Cinsel Aşkın Metafiziği [1 ed.]
 9789753853828

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

SCHOPENHAUER CINSEL ASKIN METAFIZlGI •

.

ROMAN

liml

,

.

YAYlNLARI



.

ISBN 978 - 975 - 385 - 382 - 8 Dizgi ve Düzenleme: Veysel Coşkun Baskı: Kahraman Neşriyat Ofset San. Tic. Ltd. Şti. (Sertifika No: 12084) Yüzyıl M ah. M atbaacılar Cad. Atahan No: 34 K: 4 Bağcılarlist (0-212) 629 00 01 1. Basım Kasım 2010

ODA YAYlNLARI TURiZM SAN. VE TiC. LTD. ŞTi. Tünel, Kumbaracı Yokuşu 61 Beyoğlu - iSTANBUL Tel.: (0212) 252 07 63 - 252 87 53 Fax: (0212) 249 79 62 www.odayayinlari.com.tr.

r

.-.

:

r .

ARTHUR SCHOPENHAUER

ingilizceden Çeviren: ELiF YILDIRIM

CiNSEL AŞKIN METAFiZiGi

Evet zeki adamlar, çok okumuş/ar, fazla bilgili/er, Kim bi/irdi, kimin aklına ge/irdi, Nasıl, ne zaman ve nerede her şeyin bir eşi olacağını? Neden aşık olduklarını ve öpüştüklerini? Evet mağrur bilge/er, söyleyin bana, neden? Hem ne oldu hana o zaman? Bulun ve söyleyin bana, nerede, nasıl, ne zaman? Ve neden benim başıma geldi hu?

Bürger

5

Bu böl ü m , dört böl ü m aras ı nda sonu ncusudur ve bir ölçüde i ki ncil bir bütü nsel l i k ol uşturmaları nede­ niyle, birbirleriyle olan değişik ve karş ı l ı kl ı i l işki l eri , ben i m o n l arı hatı rlatmak ve kendileri ne atı fta bulun­ mak için araya g i rme m i gereksiz k ı lacak şekilde, d i k­ kat l i bir okuyucu taraf ı ndan derhal fark edilecektir. Şairleri n , temelde cinsel aşk ı n tan ı m ıyla i l g i l i o l ­ d u kları n ı görm eye al ı ş ı ğ ı z . B i r kural olarak, bu, iste r Avrupal ı

ister H i ntli sanatç ı lar tarafı ndan kaleme

al ı n m ı ş , gerek komedi g e rekse trajedi türünde, ge­ rek romantik gerekse kl asi k döneme ait bütün eser­ lerin ana temas ı n ı teşkil eder. B i l h assa da, Avru­ pa' n ı n bütü n medeni ü l kel eri nde, yüzy ı l lard ı r, topra­ ğ ı n verd i ğ i meyveler kadar düze n l i bir biçimde ü reti l ­ mekte olan- m u azzam m i ktardaki roman v e öyküyü de buna dahil edecek o l u rsak, bu epik ş i i ri n olduğu kadar l i rik ş i i ri n de hayli büyü k bi r kısm ı n ı meydana geti recektir. Bütü n bu eserleri n ana temas ı na g e l i n ­ c e , şu a n d a tart ı ş makta olduğ u m uz tutku n u n , pek çok yöne çeki lebi l ecek, kısa ve özlü ya d a daha uzun tasvirl erinden başka bi r şey değ i ld i rler. Bütü n bu tasvi rler aras ı nda,

La Nouvelle Heloise

Romeo ve Juliet, Werther ve

gibi eserl er de, türü n ü n en ba­

şarı l ı örnekleri say ı larak d ü nya çap ı nd a öl ü msüz b i r ü n e kavuşmuşlard ı r. Bütün bunl ara karş ı n, L a Roc-

7

hefoucauld, tutku l u aşkı, h e rkesin üzerinde konuştu­ ğ u fakat hiç ki msen i n görmed iği h ayaletlerle bi r tu­ tarken ve Lichtenberg ,

Über die Macht der Liebe ad­

lı denem esi nde, tutku l u aşkı n gerçekl iği ve tabi l i ğ i n i tart ı ş m aya açı p i n kar ederken h ay l i büyü k b i r yan ı l g ı içine düşmüşlerdir. Zira insan tabiat ı n a yabancı ve ayrıca o n u n l a beraber s ü rekl i l i k göstermeyen dolayı­ sıyla d a onun sadece h ayali bi r karikatürü o l an her­ hangi bi r şeyi n , gelmiş geçmiş bütü n büyük şairler tarafı ndan böylesi n e ateşli ve tutkulu b i r biçimde ta­ rif edi l mesi ve i nsan l ı k tarafı ndan h i ç azal m ayan bi r ilgiyle kabul görmesi olanak d ış ı d ı r; zira sanatsal açıdan güzel olan bir şeyin herhangi bir gerçekl i k içermemesi s ö z konusu değ i l d i r.

"Rien ne beau que le vrai; le vrai seul est aimab­ /e. ,,(1) Boileau Fakat g ü ndelik hayat tarafı ndan o l masa bile, bir ku ral ol arak sadece canl ı ancak yine de kontrol edi­ lebi l i r eği l i ml e ri n , bel i rli koş u l l ar alt ı nda, yoğ u n l u k aç ı s ı ndan benzerl e ri n i n ötesine geçebi lecek bi r tut­ ku biçi m i n i alabi l eceğ i de tecrübeyle sabittir. i şte o zaman bu tutku n u n verdiği m u azzam g ü ç ve sebat­ l a , bütü n değerlendirmeler bi r kenara bı rakı l ı r, bütü n engelleri n üstesinden geli nebi l i r; öyle ki , bu tutk u n u n tat m i n ed i l ebil mesi için h ayat bi l e h i ç tereddüt edil­ meksizin riske at ı l ı r; eğer aşkı m utlak m a n ad a yok say ı l acak o l u rsa pazarlığa pey ol arak kendi hayat ı n ı (1)

8

Yalnız hakikattir güzel olan; sadece odur sevilmeye değer.

ortaya koymaktan çeki n i l m ez .

