127 33 7MB
Turkish Pages 360 [361] Year 2020
Byron Reese Gigaom Medya'run kurucusu, girişimci, teknoloji uzmanı, konuşmacı ve yazar. Girişimcilik, yönetici liderlik ve yapay zeka üzerine çalışmak tadır. Infinite Progress: How Technology and the Internet Will End Ignorance, Disease, Hunger, Poverty, and War [Sonsuz İlerleyiş: Teknoloji ve İnternet
Cahilliği, Hastalıkları, Açlığı, Yoksulluğu ve Savaşları Nasıl Sonlandıra cak?; 2013) kitabının da yazandır.
Mihriban Doğan Denizli'de doğdu. Bornova Anadolu Lisesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümünden mezun oldu. Özel sektörde çeşitli firmalarda çalışh. 2010 yılından beri çeviri yapmaktadır. Cari Sagan'ın Cennetin Ejderleri, Robert Winston'un Baş Belası icatlar, Susan Wise
Bauer 'in Dünya Tarihi adlı eserlerini dilimize kazandırmıştır.
Yapay Zeka Çağı Dördüncü Çağ: Akıllı Robotlar, Bilinçli Bilgisayarlar ve İnsanlığın Geleceği
BYRON REESE
İngilizceden çeviren: Mihriban Doğan
Say Yayınlan Popüler Bilim
Yapay Zeki Çaia / Byron Reese Özgün adı: The Fourth Age: Smart Robots, Conscious Computers, and the Future of Humanity Bu kitap Folio Literary Management, LLC ile Aslı Karasuil Telif Hakları Ajansı arasında yapılan anlaşma sonucu basılmışbr. © 2018, Byron Reese T ürkçe yayın hakları Aslı Karasuil Telif Hakları Ajansı araolığıyla ©Say Yayınlan Bu eserin tüm haklan saklıdır. Tanıhm amaoyla, kaynak göstermek şar byla yapılan kısa alınblar hariç yayınevinden yazılı izin alınmaksızın alınb yapılamaz, hiçbir şekilde kopyalanamaz, çoğalblamaz ve yayım lanamaz. ISBN
978-605-02-0781-1 10962
Sertifika no:
İngilizceden çeviren: Mihriban Doğan Yayın koordinatörü: Levent Çeviker Yayıma hazırlayan: Eda Okuyucu Sayfa düzeni: Mige Günbaş Kapak uygulama: Artem.is İren Baskı: Lord Matbaaolık ve Kağıtçılık Topkapı-İstanbul Tel.:
(0212) 674 93 54
Matbaa sertifika no:
45501
1. baskı: Say Yayınlan, 2020 Say Yayınlan
Ankara Cad. 22/12 Tel.:
•
(0212) 512 21 58
TR-34110 Sirkeci-İstanbul Faks: (0212) 512 50 80
•
www.sayyayincilik.com •
e-posta: [email protected]
www.facebook.com/ sayyayinlari • www.twitter.com/ sayyayinlari www.instagram.com/ sayyayincilik
Genel dağıbm: Say Dağıhm Ltd. Şti. Ankara Cad. 22/4 Tel.:
•
(0212) 528 17 54
TR-34110 Sirkeci-İstanbul • Faks: (0212) 512 50 80
intemet sabş: www.saykitap.com
•
e-posta: [email protected]
Her gün bana daha iyi bir yarına inanmam için yeni nedenler veren Sarah, Michael, John ve Peter'a ...
İÇİN D E Kİ LE R
Önsöz Giriş
.............................................................................................
.............................................................................................
9
13
KISIM 1. BUGÜNE UZANAN UZUN, ZORLU YOL PROMETHEUS EFSANESİ......... ...... . . .......... ........ ..... .......19 .
1. 2. 3. 4. 5.
. . .
..
.
.
İlk Çağ: Dil ve Ateş . .. . ............. ............. .. .. . ...... ... . .. 21 İkinci Çağ: Tarım ve Şehirler ..... .. .... . . . . ... ..... .. .... 27 Üçüncü Çağ: Yazı ve Tekerlek....... .. ...... ................... .. ..33 Dördüncü Çağ: Robotlar ve Yapay Zeka ...... .... .. . .. ....37 Üç Büyük Soru .......... ........................ ...................... . ........53 ... ...
.
..
.
.
.
.
. ...
.... . .. . ..
.
.
.
..
. .
.
.
.
.
.
.
.
.
.
..
..
. .
KISIM 2. SINIRLI YAPAY ZEKA VE ROBOTLAR JO HN HENRY'NİN ÖYKÜSÜ . ...... ............ ..... .. ... .... .. ... .73 .
6. 7. 8. 9. 10. 11. 12.
.
.
.
..
.
.
.
.
Sınırlı Yapay Zeka ...... . ..................................... .... ............75 Robotlar ....... ............... ................ ..... . . ...................... ........81 Teknik Zorluklar .. .... . ....... .. . ........ .................... . .... .....87 Robotlar Bütün Meslekleri Elimizden mi Alacak? ........101 Robot Geçirmez İşler Var mı? ..... ............... ...... ..... ...... 147 Büyük Sorular ......... .... . ........... . .............. ............. ....... 159 Robotların Savaşlarda Kullanımı ....... ............................ 175 . .
.
.
.
.
. .
.
. .
.
.
.
.
.
.
. . .
. ..
..
. .
.
.
.
.
..
.
.
KISIM 3. YAPAY GENEL ZEKA BÜYÜCÜNÜN ÇIRACI ÖYKÜSÜ
........................................
13. İnsan Beyni 14. Yapay Genel Zeka 15. Yapay Genel Zekayı Geliştirmeli miyiz?
181
.........................................................................
.
....................................................... ...... ........................
183 195 209
KISIM 4. BİLGİSAYAR BİLİNCİ JOHN FRUM'UN ÖYKÜSÜ 16. 17. 18. 19. 20. 21.
. .
......................... .. ......................
Duyarlılık . Özgür İrade . . Bilinç Sekiz Bilinç Teorisi: Bilgisayarlar Bilinçlenebilir mi? . Bilgisayar İnsan Beynine Yerleştirilebilir mi? İnsanlık Yeniden mi Tanımlanıyor?
........................... . . . . ........................... ................. ....................................... ... ............................
.................................................................................... ..
237 239 247 253 273 293 299
................
................................
KISIM 5. BUNDAN SONRAKİ YOL JEAN LUC PICARD'IN ÖYKÜSÜ 22. 23. 24. 25. 26.
.........................................
Dördüncü Çağda Yaşam Bütün Teknik Problemleri Çözmek Ölüm, Nerede Senin Aan? . Ne Ters Gidebilir? Beşinci Çağ
Teşekkürler
305
...................................................
. .
..................... .. ........
......... .....................................
..............................................................
.
...................................................... ...................
307 317 343 349 353
...............................................................................
359
ÖNS Ö Z
(Lütfen okuyun. Her zamanki laflardan değil.)
D obotlar. Meslekler. Otomasyo?. Yapay zeka. Bilinçli bilgi J.'-sayarlar. Süper zeka. Bolluk. işsiz bir gelecek. "Yararsız" insanlar. Kıtlığın sonu. Yaraha bilgisayarlar. Robot amirler. Sınırsız zenginlik. Çalışmanın sonu. Kalıcı bir altsınıf.
Bu ifade ve kavramlardan bazılarıyla muhtemelen her gün karşılaşıyorsunuzdur. Anlahlanlar bazen olumlu, gelecek için umut dolu; bazen de korkutucu ve distopik. Tabii bu zıtlık
her zaman kafa kanşhrmışhr. Hepsi de zeki, çeşitli konularda bilgili olan uzmanlar gelecekle ilgili sadece biraz değil, önem
li ölçüde farklı ve birbirleriyle tamamen çelişen tahminlerde bulunuyorlar. Peki, neden Elon Musk, Stephen Hawking ve Bili Gates yapay zekadan korkuyor ve yakın gelecekte insan lığın varlığına yönelik bir tehdit olabileceği endişesini dile getiriyorlar? Neden Mark Zuckerberg, Andrew Ng ve Pedro Domingos da dahil olmak üzere, aynı derecede şöhretli başka bir grup bu bakış açısını çürütmeye bile değmeyecek kadar olasılık dışı buluyor? Zuckerberg, kıyamet günü senaryola rını ısrarla savunan insanları "oldukça sorumsuz" olarak ni telendirecek kadar ileri giderken, günümüzde yapay zekanın yaşayan en büyük beyinlerinden biri olan Andrew Ng de bu
YAPAY ZEKA ÇAGI
10
tür endişelerin "Mars'taki aşın nüfus" için endişelenmek gibi olduğunu söylüyor. Elon Musk'ın, "Yapay zekanın medeni yetin varlığı için temel bir risk olduğunu" söylediği aktarıl dıktan sonra, önde gelen bir yapay zeka araştırmacısı ve ya zan olan Pedro Domingos, "Sadece: Ahh ahh!" diye bir tweet attı. Her grubun üyeleri kendi savlarından ne kadar eminler se karşı tarafa karşı da o kadar alaycı bir tavır sergiliyorlar. Robotlar ve otomasyona ilişkin durum da farklı değil. Uzmanlar bundan daha zıt kutuplarda olamazlardı. Bazıları
tüm mesleklerin otomasyon yüzünden yok olacağı ya da en azından işgücünün bir bölümünün robotik işçilikle rekabet edemezken, diğer bölümünün yüksek teknolojili çağ ötesi meslekleriyle bolluk içinde, savurgan yaşamlar sürecekleri kalıcı bir Büyük Buhran'a girmek üzere olduğumuzu söy lüyor. Bazıları ise bu kaygılara baktıklarında otomasyonun, işçilerin verimliliğini ve ücretlerini artırdığı uzun geçmişine dikkat çekiyor ve daha büyük bir sorunun insan işçi kıtlığı olacağı tahmininde bulunuyor. Yumruk yumruğa kavgalar bu gruplar arasında pek görülmemekle birlikte, bolca hakaret söz konusu. Son olarak, bilgisayarların bilinçlenip bilinçlenmeyecekle ri ve dolayısıyla canlanmalan meselesi değerlendirildiğinde, uzmanlar yine aynı fikirde değil. Bazıları, bilgisayarların bi linçleneceklerinin bariz olduğuna ve bu nedenle diğer sav ların sadece saçma sapan bir batıl inanç olduğuna inanıyor. Buna kesinlikle katılmayan başka bir grup ise bilgisayarların ve canlıların bambaşka şeyler olduğunu ve bu "canlı makine" fikrinin çelişkili olduğunu söylüyor. Tüm bu tartışmaları takip edenler için net sonuç kafa ka rışıklığı ve yılgınlık. Birçoğu pes ederek rakip bakış açılarının kakofonisine teslim olur ve bu teknolojilerin ön saflarında yer alan insanlar neler olacağı konusunda hemfikir olamıyorlar sa, o zaman geri kalanların nasıl bir umudu olabilir diye fi-
önsöz
11
kir yürütürler. Geleceği korku ve endişeyle değerlendirmeye başlar, bu bunalbcı soruların doğaları gereği cevaplanamaz olmaları gerektiği sonucuna varırlar. Buradan bir çıkış yolu var mı? Bence var. Bu çıkış yolu, uzmanların farklı şeyler bildikleri için değil, farklı şeylere inan
dıkları için aynı fikirde olmadıklarını fark ettiğimizde başlıyor. Örneğin, bilinçli bilgisayarlar üreteceğimiz öngörüsünde bulunanlar bilinçle ilgili başkalarının bilmediği bir şeyler bil dikleri için değil, çok temel bir şeye, insanların esasen makine olduklarına inandıkları için bu sonuca varmışlardır. Eğer insan lar makineyse, zamanla mekanik bir insan yapmamız makul görünür. öte yandan, makinelerin asla bilinç kazanamaya caklarını düşünenlerin ise bu görüşü savunmalarının nedeni genellikle insanların tamamen mekanik varlıklar oldukları kanısında olmamalarıdır. İşte bu kitabın içeriği bunlardan ibaret: robotlar, meslekler, yapay zeka ve bilinç hakkındaki çeşitli görüşleri destekleyen temel inançları yapısöküm teorisine göre analiz etmek. Ama am, bu çetrefilli konulardaki rehberiniz olarak, bu uzmanla rın böylesine tutku ve güvenle beyan ettikleri fikirleri oluştu ran tüm varsayımları dikkatle incelemek. Bu kitap bu konularla ilgili sadece benim düşüncelerimi içermiyor. İnançlarımı gizlemek için bilinçli bir çaba göster mesem de bu inançlar, okuyucunun bu kitapta nasıl ilerleme kat ettiği açısından pek önem taşımıyor. Amaam bu kitabı, sizin inançlarınızın bu meselelerde sizi nereye yönlendirdiği konusunda tam bir anlayışla bitirmeniz. Bundan sonra robot lar, meslekler veya yapay zeka hakkında cüretkar bir iddia da bulunan bir Silikon Vadisi titanı, seçkin bir profesör veya Nobel ödüllü birinin konuşmasını duyduğunuzda, sözlerinin albnda yatan inançları anında göreceksiniz. Böyle bir yolculuk nerede başlar? Zorunlu olarak, dilin icat edildiği zaman kadar uzak bir geçmişte. Bu kitapta ele
12
YAPAY ZEKA ÇAGI
alacağımız meseleler transistörler, nöronlar veya algoritma larla ilgili değil. Ele alacağımız meseleler gerçekliğin doğası, insanlık ve zihinle ilgili. Kafa karışıklığı, "İnsan nedir?" soru su yerine, " Robotlar insanların elinden hangi işleri alacak?" sorusunu sorduğumuzda başlar. İlk soruyu cevaplamadan ikincisini anlamlı bir şekilde irdeleyemeyiz. Sizi insanlık tarihinin 100.000 yılında hızlı bir yürüyüş yapmaya davet ediyorum. Yol boyunca büyük sorulan tartı şacak ve geleceği keşfedeceğiz. Bu kitap bir yolculuktur. Be nimle beraber bu yolculuğa çıktığınız için teşekkür ederim. Byron Reese
GİRİŞ
eçen yüzyılın en belirgin özelliği muazzam miktarda de
Gğişimin gerçekleşmesi gibi görünebilir. Y üzlerce olmasa da onlarca gelişmenin hayatlarımızda devrim yarattığı söyle
nir. Bu listede otomobil, uçak yolculuğu, televizyon, bilgisayar,
intemet ve cep telefonu var. Değişim her yerde: Atomun doğal güçlerini kullandık, uzaya çıkbk, antibiyotikleri icat ettik, çiçek hastalığını ortadan kaldırdık ve genomun dizilimini yapbk. Ancak genel bağlamda insanlık tarihinde son beş bin yılda çok az şey değişti. Tıpkı 5000 yıl önce yaşayan insanlar gibi bizim de anne babalarımız, çocuklarımız , okullarımız, dev letlerimiz, dinlerimiz, savaş ve banşlanmız var. Hala doğum ları kutluyor ve ölülerin ardından yas tutuyoruz. İnsanlığın tüm kültürlerinde yaygın olan spor, düğün, dans, mücevher, dövme, moda, dedikodu, sosyal hiyerarşi, korku, sevgi, neşe, mutluluk ve coşku daima bizimle birlikte. Bu mercekten bak hğımızda insanlık gerçekte bu zaman zarfında pek değişme di. Hala sabahlan işe gidiyoruz; sadece işe gidiş biçimimiz değişti. Eski Asur'da küçük çocukların iple çektikleri teker lekli tahta atlan vardı. Antik Yunanistan'da erkek çocuklar halat çekme oyunu oynarlardı. Eski Mısır kozmetik ürünle riyle ünlüydü ve 1000 yıl önce Persler doğıım günlerini bi zimkilere çok benzer şekilde, partiler, hediyeler ve özel tatlı larla kutlardı.
YAPAY ZEKA ÇAGI
14
Ancak zamanımızla ilgili dikkate değer olan şey, görmüş olduğumuz değil, görmemiş olduğumuz değişimdir. Gerçekten şaşırha olansa atalarımıza ne kadar benzediğimizdir. Eski Roma'da, gladyatörler aynı zamanda yarışmalardan hemen önce ürün tanıhmı yapmaları için para ödenen ünlü konuş maalardı: "İşte bu yüzden Antinius kılıçlarını kullanıyorum. Fiyah ne olursa olsun, bundan daha iyisini bulamazsınız." Tıpkı bizim zamanımızda olduğu gibi, yıkıcı eylemlerde bu lunmak ün sağladığı için bu tarz eylemler yapmak isteyen insanlar vardı. MÔ 21 Temmuz 356' da, Herostratus adında bir kundakçı Antik Dünya'nın Yedi Harikasından biri olan Efes'teki Artemis Tapınağı'nı, sırf kendisine sağlayacağı ebe di şöhret için yakh. Buna karşılık ismini söylemenin suç kabul edildiği bir yasa çıkarıldı; ancak belli ki Herostratus dileğine kavuştu. Antikçağda bir arkadaşınızı ziyarete gitseniz, kapının üze rinde pirinç bir aslan başı, aslanın ağzında da gelişinizi bil dirmek için kullanabileceğiniz bir halka görebilirdiniz. 5000 yıl önce bir düğüne gitseniz, insanların yeni çifte iyi şanslar getirmesi için pirinç athklarına denk gelebilirdiniz. Günü müzde arkeologların "yakala" kelimesi oyulmuş eski sapan kurşunlarını çıkardıklarını okuduğumuzda hala espriyi anla yabiliyoruz. Bu ilkçağ insanları bpkı bize benziyorlardı. İnsanların doğasının değişmediğini görmek için, 2300 yıl önce Theoph rastus adında bir Yunanın yazdığı Karakterler adlı bir kitaba baksanız yeter. Theophrastus insanlığı hicvettiği kitabında hepimizi tür tür sıralıyordu: dalkavuk, yontulmamış, laf ebe si ve diğerleri. Yediği yemeklerin fotoğrafını çekip internette paylaşan birini tanıyorsanız, bunu Theophrastus'un, "Söze kansını överek başlayan, önceki gece gördüğü rüyayı anla tan, yediği yemekleri teker teker sıralayan", boşboğaz adını verdiği kişide görebilirsiniz. Theophrastus, "Arhk eski hali-
Giriş
ıs
mizle hiç alakamız kalmadı," sonucuna varır ve daha sonra "aptal adam" tasviriyle devam eder: "Oynamaya gittiğinde boş bir evde ölü gibi uyuya kalır. . .. Doyurucu bir akşam ye meğinden sonra gece kalkar, yarı uyanık geri döner, doğru kapıyı bulamaz ve komşusunun köpeği onu ısırır." Hayır, tarih bağlamında zamanımız çok az değişime tanık oldu. Aslında bence insanlık tarihinde değişim gerçekte sade ce üç kez meydana geldi. Her bir değişim zamanı teknolojiye bağlıydı. Sadece tek bir teknoloji de değil, bizi temelden ve kaha, hatta biyolojik şekillerde değiştiren birbiriyle ilişkili teknoloji grupları. Hepsi bu. Şimdiye kadar sadece üç büyük değişim meydana geldi. Bu kitapta dördüncüsünü ele alacağız.
Kısım 1
B U GÜNE UZANAN UZUN, Z O RLU YO L
PROMETHEUS EFSANESİ
rometheus efsanesi çok eskiye dayanır; en az üç bin yıl
Plık ve muhtemelen çok daha eskidir. Efsane şöyledir: İkisi
de Titan (Olimpos tanrılarından önceki tanrıların çocukları) olan Prometheus ve kardeşi Epimetheus'a, dünyanın bütün canlılarını yaratma görevi verilir. Kardeşler kille işe koyulur. Hızlı çalışan Epimetheus hayvanları üstünkörü yapar; her birine, Zeus'un dağıtmaları için verdiği bir özelliği verir. Bu yüzden hayvanların bazıları kurnaz olur, bazıları kendilerini kamufle edebilir, bazıları keskin dişlere sahiptir ve bazıları uçabilir. Öte yandan dikkatli çalışan Prometheus çok zaman harcayarak tek bir yaratık -insan- yapar, onu dik yürüyen tanrıların suretinde işler. İşini bitirdiğinde ise erkek karde şinin tüm yetenekleri hayvanlara vermiş olduğunu öğrenir. Prometheus'un yeteneklerin bulunduğu boş kutuya bakarak kardeşine, "Ahbap, gerçekten mi?" dediğini adeta gözünüz de canlandırabilirsiniz. Bunun üzerine Prometheus yasak olan tek şeyi yapmaya karar verir: insana ateş vermek. Ancak bu suçu yüzünden korkunç bir bedel öder: Zeus onu bir kaya ya bağlatır; bir kartal her gün karaciğerini yer, karaciğer her gece tekrar büyür, ertesi gün kartal tekrar yer. Bu ceza çağlar boyunca devam eder, ta ki Herkül onu kurtarıncaya kadar. ·
1
İlk Çağ: Dil ve Ateş
irbirinden farklı yerlerdeki insanların ateşin gücünden ilk
B ne zaman yararlandık.lan bilinmese de, yaklaşık 100.000
yıl önce yaygın olarak ateşi denetim altına aldığımıza dair elimizde oldukça sağlam kanıtlar var. Yunanların çok daha yeni olan Prometheus efsanesinde, ateşin bizi ne denli köklü bir biçimde değiştirdiğine dair çok eski bir hahrayı görmek kolaydır. Ateş, ilk çok işlevli teknolojiydi. Hayvanlar ondan korktuğu için ışığın yanında güvenlik de sağlıyordu. Taşına bilir olması sayesinde insanlar daha soğuk iklimlere göç edip yanlarında sıcaklık götürebiliyorlardı. Ancak en büyük yararı yiyecekleri pişirmemizi sağlamasıydı. Peki, ateşin bu özel kullanımı neden bu kadar önemliy di? Pişirme sayesinde kalori alımımız muazzam ölçüde arth. Etin pişirilmesi çiğnemeyi kolaylaşhrmak.la kalmaz, daha da önemlisi, içindeki proteinleri çözerek daha iyi sindirim sağ lar. Hepsinden öte, ateş sayesinde, yenmeyen çok sayıda bitki aniden besin kaynağı haline geldi çünkü ateş bu bitkilerdeki sindirilemeyen selüloz ve nişastayı parçalayabiliyordu. Ateş aslında, sindirim sürecimizin bir kısmı için "dışarıdan destek almamızı" sağladı. Günümüzde insanların ihtiya Ç duyduk.lan kaloriyi sadece çiğ yiyeceklerden elde etmeleri oldukça zordur çünkü besinlerin çoğu sindirilmemiş halde vücuttan geçer.
YAPAY ZEKA ÇA�I
22
Peki, tüketebildiğimiz bu yeni kalorileri nasıl kullandık? Bu yeni enerjiyle beynimiz büyüyerek benzeri görülmemiş bir karmaşıklığa erişti; kısa sürede gelişerek goril ve şempanzele rinkinin üç katı nörona sahip oldu. Gelgelelim böyle bir beyin bir İtalyan süper otomobiline benzer: Göz açıp kapayıncaya kadar sıfırdan yüz kilometreye çıkabilir, ama kuşkusuz bunu yaparken benzin yakar. Aslında sırf bu gelişmiş beyinlerimizi desteklemek için tükettiğimiz tüm kalorilerin yüzde 20' sini kullanırız ki bu inanılmaz derecede yüksek bir orandır. İnsan dışında çok az hayvan, zihinlerine enerji sağlamak için böyle bir enerjinin ancak yansını kullanır. Hayatta kalma açısından bakıldığında, bu oldukça cesur bir bahisti. Poker tabiriyle, in sanlar "her şeyi" beyinlerine yatırdı ve karşılığını da aldılar; daha güçlü beyin yeni bir teknoloji geliştirmemizi sağladı: dil. Dil, tarihçi Will Durant'ın "Bizi insana dönüştürdü," dediği büyük sıçrayıştı. Böylece ateş, bugün hala süren teknolojiyle olan bu büyük serüvenimizi başlattı. Teknoloji nedir? Bu kitap boyunca bu terimle kastettiğim şey, bilginin bir öğeye, sürece veya tek niğe uygulanmasıdır. Peki, teknoloji ne işe yarar? Öncelikle insanın becerisini artırmaya yarar. Daha önce yapamadığımız şeyleri yapmamızı ya da yapabildiğimiz şeyleri daha iyi yap mamızı sağlar. Kuşkusuz, ateşten önce -aslına bakarsanız 2 milyon yılı aş
kın bir süre önce- basit bir teknoloji kullanmıştık. Ancak ateş farklıydı, özeldi. Hala bir nevi sihir gibi görünüyor. Günü müzde bile, kampçılar geceleyin ateşin etrafında oturup ona bakarlar ve bu dünyaya ait olmayan dansıyla büyülenirler. Çok daha güçlü olan dil teknolojisi bilgi alışverişinde bu lunmamızı mümkün kıldı. Dille, öğrendiğiniz bir şeyi kısa ve öz biçimde açıklayabilirsiniz; şöyle ki, "Kaplanlar kuyrukları nın
çekilmesinden hoşlanmaz," gibi bir cümleyle, bu ilk dene
yime sahip tek eli olan adamın çok ötesinde, bir şeyi insandan
İlk Çağ: Dil ve Ateş
23
insana etkili bir biçimde aktarabilirsiniz. Aynca dil işbirliği yapmamızı mümkün kıldı; bu, tür olarak eşsiz yetenekleri mizden biridir. Dil olmadan, bir grup insan tüylü bir mamu tun
üstesinden gelemezdi. Ancak dil sayesinde, bu insanlar
birlikte çalışarak neredeyse yenilmez hale gelebilirlerdi. Dil, beyinlerimiz büyüdüğü için ortaya çıkh ve yararlı bir döngüyle, dil beyinlerimizi daha da büyüttü; çünkü kelime ler olmadan düşünemeyeceğimiz şeyler vardır. Kelimeler her şeyden önce fikirlerin sembolleridir; bu fikirleri konuşma tek nolojisi olmadan tasavvur edilemeyecek şekillerde birleştire bilir ve değiştirebiliriz. Dilin başka bir hediyesi ise öykülerdir. Öyküler insanlığın merkezinde yer alır çünkü gelişmenin ilk şarh olan insanın hayal gücüne şekil vermişlerdir. Günümüzün balad, şiir ve hip-hop şarkılarının öncüleri olan sözlü ilahiler muhtemelen konuşan insanların ilk yarahmlanydı. Kafiyeli sözlerin kafi yesiz olanlara göre daha akılda kalıcı olmasının bir nedeni vardır. Nedeni, şarkı sözlerini bir düz yazıdan daha iyi hahrla yabilmenizle aynıdır. Beynimiz bu şekilde programlanmışhr ve bu sayede İlyada ve Odysseia yazının icadından önce sözlü olarak muhafaza edilmiştir. İşte bu yüzden, Gilligan's lsland,
The Beverly Hillbillies ve The Brady Bunch gibi TV dizilerini yıl lardır izlemediğim halde açılış şarkıları aklıma sonsuza dek kazınmış. Bu şarkıların kendilerinin de öykü olmaları dikkat çekicidir, hatta sözlerinde "öykü" ve "masal" kelimeleri de geçer. Gılgamış Destanı gibi en eski öykülerimizin muhteme len binyıllar boyunca, yazının icadı kaydedilmelerini sağla yıncaya dek sözlü biçimde var oldukları tahmin edilmektedir. En eski dil hakkında, bugünkü dillerimizden çıkartabile ceklerimiz dışında pek bir şey bilmiyoruz. İnsanların orijinal dili, ondan sonra gelen birçok dil gibi çoktan yok oldu. Günü müz dillerini, kuramsallaşhrılmış ata dillerden türetilen aile lere ayırıyoruz. Bu dillerden biri günümüzde 445 dilin çıkhğı
YAPAY ZEKA ÇAGI
24
Ön Hint-Avrupa dilidir. Bu diller arasında Hintçe, İngilizce, Rusça, Almanca ve Pencapça vardır. Filologlar diller arasındaki kelime benzerliklerine göre prototipleri incelerler. 2013 yılında İngiltere' deki Reading Üniversitesi'nden araşhrmacılar, kullandığımız en eski keli meleri bulmak için bu tür bir analizden yararlandılar. Araşhr malar sonucunda, yirmi üç "ultra korurunuş" kelime bulun du; bunlar muhtemelen 15.000 yıl boyunca büyük ölçüde aynı sesi veren, yani
Ön Hint-Avrupa dilinden önce var olan bir
ön dile ait kelimelerdi. Bu en eski kelimeler arasında "erkek", "anne", "iki, "üç", ''beş", "duy", "küller" ve "solucan" vardır. Çok çeşitli dillerde "anne" [İng. mother] kelimesinin genellikle bir bebeğin çıkarabileceği ilk ses olan m sesi ile başladığı göz önüne alındığında, içlerinde en eskisi "mama" veya onun gibi bir şey olabilir. Bir de dilsel öncülleri yokmuş gibi, hiçbir yerden çıkma mış gibi görünen diller olması merak uyandınadır. İspanya ve Fransa arasındaki dağlarda yaşayan insanların konuştu ğu Baskça bunun bir örneğidir. Birçok insan Baskçanın,
Ön
Hint-Avrupa diline göre daha eski olduğu düşünür; Basklar arasında kendi dillerinin, Adem ile Havva'nın cennet bahçe sinde konuştuğu dil olduğu efsanesi vardır. Dilin çok yönlülüğü ve karmaşıklığı hayret vericidir. Son zamanlarda İngilizce milyonlarca özgün kelime çıkardı, an cak çoğumuz yaklaşık yirmi beş biniyle idare ediyoruz. Bu hız yavaşlıyor olsa da, yaklaşık olarak saatte bir yeni İngilizce kelime icat ediliyor. Eskiden Shakespeare gibi biri kahvalb dan önce üç kelime icat ederdi. Yeni son zamanlarda kelime lerdeki bu yavaşlamanın arkasındaki sorumluya dair önde gelen teori, bu tür bir hoyratlığa dayanamayacak olan otoma
tik yazım denetleyicileridir. Kelimelerinizin alhnda çok fazla kırmızı çizgi bulunan bir e-posta göndermek istemiyorsanız, zaten onaylı listedekileri kullanmanız daha iyi olur.
İlk çag: Dil ve Ateş
25
Bu süre zarfında, ilkçağda (avcı toplayıcılar olarak hem dil hem de ateşle yaşadığımız aşağı yukarı 100.000 yıl) hayat na sıldı? Toplam insan nüfusu yaklaşık 200.000 idi; o zamanlar biz nesli tükenmekte olan bir tür olmasak da insanlığın var lığını sürdürmesi kesin olmaktan uzaktı. Kuşkusuz geniş bir uygulama çeşitliliği olmasına rağmen, bu insanların büyük bir kısmı kolektivist, büyük ölçüde hiyerarşik olmayan top lumlarda yaşadı. 1700 yılı gibi çok da uzun olmayan bir süre önce, halen dünya geneline yayılmış 50 milyondan fazla ava toplayıa vardı, bu nedenle "modem" ava-toplayıcılarla ilgili ilk elden oldukça çok gözlem mevcut. Bugün bile, en iyi tah minler, üye sayısının toplamda 10.000' den fazla olabileceği,
100' den fazla birbiriyle temas halinde olmayan avcı-toplayıa kabilesi bulunduğunu gösteriyor. Ava-toplayıcıların modem örnekleri tarımdan önceki ya şamın herhangi bir göstergesiyse, bu örneklerden, insanın yiyeceği garanti olarak göremeyeceğini ve herhangi birinin ölümden ancak birkaç günlük hastalık kadar uzakta olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Bu nedenle, muhtemelen başkalarına yardım etmek için zorlayıa, çıkara dayalı bir güdüsü olan her bireyden genel bir kolektivizm ortaya çıktı: Bir toplumun en güçlü üyelerinin bile bir gün yardıma ihtiyaa olacaktı. Bu ne denle, paylaşan grupların bencil kardeşlerinden daha dirençli olmaları olasıydı. Aynca servet biriktirmenin amacı neydi? Bir günde yakalanan kurtçuklardan başka bir servet yoktu ve olsa bile serveti saklamanın bir yolu yoktu. İnsanlar günlük yaşar, zamansız bir ölümden sadece kötü bir kış ya da azgın bir mamut kadar uzakta, ucu ucuna, tatsız bir yaşam sürdü rürlerdi. ***
Rousseau'nun günümüzdeki takipçileri bu döneme pembe gözlüklerle bakma eğilimindedirler; bu dönemi insanların
26
YAPAY ZEKA ÇAGI
modem dünyanın tuzaklarına düşmeden doğa ile uyum için de yaşadıkları daha basit bir zaman olarak görürler. Hayah mızın geri kalanını yaşamak için o zamana geri dönseydik, çoğumuz muhtemelen bunların eski güzel günler olduğunu düşünmezdik. İlk olarak o devirlerde şiddet vardı. Harvard lı psikolog Steven Pinker, çok eski insan kalınbları üzerinde yapılan incelemelere dayanarak ilkçağdaki neredeyse altı avcı-toplayıcıdan birinin, başka bir insanın elinden şiddet içeren bir son yaşadığını tahmin ediyor. Bu sayıyı, iki dünya savaşıyla birlikte, "kanlı" yirminci yüzyılda bu şekilde ölen otuzda bir kişiyle kıyaslayın. Böylece eski bir avcı-toplayıcı için yaşamın kısa, acı verici ve sert olduğunu rahatlıkla söyle yebiliriz. A ncak bu, insanlığın tecrübe alanıydı; böylece dille birlikte bizi bugünlere getiren yola çıkhk.
2
İkinci Çağ: Tarım ve Şehirler
insanlar yaklaşık 100.000 yıl boyunca avcı toplayıcılıkla, •
laflayarak günü atlathktan sonra, yine insanları ve toplu
mumuzu derinden değiştiren önemli bir şey meydana geldi: Tarımı icat ettik. İkinci çağ, 10.000 yıl gibi kısa bir süre önce, gezegendeki insan nüfusunun yaklaşık 4 milyon olduğu, yani şu anki Los Angeles nüfusunun biraz üzerindeyken başladı. Aradaki 90.000 yılda, nüfusumuzu sadece dört ya da beş kez ikiye katlamayı başardık. Bu inanılmaz derecede zayıf büyü me varlığımızın riskli halinin bir göstergesidir. Tarım da dil gibi bir teknolojidir ve yine dil gibi, tarım da çok sayıda başka gelişmelere yol açrnışhr. Bunlardan ilki şe hirdi. Şehirlerin ortaya çıkma nedeni tarımın yerleşik haya ta geçişi gerektirmesiydi. Bu uygulama neredeyse büsbütün yeniydi. Çatalhöyük, Eriha ve Ebu Hureyre gibi ilk şehirler genellikle su ve verimli tarım alanlarına erişim için nehirle rin yakınında bulunuyordu ve pazarları, evleri ve tapınakları vardı. İkinci çağda afyon kullanmaya, zarlarla kumar oyna maya, makyaj yapmaya ve alhn takılar takmaya başladık. Şehirler ticareti ve fikir alışverişini teşvik etti, ancak aynı zamanda bizi tamamen ve geri döndürülemez bir biçimde yerleşik kıldı. Konutlar kalıcıydı. Toprağı hendek ve setler le düzelttik. Çitler inşa ettik. Ölülerimizi gömüp daha sonra
28
YAPAY ZEKA ÇAGI
bağlılığımızı gösterebilmek için yerlerini işaretledik. Bu uy gulamalar ve daha onlarcası, gezgin doğamızın tabutundaki çiviler oldu. Geri dönüş olmayacakh. Tarımla birlikte ortaya çıkan ikinci teknolojik gelişme işbö lümüydü. İşbölümü o kadar karmaşık bir fikir gibi görünmese de, etkisi insanlık tarihindeki en önemli dönüm noktasını işaret eder. İşbölümünde, hayatta kalmak için gerekli her şeyi yapan her birey yerine, bireyler daha sınırlı görevlerde uzmanlaşır ve böylece muazzam bir ekonomik büyüme sağlayan verimlilik ler kazanırlar. Tıcaret ve teknolojik gelişmelerin yanı sıra, iş bölümü geleneksel iktisat teorisindeki üç ''bedava yemekten" biridir; yani hiç kimsenin daha sıkı çalışması gerekmeden, ge nel servetin arhrılabilmesinin yollarından biridir. Tarım işbölümünü bize doğrudan vermedi. Bize şehirler verdi ve şehirler de bize işbölümünü verdi. Nasıl mı? İşbölü mü, en iyi sonucu çok sayıda insan birbirlerine yakın yerlerde yaşadıkları zaman verir. Komşularından uzakta yaşayan çift çilerin gerçekten uzmanlaşmaları mümkün değildi ve dolayı sıyla zorunluluktan dolayı elinden her iş gelen insanlar vardı ama hiçbir işin ustası yoktu. Düşünün, muhtemelen oldukça iyi yaphğınız şu anki işiniz yerine, kendi kıyafetlerinizi dik mekten, kendi sabununuzu yapmaya kadar her işinizi ken diniz yapmak zorunda kalsanız, kim bilir ne kadar verimsiz olurdunuz. En eski şehirlerden elde edilen arkeolojik kanıtlar, ikinci çağın başlangıcından itibaren birçok farklı işin mevcut olduğunu akla getirir. İnsanlar, çok sayıda başka insanla ya kın yerlerde yaşamaya başladıkları anda uzmanlaşmanın ina nılmaz ekonomik avantajlarından faydalandılar. İşbölümü, insanlar arasındaki işbirliğini "isteğe bağlı" dan "gerekli"ye yöneltti. Ekonomist Leonard Read'in, "I, Pencil" ["Ben, Kurşunkalem"; 1958] adlı ünlü makalesi, basit bir kur şunkalemi yapmayı kimsenin bilmemesine rağmen, kalemin yine de yapıldığını çünkü yüzlerce alanda yer alan asla kar-
İkinci Çağ: Tarım ve Şehirler
29
şılaşmayacak binlerce insanın kalem yapmak için gereken işlerin küçük bir bölümünü yaphğını söyler. İşbölümü bize bugün sahip olduğumuz hemen her şeyi sağlar. İşbölümü ol masa yok olurduk. Şehirler nedeniyle ortaya çıkan başka bir teknoloji de or ganize savaş silahlandır. Bu silahlar ihtiyaçtan dolayı icat edildiler çünkü şehirlerde biriken servetin savunulması gere kiyordu. İlk şehirler çoğunlukla surlarla çevriliydi; bu surla rın ancak büyük emek ve masrafla yapılmaları işgal riskinin gerçek olduğuna ya da en azından öyle algılandıklarına işaret eder. Tarım ve şehirlerin bir sonucu olarak, insanlık ilk defa özel mülkiyet hakkı kazandı. Belirli bir bölgeye ait, büyük olasılık la her zaman kendilerine ait gördükleri çok iyi tanımlanma mış bir alanı savunmuşlardır ancak ikinci çağın başından iti baren sınırların sıklıkla iyi tanımlandığını gösteren arkeolojik kanıtlar vardır. Bu uygulamayı modem dünyanın başlangıcı olarak değerlendiren filozof Jean-Jacques Rousseau "Bir top rak parçasını çitle çevreleyen ve 'Burası bana ait,' diyen ilk kişi kendisine inanacak kadar saf insanlar buldu ve bu adam sivil toplumun gerçek kurucusu oldu," der. Tarım ve özel mülkiyetli araziler ilk çağın ekonomik eşit liğine son verdi. Doğal yetenek ile doğum ve şans eşitsizliği, eşitsiz servet birikimine neden oldu. Modem anlamda para sistemi olmamasına rağmen, servet kavramı kesinlikle vardı. Kişi toprak, sığır ve tahıl depolayacak yerlere sahip olabilir di. Bu servet, bir insanın ne kadar zengin olabileceğine dair herhangi bir üst sınır olmaksızın ve süresiz olarak biriktirile bilirdi. Toprak ekilip biçilebildiği ve büyükbaş hayvanlar üre yebildikleri için ilk servetler gelir getirirdi. Bu nedenle servet sahipliği büyüme eğilimindeydi. Servetin nesilden nesle ak tarılabileceği göz önüne alındığında, servet birçok nesil bo yunca birikebilir ve birleşebilirdi.
YAPAY ZEKA ÇACI
30
Ne yazık ki, ikinci çağda insanları köleleştirme uygulama sı başladı. Kölelik, servetin var olmadığı ya da en çok bir iki gün sürdüğü avcı-toplayıa bir dünyada çok az maddi anlam ifade ediyordu. Ancak şehirler, toprak mülkiyeti ve servet bi riktirme araçları ile birlikte doğuştan gelen açgözlülüğümüz alevlendi ve yokluk zamanlarının anılarıyla daha da körük lendi. Servet açlığı en azından bazı kimselerde sınırsız gibi görünür; örneğin 1 milyar dolar kazanan bazı insanlar yüzler ce yılda bunu harcayamayacaklarını çok iyi bildikleri halde, canla başla ikinci milyarı kazanmaya çalışırlar. Kölelik, insan haklan veya bireysel özgürlük kavramına sahip olmayan dünyaya gerçek bir etik zorluk sunmadı. An cak sonralan medeniyet ilerledikçe kurumun ahlaksızlığı iyi ce ortaya çıkh. Zamanla bazı insanlar başkalarından daha fazla toprak ve sermaye biriktirdiler. Toplum zenginleştikçe karmaşıklık baş gösterdi. Ticaret daha karmaşık hale geldi. Teknoloji ilerledi ve şehirler büyüdü. Bütün bunlar tek bir kişinin biriktirebile ceği servet miktarının üst sınırını yükseltti. Tarımsal devrimin beklenmedik bir sonucu da şu oldu: Daha fazla yiyecek üretilebildiği halde, yiyecek insanlardan esirgenebiliyordu. Bu, ava-toplayıa bir dünyada fiilen müm kün değildi; ama şehirler ve tarımla birlikte, yiyeceği alıkoy mak iktidarda olanların muhalefeti susturmasının ve yiyecek dağıtmak da itaati sağlamasının bir yoluydu. Bu, bugün hala dünyanın bazı bölgelerinde geçerlidir. İnsanların yöneten ve yönetilen sınıflarına ayrılmaları bu dönemde yer alır.
İkinci çağda aristokrasi ve kraliyet doğdu.
Egemen sınıflar sıklıkla, belirli türdeki veya renkteki kıyafet lerin giyilmesi, belirli yiyeceklerin tüketilmesi veya Aztekler söz konusu olduğunda belirli çiçek türlerinin koklanması gibi, hükmettikleri insanların yapmalarına izin verilmeyen uygulamaları benimsemişlerdir.
İkinci çag: Tarım ve Şehirler
31
Bu aynı zamanda özgürlük ve eşitlik değerleri arasındaki gerginliğin ilk olarak öne çıkbğı dönemdi . Tarihçi Will Du rant'ın işaret ettiği gibi, sadece birini seçmeniz gerekir çünkü ikisine birden sahip olamazsıruz. Gerçekten özgür insanlar eşitliği kaybedecektir. Eşitliğe zorlanan insanlar ise özgür de ğildir. Bu çekişme bugün de sürüyor. Daha önce, hayal gücünün gelişimin ilk şarb olduğundan söz etmiştim. Tarım bize ikinci şarb verdi. Ürünlerin ekimi ve hasadı, avcı toplayıcılıkta ihtiyaç duyulmayan bir planlama gerektirdiğinden, tarımın icadını gelişimin ikinci şarb olan "gelecek fikrinin icadı" olarak düşünebiliriz.
3
Üçüncü Çağ: Yazı ve Tekerlek
A
teşin yiyecekleri pişirmemizi sağlaması bize beyinleri mizi verdi; beyinlerimiz de birlikte çalışmamızı, soyut
düşünceler oluşturmamızı ve öyküler yaratmamızı sağla
yan dili üretti. 10.000 yıl önce, tarım yerleşmemizi, şehirler kurmamızı ve servet biriktirmemizi mümkün kıldı. Şehirler, işbölümünün ekonomik büyümeye ve gelişmeye katkı sağla ması için verimli yerlerdi.
Üçüncü çağ sadece 5000 yıl önce, muhtemelen günümüz Irak'ırun güneyinde yaşayan Sümerler yazıyı icat ettiklerinde başladı. Yazı, Mısır ve Çin'de de aşağı yukarı aynı zamanlar da ve birbirlerinden bağımsız olarak geliştirilmiş gibi görü nüyor; bazı bilginler ise "ilk yazı" ödülünü Çinlilere verir. Yazı daha sonra günümüz Meksika'sında da bağımsız olarak geliştirildi. Yazı insanlığı değiştirdi çünkü ilk defa bir kişinin bildiği şeylerin, kendisinden sonra mükemmel biçimde mu hafaza edilmiş halde yaşaması mümkündü. Bilgi kusursuz bir şekilde kopyalanabilir ve dünyanın dört bir tarafına taşı nabilirdi. Fikirler insan aklının dışında da yaşayabilirdi! Yazının icadının nedeni ise bu faydaların hiçbiri değildi. Yazının en eski formu, mal varlıklarının ve işlemlerin takibiy le ilgiliydi. Buradan yasal kayıtlara, yasal kurallara ve dini metinlere yayıldı. Oyun ve şiir gibi yaraba yazılar daha sonra ortaya çıkb.
34
YAPAY ZEKA ÇACI
İlk başlarda, tahmin edilebileceği gibi, dünyadaki 10 mil yon insanın çok azı okuyabiliyordu. Okuryazarlığın yaygın laşması, yazma ile ilişkili yüksek maliyetler nedeniyle yavaş oldu. Okuma yazmayı öğrenmenin muazzam bir zaman yah nrnı gerektirmesinin yanında, kullanılan "kağıt" da papirüs, pişmiş kil, mermer ya da başka bir hata kabul etmeyen pahalı bir araçlı. Ancak yazının gücü hızla yaşamın tüm kesimlerine yayıl dı ve yayılırken de dünyayı değiştirdi. Bu teknolojiye sahip olmasa, modem dünyamız nasıl olurdu? Yazı, insanlık tarihi nin en büyük dönüm noktasıdır. İlk ve ikinci çağlar, tanım ge reği tarihöncesidir. Tarih, 5000 yıl önce üçüncü çağ ile başlar. Herkes yazının iyi bir fikir olduğunu düşünmüyordu. Pla ton yazılarında, yazıyı icat eden tanrıyı azarlayan büyük bir kralı betimler:
Çünkü bu buluş, bunu kullanmayı öğrenenlerin akıllannda unutkanlığa yol açacak, çünkü hafızalarını kullanmayacak lar . . . . Hatırlamak değil, hatırlatmak için bir iksir icat ettin ve öğrencilerinize gerçek bilgeliği değil, bilgeliğin görünü münü sunuyorsun. Platon haklıydı. Yazmak hafızalarımıza zarar verir. Tıp kı sindirim sistemimizin bir kısmına dışarıdan destek olarak ateşi kullandığımız gibi, yazı da hafızamıza dışarıdan destek verir. Yazıdan önce, bir şeyi bilmek istiyorsanız hahrlamaruz ge rekirdi çünkü kaydetmenin bir yolu yoktu. Tarih bize daha iyi hafızalarımızın olduğu zamanların ipuçlarını sunarken, ben kredi karhmın şifresini hahrlamakta zorlanıyorum. Ancak ha fızalarımız yazının icadıyla hemen bozulmadı çünkü kitaplar hala nadir bulunuyordu. Arhk çoğu bilgi bir Google araması kadar uzakta olduğu için, hafızalarımız daha da bozulabilir. İncelemiş olduğumuz diğer çok önemli teknolojiler gibi, yazının ortaya çıkmasına ya da taruhmına yardıma olduğu
Üçüncü Çağ: Yazı ve Tekerlek
35
eşzamanlı yeni teknolojiler de vardı. Bunlardan ilki, yaklaşık 5000 yıl önce aynı anda ortaya çıkan tekerlektir. Tekerlek ile yazı, fıshk ezmesiyle reçel gibi birbirine uyar; çünkü bir çift olarak ticareti arhrıp bilgi akışına yardım ettiler ve seyahati teşvik ettiler. Yazı sayesinde yöneticiler kanunlar oluşturabil diler; bu kanunların geniş bir alana dağıhlıp uygulanmalarını sağlayan ise tekerlek oldu. hk yasalar o kadar azdı ki birden fazla kültürde hükümdar iktidara gelmeden önce her bir yasayı ezberlemesi gerekirdi. Bu dönemden itibaren "Yasayı bilmiyor olmak mazeret de ğildir" özdeyişi ortaya çıkh; çok az yasa olduğundan, onları bilmemek için hiçbir bahaneniz olamazdı. Hala aynı şeyi söy lememize rağmen, uygulamada tam tersi doğrudur: Bilme mek yüzlerce sayfalık yasaları olan bir ülkede oldukça iyi bir bahane gibi görünüyor. 4000 yıllık Ur-N ammu Kanunları gibi erken kanunnameler cinayet, soygun, adam kaçırma, tecavüz, yalana şahitlik ve saldın ile bir komşunun tarlasına fazla su vermek, kiralanmış bir tarlayı ekip biçememek ve gizlice baş kasının tarlasını ekip biçmek gibi arazi mülkiyetiyle ilgili çe şitli suçlan belirtir. Sadece birkaç yüzyıl önce çıkan H ammura bi Kanunlan'nın 282 maddesi bu temelleri kapsasa da sözleş melerin uygulanması, ürün sorumluluğu ve mirası da içerir. Üçüncü çağda para da ortaya çıkh. Günümüzdeki gibi damgalı paralar dönemin ileri tarihlerine kadar geliştirilme di, ancak alhn ve gümüşten kabuk ve tuza kadar, bir düzine başka biçimde para, üçüncü çağın başlarında dünyanın dört bir yanında ortaya çıkb. Metaller ideal değiştokuş araa kabul ediliyordu çünkü değerli, bölünebilir, dayanıklı ve taşınabi lirlerdi. Metalürji üçüncü çağın başlarında başladı ve insanlar çok geçmeden kalay ve bakırın birleşmesiyle bronzun ortaya çıkhğını ve bronzun ikisinden de üstün olduğunu öğrendiler. Yazı, tekerlek ve paranın aynı anda sahneye çıkmasıyla birlikte, ulus-devlet ve imparatorlukları kurmak için gerekli
36
YAPAY ZEKA ÇAGI
olan temel malzemeler arhk mevcuttu. Bu dönemde ilk bü yük uygarlıkların, dünyanın her yerinde birbirlerinden ba ğımsız olarak ve neredeyse aynı anda geliştiklerini görürüz. Çin, İndus Vadisi, Mezopotamya, Mısır ve Orta Amerika bü yük, uyumlu ve müreffeh uluslara ev sahipliği yaph. Bu me deniyetlerin birbirleriyle temas etmeyen yerlerde neredeyse eşzamanlı olarak nasıl ortaya çıkhklarına dair hiçbir fikrimiz yok. Aynı şey yazı için de geçerlidir. Neden dünyanın bazı bölgeleri yazı, tekerlek ve tarımı 50.000 veya 20.000 yıl önce bulmadı? Yanıh bilmiyoruz. Dolayısıyla bu noktaya kadarki insanlık tarihi anlahmı mızda, dil, hayal gücü, işbölümü, şehirler ve gelecek bilincine sahibiz. Yazı, yasalar, tekerlek, sözleşmeler ve paramız var. Bütün bunlar birlikte, teknolojimizi sonraki birkaç bin yılda nispeten hızlı bir şekilde geliştirmemizi sağladı. ***
Yakın zamana kadar dünyamız bir üçüncü çağ dünyası ol muştur. Bu arada, buhar motorunun geliştirilmesi, elektrik enerjisinin kullanımı ve taşınabilir türün icadı gibi inanılmaz yenilikler ortaya çıksa da, bunlar dil, tarım ve yazıda olduğu gibi insan olmanın doğasını kökten değiştiren şeyler değildi. Üçüncü çağ içindeki üst düzey yenilikler devrimselden çok evrimsel niteliktedir. Bu onları azımsamak değildir. Matbaa cı1ık dünyayı derinden değiştirse de bu zaten yapabildiğimiz bir şeyi yapmanın daha ucuz ve verimli bir yoluydu. Bir çift kanatlı uçağın aynnhlı şemaları Leonardo da Vinci için bir an lam ifade ederdi. Bizim, haklı olarak yeni bir çağa girdiğimizi söylememiz için, bizi ve yaşanhrnızı derin ve kalıcı bir şekil de değiştiren bir şey ortaya çıkmalıydı. Tür olarak gittiğimiz yolu değiştiren bir şey. Bizi dördüncü çağa götüren bu öykünün kökleri üçüncü çağın son birkaç yüzyılında mevcuttur.
4
Dördüncü Çağ: Robotlar ve Yapay Zeka
izler hızlı gelişen teknolojiye alışkın olmamıza rağmen, in
B sanlık tarihinin yüzde 99,9'undan fazlasında durum böyle
değildi. Avrupa paleolitik çağına ait en eski aletlerden biri olan
el baltası 1 milyon yıl boyunca hiç değişmeden kaldı. Bunu tasavvur edebiliyor musunuz? 1 milyon yıl boyunca hiç de ğişmedi. Günümüz teknolojisi daha hızlı bir şekilde ilerliyor, ancak bu sadece birkaç yüzyıldır böyle. Bazı tarihçiler her şeyi bilen son kişinin Leonardo da Vinci olduğunu söyler. Burada kelimenin ilk anlamı kastedilmemekle birlikte, o dönemlerde bilim çok yeni olduğu için Leonardo da Vinci'nin, tek bir kişi� nin bilinen her şey hakkında, bunları iyi kötü kullanabilecek kadar bilgi sahibi olabildiği bir zamanda yaşadığı kabul edilir. Fakat Leonardo 1519'da öldüğünde, işler çoktan değişme ye başlamışb. Aynı yüzyılın ortalarında, Nikolas Kopernik,
Göksel Kürelerin Devinimleri Üzerine adlı eserinde kozmosu ye niden düzenledi. Fransız filozof Jean Bodin, bilimin ilerlediği ni gören bir grup insandan biriydi. Geçmişteki bir albn çağa inanmayan Bodin, tam tersine, matbaanın gücünün dünyayı ileri götüreceğine ve bilimlerin "gelecekteki çağların hiçbir zaman tüketemeyecekleri hazineler içerdiğine" inanıyordu. 1600 itibarıyla demir alınmışb. 1609' da Johannes Kepler, Galileo Galilei'ye uzay gemilerinin olduğu bir gelecek hak-
38
YAPAY ZEKA ÇAGI
kında şöyle bir mektup yazdı: "Havaya uygun gemi ve yel kenler tasarlanmalı. O takdirde uzayın kasvetli enginliğinden çekinmeyen insanlar da olacak." Sir Francis Bacon'ın 1620' de yayımladığı Novum Organum (Yeni Yöntem) adlı eser günü müzde bilimsel yöntem olarak kabul ettiğimiz yöntemin baş langıcı kabul edilir. Bacon, doğanın dolaysız incelenmesinin, dikkatli gözlemler ve verilerin kaydedilmesiyle birlikte öne mini belirtti. Salt bu verilerden sonuçlar çıkarılmalıydı. Tam olarak günümüzdeki bilimsel yöntem anlayışımıza uymasa da, Bacon'ın önemi, gözlem yoluyla bilgi edinimini sistematik hale getirmenin bir yöntemini önermiş olmasından kaynaklanıyordu. Bu büyük, dünyayı değiştiren bir fikirdi. O zamana kadar, tekerlek gerçek anlamıyla ve mecazi olarak tekrar tekrar icat edildikçe, ilerleme gelişigüzel meydana geli yordu. Bilimsel yöntem sayesinde, bir kişinin topladığı veri ve sonuçlar daha sonra başkaları tarafından bilgiyi daha da ge liştirecek şekilde kullanılabildi. Bu, bilimsel bilgimizde katla malı bir büyüme sağladı, bu da bizi bugünlere getiren şeydir. Günümüzün bilimsel yöntemi, bilgi edinme, sonra bu bilgiyi başkalarının bunu doğrulayabileceği ve üzerine inşa edebileceği şekilde dağıtma için üzerinde anlaşmaya varılmış bir teknikler kümesidir. Sadece ölçüm yapılabilen nesne veya fenomenler için geçerlidir. Nesnel ölçüm esasbr, çünkü bu bir araşbrmacırun bulgularını, başkalarının yeniden üretmesini veya çoğu zaman olduğu gibi üretememesini sağlar. Bilimsel yöntemin düzgün işlemesi için uygun maliyetli matbaacılık gerekiyordu; muhtemelen insanlık tarihinde daha önce geliş memiş olmasının ve baskının maliyeti düştükçe bilimin hiç olmadığı kadar hızlı ilerlemesinin nedeni de budur. Atalarımızın birçok olağanüstü teknolojik buluşu oldu ancak bu buluşlarla ilgili bilgiyi yayımlayacak ve yayacak teknolojiden ve bir süreçten yoksun olduklarından, bunlar çabucak unutuldu. Buna bir örnek Yunanlara ait Antikythera
Dördüncü çag: Robotlar ve Yapay Zeka
39
düzeneğidir (gerçekte bir bilgisayar), bu 2000 yıllık düzenek astronomik konumlan tahmin etmek ve tutulmaların zama nını hesaplamakta kullanılırdı. Bu cihaz hakkında bilgi sahi bi olmamızın tek nedeni ise bir gemi enkazında bozulmamış bir örnek bulmamızdır. Modem dünyamızda, böyle devrim niteliğinde bir cihaz hakkında bıkhnncaya kadar yazılar ve fotoğraflar yayımlanırdı. Dünyadaki üniversiteler cihaz üze rinde yaphklan iyileştirmelerle birbirlerini geçmeye çalışırdı. Girişimciler Antikythera düzeneklerini daha ucuz, küçük ve hızlı yapmak için para toplardı. Teknoloji işte böyle, başkalarının yaphğı işler üzerinde ka deme kademe iyileştirmeler yapılarak ilerler. Bu, Isaac New ton'ın "devlerin omuzlarında durarak daha ileriyi görmek" olarak tanımladığı bir süreçtir. Günümüzde hala omuzların da durduğumuz Newton, 1687' de hareket ve çekim yasala rını tanımlayan Philosophiae Naturalis Principia Mathematica'yı yayımladı. Newton sadece birkaç formülle, gezegenlerin bile basit, mekanik yasalara uyduklarını gösterdi. Hızlı teknolojik ilerlememizin tek nedeni olarak bilimsel yöntemi göstermek meseleyi aşın basitleştirmek olur. Bilimsel yöntem, karmaşık bir yapbozun sadece son parçasıydı. Daha önce belirttiğim gibi, başka şeylerin yanı sıra hayal gücü, bir zaman kavramı ve yazıya sahip olmamız gerekiyordu. Aynca çok daha fazlasına ihtiyaamız vardı; bu listeye bilgi dağıh mının düşük maliyetli bir yöntemini; okuryazarlığın yaygın laşhnlmasını, hukukun üstünlüğünü, insaflı vergilendirmeyi, bireysel özgürlüğü ve risk almayı teşvik eden bir kültürü ek leyebiliriz. Matbaanın icadı ve yaygınlaşması okuryazarlığı ve bilgi nin serbest akışını arhrdı. Modem dünyamızı on yedinci yüz yılda başlatan ana katalizör bu oldu. Modernite, Avrupa' da aynı anda meydana gelen başka bir şeyden beklenmedik bir destek almış olabilir: piyasaya yeni sürülen kahvenin, bütün
40
YAPAY ZEKA ÇAGI
gün içilen içecek olarak biranın yerini alması. Günümüzde günlük içecek içme suyu olduğuna göre, yanlışlıkla yeni bir karanlık çağa girebiliriz. Ama en azından suyu kana kana içe ceğiz. Ya da tam tersi, belki Starbucks dünyayı kurtarabilir. Bilimsel yöntemin teknolojik gelişmeyi bu kadar güçlen dirmesi her tür teknolojinin doğasında olan gizemli bir özel liği ortaya çıkardı: Teknoloji sabit dönemlerde yeteneklerini istikrarlı olarak iki kab.na çıkarıyordu. Teknolojinin bu temel ve gizemli özelliğini keşfebnemiz, elli yıl önce, Intel'in kurucularından biri olan Gordon Moore'un il ginç bir şey fark ebnesiyle başladı: Entegre bir devrede, tran sistörlerin sayısı yaklaşık iki yılda bir iki kab.na çıkıyordu. Bu fenomenin bir süredir devam ettiğini fark eden Moore tren din bir on yıl daha devam edebileceği tahmininde bulundu. Bu gözlem Moore yasası olarak tanındı. Entegre bir devrede transistörlerin sayısını iki kab.na çıkar mak bilgisayarın gücünü iki kab.na çıkarır. Öykü bundan iba ret olsaydı, o kadar ilgi çekici olmazdı. Ancak, Ray Kurzweil de şaşırtıcı bir gözlem yaph: Transistörler icat edilmeden çok öncesinde bile bilgisayarların güçleri iki kab.na çıkıyordu. Kurzweil şunu keşfetti: ABD nüfus sayımına yardım cı olmak için basit elektromekanik cihazların kullanıldığı 1890' dan bu yana bilgisayarların işlem gücünü grafik olarak çizerseniz, bilgisayarlar temel teknolojiden bağımsız olarak her geçen yıl işlem güçlerini iki kab.na çıkarıyordu. Şunu bir düşünün: Bilgisayarın temel teknolojisi mekanik olmaktan röle kullanmaya, sonra vakum tüplerine, sonra transistörlere ve sonra entegre devrelere geçti ve tüm bu yol boyunca Moore yasası hiç aksamadı. Bu nasıl olabilir? Kısa yanıt bunu kimsenin bilmediğidir. Çözerseniz bana da söyleyin, Nobel parasını bölüşelim. Soyut bir kavram olan cihazın hızı böyle kah bir yasaya nasıl uyabilir? Gerçekten kimse cevabı bilmediği gibi, bu konuda pek fazla fikir de yok.
Dördüncü Çağ: Robotlar ve Yapay Zekıi
41
Ancak bu evrenin bir kanunu gibi görünüyor: Bir yere ulaş mak için belli bir miktarda teknoloji gerekiyor ve bir kez buna sahip olduğunuzda, o teknolojiyi bunu iki katına çıkarmak için kullanabiliyorsunuz. Moore'un bunun devam edeceği yönündeki tahmininin üzerinden on yıldan fazla bir süre geçmişken, Moore yasası günümüzde de geçerliliğini koruyor. Birkaç yılda bir, "Moore Yasasının Sonu Geldi mi?" gibi başlıklar görseniz de, nere deyse tüm başlıkların bir soru olarak ifade edilmesi gibi, yanıt hayırdır. Günümüzde, kuantum bilgisayarlardan tek atomlu transistörlere ve tamamen yeni malzemelere kadar yasanın işlemeye devam edeceğini gösteren her tür aday vardır. Ancak -ve işte işin gerçekten ilginç olan kısmı da bura sı- sadece bilgisayarlar değil, hemen hemen her tür teknoloji kendi Moore yasasına uyuyor gibidir. Belirli bir teknolojinin gücü iki yılda bir ikiye katlanrnayabilir, ama n yılda bir iki katına çıkar. Dizüstü bilgisayar, dijital kamera veya bilgisa yar monitörü satın alan kişiler zaman içinde bu durumu ilk elden tecrübe etmişlerdir. Sabit sürücüler daha fazlasını de polayabilir, megapikseller yükselmeye devam eder ve ekran çözünürlükleri artar. Çok hücreli yaşamın da bu şekilde davrandığını, 376 mil yon yılda bir karmaşıklığının iki katına çıktığını savunanlar bile var. Genetikçiler Richard Gordon ve Alexei Sharov'un sundukları ve çok hücreli yaşamın yaklaşık 10 milyar yıldır var olduğunu öne süren bu ilgi çekici tez, dünyanın başlangı cını erken bir tarihe alarak insan yaşamı gibi her türden şeyin galakside başka bir yerde ortaya çıkmış olması gerektiğini ve bir şekilde buraya geldiğini ima ediyor. Teknolojinin iki katına çıkması, insanın tahmin edilebile ceğinden daha büyüktür. İnsanlar sürekli iki katına çıkmanın önemini anlamazlar çünkü günlük hayatımızda hiçbir şey bu şekilde ilerlemez. Bir gün uyandığınızda evinizde iki ço-
42
YAPAY ZEKA ÇACI
cuk, sonra dört, sonra sekiz, sonra on alh çocuk görmezsiniz. Banka bakiyelerimiz her gün 100 dolardan 200 dolara, sonra 200' den 400' e, 400' den 800' e çıkmaz. Sürekli iki kahna çıkan bir şeyin ne kadar çabuk büyüyece ğini anlamak için satrancın icadının öyküsüne bakalım. Yak laşık 1000 yıl önce, söylentilere göre, günümüz Hindistan'ın da yaşayan bir matematikçi buluşunu hükümdara getirir ve oyunun nasıl oynandığını gösterir. Oldukça etkilenen hü kümdar matematikçiye ödül olarak ne istediğini sorar. Mate matikçi mütevazı bir adam olduğunu ve ihtiyaçlarının çok az olduğunu söyler. Satranç tahtasının ilk karesine tek bir pirinç tanesinin konmasını ister. Sonra ikinciye iki, üçüncüye dört olmak üzere pirinç tanesi her karede ikiye katlanacakhr. Tek istediği altmış dördüncü karede birikecek pirinç miktarıdır. Sizce bu ne kadar pirinç eder? Öyküde belirtilen hesaba göre büyük bir sayı olacağını biliyorsunuz. Bu kadar pirincin ne kadar olacağını hayal edin. Bir siloyu doldurur mu? Depo yu? Aslında bu miktar tüm insanlık tarihinde ekilip biçilmiş olan pirinç miktarından daha fazla eder. Bu arada, hükümdar bunu anladığında matematikçiyi idam ettirir, bu yüzden bu rada alınacak başka bir yaşam dersi daha vardır. Aynı şekilde bir domino yarışı düşünelim; bir domino di ziniz var ve birini ittiğinizde o bir diğerini deviriyor vb. Her domino kendisinden yüzde 50 daha yüksek bir dominoyu de virebilir. Otuz iki domino dizseniz, her biri birinciden yüzde 50 daha yüksek olsa, son domino Empire State Binasını de virebilir. Ve bu sadece yüzde 50'lik büyüme oranıdır, iki kah değildir. Günümüzde oldukça şaşırhcı teknolojik gelişmeler gör düğümüzü düşünüyorsanız, emniyet kemerinizi bağlayın. Bilgisayar sayesinde, satranç tahtasının altmışıncı veya altmış birinci karesinde, metaforik olarak iki kahn oldukça büyük bir şey olduğu bir durumdayız. Bir şeyi yapacak bilgi işlem
Dördüncü Çağ: Robotlar ve Yapay Zekô.
43
gücünüz yoksa iki yıl bekleyin, iki kalını elde edin. Kuşku suz, masamızdaki bilgisayarı yapmak binlerce yılımızı aldı ancak sadece iki yıl içinde, iki kat daha güçlü bir bilgisayar yapmış olacağız. Bundan iki yıl sonra da bunun iki kah güçlü bir bilgisayarımız olacak. Bu nedenle, abaküsten iPad' e ulaş mak neredeyse 5000 yıl sürse de, 25 yıl sonra, iPad abaküsün ne kadar ilerisindeyse iPad'in o kadar ilerisinde bir şeyimiz olacak. O şeyin ne olacağını tasavvur bile edemiyor, akıl sır erdiremiyoruz. Bilimsel yöntem ile gizemli Moore yasasının birleşimi, günlük yaşamımızın ayrılmaz bir parçası olan yeni teknoloji patlamasına yol açmışhr. Bu bize robotları, nanoteknolojiyi, gen düzenleme teknolojisi CRISPR-Cas9'u, uzay yolculuğu nu, atom gücünü ve diğer yüzlerce harikayı verdi. Aslında teknoloji öyle hızlı ilerler ki, çoğu zaman biz harikalığını hiç de fark etmeyiz. Yeni teknoloji o kadar hızlı geliyor ki, arlık neredeyse sıradanlaşh. Ceplerimizde, dünyadaki hemen her kesle anında iletişim kurmamızı sağlayan süper bilgisayarlar taşıyoruz. Bu cihazlar o kadar yaygın ki çocuklarda bile var ve iki yıllık bir sözleşmeyle bedava alınacak kadar ucuzlar. Olayları uzak mesafeden görmek gibi eskiden tanrılara atfe dilen güçlere sahibiz. Oturduğumuz odanın sıcaklığını par maklarımızın küçük bir hareketiyle değiştirebiliyoruz. Yer yüzünün yüz kilometre yukarısındaki havada ses hızında uçabiliyoruz ve bu istatiksel olarak o kadar güvenli ki birinin kaza geçirmesi için 100.000 yıldan uzun bir süre uçması gere kir. Yine de her nedense uçakta hindili dürüm bitip de salata yemek zorunda kaldığımızda keyfimiz kaçabiliyor. Antik dönemde zor bir sorunun cevabını öğrenmek isti yorsanız, Delfi Kahini gibi bir kahini görmek için hacca git mek zorundaydınız. Zorluklarla dolu uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra, sorunuzu nihayet kahine sunardınız; ilaç kaynaklı bir uyuşukluk içindeki kahin onlarca farklı şekil-
44
YAPAY ZEKA ÇACI
lerde yorumlanabilecek şifreli bir yanıt verirdi. Şimdi bunu Google'la karşılaşhnn: Bir soru yazıyorsunuz ve saniyeden kısa bir süre içinde, Google incelemeniz için elli milyar web sayfası sıralıyor. Üçüncü çağın son yıllarında yolumuza çıkan tüm teknolo jiler içinde tarhşmasız bir tanesi birinci sırayı alır: bilgisayar. Bilgisayar sadece araç değildir. Aynı zamanda felsefi açıdan da anlamlı bir cihazdır. Bunu neden mi söylüyorum? Bunun nedeni, bilgisayarların hesaplama yapmalarıdır. Bunun ol dukça bariz olduğunu biliyorum; ancak hesaplama evrenin özüdür, kozmik saatin tik taklarıdır. Hesaplama o kadar te mel bir şeydir ki, kimileri her şeyin hesaplama olduğuna ina nır: beyniniz, evren, mekan, zaman, bilinç ve yaşamın kendi si. Aynı fikirde olan, birçok konuda bilgili Stephen Wolfram 2002 tarihli A New Kind of Science [Yeni Bir Tür Bilim] adlı 1200 sayfalık başyapıbnda savını ortaya koydu. Wolfram eserinde sadece bir iki sahr uzunluğundaki çok basit kuralların muaz zam bir karmaşıklık yaratabileceğini gösteriyor. Dahası tüm evreni oluşturmak için gereken kodun yalnızca birkaç sabr uzunluğunda olabileceği yorumunda da bulunuyor. Bu, pek çok taraftan olan, kışkırbcı bir hipotezdir. Ne olursa olsun, evrenin çoğu açıkça hesaba dayanır. Ka sırgalar ve ONA da bpkı kar taneleri ve kum tepeleri gibi hesaba dayanır. Şaşırbcı olansa fiziksel dünyadaki hesapla manın sonucu olan şeylerin, posta pulu boyutundaki bir he saplama cihazının içine modellenebilmesidir. Bunu bir düşü nün. Bir insanı Ay'a göndermek, roketler, fırlabcı, yerçekimi ve gerçek dünyaya ait her şey hakkında inanılmaz derecede karmaşık hesaplamalar içeriyordu. Buna rağmen, küçük bir işlemcinin içine bunları sıfır ve birlerle yansıtabilirdiniz. Bu, bir bilgisayarda modellenebilen her şeyin, gerçek dünyada da hesaplama yoluyla gerçekleştiği gibi derin bir hakikate işaret eder. Başka bir deyişle, Apollo 1 1 'in fırlablması hesaba daya-
Dördüncü Çag: Robotlar ve Yap� Zeka
45
nıyordu. Salt hesaplama içermiyordu, fırlahlması hesaba da yalıydı. Tüm misyonu hesaplamaydı. İşin ilginç hale geldiği nokta ise sınır vakalardır. Biz hesap lama mıyız? Zihnimiz Apollo 1 1 'le aynı temel kuralları izleyen dev saat mekanizmaları mı? Bunlar, eğer varsa bilgisayarların sınırlarını anlamak için yanıtlamamız gereken sorular. İşte bu yüzden bilgisayarların felsefi açıdan önemli cihaz lar olduklarını söylüyorum. Bir çekiç sadece çivi çakar, bir tes tere sadece odun keser, fakat bir bilgisayar fiziksel dünyaya ait milyarlarca farklı şeyi yansıtabilir. Doğrusu bilgisayarın metafiziksel çıkanmlanru henüz anlamıyoruz. Dünyayı hem incelikli hem de çarpıcı şekillerde dönüştürdüğünü biliyoruz; bu, gün gibi açık. Ama göze çarpan daha fazlası var. Ünlü profesör ve filozof Marshall McLuhan'ın onlarca yıl önce söylediği gibi, bilgisayar "insanın teknolojik giysilerinin en olağanüstüsü; bizim merkezi sinir sistemimizin bir uzanhsı. Tekerlek onun yanında olsa olsa hulahop gibi kalır." Bilgisa yar aynı anda hem yeni hem de her yerde birden bulunan bir şeydir ve insan bilgisayarın bir yüzyılda neler yapabileceğini, hatta on yılda neler yapabileceğini ancak hayal edebilir. Peki bu alet nereden çıkh? Biz nasıl böyle bir şey yapma ya karar verdik, hatta böyle bir şeyin mümkün olabileceğini düşündük? Bilgisayarların başlangıcından günümüze kadar geçen zaman oldukça kısadır ve buradaki amaçlarımız açı sından sadece dört isimden bahsedilebilir. Bir araya geldik lerinde bu isimler ileri teknoloji bir hukuk bürosunun ismine benzerler: Babbage, Turing, von Neumann ve Shannon. Her birinin bir fikrini ele alalım; bunlar bir arada değerlendiril diklerinde modem bilgisayarların temellerini verirler. Öykü 1821' de Londra' da Charles Babbage ile başlar. O sıralar Sanayi Devrimi başlamış ve bilim ve matematik üni versite ve laboratuvarlardan fabrikaya taşınmışh. Hesap ma kinelerinden önce, karmaşık hesaplamalar yapanların kısa
46
YAPAY ZEKA ÇACI
yol olarak kullanabilecekleri büyük tablo kitaplar basılırdı. Bu kitaplar logaritmayı, astronomi hesaplamalarını, endüstri ve bilim için gerekli olan diğer veri setlerini içerirdi. Sorun, bu kitaplardaki her sayının elle hesaplanması ve bu nedenle sayısız hata içermeleriydi. Hatalı bir sayı bir gemiyi rotadan çıkarabilir, banka kayıtlarını bozabilir veya hatalı makinele rin üretimine neden olabilirdi. Bu hatalardan bıkan Babbage, "Tanrı' dan bu hesaplamaların buhar gücüyle yapılmasıru di liyorum," dedi. Bu ifade derinlikli ve hatta son derece moderndi. Bu ifa denin içinde mekanik olan şeylerin organik olanlardan daha tutarlı ve güvenilir olduğu anlamı vardır. Buharla çalışan ma kineler titiz standartlara göre dikkatle yapılırdı. Bu makineler inanılmaz işler gerçekleştirerek istikrarlı bir biçimde yüksek kalitede mallar ürettiler. Buhar bir dişli çarkı hareket ettirebi liyorsa logaritmalan da hesaplayabileceğini anlaması Babba ge' ın dehasıru gösterir. Babbage böylece komple bir hesap makinesi tasarladı ve bir tane yapmaya çalışlı. Bu makinenin önemini anlayan Babbage şöyle dedi: "Bir analitik motor ortaya çıkar çıkmaz, gelecekteki bilimin akışıru muhakkak yönlendirecektir." Ne yazık ki, bu girişimi için para kaynaklan tükendi; o zamanlar bile başlangıçların ortak kaderiydi bu. Bununla birlikte, 2002 yılında Londra Bilim Müzesi Babbage'ın tasarladığı on bin poundluk makineyi yaplı ve makine kusursuz şekilde çalışlı. Şimdi buhar gücünün bilgisayar makinelerini çalışlırabilece ğini düşünen Babbage' dan ayrılalım. Alan Turing'e geçelim. Turing'in öykümüze bu noktadaki katkısı, günümüzde "Turing makinesi" adıru verdiğimiz ma kineyi ilk tanımladığı 1936' da ortaya çıklı. Turing karmaşık matematik problemlerini yürütebilecek kuramsal bir makine tasarladı. Makine teorik olarak sonsuz uzunlukta olan dar bir grafik kağıdı şeridinden oluşuyordu. Grafik kağıdında daima tek bir aktif hücre vardı ve bu hücrenin üzerinde bir kafa bu-
Dördüncü çag: Robotlar ve Yapay Zeka
47
lunurdu. Kafa, kağıdı okuyup yazabilir ve aldığı talimatlara veya çalıştığı programlara dayanarak etrafta biraz dolanabi lirdi. Turing makinesinin amacı, "İşte böyle bir bilgisayar yapa bilirsiniz," değil, "Bu basit hayali cihaz çok çeşitli hesap prob lemlerini çözebilir. Neredeyse hepsini," idi. Aslında bir bilgi sayarın bugün yapabileceği her şeyi, bir Turing makinesinde de teorik olarak yapabilirsiniz. Turing makineyi tasarlamakla kalmadı, bunların hepsini de çözdü. Bir avuç kullanışlı par çası olan bu basit makineyi, bu düşünce deneyini tasavvur edelim: Apollo 1 1 'in Ay'a gidip gelmesi için yapması gere ken her şey bir Turing makinesinde programlanabilir. Akıllı telefonunuzun yapabildiği her şey bir Turing makinesinde programlanabilir ve IBM Watson'ın yapabildiği her şey bir Turing makinesinde programlanabilir. Böyle mütevazı küçük bir cihazın bunların hepsini yapabileceğini kim tahmin ede bilirdi ki? Elbette Turing tahmin edebilirdi. Ancak başka hiç kimsenin böyle eşsiz bir fikri yokmuş gibi görünüyor. Şimdi Turing' den ayrılalım. Modem bilişimin kurucusu olarak adlandırılan John von Neumann'a geçelim. 1945'te Neumann bilgisayarlar için "von Neumann mimarisi"ni geliştirdi. Turing makineleri tama men teorik olup bilgisayarların yapabileceklerini bir çerçeveye oturtmak amacıyla tasarlanmalarına rağmen, von Neumann mimarisi gerçek bilgisayarların nasıl yapılacaklanyla ilgilidir. Neumann bir dahili işlemci ve hem programlan hem de veri leri saklayan bir bilgisayar belleği önerdi. Bilgisayarın belle ğine ek olarak, o anda gerekmeyen veri ve bilgileri saklamaya yarayan harici depolama da olabilirdi. Girdi ve çıktı aygıtları nı attığınızda elinizdeki von Neumann düzeneği kalır. Bunu okurken, beyniniz onu bilgisayarınızın CPU' su, belleği, sabit diski, klavyesi ve ekranıyla eşleştirdiyse, o zaman sınıfın en başına geçin.
48
YAPAY ZEKA ÇAGI
Son olarak, 1949' da Claude Shannon "Satranç İçin Bilgi sayar Programlama" başlıklı bir makale yazdı; bu makalede satrana, bir bilgisayarda gerçekleştirilebilecek bir dizi hesap lamaya indirmenin bir yöntemini tanımlıyordu. Her ne kadar bu Shannon' a, bilgisayar tarihinin Rushmore Dağı' ndaki dört noktadan birini kazandırması gereken bir şey gibi görünmese de, ilk kez pratik ve gerçekçi bir şekilde, bilgisayarlar sadece matematik hesaplamaları yapan makineler olarak görülmü yordu. Shannon, bilgisayarların satranç hamlelerini yapmak için gereken şekilde bilgileri soyut bir düzeyde manipüle et melerini sağladı. Şunu bir düşünün: 1949' dan önce, bilgisa yarlar fizik dersinde ihtiyaanız olan türden programlanabilir hesap makineleriydi. 1949'dan sonra, bir bilgisayarın bir gün hangi hisse senetlerini almanız gerektiğini önerebileceği akla yatkın hale geldi. Turing dahil birçokları fikir olarak bilgisa yarların neler yapabileceğini bildiği halde, bekleneni yapan Shannon oldu. İşte durum böyle: Babbage makinelerin hesap yapabile ceklerini fark etti. Turing'in katkısı bilgisayarların program da çalışhrabilecekleri oldu. Von Neumann donanımı nasıl kuracağını çözdü ve Shannon yazılımın ilk başta matema tik problemleri gibi görünmeyen şeyleri nasıl yapabildiğini gösterdi. Bugün işte bu noktadayız. Gerçekten değişen tek şey bil gisayarların çok daha hızlanıp ucuzlamaları. Bu fenomeni görmemizin bir yolu, bir gigaflop, yani saniyede bir milyar kayan nokta işlemi yapabilen bir bilgisayarın maliyetini ince lemektir. 1961'de böyle bir bilgisayar yoktu; ancak ABD'nin iki yıllık GSMH' sini alıp hepsini günün en hızlı bilgisayarla rına harcayıp bir araya getirseniz, bir gigaflopa yaklaşırdınız. 1984 itibarıyla fiyatlar düşmüştü ve bir gigaflopluk bil gisayar alabilirdiniz. Bu bilgisayar, iki yıllık GSMH'ya göre bir kelepir sayılan, cazip bir özel jet fiyatında bir Cray "süper
Dördüncü çag: Robotlar ve Yapay Zekci
49
bilgisayar" olurdu. 1997 yılı itibarıyla, iyi bir Alman spor oto mobili fiyahna bir gigaflop gücünde bilgisayar alabilirdiniz. 2013 itibarıyla, fiyah gigaflop başına sadece 25 sente düşen bu süper bilgisayara Sony PlayStation 4 adı verilmişti. Arhk gi gaflop fiyah 5 sent civarında olduğu için, bugünün 10.000 gi gaflop gücündeki PC'leri sadece birkaç yüz dolara mal oluyor. Yakında gigaflop başına fiyat bir sentten az olacak ve o noktadan da hızla düşmeye devam edecektir. Bugün süper bilgisayarlar arhk gigaflop değil, hatta teraflop bile değil (1000 gigaflop ), petaflop (1 milyon gigaflop) cinsinden ölçü lüyor. Ocak 2018 itibarıyla en hızlı bilgisayar Çin' deydi. İkinci de öyle. Bunlar yaklaşık 100 petaflopta (100 milyon gigaflop) çalışıyor. Bununla birlikte, 2018'in ilerleyen günlerinde Bir leşik Devletler, Japonya ve hiç şüphesiz başka bir yerde 100 petaflopu aşan bilgisayarlar yapılacakhr. Aynca 2020 yılına kadar bir exaflopluk (1000 petaflop) makine vaat eden en az beş şirket var. Yakın zamanda bu yarışın yavaşlayacağına dair hiçbir ipucu yok. Bütün bunlar nasıl oldu? Fiyat nasıl böyle düşüyor? 1960' ta bir transistörü yaklaşık 1 dolara, yani bugünün parasıyla 8 doların üzerinde bir paraya alabilirdiniz. Dolayısıyla, eğer 125.000 transistöre ihtiyacınız varsa, bugünün parasıyla 1 milyon dolar gerekiyordu. Ancak üretilen miktar çok artınca fiyat da çok düştü. 2004 yılı itibarıyla üretilen transistör sayısı dünyanın dört bir tarafında yetiştirilen pirinç tanesi sayısını geçti. Sadece alh yıl sonra, 2010 yılında, 1960 yılında 1 milyon dolara mal olan 125.000 transistörü tek bir pirinç tanesinin fi yahna sahn alabilirdiniz. Teknoloji amansızdır: İyileşir ve ucuzlar, asla durmaz. Bu gerçeği, birçok bilgisayar bilimcisi, kitabın geri kalanında tar hşacağıınız konular olan yapay genel zeka ve makine bilinci gibi bilgisayarların gelecekteki yeteneklerine dair iddialarına temel alır.
50
YAPAY ZEKA ÇAGI
Bilgisayarları yaşamlarımızın dokusunun ne kadar derini ne yerleştirdik? Dünyada kaç milyar bilgisayarın çalışhğıru bilmiyoruz. Bilgisayarların, üretilen elektriğin aşağı yuka rı yüzde lO'unu kullandığına inanılıyor. Onlar öylesine ya şamlarımızın bir parçası ki kelimenin tam anlamıyla onlar sız -kuşkusuz şu anki yaşam standartlarımızda- yaşamamız mümkün olmayabilir. Ancak nüfusumuz öyle fazla ki arka planda lojistikten su arıtmasına kadar her şeyi yöneten bilgi sayarların ortadan kaldırılmaları veya etkisiz hale getirilme leri, özellikle büyük şehirlerde insanların teker teker hayatla rını kaybetmelerine neden olabilir. Steve Wozniak' ın dediği gibi, "Kontrolü birdenbire çok fazla kaybettik. İntemetimizi kapatamıyoruz, akıllı telefonlarımızı kapatamıyoruz, bilgi sayarlarımızı kapatamıyoruz. Eskiden akıllı bir insana soru sorardık. Şimdi kime soruyoruz? Cevap g-o ile başlar ve Tanrı (İng. God) değildir." 1960'larda ve 1970'lerde, tek bir dev ağ oluşturacak şekilde bilgisayarları bağlamanın manhklı olacağı kadar yeterli bil gisayar üretiyorduk. Biz buna intemet diyoruz. 1989'da Tim Bemers-Lee bir sunucu üzerinden, uzaktaki bir bilgisayarda ki bir belgeye erişmek için HTTP adlı bir protokol oluşturdu. Biz buna Dünya Çapında Ağ [ World Wide Web; www] diyoruz. Bugün sadece bilgisayarları değil, verilerle çalışan her ciha zı da intemete bağlıyoruz. Şu anda yaklaşık 30 milyar cihaz bağlı durumda ve bu sayının 2030 yılına kadar yarım trilyona yükselmesi bekleniyor. Bu bizi üçüncü çağın giderek azalan yüzyıllarından dör düncü çağın eşiğine getiren öyküdür. Her yeni çağ, fiziksel veya zihinsel yaşamımızın işlevlerine destek veren ve geliş tiren teknolojilere tanık oldu. Sindirime yardımcı olması için ateşten, anılarımızı güçlendirmesi için yazıdan, sırtlarımızı ve bacaklarımızı koruması için tekerlekten yararlandık. Ça ğımızda, mekanik bir beyin olan bir cihaz yarattık, bu cihaz
Dördüncü çag: Robotlar ve Yapay Zekfi
51
öyle çok yönlü ki neredeyse sınırsız sayıda problemi çözmesi için programlanabilir. Günümüzde, bu cihaza kendi başına çalışmasını öğreten bir yöntem olan yapay zekayı geliştiriyo ruz
ve robotik biliminin gücüyle, buna hareketlilik ve fiziksel
dünyayla etkileşime girme yöntemlerini vermeye başladık. Muhtemelen elimizden geldiğince, düşünce ve eylemlerimiz için destek almak amacıyla giderek daha fazla bilgisayar ve robot kullanacağız. Bu gerçek bir değişim ve yeni bir çağın başlangıcını, dördüncü çağı işaret ediyor. Bu geçişten ortaya çıkan sorular derinlikli çünkü bunlar insan olmanın ne demek olduğuyla ilişkili. Makineler düşünebilir mi? Bilinçlenebilir ler mi? İnsanların tüm faaliyetleri mekanik olarak üretilebilir mi? Biz salt makine miyiz? Bu kitabın nihai amacı bu fikirleri araştırmaktır; hem zihinsel hem de fiziksel olarak ne kadar insan faaliyetini makinelere devredebileceğimizi ve bu deği şimin çıkarımlarının dünya için ne anlama geldiğini bulmak. Peki, dördüncü çağ başladı mı? Birkaç insanın çiftçiliği öğrenmesi veya birkaç izole yerin yazıyı geliştirmesi yeni bir çağın başlangıcını mı yoksa eski bir çağın sonunun başlangı cını mı gösterdi? Çizgiyi nereye çektiğimiz o kadar da önemli değil. Bunun yıllar önce Claude Shannon'ın, bir bilgisayarın satranç oynamak için nasıl programlanabileceği açıklamasın da zaten meydana geldiğinde mi yoksa birkaç yıl içinde bir bilgisayarın doğal bir dil kullanarak bir insanla karmaşık bir sohbet yapabileceği zaman mı gerçekleşeceği; bu tarz kılı kırk yarma özellikle anlamlı değil. Diyelim ki geçiş başladı ve en geç
1950' den sonra
2050' de tamamlanacak. Çizginizi bu arada
seçtiğiniz herhangi bir yere çizin veya dönemin tümünü geçiş olarak etiketleyin. Ne zaman başladığı gerçekten önemli değil, çünkü anla şılması gereken en önemli şey, değişim bir kez başladığında hızlı bir şekilde gerçekleşmesidir. Tekerlekten Ay'a ulaşma mız
5000 yılımızı aldı. (Ne enteresandır ki valize bir tekerlek
52
YAPAY ZEKA ÇACI
tutturmak birilerinin aklına gelmeden önce Ay'a gittik.) Fakat 2500 yıl önce Ay'a çıkma serüveninin yarısında bile değildik. Bundan çok uzaktaydık. Bir insan Ay' da ilk kez yürüdüğün de, ses bariyerini bundan ancak yirmi yıl önce aşmışbk. Sade ce 60 yıl önce ağır bir uçakla uçmayı başarmışbk. Dolayısıyla tekerleği icat ettikten 4940 yıl sonra, hala bu gezegenin yüze yine sıkı sıkıya bağlıydık. 60 yıl sonra ise uçmakla kalmamış, Ay'a gitmiş ve dönmüştük. Sık meydana gelen çarpıcı dönüş türücü buluşlarla birlikte, bu hızla gidersek, bu dördüncü de ğişimin üstümüze inmesini beklemelisiniz. Tıpkı uçakların en fazla türbülansa iniş yapmadan hemen önce girmeleri gibi, bu noktadan sonraki yolculuğumuz biraz inişli çıkışlı olacak. Muhtemelen önümüzdeki 50 yılda, son 5000 yılda gördüğü müzden daha fazla değişim göreceğiz. Vladimir Lenin şöyle demiştir: "Hiçbir şeyin meydana gelmediği onlarca yıl var ve on yılların yaşandığı haftalar var." Dördüncü çağ hızla iler ledikçe, yapay zeka ve robotikte her geçen gün artan hızda gelişmelerin yaşanmasını bekliyoruz. Milyonlarca yıldır teknolojiyi kullanıyoruz. Yüz binlerce yıldır dilimiz var. Birkaç bin yıl önce, evren ve bizim evrenin içindeki yerimiz hakkında derin sorular sormaya başladık. Birkaç yüzyıl önce, bilimi sistematik hale getirdik ve akla ha yale gelmeyen bir refah yaratbk. Birkaç on yıl önce, mekanik beyinler yapmaya başladık ve sadece birkaç yıl önce, bu be yinleri daha güçlü hale getirmenin yeni ve önemli yollarını öğrendik. Bu an sanki tam da tarihin müthiş bir kırılma nok tasıymış gibi görünüyor. Şimdi dördüncü çağın eşiğindeyken, tam olarak ne inşa ettiğimiz ve nereye gittiğimiz konusunda anlaşmazlık içinde olduğumuzu görüyoruz. Şimdi yaratmakta olduğumuz tek nolojiler bizi bazı çok eski soruların yanıtlarını tekrar gözden geçirmeye zorlayacakbr.
5
Üç Büyük Soru
rhk dördüncü çağ başlamak üzere olduğundan, robotlar,
Ameslekler, yapay zeka ve bilinçli bilgisayar meselelerini
ele almaya hazırız. Bunun için size üç temel soru yöneltmem gerekiyor. Bu kitabın geri kalanında bunlara tekrar tekrar ahfta bulunacağım. Bunlar çok eski, binlerce yıldır kendimi ze sorduğumuz sorular. Şüphesiz, birçok yanlış yanıt olduğu için, "Yanlış yanıt yok," demek yanlış olur. Sadece bunların hangileri olduklarına dair bir fikir birliği yok. Bu sorular neden önemlidir? Bunlar ele almak üzere ol duğumuz meselelerin çoğuna bağlıdır. Bunlar arasında ya pay zekanın neler yapabileceği, bilgisayarların bilinçli olup olamayacakları ve robotların bütün meslekleri elimizden alıp almayacakları yer alır. Teknik detaylara girmemizi bekleye
bilirsiniz ancak bu meselelere yaklaşmanın en iyi yolu bu değildir. Bilinçli bilgisayarlar -düşünen makineler ve insan kabiliyetlerinin tümüne sahip robotlar- mümkünse, o zaman teknolojinin istikrarlı gelişimi onları bize eninde sonunda ge tirecektir. Başka bir deyişle, eğer mümkünseler o zaman kaçı nılmazdırlar. Peki, aslında mümkünler mi? Bu soru üzerinde anlaşmaya varılmış değildir ve tamamen bu üç sorunun ya nıhna bağlıdır.
YAPAY ZEKA ÇAGI
54
Sorular teknik değil felsefidir; yanıtlamak için yapay zeka veya robotikte uzman olmanıza gerek yoktur. Tarihi açıdan, bu soruların, gerçek dünya çıkarımları açısından fazla bir etkileri olmamışhr. Genelde bunlar akademik zihinsel eg zersizler, üniversite arkadaşlarınızla gece geç saatlerde ko nuşabileceğiniz türden şeylerdi. Ancak durum çok değişti. Dördüncü çağın başlarında, aniden son derece pratik sorular haline geldiler. Bu üç soruya verilen yanıtlar hakiki manada türümüzün tümünün geleceğini ve kaderini belirleyecektir. Tekrar ediyorum: Binlerce yıldır soyut olan ve çoğu insana göre büyük oranda konuyla alakasız felsefi düşünceler olan bu sorular şimdi zamanımızın temel sorulan. Yanıtlarını bi lirsek, gelecek çok daha netleşir. Büyük felsefi konularla uğ raşmak gözünüzü korkutuyorsa, o zaman, sunabileceğim tek teselli bunları çoktan seçmeli sorular olarak ortaya koymakhr.
Evrenin Bileşimi Nedir? İlk soru gerçekliğin doğası, evrenin bileşimiyle ilgilidir. Bu so ruyu nasıl yanıtladığınız, bilgisayarların bilinçlenip bilinçle nemeyecekleri ve gerçek yapay zekanın yapılıp yapılamaya cağını belirlememizde çok faydalı olacak. Bu soru hakkındaki en iyi düşünüş şekli bize eski Yunanlardan gelmiştir. Aynı metinler üzerinde yaklaşık
2500 yıldır tarhşılması oldukça
olağandışıdır. Aradan geçen milenyurnlarda eski Yunanların manhğını o kadar da geliştiremediğimiz için, Yunanlara ve uzun zaman önce nasıl düşündüklerine dönerek bu soruyu ele alacağız. Evrenin bileşimi nedir? İki düşünce tarzı vardır.
İlki, evrendeki her şeyin tek bir maddeden, yani atomlar dan oluştuğudur. Bu, Yunanca "tek" anlamına gelen
monos
kelimesinden gelen "monizm" olarak bilinir. Monistler, evren deki her şeyin aynı fiziksel yasalar tarafından yönetildiğine
üç Büyük Soru
55
ve günümüzde bu yasalann büyük ölçüde bilindiğine inanır. Evrende olan hiçbir şey, sonuçta fiziğe indirgenemez değildir. Fizik her şeyin üstündedir. Fizik kimyayı açıklar, kimya bi yolojiyi açıklar, biyoloji yaşamı açıklar, yaşam bilinci açıklar. Monizme aynı zamanda materyalizm veya fiziksellik de denir. Bu savın eski Yunan'daki bir temsilcisi Demokritos'tur. Var olan yegane şeylerin madde ve boş uzay olduğuna ina nan Demokritos başka her şeyi salt fikir olarak sınıflandırdı. Şöyle dedi:
Genel kabule göre tatlı tatlıdır, acı acıdır, sıcak sıcaktır, so ğuk soğuktur, renk renktir. Fakat gerçekte atomlar ve boşluk vardır. Yani duyu nesnelerinin gerçek oldukları farz edilir ve onları böyle görmek alışıldık bir şeydir; ancak aslında gerçek değiller. Sadece atomlar ve boşluk gerçektir. Monizmin modem bir savunucusu da Francis Crick'tir. Crick'in "şaşırtıcı hipotezi" şöyledir: "Siz, sevinçleriniz ve kederleriniz, hahralarınız ve ihtiraslarınız, kişisel kimliğiniz ve özgür iradeniz aslında sinir hücreleri ve bunlarla ilişkili muazzam bir molekül topluluğunun davranışlanndan başka bir şey değildir." Bilim insanlarının büyük çoğunluğu bu bakış açısına kah lır. Aslında çoğu bilim insanı için bu sav gün gibi açıkhr, an cak çoğu zaman bu görüşün birçok insana rahatsızlık verme sinin üç sebebini de anlarlar: İlk olarak, özgür iradeyi basit bir sebep-sonuç dünyasına katmak zordur. İkincisi, bu, kimyasal ve elektriksel vurulardan ibaret büyük yürüyüş çantalann dan başka bir şey değiliz demektir. Anneniz ne derse desin, sizde özel bir şey yok. Bir iPhone, bir havuç veya bir kasırgay la aynı temel "şeyden" oluşuyorsunuz. Üçüncüsü, bu bakış açısından evrensel bir ahlak kuralı çıkarmak zordur. Bir insan öldürmenin bir kayayı parçalamaktan daha ahlaki bir sonucu yokmuş gibidir.
56
YAPAY ZEKA ÇAGI
Tabii ki bu meselelere verilebilecek makul yanıtlar vardır ancak bunlar da makul zorluklara davetiye çıkarır. Tarhşma nın başladığı yer de işte bu noktadır. Diğer düşünce tarzı düalizm (ikicilik) olarak bilinir. Düa listler evrenin iki (veya daha fazla) şeyden oluştuğuna inanır. Evet, atom var, ama başka bir şey daha var. Bu savı ruhsallaşhrırken monizmi de rasyonel, modem bir görüş olarak yansıtma yönünde bir eğilim söz konusudur. Tann'ya, ruha, hayaletlere veya "yaşam güçlerine" inananla rın kesinlikle düalist olduğu doğru olsa da, düalizm çalısı çok daha geniştir ve spritüalden sakınan birçok bakış açısı içerir. Ateizm ve teizm Tann'ya, monizm ve düalizm ise gerçekliğin doğasına dair inançlardır. Bu diğer, maddeler neler olabilir? Bu konuda birkaç şe kilde fikir yürütülebilir. Bir tanesi, fiziksel şeylerin, bir de manevi şeylerin olduğudur. Örneğin atomlar ve ruhlar var. Bu, daha dini bir düalizm anlayışıdır. Düalizm hakkında fi kir yürütmenin ikinci yolu herhangi bir dini çıkarım içermez. Buna göre evren fiziksel ve zihinsel şeylerden oluşur. Zihinsel şeyler umut ve pişmanlık, sevgi ve nefret vb. içerir. Bu şeyler beyindeki fiziksel süreçlerce tetiklenebildiği halde, bunların deneyimleri fiziksel değildir. Bu ince fakat önemli bir ayrımdır. Düalizmin eski Yunan' daki savunucusu olarak Platon'u ele alalım. Platon, bu dünyada çember dediğimiz şeyler ol masına rağmen, onların asla mükemmel çember olmadıklarına inanıyordu. Ancak bir form, bir ideal vardır; bu kusursuz bir çember ve bu "çember-lik" fiziksel yasalarla yönetilmeyen gerçek bir şeydir. Yine de aklınızla, örneğin felsefeyi düşü nerek mükemmel formlar dünyasını ziyaret edebilirsiniz. Bir anlamda, lise geometrisi Platoncu düalizmde bir egzersizdir. Geometrik kanıtlar mükemmel formlara dayanır ancak ger çekte gerçek çember, çizgi veya düzlemler yoktur. Geometrik kanıtlar gerçekliğimize ancak genel hatlarıyla benzer.
Üç Büyük Soru
57
Modem bir Platoncu şöyle diyebilir: "Bir fikrin ne olduğu nu bilirsiniz. Bu bir isim, değil mi? Bir fikrin var. Bu bir şey dir." Şimdi, işte soru: Bir fikir fizik yasalarına uyar mı? Evet diyenler fikrin beyninizdeki bir nöron kalıbı olduğunu söy lerdi. Bu, beyninizde entropi sergiler. Ancak hayır diyenler de fikirlerin fiziksel yasaların dokunmadığı şeyler olduğunu söylerdi. Bunlar bir yerde ve zamanda ortaya çıkar, yayılır ve çevreleri üzerinde etkileri olur. Fakat fizik fikirleri yönetmez. Düalizmin modem savunması en iyi, filozof Frank Jack son'ın tasarladığı "Mary'nin odası" probleminde ifade edilir. Bu problem şöyledir: Mary renk hakkında her şeyi, kelimenin tam anlamıyla her şeyi bilen farazi bir kişidir. Sadece renk bilimiyle de ilgili değil, aynı zamanda fotonlann göze nasıl çarphğı ve koni ve çubukların ne yaphğına kadar her şeyi bi lir. Sadece bunların yapbklarını değil, atom düzeyinde olan ları da. Demek istediğim, Mary renkle ilgili bilinmesi gereken her bir şeyi bilir. Fakat hayahnın tamamını gri bir odada, gri bir ekrandan renk hakkında bir şeyler okuyarak geçirmiştir. Aslında hiçbir zaman hiçbir rengi görmemiştir. Ancak şunu unutmayın: Mary renkle ilgili her şeyi bilir. Sonra bir gün odadan çıkar ve hayahnda ilk defa renk gö rür. Şimdi, büyük soru şu: O şimdi renk hakkında daha fazla şey mi biliyor? Renkleri ilk kez gördükten sonra bir şey öğren di mi? Öğrendiğine inanıyorsanız, bir şeyi deneyimlemenin bir şeyi bilmekten farklı olduğunu düşünüyorsanız, o zaman bir düalistsiniz. Eğer yeni bir şey öğrendiyse, o zaman bu fi ziksel evrenin ötesinde, basitçe bir şeyi bilmenin ötesinde, de neyimde meydana gelen bir şeyin var olduğu anlamına gelir. Mary rengi ilk gördüğünde hakkında ne öğrendiyse, bu fizik aleminin dışında gerçekleşmiştir. Bu şey nedir? Bunu bir denk lemde, hatta kelimelerle nasıl ifade edersiniz? Bu inanca sahip olmanın, bir bilgisayarın yapabilecekleri ve yapamayacakla rına dair düşünceleriniz üzerinde derin çıkarımları olacakbr.
58
YAPAY ZEKA ÇACI
Düalizmin bir başka modern savunucusu ise, "Düşünüyo rum, öyleyse varım," deyişiyle ünlü Rene Descartes'hr. (400 yılı aşkın bir süre önce doğmuş bir adam "modern" olarak kabul edildiğinde çok eski bir problemle uğraşhğıruzı an larsınız.) Descartes'ın ünlü ifadesine dair hızla hafızamızı tazeleyelim. Descartes her şeyden şüphe ederek başladı. İki arh iki dörde mi eşittir? Olabilir. Kanalizasyon faresinin tadı, balkabağı turtasına benzer mi? Kim bilir . . . Maddi dünyanın tümünden, kendisi üzerinde bir tür şeytanın oynadığı bir hile olabileceği fikriyle şüphe etti. Tüm bu şüphelerin sonucunda ise . . . Hiçbir şey bilmiyordu; her şeyden şüphelendiğinden başka. Yani vardığı temel sonuç en iyi, "Şüpheleniyorum, öy leyse varım," şeklinde ifade edilebilir. Descartes tam bir düa listti ve bilincin kaynağı olarak zihni ve basit olguların bu lunduğu yer olarak da beyni görüyordu. Yani ona göre bilinç zihinsel, bilgi de fizikseldi. Beyin ile zihin arasındaki farkı daha sonra araşhracağız. Düalizme karşı olan geleneksel argüman şu soruyu sorar: Bir fiziksel şeyler dünyası ile bundan çok farklı bir zihinsel şeyler dünyası varsa, bunlar nasıl etkileşime girerler? Bir "sandviç isteme" zihinsel arzusuna sahip olmanız fiziksel bedeninizi ayağa kalkıp bir sandviç hazırlamaya nasıl zorla yabilir? Açlığın vücudunuzu etkileyebilmesi her ikisinin de fiziksel olduğunu akla getirir. Tüm bunlar gösterişçi bir şekilde kılı kırk yarmak gibi ge lebilir, ancak örneğin bilgisayarların hiç aa "hissedip hisset mediklerini" sorduğumuzda oldukça alakalı olacak. Sıcaklığı algılayabiliyorlar ama aayı hissedebiliyorlar mı? Şimdi sizden ilk sorumuzu hatırlamanızı istiyorum. Mo nist misiniz, düalist mi? (Bu iki şeyden başka bir şey oldu ğunuzu düşünüyorsanız, kendinizi amaçlarımız açısından düalist olarak düşünün. önemli olan, monist olmamanızdır.)
Üç Büyük Soru
59
Biz Neyiz? Bir sonraki soru: Biz tam olarak neyiz? Bu da üç olası yanı h olan çoktan seçmeli bir soru: makine, hayvan veya insan. İlk olası yanıt bizim makine olduğumuzdur. Bu en basit, en doğrudan yanıthr. Bir gayeye ulaşmak için birlikte çalışan bir grup parçayız. Bir güç kaynağımız ve bir egzoz sistemimiz var. Kendimizi onarabilir ve çok çeşitli görevleri yerine getir mek için kendimizi yeniden programlayabiliriz. Bu bakış açısına sahip olanlar, "makine" terimini aşağıla yıa görmememiz hususunda bizi hızla uyarırlar. Basbayağı makine olabiliriz, ancak gezegendeki, belki de evrendeki en şaşırhcı ve güçlü makine biziz. Esas özünüz bir saatli radyoy la aynı olabilir, ancak form, salt akademik anlamı dışında kar şılaşhnlamayacak kadar harikadır. Bu kanıda olan insanlar vücudunuzda meydana gelen her şeyin mekanik olduğunu ileri sürerler. Bu adeta doğası gere ği doğrudur. Kalbinizin atmasını sağlayan ne mucize ne de sihirdir. Bizler sadece kendi kendini sürdüren kimyasal reak siyonlanz. Beynimizi tam olarak kavramamış olsak da, bize her gün sırlarından birazını daha verir. Halihazırda bir labo ratuvardaki görüntüleme cihazı düşüncelerinizin bazılarını okuyabilir. Biri sizin atom atom kopyanızı çıkarsa, o kopya yarın ofisinizde, çalışmaya hazır halde, elinde paketlenmiş bir öğle yemeğiyle birlikte ortaya çıkabilir. Arka kapıdan giz lice kaçarak balık tutmaya gidebilirsiniz, çünkü bu kopyanız tam olarak sizin yapacağınız işi yapar. Aslında şöyle bir düşü nünce, kopyanız muhtemelen ofise geleceğinizi bildiğinden o gün izin alıp balık tutmaya giden o olurdu. Bu bakış açısı, filozof Derek Parfit'in dile getirdiği bir dü şünce deneyini akla getirir. Daha önce böyle bir şey düşün müş olabilirsiniz. Diyelim gelecekte bir ışınlanma cihazı var. İçine girdiğinizde sizi acısız bir şekilde hücre hücre parçalara
60
YAPAY ZEKA ÇAGI
ayırarak her hücrenizi tarıyor. Bu hücre hakkındaki veriler benzer bir cihazın tam tersini yaptığı Mars' a ışınlanıyor: Bu cihaz size her şekilde özdeş olan birini hücre hücre oluşturu yor. O kişi dışarı çıkıp, "Oh be, çok kolay oldu," diyor. Böyle bir cihaza girer miydiniz? İnsanların çoğunluğu bü yük olasılıkla Mars'taki "kişiyi" kendileri olarak görmezdi. Muhtemelen bunu ürkütücü ve kötücül ikizleri olarak görür lerdi. öyleyse, yeterince yüksek çözünürlüklü bir 30 tarayıcı nın yakalayamadığı özelliklerinin tam olarak hangileri oldu ğunu açıklamak da onlara düşer. Ancak makine olduklarına inanan insanlar için, böyle bir cihaza dair felsefi açıdan so runlu bir şey yoktur. Bir adım atıp ışınlayıcıya girebilecekken neden trafikte beklemek isteyesiniz ki? Yaşama gelirsek, bu görüş onun da düpedüz mekanik bir süreç olduğunu savunur. Bilincin de aynı şekilde. Bu görüşe sahip olanlar için tüm bunlar acı bir şekilde açıktır ve Kurt Vonnegut'un bu meseleye ilişkin düşüncelerini okudukların da irkilmezler:
Kendim veya herhangi bir insanda kutsallığa dair bir şey ol madığı, hepimizin makine olduğumuz sonucuna varmıştım . . . . Bende bir Pontiac, fare kapanı ya da South Bend tornasın dan daha fazla kutsallık yoktu. İkinci seçenek hayvan olduğumuz fikridir. Genellikle bu görüş, biyolojik, canlı dünyadan tamamen farklı bir şey olan inorganik, mekanik bir dünya olduğunu kabul eder. Dirim bizi makinelerden farklı kılar. Bedenlerimiz makine olabilir ancak "biz" bu makinelerde yaşayan hayvanlanzdır. Bu sav, yaşamda elektrokimyasaldan fazlası olduğunu, çünkü öyle olsa birkaç pil ve yeterince gelişmiş bir kimya seti ile canlı bir şey yapabileceğimizi ileri sürer. Yaşam, bel ki bilimin ötesinde değil de makinelerin ötesinde, gizemli bir niteliğe, canlandırıcı bir güce sahiptir. Yeni yıldızlar doğar,
üç Büyük Soru
61
kristaller büyür ve volkanlar ölür. Ancak bu nesneler yaşa mın bu özelliklerini sergilemelerine rağmen, canlı olduklarını düşünmeyiz. Bu görüşe göre, makineler canlı görünen ama cansız şeylerdir. Canlı hayvanlar ile cansız makineler arasındaki bu ayrım doğal ve barizdir. Makinelerimize insani nitelikler atfederek "akü öldüğünden araba çalışmak istemiyor'' dediğimizde, ara bayı terapiye götürmeyi düşünmeyiz ya da yaşamı acımasız ca erken bitmiş olan akünün kaybına yas tutmayız. Yaşamı tam olarak anlayamayız. Ne olduğuna dair bir mutabakahmız bile yok. Hayvan olduğumuza ve canlı oldu ğumuz için makinelerden farklı olduğumuza inanıyorsanız, o halde büyük sorumuz bilgisayarların canlı hale gelip gele meyecekleri olacak. Tamamen mekanik olan bir şey dirimin kıvılcımını elde edebilir mi? Buna Kısım 4'te değineceğiz. Son seçenek, insan olduğumuzdur. Herkes ismimizin "insan" olduğu konusunda hemfikirdir; burada kastettiğim daha fazlası. Bu sav elbette vücudumuzun makine olduğunu ve elbette hayvanlar gibi bizim de canlı olduğumuzu söyler. Ama bizi diğer makine ve hayvanlardan ayıran ve tamamen farklı bir şey kılan bir şey var. Biz sadece gezegenin en önde gelen hayvanı, en üst düzey yırtıcılar değiliz. Biz özünde fark lı bir şeyiz. Bizi farklı kılan nedir? Birçok kişi bunun bilince veya ruha sahip olmamız olduğunu söyleyebilir. Kimileri de karmaşık aletler yapıp kullanmamız, karmaşık dillere hakim olmamız veya soyut bir şekilde manhk yürütebilmemiz oldu ğunu söyler. Belki insanlık ortaya çıkan bir şeydir, beynimi zin karmaşıklığının bir yan ürünüdür. Aristoteles, bizi insan yapan şeyin gülmemiz olduğunu ileri sürmüştür. Dalai Lama bunu şöyle ifade etmiştir: "İnsanlar makine değildir. Biz daha fazlasıyız. Duygu ve deneyime sahibiz. Maddi rahatlıklar bizi tatmin etmeye yetmez. Daha derin bir şeye ihtiyacımız var: insan sevgisi."
YAPAY ZEKA ÇAGI
62
Bitkiler dahil gezegendeki her canlı ile muazzam miktarda DNA'mız ortakhr. Bu kavram çok derindir ve en iyi, yazar Matt Ridley tarafından üç kelimeyle ifade edilir: "Tüm yaşam birdir." Bu birlik fikrinin ötesinde, genomumuzun yüzde 99'u tek bir türle ortakhr: şempanzeler. Dolayısıyla makineler ve hayvanlar olarak şempanzelere çarpıa biçimde benzeriz, ara daki fark sadece yuvarlama hatasıdır. Ancak başka bir objek tiften bakıldığında ise kesinlikle şempanzelere benzemiyoruz. Bu objektif ne olursa olsun, bizi insan yapan da budur. Gel gelelim, hayvanlardan sadece birazak farklı olmamız hayvan olmadığımızı göstermez. Ayırt edici faktör, asli benliklerimizi değiştiren bir şey olmalıdır. Örneğin insan yemeğini pişiren yegane yarahkhr. Ancak tek başına bu ayrım bizi bir hayvan dan fazlası kılmaz. Birdenbire Bomeo' da yengeçleri ateşe ahp da yemek için pişiren bir saksağan keşfetsek saksağanlara "insanlık" bahşetmezdik. Fakat aynı saksağanın yazılı bir dil geliştirmesi ve beş mısralık şiirler yazmaya başlaması duru munda, bunu göz önünde bulundurmamız gerekirdi. Öyleyse soru şu: Bizde bizi salt hayvandan fazlası kılan bir şey var mı? Ne ilginçtir ki bazı Yunanlar da canlı dünyayı üç benzer kategoriye ayırmışhr. Onların manhğına göre, bitkilerin bir ruhu vardır çünkü açıkça canlıdırlar ve yer, büyür, ürer ve ölürler. Hayvanların ise iki ruhu vardır. Bitkilerde olan ruh tan bir tane, ancak aynı zamanda başka bir tane daha: Onlar bir amaca yönelmiştir. Son olarak, insanların üç ruhu vardır. Bitki ruhu, hayvan ruhu ve üçüncüsü, akıl yürüten bir ruh, çünkü sadece biz akıl yürütebiliriz.
Öyleyse karar zamanı: Biz makine mi, hayvan mı, yoksa insan mıyız?
Üç Büyük Soru
63
"Benliğiniz" Nedir? Şimdi üçüncü ve nihai temel sorumuza geldik: "Benliğiniz" nedir? Aynaya bakıp gözlerinizi gördüğünüzde kendinizi ta nırsınız. Size bakan şey nedir? Kafanızın içinde sizinle konu şan ses nedir? "Ah, ben anlıyorum," dediğinizde kastettiğiniz "ben" nedir? "Benliğimizin" başımızın içinde yaşadığı algısı, gerçek bir biyolojik nedene değil, modern çağımızda "ben"i beyinle iliş kilendirmemize dayanır. Fakat beyninizde kendinizi düşü nürken hissedebildiğiniz algısı muhtemelen bir yanılsamadır. Nereden mi biliyoruz? Yeniçağdan önce, insanlar vücutlarının farklı bölümleriyle düşünüyorlarmış gibi hissederlerdi. Örne ğin Mısırlılar bir insanı mumyalarken öbür dünyada ihtiyaç duyacağı düşüncesiyle bütün organlarını sakladıkları halde, beynin sadece kanı serin tutan yapışkan bir madde olduğu kanısıyla işe yaramaz diye atarlardı. Aristoteles de beynin iş levi hakkında aynı görüşü paylaşıyordu. Başka kültürlerdeki insanlar benliğin kalpte yaşadığını, bilişin orada gerçekleşti ğini düşünmüşlerdir. Bu yüzden "canıgönülden" diler, "tüm kalbimizle" birini severiz. Kalbin yaşamın merkezinde oldu ğu göz önüne alındığında, bu bir anlam ifade eder. Başka zaman ve yerlerde, karaciğerin vücudun çeşitli sis temleri için merkez olduğunu fark eden anatomistler benliği oraya yerleştirdiler. Dilimiz hala bunun izlerini taşır, örneğin bir şeyi "içimizde biliriz" veya bir şeye "içimizden bir ses" tepki verir. Olası yanıtlara ilerlemeden önce bu meseleyi bi raz daha irdelemek adına kendinize sizi siz yapanın ne oldu ğunu sorun. Bebeklik fotoğrafınıza bakhğınızda, fotoğraftaki kişi hangi anlamda sizdir? Sabahleyin uyandığınızda, sizi bir gece önceki insan yapan şey nedir? Anılarınız mı? Eğer du rum buysa, amnezisi olan biri arhk yok demektir. Belki de sizi
64
YAPAY ZEKA ÇAGI
siz yapan sizin fiziksel formunuzun sürekliliğidir. Bu olasılık ne zaman ileri sürülse, Theseus'un gemisi adlı düşünce dene yi işe karışır. Özet geçeyim: Bir müzede ünlü bir gemi vardır. Yüzyıllar içinde, geminin parçaları çürüdükçe değiştirilir. Bu o kadar çok yapılır ki zamanla geminin hiçbir orijinal parçası kal maz. Bu durumda o hala aynı gemi midir? Problemdeki ilave zorluk ise bütün çürük parçaların bir depoda saklanmaları ve birinin bu parçaları birleştirerek terk edilmiş Theseus' un gemisini oluşturmasıdır. Öyleyse bu durumda ne deriz? İki tane mi Theseus'un gemisi vardır? Tüm bunların anlamı çok açıktır: Siz nefes alan bir Theseus gemisisiniz. Hücrelerinizin kendilerini yeniledikleri göz önüne alındığında, asıl itibarıyla on yıl önceki maddeden oluşmuyorsunuz. Fakat bu siz mi siniz? Beyin hücrelerinizin yenilenmediği veya nispeten az yenilendiği düşünüldüğünde, sizin beyin hücreleriniz oldu ğunu söylemek çok cazip görünebilir. Gelgelelim hücreler yenilenmediği halde, birbirleriyle olan ilişkilerinde sürekli değişirler. O yüzden "sizin" tam olarak ne olduğunuzu sap tamak zordur. Peki, bu soru buradaki amaçlarımız açısından neden önemli? "Benliğiniz" ne olursa olsun, ayrılmaz bir biçimde bilince bağlıdır. Bir benlik olmadan bilinci tasavvur ebnek zordur. O yüzden ileriki bölümlerde bilgisayarların bir "ben liğe" sahip olup olamayacakları meselesini inceleyeceğiz. Öy leyse şimdi sorumuzu ele alalım: "Benliğiniz" nedir? Üç olası seçenek vardır: beyninizin zekice bir numarası; ortaya çıkan bir zihin veya ruhunuz. İlk seçenek benliğinizin, beyninizin bir numarası olduğu dur. Bu çoğu beyin bilimcisinin inandığı bir şeydir. Bu anlam da "numara" kelimesiyle aldabna kastedilmez, bu "Saçından sakızı çıkarmanın bir numarasını biliyorum," cümlesindeki gibi zekice bir çözümü ifade eder.
üç Büyük Soru
65
öyleyse numara nedir? Numara iki parçadan oluşur. İlk olarak, beyniniz her tür duyudan girdi alır. Gözlerinizle gö rüntüler alır, derinizle sıcaklığı duyumsar, kulaklarınız la bir şeyler duyarsınız vb. Ancak gerçekliği bu şekilde algılamazsı nız. Bu farklı duyusal girdileri bilinçli bir şekilde birleştirmek zorunda değilsiniz, değil mi? Beyniniz bunları tek bir zihin sel deneyimde harmanlayabileceği bu mükemmel numarayı bulmuştur. Beyniniz hepsini birleştirir. Gülü görür, aynı anda da koklarsınız. Görme ve koklama yetileri beynin tamamen farklı parçalarına ait olsa da, hepsi birleşik bir deneyimdir. Bu, numaranın ilk yarısıdır. Şimdi ikinci yansına geçelim. Tüm bunlar olup biterken, beyninizin farklı bölümleri belli bir hızda çalışarak kendi iş lerini yaparlar. Bazı bölümleri tehlikeye dikkat eder, bazıları matematikle uğraşır ve bazıları da hala bir şarkının sözlerini hahrlamaya çalışır vb. Beyin tüm bu hengameyi idare etme nin en iyi yolunun, her seferinde beynin tek bir bölümüne "söz hakkı tanımak" olduğunu çözmüştür. Bir kafede tek ba şınıza oturmuş "Louie, Louie" şarkısının sözlerini hahrlama ya çalışırken içeri aniden çok kötü bir gün geçirmişe benzeyen bir boz ayı girebilir. Birdenbire, beyninizin tehlikelere bakan bölümü, "Ayı! Ayı!" diye bağırmaya başlar ve bu bölüm zor la söz hakkını alarak siz odayı silah veya çıkış için tararken diğer bölümlerin tüm düşüncelerini bir kenara iter. Bu odak noktasını değiştirme becerisi numaranın ikinci bölümüdür. Beyninizdeki, bilgisayarlar gelmeden önceki New York Bor sası'nda yaşanan kargaşaya benzer sürekli kakofoniyi dinle mek yerine, beyninizin farklı bölümleri sırayla "konuştukça" hoş, düzenli bir ses duyarsınız. Hiç, bir şeyi hahrlamaya ça lışıp da daha sonra aniden aklınıza geldiği oldu mu? Bunun nedeni beyninizin o şeyi arayan bölümünün aramaktan hiç vazgeçmemiş olmasıdır; sadece çalışırken geri plana çekilmiş ve nihayet hahrladığında öne çıkmışhr.
66
YAPAY ZEKA ÇACI İşte "sen" bunlardan ibarettir. Beyniniz tüm duyulan tek
bir şova yerleştirir ve her seferinde yalnızca bir parçasının ko nuşmasına izin verir. Bu iki şey birlikte bir "sen" illüzyonunu verir. Bu süreci tanımladığım şekliyle, beynin bir bölümü bun dan sorumlu görünür; beynin seremoni üstadı kimin konu şacağını ve ne gördüğünüzü seçer. Durum buysa, o takdir de beyninizin o kısmı "sen" olur. Ancak beyin bilimcilerinin çoğu beynin böyle bir bölümünün var olmadığı kanısında. Beyin kendi kendini düzenler. Yetkili bir yönetici "sen" yok tur. Bunu çok büyük bir kokteyl partisi gibi düşünün. Mu habbet almış başını gidiyordur. Sonra birdenbire kadının biri, "Elbisem yanıyor!" diye bağırır ve herkes dönüp ona bakar. Adamın biri ise bir vazo kaparak içindeki çiçekleri fırlabp atar ve suyu kadının üzerine döker. Bu esnada, başka bir ko nuk ceketini çıkarır ve ateşe vurmaya başlar. Tam bu şamata yahşırken başka biri, "Şu dışarıdaki Elvis mi?" diye bağırınca herkes pencereden bakmak için koşar. Bu durumlarda kimse yetkili değildir. İpler kimsenin elinde değildir, sadece farklı süreçler ilgiyi yönetir. Bu "benlik" görüşüne göre kafanızdaki ses, "Şu kadının el bisesi yanıyor"; ardından da "Şu Elvis mi gerçekten?" derdi. "Zihnin numarası" seçeneğine göre, bu ''benliğinizin" bütün lüğüdür. İkinci seçenek ''benliğinizin" ortaya çıkan bir zihin oldu ğudur. