin "İsveç kültürü" ve "göçmen kültürleri" olarak yarattığı hi­ yerarşiyi vurgulamaktadır; ancak bu durum, göçmen grupları­ nın birbirlerini algılama şekillerini de etkilemektedir. Kültürel farklılıklar etnik kimlik çerçevesinde anlaşılmakta, göçmen­ ler ve ikinci kuşak, kendilerini hem yerli İsveçlilerden hem de İsveç'te yaşayan diğer gruplardan kültüreVetnik açıdan farklı görmektedir. Her etnik grup giderek ayrışmaya sebep olan 'biz ve onlar' yaklaşımını benimsemiştir. Daha önemlisi, lsveç çokkültürlülüğünün başarısı veya ba­ şarısızlığı üzerine tartışılırken, Westin'in (2003) , Akesson'un (20 1 1 ) ve diğer bilim insanlarının da bahsettiği gibi, bu çok­ kültürlülükteki "güçlü asimilasyoncu unsur" yok sayılmama­ lıdır. Bu durum, lsveç toplumu ve göçmenler arasında görün­ mez kültürel engellerden ayn olarak, göçmenler ve ikinci kuşa­ ğın temel lsveç değerlerine uyum sağlamaları yönünde bir bek­ lentinin de kanıtıdır. lsveç kökenli olmayan vatandaşlara kar­ şı baskı olmamasına rağmen, çokkültürlülük söylemi İsveçli si­ yasetçiler ve diğer otoriteler tarafından ifade edilirken gizli bir ısrarcı tona sahiptir. Almanya'daki Leitkultur tartışmasına kar­ şı, lsveç'te göçmenlere ve ikinci kuşaktan gelenlere bu değer­ lere gönüllü şekilde uyum sağlamaları için çağrı yapılmaktadır. 116

Aslında bu durum, birçok göçmen ve ikinci kuşağın farkında olmadan lsveçli gibi düşünme yönünde asimile olmalarına yol açmaktadır. İsveç sisteminin başarısının temelinde, göçmen­ leri lsveç değerlerine uyum sağlayarak kendi özlerinden bir şey kaybetmeyecekleri konusunda ikna etme yetenekleri vardır. Bu bağlamda, medya kuruşlarının yanında İsveçli siyasetçilerin ve otoritelerin söylemlerinde uyum ve çokkültürlülük birbirini dışlamayan, hatta tamamlayan iki kavramdır. Diaspora gruplan, ev sahibi toplumun temel değerlerine uy­ gun olmak için baskın kültürün belli unsurlanna uyum sağla­ maktadır. Alan araştırmasının sonuçlan, ikinci nesil diaspora­ nın kendilerini temel lsveç değerlerine alıştırmak için -isteyerek veya istemeyerek- çabaladığını, daha önemlisi baskın ev sahi­ bi kültürün dayattığı "değerleri" benimsediklerini göstermek­ tedir. Kendi kültürlerinin özgün ve diğer kültürlerden -ev sa­ hibi kültür de dahil olmak üzere- farklı olduğunu düşünme­ lerine rağmen, sistemin onlardan beklediği gibi baskın kültü­ re kendiliğinden asimile olmaktadırlar. Bunu yaparken ken­ di kültürlerini, baskın kültüre göre aşağıda görmektedirler. Bu konular görüştüğüm kişilerin ifadelerinden örneklerle detaylı­ ca tartışılacaktır.

İsveç sistemi ve göçmen kuruluşlar1 İsveç'in çokkültürlülüğü resmi politika olarak kabul etti­ ği 1970'li yıllardan beri göçmenler, çoğunlukla etnik ve nadi­ ren dini çizgide örgütlenmeler oluşturmaları için teşvik edil­ mişlerdir. İsveç, göçmen gruptan ortak etnik kimlikleriyle ta­ nımlamış, etnik kökeni doğal sosyal gruplama olarak düşün­ müştür ve sonuç olarak, bu gruplara İsveç toplumundaki diğer tüzel gruplar gibi davranmıştır (Soysal 1994: 46) . Bu politika, "karma kimlikli bireyler veya birden çok etnik bağlılığı olanla­ rın oluşturduğu örgütlenmelere dar alan bıraktığı" için eleşti­ rilmiştir (Akesson 20 1 1 : 2 19). Göçmen kuruluşları, kültürel miraslarını koruma ve geliş­ tirme konusunda anayasal hakka sahip olarak İsveç kuruluşla117

nyla aynı statüdedir. Kuruluşlar; demokrasi, insan haklan, ifa­ de özgürlüğü gibi demokratik değerlerle çatışan bir gündemle­ ri olmadıkları sürece, lsveç devleti tarafından sınırlanmaz veya kısıtlanmazlar (Odmalm 2004: 475 ) . Oluşumlarından beri İs­ veç sisteminin tüzel yapısına uyum sağlayan bu dernekler, göç­ menlerin sosyal veJveya kültürel alanlara katılmaları için etkili­ dir. Alund ve Schierup'a ( 1991 : 1 7) göre lsveç büyük olasılıkla kamusal hayatın kontrol edilmesi, kurumsallaştırılması ve dü­ zenlenmesi ölçüsünde Batı Avrupa'da başarıya ulaşmış az sayı­ da ülkeden biridir. Odmalm, lsveç'teki düzenli hayatın lsveç devleti tarafından "iyi düzenlenmiş ve sıkıca yönlendirilmiş" olduğunu belirtmektedir. Göçmen kuruluşlarının düzenlen­ mesi konusunda devlet, işbirliği yerine kontrolcü ve denetleyi­ ci yapıyla tepeden inme bir yaklaşıma sahiptir ( Odmalm 2004: 476) . Alund ve Schierup'un belirttiği üzere, devlet destekli çok­ kültürlülük, göçmen kuruluşların kültürel geleneklerini ayır­ dığı bir Babil Kules i'ne dönüşür. Bu durum, kültürel alışveri­ şin yetersiz olmasına neden olmuştur ve göçmen gruplar, bir­ birlerinden ve lsveç toplumundan kopma eğilimi göstermiştir (Alund &: Schierup 199 1 : 19). Göçmen kuruluşlar, resmi organlar olarak farklı etnik grup­ ları temsil eder ve onlardan lsveç devleti ile göçmenler arasında köprü olmaları beklenir. Bu sistem, şüphesiz lsveç toplumun­ da kendi etnik gruplarının "temsilcileri" olarak görülen ulu­ sal çaptaki göçmen kuruluşların oluşmasını güçlendirmektedir (Soysal 1994: 47) . Göçmen elit kesim, lsveç'teki büyük kuru­ luşların seslerini duyurabildiği, gençlerin de bu yönde hareket etmelerini teşvik ettiğinin farkındadırlar. Daha küçük şehirler­ de oluşturulmuş yerel kuruluşlar, lsveç otoritelerinin yanı sı­ ra, kendi faaliyetlerini geliştiren daha büyük kuruluşların çatısı altında birleşme eğilimindedir. Ulusal düzeyde çatı kuruluşlar, her biri devlete bağlı olan danışma organlan ve danışma mec­ lisleri sağlarlar (Odmalm 2004: 475 ) . lsveç devleti, eşitlik ilkesini uygulamak amacıyla diğer ls­ veç kuruluşlarına benzer yardımcı kuruluşlar temin etmekte­ dir (Odmalm 2004: 475) . Jorgensen, lsveç'in göçmen kuruluş118