Werther1er

ve Jacobo

Ortisler sadece kurgusal anlamda mevcut değildirler zira her geçen y ı l , bize, Avrupa'da onlardan e n az yarı m düzinesi n i n yaşad ı ğ ı n ı göste rmekted i r:

sed ig­

notis perierunt mortibus illi :(2)

Zira resmi kayıtları n m u harrirleri ile g azete m u ha­ birieri nden başka onların çektiği ı stı raba tercüman olacak ki mse yoktur. Zaten i ngiliz ve Frans ız muha­ birieri n i n okuyucuları d a ben i m bu ifademin doğru l u ­ ğ u n a şahitlik edeceklerdir. Böyle ol makla beraber, ay­ n ı tutkudan dolayı akıl hastanesine düşenierin say ı s ı bunlardan d a fazladır. Neticede, her y ı l , içinde bulun­ duklan d ı şsal koşulların zorlaması son ucu çözümü hayatian n a birlikte son vermekte bulan iki sevg i l i n i n yer ald ı ğ ı birkaç i ntihar vakas ı n a rastlamaktayız. Fa­ kat karş ı l ı kl ı aşkları ndan emin olan ve en büyük mut­ l u luğa bu aşkı n yaşanmasıyla ulaşacaklar ı n ı ü m it eden kişilerin n as ı l olup da böyle aş ı r ı yol lara sap­ maktan geri durmad ı kları n ı ve bu uğurda her türden s ı kı ntı ve zorluğa katlanm aktansa kendi hayatlanyla beraber tasawur edebilecekleri başka her türden mutlu l u ktan daha büyük olan bir mutl u l u ktan vazgeç­ meyi tercih ettikleri konusu, ben i m için hala anlaş ı l ­ mazl ı ğ ı n ı koruyor. Böyle ol makla beraber, b u tutku­ n u n , hemen herkesi n her g ü n karş ı l aştığ ı daha az şid­ detli halleri ve evrelerine geli nce, eğer yaş l ı değilsek hemen hepimiz bunu yüreğimizde de h issetmekteyiz. i şte bundan dolay ı , aşk hakk ı n d a bu rada söyle­ n en lerin z i h n i mizde canland ı rd ı klan ndan sonra bu kon u n u n gerçekliğinden veya taş ı d ı ğ ı önemden şüp-

(2) Ne var ki kimse yoktu onların öldüğü ölümü bilen.

9

he duyamay ı z ve bu yüzden de şai rleri n h e r zaman kendisine konu edindiği b u tema üzeri n e b i r fil ozofun bir kez daha kafa yord u ğ u n u merak etmek yeri n e , in­ san ı n h ayat ı nd a böylesine ö n e m l i bir rol oynayan bu kon u n u n şimdiye kadar filozoflar taraf ı ndan n e re­ deyse bütü nüyle göz ard ı edil mesi ve bu ko n u n u n hala e l e al ı n ı p işlen ilebilecek b i r malzeme o larak ö n ü m ü zde d u rması karş ı s ı nda şaş ı rmam ı z gerekir. Öyle ki, bu ko nuyla en fazl a i l g i l i olan ve bu i l g i s i n i d e , öze l l i kl e

Symposion v e Phaidros'ta e n

açı k bir b i ­

ç i m d e ortaya koyan Plato n'u n söyledikleri bile m itos­ lar, masal l ar ve l atifel e r a l a n ı y l a s ı n ı rl ı kal m ı şt ı r ve fi­ lozof d a büyük ölçüde de tek bi r kon uyla, G reklerin, genç erkeklere karş ı d u yd u kl arı aşkı ele a l m akla ye­ t i n m işt i r. Rousseau'nu n i l e ri

Discours sur f'inegalite(3)

s ü rd ü ğ ü d ü ş ü nce d e yetersiz ve

de

h atal ı d ı r.

Kant' ı n Ueber des Gefü h l des Sch önen u n d E rh abe­ n e n (4l adl ı denemesi n i n üçüncü böl ü m ü nde yapt ı ğ ı açıklamalar d a hayli yüzeyseld i r v e o n u n meseleyi yeterince özümseye m e m i ş o l d u ğ u n u ortaya koyar n iteli ktedi r ve bundan dolayı da yer yer hatalar içer­ mektedi r. Son olarak, Platner'i n

Anthropology'sinde

(Sayfa 134 7) konuyu ele al ış şekli de h erkes tarafı n ­ d a n h ayli s ı ğ v e karamsar b u l u n maktad ı r. Öte yan­ d a n , Spi noza' n ı n getird i ğ i tanımlama, okuyucuyu eğlendi rmek ad ı na, s o n derece naif ve çocu ks u o l ­

Amor est titil­ latio, concomitante idea causae externae(S) dolayım as ı ndan ötürü bahsed i l meye değer:

(3) Eşitsizlik Üzerine Söylevler.

(4) (5)

10

Güzellik ve Üstünlük Duygusu Üzerine. Aşk, bir dış sebebin taawuru biçiminde ortaya çıkan bir iç ürperme­ sidir.

s ı yla, kendi l e rinden yararianacağ ı m veya karş ı ç ı k ı p ileri s ü rd ükleri savları çü rütebileceği m selefleri m yok benim; beni , nesnel davranmaya zorlayan konu nun kendisidir ve kendil iğ inde n , benim dünya üzerine olan fikir ve tasavvurumla birleşmiştir. Üsteli k b izzat bu ayn ı tutku tarafı ndan idare edilen ve dolay ı sıyla d a d u yg u larını n aş ı rı l ı ğ ı n ı en yüce ve en ru hani bir biçimde ifade etmeye çalışan insanlardan gelecek bir o n aylama da, bekl eyeceği m en son şeyd i r. Zira beni m görüş ü m , temeli itibarıyla, onlara, her ne ka­ dar metafiziksel hatta transendental (aşkın) olsa bile fazl asıyla fiziksel , fazlasıyla m addi görünecektir. B u arada, b u g ü n, onlara, madrigaller, soneler yazmala­ rı için esi n veren şeyi n , on sekiz y ı l önce doğm uş ol­ sayd ı şayet, kend i l eri taraf ı ndan neredeyse tama­ m e n göz ard ı edil eceğini de düşünebi l i rl er. Z i ra ne kadar yüksek ve ulvi görü n ü rse görü nsü n , kökeni n i sadece cinsel itkide bulan aşk, aslında, bu itki n in, b i raz daha beli rli, özelleşmiş ve aslında, dar anlamda b i raz daha b ireyselleşmiş biçiminden baş­ ka bir şey değ il d i r. Eğer, b u n u akl ı m ı zdan çı karmak­ s ızın, bütün evrele ri ve küçük farkl ı lıklarıyla cinsel aşkı n sadece k u rgusal eserlerde ve sahne perfor­ manslarında değil hayvan sevg isinin h e men yan ı baş ında, büt ü n güdüler aras ı nd a en güçlü ve en et­ kini o l arak kendini gösterdiği g e rçek dünyada d a öne m l i bir r o l oynad ı ğ ı n ı ; eğer o n un , s ü re kl i bütün güçlerin yetenekleri ve düşü ncelerini n yar ıs ı n ı işgal ettiğini ve insan çabalar ı n ı n neredeyse tamam ı n ı n nihai hedefi olduğ u n u , e n ö n e m l i işleri ters bir biçim­ de etkileyip e n ciddi meşguliyetleri saat başı rahatsı z ett i ğ i n i v e ki m i zaman e n büyük zihinleri d a h i yoldan

