Zacharius Usta [1 ed.]
 9786051717395

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

3407 1 ALFA 1 EDEBİYAT 1 298 JV l 5 ZACHARIUS USTA

JULES VERNE 1828 yılında Fransa'nın Nantes kentinde doğdu. Ailesinin iste­ ğine uyarak hukuk diplonıası aldı. Şahsen tanıştığı V ictor Hugo, Alexandre Dumas (Fils) gibi yazarların etkisinde tiyatro eserleri, şiirler yazdı . Yaşadığı bohen1 hayata kızan babasının ınaddi des­ teğini çekınesi üzerine geçiınini yazarak karşılamaya karar verdi. 1863'te kaleme aldığı XX. Yı"izyılda Paris ' i yayıncısı Hetzel fazla uçuk bulup yayımlanladı . Bir tarafa atılan bu müsveddeler an­ cak 1994'te bulunup yayınılanabildi. Bir tek bu kitaba bakarak bile günün bilin1sel ve teknolojik gelişn1elerinden hareketle yüz yıl sonraki gelişn1elere ilişkin kestirinılerde bulunınakta Ju­ les Verne'nin dünyada bir eşinin daha oln1adığı görülür. Verne, "Olağanüstü Yolculuklar" üst başlığıyla yayıınlanan ron1anlarında okurunu Fransa'dan başlayıp diğer Avrupa ülkelerinde, sonra Tür­ kiye dahil Asya, Afrika, Aınerika, Avustralya'da, kutuplarda, okya­ nuslardaki takıınadalarda, derken gezegeniınizin içinde yolculuğa çıkardıktan sonra Ay' a, daha sonra da Güneş Sisteınine götürür. Fantastik sayılabilecek ronıan ve öykülerinin yanı sıra bilin1kurgu sınırlarında dolaşanları da bulunınakla birlikte eserlerinin çoğu­ nun yarı-bilin1sel ron1anlar olduğunu söylen1ek pek yanlış olmaz. 1 905'te Amiens'de öldüğünde aralarında Seksen Günde Devri ...

.

Alem, !ki Sene Okul Tatili, Denizler Altında Yirmi Bin Fersah gibi

dünyanın en çok okunmuş kitaplarının da bulunduğu, bir kısmı ölün1ünden sonra basılacak olan çok sayıda eser bıraknuştı. Eser­ lerinin sayısını tam olarak verınek zordur. Bilinen 54 ron1andan başka 22 öykü kitabı, incelen1e kitapları bulunn1aktadır.

HAKAN TANSEL 1960'ta İstanbul'da doğdu. 1980'de Saint Joseph Fransız Erkek Lisesini bitirdi. Dönenıin politik koşulları dolayısıyla 1981-1989 arasında Fransa'da kaldı. 1994'ten beri Bodruın'un bir köyün­ de yaşamakta ve 2001'den beri çeviri yapnuktadır. Boris V ian, Philippe Djian, Eric Fottorino, Y ves Simon, Katherine Pancol, Maxim Chattam, Gilles Legardinier,Jose Rodrigues Dos Santos gibi birçok yazara ait, yayımlanmış otuza yakın çevirisi vardır.

Zacharius Usta Maitre Zacharius ou l 'horloger qui avait perdu son ame. Tradition genevoise ©

2018, ALFA

Basım Yayım Dağıtım San. ve T ic. Ltd. Şti.

Kitabın tüm yayın hakları Alfa Basım Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti.'ne aittir. Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında, yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir elektronik veya mekanik araçla çoğaltılamaz . Eser sahiplerinin manevi ve mali hakları saklıdır.

Yayıncı ve Genel Yayın Yönetmeni M. Faruk Bayrak Genel Müdür Vedat Bayrak Yayın Yönetmeni Mustafa Küpüşoğlu Fransızcadan Çeviren Hakan Tansel İlüstrasyonlar T heophile Schuler Kapak Tasarımı Elif Çepikkurt Sayfa Tasarımı Yavuz Karakaş

ISBN

1

.

978-605-171-739-5

Basım: Mayıs

2018

Baskı ve Cilt

Melisa Matbaacılık

8, Bayrampaşa-İstanbul (0212) 674 97 29

Çiftehavuzlar Yolu, Acar Sanayi Sitesi, No:

(0212) 674 97 23 Sertifika no: 12088 Tel:

Faks:

Alfa Basım Yayım Dağıtım San. ve T ic. Ltd. Şti.

15 3411O (0212) 519 33 00

Alemdar Mahallesi, T icarethane Sokak No: Tel:

(0212) 511 53 03

Faks:

www.alfakitap.com - [email protected] Sertifika no:

10905

Cağaloğlu-İstanbul

OLAGANÜSTÜ YOLCULUKLAR

VEYA RUHUNU KAYBEDEN SAATCI •



-

.

CENEVRE GELENEGI

Çeviren HAKAN TANSEL

ALFA

15

1 •



BiR KIŞ GECESi

Cenevre kenti Cenevre Gölünün batı ucunda yer alır; Rhône Nehri gölden çıkarken şehri iki ayn semte ayınr ve kendisi de, kentin merke­ zinde, iki yakası arasına atılmış bir ada tara fından bölünür. Bu topoğrafık özelliğe büyük ticaret ve sanayi merkezlerinde sık rastlanır; kuşkusuz şehrin ilk sakinlerini, nehirlerin hız­ la akan kollannın, eski bir özdeyişe1 göre o yürüyen yolların sunduğu taşıma kolaylıkları cezbetmiştir; Rhône söz konusu olduğunda, bunlar koşan yollardır. Irmağın ortasında bir Hollanda galyotu gibi demirlemiş bu adada henüz yeni ve dü­ zenli binaların yükselmediği zamanlarda üst üste binmiş evlerden müteşekkil harikulade bir yığın, gözlere gayet çekici bir karmaşa su­ nuyordu. Adanın dar alanı, evlerin birkaçını, Rhône'un şiddetli akıntılanna karman çorman çakılmış kazıklar üstüne tünemek zorunda bı­ rakmıştı. Zamanın kararttığı, suların yıprattığı bu koca kalaslar, dev bir yengecin bacaklarını 1

Öykünün 1874 versiyonunda, Veme burada Pascal'ın bir sözünün mevzubahis olduğunu belirtecektir.

6

JULES VERNE

andırıyor ve bazen fantastik izlenimler yaratı­ yordu. Bu yüzyıllık temellere örümcek ağı gibi yayılan sararmış ağlar gölgede yaşlı meşe or­ manlarının kuru yaprakları gibi sallanıyor ve nehir, iç karartıcı uğultular çıkararak, o karan­ lık ormanın içine gömülüyordu. Asma konutlardan biri, eskiliğinden kay­ naklanan tuhaf görünüşüyle dikkat çekiyor­ du. O evde ihtiyar saatçi Zacharius Usta, kızı Gerande, çırağı Aubert Thün ve yaşlı hizmetçi­ si Scholastique oturuyorlardı. Zacharius bambaşka bir adamdı. Yaşını kestirmek imkansız gibiydi; Cenevre'nin en yaşlıları bile, zayıf ve sivri kafasının ne za­ mandan beri omuzlan üstünde bir o yana bir bu yana sallandığını ya da şehrin sokaklarında ilk defa hangi gün uzun ve beyaz saçlarını dört bir yana dalgalandırarak yürürken görüldüğü­ nü söyleyemezdi. Bu adam yaşamıyordu; yap­ tığı duvar saatlerinin sarkacı gibi salınıyordu. Kadavrayı andıran kuru yüzü kasvetli renklere bürünmüş, Leonardo da Vinci'nin tabloları gibi karanlık bir hal almıştı. Kızı Gerande eski evin, keyifli penceresin­ den melankolik bir şekilde Jura'nın karlı do­ ruklarını seyrettiği en güzel odasını işgal edi­ yordu; ama yaşlı adamın atölye ve yatak odası, tabanı temel kazıklarına oturtulmuş, neredey­ se nehir seviyesinde yer alan bir nevi mah­ zenden ibaretti. Zacharius Usta, uzunluğunun hatırlanması zor bir süredir oradan sadece

ZACHARIUS USTA

7

yemek zamanlarında ve kentin muhtelif sa­ atlerini ayarlamak için çıkmıştı; vaktinin geri kalanını, çoğu kendi icadı olan sayısız saatçi aletiyle kaplı bir tezgahın başında geçiriyordu. Zira becerikli bir adamdı; eserleri bütün Fransa ve Almanya'da ziyadesiyle takdir gö­ rüyordu; Cenevre'nin en hünerli işçileri onun üstünlüğünü açıkça kabul ediyorlardı. Bu saat hastası şehir için büyük bir övünç kaynağıydı; onu gururla göstererek: "Saat maşasını icat etme şerefi ona ait!" di­ yorlardı. Çalışmalarının bilahare göstereceği gibi, gerçek saatçiliğin doğuşu aslında o icada da­ yanmaktadır. Zacharius, uzun uzun ve takdire şayan bir şe­ kilde çalıştıktan sonra aletlerini yavaşça yerleri­ ne koyup, ayarladığı hassas parçaları hafif cam kapaklarla örter ve işleyen çarka rahat bir soluk aldırırdı. Ardından, odasının ortasına açılmış dikiz deliğinin kapağını kaldırıp eğilir ve gözle­ rinin önünde gürültüyle akan Rhône'u saatlerce seyreder, puslu buharlarıyla sarhoş olurdu. Bir kış akşamı, yaşlı Scholastique sofrayı ha­ zırladı ve eski adetler uyarınca, genç işçiyle be­ raber kendisi de masaya oturdu. Zacharius Usta, özenle hazırlanmış ve güzel, mavi beyaz sofra takımlarıyla sunulmuş yemeklerden ye­ medi; babasının her zamankinden daha so­ murtkan suskunluğundan endişelendiği belli olan Gerande'ın tatlı sözlerine bile zar zor ce-

8

JULES VERNE

vap verdi. Ne Scholastique'in gevezeliklerini duyuyordu ne de nehrin artık dikkat etmediği uğultulannı. İhtiyar saatçi, o sessiz yemeği mü­ teakip, kızını öpmeden ve hep yaptığı gibi ko­ nuklarına iyi akşamlar dilemeden masayı terk etti; inziva mahalline açılan daracık kapıdan çıkıp gözden kayboldu ve merdiven ağır adım­ larının altında acayip sesler çıkararak inledi. ,ıımntttttınttm'm(lf�filttttffimıw

ZACHARIUS USTA

9

Gerande, Aubert ve Scholastique bir süre konuşmadan durdular. O akşam hava kas­ vetliydi; Alpler boyunca ağır ağır sürüklenen bulutlar yağmura dönme tehdidi içeriyordu. Etrafta güney rüzgarları tüyler ürpertici ıslık­ lar çalarak kol gezerken, İsviçre'nin şiddetli soğuğu insanın ruhunu hüzün ve belirsizlikle dolduruyordu. "Gördüğünüz gibi ustamız iyice içine ka­ pandı, sevgili küçükhanım," dedi sonunda Scholastique. "Acıkmadığı anlaşılıyor; sözleri kursağında kalmış durumda. Ağzından birkaç laf almak için becerikli bir şeytan olmak lazım! "Babamı üzen bazı gizli nedenler var, ama ne olduklarına dair en ufak bir fikrim yok," diye yanıtladı yüzünden acıklı bir endişe oku­ nan Gerande. "Kederin yüreğinizi bu denli ele geçirme­ sine izin vermeyin, küçükhanım; Zacharius Usta'nın tuhaf huylarını bilirsiniz. Gizli düşün­ celerini alnından kim okuyabilir ki? Kuşkusuz hayatında bazı sıkıntılar baş gösterdi, ama ya­ rın anlan hatırlamayacak ve kızını üzdüğü için gerçekten pişman olacaktır!" Bakışlarını Gerande'ın güzel gözlerine di­ kerek bunları söyleyen Aubert'di. Zekasını, ağzı sıkılığını ve iyi kalpliliğini takdir ettiği için Zacharius Usta'nın çalışmalarının mahremi­ yetini paylaşmasına izin verdiği yegane işçi Aubert, Gerande'a, kahramanca fedakarlıklara yol açan şu esrarengiz sadakatle bağlanmıştı.

