Yeni Gerçekler [2 ed.]
 9754580413

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

H er hakkı K ültür Y ayınları İş-Türk Lim ited Şirkeli'nindir.

K apak D üzeni : Enis BÜ Y Ü K FIR A T Beşinci Baskı : 5.000 A det / M art 1996 ISBN : 975-458-041-3

T isam at Basım Sanayii / 1996- A N K A R A

"Sorgulayıcı b ir düşünce yapısına sahip olan herkes bu kitabı satın alıp o k u m a lıd ır."

T h e E conom ist

İÇ İN D E K İL E R S ay fa Ö N S Ö Z ................................................................................................ 1 I. BÖLÜM SİY A SÎ G E R Ç E K L E R 1) Sınır Ç iz g is i....................................................................................5 2) K urtuluşa Giden Yol Artık Toplum dan G eçm iyor ............13 3) FDR Am erikasm ın Sonu .......................................................... 21 4) Rus İm paratorluğu Tarihe K a rış ın c a .....................................29 5) Silahlar Arlık Am aca Ters D üşer Hale G eldiklerine Göre ..................................................................... 45 II. BÖLÜM D E V L E T V E S İY A S Î S Ü R E Ç 6) Devletin S ın ır la n ........................................................................61 7) Yeni Ç oğulculuk Biçim leri ..................................................... 77 8) "K arizm aya D ik k a t" : Siyasî Liderlere Yönelik T aleplerde D e ğ işm ele r...........................................................107 III. BÖLÜM E K O N O M İ, E K O L O J İ V E E K O N O M İ B İL İM İ 9) U luslaraşın Ekonomi - U luslaraşın E k o lo ji................. 117 10) Ekonom ik Kalkınm anın Ç e lişk ile ri................................. 143 11) Ekonom i Bilimi Döntim N o k ta sın d a ................................ 159

V

IV. BÖLÜM Y EN İ B İL G İ T O P L U M U 12) Ticaret-Sonrası Toplum u........... .......................................... 177 13) İki K a rş ık ü ltü r...................................................................... 191 14) E nform asyona - Dayalı K uruluşlar .................................211 15) Y önetim in Sosyal İşlev ve B eşerî B ilim N iteliği ........... 225 16) Değişen Bilgi Tabanı ........................................................... 237 SONUÇ Ç özüm lem eden A lgılam aya, Yeni D ünya G örüşü ...............261

VI

Ö N SÖ Z Bu kita p "ilerde olacaklar" üzerine değildir. "Ö nüm üzdeki y ü z y ıl" üzerine d e değildir. "Ö nüm üzdeki yüzyıV'm şim diden geldiği, hatta "önüm üzdeki yü zyıl" içinde b ir hayli y o l alnıış olduğum uz tezini sa ­ vunmaktadır. Cevapları bilm iyoruz. A m a m eseleleri biliyoruz. Açık, izlenebilir yolların hangileri olduğunu g ö rm ek m üm kündür. N e ka d a r gözde olurlarsa olsunlar, hiçbir işe yaram ayacak, b elki d e am aca ters düşecek yo lla rı da. G erçekler, politikacıların, iktisatçıların, işadam la­ rının. sen d ika liderlerinin hâlâ dikkatlerini ayıram adıkları, üzerlerin­ de hâlâ kita p lar yazıp, hâlâ konuşm alar yaptıkları m eselelerden fa r k ­ lıdır. D urum un böyle olduğunu inandırıcı b ir biçim de kanıtlayan şey­ de, derin b ir gerçekdışı olm a duygusunun, günüm üz p olitikası ve eko ­ nomi bilim i için, çoğu kez, ayırıcı b ir özellik haline gelm esidir. O h a l­ de, bu kitap "fiitürist" nitelikli olm am akla birlikte, g erçe k olm a ö zel­ liklerini y ılla r boyu sürdürecek ilgi konularını, m eseleleri, çekişm eleri saptam aya çalışm aktadır. Karşı karşıya olduğum uz en çetin sorunlardan bazıları, geçm işte elde edilen başarıların doğurduğu so n u lla rd ır - sözgelim i, refah d ev­ letinin başarısı; bu yüzyılın buluşu olan m aliye devletinin başarısı; bilgi toplum unun başarısı. E tkili olabilm e gücünün öniine dikilen en büyük engellerden bazıları ise, kam uoyundaki tartışm alara hâlâ eg e­ men olan, g ö rüş alanım ızı hâlâ kısıtlayan, diine ait sloganlar, taahhüt­ ler ve m eselelerdir. Ayrıca, geçm işten alınacak yarı yarıya unutulm uş bazı d ersler de yeniden anlam lı hale gelm ektedir. On dokuzuncu y ü z ­ yılda, A vusturya-M acaristan'ın ve tngilizlerin H indistan'da yaşam ış oldukları ve ekonom ik kalkınm anın m illiyetçilik ve söm ürgecilik üze­ rindeki etkilerini gösteren deneyim ler, sözgelim i, R us im paratorluğu­ nun geleceği açısından çok anlam lıdır. K itapta tarihe fa zla ca y e r ve­ rilmesi d e bundandır.

E linizdeki kitap, çok çeşitli konulara el atan, iddialı b ir kitaptır. B ir A m erikalı tarafından A m erika Birleşik D evletlerinde kalem e a lın ­ m ış olm akla birlikte, A m erika'ya özgü konularla sınırlı değildir: bun­ ları ne ka d a r kapsam lı olarak ele alıyorsa, Japonya'daki, B atı A vru ­ pa'daki. R u sy a ’d aki ve gelişm ekte olan Oçiincii Diinya ülkelerindeki devlet, toplum ve ekonom i konularını da o ka d a r kapsam lı olarak ele alm aktadır. G ene de yeterince iddialı d eğ il diye kusurlu görülebilir. T eknolojinin silahla r ve savunm a üzerindeki; devletin işlevi ve sın ırla ­ rı üzerindeki; okullar ve eğitim üzerindeki etkisi sıkça tartışılm aktadır. A ncak teknolojiye, yalnızca bu konuyu ele alan b ir bölüm ayrılm ış d e ­ ğildir. Teknoloji konusunun birbiri ardınca çıkan p ek çok kitapta bol bol tartışıldığını düşündüm . Çok önem li olm akla birlikte, a rtık tekno­ lojinin "haber" niteliği yoktur. K itaptaki daha büyük b ir eksik ş u d u r : "Yiizey "i, "sosyal iistyapı"yı ele alm aktadır-politika v r devlet; toplum, ekonom i ve ekonom i bilimi; sosyal örgütlenm e ve eğitim. T em ellere -dünya g ö rüşüne ve değerlere ve dünya görüşüyle değerlerde m eydana gelen d eğişm elere - sıkça d e­ ğinilm ekte, ancak bu nla r kitabın ta sonunda b ir iki kısa sayfaya sığdı­ rılarak tartışılm aktadır. K itapta ya şanan korkunç m a n evî a cıla r ve m oral nitelikli deh şetler de tartışılıııam aktadır : Z orbalık ve vahşete varan iktidar hırsı; şid d et ve zulüm ; Batının, B irinci D ünya Savaşının kucağına düşm esinden bu yanu dünyayı saran salt kinizm . Bu tür bir tartışm a için gerekli olan yetkiden de, uzm anlıktan da yoksunum . Kitap, yarın yapılm ası gerekenleri vurgulam cım aktadır. Vurgııladığı şey, yarını göz önünde tutarak, bııgiin ya p ılm a sı gerekenlerdir. Kendi kendine getirdiği sınırlam alar içinde, gün d em belirlem e g irişi­ m inde bulunm aktadır. C la re m o n t. K a lifo rn iy a 1989 B a h a rı

P E T E R F. D R U C K E R

I

SİYASÎ GERÇEKLER

1 SINIR ÇİZGİSİ En dü z çevre görünüm ünde bile, yolun önce bir doruğa doğru tır­ manıp, so n ra d a yeni bir vadiye doğru indiği geçitler bulunur. Bu ge­ çitlerin çoğu yalnızca topografyayla ilgilidir; geçidin her iki yanında uzanan vadiler arasında, iklim , dil ve kültü r yönünden pek az farklılık vardır, ya da hiç yoktur. A m a bazı geçitler farklıdır. Böyle geçitler, gerçek sınır çizgileridirler. Ç oğu kez ne yüksektirler ne de gösterişli. Brenner, A lpler üzerindeki geçitler arasında en alçak, en yum uşak ge­ çittir; am a en eski zam anlardan beri A kdeniz kültürü ile N ordik kü ltü r arasındaki sınırı belirlem ektedir; N ew Y ork kentinin yelm iş mil kadar batısında olan D elaw are W ater G ap ise, gerçek bir geçit bile değildir; ama gene de, D oğu kıyısı ile O rta A m erika'yı birbirinden ayırm aktadır. Tarihte d c bu tür sınır çizgileri görülür. O nlar da gösterişsiz olm a eğilim indedir ve kendi dönem lerinde fazlaca dikkat çektikleri pek gö­ rülmez. A m a bu sınır çizgileri bir kez aşıldı m ı, sosyal ve siyasî görü­ nüm değişir. Sosyal ve siyasî iklim farklıdır; sosyal ve siyasî dil de. Yeni gerçekler oluşm uştur. 1965-1973 arası bir tarihte, bu tür b ir sınır çizgisini aştık ve "önü­ müzdeki y üzyıl"a girdik. Politikayı bir iki yüzyıl biçim lendirm iş olan inançları, taahhütleri ve bağlantıları geride bıraktık. Ü zerinde bize reh ­ berlik edebilecek tanıdık sınırtaşlarınm pek a z olduğu siyasî b ir terra incognita'dayız.* T opu topu bir avuç Stalinci dışında artık hiç kim se kurtuluş yolunun toplum dan geçliğine inanm ıyor -toplum yoluyla ge­ len kurtuluş inancı, on sekizinci yüzyılda gerçekleşen A ydınlanm a-

'lerra incognita : Henüz keşfedilm em iş topraklar. (Çevirenin notu).

5

dan sonra politika alanında egem en güç ve ana m otor olm uştur. Ancak bu inancın karşısındaki tek etkili siyasî güç de tükenm iş d u ru m d a d ır: S iyasî bütünleşm enin çıkar blokları içinde ve çık ar blokları aracılığıy­ la sağlanm ası. Bu, A m erika’nın politika sanatına ve politik uygulam a­ lara kendi kalkışıydı. İlk kez, M ark H anna tarafından geçen yüzyılın sonunda biçim lendirilm iş, bundan kırk yıl sonra da N ew Deal* ile Franklin D. Roosevelt tarafından kusursuz hale getirilm iştir. Söm ürge im paratorluklarının sonuncusu olan Rusya, söm ürgelerini kaybetm e sürecinin son aşam asına girm iş bulunm aktadır. Bu aşam a­ nın ardından ne gelirse gelsin, ne "Rus" niteliğini taşım ası m üm kün­ dür, ne de "İm paratorluk" niteliğini. Silahlar, üç yüzyıl ya da daha uzunca bir süre "verim li" olup, poli­ tika alanında araç olarak kullanıldıktan sonra "am aca ters düşer" hale geldiler : Ekonom iyi tüketen, belki de felç eden b ir yük; bir siyasî araç olarak güvenilm ez; ve -en önem li ve en az beklenen değişikliğin m ey­ dana gelm esiyle- askerî açıdan zayıf durum a düştüler. Bunlar kitabın ilk bölüm ünde tartışılan ana gerçeklerdir. 1873 - 1973 Bu tür son "sınır çizgisi" tam yüzyıl önce, 1873'te aşıldı. O yıl Vi­ yana B orsasında yaşanan çöküntü, ekonom ik etkileri açısından bir olay yaratm adı. Frankfurt, Londra, Paris ve N ew Y ork'ta kısa süreli borsa panikleri yaratm akla kaldı. Bir buçuk yıl sonrasında Batı Dün­ yasının her yanında, ekonom i tam anlam ıyla toparlanm ıştı. A ncak, oldukça az tanınan bir borsada yaşanm ış bu çöküntü, siyasî yönden. Liberal çağın sonuna, laissez-faire'in egem en siyasî inanç ol­ duğu yüz yıllık bir dönem in sona erdiğine işaret ediyordu. Y üz yıllık bu dönem , I776'da A dam Sm ith'in U lusların Z en g in liğ i kitabı ile baş­ lamıştı. "îlerlem e"yi ve "aydınlanm a"yı kendilerine bayrak edinerek * New Deal : Roosevelt'in 1928-32 ekonom ik bunalım ından sonra Amerikan ekonom i­ sini yeniden inşa em ıek üzere getirdiği, ekonom iyle ilgili bir dizi yasa. (Çevirenin ııolu).

6

lüm Balıda ileıi doğıu yol alan büyük Liberal partiler 1873’ü izleyen on yıl içinde geri çekilm e ve bozgun durum una girdiler. H içbir zaman da toparlanam adılar. Bu tür partiler A vrupa kıtasında neredeyse hiç zam an geçirm eden M arksist ve Y ahudi aleyhtarı Sosyalist gruplara bölündüler. H er iki grup da, kapitalizm e aynı oranda karşı ve serbest pazarlar ile "burjuva d em o k ra sisin e aynı şekilde düşm andılar. Y ahudi aleyhtarlığı, "postkapitalist" dönem sanayi işçisinden çok. geleneksel kapitalizm aleyh­ tarlarını, köylüleri ve küçük esnafı çekiyordu. A ncak bu akım laissezfaire ve b u rjuva etosu kadar. M arksizm in de reddi niteliğindeydi. Ve Marksist sosyalizm gibi, işin ta başından, oldukça açık bir biçim de, si­ yasî bütünleşm enin m otoru ve siyasî gücün ele geçirilm esinde düzen­ leyici ilke olarak tanım lanm ıştı. A slında, bütün dünyada Sosyalist bir programı uygulam aya koyan ve gaz şirketini, elektrik şirketini ve tramvay şirketini kam ulaştıran ilk politikacı. M arksist bir Sosyalist de­ ğil, Y ahudi aleyhtarı olan bir Sosyalistti : 1897'de V iyana belediye başkanı seçilen Kari Luegcr. Bundan elli yıl kadar sonra Joseph Stalin örneğinde görüldüğü gibi, M arksizm ve Y ahudi aleyhtarlığı kolayca birleştirilebilir. T abiî, Stalin hayatının sonlarına doğru ruhsal yönden tam sağlıklı değildi artık. A m a Stalin'i 1940'lı yılların sonlarında Y a­ hudi aleyhtarı bir kam panya başlatm aya iten yalnızca paranoya değil­ di. Usta b ir politikacı olan Stalin, kuşkusuz, M arksizm in bir inanç ola­ rak başarısızlığa uğradığını fark etm işti ve can çekişm ekte olan sosyalizm ile, felce uğram ış K om ünist Partiye yeniden can vermek üzere bir altern atif olarak Y ahudi aleyhtarlığına el atıyordu. B aştan itibaren, yani 1880’li yıllardan başlayarak. M arksist ve Y a­ hudi aleyhtarı "nasyonal" sosyalizm , böylecc, birbiıleriyle paralellik içinde ve "burjuva" liberalizm inin yerini alabilm ek için birbirleriyle rekabet halindeydiler. 1873'lc yaşanan çöküntüden önce. V ictor A dler ve G eorg von Schöncrer adında iki genç adam , A vusturya liberalizm i­ nin parlayan yıldızları, yakın m üttefik ve iyi dosttular. Beş yıl içinde can düşm anı olm uşlardı. A dler A vrupa’nın en çok saygı gören M ark­ sist lideri oldu, Schöncrer ise Y ahudi aleyhtarı ilk siyasî partiyi kurdu. A dolf H iıler. Birinci D ünya Savaşı öncesindeki yıllarda Viyaııa’da genç bir asker kaçağı iken, Schönerer’den kaptıklarım altm ış yıl sonra A lm anya'da hayata geçirecekti. 7

Karl M arx 1873 öncesinde hayatını gazetecilik yaparak, bir gün­ den öbürüne güvensizlik içinde zar zor kazanan, oldukça silik "garip bir adam "dı. Beş yıl sonrasında ise A vrupa'nın her yerinde, halta A m erika'da bile kendine yandaşlar bulm uş önem li bir aydındı. 1873'ü izleyen yirm i yıl içinde ise, M arksist S osyalistler kıta A vrupasındaki Iıer büyük ülkede, Fransa ve İtalya’da, A lm anya ve A vusturya'da, hat­ ta -resm en sindirilm iş olsalar da- Ç arlık R usyasında tek başlarına en büyük parti haline gelm işlerdi. V iyana B orsasındaki çöküntüden 011 yıl sonra -1883-1888 arasın­ da- Alm an Şansölyesi Bismarck, sağlık sigortası ile zorunlu ihtiyarlık sigortasını yarattı. Bu, koruyucu Sosyal G üvenlik ağının devletçe sağ­ landığı "refah devleti"nin başlangıcıydı. Aynı dönem lerde İngiltere ve A vusturya, fabrikaların denetim i, sağlık ve güvenlik kuralları ve ço ­ cuklarla kadınların istihdam ına getirilen kısıtlam alar yoluyla, işveren­ lerin gücünü kırm aya başladılar. A vrupa'daki siyasî eğilim lere çok uzak kalan A m erika B irleşik D evletlerinde bile, 1880'1İ yıllar, G ranger yasaları, dem iryolu taşım acılığını düzene koym ayı am açlayan Eyaletlcrarası T icaret ve U laşım K om isyonu, A nti-T röst yasaları ve menkul kıym etler piyasasını düzenleyip bu piyasaya kısıtlam alar getiren ilk eyalet yasaları aracılığıyla, sınırsız pazar ekonom isinden uzaklaşm â getiren yıllar oldular. 1880'lerin sonunda, B irleşik D evletlerde de, "bü­ yük ticarî işletm elerin egem enliğini kırm aya yönelik" niteliği açıkça belli ilk siyasî hareket başladı : Wall Street üzerinde devlet denetim i, tarım ürünleri fiyatları üzerinde devlet denetim i ve çalışm a saatleriyle ücretler üzerinde devlet denetim i kurulm asını talep eden halkçılık ha­ rekeli. 1900 dolaylarında N ebraska'nın başkenti olan Lincoln, halkçı liderlerin yönelim inde -A vusturya'daki V iyana örneğini birkaç yıl ge­ riden izleyerek- yerel elektrik şirketini, yerel gaz şirketini vc yerel tram vay şirketini "kam ulaştıran" ikinci kent oldu. D oksanlı yılların ortalarına gelindiğinde, Y ahudi aleyhtarlığı da önem li bir siyasî güç haline gelm işti. 1894 yılında Y üzbaşı Alfred D reyfus uydurm a suçlam alarla Fransa'da casusluktan m ahkûm oldu. Dreyfus davası, Y ahudi aleyhtarlığında bir patlam aya yol açm ış. İkin­ ci D ünya Savaşının Nazi yanlısı V ichy H üküm eti de bu patlayışın doğrudan ürünü olm uştur. Alm an İm paratorunun saray vaizi olan 8

Adolf S töcker ise. 1895 yılında ülkedeki "kapitalizm aleyhtarlarım " harekele geçirm ek için açık bir girişim yaparak, Berlin'de Sosyalist ve Yahudi aleyhtarı bir parti kurdu. Ve bundan bir yıl sonra, daha önce de söylendiği gibi, A vusturyalIlar ilk kez bir Y ahudi aleyhtarını V iya­ na Belediye Başkanlığı gibi yüksek bir siyasî m akam a seçtiler. D reyfus O layı ile, totalitercilik tam palazlanm ış bir halde boy gös­ terdi. A lm anya hesabına casusluk yaptığı yolunda yalan yere suçlan­ masından iki yıl sonra, Fransa'daki herkes D reyfus'un m asum o lduğu­ nu biliyordu. H atta iki yılın sonunda gerçek casusun kim olduğu herkesçe bilinen bir sır haline gelm işti. D reyfus'un itibarının iade ed il­ mesi yolundaki talebe verilen karşılık ise, "D rcyfus m asum m uş, değil­ miş, kim in um urunda; önem li olan ordunun y arandır" şeklinde oldu. Totaliterciliğin esası budur işte : K ollektif olanın, partinin, devletin, Ari ırkının sorgulanm az değerler olduğunu ilan etm ek. O rdunun y ara­ rına olanın, "hakikat" ve nihaî değer ölçütü olarak ilanı Fransız kam u­ oyunda D reyfus'a karşı birlik oluşturdu. B undan on yıl sonra, D rcyfus itibarına yeniden kavuştu. A ncak bu dönem e gelinceye kadar, Lenin, "Parli"yc yardım cı olan, onu güçlendiren ve ileriye götüren her şeyi "hakikat" olarak tanım lam ıştı bile- daha sonraları tüm totaliter rejim le­ re teme! olan tanım dı bu : Lenin'in kendi rejim ine, M ussolini'nin. H itler'in ve M ao’nun rejim lerine. 1873 yılında V iyana B orsasında yaşanan çöküntüyü izleyen yüz yıl boyunca, ekonom inin devletçe denetlenm esi ve toplum un devletçe yönlendirilm esi, "ilerici" hedefler oldular. Y apılm akta olan büyük si­ yasî tartışm a, refah devleti üzerine değildi. T artışm a, devlete ve devle­ tin ekonom i ile toplum üzerindeki denetim ine dem okratik ve yasal kı­ sıtlam alar getiren "refah devleti"ni savunanlar ile, ister M arksizm 'den, ister Y ahudi aleyhtarlığından yana olsun, totaliterciliği savunan ve devlet gücünün m utlak, sınırsız olm ası görüşünü aşılam aya çalışıp, bu görüşü uygulam aya koyanlar arasındaydı. 1973'te V a rıla n S ın ır Ç izgisi 1973'te yaşanan "petrol şoku" ile Başkan N ixon’un bundan iki yıl önce doları "dalgalanm a"ya bırakm a kararı da. ekonom ik açıdan olay yaratm ayan gelişm eler olarak görülebilir. Ekonom i istatistiği uzm an­ 9

lan yalnızca gayri safi milli hasılayı, ekonom ik büyüm e oranlarını gösteren rakam lara, chş ticaret istatistiklerine ve bu tür başka rakam la­ ra baksalar, bu gelişm elerin hem en hissedilen, kısa vadeli ve istatistik­ ler açısından önem siz dalgalanm alar ötesinde pek b ir etki yaratm adığı­ nı görürler. A ynı şekilde, insan yalnızca kurum ların davranış biçim lerine baksa, 1960'lı yılların sonlarında m eydana gelen öğrenci ayaklanm aları -Japonya'da. Fransa'da, A lm anya'da, İtalya'da ve A m e­ rika B irleşik D evletlerinde yaşanan ciddî, derin yankılar uyandıran, gazetelere m anşet olan olaylar- da olay yaratm ayan yan gelişm eler sa­ yılabilir. B u olaylar kurum ların hiçbirinin -yönetim lerin, üniversitele­ rin, bütünüyle toplum un- davranış biçim lerinde herhangi bir değişiklik yaratm adı. A ncak, 1968-73 dönem i, 1873 tarihiyle her yönden kıyaslanabilir bir sınır çizgisi oluşturm uştur. 1873 tarihi nasıl Liberal çağın sonu ol­ m uşsa, 1973 de, devletin "ilerici" h edef olduğu bir çağı noktalam ıştır. Bu tarih, ilk kez 1870'li yıllarda form üle edilen doktrin ve politikala­ rın, Liberal D em okratlara ya da Sosyal DemokraLİara, M arksist Sosya­ listlere ya da N asyonal Sosyalistlere özgü doktrin ve politikaların ege­ m enliği altında geçen bir çağı sona erdirdi. L cıissez-faire liberalizmi 1873'ten sona ne kadar etkisiz hale gelm işse, bütün bu doktrinler de hızla aynı oranda etkisiz hale düşm ekledirler. Siyasî sloganlar, siyasî gerçeklikten daha uzun öm ürlüdür. Bunlar politikanın C heshire Kedisinin* yüzündeki gülüm sem edir. Kraliçe V ictoria'nın eşi P rens A lbert'in, John Stuart M ill'in ve A vrupa kıtasın­ daki 1848 devrim cilerinin ait olduğu ünlü Liberal kuşağın siyasî dü­ şüncelerini dile getirm iş olan 1850 yılının siyasî sloganları, günüm üz­ deki nco-konservatifler arasında, hâlâ geçer akçedir -çoğu zaman önem siz değişiklikler gösterseler de. "Refalı devleti" yüzyılına özgü sloganlar da, aynı şekilde, daha uzun süre yaşayacaktır. A ncak. 1900 yılına gelindiğinde -daha uzun bir süıc çok göz önünde olm aya, sesle­ rini çokça duyurm aya ve çok saygı görm eye devam etseler de- Libe-

* Cheshire Kedisi : Lewis Carroll'iin Alice H arikalar Diyarında başlıklı kitabında Alicc'iıı karşılaştığı sırııkun kedi. Bu kedi giderek kaybolm akla, sonunda geriye yalnızca b irsın tn ıa kalm akladır (Çevirenin nnlu).

10

railerin siyasî açıdan nasıl fazla bir önem leri kalm am ışsa, refah devle­ tinin ya d a kom ünizm in sloganlarına yansıyan siyasî doktrinlerin de, sosyal, hatta ekonom ik yönden fazlaca bir önem i ya da gerçekliği kal­ mamıştır. B u sloganlar hâlâ eylem i frenleyici bir rol oynayabilirler. Eylem için rehberlik rolü oynam aları ya da itici güç olm aları artık mümkün değildir. New D cal'in sloganları, önüm üzdeki uzun yıllar boyunca, A m eri­ ka'daki seçim lerde, seçm enleri heyecana getiren siyasî retorik m alze­ mesi oluşturabilirler. Bu sloganların yapam adığı şey ise, çeşitli seçim kam panyalarının şim diye kadar gösterm iş olduğu gibi, iktidara gelin­ diğinde yapılacak işler konusunda rehber olm ak bir yana, seçilm ek için yeterli sayıda oy kazandırm aktır. B unlar da C heshire Kedisinin yüzündeki gülüm sem eden daha fazla b ir şey değildirler- gülüm sem esi dışında hayvancığın kendisinden arda kalan başka hiçbir şey yoktur.

2 KURTULUŞA GİDEN YOL ARTIK TOPLUMDAN GEÇMİYOR "Komünist Partinin iktidar tekelini tehdit etmiyorsa, sosyalizmdir." Bu, Rusya'da Mikhail Gorbachev, Çin’de de Xiaoping Deng tarafın­ dan telkin edilen yeni "parti politikası"dır. Ama, Batı basınının taktığı adla, yeni bir pragmatizm değildir. Salt güç ideolojisidir bu (çok da eskidir). Her çeşit komünizmin -aslına bakarsanız, sosyalizmin detemsil ettiği her şeyden vazgeçmektir. Papa’nın, Katolikler Papalık Hâzinesine gönüllerinden kopan bağışları yapsınlar da, Isa'ya ister inansınlar, ister inanmasınlar, demesi gibi bir şeydir bu. Bu politika, Karl Marx'in ortaya koyduğu doktrine bilimsel sosya­ lizm- adını takabilmesine izin veren temel iddiadan yüzsüzce caymak­ tadır : Hem sosyal kusursuzluğu, hem bireysel kusursuzluğu yakala­ mış, sonsuza kadar var olacak bir toplum vaadinden, yeryüzü cennetini yaratan bir toplum. Marksizme sahip olduğu büyük çekicili­ ği kazandıran şey, toplum yoluyla gelecek kurtuluşa olan bu inançtı. Oysa Gorbachev'in güç ideolojisi, liderlerine gözü kapalı destek ve­ ren bir avuç modası geçmiş parti üyesi dışında, hiç kimseyi şaşırtma­ dı. Onlardan başka herkes-özellikle de Komünist ülkelerde-toplum yoluyla gelecek kurtuluşa olan bütün inancını çok önceden kaybet­ mişti. Onlardan başka herkes, pragmatist değil de, kinik olup çıkmıştı. Gorbachev Rusya'da, Deng ve ondan sonra gelenler Çin'de, partile­ rinin iktidar tekelini korumayı, hatta ekonomiyi canlandırmayı başara­ bilirler. Ancak geri getiremeyecekleri şey, ister komünizmle, ister başka herhangi bir izmle olsun, toplum yoluyla gelecek kurtuluşa olan inançtır. Yok olup gitmiştir bu inanç. Komünist olmayan ülkelerde de, 13

aynı şekilde yok olm uştur. Hiç kim se-helki "G üney A m erika'daki öz­ gürlük savaşçısı din adam lan "m sayınazsak-sosyal eylem in kusursuz bir toplum yaratabilecek, hatta toplum u böyle bir ideale yaklaştırabile­ cek, ya da bireyi, "yeni A dem "i yaratacak kadar tem elden değiştirebi­ lecek bir gücü olduğuna artık inanm am aktadır. Elli yıl önce, bu tür inançlar herkesle vardı. Y alnızca Sosyalistler değil, dünyanın dört bir yanındaki siyasî düşünürlerin büyük çoğunlu­ ğu, sosyal eylem in -özellikle de özel m ülkiyetin kaldm lm asının- insa­ nı tem elden değiştireceği görüşündeydi. Sosyalist İnsan, N azi İnsan, K om ünist İnsan v.b. gelişecekti. G örüş ayrılıkları tem el inancın kendi­ si yüzünden değil, kaydedilecek ilerlem enin ne hızda olacağı, en ve­ rimli sonucu hangi eylem in vereceği konularında çıkıyordu. Başlıca tartışm a araçlar üzerineydi. Sosyal iyileştirm e için izlenecek yol üze­ rindeki engelleri kaldırm ak, politikanın ve devletin işi mi olm alıydı, yani bugün "neo-konservatif" denebilecek, altm ış yıl öncesinde ise "Liberal" denen bir rol mü oynam alıydı bunlar? Y a d a devlet etkin bir biçim de yeni kurum lar ve yeni koşullar mı yaratm alıydı? A rtık bunlar da yoktur. D evlet "silinip gidecek" değildir; bu yolda pek fazla belirti yoktur. A m a bugün herhangi biri çıkıp da, Lyndon Baines Johnson'un daha yirm i yıl önce yaptığı gibi, "Büyük T oplum "dan* söz etse, kendisini ciddiye alacak kim se çıkm az. Spesifik önlem ler üzerinde tartışıyoruz. D evlet şu etkinliğe para desteği versin, öbürünü de yasaklasın mı diye soruyoruz. H er politika kendine özgü m aliyet/yarar orantısına göre tartışılacaktır. H er politikanın başarı şansı tartışılacaktır: A lışkanlık yaratan uyuşturucuları yasaklam ak, bunların kullanım ım yasal hale getirm eye göre, yolsuzlukları önlem e im kanını artırabilir m i? Bu ön­ lem mi, yoksa şu mu oy çekebilir, bir partinin iktidarda kalm asını sağ­ layabilir ya da "baştakiler") aşağıya indirebilir? T abiî, kendilerine "Sosyalist" ya da "İşçi Partili" diyen kim seler hâlâ vardır -ve m uhtem elen daha uzun Hır süre böyleleri çıkacaktır. A ncak 1981'den beri Fransa cum hurbaşkanı olan François M itterand, • "Büyük Toplum ": "Great Society". Johnson. "Büyük Toplum " diye nitelendirdiği top­ lumu yaratm ak üzere, sosyal içerikli yasalara dayalı bir refonıı programı hazırlamıştı (Çevirenin notu).

14

bunun artık ne anlam a geldiğini gösteren, tipik bir örnek oluşturm ak­ ladır. M itterand iktidara geldiğinde, 1930’lu yıllara özgü program ların, umutların, vaatlerin m irasçısı, davaya gerçekten bağlı son A vrupaiı Sosyal D em okrattı. Y üz seksen gün içinde- serm ayenin F ransa’dan kaçması biçim inde ortaya çıkan gerçeklik onu rota değiştirm eye zorla­ dı. M ilterand’m Sosyalist yönetim i neredeyse bir gece içinde Batı dün­ yasında kapitalizm yanlısı olm aya en yaklaşan yönelim haline geldi. 1982'den bu yana M itterand Fransasındaki sosyalizm iktidar partisinin dostlan ve destekçilerini devletleştirilm iş sanayilere üst düzey yöneti­ ciler olarak yerleştirm ek anlam ına gelm ektedir. Fransa'daki sosyalizm artık Sosyalist Partinin iktidarını sağlam laştırm aya yarayacak her şey ­ dir. Aradaki

zıtlığı gönnek üzere, Fransa'daki durum u elli yıl önce

1931 'de olanlarla karşılaştıralım : İngiltere'nin o zam anlar içinde bu­ lunduğu çok ağır ekonom ik bunalım sırasında, Sosyalist başbakan Ramsay M acD onald, ekonom inin kısa vadedeki ihtiyaçlarını Sosyalist ilkelerden önde tutm uştu. H ain diye kendisiyle adam akıllı alay edildi vc gördüğü saygıyı bütünüyle kaybetti. M itterand ise kahram an oldu. John F. Kennedy, yüzyılım ızda iktidarın ele geçirilm esi dışında bir "program"ı varmış gibi davranm aya bile kalkm ayan ilk A m erikalı başkandı. Üç yıl süren başkanlığı sırasında hem en hiç başarı elde edem e­ diği halde, bugün hâlâ bir kahram an, gönüllerde taht kurm uş bir kim ­ sedir. Toplum yoluyla kurtuluşa inanm akta devam eden belki son Amerikalı başkan olan Lyndon B. Johnson ise. B üyük T oplum görüşü yüzünden alay konusu haline geldi. Johnson’un Y oksulluğa Karşı Savaş’ı bir başarısızlık sem bolü olm uştur. T oplum yoluyla kurtuluş d ü ­ şüncesi. en büyük vaatlerin yapıldığı yerlerde, yani Kom ünist ülkeler­ de en büyük başarısızlığa uğradı. A m a B atıda da başarısız kaldı. Batıda -ya da K om ünist ülkelerde- 1950'li yıllardan bu yana yürürlüğe konan hem en hiçbir hüküm et program ı başarılı olm am ıştır. B unların arasında gerçeklen de etkili olan son program belki de İngiltere'de 1946-47'de yürürlüğe giren Sağlık Sigortasıydı. H âlâ çok gözde olan bir sistem dir am a ciddî vc gittikçe derinleşen bir bunalım içinde bu­ lunmaktadır.

15

B u n u n k a d a r ö n e m li b ir n o k ta da. h erh an g i b ir so sy al sorun için "te k b ir d o ğ ru ç ö z ü m " b u lu n d u ğ u k o n u su n d a g id erek d ah a kuşkucu h a le g e lm e m iz d ir. Ç ö z ü m le r a ra sın d a h atalı o lan lar, elbette, vardır. A n c a k a rtık b iliy o ru z ki, sosyal d u ru m la r, so sy al d av ra n ış, sosyal so­ ru n la r b a sit b ir "d o ğ ru ç ö z ü m " e izin v erm ey ecek k ad a r karm aşıktır. B u n la r ç ö z ü m le n e b ilir c in ste n se le r, h e r zam an için fark lı çözüm y o lla­ rı v ard ır- ve h iç b iri ta m do ğ ru d eğ ild ir. A rtık ö ğ retm ek ve öğrenm ek için te k d o ğ ru y o l o lm a d ığ ın ı b iliy o ru z . B ir ö ğ ren ci için doğru olan bir yol v ard ır, b ir d iğ e ri için ise fark lı b ir d o ğ ru yol. Ç ev rey i sanayi atık ­ la rın a ve k irle tic ile re karşı k o ru y ab ilm en in tek d o ğ ru y olu bulu n m a­ m a k ta d ır. K im i d u ru m la rd a k ısıtla m a la r ve y a sa k la r y erin d e olur, ki­ m ile rin d e p a ra ce z a sı. B aşk a d u ru m la rd a ise, k irliliğ in önlenm esini k a z a n ç lı h ale g e tirm e k g ere k ir. "T o p lu m y o lu y la k u rtu lu ş" vaatlerinin in s a n la r için ç e k ic i o la b ilm e si, "B u tek y o ld u r, " y a d a hiç değilse, "B u şim d iy e k a d a r bilin en en iyi y o ld u r,” d em ey i g erek tirir. B öylecc B a tı T a rih in in iki y ü z y ıllık b ir d ö n e m in in so n u n a g elm iş oluyoruz. O rta ç a ğ A v ru p a s ın a im an y o lu y la k u rtu lu ş d ü şü n c esi egem en oldu. O n altın c ı y ü z y ıld a k i P ro testan R e fo rm a sy o n u ile y en id en canlanan bu d ü şü n c e , on y e d in c i y ü zy ılın o rta la rın d a za y ıflam ıştı. K u şk u su z d in î m e z h e p le rd e n h e r b iri kendi y o lu n u n "tek do ğ ru y ol" old u ğ u n u ilan e d iy o rd u -h â lâ d a e tm ek ted ir. A n ca k on y ed in ci y ü zy ılın o rtaların d a im a n k o n u su n u n k işise l b ir m e sele o ld u ğ u ço ğ u n lu k la kabul ed iliy o r­ d u . B u , d in se l in a n ç la r y ü zü n d e n y ap ılan zu lü m le r so n a erdi dem ek d e ğ ild i; o n d o k u z u n c u y ü z y ıld a b ile B a tıd a b ö y le d u ru m la r olm uştur. V e B a tılı ü lk e le rd e , d in se l in a n ç la ra b ağ lı siy a s î k ısıtlam aların tü m ü y ­ le o rta d a n k a lk m a sı, on d o k u zu n c u y ü zy ılın o rtaların d an önce o lm a­ m ıştır. A m a im a n ın C e n n e ti y e ry ü z ü n d e y ara tab ilec eğ i düşüncesi bun­ d an y ü zy ıl ö n c e o rta d a n k alk m ıştı- y a d a an lam ın ı k ay b etm işti. İm an y o lu y la k u rtu lu ş d ü şü n c esin in o rtad an k alk m asıy la doğan b o şlu ğ u , 17 0 0 'lü y ılla rın o rtaların d a to p lu m y o lu y la k u rtu lu ş d ü şü n ce­ si d o ld u rd u ; y an i, k en d isi gibi geçici n itelik li b ir y ö n etim aracılığıyla so m u tlu k k a z a n a n , geçici b ir sosy al d ü ze n y o lu y la k u rtu lu ş düşüncesi. B u d ü ş ü n c e ilk k e z F ra n sa 'd a Je a n -Jac q u es R o u sseau tarafından dile g e tirild i. B u n d a n o tu z yıl so n ra İn g ilte re 'd e Jc rc m y B en th am tarafın ­ d an g e liştirilip siy a s î b ir sistem e d ö n ü ştü rü ld ü . "S o sy o lo jin in babası"

16

A ugust C om te ile A lm anya'da G .W .F. Hegel tarafından kalıcı biçim­ de, yani "bilim sel" bir saltçılık biçim ine kavuşturuldu. Bu ikisi sonra­ dan M arx'i "dünyaya getirdiler." Lenin, H itler ve M ao hep M arx’in ço­ cuklarıydı. Batının dünya egem enliğine doğru yükselişi sırasında, makineler, para ve silahlar konusundaki üstünlük toplum yoluyla kur­ tuluş vaadinden, herhalde, daha az önem taşım aktaydı. A rtık bu da bit­ miştir. Toplum yoluyla kurtuluş inancının son bulm ası, geçtiğim iz iki yüz yılın en yaygın yanılgısının sona erdiğine de işaret e tm e k te d ir: Devri­ min G izem li G ücü. Bu yanılgı, M ikhail G orbachev Lenin'in Ekim Devrimini "tarihî bir olay" diye nitelem ek yürekliliğini gösterdiği za­ man tarihe göm ülm üş oldu -D evrim K om ünistlerin sözlüğünde hep "dünyanın sonu" anlam ına gelm işti. K uşkusuz, devrim ler geçm işte ol­ duğu gibi, bundan sonra da olm aya devam e d e c e k tir: H üküm et darbe­ leri olacak, yönelim e el konulacak, zorba yönelim lere karşı ayaklan­ malar m eydana gelecek, en önem lisi de, tarih boyunca yönetimlerin şiddet yoluyla devrilm esinde en sık görülen neden tekrarlanarak "iç dengeler bozulacaktır." Bu devrim lerin bir ikisi işlerin daha iyiye git­ mesini sağlayacaktır; öbürleri ise yalnızca etkisiz kalan yöneticiyi de­ virip onun yerine etkin olanı geçirecektir. A m a D evrim farklı bir şey­ di. Dünyayı tüm den değiştirecek bir olay, hem insan loplum unun, hem de insanın, hiç bozulm am ış saflığını tekrar kazanacağı, laik anlam da bir yeniden doğuştu. K uşkusuz, D evrim şiddet kullanılarak gerçekle­ şecekti. A m a, "ezilm iş prolelerya" zincirlerini kırdığı -ya da erdemli Ari soyu Y ahudileri kovduğu- zam an sökecek yeni şafak, ütopya dö­ nemini başlatacaktı. Fransız D evrim inin yenilgiye uğrayan “radikal­ ler"! 1794'te, ideal toplum lar! gözlerinin önünde çökerek. T erör D öne­ mine, sonra da D irectoire'ın K arşıdevrim ine doğru yol alırken, dünya tümden değişecek gibi bir hayale kapılan ilk kim selerdi. Kıta Avrupasındaki 1848 devrim lerinin başarısızlığından sonra bu hayal yeniden canlılık kazandı. 1871 Paris Kom ünü kanlı toplu kıyım lar ve askerle­ rin sindirm e hareketleriyle son bulunca, aynı hayal M arx ve M arksizm için temel taşı haline geldi. G ene bu hayal daha on beş yıl önce, Çin'deki "B üyük K ültür D evrim i" sırasında M ao’nun yandaşlarına güç katmaya devam ediyordu. A m a D evrim adına öldüren ve yakıp yıkan 17

teröristler -sözgelim i Peru A ndlarında ortalığı kasıp kavuran Maoctı küçük takım bile- artık dünyanın Loptan değişeceği vaadine inanm a­ m aktadırlar. U m utları olduğu için değil, um utlarını kaybettikleri için kırıp dökm ektedirler. Dünyayı toptan değiştirm eye yönelik yeni hareketler pekala olabi­ lir. T oplum yoluyla kurtuluşa ve laik bir devrim le yeniden doğuşa olan inancın yok olm ası, yeni peygam berler ve yeni m esilılerc daveti­ ye çıkarabilir. A ncak dünyayı tüm üyle değiştirm eye yönelik bu tür ye­ ni hareketler m uhtem elen toplum aleyhtarı olacak ve kurtuluşun, yal­ nızca toplum dışında, yalnızca kişinin içinde ve kişi aracılığıyla, hatta belki de yalnızca toplum dan çekilm ekle olabileceği ve toplum dan çe­ kilm e yoluyla gerçekleşebileceği iddiasına dayanacaklardır. A m erika B irleşik D evletlerindeki Reagan D evrim i ile İngilte­ re'deki T hatcher D evrim i (ya da S ovyetlcr B irliğinde G orbachev'in P erestroika'sı) bu yoldaki tüm retoriklerine rağm en, "devlete karşı" değildirler. H em Başkan Reagan, hem Başbakan T hatcher yönetim le­ rinin boyutlarım ve etkinlik alanlarını tutarlı bir biçim de genişletm iş­ lerdir -Başkan G orbachev da pekala aynı şeyi yapabilir. Bu gelişm elerin-ve Deng'iıı "Yeni Ç in"inin-öncm i. söz konusu yönetim lerin toplum yoluyla kurtuluş görüşünü terk etm elerinden gelm ektedir. Devlete, ku­ sursuz bir toplum yaratm ak bir yana, daha iyi b ir toplum yaratabilecek organ gözüyle bile bakm am aktadırlar. O nlar devletin işlev in i'ay rın tı­ larda görür : A m erika'nın rekabet gücünü geliştirm ek; İngiltere'deki sendikaların gücünü azaltm ak; İngiltere'deki yerel yönetim lere ait ko­ nutlardaki kiracıları bu konutlarda ev sahibi yapm ak; Rusya'daki çift­ liklerde verim liliği artırm ak; Çin yönetim i ve K om ünist Parti bünye­ sindeki yolsuzlukları azaltm ak, v.b. Politikada, 1700 dolaylarında "m odern" tıbbın ilk ortaya çıkışıyla m eydana gelen gelişm eleri görü­ yoruz : H er derde deva tedavilerden uzaklaşarak, spesifik tanıya yöne­ liş ve spesifik dertler için spesifik tedaviler arayışı. İlgi odağında m ey­ dana gelen bu değişm e, tıp bilim inin ufalm asına ve hekim sayısının azalm asına yol açm adı; tıpta genişlem e ve hekim sayısında çok büyük bir artış yarattı. Bunun gibi, politikada m eydana gelen değişikliğin de devlette bir ufalam a ve devletin alacağı önlem lerde azalm a anlam ına gelm esi gerekm ez. A m a devletin rolü ve işlevi farklı algılanıyor d e­ mektir- devletin nihaî hedefi de öyle. 18

İki yüz yıl boyunca Batıda ve giderek dünyanın her yerinde, po liti­ ka alanındaki cn dinam ik gücü oluşturan toplum yoluyla kurtuluş dü­ şüncesinin ortadan kalkm ası, geride bir boşluk bırakıyor. K üktendinci İslamcılığın ortaya çıkışı da bu boşluğu doldurm aya yönelik bir giri­ şimdir. "D em okratik" Batının refah devletine olduğu kadar. Kom ünist Ütopya'ya karşı duyulan soğukluğun da bir sonucudur. Dinin A m erika Birleşik D evletlerindeki toplum yaşam ının bir öğesi olarak yoğun bi­ çimde yeniden güç kazanm ası, cvancelik ve pastoral kiliselerin* yeni­ den güç kazanm aları, bir ölçüde, kurtuluşun toplum yoluyla geleceği­ ne ilişkin laik nitelikli inancın ortadan kalkm asına bir tepkidir. A ncak Birleşik D evletlerdeki 1988 seçim kam panyası şunu kesin olarak gös­ termiştir ki, "A hlak S a v aşçıların ın * * uyandırdığı yoğun ilgiye rağ­ men, iman yoluyla kurtuluş düşüncesine geri dönerek, bu düşünceyi önemli bir siyasî güç haline getirm em iz söz konusu değildir. On doku­ zuncu yüzyılın başlarına özgü laissez-faire düşüncesine dönüş de pek olası değildir. Ç ünkü laıssez-faire de toplum yoluyla kurtuluş vaat edi­ yordu: Bireysel kazancın ününe dikilen tüm engellerin kaldırılm ası, sonunda, kusursuz -ya da cn azından olabilecek cn iyi- toplum u yaratacatcD. Onde gelen Batılı liderler arasında toplum yoluyla kurtuluşa ina­ nanların sonuncusu, A lm anların 1970’li yılların başındaki Sosyalist şansölyesi W illy B randt’tı. A lm an S osyalistlerinin lideri olarak onun ardından göreve gelen H elm ut Schm idt ise, "inançlı b ir kişi" olm aktan çok, "stoacı" bir kim seydi. T ek bir siyasî ideolojisi vardı, ılım lılık. Bu­ nun dışında, önem li m eselelerden çok, kısa vadeli, gündelik sorunlarla ilgilenen pragm atik politikaya inanıyor ve bunu başarıyla uyguluyor­ du. Kendisine rehber edindiği ilkeler hiç de ilke niteliği taşım ıyordu. Etkili olabilm e gücü, yeterlilik ve m aliyetlerle yararlar arasındaki orantıydı bunlar. Onun yerine geçen H ıristiyan D em okrat Helm ut Kohl’ün de, Schm idt gibi, ilkesiz olm ak d ışında bir "ilke"si yoktur.

* Evancclik k ilise le r: M ethodist ve Baptist kiliseler gibi, kurtuluşun Isa'ya iman yoluy­ la olabileceğini vurgulayan Protestan kiliseleri; pastoral kiliseler : İnsanların ruhsal ve m anevî ihtiyaçlarının yanı sıra, genel nitelikli ihtiyaçlarıyla da ilgilenen kiliseler (Çevirenin notu). ** “Ahlak Savaşçıları ” : "Moral M ajority" hareketi (Çevirenin notu).

19

Kohl için önem li olan işlerin y olunda gidip gitm em esidir. Politikadaki denektaşı, giderek daha çok, bir partiyi iktidarda tutabilecek ya da bir partinin iktidara gelm esine yardım edebilecek bir şeyler anlam ına geli­ yor. K arm aşık çağdaş toplum un ayırıcı özelliklerini oluşturan hiziple­ rin, çıkar gruplarının ve kısa vadeli çeşitli baskıların b ir bütünlüğe ka­ vuşturulm asını sağlam ak için yeterli m idir bu? Y önetim için, liderlik ve oluşturulm ası gereken politikalar için, yeterli m idir bu?

20

3 FDR* AMERİKASININ SONU Toplum yoluyla gelecek kurtuluş düşüncesi, en ço k görülen düzen­ leyici siyasî ilkeydi. A ncak bu alandaki tek ilke değildi. Ö nce A m eri­ ka Birleşik D evletlerinde, ardından d a İkinci D ünya Savaşı sonrasının Japonyasında güç kazanan bir başka ilke, 1890'lı yıllardan bu yana onunla rekabet halindedir. Bu ilke, ulusun ana "çıkar blokları" yoluyla bütünleştirilm esidir - siyaset kuram ından alınm a eski bir terim i kulla­ nırsak, "toplum un ekonom ik sınıfları" içinde bütünleştirilm esidir. Bu ilke, toplum yoluyla gelecek kurtuluşun getireceği Ü topya’nın karşısı­ na, ekonomik kalkınm a vaadini koym aktadır. Bu kavram ta Rom a Cum huriyetine kadar gider. S iyasî gerçeklik haline gelmesi ise, ancak on dokuzuncu yüzyılın sonunda ve A m erika Birleşik D evletlerinde olm uştur. O dönem e gelindiğinde B ism arck'ın refah devleti sınıf savaşı karşısında üstünlük sağlam aya başlıyordu -bu da, Bismarck’ın refah devletini tasarlarken güttüğü açık am açtı. Batı ve Orta A vrupa’daki M arksist S osyalistler hızla "revizyonist" Sosyal Demokratlar haline dönüşüyor ve burjuvalaşıyorlardı. O ysa Birleşik Devletlerde, pek çok yönden A vrupa soluna göre daha "karşı" ve daha "radikal" olan yeni ve ses getiren bir halkçılık hareketi doğm aktaydı. Bölücü nitelikli bu sınıf savaşı tehlikesini karşılam ak üzere, A m erikalı politikacı M ark H anna -1896 başkanlık seçim lerini fırsat bilerek- yeni bir siyasî bütünleşm e yolu buldu; buna göre, başlıca ekonom ik çıkar gruplan (toplum un ekonom ik sınıfları), bugün ekonom ik kalkınm a di-

* FDR : F(nuıklin) D(elano) R(oosevelt) (Çevirenin notu).

21

ye nitelendireceğim iz gelişm enin kendilerine sağladığı ortak çıkar sa­ yesinde bir arada tutulm aktadırlar; buna o zam anlar zenginlik deniyor­ du. M ark Hanııa, siyaset tarihinin gerçek yenilikçilerinden biridir. /•>d e m lisi P apers't* kaleme alanları bir yana bırakırsak, Haıına'nın dengi olan A m erikalı politikacı pek azdır. A m a basında onun için kötü şey­ ler söylendi. B unun nedeni de Hanna'nın başarılı o lm a s ıd ır: O, Ame­ rikan politikasını ideolojiden uzaklaştırdı; bu yüzden de siyayet bilim­ cileri onu hiç bağışlam adılar. O nlar politikanın saygıdeğer olabilmek için ideoloji tem eline oturm ası gereğini hiç tartışm adan kabul ederler. S aygıdeğer politika perform ans yerine m eselelerle ilgilenm elidir. O y­ sa, neredeyse yüzyıla varan bir süre içinde A m erikan politikasında iyi işleyen ne varsa. M ark H anna’nın ekonom ik çıkar grupları ile bunların siyasî açıdan bütünleştirilm esi görüşünü tem el alm ıştır. Bunlar, Haıına'nın C um huriyetçi Partisine hem en zafer ve iktidar getirdi. 1912 yı­ lında C um huriyetçi Partide m eydana gelen bölünm e sayesinde zafer yeniden D em okratların olunca, kazanan başkan adayı W oodrow W il­ son, H anna'dan hiç de aşağı kalm ayacak kadar, ideoloji aleyhtarı, çı­ kar grupları görüşüne onun kadar inanan b ir politikacı oldu. Mark Tlanna, işin düşünce tem ellerini attı ve kafasındaki siyasî kavramları siyasî perform ansa dönüştürecek örgütlenm eyi de büyük ölçüde ger­ çekleştirdi. H anna C um huriyetçi Partiyi kurm adı; am a onu yeniden yarattı. Kırk yıl sonra D em okrat Franklin D. R oosevelt M ark Hanna'nın kurduğu yapıyı tam am ladı. H erkesin bildiği gibi, R oosevelt 1932'deki seçim i kazanm adı; H erbert H oover kaybetti. A m a Roosevelt, 1932'dc partinin uzun süredir gözdesi olan Al S m ith’e karşı, Sm ith'in A m eri­ kan politikasını A vrupa'nın ideoloji m odeline göre yeniden oluşturm a girişim ine karşı çıktığı için aday gösterilm iştir. R oosevelt Beyaz S ara­ ya taşınır taşınm az, Hanna'nın Büyük Bunalım sırasında param parça olan ekonom ik bütünleşm e m odelini yeniden inşa etm eye başladı. D evlete, dinam ik, canlandırıcı, ycnileyici bir güç olm a rolünü yükle* F e d e r a lis t P a p e r s : Kurucu Meclisin 1787’de toplanm asından kısa bir süre sonra, yeni anayasayı savunm ak üzere Alexander Hamilton. Jam es M adison ve John Jay ta­ rafından kalem e alınan bir dizi makale (Çevirenin notu).

22

yerele, bunu da H anna'nm m odeline katlı. D evlet yalnızca H anna'nın çıkar bloklarını -çiftçileri, işçileri, iş dünyasını- ortak bir eylem de bir­ leştirecek b ir aracı olm ayacaktı. Ü çünü dengeleyecekti. H içbir grubun bir başkası ta ra lın d a n ezilm em esini ve söm ürülm em csini güvenceye alacak, ancak h iç b ir grubun öbürlerine egem enlik kurm am asını da sağlayacaktı. R oo sev elt yönetim i hem birleştirici olacaktı, hem de d ü ­ zenleyici çark. G ücünü, sosyal dengenin korunm ası yolunda kullana­ caktı. Siyasî ve sosyal açıdan bakıldığında, F D R yönetim i A m erika B ir­ leşik D evletlerinin bugüne kadar gördüğü en iyi yönetim olabilir, an­ cak şu d a v ar ki, ekonom i politikalarının hiçbiri hedefini tutturam a­ m ıştır. G elenekçi işadam ları F D R ’yi düm enin başına işçileri geçiren bir "radikal" olarak gürdüler. A m a FD R , işçi sendikalarının A vrupa'da olduğu gibi, y asam a organım ya d a yönetim i denetleyen ayrı bir siyasî güç haline g elm em eleri için gerekeni yapm ıştır. V e FD R 'nin kullandı­ ğı retorik ço ğ u n lu k la büyük ticarî kuruluşlara karşı o lsa da, eylem le­ riyle işin b aşından itibaren, tüketici talebi ve bu yolla ticarî kuruluşlar için kâr y aratacak satın alm a gücünü oluşturm ayı hedefledi. Aynı şe­ kilde, FD R çiftçiye verilen desteği de büyük oranda artırdı. A ncak F D R ’den önceki başkanın yönetim i sırasında tarım politikası korum acı bir nitelik taşım ışken, F D R 'nin tarım politikası -M ark H anna'nın p o li­ tikasını bilinçli olarak sürdürerek- A m erikan tarım ını giderek daha ve­ rim li kılm ayı h ed e f aldı. V e R oosevelt "toparlanm a"ya "refom ı"u da katarak, yani M ark H anna’nın zenginliğine sosyal adalet vaadini de ekleyerek, u m u t yarattı. A m erika B irleşik D evletleri 1940 ve 1941'de savaş ekonom isi dö­ nem ine g irin cey e kad ar ekonom ik yönden toparlanm aya başlam adı bi­ le. A ncak B atılı ü lkeler arasında bir tek A m erika B irleşik D evletleri, R o o sev clfin yön etim i devralm asının üzerinden geçen bir ya d a bir bu­ çuk yıl için d e, sosyal ve siy asî açılardan tüm üyle toparlanm ış, gerçek­ ten de yeniden hız kazanm ıştı. B ankaların kapanm asına, işsizliğin fe­ laket b o y u tların a v arm asına ve tarım ekonom isi ile tarım toplum unu perişan eden k u rak lık lar ve kum fırtınalarına rağm en. A m erikan halkı 1935'te k en d isin e zafer kazanm ış ve lider durum una gelm iş gözüyle bakıyordu.

23

Bu yüzyılda hiçbir yerde hiçbir yönetim d ah a başarılı olmamıştır İdeolojik bölünm eler ve iç savaşlar çağı olan bu yüzyılda, hiçbir yöne­ tim daha geniş çaplı bir ulusal birlik ve beraberlik yaratm ayı başaramam ıştır. Bu da otuzlu yıllarda FD R A m erikasının neden dünyanın her yerinde yol gösterici bir ışık ve esin kaynağı haline geldiğini açık­ lam aktadır- durum o noktaya vardı ki A m erika gerçek radikaller için "düşm an" oldu çıktı. Burada akla gelen bir başka nokta da, aynı şeyin başka türlü açıklanm ası m üm kün olm ayan bir konuya, insanın aklına en çok yatan açıklam ayı getirm esidir : Japonların Pearl H arbor'a sal­ dırm asından sonra H itler’in hiç gereği yokken B irleşik D evletlere sa­ vaş ilan etm esi (bu savaş ilanı, sonuç olarak, N azi A lm anyasını yenil­ giye m ahkum eden şey olm uştur.) Aynı şey, İkinci D ünya Savaşının hem en ardından, A .B.D . yönelim i ve A m erikan halkı, savaş sırasında m üttefikleri olan Sovyetlere destek verm eye, para yardım ında bulun­ m aya ve onlarla dost olm aya hayli istekli iken, Sovyetler Birliğinin B irleşik D evletleri neden gerçek "düşm an" haline getirdiğini de açık­ lam aktadır. F D R geleneği, Harry T rum an yönetim iyle sürdü. Truman, FD R 'nin oluşturduğu N ew D eal'e tem el olan kavram lar konusunda belki F D R ’nin kendisinden bile daha bilinçliydi. FDR geleneği, D w ight E isenhow er'la doruk noktasına ulaştı; E isenhow er N ew Deal'i bir sistem e oturtm ayı ve aynı zam anda M ark H anna'nm hayalinin bir­ leştirici gücünü Cum huriyetçi Parti için yeniden yakalam ayı tarihî m isyonu olarak gördü. E konom ik nitelikli zenginlik vaadiyle siyasî bütünleşm e sağlama yöntem inin-bunun karşıtı aynı şeyin siyasî ideoloji yoluyla yapılm ası­ dır- "yalnızca A m erika'da" işe yaradığı yolunda yaygın bir düşünce vardır. A m a düpedüz yanlıştır bu düşünce. M ark H anna'nm ya da FD R 'nin anayurdunda olduğu kadar tüm üyle yabancı topraklarda da başarılı olm uştur. İkinci D ünya Savaşından bu yana-son otuz beş yılın en etkili yönetim i olan -Japon yönetim i de M ark H anna'nm ekonomik çıkarlar yoluyla bütünleşm e görüşüne dayanm ıştır. T abiî ki, Ameri­ ka'nın siyasî sistem inde Japon B ürokrasisinin benzersiz konum u ve gücünü uzaktan da olsa andıran hiçbir yön yoktur. Japon sisteminde de, A m erika'ya özgü, başka yerde örneği bulunm ayan siyasî kurumun sahip olduğu konum ve etkiye uzaktan da olsa benzer hiçbir yön bu­

24

lunmamaktadır; bu siyasî kurum u oluşturanlar. Cum huriyetçi ve De­ mokrat yönetim ler altında, hiç fark etm eden tekrar tekrar devlet hiz­ metine geri dönen ve gerek önem li bakanlıklarda, gerek kongredeki önemli kom isyonlarda karar mercii durum unda olm ayı gerektiren he­ men bütün işleri ellerinde tutan, politika ve bürokrasi dışından gelm e bir iki bin dolayındaki "eski kurt" ile W ashington’lu "em ektar”dır hukukçular, gazeteciler, profesörler, iş dünyasından yöneticiler. A yrı­ ca, Japonya'da 1950'den beri iktidarda olan L iberal D em okrat Partinin de sırf Japonlara özgü birtakım özellikleri vardır (ancak bu tür özellik­ ler hiç de Japonların ve B atılıların düşündükleri kadar fazla değildir). Ama Japon partisinin kavram ları ve yapısı hem en hem en bütünüyle Roosevclt'in 1930'lu yıllardaki D em okrat Partisinin, ondan da öte, Coolidge’in 1920'li yıllardaki C um huriyetçi Partisinin kavram ları ve ya­ pısıyla aynıdır: A ynı hizipler, büyük bir kente ya da bölgeye egem en olan aynı türdeki siyaset patronları, belli başlı çıkar gruplan arasında aynı türde sürekli değişen koalisyonlar; ve ayrıca yerel ve bölgesel parti m ekanizm alannda aynı türden "alışverişler" ve aynı siyasî yol­ suzluklar. Amerikan örneği Batı A vrupa'nın da ekonom ik yönden olduğu ka­ dar siyasî ve sosyal yönden toparlanm asını büyük ölçüde sağladı. Eski partiler ideolojik etiketleriyle olduğu gibi kaldılar. A m a yalnızca G ü­ ney Avrupa'daki K om ünistler gerçekten de "ideolojik" nitelikli olmayı ve "toplum yoluyla kurtuluş" düşüncesine bağlı kalm ayı sürdürdüler; neredeyse hiç önem siz hale gelm iş olm aları bundandır. A lm anya'da Konrad A denauer ve Helm ut Schm idt; F ransa’da C harles de G aulle ve François M itterand; İngiltere'de M argaret T hatcher; İtalya'da Alcide de Gaspari ve Bettino Craxi, siyasî başarılarını hep ideolojik nite­ likli olmayan çıkar blokları yoluyla bütünleşm e görüşleri sayesinde kazandılar. H içbiri de kendi partilerinin ideolojik m anifestolarına bi­ razcık bile olsun kulak asmadı. A m a günüm üzde M ark H anna'm n ve Franklin D. R oosevelt'in eko­ nomik çıkarlar aracılığıyla bütünleşm e görüşleri, toplum yoluyla kur­ tuluşa dayanan bütünleşm e kadar eskim iş durum dadır. Bu görüşü de­ neyen son A m erikalı Başkan Lyndon Johnson oldu. Johnson'un Büyük Toplum görüşü siyasî bütünleşm e açısından, yirm i yıl önce

25

sağlayabileceği yararı sağlam adı. O zam andan bu zam ana, Hanııa ile K oosevclfin hayallerini yeniden canlandırm a yolunda yapılan her giri­ şim bir felaket olm uştur. A m erikan tarihinde başkan adayı olarak 1984'te ortaya çıkan W alter M ondale'den daha yeterlisi, daha uygunu, daha deneyim lisi pek ender çıkm ıştır - onunkinden daha büyük bir he­ zim ete uğrayan da pek azdır. FD R A m erikasının çıkar grupları koalis­ yonunu yeniden yaratm a girişim i, M ondalc'i iler tutar yanı kalm aya­ cak kadar eskim iş hale getirdi. Dört yıl sonra 1988'dc M ichael Dukakis yeni "çıkar blokları" bulm aya ve bunları harekele getirmeye çalıştı; özellikle de "orta sınıfı" - bunu eski grupları dışlam adan yaptı. Bu da bir işe yaram adı. A m erika Birleşik D evletleri dışında da, çıkar blokları bütünleşm e­ si, siyasî bütünleşm e sağlam ak açısından giderek daha az etkili hale gelm ektedir. Liberal D em okratlar hâlâ Japonya'daki her seçim i kazan­ m aktadırlar am a bu, sırf m uhalefet partilerinin hepsinin de toplum yo­ luyla kurtuluş ideolojisine inanm aları, bu yüzden de Liberal D em ok­ ratlara göre daha az çekici hale gelm elerinden kaynaklanm aktadır. Ç ıkar blokları bütünleşm esinin artık yürüm em esinin bir nedeni de şu ­ dur ki, ekonom ik "çıkar grupları" farklı bütünler oluşturan ve üyeleri­ ne bilinçli bir kim lik kazandıran niteliklerini kaybetm ektedirler. G eliş­ miş hiçbir ülkede ne "çiftçi"nin ne "işçi"nin bir "ekonom ik sınıf" oluşturacak sayısal gücü ye siyasî önem i artık yoktur. M ark Hanna'nın A m erikasında, çiftçiler nüfusun yarısını oluşturm aktaydı. Franklin D R oosevelt göreve başladığında işçilerin sayısı nüfusun beşte ikisine yakındı. Şim di ise çiftçiler nüfusun yüzde üçünden fazla değildir ve geleneksel "m avi önlüklü" işçi sayısı ise, olsa olsa beşte bir oranında­ dır. "İş dünyası" artık toplum içinde bir ekonom ik sın ıf olarak yer al­ m am aktadır. M ark H anna'nın siyasî güç için harekete geçirdiği "ticarî çıkar grubu" G eneral M otors ya da C itibank değildi. K üçük kentteki kundura tam ircisi, taverna sahibi, m arangoz ustası idi. E trafta hâlâ çok sayıda böyle kim seler vardır. A m a kendilerini "ticaret çevreleri" ya da ayrı bir çıkar grubu gibi görm em ektedirler. İkincisi ve daha da önem lisi şudur ki, bu grupların hiçbiri artık sos­ yal açıdan farklı değildir. Eskiden her gruba siyasî birlik ve siyasî kim lik sağlayan şey, aslında ortak ekonom ik çık ar değildi. H ayvan ye­ 26

tiştiricileri "çiftçi"dirler am a bunların, oldum olası, m andıra sahipleri ya da tülün yetiştiricilerinden çok farklı ekonom ik çıkarları olm uştur. Usta sanatkârların ekonom ik çıkarları 1920'li yıllar boyunca "A m eri­ kan em ekçisi"nin çoğunluğunu oluşturur durum a gelen niteliksiz seri üretim işçisininkinden çok farklıdır. Bu grupları farklı ve birlik içinde eylem yapabilir kılan şey, bugün kültür diye adlandırdığım ız şeydi. Onlara kim lik kazandıran şeyler, ekonom ik niteliklerinden çok sosyal özellikleriydi. "Ö z saygısı olan işçi" vardı ve "kırsal toplum " vardı. Sonra, hem küçük kentlerde hem büyük kentlerde bulunan "işadam la­ rı" vardı. Bu grupların her biri farklı gazeteleri okuyor, çoğu zam an farklı kiliselere gidiyor ve genellikle kentin farklı sem tlerinde oturu­ yorlardı. H er birinin farklı değerleri ve farklı bir yaşam biçim i vardı. Her şeyden önem lisi de, her grubun kendisiyle ilgili net ve farklı bir görüşe sahip olm asıydı. Bu kim seler M arksist anlam da "sınıf bilincine sahip" değillerdi. T oplum içindeki başka gruplar ve sınıflarca söm ürüldüklerinc inanıyorlar diye bir şey de her zam an söz konusu değildi - en azından M ark H anna'nın zenginlik olgusunda onların ortak çıkar­ larına ilişkin düşüncesinden sonra. A ncak her biri farklı bir hayat sür­ düğünün, farklı bir rol oynadığının ve toplum içinde farklı bir yere sa­ hip olduğunun iyice bilincindeydi. Hem M ark H anna, hem Franklin D. R oosevelt "ekonom ik çık ar” sözcüklerini bir şifre olarak kullanıyorlardı. K astettikleri şey -h er ikisi de herhalde bunun farkındaydılar- sosyal ve kültürel değerler vc üs­ luplardı. N icelikten söz ediyorlardı; kastettikleri ise niteliklerdi. Bu değerler ve üsluplardan günüm üze pek az bir şeyler kalm ıştır. Kuzey İngiltere'nin ve İskoçya'nın "kasketli" işçileri gibi, bunlardan arda ka­ lanlar, artık "geri kalm ış" sayılm aktadırlar. Sicilyalı çiftçiler de öyle. A m erika'daki hayvan yetiştiricisi ya d a otom atik m akinelerle çalışan bir tavuk çiftliğinde ızgaralık piliç yetiştiren kim se, kendisini hâlâ çift­ çi olarak görm ektedir; am a dünyadaki uğraş grupları arasında bilgisa­ yar okuryazarlığı belki en çok onda vardır. D ctroit'teki mavi önlüklü otomobil işçileri, kuşkusuz, işçidirler; am a birayı şaraba tercih etm ele­ rini saym azsak, yaşam biçim lerinde işçi sınıfından arda kalan hem en hiçbir şey yoktur. Bunun dışında, A m erika’daki en m ilitan otom obil fabrikalarından birinin sendika tem silcisinin kısa bir süre önce bana

27

hatırlattığı gibi, sendika üyelerinin derdi, oto-karavanları, N orth Wood'da tatile gittikleri balıkçı kulübesi ve em ekli aylıklarıdır. Amerikan toplum unda başka herkesin de izlediği televizyon program larını onlar da izlem ektedirler. Aynı süperm arketlerde aynı tüketim m allarını satın alm aktadırlar. Tatilde yaptıkları aynı şeylerdir. Farklı işler yapm akta­ dırlar am a artık farklı yaşam am aktadırlar. S tatülerini ekonom ik çıkar­ larıyla değil, harcam a güçleri ile tanım lam aktadırlar. Ü çüncü olarak, yeni çoğunluk, yani "bilgi işçisi" herhangi bir çıkar grubunun tanım ına uym am aktadır. B ilgi işçileri ne çiftçidirler, ne işçi, ne de ticaret dünyasından; onlar kuruluşlarda çalışan görevlilerdir. A ncak "proleter" değildirler ve bir sın ıf olarak söm ürüldüklerini" his­ setm em ektedirler. K ollektif olarak, em ek lilik fonlarında biriken para­ lar sayesinde tek "kapitalist" onlardır. Pek çoğunun kendisi de patron­ dur ve "astlar"ı vardır. B ununla birlikte onların d a bir patronu bulunm aktadır. O rta sın ıf d a değildirler. Y eni bir terim uydurursak, bu kişiler "tek sın ıflad ırlar* - kim ileri öbürlerine g öre daha çok para ka­ zansa da. Bu kim selerin ticarî bir kuruluşta, bir hastanede y a d a üni­ versitede çalışm aları, ekonom ik ve sosyal k o num lan açısından hiçbir fark yaratm am aktadır. Bir ticarî kuruluşun m uhasebesinde çalışırken, bir hastanenin m uhasebesine geçen bilgi işçileri sosyal y a da ekono­ m ik konum larım değiştirm em ektedirler. İşlerini değiştirm ektedirler. G elişm iş m odern ülkelerdeki insanların büyük bir bölüm ü'kuruluş­ larda görevlidirler. Ve eğitim leri ne kadar çok olursa, bütün çalışma hayatlarını kuruluşlarda görevli olarak geçirm e olasılıkları da o kadar artar. A ncak bu statü, belli bir ekonom ik ya d a sosyal çıkara, belli bir ekonom ik ya da sosyal kültüre işaret etm em ekte, onlara özgü m esele­ ler açısından da pek az bir şey ifade etm ektedir. Bilgi işçileri Mark H anna ve Franklin D. Roosevelt'in A m erikasının temel aldığı toplum kavram ına m eydan okum aktadırlar. Ama, şim dilik, onlara uyan bir si­ yasî kavram ve siyasî bütünleşm eden söz etm ek m üm kün değildir.

* "tek sınıflı “ : "uniclass" (Çevirenin nolu).

28

4 RUS İMPARATORLUĞU TARİHE KARIŞINCA Modern tarihin en önem li olaylarından ikisi 1873 "sınır çizgisi"ne varılmadan birkaç yıl önce m eydana geldi : 1857 tarihli H int A yak­ lanması ve on yıl sonra 1867'de Japonya'da görülen M eiji R estorasyo­ nu. Bunlardan ilki dünyanın "batılılaşm a"sını sağlam ıştır, İkincisi de "sömürge im paratorluklarının çözülm esi"ni. isviçreli büyük tarihçi Jakob B ruckhardt. aynı dönem de yaşayıp da, 1870'li yılların önem li bir dönüm noktası olduğunu hem en anlayan bir iki kişiden biriydi ve 1870'lerin başlarında yaptığı ve gelecekle il­ gili isabetli tahm inler içeren konuşm alarında bunu belirtti. W eltgeschichtliche Betrachtungen ya da R eflections on W orld H istory (İngiliz­ ce çevirisi 1943'te Force a nd Freedom adı akında yayım lanm ıştır) adıyla anılan konuşm aları bugün klasikler arasında sayılm aktadır. Ama tarihçi kim liğiyle büyük ün sahibi olm asına rağm en, Bruckhardt’a kimse inanmadı. K itabı, 1906'ya kadar, yani ölüm ünün üzerin­ den dokuz yıl geçene kadar, yayım lanm adı bile. B ruckhardt, Doğu sa­ natını ve edebiyatını tanıyor ve seviyordu. A ncak, hem Hint Ayaklanmasını, hem M eiji R estorasyonunu önem siz sayarak dikkate almadı. O na ve çağdaşlarına göre, Batı tarihi "dünya tarihi" idi. O ysa Hint Ayaklanması ve M eiji R estorasyonu ile dünya tarihi "batı" tarihi olmaktan çıktı. Hint A yaklanm ası, batılılaşm aya dur dem ek için yapılm ış sonu ol­ mayan bir girişim di. Z afer kazanan isyancılar, neredeyse kapı dışarı etmiş oldukları İngiliz efendilerinin yerine koyabilecekleri hiç kim se­ leri ve hiçbir şeyleri olm adığım anladıkları zam an da, başarısızlığa ııiU,

radı. U ğradıkları çöküntü. Batı teknolojisinin, Batılı sosyal örgütlen, menin, Batılı sanayi ekonom isinin, Batı bilim inin. Batı eğitiminin dünya çapında egem enlik kazanm asını sağladı. Batıdan kurtulm a giri­ şim leri devam ederek, H int A yaklanm asından kırk üç yıl sonra 1900'de Ç in'de yaşanan Boxer İsyanı ile doruğa ulaştı. D aha yakın za­ m anlara gelince; A yetullah H um eyni'nin 19 8 0 ’li yıllardaki İran devri­ mi de Batıdan kurtulm a amacı güden bir başka girişim di. A m a Hint A yaklanm asından bu yana, böyle girişim ler daha baştan başarısızlığa m ahkum olm uşlardır. H um eyni bile, ancak Balının İran petrolüne ödediği parayı Batı teknolojisini ve Batının silahlarını satın alm ak yoluyla B atıya karşı savaşabilm iştir. D önem in A vrupalIları Hint A yaklanm ası ile, bu ayaklanm anın uğ­ radığı başarısızlığın anlam ını net bir biçim de gördüler. Bu durum, 1860'tan sonra başlayan ve kırk yıl içinde A sy a ve A frika'da yer alan batılı olm ayan dünyanın büyük bir bölüm ünü Batılı güçlerin siyasî de­ netimi altına sokan söm ürgecilik yarışım başlattı - bu güçler, Büyük B ritanya, Fransa, Belçika, A lm anya ve hatta işin sonunda Birleşik D evletlerdi. H int A yaklanm ası Batılı güçleri, tüm dünyanın b a tılla şa ­ cağına inandırdı. B uradan da şu sonuca v a r d ıla r : Bütün dünyayı siya­ sî, askerî ve ekonom ik yönden denetim leri altına alm alıydılar ve bunu yapabilecek durum daydılar; böylece dünyayı bütünüyle Batı kültürü­ nün ve Batılı im paratorlukların bir uzantısı haline dönüştürebilecekler­ di. Japonya, K om odor Perry'in "K ara G em ileri"nin ilk kez 1853 yılın­ da Y okoham a açıklarında dem irlem esinden sonra geçen on beş yıl bo­ yunca tereddüt etti. Sonra da, 1867'de, tepeden tırnağa "Batılı" olm a­ ya, am a hem batılılaşm a süreci üzerindeki, hem de bu sürecin ardından oluşacak yönetim , toplum , ekonom i ve teknoloji üzerindeki denetim ini korum aya karar verdi. Bu karar -B ruckhardt'ın da yaptığı gibi- o dönem de hemen bütün B alıklarca, Batı gücü yerkürenin gen kalan her yerinde büyük bir başarıyla dallanıp budaklanırken, anlam ­ sız, hatta önem siz sayılarak dikkate alınm adı. A m a sonunda galip ge­ len Japonya oldu. Japonların yaklaşım ı -çağdaş, yani batılı olmak.

30

ama bunu kendi, batılı olm ayan denetim leri alu n d a yapm ak- sonunda Batıyı yendi. Japonya Batıyı kucaklayarak. Batı egem enliğinden kur­ tulmuş oldu. Japonya, İkinci D ünya S avaşını, tarihte görülen en kesin askerî yenilgilerden birine uğrayarak kaybetti. Japonya, etkili bir sö ­ mürgeci gü ç olm ak için güttüğü siyasî am açlara da ulaşam adı. G ene de siyasî açıdan yenilgiye uğrayan B atıydı. Japonya, Batıyı A sya'dan çıkarmayı ve Batılı söm ürgeci güçlerin itibarını düşürm eyi başardı. Bu ise. B atıyı, batılılaşm ış am a Batılı olm ayan dünya üzerindeki dene­ timinden vazgeçm eye zorladı- A sya'da, am a kısa süre sonra A frika'da da. İkinci D ünya Savaşından bu yana, Batılı olm ayan dünya her yerde kendisini, ilk kez Japonların 1867 tarihli M eiji R estorasyonu sırasında oluşturduktan m odele uygun olarak yeniden biçim lendirm iştir. B atılı­ laşmış, am a bunu kendi denetim i altında yapm ıştır. "Söm ürgecilik aley h tarlığ ın ın tem el anlam ı da budur. S öm ürgecilik öncesine dönüş anlamına gelm ez. A yetullah yönetim indeki İran bile on sekizinci yü z­ yıldaki İran'ı geri getirm eye değil. Batının teknolojisine, sanayiine, as­ kerî yapısına, m ühendisliğine sahip, ancak dini ve değerleri ilk dönem İslamiyete ait, m odern bir İran yaratm aya çalışıyor. Bu, Japonya'nın 1870’li yıllarda İngiliz tipi bir P arlam ento ile, bin yıl önceki N ara ve Hcian dönem lerinin T anrı-İm paratoruna dönüşü bir araya getirm e giri­ şim lerinden pek farklı bir şey değildir. Batılı olm ayan tüm ülkelerde -isler A yetullah'ın İran’ı ve Suudi Arabistan gibi köktendinci ya da laik olsunlar; ister M ao'nun Çin'i gibi kendi geçm işlerini reddetsinler ya da kimi A frika ülkeleri gibi geçm iş­ lerini canlandırm aya çalışsınlar- temel yapı. B atıdan ithal edilen kav­ ramlar ve kurum larla inşa edilm ektedir. Etkili olan görüşler de öyle. Bu ülkeler kendilerini D em okratik, Sosyalist, K om ünist diye adlandır­ maktadırlar. Refah devletinden söz etm ektedirler. Hepsinin de Batılı modellere göre örgütlendirilm iş ve en yeni Batılı silahlarla donatılm ış büyük orduları vardır; hepsinin birer m erkez bankası bulunm aktadır; hepsi de ekonom ik kalkınm a girişim i içindedirler. Ö ğrencilerini eği­ tim için Batıya gönderm ektedirler. A ynı zam anda, bu Batılı kavram la­ rın ve Batılı kurum ların denetim ini kendi ellerinde tutm aya ve deneti­ 31

mi, Japonya’nın M eiji Restorasyonundan sonra yaptığı gibi, kendi ye­ rel ve ulusal güç yap ılan yoluyla yürütm eye kararlıdırlar.