11

çıkarıp çılgına çevirdiğini, devlet adamlarının önem­ li işlerini ve bilim adamlarının çalışmalarını sekteye uğratmaktan çekinmediğini, aşk mektuplarının ve saç lülel�rinin nasıl olup da devlet adamlarının evrak çantalarının ve filozofların el yazmalarının arasına sıkıştırılmasını sağladığını ve ayrıca bir o kadar da en karmaşık ve uğursuz işleri hazırlayıp planladığı­ nı, en değerli ilişkileri yok edip en güçlü bağları ko­ parmayı bildiğini, hayatın, sağlığın, servetin, mevki­ in, mutluluğun zaman zaman onun uğruna feda edil­ diğini, daha önceleri ve dürüst ve saygın olan insan­ ların bütün vicdanını, bilincini alıp götürdüğünü, şim­ diye kadar sadık ve vetalı olan insanları hain yaptı­ ğını ve bütün bunlardan dolayı da bütün amacı önü­ ne çıkan her şeyi yıkmak, karıştırmak ve alt üst et­ mek olan bir şeytan biçiminde göründüğünü düşüne­ cek olursak: Evet eğer bütün bunlar dikkate alınacak olursa o zaman şu soruları sormaya hakkımız ola­ caktır: Ne içindir bütün bu gürültü ve karmaşa? Bü­ tün bu koşuşturma, yaygara, sıkıntı ve uğraşı neye yarayacak? Sorun, sadece her Jack'in, kendi Jill'ini bulmasından ibaret değil midir? Böylesine önemsiz bir oyun, neden bu kadar önemli bir role soyunuyor ve insanın son derece iyi bir biçimde düzenlenmiş yaşamına neden durmamacasına karmaşa ve rahat­ sızlık sokuyor. Fakat tuttuğu yoldan dönmeyen azimli bir araştırmacıya hakikatin ruhu ağır ağır göz­ lerinin önüne serecektir gerçeği. Burada söz konusu olan sorun hiç de önemsiz bir konu değildir; aksine taşıdığı önem, gösterilen ciddiyet ve çabaların bü­ yüklüğü ile kusursuz bir uyum içindedir. ister trajik is­ terse komik bir anlam içersin her türden aşk ilişkisi,

12

aslında, bir insanın hayatındaki diğer bütün amaçlar­ dan daha büyük bir öneme sahiptir bu yüzden de pe­ şinde koşulurken gösterilen derin ciddiyeti tam anla­ mıyla hak eder. Doğrusunu söylemek gerekirse, aş­ kın belirlediği şey, tamamıyla, bir sonraki neslin oluş­ turulmasi işidir. Oynayacağımız rol sona erip de dı­ şarı çıktığımızda sahneye girecek olan dramatis per­ sonaeni n, hem varlıkları hem de tabiatları işte bu son derece önemsiz aşk ilişkileri tarafından belirle­ nir. Nasıl ki, gelecek insanların varlığı, existentiası tamamıyla bizim cinsel güdülerimiz tarafından belir­ leniyorsa, gerçek doğaları, essentiaları da bu güdü­ nün dayurulması için birey tarafından yapılan seçim­ le yani cinsel aşkla belirlenir ve böylece de her ba­ kımdan geri dönülmez bir biçimde saptanmış olur. Sorunun anahtarı da, buradadır işte. Aşkın en ufak ilgiden en yoğun tutkuya kadar çeşitli derecelerini tahlil edecek olursak onu daha eksiksiz bir biçimde anlamış oluruz. Ve o zaman da bu derecelerdeki farklılığın, kendi yaptığımız seçimin bireysellik dere­ cesinden kaynaklandığını görürüz. Şimdiki neslin aşk ilişkilerinin tümü, bir bütün ola­ rak ele alındığında, bundan dolayı insanlık için bir meditatio compositionis generationis futurae, e qua iterum pendent innumerae generationes'tir.(B) Aşkın taşıdığı bu büyük önem de işte bu yüzden, diğer bütün konularda olduğu gibi bireysel bir refah veya keder sorunu değildir, insan soyunun gelecek­ teki var oluşunu ve özel tabiatını güvence altına al(6)

içinden sayısız kuşağın çıkacağı gelecek nesıin terkibi üzerine dü­ şünme.

13

malıdır. işte bu yüzdendir ki, bireysel irade, daha yüksek bir boyutta, türlerin iradesi olarak ortaya çık­ maktadır; aşk ilişkilerine bu dokunaklı ve ulvi anlamı veren ve en büyük coşkularını ve sıkıntılarını, şairle­ rin yüzyıllardır bıkıp usanmaksızın sayısız örneğini sergilayerek dile getirmeye çalıştıkları heyecanları yücelten de budur. Bugüne kadar, hiçbir konu, insan­ lar üzerinde, aşkın uyandırdığı ilgiyi uyandıramamış­ tır. Zira sadece türün refahı ve sıkıntısı ilgilendirmek­ tedir onu ve sadece bireyin mutluluğu ilgilendirmek­ te olan geri kalan her şey ile olan bağıntısı sert bir cismin yüzeyi ile olan ilişkisinden daha fazla değildir. içinde aşk motifi bulunmayan bir drama ilgi göster­ memizin güçlüğünün nedeni de budur işte; öte yan­ dan bu konu, günlük olarak ne kadar çok kullanılırsa kullanıisın asla bitip tükenmeyecektir. Karşıcinsten belirli bir bireye yönelmeksizin ken­ dini bireyin bilincindeki cinsellik güdüsü olarak orta­ ya koyan şey de, aslında, bu olgudan ayrı olarak yal­ nızca yaşama istemidir. Fakat insanın bilincinde, özellikle belirli bir bireye yönelmiş cinsel güdü olarak ortaya çıkan şey de, aslında kendi başına, belirli bir birey olarak yaşama isteminden başka bir şey değil­ dir. Şimdi bu durumda, her ne kadar kişisel bir ihti­ yaç olsa da, cinsel güdü, nesnel bir hayranlık mas­ kesine bürünmeyi kusursuz bir biçimde başarmayı çok iyi bilir ve bilincimizi yanıltır. Zira tabiat kendi amaçlarını gerçekleştirmek için böylesi hilalere ge­ reksinim duymaktadır. Fakat aşka t�tul�n bir kimse­ _ nLn_h_gyr.anlığı, .ne kadar neşn�l ve yüce görünürse görünsün sadeceı_beli[li bir karakte:re sahip bir bireyi dünyaya getirmektir. Bu gerçek, asıl gereksin[n:ı du14

