Aklın Yönetimi için Kurallar [1 ed.]

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

DESCARTES

AKLIN YÖNETİMİ İÇİN KURALLAR T ü rk ç esi M ün tekim Ö km en

DÜNYA KÜLTÜR KLASİK LERİ % # DİZİSİ SOSYAL YAYINLAR

SO SY A L Y A Y IN L A R

D Ü N Y A K L A S İK L E R İ K Ü L T Ü R D İZ İS İ

13

AKLIN YÖNETİMİ İÇİN KURALLAR

D esrarles / Çeviren: M üntekim ök m en / Yayınlıyan: Sos­ yal Yayınlar / Kapak düzeni: İsa Çelik / Birinci Basım: Mail 1980 / Dizgi ve baskı: Doğuş Matbaası.

A K L IN Y Ö N E T İM İ İÇ İN K U R A L L A R

I i I 8

DESCARTES

AKLIN YÖNETİMİ İÇİN K U R A LLA R

Çeviren: M üntekim ökm en

SOSYAL YAYINLARI Divanyolu, Klod Farer Caddesi No: 16 Daire: 2 İSTANBUL Tel: 528 33 14

Kural I İncelem elerin am acı akla,1 karsısına çıkan her şey üzerine sağlam ve doğru yargılara varm ayı sağlayacak bir yö n etim verm ek olm alıdır. İnsanlar iki şey arasın d a kim i benzerlikler b u lduk­ la rı her zam an, birinde doğru olarak sap tadıklarını ö b ü ­ rü için de geçerli sayarak, h a tta birbirlerinden ayrıldık­ ları n o ktad a bile, ikisini bir arad a ele alm ak alışkanlığındadırlar. B ütünüyle zihinsel bilgi üzerine kuru lu bi­ lim lerle, kim i bedensel yetenekleri gerektiren san atlar arasında kötü yaklaştırm alar yapm alarının nedeni bud u r.2 G örm üşlerdir ki: b ir kişi aynı zam anda b ü tü n sa­ n atları öğrenecek değildir, kendisini b u n lard an b ir ta ­ nesine verirse, o san atta d a h a kolaylıkla iyi bir usta olur; tarla süren, gitar çalan ya d a bu türden değişik işlere girişen aynı eller b u n lard an yalnız birini y aparkenki ko­ laylığı hepsini birden yapm aya kalktığı zam an bulam az­ lar. Bilim lerde de böyle olduğunu sanırlar ve, k o n u la­ rın a göre, birini öbürü n d en ayırarak, h er birini ayrı ay­ r ı öğrenm ek gerektiğini düşünürler. H iç şüphesiz bunda yanılırlar. Ç ünkü, bütün bilim ler, konuları arasındaki baş­ k a lık ne olursa olsun, her zam an b ir ve aynı kalan in­ san bilgeliğinden başka bir şey olm adıklarına ve, güneş ışığı aydınlattığı çeşitli şeylere ne k erte izafe ediliyorsa bunların [bilim lerin] aralarındaki ayrım lara da d ah a faz­ lası izafe edilem iyeceğine göre, akla herhangi bir sınır koym aya gerek yoktur. G erçekten de, b ir doğrunun bi-

8

DESCARTES

bilinm esi, bir san atla uğraşm anın başk a b ir sanatı öğren­ m em izi engellem esi gibi, başk a bir doğruyu keşfetm ekten bizi alıkoym ası şöyle dursun, onu keşfetm em ize yardım cı bile olur. B ir çoklarının insanlarınt örelerini, b itkilerin özelliklerini, yıldızların devinim ini, m etallerin d önüşü­ m ü n ü ve benzer disiplinlerdeki konuları büyük bir ti­ tizlikle incelerken, o a ra d a sağduyuyu ve sözünü ettiğim iz tüm el bilgeliği göz önünde tutm aları şüp­ hesiz bana anlaşılm az gibi gelir, oysa ki elde k alan her şey kendileriyle [özleriyle] değil o n a [bilgeliğe] olan katkısı ile değerlendirilm ek gerekir. K eza, bu k u ralı hep­ sinin başına koym am ız nedensiz değildir, çünkü, doğruyu araştırırken hiç bir şey bizi doğru yoldan, araştırm am ızı b u genel am aç yerine kim i özel am açlara yöneltm ek k a ­ d a r uzaklaştırm az. K of şö h ret ya da u tanç veren k a ­ zanç gibi kötü ve ayıplı şeylerden söz etm iyorum : b aya­ ğı kim selere özgü b u aşağılık tutum ve aldatm acalar, bu anlam da, hiç şüphesiz sağlam , doğru bilginin sağlaya­ m ayacağı çok d ah a elverişli bir yol açar. Ben saygıya ve övgüye değer am açlardan söz ediyorum , çünkü bizi ya­ nıltan tutum çoğu zam an d ah a incedir: örneğin, iyi ya­ şam ak bak ım ın d an ya d a hak ik atin seyrinden alınan zevk bakım ından bize yararlı olan ve, hiç b ir acının bu­ landırm adığı bu iyi yaşanm ış bir öm rü n belki de tek m u t­ luluğunu o luşturan şeyi, bilim k azanm anın yollarını a ra ­ dığım ız zam anda olduğu gibi. Bilim lerin, devşirm eyi u m ­ duğum uz helal yem işleridir b u n lar şüphesiz; bununla beraber incelem e sırasında bunları hesaba katarsak , b u n ­ la r başka bir şey bilm em iz için gerekli olan b ir çok a ra ­ cın gözden kaçm asına neden o lurlar, çünkü bu araçlar, ilk elde bize ya d ah a az yararlı ya d ah a az ilginç ge­ lirler. Şuna inanm ak gerekir ki bilim ler, kendi arala­ rında, birbirlerine o k a d a r bağlıdırlar ki, içlerinden bir tekini ayırıp öğrenm ektense hepsini b ir a rad a öğrenm ek ço k d ah a kolaydır. D em ek ki, doğruyu araştırm ayı cid­

AKLIN YÖNETİMİ

9

di olarak k afasına koym uş olan b ir kim se b ir tek bilim seçm elidir: hepsi birbirine bağlıdır, araların d a birleşm iş­ lerdirler. Bir tek aklının doğal ışığını çoğaltm ayı d üşün­ m elidir; o da okuldaki şu ya da bu güçlükten k urtulm ak için değil, ö m rü n ü n h er dönem inde anlığının (m üdrike, entendem ent) o n a seçilm esi gereken şeyi gösterm esi için. K ısa bir süre sonra, yalnız bir bilimle uğraşanlara b ak arak , çok d ah a üstün ilerlem eler yapm ış olduğunu, öbürlerinin peşine düşm üş olduklarının hepsini elde et­ miş olm akla kalm ayıp o n ların u m d uklarından çok d ah a üstün şeylere ulaşm ış olduğunu görüp şaşıracaktır.

Kural II U ğraşm am ız gereken konular, yalnızca, a klım ızın kesin ve açık bir bilgi edinm eye yeteceğini kestirdiklerim iz ol­ malıdır. H er bilim k esin ve apaçık (évident) bir bilgidir. Ç ok şeyden şüphe eden kim se bunu hiç akim a getirm em iş olandan d ah a bilgin değildir; h atta, kim i şeyler üzerine yanlış görüşler edinm iş ise, ötekinden d ah a az bilgilidir. O nun için ço k güç k o n u lar üzerine düşm ekten ise bun­ ları hiç ele alm am ak daha iyidir; [çünkü] doğruyu yan­ lıştan ayırm a gücü olm ayınca, b u n lard an kim ilerine, şü p ­ heli olanı kesin diye izafe edebiliriz, o zam an d a bilgi­ mizi arttıralım derken azaltm a tehlikesi ile karşılaşm ış oluruz. Sonuç olarak b u öneri3 ile olası (m uhtem el, k e ­ sin olm ayan) tüm bilgileri reddediyor ve yalnız tam ola­ ra k bilinene, şüphe k aldırm ayana güveniyoruz. O ku­ m uşlar belki böyle bilgilerin pek az olduklarına in an ır­ lar, çünkü bunları çok kolay ve el altında sayar ve, in ­ sanoğluna özgü ortak bir k u surdur, dikkate alm ayı ih­ mal ederler. B ence yine de b u n lar [o nların] sandık ların­ d an çok d ah a fazladır ve şimdiye k a d a r olabilir saydık­ ları [üzerinde p ek durm ad ık ları] sayısız önerm eyi kesin o larak kanıtlam aya yeterlidirler. Ç ünkü b ir okum uşun bir şeyi bilm ediğini itiraf etm esini yakışıksız sanırlar, uyduruk nedenlerini süsleyip püslem eye o k a d a r alış­ m ışlardır ki, sonunda, farkında o lm adan b u n lara k en ­ dileri de in an ırlar ve doğru sayarlar.

AKLIN YÖNETİMİ

11

B unu n la b eraber, kuralım ıza gereği k a d a r bağlı kaldığım ız takdirde, incelem ek üzere ele alabileceğim iz p e k az şey kalır". G erçekte bilim alan ın d a ustaların üze­ rinde sıkça çatışm adıkları so ru n lara4 p ek az rastlanılabilir. A m a aynı şey üzerinde iki kişinin ters yargılara var­ d ık la rı her seferde, b u n la rd a n hiç olm azsa birisinin ya­ nıldığı kesindir. H a tta h er ikisi de bilgi sahibi değil gi­ bi görünür, çünkü birinin nedenleri kesin ve apaçık olsay­ d ı görüşünü ö b ü rü n e kabul ettirebilecek şekilde açıkla­ yabilecekti. İm di, b ü tü n bu tü r k o n u lar üzerinde eksik­ siz bilim e değil, olası görüşlere varabiliriz, çünkü pek fazla kendim izi beğenm iş değil isek b aşkalarının y aptık­ larından d ah a çoğunu yapacağım ızı düşünem eyiz. Böylece eğer hesabım ız doğru ise, kuralım ızı, bu güne k a ­ d a r bulunan bilim lerden yalnız aritm etik ve geom etriye uygulayabileceğiz. B ununla beraber, bu böyledir diyerek, başkalarının b u güne k ad ar bulm uş o ldukları felsefe yapm a tarzını ve, öğrencilerin kendi savaşlarında uyguladıkları olası­ lık tasım ı araçlarını silkip atm ıyoruz. G erçekte b u nlar çocuk zekâsı için egzersizlerdir ve yarıştırarak geliştir­ m ek için bir d ü rtü aracıdır: kendi b aşlarına bırak m aktan ise, onlara, birbirine yakın düşüncelerle yön verm ek d a ­ h a iyidir, h atta bu düşünceler, bilginler k atın d a tartış­ m alı olsalar bile. B ir yol g österen olm asa belki de u çu ­ ru m a doğru gideceklerdir, b una karşılık, üstatlarının izinde yürüdükleri sürece, h a tta a ra sıra doğru yoldan uzaklaşsalar bile yine de en azından uyanık kim selerin o n ay ın ı kazanm ış olan d ah a güvenilir b ir yolda yürüm üş olacaklardır. Biz kendim iz b ir zam anlar okullarda bu tarzda yetiştirilm iş olm aktan hoşnutuz, am a bu gün bi­ zi üstadım ızın sözünden çıkm am aya zorlayan andım ız­ d a n sıyrılm ış ve eline değnek vurulacak yaşı d a geride bırakm ış olduğum uza göre, eğer insan bilgisinin d o ru ­ ğ u n a erişm ekte yardım cı olacak k u ralları kendim iz be­

12

DESCARTES

lirlem eyi ciddi olarak istiyorsak5 b ir ço k la n gibi vak­ timizi boşa harcam aya karşı bizi uyaracak olan [kural] ları en başa alm am ız gerekir. O n lar [vakitlerini bo şa hacayanlar] bütü n o kolay şeyleri boşlarlar ve yalnız çetin konuları ele alarak b unların üzerinde k afa y orar­ lar, çok ince sanılar (tahm inler) ve son kertede olası n e­ denler toplarlar. A m a bunca çabadan son ra çok geç fa rk ederler ki yaptıkları, hiç bir bilim edinm eden, yal­ nızca şüphe yığını şişirm ekten öteye geçm em iştir. B iraz yuk arıd a başkaları tarafın d an bilinen bilim dalları arasında yalnız aritm etik ile geom etrinin yanlış­ lık ve belirsizlik k u su rların d an bağışık olduklarını söy­ lem iştik, şimdi d e b u nun niye böyle olduğunu d ah a b ir titizlikle irdeliyeceğiz ve bu a rad a şeyleri bilm eye bizi iki yolun götürdüğünü ve bunların da deney ve tüm den­ gelim olduğunu belirteceğiz. B ir de şunu belirtm em iz ge­ rek ir ki, şeylerle ilgili deneyler çoğu zam an yanıltıcı olurlar, oysa tüm dengelim ya da bir şeyden bir ö bürü çıkarsanan salt işlem, şüphesiz gözden kaçtığı zam an atla­ n ab ilir am a, h a tta akla en uygun olduğu zam an bile, an­ lık (m üdrike) tarafın d an kötü yapılm ış olam az. D iyalektikçilerin insan zihnine onların aracılığı ile egemen ol­ d u klarını düşündükleri ve, yadsım ıyorum , başka yerler­ de pek de kullanışlı olan bağlar da, bence, bu k o nuda pek az yararlıdır. G erçekten de olası bütü n yanlışlar, in­ san lardan söz ediyorum hayvanlardan değil, hiç b ir za­ m an bir kötü çıkarsam a ile değil, yalnızca iyi kav ranıl­ m am ış deneylerden yola çıkıldığında ya da bu deneylere iyice düşünüp taşınm adan bağlanan tem elsiz yargılarla o rtaya çıkarlar. Bilim dalları içinde yalnız aritm etik ve geom etri­ nin çok daha kesin olm alarının nedeni, bu düşünceler­ den açıkça çıkarılır; çünkü b ir tek onlar, deneyin şüp­ heli gösterebileceği hiç b ir varsayım ile ilgisi olm ayan arı ive yalın konuları ele alırlar ve bütünüyle akla uygun b ir

AKLIN YÖNETİMİ

13

çıkarsam a ile varılan so nuçlardan oluşurlar. D em ek ki hepsinin en kolay ve en açık olanı bunlardır, çünkü is­ tediğim iz tarzda ve, bir insan için yanılm anın, dikkatsiz­ lik dışında, pek az m üm kün olduğu bir konuları vardır. B ununla beraber, bu böyledir diye, bir çok kim senin gö­ n ü l rızası ile başka san atlara ya da felsefeye k ap ılanm a­ larına şaşm am ak gerekir: bu şundan ileri gelir ki, |b u n ların] her biri açık konu lar yerine kapalı k o n u lard a k âh in olmayı daha güvenli sayarlar, bir de, h er hangi bir soru üzerinde [o soru] ne k ad ar kolay olursa olsun, doğ­ ru y a varm aktan çok d ah a kolaydır. B ütün b u nlardan çıkan sonuç yalnız aritm etik ve geom etrinin öğrenilm esi gerektiği değil elbet, am a bizi doğruya ulaştıracak doğru yolu araştırırken, aritm etik ve geom etrik tanıtlam aların d ak i kesinliğe sahip olm ayan h iç bir kon u y a el atm am aktır.

Kural III D üşünce konusu olan şeylerde araştırılması gereken şey başkasının ne düşündüğü ya da ken d im izin yapacağım ız sanılar değildir, am a sezgi ile açık ve seçik olarak göre­ bileceklerim iz ya da yapabileceğim iz kesin çıkarsamalardır: zaten bilim başka türlü edinilemezG erek eskiden varılm ış olan buluşları tanım ak, ge­ rekse tüm bilim dalları içerisinde bulun acak d ah a nele­ rin kaldığını öğrenm ek, pek çok sayıda kim senin çalış­ m alarından y ararlanm ak için eskilerin kitaplarını, bizim için pek yararlı olduğu bir zam anda okum ak gereklidir. B ununla b eraber bu kitapları büyük b ir dikkatle o k u r­ ken bazı yanlışlık kirlerine dokunm ak gibi pek büyük bir tehlike vard ır ki ne k ad ar sakınırsak sakınalım yine de bunlara bulaşm aktan kurtulam ayız. G erçekten de yazar­ ların genelde öyle bir tutum ları vard ır ki, ne zam an iyice düşünüp taşınm adan girdikleri bir tartışm ad a zor du rum a düşseler hep, ince k an ıtlar ileri sürerek, bizi de oraya sürüklem ek isterler. B una karşılık ne zam an kesin ve açık bir şey bulm ak m utluluğuna erseler, hiçbir zam an bu­ nu kaçam aklı zarflarla sarıp sarm alam adan gösterm ezler, belki nedenlerinin basitliği buluşun değerini d ü şü rü r k o r­ kusu ile ya d a bir kesin doğruyu bizden kıskandıkları için. B ununla b erab er hepsi de dürü st ve k ib a r dav ransa, şüpheli şeyleri doğru diye y utturm aya kalkm asa, her

AKLIN YÖNETİMİ

15

şeyi açık yürekle o rtay a koysa bile, birisi b ir şey ortaya a ta r atm az ö b ü rü h em en tersini söylediğinden, hangisi­ ne inanacağım ızı hiç bir zam an kestirem eyiz. E n çok sayıda yazarın desteklediği g örüşün hangisi olduğunu sap tam ak için sayım yapm ak d a işe yaram az, çünkü, konu eğer güçse, doğru olanın, çoğunluğun değil azınlığın tu t­ tuğu yönde olm ası d ah a çok ak la yakın düşer. D iyelim ki, hepsi de aynı görüşte birleşti, öğretileri yine de, bize göre yeterli değildir: örneğin, başkalarının bulm uş oldukları tüm tanıtlam aları bellem iş olsak bile, eğer k a ­ fam ız her türlü problem i çözecek güçte değilse, hiç bir zam an m atem atikçi olam ayız; önüm üze getirilen [bir k o ­ nu] üzerinde sağlam bir yargıya v aracak güçte değil­ sek, P la to n u n , A risto ’n u n tüm u savurm alarm ı0 o k u m ak­ la filozof olmayız. B u n un la yalnızca tarih öğrenm iş gibi oluruz, bilim değil.7 A yrıca, şeylerin doğruluğu üzerindeki yargılarım ıza hiç b ir zam an, hiç b ir sanıyı (tahm ini) k arıştırm am ahyız. V e bu uyarı hiç de önem siz değildir: sıradan felse­ fede tartışm a kaldırm ayacak k ad ar apaçık ve kesin bir şey olam ayacığm m en belirgin nedeni, en başta, saydam ve kesin olanı tanım akla yetinm iyen araştırıcıların, an ­ cak olası sanılarla ulaşabilecekleri k aran lık ve bilinm e­ yen şeyleri tutm aya kalkışm alarıdır. S onradan buna, u fak tan ufağa kendileri de in anırlar, içlerinden doğru ve apaçık olanların ayırd etm eden tüm ünü h arm an eder­ ler, ve sonunda bir önerm eye bağlı kalm ayan, belirsiz olm ayan hiç bir sonuca ulaşam azlar. Sonradan biz de aynı yanlışa düşm em ek için, işte anlığım ızın (entendem ent) eşyayı herhangi bir yanılm a k orkusu olm adan tanım am ıza elverecek b ü tü n edim leri­ nin (actes) sayım ı. B unlar yalnız iki tanedir: sezgi ve tüm dengelim .8 Sezgi’den anladığım ız, duy u lard an edindiğim iz de­ ğişken inan9 ya d a k ö tü kurulm uş b ir im gelem (m uhay-

16

DESCARTES

yile, im agination)10 in yanıltıcı yargısı değil, dikkatli ve arı zekânın11 onca kolaylıkla ve belirgin olarak biçim verdiği ve anladığım ız şey üzerine herhangi bir şüpheye kesinlikle yer bırakm ayan k avram (concept)’dır; ya da, yine aynı şey, elbette m üm kündür ki, dikkatli ve arı zekâ ile oluşan, yalnızca aklın ışığından doğduğu ve yalınlığı, y ukarıda da belirttiğim iz gibi, insan tarafından bile kötüsü yapılam ayan tüm dengelim in yalınlığından d a h a büyük olduğu için kesinliği de çok büyük olan kav­ ram d ır. Böylece herkes zihinsel sezgi ile, varolduğunu, düşündüğünü, bir üçgenin yalnızca üç çizgi ile, toparlak b ir cism in bir tek yüzeyle sınırlı olduğunu ve kafalarım kolay şeylerle yorm ayı küçüm seyen bir çoklarının aldı­ rış etm edikleri d ah a bir sürü olguyu görebilir. Z aten sezgi sözcüğünün ve, ileride bilinen anlam la­ rın d a n saptırm ak zo runda kalacağım öbürlerinin yeni kullanım larını yadırgayacak olanlar bulunabileceğini dü­ şünerek b u rad a genel b ir açıklam a yapıyorum . H er bir deyim in şu son zam anlarda okullarda ne tarzda k ullanıl­ dığını düşünm edim , çünkü birbirlerinden çok ayrı fikir­ leri dile getirm ek için aynı adları kullanm ak çok güç olacaktı; ben h er sözcüğün yalnız latincedeki anlam ını tutuyorum ve fikrim i söylem ek için özel bir karşılık b u ­ lam adığım zam an, b an a en uygun görünen sözcükleri alıyorum . Ö b ü r y andan sezgideki bu apaçıklık ve bu kesinlik yalnız açıklam alar için değil, h er tü r akıl yürütm eler (m u­ hakem e, usavurm a, raisonnem ent) için de g ereklidir.12 Ö rneğin, diyelim şu yargı (netice, conséquence) yı çı­ kard ık : 2 ile 2 ve 3 ile 1 aynı şeydir, sezgi yoluyla yal­ nızca 2 artı 2 nin 4 ve 3 artı 1 in yine 4 ettiğini değil, ayrıca bu iki önerm enin zorunlu yargı olarak, ilkrn ve­ rilm iş olan üçüncü önerm eyi içerdiğini de görm ek ge­ rek ir. Şimdi ned en sezgiye, tüm dengelim e bağlı olarak,

AKLIN YÖNETİMİ

17

b ir başka bilm e kipi (m ode) eklediğim iz sorulabilir ki biz bundan kesin o larak bilinen başka şeylerden çıkarı­ la n tüm zorunlu sonucu (conclusion) anlıyoruz. B unu yapm ak gerekti, çünkü bir çok şey, hiç de apaçık olm a­ dığı halde, her şeyi sezgi yoluyla belirgin olarak gören düşüncenin sürekli ve hiçbir kesintiye uğram ayan devini­ m i aracılığı ile, doğru ve bilinen ilkelerden çıkarıldıkları için kesin im iş gibi bilinir. U zun bir zincirin son b akla­ sını birinci ile birleştiren bağı da, aradaki b ütün öbür baklaları bir bakışta sezgi ile kavrayam adığım ız halde, yine böyle biliyoruz: bun u n için baklaları birinden öb ü ­ rüne izlemek ve birinciden sonuncuya k ad ar her birinin hem en kendi yanındakine bağlı olduğunu akıldan ç ık a r­ m am ak yeterlidir. İm di, zihinsel sezgiyi kesin olarak tüm ­ dengelim den ayırıyoruz, şu olgu ile ki, tüm dengelim de b ir tü r devinim ya da b irinden öbürüne geçm e vardı*., oysa öbüründe [sezgide] durum böyle değildir; ayrıca tüm dengelim , sezgi gibi, edim li (actuelle) b ir açıklık is ıtemez, kesinliğini, d ah a çok, şu ya d a bu tarzda, bellek ten alır. B undan şu çıkıyor: ilk ilkelerin dolaysız var gısı (la conséquence im m édiate) olan önerm eler, bakış açısına göre kâh sezgi ile k âh tüm dengelim ile biliniyoı, denilebilir; ilk ilkelerin kendisine gelince, b unlar yalnız ca sezgi ile bilinir, bunların uzak vargılarına ise yalnızca tüm dengelim le ulaşılabilir. Bilime götüren en güvenilir iki yol işte bunlardır: akıl için fazlasına gerek yoktur, öbürleri yanıltıcı o lab i­ lirler, güvenilm ez. B ununla beraber, bu, herhangi bir bilgiden daha kesin olan tanrısal esin konularına inan­ m am ıza engel değildir: gizli şeylerle ilgili olarak besledi­ ğim iz inanç (croyance) aklın (esprit) değil istencin (irace volonté) edim idir (acte). E ğer inancın anlık (entende­ m ent) içerisinde tem elleri varsa, ileride belki daha g cn’şçe göstereceğ in iz gibi, bu iki yoldan biri ile bulunabilir ve bulunm alıdır.

Kural IV M e to d , doğruyu aram ak için, zorunludur. Ö lüm lüler öylesine k ö r b ir görm e ve anlam a tu tk u ­ sunun kölesidirler ki, akla uygun hiçbir üm it olm adığı halde, ola ki aradıkları k arşılarına çıkıverir diye, akılla­ rın ı sık sık bilinm eyen yollara sokarlar. B unlar, bir h a­ zine bulm ak gibi b u dalaca bir istekle yanıp tutu şarak, »belki bir yolcu bir şey düşürm üştür de ben bulurum , d i­ ye m eydan sokak dolanıp duran bir kim seye benzerler. K im yacıların hem en hepsi, geom etricilerin bir çoğu ve filozofların büyük bir bölüm ü böyle çalışır. D oğrunun p e­ şindeki bu d olanm alar sırasında, talihleri yardım e d tr, bir kaç doğrunun üstüne düşebilirler, bunu yadsım ıyo­ ru m elbette; ne v ar ki ben bunu onların işbilirlikleri;»e ideğil, talihlerine yorarım . O ysa bir şey üzerine doğ m olanı m etodsuz aram ak tan ise hiç aram am ak d ah a ividir; gerçekten de şu kesindir ki, böyle düzensiz olarak, bu­ lanık düşüncelerle yapılm ış incelem eler doğal ışığı k arartır, aklın gözlerini bağlar. Böyle k aran lık ta yürüm eye alı­ şan bir kişinin gözlerinin gücü o k a d a r azalır ki artık gün ışığına dayanam az olur. D eney de bunu d oğrulu­ yor: çoğu zam an görürüz, yazınla pek başı hoş olmay ınla r önlerine çıkan k onularda, öm rünü o k u llard a sü rt­ m ekle geçirenlerden çok daha sağlam ve açık yargılara varırlar. M etoda gelince, benim bun d an anladığım , ke­ sin ve uygulanm ası kolay ku rallard ır, b u n lara uyan kim ­ se yanlışı doğru diye alm ayacak, bilebileceği h er şey üze­

AKLIN YÖNETİMİ

19

rine, boş yere k afa yorm adan, bilgisini sürekli o larak, adım adım arttırarak , doğru olan bilgiyi edinecektir. B urad a iki noktayı belirtm eliyiz: hiçbir suretle yan­ lışı doğrunun yerine koym am ak ve h er şeyin bilgisine varm ak. G erçekten de, bilebileceğim iz şeylerden birini bilm iyorsak bun u n nedeni ya bizi bu bilgiye ulaştıracak olan yolu hiçbir zam an bulam am ış olm am ız, ya da tersi, b ir yanlışa düşm em izdir. M adem ki bilgi ancak zihinsel sezgi ya d a tüm dengelim le edinilebiliyor, o halde eğer m etod, doğrunun tersi olan vanlısa düşm em ek için, zihin­ sel sezginin nasıl kullanılm ası gerektiği üstüne bize ek­ siksiz bir açıklam a veriyor ve her şeyin bilgisine ulaşm ak için tüm dengelim ler bulm anın yolunu gösteriyorsa, ben­ ce artık, onun [m etodun] tam ve eksiksiz olm ası için, d a h a önce de söylendiği gibi, başka b ir şeye gerek k a l­ m az. A m a m etod bu işlem lerin nasıl yapılm ası gerekti­ ğini öğretm eye k ad ar d a gidem ez, çünkü b unlar hepsinin en başta gelenleri ve en basitleridir, öyle ki, eğer an lı­ ğımız (entendem ent) bunları [bu işlem leri, zihinsel sezgi ve tüm dengelim leri] daha önce yapm ış değil ise, m eto­ d u n kendisinden de, ne k ad ar kolay olursa oisun, b ir şey anlıvam azdı. D iyalektiğin bu ilklerin yardım ı ile y önelt­ m eğe çalıştığı ö b ü r zihinsel işlem lere gelince13 b u n lar b u ra d a yararsızdırlar, ya da daha çok b ir engel sayılabi­ lirler, çiinkü, aklın arı ışığına, onu şu ya d a bu tarzd a karatm ak tan hiçbir şey eklenem ez. im di, m adem ki bu m eto d u n yararı, yazın k ü ltü rü n ü n onsuz yararlı değil zararlı olacağı k ad ar b üyüktür [o h al­ de] üstün zekâların b ir tek doğanın güdüm ü ile bile onu d ah a önce fark etm iş o lduklarına kendim i kolaylıkla inandırabilirim . G erçekten de insan zekâsında tan rı ver­ gisi bir şey v ard ır ki oraya yararlı düşüncelerin ilk to ­ hum ları ekilm iştir, öyle ki, çoğu zam an arad a yapılan öğrenim le ne k ad ar savsaklanm ış ve bastırılm ış da olsa, [o tohum lar] kendiliklerinden yem işlerini verirler. B unun

20

DESCARTES

denem esini bilim lerin en k o lay lan olan aritm etik ve geom etride yapıyoruz. G erçekten de eski geom etricilerin, bütün problem lerin çözüm ünde uyguladıkları am a ken­ dilerinden sonra gelenlerden gizledikleri bir tü r çözüm ­ lem e (analyse) kullandıklarını yeterince biliyoruz. V e Simdi de adına cebir denilen, eskilerin şekiller için yap­ tıklarını sayılar için yapm a olanağı sağlayan bir tü r a rit­ m etik gelişm ektedir. Bu iki şey, m etodum uzun doğal il­ kelerinin kendiliklerinden (spontané) verdikleri yem iş­ lerden başka bir şey değildir, ve ben bunun konuları çok yalın olan ve öbürlerine göre şim diye k ad ar d ah a başa­ rılı görünen bu iki san atta olm asına şaşm ıyorum , ö b ü rle­ rinde pek büyük engeller bu yem işleri kuru tu y o r am a yi­ ne de olgunlaştırm ak için büyük bir çaba harcanırsa, is­ tenilen sonuca kesin olarak varılabilir. Bu kitap ta yapm ak istcdiğ'm de özellikle budur. A s­ lında kurallarım ı, h esapçıların14 ve geom etricilerin boş zam anlarını d olduran sıradan hesap oyunu problem lerini çözm ekten başka bir işe yaram asalardı pek o k a d a r tu t­ m azdım ; du ru m öyle olsaydı, belki öbürlerinden biraz daha ince b ir tarzda am a yine de incir çekirdeği d oldur­ m az işlerle uğraştığım a inanırdım . B u rad a şekillerden ve sayılardan çokça söz etm eye kararlıyım , çünkü başka hiçbir bilim d alından böylesine apaçık ve kesin örnekler beklenem ez, bununla b eraber düşüncem i yakından izliyecek olan birisi benim burada ele aldığım şeyin sıradan m atem atikle bir ilgisi olm adığını, bunların, bölüm lerin­ den birisi değil, sadece giysisi olduğu bir b a ş k a b T m d a­ lı ileri sürdüğüm ü kolayca görecektir. Bu dal aslında in­ san aklının ilk kavram larını içerm eli ve eylemini, hangi konuda olursa olsun, doğruların fışkırm as-na k ad ar sürdürm ebdir. A çıkçası insan kafasındaki tüm bilgilerin kaynağı o o ' d ı ı ğ u n a nöre. öbürlerinin hensine veğ tutulur: b e n i m k a n ı m budur. B urada gb-s'den söz edivorsam bu, ö ğ r e t 'mi b a v a ğ ' d a n k u r t a r m a k iç in har v u r u n h a r m a n sn

AKLIN YÖNETİMİ

21

vurm ak istediğim den değil, asıl onu insan zekâsına y a­ raşır bir hale getirm ek için giydirip kuşandırm ak istediğim dendir. B aşlangıçta kendim i m atem atik d alların a verdiğim ­ d e, ilk ağızda öncülerinin genellikle öğrettikleri şeylerin çoğunu baştan sona okudum ve daha çok aritm etik ile geom etri üzerinde durdum , çünkü bunların, [bilim d alla­ rının] en yalınları o ldukları ve geri kalan [bilim d alları­ nın] yolunu açtıkları söyleniyordu. A m a h er ikisi için de elim in altına beni doyurabilecek güçte bir yazar (m üel­ lif) düşm edi. G erçi sayılar üzerine bunların b ir çok açın­ dırm alarını (développem ent) okuyordum ve ark ad an yap­ tığım hesaplar d a b u n ların doğru olduklarını gösteriyor­ du; şekillere gelince b unlarda da gözlerim in önüne ser­ d ik le ri bir çok şey vardı ve hepsi de kesin yargılardı. A m a bu neden böyle idi, bunu nasıl bulm uşlardı Ibu so­ nuca nasılu laşm ışlardı], b an a yeteri k ad ar açıklanm ış gibi gelm iyordu. B undan ö tü rü de bir çok kim senin h at­ ta pek yetenekli ve derin bilgili ü stad ların 15 bu sanatlara şöyle bir d o k u n u p geçtiklerini görünce hiç şaşm am ıştım , belki çocukça ve yararsız buluyor, belki de tersine aşırı kerted e güç ve akıl karıştırıcı oldukları düşüncesi ile terslyüz edip eşikten dönüyorlardı. A slında böyle basit sayı­ la r ve uydurm a şekillerle, iradem izi böyle kıvır kıvır şey­ lerin bilgisi ile h oşnut görünecek kertede, uğraşm aktan 'daha boş bir şey olam az; Çoğu zam an san attan (art) çok rastlan tı sonucu bulunm uş olan ve anlıktan çok gözlere ve hayale yönelen yüzeysel tanıtlam aların (dém o n stra­ tion) üzerine, bize aklı kullanm a alışkanlığını bile kayb e tt’recek kertede [bir hızla] atılm ak k ad ar boş bir şey olam az. A ynı zam anda bir sayılar k arm aşasına sarm alan­ m ış yeni güçlükleçin, bu tarzda üstesinden gelm ek k adar dolam baçlı bir şey olam az. Sonradan, felsefenin ilk yaratıcılarının m atem atik bilm iyen bir kim seyi, sanki bu, insan kafasını ö b ü r daha

22

DESCARTES

önem li bilim leri öğrenm ek ve b u n lara h azırlam ak için en kolay ve en gerekli bilim dalıi miş gibi, neden hikm et (sagssse) araştırm aların a kabul etm ediklerini sordum k en ­ di kendim e. O zam an açıkça işkillendim , b unlar çağımızın bilinen m atem atiğinden çok d ah a başka bir tü r m atetem atik biliyorlardı belki de, ne var ki bunu derken onu da pek iyi bildiklerini sanm ıyorum , çünkü, buldukları ufa­ cık bir şey için çılgın sevinçlere kapılm aları ne k ad ar ya­ lınkat oldu k ların ı açıkça gösterm ektedir. B u düşüncem , tarihçilerin övdüklerini kimi m akinelerini gördükten so nra d a sarsılm adı, çünkü b unlar son kerte basit şeyler olm alarına karşın, hayran ve bilgisiz k alab alık lar ta ra ­ fın d an birer h arik a o larak krşılanm ış olabilirlerdi. B u­ nunla beraber, inanıyorum ki, doğanın insan zihnine ek ­ tiği, am a her gün okunan, işitilen yanlışlarla üstü kapanan, doğrunun ilk tohum ları ilkçağın bu kültürsüz ve p ek b a ­ sit insanlarında öyle bir güce sahiptiler ki erdem i hazza, onuru, yarara yeğ tutm ak gerektiğini gösteren aynı zihin­ sel ışık sayesinde, onlar da, bu bilim lerin kendilerini iyi­ ce kavrayam am akla beraber, felsefenin ve m atem atiğin doğru fikirlerini, p ek de farkında olm adan edinm işlerdir. H iç şüphesiz bence bu asıl m atem atiğin kim i çizgileri P a p p u s ve D io p b an te’de ortay a çıkm ıştır ki b u n lar da ilkçağda değilse bile zam anım ızdan bir çok yüzyıl önce yaşam ışlardır (16). P ek âlâ inanacağım ki bu y azarların kendileri, sonradan, bir tü r suçlu kurnazlığı ile bunu o r­ tad an kaldırm ışlardır. A slında bilinen b ir şeydir, b ir çok artizanın d a buluşları için yaptıkları gibi, onlar da belki bu n ların pek basit ve kolay oluşundan, ortalığa dökülüp değerden düşm esinden çekinm işler, kendilerine hayranlık beslensin diye, bize, hayranlığım ızı kök ü n d en k u ru tacak sanatlarını öğretm ek yerine, san atların ın sonucu (effet) diye ince bir keskin m antıkla kim i kısır doğruları sun­ m ayı yeğ tutm uşlardır. N ihayet yüzyılım ızda da aynı sa­ n atı diriltm eye çalışan üstad lar çıkm ıştır, çünkü o yaban

AKLIN YÖNETİMİ

23

cebir adı ile anılanın d a başka bir şey olm adığı görülü­ yor, yeter ki üstüne doluşan bir sürü say ıd an 1® ve açık­ lanm ası olanaksız şekillerden ayıklansın, gerçek m ate­ m atik te bulunduğunu varsaydığım ız b erraklığa ve açık­ lığa kavuşsun. Bu düşünceler beni aritm etik ve geom etri üzerine yaptığım özel çalışm alardan alıp derinlem esine ve genel b ir m atem atik araştırm asına götürdü, önce kendim e sor­ dum , bu add an herkes tam olarak ne anlıyordu ve niçin, yalnız daha önce değindiğim iz bilim ler değil de astrono­ m i, m üzik, optik, m ekanik ve daha pek çokları da m a­ tem atiğin bölüm leri sayılıyordu. B u rad a elbette sözcü­ ğün etim olojisine bak m ak yetm ez, çünkü m atem atik adı yalnızca bilim d alı18 anlam ına alındığından, geom etri gi­ bi, yukarıda anılan bilim lerin de m atem atik diye ad lan ­ dırılm aya hakları vardır. Z aten hep görüyoruz, karşısına çıkan şeyin m atem atiğe mi yoksa ö b ü r bilim lere mi ait olduğunu kolaylıkla ayırdedem iyecek kim se yoktur, bu­ n u n için okul kapısının eşiğine şöylece dokunm uş olm ak bile yeter. B unu biraz daha yakından düşününce, bence şu açıkça görülür ki yalnız sıra ve ölçü kullanılarak in­ celenen her şey m atem atiğe aittir, bu ölçünün sayılarda, şekillerde, yıldızlarda, seslerde ya da herhangi bir k o nuda olm asının önem i yoktur. B undan şu çıkıyor: araştırm ası, özel bir konuya bağlam adan, düzen ve ölçü ile yapılan h e r şeyi açıklayan bir genel bilim dalının bulunm ası ge­ rekir: bu bilim bir iğreti ad ile değil, zaten tüm el (üniver­ selle) m atem atiğin kullanım ı ile kabul edilm iş olan eski adıyla belirlenir, çünkü o, m atem atiğin bölüm leri olarak ad lan d ırılan ö bür bilim leri de kapsar. T üm el m atem atik yararlılık ve kolaylık bakım ından ona bağlı olan öteki bilim lerin önünde gider, bunların ve d ah a b ir çoklarının kon ularına el atm ası d a bunu açıkça gösterm ektedir; bir de şu olgu var, ondaki [tüm el m atem atikteki] güçlükle­ rin , o d a eğer varsa, aynıları ö bürlerinde de v ardır, üs­

24

DESCARTES

telik kendisinde bulunm ayan am a onlarda bulunan özel konulardan ötürü onlarda daha çoktur. Şimdi, m adem ki herkes onun adını biliyor ve, pek de farkında olm adan konusunu anlıyor, o halde, neden bir çoğu, ona bağlı olan bilim dallarını güçlükle irdeliyor d a, kim se de çıkıp onan kendisini öğrenm eye sıvanm ıyor? Evet, onu herkesin çok kolay bulduğunu bilm eseydim ve eğer nice zam andır, insan aklının hep rah atça yapabileceğini sandığı şeyi b ir yana bırakıp, bir iki dem eden, yeni ve daha üst düzeyde o la­ nın üstüne atıldığını görm üş olm asaydım , bu beni şa ­ şırtırdı. B ana gelince, yetersizliğim in bilincinde olarak, bilgi edinm ede, inatla şöyle bir düzen izlemiye k a ra r verdim : her zam an en basit ve en kolay k onulardan başlam ak ve b unlardan artık bekliyecebileceğim hiçbİT şey kalm adığ' kanısına varıncaya k ad ar asla öbürlerine geçm em ek. Bu güne k ad ar elim den geldiğince, tüm el m atem atik üze­ rinde çalışmış olm am ın nedeni budur, öyle ki, artık öbür bilim lere zam ansız b ir giriş yapm adan onlarla uğraşabilm e yetkisini elde ettiğ'm i sanıyorum . A m a bunu elden bırakm adan önce b elki b ir gün, yaşlılık dolayısıyla bel­ leğim güçten düşer diye, ve bir de, geri k alan lara [öbür bil'm lcre] d ah a b ir serbestlikle girm ek üzere belleğimi boşaltm ak için, önceki çalışm alarım da ele alm aya layık bulduğum h er şeyi b ira ra y a getirm eye ve düzene koym a­ ya çalışacağım .

Kural V M e to d bütünüyle zekânın, k im i doğrulan bulm a k iç.n, işlem esi gereken konuların sıraya ve düzene kon u lm asın­ dan ibarettir. K arm aşık ve karanlık önerm eleri, adım acımı daha basit önerm elere indirir ve bundan sonra en basit sezgilerden başlayarak, yine adım adım , b ütün öbür bil­ gileri edinm ek suretiyle ken d im izi yü kseltm iye çalışırsak, m etoda titizlikle bağlı ka lm ış oluruz. İnsan becerisinin en üst noktası işte budur, labi­ rente girm ek istiyen bir kim se için T h e se e ’nin ipliği ne kad ar önem li ise, şeylerin bilgisine varm ak istiv er bir kim se için de bu kural o k ad ar gereklidir. A m a çoğu kim ­ se ya bu kuralın gereğini yeterince düşünm üyor, ya za­ ten haberi yoktur, ya da gerekli saym ıyor ve çoğu zam an en güç sorunları o k a d a r düzensiz olarak ele alıyorlar ki, bana sanki bir yapının yukarı çıkm ak için konulm uş olan m erdivene gerek duym adan ya da m erdiveni görm iverek bir sıçrayışta ta tepesine fırlam ak istiyorla'm ış gibi geliyor. T ü m astrologların yaptıkları da bu d u r, g ö k ­ lerin doğasını bilm eden, halta devinim lerini doğru dürüst gözlem lem eden etkilerini gösterebileceklerini sanırlar. Fiziği göz önüne alm adan m ekanik inceleyen kim selerin çoğu da böyle y aparlar, iyice düşünüp taşınm adan, devi­ nen yeni enstrüm anlar uydururlar. D eneye boş veren filo­ zoflar da aynı şeyi yaparlar ve M inerv’in, Jüp iterin ia fa -

26

DESCARTES

sm dan çıkışı gibi, doğrunun da kendi kafaların d an çıkı­ vereceğini sanırlar. Ve şüphesiz, bu sözünü ettiklerim izin hepsi de açıkça kuralım ıza aykırı d avranıyorlar. A m a b u rad a gerekli olan düzen, çoğu zam an öylesine k aran lık ve karm aşıktır ki onun ne olduğunu bilm ek herkesin işi değildir, bundan ötürü, ipin ucunu kaçırm am ak için, elden geldiğince, gerekli önlem ler alınm alı, en azından, bir sonraki öner­ m ed e ortaya k o n ulacak olana titizlikle uyulm alıdır.

Kural VI Eri basit olan şeyleri karm aşık olanlardan ayırdetm ı ve bunların incelenm esinde bir sıra iz.lemek için, b ir ıd er öbürüne kim i doğrular çıkarttığım ız her türlü şeyle di­ zisinde önce en basit olanı, sonra geri kalanların ona naşı1 çok, az ya da eşit uza klıkta bulunduklarını belin 'm el gerekir. Bu önerm e h e r ne k a d a r yeni b ir şey öğretiye r gibi görünm üyorsa da, san atın tem el gizini içerm ektedir ve bu k ita p ta bundan d a h a yararlısı yoktur. G erçekten de, si­ ze her şeyin kim i dizilere dağıtılabilir olduğunu öğretT, am a bunu, elbetteki filozofların kategorilere üleştirm ek suretiyle yaptıkları gibi, onların şu ya da bu varlık tü rü ­ ne bağlanm ası ile değil, birinin öbürü n d en bilinebilir (çı­ karılabilir) oluşu ile yapar, o tarzdaki, ne zam an bir güç­ lüğe çatılsa hem en, önce ö b ürlerinden kim ilerini gözden geçirm em izin y ararı olup olm ayacağını, bunların hangi­ leri olduğunu ve nasıl bir s;ra ile ele alınacağını gö­ rürüz. B unun gereğince olabilm esi için en b aşta n er şeyin y a saltık (absolue) ya da göreli olarak ad landırılabilece­ ğini göz önünde bulundurm am ız gerekir, am a burada, m aksadım ıza yararlı kılabilm e acısından, yaltık (isolée) yapılarını ele alm ıyor, onları, birinden ö b ürünü bilm ek (çıkarm ak) am acı ile [kendi araların d a] ölçüştürüyoruz. B ir so ru n 19 konusu olan, örneğin, bağım sız, neden

28

DESCARTES

(cause), basit, tüm el, tek, eşit, benzer, düz (droit) vb. sayılan, kendinde (en soi) salt (pure) ve basit olan her şeye saltık (absolu) diyorum ; ve aynı zam anda, onu, so­ runların çözüm ünde kullanm ak am acı ile, önce en basit ve en kolay diye anıyorum . G öreliye (relatif) gelince, bu, aynı yapıya sahip olan ya da hiç değilse, içerdiği öğelerden birisi, saltıka bağla­ nabilm esi nedeniyle, öyle olan ve bir dizi k urarak, ondan [saltık tan jçık arılan şeydir; am a ayrıca kavram olarak, benim oranlar (rapports) dediğim başka şeyleri de k a p ­ sar. Bağım lı, etki, bileşik, tikel (particulier), bir çok, eşit olm ayan, benzer olm ayan, eğik vb. dediğim iz şeylerin tü­ m ü bunlardandır. Bu göreli şeyler, birbirleri arasında bu tiü r bağlı oranları içerdikleri ölçüde, saltık şevlerden uzaklaşırlar. K uralım ız bize bu o ranları b irbirinden avırm ak ve bunların karşılıklı benzeşm elerine ve doğal sıra­ larına karşı uyanık olm ak gereğini hatırlatıyor, o ta r z ­ d a ki, en sondan başlayarak, arad a bütü n öbürleri a ra ­ cılığı ile, en saltık olanı hangisi ise ona ulaşabilelim . V e bütünü ile sanatın gizi, en saltık olanı, titizlikle belirlem ektir. A slında öyle şeyler vardır ki bir açıdan el­ bette öbürlerine göre daha saltıktır am a b ir b aşka v ö f i den ele alınınca daha göreli olurlar. D ivebm , tüm el ti­ kelden d ah a saltıktır, çünkü yapısı d ah a basittir, am a tikelden dah a görelid:r de denilebilir, çünkü varlığı birevler vb. den oluşur. H a tta kimi zam an kimi şeyler gerçekten de öbürlerinden daha saltıktır, ne var ki yine de hep­ sinin en saltıkı değildir: örnekse, bireyleri ele aldığım ızda tü r (espèce) saltık bir şeydir; cinsi (genre) ele alırsak gö­ reli bir şeydir; ölçülebilir şeyler arasında uzam (étendue) saltık bir şeydir, am a uzam türleri arasında saltık olan uzunluktur, vb. Ve son olarak, aynı suretle, şeylerin her birinin doğasını değil, bilinecek şeyler dizisini ele aldığı­ mızı daha iyi anlatabilm ek için neden ile eşiti (la cause e t l’égal), gerçekte doğaları göreli olduğu halde bilerek

AKLIN YÖNETİMİ

29

saltık şeyler arasına koyduk. G erçekten de, filozoflara göre, neden ve etki (illet ve tesir, la cause et l’effet) bağ­ lılaşık (m ütenazır, corrélative) şeylerdir, oysa burada, b ir etkinin ne olduğunu araştırırken, en başta nedeni bil­ m ek gerekir, tersini değil. E şit şeyler arasında d? karşı­ lıklı ilişkiler vardır am a biz eşit olm ayanları ancak e ^ i olan şeylerle karşılaştırarak belirliyebiliriz, tersini y ap a­ ra k değil. ikinci olarak, başka bir şeye bağlı olm adan, deneyle h a tta bizde doğuştan b ulunan bir ışık sayesinde ve ıık bakışta, sezgi ile ve kendiliklerinden görünebilen salt ve b a ­ sit şeylerin sayısı azdır, b u n lara b ak ark en d ikkatli ol­ m ak gerekir, diyoruz, çünkü her dizide en basit dedikleri­ m iz bunlardır. G eri kalan ların hepsine, ancak birinciler­ den çıkarsanarak, ister doğrudan doğruya ister iki üç ya d a daha çok sonuçlar aracılığı ile varılabilir ki bunların sayısı en basit olan ilk önerm eden ne ölçüde uzaklaştığını bilm ek için, bir k en ara yazılm ak gerekir. A raştırm a k o ­ nusu nesneler dizilerini doğuran vargılar zincirlem esi böyledir, güvenilir bir m etodla incelenecek h er sorun böyle ele alınm alıdır. A m a bunların hepsini gözden ge­ çirm ek kolay değildir, ayrıca bunları bellekte tu tm ak ye­ rine belli bir kafa gücü ile ayırdetm ek gerekir, onun için akıllara, gereğinde bunları hem en tanım a olanağı verecek b ir yapı sağlayacak bir yol araştırılm alıdır. B unun için de benim denem elerim e göre, hiç kuşkusuz, daha önce r " r'r>üş olduğum uz en küçük şeylerin bile her birini b e l­ li bir zeyreklik (sagacité) ile düşünm iye alışm aktan daha iyi bir yol yoktur. V e nihayet, üçüncü olarak, incelem eye güç şeylerin utı.m em esin e araştırılm ası ile başlanm am alıd r, zorunlu olan, belirli kimi so runlara çatm aya sıvanm am ak, k arşı­ m ıza çıkan sorunlar arasında kendiliğ'nvzden bir seç;m yapm am ak, am a bunlardan a am ali olarak birinden ö b ü ­ rüne başka an n .n ve bu başkalardan da daha başkalarının

30

DESCARTES

çıkarılıp çıkarılam ayacağına b akm aktır. A rk ad an , bulu­ nan doğrular üzerinde dikkatle d u ru p düşünm eli, niçin birilerini öbürlerinden d ah a erken ve daha kolaylıkla bul­ duğum uz ve bu bulduklarım ızın neler olduğu titizlikle incelenm elidir. Böylece, belirli bir so ru n a yönelirken, ön­ ce öbür araştırm alard an hangilerinin bize yararlı olacağını saptayabiliriz. D iyelim , aklım a düştü, 6 sayısı 3 sayısının iki k atıdır dedim , hem en arkasından 6 sayısının iki k a ­ tını araştıracağım , yani 12, bu kez yine, istersem bu so­ nuncu sayının iki k atı nedir, 24, sonra 24 ün iki katı, yani 48, vb. B undan kolaylıkla, 3 ile 6, 6 ile 12 ve giderek 12 ile 24 sayıları arasındaki oranın aynı olduğu ve, sonuç olarak 3, 6, 12, 24, 48, vb. sayılarının sürekli orantılı20 o ld u k ların a varacağım . Z aten b unlar, h er n ek ad ar ço­ cukça sayılabilecek kertede a iık olsalar da, özenli bir düşünm e bana, o ran tılar ya da oranlar (proportions ou rapports) ile ilgili olarak ortaya çıkabilecek bütün sorun­ ların nasıl birbirleri içine geçtiklerini ve b u n lar üzerine yapılacak bir araştırm anın hangi sırayı izlemesi gerek­ tiğini gösterecektir: ve bu, kendi başına, salt m atem atik bilim inin b ü tününü k apsam aktadır. Ö nce bakıyorum , gerçekten de 6 sayısının iki k a tı­ nı bulm ak 3 sayısının iki katını bulm aktan d ah a güç değil. B unun gibi, herhangi iki büyüklük (kem iyet, gran­ deur) arasında bir o ran bulund u k tan sonra, h er zam an ara ların d a aynı o ran bulunan daha b ir çok büyüklükler de verilebilir. 3, 4 ya da d ah a büyük bir sayı aram akla güçlüğün kendisi21 değişm ez, çünkü, bu kendiliğin­ den olur, öbürlerini dikkate alm adan, ayrı ayrı, birer bi­ re r bulunm aları gerekir. B undan sonra bir de şuna dik­ kati çekm ek istiyorum , 3 ve 6 büyüklükleri ele alındı­ ğında, sürekli orantılı (en p ro p o rt'o n continue) bir üçüncüsünün, yani 12 nin bulunm asındaki kolaylığa karşın, enuçtaki (extrêm e) iki büyüklüğü, yani 3 ile 12 yi elde tutarak orta büyüklüğü, yani 6 yı bulm ak o k ad ar kolay

AKLIN YÖNETİMİ

31

değildir, çünkü nedeni sezgisel olarak inceliyen kim se için, açıktır ki, o rtad a öncekinden ayrı, başka cinsten bir güç­ lük vardır. B ir o rta büyüklük bulm ak için, gerçekten de, aynı zam anda iki enuçtakine ve bunların bölünm esinden b ir yenisini çıkarabilm ek için, araların d ak i o ran a bakm ak gerekir; bu ise eldeki iki büyüklükten sürekli orantılı bir üçüncüsünü bulm ak için yapılan işlem den b ü sbütün ayrı b ir işlem dir. Şimdi, bu yolu izliyerek, 3 ile 2 4 ’ü ele alıyoı ve bunlardan iki o rta büyüklüğü, yani 6 ve 12 ’yi de, aynı kolaylıkla çıkarabilir m iyiz, diye bakıyorum . B u rad a yi­ ne, öncekilerden d ah a k arm aşık cinsten b ir güçlük o rta ­ ya çıkıyor: o da şu ki, gerçekten de, b ir ya da iki şeye değil, bir d ö rdüncüsünü bulm ak için, aynı zam anda üç ayrı şeye d ikkat etm ek gerekiyor. D ah a da ileri gidip yalnızca 3 ve 4 8 ’den yola çıkarak orantılı üç o rtadan, yani 6, 12 ve 2 4 ’ten birini bulm anın d ah a güç olup ol­ m adığına bakılabilir. İlk bakışta böylem iş gibidir am a hem en arkasından, eğer ilk olarak 3 ile 48 arasında tek b ir orantılı orta, yani \2 , arkasından 3 ile 12 arasında bir başka orantılı orta, yani 6, sonra 12 ile 48 arasında bir başkası, yani 24 araştırılırsa bıı güçlüğün bölünebilir ve basitleştirilebilir olduğu akla gelir ve bu böylece kendi kendine yürür. V e bu suretle, d ah a önce ortaya k o n u l­ m uş olan, ikinci cins güçlüğe varılm ış olur. A yrıca, b ü tü n b unlar beni, bir tek şey üzerine, biri öbüründen d ah a zor ve d ah a k aran lık yollardan geçerek bilgi edinm eyi araştırm aya götürüyordu. D iyelim şu d ö rt sürekli orantılı terim i, (term es continuellem ent p ro p o rti­ onnels) ele aldık: 24, 12, 6, 3. E ğer bun ları peşpeşe, yani 3 ile 6 ’yı, ya d a 6 ile 12’yi, ya da 12 ile 2 4 ’ü b irlik ­ te alırsak öbürlerini bulm ak çok kolay olacak ve o za­ m an bulunacak önerm e doğrudan sınanm ıştır, diyeceğiz. A m a eğer b unlar, öbürlerini bulm ak için, bir atlayarak, yani 3 ile 12, ya d a 6 ile 24 olarak verilirse, o zam an güçlük birinci tarzda, [am a] dolaylı olarak sınan-

32

DESCARTES

iniştir, diyeceğiz. Eğer, yine aynı biçim de, ortadakileri, yani 6 ile 12’y: bulm ak için, iki enuç, yani 3 ile 24 veri­ lirse, o zam an “iiçlük ikinci tarzda, dolaylı olarak sınan­ m ış olur. Bunu böylece sürdürebilir ve bu tek örnekten daha bir çok çıkarsam alar yapabilirim : okuyucunun, bir önerm e dolaysız va da dolaylı olarak çıkarılabilir, dediğim zam an ne dem ek istediğ'm i anlam ası ve, en kolay olan ve ilk ağızda bilinen şeyden yola çıkılırsa, başka bilim d a l­ larında bile, iyi düşünm ek ve iyi çalışm ak koşulu ile, çok şeyler bulunabileceğini düşünm esi için bu çıkarsam alar yetecektir.

Kural VII B ilim i b ü tü n lem ek için, am acım ıza sürekli ve hiç kesinti­ siz düşünce devinim i ile bağlı olan her şeyi teker teker ele alm ak ve, yeterli ve m etodlu bir sıralam a içinde bir­ leştirm ek gerekir. Y u k arıd a söylem iş olduğum uz gibi, ilk ilkelerden çıkarsanm ış olan ve kendiliğinden am a dolaysız olm a­ yarak bilinen bu d o ğ ru lan kesin saym ak için, burada ileri sürülenlere uym ak gerekir. B u, kim i zam an, ger­ çekten de öylesine uzun bir vargılar zincirlem esi ile olur ki, bu doğrulara ulaştıktan sonra, bizi buray a k a d a r ge­ tirm iş olan yolun bütününü anım sam ak kolay olm az; bu n ­ d an ötürü, belleğin açığını düşüncenin bir çeşit sürekli devinim i ile k ap atm ak gerekir, diyoruz. Ö rneğin, diye­ lim ki, çeş'tli işlem ler b an a önce A ile B, sonra B ile C, d ah a sonra C ile D ve son olarak D ile E büyüklükleri arasın d a ne gibi bir oran bulunduğunu gösterdi: bununla A ile E arasındaki oranı görm em ve, hepsini aklım da tu t­ m adıkça, yalnız önceki o ran lara bakarak belirgin bir fi­ k ir edinem em . İşte bu yüzden, oran ların b ütününü, sez­ gisel olarak, bir seferde görebilm ek için, h er nesneyi b ir bakışta hem teker teker hem de öbürlerine geçerken aynı anda gören imgelemin bir çeşit sürekli devinim i (imaginationis intuentis) ile, belleğe hiç baş vurm adan, ta bi­ rinci orandan sonuncuya yeteri k ad ar hızla geçmeyi başarıncaya kadar, bir çok kez gözden geçireceğim Böy-

34

DESCARTES

lece, gerçekten de, belleğe yardım etm ek suretiyle, akim işleyişindeki yavaşlık düzeltilm iş, kapsam ı d a az çok genişletilm iş olur. Şunu da ekliyelim ki bu devinim hiçbir n o k tad a k e­ sintiye uğratılm am alıdır, çünkü, uzak ilkelerden yola çıkıp acele çıkarsam alar yapm ayı deneyenler, çoğu zam an, kim ilerini, farkında olm adan atlam am ak bakım ından, a ra sonuçlar zincirini yeteri k a d a r dikkatle gözden ge­ çirm ezler. Şüphe yok ki küçük bir atlam a zinciri k o p a ­ rır, sonucun kesinliğini bütünüyle yok ener. A yrıca b urada, bilim i bütünlem ek için sayım (énu­ m ération) g e r e k l i d i r , d i y o r u z ; çünkü ö b ü r tem el k u r a l l a r , p e K çok so runun çözüm ünde, elbette, işimize y ararlarsa da, bunların içinden herhangi birine akıl erdirm ek, öznesi üzerine her zam an için güvenilir ve kesin bir yargıda b u ­ lunm ak ve sonuç olarak, hiçbir şeyin atlanm asına m ey­ d a n verm iyerek h er şey üzerine b ir bilgi sahibi imişiz gibi görünebilm ek için bize yalnızca sayım yardım cı olabilir. B u sayım , ya d a tüm evarım , dem ek ki ileri sürülen b ir sorun ile ilgili b ütün şeyler üzerine yapılan bir araş firm adır, dalgınlıkla bir atlam a yapm adan, kendisinden kesin ve apaçık bir sonuç çıkardığım ız özenli ve titiz bir araştırm a; öyle ki bunu k u llan d ık tan sonra, eğer araştır­ m am ızın konusu yine de k apalı kalıyorsa, en azından bil­ diğim iz yollardan hiç biriyle onu, güvenilir biçim de b u ­ lam ayacağım ızı bilecek k a d a r bilgin olalım ; ya d a eğer buna varm ak için insanların tu ttu k ları bütün yolları, çoğu zam an olduğu gibi b ir rastlantı ile aşabilm iş isek, a rtık b u bilginin insan aklının ulaşam ayacağı b ir yerde olduğu­ nu, k o rkm ad an söyleyebiliriz. A yrıca şunu d a n o t etm eliyiz ki, yeterli sayım ya da tüm evarım dan derken, sonucunda, doğruyu, basit sezgi dışında, b ü tü n ö b ü r cins k an ıtlard an d ah a büyük b ir ke>sinlikle verecek olanı anlıyoruz. H erhangi bir bilgiyi sez­ giye bağlayam adığım ız her seferde, bize, tüm tasım bağ­

AKLIN YÖNETİMİ

35

larını dışladıktan sonra yalnızca, bütünüyle inanm ak zo­ ru n d a olduğum uz bu yol kalır. Ç ünkü, b in lerin d en ö b ürle­ rin i dolaysız çıkardığım ız h er şey eğer çıkarım (inférence) apaçık ise zaten gerçek bir sezgiye bağlı dem ektir. A m a eğer büyük sayıda ayrı şeyden bir te k yargı çıkarıyorsak, çoğu zam an, anlığım ızın kapsam ı, b u n ların b ü tününü te k sezgi içinde k avram aya yetm ez; o zam an bu işlem in kesinliği ile yetinilm elidir. Y ine b u n u n gibi, upuzun bir zincirin b ü tü n baklalarını b ir tek görüş sezgisi ile seçe­ nleyiz; am a ne v ar ki h er baklayı iki yanındakilere bağ­ layan bağı gördüğüm üzde bu, so n uncunun birinciye n a ­ sıl bağlandığını görm üş olduğum uzu d a söylem em ize ye­ tecektir. Bu işlem yeterli olm alı, dedim , çünkü çoğu zam an eksiktir ve dolayısıyla yanlışlık konusudur. G erçekten ide kim i zam an, h a tta tam am iyle apaçık olan çok sayıda şeyi sayım ile gözden geçirirken en küçük b ir atlam a ya­ p a rsa k zincir k o p ar, sonucun bütün kesinliği uçup gider. (Kimi zam an d a bir sayım da h er şeyi bütünüyle k av radı­ ğım ıza güveniriz am a bun ları teker tek er seçemeyiz, öyle ki, bütünü ancak şöyle böyle anlam ış oluruz, kategorileri ö rtü k (im plizite, zım nî) A yrıca sayım kim i zam an eksiksiz, kim i zam an b e­ lirgin olm alıdır ve zam an zam an d a b u n lard an ne b iri­ n e gerek v ard ır ne ötekine; bun d an ö tü rü yalnızca ye­ terli olm alıdır, denildi. Ç ünkü cisimsel (cism ani, corporel) olan k aç cins varlık bulunduğunu ya d a bunların duyum uza ne tarzda yansıdığını sayım yo­ lu ile tanıtlam ak istediğim de, yaptığım sayım da hepsini anladığım ı bildiğim e ve özellikle birilerini ö b ürlerinden ayırdettiğim e iyice güvenm eden, b u n lar şu sayıdadır, d a ­ h a çok değildir, dem eyeceğim . Ö b ü r yandan, diyelim ay­ nı yoldan, akıl sahibi ru h u n cisimsel olm adığını gös­ term ek istiyorum , o zam an sayımın eksiksiz olm asına hiç gerek yoktur, yalnızca b ü tü n cisim leri akıl sahibi ru h u n

36

DESCARTES

( l’âm e raisonnable) b u nlardan hiç birisiyle ilgisi bulun­ m adığını gösterecek tarzda, belli sayıda gru p lard a to p ­ lam ak yetecektir. Son olarak bir de, diyelim , bir d aire­ nin yüzeyinin, eşit çevreli ö bür şekillerin yüzeyinden da­ h a büyük olduğunu, yine sayım ile gösterm ek istiyorum , b u rad a bütün şekillere tek tek bakm ak gerekm ez, tüm e­ varım ile, hepsi için geçerli olan özdeş bir sonuç çıkar­ m ak için, bu tanıtlam ayı b u n lard an bir kaçı üzerine yap­ m ak yeter. B ir de sayım m etodlu olm alıdır, dedim , çünkü yu­ k arıd a sayılan yanlışlara karşı, hepsini düzenli olarak d e­ rinleştirm ekten d ah a etkili bir çare yoktur ve h atta, çün­ kü çoğu zam an öyle olur ki, ortaya konulan konu ile ilgili şeylerin her birini teker tek er gözden geçirm ek ge­ rekse, hem sayılarının pek çok olm ası, hem de d önüp dönüp aynı konuları yinelem ek gereği yüzünden, insan öm rü buna yetm ez. A m a bütün bu şeyleri iyi bir d ü ­ zene sokarsak hepsini belli sınıflarda toplam ak m üm kün olur ve bu, ya bu sınırlardan bir tekini, ya h er birinden bir kaç tanesini ya da şunları değil de bunları titizlikle incelem ek ya da en azından, birini boş yere iki kez ele alm am ak için yetecektir. Bu tarz o k ad ar y ararlıdır ki, iyi kurulm uş b ir düzenden sonra, çoğu zam an, ilk bakış­ ta göz kork u tan çok sayıda işin ra h a t bir çalışm a ile üs­ tesinden gelinir. Şeylerin sayım ındaki düzene (sıralam aya) gelince bu genellikle değişebilir ve herkesin kendi yargısına bağ­ lıdır; düşüncenin bu işi daha bir incelikle başarm ası için beşinci önerm ede söylenmiş olanı anım sam alıdır. İn san ­ oğlunun en önem siz sanatlarında daha pek çok şey var­ dır ki bütün m etod bu düzenin kurulm asından ibaret olur. Böylece, bir adın harflerinin yerini değiştirerek b 'r çev­ rik sözcük yapm ak iç'n en kolayından gücüne geçmeye v" sal ık şevleri "öreklerden av»rmava h'ç r^rek '-oktur; bunu yapm anın yeri burası değildir. B urada harflerin yer

AKLIN YÖNETİMİ

37

değiştirm elerini sınam ak için aynı harfin iki kez geçm e­ mesini ve sayılarının, örneğin belli sınıflara bölünm esini sağlayacak bir düzen kurm ak yeter, böylece aranılanın bulunm ası şansının hangisinde d ah a çok olduğu çabucak görülür. Böyle yapılırsa, gerçekten de, iş çoğu zam an uzam az, çocuk oyuncağı olur. Z aten bu son üç önerm e birbirinden ayrılm am alı­ dır, çünkü genellikle birlikte düşünülm esi gerekir ve m etodun yetkin olm ası için, aynı yönde koşut olarak gi­ derler. Ö nce hangisinin belirlenm esinin gerektiği o k a ­ d a r önem li değildir, ve bunları burada az sözcükle açık­ ladık, çünkü kitabın geri kalan bölüm ünde yapacak baş­ ka bir şey yok gibidir, buray a k ad ar genel olarak ele aldıklarım ızı avrıntılı o larak göstereceğiz.

Kural VIII Aranılacak şeyler dizisinde anlığım ızın sezgi ile yeterince iyi görem ediği bir şey belirdiği takdirde orada durm ak ge­ rekir, arkadan gelenle uğraşm am alı, gereksiz bir işe girişilm em elidir. B undan önceki üç kural b ir düzen buyruğu oluştu­ ru y o r ve bunun açıklam asını veriyor; bu k u ra l ise bu­ n u n ne zam an kesin o larak gerekli, ne zam an yalnızca yararlı olduğunu gösteriyor. G erçekten de, göreli şey­ lerden saltık a ya d a bun d an görelilere varm aya yarayan dizide tam b ir basam ak k u ran şey, zorunlu o larak daha sonra gelenlerden önce sınanm ak gerekir. E ğer, öb ü r yandan, çoğu zam an olduğu gibi aynı b asam ak ta b ir çok şey varsa, h er halde b unların düzenli o larak (sıra ile) ele alınm ası h er zam an yararlıdır. B un u n la b erab er düzene sıkı sıkıya ve titizlikle bağlı kalm ak zorunda da değiliz; genelde, her şeyi açıkça bilm esek de, içlerinden yalnız­ c a küçük b ir b ölüm ünü ya d a b ir tekini bilm ekle ö b ü r­ lerine geçilebilir. Bu kural, zorunlu olarak, ikinci kural için verilen nedenlerden çıkıyor. B ununla berab er, h er ne k ad ar o r­ taya hiç bir doğru koym adığı halde, yalnız bizi kim i şey­ lerin araştırılm asından alıkoyuyor gibi görünse de, onun bilgi derinleşm esine katkısı olm adığı sanılm am alıdır. G er­ çekten de, hiç şüphesiz, yeni başlayanlara, aşağı yukarı ikinci k u rald ak i nedenle, boş yere çaba h arcam ak tan baş-

AKLIN YÖNETİMİ

39

k a bir şey öğretm iyor. A m a önceki yedi kuralı artık iyi­ ce bellem iş olan kim selere bunlarla, hangi bilim de olu r­ sa olsun, başka hiç bir şeye gerek duym ayacak ölçüde yetinebileceklerini gösteriyor. Ç ünkü, kim i güçlüklerin çö­ züm üne ilişkin olan önceki k u rallara titizlikle uyan, am a yine de, bu son kural ile b ir yerde du rm ak zo runda k a ­ lacak olan b ir kim se, aradığı bilimi, bütü n ustalığına karşın, hiç b ir yerde bulam adığı zam an, ister istemez, bunun aklının yetm em esinden değil, güçlüğün kendi y a­ pısından ya d a insanlık h alinden ileri geldiğini bilecek­ tir. Bu bilgi, şeyin öz yapısını b u lan bilim den nıç de d a h a az değildir ve bu, bilm e m erakını d a h a ileriye gö­ tü ren sağduyuya sahib olm ak d a değildir. B unların tüm ünü bir iki ö rnekle aydınlatm ak ge­ rekir. Diyelim ki birisi, yalnız m atem atik yolu ile, diyoptrikte anaclastique denilen çizgiyi,22 yani içinde, p a ­ ralel ışınların kırıld ık tan sonra tek b ir a ra kesite sahib oldukları çizgiyi araştırıyor. H iç şüphesiz, beşinci ve al­ tıncı k u ralla ra göre, bu çizginin belirlenim inin (déterm i­ nation) kırılm a açılarının geliş açıları ile araların d a k o ­ ru d u k ları ilişkiye bağlı olduğunu kolayca görecektir; am a m atem atiksel değil fiziksel olan bu ilişkiyi derinlem esi­ ne araştırm aya gücü yetm ycceğinden, bu n o k ta ­ d a durm ak zo ru n d a k alacaktır. Bu bilgiyi filozoflardan beklem ek bir işe yaram ayacağı gibi, deneye dc baş vu­ ram az, çünkü o zam an üçüncü k urala karşı çıkm ış olur. B undan başk a b u önerm e üstelik bileşik ve görelidir (com posée et relative); oysa kesin deneye yalnız basit ve saltık olan şeyler sahiptirler: yeri gelince bu d a söylene­ cektir. A çılar arasında, hepsinin en doğrusu olduğunu sandığı bir o ran ın bulunduğunu varsaym ası d a b ir işe yaram az, çünkü, o zam an artık anaclastique değil, yalnızca kendi varsayım ının m an tık sal vargısı o lan çizgiyi a ray a­ cak tır. Ö b ü r y an d an eğer, ö n ü n e çık an h e r şeyde doğruyu

40

DESCARTES

yalnız m atem atiğe bağlı k alarak değil, birinci k u ralı uy­ gulayarak aram ak isteyen bir kimse, aynı güçlükle k a r­ şılaşırsa, üstelik geliş açıları ile kırılm a açıları arasında­ ki oranın, ortam daki başkalığa göre beliren değişikliğe, bu değişikliğin de ışının parlak düzeye işlem e tarzına,23 ve bu işleme bilgisinin ışık eylem inin24 oluşum unu bil­ meğe bağlı olduğunu; ve son olarak, ışık eylemini an ­ lam ak için, genel olarak bir doğal gücün ne olduğunu bilm ek gerektiğini görecektir: tüm bu dizi içerisinde so­ nuç olarak en saltık olarak bulunan şey budur. İm di, bu sınam ayı zihinsel sezgi (l’intuition intellectuelle) yardım ı ile açık seçik ve ayrıntılı o larak yap tık tan sonra, beşin­ ci k u rala uyarak, aynı basam aklardan bir d ah a geçecek, ve eğer, ikinci basam aktan başlayarak, ışık eylem inin do­ ğasını bulup çıkaram azsa, yedinci kuralı izliyerek bütün ö b ü r doğal güçleri, bu güçlerden kim ilerinin kendisine, hiç olm azsa benzeşim (analogie) yardım ı ile bu eylemi açıklam ası için, sıra ile gözden geçirecektir: benzeşim ­ d en ileride söz edeceğiz. B ir kez bunu yaptık tan sonra, ışığın tüm parlak cisim lere nasıl işlediğini araştıracak ve bü tü n geri kalanım sırası ile ta anaclastiq u e’e u laşınca­ ya k a d ar inceleyecektir. Bu anaclastique bu güne k a ­ dar boş yere bir çok araştırm aya konu olm uştur; bu n a karşın, bizim m etodum uzu tam o larak k ullanacak olan b ir kim senin bu sonuca apaçık o larak varm asını engel­ leyecek hiç bir şey görm üyorum . A m a hepsinin en soylusu olan örneği verelim . E ğ er b ir kim se incelem e konusu olarak insan aklının yettiği tüm doğruları alacak olursa — ki bana göre bilgiliğe ulaş­ m aya ciddi olarak çab a gösteren herkesin öm ründe bir kez bunu yapm ası gerekir— hiç şüphesiz eldeki k u ra l­ lara göre, hiç b ir bilginin anlık (entendem ent) bilgisin­ den önce gelem iyeceğini bulacaktır, çünkü, tüm geri k ala­ nın bilgisi ona bağlıdır ve bunun tersi değildir. A rkadan salt (pur) an lık bilgisinden dolaysız olarak geleni, ayrın­

AKLIN YÖNETİMİ

41

tılı olarak inceledikten sonra, geri k alan ın içinde, anlık­ tan başka sahib olduğum uz tüm bilgi edinm e araçlarını sıradan geçirecektir ki, b u nlardan da yalnız iki tanesi var­ dır: imgelem ve duyular (l’im agination et les sens). O halde bu üç bilgi edinm e yolunu ayırdetm ek ve ince­ lem ek için bütün titizliği gösterecek, salt doğru ve yan­ lışın yalnızca an lık ta bulunduğunu am a kaynaklarını, çoğunlukla ö b ü r iki bilgi yolundan aldıklarını görerek, yanılm aktan koru n m ak için kendisini yanıltabilecek her şeye karşı çok dikkatli olacak ve içlerinden güvenli e la ­ nı izliyebilm ek için, insanları doğruya götü ren bütü n açık yolları birer birer ve titizlikle deneyecektir: aslında bu yollar yeterli b ir sayım ile kolayca b ulunam ayacak k ad a r çok da değildir. V e bunu denem em iş o lan kim selere h a ­ rika, inanılm az gibi gelen şeyler, h er konuda yalnızca bel­ leği dolduran ve süsleyen bilgiyi, bir ad am a derin bil­ gin (érudit) dedirten bilgiden ayırdettikten sonra, yapıl­ m ası d ah a kolay olan şe y ... bilgisizliğinin akıl ve sanat eks'kliği yüzünden olm adığını, zekâsını gerektiği tarzda kullandığı takdirde, başkasının bilip de kendisinin bil­ m ediği bir şeyin olam ayacağını elbette görüp anlayacak­ tır. V e her ne k ad ar, şu anda olduğu gibi, çoğu zam an b u kuralın yasak ettiği b ir çok şeyin araştırılm ası ken­ disine önerilse de, b unların insan aklının dışında k al­ dıklarını açık olarak algılayacak ve kendisini [b aşk aların­ dan ] daha bilgisiz olm akla suçlam ayacaktır; am a yalnızca aradığı şeyin zaten kim se tarafından bilinm ediğini bil­ m ek de, eğer aklı başın d a b ir kim se ise, m erakını tam olarak giderm eye yetecektir. D em ek ki zekâm ızın neye yetip neye yetm ediği k o ­ n u su n d a ikircikli kalm am ak, rastgele ve gerş'i,güzel ça­ b a harcam am ak için, insan aklının hangi bilgileri edin­ m eye yetebileceğini, öm ründe bir kez, titizlikle aram ası gerekir. B unu d ah a iyi yapabilm ek için, bilinm esi ko-

42

DESCARTES

laylık bakım ından eşit olan şeyler arasından, h e r za­ m a n en yararlı olanından başlanm alıdır. A slında bu m etod, kendi araçların ı kendisi yapan, b aşkalarının yardım ına gerek duym ayan m ekanik sanat­ lara benzer. Bu san atlard an birisi ile uğraşm ak, diyelim , dem ircilik yapm ak istiyen am a araçları olm ayan bir kim ­ se, başlangıçta, ister istem ez, örs olarak sert bir taş ya d a işlenm em iş bir dem ir parçası, çekiç yerine bir çakıl taşı ve kıskaç haline getirdiği ağaç parçaları kullanm ak ve gereğinde b u n lara benzer başka şeyler edinm ek zo­ ru n d ad ır. Bu hazırlık lard an sonra hem en, başkalarının kullanacakları kılıç, dem ir başlık gibi bir dem ir eşya yapm aya girişm iyecektir; her şeyden önce bir kaç çe­ kiç, bir örs, b ir kaç kıskaç, kendi kullanacağı buna ben­ zer şeyler yapacaktır. Bu ö rnek bize, başlangıçta, sa n at­ la edinilm iş olm aktan çok, yalnız zekâm ızda kendiliğin­ d e n varolan kim i kaba k avram ları bir kez bulduktan sonra, bunları hem en filozoflar arasındaki görüş ayrılık­ larını sona erdirm ek ya d a m atem atikçileri güçlükten kurtarm ak için denem eye kalkışm am ayı, am a bunları önce, doğrunun incelenm esinde en zorunlu olanı en b ü ­ yük titizlikle arayıp bulm ak için kullanm ak gerektiğini, özellikle bunun geom etri, fizik ve ö bür bilim d allarında ki bir sorundan d ah a güç görünm esi için hiç b ir neden bulunm adığını öğretir. Ö bür yandan, insan bilgisinin ne olduğunu ve n e­ reye k a d ar uzandığını araştırm ak k a d a r yararlı hiç bir şey yoktur. İşte b u n u n içindir ki, şim di bu konuyu tek bir soru içerisinde inceliycceğiz ve, d a h a önce konulm uş olan ku rallar uyarınca, öbürlerinin hepsinden önce b u ­ nun incelenm esinin gerekli olduğunu düşünüyoruz. D oğ­ ruyu biraz olsun seven herhangi bir kim se, öm ründe bir kez bunu yapm alıdır, çünkü bu n o k ta üzerinde derinle­ m esine bir araştırm a bilm enin b ü tü n araçlarını ve m e­ to d u n bütününü k apsar. V e bence, çoğu kim senin yap­

AKLIN YÖNETİMİ

43

tığı gibi, doğanın gizleri, gökyüzünün aşağıdaki dünya­ mız» etkileri, gelecek üzerine k ehanetlerde bulunm ak ve bu n lara benzer şeyler üzerinde, insan aklı buna yeter mi yetm ez mi diye düşünüp taşınm adan, atak tartışm alara girm ek kad ar saçm a bir şey olam az. D ışım ızda varolan ve bize büsbütün yabancı b ulunan bir şey üzerine hiç duraksam ad an b ir yargıda bulunabildiğim ize göre, ken­ di kendim izde varlığını algıladığım ız bu aklın sınırlarını belirlem ek de güç ve çetin bir iş sayılm am alıdır. Bu ev­ renin içeriğini oluşturan şeyleri, her birinin nasıl zihni­ m izin incelem esi altın a düştüğünü bilm ek için, bütü nüy­ le kavram ayı istem ek olm ayacak bir iş değildir. G erçek­ te, incelem iş olduğum uz sayım (énum ération) aracılığı ile, belli sınırlar içerisine sokulm ayacak ve bir kaç tem el noktaya bağlanam ayacak k a d a r çok sayıda ve dağınık hiç bir şey yoktur. B unu önüm üzdeki sorun üzerinde d e ­ nem ek için önce sorun ile ilgili şeyleri ikiye ayırıyoruz: çünkü onu, bilm e yetisinde olan kendim ize ya da bilinebilir şeyler arasına g ötürm ek gerekir. B u iki noktayı ayrı ay­ rı tartışacağız. Ve, elbette, bizde bilm e yetisinin yalnız anlıkta b u ­ lunduğu gözüm üze çarpar: ö b ü r üç yeti (faculté) ona yardım edebilir ya d a zorluk çıkarabilir: b u n lar im ge­ lem , duyular ve bellek (Iim agination, les sens, la m ém o ­ ire) dırlar. D em ek ki bu üç yetiden h er birinin nerede b ir engel olabileceğini, kendim izi bundan k o ru m ak için, ya d a nerede bize yararlı olabileceğini, tüm yardım larını kullanabilm ek için, sıra ile inceleyip görm ek zorunludur. B öylece bu bölüm , yeterli bir sayım yolu ile, gelecek önerm ede gösterileceği gibi, tartışm aya açılm ış olacaktır. A rk ad an anlığın erişebildiği ölçüde, şeylerin ken­ disine gelm ek gerekir. Bu anlam da onları doğalarına gö­ re tam am en basit ve karm aşık ya d a bileşik (simples, com plexes, com posées) olm ak üzere ayırıyoruz. Basit d o ­ ğalı o lanlard a yalnız tinsel ya d a cisimsel (sprituelle ou

44

DESCARTES

corporelle) olanlar, ya da aynı zam anda her ikisi de olanlar bulunur; son olarak, bileşik olanların da kim i­ leri aslında anlık tarafından, hiç bir yargıya bağlanm a­ dan önceki halleriyle anlaşıldıkları gibidir, öbürleri ise kendi öz bileşim lerindedir. B ütün b unlar on ikinci öner­ m ede yanlışın ancak anlık tarafın d an bileştirilm iş olan bu son doğalarda bulunabileceğinin isbatı ile birlikte, d ah a ayrıntılı olarak gözler önüne serilecektir. B undan ö tü rü d ü r ki, bileşik doğalı olanlar içinde de, bir sonraki kitapta ele alacak olduğum uz kendiliklerinden bilinen ve en basit doğalı o lanlardan çık arsananları, üçüncü k i­ tabın bütününü ayıracak olduğum uz, gerçekteki bileşim le­ rini bize deneyin açıkladığı öbürlerin d en ayırıyoruz. Şüphesiz bu kitapta, insanları doğru bilgiye u laştıracak olan açık yolların bulunm ası için o k erte titizlikle ça­ lışacak ve bunu o kerte kolaylaştıracağız ki, aklı ne k a ­ dar kıt olursa olsun, herhangi bir kim se, m etodum uzu bütünüyle kavrayacak ve bu arad a bu yollardan hiç bi­ risinin kendisine, başkalarına olduğundan d ah a çok k a ­ palı olm adığını, artık akıl ve san at yetm ezliğinden d o ­ layı bilemiyeceği hiç bir şeyin bulunam ayacağını göre­ bilecektir. A m a ne zam an, bir şeyin bilgisini edinm ek için zekâsını kullansa, ya aradığını bütünüyle bulacak ya da, hiç olm azsa, bunun kendi gücünün elverm ediği bir deneye bağlı olduğunu görecek ve orada durm ak zorun­ d a kalsa bde, aklından yakm m ayacaktır; ya da, son ola­ rak , bu işin insan aklını aştığını, dolayısı ile bu yüzden kendisini d ah a bilgisiz saym ayacağını, çünkü bu bilgide, başka herhangi bir bilgiden d ah a az bilim olm adığını tanıtlayacaktır.

Kural IX A k lım ızın bütün işlekliğini daha az önem li ve en kolay olana yöneltm eli ve doğruyu sezgimizde açık ve seçik ola­ rak görm e alışkanlığı edininceye kadar, üzerinde yeterince uzun süre durm alıyız. A nlığım ızın iki işlem ini, sezgi ve tüm dengelim i an ­ lattık tan sonra, ki dediğim iz gibi, bilim leri öğrenm ek için başvurm ak zorunda olduklarım ız yalnız bunlardır, bu ve bundan sonraki önerm elerde kendim izi bu iş­ lem leri yapabilecek hale getirm ek ve bu a ra d a aklım ızın iki temel yetisini, sezgi ile h er şeyi belirgin olarak gör­ m ek suretiyle, bilm e ve kavram ayı, ve birilerini ö b ürle­ rinden çıkarsayarak, zeyrekliği (sagacité) beslem ek için nasıl çalışabileceğim izi açıklayacağız. Şüphesiz, zihinsel sezginin nasıl kullanılm ası gerek­ tiğini, en azından gözlerim izle k arşılaştırarak biliyoruz. Ç ünkü, büyük sayıda nesneye bir bakışta birden bakm ak istiyen bir kim se b u nlardan hiç birini ayrı ayrı görem ez; bunun gibi, zihnîn bir tek edimi ile bir seferde bir çok şey üzerinde dikkatini toplam a alışkanlığında o 'a n bir kim senin de zihni karışır. A m a ince işlerle uğraşan ve bakışlarını h er nokta üzerinde ayrı ayrı yoğunlaştırm a­ ya alışkın olan artizanlar, bu işi yapa yapa, en küçük ve en ince şeyleri bile çok iyi ayırdetm e gücünü kananır­ lar: yine bunıın gibi. z:h :n!erıni bir seferde ç^rit’i k o n u ­ lar üzerine dağıtm ak yerine, sürekli olarak yalnız en b a­

46

DESCARTES

sit ve en kolay o lanla uğraşan kim seler de b ir derin gö­ rüş (perspicacité) yetisine sahib olurlar. B ununla beraber, güç olana d ah a güzel gözü ile b a k ­ m ak ölüm lülerin ortak kusu ru d u r ve çoğu kim se nedeni açıkça belli ve basit bir olgu gördüğü zam an hiç bir şey bilm ediğini sanır, am a öte yandan filozoflar da çoğu za­ m an hiç kim senin ayrıntılı olarak, yeterince incelem edi­ ği tem ellere dayanan yüce ve u zaklardan taşınm ış kimi nedenler karşısında hayran k alırlar; b u n lar şüphesiz k a ­ ranlığı ışıktan d ah a çok seven budalalard ır, oysa belirt­ m ek gerekir ki, gerçek bilginler doğruyu görm ekte, onu ister basit bir konudan ister karanlık bir k o n u d an çeksinler, eşit kolaylığa sahib olanlardır. Ç ünkü, bu iki durum un her birinde, bir kez ona u laştıktan sonra, bu benzer, tek ve seçik edim sayesindedir ki onu [doğruyu] yakalarlar: b ü ­ tün fark yoldadır, doğru eğer ilk ve en fazla saltık (ab­ solue) ilkelerin uzağında ise, izlenecek yol da elbet d a ­ ha uzun olacaktır. D em ek oluyor ki, herkesin kendisini, sezgi ile en belirgin olarak tanıdığı şeyler k ad ar belirgin olarak gör­ düğüne inanm adıkça, şeylerin düşünce ile b ir seferde ancak pek azını ve en basit olanlarını kapsam aya alış­ tırm ası gerekir. Şüphesiz, y aratılıştan başkalarına göre d ah a becerikli olan kim seler v ard ır am a san at ve deney aklı çok d ah a becerikli kılabilir. B u rad a h er öğütten en iyisi bence, bilim lerin büyük ve karan lık şeylerden de­ ğil, ne k ad ar ö rtü lü o ldukları sanılsa bile, yalnızca en kolay ve elimizin uzanabileceği en yakın yerde b u lu nan­ lardan çıkarsam ak gerektiğine h erkesin kendisini kesin olarak inandırm asıdır. D iyelim ki, örneğin kim i doğal güçler a ra ortam ı (le m ilieu interm édiaire) b ir anda aşarak uzak b ir yere, aynı anda ulaşabilirler mi diye araştırm ak istiyorum . Bu tü r eylem lerin bir an d a (instantanées) oluşlarının ra st­ lantı olup olm adıklarını yoklam am için zihnim i yönelt-

AKLIN YÖNETİMİ

47

ınem gereken şey m anyetik güç ya d a yıldızların etk i­ si, h a tta ışık eylem inin hızı değildir, çünkü, araştırm a k o ­ num un ne olduğunu belirlem ek d a h a zor olacaktır; bu­ n a karşılık, d ah a çok, cisim lerin lokal devinim lerine b a ­ kacağım , çünkü b ütün bu cins şeylerde duyular için d a ­ ha çok algılanabilir b aşk a b ir şey yoktur; şunu belirliyeceğim: bir taş elbette bir yerden ö bür yere b ir anda (instantaném ent) geçem ez, çü n k ü o b ir cisim dir; oysaki taşı devinim e geçiren güce benzer bir güç ancak çıplak olarak bir m addeden öbürüne geçerken aynı an d a u la­ şabilir. D iyelim bir sopa, uzunluğu ne olursa olsun, bir u cuna devinim verdiğim iz zam an, sopanın burasını h a ­ rekete geçiren gücün, zorunlu olarak, b ir ve aynı anda her yerini birden devindirdiğini kolayca görürüm , çün­ kü o güç, kendisini taşıyacak, örneğin taş gibi, h er h a n ­ gi bir cisim içinde olm adan, çıplak o larak (kendi başı­ na, à l’é ta t nu) ulaşm aktadır. B unun gibi, bir tek ve aynı nedenin nasıl olup da ters etkiler yapabildiğini anlam ak istediğim zam an, d a ­ yanak olarak, H ekim lerin kim i suyukları (hılt, hum érus) atark en kim ilerini alıkoyan ilaçların a bakm ıyacağım , A y üzerine, ışığı ile ısıtır, bilinm ez b ir niteliği ile soğu­ tu r, türü n d en abuk sabuk laflar etm iyeceğim , d a h a ç o k sezgimle, bir tek ve aynı ağırlıkla, bir ve aynı anda bir kefesi kalkan ö b ü rü inen teraziye ve b u n a benzer baş­ k a şeylere bakacağım .

Kural X A k la işlerlik kazandırm ak için daha önce başkaları ta­ rafından b ulunm uş olan şeyleri araştırm aya ve en az önem li olanları da içinde olm ak üzere, insanların bütün sanat ve m esleklerini ve özellikle bir düzene bağlı olan ya da bir d ü zene dayananlarını m eto d lu olarak gözden geçirm eye çalışm ak gerekir. Ben, itiraf ederim ki, incelem e y apm ada en bü­ yük tadı, b aşkalarının nedenlerine kulak verm ede değ.l, am a o nedenleri kendi kendim e bulm akta gören bir zihinle dünyaya gelm işim . Beni, genç yaşım da, bi­ limsel incelem elere çeken tek şey bu olduğundan, ne zam an bana yeni bir buluş v a’deden bir kitap adı gör­ sem, kitabı okum adan önce, belki doğuştan bir zekâ ile ben de benzer bir sonuca varabilirim diye denem eye gi­ rer, bu m asum zevkten, acele bir okuyuşla yoksun k al­ m aktan titizlikle sakm ırdım . B unda b ir çok kez başarı sağladım , sonunda, başka kim selerin san attan çok tali­ hin yardım ı ile yaptıkları rastgele ve k ö r araştırm alar­ la doğruya ulaşam ayacağım ı anladım , b una karşılık uzun bir deney bana, yararı hiç de küçüm senm iyecek, hatta daha başkalarını da çağırıştıracak belli k u rallar bulm a olanağını verdi. Böylece m etodum u bütünüyle ve büyük bir dikkatle olgunlaştırdım ve baştan beri, öbürlerinin hepsinden daha yararlı bir incelem e tarzı benim sem iş olduğum kanısına vardım . A m a herkesin akim ın, şeyleri salt kendi gücüyle, inceden inceye araştırm aya doğal bir eğilimi olm adığın­ d a n , b iz im öncrm cm .z, b.ze h e m e n en g ü ç v e ç e t r J 1 ş e y ­

a k l in

y ö n e t im i

49

lere dalm am ak, önce en az önem li ve en b asit san atların hepsini, ve ilke olarak, d ah a düzenli olanlarını ele a l­ m ak gerektiğini öğretir: örneğin bez ve halı dokuyan artizanlarm , d o k u m a üzerine rengârenk iplikleri birbirine k arıştırarak , iğne ucu ile sonsuz değişken ve küçük ay­ rıntılarla işlem eler y apan kadın ların sanatları gibi; bu­ nun gibi sayı ile oynanan bütün oyunlar, aritm etikle ilgili h er şey ve benzeri uğraşlar. B ü tü n b u n ların akü ne kad ar beslediklerini görm ek ne güzel bir şeydir, ye­ te r ki sonucu b aşk aların d an alm ayalım , kendim iz b u ­ lup çıkaralım . G erçekten de b unlarda gizli kalan hiç bir şey olm adığı gibi, bütünüyle insan bilgisinin k ap sa­ m ına da yanıt verdiklerinden, bize hepsi de birbirinden ayrı am a yine de k u ra lla ra bağlı olan ve doğru olarak gözlem lendikleri takd ird e insan bilgeliğinin hem en h e­ m en bütün ü n ü oluştu ran sayısız düzenleri p ek açık ve seçik o larak gösterirler. O nun içindir ki bu araştırm alara m eto d la girm e uyarısında bulunduk, m etod ise, bu en az önem li k o n u ­ larda, k o n u n u n zaten kendisinde b u lunan ya d a ustaca icat edilen düzenin sürekli olarak gözetilm esinden ay­ rılm az. Ö rnekse, diyelim , bilinm iyen h arflerle yazılm ış bir yazıyı sökm ek istiyoruz: elbette b u ra d a b ir düzen görünm ez am a biz yine de ister ayrı ayrı h er im (signe) ya d a her sözcük, h er tüm ce için yapılabilecek tüm v ar­ sayım ları sınam ak, ister ondan çıkarsanabilecek h e r şe­ yi sayım yolu ile bilecek tarzda yerine koym ak için ol­ su n bir düzen tasarlayabiliriz. Ö zellikle bu gibi şeyleri, sanat dışında, rastgele yakalam ak isteyip vakit k aybet­ m ekten sakınm ak gerekir, çünkü, b unlar çoğu zam an sa­ n ata başvurm adan, hatta kimi zam an m etod yard ım ın­ d a n çok şans yardım ı ile belki daha çabuk bulunabilirse de, böylesi aklın ışığım azaltır ve onu öyle saçm a ço­ cu k lu k lara alıştırır ki ondan sonra artık şeylerin d erini­ ne inm eden yüzeyde yalpalayıp kalır A m a bu arada

50

DESCARTES

düşüncelerini ciddi ve pek yüksek şeylere yönelten, de­ rin bilgi edineyim derken, bir çok çalışm adan sonra an­ cak belirsiz b ir bilim edinebilen kim selerin yanlışına düşm üş olm az mıyız? D em ek ki önce kolay olanı ele alm ak, am a açık ve bilinen y ollardan şeylerin iç doğ­ rusuna k a d a r kolayca ulaşm aya kendim izi alıştırıncaya değin m etodla yürüm ek zorundayız. Bu yolla, ger­ çekten de, yavaş yavaş ve hiç um m adığım ız k a d a r kısa bir süre içerisinde, apaçık ilkelerden eşit bir kolaylıkla pek zor ve karm aşık görünen bir çok önerm eler çıkarta­ cak güce sahib olduğum uz bilincine varacağız. D oğruların birinden ö bürünü çıkartm ada daha b e­ cerikli olm anın yollarını aram ak ta olduğum uz böyle bir yerde diyalektikçilerin d ü stu rların a (préceptes) yer verm eyişimize şaşacak o lan lar çıkabilir. O nlar, b u d ü stur­ larla öylesine zorunlu inandırıcı kim i usavurm a form la­ rı bu y u ru rlar ki b u n lara güvenen akıl apaçık olanı ve çı­ karsam a dikkatini şu ya d a bu şekilde dışlam aya kad ar gitm ekle b erab er kim i zam an, form sayesinde, bu bağ-, lard an k u rtu lu r, oysa o arada, o bağları k u lan an lar o bağların içinde bağlanıp k alırlar. Bu d urum b aşk aların­ da pek o k ad ar sık görülm ez ve deney, en ince yanıltm aoaların (sophism es) bile o lağanda salt kendi aklım kullananları hem en hiç yanıltm adıklarını am a sofistlerin kendilerini y an ılttıklarını gösterm iştir. B undan ötürü, özellikle h er hangi b ir d oğrunun sı­ nanm ası sırasında aklım ızın arad an çıkarılm asını önle­ m ek için, am acım ıza ters düşen bu tu tarlı form ları atı­ yor ve, bir sonraki bölüm de gösterileceği gibi, zihnimizi uyanık tutm aya yardım edecek olanı d ikkatle araştırıyo­ ruz. B u usavurm a san atın ın 25 d oğrunun bilgisine hiç bir katkısı olm adığının iyice ortaya çıkm ası için, d iyalektik­ çilerin, san atları ile, konuyu, d ah a doğrusu çıkarm aya uğraştıkları doğruyu, d ah a önceden bilm eden, sonucu d^üru olan hiç b ir tasım k u ram ad ık ların ı göz ö n ünde

AKLIN YÖNETİMİ

51

b ulundurm ak gerekir. B u n d an açıkça şu çıkar ki böyle tutarlı bir form onların kendilerine de yeni bir şeyler bulm a olanağı sağlam az ve dolayısıyla sırad an diyalektik doğrunun araştırılm asında hiç bir işe yaram az. Y alnızca, ara sıra, zaten bilinen nedenleri b aşk aların a daha kolay açıklam ak için işe yaray ab ilir ve bu bakım dan onu [di­ yalektiği] felsefeden R h e to riq u e ’e ak tarm ak gerekir.

Kural XI K im i basit önerm elerin sezgısınaen sonra bunlardan bir başka sonuç çıkardığım ız zam an aynı önerm eleri zihnin sürekli ve hiç kesintisiz devinim i içinde gözden geçir­ m e k , karşılıklı ilişkileri üzerinde d u rm a k ve bundan ay­ nı anda elden geldiği kadar çok ve ayrı ilişki çıkarm ak yararlıdır; ancak böylelikledir k i bilgim iz ç o k daha k e ­ sin bir hale gelir ve aklım ızın kapsam ı artar. B u rad a, d ah a önce üçüncü ve yedinci k u rallard a ele alm ış olduğum uz zihinsel sezgiyi ( l ’in tuition intellectuelle) d ah a açık olarak belirtm ek olanağını elde ediyoruz, çün­ k ü o pasajlardan birisinde onu tüm dengelim in, ö b ü rü n ­ de de yalnızca sayım ın karşısına koym uştuk. Sayımı çok sayıda ayrı şeyden yapılan çıkarsam a (inférence) olarak tanım lam ış, b u n a karşılık aynı yerde, b ir şeyden öb ü ­ rüne giderek yapılan basit tüm dengelim in sezgi ile ol­ duğunu söylem iştik. Böyle yapm ak gerekti, çünkü zihin­ sel sezgi bizim için iki koşul gerektirir, şöyle ki, öner­ m e açık ve seçik olarak anlaşılm ış olm alıdır, b ir de ardı ardına değil, bir seferde ve tüm ü birden aniaşıim ış olm a­ lıdır. T üm dengelim e gelince, bunu yapm ak istediğim iz­ de, üçüncü k uralda olduğu gibi, bir seferde bütünüyle tam am lanacak değildir, aklım ızın b ir şeyden öbürünü çıkartan belli bir devinim ini içerir; bi'm ın için, orada onu sezgiden ayırm akta haklı idik. A m a ona, yedinci kuralda söylenmiş olduğu gibi, zaten yapılm ış olarak bakıyorsak, o artık herhangi bir devinim i değil, bir de-

AKLIN YÖNETİMİ

53

vinim terim ini belirtir, ve bileşik ve k arm aşık olm adığı, açık ve basit olduğu zam an bir sezgi olarak görü lü r var­ sayım ında bulunm am ızın nedeni budur. Sayım (I'Ğnumeration) ya d a tü m evarım (induction) dediğim iz bu so­ nuncusudur, çünkü anlık tarafın d an aynı an d a bütünüy­ le yakalanam az ve kesinliği, sayım a giren p arçaların her biri üzerine v arılan yargıları, hepsinden b irden bir tek sonuç çıkarabilm ek için sak lam ak zo ru n d a o lan b elleğ i bağlıdır. B u belirtm eler şim di ele aldığım ız k u ralı yorum la­ m ak bakım ından gerekli idi, çünkü, dokuzuncu k u ralla bir tek zihinsel sezgiyi ve onuncu ile de b ir tek sayım ı ince­ ledikten sonra, şim diki de bu iki işlem in, h er objeyi bi­ rinden ö b ü rü n e geçtiği aynı a n d a sezgi ile tikel olarak ve dikkatle gören düşüncenin bir devinim i sayesinde, karşılıklı olarak nasıl birbirlerine yardım cı olduklarım ve geliştirdiklerini açıklıyor. B u rad a belirttiğim iz iki y arar, aradığım ız sonucun d ah a kesin oluşu ve aklım ızı başk a buluşlar için daha yatkın d u ru m a getirm esidir. G erçekten de, d ah a önce denildiği gibi, sezgilerim izden b ir tekinin yakalayabildiğinden d ah a çoğunu k ap say an sonuçların kesinliğinin kendisine bağlı olduğu bellek, u n u tm a ve güçsüzlük n e ­ deniyle, düşüncenin bu sürekli ve yinelem eli devinim i ile uyandırılm ak ve güçlendirilm ek zorundadır. Ö rneğin, dıyeıım ki, b ir k aç işlem den sonra, önce b ir birinci b ü ­ yüklük ile b ir ikinci büyüklük arasında nasıl b ir oran bulunduğunu b ulup çıkardım , sonra bu ikinci ile bir üçüncü arasındakini, sonra üçüncü ile b ir d ö rd ü n cü ve nihayet dö rd ü n cü ile b ir beşinci arasındakini buldum : bununla, birinci ile beşinci arasındaki oranı görm em ve bunu, yapm ış olduğum çıkarsam aların tü m ü n ü anım sa­ m adıkça, onlard an da çıkaram am . B unun içindir ki d ü ­ şüncem in bunları, birinciden sonuncuya, belleğe hem en

54

DESCARTES

hiç ro l b ırak m ad an hızla geçip tü m ü n ü b irden sezgi ile görünceye k a d a r, yeniden gözden geçirm esi zorunludur. Bu yolla aklın yavaşlığının nasıl düzeltildiğini, k ap ­ s a m a m arttırıldığını görm eyecek kim se yoktur. A yrıca şunu d a belirtm ek gerekir ki, kuralım ızın en büyük ya­ rarı basit önerm elerin karşılıklı bağım lılıkları üzerine düşünm enin bize, ço k ya da az göreli olanın hangisi ol­ duğunu ve bun u n ne kerted e saltık a (m utlaka) g ö tü rd ü ­ ğünü hem en ayırdetm ek alışkanlığını kazandırm asıdır. Ö rneğin, diyelim , sürekli orantılı (continuellem ent p ro ­ portionnelle) kim i büyüklükleri gözden geçiriyorum , dü­ şüneceğim şey şudur: birinci ile ikinci arasındaki oranı, ikinci ile üçüncü, üçüncü ile dö rd ü n cü , vb. arasındaki oranı, n e d a h a çok ne d a h a a z kolay, benzer b ir k avram (concept) sayesinde biliyorum . A m a İkincinin birinciye ve üçüncüye olan bağım lılığının nasıl olduğunu aynı an ­ da, aynı kolaylıkla kavrıyam am ve bu aynı İkincinin bi­ rinci ve dö rd ü n cü , vb. ye bağım lılığını k avram ak daha zor olur. B urad an yola çık arak yalnız birinci ile ikinci verildiğinde üçüncü ve dördüncüyü ve öbürlerini niçin dalıa kolay bulduğum u anlıyorum : nedeni, bunun özgül ve belirgin k avram lar aracılığı ile yapılm ış olm asıdır. O y­ sa yalnız birinci ve üçüncü verildiği zam an, aradakini aynı Kolaylıkla bulam am , çünkü bu, ancak aynı zam anda önceki ikisini kapsayan bir kavram yardım ı ile yapılabi­ lir. Y alnız birinci ve d ö rd ü n cü verildiği zam an ise, a ra ­ d ak i iki taneyi sezgi ile bulm am d a h a d a zor olacaktır, çünkü bu kez aynı zam anda aray a üç kavram girm ekte­ dir. B una göre birinci ile beşinci arasındaki üç arayı bulm ak b an a d a h a d a güç gelecektir. B un u n la beraber, başka türlü olm ası için bir b aşk a neden d a h a vardır: o d a şu ki, b u rad a d ö rt kav ram d a birden v ar olan bağa karşın, d ö rt başka bir sayı ile bulunabilir olduğundan, bunlar b a n a birinci ve beşinci aracılığı ile İkinciyi a ra­ m a olanağı verecek tarzd a ayrı olabilirler. B u ve b una

AKLIN YÖNETİMİ

55

benzer b aşk a d üşünüşler y apm a alışkanlığını edinen kim se, yeni bir sorunu incelediği h e r sefer, günlük kay­ nağının nerede ve o güçlüğü çözecek en basit aracın hangisi olduğunu hem en görecektir: doğruyu bilm ede bize en çok yardım edecek o lan budur.

Kural XII Son olarak, ister basi\ m erm eler üzerine belirgin bir zgi sahibi o lm ak, ister 'anılan şeylerle bilinen şeyler a asında onları yen id en M nım aya olanak sağlayacak bir bağ ku rm a k ve isterse aralarında karşılaştırm a yapılm a­ sı gereken şeyleri b ulm ak için, insan ustalıklarından hiç birini savsaklam adan, im gelem , duyular ve bellekten, an­ lığım ızın bütün yardım larından yararlanm ak gerekir. B u kural d a h a önce söylenm iş olanların tüm ünün vargısıdır ve tikel o larak açıklanm ası zorunlu olanı ge­ nel olarak öğretir: bakınız nasıl. Bilgide göz ö n ünde tutulacak, bilinecek yalnız iki no k ta vardır: bilen biz ile bilinecek şeyler. Bizde, bu k o n u d a işimize yarayacak yalnız d ö rt yeti (faculté) v ar­ dır: b u n la r anlık, im gelem , duyu lar ve bellektir. D oğru­ yu algılam aya elbette yalnız anlık yeteneklidir, am a yi­ ne de, uzluğum uzun yararlanabileceği şeylerin hiç biri­ ni, rastlantı olarak savsaklam ış olm am ak için, im gelem, du yular ve bellekten de yardım görm ek zorundadır. G er­ çeklik yönünden ise üç şeyi incelem ek yeterlidir: önce kendiliğinden görüneni, sonra belli bir nesne bir başka sı aracılığı ile nasıl biliniri ve b u n ların h er birinden h a n ­ gi çıkarsam aların yapılabileceği. Bu b an a insan uzluğu­ nun erişebildiği şeylerin, kesin olarak, hiç birini atlam a­ yan eksiksiz b ir sıralam a gibi geliyor. B undan ötü rü , b u rad a birinci noktay a geçerek, in­ san zekâsının [intellective anlam ında m ens] ne olduğu-

AKLIN YÖNETİMİ

57

nu, bedeninin ne olduğunu, zekânın bedeni nasıl etki­ lediğini, insan bileşiğinde bilgi edinm iye yarav an b ütün yetileri ve b u n lard an h er birinin ne yaptığını açıkla­ m ak isterdim , eğer yerim , bu şeylerin doğrusunu herkes için anlaşılır hale gelm eden önce, b ü tü n zorunlu başlan­ gıç noktalarım kapsayabilm ek için b an a eni konu dar görünm eseydi. Z a te n beni kendi tüm dengelim lerim e ulaştıran ve başkalarını d a inandırabileceklerini sandı­ ğım nedenler önceden elim de olm adıkça, tartışılm ası âdet edilmiş olan şeyler üzerine h içbir savda bulu nm a­ yacak tarzda yazm ayı isterim . A m a m adem ki şu a n d a bunu y ap m ak elim de değil, şeyleri bilm ek için bize verilm iş olan anlam a biçim lerin­ den hangisinin am acım için en yararlısı olduğunu, el­ den geldiğince kısa o larak açıklam ak b a n a yetecektir. Böylesi hoşunuza gitm ezse inanm azsınız; am a bu varsa­ yım ların, şeylerin h ak ik atin i hiç bir suretle azaltm adan, yalnızca hepsini çok d ah a belirgin kıldığı görülüyorsa, bunları tutm anıza kim engel olabilir? G eom etride y a ­ pılan d a b u n d an başk a b ir şey değildir, o rad a d a nice­ lik üzerine, çoğu zam an onun fizikteki doğası üzerine farklı bir fikir sahibi olm anıza karşın, tan ıtlam an ın gücünü h iç b ir suretle azaltm ayan kim i varsayım larda bulunuyorsu­ nuz. Şu halde, b ü tü n dış duyuların, k o n u ların a b ir ey­ lem ile, yani yeni bir lokal devinim ile uygulanm akla bera­ ber, bedenin p a rç a la n oldukları için, aslında bir m ü h ü r üzerindeki figürün bal m um u n a çıkm ası ile aynı nedenden ö tü rü edilgin olduklarını d a h a b aştan k avram ak gere­ kir. Bu anlatım ların benzeşindi (analogique) o ldukları hiç bir zam an ak la getirilm em elidir; nesnenin d uyar b e­ denin dış şeklini, m ü h ü r bal m um u yüzeyini nasıl değiş­ tiriyorsa, salt aynı nedenle değiştirdiğini k avram ak goıek ir. Bunu yalnız şekilli ya da sert, ya d a p ü rtü k lü bir cism e dokunduğum uz zam an için değil, dokun m an ın ay­ nı zam anda sıcak, soğuk ve benzeri nitelikleri de d u yur­

58

DESCARTES

duğunu kab u l etm ek gerekir. Ö b ü r duyular için de ay­ nı şey: gözün ilk opak bölüm ü çeşitli renk lere b ü rü n ­ m üş olan ışığın bastırdığı şekli böyle alır; ve k u lak ları­ m ızın, burun deliklerim izin ve dilim izin ilk zarı da, se­ sin, k o k u n u n ve tad ın yeni b ir şeklini de aynı tarzda alır. B ütün b u şeyleri bu ta rz d a ele alm anın y a ra n b ü ­ yüktür, çükü, d u y u lara şekilden d ah a kolay yansıyan baş­ k a hiç bir şey yoktur: çünkü d o k u n u lu r ve görülür. Ö b ü r yandan, bu varsayım başka herhangi birinden d ah a yan­ lış sonuçlara sürüklem ez: b u n u n tanıtı d a şekil k av ra­ m ının duyulabilir o lan h e r şeyi kapsayacak k a d a r ortak ve basit olm asıdır. Ö rnekse, rengi nasıl istersek öyle bir şey sayalım , am a yine de onun oylum lu ve dolayısıyla şekilli olduğunu yadsıyam ayız. Boş yere b ir yeni v a r­ lığı varsaym aktan ya d a gelişi güzel şekillendirm ekten sakınm akla berab er, eğer başkalarının ren k te iyi bul­ duklarını düşündükleri şeyi şüphesiz yadsım ıyorsak, am a yalnızca onu, şekil dışında, geri k alan h e r şeyden soyutlayarak beyaz m avi, kırm ızı, vb. arasın d a var olan ayı­ rım ı aşağıdaki şekiller ve benzerleri arasın d ak iler gibi görm em izde ne sakınca olabilir?

/ // / /I /V / /K / /!/ s

M adem ki şekillerin pek çok oluşu duyulur nesne­ lerin (des objets sensibles) b ü tü n ayırım larını belirtm e­ ye yetiyor, ki bu kesindir, her şey için aynı şey söylene­ bilir.

AKLIN YÖNETİMİ

59

İkinci olarak, dış duyu nesne tarafın d an devinim e geçirildiğinde bu devinim i alan şeklin aynı an d a ve bir yerden öbürüne geçm eden, bedenin o rta k duyu20 deni­ len bir başka parçasına taşındığını k avram ak gerekir. Şim­ di ben bun ları yazarken de öyle oluyor, h er harfi tek tek kâğıda geçirirken kalem in yalnız alt ucu değildir devinen, kalem in aynı an d a b ü tü n ü n ü etkilem iyen hiç­ bir devinim olm adığından, kalem in üst ucu da, benim zihnim de gerçekte iki uç arasın d a hiçbir şey geçmediği halde, devinim in b ü tü n şekillerini havaya çizer. G e r­ çekten de insan gövdesinin bölüm leri arasında kalem inkilerden dah a az bağlantı bulunduğunu kim söyliyebilir ve bu olgunun b u n d an d a h a basit o larak dile getirilebil­ mesi düşünülebilir m i? Ü çüncü olarak, o rta k d u y u m u n dış d u yulardan salt ve cisimsiz (pures et incorporelles) olarak gelen ay­ nı fikir ve şekilleri27 fantaisie ya da im gelem 28 de, bal m um u üzerinde olduğu gibi, şekillendirm ek için bir m ü ­ h ü r rolü oynadığını d a k avram ak gerekir; ve de fantai­ sie gövdenin gerçeık b ir parçasıd ır ve büyüklüğü öyledir ki, çeşitli bölüm leri b irden çok şekli birbirinden ayrı ve seçik olarak kavşatabilir ve genellikle u zun bir süre sak­ lar: o zam an b u n a bellek denir. D ördüncü olarak da yine k avram ak gerekir ki si­ nirleri devindiren güç ya da d o ğrudan doğruya sinirle­ rin kökeni fantaisie’nin bulunduğu beyindedir, sinirler onun aracılığı ile çeşitli şekillerde devinim e geçerler, o r­ tak duyunun dış duyularla ya da kalem in b ü tü n ü n ü n alt ucundan devinim e geçişleri gibi. Bu örnek, aynı zam an­ d a, fantaisie’nin sinirlere yalnızca devinim i izliyenlerden başka, şekilli im geler olm adan nasıl b ir çok devinim yaptırdığını da gösterm ektedir. G erçekten de, k a ­ lem in her yanı alt ucu gibi devinm em ektedir, h atta b ü ­ yük bölüm ü ile hepten değişik ve ters b ir devinim gös­ terir. B ununla, şeyler h ak k ın d a hiçbir bilgisi sahibi ol­

60

DESCARTES

m adıkları, yalnızca hepten cisimsel (corporelle) bir fantaisie’nin bulunduğu bilinen ö b ü r hayvanlardaki bütün devinim lerin; ve yine bunun gibi bizim kendim izin de, aklın yardım ı olm adan yaptığım ız b ü tü n işlem lerin de nasıl oluştuğu açıklanm ış olur. Beşinci ve son olarak, bize şeyleri tam olarak ta ­ nıtan bu gücün salt tinsel olduğunu ve, gövdenin b ü tü ­ nünden, kanın k em ikten ya da elin gözden ayrı oluşun­ dan d ah a az ayrı olm adığını, üstelik ister ortak duyu­ d a n gelen şekilleri fantaisie ile aynı zam anda alsın, is­ ter bellekte saklı d u ra n şekillere uygulansın, ister yeni şekiller oluştursun o n u n tek olduğunu d a k avram ak ge­ rekir; bu yenileri imgelemi o k ad ar d o ld u ru rlar ki, bun­ ları o rtak duyudan gelen fikirlerle aynı a n d a alm aya ya d a basit gövde yapısını izliyerek ulaştırm aya gücü yet­ m ez. A m a hangisi o lursa olsun bu tanım a gücü kim i za ­ m an edilgin (passive), kim i zam an d a etkin (active) dir; kim i zam an m ühür, kim i zam an bal m um u gibi; ne var ki bu anlatım lar b u rad a ancak örneksem eli o larak alı­ nabilir, çünkü, gövdeli şeylerde kendisine hepten benziyen hiç bir şey yoktur. B u bir tek ve aynı g ü çtü r ki im gelem ile birlikte o rtak duyuya uygulandıkta: görm e, dokunm a, vb.; yalnız çeşitli şekillerle örtülü olan im gelem e uygu­ landığında, anım sam ak; yenilerini şekillendirm ek için im gelemeye uygulandığında: tasarlam a (im aginer) ya da kavram a (concevoir); ve son olarak tek b aşına alındı­ ğında: anlam a denir. Bu sonuncu işlem nasıl olur, yeri geldiği zam an uzun uzun anlatacağım . V e aynı güç, çe­ şitli görevlerine göre ister salt anlık, ister im gelem , is­ te r bellek, ister duyu denilsin, ancak fantaisie’de yeni idealar oluşturduğu ya da d ah a önce oluşm uş o lanları­ na yöneldiği zam an d ır ki akıl adını alır.29 Biz aklı bu çeşitli işlem ler için elverişli sayıyor ve dolayısıyla y uka­ rıd a sayılan ad lard an ayrı tu tulm ası gerektiğini d ü şünü­ yoruz. B ütü n bu k av ram lar böylece dile getirildikten

AKLIN YÖNETİMİ

61

sonra, dikkatli okuyucu h e r yetiden hangi yardım ların bekleneceği ve insan uzluğunun (industrie), aklın eksik­ lerini tam am lam ak için nereye k ad ar uzandığını kolay­ ca görecektir. A nlık, gerçekten de, im gelem tarafın d an devindirilebilir ya da tersine o ö bürünü devindirir; aynı tarzda, imgelem, duyular üzerinde, devindirici güç aracılığı ile onları kon u ların a uygulayarak, ya d a tersine, duyular, im gelem üzerine, cisim im geleri çizerek etkili olabilir; öbür yandan bellek, en azından gövdesel ve ilkel hay­ ran ların belleğine benzer olanı, hiç b ir suretle im gelem den farklı değildir. B undan şu kesin sonuca varılır: anlık eğer gövdesel ya d a benzeri bir şeyle hiç bir ilgisi olm ayan bir şeyle ilgileniyorsa, az önce sözünü etm iş olduğum uz yetilerden yardım görem ez, tersine b u n lard an bir engel­ le karşılaşm am ak için duyuları bir k en ara bırakm ak ve imgelemi elden geldiğince bütü n belirgin izlerden (im pression) arındırm ak gerekir. Ö b ü r y andan im gelem eğer gövdeli bir nesneyi incelem ek istiyorsa, im gelem de, el­ den geldiği k a d a r açık ve seçik o larak şekillendirilm esi gereken şey o nesnenin ideasıdır; bunu yapm anın en uygun yolu bu ideanın karşılığı olan nesne ne ise onu dış duyulara gösterm ektir. B ir çok nesnenin b irden olu­ şu anlığın her birini ayrı ayrı seçm e sezgisini kolaylaş­ tırm az. A m a sıkça b aşa geldiği gibi, b ir çokluktan bir tek tüm dengelim yapm ak gerektiğinde, şeylerde var olan idealard an ivedi bir d ik k at gerektirm iyenleri, geri kalanı bellekte d ah a kolay tutm ak için, ayıklam ak ister. Y ine bunun gibi, dış duy u lara gösterilecek olanlar şey­ lerin kendileri değil, d ah a çok onların kimi kısaltılm ış şekilleridir ve bu şekiller belleğin yanılm asını önlem ek bakım ından, ne k ad ar kısa olurlarsa o k ad ar iyidir. B un­ ları göz önünde tu tan bir kim se, b an a öyle geliyor ki, açıklam am ızın bu bölüm ü ile ilgili hiç bir şeyi atlam ayacaktır.

62

DESCARTES

Şimdi ikinci n o k taya geliyoruz: basit şeyler üzerine sahib olduğum uz k avram ları bileşik o lanlarınkinden özenle ayırm ak ve b ir yanlışa düşm em ek için, b in lerin ­ de ve öbürlerinde yanlışın nerede bulunabileceğini ve, yalnız onları ele alm ak için, hangilerinin kesin olarak bilinebilir olduklarını görm ek. Bu noktad a, b u n d an ön­ cekinde de olduğu gibi, belki herkesin olur dem iyeceği kim i varsayım lar yapm ak gerekiyor; am a astronom lan n , görüngüleri betim lem elerine yarayan u ydurm a d aire ­ lerinden daha doğru o lduklarına inan m asalar da, o k a ­ d a r önem li değil, yeter ki onların [varsayım ların] y ardı­ m ı ile, herhangi b ir k o nuda hangi bilginin doğru hangi­ sinin yanlış olabileceği seçilebilsin. İm di, baştan şunu diyoruz ki, şeylerin h er biri ger­ çekte var olduğunu söylediğimiz gibi değil, hakkındaki bilgimize göre, tikel olarak ele alınm alıdır. Ç ünkü, örne­ ğin diyelim ki oylum lu ve şekilli bir cisme bakıyoruz, el­ bette ki bunun, gerçeklik yönünden tek ve basit b ir şey olduğunu itiraf edeceğiz. G erçekten de bu anlam da onun bir gövde, uzam ve şekilden yapıldığını söyleyem eyiz, çünkü bu öğeler hiç b ir zam an birbirlerinden ayrı olarak var olam azlar. A m a anlığım ız bakım ından, onun bu üç doğanın bileşiği olduğunu söylüyoruz. Ç ünkü bunların b ir ve aynı öznede b u luştuklarına hükm etm eden önce h er birini ayrı ayrı yakalayabiliyoruz. B undan ö tü rü d ü r ki şeyleri yalnızca anlık tarafın d an algılandığı ölçüde ele alarak yalnızca bilgisi, zekânın d ah a açık olarak bi­ linen öbürlerine bölem iyeceği k a d a r açık seçik o lanla­ ra basit diyoruz: şekil, uzam , devinim , vb. böyledirler. ö b ü rle rin e gelince, onların tüm ünü, b u n ların şu ya d a bu tarzda bileşimi o larak alıyoruz. B unu öyle geniş bir tarzda anlam ak gerekir ki, kim i zam an b asit şeylerden soyutlayarak çıkardıklarım ız bile b u nun dışında k alm a­ m alıdır: şekil oylum lu nesnenin sınırıdır, dediğim iz za­ m an olduğu gibi; yalnız sınır sözcüğünde şekil sözcüğün­

AKLIN YÖNETİMİ

63

den d ah a genel b ir şey k a st ediyoruz, çünkü, elbette sü­ renin sınırından, devinim in sınırından, vb. d a söz edile­ bilir. Bu du ru m d a gerçekten de h e r ne k a d a r sınır şekil­ den çıkarılm ış b ir soyutlam ayı belirtm ekte ise de, sırf b u ndan ötü rü şekilden d a h a b asit imiş gibi alınm am alı­ dır; am a bir sürenin ya d a devinim in, vb. sonu olm ak gibi şekilden b ü sbütün farklı tü rd en şeylere de b ağ lan­ dığı göz önünde tu tu larak onu bu şeylerden de soyutla­ m ak zorunludur, b u n d an sonra o a rtık ancak birden çok anlam lı (équivoque) bir tarzd a uygulanabildiği h e p ­ ten farklı bir çok doğad an oluşan b ir bileşiktir. İkinci o larak şunu diyoruz, anlığım ıza göre basit diye adlandırılan şeyler salt zihinsel ya da salt özdeksel ya d a o rtak tırlar (purem ent intellectuelles, p u rem en t m a ­ térielles, com m unes). A nlık tarafın d an , hiç b ir gövdesel im genin yardım ı olm adan, y aratılıştan gelen b ir ışık sa­ yesinde bilinenler salt zihinseldirler. B öyleleri v ardır, bu kesin, bilgi gibi, şüphe gibi, bilgisizlik gibi, h atta istem (ihtiyar, volition) diyebileceğim iz istenç eylemi (action de la volonté) ve benzerleri gibi ki, bunların hepsini g er­ çek olarak ve kolaylıkla tanım am ız için akıl sahibi ol­ m ak yeterlidir. Şekil, uzam , devinim vb. gibi varlığı a n ­ cak b ir cisimle bilinen şeyler salt özdeksel olanlardır. Son olarak, o rtak denilm esi gerekenler ki b u n lar da v ar­ lık, birlik, süre ve benzeri şeyler ayırım ı yapm adan ye­ rine göre gövdesel nesnelere ya d a akla bağlı o lan lar­ dır. Şu ortak kav ram lar da buraya k atılm alıd ır ki b u n ­ lar basit doğaları kendi araların d a birleştiren b ağlar gi­ bidirler ve usavurm anın tüm sonuçları onların apaçıklı­ ğına dayanır. Şu aşağıdakiler böyledirler: b ir üçüncüsü ile özdeş olan iki şey kendi arasın d a d a özdeştir; bıınun gibi, bir üçüncüsüne aynı tarzda bağlanam ayan iki şey kendi arasın d a d a farklıdır, vb. Ü stelik bu ortak k av ram ­ la r gerek salt anlık ile gerekse yine aynı anlık tarafından, özdeksel şeylerin im gelerinin sezilmesi ile tanınabilir.