Son Sömürgeci Güç A m a hâlâ büyük bir söm ürgeci güç, tarihin hâlâ "A vrupa" tarihi ol­ duğu ve iktidar ile yönetim in hâlâ yalnızca A vrupalılarca yürütüldüğü geniş bir alan vardır : Rus İm paratorluğu. Y irm i beş yıl içinde, belki de daha önce, Rus İm paratorluğu da ortadan kalkacaktır -ya da en azından, A vrupalı olm aktan çıkarak A vrupalı dönem i- sonrasına geçe­ cek ve esas itibariyle A syalı bir nitelik alacaktır. Bu değişiklik için ge­ rekli olan her şey şim diden gerçekleşm iş durum dadır. Tek soru, bu sü­ recin ne kadar hızla gerçekleşeceği ve im paratorluğun parçalanm asına m ı, yoksa yeniden yapılanm asına mı yol açacağı sorusudur. Bu süreç. M ikhail G orbachev tarafından 1982 yılında başlatılan reform hareketi başarılı olsa da, olm asa da, gerçekleşecektir. A slında G orbachev'in P erestroika'sı yıkılm akla olan Rus ekonom isini canlandırm ada ne ka­ dar başarılı olursa, Rus İm paratorluğunun çözülüşü de o kadar hızla cereyan edecektir. P erestroika "tepeden inm e bir devrim "dir -böylesi dcvrim lerin ba­ şarıya ulaştığı az görülür. G erçekten de P erestroika, A vrupa'daki tepe­ den inm e son devrim le, yani on sekizinci yüzyılda yaşam ış bir başka "aydınlanm ış despot"un, İm parator II. Joseph'in cansız ve yıkılm akta olan A vusturya İm paratorluğunun durum unu düzeltm ek ve onu can ­ landırm ak için yaptığı tam am en başarısız girişim le çarpıcı bir benzer­ lik gösterm ektedir. A ncak, kalıcı sonuçlar veren iki "tepeden inme devrim " daha olm uştur ve bunların ikisi de R usya'da m eydana gelm iş­ tir. Birisi bugün bildiğim iz Rusya'yı yarattı; K orkunç İvan'ın tepeden inme devrim i. İkincisi ise Büyük Pclro'nun zorla batılılaştırm a hareke­ tiydi. Bu yüzden insan, G orbachev'in girişim inin sonuçsuz kalacağın­ dan em in olam ıyor. A m a ne kadar ciddî bir bozulm a içinde olursa ol­ sun, Sovyet ekonom isinin durum u G orbachev'in ikincil sorunudur. T em el sorun, im paratorluğun m illiyetçiliğin ve söm ürgecilik aleyhtar­ lığının baskısı altında çözülm e tehdidiyle karşı karşıya olm asıdır. Rus İm paratorluğu, kara üzerinde yer aldığı için Batılı güçlerin sö ­ m ürge im paratorluklarından farklıdır. A ncak o da öbürleri gibi başka

32

milliyetlere boyun eğdirilm esi üzerine kuruludur- A vrupa üzerindeki batı bölüm ünde yer alan U kraynalIlar, E stonyalılar, L etonyalılar, Kaf­ kasyalIlar ve A sya üzerindeki doğu bölüm ünde yaşayan çok sayıda Mongol, T ürk ve T alar halkları. Farklı m illiyetler sorunu Rusya için hiç de yeni bir sorun değildir. Ç arlık yönetim i sırasında yürütülen amaçlı R uslaştırm a politikası sorunu giderek ağırlaştırdı. Pek az sayı­ da istisna dışında (Baltık ülkelerinde A lm an dilinin kullanıldığı eski üniversiteler gibi) öğrencinin anadili ne olursa olsun yükseköğrenim ­ de kullanılan dil tüm üyle Rusçaydı. R usça resm î dil ve iş hayatı ile or­ duda izin verilen tek dildi. R uslaştırm aya karşı duyulan kızgınlık, Bolşeviklerin kazandığı zaferde önem li bir etken oldu. Lenin’in tüm milliyetlere kültür ve eğitim alanlarında tam özerklik vaadi, kendisine çarın em rindeki birinci sın ıf alaylardan biri olan Letonyalı Keskin N i­ şancıların desteğini kazandırdı. O nlar olm asa. E kim D evrim i başarı sağlayamazdı. 1930'lu yılların sonuna gelindiğinde, L enin'in farklı m illiyetler po­ litikasının yürüm eyeceği açık hale geliyordu. A slında, Stalin'in otuzlu yıllardaki tem izlem e harekâtının ilk kurbanları, on yıl önce Lenin'in politikasını biçim lendiren eğitim ci liderlerdi. 1927 ya d a 1928'dc ken­ disi de bir G ürcü olan Stalin'e Lenin'in politikasını yeniden gözden ge­ çirmesi için ısrar etm eye başladılar. Rus olm ayanların özellikle d e Asyalılann, kendi dillerinde hızla okuryazar hale geldiklerini am a çar yönetimi altındaki uygulam adan farklı olarak R usça öğrenm eye zor­ lanmadıklarını belirttiler. Bu yeni bir m illiyetler sorunu yaratacaktı ve Stalin, bu uyarıda bulundukları için onları öldürttü. A ltm ış yıl son­ rasında, tahm inleri doğru çıkm ıştır. A ncak bu kez sorun olan yalnızca A vrupa'da yaşayan ve Rus olm ayan kişiler değildir. A syalılar daha da büyük zorluklar çıkarabilirler. * * * 2000 yılına gelindiğinde, S ovyetlcr B irliği nüfusunun yarısını A v­ rupalI olm ayanlar oluşturacak ve A vrupah olm ayan bu Asyalı nüfusun yansına yakını da M üslüm anlardan m eydana gelecektir. İkinci D ünya Savaşının bitim inden bu yana geçen son kırk yıl içinde, Rusya'nın A v­ rupa'da yer alan bölüm ünde gelişm iş bir A vrupa ülkesine özgü, çok

33

düşük doğum oranlan gösteren bir dem ografı vardır-bu o dereceye varm ıştır ki, A vrupa'daki Rusya fiilen bir nüfus küçülm esi yaşamıştır. Buna karşı, A sya'daki Rusya'da gelişm ekte olan bir ülkenin dem ogra­ fisi görülm üş, yani bebek ölüm leri hızla düşerken, doğum oranları yüksek olm aya devam etm iştir. R usya’nın A sya'daki A vrupalı olm a­ yan nüfusu, bugün belki de dünyadaki en hızlı artış oranına sahiptir ve Latin A m erika'daki oranlan bile aşm ıştır. R usya’nın A vrupalı nüfusu yaşlanır ve fiilen ufalırken, Sovyeller Birliği giderek daha büyük oranda, A vrupalı olm ayanlara dayanm ak zorunda kalacaktır. Ü lkede zaten, kırsal kesim deki nüfusun hızla yaş­ lanm ası ile bir işçi açığı yaşanm aktadır- daha da kötüsü şudur ki, bilgi-beceri sahibi olan kim seler ülkeden kaçm aktadırlar. Sanayi kesi­ m inde, R uslar ya A syalı işçileri A vrupa'daki m erkeze getirmek zorunda kalacaklar ve bu büyük ölçüde yabancı düşm anı olan Rusla­ rın şiddetli direnciyle karşılaşacak, ya da üretim i işçinin olduğu yere. A sya'ya taşıyacaklar ve böylece denetim i elden kaçırm a riskine gire çeklerdir. Belki de en ciddî açm az, silahlı kuvvetlerde yaşanm aktadır. S ovyeller Birliği askerî gücünü koruyabilm ek için giderek daha büyük oranda A syalıları kullanm ak zorunda kalacaktır. A m a tarihsel açıdan bakıldığında görülen odur ki, A syalıiar hiç Rus kum andası altında savaşm am ışlardır -A fganistan örneğinin bir kez daha kanıtladığı gibi. Rusya, ya askerî kuvvetlerinde çok ciddî boyutlarda kısıntıya gitm ek, ya da. bu kuvvetler üzerindeki denetim ini giderek daha büyük ölçüde. R us-alcyhıarı A syalılara kaptırm ak zorunda kalacaktır. Şurası açıktır ki, G orbachev'i 1988 sonbaharında tek taradı olarak S ovyet ordusunda 500.000 kişilik bir indirim yapm a kararına götüren şey, ülke nüfusuy­ la ilgili bu tür hesaplar olm uştur. Bu kararın -hiçbir biçim de kabul ed i­ lem ez olan- alternatifi ise, R usya’nın A vrupalı uyduları üzerindeki as­ kerî denetim ini A syalılara em anet etm esi olurdu. S ovyeller B irliğindeki A syalıların hepsi artık okuryazar durum a gelm işlerdir; am a bunların ancak üçte biri Rusçayı okuyup yazabilm ektedir. R usça gene de çarlık dönem inde olduğu gibi, devlet dili, iş çevrelerinin dili, bilim dili olarak kalm ıştır. Rus ordusu içindeki ku­ m anda m akam larında A vrupalı olm ayan hem en hiç kim se yoktur. Rus ekonom isi içinde kum anda m akam larında A vrupalı olm ayan hemen

34

hiç kimse yoktur. Ü st düzey parti görevlerinde ise (ister Politbüro'da ister M erkezî K om ite içinde olsun), A vrupalı olm ayanların sayısı hiç­ bir zaman bir ikiyi geçm ez. Bu durum , tahm in edilebileceği gibi, sürm eyecektir. Ç özülm e sü­ reci belki yavaşlatılabiiir. A m a bir kez başladı m ı, tersine çevrilem ez. Başlamıştır da. A rtık bildiğim iz gibi, bu süreç G orbachev'in görevi devralm asından bir hayli önce başlam ıştı; batıda B altık illerinde ve Ukrayna'da; güneydoğuda K ırım 'da ve K afkaslar'da; ve O rta A sya'da. Günümüzde, yani 1980'li yılların sonunda, G orbachev şim diden sa­ vunmaya geçm iş, her söm ürgeci rejim in yapm aya çalıştığı şeyleri yap­ mak zorunda kalm ıştır - bunlar her zam an başarısızlığa uğrar. Ballık bölgelerinde yaşayanlara ödünler verm iş, am a güneydoğudaki Erm cniler ve A zerîler ile, O rta A sya'daki M üslüm an M oğollara ağır cezalar verileceği tehdidinde bulunm uştur. O halde, M ikhail G orbachev'in Perestroika'sı ekonom ik büyüm e ve kalkınm a yoluyla yeni bir birlik ba­ ğı oluşturma girişim idir. İşe yarar mı bu? Bu sorunun cevabı neredey­ se kesin olarak hayırdır. P erestroika başarısızlığa uğrarsa, R usya Slalin'in baskı yöntem ine geri dönecektir. A m a P erestroika ekonom i alanında bir işe yararsa, gene arzu edilen birleştirici etkiyi yaratm aya­ caktır. Tek başına dem ografi bile P erestroika'yı artan Rus aleyhtarı milliyetçiliği yenm e konusunda yetersiz bırakacaktır. A slında P erest­ roika merkezden uzaklaşm a yönündeki hareketi hızla daha da güçlen­ direcektir. Sovyet İm paratorluğunda m illiyetçiliğin en güçlü olduğu bölgenin en zengin bölge olm ası raslantı değildir; B allık cum huriyetleridir bu bölge. A vuslurya-M acaristan İm paratorluğunun tarihi bunun neden böyle olduğunu gösterm ektedir -A vusturya-M acaristan İm paratorluğu, tek parça halinde olm ası, bütünüyle kara üzerinde yer alm ası ve res­ men "ulusal olm ayan" bir nitelik taşım ası dolayısıyla Sovyet İm para­ torluğuna benzem ekteydi. A vusturya'daki m illiyetler sorunu ilk kez 1848'de M acarlar A vusturya yönetim ine baş kaldırdıkları zam an orta­ ya çıktı. 1867'ye gelindiğinde M acarlar, politika, dil ve kültür alanla­ rında özerklik kazanm ış durum daydılar. A vusturya, im paratorluktan ayrılm alarını önleyebilm ek için M acaristan'daki açgözlü toprak sahip­ lerinin şantajları karşısında ekonom ik açıdan ağ ır ve sürekli artan bir

35

bedel de ödedi. A m a başka m illiyetler hem en kendilerine de aynı şe­ kilde davranılm asını istediler; önce Çekler, sonra İtalyanlar, Hırvatlar. Slovenler, Polonyalılar. A vusturya’daki liberaller - G orbachev gibi, aydınlanm ış olanlar- bu baskılara karşı koyabilm ek için ekonom ik kal­ kınm anın birliği sağlayacak uluslarüstü bir bağ olduğunu keşfettiler. U ygulanan politikanın ekonom ik yönden sihirli bir etkisi oldu. Çekos­ lovakya'nın m erkezinde yer alan Bohem ya'nın 1870'ten sonra göster­ diği sınaî büyüm enin tarihte pek az benzeri vardır. 1914'e gelindiğin­ de, B ohem ya A vrupa'nın en çok sanayileşm iş, en zengin bölgelerinden biri haline gelm iş, yaşam düzeyi ve verim lilik yönün­ den A lm anya'nın dengi olurken, Fransa'nın önüne geçm işli. A vusturya İm paratorluğunun güneyindeki Slovcnya ile, güneydoğusundaki Hır­ vatistan'da da hızlı bir ekonom ik büyüm e yaşandı. B aşta yavaş git­ m ekle birlikte, Krakov çevresindeki bölgede de öyle- burası hâlâ Po­ lonya'nın sanayi m erkezidir. K alkınm a, ekonom ik yönden m uazzam bir başarı getirirse de, siya­ sî yönden A vusturya için felâket oldu. Refah, farklı m illiyetleri yatış­ tırm ak yerine, onların giderek daha m illiyetçi kesilm elerine yol açtı. Ç ekler, zenginleştikçe, bağım sızlık taleplerini daha d a güçlendirdiler. A ynı şey Slovenya'da, H ırvatistan'da. A vusturya P olonyasında ve Trieste'de de oldu - İtalyanca konuşulan T rieste lim anı, 1913'e gelindi­ ğinde A vrupa'nın en varlıklı kentleri arasında yer alm aktaydı ve A vus­ turya aleyhtarlığı en yaygaracı bir biçim de burada dile getiriliyordu. A ncak A vusturya’nın yönetim i altındaki farklı m illiyetlere verdiği ödünler, R usya’nın verm eye istekli olduğu ödünlerden kat kat fazlay­ dı. S ovyet İm paratorluğundaki üniversitelerin hepsi Rus üniversitele­ riyken A vusturya İm paratorluğundaki üniversitelerin yarısı Alman üniversiteleri değildi: M acar, Çek, Slovcnya, H ırvatistan, Polonya ve U krayna üniversiteleriydiler. A vusturya parlam entosu çok sayıda dilin kullanılm asını kabul etm işti. A vusturya O rdusundaki askerler ancak em ir niteliği taşıyan bir iki A lm anca sözcük öğrenm ek zorundaydılar: bunlar dışında kendi ulusal dillerini kullanıyorlardı. Bu ödünler daha çok özerklik, sonunda da tam bağım sızlık için baskı yarattı yalnızca. Ç ünkü m illiyetçilik ve söm ürgecilik aleyhtarlığı köylülere ve proleter­ lere özgü doktrinler değildir; burjuvazinin, özellikle de tüccarların-

36

fabrika yöneticilerinin ve m eslek sahiplerinin o lu ştu rd u ğ u eğitim li or­ ta sınıftn doktrinleridirler. T abiî, bu g ruplar ekonom ik b ü y ü m ed en ilk yararlanan g ruplar olm aktadır. İngiliz yönetim i altındaki H indistan'da olanlardan alıınacak ders de aynıdır. İngilizlcr 1870'li yıllarda - A vusturyalIların herrnen hem en ay­ nı tarihlerde yaptıkları gibi- ekonom ik kalkınm ayı tcşviHc k aran alarak Hintlilere, özellikle de eğitim görm üş H intlilere, İngiliiz yönetim inin maddî yararlarını sunm ayı am açladılar. D em iryolları ve: lim an inşaatı­ nı teşvik ettiler, köy kooperatifleri ve m ühendislik okullları oluşturdu­ lar ve H indistan'ın ihraç ettiği tarım ürünlerinin yetiştirillm esini destek­ lediler. H er şeyden önem lisi de, İngilizleri ve eğilim göırınüş H intlileri ekonom ik ve sosyal kalkınm a konularında ortak ç a lışm a la r yapm ak için bir araya getirm ek üzere H indistan K ongresini kuırdular. E kono­ m ik ve sosyal alanlarda hayli önem li sonuçlar elde ed ild i; m odem Hindistan'ı büyük ölçüde bu çabalar yaratm ıştır. Ancalk siyasî açıdan, bu çabalar H indistan bağım sızlık hareketine yol a ç m ış ve bu hareket, 1947 yılında, H int A yaklanm asının bundan doksan yıl «önce yapam adı­ ğını başarm ıştır : tngilizlerden kurtulm ak. B ağ ım sızlık hareketindeki liderlerden hem en her biri H indistan K ongresinden çık m ıştı. A vusturya ve H indistan'da işe yaram am ış olan şe y lerin , R usya’dâ işe yaraması olası değildir. İnsanlar ''batılılaştıkça", re fa h a d ah a çok ulaştıkça, toplum içindeki yerlerini değiştirebildikçe, d a h a çok eğitim gördükçe, giderek daha m illiyetçi olm aktadırlar. "S öm ürge halkı” du­ rumunda olm aya giderek daha çok içerlem ektedirler; onları boyundu­ ruk altında tutanlar yum uşak davransalar bile. "Japon çözüm ü"nü iste­ m ektedirler : B atılılaşm ak am a bunu kendi denetim leri, kendi yönetimleri altında, kendi devletleri aracılığıyla y ap m ak . O halde Perestroika'nın R us İm paratorluğunu kurtarabileceğini düşünm ek için bir neden bulunm am aktadır. Üç sonuç beklenebilir. Bunlardan birisi, R usya'nın ikiye bölünm e­ sidir. Hem A vrupa yarısı hem A sya yansı bu bölünm eden sonra başka ulusal gruplar halinde daha da ufalanabilir-özerk, belki de bağım sız Baltık devletleri; özerk, belki de bağım sız bir U krayna; özerk , belki de bağım sız K afkas cum huriyetleri - aynı süreç, bu sırada A sya tara­

37

fın d ak i U ra lla r’d a d a g e rç e k le şe c e k tir. R u s İm p arato rlu ğ u n u n ardından A v ru p a ta ra fın d a o rta y a ç ık a n ü lk eler, k u şk u su z , d ah a so n ra A v ru ­ p a'n ın b ir p arç ası h alin e g e lm e y e ç a lış a c a k la r ve siy asî, en önem lisi de, e k o n o m ik aç ıd a n A v ru p a 'y a boyun eğ m ey i, p ek ala kabul etmek zo ru n d a k a la b ile c e k le rd ir. R u s İm p arato rlu ğ u n u n ard ın d an U zak D o­ ğ u d a o rta y a ç ık a n ü lk e le rd e n b azıları Ç in 'e bugün o ld u ğ u n d an daha ço k y a k ın la ş a b ilir. P ek i en b ü y ü k k itle ne ta ra fa y ö n elec ek tir - büyük b ir ç o ğ u n lu k la M ü slü m a n olan O rta A sy alıla r? İk in ci b ir ihtim al A s­ y alIların e g e m e n lik sa ğ lam asıd ır. A m a bö y le b ir d u ru m k u şk u su z A v­ ru p alI a z ın lığ ın A sy alı ç o ğ u n lu ğ a karşı sü rek li d iren m esi an lam ın a ge­ le ce k tir. S o n o la ra k d a, b ir tü r k o n fed e ra sy o n a g id ilm esi m üm kündür; bu k o n fe d e ra sy o n u b ir ara d a tu tan b ağ lar g ev şek o lacak , sürekli bir k a rg a şa y a ş a n a ra k fark lı m illiy e tle r ö ze rk cu m h u riy etle ri içinde y a da bu c u m h u riy e tle r y o lu y la g ü ç k az an m ak için b irb irleriy le m ücadele e d e rk e n , h e r b iri g eri k a la n la ra eg em en o lm a y a çalışacak tır. O rta y a ç ık a n so n u ç n e o lu rsa o lsu n , ne "R u s"lu k la ilgisi olacaktır, n e "İm p a ra to rlu k "la . R u s İm p a rato rlu ğ u n u n çö z ü lm e si, uluslararası p o litik a a la n ın d a y ep y e n i g e rç e k le r y a ra ta c a k tır - h iç k im sen in henüz h a z ır o lm a d ığ ı, h ele B irle şik D ev letlerin hiç h az ır o lm ad ığ ı gerçekler. B u d ö n e m ç a lk a n tılı, h atta teh lik eli b ir d ö n em o lacak tır. Rusya A v ru p a ’y la o lan ilişk ile rin i te m eld en d e ğ iştirm e k zo ru n d a kalacaktır. İn san , g id e re k arla n iç b a s k ıla r so n u n d a R u sy a'n ın ask erî b ir serüvene g irm e y i d e n e y e re k . B atı A v ru p a 'y ı istila g irişim in d e b u lu n m a ihtim ali­ ni d e g ö z ardı e d e m iy o r. N e de o lsa, za ferle so n u çlan an b ir savaşın "g e n ç le ştiric i" b ir etki y ara tac ağ ı g ö rü şü , siy a sî b u n ak lığ ın en çok g ö ­ rü len y a n ılg ısıd ır. A v u stu ry alIla r 1914 'te bu y an ılg ıy a teslim oldular; 1982 y ılın d a F a lk la n d A d ala rın ı alan A rjan tin li g en e ralle r d e öyle. A r­ tık y e n ilm e z o lm a y ışın ın ö n ce A v u stu ry a ’nın 1809'da kazandığı zafer­ ler, so n ra d a W e llin g to n D ü k ü n ü n Isp an y a 'd a k i za ferleriy le k an ıtlan ­ m a sın ın a rd ın d a n . 1812 'd c R u sy a'y a sa ld ırın a kararı alan N ap o ly o n da ö y le . E ğ e r m illiy e tç ile rin R u s y a 'd a y ara ttık la rı h u zu rsu zlu k , A v ru ­ p a ’d ak i u y d u la rın a y a y ılır ve M a c a rista n ’d a, P o lo n y a'd a, Ç e k o slo v a k ­ y a 'd a , y a d a D o ğ u A lm a n y a ’d a cid d i sık ın tıla ra yol açarsa, Batı A v ru ­ p a 'y a y a p ıla c a k an i b ir sa ld ırın ın R us g e n e ra lle r için çek iciliğ i bu tür b ir "ani s a k lır f ’nın 1914 y ılın d a A v u stu ry alI g e n e ra lle r için taşıdığı ç e ­

38

kicilik kadar büyük olabilir. Bir başka deyişle, Batının hem siyasî bir­ liğini korum aya, hem de ask erî yönden lıcp hazırlıklı Oılmasını sağla­ m aya ihtiyaç vardır. A m a Rusya'nın Batı A vrupa ile olan ilişkilerinde m eydana gelebi­ lecek loptan bir değişiklik için de hazırlıklı olm a gereği vardır. Bunun Rusya'nın siyasî, ekonom ik ve sosyal yapısında ve izlediği politikalar­ da önem li değişiklikler gerektireceği m uhakkaktır. N A T O ’nun ve bir bütün olarak A m erika-A vrupa İttifakının sonu dem ek olacağı neredey­ se kesindir. R usya’nın A vrupa'daki uydularının, yönetim leri ve politi­ kalarında değişiklik yapm alarını gerektirecektir - onları, hem Komü­ nizmi, hem R us denetim ini reddetm ek durum unda bırakacağı neredeyse kesindir. O rta A vrupa'nın ask erî yönden tarafsız hale geti­ rilm esini d e gerektirebilir - R us sınırından R en N ehrine kadar. A m a bu, A vrupa R usyasının A sya R usyasının egem enliği altına girm ekten kurtulm ası için tek yol olabilir. A vrupa R usyasm daki h er yönetim , A s­ ya R usyasının denetim inden uzak kalm ayı, öncelikler listesinin üst sı­ ralarına k o y m aya kendi halkı tarafından zorlanacaktır, Rus İm parator­ luğunun çözülm esi anayurt durum undaki A vrupa R usyası için, bu yüzyılın daha önceki dönem lerinde denizaşırı im paratorlukları dağılır­ ken, İspanya’nın, İngiltere'nin, F ransa'nın, H ollanda'nın ya da Porte­ kiz'in yaşadığı sarsıntıdan çok daha büyük bir sarsıntı yaratacaktır. Rus İm paratorluğunun A sya kıtası üzerinde çözülm esinin etkisi ise, daha da büyük olacaktır. Hem Çin'in hem Japonya'nın A sya'nın geri kalan bölüm leriyle, birbirleriylc ve B atıyla olan ilişkilerini derinden değiştirecektir- özellikle de Birleşik D evletlerle olan ilişkilerini.

Bunların Birleşik Devletler İçin Taşıdığı Anlam Rus İm paratorluğunun çözülm esi. Birleşik D evletler için, dış poli­ tikada ve W oodrow W ilson'un başkalarının işine karışm am a ilkesini 1917’de terk etm esinden bu yana A m erikan dış politikasını besleyen varsayım larda toptan bir değişiklik anlam ına gelir. Şurası muhakkak ki -K om ünist y a da posı-K om ünist olsun- Rusya "süpergüç" olm aya­ caktır artık. B irleşik D evletler de öyle. A slında hiçbir "süpergüç" ol­ m ayacaktır. D ünya politikasında "m erkez" diye bir şey bulunm aya­ caktır. B irleşik D evletlerin herhangi bir "dış politika"ya sahip olması

39

giderek zorlaşacaktır- kendini dünyadan soyutlam a politikasına geri dönm ek de bir işe yaram ayacak, daha doğrusu, im kansız hale gelecek­ tir. Yedi D enizi -bütün on dokuzuncu yüzyıl boyunca- donanm asıyla denelim altında tutan bir Britanya İm paratorluğu var olduğu sürece. A m erikan dış politikası açıktı. A m erika'yı dünya politikasının tümüyle dışında tutm aya çalışan M onroe D oktrininden oluşuyordu. Amerika kendini dünyadan soyutlayabiliyordu. Bu dönem A vrupa'nın çöküşüy­ le son buldu. Birinci D ünya Savaşından bu yana A m erikan dış politi­ kasının birinci önceliği, giderek daha büyük oranda, A vrupa'yı eski haline kavuşturm ak olm uştur. Japonya 1941 'de saldırıya geçtiğinde. A m erika B irleşik D evletleri dikkatini Pasifik üzerinde yoğunlaştırm aktansa, A vrupa’daki savaşa öncelik verm e kararı aldı. 1940'lı yıllar­ da Soğuk Savaş başladığı zam an A m erika'nın dış politikasına temel aldığı şey, A vrupa'nın toparlanm ası ve N A TO askerî ittifakı idi. Ama A vrupa'ya olan bu yöneliş, ancak A sya'daki m erkez hâlâ A vrupalı bir güç olan R usya tarafından denetlendiği ve yönetildiği için mümkün olabilm işti, A .B .D .'nin bakış açısından gerekli olan tek şey, A sya’d a Filipinler ya da Japonya'da- A m erika'nın kanatlarını koruyacak ileri üslerin bulundurulm asıydı. Bunun dışında, A vrupa'da A vrupalı bir güçle, yani A vrupa-m erkezli bir R usya ile olan ilişkiler, A sya işini de hallediyordu. D aha doğrusu, A m erika'nın A sya'daki politikaları ve ey­ lem leri- ister K ore Savaşı, ister V ietnam Savaşı, ya d a Başkan Nixon'un K om ünist Ç in'le vardığı uzlaşm a olsun- tem elde, Avrupam erkezi bir R usya’yı bulunduğu yerde tutm ak ve onu eşit kuvvetle dengelem ek için yürütülen A vrupa stratejisinin parçalarıydı. Rusya A sya'yı denetim altında tutan A vrupalı b ir güç olmaktan çıktığı zam an, bu stratejinin, başarılı olm ak b ir yana, yeterli bile olm a­ sı m üm kün değildir. A m a o zaman nasıl bir politikaya ihtiyaç duyula­ cağını -ve A vrupa'ya arlık öncelik verilm ezken B irleşik D evletlerin herhangi bir politikaya bile nasıl sahip olabileceğini- önceden söyleye­ bilm ek im kansızdır. B u, yeni siyasî gerçekler arasında. Birleşik D ev­ letlerin karşısındaki en çetin gerçek olabilir.

40

A.B.D. İçin Y eni B ir İlgi K o n u su O la r a k K u zey A m e rik a Amerikan dış politikası, Kuzey A m erika'nın A .B .D . için hızla önemli bir ilgi konusu haline gelm esiyle, daha d a karışacaktır. A m eri­ ka'nın güney kom şusu M eksika ve kuzeydeki kom şusu K anada için, yanıbaşlanndaki devle olan ilişkileri, öteden beri dış politikalarındaki başlıca ilgi konusu olm uştur. Birleşik D evletler ise kom şularına genel­ likle pek az ilgi gösterdi. D ünya ekonom isindeki bölgeleşm e harekeli, yeni bir "Kuzey A m erika" ve onunla birlikte yeni fırsatlar ve yeni so­ runlar yaratm aktadır. Am erika'nın güney kom şusu M eksika, A .B .D .'nin Latin dünyasıy­ la olan ilişkilerini değiştirecek bir dönüşüm yaşam aktadır. Benito Juârcz'den bu yana geçen yüzyılı aşkın bir süredir, M eksika politikası­ na tek am aç egem en oldu : Dini, kültürü, değerleri, tarihi, geleceği ile Meksika'dan çok farklı -aynı oranda itici ve gönül çelici- olan ve M ek­ sika'nın çok yakınında yer alan kuzeyin tehlikeli devi, Yanqui kom şu karşısında bağım sız kalm ak, özellikle de ekonom ik yönden bağım sız kalmak. Juârez M eksika'nın bağım sızlığını, ülkenin K ızılderili ve köy­ lü karakterini sürdürerek korum aya çalıştı. O nun y erine geçen Porfirio Dıaz ise, korkulu Yanqui'yi dengeleyebilm ek için ülkeye AvrupalInın parasını, A vrupalı bankerleri, A vrupalı im alatçıları getirm eye çalıştı. Bu çabalarının başarısızlığa uğram ası, Dfaz'ın 1911 'de devrilm esine yol açü, bunu da yirm i yıl süren iç savaş izledi. Sonraki am aç ise sa­ nayi yönünden kendi kendine yeterli olabilm ekti. M eksika sırf iç paza­ ra yönelik olarak üretim yapan ve çoğunlukla M eksika devletine ait, yoğun korum a altındaki yerli sanayide ayak diredi. Bu politika uzun yıllar boyu, özellikle de İkinci D ünya Savaşından sonra, işe yarar gibi göründü. Am a 1980'li yılların başlarında tam bir çöküntüye uğradı; kısmen petrol fiyatlarındaki çöküşten, am a çok daha büyük bir oranda, korumacılığın devleti yozlaştırm asından ve devlete ait sanayii yetersiz ve rekabet edem ez durum a düşürm esinden kaynaklandı bu. Bir çıkış yolu -bu belki tek çıkış yoludur- M eksika'nın yüzyıllık ekonom ik bağım sızlık politikasını terk etm esi ve B irleşik D evletlerle ekonomik bütünleşm eyi kabullenm esidir. B ütünleşm e zaten büyük oranda gerçekleşm iş durum dadır. M eksika'nın en yeterli, en çok para

41

g etiren sa n a y ile ri -A .B .D . sın ırın d a k i m a q u ila d o ra fabrikaları ve iç b ö lg e le rd e F o rd ve IB M gibi A m erik alı d ev lerin sahibi o lduğu brm fa b rik a la r- b ü y ü k ö lç ü d e (ya d a tü m ü y le) A .B .D . p azarı için üretim y a p m a k ta d ırla r. B ir A .B .D .- M e k sik a O rtak P azarın d an söz edilmekted ir. E k o n o m ik b ü tü n le şm e , A m erik a lıla rın b ak ış açısın d an , hiç kuşku­ su z, M e k sik a ’d an ü lk e y e d o ğ ru çok y o ğ u n b ir b içim d e süren göçe ter­ cih e d ile b ilir -g ö ç , b u g ü n için p ek ço k M ek sik alIn ın p ara g etirir işlere u la şa b ilm e s in in tek y o lu o lm a k ta d ır. E k o n o m ik açıdan M ek sik a da b u n d a n y a ra rla n a c a k , a n c a k g e ç iş d ö n em i, aşırı k o ru m a altın d a bulu­ nan p ek ç o k M e k sik a şirk eti, b u ra la rd a ç a lışan işç ile r ve bu şirketlerin sa h ip le ri için ç o k çe tin g e ç e c e k tir. A m a k ü ltü rel ve siy a sî açılardan b ö y le b ir d e ğ işik lik M e k sik a 'd a k i siy a sî k en e tle n m e y i, h atta belki de M e k sik a 'n ın s iy a s î b irliğ in i teh d it e d e c e k k ad a r b ü y ü k bir sarsıntı ya­ ra ta c a k tır.

A m a bu o lm a d a n M e k s ik a a y a k ta k a la b ilir m i? M ek sik a henüz g e rç e k le n tek b ir ü lk e h a lin e g e lm iş d e ğ ild ir. K u zey d e ço ğ u n lu k la İs­ p a n y o lc a k o n u şu lu r; sa n ay i tesisle ri k u z e y d e d ir, ik lim in doğru dürüst ürün y e tiş m e s in i e n g e lle y e c e k k ad a r k u ru (k u zey ço ğ u n lu k la böyledir) y a d a n e m li (g ü n e y ç o ğ u n lu k la b ö y le d ir) o ld u ğ u b ir ü lk e d e bereketli to p ra k n e k a d a r b u lu n a b ilirse , b u n u n d a b ü y ü k b ir b ö lü m ü kuzeyde y e r a lm a k ta d ır. G ü n e y -O a x a c a 'd a n b a ş la y a ra k - h âlâ ço k bü y ü k bit o ra n d a k ırsal ö z e lliğ in i ve K ızıld erili k a ra k te rin i k o ru m ak lad ır; İspan­ y o lc a e s a s itib a riy le k e n tle rd e k o n u şu lu r. G ü n e y in o ld u k ç a b ü y ü k bir b ö lü m ü n d e k a b ile to p lu m la rı v a rd ır v e b u b ö lg e le r İsp an y o llar dört y ü z y ıl ö n c e b u ra la ra g e ld ik le rin d e y ö n e tic i d u ru m u n d a olan cazique s 'in iz le d ik le ri y o ld a n p ek d e fark lı o lm a y a n b ir b iç im d e y erel reislerc e y ö n e tilm e k te d ir. H ıristiy a n m is y o n e rle rin en b ü y ü ğ ü olan Bartolo m e d e las C a sa s , işte o d ö n e m le rd e şö y le d em işti : "K ızılderili. H ıris tiy a n o la b ile c e k d u ru m a g e lm e d e n ö n c e y u rtta ş o lm ak zo ru n d a­ d ır." G ü n e y M e k s ik a ’d ak i K ız ıld e rilile r d a h a y u rtta ş o lm u ş değillerdir.

M e k s ik a B irle şik D e v le tle re ö y le s in e k ap ı k o m şu su d u r ki, so ru n la­ rın ın A .B .D .'y i e tk ile m e m e si m ü m k ü n d e ğ ild ir. A n cak M e k sik a'y a yö­ n e lik o la ra k d ü ş ü n ü le b ile c e k h e r tü rlü A m e rik a n p o litik asın ın , M cksi k a ’d a o ld u ğ u k a d a r B irle şik D e v le tle rd e d e h o şn u tsu z lu k yaratacağ k u ş k u s u z d u r. S ö z g e lim i, B irle şik D e v le tle r, M e k sik a'd a k i işsizlikten a ç lık ta n ve y o k s u llu k ta n k a ç a n -v e a ra la rın d a ü lk e lerin in hem en çol

42

eğitim görm üş insanlarının, hem de en yoksul ve en az nitelikli olanla­ rının giderek daha büyük oranlarda yer aldığı- çok sayıdaki MeksikalI­ yı ülkeye kabul etm eyi daha ne kadar sürdürecektir? M eksika'nın Jccndisi de. siyasî ve sosyal açılardan, yurttaşlarının kuzeye doğru kitleler halinde kaçışına ve giderek artan beyin göçüne uzun süre dayanabilir m i? Birleşik D evletler M eksika'da sol eğilim li A m erika aleyhtarı bir rejimin kurulm asını kabul edebilir m i? M eksika A .B .D .'nin iç politika­ larına m üdahalesini kabul edebilir m i? V e M eksika'daki ücretler Amcrika'dakilerin onda biri, sınırın güneyindeki sulanabilir M eksika top­ raklarında yetişen tarım ürünlerinin m aliyeti de sınırın kuzeyinde yetişen ürün m aliyetinin üçte biri oranındayken, Birleşik Devletler, ekonom ik bütünleşm e için istekli olm ak bir yana, bunu kabul edebile­ cek m idir? A m erika’nın kuzey kom şusu K anada'yla olan ilişkileri de aynı şe­ kilde giderek önem kazanacaktır. K anada ile B irleşik D evletler arasın­ da 1988 tarihinde yapılm ış olan Serbest T icaret A nlaşm asının tam an­ lam ıyla işler hale gelip gelm em esi, nispeten önem siz bir konudur. İki ülke ekonom ik yönden zaten bütünleşm iş durum dadırlar. Aslında, A .B.D.'li im alatçıların yirm ili yıllardan bu yana K anada pazarlarında dengeyi b ozacak ölçüde egem enlik sağlam aları, K anadalı inşaatçıların sın ın n A m erika tarafında giderek d ah a etkin hale gelm eleriyle büyük ölçüde giderilm iştir. A ncak K anada'nın önünde, bir on yıl ya da daha uzunca sürecek b ir zam an dilim i vardır ki, bu süre içinde eskiden beri var olan b ir so ru y la nihayet yüz yüze gelm ek gerekecektir : N e de­ m ektir K anada? Ü ç kültürlü tek b ir ulus m udur- biri A nglo-İskoç özel­ likleri taşıy ıp m erkezde y er alan, biri F ransız özellikli olup Q uebec’de bulunan, biri ise belirgin K anadah-A m crikan özelliklerine sahip, Batı­ daki kırlık alan lard a y er alan üç kültürden oluşm uş, tek bir ulus mu? B ugüne k ad ar K anada'yı tanım lam anın tek yolu, K anada'nın "A .B.D.'' olm adığını söylem ek olm uştur. A m a iki ülkenin ekonom ileri birbiri­ nin içine d ah a ço k girdikçe. K anada A .B .D . değildir diyerek yapılan tanım , kocam an, heterojen nitelikli, yerleşim bölgeleri seyrek ve dağı­ nık bir düzen içinde yayılan K anada'yı b ir arada tutm ak açısından gi­ derek daha yetersiz kalacaktır. V e A .B .D .'nin geleneksel hale getirdiği yum uşak -çoğu kez dc o kadar yum uşak olm ayan- ihm alci tutum u, is­ ler K anada'ya, ister A .B .D .'ye olsun, yarar getirm ek açısından giderek daha d a y etersiz kalacaktır.

43

A ncak uluslararası konularda başlıca "yeni gerçeklik" -ve kesinlik­ le yalnızca B irleşik D evletler açısından değildir bu- Rus İmparatorluğunun gelecek günlerde dağılacak olm asıdır. Bu olay, H int A yaklan­ m ası ve Japonya'daki M eiji R estorasyonuyla başlayan ve "Avrupa" tarihinden "dünya" tarihine doğru olan yönelişi tam am layacaktır. Han­ gi devlet, hangi politikacı, hangi siyasî d üşünür hazırdır buna?

44

5 SİLAHLAR ARTIK AMACA TERS DÜŞER HALE GELDİKLERİNE GÖRE 15 Kasım 1988 tarihinin insanlık için önem li bir kilom etretaşı ola­ rak kutlaması gerekirdi. O gün, büyük güçler arasındaki son savaşın, yani Japonya ile B irleşik A m erika arasındaki çarpışm aların, 15 A ğus­ tos 1945’te sona erm esinin üzerinden kırk üç yıl üç ay geçm iş oluyor­ du. Böylecc daha önce büyük güçler arasında çarpışm a olm adan geçen en uzun süre rekoru eşitlendi : F ransa-Prusya S avaşının 1871 'de sona ermesi ile 1 A ğustos 1914’tc B irinci D ünya Savaşının patlak verm esi arasında geçen kırk üç yıl üç aylık süre (1905 tarihinde R usya ile Ja­ ponya arasında çıkan savaş, bu dönem in "savaşsız" olm a niteliğini bozmuştur am a Japonya o zam anlar büyük güç sayılm ıyordu). V e 1945-88 arasında "savaşsız" olarak yaşanan dönem , 1815 W aterloo Savaşı ile İngiltere ve Fransa'yı R usya ile kapıştıran 1854 tarihli Kırım Savaşı arasında büyük güçlerin birim leriyle b a n ş halinde geçirdikleri ünlü yirmi dokuz yıllık dönem i, k at kat aşm ıştır. Yeni rekora kim senin ilgi gösterm em esinin haklı nedenleri vardı. Bunlara pek barış yılları denem ezdi. B üyük güçler birbiriyle savaşm a­ dılar ama dördü kanlı savaşlar yaptı : F ransa, C ezayir ve V ietnam ’da; Birleşik D evletler, K ore ve V ietnam 'da ; Ç in, V ietnam 'da ve Rusya, Afganistan'da. O rta Doğu çoğu zam an savaş halindeydi -İsrail A rap­ larla savaştı, Irak ve İran yedi yıl boyunca birbirlcriyle savaştılar. H in­ distan ve Pakistan arasında kısa süreli am a şiddetli bir savaş oldu. A y­ rıca, Kuzey İrlanda'da, O rta ve G üney A m erika'da ve A frika'nın pek çok yerinde sürüp giden, kıran kırana sayısız iç savaş yaşandı.

