134 77
Turkish Pages 500 [533] Year 2002
� cı:: > UJ o 00 o (j) -ı •
s
..... rrr
·o
(ıJ
·-
AYKUT KAN SU
•
1908 Devrimi
AYKUT KANSU l955'te Münih'te doğdu. l973'te ODTLrde başladığı siyaset bilimi eğitimini l977'de Boğaziçi Üniversitesi'nde tamamladı. Doktora eğitimini ABD'de MIT-Cambridge'de yaptı. l987'de New Perspectives on Tur/ıey dergisinin kurucu editörlüğünü yaptı. l99l'de ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nde başladığı öğretim üyeliğine ODTÜ Tarih Bölümü'nde devam etmektedir. 1908 Dev rimi kitabının Ingilizce baskısı olan The Revolution of 1908 in Turhey (Leiden: E.]. Brill, 1997) kitabına ek olarak, yakında Iletişim Yayınlan'ndan T ürkçesi çıkacak olan, Politics in Post-Revolutionary Turkey. 1908-1913 (Leiden: E.]. Brill, 2000) adlı kitabı yayınlanmıştır.
278 Araştırma-lnceleme Dizisi S2 97S-470-S09-7 © 199S Iletişim Yayıncılık A.Ş. l. BASKI 199S, Istanbul 2. BASKI 2001, Istanbul (SOO adet) 3. BASK! 2002, Istanbul (SOO adet) Iletişim Yayınlan
•
ISBN
DIZI KAPAK TASARIMI Ümit Kıvanç KAPAK Utku Lomlu KAPAK FOTOCRAFl
23 Temmuz 1908 ertesi Merzifon'da kutlamalar
DIZGI Haluk Karabatak UYGUlAMA Hüsnü Abbas - Suat Aysu DOlELTI Ayda Erbal MONTAJ Hasan Deniz BASKI ve
ClLT Sena Ofset
lletişim Yayınları
Klodfarer Cad. Iletişim Han No. 7 Cagaloglu
34400 Istanbul
Tel: 212.S16 22 60-61-62 • Fax: 212.S16 12 S8 e-mail: [email protected] • web: www.iletisim.com.tr
AYKUT KANSU
1908 Devrimi The Revolution of 1908 in Turkey ÇEVIREN Ayda Erbal DÜZELTILMIŞ YENI
w
cı
t
BASKI
m
içiNDEKILER
Ikinci Baskıya Ön söz
................................................... . . . ..........................................
Birinci Baskının Onsözü
............................... ...... ................................................
ix
xxi
BIRINCI BÖLÜM
T ürk Tarihçiliğinde 1908 Devrimi Üzerine Birkaç Söz
...•...............
IKINCI BÖLÜM 1906-1907
Vergi Ayaklanmaları: 1908 Devrimi'ne Giriş
...........
35
..................................................................................
97
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 23
Temmuz 1908 Devrimi
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ..... . . . . . . . . . . . . . . ........
155
..........................................................................
217
.........................................................................................
271
Eski Rejimin Düşüşü ve Yeni Rejimin Kuruluşu BEŞINCI BÖLÜM
Yeni Rejime Muhalif Güçler ALTINCI BÖLÜM 1908
Genel Seçimleri
1
YEDINCI BÖLÜM
Sonsöz: Dünden Bugüne 1908 Devrimi.
.............................................
357
Genel Seçimleri
.........................................................................................
375
Meclis-i Ayan Üyeleri
EK 1
1908
EK2 ... ............... . . . . . . . . . . . . . ................... . . . . ...................................
447
.............................................................................................................
461
..................................................................................................................................
483
Bibliyografya Dizin
V
"Bugün 23 Temmuz- eski 10 Temmuz. Meşrutiyet bayramı, yavrum. Onyedi sene evvelki bugün Bas ra körfezinden Adriyatik denizine kadar bütün bir büyük vatan bu sihirkar kelimenin tesir-i füsunu ile titremişti. Meşrutiyet, Sultan Hamid'in korku bilme yen istibdadını yıkabilen Ittihat ve Terakki'nin memlekete bahş ve ihda ettiği bu yeni idare ne emellerle, ne ümitlerle tev'em olarak doğmuştu! Dahilde nihayetsiz buhranlar, vatandaşların ve kar deşlerin vücuda getirdikleri buhranlar, haricin niha yetsiz entrikaları bu emelleri birer birer söndürdü. Memleketin asırlardan beri görmediği bir namus kar idareyi tesis etmek için gece gündüz çalışan bizler her dakika karşımızda ne maniler, ne enQ€11er gördük! Her mağlubiyet, her ümidin sukutu kalbi mizin, benliğimizin bir parçasını beraber götürdü. Fakat bu memleket efradına insan gibi yaşamak hakkını ve hatta hissini biz verdik. T ürk milletini, T ürk mefküresini Ittihat ve Terakki doğurdu. Bu nunla, ve başımızı arkamıza çevirdiğimiz zaman ef'al ve harekatımııda namustan, istikametten, hubb-u vatandan başka bir saik görmemekle iftihar ediyoruz. Bu bizim en büyük zevkimizdir. Bugün memleketi idare edenler atiyen şöyle dursun, ha len bile bunu söyleyemezler! Bu hususta insanı ür pertecek bir rücu var. Dünün ve bugünün tarihini yazacak olan senin bitaraf neslin, ümit ederim ki, hadisatı hakikat aynasıyla görecek ve bu devrin çok muğlak ve müşevveş olan tarihini bihakkın yaza caktır." 23 Temmuz 1925. Perşembe MEHMED CAVID BEY1
Mehmed Cavid, Şiar'ın Defteri [Yayma hazırlayan Şiar Yalçın] Clstanbul: ileti şim Yayınları, 1 995) , s . 1 26. vii
iKINCI BASKlYA ÖNSÖZ
1908 Devrimi kitabının yayınlanmasının üzerinden beş yıl
geçti. Geçen beş yıl içinde 1908 Devrimi ve getirdikleri üzerine yerli ve yabancı çalışmalar ile benim kitabım üzeri ne yazılan ve konuşulanlar hakkında kısa da olsa birkaç söz söylemek istiyorum. 1908 Devrimi kitabımda Devrim'in ilk günlerindeki coşku yu, taşradaki halkın eski rejimin yöneticileri aleyhine yap
tıkları gösterileri, Istanbul dışındaki yüksek rütbeli devlet memurlarının görevden aziedilmelerinin kısa hikayelerini anlattığım '23 Temmuz ı908 Devrimi' başlıklı Üçüncü Bö lüm Kudret Emiroğlu'nun ı999 yılında çıkan Anadolu'da Devrim Günleri: Ikinci Meşrutiyet'in Ilanı, Temmuz-Ağustos 1908 adlı kitabının ana konusunu teşkil etmektedir. Ilk ba
kışta ı908 Devrimi hakkında elimizdeki bilgileri tazeleye rek arttıracak ve ı908 Yazı'nın heyecanlı günlerini daha kapsamlı bir şekilde verecekmiş gibi gözükınesine rağmen bu kitap ne yazık ki eldeki bilgilere kayda değer yeni ve farklı bilgiler eklememektedir. Bu kitapta benim bahsetti ğim örneklere eklenebilecek başka örneklere yer verilmiş, dolayısıyla benzer olayların yalnızca yazıldığı kadar olma yıp başka taşra şehir ve kasabalarında da yaşanmış olduğu ix
Emiroğlu'nun başvurduğu anılar ve benim ulaşamadığım bazı yerel basın organları aracılığıyla tescil edilmiştir. Her ne kadar Emiroğlu'nun olaylar dizgesinde ve bu olayların çözümlenmesinde gösterdiği özensizliğe ve ı 908 Devrimi hakkında ileri sürdüğü kuramsal tartışmanın sağlamlığına ilirazlanın olsa da Anadolu'da Devrim Günleri: Ikinci Meşru tiyet'in llanı, Temmuz-Ağustos 1908 adlı kitap yine de ı 908 Devrimi'nin kamuoyunda tartışılması ve daha iyi anlaşılına sını sağlaması açısından kayda değer bir çalışmadır. Kitabın Tü rkçe baskısı yapılırken görmediğim Salıine Prator'un temeli doktora çalışmasına dayanan kitabı, ı 908 Devrimi'nden sonra Türkiye siyasetinde Arapların oynadığı rol hakkında oldukça etraflı bilgiler vermektedir. Kitabın bu baskısında ı 908 Genel Seçimleri ile ilgili olarak Pra tor'un Der arahische Faktar in der jungtürkischen Politik: Ei
ne Studie zum osmanisehen Parlament der II. Konstitution, 1908-1918 adlı kitabından yararlandım. ı 908 Genel Seçim
leri sonucu oluşan ve ı 9 1 2 Genel Seçimleri'ne kadar görev yapan ilk meclis üyeleri üzerine hala tam ve doyurucu bil giye sahip olduğumuz söylenemez. Özellikle imparatorlu ğun çevresinde yer alan Arap vilayetterindeki seçim propa gandaları, adayların kimlikleriyle siyasal yelpazedeki ko numları ve seçim sonuçları hakkında çok kesin bilgiler ne yazık ki üzerinde fazlaca ilgilenilen konular olmaktan uzak.