10

JULES VERNE

Gerande on sekiz yaşındaydı; yüzünün oval­ liği Bretanya'nın eski kentlerinde büyük bir say­ gıyla sokak köşelerine asılan naif Meryem Ana tasvirlerini andırıyordu; gözleri sonsuz bir sa­ deliği haizdi; bir şairin hayalinin en hoş şekilde gerçekleşmiş hali gibi seviliyordu. Giysileri pek göze çarpmayan renkler taşıyordu ve omuzları­ na kıvrılan beyaz çamaşırı kilise iç gömleklerine has renk ve kokuya sahipti. Henüz Kalvenizmin katılığına teslim olmamış o şehirde, yumuşacık ve mistik bir yaşam sürüyordu. Tıpkı sabah akşam demir kopçalı kitabın­ dan Latince dualarını okuduğu gibi, Aubert Thün'ün ruhundan da bilinmeyen bir duygu okumuştu; ayrıntılarını kavrayamasa da ana fikri anlayabiliyordu; manasını çözüyor ve sözcüklerden kuşkuya düşmüyordu; zaten bu çekici muhabbetten kaçınmıyor ve kalbinde bir minnet hissi yeni mevsimin çiçekleri gibi doğal bir şekilde açılıyordu. Yaşlı Scholastique bunu görüyor, ama tek kelime etmiyordu; gevezeliği tercihen zamanı­ nın felaketleri üzerinde yoğunlaşıyordu. Kim­ se onu durdurmaya çalışmıyordu; Cenevre'de

imal edilen şu müzikli enfiye kutuları gibiydi; bir kere kurulunca, bütün ezgilerini çalıp bitir­ memesi için kırılması gerekirdi. Gerande'ı kederli bir suskunluğa gömülmüş bulunca, eski ahşap sandalyesinden kalktı, şamdana bir mum dikip yaktı ve taşa oyulmuş nişinde duran, balmumundan yapılmış ufak

ZACHARIUS USTA

11

bir Kutsal Bakire'nin yanına koydu. Ev halkı­ nın koruyucusu Meryem Ana'nın önünde diz çöküp, cömert inayetini o geceye de yaymasını dilemek adettendi; fakat Gerande yerinde ses­ sizce oturmaya devam etti. "Evet, sevgili küçükhanım," dedi Scholas­ tique şaşkınlıkla, "yemek son buldu, artık iyi geceler dileme zamanı. Geç vakte kadar otu­ rup gözlerinizi yormak mı istiyorsunuz? Ah! Kutsal Bakire! Oysa uyumak ve güzel rüyalar­ da biraz neşe bulmak mümkün! Yaşadığımız bu lanetli çağda, kim mutlu bir gün ümit ede­ bilir ki?" "Birini yollayıp babam için hekim çağırt­ mak gerekmez mi?" diye sordu Gerande. "Hekim!" diye bağırdı ihtiyar hizmetçi. "Ba­ banızın onların kuruntu ve hükümlerine kulak verdiğini gördünüz mü hiç? Saatler için teda­ viler olabilir, ama vücutlar için olmadığı mu­ hakkak." "Ne yapmalı?" diye mırıldandı Gerande. "Yine işe mi koyuldu, yoksa istirahate mi çe­ kildi acaba?" "Gerande," diye usulca cevap verdi Aubert, "Zacharius Usta'nın bazı ahlaki kaygıları var, ,, hepsi o kadar. "Siz ne olduğunu biliyor musunuz, Aubert?" "Galiba." "Bize de anlatın şunu," diye heyecanla hay­ kırdı Scholastique, tutumluluk icabı mumunu söndürerek.

12

JULES VERNE

"Günlerdir anlaşılmaz bir olay cereyan edi­ yor, Gerande; babanızın yapıp sattığı saatler birdenbire duruyorlar. Birçoğu geri getirildi; onları özenle söktq; zemberekleri iyi durum­ da, çarkları yerli yerindeydi; daha da özen gös­ tererek yeniden monte etti; ama onca ustalığı­ na rağmen, bir türlü çalışmadılar." "Şeytan karışmış bu işe!" diye bağırdı Scho­ lastique. "Ne demek istiyorsun?" diye sordu Gerande. "Bu olay bana doğal görünüyor; dünyada her şeyin bir sınırı vardır ve sonsuzluk insan elin­ den çıkamaz." "Ama bunda olağandışı ve esrarengiz bir yan olduğu da doğru," diye yanıtladı Aubert. "Saatlerdeki hareketsizliğin sebebini ararken Zacharius Usta'ya bizzat yardım ettim ve bir şey bulamadım; üstelik derin bir çaresizlikle, aletleri defalarca elimden düşürdüm." "Hem tüm bu cehennemlik işlerle niye uğ­ raşılıyor ki?" diye devam etti Scholastique. "Bakırdan yapılmış ufak bir aletin kendi ba­ şına işleyip saatleri gösterebilmesi doğal mı? Güneş saatiyle yetinmek gerekirdi!" "Güneş saatinin Kabil tarafından icat edil­ diğini bilseniz asla böyle konuşmazsınız, Scho­ lastique." "Aman Tanrım! Ne diyorsunuz siz?" "Sizce Tanrı'ya, babamın saatlerini yeniden canlandırması için dua edilebilir mi?" diye sor­ du Gerande saf saf.

ZACHARIUS USTA

13

"Hiç kuşkusuz," diye cevapladı genç işçi. "Bunlar fuzuli dualar," diye homurdandı yaşlı hizmetçi, "Ama Tanrı bunu yapmaktaki niyetinizi bağışlayacaktır." Mum tekrar yakıldı; Scholastique, Gerande ve Aubert odanın döşeme taşlarına diz çök­ tüler ve genç kız, inançlı bir sesle, annesinin ruhu için, gecenin kutsanması için, yolcular ve

14

JULES VERNE

mahkumlar, iyiler ve kötüler için, özellikle de babasının meçhul dertleri için dua etti. Sonra bu üç dindar kişi yüreklerinde belli bir güvenle ayağa kalktılar, zira üzüntülerini Tanrı'nın sinesine teslim etmişlerdi. Aubert odasına çekildi; Gerande, Cenev­ re şehrinin son ışıkları sönerken, pence­ resinin önüne oturup, düşüncelere daldı; Scholastique'se, korlaşmış odunlara biraz su döküp, iki kocaman sürgüyü ittikten sonra, kendini yatağına attı ve çok geçmeden rüya­ sında korkudan öldüğünü gördü. Bu sırada kış gecesinin korkunçluğu artmış­ tı; zaman zaman, nehrin girdaplarıyla beraber rüzgar da temel kazıklarının arasına doluyor ve bütün ev titriyordu; ama kendini kederine fazla kaptırmış genç kız babasından başka bir şey düşünmüyordu: Aubert Thün'ün sözleri­ ni duydu duyalı, Zacharius Usta'nın hastalığı onun gözünde olağanüstü boyutlar kazanmış­ tı; adeta o aziz varoluş bütünüyle mekanik bir hal alıyor ve yıpranmış milleri üzerinde güç­ lükle hareket ediyordu. Boranın şiddetle ittiği rüzgar siperi odanın penceresine çarptı; irkilen Gerande, uyuşuklu­ ğunu silken bu gürültünün sebebini anlamak­ sızın, elektrik çarpmış gibi ayağa fırladı. Ma­ mafih heyecanı çabuk yatıştı; pencereyi açtı: Bulutlar delinmişti; kuvvetli bir sağanak civar­ daki damlarda çıtırdıyordu. Genç kız sallanıp duran kepengi çekmek üzere dışarı eğildi, ama

ZACHARIUS USTA

15

korktu; yağmur ve ırmak, gürültülü dalgaları­ nı birbirine karıştırarak, her yandan tahtalan çatırdayan zavallı evi suya gömüyor gibiydi. Odadan dışarı kaçmak istedi; fakat altında, Zacharius Usta'nın derme çatma mekanından gelmesi gereken bir ışık yansıması fark etti ve zincirlerinden boşanmış doğal unsurların sus­ tuğu tüyler ürpertici sükunet anlarından bi­ rinde, kulağına ağlamaklı sesler çalındı. Pen­ ceresini kapatmayı denedi, ama beceremedi; rüzgar, evlere zorla giren bir hırsız gibi, kanadı şiddetle itiyordu. Gerande korkudan delireceğini zannetti. . . Babası ne yapıyordu acaba?... Açtığı kapı elin­ den kurtularak, fırtınanın etkisiyle, gürültülü bir şekilde çarptı; kendini karanlık yemek sa­ lonunda bulan genç kız, el yordamıyla Zacha­ rius Usta'nın atölyesine inen merdivene ulaş­ mayı başardı ve can çekişen biri gibi beti benzi atmış vaziyette aşağı süzüldü. İhtiyat saatçi, nehrin uğultularının doldur­ duğu odanın ortasında dimdik duruyordu; diken diken olmuş saçları ona ürkütücü bir görünüm kazandırmıştı; görmeden, duyma­ dan konuşuyor, el kol hareketleri yapıyordu. Gerande eşikte donakaldı. "Ölüm bu!" diyordu Zacharius Usta, boğuk bir sesle. "Ölüm!... Varlığımı dünyanın dört bir yanına dağıttığıma göre, yaşayacağım ne kaldı ki geriye? Çünkü ben, Zacharius Usta, bütün o saatlerin ruhuyum; o demir, gümüş ya da al-

16

JULES VERNE

tın kutuların her birine kendimden bir parça kapattım! O lanetli saatlerden birinin durduğu her sefer, kalbimin çarpmayı bıraktığını hisse­ diyorum, zira onları kalp atışlarıma göre ayar­ ladım!. .. Kader! Felaket ve azap!. .. " Yaşlı adam, böyle acayip laflar ederken, gözlerini tezgahına çevirdi. Orada, özenle sök­ müş olduğu bir cep saatinin bütün parçaları bulunuyordu. İçinde zembereğin yer aldığı, "tulumba" denen bir tür oyuk silindiri eline alıp, çelik yayı dışarı çıkardı, ama yay, esneklik yasaları uyarınca gevşeyeceği yerde, uyuyan bir engerek yılanı gibi sarmal vaziyette kaldı; sanki düğümlenmişti, zamanla kanı donmuş şu iktidarsız ihtiyarlara benziyordu. Zacharius Usta, fantastik silueti duvarda ölçüsüzce uza­ yan cılız parmaklarıyla onu boş yere açmaya çalıştı ve çok geçmeden korkunç bir öfke çığlı­ ğı atarak, tabandaki dikiz deliğinden Rhône'un karanlık girdaplarına fırlattı. Gerande, ayaklan yere çivilenmiş, nefes bile almaksızın, kımıldamadan duruyordu; ba­ basının yanına gitmek istiyor, ama bunu ya­ pamıyordu; baş döndürücü sanrılar tarafından tamamen sarılmıştı. Ansızın, karanlıkta kula­ ğına fısıldayan bir ses işitti: "Gerande, zavallı Gerande'cığım! Acılar sizi hala uyutmamış! Odanıza dönün, lütfen, gece soğuk." "Aubert!" diye mırıldandı genç kız alçak sesle.

ZACHARIUS USTA

17

"Bu kadar üzülürken, sizi takip etmez olur muyum?" Bu tatlı sözler genç kızın yüreğine su serpti; çırağın koluna tutunup: "Babam çok hasta, Aubert; bir tek siz iyi­ leştirebilirsiniz onu. Bu ruh hastalığı kızının tesellileriyle geçmez. Zihni gayet doğal bir ak­ saklıktan zarar görmüş; saatlerini tamir eder­ ken onunla beraber çalışarak, aklını başına toplamasını sağlayacaksınız," dedi. Hala son derece şaşkın ve duygulanmış haldeydi. "Zira hayatının yaptığı saatlerin hareketini etkiledi­ ği doğru olamaz, değil mi?" diye ekledi. Aubert cevap vermedi. "O halde bu Tann'nın lanetlediği bir meslek olmalı!" dedi Gerande, ürpererek. "Bilmiyorum," diye yanıtladı işçi, elleriyle genç kızın buz kesmiş ellerini ısıtarak. "Ama siz odanıza dönün, zavallı küçüğüm, bırakın da rüyaların meleği yüreğinizden birkaç umut ,, yaprağı koparsın. Gerande yavaşça odasına döndü ve uyku gözkapaklarını ağırlaştırmadan, gün doğana kadar orada kaldı. Bu arada Zacharius Usta, sessiz ve hareketsiz, ayaklarının altında gürül­ tüyle akan ırmağı seyrediyordu..

il •





BiLiMiN ÇILGINLIKLARI

Cenevre esnafının iş konusundaki katılığı dil­ lere destandır: Şaşmaz bir dürüstlük ve aşın bir doğruluk örneğidir. Zacharius Usta, büyük bir özenle monte ettiği saatlerin işlemez vazi­ yette geri geldiğini görünce, kim bilir ne kadar üzülmüştü! Saatler görünürde hiçbir neden olmaksı­ zın aniden duruyordu; dişli çarklar kesinlikle yerli yerinde ve iyi durumdaydı, sadece zem­ berekler esnekliklerini yitirmişti. Saatçi onlan başkalarıyla değiştirmeyi denedi, ama nafile, çarklar yine hareketsiz kaldı. Bu doğaüstü ak­ siliklerin Zacharius Usta'ya müthiş zaran do­ kundu; mahareti, muhteşem icatları pek çok kez hakkında büyücülük şüpheleri dolaşması­ na yol açmıştı ve artık yoğunluk kazanıyordu. Söylentiler Gerande'a kadar ulaştı ve kötü ni­ yetli gözler babasına dikildiğinde, genç kız sık sık onun adına titredi. Mamafih, o bunalımlı gecenin ertesi günü, Zacharius Usta yeniden belli bir özgüvenle işe koyulmuş göründü; sabah güneşi aklını daha

ZACHARIUS USTA

19

sağlıklı ve bağımsız kıldı. Ona katılmakta ge­ cikmeyen Aubert gayet nazik bir günaydınla karşılandı. "Daha iyiyim," dedi yaşlı adam. "Dün bana hangi tuhaf baş ağnlannın musallat olduğunu bilmiyorum; ama güneş gecenin bulutlanyla beraber hepsini defetti." "İnanın geceyi ben de sevmiyorum, usta, ne sizin ne de kendim için!" "Şayet bir gün yüksek ve büyük değere sa­ hip bir adam olursan, gün ışığının sana yemek kadar gerekli olduğunu anlayacaksın, Aubert: Bir alim geri kalan insanlann pohpohlamala­ nna mecburdur." "İşte yine kibir günahı işliyorsunuz, usta." "Kibir! Aubert, geçmişimi ortadan kaldır, bugünümü yık, geleceğimi yok et, yine de ka­ ranlıkta yaşama imkanım olacaktır. Zavallı de­ likanlı! Zanaatının tümüyle bağlı olduğu yüce şeyleri anlamıyorsun! Ellerimin arasındaki bir aletten başka bir şey değil misin yani? Bak Au­ bert, bir gün aklının bu teorilere ereceğini bil­ mesem, sana acırdım!" "Oysa," diye devam etti Aubert, "Her zaman beni özen ve ustalıkla o çarklan ayarlarken, madenleri döverken, yaylan su vererek sert­ leştirirken gördünüz, Zacharius Usta." "Hiç kuşkusuz: Sen sevdiğim, iyi bir işçi­ sin, ama parmaklarının arasında bakır, altın ve gümüş olduğunu sanıyorsun sadece; üs­ tün yeteneğimin can verdiği bu madenlerin

20

JULES VERNE

canlı bir beden gibi atan nabzını hissetmiyor­ sun! Onun için sen eserlerinin ölümü yüzün­ den ölmezsin!" Zacharius Usta bu laflardan sonra sessiz kaldı; konuyu değiştirmek isteyen Aubert ye­ niden söz aldı: "İnan olsun, sizi böyle aralıksız çalışırken görmeyi seviyorum! Loncamızın şenliğine hazır olacaksınız, çünkü şu kristal saat işinin hızla ilerlediğini fark ediyorum." "Ona kuşku yok, Aubert, elmas sertliğin­ deki bu malzemeyi kesip yontabilmek benim için önemsiz bir şeref olmayacaktır. Ah! Lou­ is Berghem elmas yontma sanatını yetkinleş­ tirmekle iyi etti; bu sayede en sert taşları bile perdahlayabiliyor ve delebiliyoruz!" O sırada Zacharius Usta'nın elinde, yontma kristalden, mükemmel bir işçilik ürünü, minik saat parçaları vardı; dişli çarklar, miller, saatin mahfazası, her şey aynı malzemeden yapıl­ mıştı ve bu son derece zorlu işte inanılmaz bir yetenek sergilemişti. Yanakları kızarırken, sözüne devam etti: "Bu saatin saydam kasasının içinde nabız gibi attığını görmek ve kalbinin vuruşlarını sa­ yabilmek güzel olacak, öyle değil mi? " "Yılda bir saniye bile sapmayacağına bahse girerim, usta!" "Ve muhakkak kazanırsın: Varlığımın en saf kısmını ona harcamadım mı? Yüreğim sapma gösteriyor mu?"

ZACHARIUS USTA

21

Aubert gözlerini ustasına çevirmeye cesa­ ret edemedi. "Açıkça söyle bana," diye sürdürdü konuş­ masını ihtiyar. "Deli olduğumu sandığın olma­ dı mı hiç? Bazen yıkıcı çılgınlıklara kapıldığımı düşünmüyor musun? Düşünüyorsun, öyle de­ ğil mi? Birçok kez senin ve kızımın gözleriniz-

22

JULES VERNE

de beni kınadığınızı okudum. Ah!" diye bağırdı acıyla. "İnsanın dünyada en çok sevdiği kişiler tarafından bile anlaşılmaması ne kötü! Ama sana, Aubert, sana haklı olduğumu ispatlaya­ cağım! Kafa sallama, zira şaşkınlığa uğraya­ caksın; beni dikkatle dinlediğin gün, hayatın sırlarını, ruh ve bedenin esrarengiz birliğinin gizlerini keşfettiğimi anlayacaksın!" Zacharius, böyle konuşurken, muhteşem bir gururla ışıldıyordu; damarlarında oluk oluk kibir akıyor, gözleri doğaüstü bir ışıkla parlı­ yordu; bu adamın beyni, yakıcı hayal gücü ta­ rafından, ateşe verilmiş duvarlar gibi kavrul­ muş olmalıydı. Mamafih, kendini beğenmiş­ lik meşru bir şey olabilse, kesinlikle Zachari­ us'unki olurdu. Saatçilik, o gelene kadar, zanaatın nere­ deyse çocukluk evresinde kalmıştı. Eflatun'un İsa'dan dört yüz yıl önce, gecenin saatlerini flüt sesleriyle belirten bir tür su saati1 olan gece saatini icat ettiği günden beri, bilim nere­ deyse yerinde saydı; ustalar mekanikten ziya­ de işin sanat tarafıyla uğraştılar; demir, bakır, ahşap, hatta gümüşten, Cellini2'nin ibriği gibi

incelikle yontulup oyulmuş, güzel duvar saat­ leri dönemiydi. Elde, zamanı epey hatalı ölçen bir oymacılık şaheseri mevcuttu, ama netice1

2

Zamanı suyun dereceli bir kaba akışıyla ölçen, Antik döneme ait bir saat. Benvenuto Cellini (1500-1571), saygın İtalyan heykel­ tıraş ve kuyumcu.

ZACHARIUS USTA

23

de bir başyapıttı. Sanatçının hayal gücü plastik kusursuzluğa yönelmediğinde, gayet eğlence­ li düzenlenmiş mizanseni, hareketli figürleri, şarkı çalan zilleri haiz bu saatlerden yapmaya girişti. Üstelik o güzel çağda kim zamanın işle­ yişini düzenleme kaygısı taşıyordu ki? Hukuki süreler kesin bir şekilde belirlenmemişti, fizik ve astronomi bilimleri hesaplarını titiz ve has­ sas ölçümlere dayandırmıyordu; ne belli bir saatte kapanan borsalar vardı ne de tam vak­ tinde yola koyulan kafileler. . . Akşamları soka­ ğa çıkma yasağının başladığını ilan eden çan­ lar çalıyor, gece, sessizliğin ortasında bağıra­ rak, saatler bildiriliyordu. Hayat yapılan işlerin miktarıyla ölçülecek olsa, daha az zaman ya­ şandığı muhakkaktı, fakat daha iyi yaşanıyor­ du. Şaheserlerin hayranlıkla seyredilmesin­ den doğan asil duygularla ruh zenginleşiyor, sanat koştura koştura yapılmıyordu; kiliseler iki yüz yılda inşa ediliyor, ressamlar ömürleri boyunca ancak iki tablo yapıyor, şairler sade­ ce tek bir önemli eser yazıyorlardı, ama bunlar asırlarca takdir edilen başyapıtlardı. Matematiksel bilimlerin nihayet ilerleme kaydedişiyle, saatçilik de bu gelişmeyi takip etti. Mamafih hep aşılmaz bir güçlükle karşı karşıya kaldı: Zamanın düzenli ve kesintisiz bir şekilde ölçümü meselesi. İşte Zacharius Usta, bu durgunluğun orta­ sında, hareketi sabit bir kuvvete tabi kılarak matematik bir istikrar elde etmesini sağlayan

24

JULES VERNE

saat maşasını icat etti. Bu buluş yaşlı saat­ çinin başını döndürmüştü; kibir yüreğinde termometredeki cıva gibi yükselmiş ve insan aklını aşan çılgınlıkların sıcaklığına erişmişti. İhtiyar, benzerlikler kurarak, kendini mater­ yalist sonuçlar çıkarmaya kaptırmıştı; ruh ve beden birliğinin sırlarını yakaladığını zanne­ diyordu. O yüzden, Aubert'in kendisini dikkatle din­ lediğini görünce, içten ve kendinden emin bir ses tonuyla: "Hayat nedir, biliyor musun, evladım?" dedi. "Yaşamı yaratan şu yayların etkisini anladın mı? Kendi içine baktın mı? Bilimin gözleriyle baksan, Tanrı'nın eseriyle benimki arasında mevcut olan yakın alakayı görürdün! Saatlerimdeki dişli çarkların dizilimini onun yarattığından kopyaladım." "Usta, diye heyecanla lafa girdi Aubert, ba­ kır ve çelikten bir makineyi, ruh denen ve tıpkı meltemin çiçeklere devinim kazandırması gibi bedenlere can veren şu nefesle mukayese edi­ yorsunuz. Kol ve bacaklarımızı hareket etti­ ren, fark edilmesi imkansız çarklar var olabilir mi? Hangi parçalar bizde düşünceler doğura­ cak kadar iyi ayarlanabilir ki?" "Mesele bu değil," diye tatlılıkla cevap ver­ di Zacharius Usta, uçuruma doğru yürüyen bir körün inatçılığıyla. "Beni anlamak için, icat et­ tiğim maşanın amacını hatırla. Bir saatin işle­ yişindeki düzensizliği gördüğümde, içine hap-

ZACHARIUS USTA

25

sedilmiş hareketin yetmediğini anladım; onu başka, bağımsız bir kuvvetin düzenliliğine tabi kılmak gerekiyordu; salınımları düzenli ve eşit süreli sarkacın işime yarayabileceğini düşün­ düm, fakat o salınımlar yavaş yavaş azalıyor ve sonunda duruyordu. Oysa kaybettiği kuvve­ ti, düzenlemekle yükümlü olduğu saatin kendi devinimiyle geri vermek harika olurdu!" Aubert bir onay işareti yaptı. "Şimdi," diye devam etti cesaretlenen yaşlı saatçi, "Varoluşun saydamsız kabuklarının içi­ ne bir göz at. İçimizde iki ayrı gücün olduğunu anlamıyor musun? Ruhun ve bedenin güçleri­ ni, yani hareketi ve düzenleyiciyi? Ruh hayatın ilkesi, yani harekettir; ister bir ağırlık, ister yay veya ilahi bir etki tarafından yaratılsın, kalp­ teki rolü daha az önemli değildir. Lakin beden olmasa, o hareket eşitsiz, düzensiz, imkansız ve daha önemsiz olurdu, çünkü beden ruhu düzenler; sarkaç gibi, düzenli salınımlara ta­ bidir ve bu öyle gerçektir ki, vücudun yemek, içmek, uyumak gibi işlevleri halledilmediği zaman sağlığımız bozulur. Saatlerimde olduğu gibi, ruh bedene salınımlarıyla yitirdiği gücü geri verir. Beden ve ruhun şu sıkı birliği, biri­ nin çark dişlilerinin öbürününkilerle iç içe geç­ tiği muhteşem bir maşadan başka nedir ki?! İşte benim tahmin ettiğim, bulduğum, uygula­ dığım şey bu. Nihayetinde zekice tasarlanmış bir mekanizmadan başka bir şey olmayan bu hayatta benim için sır yok artık!"

26

JULES VERNE

Zacharius Usta, sonsuzluğun son gizemle­ rine ulaştığını sandığı bu halüsinasyon içinde pek görkemliydi. Ama kapının eşiğinde duran kızı Gerande her şeyi duymuştu; babasının kollarına atıldı; ihtiyar adam onu bağrına bas­ tırıp, sımsıkı sarıldı; genç kız ağlıyordu. "Neyin var, kızım?" diye sordu Zacharius Usta.

ZACHARIUS USTA

27

"Şuramda sadece zemberek olsaydı, sizi bu kadar sevmezdim, babacığım!" dedi Gerande, elini kalbinin üstüne koyarak. Zacharius Usta gözlerini kızına dikti, ama herhangi bir yanıt vermedi. Aniden bir çığlık atarak, elini kalbine gö­ türdü ve baygın bir halde eski deri koltuğuna yığıldı. "Babacığım! Neyiniz var?" "Yardım edin!" diye haykırdı Aubert. "Scho­ lastique!" Scholastique hemen koşup gelmedi; giriş kapısının tokmağı vurulmuştu; gidip açtı ve atölyeye döndü; fakat o daha ağzını açmadan, kendine gelen yaşlı saatçi: "Duran şu lanetli saatlerden bir tane daha ge­ tirdiğini hissettim, emektar Scholastique'im!" dedi. "Yüce İsa! Ne çare ki gerçek bu," diye ce­ vapladı Scholastique, Aubert'e bir cep saati uzatarak. "Ah! Kalbim yanılmıyor," dedi acıyla ihti­ yar, kederli bir iç çekerek. Bu sırada Aubert saati kurmuştu, ama alet artık çalışmıyordu.

111 •



TUHAF BiR ZIYARET

Zavallı Gerande, onu dünyaya bağlayan Au­ bert Thün'ü düşünmese, babasınınkiyle bera­ ber kendi hayatının da kaçıp gittiğini görürdü; yaşamı Zacharius Usta'ya gösterdiği ihtimam ve genç işçiyi şaşkına çeviren masum tebes­ sümler arasında paylaşılıyordu. Yaşlı saatçi yavaş yavaş tükeniyordu; ye­ tileri azalmaya yüz tutarken, tek bir konu üzerinde yoğunlaşıyordu: Uğursuz çağrışım­ lar yoluyla, her şeyi sabit fikrine bağlıyordu; sanki dünyevi yaşam, gölgelerin ve aracı güç­ lerin fantastik varlığına yer açmak için onu gözden çıkarmıştı; öte yandan, bazı kötü ni­ yetli rakipler, Zacharius Usta'nın çalışmala­ rı hakkında yayılmış şeytani söylentileri kö­ rüklediler. Saatlerinde baş gösteren doğaüstü belirtile­ rin haberi Cenevreli saat ustaları arasında mu­ azzam bir etki yarattı. Bu ani hareketsizlik ve Zacharius'un yaşamıyla alakalı görünen tuhaf arazlar ne anlama geliyordu? Bunlar asla gizli bir korku duymadan tahayyül edilmeyen sır-

ZACHARIUS USTA

29

lardandılar. Şehrin çıraklardan soylulara ka­ dar muhtelif sınıftan ihtiyar ustanın saatlerini kullandığından, durumun acayipliğine kana­ at getirmeyen kimse yoktu, zira bu garip arı­ za genelde yineleniyordu. Zacharius Usta'ya ulaşmak istediler, ama boşuna; yaşlı adam çok hastalandı ve kızı onu, sitem ve suçlamalarla son bulan o bitmek bilmez ziyaretlerden uzak tutmayı başardı. İlaç ve hekimler, sebebini bir türlü kestire­ medikleri bu inorganik çöküş karşısında aciz kaldılar. İhtiyarın kalbi bazen çarpmayı bırakır gibi oluyor, ama sonra yeniden atmaya başlı­ yordu. Ustaların eserlerini belli bir sürenin ardın­ dan halkın beğenisine sunma adeti o zaman da vardı. Farklı meslek birliklerinin başkanları yapıtlarının mükemmellik ve yeniliğiyle sivril­ meye çalışıyorlardı. Zacharius Usta'nın hali en çok onlar arasında merhamet uyandırdı, ama bu çıkarcı bir acımaydı; rakipleri ondan ne kadar az korkarlarsa, o kadar çok acıyorlardı. Herkesin hayran olduğu, Fransa, İsviçre ve Al­ manya kentlerinde en yüksek fiyatlara ulaşan, hareketli figürlerle süslü muhteşem duvar ve masa saatlerini, alarmlı cep saatlerini hala ha­ tırlıyorlardı. Gerande ve Aubert'in sebatkar bakımları sayesinde sağlığı biraz düzelir gibi olan Zacha­ rius Usta, nekahet döneminin sağladı bir nevi huzur içinde, zihnini yiyip bitiren düşünceler-

30

JULES VERNE

den sıyrılıp, hayatını gözden geçirebildi. Kızı, ilkbahar güneşinin ışıklarıyla yeniden güç ka­ zansın diye, onu evden dışarı sürükledi. Ayrı­ ca, durmadan hoşnutsuz müşterilerin akınına uğrayan o evden uzaklaşmasında ziyadesiyle fayda vardı. Aubert atölyede kalıyor, o asi sa­ atleri boş yere söküp yeniden topluyordu. Ara­ da bir, ustası gibi delirme korkusuyla, başını ellerinin arasına alıyordu. Bu gibi zamanlarda Gerande babasını ken­ tin en hoş gezinti yerlerine yönlendiriyor, ba­ zen Zacharius Usta'nın koluna girip, manza­ ranın Cologny Tepesi ve göl üzerinden Savo­ ie'daki Yvoire'a kadar uzandığı Saint-Antoine tarafına götürüyordu. Arada bir, havanın gü­ zel olduğu sabahlarda, ufukta yükselen Buel Dağının devasa dorukları görülebiliyordu. Gerande, hafızası yolunu şaşırmışa benzeyen babasının neredeyse hiç tanımadığı bütün o yerlerin isimlerini tek tek sayıyor ve ihtiyar saatçi anısı zihninde yitip gitmiş tüm bu şey­ leri öğrenmekten çocukça bir zevk alıyordu. Ya da genç kız, Mont-Blanc'ın mağrur zirve­ sini hayranlıkla seyretmek üzere, Ferney1 yo­

lunu tutuyordu; Zacharius Usta'nın aklına atıl düşünceleri geri getiriyor ve birinin beyaz di­ ğerinin sarı saçları batan güneşin ışığında bir­ birine karışıyordu. 1

Ferney "Saatçi Tanrı" kavramını icat eden Voltaire'in uzun yıllar yaşadığı yerdir.

ZACHARIUS USTA

31

Aslında hiçbir şey ihtiyar için yalnızlıktan daha tehlikeli olamazdı, zira insan böyledir, her şeyi kendisiyle, kendini de her şeyle karşılaştı­ nr ve o andan itibaren mutluluk ve mutsuzluk sadece kendini kıyasladığı nesnelere bağlı olur. Yeniden düşünmeye başlayan o zihinde başka bir sonuç daha baş gösteriyordu; yaşlı saatçi bu dünyada yalnız olmadığının farkına vardı; kızının genç ve güzel, kendininse yaşlı ve yorgun olduğunu görünce, ölümünden son­ ra onun yalnız ve desteksiz kalacağını düşü­ nerek, çevrelerini gözden geçirdi. Cenevre'nin birçok genç işçisi zaten ona kur yapmış, fakat hiçbiri bu ailenin sürdürdüğü, nüfuz edilmesi imkansız inziva yaşamına sızmayı başarama­ mıştı. O yüzden, yaşamının belli bir iyileşme gösterdiği sırada ihtiyarın tercihinin iyi kalp­ li Aubert Thün'e yönelmesi gayet tabiiydi. Bu düşünceye bir kez kapılınca, çok geçmeden, aynı fikir ve inançlarla yetişmiş bu iki genç insanın bazı hoş duygu akışlarında birleştik­ lerini fark etti ve yüreklerinin salınımlarının eşzamanlı olduğunu görerek, bir gün bunu Scholastique'e de söyledi. Sevinçten kelimenin tam anlamıyla deliye dönen yaşlı hizmetçi, bu haberi on beş dakika­ ya kalmadan bütün şehrin öğreneceğine, ko­ ruyucu azizesi üstüne ant içti. Zacharius Usta onu sakinleştirmekte epey zorlandı ve sonun­ da bu sırrı koruyacağına dair söz aldı, ama yaşlı kadın çenesini tutamadı.

32

JULES VERNE

Öyle ki, kendilerinden habersiz, daha şim­ diden bütün Cenevre'de Gerande ve Aubert'in yakında evlenecekleri konuşulmaya başlamış­ tı. Lakin bu konuşmalar sırasında sık sık tuhaf ve alaycı bir gülüşün, "Gerande Aubert'le evlen­ meyecek," diyen bir sesin duyulduğu oluyordu. Konuşanlar, başlarını çevirdiklerinde, kar­ şılarında tanımadıkları, ufak tefek bir ihtiyar buluyorlardı. Bu tuhaf adamın yaşını kimse kestiremi­ yordu. Çok uzun yıllar, hatta asırlardır var ol­ duğu tahmin ediliyordu, ama hepsi bu kadar. Genişliği beden boyuna eşit omuzları üzerin­ de, kocaman, basık bir kafa yer alıyordu; boyu üç ayağı geçmiyordu; böyle acayip bir şahsiyet sarkaçlı saat tarzı bir kaide üzerinde iyi durur­ du; kadran tabii ki yüzünde yer alır ve sarkaç göğsünde keyfince salınırdı. Burnu öyle ince ve sivriydi ki, bir güneş saatinin çubuğu zan­ nedilebilirdi; ayrık ve eğri yüzeyli dişleri çark dişlilerini andırıyor ve dudakları arasında gı­ cırdıyordu; sesi bir zilin madeni tınısına sahip­ ti ve kalbinin saatin tik takları gibi attığı du­ yulabiliyordu. Kolları kadrandaki ibreler gibi hareket eden bu küçük adam yavaş ve aksak yürüyor, asla arkasına dönmüyordu. İzlendi­ ğinde, saatte bir fersah kat ettiği ve ilerleyişi­ nin neredeyse dairesel olduğu fark ediliyordu. Kentte gezmeye, daha doğrusu dolaşmaya başlayalı kısa bir süre olmuştu; her gün, gü­ neşin meridyenden geçtiği sırada, Saint-Pierre

ZACHARIUS USTA

33

Katedralinin önünde durup, öğleni bildiren ça­ nın on iki vuruşunu müteakip, yoluna devam ediyordu; bu belli an haricinde, yaşlı saatçiden bahsedilen her konuşmada birdenbire zuhur ediyor gibiydi. Herkes, korku içinde, Zachari­ us Usta'yla bu tuhaf yaratık arasında ne gibi bir bağlantı olduğunu merak ediyordu. Üste­ lik, yeni gezintilerinde ihtiyar ve kızını gözden ayırmadığı fark ediliyordu. Bir gün Gerande, asmalı yolda, adamın gü­ lerek kendisini seyrettiğini gördü; ürkerek ba­ basına sokuldu. "Neyin var, Gerande'cığım?" diye sordu Zacharius Usta. "Bilmem," diye yanıtladı genç kız, aldırmaz bir edayla. "Seni değişmiş görüyorum, evladım! Sen de mi hastalanacaksın yoksa? Gerçi sorun değil," diye ekledi ihtiyar mahzun bir tebessümle, "O zaman benim sana bakmam gerekir ki bu, sağ­ lığımın düzelmesini bile sağlayabilir." "Ah! Hayır, hiçbir şeyim yok, babacığım; sa­ dece üşüdüm; sanırım . .." "Evet, ne? Konuşacak mısın, Gerande?" "Durmadan bizi izleyen şu adamın varlığı yüzünden," diye cevap verdi genç kız, alçak sesle. Zacharius Usta bodur ihtiyara doğru döndü. "Doğrusu iyi çalışıyor," dedi hoşnut bir ta­ vırla. "Saat tam dört. Hiç korkma, kızım, o bir insan değil, saat!"

34

JULES VERNE

Gerande babasına dehşetle baktı. Zacharius Usta o yaratığın suratından saati nasıl okuya­ bilmişti ki? "Sahi, birkaç gündür Aubert'i görmez ol­ dum," diye devam etti, az önceki hadiseye ilgi­ sini kaybeden yaşlı saatçi. "Oysa yanımızdan hiç ayrılmıyor, babacı­ ğım," diye karşılık verdi, o sevgili ismi duyun­ ca düşünceleri daha yumuşak ve aydınlık bir renk alan Gerande. "Ne yapıyor, peki?" "Çalışıyor, babacığım. " "Ha! Saatlerimi onarmaya çalışıyor, öyle değil mi? Ama asla başaramayacak, zira bu ta­ mir değil, gerçek bir diriliş olurdu." Gerande suskun kaldı. "Şeytanın salgın hastalığa yakalattığı şu la­ netli saatlerden getirilip getirilmediğini öğren­ mem lazım!" Zacharius Usta bu sözlerin ardından, ko­ nutunun kapısını çarparak örtene kadar mutlak bir sessizliğe gömüldü. Gerande üz­ gün bir halde odasına giderken, yaşlı saatçi ilk kez atölyesine indi; kapıdan geçtiği sı­ rada, duvarda asılı sayısız saatten biri beşi vurdu. Normalde, hayran olunacak derecede hassas ayarlanmış farklı saatlerin hep bir­ den çaldıkları duyulur ve seslerinin uyumu ihtiyarın yüreğini mutluluktan coştururdu; ama o gün, bütün ziller büyük bir düzensiz­ likle, peş peşe çınladı. Öyle ki on beş dakika

ZACHARIUS USTA

35

boyunca birbirini izleyen gürültüleri kulak­ ları sağır etti. Zacharius Usta korkunç acı çe­ kiyordu; yerinde duramıyordu; müzisyenleri üzerinde hakimiyetini yitirmiş bir orkestra şefi gibi, duvar saatlerinin birinden diğerine koşup, aynı tempoda çalmaları için boşuna yalvarıyordu. Son ses de kesildiğinde, atölyenin kapısı açıldı ve Zacharius Usta, karşısında gözlerini dikmiş kendisine bakan o tuhaf bodur ihtiyarı görerek, baştan ayağa ürperdi. "Sizinle biraz konuşabilir miyiz, usta?" dedi adam. "Kimsiniz siz?" diye sordu saatçi, sertçe. "Yalnızca bir meslektaş, o kadar. Güneşi ayarlamakla görevliyim." "Güneşi siz mi ayarlıyorsunuz?" diye heye­ canla karşılık verdi Zacharius, istifini bozma­ dan. "Madem öyle, bu hususta pek iltifat ede­ meyeceğim size! Güneşiniz iyi işlemiyor, biz de ona uymak için saatlerimizi kah ileri kah geri almak zorunda kalıyoruz!" "Şeytanın çatallı ayağı adına! Haklısınız, ustacığım; güneşim öğleni hep aynı saatte gös­ termiyor; fakat pek yakında bunun dünyanın güneş çevresindeki hareketinden ileri geldiği anlaşılacak ve bu farklılıkları dengeleyecek bir tür ortalama gün icat edilecek." "Ya! O dönemde ben hala yaşıyor olacak mı­ yım, peki?" diye sordu, gözleri canlanan yaşlı saatçi.