45

H er şeyden önem lisi de, bu yıllar, tarihteki en uzun, en büyük ve en yaygın silahlanm a yarışının görüldüğü yıllar oldu. Silahlanm a İkin­ ci D ünya S avaşından sonraki dönem in büyüm e sanayii olm uştur bilgisayarlar değil, telekom ünikasyon değil, biyoteknoloji değil, hatta finans da değil. 1914 A ğustosundan önceki yirm i yıl boyunca siircn hum m alı silahlanm a yarışında yalnızca dört ülke v a r d ı: Büyük Britan­ ya. Fransa, A lm anya ve Rusya. N e İtalya, ne de A vusturya katıldı ya­ rışa, ve tabiî ne de A m erika B irleşik D evletleri. O ysa yalnızca tek bir büyük güç, yani Japonya, ve orta güçlerden ikisi, yani M eksika ve Ka­ nada, son kırk yılın silahlanm a yarışının dışında kalm ışlardır. Onları saym azsak,tüm dünyayı sarm ıştır bu yarış. A skerî teknoloji ve silahla­ rın tahrip gücünde patlayış halinde görülen gelişm e ise, daha d a hızlı olarak cereyan etm iştir. Şu günlerde küçük ve yoksul ülkeler bile Peru, Libya, Irak- B üyük G üçlerin çoğunun İkinci D ünya Savaşı baş­ ladığı zam an sahip olduklarından daha çok ve tahrip yeteneği daha yüksek olan ateşgücüne sahiptirler. Silah yığınağını kısıtlam ak üzere tek bir ufak adım atılm ıştır : O rta m enzilli nükleer füzeleri sınırlayan 1988 tarihli A .B .D .- Rusya anlaşm ası. Bunun d ışında silahlanm a yarı­ şı azalm adan sürm ektedir. Bir zam anlar politikanın hizm etinde olan silahlar, politikanın patronu durum una gelm işlerdir. O ysa, silahların am aca ters düşer hale geldikleri ortaya çıkmıştır. E konom ik perform ans ve ekonom ik gelişm e yönünden önem li bir tü­ ketici yük haline gelm işlerdir -R usya'daki ekon o m ik bunalım ın, Ame­ rika'nın ekonom ik yönden gerilere düşm esinin ve özellikle Latin Ame­ rika'da olm ak üzere, kalkınm a alanında uğranan başarısızlığın başlıca nedenidir silahlanm a. Sosyal açıdan ordu, on dokuzuncu yüzyılda ifa­ de edildiği gibi, "ulus için bir eğitim yuvası" olm a işlevini artık kay­ betm iştir. İster A frika'da, ister Latin A m erika'da olsun, ordu iktidarı ele geçirdiği her yerde çok geçm eden yanlış şeyleri öğretm eye başla­ m ıştır : Terörü, işkenceyi, yolsuzluğu. S iyasî açıdan ise- son kırk yıl içinde hiç olm adığı kadar kullanılan - askerî yardım lar tehlike yarata­ cak boyutlarda güvenilm ez olduklarını ortaya koym uşlardır. Silahların askerî açıdan zayıf oldukları görülm ektedir. K ore Savaşı, Birleşik D evletlerin asker ve silah yönünden ezici üstünlüğüne rağm en berabe­ re bitm iştir. Büyük bir güç ile küçük rakibi arasındaki öbür çatışm ala­ rın hepsinde ise büyük güç k a y b e tm iştir: F ran sızlar C ezayir ve V id

46

natn'da, A m erikalılar V ietnam 'da, Ç inliler V ietnam 'da ve R uslar A fg a­ nistan'da kaybettiler. İsrail, kazandığı d ö n savaştan sonra, zafere ilk başta olduğundan daha yakın değildir. Y edi yıl süren kanlı savaşlar sı­ rasında- her ikisi de tepeden tırnağa en m odern silahlarla donanm ış olan- İran ve Irak'tan hiçbiri askerî yönden kazançlı çıkm adılar. V e çe­ şitli dış güçler tarafından yapılan çok büyük askerî y ardım lara rağ­ men, A frika'daki iç savaşlar, görünürde askerî bir sonuç olm adan sü ­ rüp gitm ektedir. Bunların her biri ask erî açıdan kötü perform ans ve yetersizlik ör­ nekleridir ve her biri için birtakım özel açıklam alar yapılm aktadır. Birleşik D evletler altm ışlı yıllarda V ietnam 'da kaybetti çünkü kitle ile­ tişim araçları orduyu arkadan bıçakladılar y a da generallerin uyguladı­ ğı savaş yöntem leri yanlıştı. K uşkusuz, R usya’nın seksenli yıllarda A f­ ganistan'da uğradığı yenilgiden sonra da bunlara ben zer m azeretler Moskova’da ağızdan ağıza dolaşm ıştır. A m a ortak yönleri olan olgula­ ra ortak yönleri olan açıklam alar getirm ek gerekir. V e burada getirile­ bilecek tek ortak açıklam a, silahların askerî yönden sah ip oldukları ka­ pasiteyi kaybetm iş olm alarıdır. S ilahlar m uharebe kazandırabiliyor ama artık savaşların sonucunu belirleyem iyorlar. N ükleer, kim yasal ve bakteriyel silahlar çağında, kendi ülkelerini savunam ıyorlar. G er­ çekten de. savaşa, Karl von C lausew itz’in ünlü sö zleriyle "politikanın başka araçlar yoluyla devam ı" gözüyle bakılam az arlık. Savaş, politi­ kanın yenilgisi haline gelm iştir. Bu ilk kez A m erika'nın V ietnam 'da yaptığı savaş sırasında ortaya çıktı. Kennedy yönetim inin ilk aylarında S avunm a B akanlığında ted a­ rik ve personel konularıyla ilgili bir d anışm a kuru lu n a girdim ve bura­ da dokuz yıl boyunca, hem en hem en V ietnam S avaşının sonun a kadar çalıştım. Kurul üyeleri -iş çevrelerinden üç seçkin lider, yüksek rütbeli üç eski subay, benim g ibi akadem ik çevreden gelen üç kişi- hiç de "anti-militer” kim seler değildi. A m a kuruldan ayrıldığım ızda h er biri­ m iz aynı sonuca varm ış durum daydık : S ilahlar, ask erî açıdan bile, am aca ters d ü şer d urum a gelm işlerdi. V e şu da hepim iz için açıkça or­ taya çıkmıştı ki birlikte çalıştığım ız subaylar da aynı sonuca v arm ış­ lardı. A m a o günden bu yana silah yığm ağı ancak hızlandı. Silahlarda kısıntıya gitm ek, ne kadar yararlı o lsa d a yeterli değil­ dir. Gerekli olan, silahsızlanm adan çok daha zo r bir şeydir. S avunm a­

47

nın dünyanın siyasî sistem i içindeki rolü ve önem inin yeniden doğru­ lanm ası, özellikle de devletlerin im ha silahları üzerindeki tekellerinin yeniden doğrulanm ası ve bunun yanı sıra, savunm a ve silahların son kırk yılda kazandıkları politikanın patronu olm a nitelikleri yerine, ye­ niden politikanın araçları durum una getirilm eleridir. G erekli olan sa­ vunm anın, silahlanm anın ve ordunun m odern dünya içindeki rol ve iş­ levini bütünüyle yeniden düşünm ek ve ordunun toplum içindeki yerini yeniden belirlem ektir. S ila h la r ve E k o n o m i Silahlar ve askerî kuvvetler yüzyıllar boyu sivil ekonom i ve top­ lum için yükten başka bir şey olm am ış, ekonom ik kaynakları tüket­ m işlerdir. B ilim sel ya da teknolojik ilerlem eye katkıları da, eğer ol­ m uşsa, pek ufak boyutlarda kalm ıştır. Parıldayan zırhına bürünmüş şövalye göz alıcı bir görüntü yaratm ış olabilir am a şövalyenin yaptığı toplum dan alm aktan ibaretti, karşılığında toplum a hiçbir şey vermedi. T ek bir şövalyenin idam esi, dört at ve en az altı adam ın varlığını ge­ rektiriyordu; bunların idamesi için de sekiz-on çiftliğin ürünü gereki­ yordu. O ysa şövalye, geçim ini borçlu olduğu köylüleri savunm ak için en ufak bir kaygı duym uyordu. K öylüler yalnızca işin bedelini ödü­ yorlardı. A yrıca ordu için yapılan üretim den sivil üretim e bir teknoloji transferi de olm uyordu. Barut Batıda on dördüncü yüzyılda kullanıl­ m aya başlandı. Patlayıcıların m adencilikte, tünel açm ada, yol yapı­ m ında ve lim an inşası için yapılan kazılarda ilk kez kullanılm ası ise ancak bundan beş yüz yıl sonra, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında gerçekleşti. O rtaçağ şövalyesinin zırhını yapm ak için üstün nitelikli zırh ustaları gerekiyordu ve bunlar m etalürji d alın d a sürekli ilerleme sağladılar. A m a ortaçağ toplum unun en önem li aleti olan sabandemirini geliştirecek hiçbir "yan ürün" çıkm adı ortaya. Bunun için on seki­ zinci yüzyıla kadar beklem ek gerekecekti. A ynı şekilde, sivil teknolojiden de savaş teknolojisine bir transfer olm uyordu. A ntik dönem lerde B atıda yalnızca kürekle çalışan tekne­ ler biliniyordu. Sekiz ve onuncu yüzyıllar arasında kuzeybatı Avrupa hem yel değirm enini hem de su çarklarını ilk m akinelere, yani insan ya da hayvan gücüyle çalışm ayan ilk üretim aletlerine dönüştürdüler. 48

yel değirm eninin kanadı neredeyse anında açık d en iz teknelerine akta­ rıldı. A m a savaş gem ileri b ir altı ya da yedi yüz daha kürekle çalışan kadırgalar o larak kaldı. Sonradan, on yedinci yüzyılda, işler kökünden değişti. İkinci D ün­ ya S avaşına kadar uzanan iki yüz yıl boyunca savunm a ekonom isiyle barış dön em indeki sivil ekonom i birbirlerini karşılıklı olarak zengin­ leştirip sıkı b ir bağlantı içinde, birlikte geliştiler. H ollandalIların on yedinci yüzyılın so nunda m ürettebat ve m ürettebat için gerekli erzağa ek olarak yüklü bir kargoyu da taşıyabilecek nitelikteki ilk gem iyi icat etmeleri d ö n üm noktasını oluşturdu. B aşta ağır toplar taşıyacak bir sa­ vaş gem isi olarak tasarım lanan bu gem i, çok kısa bir süre içinde dün­ yanın ilk işe yarar y ü k gem isine dönüştürüldü. B arış dönem i ekonom i­ sinde bugüne kad ar görülen en büyük teknolojik atılanlardan biriydi bu -buhar m ak in esi ya da b ilgisayar veya biyoteknoloji kadar büyük bir atılım . T icareti ilk kez d ünya çapında yaygınlaştıran on sekizinci yüzyıl ticaret devriınini yarattı. A vrupalIlar, ekonom ik açıdan kendile­ rini dünyanın h er y erine nüfuz edebilecekleri, dünyanın her yerinde egem enlik kurabilecekleri noktaya götürecek yolda ilerlem eye başla­ dılar. B öylcce, iki yüz elli yıl boyunca askerî teknolojide gerçekleşen hemen her ilerlem e sivil ekonom iye hızla yeniden güç kazandırdı. Si­ vil teknoloji de hızla ask erî teknolojiye uygulandı. A skerî teknoloji ilk modern y o lla n yarattı; bunlar, esas olarak F ransa Kralı X IV . Louis'nin, on sekizinci yüzyılın başlarında A vrupa kıtasında egem enlik kurm a girişim i için tasarım lanm ış ve bunun için yapılm ış yollardı. H e­ men iç ticaret için kullanılan yo llar haline geldiler. Y olları inşa edecek m ühendisler yetiştirm ek üzere ilk teknik üniversite olan E cole des Pont et C h au ssees (1 7 4 7 ’de) kuruldu. O nunla birlikte m ühendislik mesleği o rtay a çıktı ve bilim ve teknoloji, mal ve hizm et tasarım ı ve üretim inde sistem li olarak uygulanm aya başladı. Bunun tersi olarak da. 1700‘den sonraki iki yüz elli yıl boyunca si­ vil ekonom ide m ey d an a gelen her önem li yenilik neredeyse hem en as­ keri alanda uygulandı : B uhar m akinesi, telefon, telsiz, otom obil, uçak. V e sa v aşla r yol açtıkları tüm yıkım vc ziyana karşı, savaş olm a­ sa ticarî u y g ulam aya geçirilm eleri pek çok on yıl sürecek teknolojik gelişm eleri büyük ölçüde hızlandırarak, iki yüz elli yıl boyunca eko­

nomi için itici güç oluşturdular. Bunun m ükem m el bir örneği, İngihe. re'nin A vrupa şeker kamışı ihtiyacım karşılam a tekelini kırm ak üzere, N apolyon'un ordu m ensuplarını görevlendirerek şeker pancarı geliştir­ m e çalışm alarını finanse etm esidir; ilk "devletçe yürütülen savunma araştırm ası" örneğidir bu. Birinci D ünya Savaşı olm asaydı, radyonun gelişim i herhalde otuz yıl daha geçm eden, yani 195ü'li yıllara gelm eden gerçekleşme/di, S ahra telefonlarının Birinci D ünya Savaşı sırasında yapılan muhabere­ lerde yetersiz kalınası yüzünden, ses vc m üziğin telsiz nakledilmesini sağlam ak için yetenekli m ühendisler görevlendirildi, devlet bütçele­ rinden büyük paralar harcandı. İkinci D ünya Savaşı olm asaydı, bilgisayarın gelişim i için otuz ya da kırk yıllık bir süre daha gerekebilirdi. İlk işe yarar bilgisayar olan ünlü E N IA C ordunun ihtiyacı için ve or­ dunun parasıyla yapıldı. B irkaç yıl sonra başlayan S oğuk Savaş ise, IB M ’i bilgisayar alanında dünya öncüsü yaptı. O rdunun Kanada'nın A rktik bölgeleri için "erken uyarı sistem leri" sipariş etm esi, IBM'i ilk işe yarar bilgisayarların tasarım vc im alatını, geniş ölçekli olarak ger­ çekleştirebilecek durum a getirdi. B unun kadar önem li olan b ir nokta d a şudur : On yedinci yüzyılın sonlarından başlayan iki yüz elli yıllık bu süre içinde, askerî ve sivil üretim im kanları birbirlerinin yerine g eçebilir nitelikteydi- Sivil üre­ tim im kanları ve sivil hayata yönelik ürünler kolayca savaş dönemi üretim im kanları ve savaş dönem inde kullanılan ürünler haline getiri­ lebiliyordu. İngiltere'nin on dokuzuncu yüzyılda ekonom ik alanda dünya öncülüğüne yükselm esinin önem li b ir nedeni. A m iral Nclson'un filosunun inşa edildiği tersaneleri, yeni tasarım lı p osta gem ileri ve hız­ lı y ü k gem ileri inşa eden tersanelere dönüştürebilm esiydi; bu gemiler, sonraki elli yıl içinde açık deniz ticaretine egem en oldu. A ynı şey. At­ lantik'in öbür yakasında, A m erikan D evrim i sırasında inşa edilip İS 12 Savaşı sırasında bir A m erikan donanm ası oluşturm ak üzere genişleti­ len tersanelerde de yaşandı. B irleşik D evletler 1941 A ralığında İkinci D ünya Savaşına girdiği zam an, savaş üretim kapasitesi hiç olmaya'1 bir ülkeydi. A m a Linden, N ew Jersey'de Buick, O ldsm obil vc Pontiac arabalarının m ontajını yapan bir fabrikayı, uçak gem ilerine bağlı avcı uçakları üretir en büyük fabrika haline dönüştürm e çalışm aları dört 50

aydan az sürdü. V e İkinci D ünya S avaşının sona erm esinden beş ay sonra, yani 1946 O cağına gelindiğinde, fabrika yeniden Buick, O ldsm obile ve Pontiac arabalar üretir durum a gelm işti. Am a artrk b u n la r da tarihe karışm ıştır. A slında, savunm a harca­ malarının ve savunm a teknolojisinin sivil ekonom iyi tüketen cid d î bir yük oluşturduğunu artık biliyoruz. B ugün herkesin kabul ettiği gibi, Japonların savunm aya pek az para harcam aları, halta savunm a araştır­ m a ve teknolojisine daha bile azını ayırm aları, onların gücünü oluştu­ ran başlıca etkendir. B una karşı, B irleşik D evletler üzerindeki ağır sa­ vunma yükü, A m erikan ekonom isinin rekabet gücünü vc öncü özelliğini k aybetm esinde önem li bir n edendir - belki de asıl neden. Rusya'da ise, gayri safı m illî hasıladan daha da büyük bir payın savun­ m aya gitm esi, kuşkusuz, Rus ekonom isindeki geriliğin ve sürekli kö­ tüleşm enin başlıca nedenlerinden biridir. Asıl so ru n, paradan çok elem an sorunudur. Japonya'daki bilim adamları ve m ühendisler savunm a için yapılan çalışm alarda görev al­ m am aktadırlar; sivil ekonom i için çalışm aktadırlar. B irleşik D evletler­ de ise ülkedeki m ühendisler üçle bire varan oranlarda savunm a işinde görevlidir. Japonya'daki m eslektaşları belki binek otom obilleri için ye­ rine daha iyi oturan b ir kapı çerçevesinin tasarım ını gerçekleştirirken, benzer bilgi-beceri sahibi A m erikalı bir teknologun, tank tasarım ı ya da "Y ıldız S avaşları" üzerine çalıştığı neredeyse kesindir. R usya'da ise, yeterli bilim adam ları ya da teknologlarııı sivil ekonom i için çalış­ malarına izin verilm esi olacak şey değildir. O n lar savunm a çalışm ala­ rında görevlendirilm ek üzere alınır ve bu işte kalırlar. Savunm adaki büyüm e gelişm ekte olan ülkeler, özellikle de Latin A m erika için, d ah a da büyük bir ekonom ik tehdit halini alm ıştır. O r­ dunun g etirdiği yük, bu ülkelerde görülen ekonom ik durgunluk, enf­ lasyon ve g elişm em işlikle tek başına en büyük etken olm aktadır. Peru. Şili, A rjantin ya d a B rezilya gibi ülkelerde yapılan savunm a harcam a­ ları, bu harcam alar olm asa, verim li yatırım lar için hazır olabilecek pa­ raların herhalde yarısını çekm iştir. İran Ş ahının devrilm esinin nedeni, büyük ölçüde, eldeki yabancı serm ayenin Şah yıkıldığı zaman Yakın Doğunun tek başına en büyük askerî gücü haline gelm iş olan İran or-

51

duşunu yaratm ak üzere askerî alana kaydırılm asıydı (ancak İran'ın Irak'la yaptığı savaşın da gösterdiği gibi, bu gücün askerî değeri pek fazla değildi). O Iıalde ilk ekonom ik öncelik savunm a için yapılan harcamalarda ve ekonom ik açıdan verim siz olan -halta, am aca ters düşen- savunma çalışm alarına kaydırılm ış üstün nitelikli insan kaynağında kısıntıya gitm ek ve bu alanlarda denetim sağlam ak olm alıdır.

O rdu A rtık Ulus İçin Bir Eğitim Yuvası Değildir Sosyal açıdan bakıldığında da, savunm a hızla am aca ters düşer du­ rum a gelm ektedir. Fransız D evrim i sırasında ordu toplum için bir eği­ lim yuvası olarak ilan edildi ve bu, çok geçm eden İngiltere ve Birleşik D evletler dışındaki her yerde kullanılır bir slogan haline geldi. Latir A m erika'da hâlâ slogandır. M ao Ç ininde de bir slogandı. A m a bu iddia nasıl bir değer taşım ış olursa olsun, artık geçerli değildir. A sker­ lik hizm eti, acem i er diye, bir beceri edinem em iş, disiplinsiz, temizlik anlayışından ve çalışm a alışkanlıklarından habersiz, okum ası yazması olm ayan köylü delikanlılar geldiği dönem lerde yararlı alışkanlıkla) aşılam ış olabilir. B ugünkü nüfus böyle değildir, hatta gelişm ekte olar dünyada bile. O rdunun büyük övgüler alarak öğrettiği beceriler ■ gençleri orduya çağıran her duvar ilanıyla askerlik hizm etinin duyuru­ lan yararları- sivil ekonom i için son derece kısıtlı bir d eğer taşım akta dır. Bir iki yıllık toplum hizm eti, gençler için kışlada geçirilecek ik yıldan daha değerli olacaktır. T ersine, ordu sivil toplum için çok yanlış bir eğilim yuvası olduğu nu gösterm iştir. Sivil yönelim in çözülm esi üzerine, birbiri ardınca pek çok Latin A m erika ülkesinde, ordular yönetim i ele aldı -Peru'da, Şili'dc, A rjantin'de, B rezilya’da. O rdunun yönetim i devraldığı her örnek te bu durum önce halkın büyük bir bölüm ü tarafından coşkuyla karşı landı. Her defasında askerî yönetim yozlaşarak d ah a önce görülm edi! bir zorbalık, işkence, yolsuzluk ve bir iki yıl içinde de tam bir yeter sizlik örneği haline geldi. Franko İspanyasındaki askerî yönetim di öyle. A çıkçası, askerî "erdemler" m odern dünyanın talepleri karşısın da yeterli olm am aktadır. Bu erdem lerin orduyu çağdaş toplum ve çağ 52

daş politikanın baştan çıkarıcı yönlerine karşı da korum aları -daha ön­ ce bunu başarabilm işlerse bile- artık söz konusu değildir.

Askerî Yardım ve Siyasî Perform ans Bozuklukları Askerî yardım ın siyasî araç olarak kullanım ı yazılı tarih öncesine gider. Sonuçları ise her zam an kuşkuluydu. Para yardım ı alan bir g e­ neralin çok geçm eden daha fazlasını te k lif edecek birisini aram aya başlayacağını söyleyen, Rom alı bir tarihçiydi. A skerî yardım , general­ ler başka insanlara göre daha az güvenilir kim seler oldukları için d e­ ğil, dış desteğe bağım lılık, askerî bir kuruluşu kendi kendine ters dü­ şer durum a getirdiği için, işe yaram az. O rdunun görevi ülkeyi bağımsız kılm ak ve öyle kalm asını sağlam aktır. D ışarıdan gelen askerî yardım ne kadar cöm ertçe olursa, o kadar derin b ir kızgınlığa yol aça­ caktır. Yardım alan ne kadar başarılı ve kuvvetli durum a gelirse, he­ defleri, yardım ı vereninkinden o kadar ayrılacaktır. O rtak bir düşm an karşısında oluşan ittifaklar askerî bir tehdit var olduğu sürece yürürler. Siyasî araç niyetine yapılan askerî yardım ise yürüm ez. H içbir zam an yürümem iştir de- bu konudaki otoritesine kim senin hiçbir şey diyem e­ yeceği W inston C hurchill'in ünlü atası M arlborough D ükü için yazdığı biyografide tekrar tekrar işaret ettiği gibi. İkinci D ünya Savaşını izle­ yen kırk yıl içinde, siyasî araç niyetine yapılan askerî yardım larda d a­ ha önce hiç olm adığı kadar cöm ertçe davranılm ış, elde edilen sonuçlar ise, daha önce hiç olm adığı kadar kötü çıkm ıştır. R uslar aynı uygula­ mayı Batıdan önce yaptılar, sözgelim i Y ugoslavya'da ve Ç in'de daha cömertçe davranarak daha beter sonuçlar aldılar diye avunm ak m üm ­ kün değildir. Birleşik D evletlerin cöm ertçe askerî yardım yapm ayı d e­ nediği her yerde -A lbaylar yönetim indeki Y unanistan’da, Şah yöneti­ mindeki İran’da, M arcos yönetim indeki F ilipinlcr'de ya da N oriega yönetimindeki Panam a'da- tek başarısı düşm an kazanm ak olm uştur. Am a gördüğüm üz en tem el değişiklikler, neredeyse hiç azalm ayan askerî perform ans bozukluklarıdır -bütün güçlerin ordularında görülen performans bozuklukları. B ugüne kadar geçen kırk yıl içinde gerçek­ leştirilen askerî eylem lerin çoğu, türü ne olursa olsun herhangi bir m u­ halefetle karşılaştığında, başarısızlığa uğradı; ufak gerilla grupları, te­ röristler ya d a sabotajcılar karşısında bile. M uhalefetin hiç olm adığı 53

y a d a ç o k a z o ld u ğ u ö rn e k le rd e b ile e ld e ed ilen so n u ç la r etk iley ici de­ ğ ild ir. İn g iliz le r, F a lk la n d A d a la rın d a d ü n y a n ın en b ü y ü k donanm ala­ rın d a n b irin in ve iyi eğ itim li b ir o rd u n u n tü m g ü cü n ü , n ered ey se hiç v a rlık g ö ste re m e y e n b ir A rjan tin k u v v eti k arşısın d a o rtay a döktüler. G ö rk e m li b ir lo jistik g ö ste ri g erç ek le ştirild i a m a yap ılan ey lem , artıl; b ild iğ im iz g ib i, lly a sk o y a y ak ın d ı. A m e rik a lıla r b undan birkaç yıl s o n ra m in ic ik G re n a d a 'y ı se k iz bin ask eri aşan b ir k u v v etle istila ettiler. A d a y ı işg al e tm e y i e lb e tte b aşard ıla r, ö ze llik le d e yerli halk onları k e n d ile rin e ö z g ü rlü k veren ve k u rtaran k iş ile r o la ra k k arşıladığı için. A m a , a rtık b ild iğ im iz g ib i, h are k ât a s k e rî aç ıd a n n ered ey se b ir felaket­ ti. N e d e n i ne o lu rsa o lsu n , artık a ç ık ç a o rta y a çık an şu d u r ki, askerî k u v v e tle r, a s k e rî aç ıd a n etk ili o lm a m a k tad ır. B u n u n b ir n edeni, belki, en k u d re tli ü lk e n in b ile tek ç e şit a s k e rî ey lem i h azırlay ab ilm esi, plan­ la y a b ilm e si v e o n u n için eğ itim y a p tıra b ilm c si o lab ilir. O y sa modern te k n o lo ji s a y e sin d e , h e r biri farklı stra te jile r, farklı tak tik ler, farklı lo­ jis tik , farklı e ğ itim v e farklı b ir h arp san atı k av ram ı g erek tiren m uhte­ m el a s k e rî e y le m le r b itip tü k e n e c e k gibi d eğ ild ir. D ah a d a önem lisi, te m e l stra te jik k av ra m ların artık o lm a y ışıd ır. V ar olan şey, yalnızca, h e r biri aynı o ra n d a m u h tem el y a d a m u h tem el o lm ay an "şıklar" vc "o la sılık la r" d ır. B ir a sk e rî k u v v et tek b ir d ü şm a n a karşı, tek b ir savaş y ö n te m i için p la n la n a b ilir, eğ itile b ilir, y ö n e lile b ilir ve donatılabilir. H e r tü r d ü ş m a n a karşı h e r ç e şit sa v a şm a y ö n te m in e göre planlanam az. e ğ itile m e z , y ö n e tile m e z vc d o n atıla m az . K u zey D en izin d ek i yaklaşm a n o k ta la rın ı R u s d e n iz a ltıla rın a karşı k o ru m ak ü zere g eliştirilm iş bir İn­ g iliz d o n a n m a sı, G ü n ey A tla n tik ’in u za k b ö lg e lerin d e k ıta nakliye ge­ m ileri için re fa k a t kuv v eti olam az. S iv il, sa v a şır d u ru m d a o lm ay an ha­ v a ve d e n iz trafiğ in in y o ğ u n o ld u ğ u sığ , d ar B asra K örfezinde ta n k e rle re k ıla v u z lu k etm ek , aç ık d e n iz d e d en iz m uharebeleri yapm ak ü z e re in şa e d ilip d o n a tılm ış A m erik a n d e stro y e rlerin e g öre b ir iş de­ ğ ild ir h iç . E ski Ç in ve S eza r'd a n C lau se w itz'e k ad ar, harp sanatı üze­ rin d e y a z a n h erk e sin vurg u lad ığ ı g ib i, ta k tik le r esn ek olm alıdır. Aırıa stra te ji sa b it k alm alı, a ç ık ç a b elirlen m iş a m a ç la ra ve belirsizlikten uzak v a rsa y ım la ra d ay a n d ırılm a lıd ır; çab u k d eğ iştirile m e z de. Eğitim, k u m a n d a y a p ıla rı, sila h la r da.

54

N edeni ne olursa olsun, durum açıkça ortadadır: Silahlar arlık siya­ sî araç olarak işe yaram am aktadırlar. Çelişkili gibi görünse de, aynı şey silah üretim inin son kırk yıl içinde neden m uazzam boyutlarda art­ mış olduğunu da. büyük ölçüde, açıklam aktadır. A m acın yerini, büyük sayılarla doldurm aya çalıştık. Savunm ayı dev boyutlu, hantal, karm a­ şık llale getirerek, ona yeniden askerî güç kazandırm aya çalıştık. Bu, hiçbir zam an işe yaram az.

Özel O rduların Dönüşü Y önetim ler silahlar ve silah kullanım ı üzerindeki tekellerini hızla kaybediyorlar -ve bu durum un en ürkütücü gelişm e olduğunu söyle­ mek pekala m üm kündür. M odern devletin on altıncı yüzyılda ortaya çıkışından bu yana, devletin savaş ve savaş araçları üzerinde tekel kur­ ması gerektiği hiç tartışılm adan kabul edilegelm iştir. 1618’den 1648 yılına kadar A vrupa'yı kasıp kavuran O luz Yıl Savaşlarında özel ordu­ lar hâlâ vardı. A m a bütün A vrupalı güçler bu çatışm ayı tek bir açık politikayla k a p a d ıla r: H üküm darın denetim i altında olm ayan ordulara hoşgörü gösterm em ek. "S avunm a“nın anlam ı da budur : Y urttaşlarını saldırı karşısında savunacak araçları sağlam ak, devletin hem görevi­ dir, hem d e kim seyle paylaşm ayacağı hakkı. Resm î doktrin hâlâ budur. A m a savunm a bu anlam da hâlâ m üm ­ kün m üdür? G erçekten anlam ı olan bir şey m idir? Başkan Rcagan'm tartışmalı önerisi, Stratejik S avunm a İnisiyatifi idi -ya da çok geçm e­ den anılm aya başladığı adıyla "Y ıldız Savaşları." Bu öneriye göre Bir­ leşik D evletleri nükleer silahlarla yapılacak saldırılara karşı koruyacak yeni teknolojiler geliştirilecekti. Y ıldız Savaşları başarılı olsa bile Bir­ leşik D evletleri paket postası aracılığıyla yapılacak nükleer silahlı sal­ dırılara karşı koruyam az- ve ister yabancı bir hüküm et, ister bir terö­ rist tarafından postalanm ış olsun, E m pire State Building'deki b ir posta kutusuna gönderilen küçük bir paketin, uzaktan kum anda ile pallatılması halinde N ew Y ork kentinin göreceği zarar, Am erikalıların 1945'te H iroshim a ve N agasaki bom bardım anlarında verdikleri zarar­ dan daha büyük olur. B enzer bir yolla -h er türlü aram a ve savunmayı aşarak- kitle im ha gücüne sahip biyolojik ve kim yasal silahları içeri sokmak d ah a bile kolaydır. D evletin "savunm a” tekelinde çatlaklar

55

oluşm uştur. T eröristler yeniden özel ordular kurm uşlardır. Terörizme karşı geleneksel anlam da bir savunm a yolu yoktur : G eleneksel ordu­ lar terörizm karşısında güçsüzdürler. T erörizm tek başına herhangi bir yönetim in girişeceği eylem lerle denetim altına da alınam az, ortadan da kaldırılam az. Dört yüz yıl önce "ulusal devlet"le başlayan yolun sonuna; ulusal orduların, ulusal donanm aların, ulusal hava kuvvetlerinin oluşturulm a­ sına ve "savunm a"nın ulusal egem enlik ile ulusal politikanın çekirdeği yapılm asına giden yolun sonuna gelm iş bulunuyoruz. T ek taraflı silahsızlanm a ya da pasifizm çözüm değildir. Aslında son kırk yıl içinde büyük güçlerin barış halinde kalm alarını sağlayan şey, caydırıcılık alanında elde edilen denge, nükleer savaşın "K arşılık­ lı G arantili Y ok Etm e" niteliği olm uştur. B ugün silah yarışına dur de­ m eye büyük ihtiyaç vardır. Bu açıdan bakıldığında, Başkan Reagan'ın görev süresinin son yılında Sovyetler Birliği ile görüşm eler sonucunda vardığı, belli bir sınıf nükleer silahı bütünüyle sa f dışı bırakan anlaş­ m a önem li bir ilk adım dır -am a bir ilk adım dır, o kadar. En gerekli olan, silah yarışından kurtulm anın- bu yarışı sadece sınırlam anın değil -dünya üzerindeki tek tek bütün devletlere eşit çıkar sağlayacağının kabul edilm esidir. Silahsızlanm aya olan yaklaşım otuz yıldır şöyle ol­ m uştur : "E ğer askerî bir avantaj elde edersek silahsızlanırız." 1988 ta­ rihli R eagan-G orbachev anlaşm asını önem li kılan nokta şudur ki, iki taraf da üstü kapalı bir biçim de, avantaj kazanır, ya da böyle bir avan­ tajı korur durum da olm anın kendilerine eşit çıkar sağlayacağı konu­ sunda görüş birliği içindedirler. A skerî yönden zayıflam ak onlar için ortak bir çıkar konusudur. A m a bunu değil kabul etm ek, anlamaktan bile hâlâ çok uzağız. B ununla birlikte, askerî giderlerde ve askerî ku­ ruluşlarda kısıntıya gitm enin bütün ülkelerin ortak çıkarı olduğunu ka­ bul etm ek, daha bir iki yıl önce düşünülebileceğinden daha kolay ola­ bilir. E konom ik zorunluluk bizi bu yöne itebilir. Japonya dışında büyük ülkelerin hepsinde ekonom inin ihtiyacı olan şey, askerî harca­ m alarda büyük bir indirim e gidilm esidir. En çok S ovyetler Birliğinde, sonra Ç in'de, üçüncü olarak da B irleşik D evletlerde. G elişm ekte olan ülkelerde ise buna daha da çok ihtiyaç vardır. E konom ik zorunlulu­ ğun, insanlık tarihinde ilk kez askerî büyüm eye galip gelm esi olacak56

ur bu; am a askerî büyüm enin, salı askerî açıdan bile;, verim siz hale gelmesi de iarihte ilk kez olm aktadır. Belki de arük bütün büyük güçlerin işe yaram ıyor ıdiye ask erî yar­ dım yapm aktan vazgeçm ek ve terörizm e du r dem ek içim birleşm ek ko­ nusunda görüş birliğine varabilecekleri zam an y ak ın laşm ak ta d ır Uluslararası 1857 L ondra A nlaşm ası ile deniz korsanlıığını yok etm ek üzere birleşm eleri, 1950'Ii yıllarda da hava korsanlığım a göz yum ulm aması konusunda -en azından üstü kapalı bir biçim de-- görüş birliğine varmaları gibi. Ama en önem li, en tem el ihtiyaç, savunm anın ve siilahlarm işlevini bir bütün olarak yeniden değerlendirm ektir. "S av u n m a" artık m üm kün değildir; m üm kün olan yalnızca m isillem edir. Silahlaır arlık etkili bir siyasî araç değildirler. O rdunun, yeniden etkili olabilnnek için nasıl bir ordu olması ve nasıl hareket etm esi gerekir?

57

II

DEVLET VE SİYASÎ SÜREÇ

6

DEVLETİN SINIRLARI N eredeyse iki yüzyıl süreyle devlet ne yapınalı diye hararetle tar­ tıştık. D evlet ne yapabilir diye hem en hiç sorm adık. D evletin sınırları ve işlevi giderek daha çok tartışm a konusu haline gelecektir. D evlet, siyasî ve sosyal kuram da hâlâ ileri sürüldüğü gibi, tek güç m erkezi d e­ ğildir artık. G elişm iş ülkelerde hem toplum hem sivil düzen yeniden çoğulcu b ir nitelik alm ış, ortaçağların sonlarından bu yana egem en olan eğilim ler sarsıcı bir biçim de tersine çevrilm iştir. Bu yeni çoğul­ culuk biçim leri, daha önce bilinenlerin hepsinden ço k farklıdır. T op­ lumdaki çoğulculuk, apolitik olan, perform ans-odaklı, tek göreve y ö ­ nelik kuruluştan!] çoğulculuğudur. Sivil düzen içindeki çoğulculuk ise yeni "kitle hareketleri"nin çoğulculuğudur : B unlar, küçük, iyi örgüt­ lenmiş azınlık gruplarıdır; yönelişleri açısından, tek dava güden, tek ilgileri olan gruplardır ve tam anlam ıyla siyasî niteliklidirler. Bu yeni gerçekler, siyasî liderler açısından yeni ve farklı talepler doğurmakladır. B unlan, kam uoyundaki tartışm aların çoğunda istendi­ ği gibi, "karizm a" yoluyla karşılam aya çalışm ak ancak kötü liderlik ve sıfır perform ansla sonuçlanır.

Gücü H er Şeye Yeter Devletten Özelleştirmeye Tarih boyunca hem en hiçbir kitabın etkisi, A dam Sm ith'in U lusla­ rın Zenginliği (1776) kitabının yarattığı etkiden büyük olm am ıştır. Bu kitap hâlâ en az eğitim li kişilerin bile hakkında bir şeyler duym uş ol­ duğu tek ekonom i kitabıdır. Buna rağm en, A dam Sm ith'in savunduğu temel nokta kitabın çıkışı üzerinden geçen bir iki on yılda unutulup gitti -oldukça yakın zam anlara kadar da unutulm uş olarak kaldı.

61

Sm ilh'in işadam larına olan sevgisi pek azdı, işin içine kişisel çıkar gir­ di mi, daha da azalıyordu. Sm ith, devlet ekonom iyi beceriksizce yöne­ tir görüşünü savunm adı. D evletin, sırf kendi d o sası yüzünden ekono­ mici y ö n e lm e y e c e ğ in i savundu: beceriksizce olsa bile. Deyim yerindeyse, lîllcr serçelere göre daha kötü uçarlar görüşünde değildi. D evlet fil olduğuna göre, hiç uçam az görüşünü savundu. O ysa kısa sürede -en çok N apolyon savaşlarının bitim inden sonra­ ki dönem de- tartışm a konusu, Smiıh'i izleyenler arasında bile, devlet ne ya p a b ilird en devlet ne ya pm alıd ır'a döndü. Sm ith tartışm asını ya­ parken, devletin doğasından yola çıkıyordu. On dokuzuncu yüzyılda politika tartışıldı. Serbest pazarın en uzlaşm az savunucuları bile on dokuzuncu ve yirm inci yüzyıllarda devletin yeterliğini sorgulam adılar. D evletin ya­ sallığını tartıştılar. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, devlet program ­ ları, devlet denetim i ve-devlet etkinciliğine karşı en aşırı muhalefeti gösteren kişi, büyük L iberallerin sonuncusu olan H erbert Spencer'di. D evletin verdiğt eğitim e bije, kişisel özgürlüğe m üdahaledir diye karşı çıktı. A m a Spencer devletin program ları uygulam a konusundaki yeter­ liğini hiç sorgulam adı. D evletin bu konudaki yasallığını reddetti. Aynı şekilde, neokonservatizm in babası olan F.A. H ayek de The R oad ta Serfdom (1944) başlıklı devlet m üdahalesine karşı çıkan denem esinde, devletin yetersizliğini tartışm ıyordu.* Tersine, devleti fazla güçlü gö­ rüyordu. E ğitim de devlet m üdahalesine karşı çıkarak yürüttüğü tartış­ m ada, bunun özgürlük adına bir tehdit oluşturm asını tek inandırıcı ka­ nıl olarak kullandı. Devletin sınırlarına ilişkin tartışm a, ilk kez A dam S m ilh ’in kitabın­ dan iki yüzyıl sonra ortaya atıldığında, yersiz belki de saçm a diye ilgi görm edi. A slında, 1969 tarihinde çıkan The A ge o f D iscontinuity baş­ lıklı kitabım la bunu ilk ortaya atan ben oldum . Bu kitapta, böyle bir şeyin ilerde olabileceğini önceden görerek, yönetim lerin kam uya ait şirket ve sanayileri elden çıkarm aları anlam ında kullanılm ak üzeıc * Hayek, bundan yaklaşık elli yıl sonra. 1989 tarihli The Fatal C o n c e it: The Errors lın -B irleşik Devletlerde, Japonya'da vc Batı A lm anya'da büyük elkisii olacak- bir başka yolu da, siyasî m akam lar için yürütülen kam panyal.ların finans­ manında yapılacak değişikliktir. K am panyalara yapılacak her türlü ve her kaynaktan gelen katkılar kesin bir biçim de y a sa k la n a b ilir. D üşük bir düzeyin üzerine çıkan kam panya harcam aları da. B öyke olunca, se­ çimlerden sonra hem kazanan hem kaybeden adaylara (ya -da partilere) fiilen aldıkları oy oranına göre yaptıkları m asraflar geri v erileb ilir. Bu tür bir değişiklik sıkça önerilm iştir. A m a politikacıların tböyle bir şe­ yin yapılm ası için gösterdikleri istek şim dilik pek azdır. Bu tür değişiklikler yapılsa bile, bunlar küçük az ın lık la rın siyasî sistemi etkileyen ve siyasî süreci felce uğratan korkunç zo rb a lığ ın ı an­ cak hafifletebilir.

105

8 "KARİZMAYA DİKKAT" SİYASÎ LİDERLERE YÖNELİK TALEPLERDE DEĞİŞMELER Ben bu bölüm üzerinde düzeltm eler yaparken G eorge B ush A m eri­ ka Birleşik D evletlerinin başkanı olarak W ashington'da yem in ediyor­ du. Bush'u görev getiren seçim kam panyası çekilm ez boyutlara varan bir sönüklük içinde geçti; am a B irleşik D evletlerde sönük kam p an y a­ lar daha önce de yaşanm ıştır. 1988 seçim kam panyasını öbürlerinden ayıran şey, sözcüklere sığdırılm ası m üm kün olm ayan yavanlığıydı : Bir m eseleyi -herhangi bir m eseleyi- tartışm ak, iki partinin de en sa­ dık, en bağlı, en hareketli destekçilerini partilerden uzaklaştırırdı. D e­ mokrat aday sorunlara girseydi, liberallerin ve ilericilerin desteğini yitirirdi. C um huriyetçi aday da, aynı şekilde, m uhafazakârları kaybe­ derdi. H er iki adayın elinde de, sunduğu zam an, oy tabanını birbiriyle kavga eden hiziplere bölm eyecek bir program yoktu. Siyasî liderlerin yavanlaşm aları, m eselelerden ve program lardan uzak durm aları ve kendilerini taahhütlerle m üm kün olduğu k adar az bağlamaları, yalnızca A m erika'ya özgü bir şey değildir. Ingiltere baş­ bakanı M argaret T hatcher -bugünkü özgür dünyanın en kıdem li ve en başarılı siyasî lideridir- işbaşında olduğu on yıl içinde çabalarını yal­ nızca üç görev üzerinde yoğunlaştırdı : işçi sendikalarının boğucu egem enliğini kırm ak; sanayide, konut sorununda, eğitim de özelleştir­ meye gitm ek; V e A vrupa E konom ik T opluluğuyla giderek derinleşen bağların, Ingiltere’nin Birleşik D evletlerle olan "özel ilişki"sini tehli­ keye düşürm em esini güvenceye alm ak. B unların dışındaki her konuda Pragnıatik, durum u göz önüne alarak, kendisini taahhüt altına sokm a­ dan davranm ıştır.

107

1981 'den bu yana Fransa cum hurbaşkanlığını sürdüren François M itterand ise, görevine iddialı bir program la başladı : "Sosyalistlerin D üşü"ndcki Fransa'yı yaratm ak. Beş ay içinde -daha önce de değinil­ diği gibi- bu düşten vazgeçm ek zorunda kaldı. O günden bu yana yal­ nızca iki politikası olm uştur : G örev başında kalm ak ve kendi destek­ çilerini devlet içinde ve iş dünyasında kilit konum lara yerleştirm ek. Uzun soluklu bir başka politikacı olan Balı Alm an şansölyesi Dr. H elm ut Kohl'ün de ne bir politikası vardır ne de herhangi bir progra­ mı. Sorunlarla ortaya çıktıkça ilgilenir. A lm anya'da ilerde yapılacak bir seçim le Dr. K ohl’ün yerini bir Sosyal D em okrat alacak olursa, esasta bir değişiklikten çok, yalnızca üslupta bir değişiklik meydana geleceği neredeyse kesindir. Japonya'nın durum u da farklı değildir. Japonya'da yirm i yıl önce son derece iddialı bir program la iktidara gelen bir başbakan vardı : "Japonya'nın G SM H 'sım on yıl içinde iki katına çıkarm ak." Şimdiki başbakan N oburu T akeshita ise (durum u çok iyi bilen bir Japon dostu­ mun ifade elliği gibi) "daha önce yürüttüğü devlet görevlerinde sessiz sedasız bir biçim de sergilediği bilgi-becerisi için, kendisini hiçbir za­ man taahhüt altına sokm adığı için ve ortalığı karıştırm adığı için" seçildi. Am erikan kitle iletişim araçları 1988 seçim kam panyasının yavan­ lığını kam panya sırasında m ücadele eden adayların kişiliklerine, özel­ likle de, "karizm a"dan yoksun oluşlarına bağladılar. A m a genel olgu­ lar hiçbir zam an yerel nedenler ya da belirli kişilik özellikleriyle açıklanam az. G eniş kapsam lıdırlar, nedenleri de kapsam lı olur. Ame­ rika'nın 1988 seçim lerindeki başkan adayları yavan geçen-m eselelerin ortaya konm adığı, program ların ortaya konm adığı, vaatlerin ortaya konm adığı- bir kam panyada m ücadele ettiler; çünkü geleneksel mese­ lelerin, program ların ya da vaatlerin hiçbiri siyasî gerçeklere uygun düşm em ekledir. G eleneksel bağlantıların hiçbiri de düşm ez. A m a ha­ zırda geleneksel politikalar, vaatler ve bağlantılardan başkası bulun­ m am aktadır. Bu ise politikayı ve politikacıları "donuk", yani pragmatik olm aya, m eselelerden çok görevler üzerinde odaklaşm aya, hor şeyden önem lisi de, potansiyel seçm eni çekebilecek şeylerden çok da­ ha fazla, onu uzaklaştırabilecek şeylerle ilgilenm eye zorlamakladır108

Basın, aydınlar, siyasel yorum cuları, lüm heyecanı, seri çatışm aları, açıkça belirlenm iş seçim leriyle geleneksel politika istem ektedirler, politikacılar ise işlerini onlardan daha iyi bilirler- ve seçilirler. Am a şunu da bilirler ki (A nthony Trollope'un O rta V iktorya dönem inde yazdığı bir rom andaki başbakanın ifade ettiği gibi) "D evlet devam et­ melidir." Bu yüzden de vurgulanan şeyler bilgi-beceri, ortalığın karış­ tırılmaması, yapılacak işlerin yapılm ası, belirli birtakım görevler ve sı­ rası gelince bulunan çözüm lerdir. H alk geleneksel liderlere güvensizlik gösterm ekte haklıdır. Bu tür liderler ancak dem agog olabilirler -ya da Fransa'da M itterand'ın az kalsın başına geldiği gibi, başarısızlığa uğrarlar. G eleneksel politikalar ve program lar, geleneksel bağlantılar, geleneksel tutum lar hiçbir yere varamaz. A rtık siyasî "D evrim ler"e, "New D eal"lere, "Fair DeaT'lere*, veya "Yeni T oplum lar"a yer yoktur. B unlar kam panya slo­ ganları olarak bile işe yaram am aktadır. T oplum yolu y la gelecek kurtu­ luş ya da gücün çıkar blokları etrafında örgütlenm esi gibi ideolojiler de yapılm ası gereken işlere ya da m evcut seçim çevrelerine uygun düşmemektedir. B unların ikisi de liderliğe destek sağlayam az. A ncak kötü liderlerin doğm asına yol açabilirler. Yeni siyasî gerçekler için genel siyasî kural "K arizm aya D ikkat!" olmalıdır. K arizm a bugün pek "gözde"dir. Ü zerinde pek çok şey söy­ lenmekte, karizm atik lideri konu alan çok sayıda kitap yazılm aktadır. Politikanın heyecan verici ve pek parlak bir şey olduğu geçm iş dö­ nemlere özlem vardır. O ysa karizm a istem ek siyasî ölüm isteğidir. Hiçbir yüzyılda bizim yirm inci yüzyıldaki kadar karizm atik lider y e­ tişmemiş, hiçbirinin karizm ası bizim kilerin karizm ası kadar bol o lm a­ mıştır; ve gene hiçbir siyasî lider bu yüzyılın dört karizm atik dev lide­ rinin yaptığı zararı yapm am ıştır- Stalin, M ussolini, H iller ve Mao. Önemli olan karizm a değildir. Ö nem li olan, liderin doğru yolda mı ön­ cülük ettiği, yoksa yanlış yöne mi sürüklediğidir. V e bugünkü koşullar âtında karizm atik lider ancak yanlış yöne sürükleyebilir. Y önlendir­ mesi, yeni gerçeklerden çok düne doğru olacaktır. * "Fair Deal" : Harry S. Trum nn'nın refah devleıi modeline benzer kendi program ına Verdiği ad (Çevirenin nolu).