64

DESCARTES

H em zaten, bu b asit doğalar arasında, aynı doğala­ rın, zekâm ız tarafın d an y akalandıklarına göre, yoksun­ luk ve yadsım asını (la p rivation et la négation) da say­ m ak gerekir. Ç ünkü, b an a hiçliği (le néant) ya da anı (l’instant) ya da dinginliği (hareket halinde olm am ak, le repos) sezgisel o larak gösteren bilgideki doğruluk, varlı­ ğı (l’existence) ya d a süreyi (la d urée) ya da devinim i an ­ latan bilgiden daha az değildir. Bu tarz k avram a saye­ sinde şim di, b ü tü n ö bür bilgi konularının bu basit d oğa­ lard an bileştirilm iş olduğunu söyleyebiliriz: örneğin bir şekil devinim halinde değil, dediğim zam an düşüncem , şu veya bu tarzda şekil ve dinginliğin bileşiğidir vb. di­ yeceğim. Ü çüncü o larak şunu diyoruz: bu b asit doğalar hep kendiliklerinden bilinirler ve hiç bir yanlış içerm ezler. A nlığın şeyleri sezgi ile görm e ve tanım a yetisi ile doğ­ ru olduğuna ya da olm adığına hükm etm e yetisini birbi­ rin d en ayırdığım ız zam an bunu gösterm ek kolay olur. G erçekten de, aslında bildiğim iz kimi şeyleri bilm ediği­ mizi sandığım ız olur, sezgi ile gördüğüm üz ya da d üşün­ cemizle bulduğum uzdan başka bize kapalı bir şeyin k a l­ dığından, düşüncem izin yanlış olduğundan kuşkuya düş­ tüğüm üz zam an böyledir. B undan ötürü, bu basit doğa­ la rd a n herhangi b irinin bizce bütünüyle bilinir olm adığı­ na hükm ettiğim iz d u ru m lard a yanılm akta olduğum uz apaçıktır, çünkü zekâm ız ondan en küçük bir parçayı ya­ kalayacaktır, ki bu onun üzerine bir yargıda b u lu ndu­ ğum uz tak d ird e elbette zorunludur, b u n d an onu b ü tü ­ nüyle tanıdığım ız sonucuna varm ak gerekir. Y oksa ger­ çekten de ona b asit değil, o n d a bildiğim iz ile bilm ediği­ m izin bileşiği dem em iz gerekir. D ördü n cü o larak şunu diyoruz: bu b asit şeylerin kendi aralarındaki bağ ya zorunlu (nécessaire) ya da olum sal (contingente) dır. Biri öbü rü n ü n kavram ı içeri­ sine, birbirinden ayırdedem iyeceğim iz ölçüde, iyice gir­

AKLIN YÖNETİMİ

65

diği durum lard a, b u n ların ayrı olduklarına hükm ediyor­ sak, o zam an zorunludur. Şeklin uzam la, devinim in sü­ re ya da zam anla vb. bir a rad a oluşu gibi, çünkü bir şekli uzam dan, bir devinim i süreden ayrı o larak k avrayanla­ yız. D ö rt ile üç yedi eder dediğim zam an d a yine öy­ le, söz konusu olan zorunlu bir bileşiktir; gerçekten de üç sayısını d ö rt sayısına k atm ad an yedi sayısını belir­ gin olarak kavrayam ayız. T ıp k ı bunun gibi, şekiller ve sayılarla ilgili h er tanıtlam a, ister istem ez doğrulanan objeye bağlıdır. V e bu zo ru n lu lu k la yalnızca duyulur şeylerde değil b aşaklarında d a karşılaşılır: örnekse, Sokra t her şeyden şüphe ederim , dediği zam an, bundan, zo­ runlu olarak, en azından şüphe ettiğini anladığı; yine aynı şekilde b u n d a doğru ya d a yanlış bir şeylerin bulu­ nabileceğini, vb. bildiği anlam ı çıkar, çünkü bu vargılar (conséquences) zorunlu olarak şüphenin doğasına bağ­ lıdırlar. O lum sal birleşm eye (Tımion contingente) gelin­ ce, bu, şeyler arasında çözülm ez hiç bir bağın bulu nm a­ dığı birleşm edir: bu cisim canlıdır, insanı giyiniktir, vb. denildiği gibi. Ç oğu zam an, birbirlerine zorunlu o larak bağım lı olan şeyler de v ard ır ki çoğu kim se araların d a­ ki ilişkiye d ik k at etm eyerek bunları olum sal sayar, ör­ neğin şu önerm e: varım , öyleyse tan rı var; yine b unun gibi: anlıyorum , öyleyse gövdeden ayrı bir aklım var, vb. Son olarak şunu da belirtm ek gerekir ki zorunlu ö n er­ m elerin pek çoğunun evrişikleri (converse)30 olum saldır­ lar: yani, benim v ar olduğum olgusundan tanrının da var olduğu kesin sonucunu çıkarıyorum diye tan rın ın var olduğu olgusundan benim d e v ar olduğum sonucu çıka­ rılam az. Beşinci o larak diyoruz ki, bu basit doğaların ve bunların araların d a v ar olan b ir cins karışım ya d a bi­ leşiğin dışında hiç bir şey anlayam ayız. V e elbette ço­ ğu zam an birbirine bitişik (bağlı) bir kaç şeyi aynı za­ m an d a görm ek, birini öbürlerinden ayırm aktan daha ko-

66

DESCARTES

laydın nitekim örnekse, bir üçgeni, kendisiyle ilgili bil­ ginin, açı, çizgi, üç sayısı, şekil, uzam vb. bilgileri de içerm ekte olduğunu hiç aklım a getirm eden tanıyabilirim ; bununla beraber bu, üçgen doğasının bütü n bu d oğalar­ d an oluşm uş olduğunu ve, zekâ bunları onda bulduğu­ na göre, bunların üçgenden d ah a çok bilindiklerini söy­ lem em ize engel değildir. A ynı üçgende üç açının iki dik açıya eşit olm ası, k en arlarla açılar ve alanın büyüklüğü arasındaki sayısız ilişkiler, vb. gibi, gözüm üzden kaçan d ah a bir nice doğa da bulunabilir. A ltıncı olarak diyoruz ki, bizim bileşik dediğim iz doğalar gerek n eler olduklarını denediğim iz, gerekse on­ ları kendim iz bileştirdiğim iz için tarafım ızdan bilinirler. D uyularla algıladığım ız her şeyi, başkaların d an öğrendi­ ğimiz her şeyi, ve genellikle anlığım ıza gerek dışardan, gerekse kendisinde v ar olan dönüşlü bak ışla (de la con­ tem plation réfléchie) u laşan h er şeyi deneye vururuz. Bu n o k tad a şunu d a belirtm ek gerekir ki, anlığı hiç bir deney, hiç bir zam an yanıltam az, yeter ki ona yalnızca şe­ yin, kendi içinde ya d a b ir im gede tanıdığı hali ile, k e ­ sin sezgisi sunulsun, ayrıca yeter ki im gelem in, duyula­ rın objelerini doğru olarak yansıttığına, duyuların, şey­ lerin hakiki şekillerini kapsadığına ve son olarak, dış şeylerin bize göründükleri gibi o lduklarına h ü km etm e­ sin. A slında bu n o k taların hepsi bizi yanılgıya d üşürebi­ lir, bir m asal dinledikten son ra olayın sahiden olduğu­ nu sandığım ız; sarılığa tu tu lan b ir hastanın, gözü sarıya boyandığı için h e r şeyin sarı olduğuna hükm ettiği; ve son olarak, b ir im gelem bozulm asından sonra, öfke h a l­ lerindeki gibi, ipe sap a gelm ez im gelerin gerçeği yansıt­ tıklarını sandığım ız zam an lard a olduğu gibi. A m a bu n ­ d a aklı başın d a b ir kim senin anlığını y anıltacak b ir şey yoktur, çünkü im gelem den gelen h er şey onun tarafın ­ d a n sahiden de kendisine işlenm iş olarak alınacaktır; bununla beraber, bu dış şeylerin hiç b ir değişikliğe uğra­

AKLIN YÖNETİMİ

67

m adan, bütünüyle d uyulara, duy u lard an d a fantaisie’ye yansıdığını, onu d ah a önce başka yollardan tanım ış ol­ m adıkça, hiç bı'r zam an doğrulam ayacaktır. Ö b ü r yan­ dan, kavradığım ız objeleri, o n lard a zekâm ıza hiç b ir d e­ neyin dolaysız o larak k avratm adığı b ir şeyin b u lu n d u ­ ğunu sandığım ız her kez, kendim iz bileştiriyoruz. Ö rn ek ­ se, sarılık hastası gördüğü şeylerin sarı olduklarına in an ­ dığı zam an, saiıib olduğu düşünce, fan taisie’nin ona gös­ terdiği ile kendi yaptığı varsayım dan bileşecek, gördüğü sa rı rengi b ir göz k usuruna değil, gördüğü şeylerin ger­ çekten sarı olm alarına bağlayacaktır. B u n d an d a ancak inandığım ız şeyleri şu ya d a bu tarzd a kendim iz bileş­ tirdiğim iz zam an yanılabileceğim iz sonucu çıkar. Y edinci o larak diyoruz ki, bu bileşim , itki ile, sa ­ nı ile, ya d a tüm dengelim ile olm ak üzere şekilde y a­ pılabilir. Şeyler üzerindeki yargılarını itki yolu ile (par im pulsion) bileştirenler, a k ılla n , hiç b ir deneyle in an d ı­ rılm ış olm adan, ya bir ü stün güç ya kendi serbest gö­ rüşleri y a d a im gelem lerinin b ir eğilimi tarafın d an , b ir inanca bağlanm ış o larak belirlenenlerdir: birinci etki hiç yanıltm az, İkincisi p ek az, üçüncüsü hem en hem en h er zam an yanıltır; yalnız, birincinin b u ra d a yeri y oktur, ç ü n ­ k ü sanatla ilgili değildir. Sam ile yap ılan bileşim (la com position p a r conjecture), örneğin su, dünyanın m er­ kezinden d ah a u zak ta bulunduğuna göre, to p rak tan d a ­ h a az yoğun b ir özdür, h av a suyun da üzerinde b u lun­ d uğundan hem d ah a d a az yoğun hem d e hafiftir, b u n d an h av an ın üzerinde pek a n ve h avadan çok d a h a az yo­ ğun b ir esir (éthere) d en b a şk a b ir şey bulunm adığı, vb. sanısını çıkarabiliriz. H iç b ir zam an doğru olarak değil, yalnızca olabilir diye aldığım ız sürece, b u yolla yapılan bileşim ler elbette ki bizi yanıltm azlar; am a b ü tü n b u n ­ la r bizi d a h a bilgin de yapm azlar. İm di, şeyleri doğru olarak bileştirebileceğim iz b ir tek. tüm dengelim kalıyor. B un u n la birlikte, b u rad a da

68

DESCARTES

pek çok eksik bulunabilir, hava ile dolu uzayım ızı gö­ rerek, d o k u n a ra k ya da herhangi b ir duyu ile algılayam ayınca, bundan, boşluk doğası ile uzay doğası arasında yanlış bir bağ k u rarak , uzayın boş olduğu sonucunu çı­ karttığım ız zam an olduğu gibi. Bir tikel ya da olum sal objeden genel ve zorunlu bir şey çıkarabileceğim ize h ü k ­ m ettiğim iz h er kez böyle olur. A m a bir yanlışa düşm ek­ ten korunm ak elim izdedir. B unun koşulu, şeyleri, biri­ nin öbürün e bağlanm asının kesinlikle zorunlu olduğu­ nu, sezgi ile görm eden, kendi araların d a bağlam aya kalkm am aktır. Şeklin uzam (étendue) ile zorunlu bir bağı bulunduğu olgusundan hiç b ir şeyin oylum suz (sans être étendu) şekillenem iyeceği sonucunu çıkardığım ız za­ m an olduğu gibi, vb. B ütün bunlarla, birinci olarak, b aşta belli belirsiz ve kab aca gösterebildiklerim izi, b a n a göre, yeterli bir sayım ile açık seçik olarak gözler önüne serm iş oldu­ ğum uz, insanın önünde doğruyu kesin o larak bilm ek için apaçık sezgi ve zorunlu tüm dengelim ve bir de se­ kizinci önerm ede söz konusu edilen basit doğalar dışın­ d a açık başk a yollar bulunm adığı sonucuna ulaşabiliriz. V e açıktır ki zihinsel sezgi, bir y an d an bu doğalara, bir yan dan bu n ların arasın d a zorunlu o larak b ulunan bağ­ ların bilgisine, ve son olarak d a, anlığın gerek kendisin­ de gerekse fan taisie’de açıkça varsaydığı b ü tü n ö b ü r şey­ lere k ad ar uzanır. T ü m d en gelim i az sonra d a h a uzun olarak ele alacağız. İkinci olarak şu sonuç: bu b asit doğaları tanım ak için değil, çünkü onlar zaten kendiliklerinden bilinirler, am a yalnızca bunları birbirinden ayırm ak ve h er birini, zekâyı işletip sezgisel olarak ayrı avrı kavram ak için çaba harcam ak gerekir. O turduğu zam an ayakta d u rd u ­ ğu durum daki gibi olm ad'ğını anlam ayacak k ad ar hafif akıllı bir kim se elbette olam az. A m a durum un doğasını bu düşüncenin içeriğinden herkes aynı belirginlikle ayır­

AKLIN YÖNETİMİ

69

m az ve d u ru m 31 d ışın d a hiç b ir değişiklik olm adığını herkes evetleyemez. B unu b u rad a boşuna belirtm iyoruz, çünkü çoğu zam an okum u şlar (les lettrés) öylesine bece­ rikli olm aya alışm ışlardır ki, kendiliğinden apaçık bi­ linen, bilisiz kim selerin bildikleri şeyleri bile görm em e­ n in yolunu bulurlar. K endiliklerinden bilinen bu objelen d ah a apaçık b ir şeyle an latm aya kalktıkları h e r zam an başlarına gelen de bud u r, gerçekte b ir başka şey an la tır­ lar ya da hiçbir şey anlatm azlar. Ç ünkü, yer değiştirirken başım ıza gelen, hangisi o lursa olsun, b ü tü n değişiklikleri kim anlam az ve ona yer, çevreleyen cism in (corps am ­ b iant) yüzeyidir dediğim iz zam an kim aynı şeyi anlar? B u yüzey, ben kım ıldam asam , yerim i değiştirm esem ya d a tersine ben artık aynı yerde olm asam bile, beni çev­ releyerek, benim le birlikte değişebilir. B u n a karşılık h er­ kesin bildiği devinim için, gizli bir güce sahip im işler gi­ bi, edim sel o larak edim sel varlığın edim idir, diyenler in ­ san akim ı aşan büyülü sözler sallam ış olm azlar m ı? G er­ çekte kim an lar bu lakırdıyı? D evinim i bilm iyen v ar mı? V e bu kim selerin sam an sap ın d a düğüm aradıklarını kim yadsıyabilir? D em ek ki şeyleri, basitin yerine bileşi­ ği ele alm aktan çekinerek, bu tarz hiç b ir tan ım lam a ile açıklam am alı, am a herkes bunları geri k alan lard an ay­ rı olarak dikkatli bir sezgi ile aklının ışığına göre sınam alı, dem ek gerekir. Ç ıkan üçüncü sonuç: tüm insan bilim i, yalnızca, bu b a sit doğaların nasıl başk a şeylerin bileşim ini o lu ştur­ du klarını belirgin olarak görm ekten ib arettir. B unu b e ' lirtm ek pek y ararlıdır, çünkü, b ir güçlüğü sınam anın söz konusu olduğu h e r kez, hem en hepsi de zihinlerini h a n ­ gi düşüncelere u y gulayacaklarında ikircikli k alırlar ve d a h a önce bilm edikleri kim i varlık cinslerini aram ak ge­ rektiği kanısına kap ılır ve bu yüzden eşikte d urakalırlar. A rkadan , bu adam lar, diyelim m ıknatıs taşınm d o ­ ğası nedir diye sorulduğu zam an y ap tıkları gibi, işin sa r­

70

DESCARTES

p a sardığım görüp zihinlerini apaçık olan h er şeyden uzaklaştırır, en zor olan a yöneltirler ve sayısız neden­ lerle dolu boş bir uzay içerisinde serüvene d alarak yem b ir şeyler bulm ayı beklerler. A m a m ıknatıs taşında, k e n ­ diliğinden bilinen kim i basit doğalardan oluşm uş olm a­ y a n hiç bir şeyin bilinem iyeceğini d ü şü n en kim se ne ya­ pılm ası gerektiği k o n u su n d a duraksam az. Ö nce bu taş­ la ilgili b ü tü n deneyleri b ir aray a getirir; so n ra b u nlar­ d an m ıknatıs taşının, deneyle bildiği b ütün etkilerini el­ de etm ek için hangi basit d oğalar k arışım ının gerekli ol­ duğunu çıkarsam aya çalışır. B ir kez bu karışım bulun­ d u k ta n sonra, m ıknatıs taşının doğasını, bir insanın bi­ lebileceği ölçüde, belli deneyler yardım ı ile, doğru ola­ ra k saptadığını, göğsünü gere gere söyliyebilir. D enilenlerden d ö rd ü n cü ve son o larak çıkarılacak sonuç d a şudur ki, şeylerin bilgisine birisi ö b ü rü n d en d a ­ h a karanlıkm ış gibi bakılm am alıdır, çünkü hepsi de ay­ n ı d o ğadan d ır ve kendiliklerinden bilinen şeylerin bile­ şiğidir. H em en hiç kim se bunu dikkate alm ıyor, en atak olanları, ters b ir düşüncenin etkisi altında, sanılarını doğru tanıtlam alar imiş gibi sunm aya k alkıyorlar ve hiç bilm edikleri b ir k o nuda, çoğun b ir b u lu t arasındanm ış gibi, karanlık doğruları gördüklerini söylüyorlar. Bu doğ­ ru ları genelde, kafaların d ak i k av ram ları b ir çok şey üze­ rin d e düşünm ede (disserere) ve m antıklı sözler etm ede kendilerine yardım cı o lan am a söyleyenin de dinliyenin d e doğru d ü rü st b ir şey anlam adığı sözcüklere b ü rü n d ü ­ re re k açıklam aktan çekinm iyorlar. D a h a alçak gönüllü o la n ları ise, p ek çok şeyi, kolay ve yaşam için pek zo­ ru n lu oldukları halde, çoğunlukla incelem ekten k açını­ yorlar, çünkü güçlerinin b una yetm iyeceğini sanıyorlar; ve bunların başk a d a h a akıllı kim seler tarafın d an kav­ ranabileceğim d ü şünerek, yetkileri kendilerine d ah a çok güven verenlerin düşüncelerini benim siyorlar. Beşinci o larak ,33 tüm dengelim yalnız sözcüklerden

AKLİN YÖNETİMİ

71

şeylere, etkiden nedenine, n edenden etkisine, benzerden benzere, bölüm lerden bölüm lere ya d a b ü tü n ü n e ... yapı­ labilir, diyoruz. H em zaten k u rallar zincirlem em izin kim senin gö­ zünden kaçm am ası için, bilinebilen h e r şeyi basit öner­ m elere ve so ru n lara bölüyoruz. Basit önerm elerden yal­ nızca bilm e gücüm üzü herhangi bir objeyi sezgi yolu ile d a h a belirgin olarak kavram aya ve d a h a b ir keskin gö­ rüşle ve derinlem esine inceleyip yakalam aya hazırlayan k u ra lla rı veriyoruz, çünkü bu önerm eler kendiliklerin­ d e n belli olurlar, araştırm a konusu olam azlar. Bizce, aklın kullanım ını herhangi b ir tarzd a k olaylaştırır say­ dığım ız ilk on iki k u ra la b u nca önem verm em iz b u n d an ­ d ır. S orunlara gelince, b u n lard an birileri, çözüm leri bi­ linm ese bile tam o larak anlaşılm ıştır: b u n d an sonra ge­ lecek olan on iki k u rald a yalnız b u n ları inceliyeceğiz; eksik olarak anlaşılm ış olan öbürleri için son on iki k u ­ ralı ayırıyoruz. B u bölüm lem e rastgele yapılm ış değil­ dir: bunu, gerek ark ad an gelenin bilgisi ile ilgili hiç bir şey söylem em ek zo ru n d a kalm am ak, gerekse aklı geliş­ tirm ek için önce ne yapılm ası gerekir k o n u su n d a ne d ü ­ şündüğüm üzü öğretm ek için yapıyoruz. N o t etm ek ge­ rek ir ki, tam olarak anlaşılm ış sorunlar arasına yalnız­ ca üç şeyi belirgin olarak gördüklerim izi koyuyoruz: aradığım ız şey, karşım ıza çıktığında onu hangi belirtile­ re göre tanıyacağız; onu tam tam ına (praecisc) hangisin­ d en çıkarm ak zorundayız; ve bu objeler arasında, biri d e­ ğişm edikçe öbü rü n ü n de asla değişm iyeceğini gerektiren b ir bağım lılık bulunduğunu nasıl tanıtlayacağız. B öylece b ü tün öncüllere sahib oluruz, geriye yalnızca sonu­ cu n nasıl bulunduğunu gösterm ek k a lır ki b u n u da el­ b ette ki basit b ir tek şeyden belli b ir obje çık ararak de­ ğil (zira bu, d ah a önce de söylendiği gibi kuralsız olur) am a b ir arada, birbiri içine geçmiş olarak b u lunan bir ç o k şeyden, hiç b ir zam an en b asit b ir çıkarsam a yap­

72

DESCARTES

m ak için, d ah a büyük derinlikte b ir aklı gerektirm iyecek bir sanatla, belü bir obje çıkarm akla yapıyoruz. B u çeşit sorunlar çoğu zam an soyut olurlar, ve aritm etik y a da geom etri dışında pek rastlanm azlar; bun d an ö tü rü ­ d ü r ki deneyim siz o lan lara pek yararlı gibi görünm ezler. B en yine de uyarıyorum : m etodum uzun geri kalanının ele alınacağı son bölüm tam olarak kavranm ak isteni­ yorsa, sanatım ızı incelem ek için yeterince uzun b ir sü­ re ayrılm alı ve üzerinde çalışılm alıdır.

Kın al XIII B ir sorunu eğer ta m olarak anlam ış isek onu her türlii gereksiz kavram dan so yu tla m a k, en yalın olduğu durum a getirm eli ve bir sayım dan geçirerek, olabildiği kadar k ü ­ çü k parçalara bölm eliyiz. D iyalektikçilere işte şu n d a öykünüyoruz: tasım form ­ larını verm ek için onlar terim lerinin ya da özdekin (m a­ tière) bilindiğini v arsayarlar; biz de so ru n u n b aştan tam olarak anlaşılm ış olm asını istiyoruz. A m a biz, onlar gi­ bi, iki uç ile b ir o rta ayırım ı yapm ıyoruz: b ü tü n k onu­ m uza şöyle bakıyoruz. Ö nce, zorunlu olarak, sorunun bütünü içerisinde bilinm iyen bir şey bulunm alıdır, yoksa araştırm a boşa gider; İkincisi, bu bilinm iyen şu ya da bu şekilde gösterilm iş olm alıdır, yoksa herhangi b ir başka objeyi değil de şunu araştırm am ız gerektiğini bilem eyiz; üçüncüsü, bu bilinm iyen yalnızca herhangi bilinen b ir şeyle gösterilm iş olm alıdır. B ütün bu n lar, m ıknatıs taşı­ n ın doğasını araştırırk en olduğu gibi, tam olarak anlaşıl­ m am ış sorunlar içerisinde toplan ırlar. Bu iki terim in, m ıknatıs taşı ile doğanın, ne dem ek olduğunu biliyoruz. B ir başka şeyi değil de şunu araştırm am ız gerektiğini gösteren budur. A m a ö b ü r yandan so ru n u n tam olm ası için onun eksiksiz olarak belirlenm iş olm asını istiyoruz, öyle ki verilerden çıkarsanabilecek olandan başka hiçbir şey aranm asın. Birisi bana, diyelim şu soruları sorduğu zam an olan budur: G ilb ert doğru ya d a yanlış b ir takım deneyler yaptığm ı söylüyor, b u n d a n m ıknatıs taşının

74

DESCARTES

doğ ası üzerine tam tam ın a ne çıkarsanabilir, dese; bunun gibi, bir tek şu olgulara d ay an arak , sesin doğası üzerine düşüncem i sorsa: aynı sesi veren üç tel var, A , B, C, b u n ­ la rd a n B, A ’dan iki k a t büyük, am a d a h a uzun olduğun­ dan değil, iki k a t d ah a ağır bir şeyle gerildiği için, C ise A 'd an d a h a büyük değil, yalnızca iki k a t d ah a uzun ve d ö rt k a t bir ağırlıkla gerilm iş, vb. B undan tam olarak anlaşılm am ış b ü tü n sorunların, yeri geldiğinde uzun uzun anlatılacağı gibi, nasıl tam o larak anlaşılan soru n lar h a ­ line gelebildiği kolayca anlaşılır. A ynı zam anda iyi anla­ şılm ış bir güçlüğü gereksiz tü m k av ram lard an soyutla­ m ak, düşünceyi şu ya da bu tikel özne (subjectum ) ile uğraştırm ayıp yalnızca genel olarak belli büyüklükleri kendi araların d a ölçüştürecek b ir form a indirgem ek için, k e n ­ dim izi bu kurala nasıl uyduracağım ız da görülür. Böylece örneğin m ıknatıs taşı üzerine yalnızca şu ve şu deneyleri y apm ayı belirledikten sonra düşüncem izi b ü tü n ö b ürle­ rin d en uzaklaştırm akta hiçbir güçlük kalm az. A yrıca şunu d a ekleyiniz ki, güçlük, beşinci ve a l­ tıncı k u rala göre en büyük basitliğine indirgenm ek, ye­ dinci k u rala göre de bölünm elidir. D iyelim , m ıknatıs taşı, bir çok deneyden geçirilerek incelendiği zam an, bu deneyleri ayrı ayrı ele alacağım ; h a tta seste de, denildiği gibi, telleri kendi araların d a A ile B ’yi, sonra A ile C ’yi vb., so n rad an yeterli b ir sayım la tü m ü n ü kapsayacak tarzda, ayrı ayrı karşılaştıracağım . İşte, sonraki onbir k u ra lın kullanılm asına gerek duyulduğu tak d ird e, salt a n ­ lığın, sonuncu çözüm e varm ad an önce, b ir önerm enin terim leri ile ilgili o larak tutunacağı üç nokta. B unun için nasıl davranılacağını bu kitabın üçüncü bölüm ü d ah a iyi açıklayacaktır. Ö b ü r yandan, so rundan (question) içinde doğru ya d a yanlış b u lu n an h er şeyi anlıyoruz ve her b irin ­ d e n ne yapabileceğim izi saptayabilm ek için çeşitli sorun tü rlerin i sayım dan geçirm ek gerekir. D ah a ö n ce söyledik, ister basit ister bağlı olsunlar,

AKLIN YÖNETİMİ

75

şeylerin bir tek sezgisinde yanlış bulunam az. Z aten so­ ru n adını alm aları bu an lam d a değildir, o n lara belli bir yargı yöneltm eye k a ra r verdiğim iz zam an bu adı alırlar. G erçekten, so ru lar arasına yalnızca başk aları tarafından sorulanları" alm ıyoruz, S o k rat’ın bilgisizliğine, h a tta daha ç o k şüphesine gelirsek, S ok rat d ik k atin i b ir n o k tay a yö­ nelttiğinde hem en o rtay a bir soru çıkıyor, Sokrat her şeyden şüphe etm esinin doğru olup olm adığını a ra ştır­ m aya koyuluyor ve doğru olduğu sonucunu çıkarıyor. O ysa biz ya şeyleri sözcüklerle, ya nedenleri etki­ leriyle, ya etkileri nedenleriyle, ya b ü tü n ü bölüm leriyle veya araların d an kim ilerinin ö bür bölüm leriyle, ya da son olarak b ir çok şeyi bu söylediklerim izle araştırı­ yoruz. G üçlük ne zam an dilin k aran tısm d a kalsa şeyler sözcüklerle a ra n ır diyoruz. B öyle o lan lar yalnızca isfenks bilm ecesi tü rü n d en o lan lar değildir: isfenks önce d ö rt, sonra iki ve so n u n d a üç ay akla yürüyen hayvanı soruyordu; balık tu tm ak için oltaları ve iğneleri ile deniz kıyısında dikilen balıkçıların, yak alad ık ların d an ellerinde ■bir şey kalm adığını, b u n a karşılık yakalam adılarm ın d u r­ d u klarını söylem eleri, vb. gibi; am a ö bür yandan, o k u ­ m uşların çekiştikleri b ir çok k o n u d a hem en h er zam an b ir sözcük sorunu söz k o nusudur. V e oldukça büyük zekâların şeyleri yeteri k a d a r uygun terim lerle açıkla­ d ık ları zam an lard a h ep onların b u n ları iyi anlam adıkları gibi k ö tü bir düşünceye kapılm m am alıdır. Ö rneğin, içevreleyen cism in (corps am bianî) yü zeyin e yer (lieu) d e­ diklerinde hiç de b ir yanlış anlam a söz konusu değildir, yalnızca bu basit ve kendiliğinden bilinen doğanın ortak k u llan ım d a b ir şey şu rad a ya da b u ra d a d u ru y o r diye geçen bir terim i k ö tü kullanm ışlardır. B u ra d a söz k o n u ­ su olan, varlık denilen yerdeki obje ile dış uzayın b ö lüm ­ leri arasında b u lu n an belli b ir o randır; ve kim ileri de yer adının çevreleyen yü zö lçü m ü (la superficie am biante)

76

DESCARTES

an lam ın a gelm esine b ak arak , yanlış o larak iç y e r (U bi intrirısecum - lieu interne) derler. G eri k alanları d a hep böyledir. Bu sözcük soru n ların a o k ad ar çok rastlanır ki, eğer filozoflar, sözcüklerin anlam ları üzerinde h er za­ m an anlaşsalardı araların d ak i çekişm eler hem en b ü tü ­ nüyle sona ererdi. B ir şeyin v ar olup olm adığını, v arsa ne o ld u ğ u n u ... bulm ayı denediğim iz zam an etkilerden nedenleri çıkar­ m ak yer alır. Z ate n bizden bir sorunu çözm em iz istendiği zam an, çoğunlukla başım ıza geldiği gibi, b u n u n ne tü r b ir sorun olduğunu, sözcüklerle ya d a etki-nedeıı yolu ile aranan şeyler olduğunu, vb. hem en fark etmeyiz; b u n d an ö tü rü ­ dür ki, bu duru m ları ayrıntılı olarak ele alm ak b a n a ge­ reksiz görünüyor. Ç ü n k ü herhangi bir güçlüğü çözm ek için yapılm ası gerekenlerin tüm ü n ü h ep b ird en ve b ir düzen içinde ele alm ak d a h a kestirm e ve d a h a uygun olacaktır. A rk a d an , herhangi b ir sorun verildiği zam an bize en baş­ ta gerekli olan, ara n a n şeyin n e olduğunu belirgin ola­ ra k anlam aktır. G erçek ten de, sıkça görülen b ir şeydir, kim ileri önerm elerin üzerine öylesine bir acele ile atılırlar ki, d a ­ h a, aradıkları obje b irden k arşıların a çıkıverse b u nun o olduğunu neresine b a k a ra k an layacaklarını bile bilm eden, h a v ad a b ir akılla, rastgele çözüm üne k o yulurlar. B öyleleri efendisi tarafın d an bir yere gönderilen am a d ah a n e­ reye gönderildiğini bile an lam ad an koşm aya başlayan gayretkeş uşak tan d a h a az gülünç değildirler. B una karşılık, h e r sorunda bilinm iyen b ir şey ol­ m akla beraber, çünkü başka türlü araştırm a boşuna olur, yine de bu bilinm iyen öyle belirgin koşu llarla gösteril­ miş olm alıdır ki, hangi tikel objeyi arayacağım ızı b ü tü ­ nüyle belirlem iş olabilelim . B aştan ele alınm ası gereken işte, diyoruz, bu koşulların incelenm esidir, ve aradığı­ m ız bilinm eyenin, b u n ların h er birinin içindeki payını

AKLIN YÖNETİMİ

77

titizlikle belirlem ek için, zihinsel işlekliğimizi kullanır, sezgi ile teker tek er ve belirgin o larak yakalayabilrsek bu sonuca varabliriz. G erçekten de insan aklı bu n o k ta ­ d a iki yoldan yanılm a alışkanlığına sahiptir, ya sorunu belirlem ek için kendisine verilenden d ah a fazla bir şey alır ya da tersine kim i şeyleri atlar. Bize verilm iş olan d an d ah a fazla ve daha belirgin bir şeyleri v arsaym aktan sakınm am ız gerekir: özellikle bilm ecelerde ve aklım ızı k arıştırm ak için yapay olarak tertiplenm iş so rularda, am a kimi zam an d a bize, çözüm ü için belli bir neden değil de yalnızca kökleşm iş bir d ü ­ şünce kesin sayılıyorm uş gibi gelen başka sorunlarda da, örneğin isfenks bilm ecesindeki ayak sözcüğünün yalnız­ ca gerçek h ayvan ayağını gösterdiği sanılm am alıdır, onun, çocuğun elleri, ih tiyarın sopası gibi başk a şeyleri de gös­ terebileceğini görm ek gerekir, çünkü h er ikisi de ayak gibi yürüm eye yaram ak tad ır. B unun gibi, balıkçılar bil­ m ecesinde de, kafam ızı b alık düşüncesinin çoğunlukla yoksul kişilerin istem eden üstlerinde taşıdıkları ve y ak a­ ladıkları zam an attıkları hayvanları düşünm em ize engel olacak k ad ar d oldurm am asına d ik k at edilm elidir. B u ­ n u n gibi, günün birinde görm üş olduğum uz, o rtasın d a su­ suz kalm ış T a n ta l’in yontusunun bulunduğu b ir kolon üzerindeki vazonun b ir benzerinin nasıl yapıldığını a ra ­ dığım ız zam an; vazo d o lduruluyor am a su tam T a n ta l’in bahtsız du d ak ların a değecek k a d a r yükseldiği zam an b ir­ denbire boşalıveriyor. ilk ağızda asıl h ü n er T a n ta l’in yontusunu yapm ak gibi geliyor, oysa sorunu belirleyeD hiç de o değildir, o yalnızca sorunun tam am layıcısıdır. Ç ünkü, bütün güçlük vazonun su daha önce değil de belli düzeye ç 'k tık tan sonra nasıl birdenbire boşalacak biçim ­ de yapılm ış olduğudur, sorun bunun araştırılm asındadır. Son olarak, yine bunun gibi, yıldızlar üzerine yaptığım ız gözlem lere pöre, bunların devinim lerine değp'n olarak kesin ne sağlayabileceğimizi aradığım ızda, eskilerin yap­

78

DESCARTES

tıkları gibi, çocukluğum uzdan beri bize öyle gelm iş ol­ duğuna bakarak, yeryüzü evrenin m erkezinde yer alır gibisinden bedava b ir varsayım yapılm am alıdır. H atta bu şüpheli düşünce, yerine kesin ne koyabileceğim izi sı­ nam ak üzere b ir yana bırakılm alıdır ve başkaları. N e zam an ki b ir sorunu belirlem ek için, ister söy­ lenm iş ister şu veya bu biçim de içinde bulunm uş olan bir koşul gerekir, düşünm eden atlam a suretiyle b ir h ata işleriz. Y ıldızlarınki ve k aynak suyununki gibi doğal değil de. insan uzluğunun verim i olan bir kesiksiz (p erpé­ tu el) devinim araştırm ak istediğim izde olan bud u r, bir 'kimse çıkıp d a (kim ilerinin, dünya hep ekseni çevresin­ d e daireler çizerek d öner, m ıknatıs taşı d a dünyanın tüm özgüllüklerini (p ropriétés) taşır, düşüncesi ile), evet, bir (kimse çıkıp d a bu taşı daire biçim inde dönecek gibi k u l­ lan ır ya d a hiç olm azsa kendi devinim ini, öbiir özgül­ lükleriyle birlikte dem ire geçirebileceğini düşünürse ola­ cak olan budur. B aşarm asına başarır, n e v ar ki hüneri o n a kesiksiz b ir devinim sağlam ayacaktır, yalnızca doğal olanı kullan acak tır ve ancak elinde b ir çark varsa onu a k a n bir suyun önüne, sürekli d öndürecek biçim de k oya­ caktır; o zam an, sorunu belirlem ek için gerekli o lan bir kavram ı atlam ış olacaktır, vb. Sorun yeterince anlaşıldığında, güçlüğün n erede ol­ duğunu, b ü tü n ö b ürlerinden ayıklam ak ve d ah a kolay çöz­ m ek için, tam tam ın a (praecise) görm ek gerekir. G üçlüğün n ered e olduğunu sap tam ak için sorunun anlaşılm ış olm ası h e r zam an yetm ez, ayrıca, eğer önü­ m üze bulunm ası kolay şeyler çıkarsa b u n ları b ir k enara b ira k a rak önerm eyi b u n lard an ayıkladıktan sonra on­ d a artık yalnızca bilm ediklerim izin kalm ası için gerekli o la n her şeyi düşünm ek gerekir. B öylece b ir az yuk arıda söylem iş olduğum uz vazo sorununda, vazonun nasıl ya­ pılm ası gerektiğini kolayca belirleyebiliriz: ortasındaki kolon, renkli kuş, vb. K on u y a ilişkin olm ayan b ü tü n bun-

AKLIN YÖNETİMİ

79

Jar atıldıktan sonra geriye yalın ve çıplak (nuda) güçlük k a lır ki o da, ilkin vazoda bulunan suyun, belli bir yüksekliğe vardığı zam an boşalıverm esidir. Bu nasıl olu­ yor? A ranacak olan işte budur. İm di burad a önem li olan tek şeyin, bir önerm eden bize verilm iş olanların hepsini, konuya değgin olm adık­ larını açıkça görm üş olduklarım ızı atarak , gerekli olan­ ları bırakarak , şüpheli o lanları d ah a d ikkatli bir sınam a­ y a göndererek, düzenli b ir sıra ile elden geçirm ek oldu­ ğunu söylüyoruz.

kural XIV A y n ı kural cisim lerin gerçek uzam ına (à l’é ten d u e réél­ it u ts cotps) uygulanm ak ve im gelem e tü m ü n ü birden y a lın ve çıplak (nııdas) şekiller yardım ı ile önerilm ek gerekir: gerçekten de, böylece, anlık (entendem ent) tara­ fın d a n daha belirgin olarak kavranm ış olur. İm gelem in de yardım ından y ararlan m ak için şu ra­ sını göz önü n d e tu tm ak gerekir ki, önceden bilinen bil objeden belli ve bilinm iyen b ir ö b ü rü n ü n çıkarıldığı her sefer bir yeni tü r v arlık bulunm uş olm az. B u rad a yalnızca tüm bilgim izdeki artış vardır, bu da şu veya bu tarzda b iz e, aran ılan objenin önerm enin içinde verilm iş o lanla­ rın doğasında bulunduğunu an latır. Ö rneğin, gözleri do­ ğuştan görm eyen bir kim seye, usavurm a yoluyla, hiçbir zam an ren k ler üzerine, bizim duyularım ızla edindiğim iz gibi, gerçek b ir fikir verem eyiz; am a eskiden a ra ve bi­ leşik renkleri görm eden tem el renkleri tanım ış olan bir kim se, hiç görm edikleri üzerine de, öbürlerine benzer­ likleri sayesinde, tüm dengelim yoluyla im geler o lu ştura­ bilir. B unun gibi, m ıknatıs taşında anlığım ızın ş m d iy e k a d a r kavram ış olduğuna hiç benzem iyen tü rd en b ir var­ lık olsaydı, o n a akıl yolu ile ulaşabilm enin yolu yoktu, çünkü bu ya yeni bir duyu ya d a tanrısal bir zekâ gerekti­ rirdi. E ğer m ıknatıs taşında b ulunan etkilerin aynım üreten varlıklar karışım ını ya da zaten bilinen doğaları iyice, açık seçik kavram ış isek, bu kon u d a insan aklının cıcunecegi her şeyi elde etmiş olduğum uza inanacağız.

AKLIN YÖNETİMİ

81

E lbette ki uzam , şekil, devinim ve benzerleri gibi, b u rad a sayıp dökm eye gerek görm ediğim iz, önceden bi­ linen varlıklar, çeşitli öznelerde aynı idea yoluyla ta n ı­ n ırlar, bir taç güm üşten ya d a altından yapılm ıştır diye başka şekilde düşünülm ez. Bu ortak idea bir özneden ö b ürüne ancak basit bir karşılaştırm a ile geçer: aranılan şeyi, şu ya d a bu o ran d a belli bir objeye benzer, özdeş ya da eşittir diye doğruluyoruz, öyle ki h er tü r usavurm ada, doğruyu tam tam ına (praecise) ancak bir k arşı­ laştırm a ile biliyoruz. Ö rneğin şunda: h er A , B ’dir, her B , C ’dir, dem ek ki h er A , C ’dir, aran an ile verilen a ra ­ larında karşılaştırılıyor, yani A ile C, her ikisinin de B olduğu oranı ile, vb. Ç ünkü, daha önce de uyarm ıştık, tasım form larının, şeylerin doğrusunu kavram akta bize h içbir yardım ları yoktur, okuyucu için en iyisi bunları bütünüyle bir k en ara b ırak tık tan sonra, ayrık bir obje­ n in çıplak ve yalın sezgisi ile elde edilm em iş olan tüm bilgisini, salt iki ya da daha çok objeyi araların d a k arşı­ laştırm ak suretiyle elde etm ektir. V e şüphesiz insan ak ­ im ın hem en hem en b ütün hüneri bu işlemi hazırlam akta­ dır, çünkü bu, açık ve basit olduğu zam an, sanatın yardı­ m ın a gerek kalm az, onunla elde edilen doğruyu sezgisel o larak görm ek için yalnız doğal ışıklar yeter. B elirtm ek gerekir ki karşılaştırm alara yalnız aran ı­ la n şey ile verilen şeyi bir doğada eşit olarak b u lu n duk­ ları zam an basit ve açık denir. Ö b ü r bütün k arşılaştır­ m a la r hazırlanm ış olm ayı gerektirir ve bunun için bir tek şu neden vardır: ortak doğa iki obje içerisinde özdeş ola­ ra k değil, kendisini kapsayan ö b ü r belli oran (rapport) la ra ve orantı (proDortion) lara göre bulunur. V e insan uzluğu en büyük bölüm ü ile, b u orantıları, aranılan şey arasında var olan eşitliği açıkça görecek biçim de dönüşn ürm ekten başka bir şey değildir. A rkadan sunu da belirtm ek gerekir ki, eğer artı ve eksi ile ilgili değilse bu eşitliğe hiçbir suretle ulaşılam az

82

DESCARTES

vc bunların tü m ü b ü yüklük (grandeur, kem iyet) içinde toplanır. B öylece, güçlüğün terim leri, b ir önceki k u rala göre, bir kez öznenin tüm ünden soyutlandıktan sonra, b u ra d a artık, genel olarak büyüklüklerden başk a u ğ ra­ şacak şeyimiz kalm adığını görürüz. Ö bür yandan, bir şey tasarlam ak isteyip de b u nun için salt anlıktan değil de fantaisie (düşlem gücü) de göste­ rilm iş olan tü r (espèces) lerden34 yardım gören anlıktan y ararlanm ak istiyorsak, son olarak şunu da belirtm ek gerekir ki, aynı zam anda özel olarak herhangi bir şey ti­ kel olarak (in specie) ulanam ayan şeyler için, genel ola­ rak büyüklükten söz edilem ez. B undan, genel olarak büyüklükler denilenden anla­ dığım ız şeyi, im gelem im izde öbürleri ile birlikte en büyük kolaylıkla ve en belirgin biçim de oluşan büyüklük tü rü ­ ne uygulam anın bize az y ararı olm ayacağı sonucunu çı­ karm ak kolaydır. Bu büyüklük türü, şekil dışındakilerin tüm ünden soyutlanm ış olan cism in gerçek uzam ıdır: bu, on ikinci k uralda söylenm iş olan şeyden çıkıyor, o rada fantaisie’nin kendisini, onda b u lu n an idealarla birlikte, gerçek, oylum lu ve şekilli olarak tasarlam ıştık. Bu ken­ diliğinden ap açık bir şeydir, çünkü başka hiçbir öznede, orantıların tüm ayırım ları bu k ad ar belirgin olarak g örül­ mez. G erçekten de, h er ne k ad ar bir nesne öbüründen d a ­ h a çok ya da d ah a az aktır, bir ses çok ya d a az incedir vb. denebilir ise de, bunun ne kadar, iki k a t m ı, üç k a t mı, vb. olduğunu, şekilli b ir cism in uzam ı ile b ir benzeşim ¡(analogie) y apm adan, kesin o larak belirleyem eyiz. Şu h ald e geriye, iyice belirgin olan sorunların, orantıları eşitliklere götüren güçlük dışında hem en h içbir güçlük içerm ediklerinin kesin o larak belli olm ası kalıyor: için­ d e tam tam ına böyle bir güçlük b ulunanlar, ö bür tü m öz­ nelerden kolayca ayrılabilirler ve ay rılm alıdırlar ve bir uzam a ya da şekle bağlanabilirler ve bağlanm alıdırlar, işte bundan ö tü rü d ü r ki, b u n d an sonra, yirm i beşinci k u ­

AKLIN YÖNETİMİ

83

ra la kadar, bütün ö bür düşünceleri bir k e n a ra b ırak arak yalnız onları (uzam ı ve şekli) inceleyeceğiz. B urad a aritm etik ve geom etriye yatkın bir okuyucu olsun isterdim , am a bunları sıradan öğrenm iş olm asından ise hiç uğraşm am ış olm asını d a yeğ tutardım . Ç ünkü, ve­ receğim k u rallar bunların öğrenilm esi için yeterlidir ve bunlara uygulanm aları başk a h er tü r soruna uygulanm a­ ların d an çok d ah a kolaydır. P ek üst düzeyde bir bilgelik kazanm ak için bun u n yararı öylesinedir ki şunu dem ek­ ten çekinm iyeceğim : m etodum uzun bu bölüm ü m atem a­ tik problem leri için icat edilm iş değildir am a belki de asıl bu kuralları uygulam ak için onları öğrenm eye değer. V e bu disiplinlerde kendiliklerinden, (per n o ta— p a r eux-m êm es) bilinen, herkesin anlıyabileceği belitler (axio­ m es) dışında hiçbir şeyi varsaym ayacağım ; am a onlarla ilgili olan bilgi, genellikle başk aların d a rastladığım ız hali ile, açıkça düşülm üş b ir yanlışla bozulm uş olm asa bile, iyi anlaşılm am ış ve saptırılm ış ilkelerle karartılm ıştır, iki ileride yer yer bunları düzeltm eye çalışacağız. U zam ­ d a n , gerçek b ir cisim ya da yalnızca b ir uzay olup o lm a­ d ığ ın a bakm adan, eni boyu ve derinliği olan h er şeyi anlıyoruz35; galiba daha uzun b ir açıklam aya gerek yok, çünkü imeelem im izin b u ndan daha kolay kavrayacağı hiç ibir şey yoktur. B ununla b erab er okum uşlar sık sık ince ayırım lar yap arak doğal ışıkları bile söndürdükleri ve ¡bilinçsiz kim selerin bile h er zam an bildikleri şeylerde bi­ le k a ra rtıla r buldukları için, onlara uzam ın b u rad a özne­ n in kendisinden b aşka ve ayrı b ir şey gösterm ediğini ve genelde im gelem alanına gerçekten girm iyen bu tü r fiîozofik varlıklar tanım adığım ızı anım satırız. Ç ünkü, ö rne­ ğin doğada oylum lu olarak b ulunan h e r şeyi hiçe in d ir­ diği halde, yine de uzam ın kendi başına v ar olduğuna ¡kendini inandırabilse bile bu k avram a biçim verm ek için cisimsel bir id ea36 değil, yanlış bir yargıya düşm üş olan kendi anlığını kullanacaktır. H a tta eğer uzam im gesini,

84

DESCARTES

onu fantaisie’de biçim lendirm eye çalışıp dikaktle düşü­ n ürse, bunu kendisi de itiraf edecektir: onu tüm özneden ayrı olarak seçem ediğini sandığından büsbütün başka im gelediğini görecektir, öyle ki bu soyut varlıkların (ol­ gun un doğruluğu üzerine anlığın görüşü ne olursa ol­ sun) fantaisie’de hiçbir zam an öznelerden ayrı olarak biçim lenm em iş olduklarını anlayacaktır. Şimdi m adem ki bundan sonra im gelem in yardım ı olm adan hiçbir şey yapm am aya n iyet ediyoruz, öyle ise sözcüklerin tikel anlam larının anlığım ıza hangi idealar aracılığı ile sunulduğunu, ihtiyatı elden b ırakm adan b e­ lirtm ek önem lidir. B unun için şu üç form ülü incelemeyi öneriyoruz: uzam yer kaplar, cism in uzam ı vardır ve, uzam cisim değildir. Birincisi uzam ın (étendue) nasıl oylum lu (étendu) yerine alındığını gösteriyor. U zam yer kaplar dediğim ­ de, oylum lu olan yer kan lar dediğim le tıpatıp aynı şeyi söylediğim i biliyorum . B ununla b eraber bir anlam b e­ lirsizliğine düşm em ek için, oylum lu olan sözünü kullan­ m asak daha iyi olur, çünkü, ne anladığım ızı, yani bir özne (subjectum ) yer k ap lar çünkü oylum ludur’u yeterince belirgin olarak gösterm iyecektir. Canlı bir varlık yer kap­ lar dediğim zam anki gibi, bundan yalnız o ylum lu olan yer kaplayan bir öznedir anlaşılır. Bu neden, bizce oylum ­ ludan d ah a başk a bir şey olarak alınm am ış olm akla b e­ rab er, burad a niçin oylum ludan çok uzam ı incelem ek niyetindeyiz dem iş olduğum uzu açıklar. Şimdi de şu sözlere geçelim: cism in uzam ı vardır, b u ra d a uzam ın cisim den başka b ir şey gösterdiğini anlı­ yoruz; bununla b erab er fantaisie’m izde, cisim ve uzam olarak iki ayrı idea değil, bir tek oylum lu c'sim ideası oluşturuyoruz. Cisim oylum dur, ya d a daha çok, oylumlu olan o y lum 'u d u r desem de, gerçeklik yönünden fa p a r­ te reit b a rka türlü olm avacak. V e ancak bir başkacı ile v ar olabilen ve öznesiz olarak hiçbir zam an kavranam a-

AKLIN YÖNETİMİ

85

yacak olan şeylere özgü o lan budur. Ö znelerinden ger­ çekten ayrı olanlar için böyle değildir,.çünkü, örneğin P ier­ re zengindir dediğim zam an P ierre ideası zenginlik ideaSindan büsbütün ayrıdır; bunun gibi, Paul zengindir d e ­ ldiğimde, zengin zengindir dediğim den bam başka bir şey im geleyeceğim . Çoğu kim se bu ayırım ı görm ez ve yan­ lış olarak, uzam da oylum ludan ayrı bir şey bulunduğunu »anır, tıpkı P a u l’ün zenginliği P a u l’dan ayrı b ir şeymiş gibi. Son olarak, uzam cisim değildir dediğim de uzam Sözcüğü yu karıdakinden bam başka bir anlam alır. Bu ianlamda fantaisie’de onu karşılayabilecek tikel id ea yok­ tu r, bütün bu deyişler, bu tü r soyut varlıkları ayırm a gücüne bir tek kendisi sahip olan salt anlığın (l'entende­ m en t pur) olgusudur. B u rad a yine çoğu kim se için b ir yanılm a olasılığı: bu anlam d a alınan uzam ın im gelem ta ­ rafın d a n yakalanam ayacağm a d ik k at etm ezler ve onu gerçek bir idea o larak alırlar. Böyle b ir id ea ister istem ez cisim kavram ını kapsadığından, böyle düşünülm üş olan uzam cisim değildir dediler m iydi, fark ın a varm adan, bir şey aynı zam anda cisim dir ve cisim değildir çıkm azına d a l­ mış olurlar. İçinde uzam , şekil, sayı, yü zö lçü m ü , çizgi, nokta, birlik, vb. tü rü n d en ad lar bulunan sözlerde ayırım yapm ak çok önem lidir, b u n la r öylesine d a r anlam larda kullanılırlar ki, gerçekte ayrı olm adıkları b ir şeyleri dış­ larlar, şu örneklerde olduğu gibi: uzam y a da şekil cisim dğildir; sayı sayılan şey değildir; yü ze y cism in sınırıdır, çizgi yüzeyin , n o kta çizginin; birlik nicelik değildir, vb. B ütün bu önerm eler ve benzerleri, h a tta odğru oldukları varsayılsa bile, im gelem den bütünüyle ayıklanm alıdırlar; b u n d an ö tü rü d ü r ki ileride bun ları incelem ek niyetinde değiliz. Şunu da özellikle belirtm ek gerekir: b u sözcükle­ rin aynı anlam ı k orudukları, ve öznelerinden ayrı o larak aynı biçim de kullanıldıkları, b u n u n la b erab er gerçekten

86

DESCARTES

ayrı olm adıkları şeyi dışlam adıkları ve yadsım adıkları bütün öbür önerm elerde, bu sözcükleri im gelem in yar­ dım ı ile kullanabiliriz ve kullanm alıyız. B una göre, ger­ çekten her ne k ad ar anlık yalnız sözcüğün tam tam ına neyi gösterdiğine dik k at ederse de, imgelem, anlığa ge­ reğinde, kendilerinden söz edilm em iş olm asına bakıp dışlanm ış olduk ların a hükm edilm em esi gereken ö bür k o ­ şullara yönelm ek olanağı verm ek için, şeyin doğru bir ideasına biçim verm ek zorundadır. Ö rneğin, söz konusu olan sayı ise, bir çok birim le ölçülebilir bir özne düşü­ neceğiz ve, anlık şim dilik yalnız çokluğu düşünürse de, biz yine de ark ad an onun sayılan şeyin kavrayışım ız dı­ şın d a kaldığını varsaydıracak bir sonuç çıkarm am ası için dikkatli olacağız. Sayılara akıl alm az gizler ve salt b u ­ d alalık lar yakıştıranların yaptıkları da bud u r, sayıyı sayı­ lan şeylerden ayrı tutm asalar, elbette bunlara böylesine bir inanç cklem ezlcrdi. B unun gibi, şekli incelerken de oylum lu bir özne ineçlem ekte olduğum uzu düşünecek ve o n u n yalnızca bu bakım dan şekilli olduğunu kavray aca­ ğız; incelediğim iz şey bir cisim ise aynı özneyi eni, boyu ve derinliği olan b ir şey o larak incelediğim izi düşünece­ ğiz; eğer yüzeyi inceliyorsak, derinliğini yadsım akla bera­ ber, bunu bir k enara b ırak arak , onu cni ve boyu olan bir şey olarak kavrayacağız; çizgiyi incelediğim izde onu yal­ nızca uzunluğu olan bir şey olarak ele alacağız; noktayı incelediğim iz zam an, geri kalan ların tüm ünü b ir yana bırakıp onu yalnız bir varlık olarak düşüneceğiz. B u rad a yapm ış olduğum bütü n bu tüm dengelim lerin pek geniş tutulm asına karşın, yine de ölüm lülerin kafa­ ları öyles'.-ne d o ldurulm uştur ki, korkarım içlerinden pek azı bu n o k tad a yanlışa düşm e tehlikesinden yeterince k o ­ runabilecek ve bu uzun sergilem e içinde düşüncem in açıklam asını pek kısa bulacaktır. G erçek ten de aritm etik ve geom etri san atları bile, hepsinden d ah a kesin olduk­ ları halde, b u rad a bir yanlış kaynağıdırlar. G erçekten de

AKLIN YÖNETİMİ

87

hangi sayıcı sayılarının tü m öznelerde yalnız anlık ta ­ rafın d a n soyutlanm ış o lm ak la kalm ayıp gerçekte im ge­ lem den de ayrılm ası gerektiğini düşünm ez? H angi geom etrici, çizginin genişliği, yüzeyin derinliği olm adığına hükm ederek ve, devinim i ile yüzeyi oluşturduğunu kav­ radığı çizginin gerçek bir cisim olduğunu, oysa genişlik ek­ sikliğinin yalnızca cism in bir kipi (m odum ) olduğunu fark etm eksizin, bunları [çizgi ile yüzeyi] birleştirm ek suretiyle, ilkelerinin tersine olarak, k onusunun apaçıklı­ ğına gölge düşürm üş olm az? A m a bu ayrıntılar üzerinde sözü uzatm am ak için konum uzu, aritm etik ve geom etri­ deki doğruların hepsini, kon u m u z b akım ından elden gel­ diğince kolay o larak kanıtlayabilm ek için, ne tarzda alm a­ yı düşündüğüm üzü açıklam ak d ah a kısa olacaktır. D em ek ki b u rad a, bir oylum lu nesneyi ele alıyoruz am a bunu yaparken onda uzam dan başk a hiçbir şeyi k e­ sin olarak düşünm üyor ve nicelik (quantité) sözcüğünü d e bilerek b ir k e n a ra bırakıyoruz. Ç ünkü kim i filozoflar vardır, öylesine ince eleyip sık d o k u rlar ki, bunu bile u zam dan ayırırlar. A m a biz, b ü tü n sorunların bilinen bir uzam dan yalnız karşılaştırm a yolu ile bilinm iyen bir uza­ m ın araştırılacağı, b u n d an b aşka hiçbir şeyin araştırıl­ m ayacağı bir noktaya getirildiğini varsayıyoruz. B u ra­ d a gerçekten de yeni bir varlığın bilgisini beklem ediği­ m ize, yalnızca orantıları, ne k a d a r k arm aşık olursa olsun, bilinm eyenin bilinen bir şeye eşit olacağı bir noktaya getirm ek istediğim ize göre, ö bür öznelerde rastlan an b ü tü n oran tı ayırım larının, iki ya da d a h a çok uzam ara­ sında bulunabilecekleri kesindir. B undan ö tü rü am acım ız için bize orantıların ayırım larını açıklam aya yardım ede­ bilen bütün görünüm leri uzam ın içinde ele alm ak y eter­ li olup, bunlar da boyut (dim ension), birlik (unité), şekil (figure) olm ak üzere üç tanedir. B oyuttan kip ve b ir öznenin ölçülebilir o larak alın­ m asından başka bir şey anlam ıyoruz: b u n a göre cismin

88

DESCARTES

boyutları yalnızca en, boy ve derinlik değildir, özne­ lerin (subjecta) kendisine göre ölçüldüğü ağırlık da bo­ yuttur, hız devinim in b o yutudur ve bu türden sonsuza k ad a r uzanan başkaları. Ç ünkü, bir çok eşit p arçaya b ö l­ m ek de, ister gerçekten ister zihinden yapılm ış olsun, şeyleri kendisine göre hesapladığım ız tam b ir boyuttur, bu yoldan bir sayı bulm aya da, bölm e sözcüğünün anla­ m ı b u rad a değişik ise de, bir tü r b o y u t denir. G erçekten d e parçaları b ütüne olan o ran ları ile ele alıyorsak, o za­ m an sayıyoruz dem ek olur, yok eğer tersine, parçalara bölünebilir bir şey olarak, bütü n e b akıyorsak onu ölçi>yoruzdur. Ö rneğin yüzyılları yıllarla, günleri saatlerle, an larla ölçüyoruz am a anları, saatleri, günleri ve yıllan sayarsak sonunda yüzyılları buluruz. B undan açıkça, aynı öznede sonsuza k ad ar uzayan değişik boyutların bulunabileceği ve bunların ait olduk­ la rı şeylere, kesin olarak, hiçbir şey k atm ayacakları am a, ister öznelerin kendilerinde gerçek bir tem ele sahip ol­ sunlar, isterse zihnim izin keyfine göre im gelensinler, hep aynı tarzda anlaşılacakları sonucu çıkar. G erçekten de cisim lerin ağırlıkları ya da devinim hızı ya da yüzyılla­ rın yıllara ve günlere bölünm esi gerçek b ir şeydir; am a günün saatlere ve an lara bölünm esi değil, vb. B ununla beraber, bunlar, b u rad a ve m atem atik d alların d a yapıl­ m ası gerektiği gibi, yalnızca boyut bakım ın d an ele alı­ nırlarsa, h er şey için aynı olur; çünkü, tem ellerinin gerçek olup olm adığına bakm ak d ah a çok fizikçilerin işidir. Böyle b ir belirtm e geom etri üzerine de canlı b ir ışık tutar, çünkü herkes onu yanlış o larak üç tü r nicelik De bilir: çizgi, yüzey ve cisim. D ah a önce de zaten gö­ rülm üştü ki çizgi ve yüzey cisim den ve b irbirlerinden sa­ hiden ayrı o larak b ir kavram oluşturm azlar. A m a eğer b u n lara anlık tarafın d an soyutlanm ış o larak bakılacak o lursa artık niceliğin değişik tü rleri değildirler, nasıl ki hayvan ve canlı d a insanda tözün (substance) değişik tür-

AKLIN YÖNETİMİ

lcri değildirler. A rad a şunu da belirtm ek gerekir ka, ci­ sim lerin üç boyutu, uzunluk, genişlik ve derinlik b irbi­ rinden yalnız ad o larak ayrılır: aslm da katı bir veride bu uzam lardan hangisi olsa uzunluk, ö bürü genişlik ola­ rak alınabilir, b u n u n için hiçbir engel yoktur. V e her ne k ad a r yalnızca h er üçünün, h e r oylum lu nesnede, salt oylum lu olm ası nedeniyle, gerçek bir tem eli varsa da, on­ ları artık b u rad a yalnızca anlık tarafından şekillendiril­ m iş ya da şeylerde başka tem elleri b u lu n an sonsuz sayı (en nom bre infini) olarak ele alıyoruz. D iyelim , bir üç­ geni tam o larak ölçm ek istiyoruz, gerçek yönünden (a p arte rei) üç öğeyi bilm em iz gerekir ki b u n lar d a üç k e­ n ar, veya ki kenar ile bir açı, ya da iki açı ile yüzey, vb. dır. H epsine de boyut adı verilebilir. A m a b u rad a im ge­ lemimize d ah a ço k yararlı olacakları seçm ek için, ele aldığım ız önerm ede d ah a pek çoğu b ulunsa bile, asla bunlardan fantaisie’m izde b ulunan bir ya d a iki tan esin­ den çoğuna, aynı zam anda yönelm em eliyiz. Ç ünkü sanatın özelliği, bunlardan olabildiği k a d a r çoğunu, dikkatim izin b ir seferde pek azını am a sonuçta sırası ile hepsini ince­ leyeceği tarzda ayırt edebilm ektedir. Birim , y u k arıd a d a söylem iş olduğum uz gibi, a ra ­ ların d a karşılaştırılan şeylerin tü m ünün içinde eşit ola­ rak bulunm aları gereken ortak doğadır. E ğ er b ir so run­ d a önceden belirlenm iş bir birim yoksa, onun yerine, el­ deki büyüklüklerden birini ya da bir başkasını alabili­ riz, ve bu, bütün ö bürlerinin ortak ölçüsü olur. O nda, araların d a karşılaştırılan en uçlarda olduğu k a d a r boyut bulunduğun u anlıyacağız. O nu ya, geri k alan ların hepsin­ den soyutlayıp, yalnızca oylum lu bir şey olarak, ki o za­ m an devinim i ile kendilerine çizgiyi oluşturm aya yarayan geom etriciler açısından özdeş olacaktır, ya çizgi ya da k a re olarak anlayacağız. Şekillere gelince, tüm şeylerin idealarm m nasıl yal­ nız onun ta rafın d an biçim lendirilebildiği yukarıd a gös­

90

DESCARTES

terilm iştir. B u rad a yalnızca bir u y a n d a bulunm ak kalı­ yor ki, o da: sayısız değişiklikteki türlerinden yalnız bütün oran ve orantı ayırım larını en kolay o larak dile getiren­ lerini kullan acağ ım ızd a. O ysa, araların d a karşılaştırıla­ bilir yalnız iki türe vardır: çoğulluklar (m ultitudines— les pluralités) ve büyüklükler (kem iyetler— les grandeurs). B unları anlam ak için de elim izde iki cins şekil var: örne­ ğin, n o ktalar

ki üçgen biçim inde b ir sayı g österir37 ya d a birisinin soy ağacı vb. BABA

OĞUL

K IZ

b u n lar çoğulluğu gösteren şekillerdir; am a b ir üçgen, b ir kere, vb., kim i sürekli (continue) ve bölünm ez (indivise) olan büyüklükleri tanıtırlar.

Şimdi b ü tü n şekiller arasın d an b u ra d a hangilerini kullanacağım ızı anlatm ak için, aynı cinsten v arlıklar a ra ­ sında bulunabilen b ü tü n oran ların iki tem el noktaya, dü­ zen (ordre) ya d a ölçü (m esure) ye bağlanm ası gerektiği bilinm elidir.

AKLIN YÖNETİMİ

91

A yrıca, bir düzenin im gelenm esinde az h ü n er olm a­ dığı da bilinm ek gerekir, o, başka hem en hiçbir şey öğretm iyen m etodum uzda yer yer görülebilir; oysa ki, d ü ­ zen bulund u k tan sonra, onun tanınm asında, kesin olarak hiçbir güçlük kalm az ve, zekâm ız, yedinci k uralı uygula­ yarak, düzene (sıraya) k onulan bütü n bölüm leri kolaylıkla birer birer gözden geçirebilir. Ç ünkü, bu cins o ranlarda birileri öbürlerine, bir terim in aracılığı olm adan, ölçüler­ d e olduğu gibi, yalnız kendileri ile uyarlar ki, bundan ötürü b u rad a onları [ölçüleri] açıklam akla yetineceğiz. Y alnızca iki enuç (extrêm es) o larak aldığım ızda A ile B arasında hangi düzenin bulunduğunu bilirim ; am a iki uç arasında hangi büyüklük oranının bulunduğunu, bu ikisi arasın d a o rtak bir birim işini gören üçüncü bir te ­ rim i araya k atm ad an bilem em . Şunu da bilm ek gerekir ki sürekli büyüklükler, iğ­ reti bir birim ile kim i zam an tam am en am a h er zam an için de kısm en bir çoğulluğa götürülebilirler. Birim lerin çoğulluğu sonradan öyle bir düzen alır ki, ölçünün bi­ linm esindeki güçlük, so nunda yalnız düzene kalır: işte sanatın bize en büyük yardım ı bu ilerlem ededir. Son olarak bir de şunu bilm ek gerekir ki, sürekli bir b ü ­ yüklüğün boyutları arasın d a uzunluk ve genişlik k ad ar tam bir belirginlikle kavranabileni yoktur. Ve aynı b ir şe­ kilde iki ayırım ı aralarında karşılaştırm ak için, aynı zam anda d ah a çoğunu ele alm am ak gerekir. G erçekten de, araların d a karşılaştırılm aları gereken ayrı şeyler iki­ den çok ise, bunlar ard ard a gözden geçirilm eli, bir se­ ferde ikiden çoğu ele alınm am alıdır, sanatın gereği budur. Bu belirtm elerden sonra şu sonuca varm ak k olay­ dır: önerm elerde geom etricilerin inceledikleri şekilleri bi­ le b urada, gereğinde ö bür bütü n m addelerden d ah a az soyutlam am ak gerekir. B unlardan, şekil de dediğimiz, d üz ve dik açılı yüzeyler ya d a düz çizgiler d ışın d a hiç

92

DESCARTES

birini, işe yarar diye saklam am alıdır, çünkü, .çizgiler, yu­ k arıd a da söylediğim iz gibi, gerçekten oylum lu olan bir özne düşünm ede bizim için yüzeyden d ah a az yararlı de­ ğildir. Son olarak, hem sürekli büyüklükleri hem de, ye­ rine göre, bir çoğulluğu ya d a sayıyı aynı şekillerle gös­ term ek gerekir ve insan uzluğunun, o ran lar arasında var olan ayırım ları ortaya koym ak için bulabileceği bundan d a h a basit b ir şey yoktur.

Kural XV G enellikle bu şekilleri çizm ek ve dış duyulara sunm akta da yarar vardır, böylece d ü şüncem izi u ya n ık tu tm a k daha ko la y olur. Bu şekilleri gözlerim izin önüne koyarken, g ö rü n tü ­ lerinin (image-im ge) im gelem im izde (im agination) d ah a be­ lirgin olarak şekillenm esi bakım ından, b u n ların ne ta rz­ da sunulm ası gerektiği kendiliğinden apaçık olan bir ol­ gudur. G erçekte, önce birim i (unité) üç biçim de vereceğiz: bir kare

ile, eğer uzun ve geniş oluşuna b a ­

kıyorsak; ya d a >. çizgi ----------- ile, eğer yalnızca uzun oluşuna bıkıyorsa! d a son olarak bir n o k ta . ile, o n ­ dan yalnızca bir ç ğulluk bileştirm e olgusuna bakıyorsak. A m a ne tarzd a sunulm uş ve anlaşılm ış olursa olsun biz yine de onun h er bakım dan oylum lu sonsuz boyutlar a l­ m aya elverişli bir özne olduğunu anlayacağız. B ir ö n er­ m enin terim leri için de böyledir, farklı büyüklüklerinden ikisine birden bakm ak gerekiyorsa, gözlerim ize, iki k e ­ narı istenilen iki büyüklük olan b ir dikdörtgen olarak sunulacaktır: şöyle

|_____ |

ölçülem iyorlarsa; ya d a şöyle

, eğer birim le aynı ölçü ile

» veva böyle

aynı ölçü ile ölçülebiliyorlarsa; daha cok değil, m eğer ki bir birim ler çoğulluğu söz konusu olsun. E ğer son olarak, büyüklüklerinden yalnız birisine bakıyorsak, onu ya bir

DESCARTES

94

k en arı istenen büyüklük öbürü birim olan b ir d ikdörtgen ile, şöyle

I

, onu bir yüzey ile öçlüştürm ek ge­

rektiği her sefer yapılm ası gerektiği gibi; y a da b ir tek uzunluk ile, şöyle , yalnızca aynı ölçü ile ölçülem iyen bir uzunluk o larak alındığında; y a d a şöyle eğer bir çogunuK aegııse.

Kural XVI Z ih n in doğrudan d ik k a tin i gerektirm eyenlere gelince, sonuç, için gerekli olsalar bile, bunları tam şekillerle gös­ te rm ek ten ise, olabildiğince kısa im lerle b elirtm ek daha iyi olur: böylece bellek yanılm ayabilir, düşünce başka tüm dengelim lerle uğraşırken, bunları tu tm a kta dalgınlığa düşm ez. Ö zetle, fantaisie'm ize sunulabilen sayısız b o y utlar arasından ister gözle ister zihinsel olarak, bir tek ve aynı sezgi ile farklı iki b o y u ttan çoğuna b ak m am ak gerektiğini söylediğim iz gibi, öbürlerinin tüm ünü de, h er gerekti­ ğinde kolayca anım sayacak biçim de akılda tu tm ak da önem lidir: zaten doğa d a belleği bu am açla yaratm ışa benzer. A m a bellek uçucu olduğundan, ve b aşka düşünce­ lerle uğraştığım ız b ir sırada, dikkatim izin b ir bölüm ünü onu diri tu tm ay a h arcam am ak için sanat, yerinde bir buluşla yazı kullanım ını getirm iştir. O nun yardım ı ile güç kazan arak , artık belleğe hiçbir şey em anet etm iyecek, fantaisie’mizi serbest b ırak arak , bütünüyle yalnız ön ü ­ m üzdeki id ealara vererek, ak ıld a tutulm ası gereken h er şeyi kâğıda dökeceğiz. V e bunu, dokuzuncu kurala göre her şeyi tikel o larak ve belirgin şekilde inceledikten son­ ra, on birinci k u ral uyarınca, düşüncenin pek hızlı bir atılım ı ile tüm ü n ü b ird en inceliyebilecek ve m üm kün ol­ duğu k a d a r çok sayıda nesneyi b ir seferde ve sezgi ile gözden geçirebilm ek için en k ısa im gelerle yapacağız. D em ek oluyor ki, b ir güçlüğün, bir tek şey oluştu­

96

DESCARTES

racak biçim de çözülm esi için yapılacak bütü n iş onu, nasıl olursa olsun bir im le gösterm ektir. A m a biz, daha kolay olsun diye, bilinen büyüklükler için, a, b, c, vvb; bilinm iyenler için de A , B, C, vb. harf­ lerini kullanalım . Ö nlerine sık sık 1, 2, 3, 4, vb. gibi sayısal im geler koyacağız, çokluk belirtm ek için; aynı im geleri kendisinde bulunm ası gereken bağıntı (relation) sayısı için de kullanacağız. Ö rneğin 2 a3 yazdığım zam an a harfi ile gösterilen büyüklüğün iki k atı ve bunun üç ba­ ğıntısı dem iş oluyorum . Bu hün er ile, yalnızca pek çok sözcükten ekonom i yapm ış olm akla kalm ayacak, asıl önem lisi, güçlüğün terim lerini öyle arı ve çıplak olarak gösterm iş olacağız ki, zihnim iz aynı zam anda b ir çok nes­ neyi birden k aplarken, yararlı h içbir şeyi atlam adığım ız halde, zihnin kapsam ını boş yere d o ld u ran hiçbir fazla­ lığı d a bırakm am ış olacağız. B ütün bunları d ah a açık olarak anlam ak için b aştan belirtm ek gerekir ki, hesapçılar büyüklükleri tikel olarak b ir çok birim ya da belli bir sayı ile gösterm iye alışm ış­ lardır, oysa biz d a h a önce geom etrik şekilleri ya da her­ hangi bir şeyi nasıl soyutladı isek, bu n o k tad a da sayı­ ları soyutlayacağız. B unu hem uzun ve fazladan b ir he­ sap yapm ak sıkıntısından k urtulm ak, hem de, özellikle, güçlüğün yapısı ile ilgili konunun bölüm leri yararsız sayı­ larla doldurulm asın, hep belirgin olarak kalsın diye yapı­ yoruz Ö rneğin, diyelim iki kenarı 9 ve 12 olan bir dik üç­ genin tabanını bulm ak istiyoruz, hesapçı b u nun V 225 ya da 15’e eşit olduğunu söyler; oysa biz 9 ve 12 yerine a ve b koyacak ve üçgen taban ın ın V a 2 + b 2 ye eşit ol­ duğunu bulacağız, böylece, eğer sayı kullanm ış olsaydık birbirine karışacak olan bu iki bölüm , a2, b2, ayrı (belir­ gin) olarak kalm ış olacaktır. B ir de şunu belirtm ek gerekir, b ağ ıntılar sayısından birbirini sürekli sıra ile izleyen orandılar anlaşı'm alıdır. B aşkaları, bayağı cebirde bu orantıları bir çok şekil

AKLIN YÖNETİMİ

97

ve birçok sayı ile belirtm eye çalışırlar, birinciye kök, İkinciye kare, üçüncüye küp, d ö rdüncüye d ö rdüncü kuv­ vetten (bicarré), vb. derler. B u adlar, uzun süre, itiraf ede­ rim ki, beni de yanıltm ışlardır, çünkü, im gelem im e, çizgi ve kared en sonra, bana, o nlara benzetilerek k u ru lan k ü p ve ö b ü r şekillerden d a h a açık b ir şey sunulabilir gibi gelm i­ yordu; ve şüphesiz onların yardım ları ile nice güçlükleri de çözm üştüm . A m a bir çok deneyim den sonra, sonun­ d a , bu yoldan yürüm ekle, onsuz d ah a kolay ve d ah a b e­ lirgin olarak bulabileceklerim den fazla bir şey bu lam a­ dığım ı ve kavram ı bulandırm am ak için bu çeşit ad lan ­ d ırm aların bütünüyle geri atılm ası gerektiğini, çünkü k ü p ya da d ö rd ü n cü kuvvet (bicarré) denilen aynı b ü ­ yüklüğün, b ir önceki kural uyarınca, im gelem e yalnızca b ir çizgi ya d a bir yüzey olarak sunulm ası gerektiğini k avram ış oldum . A rk a d a n özellikle şunu da n o t etm ek g.erekir ki, kök, kare, küp, vb, hep yuk arıd a sözünü etmiş olduğum uz iğreti birim in etkisi altın d a k alan sürekli orantılı büyüklüklerden başk a şeyler değildirler. İlk o ran tılı büyüklüğün d o ğrudan ve b ir tek bağıntı ile bağ­ landığı birim işte budur; am a İkincisi birincinin aracılığı ile, yani iki bağıntı ile; üçüncüsü birincinin ve İkincinin aracılığı ile ve üç bağıntı ile, vb. O nun için bun d an sonra ce b ird e k ö k denilene birinci orantılı; k a re denilene ik in ­ ci orantılı, vb. diyeceğiz. Son uyarı: h er ne k a d a r kim i sayıları, doğasını in ­ celem ek istediğim iz güçlüğün terim lerinden soyutluyor isek de, kim i zam an öyle olur ki, güçlük, soyutlam a y a p ­ m a k ta n ise, eldeki verilerle d ah a kolay çözülebilir. B u, d ah a önce de dokunm uş olduğum uz gibi, sayıların g ö r­ düğü iki iş ile açıklanabilir ki bu da, onların kim i zam an düzeni kimi zam an da ölçüyü açıklam alarıdır. O nun için, genel terim lerle dile getirilm iş olan bu güçlüğün hangisi olduğunu arayıp bulduktan son ra onu, belki b ir rastlantı ile bize d ah a basit bir çözüm olanağı verm iş olup olm a-

98

DESCARTES

dık larm a b ak m ak için, verilm iş olan sayılarla götü rm ek gerekir. Ö rneğin, dik üçgen taban ın ın a ve b k e n a rların a göre, V a2+ b2 ye eşit olduğunu g ö rd ü k ten sonra a2 yerine 81, b2 yerine 144 konulm alıdır: bu sayıların toplam ı 225 eder, bunun d a kökü ya da birim le 225 arasındaki orta orantılı 15 olur. B un u n la 15 tabanının 9 ve 12 k en arları ile aynı ölçü ile ölçülebilir olduğunu, am a bunun, genel o larak , bir ken arı öbü rü n e 3 ’ün 4 ’e oran ı gibi olan b ir dik üçgenin tabanı olduğu olgusundan ö tü rü olm adığını bi­ leceğiz. B ütün bu ayırım ları yapıyoruz, biz ki şeylerin apaçık ve belirgin bilgisini arıyoruz, am a hesapçılar öyle yapm ıyorlar, aradıkları toplam ı bulm akla yetiniyorlar, h a t­ ta bu toplam ın verilere nasıl bağlandıklarına bile bakm ı­ yorlar: oysa bilim in içinde bulunduğu tek n o k ta budur. A m a tersine, genellikle uyulm ası gereken bir n okta d a şu d u r ki, sürekli d ik k at istem iyen şeylerin hiç biri, kâğıda dökm ek olanağı varken belleğe b ırakılm am alıdır, yararsız bir anının aklım ıza takılıp bize önüm üzdeki nes­ nenin bilgisini atlatm asın d an sakınm alıdır. A yrıca bir özet de yapm alı, oraya, bize ilk o larak verildikleri h alle­ riyle, sorunun terim leri, sonra d a b unlarm nasıl soyut­ landıkları ve hangi sim gelerle gösterildikleri yazılm alıdır. B öylece, bu sim gelem e sayesinde çözüm ü b u ld u k tan son­ ra bu çözüm ü, belleğin hiçbir yardım ı olm adan, sorun olacak olan tikel özneye (subjectum ) uygulayacağız, çünkü az genel olan b ir özneden başka h içbir şey soyut olam az. İşte yazacak olduğum şey: A B C dik üçgeninin A C ta ­ b an ı isteniyor, genel o larak tab an büyüklüğü iki k e n a r büyüklüğüne göre arandığından a güçlüğü bu n a göre soyutluyorum ; sonra A B yerine, ki 9’a eşittir, a koyuyorum ve B C yerine ki 12’ye eşittir, b koyu­ yorum , vb. B u

AKLIN YÖNETİMİ

99

Şunu da belirtm ek gerekir ki, önceki k u rald an , bu k itabın üçüncü bölüm ünde, yeri geldiği zam an söylene­ ceği gibi, b u ra d a olduğundan b ir az daha genişletilm iş olarak yine y ararlan m ak niyetindeyiz.

Kural XVII O rtaya ko n a n güçlük, terim lerinden hangilerinin bilinen, hangilerinin bilinm eyen olduklarına bakm adan ve her birinin öbürlerine göre karşılıklı bağım lılıkları doğru bir düşünm e yö n te m i sayesinde sezgi ile sınanarak, dolaysız olarak elden geçirilm elidir. Ö nceki d ö rt kural bize belli ve tam olarak k a v ran ­ m ış güçlüklerin tikel konularından h er birinden nasıl so­ yutlanacağını ve araların d ak i şu ve şu oranlarla kim isi verilm iş büyüklükleri saptayarak, nasıl bilinm esi gereken kim i büyüklüklerden b aşka hiçbir şeyin kalm adığı bir n o k tay a indirildiğini öğretti. Şimdi gelecek beş k uralda, bu güçlüklerin, sayıları ne o lu rsa olsun b ü tü n bilinm iyen büyüklükler bir tek önerm e içerisinde, ve birincisi birim e, İkincisi birinciye, üçüncüsü İkinciye, dördüncüsü üçüncüye, eğer varsa, b u n a göre, bilinen bir büyüklüğe eşit bir to p la m tutacak tarzda birilerini öbürlerine bağlayarak nasıl incelenm esi gerektiğini öğretecektir. Bu, bize, a r­ tık hiçbir uzluğun bunları d a h a basit terim lere indirem iyeceğini güvenle söylem e olanağı verecek k a d a r kesin bir m etodla olacaktır. Şim diye gelince, şunu belirtelim : tüm dengelim le çözülecek h er sorunda doğrudan ve engelsiz bir yol bu­ lunur, bunu n sayesinde bir terim den öbü rü n e m üm kün olan en kolay şekilde geçilebilir, geri kalan yollar daha güç ve dolaylıdırlar. Bunu anlam ak için on birinci k u ra l­ d a ne denildiğini anım sayalım , o rad a önerm eler zincirle-

AKLIN YÖNETİMİ

101

m eşinin nasıl olm ası gerektiğini anlatm ıştık: eğer ö n e r­ m elerin h er biri, tikel olarak yanın d ak ileıle k arşılaştırı­ lır ise, birinci ile sonuncu arasındaki o ran ın n e olduğunu k avram ak bizim için d ah a kolaydır, b u n a karşılık enuçlard an başlayarak o rtadakileri bulm ak o k a d a r kolay de­ ğildir. Ö yle ise şim di so n uncunun birinciye nasıl bağlı olduğunu çıkarsam ak için, h içb ir n o k ta d a sırayı bozm a­ dan, karşılıklı bağım lılıklarını sezgisel o la ra k aldığım ız­ d a güçlüğü d o ğ ru d an gözden geçirm iş oluruz. T ersine, birinci ile sonuncunun ara la rın d a birlik olduklarını kesin o lara k bilip de b u ndan, o n ları birleştiren ortadakilerin neler olduklarını çıkarm ak istediğim izde b ü sb ü tü n te rs ve dolaylı yönde yürüm üş oluruz. B u rad a karm aşık so­ ru n larla uğraştığım ıza göre, yani enuçları biliyor ve b u n ­ lard an bulanık b ir düzen içinde ortadakileri çık arsam a­ y a çalıştığım ıza göre, b u ra d a tüm h ü n er bilineni bilin­ m eyen sayıp, en karm aşık g üçlüklerde bile, kendim ize dolaysız ve kolay b ir ara m a yolu b u lm ak tan ibarettir. B u n u n h er zam an için böyle olm asına engel olacak hiç­ bir şey yoktur, çü n k ü bu b ö lüm ün başından beri b ir so­ ru n d a k i bilinm eyen şeylerin bilinen şeylere, bütünüyle bilinenler tarafın d an belirlenecek şekilde bağım lı o ld u k ­ larını bildiğim izi varsayıyoruz. B öylece karşım ıza ilk çı­ k a n bilinm iyenleri düşünüp, bu belirlem eyi saptadığım ız zam an, onları bilinm iyen oldukları halde bilinen saym ak, aslında bilinenleri bilinm iyenlerm iş gibi, o n la rd a n azar azar ve doğru u sav u rm alarla çıkarm ak suretiyle bu k u ralın b ü tü n gereklerini yerine getirm iş oluruz. Ö rneklere ge­ lince, bunları d ah a sonra ele alm ak niyetinde olduğum uz b aşk a b ir çok şeyin örnekleriyle birlikte yirm i d ö rd üncü k u ra la saklıyoruz. O ra d a d a h a uygun o larak o rtay a ko­ nulm uş olacaklardır.

Kural XVIII B u n u n için yalnız d ö rt işlem gereklidir: toplam a, çıkar• m a, çarpm a ve bölm e; bunların arasından son ikisi, ge­ rek durup d u ru rken hiçbir şeyi ka rm aşık hale getirm e­ m ek, gerekse sonradan daha kolay yapılabilecekleri için, burada s ık sık yapılm azlar. K u ralların çokluğu, çoğu zam an, öğretm enin yete­ neksizliğinden ileri gelir ve genel b ir tem el ilkeye (p ré ­ cepte) indirilebilecek olan şey çok sayıda tikel tem el il­ keye bölündüğü zam an d a h a az açık olur, b u n u n içindir ki, sorunları gözden geçirm ek, yani kim i büyüklüklerden öbürlerini çık arsam ak için kullanılm ası gereken bütün işlem leri yalnızca d ö rt tem el nok tay a indiriyoruz: bun­ ların açıklanm ası naslı yeterli olduklarını gösterecektir. G erçekten de, onu bileştiren b ö lüm ler elim izde ol­ duğundan, b ir te k büyüklüğün bilgisini edindik: bu top-, lam a ile olur. D iyelim ki, p arçalard an birisi ile toplam ı biliyor ve geri k alan ım b u n d an çıkarıyoruz: b u çıkarm a ile olur. B ir büyüklüğün, kesin olarak bilinen ve kendi­ sini de, şu ya d a bu tarzd a içinde b u lu n d u ran ö b ü r b ü ­ yüklüklerden çıkarsam an ın pek çok yolu yoktur. A m a bir büyüklüğü kendisinden b ü sbütün fark lı ve içinde hiçbir suretle kendisini b u lu n d u rm ay an b aşk a büyüklüklerden bulm ak gerektiğinde, o nu bu b aşka büyüklüklere b ağla­ yan bir oran ın varlığı zorunludur, b u bağıntı ya d a oran (cette relatio n ou rap p o rt) dolaysız aranıyorsa çarpm a, dolaylı olursa bölm e yapılır. Bu iki n o k tay ı açık o larak an latm ak için bilm ek ge­

AKLIN YÖNETİMİ

103

rek ir ki, birim , d ah a önce de söylediğim iz gibi,38 b u rad a b ü tü n bağıntıların tem elidir ve sürekli orantılı büyüklük­ ler dizisinde ilk basam ağı tu tar, eğer o ran dolaysız ise, ikinci basam akta verilm iş b ü tü n büyüklükler, üçüncü, dördüncü ve d ah a sonraki basam ak lard a ise aranılan b ü ­ y üklükler yer alır; am a o ran dolaylı ise, aranılan büyük­ lü k ikinci ve a ra basam ak lard a yer alırken verilm iş olan büyü k lü k sonuncuda bulunur. G erçekten de birim in ve­ rilm iş olan büyüklüğe, a veya 5 ’e oranı, yine verilm iş olan b veya 7 ’nin aranılan büyüklüğe, yani ab veya 3 5 ’e oran ı gibidir, dediğim iz zam an a ve b ikinci b asam akta, b u n la rd an çıkan ab üçüncü basam aktadır. B unun gibi, birim in c veya 9 ’a oranı, ab veya 3 5 ’in aranılan büyüklük a b c veya 3 1 5 ’e oranı gibidir, diye eklediğim iz zam an a b c d ö rd ü n cü b asam ak tad ır ve, bu sonuç ikinci basa­ m aktaki a b ve c n in iki kez çarpım ı ile elde edilm iş olur, vb. B unun gibi, birim in a veya 5 ’e oranı, a veya 5'in a2 vey a 2 5 ’e o ran ı gibidir; yine: birim in a veya 5 ’e oram a2 veya 2 5 ’in a 3 veya 1 2 5 ’e; ve son olarak, birim in a veye 5 ’e oranı a3 veya 12 5 ’in a4 e yani 6 2 5 ’e oranı gibidir, vb. G erçekten de ister aynı büvüklüğü kendi kendisi ile, is te r büsb ü tü n b aşk a bir büyüklükle çarpalım , çarpm a başka türlü olmaz. Şimdi, birim in a veya 5 ’e, verilm iş olan bölene, o ram aranılan büyüklük olan B veya 7 ’nin verilm iş olan b ö ­ lü n en e yani a b veya 3 5 ’e oranı gibidir, dediğim iz zam an ‘sıra tersine d ö n ü y o r ve dolaylı oluyor: bun d an ö tü rü d ü r ki, aranılan B büyüklüğü, verilm iş olan büyüklüğü, a b ’yi a ya, yine verilm iş olan b ir büyüklüğe bölm ekten başka itürlü elde edilem ez. B unun gibi, birim in aranılan b ü yük­ lü k A veya 5 ’e oranı, aranılan büyüklük A veya 5 ’in ve­ rilm iş büyüklük a2 veya 2 5 ’e oranı gibidir; ya da: birim in aranılan büvüklük A veva 5 ’e oranı, aranılan büvüklük A a veya 2 5 ’in verilm iş büyüklük a* veya 125’e oranı gi­ b id ir denildiğinde de öyledir; ve öyle gider. B u işlem le­

DESCARTES

104

rin tüm ünü bölm e adı altın d a topluyoruz; h er şeye k arşın, bu sonuncu lard a birincilerdekinde olduğundan d ah a çok güçlük olduğunu belirtm ek gerekir, çünkü o nlarda aran ı­ la n büyüklük, çoğunlukla elde edilir ve bu nedenle daha çok orantı kapsar. G erçekten de, bu son örneklerde a2 veya 2 5 ’in k are k ö k ü n ü ya d a a3 veya 125’in k üp kökünü, vb. çıkarm ak gerekir dem iş gibi oluyoruz: bu, hesapçıla­ rın konuşm a biçim idir. A ynı açıklam aları geom etricilerin terim leri ile yapm ak istersek, birim dediğim iz bu iğreti büyüklük ile a2 o larak gösterdiğim iz büyüklük arasın d a b ir orantılı orta, ya d a birim ile a3 arasın d a iki orantılı orta, vb. bulm ak gerekir deriz. B undan kolayca şu sonuç çık ar ki, b aşka b ü yüklük­ lerden, belli b ir o ran sayesinde çıkarsanan herhangi bir büyüklüğü bulm ak için bu iki işlem yeterlidir. B ir kez bun u kavrad ık tan sonra, bu işlem lerin im gelem im izin sı­ nam ası altın a nasıl konulm ası, gözlere nasıl gösterilm e­ si gerektiğini açıklayarak konuyu sürdürecek, daha son­ ra d a uygulam a ve pratiğe geçeceğiz. B ir to p lam a ya d a çık arm a yapm ak için özneyi (sujectum ) bir çizgi y a da, yalnız uzunluğu dikkate ala­ cağım ız oylum lu b ir büyüklük olarak vereceğiz, çü n kü açizgisini b çizgisine eklem ek gerektiğinde

b

a

bunları birb irlerin e şöyle bitiştireceğiz, a b,

a T

ı ~

b ı

i

ve c yi elde edecğiz c

r

'