1908
Devrimi ile doğrudan ilgili olmasa da hem Prator'un bahsi geçen kitabı hem de Hasan Kayalı'nın ı997 yılında çı kan ve temeli yine doktora çalışmasına dayanan Arabs and Young Turks: Ottomanism, Arabism, and Islamism in the Otto man Empire, 1908-1918 adlı kitabı modern Türk siyasetinde
Arapların konumu ve aynadıkları rol hakkında şimdiye ka dar varolan kısıtlı bilgilerimize -özellikle de l 908'den son raki gelişmeler açısından- yeni yorumlar getirmeleri nede
niyle okunınalarmda yarar vardır. Kayalı'nın Jön Türkler ve X
Araplar: Osmanlıcılık, Erken Arap Milliyetçiliği ve Islamcılık, 1908-1918 adı altında Türkçe'ye de çevrilen bu kitabı Tür
kiye'de şimdiye kadar fazla değinilmeyen Yirminci Yüzyıl başı Arap milliyetçiliği ve bunun Türk iç politikasına olan yansımalarını incelemesi açısından 1 908 sonrası siyasal ge lişmemizdeki bazı eksikliklerimizi kapatmaya çalışmakta ve Arapların Birinci Dünya Savaşı sırasındaki tutumlarının kö kenleri hakkında bize önemli ipuçları vermektedir. 1908 Devrimi yayınlandığı zaman 'şikayetçi' oldu ğum önemli bir konu 1 908 Genel Seçimleri üzerine o tarihe ka dar ciddi bir akademik çalışmanın henüz yapılmamış oldu ğuydu. Bu eksiklik bir nebze de olsa Fevzi Demir'in 1995 yılında bitirdiği 'Ikinci Meşrutiyet Dönemi Meclis-i Mebu san Seçimleri, 1 908- 1 9 1 4' adlı doktora çalışması ile gideril meye başlanmış oluyor. Demir, doktora tezinde kapsamlı bir gazete taraması yapmış olmasına rağmen, bu yolla top lamış olduğu malzemeyi kanımca yeterince iyi değerlendi rememiş ve elindeki malzerneye dayanarak rahatlıkla yapa bileceği çözümlemeleri yapmamıştır. Yine de, modern Tür kiye tarihindeki ilk seçimleri incelemeye bir başlangıç ol ması açısından bu bağlamda anınaya değer bir akademik çalışmadır. 1908
Devrimi'nin 'Eski Rej imin Düşüşü ve Yeni Rejimin
Kuruluşu' başlıklı Dördüncü Bölüm'ünde, diğer konuların yanısıra, eski rejim ve onun rüşvetçi yapısı ile özdeşleşmiş olan yüksek rütbeli devlet bürokratlarının Devrim sonrası itibarlarını kaybettilerini, bazılarının servetlerine el konul duğunu, bazılarının ise servetlerinin bir kısmıyla birlikte yurtdışına kaçmaya teşebbüs ettiklerini, içlerinde Izzet Pa şa gibilerinin yurtdışına kaçmaya muvaffak olduklarını an latmıştım. Yazılı basının bu konudaki haberlerini ve yo rumlarını kullanmama rağmen, Istanbul'da çıkmaya başla yan mizalı gazete ve dergileri ile bu gibi basın organlarında xi
yayınlanmış olan karikatürlerden bahsetmemiştim. Bu ko nu ile ilgili olarak, okuyucunun dikkatini iki kitaba çek mek istiyorum. Bunlardan birincisi, ı 99 ı yılında Turgut Çeviker'in yayınlanmış olduğu Ibret Albümü, 1908 adlı ka rikatür derlemesi. Bu derlernede ı 908 Devrimi'nden he men sonra eski rej imin su-i şöhret sahibi paşaları aleyhinde Istanbul'daki yayın organlarında çıkmış o lan karikatürler den önemli bir bölümü yayınlanmaktadır. Bu albümdeki karikatürler sayfalarca anlatırnın başaramayacağı bir konu yu kolaylıkla ve son derece başarılı bir şekilde gözler önü ne sermektedir. 'Eski Rejimin Düşüşü ve Yeni Rejimi n Ku ruluşu' başlıklı Dördüncü Bölüm'e paralel olarak bakılma sında sonsuz fayda olan bu albüm için Çeviker'e ne kadar teşekkür etsek azdır. ı 908 Devrimi sonrası karikatür ve mizah konusunda Pal mira Brummett'in 2000 yılında çıkan Image and Imperialism
in the Ottoman Revolutionary Press, 1908-1911 adlı kitabı yi
ne benzer bir biçimde karikatür ve mizahın Devrim sonrası Türkiye'deki gücünü göstermesi açısından oldukça önemli bir çalışma. Brummett kitabında her ne kadar 1 908 Devri mi'nin hemen ertesinde yayın hayatına başlayan devrimci ve karşı-devrimci basının hepsini birden 'devrimci basın' adı al tında toplamış ve bu yüzden sanki devrim yanlıları içinde çelişki varmış gibi bir izienim yaratmış olmasına rağmen, yi ne de, şimdiye kadar kapsamlı bir akademik çalışmaya konu olmamış olan ı 908 sonrası Türk karikatür ve mizalıını göz ler önüne sererek 1 908 Devrimi'nin o devirde ne denli Türk kamuoyunu ilgilendirmiş olduğunu bize anlatmaktadır. Brummett'in kitabının 1908 Devrimi açısından önemi ise ilk defa olarak akademik bir çalışma çerçevesinde ı 906 Iran Devrimi'nin Türkiye'deki yankılanmasını gündeme getirme sidir. Türk tarihçiliği, geleneksel dışa kapalılığının bir sonu cu olarak, Türkiye'nin komşuları dahil dünyadaki gelişmelexii
rin Türkiye'ye yansımasını bugüne kadar inceleme konusu bile yapmış değildir. Türk tarihçileri olmasa da, hiç olmazsa yabancı tarihçiler, Brummett'in kitabı sayesinde, artık Türki ye'deki devrimin esin kaynakları ve 1 908 Devrimi'nin ide olojik boyutları hakkında önemli ipuçları yakalamaya başla yacaklar. Brummett kitabının 'Revolutionary Examplars. France and Iran' adlı Dördüncü Bölüm'ünde, benim 1908
Devrimi kitabında Fransız ve lran devrimlerinin etkisinden
kısaca bahsettiğim gibi, bu devrimierin Türk kamuoyu üze rindeki etkilerini bu sefer karikatür ve mizalı üzerinden in celemektedir. Özellikle Fransız Devrimi ve bu devrimin dünya üzerindeki önemli ideolojik etkisinin Türkiye özelin de de ne kadar etkili olduğu belki de ilk defa olarak Brum mett'in ki tabında alıntıladığı parçalar ve örneklerini sundu ğu karikatürler aracılığıyla gözler önüne seriliyor. 1908
Devrimi üzerine bugüne kadar yurtiçi ve yurtdışı aka demik dergiler ve kitaplarda yapılmış olan eleştileri genel olarak üç ana başlıkta toplamak mümkün gözüküyor. Bun lardan aslında kavramsal olan ilk ikisinin kuramsal olan üçüncüsü ile tam anlamıyla ayrıştırılamayacak olan bir bağ
lantısı var. Bunlardan ilki, benim kullanmayı tercih ettiğim Türkiye' sözcüğü ile ilgili. lkinci kavramsal konu ise 'dev rim' konusu. Bu konu aslında kavramsal olduğu kadar ku ramsal bir tartışmayı da içerdiği için konunun hem kav ramsal boyutu hem de kuramsal boyutu üzerinde kısaca da olsa durmayı ve birkaç önemli noktanın tekrar vurgulan masını gerekli görüyorum. Üçüncü ve belki de en önemli konu, 'sınıfsal çözümleme' sorunu. Türk tarihçiliğinde pek de revaçta olmayan ve bu yüzden de tartışmalarda çoğun lukla yanlış anlaşılan bir nokta olması dolayısıyla, bu konu üzerinde mümkün olduğu kadar kısa, ama kendi konumu mu açıklığa kavuşturacak birkaç söz söylemek istiyorum. xiii
Türkiye' sözcüğünün kullanımı konusundaki hassasiyeti içeren kavramsal eleştiri ile başlamak istiyorum. 1 923 yılın dan önceki tarihsel dönernden bahsedilirken bu dönernden ısrarla 'Osmanlı Imparatorluğu' olarak bahsedilmesi ve bu nun dışındaki adlandırrnalann tarihsel gerçekliğe ters düş tüğü iddialan aslında 29 Ekim 1 923 tarihini dönüm noktası olarak gören ve bu nedenle 1 923 tarihini mihenk taşı alan bakış açısının bir göstergesidir. Bu nedenle, 1 908 sonrası dönernden bahsedilirken Türkiye' sözcüğünün kullanılma sına yapılan itiraz bir tarihsel olgu tartışması değil, bir yak laşım farkı tartışrnasıdır. Bu dönem üzerine çalışma yapan lar ve dolayısıyla yerli kaynakları, ama özellikle de yabancı kaynaklan kullananlar konu edilen ve resmi adı 'Mernalik-i Mahruse-i Şahane' olan devletin günlük dilde nasıl adiandı rıldığı konusunda fazla rahatsızlık duyrnayacaklardır. 1 908 yılının hemen öncesi ve sonrasında çıkıp devrime giden yolu ve 1 908 Devrimi'ni anlatan ve benim 1908 Dev
rimi kitabında kullandığım kitap ve makalelerin başlıklan
bile bize yeterli fikir verebilir. Örneğin ı 908 yılında çıkan james L. Barton'ın Daybreah in Turhey, ı 909 yılında yayın lanan Charles R. Buxton'ın Turhey in Revolution, j oseph De nais'nin La Turquie Nouvelle et l'A ncien Regime, Yusuf Feh rni'nin Histoire de la Turquie, Camille Fidel'in Les premiers jours de la Turquie libre, Edward E Knight'ın The Awahening of Turkey: A History of the Turkish Revolution ve 1 9 1 2 yılın da basılan Auguste Sarrou'nun La ]eune Turqııie et la Revolu tion adlı kitaplarıyla ı 920 yılında kısa süre de olsa Anado lu'daki direniş hareketine katılmış olan Alfred Rüstern de Bilinski'nin ı 907 yılında çıkan "The Turkish Arrny," ile ı 908 yılında çıkan "The Turkish Revolutio n," Sir Edwin Pears'ın ı908 yılında yayınlanan "The Turkish Revolution," Arınin Varnbery'nin ı 908 yılında yayınlanan "Europe and the Turkish Constitution: An Independent View," 1 909 yıxiv
!ında çıkan "The Future of Constitutional Turkey" ve Halil Halid'in 1 909 yılında yazdığı "The Origin of the Revolt in Turkey," adlı makaleleri 'Türkiye' adını rahatlıkla kullan maktadırlar. Yine kitapta kullandığım Alman, Amerikan, Fransız, İngiliz ve Türk basınındaki haberlere de bakılacak olursa rahatlıkla görülecektir ki bu başlıklarda da sıkça 'Türkiye' adı kullanılmaktadır. 1 908 Devrimi yalnızca 1 876 Kanun-u Esasisi'nin yeniden yürürlüğe konulduğu basit bir olay değildir. Devrimle bir likte Türkiye'nin siyasal yapısı temelinden değiştirilmeye çalışıldı. 1 909 yılı ve sonrasında yapılan anayasa değişiklik leri ile de bu hemen hemen bütü nüyle gerçekleştirildi. 1 908 Devrimi kelimenin tam anlamıyla imparatorluğun so nunu getirdi. Daha doğrusu, sonun başlangıcı olarak 1 908 Devrimi'ni görmek hiç de yanlış olmayacak. A. L. Macfie'ın 1 998 yılında çıkan The End of the Ottoman Empire, 19081923 adlı kitabının başlığı ve içeriği bu konuda oldukça ay dınlatıcı. Nasıl ki 'Osmanlı İmparatorluğu' aklımıza mutla