yulan şeyin, belki de karşılıklı bir etkileşim .QI!J19Y.!P sadece sahiplenme, yani fiziksel zevk olmaı:;ı olgu­ suyla doğrulanır .. Sahiplenme olmaksızın aşk1DLn karşılık gördüğünü bilmek, işte bu yüzden hiçbir bi­ çimde teselli etmez insanı. Aslında, böyle bir durum­ la karşı karşıya kalan pek çok insan canına kıyma yolunu seçecektir. Öt�yandaıuierin bir aşk�ven fakat aşkına k 9rş ıl ık buJ9mayan bir insanı. sevdiğine sahip olmak_, yani fiziksel zevk avutabilir. Zoraki evli­ likler ve baştan çıkarma vakaları da bu olguyu des­ tekler niteliktedir zira aşkı karşılık görmeyen bir in­ san çoğu kez, bir kadına -her ne kadar o hoşlanmı­ yorsa bile- onun teveccühünü kazanabilmek için gü­ zel hediyeler sunmakla veya başka fedakarlıklarda bulunmakla teselli bulabilir, ancak pek çok tecavüz vakasının altında yatan da yine aynı nedendir. Bütün bir aşk hikayesinin amacı, her ne kadar ilgili taraflar bunun bilincinde olmasa da, belirli bir varlığın dünya­ ya getirilebilmesidir ve bu amaca ulaşmak için kulla­ nılan yöntemler ve ona nasıl ulaşıldığı ikincil derece­ de önem taşır. Bu konuda yüce duygulara ve geliş­ miş bir duyarlılığa sahip olanlar, bilhassa halen bu tutkunun kıskacında olanlar, benim ileri sürdüğüm iddianın kaba gerçekçiliğini ne kadar canla başla çü­ rütmeye çalışıriarsa çalışsınlar, hiçbir önemi yoktur bunun, yanlış yoldadırlar. Zira gelecek kuşakların bi­ reyselliğini tespit etme hedefi, onların taşkın duygu­ ları ve sabun köpüğü kadar önemsiz tinselliğinden çok daha üstün çok daha yüce bir hedef değil midir? Gerçekten de, bütün dünyevi amaçlar arasında bun­ dan daha büyüğü ve daha önemlisi var mıdır acaba? Sadece bizim tutkulu aşkı ne kadar derinden hisset-

15

tiğimizle, onun ortaya çıkışındaki ciddiyetle ve onun alanı içerisine giren ufak tefek pek çok şeye bizim atfettiğimiz önemle ilişkilidir bu. Sadece bu hedefi gerçek bir hedef olarak gördüğümüz sürece sevdiği­ miz varlığa ulaşabilmek için karşılaşılan güçlükler, katlanılan sonsuz eziyetler ve sıkıntılar konuya uy­ gun görünecek hale gelir. Zira verilen bütün bu mü­ cadeleler ve sarf edilen gayretler vasıtasıyla kendisi­ ni hayata zorlayan, olanca ferdi belirlenimi içindeki gelecek nesildir. Aslında aşk adı verilen cinsel dürtünün dayurul­ ması için yapılan uzak görüşlü, kesin ve kaprisli se­ çimde kıpırdanan da gelecek neslin kendisidir zaten. iki sevgil!_nin birbirlerine karşı giderek artan bağlılığı, gerçekte, kendi içinde, yeni bir bireyin, onların mey­ dana getirebilecekleri ve arzu ettikleri bir bireyin ya­ şama istemidir; onların ar4�_dolu bal.u n..ı n ilgimizi çeker kısa ve basık bir burun ise her şeyi bozar. Sur­ nun hafifçe yukarı veya aşağı doğru eğik olması sa­ yısız genç kızın hayatta mutlu olup olmayacağını be­ lirlemiştir ve bu bakış açısı da son derece yerindedir zira burada tehlike altında olan şey, türün tipidir. Ağ­ zın küçük olması, küçük bir üst çene kemiği, hayvan­ ların ağızlarının tersine, insanın yüz ifadesinin ka­ rakteristiğinin belirlenmesinde temel alındığı için çok önemlidir. Düşük, tabiri caiz ise kesilmiş gibi duran bir çene, bilhassa iticidir zira mentum prominu­ lum ( 1 2) kendi türümüzün karakteristik özellikleri ara( 1 2) çıkık çene.

31

sı nda, en önemli lerden biridir. Son olarak güzel g�­ l er v�� �eçimlerimizde oynadığı rolü ele alaca­ __ ğız bunlar da çoğu kez, anneden miras alına ruhsal ve özellikle de zihinsel niteliklerle ilişkilendirilmekte­ dir. Öte yandan, eğilimleri ve yaptıkları seçimlerde, kendileri bilincinde olmaksızın, kadınların görüşlerini belirleyen faktörlere gelince, bunları doğru bir şekil­ de ve tam anlamıyla tespit edip değerlendirmemizin mümkün olamaması tabiidir. Genel anlamda, aşağı­ da açıklaması yapılan bakı ş açısını takip ettikleri ile­ ri sürülebilir. Erkeklerde, genellikle otuz ile otuz beş yaş arasını tercih ederler ve bu yaşların gerçek an­ lamda insan güzelliğinin zirvesine erişilen gençlik çağına oranla üstünlük sağladığını düşünürler böyle düşünmelerinin sebebi, kendilerine yol gösteren şe­ yin beğenileri değil otuzlu yaşlarda, üreme gücünün doruğuna ulaşıldığının ayrımına varan içgüdüleri ol­ masıdır. _Kadınlar, genellikle, güzeLlikle bilhassg__�Qz güzelliğiyle daha az ilgilidirler; çocuğa fiziki güzelliği­ ni verme işini sadece kendileri üstlenmiş gibidirler. Onlara cazip gelen şey, temelde, bir erkeğin gücü ve bununla bağlantılı olarak cesaretidir; zira bu iki özel­ lik, güçlü çocukların dünyaya getirilmesinin ve aynı zamanda kendileri için de cesur bir koruyucunun ha­ bercisidirler. Bir erkekteki, hangi tipten olursa olsun bütün bedensel kusurlar dünyaya getirilecek çocuk söz konusu olduğunda, ortadan kaldırılabilecektir zi­ ra çocuğu dünyaya getirecek olan kadının kendisi bu bakımlardan kusursuz hatta zıt yönde bunları gölge­ leyebilecek denli mükemmel olabilir. Sadece biraz sonra dile getireceğimiz erkeğin cinsine has şu özel32

likler bu kuralın dışında tutulur zira çocuğa bu özel­ likleri annenin aktarması olanak dışıdır: Erkeksi bir kemik yapısı, geniş omuzlar, dar kalçalara, düzgün bacaklar, güçlü adaleler, cesaret, zeka ve benzeri şeylerdir. Buradan çıkan sonuç ise , bir kadının çirkin bir erkeği pekala da sevebileceği fakat erkeksi olma­ yan bir erkeği hiçbir zaman sevemeyecekleridir zira ondaki bu kusurları etkisiz kılmaları olanaksızdı r. Cinsel aşkın temelinde yatan ikinci tür etmenler ruhsal yani ru hsal niteliklerle ilgili olanlardır. Bura­ dan , kadını cezbeden şeyin , genellikle, babadan ağ­ la aktarılan ru hsal ya da kişisel özellikler olduğunu öğrenmekteyiz. Kadına çekici gelen şey, özellikle güçlü bir irade, kararlılık ve cesaret ile bu nların ya­ n ı nda belki bir de dürüstlük ve temiz bir kalptir. Öte yandan , zihinsel niteliklerin, kadının üzerinde doğru­ dan veya içgüdüsel olarak herhangi bir gücü ve etki­ si bulunmamaktadır ve bunun nedeni de sadece bunların babadan miras alınan nitelikler olmayışıdır. Anlayış yoksu nluğu , kadınlar için bir soru n teşkil et­ mez aslında fevkalade bir zihinsel üstünlük hatta de­ ha anormal görülerek kadınlar üzerinde arzu edilme­ yen bir etki bile yaratabilir. i şte bu nedenden dolayı, kadınlar söz konusu olduğunda, çirkin , budala ve ka­ ba erkeklerin , kültürlü, zeki ve kibar erkeklerden da­ ha başarılı olmalarının örnekleriyle sık sık karşılaşı·· rız. Aşk evlilikleri , büyük ölçüde, zihinsel yönden, bir­ birinden tamamıyla farklı tabiatlar arasında gerçek­ leşir; örneğin , kaba saba, dar görüşlü ama güçlü er­ keklerle ziyadesiyle hassas, ince düşünceli, kültürlü, estetik duygusu gelişmiş kadınlar arasında veya er­ keğin deha derecesine varacak bir zekaya ve engin Cinsel Aşkın Metafiziği 1 F: 3

33

bir kültüre sahip olup da kadının kuş beyinli bir kadı­ nın arasında yaşanan evlilikler gibi:

Sic visum Veneri; cui placet impares Formas atque animos sub juga aenea

Saevomittere cum joco( 1 3)

Bunun sebebi, kadınların, burada zihinsel-fikri ele alışların değil, büsbütün farklı bir şeyin, içgüdülerin etkisi altında kalmalarıdır. Evlilikle elde edilmesi he­ deflenen şey zihinsel yönden hoşça vakit geçirmek değil çocukların dünyaya getirilmesidir ve dolayısıy­ la burada söz konusu olan da kafaların değil kalple­ rin birleşmesidir. Sanki kadınlar, bir erkeğin zihinsel kapasitesine aşık olabilirlermiş gibi davranmak boş ve gülünç bir yaklaşım ya da yozlaşmış bir tabiatın mübalağası olacaktır. Öte yandan, bir erkeğin, kendi içgüdüsel aşkı söz konusu olduğunda, bir kadının ki­

şilik özelliklerinin etkisi altında kalmayacaktır işte bundan ötürü, Shakespeare'nin, Dürer 'in, Byron'un ve böyle daha pek çok kişinin de aralarında bulundu­ ğu nice Sokrates, kendi Xanthippe'lerini bulmayı ba­ şar m ı şlardır. Fakat burada zihinsel niteliklerin etkisi altında kaldığımız da doğrudur, zira bu nitelikler de kalıtım yoluyla anneden miras alınmaktadır fakat yi­ ne de onların yaratacağı etki, temel hususlarla daha fazla ilgisi bulunan bundan dolayı da daha doğrudan bir etki olma niteliği taşıyan fiziksel güzelliğin etkisi( 1 3) "işte böyle sürükler adamı Venüs; Ruh ve bedence birbirine denk olmayanları, Götürür tunçtan boyunduruğa vurur Ve sonra bir kenardan bakıp için için güler.» Horatius, Carmina 1 , 33, 1 0.