36

JULES VERNE

"Elbette," diye karşılık verdi ufak tefek ih­ tiyar, gülerek. "Siz öleceğinize inanabiliyor musunuz?" "Maalesef! Çok hastayım zaten!" "Sahi, o meseleden bahsedelim. Beelzebub1 aşkına! Bu bizi sizinle konuşmak istediğim asıl konuya götürecek." Acayip şahsiyet, bu lafları ettikten sonra teklifsizce kendini eski deri koltuğa bıraktı ve kurukafaların altına çatılan çıplak kemikler gibi bacak bacak üstüne attı. Ardından alaycı bir tonda sözünü sürdürdü: "Söyleyin bakalım, Zacharius Usta, bu güzel Cenevre şehrinde neler olup bitiyor? Sağlığını­ zın bozulduğu, cep saatlerinizin ilaca ihtiyacı olduğu konuşuluyor!" "Sonuçta siz de onların yaşamıyla benimki arasında yakın bir alaka kuruyorsunuz, öyle mi?" diye bağırdı Zacharius. "Ben onların eksikleri, hatta kusurları oldu­ ğunu düşünüyorum. O yosmalar doğru düz­ gün bir gidişat arz etmiyorlarsa, bozuklukla­ rının cezasını çekmeleri adildir. Bence biraz derlenip toparlanmaya ihtiyaçları var " "Kusur derken ne kastediyorsunuz?" dedi Zacharius Usta, bu sözlerin söylenişindeki alaycı ton yüzünden kızararak. "Ortaya çı­ kışlarından ve güzelliklerinden gurur duyma hakları yok mu?" .

1

Şeytanlar şeytanı, cehennem meleği -çn.

ZACHARIUS USTA

37

"Pek yok, pek yok, ünlü bir ad taşıyorlar ve kadranlarında dünyaca meşhur bir imza kazı­ lı; en asil ailelere girmek, kararlarına yön ver­ mek, çeşitli projelerini düzenlemek gibi müs­ tesna bir ayrıcalığa sahipler. Hal böyleyken, sizin yılgınlık ve güçsüzlüğünüzü görmekten şikayetçi olmaları gerektiğini düşünmüyor

38

JULES VERNE

musunuz; zira artık Cenevre'deki çırakların en beceriksizi bile kendini sizden üstün tutuyor, Zacharius Usta." "Benden, ha, benden, Zacharius Usta'dan!" diye haykırdı ihtiyar, müthiş bir kibre kapılarak. "Evet, Zacharius Usta, saatlerini yeniden canlandıramayan sizden!" "Ama benim ateşim var," diye cevap verdi yaşlı saatçi, tüm vücudu soğuk soğuk terlerken. "Madem öyle, sizinle beraber ölecekler, çünkü zembereklerinize tekrar esneklik ka­ zandırmaktan acizsiniz." "Ölmek mi?! Yok, hayır, kendiniz söyledi­ niz; ben, çeşit çeşit parçalar ve türlü çarklar vasıtasıyla hareketi ayarlamayı bilen, dünya­ nın bir numaralı saatçisi, ölemem! Sonsuzluğu kesin kurallara bağlamadım mı? Üstün bir şe­ kilde düzenleyemiyor muyum onu? Usta bir el, yüce bir deha gelip, o yolunu şaşırmış saatleri düzene sokmadan evvel, insanın kaderi han­ gi muazzam dalgaya gömülmüştü? Yaşamın eylemleri hangi kesin harekete bağlanabiliyor­ du? Ama siz, insan ya da şeytan, kim olursanız olun, tüm bilimleri yardıma çağıran, insanlı­ ğın bütün varoluşunu kucaklayan ve yenilmez bir şekilde onun teori ve pratiklerine kanşan sanatımızın ihtişamını hiç düşünmediniz ga­ liba! Hayır! Hayır! Zacharius Usta ölemez! Zira zamanı ben düzenlediğime göre, benle birlikte zaman da son bulur; dehamın içinden söküp çıkarmayı becerdiği şu sonsuzluğa geri döner

ZACHARIUS USTA

39

ve hiçliğin dipsiz kuyusunda, telafisi imkansız bir şekilde yitip gider. Hayır, benim kuraları­ ma tabi olan bu evrenin yaratıcısı kadar ölüm­ süzüm; ona denk, gücüne ortak oldum: Tanrı ebediyeti yarattıysa, Zacharius Usta da zama­ nı yarattı." Yaşlı saatçi, o an, cennetten kovulmuş me­ leğe benziyor, başının çevresinde kibir ışıkları birbirine karışıyordu. Bodur ihtiyar onu bakı­ şıyla okşuyordu; Zacharius'a tüm bu günahkar taşkınlığı o üflüyor gibiydi. "Güzel konuştunuz, usta," diye karşılık verdi ciddi bir edayla, "Beelzebub'un kendini Tanrı'yla karşılaştırmaya sizden az hakkı var­ dı! Şanınız helak olmamalı; o yüzden, sadık hizmetkarınız olarak, o asi saatleri alt etmenin yolunu göstermek istiyorum size." "Neymiş o yol?" diye bağırdı Zacharius Usta. "Bana kızınızı verişinizin ertesi günü öğreneceksiniz." "Kızım Gerande'ı mı?" "Ta kendisi!" "Kızımın kalbi boş değil," diye ciddiyetle ce­ vapladı Zacharius Usta. Bu talep onu gücendirmiş veya şaşırtmışa benzemiyordu. "Of! Saatlerinizin en az güzel olanı değil, ama sonunda o da duracak." "Kızım, Gerande'ım!. .. Asla!..." "Peki, Zacharius Usta, uğraşıp durun öyley­ se; saatlerini söküp yeniden toplayın; kızınızla

40

JULES VERNE

çırağınızın evliliğini hazırlayın!... En iyi çelik­ ten yapılmış yaylarınıza su verin: Damadınız ve nişanlısını kutsayın, fakat saatlerinizin asla çalışmayacağını ve Gerande'ın Aubert'le ev­ lenmeyeceğini unutmayın!" Bunun üzerine bodur ihtiyar bıyık altından gülerek çıkıp gitti, ama Zacharius Usta'nın göğsünde saatin altıyı çaldığını duyamayacağı kadar hızlı değil.

iV •





SAINT-PIERRE KiLiSESi

Zihnen ve bedenen gitgide zayıf düşen Zacha­ rius Usta uğursuz günler geçiriyordu; ancak olağanüstü bir heyecanla, saatçilik işlerine hiç olmadığınca ateşli bir şekilde geri dönmüştü ve kızı artık onu bundan caydıramıyordu. Tuhaf ziyaretçisinin onu haince teşvik et­ tiği o günahkar konuşmadan beri, kibri daha da artmıştı; çalışma ve bilim sayesinde, üze­ rine çöken lanetli etkinin ağırlığının hakkın­ dan gelmeye karar verdi. İlk önce kentteki, bakımından sorumlu olduğu muhtelif saatleri ziyaret etti; titiz bir dikkatle, çarkların iyi du­ rumda, millerin sağlam, denkleştirme ağırlık­ larının tam dengede olduğundan emin oldu. Hastasının göğsünü dinleyen hekimin düşün­ celi ciddiyetiyle, zillerin çanlarına kadar her şeyi kontrol etti: Tuncun çıkardığı ses mükem­ meldi. Zacharius Usta'nın yapıtlarını öldüren şu hayret verici salgının o saatlere de bulaştı­ ğını gösteren hiçbir şey yoktu. Gerande ve Aubert bu ziyaretlerde çoğu za­ man ona eşlik ediyorlardı. Yaşlı saatçi bu iki

42

JULES VERNE

soylu varlığın kendi üzüntüsünden ötürü te­ laşlandıklarını görmekten zevk alıyor olmalıy­ dı. Kuşkusuz, kendi varoluşunun sevdiği bu iki insanınkiyle devam edeceğini düşünerek, ço­ cuklarda daima babanın hayatından bir şeyler kaldığını kabul etse, yaklaşan sonunu bu den­ li kafaya takmazdı. Genç kız ve genç işçinin mutlulukları, insanca acıların görünümünden doğan melankolik duygudaşlıktan hissedili­ yordu; böyle olmasa, bu sık görüşmeler kalp­ lerinde anlatılmaz bir cazibe uyandırırdı; ama birçok kez, ihtiyarın alnında oluşan kibir belir­ tilerinden dehşete kapıldılar. "Korkuyorum! ... Korkuyorum!... Bu benim babam değil artık," dedi Gerande, Zacharius Usta'nın Saint-Pierre Kilisesi kulelerinin tepe­ sinde kibrin ebediyen lanetlediği karanlıklar hayaletine dönüşür gibi olduğu bir gün. Yaşlı saatçi, eve dönünce, ateşli bir sabır­ sızlıkla, yeniden işe koyuldu: Her ne kadar başaramadığından emin olsa da, bu hala ona imkansız gibi geliyordu; ama ne yapsa nafiley­ di, umutsuzluk onu saçlarından yakaladı. Aubert'e gelince, delikanlı saatlerdeki dur­ gunluğun nedenlerini bulmak için boşuna kafa patlatıyordu. "Usta," diyordu, "Bu durum millerin yıpran­ masından, dişlilerin yalama olmasından kay­ naklanıyor herhalde." "Beni yavaş yavaş öldürmekten zevk mi alıyorsun, nedir?" diye öfkeyle cevap veriyor-

ZACHARIUS USTA

43

du Zacharius Usta. "Bu saatler bir çocuğun eseri mi? Parmaklarıma vurma korkusuyla, tornada bakır parçaların yüzeyini mi boz­ dum? İyice sertleşsinler diye bizzat dövme­ dim mi onları? Zembereklere nadir rastlanan bir mükemmellikle su verilmedi mi? İçlerine işleyecek daha hassas yağlar kullanılabilir miydi? Bunun imkansız olduğunu sen de ka­ bul edersin ve sonunda işe şeytanın karıştığı­ nı itiraf edersin!" Üstelik sabahtan akşama dek eve akın eden hoşnutsuz müşteriler, hangi birini dinleyece­ ğini şaşıran yaşlı saatçiye kadar ulaşıyorlardı. "Bu cep saati geri kalıyor," diyordu biri, "bir türlü ayarlamayı beceremiyorum!" "Bunun da inadı inat," diye sözü alıyordu bir başkası, "tamamen durdu, Yuşa'nın güne­ şinden1 farksız!" "Sağlığınızın saatlere etki ettiği doğruysa, bir an önce iyileşin, Zacharius Usta!" diye de­ vam ediliyordu. İhtiyar tüm bu insanlara bezgin gözlerle ba­ kıyor ve sadece başını şaşkın şaşkın sallayarak ya da acınası lakırdılarla karşılık veriyordu: "İlk güzel günleri bekleyin!. .. Çökmüş be­ denlerde yaşamın kıpırdamaya başladığı mevsimdir o; güneşin gelip hepimizi ısıtması lazım!" 1

Musa'nın varisi Yuşa'nın, bir savaş sırasında, Tann'ya yakanp güneşi durdurarak, batmasını engellendiği söylenir -çn.