109

K arizm atik lider, bu yüzyılda görüldüğü gibi, her zam an tehlike içindedir. Kral C anute gibi, deryaya hükm edem ez. G erçeklik denelim alanının ötesindedir. K arizm atik lider kendisine hükm edenin gerçeklik olduğunu anlayınca, paranoyaya kapılır. Bu yüzyılın büyük karizmatik liderlerinden hepsi de sonunda birer m anyak olup çıktılar. H er şeyi yok ettiler, en sonunda da kendilerini -Stalin tem izlem e hareketleriyle. H itler "nihaî çözüm "ü ile. M ao "K ültür D evrim i" ile. 1813 ve 1814'ic zaten yenilgiye uğram ış olduğu halde, ülkenin tarihî sınırları içinde Fransa İm paratoru olarak kalm asını sağlayacak pek çok öneriyi geri çevirip, bunun yerine A vrupa'nın hakimi olarak kalm ayı ısrarla istedi­ ği zam an, N apolyon da artık pek dengeli değildi. O ysa hükm eden her zam an için gerçekliktir. G erçeklik, karizm atik liderin vaatlerine, prog­ ram larına, ideolojilerine boyun eğm ez. Karizm anın sonu kendini bilm ezliktir. A m erika'nın karizm ası en bol askerî lideri, kuşkusuz. G eneral D ouglas M acA rlhur’du; en yete­ nekli askerî lider olduğu da ileri sürülebilir. A m a karizm ası sonunda onu öyle kendini bilm ez bir kim se haline getirdi ki, başkom utanı olan Başkan T rum an'ın em irlerini bir kenara itli, Ç inlilerin K ore’de bir kar­ şı saldırıya geçebileceklerine ilişkin bütün uyarılara kulak tıkadı ve leci -tam am en de gereksiz- bir askerî yenilgiye uğram a budalalığını gös­ terdi. K arizm a, sunulabilecek bir program olm adıkça, her zam an etkisiz kalır. A m a bugün ortada program diye bir şey bulunm am aktadır. Karizm atik liderlere tapanlar, hep konuyu John F. K ennedy'e getirirler. A m a K ennedy yönetim inin gerçekten başardığı nedir? İç politikada hiçbir şey. U luslararası düzeyde ise, Berlin Duvarı konusunda Komü­ nistlere teslim olm uş ve D om uzlar K örfezindeki anlam sız fiyaskoyla Küba'yı istila etm iştir -bu da Ruslara kendi Küba serüvenlerini dene­ meleri için davetiye çıkarm ış ve böylece d ünya Ü çüncü D ünya Sava­ şının eşiğine kadar getirilm iştir. G erekli olan ne siyasî değeri olan ka­ rizm adır, ne de siyasî değeri olm ayan karizm a. G österişsiz, hareketsizdonuk da olsalar, kendilerini taahhüt altına sokm ayan, ortalığı karıştır' m ayan.bilgi-beceri sahibi liderler çok daha iyidir.

110

Bu yüzyılın yapıcı başarıları, karizm adan tüm üyle yoksum k im sele­ rin eseriydi. M üttefikleri İkinci D ünya Savaşında zafere doğrru taşıyan iki asker -ikisi de A m erikalı olan- D w ight E isenhow er ike G eorge Marshall'di. H er ikisi de fazlasıyla disiplinli, fazlasıyla bilgi-lbeceri sa­ hibi ve son derece donuk adam lardı. Kom ünist olm ayan d ü n y a n ın H il­ ler ve İkinci D ünya S avaşının ardından toparlanabilm esini -hem de 'bıı, rekor sayılacak bir sürede olm uştur- başlıca iki adam a bcorçluyuz : Almanya'nın savaştan sonraki ilk şansölyesi K onrad A decnauer ile Amerika'nın savaştan sonraki ilk Başkanı H arry T rum an. A dtenauer on iki yıl süren Nazi dehşetinin ve tam bir yenilginin ardındtan A lm an loplumuna yeniden sağlık kazandırdı. D ışlanm ış, N azi döneım i so n ra­ sındaki A lm anya'yı içine alabilecek bir A vrupa'nın yaratılnnasını b ü ­ yük ölçüde o gerçekleştirdi ve sonra da ülkesini yarattığı bu A v ru ­ pa’nın parçası haline getirdi. A m a A denauer, donuk, renksizz, kılı kırk yaran bir bürokrat ve kendi kişiliğini kaybedecek kadar ç a lıştığ ı k u ru ­ luşun kim liğine bürünen insanların kusursuz bir örneğiydi. .A denauer, Hitler'in düşm esinin ardından. N azi yönetim i öncesinde y a p tığ ı K öln belediye başkanlığına yeniden dönm eye çalışınca, İngilizler siy a sî açı­ dan yetersiz diye onu kapı dışarı ettiler. H ollyw ood'da iş buflabilscydi, onu O berbuchhalter, yani m uhasebe denetçisi yaparlardı. O n d a olan, karizma yerine, ileriye dönük hayalgücü, derin bir dinsel imanç, görev duygusu ve gönüllü olarak çok çalışm a isteğiydi. "K azara B aşkan olan" Harry T rum an'm karizm asu A denauer'inkinden bile azdı. Hollyvvood'un ona vereceği rol, e rk e k giysileri satan bir m ağazanın yöneticiliği olurdu; zaten önceden de >bu işi y ap ­ mış, m ağaza iflas edip de bir politikacı dostu ona bu a la n d a küçük b ir İŞ buluncaya kadar, aynı işi sürdürm üştü. O nda olan n ite lik ler de, g e­ ne, moral ciddiyet, derin bir görev duygusu, kendisine en iyıi aklı vere­ bilecek olanlara fikir danışm aya ve çok sıkı çalışm aya gönülllü olm aktı. Ancak önüm üzde yapılm ası gereken çok büyük siya-sî görevler vardır. D ünyayı am aca ters düşen silahlanm a harcam alarının y ü k ü n ­ den kurtarm ak için silah yarışını tersine çevirm ek gibi b ir görev bu­ lanmaktadır. Ç evreyi, gittikçe artan ve hiçbir ülkeye yarar getirm eyip sonuçta tüm ülkelerin başına gelen kirlilikten kurtarm ak o»riak çık arı­ mdadır. Rus İm paratorluğu dağılırken, dış politika alanında sarsıcı ka­

rarlar alınm ası gerekecek, sarsıcı açm azlar yaşanacaktır. Çoğulcu bir toplum da ve tek-dava güden ilgi gruplarınca kuşatılm ış bir sivil düzen ortam ında devletin sınırlan ve işlevi üzerinde düşünm ek gerekecektir "Yeni çoğunluk", yani ticaret-sonrası toplum un bilgi işçileri için siyasi liderlere ihtiyaç vardır. Bu yeni görevlerde karşım ızdaki düşm an b ir başkası değildir. Düş. m an biziz■G eleneksel siyasî sloganlar, geleneksel seçim çevreleri, ge­ leneksel politikalarla bu yeni ve çetin görevlerin ele alınm ası mümkün değildir. D aha yirm i beş yıl öncesi hayal ed ilem ez olan yeni yaklaşım­ ların sonuç verdiğini gösteren bir iki örnek vardır ki insanı yüreklen­ dirm ektedir. D aha on yıl önce A kdeniz kirlilik yüzünden neredeyse ölüyordu. Bu, A kdeniz sahilinde yer alan üç sanayi ülkesinin ortak ça­ lışmaları sonucu durdurulm uştur : İspanya, F ransa ve İtalya. Sonra Başkan Reagan'ın -kendisi için bile hiç beklenm eyen- başarısı vardır; Reagan kendi partisinin "şahinler"ini ve onların A m erikan askerî gü­ cünde çok büyük bir artış isteğini dünyadaki silahlanm a yarışında ilk gerçek kısıntıyı sağlam ak üzere kullanm ayı başarm ış ve sonuç, 1988 tarihinde S ovyetler B irliğiyle yapılan O rta M enzilli N ükleer Füzeler A nlaşm ası olm uştur. Belki iyim ser olm ak için en büyük neden yeni çoğunluk olan bilgi işçileri için eski politikaların hiçbir anlam taşıma­ m asıdır. A m a kanıtlanm ış bilgi-bcccri bir anlam taşır. Y eni siyasî görevlerin hiçbiri ideolojik nitelikli değildir. Bunlar çıkar m eseleleri de değildir. Ç oğu ulusal m eseleler bile değildir. Karşı tarafta bir rakibin bulunduğu m eseleler gibi ele alınabilecek olanlar pek azdır, belki hiç yoktur; bu yüzden, geleneksel siy asî m eseleler ola­ rak çözüm lenebilecekler de pek azdır,belki de hiç yoktur. V erm ek zo­ runda olduğum uz kararların çoğu kullanılacak araçlarla ilgilidir. Silah­ lanm a yarışının hepim izi tehdit ettiği konusunda artık hem en hi< kim senin kuşkusu yoktur. Ç evre kirliliğini yavaşlatm ak ve denetle­ mek, ya da tek-dava güden özel-ilgi gruplarının yarattığı siyasî kirlili­ ği sınırlandırm ak gerektiği konusunda pek kuşkuya yer yoktur. Gele­ neksel politikadaki görüş ayrılıkları am açlara ilişkindi. Y eni gerçeklet ise çoğu kez am açları kendileri yaratm aktadır. Yeni gerçeklerin ortay3 çıkardığı soru ş u d u r : Bizi bu am açlara ulaştıracak araçlar nelerdir?

112

G eleneksel siyasî liderler m eselelerin, yani am açlara ilişkin görtiş ayrılıklarının çevresinde örgütleniyorlardı. Y eni siyasî liderlerin göre­ vi ise, giderek daha büyük oranda, am açlara ilişkin ay n ı görüşlerin çevresinde örgütlenm ek, hatla am açlar konusunda beliren görüş birli­ ğini harekete geçirm ektir. V e bu, küçük azınlıkların felç yaratan güç­ lerini kırm anın d a tek yolu olabilir. B ugün ortalıkla olan siyasî lider­ ler, T hatcher'lar, M itterand'lar, K ohl'ler, T ak esh iıa’lar, Bush'lar, donuk, işkolik uzm anlar, o rtaya raslantı sonucu çıkm am ış olabilirler, geçici bir dönem in liderleri de olm ayabilirler. İhtiyacım ız olan, ciddî anlamda bağlılık, çabaları bir iki öncelik üzerinde yoğunlaştırm aya gönüllü olm ak, çok sıkı çalışm a ve bilgi-beceridir. A m a bunlar yetecek m idir? Başkan R eagan 1986'da G orbachev'la yaptığı ilk silah indirim i toplantısında am acının bütün nükleer silahla­ rın 2000 yılına kadar yok edilm esi olduğunu bildirdi. H erkes kendisiy­ le eğlenince de, hem en dönüş yaptı. İleriye dönük bu am acına sıkı sı­ kıya bağlı kalm alı m ıydı? "K arizm a”y a ya da "program lar"a ihtiyacımız yok. A m a açıkça belirlenen am açlara gerçeklen ihtiyacı­ mız var. İleriye dönük hayal gücüne gerçekten ihtiyacım ız var.

Ill

EKONOMİ, EKOLOJİ VE EKONOMİ BİLİMİ

9

ULUSLARAŞIRI EKONOMİ ULUSLARAŞIRI EKOLOJİ Bugün herkes "dünya ekonom isi"nden söz ediyor. D ünya ekono­ misinin yeni bir gerçeklik olduğu kesindir. A m a bu terimi kullanan çoğu kim senin -işadam larının, iktisatçıların, politikacıların- kastetti­ ğinden oldukça farklı bir şeydir. D ünya ekonom isinin başlıca özellik­ leri, başlıca zorlayıcı yönleri, getirdiği başlıca im kânlardan bazıları şu n la rd ır: • Y etm işli yılların başlarında ya da ortalarında dünya ekonom isi OPEC'le ve Başkan N ixon'un doları "dalgalandırm a"sıyla- uluslararası olmaktan çıkıp, uluslaraşırı hale geldi. U lusal devletlerin iç ekonom i­ lerini büyük ölçüde kontrol eden uluslaraşırı ekonom i artık egem en duruma geçm iştir. • U luslaraşırı ekonom iyi biçim lendiren başlıca olgu, mal ve hiz­ met ticaretinden çok, para akışıdır. Bu para akışlarının kendilerine öz­ gü bir dinam iği vardır. Egem en ulusal devletlerin para ve m aliye poli­ tikaları, giderek daha büyük oranda, uluslaraşırı para ve serm aye piyasalarındaki olayları etkin bir yolla biçim lendirm ek yerine onlara tepki verm ektedirler. • U luslaraşırı ekonom ide geleneksel "üretim faktörleri" olan top­ rak ve em ek, giderek daha büyük bir oranda, ikincil durum a düşm ek­ tedirler. U luslaraşırı bir nitelik kazandığı ve herkesçe elde edilebilir hale geldiği için, arlık para da dünya piyasasında tek bir ülkeye reka­ bet avantajı sağlayacak bir üretim faktörü olm aktan çıkm ıştır. D öviz hurlan ancak kısa süreler içinde önem taşım aktadır. Y önetim , üreti117

min belirleyici faktörü olm a niteliğini kazanm ıştır. Rekabet alanınd bulunulan noktanın değerlendirilm esi, yönelim i tem el alm alıdır. • U luslaraşırı ekonom ideki am aç "kâr ıııaksiınizasyonu” değildıı "Pazar m aksim izasyonu"dur. T icaret de, giderek daha büyük bir oran da. yatırım ı izlem ektedir. A slında, ticaret yatırım ın bir işlevi halin gelm ektedir. • Ekonom i kuramı hâlâ egem en ulusal devletin tek birim , ya d; hiç olm azsa, en ağırlıklı birim olduğunu ve yalnız bu birim in etkil ekonom i politikaları oluşturabileceğini varsaym aktadır. O ysa uluslara şırı ekonom ide aslında bu Mir dört birim bulunm aktadır. B unlar mate m atikçilerin deyim iyle "kısmen bağım lı d e ğ işk e n le rd ir, birbirlerini bağlı ve karşılıklı olarak bağım lıdırlar am a birbirlerinin kontrolü altın da değildirler. Ulusal devlet bu birim lerden biridir; tek tek ülkeler özellikle de büyük, gelişm iş, K om ünist olm ayan ülkeler- elbette önen taşım aktadır. A ncak karar oluşturm a yetkisi giderek ikinci bir birime bölgeye doğru kaym aktadır- A vrupa Ekonom ik T opluluğu; Kuze) A m erika ve belki de ilerde Japonya'nın çevresinde gruplaşacak biı Uzak D oğu bölgesi. Ü çüncü olarak, para, kredi ve yatırım akışlarıyl; oluşan gerçek ve neredeyse özerk bir dünya ekonom isi vardır. Bum düzenleyen de artık ulusal sınırlar tanım ayan enform asyondur. Son olarak da -ille de büyük işletm eler olm ası gerekm eyen- uluslaraşırı te­ şebbüsler vardır ki, bunlar Kom ünist olm ayan gelişm iş dünyanın bütü­ nünü bir pazar, daha doğrusu, mal ve hizm et üretim i ve satışı yapılabi­ lecek tek bir "yer" olarak görm ektedirler. • Ekonom i politikası, giderek daha büyük bir oranda, "serbest ti­ caret" ya da "korum acılık" değil, bölgeler arasındaki "karşılıklılık" an­ lam ına gelm ekledir. • D aha da yeni olan bir uluslaraşırı ekoloji söz konusudur. Çevre de arlık para gibi, enform asyon gibi, ulusal sınırlar tanım am aktadır. Ç evreyle ilgili çok önem li ihtiyaçlar -sözgelim i, atm osferin ve dünya orm anlarının korunm ası- ulusal düzeydeki eylem ler ve ulusal yasalar­ la karşılanam az. Karşı tarafta bir rakibin bulunduğu m eseleler gibi ele alınam azlar. Bu m eseleler için uluslaraşırı düzeyde uygulanacak uluslaraşırı politikalar gerekm ektedir. 118

• Son olarak da : U luslaraşırı dünya ekonom isi bir gerçeklik oldu5u halde, kendisi için gerekli olan kurum lardan hâlâ yoksundur. Bu ekonomi için en gerekli olan şey de uluslaraşırı hukuktur. A m e rik a n D eneyim i Birleşik D evletler ekonom isi hâlâ dünyadaki egem en ekonom i ol­ duğu için -Japonya'nın ekonom isinin iki katı büyüklüktedir- A m eri­ ka'nın son yirm i yılda yaşadığı deneyim , yeni ekonom ik gerçeklere olan yönelişi en açık biçim de gösterm ektedir. A m erikan imalat sana­ yiinin seksenli yılların başında ve ortalarında neredeyse çöktüğünü herkes bilm ektedir. A m a çoğu kez olduğu gibi, "herkes" yanılm akta­ dır. G erçek çok daha karm aşıktır. A şırı değerlenen dolar o dönem içinde sınaî ürünler ithalatı açısından çok büyük bir A m erikan p azan gerçeklen de yarattı. A ncak A m erika’nın sınaî ihracatı "çökm edi"; bu dönemdeki tek bir yıl dışında arttı. D olardaki aşırı değerlenm enin 1985 sonbaharında düzeltilm esinden sonra geçen bir buçuk yıl içinde, A m erika'nın sm aî ürünler ihracatı hızla arttı ve bu artış mamul A m eri­ kan m alları için en iyi geleneksel pazar olan Latin A m erika, hâlâ derin bir bunalım içinde olduğu ve bu m alları satın alm adığı halde gerçek­ leşti. A m a Birleşik D evletlerde seksenli yıllarda sıkıntıda olan sanayiler -otom obil, çelik, elektronik tüketici cihazları- çok geçm eden Batı A v­ rupa'da da benzer sıkıntılar yaşam aya başladılar. Seksenli yılların so ­ nuna gelindiğinde, A vrupalIlar yoğun korum aya rağm en A m erikalılar için hiç olm adığı kadar, Japon ve K ore ithal m allarının baskınına uğ­ radılar. E lektronik tüketici ürünlerinin Japon kökenli olm ayan en bü­ yük üreticisi Philips'in A .B .D .'deki yan kuruluşları Japonların ve K o­ relilerin rekabeti karşısında iyi durum dadırlar. A m a -H ollanda. Almanya, İngiltere, Fransa, A vusturya, İtalya ve Ispanya'da fabrikaları olan- A vrupa'daki ana şirket. U zak D oğudan gelen şiddetle saldırı y ü ­ zünden sendelem ektedir. Sözgelim i, Philips ürünleri İngiltere'de Kore »hal m alları yüzünden büyük oranda raflarda görünm ez olm uşlardır. Ford Japon rekabetine rağm en A .B.D . pazarı içindeki payını sürekli artırm ıştır. A m a, İtalya ve Fransa, Japon ithal m allarına açılacak olsa­ lar, F iat ve Renault, T oyota ve H onda ile rekabet etm ekte epey zorla­

119

nırlar. O rtada olan durum , geleneksel im alat alanında bütün dünyayı saran bir karışıklık iken, bunun suçu sırf A m erika'yla ilgili nedenlere ya da olaylara herhalde yüklenem ez. Seksenli yıllar boyunca A m erikan sanayi şirketleri de dünya piya­ salarındaki paylarını bütünüyle korudular -hatta artırdılar. A m erika’da yerleşik şirketlerin ürettiği ve A m erikan m arka adlarını taşıyan mallar, hem I980'de hem 1988'de her türlü m am ul m alların dünya çapındaki satışlarında yüzde 20 kadar bir yer tutuyordu. Bu payı korum uş ol­ mak, salt rakam larla hem üretim de hem satışlarda hızlı bir artış anla­ m ına gelir. Z ira m am ul m alların dünya çapındaki toplam satışları o dönem içinde y an yarıya -ya da daha fazla bir oranda- arttı. Aynı za­ m anda, A m erika'daki im alatçı şirketler ülke dışında kendi m arka adlan y la satılan inallar üzerindeki kontrollerini ve onlardan elde ettikleri gelirleri önem li ölçüde güçlendirdiler. Seksenli yılların başlarında (dünyanın en geniş ikinci pazarı ve aynı zam anda pek çok Amerikan m arkası için en geniş ikinci pazar olan) Japonya'da satılan Amerikan m arkalı m allar, büyük bir bölüm üne Japon ortağın sahip olduğu ortak teşebbüsler tarafından üretiliyordu. Seksenli yılların sonlarına gelindi­ ğinde, bu ortak teşebbüslerin çoğunun m ülkiyeti -ya yüzde 100 olarak, ya da büyük bir bölüm üyle- A m erikalılara geçm işti; Ç ünkü A m erika­ lılar yüksek değerli doları Japon ortaklarının hisselerini satın almak için kullandılar. H er şey hesaba katılırsa, A .B .D .’nin seksenli yıllarda verdiği mu­ azzam ticaret açığının altında yatan, "im alat sanayiinin çöküşü" değil­ di; ticarî m al fiyatlarında ve ticarî mal ihracatında d ü nya çapında gö­ rülen çöküştü. 1981'den başlayarak tarım ürünlerinin ve sınaî ham m addelerin dünya piyasalarındaki fiyatları çöküş gösterdi. Bunla­ rın satışlarında da aynı şey oldu. Mamul m alların fiyatlarıyla kıyasla­ narak değerlendirilirse, ham m adde fiyatları seksenli yıllarda bilinen en düşük düzeye düşm üş, otuzlu yılların B üyük E konom ik Bunalımı sırasında olduğundan da aşağı inm iştir. Seksenli yılların sonuna gelin­ diğinde, yiyecek m addeleri için yalnızca iki önem li pazar kalmıştı : Japonya ve S ovyetler Birliği. Y üzyıllar boyu sürekli kıtlık belası çe­ ken H indistan bile tarım ürünleri ihracatçısı olm uştu ve Çin yiyecek konusunda kendi kendine yeter durum a gelm ekteydi.

120

Tarihsel açıdan bakıldığında. Birleşik D evletler g e n e ld e d ü nyanın en büyük tarım ürünleri ve ham m adde ihracatçısı olm uıştur. A slında A.B.D. d ünya ekonom isi ile, m am ul m allar ihracatından ço k h am m ad ­ de ihracatı yoluyla bütünleşen (K anada dışında) tek gelişım iş bü y ü k ü l­ kedir. A .B .D .'nin ham m adde ihracatı, hacim ve fiyat a ç ısın d a n n isbî olarak 1978 düzeyinde kalsaydı, seksenli yıllardaki tic a re t açıkları tam üçte bir oranında küçülürdü. B ir üçte bir daha ham m addlelerdeki uzun süreli çöküşün m am ul A m erikan m allarının geleneksel a lıc ıs ı olan ve hammadde üreten Latin A m erika ülkeleri üzerinde yaırattığı etkiden kaynaklandı. A .B .D .'nin seksenli yıllardaki ticaret açığım ın gerisi de, imalat alanında eksikleri olduğunu gösterm ek yerine, em ç o k petrol it­ halatında hızlı bir artış olduğunu gösterm ektedir. A.B.D. tarım ının verim liliği ve rekabet gücü düşünüllürsc, b ir d o la­ rın 250 yen olm ası, dolar için "A şırı değerlenm e" dcğiıldi. G erçekten değerinin altında kalm ış olm ası bile m üm kündür. D o ları a şın d eğer­ lenmiş gibi gösteren şey, A .B .D . im alat sanayii içinde olup biten, ya da A.B.D. im alat sanayiine olan bir şeylerden çok, d ü n y a p azarlan n daki ham m adde ve yiyecek fiyatlarının çöküşü idi. Doların yen karşısında aşağıya çekilerek ayarlanm atsının ardından 1985 sonbaharında başlayan gelişm eler de, herkesin o la ca ğ ın ı "b ild i­ ği" gelişm elere, aynı ölçüde ters düşm ektedir. D öviz değişim değerlerinde yapılan "ufak" bir ay a rlam a yerine genel beklenti, yen/dolar orantısının 225 ya d a 210 y en e bir d o lar o l­ masıydı- dolar, "serbest düşüş"e geçerek, on beş ay içinde, yen karşı­ sındaki değerinin yarısını kaybetti. A m a -k u r dalgalanm aların a h er za­ man ilk uyum gösteren- ham m adde fiyatlarından bu kez uygun b ir tepki hiç gelm edi. Bunun yerine, ham m adde fiyatlarının A .B .D . doları olarak düşüşü fiilen devam etti. B unun bir sonucu o la ra k da, hayat p a­ halılığı istikrar gösterdiği ve hatta biraz düştüğü için A m erika'daki fi­ yatlar ve ücretlerde hiçbir yükselm e olm adı. O halde bu, A m erikalılar dışında kalan herkes için yiyecek ve ham m adde giderlerind e çok b ü ­ yük bir düşüş dem ekti. S özgelim i, 1988 sonbaharına gelindiğinde, Ja ­ ponların y iyecek ve sınaî ham m addeler için yen olarak ödedikleri miktar, fiilen, üç yıl önce ödedikleri m iktarın üçte birinden fazla dcğil-

121

di -bunun başlıca nedeni, dolardaki yüzde 50 düşüş, ikinci olarak da, yiyecek ve ham m adde fiyatlarının d olar olarak hâlâ, oldukça önemli bir oranda, aşağı inm esiydi. A ncak fiyatlardaki düşüşe rağm en, Ame­ rika'nın tarım ürünleri ve sınaî ham m adde ihracatı artm adı; Brezilya gibi yiyecek ve ham m adde ihraç eden başka ülkelerin ihracatında da yükselm e olm adı. Bir paranın değerinin birden ve büyük ölçüde düşm esi -bilinen tüm kuram lara ve yaşanan tüm deneyim lere göre- o ülkenin ihracatın­ da büyük bir artış, ithalatında ise büyük bir azalm a m eydana getirme­ lidir. A .B .D .'nin ihracatı artm asına arttı ve büyük oranda arttı am a bu. dolardaki değer düşm esinin üzerinden bir buçuk yıl geçm eden gerçek­ leşm edi. 1988’in sonuna gelindiğinde, m am ul A m erikan malları ihra­ catındaki artış, ticaret açığını üçte bir oranında azaltm ıştı; bunun, her şeyden önce, doların evvelce aşırı değerlenm iş olm asından kaynaklan­ dığı düşünülebilir. A m a Birleşik D evletlere yapılan sın aî m allar ithala­ tı -tüm kuram lara ve daha önceden yaşanm ış tüm deneyim lere göre, neredeyse tüm den sona erm iş olm alıyken- artm aya devam etti! G eçm işte örneği bulunm ayan bir başka olgu da, para ve yatırını akışlarındaki gelişm elerdir. M aliye tarihi boyunca, dış ülkelerden aldı­ ğı paraların tüm ünü kendi parasıyla borçlanan ilk büyük ülke Amerika Birleşik D evletleridir. D oların değerinin A m erika’dan alacaklı durum ­ daki başlıca ülkeler olan Japonya ve Batı A lm anya (A .B .D . ile ticaret­ lerinde en büyük ihracat fazlasına sahip iki ülke) paraları karşısında yüzde 50 oranında düşürülm esi, bu ülkelerin ellerinde tuttukları muaz­ zam m iktarlardaki doların değerini fiilen yarıya indirdi. A m a bu ülke­ ler -ve A .B .D .'nin başka alacaklılarının hepsi- A .B .D . devlet tahvilleri satın alarak ülkeye para pom palam ayı ve A .B .D .'nin kam u açığını des­ teklem eyi sürdürdüler. Son olarak da, A m erika’nın alacaklıları -başla tn g ilizler ve Kana­ dalIlar, sonra Batı A lm anlar ve nihayet Japonlar- doların değerinin dü­ şürülm esiyle "u c u z la d ık la rı için A m erika'dan ticarî işletm eler ve em­ lak satın alm aya başlayarak m alî nitelikli dolar alacaklarını yatırımlara dönüştürdüler. Bu, tabiî, ekonom i kuram ında yapacakları, daha doğru­ su. yapm ak zorunda kalacakları tahm in edilen şeye aynen uyuyordu

Gene de, yaptıkları yatırım lar -özellikle de Japonların y atırım ları- çok büyük ilgi uyandırdı. A m a hiç kim se, aynı dön em d e A m erikan şirketlerim in ülke dışında yaptıkları yatırım ların, y aban cıların B irleşik D evlctlerdle yaptıkları ya­ tırımları bir hayli aştığını fark etm edi -b u n d a da dunum un ekonom i kuramında "ekonom ik açıdan rasyonel" dav ran ış saynlacak her şeye ters düşm esinin çok büyük payı vardı. S özgelim i, 1987'de, İngilizler başta olm ak üzere, bütün yabancıların A m erika'daki tic a rî işletm elere ve em laka yaptıkları yatırım 35 m ilyar d o la r kadardı. A m erikan Ş ir­ ketleri aynı yıl ülke dışındaki, özellikle de A vru p a O rtak Pazarındaki, yan kuruluşlarına ve bağlı şirketlere en az 50 m ilyar d o la r yatırım ger­ çekleştirdiler. S onuçla da. ü lk e dışındaki ticarî kuruluşBara giden A m e­ rikan yatırım ları yıl so n u n d a 310 m ilyar d o la n bularak. B irleşik D ev­ letlerdeki dolaysız yabancı y atırın d an açık bir fark la geride bıraktı. A m erikalılar rasyonel, yani ekonom i kuram ına göre davransalardı, kârlannı m aksim ize etm ek için 50 m ilyar do lar d eğ e rin d e dış yatırım ı satarlardı. Bunun yerine, p az ar içindeki varlıklarını m aksim ize etm ek am acıyla, hem en gelecek k â n feda eltiler; tıpkı, elde ettik leri dolarlar kendi paralarına vurulduğunda değerinden o kadar kaybettiği halde. Birleşik D evletlere olan satışlarını aynı düzeyde tutan, hatta artıran y a­ bancıların -Japonlann, A lm anların, în gilizlerin- yaptıkları gibi. V e A lın a c a k D e rsle r A m erika’nın deneyim inden çıkarılacak ilk dersten anladığım ıza göre, ham m adde ekonom isi ile sanayi ekonom isi "bağlantısız" hale gelm işlerdir. H am m adde ekonom isi, K om ünist olm ayan gelişm iş ül­ keler için m arjinal durum a düşm üştür. E ğer konjonktür hareketleri kuram ının doğruluğu kanıtlanm ış bir yanı varsa, o da şuydu ; Y iyecek ve ham m adde fiyatlarında görülen büyük ve uzun süren bir çöküşten sonra, on sekiz aylık bir dönem içinde, sanayi ekonom isinde daim a uzun süreli bir bunalım yaşanacak­ tır. Bu, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda doğru çıktı. 1907 ve 1921 'de m eydana gelen ekonom ik gerilem e ve 1929'daki Büyük E ko­ nomik Bunalım için de hâlâ doğruluk taşım aktaydı. 1989'a gel indiğin­

123

de, ham m adde ekonom isi bütün dünyada neredeyse geçen son on yıl­ lık süre içinde o güne kadar görülen en ciddî ve en uzun süreli çöküşü yaşam aktaydı. O ysa sanayi ekonom ileri hızla büyüm ekteydiler. Bunun gibi doğruluğu kanıtlanm ış bir kuram da ham m adde fiyatla­ rının döviz kurlarındaki dalgalanm alara hem en uygun bir karşılık ver­ mesiydi. D oların uluslararası değeri düştüğü zam an, ham maddelerin dolar karşılığı fiyatları bu düşüşü karşılayan bir yüzde ile yükselm e­ liydi. Tersine, düşm eye devam etti. Bu bir bakım a, özellikle Komünist olm ayan gelişm iş ülkelerde tarımsal üretim de gerçekleşen muazzam büyüm e sonucu, tarım ürünlerinde dünya çapında bir fazla meydana gelm esiyle açıklanabilir. Aynı zam anda. Kom ünist olm ayan gelişmiş ülkelerin hepsinde çiftçi nüfus öylesine küçülm üştür ki, istatistikler açısından artık neredeyse bir değer taşım am aktadır. T arım gelirinde ve satın alm a gücünde m eydana gelen ani ve büyük düşüşler (A .B.D .'nin bazı bölgelerinde tarım gelirleri 1984-1987 arasında üçte iki oranında düşm üştür) ulusal geliri, ulusal satın alm a gücünü ve tü­ keticinin yaptığı alışverişi pek etkilem ez. A ynı oranda önem li olan bir şey de şudur : E konom i sürekli olarak daha az m adde-yoğun hale gelm ektedir. 1920'li yılların tipik sanayi ürünü olan otom obil için yapılan üretim harcam alarının yüzde 60 ka­ darı ham m addeye ve enerjiye gidiyordu. 1980'li yılların tipik sanayi ürünü olan yarıiletken m ikroçipin üretim de ise ham m adde ve enerji giderleri yüzde 2'nin altındadır. T elefon kablolarında kullanılan yüzde 80’e yakın ham m adde ve enerji içerikli bakır telin yerini de hızla yüz­ de 10 ham m adde ve enerji içerikli cam elyafı alm aktadır. Japonya 1965-1985 yılları arasında sınaî üretim ini iki buçuk kat artırırken, ham m adde ve enerji tüketim inde hem en hiç artış olm adı. 1985 yılında ülkenin mamul ürünlerinin içerdiği ham m adde ve enerji oranı, yirmi yıl öncesinde olduğunun yarısından azdı. En yeni "enerji" enform asyon- ise, ham m adde ve enerji içerikli değildir. Tam anlam ıy­ la bilgi-yoğundur. İmalat em ekle giderek daha bağlantısız hale gelm ektedir. A m eri­ ka’nın imalat sanayii üretim i I980'li yıllarda sürekli arttı. İm alat sana­ yii alanındaki istihdam oram sürekli olarak düştü ve öyle bir noktaya 124

indi ki, aynı hacim deki m alm 1988'deki im alatı, m avi önlüklü işçilerin 1973'tc bir kişinin bir saat içinde yaptığı iş hesabıyla gerçekleştird ik le­ ri çalışm anın ancak beşle ikisi oranında bir çalışm a ile gerçekleşiyor­ du. G eleneksel "üretim faktörleri"nden hiçbiri -toprak, em ek, para- re­ kabet gücü ve rekabet avantajı-için artık belirleyici olam azken, yatırım giderek artan bir oranda, dünya ekonom isinin ekonom ik iticisi olarak ticaretin yerini alm aktadır. E skiden yatırım ticareti izlerdi. Şim di ise ticaret yatırım ı izlem ektedir. P azara yakınlık ve pazar "duygu"su belir­ leyici olm aktadır. V e bu, pazar içinde bir taban gerektirir; pazar içinde varlık ve pazar itibarı gerektirir. Bir başka deyişle, üretim e yatırım yapmayı gerektirir. O zam an "satışlar" pazara yapılan yatırım ın getir­ diği kazanç" olur. Y atırım sürdürülm ezse, satış olm az. P azara yapılan yatırım aynı kalırken, pazar büyür ya da değişirse gene satış o lm aya­ caktır. Bu, dolar yen ve mark karşısında değerinin yarısını kaybettiği h al­ de, Japonların ve Batı A lm anların A m erikan pazarlarındaki m allarının dolar fiyatını neden korum ayı seçtiklerini açıklam aktadır. A vrupa p a­ raları Japon yenine oranla düşm edikleri için çok yüksek m aliyetli o l­ dukları halde Japonların neden A vrupa'da fabrikalar inşa ettiklerini jftçıklamakıadır. Ve A m erikan şirketlerinin dolar olarak hem en gelecek çok büyük m iktarlardaki kârları alm ak yerine, dış ülkelerdeki yan ku­ ruluşlarının kârlarını neden bu kuruluşlar içinde alıkoyduklarını açık­ lam aktadır. B unların hepsi de pazar içindeki varlıklarını m aksim ize et­ mektedirler. A m erika'nın seksenli yıllarda yaşadığı deneyim den çıkarılacak bir başka ders, ticaretin çokuluslu olm aktan çıkarak, uluslaraşırı hale gel­ diğini gösterm ektedir. D oların aşırı değerlendiği yıllarda dışardan yapılan ithalattan en Çok etkilenen sanayi kollarındaki büyük A m erikan şirketlerini kurta­ ran şey, bu şirketlerin A m erika dışındaki yan kuruluşlarının kârları o l­ du. Sözgelim i, Ford M otor Com pany. Bundan daha da önem lisi, Ford'un A .B .D . pazarındaki durum unda sonradan görülen iyileşm e ve

125

toparlanm anın A vrupa'da ve Ford'a bağlı Japon şirketi tarafından ge­ liştirilen ürünler ve işlem lere dayalı olarak gerçekleşm esidir. Bunun tersi olan bir durum da -Japonya'da yerleşik bir otom obil imalatçısı olan- H onda’nın A m erikan yapım ı H onda otom obillerini Japonya'ya geri göndererek, ikinci durum daki şirketin epey gerisinde üçüncü du­ rum da bulunduğu Japon otom obil pazarında öncülüğü kapm aya çalış, masıdır. G eleneksel çokuluslu şirketler -bunları on dokuzuncu yüzyılın or­ talarında A m erikalı ve A lm an sanayiciler yaratm ıştır -b ir ana şirketle yabancı "kızlar"ından oluşur. A na şirket kendi iç pazarı için tasarımlar ve imal eder. K ızlar tasarım işini hiç yapm azlar. A nnenin tasarım ladı­ ğı her türlü ürünü yerel olarak üretir ve kendi pazarlarında satarlar. Anne ile kız arasındaki fark gittikçe daha bulanık b ir hale gelm ek­ tedir. U luslaraşırı bir şirkette tasarım sistem içindeki herhangi bir yer­ de yapılır. B üyük ilaç şirketlerinin artık beş-altı ülkede, Birleşik Dev­ letlerde, İngiltere'de, Japonya'da, İsviçre'de araştırm a laboratuvarları vardır. A raştırm alarını araştırm acı uzm anların bulunduğu her yerde yaparlar. Ü retim lerini imalat ekonom isinin buyurduğu her yerde ger­ çekleştirirler -IB M , bütün A vrupa'ya yönelik bilgisayarları iki yerde, disk sürücüleri de bir yerde üretm ektedir. Büyük bir ilaç im alatçısı fir­ ma, reçeteyle verilen ilaçlan 164 ülkede yapıp satm akta, ancak bütün ferm antasyon işlem leri İrlanda'da tek bir fabrikada gerçckleştirilm ektedir. U luslaraşırı bir şirketin m alî işler sorum lusu, para işlerinin İngi­ liz şirketince L ondra'da, Batı A lm an şirketince F rankfurt'la, A.B.D. şirketince N ew Y ork'ta, v.b. yönetilm esini sağlam ak yerine, para işle­ rinin yönetim ini grubun bütün üyeleri için m erkezî olarak yerine geti­ rir. Ve uluslaraşırı şirketin üst yönelim i -yöneticilerin hepsi aynı ülke­ de bulunsalar bile- ana şirketin üst yönetim i değildir. A na şirket de dahil olm ak üzere her birimin kendine özgü, yerel yönetim i vardır. Üst yönetim uluslaraşırı niteliklidir; şirketin iş p lan lan , iş stratejileri ve iş kararlan da öyle. Çoğu kim se "uluslaraşırı" sözcüğünü duyunca, dev şirketleri dü­ şünm ektedir. O ysa, giderek arlan bir oranda, orta boy, hatta küçük iş­ letm eler de bir ya da iki ülkeden çok. dünya ekonom isi içinde iş yap­ 126

maktadırlar. A slında orta boy, hatta küçük şirketlerim ulusal sın ırlar pek fazla söz konusu olmatdan iş yapm ası daha kolaycüır. B unlar, bü­ yük şirketlerden farklı olarak siyasî açıdan pek gözle gtörülür d eğ ild ir­ ler. A m erikan deneyim i şunu da gösterm ektedir ki -iım alal alanında, maliye alanında, hizm etler alanında yer alan- bir ticarîî kuruluşun K o­ münist olm ayan gelişm iş dünyanın herhangi bir b ö lg e sin d e öncü d u ­ rumda olabilm esi için, K uzey A m erika, Batı A vrupa v/e Japo n y a "Triad"ının* her bölgesinde güçlü, belki de öncü bir konunna sahip olm ası gerekm ektedir. B unların üçü tek bir pazar oluşturm aım aktadırlar am a tek bir ekonom i oluşturm aktadırlar. Bu üç bölgeden hıcrhangi b irin d e­ ki herhangi bir firm a öbür iki bölgedeki herhangi bir fiimnayla p otansi­ yel rekabet içindedir. (O tu z yıl önce otom obil im a latçıların ın çoğu, kendi iç pazarlarında öncü olm akla yetiniyorlardı. Sözr.gclimi Fiat, s a l­ dırganca davranıp İtalya d ışında satış yapm ıyordu. Ö)bür A vrupa şir­ ketleri de saldırganca davranıp İtalya'da satış y ap m ıy o rd u . Şim di ise Fiat bir "A vrupa" öncüsü olm aya çalışm aktadır. Japonılar da öyle. General E lectric C om pany (G E ), B irleşik D evlettlerdeki pek çok pazarda uzun süredir hiçbir rakip tarafından zorlanm adan öncü d u ru m ­ da bulunm aktadır. Şirket yönetim i, 198 0 ’Ii yıllarda A m erik a Birleşik Devletleri de dahil olm ak üzere her yerde, şirketim dünya çapında önemli bir konum a gelem ediği her alandan -kârlı biile olsa- çekilm e kararı aldı. Şirket, buna karşı, dünya çapında pazar öncülüğ ü elde ed e­ bileceği alanlarda genişledi. K üçük aletler ve yarı iletken m ikroçip bö­ lümleri de dahil olm ak üzere, A .B .D . pazarında kârlı v e öncü durum da olup d a uluslararası alanda şirkete birtakım im kanlar getirm eyen bazı bölüm leri elden çıkardı. G E aynı zam anda ülke dışında, özellikle de A vrupa'da yönelim in öncü olabilm e şansı verdiği birtakım ticarî kuru­ luşları -sözgelim i tıbbî elektronik cihazlarla ilgili işletm eleri- aldı. B a­ zı büyük A vrupa ve Japon şirketleri de aynı stratejiyi yürütm ektedir­ ler: İngiltere'deki Im perial Chem icals, kim ya sanayiinin dev Alman kuruluşu H oechst ve Japonya'daki Sony. Birtakım o rta boy, halta kü­ çük im alatçılar, ve giderek artan bir oranda, bankalar, sigorta firm aları * "Triad” : "Üçlii" (Çevirenin notu).