34

nin yanında hayli önemsiz kalacaktır. Böyle olmakla beraber, bu etkinin yaşatacağı duygu veya kazandı­ racağı tecrübeden hareketle, annelerin kızlarına, er­ kekler tarafından çekici bulunmaları için, yabancı dil­ ler ve güzel sanatlar öğrettikleri görülmüştür. Bunu yaparak, tıpkı bir zorunluluk haline geldiğinde kalça­ ları ve göğüsleri destekledikleri gibi zekayı da yapay yollardan desteklemeye çalışmış olurlar. Fakat burada gözden kaçırılmaması gereken şey, sadece, gerçek aşk1 doğuran bütünüyle içgüdüsel ve anlık çekicilikten bahsedilmekte olunduğudur. Fa­ kat zeki ve kültürlü bir kadının, erkekteki zekayı ve anlayışı takdir etmesi ve aynı şekilde bir erkeğin de akılcı bir biçimde düşünüp taşındıktan sonra karısı olacak kızın sahip olduğu karakteri sınava tabi tutup ona bir değer atfetmesi, burada ele almakta olduğu­ muz konunun bütünüyle dışındadır. Böyle şeyler, mantık temeline oturmuş bir evlilik için geçerlidir ve bizim konumuz olan tutku aşkıyla en küçük bir ilgisi dahi bulunmamaktadır. Şimdiye kadar sadece mutlak, yani herkese uy­ gulanabilecek faktörleri dikkate aldım. Şimdi de tü­ rün kusurlu olarak ortaya çıkmış olan örneğini dü­ zeltmeyi seçicinin kendi benliğinde zaten taşımakta olduğu sapmaları onarmayı ve dolayısıyla da türün en arı biçimde yeniden ortaya koyuluşuna yapılacak bir geri dönüşü amaçladığı için son derece şahsi olan ve kişiden kişiye değişen nispi faktörleri ele ala­ cağım. i şte bundan dolayıdır ki, b_Qtün jns�nlar ken­ qllerinin yoksun oldukları özelliklere s�_tıip kjşjJerL.s.e­ ve.rler. Bu nispi etmen iere dayalı olarak yapılan, ya­ ni kişinin şahsi yaradılışını göz önüne almak suretiy35

le yapılan seçim, sadece mutlak faktörler dikkate alı­ narak yapılan seçimden çok daha özel, kararlı ve ke­ sindir. i şte bundan dolayıdır ki, kural olarak, gerçek bir tutku aşkının kökenini bu nispi etmenlerde ara­ mak ve gerekir, mutlak etmenlerden kaynaklananlar ise aşkın ancak sıradan evreleri ve önemsiz eğilim­ leridir. i şte bundan dolayıdır ki, büyük tutkuları ateş­ leme eğiliminde olanlar, her zaman için , tam olarak kusursuz ve uyumlu bir güzelliğe sahip olan kadınlar değildirler. Zira böylesine gerçek bir tutku içeren eği­ limin doğması i•;in gereken şey, ancak kimyasal bir metafordan ya,·arlanılarak açıklanabilir, yani iki kişi­ nin birbirlerini nötralize etmeleri tıpkı alkali bir metal ile asidin yaptığı gibi nötr bir tuza dönüşmeleri gere­ kir. Bunun için gereken koşullar ise aşağıda açıklan­ dığı gibidir. Her şeyden önce, cins( ellik) tarafiıdır. Bu tek yan­ lılık veya taraflılık bireylerden birinde, diğerine oran­ la daha yüksek bir derecede bulunur ve daha karar­ lı bir biçimde ortaya konur. Bundan dolayı bu tek yanlılık, her bir bireyde, karşı cinsten biri tarafından başkalarının yapabileceği bir biçimde bütünlenip nötralize edilebilir zira her birey, meydana gelecek olan, her zaman her şeyin kendine doğru kendiliğin­ den eğilim içine girdiği yeni bir bireyde insanlık tipi­ ni bütünleyebilmek için kendisininkine zıt bir tek yanlılığa gereksinim duymaktadır. Fizyolojistler, ka­ dınlık ve erkekliğin sayısız derecesi bulunduğun u kabul etmişlerdir. Nitekim erkeklik tiksinti verici çift cinsiyetliliğe kadınlarda ise zarif bir androjenlik sevi­ yesine yükselebilir. Her iki yanda da, her iki cinsin tam ortasında durduğu için ne birine ne de diğeri ne 36

ait olamayacak ve böylece de türün devamlılığını te­ min etmek için uygun bulunmayacak bireylerin bu­ lunduğu tam hermafrodizm noktasına u laş ılabilir. Bu radan çıkan sonuç şudur ki, burada incelemekte olduğumuz her iki bireyin birbirlerini n ötralize etme konusu erkeğin, erkeksiliğinin belirli bir derecesinin kadının kadınsılığının belirli bir derecesine tam an­ lamıyla tekabül etmesi, onu karşılaması ve böylece de her iki bireyin tek yanlılığının karşılıklı olarak bir­ birini ortadan kaldırması gerekmektedir. Bundan do­ layı da en erkeksi en kadınsı kadını arayacaktır ve

bunun karş1t1 da geçerlidir, bu durum tıpkı her bire­ yin, kendisiyle belli bir cinsellik derecesinde uyum gösterecek kişinin arayışı içinde olacaktır. Şimdiye kadar, iki insan arasında ortaya çıkması gereken ilişkinin hangi ölçüde mevcut bulunduğu onlar tara­ fından içgüdüsel olarak hissedilir ve diğer nispi fak­ törlerle beraber, aşkın daha üstün derecelerinin kö­ keninde yatar. Bundan dolayıdır ki, aşıkl ar, insana hayli dokunaklı gelecek biçimde ruhlarının birbirle­ riyle olan uyumundan bahsettikleri zaman mesele­ nin özünü çoğu kez dünyaya getirilecek olan varlık ile onun kusursuzluğunun uyumu oluştu rmaktadır. Ü stelik böylesi bir uyurnun onların, düğünün üzerin­ den çok geçmeden şiddetli bir uyumsuzluk halinde kendiliğinden çözülen ruhlarının uyumundan çok daha önemli olduğu da açıkça bellidir. Burada işin içine, her bireyin, kendi zayıflığını, kusurlarını ve kendi türünden sapmalarını, bunları n dünyaya geti­ rilecek olan çocukta da varlığını sürdürüp hatta da­ ha da gelişerek anormallik derecesine varmalarını engellemek için, diğer birey vasıtas ıyla ortadan kal37

dırmayı arzu ettiği gerçeğine dayanan daha ileri bir takım nispi faktörler de girmektedir. Bir erkek, kas gücü bakımından ne kadar zayıfsa o ölçüde gürbüz ve dayanıklı kadınların arayışı içinde olacaktır ve kadın da kendisi açısından aynı şeyi yapacaktır. Şimdi, kadınların, kas gücü açısından erkeklerden daha zayıf olmaları, tabii ve alışılagelmiş olduğun­ dan bir kadın, kural olarak tercihini daha güçlü er­ keklerden yana kullanacaktır. Ayrıca beden ölçüsü de tarafların tercihlerinde önemli rol oynayan bir fak­ tördür. Kısa boylu erkekler, uzun boylu kadınlara karşı belirgin bir eğilim duyarlar ve bu durumun ter­

si de geçerlidir; gerçekten de, kısa boylu bir erkek­ teki uzun boylu kadın tercihi, eğer kendi babası uzun boylu bir erkek olup da sadece annesinin etki­ si dolayısıyla kısa kalmışsa çok daha tutkulu olacak­ tır çünkü kendi babasından onun, damar sistemini ve büyük bir gövdeyi beslerneye yetecek enerjisini miras almıştır. Öte yandan, eğer baba ve büyükba­ ba kısa boyluysa, göstereceği eğilim, çok daha az kararlı olacaktır. Uzun boylu erkeklerin uzun boylu kadınlara itici gelmesinin kökünde ise tabiatın fazla uzun bir ırk yaratmamaya duyduğu eğilim yatar zira güçlü böyle bir anneden doğan bir çocuk, onun ken­ disine aktaracağı güçle, uzun süre yaşayamayacak kadar zayıf bünyeli olacaktır. Fakat belki de toplum içinde kendine daha iyi bir yer edinme arzusundan ötürü, kendisine uzun boylu bir koca seçecek olursa dünyaya gelecek çocukların onun bu budalalığının kefaretini ödeyecek olmaları bir kural gereğidir. Bun­ dan başka, ten rengi de yapılacak seçimde hayli önemli rol oynayan bir faktördür. Sarışın insanlar ko38

yu esmer veya kumral ki mseleri seçerl er, oysaki es­ m e r ve k u m rall ar, terci h l e ri n i , çok nad i r ol arak sarı­ ş ı n l ardan yana ku l lan ı rl ar. Bunun ned e n i d e , açık re n k saç ve mavi gözleri n , t ı pkı beyaz re nkli fareler h atta k ı r atl a r g i b i , ı rktan n e redeyse an ormal l i ğe va­ ran bir sapma ol uşturmaları d ı r. B u n l a r, Avrupa' n ı n d ı ş ı nda, d ü nyan ı n h iç b i r bölges i n i n hatta kutuplar çevres i n i n bile yerl i halkı değ i l l e rd i r, onları n i skandi­ navya'dan geld i kl eri açı kça bel l i d i r. Ye ri g e l m işke n , beyaz ten i n , i nsan ı rkı i ç i n tab i i b i r şey o l m ad ı ğ ı , do­ ğal o l an ı n , t ı pkı Hindu ataları m ı z ı nki g i bi kahvere n g i veya siyah t e n o l d u ğ u v e dolay ı s ı yla da beyaz b i r i n ­ san ı n h içbi r zaman köken itibarıyla tabiat ı n rah m i n­ den ç ı km ad ı ğ ı , bu n edenden dolay ı da beyaz ı rk d i ­ y e b i r şey i n s ö z konusu o l m ay ı p s ı k s ı k söyledikleri gibi beyaz te n l i her i nsan ı n s o n radan beyazlaşt ı ğ ı biçi m i n deki kendi görüşü m ü de ifade etme k istiyo­ ru m . Kendi l e ri için t u h af ve yabancı bir yer olan ku­ zeye doğru s ü r ü l d ü kçe, o rada tıpkı uzak d i yari ardan g e l m e egzotik bir bitki g i b i ve t ı pkı o n l a r gibi kışları s ı cak b i r yere gereksi n i m duyarak varl ı kları n ı s ü rd ü ­ rü rlerke n b i n lerce y ı l l ı k b i r s ü reç i ç i n d e beyazlaş­ m ı şlard ı r. B u ndan sadece d ö rt yüz y ı l ö nce göç et­ m i ş H i nt köken l i b i r ı rk olan Ç i n g e n eler, H i nd u l ara özgü ten re ngi nden b i z i m k i n e n as ı l geçi l m i ş olduğu­ nun b i r örneğ i n i ortaya koymaktad ı rlar. Bundan do­ l ay ı d ı r ki , ci nsel aşkta, tabi at, bi r. prototip_ ol arak ko­ yu ten ren g i n e ve kahverengi gözlere dönebi l m e k i ç i n m ücadele ve ri r fakat beyaz te n ren g i h e r n e ka­ dar H i ndu ları n kahvere n g i ten i n i bizim i ç i n o kadar d a itici kı l ı yo r o l masa bile, beyaz te n ren g i bizim i ç i n a rt ı k i ki nci b i r d o ğ a biçi m i n i al m ı şt ı r.

39

Son o larak, h e r bi rey b i r de vücudu n u n beli rl_i k ı ­ s ı m l arı ndaki kusurları v e aksakl ı kları d ü zeltme ara­ y ı ş ı içindedir ve kusuru n e kadar belirgi nse o n u dü­ zeltme yol u ndaki azm i d e o kadar büyük o l u r. B u n ­ d a n dolay ı d ı r ki , u c u kal k ı k b u ru n l u l ar, gaga b u ru nl u ­ l a ra, papağan s u rat l ı l ara karşı ifade edi l e m eyecek bir sempati duyarlar; vücud u n diğer kısı m ları içi n de ayn ı şey söz konusud u r. Son derece i nce ve uzu n b i r beden e ve bacaklara sahip olan insanlar, aş ı r ı derecede k ı sa v e t ı knaz kimseleri n beden lerinde bi r güzell i k b u l m a eği l i m i n i dahi gösterebi l i rler. Karak­ terle i l g i l i faktörlerde de benzeri b i r d u r u m h ü kü m s ü ­ rer ; h e r bi rey, kendisi n i nki n e z ı t b i r karaktere sahip olan kişi l eri tercih edecektir. Ancak _ iste n meyen ka­ rakter özel l i ğ i ne kadar bel i rg i nse b u n u n tersi için du­ yulan istek de o deiece şiddetlidir. Kendisi baz ı ba­ k ı m l a rdan kus u rsuz ise elbette ki bu yönden kusu rl u o l a n b i r kimseyi aray ı p b u l m ayacak v e o n u sevme­ yecektir f akat o n u n l a başka insanlardan d a h a kolay anlaşacakt ı r z i ra kendisi doğacak çocuğu n bu yön­ den kusurlu o lmamas ı n ı garanti alt ı n a a l maktad ı r. Ö rneğ i n fazlas ı yla beyaz ten l i olan b i r ki mseye, sa­ rı mtı rak bir ten rengine sah i p olan b i r kişi itici gel mez fakat teni s arı mtı rak o l an b i r kişi, bu göz kam aştı rıcı beyazl ı ğ ı , ilahi b i r güzellik olarak n iteleyecektir. Çok ender görülen bir erkeğ i n , son derece ç i rkin bir kad ı ­ n a aşı k olmas ı d u ru m u , y u karıda tartı ş ı l m ış olan cin­ sellik derecesi n i n kusursuz u yu m u n u n yan ı nda, ka­ d ı n ı n anormallikleri n i n , tamam ı y l a erkeğin zıddı o l u p ayn ı zamanda k e n d i n itelikleriyle kusurları n ı düzeltti­ ği zaman görül ebilir. Böylesi d u ru ml arda aşk , e n ş id­ detl i seviyesi n e u l aşm ıştı r.