kiyetçilik ve bununla birlikte gelen siyasal, toplumsal ve ekonomik tüm uygulamaları getirmekteyse, 'Türkiye' ya da 'Yeni Türkiye' de o geçmişle kopmuş olan bağı simgelemek tedir. 1 908 Devrimi'yle birlikte ekonomik alanda kapitalist üretim ilişkilerini destekleyen ve bunun önündeki engelleri ortadan kaldırmaya kararlı, siyasal alanda ise meclis üstün lüğü ilkesini ön plana çıkaran liberal demokratik bir yöne timi yerleştirmeye azimli modern ve merkezi bir devlet, adı Il. Abdülhamid'le özdeşleşmiş olan 'keyfi' ve mutlakiyetçi
devletin yerini aldı. Bu yüzden, her ne kadar adı resmi ola
rak 'Memalik-i Malıruse-i Şahane' de kalsa, 'Osmanlı İmpa ratorluğu' veya 'Osmanlı Devleti' adını 1 908 sonrası Türk basınında daha çok tutucu veya karşı-devrimci gazete ve dergiler kullanmaya devam ederken, 'Türkiye' ya da 'Yeni Türkiye' adının kullanımını daha çok devrimi destekleyen xv
basın organları tercih etti. Dolayısıyla, Türkiye' adı yalnızca coğrafi bir bölge adı olarak değil, yeni rej imin bir bakıma yeni adı olarak kabul gördü. Bugün çağdaş Türkiye tarihi üzerine çalışan Türk ve ya bancı tarihçilerin bir bölümü, tıpkı bundan otuz yıl önce yayınladığı kitaba The Young Turhs: The Commitlee of Union and Progress in Turkish Politics, 1908-1914 adını veren Feroz
Ahmad gibi Türkiye' adından rahatsızlık duymazken, özel likle 1 908 Devrimi'nin önemini yadsımakta kararlı ve ko
nuya bakışları farklı olan başka tarihçiler, 'Türkiye' adı yeri ne ısrarla 'Osmanlı İmparatorluğu' adını kullanmakta, eski rejimle özdeşleşmiş olan bu adı kullanmayanları ise yanlış yapmakla suçlamaya devam etmektedirler. Türkiye' adı etrafında dönen tartışmalara benzer kavram sal ve , aynı zamanda, kuramsal bir diğer tartışma da 'dev rim' konusunda yapılmaktadır. 1 908 sonrası yeniden yapı lanan bu toplumsal oluşuma Türkiye' adını koymaktan ka çınan tarihçilerin hemen hemen hepsi aynı zamanda yaşa nan bu olayların 'devrim' olarak tanımlanmasına da karşı çıkmaktadırlar. Genel olarak, bu konumu anlamak fazla güç değil. Bence, esas anlaşılması güç olan, 1 908 Devri mi'nin çağdaş Türkiye tarihinde yeni bir dönem açtığını ka bul edip de 'devrim' sözcüğünü bu olaya yakıştırmakta zor lananlar. Halbuki, bu konuda önümüzde başka örnekler ol duğu gibi, bu örnekleri birbirleriyle karşılaştıran çalışmalar da var. Tarihte 1 908 Devrimi'ne hem zaman hem de ideolo jik olarak yakın olan iki devrim örneği daha bulunmakta. Bunlarda ilki 1 905 Rus Devrimi ise, ikincisi ve Türkiye'yi belki daha fazla etkilemiş olanı 1 906 lran Devrimi. Türki ye'deki devrim, kanımca 1 905 Rus ve 1 906 lran devrimleri gibi, Avrupa'nın çevresindeki azgelişmiş ülkelerde meydana gelen 'son' burjuva devrimlerden biri ve sonuncusuclur. Bir birlerine hem dalaylı hem de dolaysız etkileri olan ve dünxvi
ya kamuoyunun dikkatlerini kısa bir süre için de olsa üzer lerine çeken bu devrimierin üçü de Nader Sohrabi'nin 1 995 yılında tamamladığı doktora çalışmasında savunduğu gibi 'anayasal devrimler' sınıflandırmasına girmektedir. Emiroğ ıu·ının kitabına aldığı ve 1 9 1 0 yılında başlayan Meksika Devrimi'ni ben bu açıdan kapsam dışı bırakınayı tercih edi yorum. Meksika Devrimi, Fransisco Villa ve Emiliano Za pata gibi liderlerin görüşleri dikkate alındığında, amaçları açısından daha değişik bir devrimdi. Ekonomik yapıda kapitalist üretim ilişkilerinin yerleşip yaygınlaşmasını amaçlayan, eski rejimin rekabetçi kapita l izmi denetlernek için koymuş olduğu her türlü yasal enge li kaldırmak isteyen ve bu nedenle de ülkelerindeki burju va sınıfının hemen hemen tümünün kayıtsız desteğini ka zanmış olan 1 905 Rus, 1906 lran ve 1 908 Türk devrimleri, üstyapıda da bu ekonomik ve toplumsal düzeni güvence alLina alacak değişiklikleri yerleştirmek istemişlerdir. Eski düzenle özdeşleşmiş olan mutlakiyetçiliğe temelden karşı olan üç devrim de, seçilmiş bir meclis ve yalnızca meclise karşı sorumlu bir hükümet modelini -yani , liberal demok ratik yönetimi- yerleştirmeye çalışmışlardır. Bu üç devrim den uzun vadede yalnızca Türkiye'de gerçekleşeninin 'kalı cı' nitelik taşımasının nedenlerini burada irdelemek istemi yorum. Bu , çok kapsamlı tarihsel bir anlatımı ve sağlam bir kuramsal çözümlerneyi gerektiriyor. Sanırım böyle bir ça lışma yapıldığında, hem bu üç devrimin b irbiriyle olan bağlantıları gün ışığına çıkmış olacak, hem de 1 789 Fran sız Devrimi'ni örnek alan bu 'geç kalmış' buıjuva devrimle rinin nitelikleri daha açık bir biçimde ortaya konmuş ola caktır. Bu tip 'geç kalmış' burjuva devrimlerinin karşılaştık ları zorluklar da, böyle bir çalışma ile açığa çıkarılmış ola caktır. Şu anda görünen odur ki , ekonomik gelişmişlik dü zeyi açısından o zamanki Rusya ile lran arasında bir yerde xvii
olan Türkiye 'geç kalmış' bir 'anayasa! devrim' için en ideal mekanı temsil ediyordu. Fakat, 1 908 Devrimi'nin içte ve dışta ne kadar güçlü tepkilere maruz kaldığını ve başarısı nın nasıl engellenıneye çalışıldığını gözönüne alırsak, bu 'ideal' zaman ve mekanın devrimcilerin işini bir miktar ko laylaştırması dışında onların karşısına çözmeleri gereken hem maddi hem de manevi birçok sorun çıkardığını kabul etmemiz gerekiyor. 1 908 Devrimi'nin gerçek niteliğinin ta rihsel açıdan bugün bile tam o larak anlaşılamamış olması aslında bize bu 'anayasa! devrim'in bugüne kadar tartışma sız kabul görmüş olmadığının da ipuçlarını vermektedir. Bahsi geçen bu son konu üzerine Toplumsal Tarih dergisin de 1 9�8 Temmuz'unda yazmış o lduğum kısa bir değerlen dirme yazısını kitabın ikinci baskısının son bölümüne koy mayı uygun gördüm. Aslında, 'devrim' kavramından ne anlamak isteyip, ne an lamak istemeyişimizle, 'sınıf' kavramından anladıklanmız arasında da güçlü bir bağ var. Sosyal bilimler metodolojisi çerçevesinde 'sınıf' kavramını kullanan bir sınıfsal çözüm leme ne yazık ki Türkiye'deki sosyal bilimciler tarafından hem yeterli derecede ciddiye alınmamış, hem de ciddiye alındığında gerekli özen ve dikkat gösterilmeden yapılmış tır. Türk tarihçiliği, burjuva ve işçi sınıflannın hangi tarih ten itibaren çağdaş tarihimizin çözümlenmesinde anlamlı bir şekilde kullanılabileceği konusu'nda henüz bir fikir bir liğine varmış değildir. Tarihimizde, bugünkü toplumsal ya pılarda belirleyici rol oynayan sınıfların ortaya çıkmalan ile onların toplumun baskın unsurlan o lmaları arasındaki far kı ve birbirleriyle olan bağlantısını genellikle gözardı ediyo ruz. Bu yüzden de, çoğu kez baskın olmayan bir sınıfın var lığını toptan inkar etmek yolunu rahatça seçebiliyoruz. Böylelikle, Ondokuzuncu Yüzyıl'da Türk toplumsal oluşu munda burjuva sınıfının olmadığını, Yirminci Yüzyıl'ın ilk xviii
yarısına kadar da işçi sınıfından bahsedilemeyeceğini, hiç bir kanıtımız olmadığı halde, ileri sürebiliyoruz. Kitabın Türk Tarihçiliğinde 1 908 Devrimi Üzerine Bir kaç Söz' başlıklı ilk bölümünde Türkiye'de oldukça revaçta olan 'tepeden devrim' modelini eleştirirken vurgulamak is tediğim nokta buydu. Ister istemez devlet odaklı olan bu kavrayış, çağdaş Türkiye tarihini açıklamakta kullanıldığın da ortaya kapitalist düzende gördüğümüz sınıfların devlet tarafından yaratıldığı gibi garip bir sonuç çıkartıyor. Eğer, Türkiye bağlamında, burjuva sınıfının -ve ardından işçi sı nıfının- devlet tarafından yaratıldığını iddia edebiliyor ve böylesi bir tarihdışı anlatımı geçerli bir 'sınıfsal çözümleme' olarak kabullenebiliyorsak, çok doğal o larak 1 908 Devri mi'nin nasıl bir tarihi süreçten geçerek meydana geldiğini, devrim isteklerinin gerçekte ne anlama geldiğini, devrim söyleminin ardındaki ideolojik boyutun tam o larak neyi içerdiğini, bu devrimin arkasında ve karşısında olan güçle rin neler o lduğunu ve bu güçlerin diğer hangi toplumsal güçlerle ittifak kurduğunu da kolay kolay anlayamayacağız demektir. Kısacası, 1908 Devrimi'nin sınıfsal niteliğini, kul lanageldiğimiz basmakalıp araçlarla, keşfedemeyeceğiz. 1908
Devrimi şimdiye kadar anlayamadığımız ve anlam
landıramadığımız bir tarihsel dönemi irdelemektedir. Dö nemin tümü üzerine bir değerlendirme yapıldığında sanı rım bu sürecin derinliği daha iyi anlaşılmış olacaktır. 1 908 ile 1 9 1 3 yılları arasın�aki siyasal tarihi anlamaya ve çözüm lerneye çalıştığım ve Türkçesinin de çok yakın bir sürede yayınlanacağı Politics in Post-Revolutionary Turkey, 1908-
1913 adıyla 2000 yılı başında basılan kitabımda, 1 908 yılın
da yaşanılan sürecin tamamlanmamış o lduğunu, devrimci ve karşı-devrimci mücadelenin çok şiddetli bir biçimde de
vam ettiğini ve 1 9 13 yılı itibariyle de bu mücadelenin hala sonuçlanmamış olduğunu göstermeye çalıştım. 'lkinci' ciltxix
le beraber okunduğunda, bu kitapta tam olarak açıklığa ka vuşmamış konuların belki daha iyi anlaşılabileceğini umu yorum. Her ne kadar üzerinden beş yıl geçmiş ve bu aradan geçen sürede kitaba eklendiğinde anlatımı zenginleştirebi lecek birtakım yeni malzeme ortaya çıkmış olsa da, bu baskı için kitapta ilk baskıda gözümden kaçan ufak tefek basım hata ları ve yanlışlıkları dışında değişiklik yapmayı düşünme dim. Bu değişikliklerden en kapsamlı alanını, kitabın ekle rinde yer alan mebus listelerinde yaplım. Tüm dikkatime rağmen, bu listelerde hala da yanlışlıklar olabileceğinden endişeliyim. Bu hataların mebuslar üzerine yapılacak çok kapsamlı biyografik araştırmalarla ortadan kaldırılabileceği ni düşünüyorum. Bu baskı için, 1 908 Devrimi'nin çağdaş Türkiye tarihi açısından anlamını belirtmeye yönelik ve da ha önce Toplumsal Tarih dergisinin Temmuz 1 998 sayısında çıkan bir değerlendirme yazımı kitabın sonuna ekledim. Tüm çabama rağmen bu baskıda da rastlanabilecek olan ol gusal yanlışlıklardan doğal olarak ben sorumluyum.