AKLIN YÖNETİMİ

105

am a eğer d ah a küçük olanı d a h a b ü y ü k o lan d an yani b y i a dan ayırm ak gerekirse

a

b

|______ i______ I______ i

!______ !______ l

bilin i öbürü n ü n üzerine şöyle koyacağız

b

'

ı

____!

ve böylece elim izde d ah a k ü ç ü k olanın kapsayam adığı d ah a büyük olan bölüm yani kain*. V erilen büyüklükleri çarp m ad a d a çizgi o larak alı­ yoruz, am a bir d ik dörtgen şeklinde, çünkü a yı b ye ç arp ­ tığım ızda a. i

i'

T

i

i

h i

biri ö b ü rü ile dik açı yap acak şekilde koyuyoruz.

a

ve b u n d an dik dörtg en elde ediliyor

[

DESCARTES

106 B unun gibi, a b yi c ye çarptığım ızda

a b a yi şöyle b ir a b çizgisi o larak alm ak gerekir I

c I

1

I

I

ab İ

l

i

l

böylece a b c elde edilm iş olur:

Son olarak, böleni verilm iş olan bölm ede, bolüne cek büyüklüğü b ir kenarı bölen ö b ü r ken arı bölüm (bir bölm e işlem inin sonucu, quotient) olan b ir dik dörtgen olarak alıyoruz. Ö rneğin, a b d ik dörtgenini a ya b ö l­ m ek istersek I 1" 1 I

1

a genişliğini çıkarırız ve bölüm o larak b kalır:

b ya d a tersine aynı dik dörtgeni b ile bölm ek istersek b yüksekliğini çıkarırız ve bölüm a olur

a

AKLIN YÖNETİMİ

107

B ölen in verilm em iş, yalnızca b ir bağıntı ile göste­ rilm iş olduğu bölm elerde, şunu belirtm ek gerekir ki, k are veya k üb k ö k çıkarılm alı denildiği zam an lard a ol­ duğu gibi, bölünecek terim ve b ü tü n öbürleri bir sürek­ li orantılı büyüklükler dizisi içinde b u lu n an çizgiler ola­ ra k alm m ak zo ru n d ad ırlar. B u n ların birincisi birim , so­ nuncusu d a bölünecek b üyüklüktür. B ölünecek b ü yük­ lük ile birim arasın d a istenildiği k a d a r orantılı o rtaların bulunm ası ise yeri geldiğinde açıklanm ış olacaktır. B u ­ rad a şim dilik bu tü r işlem leri yapm adığım ızı belirtm ekle yetiniyoruz, çünkü b u n la r dolaylı yapılırlar ve im gelem tepkeleri (réflexe) gerektirirler: biz şim dilik yalnız d o ­ laysız o larak gözden geçirilen so ru n ları inceliyoruz. Ö teki işlem lere gelince, nasıl ele alınm aları gerek­ tiği üzerine söylediklerim ize uyulduğu takdirde, şüphe­ siz pek kolay yapılabilirler. Y ine de terim lerinin nasıl hazırlanm aları gerektiğini açıklam ak ister, çünkü her ne k a d a r, bir güçlüğü ele alırken terim leri, o n d ö rd ü n cü k u ­ ra ld a d a söylendiği gibi, kendilerine hiç b ir zam an b aş­ k a şekiller yüklem eden, çizgiler ya d a dik d örtgenler ola­ ra k alm akta serbest isek de, u savurm ada sık sık iki k e ­ narın çarpım ın d an çıkan sonuç alındıktan sonra, hem en ark asın d an yeni b ir işlem için bir çizgi olarak gösteril­ diği olur. Y ine ola ki aynı dik dörtgen, ya d a h erh an ­ gi bir toplam a ya d a çık arm a sonucu olan çizginin, a rk a ­ d an , kendisini bölecek olan çizginin üzerine konulacak b ir başka dik dörtgen o larak alınm ası gerekli olur. İm di b u rad a dik dörtgenin bir çizgiye ve b una k a r­ şılık b ir çizginin h a tta bir d ik dörtgenin de, k en arları belirli bir başka dik dörtgene nasıl dönüştüğünü açıkla­ m a k d a önem lidir. Bu, geom etriciler için p ek kolaydır, yeter ki şu belirtm eyi yapsınlar: çizgiden, b u rad a oldu­ ğ u gibi, bir d ik dörtgenle karşılaştırdığım ız h e r zam an, (hep bir kenarı, bizim birim o larak aldığım ız uzunluk o la n d ik dörtgenleri anlıyoruz. B öylece b ü tü n iş gerçek­

108

DESCARTES

te şu önerm eye ulaşıyor: b ir dik d ö rtg en verildiğinde on­ d a n , verilen bir k en arı o n a eşit o lan bir b aşka dik d ö rt­ gen kurm ak. G eom etricilerin çırakları bile bilir bun ları ya, ben yine de, bir şeyleri atlam ış görünm ek k o rkusundan, ay­ rıntılı o larak açıklam ış olm ak tan hoşnudum .

Kural XIX G üçlüğü, bu usavurm a m eto d u ile dolaysız olarak göz­ den geçirm ek için, bilinen saydığım ız bilinm eyen terim ­ ler kadar, iki ayrı biçim de dile getirilen b ü yü klü kler ara­ m a k da gerekir: böylelikle ik i eşit şey arasında o k a ­ dar karşılaştırm a yapılm ış olur.

Kural X X D enklem leri b u lduktan sonra, kenara bırakm ış olduğu­ m u z işlem ler, bölm enin yer aldığı yerde hiç bir zam an çarpm aya baş vurm adan, bitirilm elidir.

Kural XX I B u türden bir ka ç d en klem bulunduğu zam an hepsini bir te k e , yani terim lerinin sürekli orantdı b ü yü klü kler dizi­ si içerisinde daha az basam ak tutacak olanına, aynı te­ rim lerin kendisine göre sıralanacak oldukları d e n k lem e in d irm ek gerekir.

NOTLAR

1 Fransızcaya esprit, türkçeye akıl olarak çevrilen İmgenium genellikle, ilkel anlam ından (doğuştan sahip olu­ nan nitelik, doğal özellik) bir şeyler taşır ve zihnin tüm İçeriğini kapsar. Bu bakımdan m ens ve intellectus te­ rim lerine yaklaşır, hatta istenç-volonté’ye ters düşer. On ikinci kuraldaki açıklam aya bakınız. K itabın orijinal adı Regulae ad directioncm ingenii’dir. Türkçeye Mehmet Karasan tarafından Aklın idaresi için kurallar adı ile çevrilmiş, M illi Eğitim Bakanlığı tarafından Dünya Edebiyatendan Tercüm eler dizisinde 1945 yılında yayım lanm ıştır. Profesör M acit Gökberk’in F elsefe T arihi’nde Aklı Kullanm ak için Kurallar adı ile anılm aktadır (sayfa 253). 2 Zihinsel bilgi: in anim i cognitione la connaissance intellectuelle. Descartes, anim us terim ini beden (vücut corps) karşıtı intelligence anlam ına oldukça az kulla­ nır. Bu sözcük aşağı yukarı m ens özcüğünü karşılar. K itabı fransızcaya çeviren J. Sirven, her ikisi için de Intelligence dem iş, in tellectus’ü ise entendem ent ile karşılam ıştır. Biz türkçe çeviride intellectuel karşılığı olarak anlaksal yerine, bize daha az çetrefil görünen zihinsel sözcüğünü kullanm ayı uygun gördük. 3 Descartes, kurallarından birine ulam a yaptagı propositio - önerm e sözcüğünü kullanıyor.

zam an

4 Sorun (question) sözcüğünün anlam ı X II. ve sonraki kurallarda belirgin olarak gösteriliyor. 5 Burada D escartes’ın, Discours de la m éthodc’a başta vermeği düşündüğü adı anımsayalım : Doğam ızı olgun­ luk basamağına yükseltebilecek tüm el bir bilim tasarısı.

114 6 Usavurma - argum enta

raisonnem ent.

7 Historias. K im i felsefe çevreleri tarihi h afife alırlar. 8 M etinde inductio. D escartes bu kuralın sonunda sezgi ile tüm dengelim i birbirine yaklaştıracaktır. X II. ku­ rala bakınız. Latincede inductio, sezgi anlam ını karşı­ lamaz, sevk etm e, içine sokma demektir. İnductio teri­ m inin kullanılm ış olm ası m etni tem ize çekenin yaptı­ ğı bir yanlışlığa ya da yazarın dalgınlığına yoruluyor. 9 N on fluctuantem sensuum fidem . 10 M ale com ponentis. 11 Mentis. Mens fransızcaya intelligence olarak çevriliyor (anlak-zekâ). Tinsel sezgi (intuition de l ’esp ritl’den değil de, bir zihinsel sezgi (intuition in tellectuele), den söz edilm esinin nedeni budur. Böylece mens, ratio, intellectus sözcükleri birbirlerine yaklaştırılabilir. Za­ ten Descartes da zihinel sezgiyi duyular sezgi (l’intuition sensible) den ayırıyor. 12 E nuntiationes... discursus. 13 II. kopyaya göre: zihinsel işlem lerle ilgili öbür kural­ lara gelince...; ya da M. Adam’ın önerdiği düzeltm eye göre: diyalektiğin zihinsel işlem leri yöneltm ek için ya­ rarlandığı öbür kurallara gelince... 14 Logisticae. Hesapçı (Hesap yapan, Calculateur) ya da Lojistlkçi (Logisticien) ile G eom etrici ayırım ı Y unan bilim ine kadar çıkar. 15 Erudit. Osm anlıcada m ütebahhir, allâm e, allâm ei gibi karşılıklar uydurulmuş, derin b ilgili kimse.

kül

16 Pappus ve D iophante İskenderiye okulundan grek m a­ tem atikçileri. Birincisi üçüncü, İkincisi dördüncü yüzyıl 17 Sayı, rakkam, chiffre, işaretlerle anlatm a, notation.

115 18 D iscipline. Grekçedeki m a thesis sözcüğünün düşünelim .

anlam ım

19 Question - sorun sözcüğünün anlam ı için X II. kuralın sonuna bakılmalıdır. 20 K itabın latin ce aslındaki on continua proportione, m edium proportionale, ya da, m edia proportlonalem sözleri tam karşılık olarak fransızcaya continuellem ent proportionnel olarak çevrilm iştir. Buna örneğin X I. ve X II. kurallarda rastlanm aktadır. Şu anda sözü edilen geom etrik dizi progression géom etrique’dir. Rapport ve proportion’un eş anlam lı oldukları 6a göz önünde tutulm alıdır. 21 Bir güçlük - d ifficulté, çözülm esi gereken bir sorunlar topluluğu - com plexe’idir. 22 Işığın kırılm ası ile ilgili. A naclastlque nokta: kırık bir ışık ışın ın ın (un rayon lum ineux) kırıldığı düzeye değ­ diği nokta. 23 Corps diaphane, ışığı kıran y a n saydam, cilalı cisim* Diaphane, X V II. yüzyılda ad olarak kullanılıyordu. 24 L’action de la lum ière, ışığın etkisi: illum in ation is n a ­ turam, aydınlatm a eylem inin doğası. 25 Ars disserendi : diyalektik ya da usavurma discours ya da form larını kullanarak bilinm iyenl bilinenden çıkar­ m a sanatının tanım ı. K artezyen eleştiri bunu yalnızca biçim sel (formel) yönü ile alır. 26 Ortak duyu-sens commun. Bu kitabın M ehm et Karasan tarafından yapılan ilk çevirisinde (sayfa 62) dip notu olarak şu açıklam aya yer verilmiştir: «Yani, dim a­ ğın ortasına doğru bir yerde bulunan ve ruha konak olan ve bütün duyulur intihaların hayallerinin kavşağı olan küçük bir bez (Gilson, Metod üzerine konuşm a tefsiri).

116 27 Figuras vel ideas. Bu iki sözcük arasındaki anlam bera­ berliği göz önünde tutulm alıdır. Vel, veya bağlacıdır. 28 İm aginatio - im agination ve phantasia - fantaisie, düş­ lem gücü. 29 Terim lerin karşılıklarını bir kez daha anım satalım : Salt anlık : Entendem ent pur. im gelem im agination bellek M émoire D uyu Sens Akıl Esprit F antaisie Düşlem , D üşlem gücü 30 ö n cek i önerm elerin evrilm esi ile çıkan önermeler. 31 Situs. Bu sözcük kategori olarak, bölüm lerin uzay için ­ deki düzenini gösterir. 32 M ouvem ent ...est l ’acte de lêtre en puissance, en tant qu'il est en puissance. 33 Eserin H kopyasında quinto, A kopyasında octavo. 34 Speciebus. Descartes bu sözcüğü espèce’i anlam ında kullanm ıyor.

henüz skolastiklerin

35 Uzam, fransızca étendue, latin ee extensio, osm anlıca hayyız. Uzay, fransızca espace, latin ee spatium , osm anlıca mekân. 36 Bu deyim i daha önce X II. kuralda da görmüştük. 37 N oktaların diziliş biçim inden ötürü. G enel n (n + 1) 2 38 XIV. ve XV I. kurallar.

form ülüı

D E S C A R T E S ’IN H A Y A T İ

1956. 31 m art. R e n é D escartes, L a H ay e’d e (1802 yılında adı L a H aye-D escartes olm uştur), T o u rain e ve P o itou yakınlarında, dün y ay a geliyor. D escartes kendisi, d a h a sonra, bu yerleri bazen Poitevin, bazen de T o u ra n ­ geau olarak anacaktır. B retagne kıraliyet m ahkem esi y ar­ gıçlarından olan b ab ası 1 6 4 0 ’d a ö lür. A nnesi, onu d ü n ­ yaya getirdikten aşağı y ukarı bir yıl sonra, 1597 m ayı­ sında ölm üştür. A ilenin to p rak ları vardı. D escartes bu to p rak ların idaresiyle u ğ raşm aktansa kendi payını sata­ ra k elde ettiği parayı, gelirinden y ararlan m ak üzere, H olla n d a ’h bankerlere yatırm ayı tercih edecek ve boylece ılım lı tuttuğu ihtiyaçlarına karşılık kendisine çok ferah b ir geçim düzeyi sağlıyacaktır. 1597 — 1606 (?). Ç ocuk, baba-anrıesi ve b ir sütnine tara fın d an bü y ü tü lü r. D escartes bu sütnineye b ü tü n öm ­ rünce bağlı k alacaktır. Babası 1600 yılına doğru ikinci k ez evlenir. Bu iki evlilikten, R ené öldüğünde henüz h a ­ y a tta olan iki erk ek , iki de k ız k ardeş dün y ay a gelm iş­ tir. 1606 (?) — 1614 (?). H enri IV tarafından 1604 yılın­ d a k u ru lan L a F lèche cizvit kolejinde (1 6 1 0 ’d a H enri IV un kalbi törenle b u ray a göm ülm üştür) öğrenim y ıllan. Sağlığı zayıftır; ciğerlerinin d u ru m u h erhalde pek iyi de­ ğildir (nitekim , tesadüfen yakalanacağı b ir ciğer ra h a t­ sızlığından ölecektir). Bu yüzden, L a F lèch e’de ona te r­ cihli b ir rejim uygulanır ve böylece öğrenim süresini ta-

120

DESCARTES.

¡marnlaması sağlanır. Sabahları geç kalkabilm ektedir: bü­ tü n öm rünce koruyacağı bu alışkanlık, özellikle, Stock­ holm ’de kıraliçenin zorunlu kıldığı günlük program a uy­ m akta çok zahm et çekm esine neden olacaktır. 1614 — 1616 (?). P o itiers’de h u kuk ve m uhtem elen tıp öğrenim i y apan D escartes, 10 kasım 1616’d a h ukuk lisansiyesi olur. E rtesi yılı, kendini eskrim e, biniciliğe ve sefahate verm iş b ir genç kişizadenin m o n d en yaşantısıyla geçirir. 1618. A sker o larak yetişm ek üzere H o llan d a’da O range prensinin p ro testan ordusuna, ünlü kom u tan M aurice de N assau’nun m aiyetine girer. O rad a, 10 kasım da, k e n ­ disinden sekiz yaş büyük olan Isaac B eeckm an’la k a rşı­ laşır. M atem atik, m üzik ve belki ezoterizm üzerine uzun sohbetler ederler. D escartes’ın eğlence ve garnizon h ay a­ tıyla uyuşm uş olan zihni uyanıp canlanır. 1619. D scartes nisan sonlarında H o lla n d a ’d an ayrılır ve D anim ark a ve belki P olonya ve M acaristan üzerinden F ra n k fu rt’a gelir. Gelişi (tarihi bilinm em ektedir) im p ara­ to r F erdinan d I l ’nin taç giyme şenliklerine rastlar. M uh­ tem elen bu dönem de, k ısa b ir süre için, B avyera dükünün katolik silâhlı birliklerine katılır. Sanıldığına göre, Ulm bölgesindeki b ir köyde kışlağa çekilir. Y alnızdır, am a bilgin kişilerle tem asını sürdürm ektedir. 10-11 kasım — bu tarih üçüncü seferdir geçiyor— gecesi, açıkça T a n rın ın bir uyarısı olarak yorum ladığı üç rüya görür. O layın hikâyesi, bizzat D escartes’in bugün elim izde bulunm ayan bir ifadesine göre, Baillet tarafından bize aktarılm ış b ulunm aktadır. C oşkuya kapılan D escarte s’a olağanüstü bilim in (ya d a b ir bilim in) tem elleri ad ı­ nı verdiği şeyin ilham ı gelir. Bu düşlerin, kaderini ger­ çekten etkileyen kesin k a ra rla r — bizce bilinm eyen bazı k ararlar— alm aya o n u şevketm iş olduğuna şüphe yoktur.

AKLIN YÖNETİMİ

121

1620 — 1621. K aran lık yıllar. Y olculuklar. 11 k a ­ sım 1621'de (hep aynı tarih), D escartes esrarlı bir n o ­ tunda, bir «olağanüstü keşif»ten söz eder. B unun belli bir bilim sel buluş m u, yoksa ezoterik tü rd en b ir tan rısal ilham m ı olduğunu bilm iyoruz. D escartes’ın o sıralarda R ose-C roix’ların m istik felsefesiyle ilgilenm ekte olduğu sanılm aktadır. 1622 — 1625. Y ine k a ra n lık yıllar. Descartes,, F ra n sa ’d a görülür. O ra d a to p rak ların a a it bazı işleri yo­ lu n a koym akla m eşguldür. İta ly a ’ya uzun b ir yolculuk ya­ par. 1619 yılında gördüğü üç rü y a üzerine, L o re to ’ya yapm ayı adadığı hac ziyaretini yerine getirm ek için bu yolculuğa çıktığı sanılm aktadır. Bu ülke, iklim i ve gü­ vensizliği D escartes’d a k ö tü b ir an ı b ırak acak tır. 1625 — 1628. F ra n sa ’d a ve özellikle P a ris’te k a lır ve b u rad a yazarlar, bilginler ve kilise ad am ları ile ilişkiler k u rar. 1627 yılı so nbaharında k ard in al D e B érulle’le d e­ rin tartışm alar. S onunda kard in al ona felsefesini geliştir­ m enin d in ve insanlık h ay rın a b ir görev olduğunu söyler. R ègles pou r la direction de l’esprit (A klın idaresi için k u ra llar)’sini lâtince olarak yazm aya başlar. F a k a t, bu eseri yayınlam ıyacaktır. E ser, ancak onun ölüm ünden yan m yüzyıl sonra yayınlanacaktır. B ir de, m etafizik üze­ rine bir eser (traité) hazırlam aya koyu lu rsa da, bugün b u n a d air hem en hiçbir şey bilinm em ektedir. 1628. S o nbaharda H o llan d a’y a d oğru yola çıkar. Ü ç k ısa aralık dışında, 1649’a k ad ar bu ülkede k alacak; bu süre içinde, son yıllar hariç, sık sık k o n u t değiştire­ cektir. 1630. B eeokm anl’a bozuşur. B eeckm an, haksız yere, D esca rte sin üstadı ve yol göstericisi p ozuna girer ve onun dehasının m eziyetlerini kendisine m aletm eye k a l­

122

DESCARTES

kışır. B un u n la birlikte, b ir yıl sonra, biraz soğukça da olsa, te k ra r barışacaklardır. 1633. H aziran ayında G alilei, R o m a ’d a lıüküm gi­ yer. D escartes haberi k asım da alır ve birçok yıldan beri üzerinde çalışm akta olduğu ve son şeklini verm ek üzere bulunduğu L e M o n d e (D ünya) k itab ın ı hem en b ırakır. G alilei’nin eserini, ertesi yıl, çok kısa b ir süre için ve gizli sayılacak bir yoldan yine B eeckm an ona iletecek­ tir. 1635. D escartes’m H o lla n d a ’lı bir hizm etçiden olan kızı F ran c in e ’in doğum u. Ç ocuk annesinin dinine göre bir protestan kilisesinde vaftiz edilir. 1637. H aziran. D iscours de la m éth o d e (M eto t üze­ rine konuşm a) H o llan d a’nın Leyde kentinde yazarının adıb elirtilm eksizin yayınlanır. A ynı kitapta, K o n u şm a ’ dan so n ra D ioptrik, M eteorlar ve G eom etri adlı üç eser de yer alm aktadır. 1637 — 1640. F ra n c in e ’le annesinin yanında m utlu ve sakin yıllar. 1640. D escartes, F ra n c in e ’i P a ris’e, Sainte-C hapelle kilisesinde görevli bir rah ib e olan akrab asın ın yanm a gön­ derm eye hazırlanırken, eylül ayında, çocuğu d ö k ü ntülü bir hastalıktan ölür. «K ızının ölüm ünün kendisini haya­ tında hiç tatm adığı k a d a r b ü y ü k bir k ed er içinde b ıra k ­ tığını söylüyordu acı acı, diyor Baillet, D escartes için. B ir ay sonra d a babasını kaybeder. O ğulla, onu «hayla­ zın teki» sayan b a b a arasında, görünüşe göre, h içbir zam an büyük bir sevgi ve anlayış b u lunm am akla b ir­ likte, bu ölüm D escartes’ı üzer. 1641. Y az so n u n a doğru M éd ita tio n s’\zx P a ris’te ya­ yınlanır. E serin ark asın d a altı dizi halinde itirazlar ve itira zlara cevaplar b u lu n m ak tad ır. 1642 ilk b ah arın d a,

AKLIN YÖNETİMİ

123

A msrterdam ’da, yedinci b ir itirazlar ve cevaplar dizisi d a ­ h a eklenm iş o larak , eserin yeni b ir edisyonu d ah a çıka­ caktır. A ralık ayında, D escartes’Ia U trech t üniversitesinden V o et (V oetras) arasındaki fikir ayrılığı şiddetli b ir to n a ulaşır ve D escartes ateistlikle (tanrıtanım azlık) itham edi­ lir. Polem ik 1645’e k a d a r tehlikeli b ir şekilde sürecek ve sonunda Ü niversite, yeni felsefe h ak k ın d a herhangi bir kim senin, her n e şekilde o lu rsa olsun, herhangi b ir şey yayınlam asını yasaklıyacaktır. 1643. M ayıs başları. P renses E lisab eth ’le m ektu plaş­ m alar başlar. D escartes, K o n u şm a ’daki «geçici ahlâk» inin ard ın d a n gelen «kesin» dediği ahlâkını, b u ndan sonraki yıllarda özellikle b u m ek tu p laşm aların d a dile getirecek­ tir. 1644. F elsefenin İlkeleri A m sterd am ’d a lâtince o la ­ ra k yayınlanır. K o n u şm a lâtinceye çevrilir. M ayıs-kasım : F ra n sa ’ya ilk yolculuk. 1645 — 1646. Passions de Uâme (R u h u n pasif halle­ r i / m birinci redaksiyonu (redaksiyonun şekli hakkında kesin hiçbir şey bilinm em ektedir). 1647. M editations’larını P a ris’te fransızca o larak (ye­ dinci dizi itirazlarla cevaplar eklenm eksizin), ark ad an Prensipler’in (önem li b ir yeni önsözle) yayınlanm ası. H o llan d a ’d a L e R o y (R eguis) ile şiddetli b ir polem ik. H azirandan kasım a k a d a r F ra n sa ’ya ikinci seyahat; Pascal’le pek h araretli olm ayan görüşm eler. İsveç kıraliçesi C hristine ile m ektuplaşm alarm başlam ası. 1648. N isanda, B urm an ile görüşm e. M ayıstan ağus­ tosa k a d ar F ra n sa ’ya üçüncü ve son yolculuk. İlk F ronde karışıklıklarında D escartes huzursuzlanır. Ç ünkü, zihinde olduğu gibi devlette de düzensizlik onun n efret ettiği şey­ d ir. N itekim , o nu H o lla n d a ’ya bağlayan d a, m izacına uy­

DESCARTES

124

gun gelen o ra iklim i k a d a r, h er şeyden önce o rad a bulduğu sükûn ve h uzur ortam ıdır: bunun için, m utfağı d a rm ad a­ ğın, tencereyi devrilm iş bulduğu F ra n s a ’d a kalışını kısa kesip aceleyle H o llan d a’ya döner. P a ris’te S anat ve M eslek okulları k u rm ak tasarısı ortaya koym ası (ya d a son şeklini verm ek üzere yeniden ele alm ası) m uhtem elen b u dönem e rastlar. D escartes, bu tasarısıyle, bilginlerle zanaatçıları, bilim le tekniği, araştır­ m a ile pratik uygulam aları sıkıca birleştirm ekten y an a sürekli duyduğu özleyişi bir kere d a h a dile getirm iş olu­ yordu. Eylül

P . M ersenne’in ölüm ü.

1649. İsveç prensesi, yazarları ve bilginleri to p la m aktan zevk aldığı S tockholm ’e, kendi y anına gelmeye razı etm ek için d u rm ad an D escartes’a teklifler, davetler, baskılar yapm aktadır. D escartes uzun süre tered d ü t eder; özgürlüğünü kaybetm ekten k o rk a r, am a bun u n yam sıra kaderinde yeni b it dönem açılacağını um m aktan d a kendini alam az. S onunda k ararın ı v erir ve eylül ayında yola çıkar. Kasım : yokluğunda, Passions de Fâme (bu esere Traité des passions d a den ir) P a ris’te fransızca o larak yayınlanır. 1649 — 1650. S anıldığına göre, D escartes, Stockholm ’ d e acı hayalkırıklıklarına uğrar; am a, garip m izaçlı C hristi­ n e 'in zorbaca fantezilerine karşı koym aktan da geri kalm az. P astoral ya d a sem bolik bir kom edi (bugün kaybolm uş bulunm aktadır) d üzenler ya d a kalem e alır; kıraliçenin doğum gününün ve V estefalya barışının kutlanm ası dolayısıyle, Barışın doğusu adlı m anzum bir b ale livresi yazar (kaybolduğu sanılan bu m anzum eser b u lu n arak 1920 yı­ lında yayınlanm ıştır). Bu beklenm edik ve um ulm adık işle­ ri, ru h u n d a yeni yaratış im k ân ları bulu p denem ek için gönül rızasıyle üstlendiğini düşünm ek m antığa aykırı gö­ rünm em ektedir. C hristine için, bir İsveç akadem isi a n a tü ­

AKLIN YÖNETİMİ

125

zük tasarısı hazırlar. Y arım kalm ış olan L a R ech erch e de la vérité par la dum ière naturelle (T a b iî ışıkla h a kikatin araştırılması) başlıklı diyalog d a m uhtem elen bu dönem e aittir. 1650 yılı ocağında kıraliçe D escartes’ı düzenli olarak her sabah saat beşte, kendisine felsefe dersi verm ek üzere, saraya getirtir. G eç k alkm aya alışmış bir insan olarak D escartes, îsveç kışının ortasında böyle bir zahm ete d ay a­ nam az. Pnöm oniye (zatürree) yakalanır, 2 şu b atta yatağa düşer ve 11 şu b atta d in d arca ölür. 1657 — 1667. M ektu p la şm a la rın , elbette p ek eksik b ir şekilde, ilk edisyonu yapılır (3 cilt). 1662 — 1677. D ü n ya kitabının k alan bölüm lerinin (İnsan ve Işık kitabı) doğruluk derecesi değişik edisyonlar halinde yayınlanır. 1701. R èg les p o u r la direction de l’esprit (A k lın ida­ resi için kurallar)’nin lâtince ilk edisyonu yapılır. 1897 — 1913. A dam ve T annery tarafın d an D escartes’in T oplu Eserleri (on iki cilt) yayınlanır. D escartes’ın doğum unun üçyüzüncü yıldönüm ünü k utlam ak am acını güden bir anıt girişim . Bu edisyonun çağdaş düşünce üze­ rinde çok büyük bir etkisi olm uştur. 1936 — 1963. A dam ve M ilhaud tarafın d an M e k tu p ­ laşmalar yayınlanır (sekiz cilt).

İÇ İN D E K İL E R

K ural K ural K ural K ural K ural K ural K ural K ural K ural K ural K ural K ural K ural K ural K ural K ural K ural K ural K ural K ural K ural

I II III IV V VI V II V III IX X XI X II X III X IV XV XVI X V II X V III X IX XX XXI

7 10 14 18 25 27 33 38 45 48 52 56 73 80 93 95 100 102 109 110 111

DESCARTES

AKLIN YÖNETİMİ İÇİN KURALLAR T ürkçesi M ü n te k im Ö k m e n

DÜNYA KÜLTÜR K LASİK LERİ % DİZİSİ SOSYAL YAYINLAR

0

Kapak: İsa Çelik

Felsefe lite ra tü rü n ü n klasiklerinden biri o lan b u ki­ ta p ta D escartes, h ak ik a tin araştırılm asın d a insan z ih n in in izlemesi gereken yolları o rtay a k o y m ak ta­ d ır. D escartes’in skolastiğe karşı, y ü rü ttü ğ ü m ücade­ lede b u k itab ın önem li bir rolü o lm u ştu r. 1945’li yıllard an b aşlıyarak M illi E ğitim B akanlığı “ D ü n y a E d eb iy atın d an T erc ü m e le r” dizisinde birçok b asım ­ ları y apılm ıştır. D escartes’in felsefe ta rih in d e işgal ettiği önem li yeri göz ö n ü n d e b u lu n d u ra n y ayınevi­ m iz, b u k itab ın yeni ve n o tla n d ırılm ış bir çevirisi o k u rla rın a sun u y or.