127

hatta binaların bakım işlerini yapan şirk etler ve m ü teah h itler de aynı şeyi yapm aktadırlar. B irleşik D evletlerde düşü k teknoloji kullanan or­ ta boy şirketlerden birinin baş yöneticisinin ifade ettiği gibi, "Telefon­ la erişebildiğim her ticarî kuruluş potansiyel b ir rakip olduğu kadar, potansiyel bir m üşteridir." A lm anlar yüz yıl önce, tam anlam ıy la yerel bir firm ayı bile diyelim ki H am burg'daki bir sigar im alatçısı firm a- ulusal düzeyde bir işletm e gibi yönetm eyi öğrenm ek zorundaydılar. B öyle yapm asalar. M ünihli ya da S tuttgartlı bir sigar im alatçısı yerel pazarlarını kapabi­ lirdi. Elli yıl önce her A m erikan firm ası -diyelim ki, M assachusetts'de yerel bürolara vc bankalara mal veren yapıştırıcı im alatçısı bir firmakendisini tüm kıta üzerinde iş yapan bir ticarî kuruluş gibi yönetm eyi öğrenm ek zorundaydı. B öyle yapm asa, G üney K aliforniyalI bir y apış­ tırıcı im alatçısı birden ortaya çıkıp "bölgesel" pazarını onun elinden alabilirdi. Şim dilerde ise, B elçika'daki küçük bir sosis im alatçısı bile firm asını "A vrupalı" bir işletm e olarak çalıştırm ayı ö ğ renm ek zorun­ dadır. Böyle yapm asa, Ispanya'dan gelen bir sosis im alatçısı ulusal pa­ zarını elinden alabilir. G ittikçe, firm alar kendilerini uluslaraşırı kuru­ luşlar olarak görm ek zorunda kalacaklardır. Y oksa, Japonun, K orelinin, A lm anın, K anadalının ya da A m erikalının biri, onları kendi ülke içi pazarlarının dışına itebilir.

Sembol Ekonomisine Karşı Gerçek Ekonomi Son ve önem li bir ders daha : U luslaraşırı ekonom iyi biçim lendi­ ren vc iten, para akışlarıdır. Bu para akışlarının, geleneksel ekonom ik rasyonelliğe ille de uym ası gerekm eyen, kendi dinam ikleri vardır. Sorulm ası gereken önem li soru, doların 1985'teki düşüşüne yol açan şeyin ne olduğu değildir. D olan o kadar uzun sü rey le yüksek tu­ tan şeyin ne olduğu sorusudur. D oların kam biyo değerinin, Başkan N ixon'un doları "dalgalanm a"ya bıraktığı 1971 yılından başlayarak. A .B .D . ticaret açığındaki iniş vc çıkışlara uym ası bekleniyordu. Birle­ şik D evletler. 1982'den itibaren, hızla tırm anan ticaret açıkları verdi ve çok geçm eden bu açıklar daha önce hiç görülm em iş boyutlara yük­ seldi. O ysa dolar, "gerçekçi olam ayacak kadar yüksek" olduğu çok

128

geçmeden h erkes tarafından anlaşılan değişim d eğerini in a tla k o ru d u . Sonra da. d ü ştüğü zam an, ö y le bir değişim o ran ın a indi ki„ ııisbî m a li­ yet ve verim lilik oranları düşünüldüğünde, bu d a aynı ş e k ild e , " g e r­ çekçi o lm ay acak kadar düşük" bir orandı. D oların bu davranışını açıklam ak için söylen eb ilecek te k şey , "g e r­ çek" mal ve hizm etler ekonom isinin artık u lu slaraşın ekom om iye e g e ­ men o lm ayışıdır; egem en olan para ve kredinin yarattığı s e m b o l e k o ­ nomisidir. L ondra'daki Interbank piyasasında her gün işlem g ören Eurodolar, E u ıo m a rk ya da E uroyen gibi u lu slaraşın p a ra la rın tutarı, mal ve hizm etler alanındaki d ü n y a ticaretini finanse etmelk için g erek li olan m iktarın on-on beş katını bulm aktadır. B aşlıca d ö v iz p iy a saların ­ da -N ew Y ork, L ondra, T okyo, S ingapur, Z ürih, F ra n k fu rt’ta- alıp sa tı­ lan m iktarlar, d ünya sanayii ve dünya ticareti için g e re k li m iktarları kat kat aşm aktadır. U luslaraşın ekonom i içindeki m alî işllem lerin y ü z ­ de doksan y a d a daha fazlası, iktisatçıların ekonom ik işlerv sa y ab ilece­ ği bir şey lere hizm et etm ektedir. T üm üyle, m alî nitelikli işlev lere h iz­ met etm em ektedirler. Bu p ara akışlarının, elbette, k e n d ile rin e ö zgü b ir rasyonelliği vardır. A m a bunlar çoğunlukla siyasî nitelikHi ra sy o n e llik ­ lerdir : H üküm etlerin M erkez B ankasının faiz oranlar» y a d a d ö v iz kurlarına ilişkin kararlarıyla ilgili beklentiler, vergiler, k am u açıkları ve kam u b orçlanm aları ya d a siyasî risk d eğ e rlen d irm eleri. G en e de. A m erikan deneyim inin gösterdiği gibi, gerçek ek o n o m iy i büyük ö lç ü ­ de kontrol eden olgu, sem bol ekonom isidir. B unun bir anlam ı şudur : H er ticarî kuruluş, döviz k u rların d a mey dana gelen hareketlerin kendi üzerinde yaratabileceği etk ile rle baş e t­ meyi öğrenm ek zorunda kalacaktır. Ş irketin yaptığı iş tüm üyle kendi ülkesiyle sınırlı kalsa, ya d a kalıyor gibi görünürse b ile , artık y ö n etici­ ler döviz kurlarının önem li olduğunu kabul etm elid irler. D öviz ku rla­ rının siyasî etkenlerce belirlendiğini, bu yüzden de, nitelikleri gereği, istikrarsız olduklarını varsaym ak durum unda k alacaklardır. Son olarak da, işlerini ilerde beklenebilecek başka risklere karşı k o ru m ak la nasıl sorum luysalar, döviz hareketlerinin getireceği risk lere karşı korum a sorum lulukları olduğunu da kabul etm ek zorunda kalacaklardır. D öviz kurlarındaki d algalanm alar iş yapm anın olağan m aliyetlerin d en biri haline gelm iştir. Bu ise. K om ünist olm ayan gelişm iş ülkelerdeki çoğu

129

kuruluşun işletilm esinde tem el olan varsayım ın te r s id ir : D öviz kurla­ rının nitelikleri gereği istikrarlı oldukları -ya da en azından öyle olma­ ları gerektiği- varsayım ı. D öviz kurlarında dalgalanm alar olursa bun­ lar "Tanrının işi" sayılır. A slında insanların, özellikle de hükümetlerin işidir bunlar. Bu dalgalanm aların ne zam an olacağını tahm in etmek, çoğu kez bir yangın ya da zim m ete geçirm e olayını tahm in etmekten daha kolay değildir. A m a dalgalanm aların olacağı, hem de sık sık ola­ cağı tahm in edilebilir.

Artık Süpergüç Yok U luslaraşın şirketlerin ortaya çıkm ası ve sem bol ekonom isinin dünya pazarı içinde belirleyici etken haline gelm esinden dolayı, artık ekonom ik süpergüç diye bir şey kalm am ıştır. B ir ülke ne kadar büyük, güçlü ve verim li olursa olsun, dünya pazarındaki konum u için her gün başkalarıyla rekabet halindedir. A slında tek başına hiçbir ülke, tekno­ lojide, yönetim de, yenileşm ede, tasarım da, girişim cilikle, rekabet ön­ cülüğünü uzun bir süre korum ayı bekleyem ez; am a uluslaraşın bir şir­ ket için hangi ülkenin öncü olduğu fazla önem li değildir. Bu tür bir şirket bütün ülkelerde iş yapar ve bütün ülkelerde kendini rahat hisse­ der. Bununla birlikle, artık tek başına hiçbir şirket öncü olm asını do­ ğal bir şeym iş gibi de kabul edem ez. Sanayide de artık "süpergüç" yoktur; sadece yarışm acılar vardır. Bir şirketin anayurdu, kendisi için bir "yer" haline, yani şirketin genel m erkezi ve iletişim m erkezi haline gelir. A m a sanayi dallarından her birinde -kim ileri A m erikan, kimileri A lm an, kimileri İngiliz, kim ileri Japon olan- birtakım şirketler vardır ki, bunlar bir araya geldiklerinde o sanayi dalında dünya çapındaki "süpcrgüçler"dir. Y öneticiler iş politikalarını sanayinin ve pazarların oluşturduğu bu yeni uluslaraşın yapıya gittikçe daha çok dayandırm ak zorundadırlar.

Saldırgan Ticaret ve Karşılıklılık İlkesi U luslaraşın şirketlerin doğuşu dünya ekonom isinde m eydana ge­ len yapısal bir değişikliktir. Y eni bir ekonom ik gücün ortaya çıkışı da öyle: Japonya (ve Japonya'nın yakın takipçisi olan G üneydoğu A s­ ya'nın tümü). Sistem içinde m eydana gelen her yapısal değişiklik de. o sistem i yönelen kuralları değiştirir. 130

Ticaret, A dam Sm ith'in yaşadığı on sekizinci yüzyılda, ttam am layıçt ticaretti. P ortekiz İngiltere'ye İngiltere'nin üretem ediği ştarabı satar­ ken, İngiltere de P ortekiz'e Portekiz'in üretem ediği yünü sallıyordu. İnîilizler H indistan'dan kendilerinin yetiştirem ediği pam ıuğu satın alıyorlar, bunun karşılığında H indistan'a, bu ülkenin on sek izin ci yüz­ yılda üretem ediği, m akineyle dokunm uş pam uklu bez sıatıyorlardı. Birleşik D evletler ve A lm anya'nın on dokuzuncu yüzyılın ortalarında dünya ekonom isine girm eleri, rekabetçi ticaret yönünde b i r değişm e getirdi. A m erikalılar ve A lm anlar hem birbirleriyle re k a b e t içinde kimyasal ürünler ve elektrikli m akineler sattılar hem de b irb irlerin d en kimyasal ü rünler ve elektrikli m akineler satın aldılar. 185üyük zorluklara hazırlıklı değildirler. Y öneticilerin karşı karşıya ollukları sorunlar teknoloji ya da politika yüzünden değildir; bu sorunar yönetim in ve teşebbüsün dışından kaynaklanm az. Y önetim olgusulun kendi başarısından kaynaklanır.

225

Y önetim in temel görevi, kuşkusuz, gene aynıdır: İnsanları, ortak am açlar, ortak değerler, doğru bir yapı ve perform ans gösterebilmeleri ve değişm elere karşılık verebilm eleri için ihtiyaçları olan eğitim vc geliştirm e yoluyla birlikte perform ansa yeterli hale getirm ek. Ancak bu görevin taşıdığı anlam ın kendisi de değişm iştir; sırf, yönetim esas­ larının uygulanm ası, büyük ölçüde niteliksiz işçilerden oluşan bir işgücünü, iyi eğitim li bilgi işçilerinden oluşan bir işgücüne dönüştürdü­ ğü için olsa bile.

Yönelimin Kökenleri ve Gelişimi Seksen yıl öncesi. Birinci D ünya Savaşının eşiğine gelindiği sıra­ da, birkaç düşünür tam yönetim olgusunun farkına varm aya başlıyor­ lardı. A ina en ileri ülkelerde bile bu alanla ilgilenen hem en hiç kimse yoktu. Şim di ise, işgücü içindeki tek başına en büyük grup, toplam iş­ gücünün üçte birinden fazlasını oluşturan bir grup, A .B .D . N üfus Dai­ resince "yöneticilikle ilgili ve profesyonel" olarak adlandırılm aktadır. Y önetim olgusu, bu değişim i m eydana getiren başlıca neden olmuştur İnsanlık tarihinde neden ilk kez çok sayıda bilgili, nitelikli insanı ve­ rim li işlerde istihdam edebildiğim izi de yönelim olgusuyla açıklayabi­ liriz. Daha önce h içbir toplum böyle b ir şey yapam adı. H atla, daha ön­ ceki hiçbir toplum bu tür üç beş insandan fazlasına destek veremedi. O ldukça yakın zam anlara kadar, farklı alanlarda becerileri ve bilgileri olan kim seleri ortak am açlara ulaşm ak üzere bir araya getirm enin yo­ lunu hiç kim se bilm iyordu. On sekizinci yüzyılda Batılı aydınlar Çin'e im renerek bakarlardı. Ç ünkü bu ülke, eğilim görm üş insanlara bütün A vrupa'nın sağlayabileceğinden daha fazla iş im kanı sağlayabiliyordu -yaklaşık yılda yirm i bin kişiye. Bugün ise, nüfusu aşağı yukarı Çin'in o günkü nüfusuyla aynı olan A m erika Birleşik D evletlerinde, yılda yaklaşık bir m ilyon öğrenci üniversiteden m ezun olm akta ve bunların hem en hiçbiri yüksek kazançlı işler bulm ak konusunda en ufak bir zorlukla karşılaşm am aktadır. Y önetim olgusu, bize onları istihdam el­ ine imkanı verm ektedir. Bilgi, özellikle de ileri düzeyde bilgi, her zam an uzm anlaşm ış bil­ gidir. T ek başına hiçbir şey üretem ez. A m a m odem b ir ticarî kuruluş, en büyük kuruluşlardan biri olm asa bile, sayıları altm ışa varan farklı

226

bilgi alanını tem sil eden yüksek bilgi düzeyli on bin kadar insanı çalış­ tırabilir. Çok çeşitli dallardan m ühendisler, tasarım cılar, pazarlam a uz­ manları, iktisatçılar, istatistikçiler, psikologlar, planlam acılar, m uhase­ beciler, insan kaynağı konusunda çalışanlar -hepsi de ortak bir girişim de birlikte çalışm aktadırlar. Y önetim esaslarına göre yürüyen bir ticarî teşebbüs olm adan, hiçbiri etkili olacak durum da değildir. Son yüzyıl içinde eğitim alanında m eydana gelen patlam anın mı, yoksa bu y olla gelen bilgiyi verim li kullanım a sokan yönelim olgusu­ nun mu daha önce ortaya çıktığını sorm anın bir anlamı yoktur. M o­ dern yönelim ve modern ticarî teşebbüs, gelişm iş ülkelerin inşa ettik­ leri bilgi tabanı olm asa, varlık bulam azlardı. A m a aynı şekilde, bütün bu bilgiyi ve bunca bilgili insanı etkili kılan da yönetim , yalnızca yö­ netim dir. Y önetim olgusunun ortaya çıkışı, bilgiyi sosyal bir süs ve lüks olm aktan çıkararak herhangi bir ekonom inin gerçek serm ayesi haline getirm iştir. B üyük ticarî teşebbüslerin ilk kez şekillenm eye başladıkları 1870 yılında, iş dünyasında bu gelişm eyi önceden tahm in edebilecek öncü­ lerin sayısı fazla değildi. N edeni ise, bu kişilerin ileri görüşten yoksun olm alarından çok, daha önce böyle bir örnek bulunm ayışıydı. O sıra­ larda, sürekliliği olan tek büyük kuruluş orduydu. Bu yüzden kıtalar aşan dem iryollarını inşa eden, çelik fabrikalarını, m odern bankaları ve her şeyin satıldığı büyük m ağazaları kuran kim selerin ordudaki kum anda-vc-kontrol düzenini kendilerine m odel olarak alm aları şaşırtıcı bir şey değildi. Ü stte em ir veren çok az sayıda kim se, altta ise onlara itaat eden pek çok kişinin bulunduğu kum anda m odeli, aşağı yukarı yüz yıl boyunca iş dünyasında norm olarak kaldı. A ncak hiçbir zam an bu kadar uzun öm ürlü olm asının düşündürebileceği ölçüde statik d e­ ğildir. T ersine, uzm anlaşm ış her çeşit bilgi ticarî teşebbüse doğru aktı­ ğı için, bu m odel de neredeyse hem en değişm eye başladı. îm alat sana­ yii alanında üniversitede yetişm iş ilk m ühendisi 1867 yılında A lm anya'daki Siem ens işe aldı -m ühendisin adı Friedrich von HefnerA ltcneck'di. Bu kişi beş yıl içinde bir araştırm a bölüm ü kurdu. Bunu başka uzm anlık bölüm leri izledi. Birinci D ünya Savaşı dönem ine ge­ lindiğinde, im alattaki standart işlevler geliştirilm iş durum daydı: A raş­ tırm a ve m ühendislik, imalat, satış, fınans ve m uhasebe, kısa bir süre sonra da insan kaynakları (ya da personel). 227

G ene bu sıralarda ve yönetim esaslarının uygulanm ası sonucu m eydana gelen b ir başka gelişim vardı ki, ticarî teşebbüsler - ve genel anlam da dünya ekonom isi- üzerindeki etkileri açısından daha da önem liydi. Bu gelişm e, yönetim in eğitim biçim inde beden işçilerine uygulanm asıydı. Savaş zam anında zorunluluk sonucu ortaya çıkan işçi eğitim i, son kırk yılda dünya ekonom isinde m eydana gelen değişimi iteklem iştir; çünkü ücretlerin düşük olduğu ülkelere, geleneksel eko­ nomi kuram ında h iç b ir zam an yapılam ayacağı söylenen bir şey yapma im kanını verm ektedir: N eredeyse bir gecede -ücretler gene düşük kal­ m asına rağm en- y eterli yarışm acılar haline gelebilm ek. A dam Sm ith, bir ülke ya da bölgenin bir işgücü geleneği ile, ister pam uklu dokum a, ister keman söz konusu olsun, belli bir ürünü üret­ m ek ve pazarlam ak için gerekli olan beden işçiliği ve yöneticilik bece­ rileri konusunda ustalık geliştirm esinin birkaç yüzyıl alacağını bildiri­ yordu. O ysa B irinci D ünya Savaşı sırasında, sanayi dönem i öncesine ait çok sayıda niteliksiz insanı neredeyse hiç zam an kaybetm eden üret­ ken işçiler haline getirm e gereği doğdu. A m erika Birleşik Devletleri ve B irleşik K rallık bu konuda gerekli olanı yapabilm ek için, 18851910 yılları arasında, F rederick W. Taylor'un geliştirdiği bilimsel yö­ netim kuram ını, m avi önlüklü işçilerin sistem atik eğitim ine geniş bir ölçekte uygulam aya başladılar. Y apılacak görevleri analiz ettiler vc onları nitelik gerektirm eyen bireysel işlem lere ayırarak oldukça kolay öğrenilir hale getirdiler, ikinci D ünya Savaşı sırasında d ah a d a gelişti­ rilen eğitim konusu, o tarihlerde Japonlar, yirm i yıl sonrasında da Gü­ ney K orclilerce benim sendi ve ülkelerinin şaşırtıcı kalkınm ası için te­ mel haline getirildi. 1920’li ve 19.30'lu yıllar boyunca, yönetim , im alat işkolunun daha pek çok alanına ve yönüne uygulandı. Sözgelim i, m erkeziyetçilikten uzaklaşm a uygulam ası, büyük olm anın avantajları ile küçük olmanın avantajlarını tek bir teşebbüs içinde birleştirm ek üzere doğdu. M uha­ sebecilik, "defter tutm ak"tan çıkarak, analiz ve kontrol haline geldi. P lanlam a, tasarırnı 1917 ve 1918 yıllarında savaş üretim ini planlam ak am acıyla gerçekleştirilen "G antt Şem aları"ndan kaynaklandı; sayılarla belirlem eyi, deneyim ve sezgiyi, tanım , enform asyon vc tanıya dönüş­ türm ek için kulhınan analitik m antık ve istatistiğin kullanım ı da öyle.

228

pazarlam anın evrim i, ise, yönetim kavram larının dağıtım ve satışa uy­ gulanması sonucunda m eydana geldi. A yrıca, 1920'li yılların ortaları ve 1930'lu yılların başlan gibi erken bir dönem de, işe yeni başlayan IBM 'de T hom as W atson Sr.; Sears, R oebuck'da R obert E. W ood ve Harvard T icaret O kulunda G eorge El ton M ayo gibi A m erikalı yöne­ lim öncüleri im alat alanındaki örgütlenm e biçim ini sorgulam aya baş­ ladılar. M ontaj düzeninin kısa vadeli bir uzlaşm a olduğu sonucuna vardılar. Ç ok büyük bir verim lilik sağlanm asına rağm en, esneklikten uzak olm ası, insan kaynağını yetersiz kullanım ı, hatta m ühendislik açısından yetersiz kalm ası yüzünden ekonom ik yönden zayıf kalıyor­ du. Bu kişiler, sonuçta imalat sürecinin düzenlenm e biçimi olarak "otom asyon"a, insan kaynaklarını yönlendirm e biçim i olarak d a ekip çalışm asına, kalite çem berlerine ve enform asyona-dayalı kuruluşa va­ ran düşünce ve deneyleri başlattılar. Y önetim olgusuyla ilgili bu yeni­ liklerin hepsi, bilginin çalışm aya uygulanm ası, sistem ve enform asyo­ nun tahm in, kas gücü ve zahm etli çalışm anın yerine geçirilm esi dem ekti. F rederick Taylor'un terim ini kullanırsak, her biri, "daha çok çalışm a"nın yerine "daha akıllıca çalışm a"yı getiriyordu. Bu değişikliklerin güçlü etkileri İkinci D ünya Savaşı sırasında göz­ le görünür hale geldi. Savaşın ta sonuna kadar, A lm anlar strateji açı­ sından büyük bir farkla öndeydiler. İç hatları çok daha kısa olduğun­ dan destek kuvvetlerine olan ihtiyaçları daha azdı ve m uharebe gücü yönünden rakiplerine denk durum daydılar. O ysa kazanan taraf M ütte­ fikler oldu -zaferlerini de yönetim esaslarını kullanm aya borçluydular. Savaşan öbür ülkelerin toplam nüfusunun beşte birine sahip olan Bir­ leşik D evletlerin asker sayısı da o kadardı. O ysa savaş gereçleri üreti­ mi, öbürlerinin toplam üretim ini aşıyordu. A m erika Birleşik Devletleri m alzem eyi Çin, Rusya, H indistan, A frika ve Batı A vrupa gibi birbirle­ rinden çok uzak savaş cephelerine ulaştırm ayı başardı. O halde, sava­ şın sonuna gelindiğinde hem en bütün dünyada bir yönetim bilinci ka­ zanılm ış olm asına şaşm am ak gerekir. Y a da yönetim in gözle görülür biçim de başka alanlardan farklı, üzerinde çalışılıp bir disiplin niteliği alacak biçim de geliştirilebilecek bir çalışm a alanı olarak ortaya çıkışı­ na -savaş sonrası dönem de ekonom ide lider olabilen her ülkede oldu­ ğu gibi.

229

İkinci D ünya S avaşından sonra, yönetim in iş yönetim i olmadığını anlam aya başladık. Y önetim , farklı bilgi ve becerileri olan kimseleri tek b ir kuruluş içinde toplam ak üzere yapılan her türlü insan çabasıdır. İkinci D ünya S avaşından bu yana A m erika Birleşik D evletlerinde tica­ rî kuruluşlar y a da devlet kuruluşlarından daha hızlı olarak gelişen hastaneler, üniversiteler, kiliseler, sanat kuruluşları ve sosyal hizmet birim leri gibi bütün üçüncü sektör kurum larına d a uygulanm ası gere­ kir. Ç ünkü, gönüllüleri yönetm e ve para bulm a ihtiyacı, k âr am acı bu­ lunm ayan kuruluşların yöneticilerini, kâr am açlı kuruluşların yönetici­ lerinden ayırsa bile, bu kişilerin üstlendikleri d ah a pek ço k sorumluluk birbiriyle aynıdır -bu sorum luluk arasında doğru strateji ve amaçları belirlem ek, insanları geliştirm ek, gösterilen perform ansı değerlendir­ m ek ve kuruluşun hizm etlerini pazarlam ak vardır. Yönetim bütün dün­ yada y e n i b ir sosyal işlev durum una gelmiştir. Y ö n e tim ve G irişim c ilik Y önetim disiplini ve uygulam asında önem li bir gelişm e, h er ikisi­ nin de artık girişim cilik ve yenileşm eyi kapsar hale gelm iş olmasıdır. Bugünlerde, "yönetim ’ i "girişim cilik"lc karşı karşıya getiren, sanki bunlar birbirlerinin rakibiym iş, belki de karşılıklı olarak birbirlerini dışlıyorlarm ış izlenim ini veren yapay bir m ücadele vardır. Böyle bir şey, bir kem ancının parm aklarını teller üzerinde gezdirdiği eli ile. yayı tutan elinin "rakip" ya d a "karşılıklı olarak birbirlerini dışlar" nitelikte olduklarım söylem eye benzer. H er ikisine de her zam an ve aynı anda ihtiyaç vardır. İkisi arasında eşgüdüm sağlanm alı ve ikisi birlikle ça­ lışm alıdırlar. İster ticarî bir işletm e, isler bir kilise, ister b ir sendika ya da hastane olsun m evcut herhangi bir kuruluş eğ er yenileşm eye git­ m ezse, hızla gücünü kaybeder. Bunun tersi olarak da, ister ticarî bir iş­ letm e, ister bir kilise, ister bir sendika ya da hastane olsun, herhangi ye n i b ir kuruluş, eğ er yönetim esaslarını uygulam azsa çöker. Y enilen­ m em ek, m evcut kuruluşlardaki gerilem enin tek başına en büyük nede­ nidir. D oğru yönetm eyi bilm em ek de yeni teşebbüslerin başarısızlığa uğram asında tek başına en büyük nedendir. O ysa yönetim üzerine yazılm ış kitaplar arasında girişim ciliğe ve yeniliğe önem verenler pek azdı. Bunun bir nedeni, bu kitapların pek

230

çoğunun kalem e alındığı İkinci D ünya Savaşı sonrası dönem de, cn ağırlıklı am acın, yeni ve farklı olanı yenilem ekten çok m evcutları iyi yönelm ek olm asıydı. Bu dönem boyunca pek çok kuruluş, oluz ya da elli yıl önce açık bir biçim de saplanan çizgiler üzerinde gelişti. Bu ar­ lık dram atik bir biçim de değişm iştir. T ekrar bir y en ilen m e çağına girjniş durum dayız ve bu, hiç de "yüksek teknoloji" ya da genel olarak teknolojiyle sınırlı olan bir yenilenm e değildir. A slın d a -bu kitabın açığa çıkarm aya çalıştığı gibi- sosyal yenilenm e, bilim sel ya da teknik plandaki herhangi bir buluştan daha önem li ve çok daha etkili olabilir. Ü stelik arlık girişim cilik ve yenilenm e "disiplin"i d iye bir şey var [(bkz. D rueker, Innovation and E ntrepreneurship, 1986). Bu disiplin iaçıkça, yönetim in bir parçasıdır ve aslında iyi bilinen ve sınanm ış yöjnelim ilkelerine dayanır. Hem m evcut kuruluşlar ve yeni teşebbüsler, ;hem de devlet kesim i dahil olm ak üzere ticarî ve ticarî olm ayan kuirumlar için geçeri idir.

Yönetimin Yasallığı Y önetim e ilişkin kitapların eğilim i, yönetim in kuruluşlar içindeki işlevi üzerinde odaklaşm aktır. Y önetim in sosyal işlevini kabul eden şim dilik pek yoktur. O ysa, yönetim sosyal bir işlev olarak çok yaygın hale geldiği içindir ki, kendisini zorlayan en ciddî sorunla karşı karşı­ ya bulunm aktadır. Y önetim kim e karşı sorum ludur? V e hangi konular­ da sorum ludur? Y önelim in gücü ne tür bir tem ele dayanm aktadır? Y ö­ nelim e yasallık kazandıran nedir? B unlar iş dünyasıyla ya da ekonom iyle ilgili soru n lar değildir. S i­ ya sî sorunlardır. A ncak yönetim in tarihi boyunca uğradığı en ciddî saldırının gerisinde de bu sorular yatm aktadır -bu, M arksistlerdcn ya da işçi sendikalarından gelen saldırılara göre çok daha ciddi bir saldı­ rıdır: Şirketlerin kötü am açlı yollarla ele geçirilm esi. Ö nceleri A m eri­ ka’da görülen bu olgu, K om ünist olm ayan bütün gelişm iş ülkelere ya­ yılm ış durum dadır. Bu durum , çalışanlara ait em ekli fonlarının kamu şirketlerinde kontrolü ellerinde tutan hissedarlar olarak ortaya çıkm a­ ları sonucunda m eydana geldi. Emekli fonları, yasal açıdan "mal sahi­ bi" durum unda olm akla birlikte, ekonom ik açıdan ”yatırım cı"dırlar hatta çoğu kez "spekülaıör”dürler. T eşebbüse ve teşebbüsün sağlıklı

olarak gelişim ine herhangi bir ilgi duym azlar. A slında, bunlar en azın­ dan A m erika B irleşik D evletlerinde "m ütevelli" durum undadırlar ve hem en parasal kazanç elde etm e dışında hiçbir şeyi dikkate almaları beklenem ez. Ş irket ele geçirm e girişim inin altında yatan ise, ticarî te­ şebbüsün tek işlevinin hissedara m üm kün olan en büyük kazancı he­ m en sağlam ak olduğu yolundaki varsayım dır. Y önetim ve teşebbüsün varlığı için başka herhangi bir gerekçe bulunm am ası yüzünden, şirket­ leri kötü am açlı yollarla ele geçiren "yağm acı" zafere ulaşm aktadır-ve "yağm acı” çoğu zam an uzun vadeli, zenginlik yaratm a kapasitesini, kısa vadeli kazanç uğruna feda ederek m evcut teşebbüsü hiç zaman geçirm eden çök ertir ya da yağm a eder. Y önetim -ve bu yalnızca ticarî teşebbüslerle sınırlı olan bir şey de­ ğildir- perform anstan sorum lu olm ak durum undadır. A m a performans nasıl belirlenecektir? N asıl değerlendirilecektir? U ygulam aya konması nasıl olacaktır? V e yönetim kim e karşı sorum lu tutulacaktır? Sırf bu tür soruların sorulabilm esi bile, yönetim in başarısını ve önem ini gös­ teren bir ölçüdür. A ncak bu soruları sorm a ihtiyacı yöneticileri de töh­ met altına sokm aktadır. Y öneticiler henüz güç tem silcileri oldukları gerçeğini göğüslem iş değildirler -güç sahibi olm ak, sorum luluk, yasal­ lık taşım ayı da gerektirir. Y öneticiler, henüz önem li oldukları gerçeği­ ni göğüslem iş değillerdir.

Yönetim Nedir? Peki am a ne dem ektir yönetim ? Bir teknikler ve düzenler yığını m ı? T icaret okullarında öğretilenlere benzer bir analitik araçlar paketi m i? B unların önem li olduğuna kuşku yoktur, tıpkı term om etre ve ana­ tom inin hekim için önem li olm aları gibi. A ncak yönetim in evrimi ve tarihi -başarıları kadar sorunları da- yönetim in, her şeyin üzerinde, bir iki temel ilkeden ibaret olduğunu ortaya koym aktadır. Bunları tam olarak açıklam ak gerekirse, şunları söyleyebiliriz: • Yönelim , insanlara ilişkin bir şeydir. G örevi, insanları ortak per­ form ansı başarabilir durum a getirm ek, onların güçlü yanlarını etkili kılm ak, zayıflıklarını da önem li olm aktan çıkarm aktır. Örgütlenmenin anlam ı budur, yönelim in kritik, bclirlcyci etken oluşu da bundan gel-

232

(jıektedir. G ünüm üzde hem en hepim iz, büyük ya da küçük olsun, tica­ rî olsun ya da olm asın, yönetilen kuruluşlarca istihdam ediliyoruz. G e­ çimimizi yönetim sayesinde sağlayabiliyoruz. T oplum a katkıda bulun­ ma yeteneğim iz, becerilerim ize, işim ize olan bağlılığım ıza ve jjabamıza olduğu kadar, çalıştığım ız kuruluşların yönetim biçim ine de bağlıdır. • Y önetim insanları ortak bir teşebbüsle bütünleştirm ekle uğraştı­ ğı için, kültürle derinden ilintilidir. Batı A lm anya'da, İngiltere'de, Amerika B irleşik D evletlerinde, Japonya'da, ya da B rezilya’d a yöneti­ cilerin yaptığı iş tam am ıyla aynı şeydir. Bu işi nasıl yaptıkları ise ol­ dukça farklı olabilir. O halde, gelişm ekte olan ülkelerdeki yöneticile­ rin karşı karşıya oldukları tem el güçlüklerden biri, kendi geleneklerinin, tarihlerinin ve kültürlerinin yönetim in yapı taşlan ola­ rak kullanılabilecek yönlerini bulm ak ve teşhis etm ektir. Japonya'nın ekonomik başarıları ile H indistan'ın görece geriliği arasındaki fark, büyük ölçüde, Japon yöneticilerin ülke dışından aldıkları yönetim kav­ ramlarını kendi kültürlerinin toprağına ekip, onları bu toprakta yetiştirebilme becerileriyle açıklanm aktadır. • H er teşebbüs ortak am açlara ve paylaşılan değerlere bağlılık ge­ rektirir. B u tür b ir bağlılık olm azsa, teşebbüs yoktur, yalnızca düzen­ siz bir kuru kalabalık vardır. Teşebbüsün basit, açık ve birleştirici he­ defleri olm alıdır. K uruluşun m isyonu ortak bir görüş sağlayacak kadar açık ve büyük olm alıdır. K uruluşa varlık kazandıran am açlar, açık ol­ malı. herkesçe bilinm eli ve sürekli olarak yeniden doğnılanm alıdır. Yöneticilerin ilk işi de bu hedefler, değerler ve am açlar üzerinde dü­ şünmek. onları ortaya koym ak ve örnek olm aktır. • Y öneticiler, ihtiyaçlar ve im kânlar değiştikçe ticarî teşebbüsün ve teşebbüs üyelerinden her birinin ilerleyip gelişm elerini de sağlam a­ lıdır. H er teşebbüs, bir öğrenim ve eğitim kurum udur, eğitim ve geliş­ tirme her düzeyde teşebbüsün ayrılm az parçası haline getirilm elidir sonu hiç gelm eyen bir eğitim ve geliştirm edir bu. • H er teşebbüs, farklı becerileri ve bilgileri olan ve çok çeşitli işler yapan kim selerden oluşur. T eşebbüs iletişim ve bireysel sorum luluk üzerine inşa edilm elidir. Teşebbüsün bütün üyelerinin neyi başarm ayı

233

hedefledikleri üzerinde durup düşünm esi gerekir -iş arkadaşlarının bu hedefin ne olduğunu bilip anlam alarını da sağlam alıdırlar. Hepsi baş­ kalarına neler borçlu olduğu üzerinde düşünm elidir- ve başkalarının bunu anlam alarını sağlam alıdır. H epsi, ayrıca, başkalarına hangi yön­ lerden ihtiyaç duydukları üzerinde düşünm elidir -ve başkalarının ken­ dilerinden neler beklendiğini anlam alarını sağlam alıdır. • N e verim m iktarı, ne "son satır" * kendi başına yönelim ve te­ şebbüsün perform ansı için yeterli ölçü değildir. Pazar içindeki konum, yenileşm e, verim lilik, insanların geliştirilm esi, kalite, m alî so n u çlarbunların hepsi de bir kuruluşun perform ansı ve ayakta kalabilmesi açı­ sından son derece önem lidir. Kâr am açsız kurum larm da kendi mis­ yonlarına özgü birtakım alanlarda ölçüleri olm alıdır. N asıl bir insanın sağlığını ve perform ansını değerlendirm ek için çeşitli ölçülere ihtiyacı varsa, aynı şekilde, bir kuruluşun da sağlığını ve perform ansını değer­ lendirm ek için çeşitli ölçülere ihtiyacı vardır. Perform ans, teşebbüs ve teşebbüs yönetim inin ayrılm az bir parçası olm alıdır; ölçülm eli -ya da en azından değerlendirilm eli- ve sürekli olarak iyileştirilınelidir. • Son bir nokta: H erhangi bir teşebbüsle ilgili olarak hatırlanması gerekenler arasında tek başına en önem li konu, alınan sonuçların yal­ nızca kuruluşun dışında var olm alarıdır. T icarî bir kuruluşun elde etti­ ği sonuç, tatm in olm uş bir m üşteridir. B ir hastanenin elde ettiği sonuç, şifa bulm uş bir hastadır. Bir okulun elde ettiği sonuç ise, b ir şeyler öğ­ renm iş olan ve öğrendiklerini on yıl sonra yaptığı işte uygulayan bir öğrencidir. T eşebbüs içinde yalnızca m aliyetler vardır. Bu ilkeleri anlayan ve bu ilkeler ışığında iş yapan yöneticiler, so­ nuç alan, başarılı yöneticiler olacaklardır.

Yönetimin Beşerî Bilim Niteliği O tuz yıl önce İngiliz bilim adam ı ve rom ancı C.P. Snow , çağdaş toplum daki "iki kültür’’den söz etm ekteydi. A ncak yönetim , Snow'un

* "Son satır" : Bir şirketin kazançlarını gösteren raporda, hisse başına düşen net kân# yazıldığı son satır (Çevirenin ııotu).

234

K ümanisl" kavram ına da "bilim adam ı" kavram ına da uym am aktadır. Könetim eylem ve uygulam a ile uğraşır; yönelim in sınanm a yollan ise alman sonuçlardır. Bu da onu bir teknoloji yapm akladır. A m a yönetim jnsanlarla, onların değerleriyle, ilerlem eleriyle ve gelişm eleriyle de il­ gilidir -bu nokta da yönetim i bir beşerî bilim yapm aktadır. Sosyal yapı ve toplulukla olan ilgisi ve bunlar üzerindeki etkileri de öyle. G erçek­ ten de, bu kitabın yazarı gibi, uzun yıllar boyu her çeşit kurum un yö|iSticileriyle birlikle çalışm ış olan herkes şunu öğrenir ki, yönetim ruh­ sal konularla derinden ilgilidir- insan doğası, iyilik ve kötülük ile. O halde yönetim geleneksel olarak beşerî bilim diye adlandırılan bir şeydir -"beşerî"dir çünkü bilginin, insanın kendisine ilişkin bilgisi­ nin, bilgeliğin ve liderliğin esaslarıyla uğraşır; "bilim ” niteliğindedir, çünkii pratik ve uygulam adır. Y öneticiler, bütün beşerî ve sosyal bi­ limlerin sağladığı bilgi ve anlayıştan yararlanırlar- psikoloji ve felsefe­ den. ekonom i bilim i ve tarihten, doğa bilim lerinden ve etikten. Ancak yöneticiler bu bilgiyi etkili olabilm e yeteneği ve sonuç alm a hedefi Özerinde odaklaştırm alıdırlar -hasla olan bir kim seyi iyileştirm ek, bir fr e n c iy e bir şeyler öğretm ek, bir köprü inşa etm ek, "kullanıcıdostu"* bir yazılım program ı tasarlam ak ve bunun satışını yapm ak fe rin d e . ^ Bu nedenlerden dolayı, yönelim , "beşerî bilim ler"in yeniden kabul jjŞrmesini, etkili ve anlam lı hale gelm esini, giderek daha çok sağlayan bir disiplin ve uygulam a niteliği kazanacaktır.

*îjkullam cı-dostu": Ö zellikle bilgisayarlar için kullanılan hu terim , uzman olm ayan ki­ şiler için de kolay anlam ını taşım akladır (Çevirenin notu).

235

16 DEĞİŞEN BİLGİ TABANI

Ö nüm üzdeki onyıllarda eğitim alanında m eydana gelecek değişik­ likler, m odern okulun, üç yüzyılı aşkın bir süre önce kitapların basıl­ masıyla o n a y a çıkışından bu yana görülen değişikliklerden daha bü­ yük olacaktır. B ilginin gerçek serm aye ve zenginlik yaratan başlıca kaynak haline gelm ekte olduğu bir ekonom i, eğitim perform ansı ve eğitim sorum luluğu açısından okullara yeni ve zorlu talepler yönelt­ mektedir. Bilgi işçilerinin egem en olduğu bir toplum ise, sosyal per­ formans ve sosyal sorum luluk açısından daha da yeni -ve daha da zor­ lu- taleplerde bulunur. E ğilim li insanın nasıl b ir kim se olduğu Üzerinde bir k ez daha durup düşünm ek zorunda kalacağız. Aynı za­ manda. öğrenm e ve öğretm e biçim lerim iz de çok kesin ve hızlı b ir bi­ çimde d eğişm ektedir -bu, kısm en öğrenm e sürecine ilişkin yeni ku­ ramsal anlayışın, kısm en de yeni teknolojinin sonucudur. Son bir nokta da, okullardaki pek çok geleneksel disiplinin kısır, belki de eski­ miş hale düşm esidir. B öylece ne öğrendiğim iz ve öğrettiğim iz, hatta bilgi derken neyi kastettiğim iz konusunda da birtakım değişikliklerle karşı karşıya bulunm aktayız.