lanna üç şekilde destek sağladığını belirtmektedir. Birincisi, bu kuruluşların idari masraflarını karşılar; ikincisi, uyum politi­ kalarını destekleyen kuruluşlara maddi kaynak sağlar, üçüncü olarak, uyum politikalarını geliştirmek için yaratılan projelere maddi destek teklifi yapar. Bu amaca ulaşmak için kuruluşların bazı kriterlere sahip olmaları gerekmektedir: Üyelerin çoğun­ luğu göçmen nesilden gelmeli, kuruluşun faaliyetleri sadece ls­ veç sınırlan içinde yürütülmeli veya kuruluşlar ulusal kuruluş­ ların yapılarını örnek almalıdırlar Oorgensen 2009: 1 62) .Üye sayısı da bir başka önemli unsuru oluşturmaktadır; çünkü sayı­ sı çok olan kuruluş, maddi yardım almaya daha çok uygundur. Göçmen kuruluşlar, etnik grup olarak tanımlandıklarında ve en az 1000 üyeye sahip olduklarında lsveç devletinden finan­ sal destek alabilmektedirler. O zaman merkezi plana dahil edi­ lirler ve fon şemasından faydalanan diğer lsveç kuruluşları ile eşit olurlar (Soysal 1994: 48) . Fon şeması, kimin finansal des­ tek için uygun olduğunu belirleyen kapsayıcı bir plana sahip­ tir (ibid. 91). Bu nedenle kuruluşlar, üye sayısını arttırma çaba­ sı içindedir ve üyeleri korkutabilecek radikal amaçlan yoktur. lsveç modeli, etnik-ulusal göçmen kuruluşları arasında­ ki rekabeti ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Yerel otori­ teler, etnik örgütlenmeler arasında faaliyetlerin ve gündemle­ rin çakışmamasını temin etmek için dengeyi amaçlayan bir de­ netleme sistemi uygulamaktadır (Odmalm 2004: 476) . Bu ne­ denle, lsveç modelinin devlet fonu için gerekli kriterleri sağ­ lamak amacıyla görünür ama belirsiz etno-kültürel kimlik ge­ liştiren kuruluşları teşvik ettiği söylenebilir. l 990'lardan son­ ra devlet, uyum politikalarına (özellikle gençlerin ve kadınla­ rın uyum sağlaması) katkı sağlayacak projelere sahip kuruluş­ lara finansal destek vermeye karar vermiştir. Bu nedenle, dev­ letten fon isteyen göçmen kuruluşlar, sistemin "hayatta kalma­ sı" için enerjilerinin büyük bir kısmını bu projelere vermek zo­ runda kalmışlardır. Diaspora kuruluşu temsilcileriyle yaptığım mülakatlar, ku­ ruluşlarının yapacağı faaliyetlere gerekli fonu almaları için üye sayılarını artırmak ve devlet tarafından uygulamaya konan pro119

jelerin gerekliliklerini sağlamak konusunda oldukça dikkatli olduklarını göstermektedir. Birçok diaspora kuruluşunun üye­ leri, sayıyı arttırmak için bir şemsiye altındaki diğer yan kuru­ luşlara da üye olur. Böylece, bir kuruluşa üye olmak, her za­ man o kuruluşun esas gücünü göstermemektedir. Göçmen dernekleri üzerindeki araştırma, İsveç devletinin yaptığı finansal yardımın göçmen kuruluşlarının yapılarını ve faaliyetlerinin içeriklerini etkilediğini göstermektedir. Göçmen dernekleri, yapacakları aktiviteler konusunda bazı düzenleme­ lere tabi tutulmaktadırlar ( Odmalm 2004: 4 77). Devlet, göç­ men kuruluşlarının gündeminin siyasi parti politikasından ba­ ğımsız olması gerekliliğini vurgular. Bu nedenle, İnternet site­ lerine ve faaliyetlerine bakıldığında siyasi eğilimleri belli olma­ larına rağmen, kuruluşların çoğu İsveç veya uluslararası siya­ si partilerden bağımsız olduklarını, onları desteklemediklerini iddia etmektedir.

Almanya: Uzun süren bir misafirlik durumundan nihayet ev sahipliOine7 Almanya'ya göçe genel bakış Almanya, nüfusu yaklaşık 82 milyondur7 ve ülkede yaşayan­ ların yaklaşık altıda birinin göç geçmişi vardır.8 Almanya'ya göçmen gelmiş grupların çoğu Türkiye, eski Yugoslavya, İtal­ ya, Yunanistan ve Polonya kökenlidirler (Koopmans et al. 200 1 : 76) ve bu göçmenlerin yaklaşık 5 milyonu Avrupa Birliği'ne üye olmayan ülkelerden gelmektedirler (Anil 2005: 457). Göçmen geçmişi olan ve Almanya'da yaşayan nüfusun kökeni, farklı göç yollarının izi sürülerek bulunabilir: Örneğin, Almanya'daki et­ nik Alman göçmenler 3 milyon civarındadır. Onların uyum ve vatandaşlık düzenlemeleri Alman olmayan göçmen grupların7

Statisıiches Bundesarnt: https://www.destatis.de/EN/Hornepage.htrnl

8

The Dernographic State of the Naıion, Berlin Institute for Population and De­ veloprnent, http://www .berlin-institut.org/fileadrnin/user_upload/Studien/ Kurzfassung__dernografısche_lage_englisch.pdf

1 20

dan farklı olduğu için9 bu kitapta Türkiye'den göç eden Türk ve Kürt göçmenlerle ilgili konular üzerine yoğunlaştım. ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Alman kökenden olmayan en büyük göçmen akını, belli endüstrilerdeki eksikliği tamam­ lamak için gelen göçmen işçiler tarafından yapılmıştır. Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan Wirtschaftswunder (Ekonomik Mucize) , iş gücü için büyük bir talep yaratmıştı. 1 96 1 yılın­ da örülen Berlin Duvarı, Doğu Avnıpa'dan ve 1950'li yıllarda Alman Demokratik Cumhuriyeti'nden kaçan işçilerin akınına son vermişti (Chapin 1996) . Alman sanayisinin büyük oran­ da gelişmesiyle iş gücü eksikliğini yok etmek gerektiğinden, misafir işçi sistemi kurulmuştur. 1955 ve 1968 yıllan arasında Almanya Federal Cumhuriyeti, sekiz ülke ile hükümetler ara­ sı sözleşme imzalamıştır: ltalya ( 1955) , ispanya ve Yunanistan ( 1960), Türkiye ( 1 96 1 ve 1964) , Fas ( 1 963) , Portekiz ( 1 964) , Tunus ( 1 965) ve Yugoslavya ( 1968) (Faist 2000: 84, Kaya &: Kentel 2005: 1 6) . 1 973'ten sonra, ekonomik kriz nedeniy­ le Almanya göçmen alımını durdurmuş ve işçi göçü dönemi­ ni topraklarındaki 2.6 milyon yabancı işçi ile sonlandırmıştır. 1973'te petrol krizi ekonomiyi durdurmak üzereyken, misa­ fir işçiler birden ekonomik yük olarak görüldüler. Otoriteler, misafir işçilerin evlerine döneceklerine inanıyorlardı ( Chapin 1996). Fakat misafir işçiler -artık onlara ihtiyaç duyulmaması gerçeğine rağmen- işsizlik ve ekonomik kriz zamanlarında Al­ manya'da kaldılar. lsveç'ten farklı olarak, Almanya otoriteleri misafir işçilerin kalıcı olmalarının sonucunu hesaplayamamış ve yerleşmeleri ve uyum sağlamaları için çok az yardımda bu­ lunmuş, onların Alman toplumunun kalıcı üyeleri oldukları­ nı reddetmiştir. 1973'ten 1976'ya kadar, işe alınan göçmenlerin sayısı büyük oranda düşerken; yerleşik yabancıların sayısı 1973 ve 1989 yıl­ ları arasında aile birleşmesi ve sığınmacılar nedeniyle 4 mil­ yondan 5 milyona çıkmıştır (Davy 2005: 123). Anayasanın 16. maddesindeki sığınma hakkı dolayısıyla 1980'lerde sığınmacı9

