Denizin Dibindeki Ev [1 ed.] 9789750826009


117 36

Turkish Pages 159 [160] Year 2013

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Recommend Papers

Denizin Dibindeki Ev [1 ed.]
 9789750826009

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Lucia Tumiati

Denizin Dibindeki �v Lucia Tumiati (Venedik, l 926) Henüz 6 yaşındayken "fark­ lı-öteki" olmanın ne demek olduğunu anladı. Hekim ve yazar babası Corrado Tumiati'nin faşist siyasi yönetimle çok ciddi sorunları oldu. Annesiyle babası ayrıldı. Lucia annesiyle, erkek kardeşi babasıyla kaldı. 13 yaşındayken, insanın annesinin Ya­ hudi olmasının ve ırkçı yasaların sonuçlarına katlanmanın da ne demek olduğunu anladı. Annesi Maria Luzzatto ile uzun süre saklanarak yaşamak zorunda kaldı. Ana-kız direniş müca­ delesine katıldı, savaşın bitiminde l 945'te annesi ölünce, Lucia babasının yanına Floransa'ya döndü. Üniversitede edebiyat bö­ lümünde eğitimini sürdürdü, Pinokyo'nun yazarı Carlo Collodi üzerine hazırladığı tezle mezun oldu. Yetişkinler için eserler ver­ mekle birlikte özellikle gençler ve çocuklar için yazdı. İki çocuk annesidir. Tumiati, İkinci Dünya Savaşı'ndan bugüne kadar çocuklar ve gençler için yazan büyük yazarlardan biridir. İtalyan yazarın kitaplarındaki temel öğeler özgürlük, "farklı-öteki" olmak ve "dünya"yla sürekli diyalog halinde olmaktır.

Filiz Özdem (Bakkalbaşı) (İstanbul, l 9 Temmuz l 965) İtalyan Lisesi'nden mezun olduktan sonra İÜ Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi, aynı bölümde yüksek lisans programına de­ vam etti. Çeşitli dergi ve gazetelerde şiirleri, yazıları, yorumlayıcı sanat metinleri ve çevirileri yayımlandı. Urfa, Balıkesir, Mersin, Mardin, Kars, İstanbul, Maraş, Denizli, Çanakkale üzerine şe­ hir monografileri hazırladı. Pier Paolo Pasolini, Luigi Malerba, ltalo Calvino, Edmondo de Amicis, Carlo Collodi, Gianni Ro­ dari, Lucia Tumiati'nin çeşitli kitaplarını çevirdi. Maltepe Sa­ nat Galerisi Yayınları'ndan Saydam ve Seyirci (1999) adlı şiir kitabı yayımlandı. Korku Benim Sahibim (2007), Düş Hırkası (2009), Yalan Sureleri (2010), Rüya Bekleyen Adam (2013) adlı romanları ve çocuk edebiyatı alanındaki kitapları da YKY'den yayımlandı.

Alessandra Roberti (Treviso, 1971) Floransa Güzel Sanatlar Akademisi'nden mezun oldu. Hem çeşitli ülkelerde yayımla­ nan kitapları resimledi hem de resimlediği kitaplar pek çok dile çevrildi. İtalya, Almanya ve Japonya'da karma sergilere katıldı. 2004 yılında Bologna Kitap Fuarı'nda Yılın En İyi İllüstratörü seçildi.

LUCIA TUMIATI

Denizin Dibindeki Ev Çeviren

Filiz Özdem

Resimleyen

Alessandra Roberti

omo Yapı Kredi Yayınları

Yapı Kredi Yayınları - 3944 Doğan Kardeş Kitaplığı 516 Denizin Dibindeki Ev/ Lucia Tumiati Özgün adı: La casa in fonda al mare Çeviren: Filiz Özdem Resimleyen: Alessandra Roberti Kitap editörü: Aslıhan Dinç Grafik uygulama: Akgül Yıldız Baskı: Bilnet Matbaacılık Biltur Basım Yayın ve Hizmet A.Ş. Yukarı üudullu Organize Sanayi Bölgesi 1 Cadde No: 16 Ümraniye/ lstanbul Sertifika Na: 15690 Çeviriye temel alınan baskı: La casa in fondo al mare 1. baskı: İstanbul, Ağustos 2013 ISBN 978-975-08-2600-9 ©Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş., 2013 Sertifika No: 12334 Copyright © 2001, 2010 Giunci Ediıore S.p.A., Firenze-Milano Bütün yayın hakları saklıdır. Kaynak gösterilerek tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş. Yapı Kredi Kültür Merkezi İstiklal Caddesi No. 161 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: (0 212) 252 47 00 (pbx) Faks: (O 212) 293 07 23 http://www.ykykultur.com.tr e-posta: [email protected] İnternet satış adresi: http://alisveris.yapikredi.com.tr

DENİZİN DİBİNDEKİ EV

1

Benim evim denizin dibinde. Balık sürülerinin gö­ ründüğü büyük pencereleriyle modern bir ev. Adım Stella, sanırım sekiz yaşındayım. Sanırım diyorum çünkü suyun altında hayat, doğmuş olduğum karada­ kinden çok farklıdır. Suda zaman, hiç geçmez gibi ge­ lir. Loş bir mavilikte, her şeyin arasında bir benzerlik vardır, her şey sessizdir. Burada yaşamayı seçmemin nedeni denizin rengi. Ancak bu değişmez bir seçim değil çünkü arada sı­ rada karaya çıkıyorum. Şanslı bir kız olduğumun far­ kındayım, zaten hikayemi anlatmaya beni iten de bu. Belki bir gün başka çocuklar benimle yaşamak ister ya da bazı deniz canlıları, mavi tonlarının beyaza, tu­ runcuya, yosunların yeşiline, kumun altın rengine ka7

rıştığı mağaralarda dolaşmaktansa karadaki kırlarda gezinmeyi seçer. Millerce uzaklıktaki bütün mağaralarını bilirim bu­ ranın. Şu mavi olanı, beyazı, yeşili. Bir de kara mağa­ ralar vardır, diplerde, ışığın sadece bazı gümüşbalıkla­ rında parladığı. Birkaç kez kaybolduğum oldu, müthiş güzel ve korkutucuydu.

8

2

Annem, "Git de şu turuncu mağaradan biraz mey­ ve getir" demişti. Aşağıda, suyun dibindeki bazı çalı­ larda yetişen enfes meyveler vardır. Tek başıma yola koyuldum çünkü ortalıkta arkadaşlarımdan kimse yoktu. Suyun serbestçe girip çıktığı hasır bir sepetle çıktım yola. Balık kokuyordu. Neden bilmem, balık­ lar neye değseler kokularını bırakır, halbuki benimle oynarken hiç kokmazlar. Ben de kokmam, balıklara dokunduğumdan biliyorum bunu. Ne kadar esrarengiz! Neyse, turuncu mağaraya gittiğimde bir balık ar­ kadaşıma rastladım. Adı Billi. Karadaki insanlar ona mürekkepbalığı der. Ne ahmaklar. Halbuki onun adı Billi, benimle oynamaya hazır sekiz kolu var, beni tu­ tar, çevirir, bırakır, kızdırır, yine de çok güleriz. 9

O gün, mağaraya girer girmez beni gördü, " Biliyor musun, mağaranın dibinde bir delik var!" dedi. "Gerçekten mi? Nereye gidiyor peki?'' " Başka bir mağaraya geçiliyor oradan." " Bilmiyordum. Güzel mi?" " Bana göre güzel." " Beni de götürür müsün?" " Korkmaz mısın?" " Ben mi korkacakmışım? Hem neden?" "Karanlıktan." "Senin gibi bir sersem yanımda olduktan sonra korkmam. Ver bir elini." Bir yarıktan geçtikten sonra iki dar kaya arasın­ dan yüzüp kara bir ine çıktık, öyle karanlıktı ki ya­ nımda Billi olmasa kesin kaybolurdum. "Sakın beni bırakma Billi!" " Bak, gördün mü korktun işte!" " Hiç bilmediğin bir yerde olsan seni de görür­ dük!" Gözlerim yavaş yavaş karanlığa alıştı. Her şey siyahtan gri-maviye dönüştü ve karınları sarı çizgili, oynaşan gümüşbalıkları göründü. Etrafımı sarıyor10

lardı, Billi birini tutacakmış gibi yapıyordu. O zaman hepsi kaçışıyordu. Sonra dönüp aptal aptal bana ba­ kıyorlardı. Billi bir süre sonra sıkılıp, "E, ne var, daha önce hiç Stella'yı görmediniz mi?" diye bağırdı. Aralarında fısıldaşıyor, hızla uzaklaşıyor, aniden bana değip sonra kaçıp gidiyorlardı. "Güzel mağaraymış," dedim Billi'ye, "ama artık dönmem lazım." "Git, git!" dedi bana ve o saat kendimi karanlıkta, kaya yarığının içinde bir başıma buldum.

11

3

Eve döndüğümde, elbette annem beni azarladı. "Neredesin sen, bir saattir seni bekliyorum!" "Turuncu mağaranın altındaki indeydim." "Tehlikeli olduğunu bilmiyor musun?" "Ama yanımda Billi vardı." "Ona güven olmayacağını bilmezmiş gibi ..." "Anne! Benim bütün arkadaşlarım güvenilirdir!" "Öyle de olsa dikkatli ol." Billi'nin, mağarada beni bir başıma bırakarak yap­ tığı o kötü şakayı düşündüm. Neyse, bu defalık onu affettim, bir şey demedim. O sırada, kollarını açmış dans eden Billi'yi gör­ düm; beni fark edince hemen dibe yattı, bir taşa benziyordu. Bu, en sevdiği oyundur. O zaman, pen­ cereden ona, bir daha böyle bir şaka yapacak olur12

sa kafasını koparacağımı söyledim. Yeniden kıvrıldı, "taş"ın siyah noktaları bile göründü. Yapıp yapacağı en büyük numarası budur, sonra da bütün kollarını sağa sola sallayarak gitti. "Mürekkepbalığı! Mürekkepbalığı!" diye bağırdım arkasından. "Dikkat et, uslu durmazsan birileri seni ham eder." "Stella, telefon" diye seslendi annem. (Elbette, evimde telefon var. Denizaltı varlıklarının hepsinin evinde bulunur. Özel bir aygıttır bu: Hepimizin evin­ de zaten var olan deniz akıntısının sayesinde çalışır. Anlaşıldı değil mi?) "Alo, Stella, orada mısın?" "Elbette, sen kimsin, köpekbalığı mı?" "Yok canım, ben Mirco, hani sahilde tanışmıştık." "Mirco mu? Hani şu çok iyi yüzdüğüne beni inandırmaya çalışan kendini beğenmiş mi?" "Ta kendisi. Ama benim yüzme belgem var, ger­ çekten." "E, konumuza gelelim. Ne istemiştin?" "Seni görmek istemiştim. Gelir misin? Dondurma yeriz." 13

"Yosun dondurması mı?" "Ne yosunu? Yok canım. Ne diyorsun? Dondur­ ma dondurması işte."

"Tamam. Bakalım, çıkabilirsem on dakikaya kadar gelirim." " Nereden çıkacaksın?" "Evimden sahile." "İyi de, nerede ki senin evin? Burada her yer dümdüz." "Merak etme. Çıkabilirsem gelirim." "Anneciğim, sahilde dondurma yemeye gidebilir miyim?" "Tabii, ama geç kalma, yoksa karanlıkta yolunu kaybedebilirsin." "Tamam. Yine de Billi'ye beni beklemesini söylerım." .

"Elia'ya daha çok güvenirim." "Olur, Elia'ya söylerim." Benim evim sahilden hayli uzakta. Ama ben bu yolu göz açıp kapayana kadar katedebilirim. Diğer yunuslarla oynayan Elia'yı görüp ona sesleniyorum. Sevinçle fırlıyor, beni şimşek gibi deniz kıyısına götü­ rüyor. Gel de sarılma ona!

15

4

Mirco ellerinde kocaman birer külah dondur­ mayla onu sahilde bekliyordu, dondurma par­ maklarından akıyor, o da durmadan sağdan sol­ dan yalayıp duruyordu. Stella sudan koşarak çıkarken, "Ne yapıyor­ sun pis?" diye bağırdı. "Çabuk bana daha az ya­ ladığın külahı ver." "E, bir saattir seni bekliyorum." "Ve dondurmamı yalıyorsun. Çok iğrenç. Siz­ ler buralarda böyle şeyler mi yapıyorsunuz?" (As­ lında buralarda derken, karada demek istemişti ama kendini tuttu.) "Sen ne yapardın?" "Elbette böyle yapmazdım. Dondurmayı yer­ dim." 16

"Kendi dondurmanı yerdin herhalde." "Elimdekileri yerdim, eriyorsa... " "Benim dondurmamı da mı? O zaman sen de hainsin." "Yo, sadece böyle pisliklere alışkın değilim." "Belli ki çok zenginsin ve istediğin kadar don­ durma alabilirsin. Benim sadece iki dondurma alacak param vardı." "Neyse, fena değil. Belli ki senın tükürüğü­ nün balıklardan haberi yok." "Niye balıklardan haberim olacakmış? Zaten balık sevmem." "Balıkları sevmez misin? Öyleyse niye benim­ le konuşmak istedin? Ben ki balıklarla... " Sözü­ nü "yaşıyorum" diye bitirecekti ki sustu, "çok iyi anlaşırım" dedi, Mirco da bir şey anlamadı. "Voleybol oynar mısın?" "Hayır. Suda oynanmaz." "Canım, suda değil, kumsalda." Mirco bu kızın çok özel şeyler söylediğini an­ layamıyordu... Onun hayatına dair bir kuşkuya kapılmadı. Öyle sevimli, neşeli, tuhaf ve okulda17

ki kızlardan öyle farklıydı ki. Mirco saf bir ço­ cuktu, aklından geçenleri ona söyledi. "Farklısın sen. Tuhafsın. Okuldaki kızların hiçbiri senin gibi değil." O sırada, öylesine muhteşem, sessız, hışırtı­ lı suyun altındaki dünyasını düşünüp, "Öyledir" diyerek güldü Stella. Mavi gözleri sanki denizden bir parçaydı, içinde küçük yaldızlı varlıklar yüzü­ yordu. Mirco birden utanmıştı ve artık ne söyleye­ ceğini bilemiyordu. Bir kızı davet etmenin, bir bardak portakal suyu içmek kadar basit bir şey olacağını düşünmüştü. Ama şimdi orada kazık gibi duruyordu, elleri dondurmadan yapış yapış olmuştu ve yalayacak cesareti de yoktu. Pek neşeli olmayan bu arkadaşlıktan endişe­ ye kapılan Stella, "Neyse, gitmem lazım... " dedi. Aşağıda, denizin altındaki arkadaşları çok eğ­ lenceli, ne yapacağı belli olmaz, şakacıydı (hepsi mi?). Sahilde bu budalayla işi neydi? Mirco, "Bu kadar çabuk mu?" diyerek kaç­ masına izin verdi. 18

"Hoşça kal, görüşürüz!" demesiyle suya dalıp gözden kaybolması bir oldu Stella'nın. Mirco ne diyeceğini bilemeden öylece kalakaldı. "İyi de," diye geçirdi içinden, "ne diye geldi ki öyleyse?"

19

5

"Anne, neden ben karadaki çocuklardan farklı­ yım?" "Çünkü sen suda yaşayan bir kızsın. Şanslı bir çocuksun çünkü bizim özelliklerimize sahip nadir varlıklardan birisin." "Ama anne, neden suda yaşayan çocuklar ka­ rada yaşayan çocuklardan farklı?" "Nedeni gayet basit. Çünkü yüzyıllardır de­ niz çocukları dalgaların hem altında hem üs­ tünde yaşayabilir. Dünyanın derin nehirlerinde, göllerinde, denizlerinde doğmuşlardır. Denizin altındaki kumsalları ve dağları bildikleri gibi, ka­ radaki kumsalları ve dağları da bilirler. Özel bir fiziksel yapıları vardır, bu, onlara başkalarının 20

yoksun olduğu şeyleri yapma fırsatı verir. Ancak nerede yaşayacaklarını seçebilirler." "Ya biri karada yaşamayı seçerse?" "Olabilir. Bunu yapanlar var zaten. Kimi yap­ tığına pişman olmuştur, kimi de orada kalmıştır. İşyerlerinde, trenlerde, sokaklarda, trafiğin orta­ sında yaşarlar." "Babam da mı?" "Evet. O da karayı denize tercih edenlerden. Onu da anlamak lazım." "Ben anlamıyorum onu. Bizi yalnız bırakıp gitti. Ayakkabı giydi, giysi giydi...

"

"Böyle yaşamayı seçti. Hepimiz nasıl yaşaya­ cağımızı seçmekte özgürüz." "Ama bu beni üzüyor...

"

"Biliyorum. Ama baban sık sık bizi görmeye geliyor." "Ya daha uzağa gidecek olursak, başka deniz­ lere? Ya bizi bulamazsa... " "Bulur, bulur. Hiç suda yaşayan kızını kay­ betmek ister mi?" "Ben ise karada yaşayan bir baba isteyip iste­ mediğime emin değilim artık." 21

"Bunu isteyip istemediğine karar verecek vak­ tin var daha. Ama ne olursa olsun, o senin ba­ bandır." "Elia'nın babam olmasını isterdim. O hep bana yardım etmeye hazır. Hep yanımda. Her za­ man nerede olduğumu biliyor. Benimle oynuyor. Beni arkadaşlarıyla gezmeye götürüyor... " "Hayatım, suda yaşayan bir çocuk olmak ko­ lay değil. Ancak bunun tadına varmak bir şans­ tır. Denize dair her şeyde olduğu gibi, her zaman mutlu sonuçlar olmayabilir. Arkadaşlarının, ha­ yatının tadını çıkar."

22

6

Evimin yakınındaki akıntı, dikey bir şerit oluşturur. Bir asansörün çalıştığı bir boşluk gibi. Asansöre bin­ dim, babamı bulmaya işyerine gittiğimde. Camlı bir odacık var. Bir düğmeye basınca yukarı çekildiğini hissediyorsun. Ama asansörle çıkarken, yere doğ­ ru, aralıklara baktığında, ayaklarının altında derin ve korkutucu bir kara delik görüyorsun. Koyu renk du­ varlarda ikide bir görünen halatlar, raylar, ışıklar var. Çok ürkütücü. Evimin yakınındaki akıntıya kendini bırakıp yuka­ rı doğru gitmek neşe verir oysa. Bir oyundur. Daha açık mavilikteki o şeride girdiğim anda, saçlarımdan çekiliyormuşum gibi hissederim. Yüzmeye gerek kal­ madan yukarı doğru uçarım. Sonra o şeritten çıkıp hızla aşağı dönerim. Balık arkadaşlarım gülümseye23

rek bana bakar. Onlar da bu oyunu sık sık oynar ama balıkçıların ağlarına düşmemeye dikkat ederler. Ağları bilirim ben, ta uzaktan görürüm, birkaç kez ağları parçalayarak eğlendim. Küçük küçük ka­ reler. Şıkırt şıkırt şıkırt, işleri tamam. Suyun yüzüne çıktığımda öfkeli adamların seslerini duyarım: "Gör­ dün mü, yine şu kılıçbalığı canımıza okudu." Kıs kıs gülerim. Onları izlerim, konuşmalarını duydukça eğleni­ rim. Tartışırlar, paradan puldan söz ederler. Vergi­ lerden bahsederler. İnsanların ödediği vergileri bili­ yorum. Bizde vergi falan yoktur. Deniz benim evim, sahibimdir ve kimseye bir şey ödemek zorunda deği­ lim. Vaktiyle herkes için de böyle miydi? Aşağı inerim, mavi asansörüme ve kendimi mutlu hissederim.

24

7

Bütün mavi asansörler dikey çalışmaz. Bizde, yani denizde, yatay çalışan asansörler de vardır. Büyük su kütlelerinin içinde hareket eden sessiz akıntılardır bunlar. Yatay akıntılara nereden kendimi bırakacağımı bilirim ve bunlarla sık sık başımı alır uzaklara gide­ rim, kendimi özgür, kendi kendimin efendisi olarak hissettiğim yerlere. Bir gün büyük bir yapı keşfettim. Kemerlerin al­ tındaki yivli sütunların dibinde, yosunlu basamaklara oturmuş bir çocuk vardı. " Hey! Ne yapıyorsun buralarda?" diye işaret ederek bana seslendi. "Özgürlük arıyorum." " Buldun mu bari?'' "Sadece bana benzeyen birini buldum." 25

"Dur bakalım orada, ben erkeğim bir kere." "Hay aksi! Ahmağın teki daha!" "Neden öyle söylüyorsun?" " Karşıma çıkan bütün oğlanlar budala budala ko­ nuşuyor. Şöyle aklı başında bir şeyler konuşacağım kimseyi bulamıyorum." "Galiba sende biraz karalılık var." Çocuk hızla Stella'ya doğru yüzdü, yüz yüze gel­ diler. "Adın ne?" "Amir." " Ben de Stella. Bir benzerim derken, suda yaşa­ yan bir çocuk anlamında demek istemiştim." Amir ona bakıp güldü. Çevresinde yüzdü, parma­ ğının ucuyla dokundu ve kokladı. "Evet, sen de suda yaşayanlardansın. Karalılar gibi kokmuyorsun" diyerek güldü, oynayıp hoplama­ ya başladı ama tam o sırada farkında olmadan kafası­ nı yosunlu bir basamağa çarptı. " Burası senin evin mi?" "Ne diyorsun yahu! Görmüyor musun, eski bir tapınak bu? Vaktiyle buralarda insanlar yaşarmış. Bu27

rası karaymış, biz de daha uzaklarda yaşıyormuşuz. Şimdi sadece sütunlar, kemerler kalmış. Her şey kay­ bolup gitmiş." Stella, şişmesin diye eliyle alnına bastıran Amir'e baktı. Onun elini çektiğinde alnının çoktan yumurta gibi şişmiş olduğunu gördü. "Şu

boynuzdan

kurtulduğun

zaman

gel

beni

bul. Tapınağın ve artık burada olmayan insanların hikayesini anlat. Kendini yeşil akıntıya bırakırsan seni olduğum yere getirir. Ben yoksam Billi vardır, benim mürekkepbalığı arkadaşım. O benim nerede olduğu­ mu bilir" diyerek gitmeye yeltendi ama sözüne de­ vam etti: "Seninle gelmek isteyecek başka arkadaşın yok mu?" Amir gülümsedi, bu öyle bir gülümsemeydi ki, hiçbir şey söylemeden çok şey anlatıyordu. Yıkık tapınağın sütunları arasından giderken, "Çok arkadaşım var" dedi alçak sesle.