xx
BIRINCI BASKININ ÖNSÖZÜ
Her ünlü ressam gibi, 1901 yılmda yoksulluk içinde ö lecek olan Paul Gauguin, her şeyi geride bırakarak 1895 yılında -ikinci ve son defa- Tahiti'ye gittiğinde, orada yap tığı re simlerden birine çok manidar bir isim verdi: "D'oiı venons nous? Que sommes-nous? Oiı allons-nous?" ["Nereden Ge liyoruz? Kimiz? Nereye Gidiyoruz? " ] 1897 yılmda yaptığı bu resmin benim üzerimde o ldu kça derin bir etkisi var. Başka sanat dallarında ve resimde başka dönemlerde oldu ğu gibi, Izlenimcilik akımı koleksiyonu açısından da çok zengin olan Boston Museum of Fine Arts'da Paul Cezanne lar, Edgar Degaslar, Vincent Van Goghlar, Claude Monetler, Camille Pisarrolar, Pierre Auguste Renoirlar, Alfred Sisiey ler ve diğerleri arasında tüm bir duvarı kaplayan bu büyük tablo on küsur yıl boyunca sık sık ziyaret edip karşısında uzun dakikalar geçirdiğim bir eser. Renklerinin zenginliği ve yapılışındaki ustalığın yanısıra, beni müzeyi her gezişim de kendine çeken en temel özelliği Gauguin'in sorduğu bu soru olmuştu. Bu soru beni de son derece yakından ilgilendiriyordu; çün kü ben de o sıralar, başka bir bağlamda, aynı soruyu modern Türkiye tarihini incelerken sormaktaydım: "Nereden Geliyo ruz? Kimiz? Nereye Gidiyoruz?" Bu sorulara o zamana kadar xxi
verilmiş olan alışılagelmiş yanıtlar beni tatmin etmekten uzaktı. Edward H. Carr'ın söylediği gibi, verdiğimiz yanıtla rın sorduğumuz sorulara bağlı olarak şekillendiğini kabul edersek, bu soruların yanıtının da o zamana kadar verilmiş olan yanıtlardan farklı olması gerektiğini düşünmekteydim. Modern Türkiye tarihi üzerine sorduğum sorulara yanıt bulmam yıllarımı aldı. En masum ve yanıtlanması kolay gi bi gözüken soruların yanıtlarının hiç de kolaylıkla verile mediğini bana yaşadığım tecrübeler gösterdi. Akademik -ya da başka bir deyimle, 'bilimsel'- bakış açılarının şekillendir diği açıkl ama tarzları ile benim sorulanın a rası nda bir uyum tutturmak çoğu zaman mümkün değildi. Benim açımdan son derece önemli ve sorulması gerekli olan soru lara akademik çevrelerce verilen yanıtlar merakımı gider mekten uzaktı. Akademik yaşamının yarısını düzenli olarak State U niversity of New York at Binghamton'da geçiren Çağlar Keyder ve University of Massachusetts at Bostan'da tarih profesörlüğü yapan Feroz Ahmad ile yıllar süren gö rüşmelerimiz sonunda vardığımız nokta, tezlerimin 'ilginç' olduğu, fakat kabul edilmesi için yeterli kanıt o lmadığı yö nündeydi. Kütüphanelerdeki araştırmalarım sonucu buldu ğum kanıtlar resmi tarih anlayışı ile onun çeşitlernelerine uygun düşmediği oranda 'kanıt' sayılmıyordu. Olguların kanıt sayılabilmesi için gereken kıstas acaba neydi? Önce kendimi, sonra da başkalarını bu o lguların anlamlı o lduğuna inandırabilmem ve tezimi desteklemek -ya da karşıt tezi çürütebilmek- için yeterli ve kabul edilebilir hale getirebilmem için belki olabildiğince fazla kanıt toplarnam gerekiyordu. Bu konuma düşürülmüş olmam sonucu ]lere deyse bir 'olgu fetişisti' haline geldim! Kaldırıp altına bak madığım taş neredeyse kalmadı. Bakamadıklanm ise beni bugün bile rahatsız ediyor. xxii
Olguları en rahat bir biçimde -ne yazık ki- yurtdışında ıoplayabildim. Dünyanın en büyük birkaç kütüphanesin den birine sahip olan Harvard University ile organik bağı mm o lması ve doktora eğitimimi yaptığım Massachusetts Institute of Technology'de istediğim her imkana sahip ola bilmem sonucu isteyip de göremediğim çok az belge, gaze te, kitap, broşür, harita, vesaire kaldı. Bana bu ayrıcalığı son derece doğal bir şekilde sağlayan Harvard University'de The Harry Elkins Widener Memorial Library ve Lamant Library, Harvard Business School'da Baker Library, Massachusetts Institute of Technology'de Charles Hayden Memorial Lib rary ve Dewey Library ile Bostan'da Bostan Public Library çalışanlarına teşekkür borçluyum. Bu kütüphanelerdeki kaynaklar olmasaydı yaptığım çalışma çok verimsiz kalabi lecekti. Bu kütüphanelere ek olarak, Washington'daki Lib rary of Congress bulamadığım kaynakları en kısa sürede bana sağladı. Friedrich Ebert Vakfı'nın verdiği bir bursla 1 99 1/1992 Kışı'nı Almanya'nın değişik şehirlerindeki kü tüphane ve arşivlerde geçirdim. Bonn'daki Bundesarchiv'de Alman Dışişleri Bakanlığı'nın arşivlerini taradım ve PTT'nin dikkatsizliği yüzünden Ankara'da kaybedilecek olan olduk ça çok ve önemli belge buldum. Bunların ne yazık ki çok az bir kısmı kitaba girebildL Potsdam'daki konsolosluk rapor larında Türkiye'nin ekonomik durumuna ilişkin -daha ön ce Şevket Pamuk'un da görmüş olduğu- epeyce belgeye baktım. Fakat bu kitap açısından en yararlı bilgileri Ber lin'deki Amerika-Gedenkbibliothek'den sağladım. Bu kü tüphanedeki Berlin gazeteleri koleksiyonundan merakımı tatmin edecek miktarda gazeteye bakabildim. Yine Ber lin'deki Staatsbibliothek Preugischer Kulturbesitz ve Hum boldt-Universitat kütüphanelerinde eksiklerimi tamamla yan kaynaklar buldum. Ankara'daki Amerikan Kütüphane si'nde bulunan Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanxx iii
lığı arşiv belgelerini kullanmamda bana çok yardımları do kunan kütüphanecileri anmadan geçemeyeceğim. Keza, Or ta Doğu Teknik Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi kütüp hanelerinde gördüğüm hüsnükabule teşekkür ederim. An kara'daki Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphanesi, Milli Kütüphane ve Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi de kulla nabildiğim kütüphaneler arasında yer aldı. Freie Universitat Berlin ve Münih'te Ludwig-Maximilian Universitat bana fikirlerimi Türkiye üzerine çalışmalar ya pan öğrencilerine aniatma ve tartışma olanağı sağladı. Aka demik tartışma ortamının oldukça kısıtlı olduğu gözönüne alınırsa, bu fırsatların bana sağlanmasında çok önemli rol leri olan Freie Universitat Berlin profesörlerinden Barbara Kellner-Heinkele ve Ludwig-Maximilian Universitat profe sörlerinden Suraiya Faroqhi'ye teşekkür etmeyi özellikle borç bilirim. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yö netimi Bölümü'ndeki öğrencilerim, gösterdikleri ilgi ve me rakla, bu kitabın bir an önce basılması için beni her fırsatta sıkıştırdılar. Eğer Gauguin'in "Nereden Geliyoruz? Kimiz? Nereye Gidiyoruz? " sorusunu öğrencilerim de aynı merakla sormasalardı, bu kitabın basılmasının pek de önemi olma yacaktı. Bu soru çok önemli; çünkü eğer bu soruları sormu yor olsaydık, 1 908 Devrimi'nin ne olduğunu belki hala an layabilmiş olmayacaktık Birçoğumuz, tıpkı Amerikalıların 4 Temmuz'u, Fransızların 14 Temmuz'u gibi, bizim de bir 23 Temmuz'umuzun olduğunu ve bu günün bir zamanlar 'Hürriyet Bayramı' olarak kutlandığını bilmiyor. 'Bir zaman lar' bugün bize sanki çok uzakmış ve gerçek değilmiş gibi gel iyor. Oysa ki, Türkiye'de 1 908 Devrimi'ni gerçekleştiren ler, 8 Temmuz 1 909 günü kabul ettikleri bir yasa ile lO Temmuz'u -yani, 23 Temmuz'u- bayram olarak ilan etmişxxiv
ler ve 'Hürriyet Bayramı' olarak kutlanmasını gelenek hali ne getirmişlerdi. 1 Fakat gelenekler yıkılmak içindir. 'Hürriyet Bayramı' ge leneğini yıkmak da 1 908 Devrimi ile kurulan liberal de mokratik rejimin yerine 29 Ekim 1 923 tarihinde başka bir siyasal rejimi yerleştiren Kemalistlere nasib oldu. Başvekil tsrnet l nönü Türkiye Cümhuriyet Başvekalet Muamelat Müdürlüğü Sayı 6/1433 ve l3 Mayıs 1 93 5 tarihli yazısı ile 'Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun Layiha sı'nı Meclis'e sunduğunda gelenek sona ermişti. Bu layiha gerekçesinde şunları okuyoruz: "Bütün Türk vatandaşları nın müştereken en derin sevinç heyecanı duydukları gün şübhesizdir ki Cümhuriyetin ilan edildiği gündür. Çünkü Türk milleti benliğine o gün kavuşmuş ve Türkiyenin te rakki ve yükselme devri o gün başlamıştır. Hususi düşünce si ve akidesi ne olursa olsun her vatandaşın beraberce bay ram e ttikl eri ulusal gün o gündür. Onun için kanunun roaddesile [sic] yalnız 29 birinci teşrin [ Ekim] günü ulusal bayram günü olmak üzere kabul edilmiştir. "2 18 Mayıs'ta Dahiliye Encümeni'ne havale edilen layiha, 25 Mayıs'ta Da hiliye Encümeni'nin mazbatası ile birlikte Meclis'e geldi ve 27 Mayıs'taki Otuzbirinci lnikad'ta tasarı kısa bir görüşme den sonra ikiyüzellibir oyla kabul edildi.3 Bu yasanın Dör düncü Maddesi ile "25 Haziran 1324 [8 Temmuz 1 909] ta rihli, 23 Nisan 1337 [ 1 92 1 ] tarih ve 1 1 2 numaralı, 24 lik1
2
3
25 Haziran 1324/8 Temmuz 1909 tarihli. "Her Sene On Temmuz [2J Tem muz] Tarihinin Ayad-ı Resmiye-i Osmaniye'den Addine Dair Kanun," Dlistur. Ikinci Tertip, Cilt 1: lO Temmuz 1 324-29 Teşrin-i Evvel 1 325 (Istanbul: Mat baa-i Amire, 1 329 [ 19 1 3 ] ) , s.35 l . S. Sayısı: 1 30, "Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun Layihası ve Dahiliye Encüıneni Mazbatası (11184)," Türlıiyc llüyülı Millet Meclisi Zalııt Cc ridcsi , Devre: 5, Cilt: 3 [ 2 Mayıs-30 Mayıs 1 935] (Ankara, 1935) içinde. Kanun hakkındaki görüşme için bkz., "27 Mayıs 1 935, Otuzbirinci lnikad,"
Tiirlıiye IJüyülı Milet Meclisi Zabıt Ccridesi, Devre: 5, Cil ı: 3, ss.302-304.
XXV
teşrin [ Ekim] 1339 [ ı 923] tarih ve 362 numaralı, ı 9 N isan 134ı [ ı 925] tarih ve 628 numaralı, ı N isan ı 926 tarih ve 7 9 5 numaralı kanunlarla, 2 lkincikanu n [Ocak] ı 3 40 [ı 924] tarih ve 394 numaralı Hafta Tatili Kanunu'nun bi rinci maddesinin son fıkrası kaldırılmıştır. "4 Oysa ki, lttihad ve Terakki Cemiyeti'nin hayatta kalabi len kadrosunun Ankara lstiklal Mahkemesi tarafından li berallikle suçlanarak asıldığı ı 9 2 6 yılından so nra bile 'Hürriyet Bayramı' aynı coşkuyla olmasa bile hala kutlana gelmekteydi. ı 929 yılında Milliyet gazetesi bayram hakkında şunları yazıyordu : "23 Temmuz Bayramı mü nasebetiyle Ankara fevkalade bir surette donanmıştır. Tenvir edilen binalar ara sında bilhassa Hukuk Mektebi, yeni Ziraat Bankası binası çok göze çarpıyordu. Hilaliahmer tarafından gece Marmara Parkı'nda verilen garden-parti çok muntazam olmuş, Anka
ra'nın ileri gelen mahafiline mensup bir çok aileler iştirak etmişlerdir. Gazi Hazretleri de garden-partiye iştirak et mişler ve eğlenceye şeref vermişlerdir.