Örneğin 1945- 1949 arasında 12 milyona yakın etnik Alman, Eski Sovyetler Birliği'nden veya Doğu Avnıpa'dan Almanya'ya göç etti (Anil 2005: 456). 121

lar ülkeye akın etmişlerdir. Bu akınların bir kısmı Türkiye'deki ve Yugoslayva'daki çatışmanın bir sonucudur. 1993'te kanun, sığınma başvurularının azalmasına neden olan sınırlayıcı ön­ lemlerle değiştirilmiştir (Anil 2005: 459) ve yasal olmayan göç artmıştır (Abadan-Unat 2002: 48). 1980'lerde Almanya'da kalıcı aile birleşimi olanağı sayesin­ de aile üyeleriyle birlikte yaşayan misafir işçiler ve sığınmacı­ lar, göçmen profilini heterojen hale getirmişlerdir ve uzun tar­ tışmalardan sonra Almanya'nın yabancı uyruklularla ilişkileri­ ni düzenleyen yenilikler yapmasını sağlamışlardır. Bu farklılık­ ların yanında, yabancı kökenli yerleşiklerin ikinci kuşakla bir­ likte Almanya'da doğum oranı artmıştır; fakat bu kişiler doğuş­ tan Alman vatandaşı olarak görülmemişlerdir ve yasal olarak yabancı sayılmışlardır ( Özcan 2004). 2000 yılında Almanya, yüksek nitelikli bilgi teknolojisi uz­ manlarını ülkeye çekebilmek adına "Yeşil Kart" sistemi oluş­ turmuştur. Kart, kalıcı oturma izni tanımasa da en çok 5 yıl ol­ mak üzere ikamet izni sağlamaktadır (Özcan 2004). Son yıllar­ da, özellikle Avrupa vatandaşlarının ve aile birleşmesi ile gelen­ lerin temelli göç oranı azalmıştır. lşçi göçünün istatistiksel ola­ rak diğer göç akınlarına oranla, daha az olduğu görülmektedir (Süssmuth 2009: 5).

Almanya: 11Misafirlerle11 nasll başa çıkmall? Avrupa'nın en çok göç alan ülkesi olmasına rağmen, Alman­ ya'nın, Alman kökenli olmayan göçmenlerle yaşadığı deneyim oldukça zorluydu ve öyle olmaya devam etmektedir. Almanya, Avusturya veya İsviçre gibi ülkelerdeki göçmen politikalarının dışlayıcı modelinin tipik bir örneğidir. Ancak, 1990'ların başın­ dan beri Almanya politikalarını göçmenleri kapsayacak şekil­ de değiştirmektedir Oorgensen 2009: 169). Almanya uzun sü­ re boyunca "Almanya bir göç ülkesidir" mottosunu reddetmiş­ tir (Cyrus 2005: 8) ; fakat bu reddediş göçmenlere karşı dışlayı­ cı siyasi tutumu ortaya çıkarmış, bugün Almanya'da yüzleşilen sosyal gerçeği saklayamamıştır (Eckardt 2007: 237) . 1 22

Almanya devletinin kendisini bir göç ülkesi olarak algılama­ yışı yıllarca inşa edilmiş uyum ve vatandaşlık rejiminin yön­ temini açık bir şekilde etkilemiştir Oorgensen 2009: 169). Al­ manya, uzun bir göç tarihine sahip olmasına rağmen, göç ve göçmenler konusundaki tartışmalar ancak milenyum başında liberal bir yaklaşımla yapılmıştır (Cyrus 2005: 15). tık büyük göç akınıyla, daha 1970'lerde liberal bir yaklaşımına kavuşmuş lsveçle karşılaştığında, Almanya'nın geç kaldığı düşünülebi­ lir. Almanya'da, işçilerin kalıcı oldukları 1970'lerde, göçmenle­ rin sosyal uyumunu sağlayan kanunları düzenleme teşvik edil­ memiştir. Fakat, 1990'larda Alman otoriteleri, göçün kapsayıcı bir vatandaşlık olması için önemli siyasi baskı oluştuğu zaman bir şeyler yapılması gerektiğini kabullenmişlerdir ( Green 2000: 107) - ya da hala tam olarak kabullenememişlerdir. Göç veya vatandaşlık kanunlarında, Türkiye' den 1980'ler­ de gelen göçmenlerle ilgili önemli bir değişiklik olmamıştır. 1990'lı yılların başında, Almanya'daki göçmenlerin siyasi hak­ ları tartışılmaya başlanmıştır (Hailbronner 2010: 3) 1990'da yeni bir yasa, misafir işçilerin Almanya'da kalmalarının güve­ nilir bir temeli olmasını sağlayabilecek hükmü olmayan 1965 Yabancılar Kanunu ile değiştirilmiştir. Yeni kanun, iki grubun vatandaşlığa kabulünü kolaylaştırmıştır: 16-23 yaş arası genç göçmenler ve en az 1 5 yıldır Almanya'da yaşayan yaşlı göçmen­ ler (Green 2000: 1 10). Bu kanunla, "yabancı konum"ları vur­ gulanan "misafir işçilerin" ülkede kalmalarıyla ilgili konular­ da yasal açıklık ve belirginlik amaçlanmıştır (Davy 2005: 1 24) . "Misafirle nasıl başa çıkılmalı" sorusu Almanya siyasetinde sağ ve sol partiler arasında her zaman bir tartışma konusudur. 1998 yılında kırmızı-yeşil koalisyonu yani Sosyal Demokratlar ve Yeşiller yönetimdeyken; Yeşiller, çifte vatandaşlığı, ırkçılıkla mücadeleyi ve çokkültürlü toplumu desteklediği, göçmenler­ den yana fikirleri savundukları için Almanya'nm göç ile ilgili politikalarını önemli ölçüde değiştirmiştir (Davy 2005: 1 24) . O dönemde Almanya'da yaşayan 7 milyon "yabancı vatandaşın" birçoğu, uzun yıllardır Almanya'da yaşıyor olmalarına rağmen politik haklardan mahrumdu. Bunların 2.6 milyonu Alman1 23

ya'da doğmuştu (Hailbronner 2010: 3). Ancak koalisyon, kar­ şıt fikirli diğer siyasi partilerin desteğine ihtiyaç duyduğu için çifte vatandaşlık konusundan vazgeçmek zorundaydı.1° CDU­ CSU değişen göç ve uyum politikalanna sürekli karşı çıkmıştır ve federal hükümetin 1981 yılındaki beyannamesinde Alman­ ya'nın bir göç ülkesi olmadığını açıklamasına ve beyanname­ de belirtilen 3 ilkenin göç politikasını yönlendirmesi gerektiği­ ne destek vermişlerdir. Bu üç ilke, Avrupa Birliği üyesi olma­ yan göçmenlerin olabildiğince azaltılması, yerleşik yabancıla­ nn ülkelerine dönmelerinin desteklenmesi ve Almanya'da kal­ mak isteyen yabancılann uyum sağlamasının gerekliliği olarak not edilebilir (Martin 1999). 1 980'lerde, Almanya'da doğan, eğitim gören ve sosyalleşen ikinci kuşağın artması ve yabancı vatandaş olarak bir tehdit oluşturması tartışılmıştır. Belli siyasi partiler, Almanya'ya uyu­ mu ve vatandaşlığa kabulü kolaylaştırmak için bir şeyler yapıl­ masını gerekli görmesine rağmen, tartışmalar genellikle bu sü­ reçlerin nasıl ve hangi koşullar altında gerçekleşeceği etrafında şekillenmektedir (Hailbronner 2010: 3 ) . Başlıca siyasi partile­ rin pazarlıklarından sonra, Vatandaşlık Kanunu'nu özgürleşti­ ren ve yasama ile jus soli ilkesinin belli unsurlarını kabul eden reform 1999'da kabul edilmiştir. 1 1 1 Ocak 2000 tarihinde oldu­ ğu gibi, yalnızca jus sanguinis'i temel alan, 1913 tarihli Germen Reich Kanunu'na dayanan eski vatandaşlık kanunu bazı yön­ lerden hala sınırlayıcı olsa da özgürlükçü bir vatandaşlık kanu­ nuyla değiştirilmiştir. Bu değişim, göçmenleri olası Alman va­ tandaşı olarak algılaması ve onlara Alman vatandaşı olma hakkı tanıyarak Alman toplumuna uyum sağlaması yönünde önemli bir adımdır (Hailbronner 2010: 13-14, 20). 2000'de hükümet, Süssmuth Komisyonu'nu göç ve uyum 10 Hailbronner'in belirttiği gibi Alman toplumu bu tartışmada ikiye bölünmüş­ tü. Anaakım medya, kiliseler ve sivil toplum kuruluşları çokkültürlülüğü ve çifte vatandaşlığı savunsa da, Alman toplumu çifte vatandaşlığa kuşkuluydu (2010: 19). 11