44

JULES VERNE

"Saatlerimiz kışın hastalanacak olursa yan­ dık desenize! Kadranlarında adınızın açıkça yazdığını biliyorsunuz. . . Kutsal Bakire aşkına! İmzanızı onurlandırmıyorsunuz, Zacharius Usta!" Bu sitemlerden utanç duyan ihtiyar, sonun­ da eski, oymalı dolabından birkaç altın çıka-

ZACHARIUS USTA

45

np, işe yaramaz saatleri geri aldı. Haberi işiten müşteriler sürü halinde başına üşüştüler ve yoksul evin parası çabucak suyunu çekti; geri­ ye yalnızca tüccarın Cenevreli dürüstlüğü kal­ dı. Gerande kendisini doğruca yıkıma götüren bu aşın hassasiyeti tüm kalbiyle onayladı ve çok geçmeden Aubert birikimlerini Zacharius Usta'ya verdi. "Kızım ne olacak?" diyordu yaşlı saatçi o batışta bazen babalık sevgisinden ileri gelen duygulara sarılarak. Aubert gelecekten umutlu olduğunu ve Gerande'a büyük bir bağlılık duyduğunu söyle­ meye cesaret edemedi. O gün Zacharius Usta, kızının varoluşunu güvenceye almak ve hala kulaklarında uğuldayan şu uğursuz sözleri -"Gerande Aubert'le evlenmeyecek"- yalanla­ mak için ona "damadım" diye hitap etti. Mamafih yaşlı saatçi, bu tazminat sistemi yüzünden varını yoğunu kaybetme noktasına geldi; eski, antika vazoları yabancı ellere geçti; konutunun duvarlarını kaplayan, meşe ağa­ cından incelikle oyulmuş, muhteşem güzellik­ te panolarından ayrıldı; ilk Flemenk ressamla­ ra ait birkaç naif resim çok geçmeden kızının gözlerine zevk vermez oldu ve alıcıların zara­ rını karşılamak için, dehasının icadı kıymetli aletlere kadar her şey satıldı. Yalnızca Scholastique bu hususta hiçbir şey duymak istemiyor, ama gayretleri efen­ disini mahva sürükleyen yılışıklann eve gelip

46

JULES VERNE

biraz sonra bazı değerli eşyalarla geri çıkma­ larına mani olamıyordu. O yüzden uzun sü­ redir tanındığı adanın bütün sokakları onun gevezelikleriyle çınlıyordu; Zacharius hakkın­ da dolaşan sihir ve büyücülük söylentilerini yalanlamaya uğraşıyordu, fakat aslında ken­ disi de bunların doğruluğuna inandığından, kutsal yalanlarını telafi etmek için habire dua ediyordu. Saatçinin uzun zamandır dini görevlerini yerine getirmeyi bırakmış olduğunu herkes fark etmişti; eskiden ayinlerde Gerande'a re­ fakat ediyor ve dualarda, güzel zihinlerden et­ rafa yayılan entelektüel cazibeyi buluyor gibi görünüyordu; çünkü dua hayal gücünün en yüce egzersiziydi. ihtiyarın kutsal adetlerden bu iradi uzaklaşması, hayatındaki gizli uygu­ lamalarla da birleşince, büyücülük suçlama­ larını bir bakıma haklı çıkarıyordu. O yüzden Gerande, babasını hem Tanrı'ya hem de dün­ yaya geri döndürmek gibi bir çifte amaçla, dini yardıma çağırmaya karar verdi; Katolikliğin bu can çekişen ruha biraz canlılık katabileceğini düşündü; ama iman ve tevazu dogmalarının

baş edilmez bir kibirle savaşması gerekiyordu; o dogmalar, temel ilkelerin doğduğu sonsuz kaynağa kadar çıkmaksızın her şeyi kendisiyle ilişkilendiren bilimin gururuna tosluyorlardı. Genç kızın, babasının hayatını sardığı din­ sel inayetin sonsuz çekiciliklerini ortaya serişi bu şartlarda gerçekleşti; onu gerçek dünyaya

ZACHARIUS USTA

47

döndürmeyi beceremese de, aracı güçlerin ka­ ranlık alanlarından, inancın ve ilahi aydınlan­ manın üstün alemine geçirmeyi umuyordu; uğursuz atılımlan maddeciliğin dolambaçlı yalarında kaybolmak yerine kutsal bir amaca yönelse babası kurtulurdu. Ne olursa olsun, yaşlı saatçi, kuşkusuz far­ kında olmadan, gelecek pazar Saint-Pierre Ki­ lisesinde yapılacak büyük ayine katılmaya söz verdi; Gerande, sanki gökyüzü gözlerinde ara­ lanmış gibi, bir mutluluk ve coşku anı yaşadı; Scholastique kendini tutamadı ve en nihayet efendisini dinsizlikle suçlayan dedikoduculara karşı çarpıcı kanıtlar ileri sürdü. Komşularına, dost ve düşmanlarına, tanı­ dık tanımadık herkese bunlardan bahsetti. "Açıkçası, bu söylediklerinize pek inanamı­ yoruz, Scholastique Hanım," diye cevap verdi­ ler ona. "Zacharius Usta oldum olası şeytanla birlikte hareket etmiştir!" "Demek ki efendimin saatlerinin çınladığı güzel çan kulelerini hesaba katmamışsınız; kim bilir kaç kez dua ve ayin saatlerini çal­ dırmıştır!" "Ona şüphe yok," diye yanıtlıyorlardı, "ama kendi başına işleyen ve gerçek bir insanın işini yapmayı başaran makineler icat etmedi mi?" "Peki, İblis'in çocukları Cenevre kentinin satın alacak kadar zengin olmadığı şu güzel demir saati yapabilir miydi?" diye öfkeyle de­ vam ediyordu Scholastique. "Her saat başı,

48

JULES VERNE

ne yapılması gerektiğini belirten güzel bir söz görünüyordu, hem de bu her mevsim ve her gün için geçerliydi; çalışma, sadaka, dua, dinlenme, her şey özenle düzenlenmişti ve o saatin doğru tavsiyelerine uyan bir Hıristiyan dosdoğru cennete giderdi! - Şeytan işi bu mu­ dur yani?" O şaheser gerçekten de Zacharius Usta'nın şöhretini göklere çıkarmıştı; lakin aynı vesi­ leyle büyücülük suçlamaları da genelleşmişti. Bununla birlikte, ihtiyarın Saint-Pierre Kilise­ sine geri dönüşünün dedikoducuları mutlak bir sessizliğe gömmesi gerekiyordu. Zacharius Usta, kuşkusuz kızına verdiği sözü unutarak, atölyesine geri dönmüştü; ölü saatleri canlandırmaktaki acizliğini gördükten sonra, yenilerini yapmayı denemeye karar ver­ di; tüm o hareketsiz cisimleri, şehirde durmuş olan bütün saatleri gözden çıkarıp, her parçası özenle ayarlanmış kristal saati bitirmeye ko­ yuldu; ama ne kadar uğraşsa da, en mükem­ mel aletlerinden yararlanıp, millerin sürtün­ mesine dayanıklı yakut ve elmas kullanarak tek kelimeyle bir başyapıt meydana getirse de, en nihayet biten saat daha ilk kuruşunda elle­ rinde parçalandı. Zavallı ihtiyar bu olayı herkesten, kızından bile sakladı; lakin o andan itibaren hayatı bir sarkacın son salınımlarından başka bir şeye benzemez oldu; gitgide zayıf düşüyor, takati azalıyor, hiçbir şey ona ilk gücünü veremiyor-

ZACHARIUS USTA

49

du; sanki yerçekimi yasaları, üzerinde doğru­ dan etki ederek, onu karşı konuşmaz bir şekil­ de mezara sürüklüyordu. Gerande'ın büyük bir sabırsızlık ve hevesle arzuladığı pazar günü sonunda geldi. Hava gü­ zel, sıcaklık keyif vericiydi; Cenevre sakinleri şehrin sokaklannda, ilkbahann dönüşüne dair neşeli sohbetler eşliğinde sakin sakin yürüyor­ lardı. Gerande, dikkatle ihtiyarın koluna girip, Saint-Pierre'e doğru yöneldi; Scholastique de peşlerinden giderek, dua kitaplarını taşıyordu. Önlerinden geçtikleri insanlar onlan, tuhaf gö­ rüşlerinden kaynaklanan saygılı bir merakla süzüyorlardı; İhtiyar bir çocuk gibi, daha doğ­ rusu bir kör gibi idare edilmeye izin veriyor­ du; Saint-Pierre cemaatinin müminleri kilise eşiğini aşan yaşlı ustayı neredeyse bir dehşet duygusuyla fark ettiler; hatta o yaklaşırken geri çekilir gibi yaptılar. Büyük ayinin ilahileri daha şimdiden yan­ kılanıyordu; Gerande alışılmış sırasına gidip, derin bir saygıyla diz çöktü; Zacharius Usta marazi kayıtsızlığıyla onun yanında ayakta durdu; mesnetleri Roma tarzı kalın sütunlara dayanan sağlam tonozlar onu sofuların yap­ tıklan gibi eğilmeye zorlamıyordu; kafasında her zamanki düşünceler dönüp duruyordu. Ayin merasimleri o inançlı dönemlerin gör­ kemli ciddiyetiyle cereyan etti; fakat ihtiyar inanmıyordu. Kyrie'nin acı dolu haykınşlanyla Tanrı'nın merhameti için yalvarmadı; Gloria

50

JULES VERNE

söylenirken, ilahiye katılıp göklerin ihtişamını övmedi. Kutsal İncil'in okunması onu maddeci düşlerinden çekip çıkarmadı ve Credo'nun Katolik saygı ifadelerine eşlik etme­ yi unuttu; kibirli ihtiyar hiç oturmadan, asla diz çökmeden, taştan bir heykel gibi hareket­ siz, duyarsız ve sessiz dikiliyordu; fakat Missa Ayininde ekmek ve şarabın İsa'nın et ve ka­ nına dönüşme mucizesini haber veren küçük çan çaldığı zaman, yaşlı adam maddi yaşa­ mından şiddetle koptu ve rahip ilahi mayasız ekmeği havaya kaldırdığı sırada, yenilmez bir kuvvet altında eğildi. Gerande ağlayarak babasına baktı ve göz­ yaşları dua kitabını ıslattı. O esnada Saint-Pierre'in saati on bir buçuğu çaldı; Zacharius Usta, mahzun bir tebessüm­ le, hala gayet güzel konuşan eski çan kulesi­ ne döndü; içerideki kadran dik dik kendisi­ ne bakıyormuş gibi geldi; ibre keyifle titredi; Zacharius'un yüreğine muazzam bir umut dol­ du; sanki Tanrı'nın inayeti esrarengiz etkileri­ ni üzerine boşaltıyordu; diz çöktü ve kuşkusuz dua etti; dindar çocuğunun eğilmiş bir melek tavrıyla kutsal sunağa yöneldiğini ve bu içsel mutluluklardan ışıl ışıl parlayarak kendisine geri döndüğünü görünce, gözkapakları yaşlar­ la kaplandı; kendini tutamayıp Gerande'ı bağ­ rına bastı, alnından öptü ve bu öpücük onun için kutsal bir ayin yerine geçti. Bu sahneyi gökteki meleklerden başka kimse görmedi. in excelsis

ZACHARIUS USTA

51

Ayin sona erdi; öğle vakti Angelus'un okun­ ması adettendi ve tören görevlileri iç avludan ayrılmadan evvel çan kulesindeki saatin öğle­ ni vurmasını bekliyorlardı; bu durum Zacha­ rius Usta'yı mutat düşünce düzenine geri gö­ türdü ve ihtiyar hızla, yelkovanı mükemmel

52

JULES VERNE

bir düzenlilikle işleyen kadrana doğru döndü; rahip sunağın basamaklarını inip, kutsal sa­ ati bekledi. Birkaç dakika sonra o dua Kutsal Bakire'nin ayaklarından öğle güneşinin ışıkla­ rına yükselecekti. Ama aniden tiz bir ses duyuldu; Zachari­ us Usta boğuk bir çığlık attı; kadrandaki bü­ yük ibre on ikinin üstüne gelince birdenbire durmuştu ve saat öğleni çalmadı. Gerande, sandalyesine devrilmiş vaziyette, cansız ve hareketsiz duran babasının yardımına koştu; birkaç hayırsever insan, tuhaf bir şaşkınlığın ortasında, onu kiliseden dışarı taşıdılar. "Ölümün darbesi bu!" diye düşündü Ge­ rande. Evine götürülen Zacharius Usta, tam an­ lamıyla yıkılmış bir halde, yatağına yatırıldı; daha yeni sönmüş bir lambanın etrafında do­ lanan son duman bulutlan gibi, bedeninin sa­ dece yüzeyinde can vardı artık. Kendine geldi­ ğinde, Aubert ve Gerande üstüne eğilmişlerdi; bu ölüm kalım anında, gelecek yaşlı adamın gözünde şimdiki zaman halini aldı; kızını yal­ nız, terk edilmiş, desteksiz kalmış olarak gör­ dü ve bu bir öngörü değildi. "Oğlum," dedi Aubert'e, "kızımı sana ve­ riyorum." Ve elini, böylece o ölüm döşeğinde birleşmiş olan iki evladına doğru uzattı. Lakin bir anda büyük bir öfkeyle doğruldu; aklına bodur ihtiyarın laflan geldi.

ZACHARIUS USTA

53

"Ölmek istemiyorum!" diye bağırdı. "Öle­ mem! Ben, Zacharius Usta, ölmemeliyim ... Defterlerim!... Hesaplarım?..." Bunu söyledikten sonra, içinde müşterile­ rinin adlarının ve onlara sattıklarının kayıtlı bulunduğu bir deftere doğru atıldı; hırsla say­ falarını karıştırdı ve bir deri bir kemik kalmış parmağı yapraklardan biri üzerinde durup ha­ reketsiz kaldı. "İşte!" dedi. "İşte burada!... Pittonaccio'ya sattığım şu eski demir saat! O geri gelmedi, demek hala duruyor, hala çalışıyor, hala yaşı­ yor!... Ah! Onu istiyorum! Onu bulacağım; ona öyle iyi bakacağım ki yüz yıl yaşayacağım!. .. Ve bayıldı. Aubert ve Gerande, birbirlerine baktıktan sonra, ihtiyarın yatağı başında diz çöküp, beraberce dua ettiler. "

v

ÖLÜM SAATİ

Azap verici birkaç gün daha geçti ve neredey­ se ölmüş haldeki adam, Zacharius Usta, se­ falet yatağından kalkıp, doğaüstü bir telaşla hayata geri döndü; kibirden yaşıyordu. Ama Gerande buna aldanmadı; babasının bedeni ve ruhu ebediyen yitip gitmişti. Yakınlarını dert etmeksizin son gücünü toplamakla meşgul ol­ duğu görülüyordu; inanılmaz bir enerji harcı­ yor, son derece hızlı yürüyor, araştırıyor, eski­ lerini satıyor ve gizemli sözler mınldanıyordu. Bir sabah Gerande babasının atölyesine indi; Zacharius Usta orada değildi. Genç kız bü­ tün gün onu bekledi; Zacharius Usta geri gel­ medi. Onun yokluğu boyunca hüngür hüngür ağlayan Gerande'ın göz pınarları kurudu, zira babası yeniden ortaya çıkmadı. Aubert kenti baştan sona kolaçan etti ve üzülerek, ihtiyarın orayı terk etmiş olduğu kanaatine vardı. "Peşinden gidelim, babamın peşinden gide­ lim," diye haykırdı Gerande, genç işçi acı habe­ ri getirdiğinde.

