Bir Bulut Kaynıyor [2 ed.]

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

i

'

.

D bir

ka.vniYOr . OJOI"'il"'-...öti::i'

ı

.

BiR BULUT KAYNIYOR

Ikinci Basım

:

1979

(Kasım)

BİR BULUT KAYNIYOR YAŞAR KEMAL • • • • •

Erkol Yavl Matbaası Çolakoğlu Motboası Deniz Mücellithanesi Kemal Korotekin

Kapak Dizgi - Baskı Kapak Baskısı Cilt Kitabı Yayımioyan ·

Voylacık.

TEKiN YAYINEVİ İSTANB�

Ankara Cad. No. 51

-

Tel: 2'1 19 Ot

. YAlAR

IEMAL

BİR BULUT KAYNIYOR RÖPORTAJLAR

TEKİN YAYINEVl-,

iCiN DE KiL E R 7

Kutsal _Balıklar ve Ceylanlar Şehri Urfa .

37

Kanını Vererek Gazi Ünvanını Ala'n Antep .................

.

49

.

59

...... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... ...................... .

63

İnsanı Selçuk Devrine Götüren Şehir: Kayseri . ;

Şehri:

En Sağlıklı İnsanların Çukurova Yana Yana

.........

Yozgat ..........................

Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün

.................

.

89

Peri Bacaları

117

Süngerciler

157

Van Gölünden

197

Sabahçı Kahvesi

207

İsraelde 10 Gün Neden Geliyorlar?

213 .

.. ... ...... . ....... ... . ........ ...................

İstanbul Çocuğunun Gözüyle Anadolu Köyleri

.. ... . .. . . . .

239 279 327

Karanlıkta Yol Açanlar . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

361

. . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . ... . . . . . . . . . .. . . . . . .

371

Fakir Evleri, Zengin Mezarları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

377

.........................................

397

Çetin Altan ile Bir Konuşma Bir Gecekonduyu Yıktılar

.

.

.

Proleter Şoförle Konuştum!

.

Bu Kanın Hesabı Ergeç Sorulacak!

....

Abidin Dino 18 Yıl Sonra İstanbulda

.

..... . .... �...............

409

.... .... . . .... ... . . . ... ...

419

427

Denizler Kurudu Bir Bulut Karoıyor

............. ··························�-··········.

515

lutsal Baliklar te cerlanlar $eliri Urfa Ne kadar gün ışığı varsa hepsini bir araya toptamış­ lar, getirip Urfanın üstüne aktarmışlar. Otobüs tabaka tabaka toz altında kalmıştı. , Yol boyunca toz direkleri salınıp ·duruyordu. Altına bulaşmış bir · toz bulutunu esen yalım gibi bir yel oradan oraya savuruyordu. Urtaya girdiğimizde hiçbirimizde konuşacak hal kalmamıştı. Bütün otobüs sızmıştı. Bu toz kasırgasından sonra Urfa acıldı. Evleri ortaya cıktı. Yorgun argın, bit· miş, sallanarak otobüsten, şehrin dışındaki garajda in­ dik. Yaprak kımıldamıyordu . Arada, inceden bir yalım ye­ ll esiyor. sonra hic esmemiş gibi kesiliveriyordu. Elle tutulur, taş gibi ağır, kıpkırmizı bir sıcak Çökmüştü ... Ne kadar gün ışığı varsa . . . Yalan değil. Alt yanı Haran ovası, Suriye cölü, Ceylanpınar, Mar­ din çölünün seraptarı . . . üst yanı Suruç ovasının düz­ lüğü . . . Antebin kırmızı topraklı, yangın yerine dönmüş t�peleri . . . Orta yerde Urfa. Dört bir yanı kel, kırac. bo­ zarmış tepeler. Güneşten yanmış, benek benek olmuş, el değince un ufak olacakmış gibi duran kayalar. TePe­ ların cukurunda Urfa. Başucunda kalesi öylece salınıp duruyor. Orta yerde, bavulum elimde · öyle bunaldım kaldım. Susumdan da dilim damağım kurumuş. Duyardım. Ur-