1 24

1 9 13'te yapılmış olan yurttaşlık yasası radikal bir biçimde değişmiş oldu. Bu yasa daha önce defalarca değişikliğe uğramıştı ama özünde aynıydı. O yüzden ıamemen değişmesi sembolik bir önem taşıyor (Hailbronner 2010: 1).

politikalarının iyileştirilmesi yönündeki önerileri sonuçlan­ dırması için görevlendirmiş; 2001 yılının ortalarında komis­ yon, "Göçü Yapılandırma, Uyumu Geliştirme" başlıklı bir ra­ por sunmuştur. Raporda Almanya'nın, bir göç ülkesi olduğu­ nu kabullenmesi ve daha modem göç sistemi için gerekli ön­ lemleri alması gerektiği belirtilmiştir. Göç kanunlarını düzen­ lemek için yapılan birçok girişim 2004 yılında sonuç vermiştir. 2005'te yürürlüğe giren Yeni Göç Yasası, göçün onaylandığını; ancak daha fazla göçün sınırlanmaya ve kontrol edilmeye çalı­ şıldığını göstermektedir (Aybek 201 2: 38-5 1 ) Oturma izni, sı­ ğınma hakkı, istihdam ve uyum konularıyla ilgili yenilikler pa­ keti oluşturuldu. Bu durum göç kanuna birçok yenilik getirse de beklenildiği gibi göçmenlerin lehine olmamıştır. Yeniliklerle uyum politikalarına gereksinim daha çok vurgulanmış, Alman­ ya ve Alman toplumu hakkında yeterli bilgiye sahip olmaları ve uyum kurslarını tamamlamış olmaları koşullan ortaya atılmış­ tır (Hailbomner 2010: 8) . 2007'de Vatandaşlık Kanunu'nda ya­ pılan reformla, özellikle Almanca bilme ve uyum testlerini uy­ gulama gibi vatandaşlığa kabul şartlan konusunda önemli de­ ğişiklikler yapılmıştır. 1 2

Almanya'da vatandaşllğa kabul politikalar1 ve siyasi katılım Vatandaşlık, siyasi katılımın yasal önkoşullarından biri ol­ ması nedeniyle Alman toplumuna uyumun temel unsurudur. 2000'e kadar Alman vatandaşlığı öncelikle jus sanguinis ilke­ sine dayandığı için; 2000 yılından önce Alman topraklarında doğmak Alman vatandaşı olabilmek için tek başına yeterli de­ ğildi. 2000'den sonra bir kişi, eğer ebeveynlerinden biri Alman vatandaşıysa doğum yerine bakılmaksızın Alman vatandaşı ola­ bilmektedir. Vatandaşlığa kabulle ilgili ilk büyük yeniliğin te­ meli, 1 5 yıllık kalıcı ikametten sonra vatandaşlık alma hakkı­ nı tanıyan ve sürekli Almanya'da yaşayan 16-23 yaşlan arasın12 Almanca sınavının daha ağırlaştırıldığı söyleniyor. Uyum testi 5 Ağustos 2008'den beri uygulanıyor (Hailbronner 2010: 1 1). 1 25

daki yabancıların vatandaşlığa kabulünü kolaylaştıran 199 1 ta­ rihli Yabancılar Kanunu ile atılmıştır. 1 9 13'teki kanunun yeri­ ni 1 999'daki Vatandaşlık Kanunu almıştır ve 1 Ocak 2000'de yürürlüğe girmiştir. Güncel kanuna göre, bir bireyin vatandaş olabilmesi için Almanya'da 8 yıl yaşaması, 13 sürekli oturma iz­ nine sahip olması, sosyal yardım ve işsizlik yardımı olmadan hayatını sürdürebilmesi, Alman yasasını ve anayasal değerle­ ri kabul etmesi, vatandaşlığa kabul testlerini geçmesi ve sabı­ ka kaydının bulunmaması gibi şartlan sağlaması gerekir. Bu­ nun yanında, aynı bireyin yeterli düzeyde Almanca bilmesi ve bir önceki vatandaşlığından vazgeçmesi -bu gerekliliğin istis­ nası aşağıda açıklanmıştır- gerekmektedir. 1 Ocak 2000'den sonra doğan ve ebeveynleri Almanya va­ tandaşı olmayan ikinci nesil, eğer bir ya da her iki ebeveyni Al­ manya'da 8 yıldır yaşıyorsa ve kalıcı oturma iznine sahipse, do­ ğuştan Alman vatandaşı olarak kabul edilmektedir. Fakat 1823 yaş arasına geldiklerinde ailelerinin vatandaşlığı ve Alman vatandaşlığı arasında seçim yapmalıdırlar. Buna "Opsiyon Mo­ deli" denir. Eğer çocuk doğuştan edindiği yabancı kimliğini reddetmek istemiyorsa Alman vatandaşlığı kendiliğinden sona ermektedir. 1 4 içişleri Bakanlığı'nın Haziran 20 1 2'de sunduğu güncel çalışmaya göre, Alman ve yabancı vatandaşlık arasında seçim yapmak gerektiği zaman, ikinci neslin sadece %2'si aile­ lerinin milliyetini seçmektedir. 1 5 Yeni kanunla ve sonraki değişiklerle meydana gelen özgür­ lükçü unsurlara rağmen, reformlar hala Türkiye'den gelip Al­ manya'da yaşayan göçmenler için tatmin edici olmamakta ve vatandaşlığa kabul koşullan sınırlayıcı olarak algılanmaktadır. Yeni Vatandaşlık Kanunu güvenlik önlemleri adı altında yeni şartlar getirmiştir ve Miera'ya göre bu şartlar Müslümanların vatandaş olabilmesi olasılığını azaltmıştır. Maddeler yoruma 13 Bu zaman aralığı, uyum kurslan başanyla tamamlanırsa 7 yıla ve başka uyum şartlan da sağlanmışsa 6 yıla düşebilir. 14 Bkz. http://www .bamf.de/EN/Einbuergerung/InDeutschland/indeutschland­ node.html 15 "Türk Gençleri lki Pasaport Arasında" , http://www.dw.de/dw/article/O,, 16047103,00.html 1 26