ZACHARIUS USTA

55

"Nerede olabilir ki?" diye sordu Aubert ken­ di kendine. Ansızın zihni bir esinle aydınlandı; Zachari­ us Usta'nın son lafları aklına geldi. . . Saatçi ar­ tık sadece şu eski demir saatle yaşar olmuştu; o saat ihtiyara iade edilmemişti!. .. Zacharius Usta onun peşine düşmüş olmalıydı. Aubert bu düşüncesini Gerande'a aktardı. "Babamın defterine bakalım," diye cevap verdi genç kız. İkisi beraber atölyeye gittiler. . . Defter çalış­ ma tezgahının üstünde açık duruyordu. Saat­ çinin teslim ettiği ve bozulduğu için bilahare geri gelen bütün malların üstü titrek bir elle silinmişti, biri hariç hepsi: "Senyör Pittonaccio'ya satılmış, hareketli figürlerle süslü ve zilli bir demir saat, Dents­ du-Midi'nin ortasındaki Andernatt Şatosuna teslim edildi." Yaşlı Scholastique'in defalarca ve övgülerle bahsettiği duvar saatiydi bu. "Babam orada!" "Hemen oraya gidelim, zavallı nişanlım," diye yanıtladı Aubert, "hala kurtarabiliriz onu!. .. " "Hayır, bu hayatta mümkün değil," diye mı­ rıldandı Gerande, "ama en azından öbür dün­ ya için." "Tanrı'nın yardımıyla mümkün, Gerande; Dents-du-Midi Dağları Cenevre'ye yaklaşık

56

JULES VERNE

yirmi saat mesafede yer alan ıssız doruklardır ve biz oraya varacağız ... Aynı akşam Gerande ve Aubert, peşlerinde yaşlı hizmetçileriyle, Cenevre Gölünün kıyı­ sı boyunca uzanan yolda, yayan olarak iler­ liyorlardı. Suez, Thonon veya Hermance'da durmadan, gece beş fersah yol aldılar; Drau­ se Çayını sığ yerinden güçlükle geçtiler; her yerde Zacharius için kaygılanıyorlardı ve çok geçmeden, onun izinden gittiklerinden emin oldular. Ertesi gün batımında, on iki fersah ötede İs­ viçre kıyısının göründüğü Evian'a ulaştılar; fa­ kat iki nişanlı o büyüleyici manzaraları ancak kederlerinin sisleri arasından fark edebildiler. Yorgunluğa doğaüstü bir güçle direniyorlar­ dı: Eğri büğrü bir sopaya dayanan Aubert kah Gerande'ın, kah Scholastique'in koluna giri­ yor, bitkin düşmüş yoldaşlarına destek olmak için yüreğinden üstün bir enerji çekip çıkarı­ yordu. Acılarından, zayıf umutlarından söz ederek, göl kıyılarını Chalais'nin yüksek tepe­ lerine bağlayan dar yaylanın eteğinde uzanan, hemen hemen su seviyesindeki o güzel yolu takip ediyorlardı. Kısa bir süre sonra, Rhône Nehrinin Cenevre Gölüne döküldüğü yerdeki Bouveret'ye vardılar. O şehirden itibaren, iz sürdükleri istikamet onları gölden uzağa sürükledi ve o çorak bitki örtüsünün ortasında yorgunlukları arttı. Çok geçmeden, sapa ve yarı boş Voudtay, Vionnaz "

ZACHARIUS USTA

57

ve Murey kasabaları arkalannda kaldı. Bu ara­ da, arazide granit çalılar gibi dikilen sivri tepe­ lerde dizleri büküldü, ayaklan parçalandı; ama ihtiyar önlerinden kaçıyor gibiydi. Ancak onu bulmak gerekiyordu ve ne o ıssız kasabaların ne de müştemilatıyla beraber Kont Herman de Kybourg'un eşi Marguerite de Savoie'nın mülkünü oluşturan Monthay Şatosunun mi­ safirperverliğinden faydalanarak istirahat et­ mek istediler. En nihayet, ikinci günün sonuna doğru, neredeyse yorgunluktan ölmüş vazi­ yette, Dents-du-Midi'nin dibinde yer almasına rağmen yine de Rhône'dan 600 ayak yüksekte bulunan Notre-Dame du Sex keşiş bannağına ulaştılar. Gece çökerken, keşiş üçünü de içeri aldı; zavallılann adım atacak halleri kalmamıştı ve orada, en azından dünyevi yaşamın birkaç te­ sellisiyle, dinin umutlanna yeniden kavuşabil­ diler. Keşiş onlara Zacharius Usta'yla ilgili hiçbir haber vermedi; o kasvetli yalnızlıklar içinde onu canlı bulabilmeyi ummak zordu. Gece de­ rindi, dağda kasırga ıslık çalıyor, sarsılan ka­ yalıklann tepesinde çığlar kımıldıyordu. Nişanlılar, keşişin ocağı önünde çömelmiş, başlanndan geçen acıklı hikayeyi anlatıyorlar­ dı. Kardan sırılsıklam olmuş giysileri karanlık bir köşede kuruyor ve dışandaki köpeğin iç ka­ rartıcı havlamalan, boranın uğultusuna kan­ şarak, tuhaf armoniler oluşturuyordu.

58

JULES VERNE

"Kibir iyilik için yaratılmış bir meleği yok etmiş," dedi keşiş konuklarına. "İnsanların ka­ derlerinin çarpıp tökezlediği engeldir o; bütün günahların kaynağı olan kibre hiçbir mantık karşı koyamaz, çünkü doğası gereği, kibirli kişi onları duymaya yanaşmaz ... Dolayısıyla, onun için dua etmekten başka yapacak bir şey yok­ tur." Dörd� birden diz çökmüşlerdi ki, köpeğin havlamaları ikiye katlandı ve inziva kulübesi­ nin kapısına vuruldu. "Şeytan adına açın!" diye bağırdı biri. "Tann adına açın!" Şiddetli uğraşlar neticesinde kapı boyun eğdi ve saçı başı darmadağın, yarı çıplak, bit­ kin bir adam belirdi. "Babacığım!" diye haykırdı Gerande. Gelen gerçekten de Zacharius Usta'ydı. "Neredeyim?" dedi. "Sonsuzlukta ... Zaman bitti. .. Saatler çalmıyor artık... İbreler durdu!" "Babacığım!" diye tekrarladı Gerande. Bunu öyle yürek paralayıcı bir coşkuyla söylemişti ki, ihtiyar adam canlılar alemine geri döner gibi oldu. "Sen buradasın, ha, Gerande'cığım!" diye bağırdı. "Sen de, Aubert!... Ah! Benim güzel ni­ şanlılarını, eski kilisemize evlenmeye geldiniz demek!" "Babacığım," dedi Gerande, onu kolundan tutarak. "Cenevre'deki evinize dönün, bizimle beraber geri gelin!"

ZACHARIUS USTA

59

İhtiyar kızının kollarından kurtulup, karın daha şimdiden eşiğine buz parçalan yığdığı kapıya yöneldi. ,, "Çocuklarınızı yüzüstü bırakmayın! dedi Aubert. "Neden, diye üzgün bir halde yanıtladı yaşlı saatçi, hayatımın zaten terk ettiği ve bir par­ çamın sonsuza dek gömüldüğü o yerlere niye döneyim ki?" "Ruhunuz ölmedi!" diye cevap verdi keşiş, ciddi bir sesle. "Tutun onu! Babamı alıkoyun!" diye haykır­ dı Gerande. Ama ihtiyar eşiği aşmış, gece ve karların içinde ileri atılmıştı: "İmdat! Ruhum benimdir!. .." diye bağırı­ yordu. Gerande, Aubert ve Scholastique peşinden koştular; geçilmez patikalardan yürüdüler; da­ yanılmaz bir kuvvet tarafından itilen Zachari­ us Usta fırtına gibi ilerliyordu. Kar çevrelerin­ de fır dönüyor, beyaz taneleri sellerin köpükle­ rine karışıyordu. Tebai Lejyonu katliamı anısına inşa edi­ len Veroliez Şapelinin önünden geçerlerken, Gerande, Aubert ve Scholastique telaşla haç çıkardılar: Zacharius Ustaysa başlığını dahi çı­ karmadı. . . "Ruhum.... 1 Ah.1 Hayır.... 1 o nun çarkları ıyı durumda!. .. Eşit aralıklarla çarptığını hissedi,, yorum. . .

60

JULES VERNE

"Ruhunuz maddi bir şey değil! Ruhunuz ölümsüz!" dedi keşiş sertçe. "Evet. . . Şöhretim gibi!... Ama Andernatt Şa­ tosuna hapsolmuş durumda ve onu tekrar gör­ mek istiyorum!" Keşiş istavroz çıkardı; Scholastique nere­ deyse cansız gibiydi; Aubert Gerande'ı kolları arasında destekliyordu. "Andernatt Şatosunda lanetli biri oturu­ yor," diye devam etti keşiş. "İnziva mahallimin haçını selamlamayan bir lanetli!" "Babacığım! Oraya gitme!. .. " "Ruhumu istiyorum! Ruhum benimdir!... " Sonunda, o harap ve bakımsız ovanın ortasında Evionnaz kasabası göründü: En katı­ laşmış yürek bile, eski Epauna kentinin yerine kurulmuş, uykuya dalmasa da o melankolik yalnızlıklarda kendinden geçmiş bu küçük ka­ sabayı görünce, şiddetli bir heyecana kapılırdı. Ama ihtiyar umursamadı bile; sola doğru yö­ neldi; sivri doruklanyla göğü delen, umut kın­ cı derecede çorak Dents-du-Midi Dağlarının en yüksek tepelerine tırmandı. . . Az sonra önün­ de, temelindeki kayalar kadar yaşlı ve karanlık bir harabe yükseldi. "İşte orada! Orada!. .. " diye haykırdı, dizgin­ lenemez adımlarını daha da hızlandırarak. Andernatt Şatosu o dönemde çoktan yıkın­ tıya dönmüştü; kalın, yıpranmış, yıkık dökük bir kule, şatoya ürkütücü bir şekilde hükmedi­ yor ve adeta, dibinde yükselen eski, Cermanya

ZACHARIUS USTA

61

tarzı, üçgen duvarları sonsuz çöküşüyle tehdit ediyordu. Bu muazzam taş yığınları çirkin bir görüntü arz ediyor, aralarında harap salonlar, çökmüş tavanlar, iğrenç kertenkele ve engerek yuvaları bulunduğu kestirilebiliyordu. İçeride, geceleri acayip çıtırtılann yüzyıllık tonozlar­ dan çöken mide bulandırıcı sise karıştığı, kut­ sallığı bozulmuş mezarlıkları andıran, sessiz avlular uzanıyor olmalıydı.