7

·

fadaki Halilrahman gölünü duymayan yok. Anzelhayıı duymayan yok. Geldiğimiz yerde, kalenin dibine do!}nı. kuytu, ıslak, karanlık bir yeşillik tüt'üyor. Göğe kadar: uzanıyor gibi geliyor insana. ilk bakışta. Yanımdan geçen delikanlıya : «Anzelha mı?» diye sordum. «Odur,» dedi. Anzelhaya yöneldim. T üten yeşillrk, koyu, karanlık,. durgun göl. Urfalıların parkı . . . Sekiz saatlik, toz duman ... sıcak, koku. ter içtrıde yolcu luktan sonra. bu çölde. böy­ lesi ınanılmaz bir yeşill ik. Antep-Urfa arasını giden bilir. Yol da bir yol ki. . . Bu yoldan sonra . . . böyle bir cennet köşesi . . . Urtada taş. toprak, ağaç, bulut, kale, mağa­ ra. her şey bir efsaneye girmiş. Urfa mucizeler şehri. Herkesin dilinde Urfadan bir efsane. Şu dere diyorsun, o, diyorlar, Hacca gitmek isterken Urtada konaklayan ... o gece gelip Urtayı basan, evleri alıp götüren sele kar­ şı. hac parasını bu derenin acılması için harcayıp, evi­ ne geri dönen bir hatunun eseridir. Ünl ü Türkmen bo­ yu Karakoyunlu beyinin kızkardeşi olan hatunun . . . Şu ağaç . . . Onun da var. Urtayı görmeyen, Urtada Haliirah­ man gölünü görmeyen. buranın taşı toprağı neden efsaneye kesmiş bilmez, On beş dakika içinde Haliirah­ man gölü kıyısında dışarıyı, tozu dumanı, taş gibi ağır sıcağı. yalım gibi esen yeli unuttum. Kuş gibi hafifledim. Anadan yeni doğmuş gibi. Huzur -Allah kahretsin şu huzur sözünü de- duydum. Huzur diye anlatmak iste­ dikleriyle hic karşılaşmamıştım. Sanırsam o dedikleri şey burada, Halilrahman gölünün kıyıcığında, taş gibi, öldü­ rücü bir sıcaktan sonra Anzelhanın yeşilliğinde. Urfalıların Halilrahman diye adlandırdıkları bu göl iki parça. ötekine de Anzelha diyorlar. Gölün kıyısım onarmışlar. Bu yüzden göl büyücek bir havuz gibi duru. yor. Beyazıtteki · havuzun yedi sekizi büyüklüğünde bir havuz. Bu havuzun gözü nereden kaynıyor? Belli değil. Her kime sordumsa. doğru dürüst bir şey söylemedi. Gölün kıyıları asırlık, ulu ağaçtarla çevrili. Dalları sarkS

·

ıiıış. Koca cığacların ·altına temizce bir lokanta yapmış­ lar. Gaz' inosu da var. Sonra parktan bir parça yer ayı­ rıp iki ucuna şöyle yazılar yazmışlar: «Ailesi olmayan· buradan geçemez.» Efendim. işte bu iki yazı arasında. kalan yere yanında karısı olmayan vatandaş giremiyor. Kayseride de böyle bir şeyle karşılaştım. Şehir Kulübü­ nün bahçesinde bir yere oturmuştum. Kimsecikler yok­ tu orada. Arkadaşları bekliyordum. Gerson geldi. içecek: bir şey istedim. Getiremeyeceğini söyledi. Şaşırdım. u kafirle'r toprağı yiyorlar. Cukur­ ova ışığa boğulmuş. Kımıl kımıl ediyorlar. Nasıl? Sonro yavrum bunlar gelince bize iş QOimadı. Ben sattım at­ ları. Döğeni de sattım. Bir yıl oradan buradan geçindik. Ikinci yıl olunca bir gara düşüncedir aldı beni. Ne ya­ pacaksın şindi Hösük, dedjm. Ayıkla bakalım pirincln daşını Hösük. Ağaya gittim yalvardım. Bana Iş deyl. Ol­ madı. Sonra başımı aldım Yüreğir toprağına gittim. Ça­ lıştım Yüreğir toprağı nda. Amma nasıl çalıştım. Onuri arasını bir ben bilirim, Ne Iş gördüm Yüre!)lrde söyleyim ml sana, bizi tn köylü duymasın, beni düdüğe goyallar . da çalarlar. . . Yüreğir toprağında dolandım durdum. Eski camlar bardak olmuş gördüm ki. . . Kıza k cekemezsin, bi­ çer-döver almış . . . Ot vuramazsın, mibzerinen ekrtıişler. . . Ortada bir iş var, motorculuk yapacaksın. Aldım elimi ceneme, düşündüm babam düşündüm. Garer verdim kl motorculuk yapacağım. Getdim usdanın yanına. Garda78