B i z i m b i r kad ı n beden i n i n h e r bir parças ı n ı d i kkat­ le i nceleyip h akkı nda b i r h ü kme vanrken takı nd ı ğ ı ­ m ı z derin cidd i yet, tabi i kad ı nlar aç ı s ı ndan da ayn ı d u ru m söz konusudur; hoşum uza gitmeye başlayan bir kad ı n ı

i n celerken gösterdiğ i m iz büyük titizl ik,

yaptı ğ ı m ı z seçi m lerdeki maym u n iştah l ı l ı k , damad ı n geli n i yakı ndan i ncelerkenki büyük dikkati, herhangi bi r h ataya düşmernek için gösterdiği büyük özen , te­ m e l özel l i kl e rdeki h e r aş ı r ı l ı k ya da noksan l ığa atfet­ tiği büyük önem ; bütün b u n lar, gözetil e n amac ı n ta­ ş ı d ı ğ ı ö n e m l e tam b i r uyum içinded i r. Ç ü n kü d ü nya­ ya geti ri l ecek olan çocuk d a bütün hayatı boyunca ayn ı özel li kleri taş ı mak zorunda kalacaktı r. Ö rneğ i n kad ı nd a h afif bir b e l ke m i ğ i eğriliği varsa bu kusu run doğacak çocuğa b i r kam b u r olarak akta r ı l mas ı g ayet m ü m kü n d ü r ve özel l i k için ayn ı şey söz ko nusudur. El bette kimse, bütün b u n ları n bil i ncinde değ i l d i r ; ak­ sine, h e p i m iz , bu güç ve özen isteyen seçi m i kendi zevki m i z i tatm i n etmek için yaptı ğ ı m ı z ı d ü ş ü n ü rü z (Fakat asl ı nda, b u n u n l a hiçbir ilgisi yoktu r) . Aksi n e , o , bu seçi m i , tamam ıyla, kendi beden yap ı s ı n ı n ge­ rekti rdikleri doğ rultusu n d a (Bundan dolay ı kendi kişi­ l iğiyle uyum içinde olduğunu kabul etme m i z g e re ki r) , kendi t ü rü n ü n ç ı karı n ı korumak için yapar; b u radaki g i z l i m isyo n , türün tipi n i n safl ı ğ ı n ı m ü mkün olduğu ölçüde m u h afaza etmekt i r. Kişi , b u rada kendisi bili nci nde o l maks ı z ı n , daha üstü n olan b i r şeyi n , türün ç ı karları doğrultusu nda h areket eder; başka h i ç öne msemeyeceği şeyle re bu kadar büyük ö n e m atfetmesi n i n nedeni de budur. Karş ı t cinslerd e n i ki g e n ç i nsan ı n , i l k defa o larak kar­ ş ı l aştı klarında, b i rbirleri n e bakışl arı ndaki d erin ve b i -

41

l i nçsiz ciddiyette , birbirleri n e f ı rlatt ı kları n üfuz edici ve i nceleyici bakışlarda ve sahip oldukları çeşitl i öze l l i kleri n ve bede nleri n i n h e r b i r parças ı n ı n maruz kald ı ğ ı d i kkatli yoklamal arda olağan d ı ş ı ve özel bir şeyler vard ı r. B u tetki k ve mu aye n e , i kisi nden ve on­ ların sahip oldukları nite l i klerin bir kombi nasyon u n ­ d a n meydana gelmesi m u htemel yeni b ireye i lişkin o larak bir t ürün

koruyucu ruhunun meditasyonundan (Meditation of the genius of the species) başka b i r

şey değ i ld i r. B i rb i rleri nden v e b i rbi rlerine d u yd u kları özlemden ald ı kları karş ı l ı kl ı zevki n derecesi , bu me­ ditasyon u n sonucuyla u y u m l u bir şekilde ortaya çı­ kar. Bu arzu ve özlem n e kadar yoğu n o l u rsa olsu n , d a h a önce d ikkatlerd e n kaç m ı ş yeni bi r şeyi n keşfe­ d i l mesiyle b i rl i kte b i rdenbire tekrar sönebi l i r. Ü reme yetisine sahip bütün i nsanlarda, t ü rleri n d e h as ı , d ü n ­ yaya gelecek i nsan soyu n u d ü ş ü n mekted i r. B u i nsan soy u n u n yarad ı l ı ş ı , Cupid ' i n u ğ raştı ğ ı önemli bir işti r, o d u rmaks ı z ı n faaliyet hali n d ed i r, akl ı her zaman meşg u l d ü r, her zaman gelseekle i l g i l i d ü ş ü n ü p du­ rur. Onun, t ü rü ve gelecek bütü n nesilleri i lg i l e n d i re n bu büyük işin önemiyle m u kayese edildiği nde bi rey­ lerin bu büyü k tablo içindeki gene gelip geçici l i kleriy­ l e tek tek b i reylerin b i rb i rl eriyle olan (gönül) i l işki l e ri h ay l i önemsiz kalacakt ı r ; işte bundan dolay ıd ı r ki, C u pid , bunların tü m ü n ü hiç aldı rmaks ı z ı n feda etme­ ye h az ı rd ı r. O n u n bu g e l i p geçici işler karş ı s ı ndaki d u r u m u , ö l ü msüz bir varl ı ğ ı n bir ö l ü m l ü , o n u n d i kka­ te ald ı klarıyla, karş ı s ı ndaki kişilerin ö n e m l i sayd ı ğ ı şeyler ise sonsuz olan ı n sonlu o l a n karş ı s ı ndaki d u ­ ru m u g ibidir. B u yüzden, sadece b i reysel mutl u l u klar ile m utsuzlu klara i lişkin b ütü n her şeyden �aha y-ü!