28

8

Her zaman olduğu gibi, öğleden sonra Stella'nın penceresinin önünden altınbalıkları geçiyordu. İç­ lerinden ikisi ona çok bağlıydı, küçük kızı dışarı çağırmak için burunlarıyla cama vuruyorlardı. "İşte geldim" diye bağırdı kız hemen evden çı­ karken. İki altın surat, yüzünün etrafında dönüp duruyordu. "Günaydın. Ne zamandır görünmüyordunuz. Hep uğrayıp selam verirdiniz. Bir şey mi oldu? Balıkçılar mı var yakınlarda?" Altınbalıkları titreyip durdu. "Evet. Balıkçılar var. Neyse ki ağları buralara kadar yetişmiyor. Ama pek çok arkadaşımız ağa takıldı, bir daha da görmedik." "Onlar da afiyetle yendi demek." 29

"Sus. Ağzından yel alsın. " "Ama işin olacağı bu. Er geç beni de yiyecek­ ler." "Sus, sus. Korkunç şeyler söyleyip durma." "Biz deniz varlıklarıyız. İnsanlar, bizim bura­ da nasıl bir hayatımız olduğunu bilmiyor. Nasıl da güzel, su bizim cennetimiz. Bir gün bunun ne olduğunu anlayabilirlerse, işte o zaman huzuru­ muzu bozmazlar." "Ne oldu Stella, biraz üzgünsün galiba bugün. Böyle şeyler söylemezdin sen." "Sizleri görmediğim zaman endişeye kapılıyo­ rum. Neyse, hadi sürüyle şöyle bir gezi yapalım mı?" Altın tozundan bir bulut hızla dalgalanmaya başladı. Suyun yüzeyine yaklaştıkça pulları gü­ neş ışığıyla daha da parlamaya başladı. Oynayıp hopladılar. Arkadaşlarıyla yakala­ maca oynadılar. İşte hayat buydu!

30

9

"Stella, baban sana bir hediye göndermiş." "Hediye mi? İlk defa böyle bir şey yapıyor." "İlk defa, hediyesini kendi getireceğine gönderiyor." "Kendisi getiremiyor muymuş?" "Belli ki getiremeyecekmiş." Annesi gidip bir kapıyı açtı ve kucağında ko­ caman bir paketle döndü. "Aç bakalım." Stella annesinin sözünü iki letmedi, hemen pa­ keti yırtarak açtı ve içinden çok güzel bir deniz bisikleti çıktı. "Vaay anne! Deniz bisikleti. Şahane. Hemen deneyeyim." Billi bu sahneyi pencereden seyrediyordu. Yu31

nus onu uyarmak istercesine, "Dur bakalım, Stel­ la başımıza ne işler açacak!" dedi. Stella bisiklete atladığı gibi, kullanması daha kolay olan diplere doğru sürdü. Billi hemen önünden gidiyor, eğlenerek hoplayıp zıplıyordu. "Hadi, hadi görelim bakalım nasıl kurtula­ caksın!" diye bağırarak kollarıyla durmadan onu sarmalayıp duruyordu. "Düşüreceksin beni, git başımdan." "Ay çok eğleniyorum. Peşine takılmak ıçın ben de bisiklet istiyorum." "Ha, tabii tabii, herhalde sekiz pedallı olacak." "E! Ne olacak, olmaz mı?" Stella düz, kumlu bir patika buldu, oradan aşağı doğru saldı kendini, tekerleklerin altından taşlar sağa sola fırlıyordu. Böylece sarı mağaraya geldi ama içeri bisikletiyle giremedi. Öyle olunca zile bastı, foklar ne oluyor diye bakmak için dışa­ rı çıktı. Aman, ortalıkta bir koşturmaca, bir telaş. Kimi bisikletin kolunu tutuyor, kimi tekerleklere dokunuyordu. 32

Çevresinde dönüp dururken, "Ne tuhaf bir şey bu? Ne işe yarar?" diye soruyordu foklar. "Ne işe yarayacak? Oynamaya, dipte gitme­ ye... Gel gidonun üstüne otur da seni gezdire­ yim." Fok gidona kuruldu, Stella diğerlerinin gülüş­ mesi eşliğinde ona bir tur attırdı. Buna fena bo­ zulan Billi gülmüyordu, kara mürekkebini etrafa salıp duruyordu. "Foka tur attır, bana gelince nanay!" diye söyleniyordu.

34

10

Hiç beklemediği bir anda, evinin önünde bir pa­ tırtı duydu Stella. Dışarı çıktığında, sevinçle zıp­ layıp duran dört çocuk gördü. "Bulduk, bulduk!" Çocuklardan biri, yıkık tapınaktaki Amir'di. "Merhaba! Demek yeşil akıntıyı buldun!" " Elbette. Biliyordum zaten. Ama senin evini hiç fark etmemişim. Seni almaya geldik, yukarıda yelkenli yarışı var. Muziplik yapmaya fırsat çıktı. Geliyor musun?" Stella

onu ikiletmeden

peşlerine

takılmıştı

bile. Ciro, Amir, Sten ve Gileb'in peşine. Tepelerinden, hayli uzaktan, beyaz siluetler hızla geçiyordu. Balıklar büyük şaşkınlık için­ deydi. 35

Elia uzaktan grubu izliyordu. Yelkenlilerin ya­ nından arada bir sıçrayıp dalıyordu. Beş kafadar, arka arkaya yüzüyor, yelkenlile­ rin suyu bıçak gibi yaran salmalarına neredeyse dokunacak kadar yaklaşıyordu. "Bakın, bakın şu yelkenlinin salması bile yok. Gidip devirelim." Der demez, yelkenliye yanaştılar ve hepsi bir­ den bir tarafından yüklendi. Üstte kırmızı-beyaz bir yelkeni idare etmeye çalışan bir çocuk vardı. Hayli hızlı diğer yelkenliler ondan uzaktaydı. Bir anda çocuk kendini suyun içinde, yelken­ liyi de tepesinde buldu. Üzerinde can yeleği vardı ama şişiremedi. Çırpınıyor, batıp çıkıyordu. Beş kafadar zevk içinde manzarayı seyrediyordu ama yunus onları kabalıkla suçlayarak araya girdi. "Çabuk düzeltin yelkenliyi, derhal!" diye em­ retti onlara. Beşi birden sözünü dinledi. Yelkenli­ nin yelkeni yine yukarı dikilmiş rüzgarla şişiyor­ du ama baygın haldeki çocuk hala sudaydı. Stella hemen ona yaklaşıp öptü. Elia çocuğu sırtladı, işte yine yelkenlideydi. Bu bir rüya mıydı? 36

Aman da aman! Çocuk bir de baktı ki diğer yelkenlilerin çok gerisinde kalmış. Ancak birden yelkenlisi şaha kalktı, suyun üzerinde uçmaya başladı. Şamandı­ ranın etrafında döndü, rüzgarı arkadan aldı, son şamandıranın etrafında yeniden döndü ve zaferle bitiş yerine birinci olarak ulaştı. "Şimdi tamam!" dedi Elia, tam yol hep birden yelkenliyi iten ve evlerine nefes nefese dönen beş kafadara. Gerçekten de hiç alışılmadık bir gün­ dü. Karadaki herkes, salması bile olmayan yel­ kenlisiyle Roberto'nun nasıl olup da birinci oldu­ ğuna şaştı kaldı. Roberto'nun öpücüğü ve yunusu anlatmaya çalıştığı herkes, "Hıhı, tabii tabii. Yorgunsundur sen, git uyu!" dedi. O da odasına gitti ve mutlu­ luğunun tadına varamadı. Biliyordu. Gördüğü rüya değildi.

37

11

"Alo, baba sen misin?" "Hangi babayı istiyorsun?" diye karşılık ver­ di telefonun diğer ucundaki. Stella bir an şaşırıp kaldı, sonra gülümseyerek, "Kendi babamı, ca­ nım!" dedi. "Herhalde babanın bir adı var, öyle değil mi?" "Bu kara insanları ne kadar can sıkıcı!" diye geçirdi içinden Stella. "Hep sorunlarla, kuşkular­ la, gereksiz katlanılmaz sorularla dolular!" "Düne kadar adı Peter'di." "Öyleyse aktarıyorum. Adı hala aynı." "Aman çok şakacısın!" diye söylendi Stella. Ama söylenmesini sürdüremedi çünkü telefondan babasının sesi geldi. 39

"Canım merhaba, hediyem geldi mi sana?" "Ben de bunun için aradım." "Sadece bunun için mi?" "Başka ne için olacaktı?" "Belki de... " "Sana teşekkür etmemi mi isterdin?" "Yo yo, sesini duymak bana yeter." "Sesimi duymak istiyorsan, arada sırada beni arayabilirsin." İşte, babasıyla konuşmak böyle zordu. Ona çok şey söylemek isterdi ama boğazı düğümlenir, ağzından sadece katı, acı sözler dökülürdü. "Stella, orada mısın?" "Nerede olmamı isterdin? Elbette buradayım. Ben senin gibi değilim." "Bak yavrum, seninle uzun uzun konuşmamız lazım." "Mümkün değil. Telefonun pili bitiyor. Hoşça kal." Yatağın üstünde oturmuş, öylece kalakaldı, çok mutsuzdu. Telefon çaldı, bir kez daha çaldı ama cevap vermedi. 40

Annesi gelip, "Telefon mu çaldı?" diye sordu. "Birisi yanlış denizi aradı." Annesi bir anlık şaşkınlığa kapıldı. Stella'nın saçlarını okşadı, mutfağa giderken, arayı çok açmadan yine ararsın!" dedi.

41

"Dilerim,

12

Roberto bir türlü huzur bulamıyordu. Bir yarışı kazanmak, bir güzel devrilmek, neredeyse bo­ ğulmak, kendisini öpen bir kız görmek, bir balık tarafından kurtarılıp yelkenliye konmak, insanın başına her gün gelecek işler değildi. Her gün yelken açıp tek başına açıklara gidi­ yor, bir açıklama bulmaya çalışıyordu. Sahilden uzakta dönüp duruyor, dipten gelenle­ ri yine bulmayı umuyordu. Ama biliyordu ki dip­ ler derinlerdeydi, tehlikelerle, insanı aldatan akın­ tılarla doluydu. Yelken yapımcısı ona şöyle demiş­ ti: "Dikkatli ol. Kıyıdan üç mil açıkta tahmin bile edemeyeceğin akıntılar vardır, teknene hakim ol­ malısın, salması olmadığını unutma. Hızlısın ama bir şimşek çakacak olsa devrilirsin!" Haklıydı. 42

Bu sırada Stella suyun altında balık arkadaş­ larıyla geziniyordu. Bu akışkan mavi dünya insa­ nı dinginlikle sarıp sarmalıyordu; bu koruyucu kap olmaksızın asla ve asla yaşayamayacağını düşünüyordu. Hareket ediyordun, dönüyordun, oynayıp hopluyordun, ağırlığın yoktu; önüne çi­ zilmiş patikalar, yollar; trafik ışıkları, motorlu taşıtlar yoktu. "Stella, niye bugün bu kadar yavaşsın?" Arkadaşı Elia dibinde bitmiş, o da fark etme­ mişti bile. "Düşünüyordum." "Beni mi?" Yunus altından geçti, karnından ittirerek bir takla attırdı. "Yoo, karadakileri, insanları düşünüyordum." "Ne fena şeyler. Kendi dünyamızı sevmiyor musun?" Stella, arkadaşının üstüne binerken, " Elbette seviyorum!" dedi. "Senin gibi bir arkadaşı nerede bulurum... " Ancak cümlesini bitiremeden biri boğazından yakalayıp sıkmaya başladı. 43

"Hadi söyle, söyle bakalım cesaretin varsa... " dedi tanıdık bir ses. "Billi, boğacaksın beni, boğuyorsun. Ölüyo­ rum... " diyen Stella ölü numarası yaparak kendi­ ni suya bıraktı. O saat, her renkten bir sürü balık üşüştü ba­ şına. Elia yetişti, onu hareket ettirdi, çevirdi, ses­ lendi. Tık yok. Stella bir gözünü araladı, köşede, ne diyeceğini bilemeden duran Billi'yi gördü. Di­ ğer mürekkepbalıkları gelip onu bir güzel patak­ ladı. Bir kıyamettir koptu. Derken, Stella aşağıdan yukarı doğru bakar­ ken, beyaz, düz silueti gördü, devirdiği tekneydi. Yerinden sıçradığı gibi bu keşmekeşin içinden kaçtı. "Numara mıydı yani... " Hırpalanmış zavallı Billi bozularak oradan uzaklaştı. Elia başını salladı, "Ah bu suda yaşa­ yan çocuklar yok mu!" diyerek gülümsedi. Bildi­ ğiniz gibi, yunuslar çok hoşgörülü hayvanlardır.

44

13

Stella, yan tarafından tekneye asılınca, Roberto bir kazaya uğradığını sandı. "Nereden çıktın sen?" "Denizden, görmedin mi?" "Senin tek başına bu kadar açılmana izin ve­ riyorlar mı?" "Elbette ... " diyerek güldü Stella, kendini yu­ karı çekip yelkenliye çıktı, dümendeki Rober­ to 'nun yanına oturdu. "Korkmaz mısın?" "Korkmak mı? Denizden mi korkacağım?" diye kahkahalar attı Stella. "Bunda gülünecek ne var?" diye söylendi Ro­ berto. "İlk boğulan olmazdın. Biliyor musun, bu­ rada akıntılar... " 45

l-----�-----

"Hadi canım!" diyerek yine güldü Stella. "Yelken yapımcısı söyledi. İnan bana." "Ya akıntıya kapılacak olursam?.. " "Ölürsün. Hatta, en iyisi, denize girme, senı ben götüreyim sahile." "Çok naziksin ama gerek yok. Yine de hoşu­ ma gitti. Tekrar bulurum ben seni. Ne diyece­ ğim? En iyisi, seni yine öpeyim. Hoşça kal." Der demez öptü. Bir sıçrayışta denize atladı, bir süre yanında yüzdü. Bu kızın davranışından şaşkına dönen Rober­ to sadece, "Hoşça kal. Dikkatli ol!" diyebildi, kız ise çoktan gözden kaybolmuştu. Bir süre, yelkenlinin etrafında bir yunus dalıp çıkarken göründü, sonra yok oldu. Roberto

hayal

görmeye

başladığını

sandı.

Belki de başına güneş geçmişti. Belki de yalnız­ lıktandı. Ancak gülümseyen Stella, yelkenlinin arkasında yine ortaya çıktı. Denizden ona su sıç­ ratınca Roberto aniden arkasına döndü. "Nereye kayboldun? Çıkar mısın şuraya? Çık, hadi, seni sahile götüreyim." 47

"Etti iki!" diyerek güldü Stella. Yine yelkenliye tırmandı, her yerinden sular akarak onun boynuna sarıldı, "Çok güzel bir ço­ cuksun. Kimse beni yelkenliyle gezdirmeye davet etmemişti, üstelik iki kere. Seni öpmek hoşuma gidiyor, böylece sen de bir şeyler düşünmeye baş­ larsın. Biliyor musun, çok farklı bir kokun var... Dilerim seni yine görürüm." Ve yine denizde kayboldu. Roberto ıslak öpü­ cüğün izinin kaldığı yanağına dokundu, bu başı­ na gelenin ne olduğunu bir türlü anlayamıyordu. Hem de iki kez, denizin açığında, günün ortasın­ da. Gerçekten, farklı mıydı kendisi?

48

14

Billi sinirliydi. Hatta umutsuzluğa kapılmıştı. Bazı maskeli ve sırtı tüplü balıklar babasını yaka­ lamıştı. Babası, çok derinlerdeki kayalıklarda yaşayan ihtiyar bir mürekkepbalığıydı. Kimse gidip de onu rahatsız etmezdi. Gerinmek ve besin bulmak için kollarını uzatırdı; hele bir de yüzerken göre­ cektiniz, sanki denizlerin efendisiydi. "Stella, yardım et! Stella, yardım et!" diye ba­ ğırarak, sekiz eliyle birden evlerinin penceresine vuruyordu. "Ne oldu?" "Çabuk, çabuk. Babamı yakaladılar. Zavallı­ cığın kime ne zararı vardı!" "Kim yakaladı?" 49

"Maskeli iki balık." "Dalgıçtır onlar. Yani balık değil. İnsan. Peş­ lerine düşelim bakalım." Bir tekne olduğunu düşündükleri yere doğru hızla yüzdüler. Suyun altından, koyu, oval, dibe ışığın düşmesini engelleyen gölgeleriyle tekneler hemen seçilir. Billi, "Bak, işte şurada bir şey var!" derken, Stella suyun yüzeyine varmıştı bile. Tekne suda sallanıyordu. İçinde kimse yoktu. Stella hemen tırmanıp içeri atladı, baş tarafta, gölgeye sinmiş ihtiyarı hemen gördü. Billi'nin babası perişan haldeydi ama hala ya­ şıyordu. Stella, "Selam dede!" diyerek ihtiyarı alıp bağrına bastı, o da bütün kollarıyla birden kıza sarıldı. Denizin altından çıkan iki dalgıç onları gördü. "Evladım, bırak onu, bir zarar vermesin sana!" Ama Stella bağrına bastığı "dede"siyle sularda kaybolup gitmişti bile. Billi onları izliyordu. On­ ların boğulduğunu sanan iki dalgıç da peşlerin­ deydi. 50

El kol hareketleriyle, çocuk ile mürekkepbalı­ ğının nereye gittiğini sorup duruyorlardı birbirle­ rine. Bir yunus gelip aralarından geçti, onları şa­ şırtıp Stella'nın izini kaybettirdi. "Liman idaresini arayalım mı?" dedi biri tek­ neye döndüklerinde. "Devasa bir mürekkepbalığının küçük bir kızı tuttuğunu haber versek iyi olur... " dedi öteki. Ama bu arada Stella onların yakınına gelmiş­ ti. Tekneye tuhaf bir deniz kabuklusu fırlatıp on­ ların tepkisini bekledi. Dalgıçlar dönüp baktılar, onu gördüler. "Sen de kimsin?" diye sordular şaşkınlıkla. "Suda yaşayan bir çocuk. Arkadaşlarıma za­ rar vermeyin." Akşam limanda, başlarına geleni anlatıyorlar­ dı. Hancı ciddi bir suratla, "Suda yaşayan bir ço­ cuk mu?" dedi. "Tabii, tabii. Daha başkaları da var hatta. Aman tepelerini attırmayın, sonra ca­ nınıza okurlar."

51

15

"Anne, senin için çiçeklerle dolu bir bahçe yap­ mak istiyorum." Stella denizin dibindeki evinin etrafındaki ka­ yalıklarda geziniyordu. "Biliyorsun, bizim çiçeklerimiz de küçük hay­ vancıklarımız" dedi annesi. "Olsun. Bak, buraya denizzambakları dikmek istiyorum. Sarı sarı açıyorlar, insanın baktıkça içi açılıyor. Hem planktonlarla besleniyorlar, kendi başlarının çaresine bakıyorlar. Şuraya da pembe beyaz mercanlar... Hoşuna gider, değil mi?" "Elbette gider, ama onları yerinden oynamaya nasıl razı edeceksin?" "Deneyeceğim. Hem Elia'dan da yardım is­ terim çünkü yerleri biraz uzakta. Gidebilir mi52

yim?" Tabii, bu sadece adet yerini bulsun diye is­ tenmiş bir izindi. Doğrusu, Stella canı istediği zaman, istediği yere gidebilirdi, denizin en ücra yerlerini bile bi­ liyordu ve hiçbir sorunu yoktu. Suda yaşamanın neşesi öylesine büyüktü ki onu gitgide daha da güzelleştiriyordu. "Ben gittiiiiiim!" diyerek uzaklaştı. Elia onu sırtına almış, denizin diplerindeki, bildiği çiçekli bir bahçeye götürüyordu. Küçücük yumrulardan oluşan çalılar pembe, turuncu, kırmızı, beyaz kireçli gövdeleriyle bir­ birlerinden ayrılıyordu. "Ah! Ne kadar da güzelsiniz!" diye bağırdı Stella çevrelerinde yüzerken. Elia, "Parazoanthus görmedin mi daha önce?" diye sordu kibirli bir havayla. "Para... ne?" "Parazoanthus. Denizpapatyası. Bunlar güneş gibi ışınları olan sarı yıldızlardır." Sevinçle "çiçek" arayışlarını sürdürdüler. Stella her birine merakla bir cevap bekleyerek, 53

"Bizim evin oralara gelmek istemez miydiniz aca­ ba?" diye sordu. Akşam evine döndüğünde, arkasında bir uzun dizi çiçek-hayvan sürüsü bulunuyordu. Sukaplumbağaları

onları

görünce,

" Bunlar

ayaklı çiçekler mi?" diye sordu. Altınbalıkları sevinseler mi endişelensinler mi karar veremeyerek, "Ne bunlar, yürüyen mercan mı?" diye sordular birbirlerine. "Deniz eğlendirir. Evini değiştirmek güzel­ dir!" dedi herkese Elia. Ertesi sabah Stella bir koşu annesinin yanına gidip, "Bugün anneler günü. Hadi dışarı bak, he­ diyeni beğendin mi söyle!" dedi. Stella'nın bütün arkadaşları oradaydı: Balık­ lar, mercanlar, sukaplumbağaları... "Şunlar da kim?" diye sordu annesi. Stella kollarını açarak, "Parazoanthus! Deniz­ papatyası!" dedi. "Hiç böyle güzel, yıldız gibi çiçek görmedim yavrum. Teşekkür ederim canım."

54

16

Amir ile arkadaşları, yine Stella'nın evinin önün­ de bağrışıyorlardı. "Gel bak, ne bulduk!" "Köpekbalığı mı?" "Yoo, çok daha güzel bir şey." Stella dışarı çıkıp arkadaşlarıyla hızla yüzdü. Akıntı onları yıkık tapınağa götürdü. Yosunlar taşların üzerinde salınıyor ve az sa­ yıdaki ayakta kalmış sütun, gizemli bir yolculuğa davet ediyordu sanki. İhtiyar

mürekkepbalıkları

onların

geçişiyle

yerlerini değiştiriyordu. Küçük bir delikten, du­ varları örülü bir odaya geçiliyordu. "Dikkat et de taşları oynatma sakın, yoksa te­ pene bir şeyler yıkılır." 55

Dört çocuk önden gidiyor, Stella onları sakın­ gan hareketlerle izliyordu. "Nereye götürüyor bunlar beni?" diye düşün­ dü. "Bana kötü bir şaka yapmazlar dilerim." Karanlık gitgide koyulaşıyordu. Sanki başka bir dünyaya girmişlerdi. Masaya benzer, taştan bir yapının önünde durdular. "Bu ne?" "Bir sunak." "Ne işe yarar sunak?" "Burada belki de kurbanlar veriliyordu." "Ne kurbanı?" "Bilmiyoruz. Belki insan, belki hayvan, belki balık ya da suda yaşayan çocuk kurbanlar." Dördü birden Stella'yı tutup sunağın üstüne oturttu. Stella çırpınarak, "Delirdiniz mi siz?" diye ba­ ğırdı. Dördü

birden

gülerek,

"Şimdi

görürsün!"

dedi. Ihlaya tıslaya yerden bir taşı kaldırdılar. Kü­ çücük kara balık sürüleri çıktı dışarı. Suyun ha56

reketliliği durunca, Amir elini sokup oradan altın paralar çıkardı. Keşiflerinden memnun ve bu kıza bir hediye verebilmenin sevinciyle, "Sana hediye ediyoruz bunları!" diye bağırdılar. Amir'in arkadaşlarının hepsi erkekti. Ona altın yüküyle hediye veren, bir kız bile değildi. Rezalet. Stella şaşkın şaşkın paralara baktı. "Ne yapacağım ben bunları? Billi bunları yi­ yecek olsa boğulur. Elia görse, o güne kadar hiç görmediği bir mercan türü sanır." "Senin baban karada yaşamıyor mu? Öyle diyorlar. Ona ver, bak nasıl mutlu olur." "Bunu aklımdan bile geçirmem." "Karadakiler o kadar iyi değil mi, ne?" "Evet, o kadar iyi değil." Stella altınları giysisinin içine tıkıştırdı ve git­ mek istedi. "Dur, dur. Sana göstermek istediğimiz taştan bir kara insanı var bir de." 57

Adam oradaydı, ölüm döşeğinde yatıyordu, denizin karanlığında bembeyaz görünüyordu. Stella heykele dokundu, yüzünü okşadı, gözle­ rinin deliklerine doluşan yosunları temizledi. Çok eski bir heykeldi. Yüzyıllardır oradaydı. "Güzel!" dedi düşünceli düşünceli, "Güzel. Karadaki heykeller çok güzel olmalı. Mutlaka, babamdan çok daha güzel." Eve vardığında, paralara baktı ve onları yata­ ğının üstüne serdi. Annesi yanına gelince gülümseyerek, "Tapına­ ğı mı buldun?" diye sordu. "Haberin var mıydı tapınaktan?" Stella şaşır­ mış, biraz da morali bozulmuştu. "Elbette. Suda yaşayan her çocuk oradan geç­ miştir ve biraz para almıştır. Küçükken ben de almıştım." "E, peki ne yaptın paraları?" Annesi önce biraz duraksadı, sonra da, "İhti­ yacı olduğunda babana hediye ettim... " dedi. Stella sustu. Paraları yataktan topladı, bir çek­ meceye koydu. 59

"Bunları asla alamayacak!" dedi usulca. "Haklısın. Bu paralar sadece sevdiğin birine hediye edilebilir." Annesi odasından çıktı, Stella ise tek başına kalıp düşüncelere daldı.

60

17

"Alo, Stella. Hatırladın mı, hani birlikte dondur­ ma yemiştik... Mirco ben." " Seni unutmak ne mümkün! Başkalarının dondurmasını yalayan biri unutulur mu? Bana vereceğin güzel bir haber mi var?" "Yola çıkıyoruz. Şehre döneceğiz. Seninle ve­ dalaşmak istedim. Gelebilir misin?" "Nereye? " "Dondurmacıya, böylece senın dondurmanı yalamak zorunda kalmam." "Hangi dondurmacıya? Çok dondurmacı var bence sizin oralarda... (karada, diyecekti)" "Yeşil-beyaz çizgili tenteleri olana." "Biraz beklemen lazım. Oraya gelmem zaman alır." 61

Stella'nın karadakilerin giydiğinden elbiseleri de vardı. Sahilin yakınındaki yeşil tepenin üstünde, terk edilmiş eski bir kalenin bir odasında, an­ nesiyle kendisinin "kara" elbiseleri duruyordu. Babası buraya bazen bazı sürprizler bırakırdı, hatta arada sırada ona rastlamak da mümkündü orada. Elia kendisini görmesin diye Stella hızlı hızlı yüzdü. Karaya bastığında ayağına çırpılar battı. Koşarak kaleye gitti ama çalı çırpı onu engelle­ diği için tırmanış zordu. Sonra üstünü giyindi, ayağına sandaletleri geçirdi. Neyse ki sandaletle­ rin arkası açıktı, yoksa büyümüştü ve ayağının girmesi mümkün değildi. Aşağıdaki çalılıklara doğru koştu, dondurmacıya vardığında kan ter içindeydi. "Aman, yürümek de ne bela!" Mirco bisikletine oturmuş, onu bekliyordu. "Demek gidiyorsun, nereye?" "Eve dönüyorum. Tatil bitti. Bir aya kadar okullar açılıyor, ben de... " 62

"Okullar mı?" diye araya girdi Stella. "E, evet. Ben de bir koleje gidiyorum." "Kolej mi? O da ne?" "Şapşal mısın, numara mı yapıyorsun?" Taktik değiştirip yalandan gülerek, "Numara yapıyorum!" dedi. Ancak ne okulun ne de kolejin ne olduğunu biliyordu. Deniz okulu akıntıları, mağaraları, balıkları, rüzgarı, fırtınaları bilmekti. Kendini korumayı bil­ mek, herkesle konuşmayı bilmekti. Güneşin, ayın ışıklarını bilmek, sınırları olmayan bir dünyada alabildiğine uzaklara gitmekti. Ucu bucağı olma­ yan bu dünyada herkesin yaşama hakkı vardı. "Evet, bu dondurmadan ister misin?" "Tabii." Bir duvarın üstüne oturup iki devasa külah dondurmayı yediler. Stella hiç umursamazmış gibi, "Ee, neler ya­ parsın okulda?" diye sordu. Mirco arkadaşlarını düşündü, kavgalarını, şa­ kalaşmalarını, sıkıcı hademeleri, gerisi belli şey­ lermiş gibi bir doğallıkla onlardan söz etti. 63

"Öğretmenim genç

biridir, sevimlidir,

bizi

müzelere götürür... " "Müzelere mi?" diye sordu ne olduğunu bil­ meyen Stella. "Evet, heykellerin, resimlerin... " "Evet evet, biliyorum, ben de gittim. Sunağı olan bir tapınak gördüm hatta." "Öyle mi, o zaman yine gitmeliyiz." "Bilmem, gidebilir misiniz, siz... " "Niye gidemeyelim?" Ancak Stella daha fazla konuşmak istemedi. Karadakilerle konuşmak, Amir'le ya da arkadaş­ larıyla konuşmak kadar kolay değildi. Onlarla konuşmak riskliydi. Mirco ve diğerleriyle konuş­ mak daha da zordu. Sonradan mutlaka özür dile­ necek bir durum çıkıyordu ortaya. "Artık gitmem lazım. Hadi hoşça kal. Dönün­ ce beni ara." Mirco'ya iki söz edecek, ona o yaz tanıdığı en güzel kız olduğunu ve daha da uzun uzun anlat­ maya hazırlandığı şeyleri söylemeye fırsat verme­ den kaçtı gitti. O kadar. Dondurmanın parasını 64

ödemekten, bisikletin pedallarına asılıp eve dön­ mekten başka yapacak şey kalmamıştı. Ne kadar zordu bu kızlar.

65

18

Stella

eski

tapınağın

basamaklarına

oturmuş

bekliyordu. Uzun zamandır oradaydı, bisikletini duvara dayamış beklemekteydi ama suda yaşayan çocuklardan gelen giden yoktu. Birileriyle, eşit olduğu birileriyle konuşmak istiyordu, onlar da benzer kuşkuları, benzer kararsızlıkları yaşıyor muydu bilmek istiyordu. Sonunda, tek başına yüzmekte olan Gileb çık­ tı ortaya. Gayet ciddiydi ve onunla neredeyse ilgi­ lenmedi. "Merhaba!" diye sesi çınlayarak bağırdı Stella onu durdurmak için. Gileb durdu, bir takla atıp geri döndü. "Amir'i mi aramıştın?" 66

"Yo. Konuşacak birilerini arıyorum." "Hiç iyi etmiyorsun. Konuşacak havamda de­ ğilim." "Niye?" "Öyle işte, denizhıyarı toplayasım var da ondan!" "Biliyor musun, karadakiler hıyar yiyorlar." "Karadakiler çekilmez insanlar." "İşte, ben de bu yüzden konuşmak istedim se­ ninle." "Aaa! Gerçekten mi? Senin baban kara insanı değil mi? Amir öyle diyordu." "Hiç hoşlanmıyorum babamdan." "Niye, kara insanı olduğu için mi, baban ol­ duğu için mi?" "Kara insanı olduğu için. Bizi aldattı, bizi terk etti. Şimdi karada, ayağında çorap, ayakkabıyla yaşıyor." "Umarım üstünde giysileri de vardır." "Tabii canım, var. Karısıyla ve iki kara çocu­ ğuyla birlikte yaşıyor. Katlanılır gibi değil." "Demek kardeşlerin var... " 67

"Düşünmek bile istemiyorum. Anla işte. Bura­ ya gelen çocuk boğulur. Balıkları tanımaz etmez, yüzgeçlerden yararlanacak olsa, kime ait olduğu­ nu bile bilmez. Hem suda yaşayan bir kız kardeşi olduğunu söylemeye utanır." "Adamakıllı bir mesele bu. Anlıyorum seni. Ama kafana takma bunları. Biz, burada başka türlü bir şey yaşıyoruz. Her ne kadar bazen, dün olduğu gibi seni o kara çocuğu tiple dondurma yerken görmüş olsam da. Elbise giyinmiştin, tıp­ kı onlara benziyordun. Çok gücüme gitti. Amir'i çağırıp ona anlattım. O da üzüldü. Denizi bırak­ ma. Sen de gidip kara insanı olma." "Hiç de düşünmüyorum öyle bir şey yapmayı." "Emin misin?" "Evet. Canımı sıkan bir şey var. Sizinle ko­ nuşmak istiyorum." "Bana söyleyemez misin?" "Hayır, hepinizle birlikte konuşmak istiyorum." "Öyleyse, bisikletinle bir tur atayım bari." 68

Stella ona şaşırmış bir ifadeyle baktı, sonunda güldü. "Elbette. Dikkat et, kaybolma." Gileb derinlerdeki patikalarda bisikletle tur atarken, Stella basamaklara oturup bekledi.

69

19

"A lo, Stella, babanım." "Ha, evet. Ne vardı?" "Seni görmek istemiştim." "Ne güzel. Gel o zaman. Nasıl yüzüldüğünü unutmadın değil mi?" "Yo. Olmaz. Gelemem. Sen kaleye gelirsin belki." "Sen öyle san. Ayakkabım yok. Ayaklarım de­ lik deşik oluyor." "Seni sahilde beklerim, yarın sabah. Ben sana ayakkabı getiririm. Büyüdün tabii, biliyorum. Gördüm seni." "Beni mi gördün mü? Ne zaman? Nerede?" "Boş ver şimdi. Söyle bakalım, yarın görebile­ cek miyim seni?" 70

"Tamam tamam, gelirim. Ama fazla uzatma­ yalım." Babasına başka şeyler söyleyecek fırsat verme­ den telefonu hemen kapattı Stella. Neden şimdi onu görmek istemişti? O niye bu­ raya gelmiyordu? Düşündükçe öfkelendi ama di­ ğer yandan, tuhaftır ki bu buluşmanın nedenini merak etmekten de kendini alamıyordu.

71

20

Amir pencereden ona bakıyordu. Stella diğer eliyle yaptığı hareketlerle, kulağın­ daki telefonu gösterip ne şeytanlıklar anlatıldığı­ nı işaret ediyordu, zaten bu, memnuniyetsiz sura­ tından da belli oluyordu. Stella dışarı çıkınca hiç beklemeden, "Ba­ bamdı! " dedi. "Yarın sabah beni görmek istiyormuş." "Baban suda yaşayanlardan değil miydi?" "Öyleydi. Ama artık buraya gelmek istemi­ yor." " Kara insanları artık buraya geri dönemezler. Bilmiyor muydun?" "Kimden duydun? Annem bunu seçebileceği­ mizi söylüyor halbuki." 72

"Elbette seçebilirsin. Ama bir kez seçtin mı yandın demektir. Artık geri dönemezsin." "Sanmam. Ben hep suda yaşayan bir kız ola­ cağım." "Ama bir gün büyüyeceksin. Ya bizimle kala­ caksın ya da babana ve sersem kardeşlerine gide­ ceksin." Stella daha da dalgınlaştı. İçindeki sıkıntı git­ gide büyüyor, büyüyordu ve deniz onu boşu bo­ şuna sarmalıyor, sallıyor, bir oraya bir buraya iti­ yordu. Amir saçından tutup onu akıntıya doğru çek­ ti. Güldü, sonra da onu suyun yüzeyine çıkara­ cak yeşil asansöre itti. Gözlerinin önünde sonsuzca uzanan deni­ zi göstererek, "Bak," dedi, "bu bizim dünyamız. Büyük, hışırtılı, beyaz köpüklerle dolu, sadık dostlarla dolu. İleride tepeler görünüyor. Baban orada. Bana söz ver, yarınki buluşmaya gitmeye­ ceğini söyle." Hızla kızı suya batırdı, onu aşağılara, evıne doğru sürükledi. 73

Billi onu bekliyordu, bir koşu karşıladı. Amir onu iterek vedalaştı. "Hoşça kal. Söylediklerimi düşün. Bana iha­ net etme." Stella yosunlu yere oturdu, Billi kollarını oy­ nata oynata etrafında dans ediyor, onu güldür­ meye çalışıyordu.

74

21

Kaleden deniz manzarası muhteşemdi. Göz dalga­ ları izleyerek uzaktaki ufka kadar gidiyor ve de­ niz bütün dünyayı kaplıyormuş gibi görünüyordu. Karadakilerin dünyası kalenin arkasındaydı ve denizden uzaklaşıyordu. Ormanlar, çalılıklar, kü­ çük patikalar, daha aşağıda kare çatıları ve küçük kubbeleriyle küçük beyaz bir şehir bulunuyordu. Stella erkenden gitti. Sahilde beklemedi. Ayak­ larını dele dele yukarı tırmandı, babasından önce oraya varmak istiyordu. Üstünü giyinip beklemeye başladı, yere otur­ du, karadakilerin bu eski yapısının güneşle ısınan duvarına sırtını dayadı. Dalgaları seyrederken, orada, aşağıda onu bekleyen kendi dünyasını bü­ tün şeffaflığıyla görür gibi oldu. 75

Bir otomobil yavaşça yukarı tırmanıyordu. Stella yerinden kıpırdamadı, hatta bir adam inip de kolları açık kendisine doğru gelirken bile. Otur­ duğu yerde bekledi, kalbi heyecanla çarpıyordu. Babası mutlulukla, "Stella!" diye seslendi, onu kucaklayıp kaldırdı, sonra da sarıldı. "Kokun!" dedi babası onu yere indirirken, "Sizin kokunuzu özlemişim. Nasılsın?" Mavi gözleri aralık kız, "Çok iyi" dedi. Yeni görünür olan gözbebeklerinden pırıltılar yansı­ yordu. Gözlerinin içi gülmüyordu. "Sana bir sürü şey getirdim. Arabaya gel. Ayakkabılar, pantolonlar, tişörtler. Yağmurluk da var." "Ne yapacağım bunları?" "Belli mi olur! Belki bir gün benimle gelmek istersin." "Bunu aklından çıkar." "Neyse, ben sana başka şeyler de bırakaca­ ğım. Umarım üstüne olur." "Nedir bunlar? Çocuklarının küçülenleri mi?" Stella, torbanın içindekilerin hepsinin yeni olma77