Sabaha kadar de
vam eden garden-partide atılan havai fişenkleri şehrin her tarafından görülmektedir. Şehirde halk sokaklarda dolaş maktadır. Eğlence mahalleri doludur. "5 ı 930 yılındaki kutlamaları veren Akşam gazetesi bir bakı
ma gelecek günlerin habercisiydi: "Yirmiiki sene evvel bu gün meşrutiyet ilan edilmiş ve hürriyet yoluna doğru ilk adım atılmıştı. ıo-23 Temmuz bir inkılabın başlangıcı ol makla beraber bu inkılap tam değildir. Hakiki hürriyet ve inkılap adımlar ancak büyük Gazi'nin rehberliği altında atılmıştır. Bununla beraber ı 0-23 Temmuz daima hatırda
4
5
Kanun No.2739, 27 Mayıs 1 935 tarihli "Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hak kında Kanun," Dıwur, Üçüncü Tertip, Cilt 16, s. ll7 1 . "Son Haberler," 24 Temmuz 1 929, Çarşamba, Milliyet, s. I .
xxvi
tutulacak bir tarihtir. Bugün bu münasebetle resmi daireler kapalıdır ve her taraf bayraklada donanmıştır. "6
Milliyet gazetesi 1 932 yılında 23 Temmuz'un yirmibeşinci yılına girmesini coşkuyla anıyordu: "Bugün uzun seneler devam eden mukadder ızdırap ve mücadelelere rağmen , milletin kendisine selamet yolunu açınağa muvaffak olduğu günün yıldönümüdür. 1 0-23 Temmuzun Türk tarihindeki yeri, milletin sözünü ilk defa yükselttiği ve dinlettiği gün olmasındadır. Hepimiz yirmibeş sene evveli ve o günkü se vinci hatırlanz. Şu var ki , memleket bu yirmibeş sene için de başka hiçbir memleketin görüp geçİrınediği en müthiş badireleri, en kanlı maceralan gördü, geçirdi. Emsalsiz can lılığı ve kahramanhğı ile yaşadığı en kara günlerde bile ümidini kaybetmedi ve azmi onun asil varlığının yükselece ği yolun başına getirdi. Her gün bizden ne kadar uzaklaşsa da, biz 10-23 Temmuz'un hamlesini daima tebcil edece ğiz . "7 24 Temmuz tarihli Milliyet ise bayramın nasıl kutlan dığını anlatıyordu: "Türkiye'de istibdada nihayet veren mil li hareketin ilk adımı fiilen atıldığı günün, 1 0-23 Temmuz gününü n , yirmibeşinci yıldönümü dün İstanbu l'da ve memleketin her tarafında tesit edilmiştir. Bu münasebetle, şehrin her tarafı, binalar, vapurlar, tramvaylar, vesair nakil vasıtaları bayraklada donatılmış, gece resmi binalarda ten virat yapılmıştır. Devair ve müessesalı resmiye ile milli ban kalar ve müessesatı maliye de dün tatil yapmışlardır. "8 Cumhuriyet Halk Fırkası'nın yan- resmi yayın o rganı
Cumhuriyet 1 933 yılındaki 23 Temmuz Hürriyet Bayramı'nı okurlanna şöyle duyuruyordu: "Bugün Hürriyet inkılabının yirmibeşinci yıldönümü. Bir çeyrek asır evvel hürriyetine
6
"10-23 Temmuz, 24 Temmuz 1930, Perşembe, Akşam, s. l .
7
" 1 0-23 Temmuz," 23 Temmuz 1 932, Cumartesi, Milliyet, s.l.
l:l
"Dünkü Bayram," 24 Temmuz 1932, Pazar, Milliyet, s.6.
ve istiklaline eşeren [sic, erişen] Türk milleti, Avrupa'da ça lışan mü nevverierin ilhamile [sic}, Saray ve saltanat istibda tına ilk darbeyi o gün vu rmuştur. O gün: lO Temmuz [ 1 ] 324-23 Temmuz 1 908. O gün bugün, milli hakimiyet ve milli istiklal, zaman zaman, içeriden ve dışarıdan sinsi veya açık tehditlere, hücumlara uğradı. Fakat Gazi Mustafa Ke mal harici düşmaniara karşı milli istiklali, dahili düşmanla ra karşı da milli hürriyet ve hakimiyeti temin ederek mille tin iradesini sarsılmaz temeller üzerine kurdu, inkılabımıza en geniş hudutları içinde yepyeni bir yol açtı. Milletin hürriyetine hipayan olmaktan başka hudut tanımayan Ga zile [sic} birlikte, bugün l 908'de tohumu atılan bir inkılabı yetiştirmek, büyütmek, kocaman bir çınar gibi yükselterek dallarının gölgesinde halka rahat ve huzur vermek, geniş nefes aldırmak için çalışıyoruz. Siyasi rüştümüzün en bü yük hedeflerinden biri de budur. "9 1 934 yılında artık Hürriyet Bayramı'nın kutlanması habe ri Milliyet gazetesinde eski günlerdeki gibi coşkuyla ve bi rinci sayfadan verilmiyordu: "Bugün 23 Temmuz milli bay ramıdır. Bu münasebetle bugün resmi daire ve müesseseler kapalı bulunacak, şehir donatılacak, küçük mektepliler Hi ınayeietfal rozeii dağıtacaklardır. " 1 0 24 Temmuz tarihli Mil
liyet, bayramın artık heyecanını yitirdiğine kanıt oluştura cak şu gözleınİ yapıyordu: "Hava sıcak olduğu için halk La tilden istifade ederek sayfiye ve gezme yerlerine gitmiş tir., 1 1 1 935 yılında 23 Temmuz anık 'Hürriyet Bayramı' değildi. Artık yetişecek kuşaklar o günden sonra 23 Temmuz'un Türkiye'de kutlanılan bir gün olduğunun farkına bile var mayacaktı. Yan-resmi Cumhuriyet gazetesi son fırsatı kaçır9
"23 Temmuz: Hürriyet Bayramı," 23 Temmuz 1933, Pazar, Cuııılıuriyct, s. l .
10
"Müteferrik Ha be rl er," 23 Temmuz 1934, Pazartesi, Milliyet, s.S.
ll
"Şehir llabcrleri ," 24 Temmuz 1934, Salı, Milliyet, s.3.
xxviii
mayarak timsah gözyaşlarını esirgemedi: "23 Temmuz, bu yıla gelinceye kadar, ulusal bayram günlerinden biri idi, fa kat tatil ve bayram günlerini tayin eden yeni kanunda, 23 Temmuz ulusal bayramlar arasından çıkarılmıştır. Onun için, bugün, her sene yapılması mutad olan bayram töreni
ve kutlaması yapılma1acaktır. Bayram yapılmarnakla bera ber, 23 Temmuz ulusun saltanata karşı ayaklandığı, kuvve
tini gösterdiği ve hakkını kurtardığı bir gün olduğu için, Türkün hatırlanınağa değer tarihi günlerinden biridir. "12 Bu kitabın ortaya çıkmasında çok kimsenin emeği geçti. lik sırada lletişim Yayınevi'nin Ankara temsilcisi Tanıl Bora'nın adını anınam gerekiyor. Beni profesyonel bir yayımcı olarak sürekli sıkıştıran, tanıdığı mühletleri aşınca gerekli önlem leri alarak işin tavsamasma izin vermeyen ve zorunlu ola rak tatsız olan bu işi hiçbir tatsızlığa meydan vermeden ger çekleştiren oydu. Geçen yaklaşık bir yıllık süre bana sağlam bir dost kazandırdı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi'ndeki lisans eğitimim sıra sında hacarn olan Selim llkin bu çalışmanın bir bakıma 'fi kir babası' sayılabilir. Kendisinin ve tlhan Tekeli'nin mo dern Türkiye tarihi üzerine yaptıkları ortaklaşa çalışmalar benim için erişilmesi zor, ama gerekli birer hedef olarak her zaman karşımda durdu. Benim çalışmalarıma gösterdikleri ilgi ve sürekli teşvik en sonunda onları bıktırmadan sonuca ulaştı. Böylelikle, büyük bir sorumluluktan kendimi kurtar mış oluyorum. Yaptığım işin hemen hemen her aşamasında benden eleştirilerini esirgemediler. Eğer bu eleştirilerin bir kısmını dinlemediysem ve onların yorumlanna katılmadıy sam -yani, 'akl-ı selim'e uymadıysam- bu benim dik başlılı ğırndan kaynaklanıyor.
12
"23 Temmuz," 23 Temmuz 1 935, Salı, Cumhuriyet, s.l.
Bana bu çalışmayı ortaya çıkarma azınini veren ve beni etkileyen iki isim daha verınem gerekirse, hiç kuşkusuz bu iki isim University of Massachusetts at Boston profesörle rinden Feroz Ahmad ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi profesörlerinden Sina Akşin olacak. Her ikisi de yaptığım çalışmaya destek vermekle beraber, sonuçlarından hoşnut olmadılar. Eğer Sina Akşin, Feroz Alırnacl'in Ariing ton'daki evinde bana yıllar önce yarı şaka, yarı ciddi, "şu te zini bitir de bir görelim" demeseydi belki de bu işe azirole sarılmayacak ve bir 'olgu fetişisti' olmayacaktım. Her ikisini de anlattığım hikayeye inandırabilmek uğruna epeyce cefa çektim. Dolayısıyla, onlarsız bu noktada olamazdım. Beni maddi ve manevi o larak destekleyen hocalarım ara sında Massachusetts Institute of Technology profesörlerin den Suzanne Berger ve Philip S. Khoury ile Harvard Uni versity profesörlerinden David S. Landes'i anmadan geçe meyeceğim. Başa çıkılmaz boyutlara ulaşan tezi yazarken bana destek olmasalardı belki de umutsuzluğa kapılıp yarı yolda proj eden vazgeçerdim. 1 908'den başlayarak 1 950 yılı na kadar getirmek istediğim hikayeyi Suzanne Berger ağırlı ğını kullanarak 1 930 yılında kestirmeseydi hala tez yazıyor olabilirdim! Ve eğer, kelimenin gerçek anlamıyla bir bilim adamı olan Fatma Mansur Coşar ve Orta Doğu Teknik Üni versitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyelerinden Huricihan lslamoğlu-lnan beni zorlamasalardı, bu tez Massachusetts Institute of Technology'nin tozlu raflarında bitkisel hayata geçmiş olabilirdi. Bu çalışma, 1 990 yılında Massachusetts Institute of Tech nology, Department of Po litical Science tarafından kabul edilen doktora tezinin yaklaşık beşte birinin genişletilmiş kısmıdır. Bu beşte birlik bölümü Ingilizceden çeviren öğ rencim Ayda Erbal çok titiz davranarak düzgün bir Türk çeyle metni şimdiki durumuna getirdi. Kendisinin profesXXX
yonel çalışması olmasaydı okunabilir bir metni benim hası labilir bir duruma getirmem epeyce zamanımı alabilirdi. Bu arada, özgün metinde yapılan değişiklik ve eklemeler için neredeyse bir gönüllü ordusu oluşturan öğrencilerim bana yardım etti. Mezun olan öğrencilerimden Ali Durhan ve Le vent Tekinbaş 1 908 yılının Türkçe gazetelerini tarayarak seçimler hakkında daha kapsamlı bilgiler elde etmemi sağ ladılar. Mezun olan başka bir öğrencim -Mesut Soydan Bahaeddin Şakir'in Milliyet gazetesinde 1 934 yılında çıkmış olan anılarını topladı. Lisans öğrencilerim Albora Aydın ve Alev Patlak ile Yüksek Lisans öğrencilerim Volkan Aytar, Seçil Deren, Özgür Gökmen ve Kemal llikçi büyük bir öz veriyle Ankara'daki kütüphanelerde olağan karşılanması gereken 'işkence'yi göze alarak eksik bilgileri tamamladılar. Yine Yüksek Lisans öğrencim F. Hasan Arol beni şaşırtarak, yalnızca bu bölümü değil, bü tün tezi baştan sona dikkatle okudu ve benim için son derece faydalı saptarnalarda bu lundu. Fakat, bana yardım eden öğrencilerim arasında Ayda Erbal ile birlikte en büyük sorumluluğu taşıyan Haluk Ö. Karabatak oldu. Proj enin başlangıcından bitişine kadar be nimle birlikte -ve kendi başına- gezmediği kütüphane, okumadığı kitap, görmediği gazete ve dergi kalmadı. Benim gözümden kaçanlar hep onun dikkatli ve affetmez gözüne takıldı. lleride meslektaşım olmasından gurur duyacağım dan hiçbir kuşkum yok.