Eğitime İlişkin Sorum luluklar O kulda kazanılan öğrenim ve okuldan alınan diplom alar, bilgi toplumundaki iş, geçim ve m eslek kapılarının açılm asında giderek daha etkili olduğuna göre, toplum un bütün üyelerinin okuryazar olm ası ge­ rekir. V e bu yalnızca "okum a, yazm a ve a ritm e tik 'le sınırlı olm am alı­ dır. O kuryazarlık artık tem el bilgisayar becerilerini de kapsam aktadır. Teknolojiden, teknolojinin boyutlarından, özelliklerinden, riıim lcrin-

237

den epey bir şe y ler anlam ak dem ektir -bu ise, bugün bütün ülkelerdi hemen hiç olm ayan bir şeydir. O kuryazarlık, kent, ulus ve ülke sınırla rmın insan ufuklarını artık kısıtlam adığı karm aşık bir d ünya hakkınd; epey bilgili olm ayı gerektirir. Bu nedenle, insanın kendi kökleri vı topluluğuna ilişkin bilgisi de ayrıca büyük Önem kazanm aktadır. B l yeni tür okuryazarlık, yeni kitle iletişim araçları yo lu y la epey sağlana­ bilm ektedir. T elevizyon ve video cihazlarının bugünün küçük çocuk­ ları için, okulda edindikleri kadar enform asyon sağlayan bir kaynak oldukları kuşkusuzdur-hatta daha fazlasını verdikleri bile söylenebilir. A ncak bu enform asyon yalnızca okul yo lu y la -düzenlenm iş, sistemli, am açlı öğrenm e yoluyla- kişinin malı ve kullanabileceği bir araç hali­ ne dönüşebilir. Bilgi toplum unun bir gereği de, bu toplum içindeki bütün üyelerin öğrenm eyi öğrenm eleridir. H ızla değişm ek, bilginin kendi doğasından kaynaklanan bir şeydir. El becerileri çok yavaş değişirler. Taş ustası Sokrates -geçim ini bu yolla sağlıyordu- kendisini günüm üz taş ustala­ rının çalışm a yerlerinde bulsa yabancılık çekm ezdi. O ysa düşünür Sokrates m odern felsefenin sem bolik m antık ve dilbilim i gibi anahtar disiplinlerinin hem ilgi alanları, hem kullandıkları araçlar karşısında tam anlam ıyla afallayıp kalırdı. M ezuniyetlerinin üzerinden on yıl geçm iş olan m ühendisler, eğer bilgilerini bu süre içinde tekrar tekrar tazelem em işlerse, "eskim iş" durum a düşm üşlerdir bile. Aynı şey he­ kim ler, hukukçular, öğretm enler, jeolo g lar, yö n eticiler ve bilgisayar program cıları için de geçerlidir. Ü stelik, insanın seçebileceği bilgiye dayalı m eslekler sınırsızdır. En uzun öğrenim i sağlayan en iyi okul sistem inin bile öğrencileri bu seçim yollarının hepsi için hazırlayabil­ mesi m üm kün değildir. Böyle b ir sistem in bütün yapabileceği, öğren­ cileri öğrenm eye hazırlam aktan ibarettir. T icaret-sonrası bilgi toplu­ m u, öğrenm enin sürekli olduğu ve insanların ikinci m eslekler edindiği toplum dem ektir.

Amerikan Okulları ve Bu O kulların Öncelikleri D ünyanın çeşitli bölgelerindeki pek çok okul sistem i, herkese okuryazar olm a imkanı verm ektedir (ancak bu im kan şim dilik gele­ neksel anlam ıyla sınırlıdır): Kuzey ve Balı A vrupa'nın her yerinde, Ja­

238

ponya'da, K ore'de. Pek eski olm ayan bir tarihle -1 9 6 0 ’a kadar- A m eri­ kan okulları da aynı im kanı sağlıyordu. A rtık durum böyle değildir. A m erikan okulları şu ya d a bu nedenle -b ir şeyler öğretm e m isyonları­ nı sosyal açıdan gerekli başka hedefler karşısında geri plana ilmiş ol­ maları kuşkusuz bunun önem li bir nedenidir- eğitim sorum luluklarına sadık kalm adılar. A m erikan okullarının herkesi okuryazar hale getir­ me konusundaki başarısızlığı A m erika için gerçek bir "Paslı Böl­ g e d i r . T üketici ürünlerindeki yüksek m aliyet ve bozuk kaliteden çok daha büyük bir zayıflıktır bu. Bilgi toplum unda ekonom iye temel oluşturan şey bilgi tabanıdır. O tuz yıl öncesi, İkinci D ünya Savaşını izleyen yıllarda. A m erikan okulları öncü durum daydılar. Başka ülkelerdeki "en iyi" okulların ba­ zıları, 1960 yılının A m erikasındaki "en iyi" okullardan belki daha iyiydiler. A m a o zam anlar hiçbir ülkede genel düzey A m erika'daki ka­ dar yüksek değildi. A ncak, A m erika'nın sanayi alanındaki öncülüğü, A m erikalı im alatçıları nasıl kendini beğenm iş hale getirm işse, A m eri­ ka'nın otuz yıl önceki eğitim öncülüğü de A m erikalı eğitim cileri aynı şekilde kendini beğenm iş bir durum a getirm iştir. O halde, A m erikan okullarına herkes için üst düzeyde -ilkokul düzeyinin epey üzerindeokuryazarlık sağlam a kapasitesinin yeniden kazandırılm ası birinci ön­ celik olm ak zorundadır. Okul ve eğitim konuları, ilerki yıllarda A m e­ rikan toplum hayatında ve politikasında çok önem li bir yer tutacaklar­ dır. A slında neyin gerekli olduğunu oldukça iyi biliyoruz. Yapılacak iş öyle pek de zor bir şey değildir. A ncak siyasî yönü hayli fazladır. G e­ rekli olan şey, okullardaki standartları yükseltm ek ve oldukça sıkı bir disiplin sağlam aktır. Böyle olm asını, eğitim düzeyleri oldukça yüksek ve bir şey ler öğrenm eye hazır çocukları bulunan ana babaların kendi­ leri talep edeceklerdir (bu tür talepler daha şim diden vardır). Am a yüksek standartlara ve disipline en çok ihtiyacı olan bazı çocukların ana babaları, bu konuya karşı direnm ektedirler -özellikle de bazı yok­ sul azınlık gruplarındaki çocukların ana babaları. Bu kim seler söz ko­ nusu taleplerde "ırkçılık " ve "ayrım cılık" görm ekledirler. Bu, yalnız­ ca Birleşik D evletlerde değil. Batı A lm anya'da Yeni Solun altmışlı yıllarda güç kazandığı bölgelerdeki üniversitelerde de olan bir şeydir

239

(sözgelim i, Brem en'de). îşveren durum unda olabilecek kimseler, A m erika'daki "sorumlu okullar"m m ezunlarından kendilerini nasıl sa­ kınıyorlarsa, A ljnanya'dakilcr de "sorunlu üniversiteler"in mezunların­ dan öyle sakınm aktadırlar. A m erika, okul sistem i içinde rekabetin bulunm adığı tek önemli ge­ lişmiş ülke durum undadır. Fransa'da, ilkokul düzeyinin üzerinde birbi­ rine paralel iki sistem vardır; giderlerin her ikisinde de devletçe karşı­ landığı devlet okulları ve K atolik okulları. Bu, İtalya'da da böyledir. A lm anya'da ise oldukça küçük bir seçkin grubu üniversiteye hazırla­ m aya yönelik bir okul olan G ym nasium vardır. Japonya'daki okullar öğrencilerin üniversiteye giriş sınavlarındaki perform anslarına göre sı­ nıflandırılm aktadır. Üst sıralarda yer alan okulların öğretm enleri, bu durum larına uygun olarak takdir edilm ekte, yükseltilm ekte ve para al­ m aktadırlar. Buna karşı, A m erika'daki parasız resm î okullar neredeyse tam bir eğitim tekeline sahiptirler -perform ans standartları yoktur ve sistem in kendi içinde de dışardan da pek bir rekabet söz konusu değil­ dir. Bu durum şim diden değişm ektedir. A na b abalar -sosyal yenilikler alanında öncü durum da olan- M inncsota’da, artık çocuklarını eyalet sı­ nırları içindeki herhangi bir okula yerleştirebilm ekte, eyalet yönetimi de dışardan kabul ettiği her çocuk için harcadığı parayı o okul bölgesi­ ne geri ödem ektedir. Bu, eyalet yönetim inin çocuk ve ailesinin seçtiği, standartlara uygunluğu onanm ış herhangi bir okula, çocuğun öğrenim giderleri için gösterilen gider belgeleri karşılığında ödem e yaptığı bir sistem e doğru atılm ış ilk adım dır. Parasız resm î okullar lobisi bu görü­ şe şiddetle direnm ektedir. A m a ne kadar süreyle etkili olabilecektir bu lobi? O rtak kanıya göre, C hicago'daki parasız resm î ok u llar ülkedeki en kötü okullar arasındadır. O nların yanı başında ise, Chicago'daki en berbat gecekondu bölgelerinden gelen siyah çocukların bir şeyler öğ­ renm eyi gerçekten başardıkları Chicago K atolik Piskoposluk Bölgesi­ ne ait özel okullar bulunm aktadır. Bu başarılı okullar m alî yönden sü­ rekli tehlikededirler. A ncak. C hicago'nun kent içlerindeki yoksul bölgelerinde yaşayan siyah aileler için, bu okulların talep ettiği son derece düşük ücretler bile gerçek bir özveri gerektirir. Chicago'nun önünde yalnızca iki seçim yolu vardır: Y a karşılığında ödem e yapılan 240

gider belgeleri çıkararak C hicago'lu siyahların çocuk ların ı bir şeyler öğrendikleri okullara gönderm esini sağlayacak ya d a C hicago'lu si­ yahların (bu, kentteki en geniş seçm en kesim i d em ek tir) öğrenim ver­ gilerine gösterdikleri direnm e -daha şim diden olduğu g ib i- kentin pa­ rasız resm î okullarım yavaş yavaş kapanm aya m a h k u m edecektir. Zengin y a d a yoksul, Chicago'lu beyazlar kentteki re sm î okulları çok­ tan terk elm iş durum dadırlar. Y a kentin doğru dürüst o k u lları olan va­ roşlarına taşınm ışlar, ya da çocuklarını standartları, d isip lin i olan, öğ­ retim yapabilen özel okullara yerleştirm işlerdir. A m erikan Ö ğretm enler Federasyonu, 1984 yılında N ew Y ork eya­ letindeki R ochester’da kent yönelim iyle yeni b ir sö zleşm e yaptı. Bu sözleşm eye göre, ücretler artm akla, am a söz konusu artıştan yalnızca perform ans standartları yüksek olan ve yükselm eye d ev a m eden öğret­ menler yararlanm aktadır. Sözleşm e, perform ans sta n d artla rın a uym a­ yan öğretm enler için işten çıkarm a uygulam asını da getirm ekted ir. D i­ siplini, perform ans standartlarını ve rekabeti, okulun tem el nitelikleri haline getirdiğim iz h er yerde sonuç alm ışızdır -k u şk u su z, bu okullar mucize yaratm ış değildirler; am a herkese okuryazarlık kazan d ırm a ko­ nusunda kabul edilebilir, nitelikli bir iş yapm aktadırlar.

Öğrenmeyi Öğrenmek O kuryazarlık kazandırm ak -bir bilgi toplum una y akışan yüksek düzeyli niteliğiyle bile- öğrencilere, öğrenm eye dev am etm ek ve bunu istemek için gerekli kapasite ve bilgiyi sağlam aktan d ah a kolay bir iş olacaktır. H enüz hiçbir okul sistem i bu konuya bir çö zü m bulm uş de­ ğildir. L atincede eski bir söz vardır: N on sehola s e d vita discim us (Okul için değil, hayat için öğreniriz). A ncak ne öğretm enlerin ne öğ­ rencilerin bu sözü ciddiye aldıkları görülm üş değildir. A slında, bildi­ ğim kadarıyla, m eslek okulları -tıp, hukuk, m ühendislik, ticaret okul­ ları- dışında hiçbir okul öğrencilerinin neler öğrendiğini anlam aya bile Çalışmamıştır. Ö ğrencilerin sınav sonuçlarına ilişkin olarak tuttuğu­ muz kayıtlar ciltler dolusudur. A m a m ezunlarının o h arik a no tlan al­ dıkları derslerden -konu ister m atem atik, ister yabancı bir dil, ister ta­ rih olsun- bir on yıl sonra hâlâ neler bildiklerini sınayan bir okul bilm iyorum ben. A m a, insanların öğrenm eyi nasıl öğrendiklerin i bili­

241

yoruz. A slında, bunu iki bin yıldır bilm ekteyiz. K üçük çocukların ye­ tiştirilm esi konusundaki görüşlerini kalem e alan ilk ve en bilge yazar, büyük Y unan biyografi yazarı ve tarihçisi P lu tarch , b unu. H ıristiyan­ lık dönem inin ilk yüzyılında P aidea (R aising C hildren) başlıklı etkile­ yici küçük kitabında dile getirm işti. G erekli olan öğren en lerin sonuç alm alarını sağlam aktan ibarettir. G erekli olan, iyi y ap abild ik leri her ne ise. öğrenenler o alanda kusursuzluğa u laşab ilsin ler d iv e, onların güç­ lü yönleri ve yetenekleri üzerinde durm ak tan ibarettir. G en ç sanatçıla­ ra -m üzisyenlere, oyunculara, ressam lara- ö ğ retm en lik yap an herkes bunu bilir. G enç atletlere öğretm enlik yapan h erk es de. A m a okullar bunu yapm am aktadırlar. Ü zerinde durdukları şey, bu d eğ il, öğrenenle­ rin zayıf yönleridir. Ö ğretm enler on yaşındaki bir çocuğun an a babasını g ö rüşm eye ça­ ğırdıklarında, genellikle şöyle derler: "O ğ lu n u z Jim m y ’in çarpım tab­ losu üzerinde çalışm ası gerekiyor. Çok geri d u ru m d a." Ş u n u söyledik­ leri pek olm az: "K ızınız M ary, zaten iyi y aptığı b ir şeyi daha iyi yapabilm ek için, yazı yazm a konusuna ço k d ah a fazla ağırlık verme­ li." Ö ğretm enler -bu, ta üniversite sıralarına k ad a r b ö y le gilm ektediröğrencilerin za y ıf yönleri üzerinde d urm ak tad ırlar ve b unda da haklı­ dırlar: H iç kim se on yaşındaki b ir çocuğun on y a da on beş yıl sonra ne yapacağını önceden kestirem ez. İnsanın bu a şam a d a eleyebileceği seçenekler bile fazla değildir. O kulun, ilerde y ö n elecek leri taraf ne olursa olsun, öğrencilerin gene de ihtiyaç d u y d u k ları tem el becerileri onlara verm esi gerekir. Ö ğrenciler iş g örecek d u ru m a gelm elidirler. A m a insan, perform ansı zayıflıklar üzerine k u ram az, hatta bunlar düzeltilseier bile; perform ans ancak güçlü yönleri tem el alab ilir. Okullar ise bunları öteden beri göz ardı etm ekte, hatta n ered ey se ön em siz say­ m aktadır. G üçlü yönler sorun çıkarm az -o k u llar d a so ru n lar üzerinde odaklaşırlar. Bilgi toplum unda, öğretm enler şöyle dem eyi ö ğ ren m ek zorundu kalacaklardır: "O ğlunuz Jim m y ya da kızınız M ary 'y c ç o k d ah a fazla yazı alıştırm ası yaptıracağım . Ç ocuğun yeteneği var ve bu yeteneğin geliştirilip ilerletilm esi gerekir." B irazdan tartışılacağı g ib i, yeni öğret­ me teknolojisi bunu m üm kün kılacaktır; halta, bu tek n o lo ji, çoğu za* man. öğrencilerin güçlü yönleri üzerinde d urulm ası için neredeyse zorlayıcı olacaktır. 242

A ncak ihtiyacım ız olan eğitim sistem i bilginin sorum luluğunu vur­ gulamak durum unda da kalacaktır. "Bilgi, kudrettir" diye eski bir ata­ sözü vardır -bu atasözünde ilk kez bir gerçek payı buluyoruz. Bilgi iş­ çileri oluşturdukları bütünlük içinde "yönetenler" durum una geleceklerdir. "Lider" olm aları da gerekecektir. Bunun için dc. bir etos, birtakım değerler ve ahlak gerekir. "A hlakî eğitim " bugün tartışı­ lır durum a düşm üştür. Bu tür eğilim in düşünm eyi, tartışm ayı ve görüş ayrılıklarını bastırm ak ve otoriteye körü körüne boyun eğm eyi aşıla­ mak için kullanıldığı çok olm uştur. A slında çoğu kez, "ahlaka aykırı eğilim" halini alm ıştır. A m a eğilim in kurucuları olan ve aşağıda tartı­ şılan kim selerin hepsi de -K onfiiçyüs’ten A rnold o f R ugby’yc kadarmoral değerler olm adan eğitim in de olam ayacağını biliyordu. M odern eğitimin önerdiği biçim de, moral değerlerin bir kenara bırakılm ası, eğitimin yanlış değerleri verm esinden başka bir şey değildir. Böyle bir şey, kayıtsızlık, sorum suzluk, kinizm aşılar. Bilgi toplum unda. eğiti­ min m oral değerlerinin tam olarak ne tür değerler olacağı ateşli tartış­ malara yol açacaktır. A m a moral değerlerle eğilim ve moral değerlere bağlılık büyük önem taşıyacaktır. Bilgi insanları sorum luluk alm ayı öğrenmek durum undadırlar.

Eğitimin Sosyal Amaç Niteliği B ugünlerde hem gelişm iş hem gelişm ekte olan ülkelerdeki pek çok okulda aynı konular öğretilm ektedir. G enelde, öğretim yöntem leri yüzyılların geçm esiyle değişm ez. A ncak, okullar birbirlerine çok ben­ zem ekle birlikte, eğitim in sosyal am acı -eğitim in oluşturm aya çalıştığı toplum türü ve biçim lendirm eyi hedeflediği yönetici ve lider tipleribiiyük bir farklılık gösterir. En açık sosyal am açlı eğilim kavram ı aynı zam anda en eski olanı­ dır: Ç inlilerin hüküm darı Konl'üçyüsçü bilim adam ı ve beyefendi ola­ rak görm e ideali. H ıristiyan dönem den epey önce belirlenen ve bir şiş­ leme bağlanm ası ancak M .S. yedinci yüzyıldaki T 'ang Hanedanı ^önem ini bulan bu ideal yakın zam anlara kadar değişm eden kalmıştır. Öugün K om ünist Çin'de gördüğüm üz eğitim içeriği açısından artık K onfüçyüsçü bir nitelik taşım asa bile, yapısı ve tem el değerleriyle K onfüçyüsçü özelliğini hâlâ fazlasıyla korum aktadır. 243

B atıda benzer bir düzenlem e girişim i on altıncı yüzyıl sonlarına ve on yedinci yüzyıl başlarına kadar görülm edi. Bu tarihlerde ilk olarak C izvitler m atbaada basılan kitapların ileri düzeyde eğitim üzerinde ku­ rulacak tekel yoluyla, kendilerine toplum üzerinde siyasî ve sosyal de­ netim imkanı sağlayacağını gördüler. Soylular ve eğitim görmüşler üzerinde egem enlik kurabilm ek için, ilk modern okulun tasarımını gerçekleştirdiler. Bundan kısa bir süre sonra ise, John A m os Comenius adında bir Çek -herkesin okuryazar olmasını savunan ilk kişidir- ilk ders kitabını ve okum a kitabını geliştirdi. Com enius, ateşli Katolikler olan H absburgların siyasî egem enliğine rağm en, yurttaşlarının bu yol­ la Protestan kalabileceklerini um uyordu. C om enius, okuryazar olma­ nın insanlara İncil'i kendi evlerinde okum a imkanı vereceğini savun­ du. Ç ekoslovakya'da bulunan oldukça büyük bir azınlık gerçekten dc günüm üze kadar Protestan olarak kalm ıştır. On sekizinci yüzyılda bütün Batı, eğitim in ve okulların önemli sosyal güçler olduğunu kabul etli. A m erika’nın söm ürge olduğu dö­ nem lerde, C om enius'un güçlü etkisiyle, okullar başlan itibaren insan­ lara yurttaş kim liği verecek biçim de tasarım landı. T hom as Jefferson'un V irginia için düşündüğü eğilim kalıbı -Çin'deki K onfüçyüsçülerden sonra, eğitim alanındaki en kapsam lı straıcjidirherkes için, sın ıf farkı gözetm eyen bir nitelikteydi am a gene de, de­ m okrat bir seçkinler grubu yaratm aya yönelikti. A m erika'ya olan gö­ çün bir sel haline dönüştüğü on dokuzuncu yüzyılda, A m erikan okulu yeni gelenleri A m erikalılaştırm ak için b ir araç v e A m erikan inancını öğreten bir kurum niteliği kazandı. O kulun oynadığı bu rolde sağladı­ ğı başan, bundan yüzyıl sonra ırkların bütünleştirilm esi için bir araç olarak gene okulu seçm em izde başka bütün etkenlerden daha önemli oim uştur. A m erika'daki söm ürgecilerin herkesi eğilm eye yönelik kendi sis­ tem lerini oluşturm alarıyla aşağı yukarı aynı zam anda, A vrupa'da da benzer bir sistem in tasarım ı gerçekleştirildi -bunu yapan d a on seki­ zinci yüzyılda yaşayan A vusturyalI İm parator II. Joseph'di. II. Joseph sosyal politikasının çok önem li bir parçası olarak ileri düzeydeki eği­ tim -"gym nasium "- üzerinde durdu. Bu okulda C izvit okullarında ya da A m erika'daki söm ürgecilerin kurdukları okullarda öğretilenlerle

244

aynı konular öğretilm ekteydi. A ncak am açları farklıydı. Joscph’in ha­ reket noktası, eğitim üzerindeki denetim i Katolik K ilisesinin elinden söküp alm ak; eğitim gören kim selerin eğilim leri açısından laik olm a­ larını ve din adam larının siyasî gücüne karşı çıkm alarını sağlam ak; ve halktan gelm e yetenekli gençlere sosyal sınıflarını değiştirebilm e im­ kanı tanım aktı. A vusturya'daki gym nasium eğitim in sosyal araç olarak kazandığı başarıyı gösteren en iyi örneklerden biridir. Bu okul giderek yoğunlaşan m illiyetçi çatışm alara ve gerginliklere rağm en, yüz elli yıl boyunca A vusturya'nın birlik içinde kalm asını sağladı. M ezunları, öğ­ renimlerini im paratorluk sınırları içinde konuşulan pek çok farklı dil­ de yapm ış olsalar da, aynı değerlere sarılıyor, aynı etosu paylaşıyorlar­ dı. Bu kim seler im paratorluğun 1918'de yıkılm asına kadar, dil ve ulusal köken sınırlarını aşarak bir arada çalışan eğitim li bir yönetenler sınıfı oluşturdular. Aşağı yukarı aynı sıralarda -on sekizinci yüzyıl ortalarında- çok {■uzaklarda yer alan Japonya'daki Buııjin (yani "aydınlar sınıfı" y a da hüm anistler) eğitim i geleceğe yönelik yeni bir görüş ve yeni b ir sosyal sınıf yaratm ak için kullandılar. Bu kişiler, kılıçla dövüşen savaşçılar (samurai), köylüler ve kentliler diye ayrılan üç kalıtsal sınıfıyla aile te­ meline dayanan resm î hiyerarşiyi reddederek, bunun yerine, bilim ada­ mı, hattat ve sanatçı olarak gösterilen perform ans dışında başka hiçbir şeyin önem taşım adığı bir m eritokrasi* oluşturdular. B öylece m odern Japonya'nın tem ellerini attılar. Bundan yüz yıl sonra I867'dc, T okugawa Şogununun feodal rejim i yıkılıp M eiji R estorasyonu başladığında, yeni liderlerin hepsi de, yetm iş yıl önce hattat-ressam lar N ukina Kaioku ve Rai Sanyo gihi seçkin Bunjin'in kurdukları bir akadem inin me­ zunlarıydılar. I. N apolyon, eğilim kurum lannı yeni ve farklı bir Fransa yaratm ak ü zere am açlı olarak biçim lendirdi. G randes &coles'ü yeni bir seçkinler grubu hedefleyen okullar olarak kurduğu zam an daha im parator bile değildi. Ö ğretm en yetiştirm ek üzere kurulan Ecole N orm ale ile, m ü­ hendis yetiştirm ek için kurulan P olytechnique'in am acı, Fransa'nın Devrim öncesindeki toplum ve yönetim biçim ine bir d ah a geri dönm e* Meritokrasi : Düşünsel yönden üstün nitelikli bir seçkinler grubu ve bu grubun ülke yönelimi içinde önemli konumlara geldiği sistem (Çevirenin notu).

245

meşini sağlam aktı. Bu okullar F ransa'ya üstün yetenekleri olan bir yö­ netenler sınıfı kazandıracaktı -soylu olm ayan, din adam larının siyasî gücüne karşı çıkan ve m illiyetçi bir yönetenler sınıfı. G randes ecoles günüm üzde de F ransa’daki yönetici seçkin grubu ve onlarla birlikle Fransız yönetim inin ve Fransız toplum unun temel değer ve görüşlerini biçim lendirm ektedir. Birkaç yıl sonrasında, am a N apolyon savaşlarının hâlâ sürdüğü bir sırada -Prusyalı devlet adamı ve modern dilbilim inin öncülüğünü ya­ pan büyük bilim adam ı- W ilhelm von H um boldt, 1809'da ilk modern üniversiteyi kurdu. Hum boldı'un N apolyon'a verilen bir karşılık olarak tasarım lanan Berlin Ü niversitesi, N apolyon’un g ra n d es ecoles'ü gibi, halktan gelm e kişilerin oluşturduğu bir seçkinler grubunu eğitecekti. A ncak am aç, A ncien R egim c'c dönüşü engellem ek değil, böyle bir re­ jim in D evrim sonrası toplum una egem en olm asını sağlam aktı. Huıııboldl'un kurduğu üniversitenin görevi, toplum a bir düşünsel özgürlük alanı verm ekti. Bir başka özgürlük alanı daha olacaktı, pazar ekonomi­ si. İkisi bir arada m utlak bir m onarşiye destek verecek ve onun ayakta kalm asını sağlayacaklardı. Bu R echtsstaat, yani yönelenin "halk" yeri­ ne "Yasal Kral" olduğu siyasî sistem di. Bu sistem , A lm anya'da şu ya da bu biçim de, 1918'e kadar ayakta kaldı. H atla 1933 yılında Nazilcrin gelişine kadar tam anlam ıyla ortadan kalkm ış değildi. M odern ileri düzey eğilim e biçim veren son kişi. Dr. Thom as Ar­ nold, ünlü "A rnold o f R ugby”dir. A rnold'dan önceki ileri eğitim sis­ tem lerinden hepsi de -Ç in’de, A m erika'da, A vusturya'da Japonya’da. Fransa'da, A lm anya'da- okulu sosyal sınıflar arasında yer değiştirme imkanı veren ve bu yolla yetenekli ve başarılı kim selerin "alt sınıllar"dan kibar sınıflar arasına ve sosyal b ir konum a doğru yükselmele­ rini sağlayan bir araç olarak görüyordu. O ysa A rnold'un geliştirdiği özel okulun am acı sın ıf sistem ini sürekli kılm aktı. "B eyefendiler 'i eği­ tecek bir okuldu bu: "beyefendiler" ise bu nitelikleriyle doğar, öğre­ nim yoluyla beyefendi olm azlar. A rnold, özel okulları iyi ailelerin ço­ cukları için yatılı okullar yaparak, İngiltere’deki okul sistem ini sosyal sim ilar arasındaki hareketliliği engeller durum a getirm iştir. On doku­ zuncu yüzyıl İngilleresinde sosyal sın ıflar arasındaki hareketliliğinher bakım dan. Birleşik D evletler dışındaki öbür Batılı ülkelerden daha 246

fazla olduğu çok söylenm iştir. O ysa İngiltere'de bugün bile aşırı bir sı­ nıf bilinci ve sın ıf duygusunun sıkıntısı çekilm ektedir. Ç ünkü ileri eği­ tini sistem leri arasında, bir tek İngiltere'deki okul sistem i, alt sınıflar­ dan gelm e yetenekli ve başarılı gençleri lider gruplar arasına girm e ya da en azından sosyal saygınlık kazanm a yolunda ilerlem eye davet et­ mek bir yana, onlara bu imkanı verm em iştir bile. (B una karşı, İskoç okulları ve üniversitesi on sekizinci yüzyılda sosyal sim ilar arasında hareketlilik sağlayacak güçlü araçlar olarak geliştirildi.)

Yeni Gereklilikler Eğitim in yeni bilgi toplum u gerçekliği karşısındaki sosyal amacı ve sorum luluğu ciddi bir biçim de tartışılacaktır -bu tür tartışm alar olpıalıdır da. A lınacak karar oybirliğiyle alınam ayacak kadar önem lidirya da olduğu gibi bırakılam ayacak kadar. A nahtar niteliğindeki birkaç gereklilik şim diden açık hale g e lm iştir: • Bilgi toplum u içinde ve bilgi toplum u için yapılan eğitim in sos­ yal bir am acı olacaktır. D eğerlerden yoksun bir eğitim olm ayacaktır; hiçbir eğitim sistem i böyle değildir. • G erekli olan eğitim sistem i açık bir sistem olm alıdır. Ö ğrenim i ileri düzeyde olanlarla "öbür yarı" arasındaki çizgiyi geçilm esi m üm ­ kün olm ayan bir engel haline getirm em elidir. K ökenleri, varlık du­ rumları y a da önceki öğrenim leri ne olursa olsun, yeterli ve başarılı îtim seler için eğitim yolu ve eğilim aracıyla toplum içinde yükselm e yolu açık olm alıdır. Bu konuda birtakım belirtiler vardır. Sözgelim i Japonya'daki öğretm enlerden sınıflarında gelecek vaat eden çocuklara dikkat etm eleri ve bu çocukları akadem ik yönden yeterli biçim de ye­ tiştirerek, onların ilkokuldan ortaokula, ortaokuldan liseye ve liseden de üniversiteye geçm elerini sağlam aları istenir. Japonya'daki öğretjtnenler dershanede öğretm enlik yaptıkları kadar, öğrenciye ve öğren­ cinin ailesine danışm anlık da yapm akladırlar. Batı A lm anya'da ise, ge­ leneksel çıraklık eğitim i akadem ik ilerlem e için paralel yükselm e basam akları olarak kullanılm aktadır. Bu basam aklardan biri akadem ik yönü ağır basan ortaöğrenim den -geleneksel G yıtmasiııın'dan- üniver­ siteye doğru uzanm aktadır. Ö bürü ise, genç erkek ya da kadınların 247

haftada üç gün çalışıp, üç gün okula giderek, bu yolla hem pratik hem de kuram sal tem el kazandıkları çıraklık program ı ile başlar. Bu temel onlara, daha sonra Fachhochschule'ye devam etm e ve kendilerine özellikle ticaret hayatında ilerlem e kapıları açacak bir akadem ik diplo­ m aya sahip olm a im kanı tanım aktadır. A m a bunlar arasında en çok gelecek vaat eden yaklaşım , şimdiki halde A m erika'da vardır. Ö bür eğitim sistem lerinin hepsinde öğrenci belli bir aşam aya Ö2 gü diplom ayı, bu aşam a için uygun olan yaşta al­ mak durum undadır -bu, ortaokul, lise ya da kolej için hep böyledir. A lm anya’daki öğrenciler üniversitede yedi ya da on yıl süreyle kalabi­ lirler- ya da süresiz olarak kalırlar. A ncak on dokuz ya da yirmi yaşla­ rında başlam am ışlarsa, üniversiteye girdikleri ender görülen bir şey­ dir. Aynı durum , Japonya, İngiltere ve Fransa için de büyük ölçüde geçerlidir. Birleşik D evletlerde ise, liseden ayrılan öğrenciler yıllar sonra okula geri dönm eye ve lise ya da kolej diplom alarını alm aya teş­ vik edilirler. • G eleneksel sistem içindeki her okul kendisini sonu olan bir şey gibi görm ektedir. Ö ğrenciler belli bir okul için gerekli olan öğrenim süresini tam am ladılar m ı, eğitim leri "biter." Bilgi toplunıuııda "bitmiş eğitim " diye bir şey yoktur. Bilgi toplum unda ileri düzeyde eğitim görm üş kişilerin tekrar tekrar okula geri gelm eleri gerekir. Devamlı eğitim ; özellikle de hekim ler, öğretm enler, bilim adam ları, yöneticiler ve m uhasebeciler gibi öğrenim düzeyleri yüksek olan kim selerin eği­ tim lerine devam etm eleri, ilerde önem li bir büyüm e sanayii oluştura­ caktır. A ncak, şim diki halde, Birleşik D evletler ve bir ölçüye kadar da İngiltere dışındaki okul ve üniversitelerde, devam lı eğitim den bütü­ nüyle kaçınılm akta, böyle olm asa bile konu ciddî bir kuşkuyla karşı­ lanm aktadır. • Eğitim artık okullarla sınırlı kalam az. İşveren durum undaki her kurum un öğretm enlik yapm ası da gerekir. Japonya’daki büyük işve­ renler -devlet kurum lan ve ticarî işletm eler- bunu şim diden kabul et­ mişlerdir. A ncak, bu konuda da öncü durum da olan gene B i r l e ş i k D evletlerdir; Birleşik D evletlerdeki işv eren ler-ticarî kuruluşlar, devlet kurum lan, -ordu- çalıştırdıkları kişilerin, özellikle de bunlardan eğitin1 248

diizeyle r> en yüksek olanların eğitim i ve yetiştirilm eleri için, bütün o k u l ve üniversitelerin bir arada harcadıkları kadar para ve çaba harca­ m aktadırlar. A vrupa'daki uluslaraşırı şirketler de çalıştırdıkları kişile­ rin, özellikle de yöneticilerin devam eden eğitim lerini giderek daha çok üstlenm ektedirler. • Son olarak da "m eritokrasi"nin yozlaşarak "plütokrasi"ye dönüş­ mesini önlem ek, eğitim in sosyal sorum luluğu içine girecektir. İyi işler ve m esleklere giden yolu diplom aya bağlam ak, eğer diplom a zengin­ lik için değil de, yetenek ve çalışkanlık için veriliyorsa, kabul edilebi­ lir bir şey olur. D iplom anın yeteneğin takdiri yerine, yeteneğin önüne dikilen bir engel haline gelm em esi için özen gösterilm elidir. D iplom a, Dr. A rnold'un İngiltere'de kurduğu özel yatılı okullar gibi bir "sın ıf' sembolü haline gelm em elidir. Bu tehlike en "m eritokratik" ülkede d a­ ha şim diden bir gerçek olarak belirm iştir : Japonya'da. Japonya'daki üniversiteler öğrenim için hiç para alm am akta, ya da alınan miktarı çok düşük tutm aktadırlar; ancak prestijli üniversitelerine giren ve böylece hem devlet, hem de sanayi kesim inde en çok gelecek vaat eden iş­ lere girm e im kanını bulanlar giderek artan bir oranda zengin çocukları olmaktadır. E vlerinde kendilerine ait çalışabilecekleri bir odaları ol­ mayan Japon gençlerinin üniversite giriş sınavlarında başarılı olm a şansları pek fazla değildir. Evlerin kalabalık olduğu bir ülkede, ancak durumları iyi olan kim seler çocuklarına böyle bir m ekan sağlayabilir­ ler. D urum ları iyi olan ve kendileri de ileri düzeyde eğitim yapm ış ana babaların çocukları daim a avantajlı olacaktır. A ncak bu avantaj başka­ ları için aşılm ası m üm kün olm ayan bir engel haline gelm em elidir. B u­ nun b ir yolu -ki bu. Birleşik D evletlerde en etkili yol olacaktır- ileri düzeydeki eğitim için yapılan m asrafların, m ezunlar hayata atıldıkla­ rında kazançlarından kesilerek geri alınabilir hale getirilm esidir. M o­ dern ekonom ide yapılan hiçbir yatırım , ileri düzey bir eğitim sonucun­ da elde edilen diplom a kadar kazanç getirem ez. O halde vergi yükümlülerinin öğrencilere para yardım ında bulunm aları için bir ne­ den yoktur. A m a bu kişiler öğrenci olm aya devam ettikleri sürece p a­ ssızd ırlar. A daletin, hak duygusunun ve ekonom inin bir gereği ola­ cak. ileri düzeydeki diplom alarının kendilerine öm ür boyu sağladığı ek kazançtan toplum a olan borçlarını ödem ek durum undadırlar.

Eğitimli İnsan Eğitim ekonom iyi ateşler. T oplum a biçim verir. A m a bunları "ürün"ü, yani eğitim li insan yoluyla yapar. Eğitim li bir insan, hem bir hayat sürm ek, hem de hayatını kazan­ mak için gerekli donanım a sahip kişidir. Sokrates ve A rnold of Rugby, bütün güçleriyle "hayat" üzerinde durup, işin "hayat kazanma" yanım , önem siz belki de bayağı bir şey gibi görerek dikkate almadılar. A ncak herhangi bir toplum da, ihtiyaçları düşünür Sokrates kadar kısıt­ lı olan ya da A rnold'un "beyefendiler"i gibi zengin babalara sahip kişi­ lerin sayısı yok denecek kadar azdır. Ö bür eğilim felsefelerinin hepsi işin iki yanını daim a dengelem işlerdir. Bilgi toplum undaki eğitim dc aynı dengeyi sağlayacaktır. Ne iyi para kazanıp yaşanm aya değer bir hayatı olm ayan öğrenim görm üş barbar tipini kaldırabilir, ne de karar­ lılık ve etkili olm a yeteneğinden yoksun kültürlü am atör tipini. Eği­ lim, bilgi toplum unda, bir yandan etkili olm a becerileri öğretirken, bir yandan da "erdem " aşılam ak zorunda kalacaktır. Şim dilik eğilim sis­ tem lerim iz ikisini dc yapm ıyor -bu da sırf şu soruyu sorm am ış olma­ m ızdan geliyor: Bilgi toplum u içinde eğilim li insan ne dem ektir? Bugünlerde, Birleşik D evletlerde "beşerî bilim ler"in gerilediğine, belki de ortadan yok olduğuna ilişkin pek çok yakınm a duyuyoruz. Pek çok kitapta, uygarlık ve kültüre destek veren büyük gelenekler bi­ linm iyor diye yazarların hayıflandıklarını görüyoruz. Bu yakınmaların geçerliği vardır. Ö ğrenim görm üş bir barbarlar toplum u oluşturm a teh­ likesi belirm iştir. A m a kim in kabahatidir bu? G ençlerin bugünlerde "klasikler"e ilgi duym adıkları söyleniyor; "tarihe cephe alm ış” olduk­ ları söyleniyor. O ysa, kendi deneyim leri, toplum ları, ihtiyaçları ile bağlantılı bir biçim de sunulduğu zam an, gençler tarihe ve bir bütün olarak büyük geleneklere çoşkulu tepki verm ektedirler. Y aşları daha büyük olanlar, yani devam lı eğitim e katılanlar ise, genellikle, etikten, tarihten, büyük rom anlardan; kendi deneyim lerini, kendi hayatlarında ve işlerinde karşılaştıkları zorlukları, anlam alarına yardım edebilecek hiçbir şeyden yeterince yararlanam am aktadırlar. Bu kişiler, aynı za­ m anda, bilim ve teknolojinin esaslarını, yönetim ve politikanın özel­ liklerini ve değerlerini: kısacası, beşerî nitelikli, kapsam lı bir eğitimi oluşturan her şeyi öğrenm ek için de büyük bir istek duym akladırlar. 250

A m a bütün bunları anlam lı kılm ak vc insanların içinde yaşadıkları gerçeklere yansıtm ak zorundayız. "B eşerî bilim ler”i sahip olm aları ge­ reken niteliğe yeniden kavuşturm alıyız: G örm em ize yardım cı olan ışık ve doğru hareket etm em izi sağlayan rehber olm a niteliğine. Bu, öğren­ cinin işi değildir; öğretm enin işi olm alıdır. A ltm ış yıl önce, 1927'de Fransız d üşünür Juli en B cnda, hakikati, ister sağ, ister sol kökenli ol­ sun, ırkçı ve siyasî dogm aların gerisine ilen çağdaş bilim adam ları ve yazarlara karşı, L a Trahison d es clerks (The B etrayal o f the Intellectu­ als) adını verdiği yam an bir saldırı yayım ladı. Benda'nın saldırısı, ge­ leceği tahm in ederek, hem H itler’li yıllarda A lm an aydınlarının haki­ kate karşı yaptıkları ihaneti, hem de otuzlu yıllarda ve İkinci D ünya Savaşından sonraki yirm i ya da otuz yıl boyunca K om ünist Parti sem ­ patizanları ve S talincilerin hakikate karşı olan ihanetlerini önceden se­ ziyordu. B eşerî bilim lerin, züppelik, küçük görm e ya da tem bellik yü­ zünden ölüp gitm elerine izin verm ek de aynı şekilde b ir ihanettir. Bilgi toplum unun ortaya çıkışı, bizlcri, geçm işin bilgeliği ve güzelliği­ ni bugünün ihtiyaçları vc çirkinliği üzerinde odaklaştırm aya zorlaya­ caktır. Bu, bilim adam larının ve hüm ünistlerin bir hayatın yaratılm ası­ na yaptıkları katkıdır. B unu yapm ak için gerekli analıları, öğrencileri hayatlarını kazana­ cak biçim de yetiştirirken karşım ıza çıkan ihtiyaçlarda bulabiliriz. Ç ün­ kü eğilim sistem lerim iz hiçbir yönüyle öğrencileri ilerde içinde yaşa­ yacakları, çalışacakları ve etkili olacakları gerçekliğe hazırlam a­ maktadır. O kullarım ızın bundan sonra kabul etm ek zorunda kalacakla­ rı gerçek, bilgi toplum u insanlarının çoğunluğunun hayatlarını görevli elem anlar olarak kazanm alarıdır. Bu kişiler bir kuruluş bünyesinde ça­ lışm aktadırlar. O kuruluş içinde etkili olm ak zorundadırlar. Bu ise eği­ tim sistem lerinde hâlâ geçerli olan varsayım ın tam tersi olan bir şey­ dir. A m old'un özel okulu, m ezunlarının toplum içinde lider konum una sahip olacakları varsayım ına dayanıyordu; "çalışan elem anlar” olm ala­ rını beklem iyordu. A m erikan üniversitesinin ya da A lm an üniversite­ sinin ürünü olan profesyoneller ise, hayatlarını bağım sız bir kişi ola­ rak ya da en fazla, küçük bir ortaklıkta çalışarak kazanm ak üzere Y etiştirilm ekteydiler. H içbir eğitim kurum u -hatta m ezuniyet sonrası

251

yönelim okulları bile- öğrencilere bir kuruluşun üyeleri olarak etkili durum a gelm eleri için gerekli tem el becerileri verm em ekledir: Düşün­ celeri sözlü ve yazılı olarak sunm a yeteneği (kısa, yalın, açık bir bi­ çim de); insanlarla birlikte çalışm a yeteneği; insanın kendi çalışmasını, katkısını, m esleğini biçim lendirm e ve yönlendirm e yeteneği; ve genel olarak, kuruluşu insanın kendi em elleri ve kendi başarıları ile, birta­ kım değerlere gerçeklik kazandırm ak için araç olarak kullanm a beceri­ leri. Sırası gelm işken, şunu da ekleyebiliriz: Bunlar. 2.500 yıl önce Sokrates'in Eflatun'un D iyaloglarında yaşanm aya değer bir hayatın anahtarları olarak dile getirdiği düşüncelerle çok büyük b ir benzerlik gösterm ektedir.