62

JULES VERNE

Andernatt Şatosuna erişim, içi moloz dolu bir hendeğe açılan, dar ve alçak bir yan kapı­ dan sağlanıyordu. Kim bilir hangi esrarengiz dünyaların sakinleri geçmişti oradan? Kuş­ kusuz bu yurtlukta, yarı haydut yarı derebe­ yi bir marki yaşamıştı; onun ardından eşkıya ve kalpazanlar gelmiş, suçlarının sahnesinde yakılmış, asılmış, kol ve bacaklarından atlara bağlanıp çekilerek parçalanmışlardı. Ve şüp­ hesiz, mehtaplı kış gecelerinde, Şeytan gelip, harabelerin devasa gölgesinin gömüldüğü de­ rin boğazların yamacında geleneksel ayinleri­ ni yönetiyordu. Zacharius Usta bu tüyler ürpertici görüntü­ den hiç korkmadı; hala peşinde talihsiz yoldaş­ larıyla, küçük kapıya ulaştı. Kimse geçmesine mani olmadı; gözlerinin önünde büyük ve ka­ ranlık bir avlu belirdi; onu katetmesini engel­ leyen de olmadı. Roma tarzı kemerleri ağır da­ yanaklanyla günışığını eziyormuş gibi görünen uzun koridorlardan birine çıkan bir tür eğik düzlemden yukan tırmandı. Fırtınalı gecelerde belli belirsiz şekillerin gezindiği bitmek bilmez galerilerden geçmesine kimse karşı çıkmadı. Zacharius Usta, meçhul bir gücün kıla­ vuzluğunda, yolundan emin görünüyor, hızlı adımlarla yürüyordu. Eliyle dokununca sarsı­ lan, kurt yenikleriyle dolu, eski bir kapıya var­ dığında, baykuş ve yarasalar başının etrafında çarpık daireler çiziyordu. Karşısına, diğerlerin­ den daha iyi korunmuş, kocaman bir salon çık-

ZACHARIUS USTA

63

tı; duvarları oymalı, yüksek panolarla kaplıydı ve Üzerlerinde kurtçuklar, gulyabaniler, ejder­ halar hayal meyal kaynaşıyor gibiydi. Mazgal deliğine benzer birkaç dar ve uzun pencere fır­ tınanın yaylım ateşi altında titriyordu. Salonun ortasına ulaşan Zacharius Usta aniden bir sevinç çığlığı attı. Duvara tutturulmuş demirden bir desteğin altında, bütün hayatının kaynağı duvar saati yer alıyordu; ferforje payandaları ve muhtelif ayin, dua ve ilahiler için tam bir ses düzenine sahip ağır çan kulesiyle, eski bir Roma kilise­ sini temsil ediyordu. Kilisenin ayin saatlerinde açılan kapısı üzerinde, ortasında iki ibrenin ha­ reket ettiği, başkemerine kadranın on iki saati kabartma halinde işlenmiş bir gülbezek oyul­ muştu; eşsiz bir şaheser söz konusuydu. Yaşlı Scholastique'in anlatmış olduğu gibi, kapıyla gülbezek arasındaki bakır bir çerçevede, günün her anının kullanımıyla ilgili bir vecize beliri­ yordu. Zacharius Usta vaktiyle bu özdeyişlerin sırasını gayet Hıristiyanca bir özenle düzen­ lemişti; dua, çalışma, yemek, aile şefkati, eğ­ lence ve istirahat saatleri dinsel disipline göre birbirini izliyordu ve bu tavsiyelere tam olarak uyana kesinlikle selamet vermesi gerekiyordu. Sevinçten sarhoş olan Zacharius Usta, sa­ ate el koymak üzereyken, arkasında tiz bir kahkaha patladı; geriye dönen saatçi, isli bir lambanın ışığında Cenevre'deki bodur ihtiyarı tanıdı!

64

JULES VERNE

"Siz, burada, ha?" Gerande korkmuştu ve doğrusunu söyle­ mek gerekirse, o ucube kadar, babasından da korkmuştu. Nişanlısına sokuldu. "Merhaba, Zacharius Usta," dedi ufak tefek adam. "Kimsiniz siz?" "Senyör Pittonaccio, emrınıze amadeyim! Bana kızınızı vermeye geldiniz; sözlerimi ha­ tırladınız! Gerande Aubert'le evlenmeyecek." Genç işçi Pittonaccio'nun üstüne atıldı, fa­ kat adam elinden bir gölge gibi kurtuldu. "Durun, Aubert!" dedi Zacharius Usta, sertçe. " İyi geceler," dedi Pittonaccio, arkasında en derin karanlığı bırakarak ortadan yok olurken. "Babacığım," diye bağırdı Gerande, "kaça­ lım bu lanetli yerden!... Babacığım. . . " Lakin Zacharius artık orada değildi; çökmüş katlarda Pittonaccio'nun hayaletini kovalıyor­ du. Scholastique, Aubert ve Gerande kocaman salonda titreyerek kalakaldılar; genç kız taş bir koltuğa yığılmıştı; yaşlı hizmetçi yanına diz çöküp dua etti; Aubert ayakta kalıp Gerande'a göz kulak oldu. Ara sıra karanlıkta soluk ışık­ lar geziniyordu. Sessizliği bozan tek şey, eski ahşapları kemiren hayvancıkların faaliyetiydi ve çıkardıkları sesler ölümün saatinden geli­ yor gibiydi. Günün ilk ışıklarıyla beraber, üçü birden, o taş yığınının altına yayılan bitmek bilmez mer­ divenlere atıldılar. İki saat boyunca, herhangi

ZACHARIUS USTA

65

bir canlıya rastlamaksızın, öylece dolaşıp dur­ dular ve "Babacığım!", "Zacharius Usta!" diye bağırışlarına karşılık veren uzak bir yankıdan başka bir şey duymadılar. Kah kendilerini ye­ rin yüz ayak altında buluyorlar, kah o vahşi dağlara tepeden bakıyorlardı. Sonunda tesadüf eseri, o sıkıntılı geceyi ge­ çirmiş oldukları geniş salona geri döndüler; ama salon artık boş değildi; Zacharius Usta ve Pittonaccio, biri ayakta ve ceset gibi kaskatı, öbürüyse mermer masanın üstünde çömel­ miş vaziyette, ciddi bir edayla konuşuyorlardı. Gerande'ı gören Zacharius gidip elinden tuttu ve Pittonacio'ya doğru götürerek: "İşte beyin ve efendin, kızım!" dedi. "İşte kocan, Gerande!" Genç kız baştan ayağa ürperdi. "Asla olmaz!" diye haykırdı Aubert. "Çünkü o benim nişanlım." "Asla!" diye yanıtladı Gerande, acıklı bir yankı gibi. Pittonaccio gülmeye başladı. "Benim ölmemi mi istiyorsunuz yani?" diye bağırdı ihtiyar. "Ömrüm oraya kapatılmış du­ rumda ve bu adam: 'Kızın benim olduğunda, bu saat de senin olacak,' dedi. Ve adam onu kurmak istemiyor; canı isterse saati parçala­ yıp, beni ölümün kollarına atabilir! Ah, kızım, ah! Demek beni sevmiyorsun artık!" "Babacığım," diye iç çekti, kendini toplayan Gerande.

66

JULES VERNE

"Yaşamımın kaynağından uzakta ne ka­ dar acı çektiğimi bir bilsen! Belki de bu saatin bakımı yapılmıyordu; belki yayları yıpranma­ ya, çarkları aşınmaya bırakılmıştı; ama şimdi onu kendi ellerimle yağlayıp ayarlayacağım; bu pek kıymetli sağlığı sürdürmek istiyorum, zira ben, Cenevre'nin ve dünyanın büyük sa­ atçisi, ölmemeliyim! Baksana, kızım, akrep ve yelkovanı nasıl da emin ve sağlam adımlarla ilerliyor. Bak, birazdan saat beşi çalacak, iyi dinle ve gözünün önünde belirecek güzel ve­ cizeyi gör." Duvar saatinin çanı Gerande'ın ruhunda acıyla yankılanan tuhaf bir gürültüyle beşi vurdu ve kırmızı harflerle yazılmış şu kelime­ ler göründü: "Bilim ağacının meyvelerini yemek gerek."

Aubert ve Gerande korkunç bir şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Bunlar Katolik saatçinin doğru yolu gösteren özdeyişleri değildi artık; Şeytan'ın soluğu oradan geçmiş olmalıydı. Ama Zacharius buna dikkat etmiyordu ve ko­ nuşmayı sürdürdü: "Duyuyor musun, Gerande'cığım? Yaşıyo­ rum, hala yaşıyorum! Düzenli nefes alıp veri­ şimi dinle; damarlarımda akan kanı fark et! . .. Hayır! Babanı öldürmek istemezsin. Yüz ya­ şına varayım ve Tann'nın kudretine erişeyim diye, bu adamı kocalığa kabul edersin!"

ZACHARIUS USTA

67

Bu günahkar sözler karşısında, yaşlı Scho­ lastique ıstavroz çıkardı. Pittonaccio'ysa lanet­ li bir kahkaha patlattı. "Hem �onra, onunla mutlu olacaksın, Gerande. Şu adama bir bak, Zaman o; yaşamın ruha gayet hoş gelen bir kesinlikle ayarlana-

68

JULES VERNE

cak! Gerande! Sana ben hayat verdiğime göre, sen de babana can ver!" "Gerande," diye mırıldandı Aubert, "senin nişanlın benim." "O da babam, dostum," diye cevap verdi ol­ duğu yere çöken Gerande. "Kızım senindir, Pittonaccio," dedi Zachari­ us Usta, "ama sözünü tutacaksın." "İşte, saatin anahtarı," diye yanıtladı bodur ihtiyar. Zacharius yayılmış bir karayılana benze­ yen uzun anahtarı aldı; duvar saatine koştu ve olağanüstü bir hızla kurmaya koyuldu. Zem­ bereğin gıcırtısı sinir bozucuydu. Saatçi anah­ tarı sürekli çeviriyor, kolu durmak bilmiyordu. Sanki bu döndürme hareketi iradesinden ba­ ğımsız gerçekleşiyordu. Yüzünü garip bir şe­ kilde buruşturarak, gitgide daha süratli çeviri­ yordu; sonunda bitkin düştü. "İşte, yüz yıl çalışacak kadar kuruldu!" diye haykırdı, korkunç bir sevinçle. Aubert salondan dışan deli gibi fırladı. Uzun uzun dönüp dolaştıktan sonra, o lanetli konutun çıkışını buldu ve kırlara atıldı. Notre­ Dame-du Sex inziva kulübesine geri döndü. Mukaddes zata öyle umutsuz laflar etti ki, ke­ şiş aynı akşam onunla Andernatt Şatosuna gitmeye razı oldu. Gerande o bunalımlı saatler süresince ağ­ lamadıysa, bunun nedeni gözlerinde dökecek yaş kalmamasıydı. Zacharius Usta o kocaman

ZACHARIUS USTA

69

salonu terk etmiyordu; dakika başı gidip eski saatin muntazam vuruşlarını dinliyor ve tüy­ ler ürpertici bir sevinçle gülümsüyordu. Bu sı­ rada saat onu çalmış ve Scholastique'in korku dolu gözleri önünde, gümüş çerçevede şu söz­ cükler belirmişti: "İnsan Tanrı'ya denk olabilir."

İhtiyar artık bu iğrenç özdeyişlere şaşırma­ makla kalmıyor, onları zevkle okuyor ve Pitto­ naccio çevresinde dönerek, onu acayip ve çap­ raşık kıvrılışlarla sararken, bu kibirli düşün­ celerden keyif alıyordu. Evlilik akdinin gece yansı imzalanması gerekiyordu. Neredeyse cansız haldeki Gerande doğru düzgün görmü­ yor, işitmiyor ve anlamıyordu. ·Sessizliği sade­ ce ihtiyarın iniltileri ve tırnaklan habire ölçü­ süzce uzayan Pittonaccio'nun alaycı gülüşleri bozuyordu. Saat on biri çaldı; Zacharius irkildi ve neşeli bir sesle, dine hakaret demek olan şu sözleri okudu: "İnsan bilimin kölesi olmalı ue onun uğruna aile ue akrabalarını feda etmeli."

"Evet, diye bağırdı, bu dünyada bilimden başka bir şey yok!" Akrep ve yelkovan, demir kadranın üzerin­ de engerekler gibi tıslayıp kıvrılarak ilerliyor-

70

JULES VERNE

du; saatin mekanizması aceleci ve iç karartıcı tıkırtılar eşliğinde çalışıyordu. Zacharius Usta artık konuşmuyor, hırıldı­ yordu; tıkalı göğsünden kesik kesik lakırdılar çıkıyordu sadece. "Varoluş! - Hayat! - Bilim!" Bu sahnenin iki yeni tanığı vardı: Keşiş ve Aubert. Zacharius ayakta duruyordu; Pittonac­ cio çömelmiş, Gerande'sa canlıdan ziyade ölü gibi uzanmıştı; Scholastique dua ediyordu. Birden, saat çalmadan hemen önce çıkan tıkırtı duyuldu; Zacharius dimdik doğruldu: "İşte, gece yarısı," dedi. Keşiş elini eski duvar saatine doğru uzattı ve alet gece yarısını vurmadı. Zacharius Usta, çerçevede beliren yeni kelimeleri görünce, ta cehennemden duyulmuş olması gereken acık­ lı bir çığlık attı. "Tanrı 'ya denk olmaya yeltenecek kişi sonsuza dek lanetlenecektir."

O zaman eski saat gök gürültüsünü andıran bir ses çıkararak infilak etti; içinden fırlayan zemberek, hayret verici bin bir eğilip bükül­ meyle zıplaya zıplaya, salonu baştan sona ka­ tetti. İhtiyar peşinden koşup, boş yere yakala­ maya uğraştı. "Ruhum! Ruhum!" diye haykırıyordu. Cehennem zembereği önü sıra sıçrıyor, ür­ kütücü şaklabanlıklarla hopluyordu. Ama Pit-

ZACHARIUS USTA

71

tonaccio birden onu yakaladı ve korkunç bir küfür savurarak, yere gömülüp yok oldu. Zacharius Usta sırtüstü devrildi; ölmüştü.

Saatçinin naaşı kutsal topraklara değil, Andernatt'ın bakımsız tepelerinin ortasına gö­ müldü. Cenevre'ye dönen Aubert ve Gerande,

72

JULES VERNE

kibrin kefaretini ödemek ve bilimin cehen­ nemlik ruhunu bağışlatmak için didinmelerini sağlayan Hıristiyan alçak gönüllüğünün hak edilmiş ödülü olarak Tanrı tarafından dünya­ da bahşedilen uzun mutluluk yıllan boyunca, onun için dua ettiler.