xxxi
BIRINCI BÖLÜM
Türk Tarihçil�ğinde 1 908 Devrimi Uzerine Birkaç Söz
Bu kitapta 1908 Devrimi ve bu Devrim'e giden yolun hika yesi anlatılmaktadır. Modern Türkiye tarihinde 1 9 08 yılı ilk defa olarak meşruti monarşinin kurulduğu, hükümetin yal nızca halk tarafından seçilmiş bir meclise karşı sorumlu ol duğu ve, dolayısıyla, mutlakiyetçi monarşinin ve mutlaki yeıçi monarşiye hizmet eden bir sivil ve askeri bürokrasinin gücünün siyasal süreçten dışlanmaya çalışıldığı bir döne min başlangıç n o ktası o l ması bakımından s o n derece önemlidir. Belieğimizi zorlarsak, Türkiye siyasal tarihinde 1 908'den önce böyle bir dönemin o lmadığını görürüz. 1876'daki anayasal hareket yalnızca mutlakiyetçi monar şiye çeki-düzen veren bir hareketten başka bir şey değildi; çünkü, amaç buydu ve daha fazlası istenmiyordu . 1876 yı lında Padişah tarafından kabul edilen Kanun-u Esasi, Avru pa'nın en tutucu anayasaları örnek alınarak hazırlanmıştı ve hazırlanışındaki kurumların görüşleri doğrultusunda, si yasal gücü monarşi ile bürokrasi arasında paylaştırmaktan ibaretti. 1 Meclis-i Mebusan'ın rolü oldukça kısıtlıydı ve hall
Coşkun Üçok, " 1876 Anayasasının Kaynaklan," ss. l-25; ve Tank Zafer Tuna ya, "1876 Kanun-ı Esasisi ve Türkiye'de Anayasa Gelenej\i," ss.27-29. Aynca
kın istemlerini bir nebze temsil etse bile, anayasal düzenle me içindeki yeri monarşi ve bürokrasiden so nra gelmektey di. Meclis'in feshi de Padişah'a tanınmış bir hak olduğun dan, çalışmaları üzerinde her zaman bir üst makamın ağır lığı ve baskısı bulunmaktaydı. Heyet-i Vükela -yani, Bakan lar Kurulu- Meclis-i Mebusan'a değil, doğrudan doğruya Padişah'a karşı sorumluydu. Zaten, kabine üyeleri atanır ken, seçim Meclis-i Mebusan'a değil, Padişah'a bırakılmıştı. lki meclisli bu anayasal düzende, tüm üyeleri Padişah tara fından atanan bir Meclis-i Ayan -yani , Senato- bulunmak taydı ki, bu meclisin yetkileri seçimle işbaşma gelen Meclis i Mebusan'dan daha fazlaydı. Kanun-u Esasi'yi yorumlamak da dahil olmak üzere yönetim üzerinde baskı oluşturabile cek bir çok yetki ile donatılmıştı. 2 Amaçları ve yapısı i tibarıyla liberal demo kratik o lmak bir yana, liberal bile olmaktan çok uzak olan bu anayasal rej im yine de Sultan Abdülhamid ve bürokrasisinin hoşuna gitmemiş olacak ki, Türkiye'nin o lağanüstü bir durum içinde -yani , Ruslarla yapılmakta o lan savaşla meşgul- ol ması, kısıtlı yetkilerini aşma çabasında olan Meclis-i. Me busan'ı 'tatil' etmek için yeterli neden olarak görülmüş ve Kanun-u Esasi, 14 Şubat l 878'de , tozunun silkelenerek tekrar yürürlüğe konulmak üzere 24 Temmuz l 908'e ka dar güvenlik içinde korunacağı bir rafa kaldırılmıştı. lşte , Türk siyasal hayatında l 908'den önce yaşanmış olan tek deney buydu ve liberal bir devrim o lmaktan çok uzaktı.
Tarık Zafer Tunaya, "Midhat Paşa'nın Anayasa Tasarısı: Kanun-ı Ccdid," ss.30-3 1 . 1 876'daki siyasal durum ve anayasal hareketle ilgili en önemli kay naklardan biri şudur: Robert Devcreux, Tlıc firsı Ottoıııaıı Coııstitııtioııal Peri bkz.,
od: A Study of the Midlıat Coııstitution and Parliameııt. 2
2
Coşkun Uçak, "1876 Anayasasının Kaynakları, ss. 1 -25; Bülent Tanör, "Ana yasal Gelişmelere Toplu Bir Bakış, ss.17-21; idcııı, "Birinci Meşrutiyet, Os ınaıılı-Tıirlı Anayasal Gelişmeleri, 1 789-1980 içinde, ss. l OI-1 38; ve Tarık Zafer Tunaya , "1876 Kanun-ı Esasisi ve Türkiye'de Anayasa Geleneği," ss.29-14.
M u t la k ın e
ııc
ga
padişah ile emrindeki bürokrasi arasındaki çekiş
sonucu ortaya çıkmıştı ve ı878'den ı908'e kadar -her kadar Kanun-u Esasİ rafa kaldırılmış o lsa da- aynı kav devam etmişti. Otuz yıllık süre içinde değişen şey bü
nı krasinin göreli ağırlığının azalarak bunu Sultan Abdül l ıamid'in emrindeki Yıldız Sarayı yönetimine -Mabeyn'e kaptırmış olmasıydı. 'Birinci Meşrutiyet' olarak adlandırılagelen ve kısıtlı yet ki lerle de olsa halkın seçimiyle oluşan Meclis-i Mebusan, Saray ile bürokrasi arasındaki güç çekişmesinde herşeyini kaybeden taraf olmuştu. Fakat, kamuoyunda, bürokrasi ve Saray karşısında üçüncü bir gücün de olabileceğini, kısa bir süre için de olsa, kanıtlamıştı. ı 908 yılına yaklaşıldığında da kamuoyunun hatırladığı ve istediği buydu: Halkın özgür iradesiyle oy vereceği bir seçim sonucu oluşacak bir mecli sin, milletin mukadderatına hakim o lması. ı 908 yılına yaklaşıldığında artık halkın istediği, yetkileri kısıtlı ve denetim altmda tutulan bir meclis ve Padişah'a ba ğımlı bir hükümet değil, tam tersine, her türlü yetkiyle do natılmış ve Padişah'la bürokrasinin üstünde olan bir meclis tarafından yönetilmekti. Bu nedenle, ı 908 Temmuzu nda başlayan yeni döneme, sanki otuz yıllık 'tatil'den sonra ka lındığı yerden tekrar başlanıyormuş gibi, 'Ikinci Meşrutiyet' adı konularak Devrim'in küçültülmesi son derece yanlıştır. Artık Türkiye otuz yıl öncesinin Türkiyesi değildi. ı876'da 'tepeden' yapılan bir reform hareketi, ı 908 yılına yaklaşıldı ğında geniş halk kitlelerinin özlemlerine yanıt vermekten uzaktı. Özellikle, ı 905'te kuzey komşu Rusya'da ve ı 906'da doğu komşu Iran'da meydana gelen sınırlı devrimler ve bu devrimler sonucu oluşan meclisierin Türkiye'deki kamu oyunu oldukça etkilediğini, Devrim'i gerçekleştirmek için çalışanların halka dağıttıkları yeraltı bildirilerinden anla ınaktayız. Dolayısıyla, ı 908'de istenen, artık bürokrasinin 3
rolünün garanti altına alındığı bir ı 876 Kanun-u Esasisi de ğil, halkın gerçek anlamda siyasal sürece katılacağı ve hü kümetle;in yalnızca doğrudan seçimle işbaşma gelen Mec lis-i Mebusan'a karşı sorumlu olacağı ve bürokrasi ile Sa ray'ın yetkilerinin sınırlarının çizileceği yeni bir ' ı876 Ka nun-u Esasisi' idi. ı 908 Devrimi'ne 'Ikinci Meşrutiyet' adını koymak ve ta rih kitaplarında, sanki monarşist düzen, tamamiyle yıkıla cağı ve ortadan kaldırılacağı ı Kasım ı 922 tarihine kadar kesintisiz devam etmişmiş gibi bir tarih dışı anlatım sürdür mek -her ne kadar siyasal amaçlara hizmet amacıyla bir propaganda malzemesi olarak zamanında kullanılmışsa da bugün bilimsel değil, ideolojik bir konumu belirlemektedir. Anayasa hukuku açısından, monarşist rejim -yani, ancien
regime- ı 908 yılı Temmuzunda 'tarih' oldu. Yerine kurulan rejim bir meşruti monarşi idi ve liberal demokratik bir yö netim geleneğini yerleştirme çabasındaydı. 3 Monarşistlerin ı 909 ve ı 9 1 2 yıllarındaki karşı-devrim ve asker1 darbe ça baları hep bu eski rejimi geri getirme isteğinden kaynaklan maktaydı ve amaçlarına ancak Türkiye'nin savaşı kaybedip, Ittihad ve Terakki Cemiyeti'nin iktidardan düştüğü ı 9 ı8 yı lı sonunda erişebileceklerdi. Türk tarih yazımındaki en ateşli tartışmalardan biri, Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası olarak ayrılabilecek iki dö nem arasında sürekliliğin mi, yoksa kopukluğun mu o ldu ğudur. Baskın söylernde bu dönemler 'Osmanlı Imparator luğu' ve 'Türkiye Cumhuriyeti' olarak kesin çizgilerle ayrıl-
3
Bu konuda oldukça derli-toplu bir anlatım için bkz .. Bülent Tanör. "Ikinci Meşrutiyet, Osmanlı-Turlı Anayasal Gelişmeleri, 1 789- 1 980 içinde, ss. l39183. Ayrıca bkz., Recai G. O kandan, Amme Hukukumuzun Anahatları, Turki ye'nin Siyasi Gelişmesi, Cilı 1: Osmanlı Devletinin Kuruluşundan Yıkılışına Ka
dar 4
nıaktadır. Bu çalışmada, her ne kadar ı 908 yılıyla başlayan dönem ile ı 923 yılıyla başlayan dönem arasında doğrudan bir karşılaştırma yapılmasa da, arka planda her zaman varo lan anlayış bu iki dönem arasında kopukluğun olduğudur; ancak, baskın tarih söylemininin iddia ettiği anlamda değil. Baskın tarihçilik anlayışına Kemalist ideoloji egemendir. lster 'bilimsel,' ister 'resmi' o lsun, Türk tarih yazımı bu ideolojik çerçeve ile sınırlıdır. Bazı örnekleri ne kadar ya ratıcı ve göz kamaştırıcı olsa da, Türk toplumsal, siyasal ve ekonomik tarih araştırmaları Kemalist ideoloj i çerçevesi nin dışına çıkamamıştır. Tarih araştırmalarının genel çer çevesini -yani, sorunsalını- oluşturması açısından, Kema list ideoloji sımsıkı yerinde durmaktadır. Kısacası, araştır macının yaklaşımından bağımsız o larak, yapılan hemen hemen tüm çalışmalar Kemalist ideolojinin kalıpları tara fından şekillendirilmektedir. lşin ilginç yanı , bunun yal nızca 'Modernleşme Kuramı' ya da 'Bağımlılık Kuramı' gibi açık-seçik kurarnları bilinçli olarak kullananlar tarafından değil, aynı zamanda belirgin ve 'tutarlı' bir kuramsal çerçe vesi olmayan kişiler tarafından da aynı heyecanla ve sorgu lanmadan kullanılmasıdır. Sonuçta, bazı sorular akademik çalışmaların inceleme alanına bile girmemektedir. Bu çalış mada, şimdiye kadar sorulmamış bazı sorulara yanıt aran maya çalışılmıştır. Baskın Türk tarih yazımında vurgu her zaman Atatürk'ün 1923 yılında kurduğu cumhuriyet rejimi ile çizgisi belirlen miş bir kesin kopukluğun olduğu yönündedir. Kısaca anlatmak gerekirse, Türk tarihçiliğinin genel ka bul görmüş şekline göre, ı 923 yılının önemi yalnızca siya sal değil, aynı zamanda ekonomik ve toplumsaldır da. Siya sal anlamda vurgulanan, yeni rejimle beraber kökten bir değişikliğin meydana geldiğidir. Yeni rej imin eskisinden ör5