şım usda evendi, beni al yanına motorculuk belleyim, bana iş galmadı gayri. Başga iş galmadı, dedim. lhdi­ yarlığıma acındı, aldı beni yanına. . . Motoru sil, motoru yağla, motoru sil, yağla . . . Tam beş ay . . . yaa yavru, beş ay . . . Gazandım parayı , geldim köye . . . Bu parayı nasıl. gazandığıma şaşdılar. Şaşsınlar yavru. Kimseciğe söy­ lemedim Halil Usdanın mavini olduğumu. Şimdi bizim kö­ yün deliganlıları göya bana fiyaka yaparlar motorunan. Ben söylemem onlara motorun her yerini bildiğimi. Ma­ vin olduğumu bilmezler it enikleri, motoru söküp dak­ tıklarından dolayı öğünürler. Bir bilseler Hösük Emmile­ ri Halil Usdanın mavini.ıt «Peki,» dedim. «Neden böyle üzgünsün öyleyse?» «Ah,» dedi. «Bire oğlum, geneliğirnde elime bu iş gecseydi, gençliğimda taraktar olsaydı . . . Bir elim yattt ki, taraktora . . . Halil Usda ne dedi bana biliyor musun, ne dedi? Emmi, dedi. Seni iki yılda usda ederim. Yaaa. öyle dedi işde.» Ayağa kalktı. Hızlı hızlı yürüdü. Arkasından yetiş­ tim. Kolumdan tuttu. Kolumu sıktı. «Sonra, usda dedi ki: Hösük Emmi, sen usda oldu­ ğun zaman elalem barmağını ısıracak. Bu yaşda usdG olunmaz, diyecekler. Sen bineceksin motura, basacak­ sm gaza. Arap at gibi şaha galkacak motur.» Uzun bir sessizlik oldu. Sonra Hösük Emmi bir tür­ küye başladı. Bu türkü aynen eski türküleri gibi oynak, canlıydı. Türkü bittikten sonra kulağıma eğildi, çabuk çabuk: «Usda olup köye geleceğim. ömer Ağanın kapısınci varacağım. Taraktarunu silip temizleyeceğim. Ne söyler, ne sorariarsa cuvap vermeyece§im, gaz goyup, binece­ ğim üsdüne. Bütün köylü şaşıp galacaklar, ağızları bir garış açık. . . Sonra ağanın garşısına varacağım: Ağa. diyeceğim. iş yok diyordun, bana taraktar ustası Hösük deller, verecek işin var mı? Bana verecek bir işin var ·

·

79

mı? Yok dersen, başka yerde var, oraya giderim, diye­ -ceğim.» Gide gide Ceyhan suyunun yanına geldik. Su, ölü .gibiydi. Yeni yeni şafak söküyordu. Suyun üstüne ince­ ·Cik bir ışık dalgası düşmüştü. Nehir, köye doğru yak­ laştıkçq avaya yayılır ve kıyılarındaki yarlar kaybolur, .çakıllı bir düzlük yayılır. işte bu düzlükte bir ışık gör­ dük, sonra ışık söndü. Biz ışığa yaklaştıkça ortalık da