Öğretmekten Öğrenmeye Doğru İnsanların nasıl öğrendiklerini arlık biliyoruz. Ö ğrenm e ile öğret­ menin aynı m adalyonun iki yüzü olm adığını artık biliyoruz -öğrenme ile öğretm e farklı süreçlerdir. Ö ğretilcbilen şeylerin öğretilm esi gere­ kir ve bunlar başka türlü öğrenilem ez. A m a öğrcnilcbilen şeylerin de öğrenilm esi gerekir ve bunlar öğretilem ez. Y eni kazandığım ız bu anla­ yış. ilgi odağını giderek öğrenm eden yana kaydıracaktır. Birkaç bin yıldır, odak noktası öğretm ek olm uştur; bugünün usta öğretm enlerinin öğretm e biçim i, üç bin yıl önceki usta öğretm enlerin öğretm e biçimle­ riyle aynıdır. Hiç kim se onların yaptığını tam olarak kopya edecek bir yöntem i henüz bulm uş değildir. A m a şu soru ta on dokuzuncu yüzyı­ lın sonuna gelinceye kadar hiç sorulm am ıştı: N asıl öğreniriz? Ancak bir kez sorulunca, yeni bilgiler ve yeni anlayışlar hızla çoğaldı. Yeni bilginin teknoloji ve uygulam a halini alm ası her zam an için uzun bir süre gerektirdiğinden, öğrenm e konusundaki bilgim iz, okul­ ların bugüne kadar uygulam aya koyduklarını bir hayli aşmaktadır. A m a artık, öğrenm eyle ilgili yeni bilgilerin uygulam aya dönüşm ekte olduğu bir noktadayız. H er şeyden önce, farklı kim selerin farklı biçim­ lerde öğrendiklerini biliyoruz. A slında öğrenm e işlemi, parm ak izleri kadar kişiye özgü olan bir şeydir; öğrenm e biçim leri tam am en aynı olan iki kişi yoktur. H erkesin farklı bir öğrenm e hızı, farklı bir ritmi, farklı bir dikkat süresi vardır. E ğer öğrenen kişiye, kendisi için yaban­ cı olan bir lıız. ritim ya da dikkat süresi zorla uygulanırsa, öğrenme

252

çok düşük düzeyde gerçekleşir ya da hiç gerçekleşm ez; yalnızca yor­ gunluk ve öğrenm eye karşı direnç oluşur. A m a farklı kim selerin farklı konuları farklı biçim lerde öğrendiklerini de biliyoruz. Ç oğum uz çar­ pım tablosunu davranışsal olarak, yani alıştırm a ve tekrar yoluyla öğrenm işizdir. O ysa m atem atikçiler için çarpını tablosunu "öğrenm ek" diye bir şey yoktur; onlar çarpını tablosunu algılarlar. Bunun gibi, mü­ zisyenler de notasyonu öğrenm ezler; algılarlar. D oğuştan atlet olan hiç kimse topu yakalam ayı hiçbir zam an öğrenm ek zorunda olm am ıştır. Bazı şeylerin öğretilm esi gerçekten de gereklidir -ve bunlar yalnızca değerler, anlayış, anlam değildir. B ir çocuğun güçlü yanlarının neler olduğunu saptam ak ve yeteneği başarıya doğru yönlendirm ek için bir öğretm en gerekir. M ozart bile babası usta bir öğretm en olm asa, bildi­ ğim iz o büyük deha olm azdı. hisarı h ir konuyu öğrenir, insan b ir kişiye öğretm enlik yapar. A rtık bu yeni bilgiyi uygulam aya koym ak için hazır durum dayız. Bunun bir nedeni dem ografidir. G elişm iş ülkelerde, çoğu kim se m et­ ropoliten alanlarda yaşam aktadır. Böylece öğrenen kişinin herkes için tek bir öğrenm e ve öğretm e pedagojisi olan tek bir okulla sınırlı kal­ ması artık söz konusu değildir; küçük köyler ancak bu kadarını k a n ı­ rabiliyordu. Ö ğrenen kişi, yaya olarak, bisikletle, ya da otobüsle ko­ layca ulaşılabilir uzaklıkta olan am a her biri farklı bir öğrenm e çevresi sunan okullar arasında seçim yapabilir. Tahm in edilebileceği gibi, öğ­ renenlerin öğrenm e biçim lerinin ne olduğunu saplam ak ve onları el al­ tındaki okullar arasında kişisel öğrenm e profillerine en uygun olanı hangisi ise, oraya yönlendirm ek, yarının öğretm eninin sorum luluğu olacaktır.

Yeni Öğrenme Teknolojisi Y eni teknoloji bizi bu değişikliği yapm aya zorlayacaktır. Ç ünkü bu teknoloji bir öğretm e teknolojisi olm aktan çok bir öğrenm e tekno­ lojisidir. İlk kez kırk yıl önce K anadalı M arshall M cLuhan'ın işaret et­ liği gibi, ortaçağ üniversitesini değiştiren şey, R önesans değildi. M at­ b aa d a basılan kitaptı. M cLuhan'ın "iletişim aracı m esajdır" biçim indeki ünlü sözü, kuşkusuz abartm alıdır. A ncak "araç” ne tür m esajların gönderilip alınabileceğine gerçekten işaret eder. Aynı ölçü­

253

de önem li bir ııokla da, aracın ne tür m esajların gönderilem eyecegini ve alınam ayacağını bilerlem esidir. Ve ileşitinı aracı hızla değişm ekte­ dir. Basılı kitap nasıl on beşinci yüzyılda eğitim için "yüksek teknolo­ ji" haline gelm işse, bilgisayar, televizyon ve video kasetleri de yir­ minci yüzyıldaki eğitim in yüksek teknolojisi haline gelm ektedirler. O halde yeni teknolojinin okullar ve öğrenm e biçim lerim iz üzerinde de­ rin bir etki yaratacağı kesindir. On dördüncü ve on altıncı yüzyıllarda öğretm enler tarafından şid­ detli bir dirençle karşılanan basılı kitabın zaferi, C izvitler ve Comenius, basılı kitabı tem el alan okullar kuruncaya kadar m üm kün olmadı. A ncak basılı kitap, baştan itibaren okulları öğretm e biçim lerinde çok kesin değişiklikler yapm aya zorladı. D aha önce öğrenm enin tek yolu, ya el yazm alarını zahm etli bir hiçim de kopya etm ek, ya da yapılan ko­ nuşmaları ve anlatılan dersleri dinlem ekti. B irden insanlar okuyarak öğrenir hale geldiler. B una benzer, belki daha da büyük bir teknoloji devrim inin ilk aşam alarını yaşıyoruz. Bilgisayar, özellikle çocuklar yönünden, basılı kitaba göre çok daha "kullanıcı-dostu"dur. Sabrının sınırı yoktur. K ullanıcı, ne kadar çok hata yaparsa yapsın, bilgisayar yeni bir denem e için hazır olacaktır. D ershanedeki h içb ir öğretmenin durum uyla kıyaslanam ayacak kadar öğrenen kişinin em rindedir. Öğ­ retm enlerin kalabalık sınıflarda çocuklara tek tek zam an ayırabildikle­ ri enderdir. Buna karşı, bilgisayar hep oracıktadır; çocuk, hızlı da öğ­ rense, yavaş da öğrense, ortalam a bir çocuk d a olsa; çocuğa şu konu zor, öteki konu kolay da gelse; çocuk yeni bir şey ler öğrenm ek istese de, daha önce öğrendiklerine geri dönm ek istese de. V e basılı kitaptan farklı olarak, bilgisayar sonsuz bir çeşitliliğe izin verm ektedir. Eğlen­ celidir. A m a bir de televizyon ve beraberinde getirdiği koskoca bir görsel pedagoji dünyası vardır. O tuz saniyelik bir reklam a, çoğu öğretmenin bir aylık öğrenim süresine sıkıştırabiieccğinden daha fazla pedagoji sığm aktadır. TV reklam ının konusu, ikincil bir nokta olarak kalır; önem li olan, sunuştaki beceri, profesyonellik ve kandırıcılık gücüdür. Bu yüzden de çocuklar okula düş kırıklığına uğram aya ve boş çıkma­ ya m ahkum birtakım beklentilerle gelm ektedirler. Bekledikleri öğret­ m enlik bilgi-becerisinin düzeyi çoğu öğretm enin sahip olabileceği dü­

254

zeyi aşm akladır. O kullar giderek daha biiyük bir oranda, bilgisayar, te­ levizyon, film, video ve ses bantları kullanm aya zorlanacaklardır. Ö ğ­ retmen giderek daha çok bir denetçi ve akıl hocası durum una gelecek­ tir -belki de, yüzyıllar önce ortaçağ üniversitesinde oynadığı role çok benzer bir rolü olacaktır. Ö ğretm enin işi yardım etm ek, yol göster­ mek, örnek olm ak, yüreklendirm ek olacaktır; asıl işi konunun kendisi­ ni aktarm ak olm ayabilir. Basılı kitap, Batıda öğrenm eye karşı o güne kadar ve o günden be­ ri hiç görülm eyen bir sevgi dalgasının kabarm asına yol açtı. Her çev­ reden insana kendisi için en uygun olan hızda, kendi evinin özel orta­ mında. ya da düşünce yapıları benzer okuyucuların oluşturduğu hoş bir çevrede, öğrenm e im kanı verdi. M esafe ve coğrafya koşulları yü­ zünden ayrı düşm üş insanların birlikte öğrenm elerini sağladı. En azın­ dan B atıda "öğrenm c"yi yaralan belirleyici olay, "antik dünyanın yeni­ den keşfi" olm adı -bu dünya hiçbir zam an kaybedilm iş değildi. Bu olay, basılı kitapla gelen yeni teknolojiydi. B ilgisayarlar ve teknoloji bir araya gelerek, öğrenm e sevgisinde benzer bir patlam a yaratabilirler m i? Y edi ya da sekiz yaşında bir çocuğun bir saaat boyunca bilgisaya­ rıyla bir m atem atik program ı üzerinde çalışm asını veya daha da ufak bir çocuğun "Susam Sokağı"m izlem esini gören herkes bu patlam a için gerekli olan barutun birikm eye başladığını bilm ektedir. O kullar boğm ak için ellerinden geleni yapsalar da, yeni teknolojilerin yarattığı öğrenm e keyfi bu konuda etkili olacaktır. Birleşik D evletler ve Japon­ ya'daki okullar, otuz yıl boyunca şiddetli bir direnç gösterdikten sonra yeni teknolojileri kullanm ak, öğretim yöntem lerine katm ak ve öğren­ cilerinde öğrenm e arzusu yaratm ak için daha büyük bir istek göster­ m ektedirler; öğrenm e arzusu, tem elde, eğitim li olm anın esasıdır.

Bilgi Nedir? Basılı kitap on beşinci yüzyılda ilk ortaya çıktığı zam an "bilgi" içeren şey ler de, bilgiyi aktarm a yöntem leri kadar büyük b ir değişim geçirecek durum a gelm işti. Bizler de benzer bir dönüm noktasında olabiliriz. Basılı kitabın ortaya çıktığı dönem deki S kolastikler gibi, bizler de uzm anlaşm anın hem yeni bilgiler kazanm ak, hem de bu b il­ gileri aktarm ak için en etkili yol sayıldığı iki yüzyıl geçirm iş durum ­

255

dayız. Doğa bilim lerinde bu hâlâ işe yarayabilir. B aşka alanlarda ise uzm anlaşm a bilgiye giden yol üzerinde bir engel durum una gelmekte, bilginin etkili kılınm asında ise daha da büyük bir engel oluşturm akta­ dır. A kadem ik çevreler bilgiyi baskıya geçen şey olarak tanım lam akla­ dırlar. A m a bunun bilgi olm adığı kesindir; işlenm em iş veridir bu. Bil­ gi bir şeyi ya da bir kim seyi değişLiren enform asyon dem ektir -bunu, ya eylem için bir neden oluşturarak yapar, y a da bireyi (veya kurulu­ şu) farklı ve daha etkili bir eylem gerçekleştirebilecek durum a getire­ rek. Y eni "bilgi"nin pek küçük bir bölüm ü bunu başarabilm ekledir. D aha elli yıl önce, dönem in büyük bilim adam ları çok satan kitap­ lar yazm aktaydılar. N e John M aynard Keynes, ne Joseph Schumpeter -yüzyılın iki büyük iktisatçısı olan bu kişiler- "popüler olm a am acın­ da" değildi. A m a her ikisinin eserleri de iktisatçı olm ayan pek çok kişi tarafından büyük bir hevesle okundu. İngiliz tarihçi A rnold Toynbcc, 1930'lu yıllarda kitaplarını yazarken kalabalıkları m em nun etm eye ça­ lışmadı; iki büyük klasikçi Edith H am ilton ve W erner Jaeger'inY unanlılar üzerinde yazdıkları k ita p la rd a bunu yapm ıyordu. Oy­ sa bu kim selerin eserleri sürekli olarak çok satan kitaplar listesine girdi; o dönem in önde gelen A m erikalı tarihçilerinin eserleri de öyle. Bugün onların yerine geçen kim seler ise, yazılarını, kendi meslektaş­ larının bile okum adığı bilim sel dergilerde bastırabilm ek için para öde­ mek zorunda kalm aktadırlar. Bilgi sahibi kim selerin kendilerini başka­ larınca anlaşılır kılm akla yüküm lü oldukları yolundaki eski düşünceyi artık kabul etm iyoruz. A ncak bu yapılm adıkça, üretilm iş b ir bilgi de olm ayacaktır. O kuyucular hazırdır, halta susam ışçasına beklem ekte­ dirler. İyi araştırm acılar -A m erikalı tarihçi B arbara T uchm an, Fransız tarihçi Fernand Braudel, İngiliz astrofizikçi Stephen W. H aw kins- lüt­ fedip, çalışm alarını m akul bir düzyazı ile sundukları zam an, kitapları hem en büyük bir rağbet görm ektedir. Bilim adam larının kullandıkları üslubun özellikle anlaşılm az olm a­ sından kimi ya da neyi suçlam am ız gerektiği, konum uzun dışında kal­ m aktadır. Önemli olan nokta şudur: A kadem ik kökenli uzm anların bil­ dikleri, lıızla "bilgi" olm aktan çıkıyor. En iyi haliyle "bilginlik", daha yaygın olan en kötü haliyle de salt "veri" olarak kalıyor. İki yüz yd boyunca bilgi üreten disiplin ve yöntem ler artık lam anlam ıyla üretken

256

olm aktan çıkm ışlardır; bu. en azından, doğa bilim leri dışında bbyledır. Farklı disiplinleri bir araya getiren çalışm alarla, disiplinlerarası çalış­ m alarda m eydana gelen hızlı artışa bakarak, yeni bilgiyi, on dokuzun­ cu ve yirm inci yüzyıllarda öğretm e, öğrenm e ve araştırm a süreçlerine çerçeve oluşturan disiplinlerden elde etm enin artık m üm kün olm adığı gerçekten de ileri sürülebilir. A lm an-İsviçreli H erm ann Hesse, 1943 yılında son rom anı Das G lasperlenspiel IM agister Ludi)' i yayım ladı. H esse, zam anlarını Çin müziği çalarak ve rom anın başlığında yer alan boncuk oyunu gibi çap­ raşık bilm eceler çözerek geçiren ve bu arada dışardaki bayağı dünyay­ la her türlü tem astan kaçınan, kapalı bir aydınlar tarikatı yaratm ıştı. Bunu yaparken, aklından geçirdiği şey, A lm an düşünür ve yazarları­ nın N azi dönem i sıralarında, her türlü kabalıktan uzak, incelikli bir iç dünyasına çekilm eleri oldu. A m a sonunda H esse'nin kahram anı, dü­ şünceye dayalı oyunlarda yaşanan "iç sürgünü"nü reddeder ve gerçek insanların, dolayısıyla da gerçek bilginin, pis, gürültülü, kirlenm iş ve bozulm uş dünyasına geri döner. A lm anca konuşan aydınların H itler zam anında bir m azeretleri vardı; günüm üz akadem isyenlerinin böyle bir m azeretleri yoktur am a onlar da çoğunlukla H esse'nin boncuk oyu­ nuyla yarattığı dünyaya çekilm iş durum dadırlar. Bilgiyi, tekrar etkili kılm a, yeniden gerçek bilgi haline dönüştürm e zorunluluğunu duya­ caklar m ıdır? O kulların ve eğilim in ilerde önem li değişiklikler geçirecekleri ke­ sindir -bu değişiklikler için talep bilgi toplum undan gelecek ve deği­ şiklikleri yeni öğrenm e kuram ları ve öğrenm e teknolojileri başlatacak­ tır. D eğişikliklerin ne kadar çabuk geleceğini, tabiî, bilem iyoruz. A ncak önce nerede m eydana geleceklerini ve en çok nerede etkili ola­ caklarım büyük bir doğruluk payı ile tahm in edebiliriz: A m erika B ir­ leşik D evletlerinde. Bu kısm en, en açık, en esnek ve en az m erkeziyet­ çi, en az denetim ci eğitim sistem inin B irleşik D evletlerde bulunnıasındandır. A m a kısm en de, elindeki sistem den en az hoşnut olan ülkenin de A m erika olm asından gelm ektedir- ve A m erikalıların bu hoşnutsuzluğu haklı nedenlere dayanm aktadır.

257

SONUÇ

ÇÖZÜMLEMEDEN ALGILAMAYA YENİ DÜNYA GÖRÜŞÜ 1680 dolaylarında, o sıralarda A lm anya'da çalışan -Protestan oldu­ ğu için anayurdundan ayrılm ak zorunda kalm ıştı- D enis Papin adında bir Fransız fizikçisi, buhar m akinesini icat etti. K endisi böyle bir ma­ kineyi fiilen yaptı mı, bilem iyoruz; ancak m akinenin tasarım ını yaptı ve ilk em niyet supabını gerçekleştirdi. B ir kuşak sonrası, 1712’de, T hom as N ew com en ilk işler durum daki buhar m akinesini Ingilte­ re'deki bir köm ür m adenine yerleştirdi. B öylece m adenden köm ür çı­ karılm ası m üm kün hale geldi -daha önceleri Ingiltere'deki köm ür m a­ denleri hep yeraltı sularının baskınına uğram aktaydı. N ew com en'in m akinesi, buhar çağını açtı. Bundan sonra, iki yüzyıl boyunca, tekno­ loji m odeli m ekanikti. Fosil yakıtlar, hızla, ana enerji kaynağı haline geldiler. En son kullanılan itici güç ise, bir yıldızın, yani güneşin için­ de olup bitenlerle aynı şeydi. 1945'te atom ik fızyon, bundan birkaç yıl sonra ise, atom ik füzyon, güneş içinde olanları kopya etti. Bunun öte­ sine geçilem ez. 1945 yılında m ekanik evreni m odel alan çağ sona er­ di. Tam bir yıl sonra, 1946'da, ilk bilgisayar, E N IA C ’ın üretim ine ge­ çildi. Bu olayla da, enform asyonun çalışm a için düzenleyici ilke haline geleceği bir çağ başlam ış oldu. A ncak, enform asyon, m ekanik süreçlerden çok, biyolojik süreçlerin tem el ilkesidir. U ygarlığı, çalışm ayı düzenleyen temel ilkede m eydana gelen deği­ şiklik kadar etkileyen pek az olay vardı. M .S .800 ya da 900 yılına ka­ dar, Çin teknoloji, bilim ve genel olarak kültür ve uygarlık alanlarında bütün Batı ülkelerinin çok önündeydi. Sonradan, K uzey A vrupa'daki B enediktin rahipleri yeni enerji kaynaklan buldular. Bu noktaya ka­ dar, başlıca, belki de tek enerji kaynağı insan denen iki ayaklı hayvan olm uştu. Sabanı çeken köylünün karısıydı. H am ut kullanım ı ile, çifıçi261

nin karısının yerini, hayvan gücünün alması ilk kez m üm kün hale gel­ di. Benediktin rahipleri ayrıca antik dönem lerde oyuncak olarak kulla­ nılan su çarkları ve yel değinilenlerini ilk m akinelere dönüştürdüler. İki yüz yıl içinde teknolojik öncülük Ç in’den Batıya geçli. Y edi yüz yıl sonra da Papin'in buhar m akinesi, yeni bir teknoloji ve bu teknolo­ jiy le birlikte yeni bir dünya görüşü yarattı -m ekanik evren. B ilgisayarın 1946 yılında on ay a çıkışıyla, enform asyon, üretim de­ ki düzenleyici ilke haline geldi. Bununla da yeni bir tem el uygarlık doğdu.

Enformasyonun Sosyal Etkileri Bugünlerde, enform asyon teknolojilerinin m addî uygarlık üzerin­ de, ticarî m allar, hizm etler, ticarî kuruluşlar üzerinde yarattığı etkilere ilişkin pek çok (neredeyse gereğinden çok) şey söylenip yazılm akta­ dır. O ysa enform asyonun sosyal etkileri de aynı ölçüde önem lidir; hal­ ta daha bile önem li olabilirler. Söz konusu etkilerden biri yaygın bir biçim de görülm ektedir: Bu tür bir değişiklik, girişim cilik alanında bir patlam a getirir. G erçekten de, 1970'Ii yılların sonlarında B irleşik Dev­ letlerde başlayıp, on yıl içinde K om ünist olm ayan bütün gelişm iş ül­ kelere yayılan büyük girişim cilik dalgası, üç yüzyıl önceki D enis Pa­ pin dönem inden bu yana görülen bu tür dördüncü büyük dalgadır. B unlardan ilki, on yedinci yüzyılın ortasından on sekizinci yüzyılın ilk dönem lerine kadar sürdü; başlam ası "T icaret D evrim i" sayesinde, üc­ ret karşılığı aldıkları ağır yükleri gerçekten de uzun m esafeler arasında taşıyabilen, açık denizlere dayanıklı yük gem ilerinin geliştirilm esin­ den sonra ticaret alanında m eydana gelen çok büyük gelişm e ile oldu. İkinci büyük girişim cilik dalgası -on sekizinci yüzyılda başlayıp, on dokuzuncu yüzyılın ortalarına doğru sürm üştür- genellikle "Sanayi D evrim i" diye adlandırdığım ız olgudur. D aha sonra da, 1870 dolayla­ rında, yeni sanayiler üçüncü girişim cilik dalgasını başlattı -bunlar, farklı itici güçler uygulam akla kalm ayıp, daha önce hiç oluşturulm a­ mış, ya da ancak çok küçük m iktarlarda gerçekleştirilm iş ürünler çıka­ ran ilk sanayilerdi: Elektrik, telefon, elektronik, çelik, kim ya ve ilaç, otom obil ve uçak sanayileri.

262

Şim di dc, enform asyon ve biyolojinin başlattığı dördüncü dalgaya tanık oluyoruz. Bu seferki de, daha önceki girişim cilik dalgaları gibi, "yüksek teknoloji" ile sınırlı değildir; "yüksek teknoloji"yi olduğu ka­ dar "orta teknoloji"yi, "düşük teknoloji”yi ve "sıfır te k n o lo jiy i de kapsam aktadır. D aha öncekiler gibi, bu da yeni ya da küçük ticarî te­ şebbüslerle sınırlı değildir, m evcut ve büyük teşebbüslerde de vardır ve çoğu kez, en etkili, en yararlı biçim de bu tür teşebbüslerde görül­ m ektedir. Ve, daha öncekiler gibi, "bu lu şlar'la. yani teknolojiyle sınır­ lı değildir. Sosyal alanda gerçekleştirilen yenilikler dc, aynı oranda "girişim ciliğe d ay alı”, aynı oranda önem lidirler. Sanayi D evrim iyle gelen bazı sosyal yeniliklerin -m odem ordu, kam u yönetim i, PTT, ti­ carî bankanın- dem iryolu ya da buharlı gem i kadar etkili oldukları ke­ sindir. Bunun gibi, içinde bulunduğum uz girişim cilik çağı her türlü yeni teknoloji ve m addî ürün kadar getireceği sosyal yenilikler özellikle de politika, devlet, eğitim ve ekonom i bilim indeki yenilikleraçısından d a önem li olacaktır. E nform asyonun bir başka önem li sosyal etkisi de açıkça görülm ek­ te ve geniş bir biçim de tartışılm aktadır: E nform asyonun ulusal devlet üzerinde, özellikle de ulusal devletle yirm inci yüzyılda baş gösteren hipertrofi, yani totaliter rejim ler üzerinde yarattığı etki. Kendisi dc modern kitle iletişim araçlarının, gazetelerin, sinem aların ve radyonun ürünü olan totaliter rejim , eğer enform asyon üzerinde tam bir denetim kurabilirse, ayakta kalabilir. A m a herkes evinde oturup, bir uydu ara­ cılığıyla enform asyona doğrudan ulaşabilirken -bunu sağlayan "alıcı­ lar" daha şim diden öylesine ufalm ıştır ki, hiçbir gizli polis örgütünün bunları bulabilm e um udu yoktur -enform asyon üzerinde devlet dene­ timi artık m üm kün değildir. H atta enform asyon artık uluslaraşırı bir nitelik kazanm ıştır; para gibi, enform asyonun da "anayurt”u yoktur. Enform asyon ulusal sınır tanım adığına göre, yeni "uluslaraşırı" in­ san toplulukları da yaratacak ve bunlar birbirlerinin yüzünü bile gör­ m eden, iletişim halinde oldukları için, paylaşm a duygusunu yaşaya­ caklardır. D ünya ekonom isi, özellikle de para ve krediden oluşan "sembol ekonom isi", daha şim diden, ulusal niteliği olm ayan, uluslaraşırı topluluklardan biri haline gelm iştir. 263

Enform asyonun başka sosyal etkileri de bunlar kadar önem lidir am a pek fazla görülüp, tartışılm am aktadır. Bunlardan biri, yirminci yüzyıl kentlerindeki m uhtem el değişikliklerdir. Bugünün kentini, on dokuzuncu yüzyılda gerçekleştirilen büyük atılım yarattı: İnsanları tren ve tram vay, bisiklet ve otom obil aracılığıyla işe taşım a yeteneği. D eğiştirecek olan ise, yirm inci yüzyılın büyük atılım ı olacaktır: Dü­ şünceleri ve enform asyonu harekete geçirerek, işi insanlara taşım a ye­ teneği. A slında kent -Tokyo kent merkezi, New Y ork kent merkezi, Los A ngeles kent m erkezi, L ondra kent m erkezi. Paris kent merkezi. B om bay kent m erkezi- yararlılık özelliğini artık tüketm iş durumdadır. A rtık insanları kent içine ve dışına taşıyam az durum a geldik; Tokyo ya da N ew York'taki ofis binalarına varabilm ek için tıklım tıklım va­ gonlarda iki saat süren yolculuklar yapılm ası. Londra'daki Piccadilly C ircus'ta yaşanan curcuna, ya da her sabah ve akşam Los A ngeles'taki çevre yollarında trafiğin iki saat boyunca kitlenm esi, durum un böyle olduğuna işaret etm ekledir. K redi kartlarının, m ühendislik tasarım ları­ nın, sigorta poliçeleri ve sigorta alacaklarının ya da sağlık kayıtlarının kullanım ı gibi çalışm alarla, enform asyonu şim diden insanların bulun­ dukları yerlere -kentlerin dışına- taşım aya başladık bile. İnsanlar git­ tikçe artan bir oranda evlerinde, ya da çok sayıda kim senin yapacağı gibi, kalabalık kent m erkezlerinin dışındaki küçük "uydu ofisler"de çalışacaklardır. Faks m akinesi, telefon, çift yönlü video ekranı, teleks, lelekonfcrans, dem iryolunun, otom obilin ve aynı zam anda uçağın ye­ rine geçm ektedir. Y etm işli ve seksenli yıllarda, bütün büyük kentler­ deki hızlı yapılaşm a ve bununla birlikte gelen gökdelen patlam ası, sağlık işaretleri değildir. Bunlar, kent m erkezlerinin sonlarının gelm e­ ye başladığını gösteren belirtilerdir. Ç öküş yavaş olabilir; am a. kurul­ maları büyük bir başarı olan bu m erkezlere, en azından bugünkü halle­ riyle, ihtiyacım ız kalm am ıştır. Kent, iş m erkezi olm ak yerine, bir enform asyon m erkezi haline ge­ lebilir -enform asyonu (haber, veri, m üzik) çevreye dağıtıp yayan ver olabilir. Y ılda bir iki kerc.büyük bayram günlerinde, çevredeki kırsal alanlardan gelen köylülerin bir araya toplandıkları ortaçağ katedraline benzeyebilir: bilge rahipleri ve katedral okulunu saym azsak, ortaçağ 264

katedrali iki bayram arasındaki günlerde bom boş olurdu. Y arının üni­ versitesi de, öğrencilerin fiilen devam ettikleri bir yer olm aktan çıka­ rak. enform asyon ileten bir "bilgi m erkezi" haline gelecek m idir? İşin yapıldığı yer, işin yapılış biçim ini büyük ölçüde belirler. YapıJan iş üzerindeki etkisi de büyüktür. B üyük değişiklikler m eydana ge­ leceğinden em in olabiliriz -ancak bunlar nasıl ve ne zam an olacaktır, şim dilik tahm in bile edem eyiz.

Biçim ve İşlev Belli bir görev ya da kuruluş için elverişli büyüklüğün ne olması gerektiği, bizi zorlayacak tem el sorun haline gelecektir. M ekanik bir sistem içinde daha büyük perform ans belli oranlarda büyüm eye gidile­ rek sağlanır. D aha büyük güç daha büyük verim dir: D aha büyük olan, daha iyidir. A m a bu, biyolojik sistem ler için geçerli değildir. Biyolo­ jik bir sistem de büyüklük işlevin ardından gelir. B üyük olm ak ha­ m am böceği açısından am aca ters düşer bir şeydir; küçük olm ak da, ay­ nı şekilde, fil açısından am aca ters düşer. B iyologların pek hoşlanarak söyledikleri gibi, "sıçan, bir sıçan olarak başarılı hale gelebilm ek için ihtiyacı olan her şeyi bilir." Sıçanın insandan daha zeki olup olm adı­ ğını sorm ak saçm alıktır; söz konusu edilen, bir sıçan olarak başarılı hale gelm enin gerekleri ise, o zaman sıçan, insan da dahil bütün hay­ vanlardan çok daha ileri durum dadır. (Bu konudaki en iyi kitap, İskoç biyolog Sir D 'A rcy W entw orth'ün I917'de yazdığı On G rowth and F o rm 'dur -kuruluş tasarım ı ve kuruluş yapısıyla ilgili herkes için "şart" olan bir kitaptır bu.) E nfom ıasyona-dayah bir kuruluşta, büyük­ lük bir "işlev" ve bağım sız olm aktan çok, bağım lı bir değişken halini alır. A slında, enform asyonun nitelikleri, etkili olan en küçük boyutla­ rın en iyisi olacağına işaret etm ektedir. "D aha büyük" boyutlar, iş an­ cak başka türlü yapılam ıyorsa, "daha iyi" olacaktır. İletişim in etkili olabilm esi, hem enform asyon hem anlam olm asına bağlıdır. A nlam ise paylaşm ayı gerektirir. Dilini bilm ediğim bir kim ­ se, beni telefonla arasa, aram ızdaki hattın son derece tem iz olm ası, ba­ na hiçbir yarar sağlam az. Ben o dili anlam adıkça, "anlam " diye bir şey yoktur -m eteoroloji uzm anının eksiksiz bir biçim de anladığı mesaj bir

265

eczacı için laf kalabalığıdır. A ncak grup çok büyükse, paylaşm a doğru dürüst gerçekleşm ez. Paylaşm a, sürekli olarak yeniden doğrulanm ayı gerektirir. Y orum yapabilm e yeteneği gerektirir. Bir topluluk olmasını gerektirir. "Bu m esajın ne anlam a geldiğini biliyorum , çünkü Tok­ yo'daki, ya da Londra'daki, ya da Pekin'deki adam larım ızın düşünm e biçim lerini biliyorum ." Biliyorum sözü. "enform asyon"u "ilelişim 'e dönüştüren katalizördür. Büyük E konom ik B unalım ın ilk günlerinden 1970'lere kadar geçen elli yıl boyunca, eğilim , m erkeziyetçilik ve büyüklükten yana oldu. 1929'dan önce, cerrahî m üdahale söz konusu değilse, doktorlar paralı hastalarını hastaneye yatırm ıyorlardı. 1920'li yıllardan önce hastane­ lerde doğan bebek sayısı çok azdı; bebekler çoğunlukla evde dünyaya gelirlerdi. 1930'lar gibi geç bir tarihe kadar. B irleşik D evletlerdeki yükseköğrenim dinam iği, küçük ve orta boy, beşerî bilim ler kolejle­ rinde toplanm ıştı. İkinci D ünya Savaşından sonraki yönelim ise, gide­ rek büyük üniversiteye ve daha da büyük olan "araştırm a üniversitesi"ne doğru oldu. Aynı şey devlet için de söz konusuydu. Ve büyüklük, İkinci D ünya Savaşı sonrasında iş dünyasında saplantı hali­ ne geldi. H er firm anın ille de "m ilyar-dolarlık şirket" olm ası gereki­ yordu. Y etm işli yıllarda eğilim değişti. A rtık iyi yönetim olm anın belirtisi daha büyük olm ak değildir. Artık sağlık hizm etleri söz konusu oldu­ ğunda, hastane dışında daha iyi yapılabilen her şey hastaneden başka bir yerde yapılsın, diyoruz. Y etm işli yıllardan önce, A m erika'da du­ rumları hafif olan akıl hastaları için bile en iyisinin bir akıl hastanesi­ ne yatm ak olduğu düşünülm ekteydi. Bu tarihlerden sonra, başkaları için tehlike oluşturm ayan akıl hastalan hastanelerden çıkarılm ıştır (bu uygulam a her zam an iyi sonuçlar verm em ektedir). Y üzyılım ızın ilk üç çeyreğinin, özellikle de İkinci D ünya Savaşını izleyen dönem in ayırıcı özelliği olan büyüklük sevdasından uzaklaştık. B üyük ticarî işletm ele­ ri hızla yeniden yapılandırıp "daraltıyoruz." D evlet görevlerini "özel­ leştiriyoruz"; bunları, özellikle yerel topluluklarda, devlet kesiminin dışındaki m üteahhitlere veriyoruz. 266

O halde, belli bir görev için uygun olan büyüklüğün ne olduğu so­ rusu, giderek daha büyük bir önem kazanacaktır. Bu işi bir arı mı, sinekkuşu m u, fare mi, geyik mi, yoksa fil mi en iyi yapar? Bunların hepsine de ihtiyaç vardır, am a her biri farklı bir iş için ve farklı bir ekolojide gereklidir. U ygun büyüklük, giderek, görev ve işlev için ge­ rekli olan enform asyonu en etkili biçim de kullanan büyüklük olacak­ tır. G eleneksel kuruluşu bir arada tutan, kum anda ve kontrol sistemi olm uşken, cnlörm asyona-dayalı kuruluşun "iskelet"i en elverişli en­ form asyon sistem i olacaktır.

Çözümlemeden Algılamaya T eknoloji doğa değildir, insandır. T eknoloji aletlerle ilgili değildir; insanın çalışm a biçim iyle ilgilidir. Aynı şekilde, insanın yaşam a biçi­ mi ve düşünm e biçim i ile de ilgilidir. Evrim kuram ını -C harles Darw in'le birlikte -keşfeden A lfred Russel W allace'm ünlü bir sözü vardır. "İnsan yönlendirilm iş ve am açlı evrim geçirebilen tek hayvandır; in­ san alet yapar." A m a teknoloji insanın bir uzantısı olduğu içindir ki, teknolojideki tem el değişm e, her zam an hem dünya görüşüm üzü ifade eder, hem de dünya görüşüm üzü değiştirir. B ilgisayar, bir bakım a, on yedinci yüzyılda D enis P apin'in zam a­ nında ortaya çıkan m ekanik evrene özgü, çözüm sel, kavram sal dünya görüşünün nihaî ifadesi olm aktadır. Her şeyi hesaba kattıktan sonra, dayandığı kaynak, Papin'in çağdaşı ve dostu olan düşünürm atem atikçi G ottfried L eibniz'in, tüm rakam ların "dijital" olarak, yani 1 ve O'la ifade edilebileceği yolundaki keşfidir. B ilgisayar bu çözüm le­ m enin, Bertrand Russell ve A lfred N. W hitehead'in P rincipia M alhem atica'sında (1910'dan 1913'e kadar yayım lanm ıştır) rakam ların öte­ sinde m antığa uygulanm ası sayesinde m üm kün olm uştur; bu da, belirsizlikten kurtarılıp "veri" haline getirilebilirse, her kavram ın 1 ve O'la ifade edilebileceğini ortaya koydu. Bilgisayar Papin'in üstadı olan Rene D escartes'a giden çözüm sel ve kavram sal m odelin bir zaferidir am a bizi bu m odeli aşm aya da zor­ lam aktadır. "E nform asyon'ün kendisi, gerçekten de çözüm sel ve kav­

267

ram saldır. A m a enform asyon her biyolojik süreç için düzenleyici ilke­ dir. M odern biyolojinin bize öğrettiğine göre, hayat bir "genetik şifre"de, yani program lanm ış enform asyonda biçim bulm aktadır. G er­ çekten de, o gizem li gerçekliğin, yani "hayat"ın doğaüstüne başvurm ayan tek tanım ı, hayatın enform asyon tarafından düzenlenen m adde olm asıdır. V e biyolojik süreç çözüm sel değildir. M ekanik bir olguda, bütün, kendisini m eydana getiren parçaların toplam ına eşittir ve bu yüzden çözüm lem e yoluyla anlaşılabilir. O ysa biyolojik olgular "bütünler"dir. Bunlar, kendilerini m eydana getiren parçaların topla­ mından farklıdır. E nform asyon gerçekten de kavram saldır. A m a an­ lam öyle değildir; anlam algılam adır. M atem atikçi ve düşünürlerin D enis Papin ve çağdaşları tarafından form üle edilen dünya görüşlerinde, algı ”sezgi"ydi ve y a sahte, ya da mistik, kolay anlaşılm az, gizem li bir şeydi. Bilim , algının varlığını yadsım adı (am a pek çok bilim adam ı yadsım ıştır). G eçerliğini yadsıdı. Ç özüm lem ecilerin belirttiğine göre, "sezgi" ne öğretilebilir ne eğitile­ bilir. M ekanik dünya görüşü, algının "ciddî" olm adığını, "hayattaki daha incelikli şeyler"in, onlar olm adan da yapabileceğim iz şeylerin düzeyinde olduğunu bildirir. O kullarım ızda, "sanat eleştirisi”ni keyif alınacak bir konu olarak öğretiyoruz. Sanatı, sanatçı için olduğu gibi, çetin, zorlayıcı bir disiplin olarak öğretm iyoruz. O ysa biyolojik evrende, algı m erkezde yer alır. V e eğitilip, gelişti­ rilebilir -hatta böyle yapılm ası gerekir. D uyduğum uz şey, "K." "E" "D" "t" değildir; "kedi"dir. "K" "E" "D" "î", çağdaş deyim le, "parçalar"dır; çözüm lem edir. G erçekten de, bilgisayar parçaların ötesine geçmezse, anlam gerektiren hiçbir şey yapam az. "Uzman sistem ler"in anlam ı da budur; bu sistem ler, bilgisayar m antığına, çözüm sel bir sürece, bir işin ya da konunun bütününü anlam aktan doğan, deneyim algısını yerleş­ tirm eye çalışırlar. A slında, algılam aya doğru yönelişim iz, bilgisayardan epey önce başlam ıştı. Y aklaşık yüzyıl önce, 1890'h yıllarda, konfigürasyon (G eş­ talt) psikolojisi, duyduğum uz şeyin "K" "E" "D" "I" değil de, "kedi" olduğunu ilk kez fark etti. O günden bu yana psikolojinin hem en her

268

çeşidi -ister gelişim , ister davranış ya da klinik psikolojisi olsun- çö ­ züm lem eden algılam aya doğru yönelm iştir. Post-Freudcu "ruhsal çö­ züm lem e" bile "ruhsal algılam a" halini alm akta ve kişinin m ekanizm a­ ları, "itkil'er"i yerine kişinin kendisini anlam aya çalışm aktadır. Devletin ya da işadam larının yaptıkları planlam alarda, giderek daha çok "senaryolar"dan söz ediyoruz; bunlarda da hareket noktası b ir al­ gıdır. Tabiî, herhangi bir "ekoloji" de çözüm lem e değil algılam adır. Ekolojide "bütün"ü görm ek ve anlam ak gerekir; "parçalar" ancak bü­ tüne bakılırken vardır. Elli yıl kadar önce ilk A m erikan kolejinde -V erm ont'taki Bennington'da- beşerî bilim ler eğitim inin ayrılm az bir parçası olarak, uygula­ m alı sanat dersleri -resim , heykel, seram ik, bir m üzik aleti çalm ak- ve­ rilm eye başlandığında, bu tüm saygıdeğer akadem ik göreneklere m eydan okuyan, küstahça, ilkelere aykırı bir yenilik oldu. B ugün her A m erikan kolejinde aynı şey vardır. Kırk yıl önce herkes nesnel olm a­ yan m odern resm i reddediyordu. B ugün ise, m odem ressam ların eser­ lerini sergileyen m üzeler ve galeriler insanla doludur ve bu eserler re­ kor fiyatlarla alıcı bulm aktadır. M odem resm in "m odem " yanı, izleyiciden çok, ressam ın gördüğünü sunm aya çalışm asıdır. M odern resim , betim lem eden çok, anlam dır. D escartes, üç yüzyıl önce "D üşünüyorum , o halde varım ," diyordu. B izlcr artık şunu da dem ek zorundayız. "G örüyorum , o halde varım ." D escartes'tan bu yana kavram sal olan vurgulanm ıştır. G iderek, kav­ ram sal olanla, algısal olanı daha çok dengeleyeceğiz. A slında, bu ki­ tabın konu ettiği yeni gerçekler, konfigürasyondurlar ve bu yönleriyle, çözüm lem e kadar algılam a da isterler. Sözgelim i yeni çoğulculuk bi­ çim lerinin dinam ik dengesizliği; çok-katlı uluslaraşırı ekonom i ile uluslaraşırı ekoloji; çok gerekli olan yeni "eğitim li insan" arketipi. Ve bu kitap düşünm em izi olduğu kadar görm em izi de sağlam aya çalış­ m aktadır. Im m anuel K ant'm yeni dünya görüşünü bir sistem içine oturtan m etafiziği yaratm ası için, D escartes ve çağdaşı G alileo'nun m ekanik evren bilim inin tem ellerini atm alarının üzerinden yüzyıldan fazla bir

269

zam an geçm esi gerekti. Sonra da K anl'ın Salt A klın E leştirisi