gütlenrne ve yapı açısından temelden farklı olduğu söylen mektedir. Buradaki esas vurgu, rnonarşinin -sa ltanatın kaldırılrnış olmasıdır. Ekonomik alanda ise, vurgu , yabancı müdahalenin ortadan kaldırılması ve 'bağımsız' gelişmenin gerçekleşmesi yönündedir. Baskın olan bu Türk tarih söyleminde, ı 908 yılı önemli bir dönüm noktası olmaktan çok uzaktır. Hiç de önemsen meyen bu tarih, bir devrim olarak nitelendirilmez. Ve, do ğal olarak, ortaya çıkan olay •ı 908 Devrimi' olarak anılmaz da, 'lkinci Meşrutiyet'in llanı' olarak adlandırılır. 1 908'den sonra siyasal ve ekonomik yapıda -ve toplumsal yapıda gerçekleşen değişiklikler küçümsenirken, bu dönemde bü rokrasinin modernleşmesi -hem askeri, hem de sivil, ama, özelli/ıle, askeri bürokrasinin yenileşmesi- göklere çıkarılır. Alışılagelmiş tarihçilikte 1 908 Devrimi, bir bakıma , 'mo dernleşme' ya da 'batılılaşma' yolunda yalnızca cılız bir baş langıç olarak görülür. Iddiaya göre, gerçek değişiklik 1 923 yılında 'Kemalist Devrim' ile geldi. Yanlışlıkla 'devrim' olarak nitelenen 'Cumhuriyet'in llanı' ile beraber Türkiye'nin önünde açılan yeni dönemde Kemalist reformların ülkeyi modernleştirdiği ve yepyeni -modern ve batılı- bir Türk devleti ve toplumu yarattığı söylenmektedir; sanki, daha önce batılı bir toplum yaratılmamış ve/veya buna teşebbüs edilmemiş gibi. Kemalizmin ideolojik damgası o derece belirgindir ki, ta rihçiler 1 908 değil de, ı 923 yılını çağdaş Türkiye'nin siya sal ve ekonomik tarihine başlangıç olarak kabul ederler. Eğer geçmişle bir karşılaştırma yapılırsa -ki bu pek alışıl mış değildir- bu yalnızca 1908-öncesi Ondokuzuncu Yüz yıl monarşist/mutlakiyetçi düzenle ı 9 23-sonrası Kemalist cumhuriyet düzeni arasında yapılmaktadır. Çoğunlukla, ı 908 ile 1923 yılları arasındaki dönem incelerne kapsamı dışında bırakılmaktadır. Bir bakıma, çağdaş Türkiye'nin ta6
rihi ı923 yılı ile birlikte başlatılmaktadır. Basmakalıp tarih çilikte, yaşanmamış sayılan Yirminci Yüzyıl'ın ilk onyılları tamamiyle ihmal edilmiştir. Yirminci Yüzyıl'ın ilk yirmi yılını görmezden gelen yerle şik tarih anlayışı, çağdaş Türkiye'nin ı 920'li yıllardan baş layarak oluşturulduğu efsanesini bugüne kadar tekrarlaya gelmiştir. Ideolojik koşullanmanın yanısıra , cehale tin de verdiği katkıyla yüzyıllarca süregiden mutlakiyetçi Osmanlı Imparatorluğu'nun sonunun nihai olarak Birinci Dünya Sa vaşı ertesinde geldiği sanı lmaktadır. Böylece de, Birinci Dünya Savaşı'nın Türkiye açısından, ltilaf Devletleri ve on ların müttefiki Yunanistan tarafından işgal edilmesi nede niyle ortaya çıkan özel şartlar sonucu, ı 9 ıs' de değil de ı 922 yılı sonunda bitmesi, Türkiye tarihinin dönemleştiril mesinde işlevsel bir dönüm noktası olmaktadır. Türkiye tarihinde 'normal' bir dönüm noktası olan ı 923 yılı, böylece hem süreklilik hem de kopukluk tezlerini sa vunanlarca kolaylıkla kabul gören bir tarih olmaktadır. Sü reklilik tezini savunanlar, savaş öncesi ve sonrası dönem arasında modernleşmeci eğilimi olduğu iddia eelilen bürok rasİ gibi bazı önemli kurumların ı840'lardaki Tanzimat dö neminden beri sürekliliğini koruduğunu iddia etmektedir. Kopukluk tezini savunanlar ise savaş-öncesi varolan Ondo kuzuncu Yüzyıl geleneksel ve monarşist yapısıyla ı 923'ten sonra kurulan modern ve cu mhuriyetçi yapı a rasındaki gözlemlend iği iddia edilen 'kökten' faklılıkları gözler önüne sermektedir. Her ne kadar çelişkili gibi gözükse de, ı 923 yılını 'eski' ile 'yeni' arasındaki temel ayrışma noktası olarak kabul et mek, yalnızca kopukluk tezini savunanlarca değil, aynı za manda süreklilik tezini savunanlarca da vurgulanan bir lw nudur. Burada Kemalist ideoloj inin Türk tarihçiliği üzerin deki baskın etkisini görmekteyiz. Türk tarihinin yerleşik 7
yorumlarına katılmayan ve bunları 'eleştiren' araştırmacıla rın bile Kemalist ideolojinin kalıplarından kurtulamadıkla rını ve bu kalıpların dışına çıkamadıklarını gözlemlemekte yiz.4 Kemalist ideolojinin 1923 öncesi Türkiye'yi tasviri olduk ça olumsuzdur. Bu ideolojide, Birinci Dünya Savaşı önce sinde Türkiye'de 'çürümüş' ve 'aşağılık' bir monarşist yö netimin olduğu ve toplumdaki tüm kötülüklerden bu yö netimin sorumlu tutulması gerektiği görüşü egemendir. Kemalist ideolojiye göre, bu monarşist hükümet, en büyük ha tasını Türkiye'yi savaşa sokmaUa yapmıştır. Burada , eleştiri, a ra larında hiçbir ayrım yapıl maksızın, yalnızca 1 9 18 sonrasında ltilaf Devletleri ile işbirliği yapan Padi şah'a değil, aynı zamanda 1 9 1 8 yılına kadar işbaşında ka lan l ttihad ve Terakki Cemiyeti destekli liberal ve sivil hü kümete de yöneltilmektedir.5 Doğrudan ya da dolaylı ola rak, sivil hükümetler ve liberalizm ilkeleri Türkiye'nin Sa vaş'ta başına gelen belaların tek sorumlusuymuş gibi göste rilmektedir. Birinci Dünya Savaşı ve bunu takip eden 'ba ğımsızlık mücadelesi' öyle bir dille anlatılmaktadır ki, düş manlada işbirliği ve ihanet içinde olanların kol gezdiği bir ortamda, yalnızca askeri bürokrasi, tek başına toplumun
4
5
8
Burada örnek olarak şu açıkça eleştirel çalışmalar sayılabilir: Çaglar Keyder, State and Class in Turkey: A Study in Capitalisı Develoııment; Korkut Boratav, 100 Soruda Türlıiye llıtisat Tarihi, 1 908-1 985; Mete Tunçay, Türlıiye Cumlıuri yeti'nde Telı-Parti Yönetiminin Kurulması, 1 923-1 93 1 ; ve Berch Berberoglu, liır
lıcy in Crisis: From State Capitalism to Neo-Colonialism. 1926 yılında Ankara lstiklal Mahkemesi'nde Atatürk'e suikast iddiasıyla yargı lanan Ittihad ve Terakki Cemiyeti'nin hayattaki üyeleri aslında 1 9 1 8 yılı önce si, iktidarda oldukları zaman, uyguladıkları politikalar nedeniyle suçlanmak taydılar. Suçlamalar, uyguladıkları liberal siyasal ve ekonomik politikalar ile Türkiye'yi Birinci Dünya Savaşı'na sokmaları üzerinde odaklaşınıştı (ll kz. , Erik J. Zürcher, The Unionisi Fac· •r: The Role of the Commitlee of Union and Progress in tlıe Turkish National Movement, 1 905-1 926).
namusunu koruyan ve gerçekten vatansever o la n biricik kurummuş gibi tanıtılmaktadır. Kökenierine sadık kalan Kemalist ideoloji, böylelikle, bürokrasiden -özellikle de, askeri bürokrasiden- bahsederken son derece saygılı bir tutum takınmakta, ülkeyi hem iç düşmanlara, hem de si yasal ve ekonomik açıdan dışa bağımlı bir şekilde tutan ya bancı düşmanlara karşı savunmada beceriksizce davranan ve Türk devletinin haklarını savunmaktan aciz olan mo narşist rej imi yermekte ve Türkiye'yi bu içler acısı durum dan bürokrasinin kurtardığını iddia etmektedir. Böylesi bir anlatımda, bürokrasi, Türkiye'nin haklarını ve çıkarlarını en iyi savunan grup olarak ön plana çıkarılmaktadır. 'Dev let' bir varlık olarak ele alınarak, bu varlığın en iyi Atatürk ve partisi Cumhuriyet Halk Fırkası tarafından korunduğu vurgulanmaktadır. Kemalist ideoloj inin bilinçli bir şekilde geliştirildiği ve yaygınlaştırıldığı 1 930'lu yıllardan 1 950'li yıllara kadar, ta rih yazımı hep bu ideoloj inin hizmetinde olmuştur. Yakın tarihin önemli dönüm noktalarının belirlenerek vurgulan ması gereken konuların sıralanması ise 1 9 2 7 yılında Musta fa Kemal Atatürk'ün Cumhuriyet Halk Fırkası'nın Anka ra'da toplanan parti kongresinde okuduğu nutukla kesin şeklini almıştı. 6 Kemalistlerin, 1 950 yılındaki genel seçim leri kaybederek iktidardan düşmesine rağmen , bu 'resmi' ideoloji ve onun çeşitlerneleri bugün yalnızca siyasal çevre lerde değil, aynı zamanda akademik çevrelerde de geçer ak çe olma niteliğini -günden güne zayıflayarak da olsa- sür dürmektedir.