· 'düşman başıiıo ·. dedlkler'l. Sevda dersen. ondan da beter. Işte böyle bir sevCia ,içtndey�etı, Eröi Günaydını ye- . ' dek subay öOratmen � «Belklm . » «Agop bono ba)� « Lambalar mı?» «Belkim . . . » «Hasan Ağa diyor ki, TopaJ Hasan. yunus balıkları gidince . >� «Hasan Ağa deniz üstüne altına ne diyorsa doğru- . dur. O her şeyi bilir.» «Hasan Ağa diyor ki yunusları öldürdüler. balıkların topu do gitti.» «Bilir . . . bilir o. Uskumrulor gidince a rkasından da kı­ Jıclar gitti. Sen boş ver bolığo da. gecen gün bir horoz aldım Adopozordan . Bir horoz ki, kaplan gibi . . . » . .

.

.

.

'

486

«Allah belanı vermesin ulan hergele. Zaten senin Jpinle.. » «Ne kızıyorsun be Yaşar Aga, horoz horoz bu . . . Her .roz . . . » «Başında parçalansın horoz. ben Sarıyere gidiyo­ . rum . . . » Hangi balıkçıya gideyim de konuşayım diye sorma­ -dım bu Allahın belası horozcu Kör Agoba, yüzde yüz, ina­ ·dına balıkçıdır diye bana bir horozcu adı verirdi. Denizin kıyısındaki kahve lerden birisine daldım, şöy­ le •ortada durdum, burada bahkçı var mı. diye sordum. «Hepimiz balıkçıyız,» dediler. «Buradakilerin dertte JÜçü balıkçı.» , «Ben,» dedim. «balıkçılık üstüne yazı yazacaS)ım, yeni bir gazete çıkıyor da . . . Balıkçıların büyük d�rdi var­ mış da . . . » Masalardan birinden, orta boylu. kırçıl saçlı, geniş .omuzlu, altmış yaşlarında gösteren birisi kalktı. «Hoş geldin,» dedi. « Hoş bulduk . . . » Ona derdimi bir kere daha anlattım, ne yapmak iste­ ·diS)imi, nasıl bir şey yazmak istediğimi. « Iyi,» dedi. «Biz de senin gibi bir adam bekllyorduk. .Allah razı olsun,» dedi. «Ben bir küçük balıkçıyım. Bura1 ·dakil e rin, Boğazdakllerin çoğu da küçük balıkçı. Sen sor ben söyleyim.» «Adın ne?» «Ahmet Ateş. kırk yıllık balıkçıyım. Hem de bu ·Bo­ ·{)azda tutarım balı{)ı kırk yıldır. Karadenize Marmaraya ·cıktıS)ım da olur ama, daha çok burada, Boğazda tutarım balığı.» «Ben şimdi küçük balıkçı olaraktan sana soruyorum, ·bir şikayetiniz . . . Ha n i balık bitiyor, kalmadı1, diyorlar. Bu Boğazda da böyle bir dert var mı?» «Şimdi efendim, başlıca bizim tırolden şikayetimiz var. Ben ufak balıkçıyım, yaşım altmış. bununla geçini·

487

yorum. Kendimiz için, memleket icin balıkçılık yapıyo­ rum.» « Nerelisin Ateş Ağa?ıı «Gemlikliyim. Otuz beş otuz altı senedir Boğazda .. burada Sarıyerde balıkçılık yapıyorum. Kendim için ve memleket için. Başlıca Şikeyetimiz tırolden. Şimdi tırole gelince tırol d ipleri tahrip eden bir . . . » « Felaket . . . » « Felaket. Karadaki bir mandaya benzer. Yani . . . Bir dakika.» «Tek taraflı değ il,» dedi öteki masadan gelen ve adı­ nın Hasaiı Kuru olduğunu söyleyen kişi. «Tarladaki manda, karadaki manda girdiği bahceyt nasıl tahri p ederse, bahçeyi nasıl yerle bir ederse . . . » «Tek taraflı değil . . . » «Bu gördüğünüz tırol da denizin d ibini öyle tahrip ediyor.» «Nasıl tahrip ediyor. sen bana onu söyle . . . » «Tek taraflı konuşma.» Ahmet Ateş Hasan Kurunun ikide birde sözünü kes­ mesine yavaş yavaş öfkeleniyor. sesi yüksel iyordu. «Ka radaki manda bir bahçeye nasıl girerse, tahrip ederse . . . Denizdeki manda da, yani deniz d ibi mandasıdır tırol, denizin bahçelerine giriyor. denizin bahçelerini yer­ le bir ediyor bu manda tırol, deniz dibi mandası : . . » «Birinci, deniz dibi bahçelerine, yani yuvalarına giri­ yor . . . manda . . . » « Evet manda . . . giriyor . . . Bir manda girince . . . Tırol . bir torbadır. Demir, ya da tahta kapakları vardır. Torba­ nın altındaki . ağırlıklardan dolayı, bir de suyun hızının ' germesinden dolayı torba açılıp, geriliyor. Denizin (H:. binde ne varsa . . . Yavru, böcek, canlı . . . Camura, kumlaro - bulayarok . . . Ne varsa hepsi içine . . . Manda . . . Yumurta­ sından başlıyor, analarına babalarına kadar. Zaten ca­ murlan karışık çıkıyor yukarı. Korışık çıkınca . . . Çamurun içinde ne varsa ölüyor.» Mormarada tırolculuk yasak olmuş. Hah hah hah. 488

diyor, tekmil balıkçılar. Yasak mı, diyor balıkçılar . . . Hey. gidi yasaklar. . . Başka söylemiyorlar. Nedense iş bu ya.. sak konusuna gelince susuyorlar, korkuyorlar, korktuk­ larını da acık acık söylüyorlar. Kim korkmaz ki, sanki bu.­ yasak konusunu ben burada yazmaya korkmuyor mu­ yum?· Bu yasak konusu üstün.e tekmil Boğaz, Kumkapı�. Adalar, Marmara balıkçıları öyle şeyler anlattılar ki . . . An­ ladım ki yasak masak vızgele. Bizde öyle yasak falan ol-· muyor. «Yasağın ağzı var mı?» «Var.» «Öyleyse fazla sorma.» «Tırol işliyecek. Dinarnit işliyecek.» «Di na mit hiç . . . Bir şey değil di na mit. Balığı görecek­ sin ki, görecek dinamiti sallayacaksın.» «Boğazda yasak olmadan önce tırol cekebiliyorlar mıydı?» «Boğaz dar olduğu Icin, hem de BOazda trafik fazla olduğundan burada tırol cekemezler.» «Boğazın derdi ne? Burada tırol yok.» «Yok . . . » « Lamba?» « Lamba da yok.» « Peki sizin derdiniz ne? Marmara mı sizin derdiniz?» «B.i zim derdi miz . . . Afedersiniz, bizim derdlmiz . . . Afedersiniz. . . Marmara dediğimiz yer bir ahırdır. Marmaro dediğimiz yer balıklarımızın, yani varlığımızın bir ahırı. Marmara bir kışlaktır. Suları sıcaktır, kalındır. Kışın ba­ lık buraya gelir. Karadeniz yayladır. Yazı n da yayiaya çı­ kar. Marmarada kışın kışlağını, yumurta dökmeden öncfr.; i mha edersen . . . » Hasan durmadan söze karışıyordu. Ahmet Ateş kızdıkca kızıyordu ama, gene de konuşmağ·a çalışıyordu. «Tırol bütün yatakları bozdu. Yoketti.» «Tek taraflı konuşuyorsun, tek taraflı . . . » «Bir de radar çıktı . . . » «Tek taraflı . . . » 489

eı «Ne dedi?» «Dedi ki lamba o kadar güçlü ki. .. Beş bin, altı bin, sekiz bin voltluk. Denizin dibindeki toprakları kumları bile kaldırıyor, değil canlı yaratıkları, kulağınla duydun. Doğru değil mi bu?ıı «Bu doğr�dur.» «Ahmet dedi ki, biz burada Boğaz kıyılarında. . . Us­ 'kumru yumurtasını dökrneğe Karadenize çıkarken, yüz­ 'binlercesi, · milyonlarcası Boğaz kıyılarına döküldü Raldı. Ahmet ne dedi?»