açıktır ve bir görevli, kişinin Almanya'nın iç güvenliğini tehdit etmesinden şüpheye düştüğü anda başvuruyu kabul etmeyebi­ lir (Miera 2009b) . 2004 tarihli Göç Yasası, vatandaşlığa kabul şartlarında değişiklik yapmıştır; fakat anayasal olmayan siyasi faaliyetlerin dışlanması aynı kalmıştır (Hailbronner 2010: 1 517). Miera, Alman otoritelerinin bu örgütlere üye olan Alman vatandaşlarının, vatandaşlığını iptal edebildiğini belirtmektedir (Miera 2009b) . Alman otoritelerinin bu tutumu ve yeni deği­ şiklilerin sonuçlarıyla ilgili endişelerden, görüştüğüm PKK ta­ raftarı Kürt mülakatçılar tarafından bahsedilmiştir. Çifte vatandaşlık, Alman siyasi partilerinin temel tartışma ko­ nularında biri olarak Türk topluluğun esas taleplerinden birini oluşturmaktadır. Vatandaşlık Kanunu'ndaki değişiklikler, özel­ likle Türk toplulukları adına çifte vatandaş anlayışının değişme­ sine yol açmadı. Çifte vatandaşlık, Avrupa Birliği vatandaşlan ve esas ülkeleri milli kimliklerinden vazgeçmelerine izin vermeyen Afganistan, Cezayir ve Eritre gibi ülkelerden göçmenler için ka­ bul edilmiştir. Miera'ya göre, "çoklu vatandaşlığa izin vermeme ilkesi daha çok Türk vatandaşlarını etkilemiştir" ve Türk toplu­ luğu, çifte vatandaşlık üzerindeki kısıtlamaların doğrudan onla­ ra yönelik olduğunu düşünmektedir. Türkler, Alman olmayan diğer gruplara göre kendilerini daha çok ötekileştirilmiş hisset­ mişlerdir. Dil testleri ve diğer bürokratik zorluklar nedeniyle birçok Türk göçmen Alman vatandaşlığına başvurma konusun­ da isteksizdir. Bir Türk kuruluşunun sözcüsü, Miera ile yaptığı görüşmede 'Türk halkının burada istenmediğini hissettiğini" ve onların Almanya'ya olan bağlılığının sürekli sorgulandığını söy­ lemiştir (Miera 2009b). Benim bulgularım da Miera'nın sonuç­ larını desteklemektedir. Mülakat yaptığım Türk ve Kürtler, Al­ man vatandaşı olsalar da olmasalar da, Almanya'ya bağlılıkları­ nı ifade etmelerine rağmen Almanya'da yabancı hissettiklerini vurgulamışlardır. Almanya'nın bir göç ülkesi olmasıyla ilgili es­ ki söylemler ve güncel uyum tartışmaları Alman toplumuna ve siyasetine katılım için hevesi azaltmıştır. istatistiklere göre, vatandaşlık tanınanların sayısı yeni vatan­ daşlık kanunun uygulanmaya başlamasıyla artış göstermiştir. 1 27

Ancak lsveç'le karşılaştırıldığında bu sayı düşüktür. 2000'de başvuranlann yarısı, reformdan önce kabul edilmek için uy­ gundu. 2010'da vatandaşlığa kabul edilenlerin sayısı beklenen­ den az bir şekilde 100.000'e ulaştı (Street 201 2) . Türkiye'den gelen göçmenlerin süresiz oturma izni statülerinden memnun olmaları ya da çifte vatandaşlığa izin veren daha demokratik bir vatandaşlık kanunu için beklemeleri sebebiyle, son yıllarda Türkiye'den Almanya'ya gelen göçmenlerin vatandaşlığa kabul edilme oranlan, diğer topluluklara göre daha azdır. Alman va­ tandaşlığının kendilerine bir yararı olmayacağını ve bürokratik evrak işinin caydırıcı olduğunu görmeleri de olasılık dahilin­ dedir (Faas 20 10: 45, Kaya 2009: 47-49). Bir önceki vatandaş­ lıklarından vazgeçmenin psikolojik engellerinin yanında, Al­ manya'nın yasal ve teknik engelleri de bu konuda rol oynamış­ tır (Anil 2005: 455). Türk ve Kürt göçmenler arasındaki yaklaşım çeşitlilik gös­ terir. Türk mülakatçılann bazıları için Türk vatandaşlığından çıkmanın duygusal yükü varken; bazıları Türkiye'de yatırım yapmak istediği için, vatandaşlık hakkını kaybederse geri dö­ nüşün ve ekonomik faaliyetlerinin zorlaşacağını düşünüyordu. Mülakatçılar; miras hakkı, öldükten sonra Türkiye'de gömül­ me hakkı gibi haklanndan mahrum kalabileceklerinden yakın­ dılar. Kürt mülakatçılann yaklaşımı farklıydı. Bazılan Alman­ ya'da zaten kendisini sürgünde kabul ediyordu; çünkü Tür­ kiye'de onanmış cezalan vardı veya haklannda açılan davalar sürmekteydi. Onlar için Türk vatandaşlığından çıkmak bir çe­ şit rahatlamaydı. Bazılan için vatandaşlıktan çıkmak potansiyel olarak daha iyiydi. lkinci kuşak bazı mülakatçılar için, Türk va­ tandaşlığından çıkmak ideolojik bir eylemdi ve özgürleşmeyi simgeliyordu. Ne yazık ki bu konuda Türk ve Kürt toplulukla­ nnın farklı yaklaşımlannı ele alan bir çalışma yok. Alex Street yaptığı araştırmasında, 2000 yılındaki vatandaş­ lık reformu nedeniyle ebeveynlerin vatandaşlığa başvurma eği­ limlerinin azaldığı sonucuna ulaşmıştır. Street'e göre, 2000 yı­ lında yapılan vatandaşlık kanunu reformu jus soli sağlamıştır ve çocuklar otomatik olarak Alman vatandaşı olacağı için, aile1 28

ler vatandaşlığa başvurmayı gereksiz görmüştür. Street, ilk nes­ lin Almanya'da uzun süre yaşamasına rağmen Alman vatandaş­ lığına öncelik vermediğini ama çocukları için bunu önemli gör­ düklerini belirtmiştir (Street 20 1 2) . Vatandaşlığa kabul oranlarının düşük olması, çok sayıda azınlık grubunun oy kullanma gibi siyasi haklardan yoksun bı­ rakılması sebebiyle demokratik bir boşluk yaratmaktadır Oor­ gensen 2009: 1 77) . Türk kökenli, yıllarca Almanya'da yaşamış çok sayıda insan bulunmaktadır ve bu kişilerin yerel ve ulu­ sal düzeyde oy kullanma hakları reddedilmektedir. Oy kul­ lanmayan göçmenlerin siyasi katılımları da zayıflamıştır ( Cy­ rus 2005: 3 1 ) . Sadece Avrupa Birliği vatandaşları yerel seçim­ lerde ve Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy kullanabilmek­ tedir. 1980'lerin sonunda Berlin'de, Hamburg'da ve Schleswig­ Holstein'da yerel seçimlerde yabancılara oy hakkının tanınma­ sı için birçok girişim olmuştur; ancak Federal Anayasa Mahke­ mesi, bunları durdurmuştur (Anil 2006: 54). Siyasi partilere katılımla ilgili olarak Almanya'da partile­ re üye göçmenlerin oranıyla ilgili resmi istatistikler olmasa da (Miera 2009b) ; vatandaşlığa kabul edilmiş Türk göçmenler bir­ çok siyasi partideki Türk kökenli üyelerle tüm siyasi düzlem­ lerde temsil edilmektedirler Oorgensen 2009: 1 78) . Ancak, Al­ manya'daki Türk halkının nüfusu düşünüldüğünde üye sayıla­ rının oldukça az olduğu görülmektedir. Vatandaşlık almamış ama kalıcı oturma iznine sahip kişiler, 1 yıl bekleme süresi ge­ rektiren Bavarian CSU ve CDU dışındaki siyasi partilere üye olabilmektedirler (Miera 2009b). Bunun yanında, "misafir işçi­ lerin" % l'inden azının bir siyasi partiye üye olduğu söylenmek­ tedir (Cyrus 2005) . Görüşmelerde, göçmen kuruluşlarının söz­ cüleri Almanya'da yıllardır yaşayan göçmenlerin siyasi haklara ihtiyaç duyduklarını vurgulamıştır. Birçoğu siyasi katılım hak­ kının uyumu ifade etmediğini, Alman otoritelerinin Alman kö­ kenli olmayan vatandaşları kapsayıcı bir siyaset üretmeye hazır olduklarını gösterebilmeleri için sembolik bir hareket olduğu­ nu düşünmektedir. TBB'den Kenan Kolat'ın görüşmelerde be­ lirttiği üzere: "Eğer Almanya gerekli yasayı geçirseydi, bunun 1 29

çok önemli bir etkisi olurdu; çünkü insanlara bir sinyal veril­ miş olurdu: Sizi kabul ediyoruz. " 1 6 Görüştüğüm kişilerden sadece birkaçı Almanya'daki bir si­ yasi partinin üyesiydi. Türk ve Kürt kuruluşların yöneticileri, Yeşiller'in ve soldaki diğer partilerin en çok göçmen üyesi olan partiler olduğunu söyledi. Fakat sorular, siyasi partilerin lobi çalışmalarına ne kadar açık oldukları ve memleket odaklı siya­ sete ayırdıkları alan etrafında döndüğü için, durum lsveç'ten farklıydı. Görüştüğüm kişilerin çoğu, bir siyasi partide aktif bi­ rinci ve ikinci nesil Kürt ve Türk siyasetçiler olduğu halde, ana­ vatan siyasetine dair meselelerini Almanya'ya taşımanın sorun­ lu olduğuna inanmaktadırlar. Genel kanı, bu davranışın o kişi­ nin siyasi kariyerini engelleyeceği üzerinedir.

Almanya'da problemli konular Anıl'ın belirttiği üzere, 'misafir' görülen göçmenlerin hak­ ları kalıcı güvenceye alınmadığı ve 'misafir' kavramının geçi­ ci bir konumu ima etmesi nedeniyle, sağ ve sol olmak üzere ikiye ayrıldıkları halde, Alman yaklaşımı, göçmenlerin Alman toplumu içinde kendilerini nasıl algılayacaklarını etkilemiştir. Alman vatandaşlığının etno-kültürel anlayışı, göçmen ve göç­ men kökenlilere karşı "önyargı ve damgalama"yı tetiklemiştir ve "kalıtsal temelli sınıf ayrılığı" yaratmıştır. (Anıl 2005: 466) . Bu tutumun; Türklerin, Kürtlerin ve diğer grupların ulusla­ rötesi kimliklerini nasıl oluşturdukları ve duygusal olarak Al­ manya'ya nasıl bağlandıkları üzerinde önemli bir etkisi vardır. Bir araştırmaya göre, Almanya'da yaşayan Türklerin % 75'i ken­ dilerine ikinci sınıf vatandaş gibi davranıldığını hissetmektedir (Mueller 2006: 25). Almanya'daki yabancı düşmanlığını düşündüğümüzde, bel­ li göç grupları yıllardır olumsuz bir tavırla karşılanmaktadır. Özellikle 1980'ler/1990'larda, Alman toplumu göçmenlere kar­ şı iki şekilde tepki göstermiştir: göçmenlere doğrudan fiziksel 16 Michal Dimitrov'un Kenan Kolat ile röportajı, Oprn Citiırnshipjounıal (Volu­ me 2, Summer 201 1), "Participation is Key to lntegration". 1 30

saldırı veya sağ siyasi partilere seçim desteği (Chapin 1996) . Yunanlılar, İtalyanlar veya Yugoslavlar gibi etnik göçmen top­ lulukları arasında, Türkler damgalama, olumsuz algılanma ve­ ya nitelendirilme açısından en çok mağdur olan gruptur (Mu­ eller 2006: 19) . Türkiye'den gelen göçmenler, Almanya'ya yer­ leştiklerinden beri ırkçı ve aşın sağcı gruplar tarafından hedef gösterilmektedir; çünkü en büyük ve en görünür göçmen gru­ budurlar. 1980'lerden sonra, Türkiye'den göç edenlere karşı göze çarpan bir kampanya oluşturulmuştu. Alman şehirlerin­ deki "Turken raus" (Türkler dışan) veya "Erschlagt die Tur­ ken" (Türklere ölüm) şeklindeki duvar yazılarını görmek alı­ şılmamış bir şey değildi (Abadan-Unat 2002: 63) . Bahsedeceği­ miz iki önemli olaydan ilki, 1992'de Mölln'de gerçekleşmiştir: Irkçı bir grup, Türk göçmenlerinin yaşadığı binayı ateşe ver­ miştir; olayda 3 Türk hayatını kaybetmiştir. lkinci olay, 1993'te Solingen'de yaşanmış benzer bir trajedidir ve 5 Türk göçmen hayatını kaybetmiştir. Türk halkının prostestolarına neden olan saldırılar sadece bu olaylarla sınırlı kalmamıştır. Gazete­ ler zaman zaman bugün bile Türk ve Kürt göçmenlere yönelik ırkçı saldırılarda taciz, yaralama veya öldürme haberlerini ver­ mektedir. Bu konular, Türkiye göçmenlerinin Almanya toplu­ mu ile ilişkisini derinden etkilemiştir. Türkiyeli göçmenlere karşı yapılan ırkçılığa tepki de karşı­ şiddet içermiştir. "Getto" denilen göçmen mahallelerinde "daz­ laklar" ile savaşabilmek için çeteler oluşturulmaya başlanmış­ tır (White 1997: 765) . Bu gruplar ya etnik kimliğe dayanan aşı­ n milliyetçi gruplar ya da belirli bir etnik veya dini köken gös­ termeyen göçmen gruplardır. Türk ve Kürt çeteleri üyesi bir­ çok ikinci nesil ile karşılaştım. Irkçılığa karşı verilen bu tep­ ki, Alman toplumunun gözündeki göçmen imajını iyileştirme­ miştir; tersine göçmenleri suç faaliyetleriyle bağdaşlaştıran bir algı oluşturmuştur. Göçmenlere karşı ırkçı eğilimler -1990'la­ ra oranla daha az olmakla beraber- hala vardır. 17 Irkçılık ve ya17 2007'de yayımlanan yıllık "Etnik Aynmcılık ve Yabancı Düşmanlığı" raporun­ da, polislerin 2000'den beri aşın sağcı Alman gruplann, göçmenlere yönelik şiddet içeren saldınlan organize ettiği belirtiliyor. Bkz. "The Annual Report on 1 31

hancı düşmanlığı hakkındaki raporlar, polisin aşın sağcılık ola­ rak tasnif ettiği suçların geçmiş dönemlerden fazla olduğunu göstermektedir. 18 Bugün, Alman nüfusunun % 1 0'undan fazlası göçmen olma­ sına rağmen; karşılaştıkları iki temel sorun vardır: istihdamda ve eğitimde eşit olmayan fırsatlar (Yurdakul 2006: 439). lşsiz­ lik oranı 2000 yılında % 1 6 civarındayken; göçmenler arasın­ da %20'ydi. Göçmenlerin, Almanlara oranla iş bulma olasılık­ larının daha az olduğu bilinmektedir (ibid.). Yurdakul'a göre, işsizlik oranlarının altındaki sebeplerden biri ikinci ve üçün­ cü nesil Kürtler ve Türkler için eğitimde fırsat eşitliğinin ol­ mamasıdır. lkinci ve üçüncü nesil Türklerin, niteliksiz işçi ol­ ma veya mesleki eğitimden yoksul kalma olasılıkları yüksek­ tir (ibid.). Almanya'daki Irkçılık, Yabancı Düşmanlığı ve Etnik Ayrım­ cılık üzerine yazılmış Rapor (2008) , 19 Almanya'daki göçmen­ lerin %50'sinden fazlasının iş gücü piyasasında ayrımcılığa uğ­ radıklarına inandıklarını belirtir. 200l'e ait başka bir rapor ilk sistematik ayrımcılığın, Türkçe'ye benzeyen isimlere sahip baş­ vuranların iş gücü piyasasına erişimde karşılaştığı ayrımcılık olduğunu belirtir.20 Eğitim açısından yapılan araştırma, göç­ menlerin ve çocuklarının Alman eğitim sisteminde imklnlar­ dan yoksul bırakılmaya devam ettiklerini ortaya koymakta­ dır. 200 1 ve 2006 yıllarında yürütülen PISA çalışmalarına gö­ re, göçmen öğrencilerin eğitimdeki performansları, Alman ya­ şıtlarıyla karşılaştırıldığında düşük kalmaktadır; bu da ikin­ ci neslin dezavantajlı olduğunu kanıtlamaktadır (Faas 2010: 53) . 2008'de, ayrımcılık konusundaki şikayetlerin %20'sinin the Ethnic Discrimination and Xenophobia in Gennany", 2007, http://www . efms.uni-bamberg.de/pdJ/efms_Daıa_Collection_Report_2006.pdf 18 Daha fazla bilgi için: Racism, Xenophobia and Ethnic Discrimination in Ger­ many. Update Repon 2008. http://www .efms.uni-bamberg.de/pd11Rassis­ mus%20update%202008.pdf 19 Racism, Xenophobia and Ethnic Discrimination in Gennany. Update Repon 2010. http://www.efms.uni-bamberg.de/pdf/Ras.sismus%20update%202008. pdf 20 Racism, Xenophobia and Ethnic Discrimination in Germany. Update Report 2008. http://www . efms.uni-bamberg.de/pdf/CDC_Germany_2010_efms.pdf 1 32

eğitimden kaynaklandığı ortaya çıkmıştır,21 20 10'da bu oran %1 2'ye gerilemiştir.22 Mülakatlar sırasında bu konular, göç­ men kuruluşlannın yöneticileri tarafından sıklıkla dile getiril­ miştir. Eğitim ve işsizlik ile ilgili birçok sorun, ikinci neslin ne­ den başanlı bir şekilde uyum sağlayamadığının temel sebep­ lerinden biridir. Bazılanna göre, bu problemli alanlar, Alman­ ya'daki Türk ve Kürt topluluklan arasındaki şiddetli çatışmala­ nn esas nedenlerinden biridir. Aynca, araştırmacılar Almanya'daki Türkiye göçmenlerinin açıkça Müslümanlıklanndan dolayı sorun edildiğini işaret ede­ rek, tartışmalardaki değişimlere değinmektedirler. Bir uzma­ nın mülakatlarda belirttiği gibi, "Türk-Kürt meselesi l 990'lar­ da kaldı, yeni moda Müslümanlar." Ülkedeki lslam fobisi üze­ rine yapılan tartışmalar, sadece 1 1 Eylül sonrası ile ilgili değil­ dir. Bu tartışmalar uzun zaman önce de kamusal ve siyasi tartış­ malann içindeydi. lslam ve Batı dünyası arasındaki çatışmalar üzerine yapılan uluslararası tartışmalar, Almanya'daki kurallar ve değerler üzerindeki tartışmalar, "Müslüman ötekiler" üzeri­ ne yapılan fikir mücadelelerinin azalmasına yansıtılmıştır (Mi­ era 2009a). Christoph Ramm (20 1 1 ) , lslam'ın Alman standart­ larına ve değerlerine uygun olmaması üzerine yapılan tartış­ malann, l 990'lann başlanna ve dönemin çokkültürlülük tar­ tışmalanna dayandığını göstermektedir. Son zamanlarda görü1en şey, göçmenlerin giderek 'Müslümanlaştınlması' ve böyle­ ce onlann yabancı olduklan için etnik ve kültürel açıdan "öte­ ki" olmalan ya da ikinci neslin 'iki kültür arasında kalmalan­ na' odaklanan eski söylemlerin yeniden biçimlendirilmesidir. Türkiye'den gelen göçmenler, Almanya'da paralel toplum ya­ pılan oluşturan bir Müslümanlar cemaatine indirgenmişlerdir (Ramm 201 1) . lslam'a yönelik şüpheciliğin kendisini gösterdi­ ği alanlardan biri de, çeşitli Alman eyaletlerinde başörtüsü tak­ ma hakkı ile ilgili olaylardır. Sınıflarda başörtüsü takmanın uy­ gun olup olmadığı ile ilgili tartışmalar, Baden-Württemberg'te21 Racism, Xenophobia and Ethnic Discrimination in Germany. Update Report 2010. http://www.efms.uni-bamberg.de/pdf/Rassismus%20update%202008.pdf 22 Ibid. 1 33

ki bir okul öğretmeninin sınıfta başörtüsü takmasının yasak­ lanmasına ilişkin davanın görüldüğü 2003 yılında yaygındı. 23 Göçmenleri ve yeni kuşaklan korumak için alınan ayrımcı­ lık karşıtı önlemler düşünüldüğünde, reformlar açık bir şekil­ de etkisizdir. jorgensen'in ifade ettiği üzere, kurumsal ve yapı­ sal ayrımcılığın araştırılması ve tartışılması gibi bir durum söz konusu değildir Qorgensen 2009: 1 79) . Güncel kanunlar di­ ğer Avrupa ülkelerine göre hala zayıftır (Faas 20 10: 48) . MI­ PEX verileri de, Almanya'nın diğer Avrupa ülkelerine oranla eşitlik konusunda oldukça az sorumluluk aldığını belirtmekte­ dir. Almanya kanunlarının ayrımcılığı önlemede etkisiz kalma­ sının sebepleri; ayrımcılık konularına değinebilecek güçlü dev­ let kurumlarının olmayışıdır. 24 Bu örneklerin ışığında, uyum politikalarında farklı yollar izlenmesine ve MIPEX verilerinin bu politika alanlarında İsveç ve Almanya arasında büyük bir fark olduğunu belirtmesine rağmen; hem lsveç'in hem de Al­ manya'nın yapısal ayrımcılık ve yabancı düşmanlığı konuların­ da sorunları olduğunu ve aşırı sağın iki ülkede de büyüdüğü­ nü görürüz.

Almanya: Çokkültürlülüğü baılamadan bitiren ülke 2010'da, Angela Merkel genç Hristiyan Demokratlara yönelik konuşmasında şöyle diyecekti: " [ . . ] 'multikulti' olarak adlandınlan kavram [ .

...

] işe yarama­

maktadır. Bu yaklaşım başarısız olmuştur, tamamıyla [ . . ] . İn­ .

sanlığın Hıristiyan imajına -bizi tanımlayan şeye- bağlı hisse­ diyoruz. Bunu kabul etmeyenler burada yanlış yerde bulun­ maktadırlar." 23 Baden-Württemberg Almanya'da başörtüsünü yasaklayan ilk eyalet oldu. Bu

karan başka eyaletler de izledi (Bavaria, Bremen, Thuringia, Lower Saxony, North-Rhine Westphalia, Saarland ve Hesse) . Bu kararlar dini özgürlükler ile igili büyük ıatışmalara yol açtı. Bkz "German sıaıe backs headscarf ban", http://news.bbc.co. uk/2/hVeurope/3591043.stm 24 Bkz. Almanya MIPEX, ww.mipex.eu/germany 1 34

Merkel, göçmenlerin en kısa sürede Almanca öğrenmeleri ve Alman toplumuna uyum sağlamak için daha çok çalışmala­ rı gerektiğini de eklemiştir.25 Bu tez, Almanya'nın hiçbir zaman göçmen nüfusa ve yeni kuşaklara yönelik kapsamlı bir çokkül­ türlülük politikasına sahip olmaması nedeniyle ironiktir (Mie­ ra 2009a). Almanların çokkültürlülüğe yaklaşımı, bu politika­ lar uygulandığında önemsiz kalacaktır. Aralık 20 1 2'de Lond­ ra'da Regent's College'daki bir konferansta Tariq Madood'un belirttiği gibi, Almanya daha çokkültürlü olamadan çokkültür­ lülükten sonraki aşamaya geçen tek ülkedir. Schönwalder'ın açıkladığı üzere, bugün siyasetçiler bu kavramı geçmişteki olumsuz deneyimleri veya sol partilerin Alman toplumuyla il­ gili fikirlerini ima etmek için kullanmaktadırlar. Fakat Alman­ ya'nın çokkültürlülüğü terk etmesi olası değildir; Schönwalder, "böyle bir resmi politikanın -en azından federal düzeyde- he­ nüz olmadığının" altını çizmektedir (2010: 1 52) . Günümüz Almanya'sında, "uyum", çokkültürlülükle karşı­ laştırıldığında daha yaygın bir kavramdır. Bu iki kavram, Al­ manya'da birbirini dışlayan anlamlarda da kullanılmıştır ve uyum, çokkültürlülüğe bir alternatif olarak görülmüştür. As­ lında Almanya eskiden beri çokkültürlü olmasına rağmen, çok­ kültürlülük hiçbir zaman resmi bir politika veya kurumsal bir yapı olmamıştır. Bu nedenle, birçok siyasetçi ve çeşitli medya organlan bu terimi "paralel toplumlar"ı ve göçle ilgili sorunla­ rı açıklamak için kullanmışlardır. Leithultur (öncü kültür) te­ rimi, özellikle sağ partilerden çeşitli Alman siyasetçilerin bö­ lücü olarak gördüğü çokkültürlülüğe karşı oluşturulmuş siya­ si bir söylemdir. Leithultur'ün kullanımı ciddi siyasi tartışma­ lara yol açsa da, çoğu siyasetçinin ve medya organlarının Al­ manya'da bazı şeylerin üstesinden gelmeyle ilgili algılarını or­ taya koymaktadır. Bu algıya göre, Alman kültürüne asimile ol­ mak zorunludur ve göç kontrol altına alınmalı, azalulmalıdır. Sol partilerden gelen tepkilerin sonucu olarak, Leithultur tartış25 "Angela Merkel; Multiculturalism in Germany has utterly failed", http://www . dailymail.co. uk/news/article-1321 2 77/Angela-Merkel-Multiculturalism-Ger­ many-utterly-failed. html 135

ması bir süre durulmuştur; ancak Danimarka'daki Muhammed çizgi filmi olaylan gibi önemli hadiselerden sonra tekrar masa­ ya yatırılmıştır. Miera'ya göre, Leithultur'ün özellikleri (Alman­ ca dili, anayasal değerlere bağlılık, insan hakları, laiklik, Al­ man kültürü ve tarihi ile ilgili nitelikli bilgi) açıkça veya kapalı bir şekilde ve genelde Müslümanlann Leithultur'ün öngördüğü bu "temel" niteliklere sahip olmadığı anlamını içeren tartışma­ lar nedeniyle, Almanya'daki Müslüman nüfusu hedef almakta­ dır (Miera 2007: 6). Leithultur terimini ilk defa 1998'de kullanan sosyolog Bas­ sam Tibi'nin amacı, aslında Avrupa'yı ve Avrupa'nın değerleri­ ni tasvir eden bir deyim bulmaktı. CDU'dan Freidrich Merz gi­ bi Alman siyasetçiler tarafından yeniden yorumlanan bu terim, 2000'lerden itibaren Alman ulusal kimliği ve göçle ilgili tartış­ malarda kullanılmaya başlandı (Miera 2007: 5-6) . Alman top­ lumunun temel değerlerini ele alan bu tartışma, göçmenlere bir emir kipi edasıyla uyum için gerekli reçeteyi veriyordu. Ev sa­ hibi ülkenin kültürel olarak üstün olduğunu ima eden bu ta­ vır, kültürel asimilasyonu öngörüyordu - eklemek gerekir ki kimin "asimile olabilir bir gruba ait olduğu" başka bir tartış­ ma konusuydu. Asimilasyonla ilgili tartışmaların "uyum" kavramının "asimi­ lasyon"un yerini aldığı bir seviyeye geçmesine rağmen, Alman­ ya hala Alman toplumuna "uyum sağlama"nın ne demek ol­ duğunu tanımlarken problem yaşamaktadır. Mueller'in (2006: 14) makalesinde tartıştığı gibi, bu aslında "Türkleri Almanlaş­ tırma" süreci midir? Ya da Miera'nın (2007: 2) belirttiği gibi Le­ ithultur'un desteklediği asimilasyoncu bir yaklaşım mıdır? Bel­ ki Schönwalder'in sorduğu sorulara yeniden göz atmamız ge­ rekmektedir: "Uyum ne anlama gelir? Bu kavram ne derecede asimilasyoncudur? Etnik çoğulculuğa ne kadar izin verilmek­ tedir?" (Schönwalder 20 10: 154) . Göçmenlerin uyumu için güncel siyasi gelişmeler olmuş­ tur; fakat Almanya, kurumsallaşmış tutarlı bir uyum politikası­ na sahip olamamıştır (Korkmaz 2005: 47) . Özellikle Hıristiyan Demokratlar gibi başlıca siyasi partiler, sonunda Almanya'nın 1 36

bir göç ülkesi olduğunu kabul ederek, "uyum" kavramının yo­ rumlanmasıyla ilgili çeşitli yaklaşımlarda bulunmaktadırlar. SPD, uyumu vatandaşlığın bir sonucu olarak görürken; CDU için uyum vatandaşlığın bir önkoşuludur. lki ana parti arasın­ daki çekişme, vatandaşlık tanıma ve çifte vatandaşlıkla ilgili konulan içeren göç politikalannın her yönünde gözlemlenebil­ mektedir (Faas 2010: 44) . Son zamanlarda, yeni uyum tartışmasında amaçlanan şey sosyo-ekonomik ve kültürel düzeyde göçmenlerin ve gelecek kuşakların uyumlarını sürdürmektir. Bu tartışmada, Alman­ ca öğrenmek gibi belirli konuların uyum sürecini kolaylaştır­ mak için öncelikli olduğu belirtilmektedir. Kültürel farklılıkla­ nn farkına varılması ve gruplara haklarının verilmesi gibi çok­ kültürlülüğün başlıca unsurlan, uyum için bir zorunluluk ola­ rak değil; sosyal bağlılık için bir tehlike olarak algılanmakta­ dır. Alman sistemi, aynı zamanda "yabancılar"ın Alman ana­ yasal değerlerine saygı duymalannı ve Alman kültürüne uyum sağlamalarını gerekli görmektedir. Ancak, bu tartışmalar genel­ likle lslam'ın demokrasiye uygunluğu veya göçmenlerin uyum­ la ilgili konularda işbirliği yapma isteksizlikleri üzerine yapılan tartışmalarla birlikte yapılmaktadır (Schönwalder 2010: 1 54) . Çokkültürlü bir toplum olmanın alenen ve resmen, Almanya tarafından kabulü 2004 yılında yeni göç yasasının çıkanlmasıyla olmuştur. Daha sonra, 2005'te iktidara gelen Muhafazakarlar'ın ve Sosyal Demokratlar'ın koalisyonu uyum konusuna öncelik vermiştir. Örneğin, Başbakan Merkel, farklı göç topluluklan ve diğer kurumlar ile ulusal uyum programını geliştirme amacıy­ la hükümet düzeyinde görüşmeler başlatmıştır (Miera 2009a) . 2006 yılının Temmuz ayında, uyum zirvesi veya uyum kurslan­ mn oluşturulması gibi birçok gelişme yaşanmıştır. "Uyum"u ge­ liştirme ihtiyacı lntegrationsgipfel26 ve Islamkonferenz. gibi çeşit­ li zirvelerin toplanmasını sağlamıştır. lntegrationsgipfel, eğitim olanaklannı, ikinci nesil için istihdamı ve Almanca öğrenimi­ ni tartışmak için oluşturulmuş bir platformdur (Faas 2010: 44) ve "Alman göç tarihinde göçmenlerin kurumsallaşmış bir tartış26 ilk kongre 2006 yılının Temmuz ayında gerçekleşti. 1 37

maya dahil edilmesini amaçlayan ilk hükümet girişimi"