6
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk. 3 Cilt ve sonraki_ yıllarda çıkan 'öztürkçeleşti rilmiş' baskılarla, kısaltılmış ve özetlenmiş 'halk' baskıları (Örneğin bkz., Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Söylev, 3 Cilt, Yirmi;ftıncı Bası [Basıma hazırlayan Hıfzı Veldet Velidedeoğlu] ) . 9
Düşünülecek olursa, Kemalist ideolojinin akademik çevreler de yeniden hayat bulmasının en verimli yolu, Modernleşme Kuramı ve onun Türkiye'ye özgü yorumlanndan geçmiştir. 1 960'lı yıllardan başlayarak, Türkiye'nin siyasal ve ekonomik gelişmesi üzerine yapılan akademik tartışmalarda, Modernleş me Kuramı'nın Türk tarihini yorumlaması baskın rol oynadı. Bilim adamları, Türkiye dışında, özellikle Amerika Birle şik Devletleri'nde, Türkiye'yi tartışırken, Modernleşme Ku ramı'nın ana hatları sıkı sıkıya belirlenmiş sınırları çerçeve si dışına çıkmadılar. Türkiye tarihini Modernleşme Kuramı çerçevesinde yorumlayan yabancı akademisyenlerin başın da -alfabetik sırayla sayacak o lursak- Frederick T. Bent, Richard l. Chambers, Roderic H. Davison, S. N . Eisenstadt,
Lloyd A. Fallers, Frederick W Frey, William Hale, Zvi Ye huda Herslag, jacob M. Landau , Bemard Lewis, Dankwart A. Rustow, Stanford ] . Shaw, Peter F. Sugar, joseph S. Szyli owicz, Frank Tachau v e Walter F. Weiker gelmektedir.l Her 7
10
frederick T. Denı, "The Turkish Dureaucracy as an Agcnt of Change," ss.4764; Richard L. Chambers, "The Civil Bureaucracy: Turkey," ss.30l-327; Rode ric H. Davison, "Environmenıal and Foreign Conıributions: Turkey," ss.91l l6; S. N . Eisenstadt, "The Kemalist Revolution in Comparative Perspecıivc," ss. l 27-142; Lloyd A. Fallers, "Turkey: Nation-Sıaıe out of Polygloı Empire," ss.7 1 - l l 5 ; Frederick W Frey, The Turlıish Political Elite; William Hale, The Po litical and Ecoııomic Development of Modern Turlıey; i dem, "The Tradiıiomıl and the Modern in the Economy of Kemalisı Turkey: The Experience of the 1920s," ss. 1 53- 1 70; Zvi Yehuda Hershlag, "Turkey: Achievcmenıs and Failu res in the Policy of Economic Development during the l n ıer-War Period, 1 9 1 9-1939," ss.323-350; ideın, Turlıey: An Ecoııomy in Transition; ideııı, Tıı rlıey: The Challenge of Growth; ideın, "Ataturk's Etatism," ss. l 7 1- 1 80; jacob M. Lan dau (Der. ) , Atatürlı and the Modernization of Turlıey; Bemard Lewis, The Emer gence of Modern Turlıey; Dankwarı A. Rusıow, "Atatürk as Sıaıe founder, ss. 5 1 7-573; "The Arıny and the Founding of the Turkish Republic," ss. 5 1 3552; idem, "The Development of Parties in Turkey," ss. l07- 133; ideın, "The Military: Turkey," ss.352-388; ideın, "The Modemization of Turkey in 1-lisıori cal and Coınparative Perspective," ss.93-l 20; ideın, "Turkey: The Modernity of Tradition," ss. l 7 1 -l98; Stanford J. Shaw ve Ezel Kural Shaw, Histoıy of the Ot toınan Empire and Modern Turlıey, 2 Cilı; Peter F. Sugar, "Econoınic and Poliıi ca! Modernizaıion: Turkey," ss.l46- 1 75; Joseph S. Szyliowicz, "Elites and Mo-
ne kadar ilgi alanları her zaman örtüşmese de, tüm bu araş tırmacıların ortak özelliği Türkiye'nin geleneksellikten mo dernliğe geçiş yaparken toplumda ciddi bir sarsıntıya neden olmadan bunu başarmış olduğunu vurgulamalarıdır. Kısa ca, tüm bu araştırmacılar modernliğe geçerken Türkiye'nin bir devrim sonucu değil de bir evrim sonucu Yirminci Yüz yıl ortasındaki noktaya gelmiş olduğunu iddia etmektedir ler. Doğal olarak bu vurgu hepsi de tutucu -ve örneğin Shaw gibi, monarşist düzen hayranı aşırı tutucu- olan bu yabancıların kuramsal tercihlerinin 'bilimsel' bir dışavuru mundan başka birşey değildir. Bu tutucu akademisyenlerin yorumları, kendilerinden tutuculukta hiç de geri kalmayan Türk akademisyenler tarafından l 970'li yıllarda kabul gör müş ve aynı doğrultudaki yorumlar, yabancı meslektaşları nı imrendirecek ölçüde Türk ve yabancı akademik çevreler de dolaşım olanağı bulmuştur. Bu örneklerin en başarılı çe şitlemeleri Nermin Abadan-Unat, Metin Heper, Kemal H. Karpat, Ali Kazancıgil, Suna Kili, Emre Kongar, Osman Ok yar, Ersin Onulduran, Ergun Özbudun ve llkay Sunar gibi akademisyenler tarafından yerli ve yabancı pazara tanıtıl mış ve 1 970'li yıllarda Modernleşme Kuramı ve bu kuramın yorumları Türkiye'de Kemalist ideolojiyle Modernleşme Kuramı'nı birleştiren çalışmalar olarak baskın görüş açısı nın 'bilimsel' kalite damgasıyla perçinlenmesini sağlamış tır. 8 demizatian in Turkey," ss.23-66; Frank Tachau, "The Political Culıurc of Ke malist Turkey," ss.57-76; Walıer E Weiker, Political Tutelagc and Dcnwcracy in 8
Tıırlıcy: Tlıe Free Party and Its Aftermath; ve i dem, Tlıe Modemiz.ation of "Iiırlıcy: From Aratiirlı rcı tlıe Preseni Day. Nerınin Abadan-Uııat, " Patterns of Political Modernization and Turkish Dc ınocracy," ss. l -26; Metin Heper, "Center and Periphery in the Oııoman Em pire with Special Reference to the Nineteenth Century," ss. S l - 1 05 ; ideın, Mcı dernlcştne ve Bıırolırasi: Karşılaştırmalı Kamu Yönetimine Giriş; i dem , "Osman lı-Türk Devletinde Bürokrasinin Siyasal Rolü: Kamu Yönetimi Kuraını Açı sından Bazı Gözlemler," ss.29-40; ideın, "Political Modernization as ReOected 11
Görünen odur ki, Modernleşme Kuramı'nın Kemalist ideolojiyle tamı tarnma örtüşen bir özelliği vardır. Bu özel lik, toplu olarak 'modernleştirici seçkinler' olarak tanımla nan karizmatik liderlik ve bürokrasinin geleneksel bir top lumu dönüştürerek geliştirmesinde oynadığı önemli roldür. Azgelişmiş bir toplumsal oluşum bağlamında, Türkiye, bu konuda başarılı bir ülke olduğu için, tebrik edilmeye değer bir örnek olarak dünyaya tanıtılmaktadır. Burada son dere ce önemli olan nokta, başarının ölçütünün, Türkiye'nin bu dönüşümü, Atatürk'ün karizmatik önderliğinde ve emrin deki seçkin bürokrasi ile parti aygıtının denetiminde, bir devrim geçinneden -yani toplumdaki güç ve mülkiyet ilişkii n Bureaucratic Change: The Turkish Bureaucracy and a 'Hisıorical Bureauc ratic Empire' Tradition," ss.507-52l ; idem, "The Mode of legitimizing a Mo dernizing State: The Case of Turkey" ; idem, "Transformation of Charisma in to a Political Paradigm: Atatiırkism in Turkey," ss.65-82; Kemal H. Karpat, "Structural Change, Histarical Stages of ı.lodernization, and the Role of Soci al Groups in Turkish Politics." ss. l l-92; idem, "The Transformatian of the Ottoman State, 1 789-1 908," ss.243-28 l ; Ali Kazancıgil, "Paradigms of the Modern State Formatian in the Periphery"; Ali Kazancıgil ve Ergun Ozbudun (Der.), Atatürk: Founder of a Modern State; Suna Kili, Atatürk Devrimi; idem, Kemalism; idem, "The lmpact of State Power Changes on the Structure of Po litical Educalian in Turkey"; idem, Turkey: A Case Study of Political Develop ment; Emre Kongar, Atatürk ve Devrim Kuramları; idem, Devrim Tarihi ve Top
lumbilim Açısından Atatürk; idem, Imparatorluktan Günümüze Türkiye'nin Top lumsal Yapısı; ideın, Toplumsal Değişme Kuramiarı ve Türkiye Gerçeği ; Osman Okyar, "The Concept of Etatism." ss.98- l l l ; idem, "The Role of the State in the Economic life of the Nineteenth-Century Ottoman Empire," ss. l43-l64; Ersin Onulduran, Political Development and Political Parties in Turlıey; Ergun Özbudun, "Established Revolution versus Unfinished Revolution: Canıras ting Patterns of Democratization in Mexico and Turkey," ss.380-405; idem, "The Nature of the Kemalisı Political Regime"; ve llkay Sunar, State and Soci eıy in the Politics of Turkey� Development. llkay Sunar'ın çalışması özellikle şu açıdan son derece ilginçtir: Modernleşme Kuramı'nın yetersizliklerini ve ide olojik çarpıktıklarını bile bile kendini bu kuramsal çerçevenin dışına çıkara mamış ve sonuçta, eleştirmeye çalıştıgı bakış açısından hiç de farklı olmayan bir 'Tiırkiye gelişme tarihi' yazmıştır. llkay Sunar'ın "pozitivist teorinin yeter sizliklerinden yola çıktıktan sonra sembolik yaklaşımın geçerliligini kabul lenmek zorunda" kaldıgını Düşün ve Toplum adlı kitabının önsöziınden anlı yoruz. 12
lerinde bir el değiştirme olayı yaşanmadan- gerçekleştirmiş olmasıdır. Birinci Dünya Savaşı sonunda Türkiye'nin kurtu luşunu sağlayan askeri bürokrasinin 'reformcu' gündemini ön plana çıkaran Modernleşme Kuramı çerçevesinde yapı lan çalışmalar, l970'li yıllarda Türk siyasal ve ekonomik ta rihini inceleyen eserlerde egemen olan bir özelliktir. Bu ko nuda, özellikle Suna Kili'nin Atatürk Devrimi, Kemalism ve Turkey: A Case Study of Political Development kitapları -ve Emre Kongar'ın Atatürk ve Devrim Kuramları, Atatürk Üze
rine, Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk, Impa ratorluktan Günümüze Türkiye'nin Toplumsal Yapısı ve Top lumsal Değişme Kurarnları ve Türkiye Gerçeği adlı çalışmala rı- kalıplarını mot a mot tutucu Amerikan siyaset bilimcile rinin bağımsızlıklarını tkinci Dünya Savaşı sonu kazanan Afrika ülkeleri için geliştirdikleri modeller örnek alınarak yazılmış ve özgünlüğü o lmayan birer uyarlamadan ö teye geçememektedir. Yabancıların, Türk Devrimi' olarak nitele dikleri Atatürk dönemini inceleyen çalışmalan da Kili'nin kinden -ya da Kongar'ınkinden- içerik açısından pek farklı ve doyurucu değildir.9 Burada Modernleşme Kurarnı'nın sınırlılığı, ideolojik ter cihleri, ya da yetersizlikleri üzerine bir tartışma yapmanın gereği yok. Bu tartışma özellikle l 9 70'li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri'ndeki akademisyenler tarafından başarıy la yapıldı ve Modernleşme Kuramı, hakettiği yer olan kü9
S. N . Eisenstadt, "The Kemalist Revolution in Comparaıive Perspecıive," ss. l 27-l42; Lloyd A. Fallers, "Turkey: Naıion-Sıaıe out of Polygloı Empire," ss.7 l - l l 5 ; Frederick W Frey, The Turkish Political Elite; Dankwarı A. Rusıow, "Atatürk as Sıaıe Founder," ss.Sl7-573; idem, "Politics and Development Po licy," ss.S-31 ; idem, "The Army and the Founding of the Turkish Republic," ss. S l 3-552; ideın, "The Development of Panics in Turkey," ss.l07- l33; idem, "The Modernizaıion of Turkey in Hisıorical and Comparaıive Perspecıive," ss.93- l 20; idem, "Turkey: The Moderniıy of Tradiıion," ss. l 7 l -l98; joseph S. Szyliowicz, "Eliıes and Modernizaıion in Turkey," ss.23-66; Frank Tachau, "The Poliıical Culıure of Kemalisı Turkey," ss.57-76.
tüphanderin tozlu raflarına terked ildi. 1 0 Burada vurgula mak istediğim nokta, Modernleşme Kuramı'nın -belki de Aydınlanma Çağı'ndan beri sosyal bilimlerde egemen olan sürekli ve kesintisiz 'ilerleme' ve 'gelişme' çizgisini hiçbir şüphe kırıntısı taşımadan tartışmasız kabul etmesi. Bu ku ram çerçevesinde, ülkeler, yalnızca iki kutuplu bir gelenek sellik-modernlik ekseni üzerinde sıraya dizilmekle kalmı yor, aynı zamanda, hepsinin zaman içinde bu eksen üzerin de bir üst noktaya geleceği -dolayısıyla, her ülkenin aynı yollardan geçerek azgelişmişlikten gelişmişliğe doğru yol alacağı- gibi son derece tartışmaya açık bir tek-boyutlu ge lişme modeli, dünya tarihini 'açıklamakta' kullanılıyor. Bu model aslında her yönüyle kuramsal tepkiler çeken ve son derece heyecanlı tartışmalara neden olan bir ideolojik ko numu özetliyor. Bu modeldeki en önemli vurgu , başarılı modernleşmenin ancak ufak adımlarla ve yavaş-yavaş ger çekleşeceği inancı. En iyi olasılıkla 'kesinti,' en kötü olası lıkla da 'devrim ,' bu modernleşme sürecinde yaşanılması ar zulanmayan tatsız olaylardan sayılmaktadır; ve bu süreçteki başarısızlığı simgelerler. Özet olarak, başarılı modernleşme süreci devrim yaşanmadan alanıdır. Başarılı modernleşme -ya da, batılılaşma- geleneksel bir toplumun yumuşak bir şekilde dönüşümünü varsaydığı için, çağdaş Türkiye'nin ta rihi, bu şiddetten uzak ve kesintisiz gelişme sürecine ku ramsal kaygılarla uydurulma çabası içinde, gerçeklerden 10
14
Kuramsal eleştirilere örnek olarak şu çalışınalara bkz . , Joyce Appleby, "Mo dernizaıion Theory and the Formatian of Modern Social Theories in Eng land and Aınerica," ss.259-285; !var Oxaal, Tony Barnett, David Booth ve di ğerleri, Bcy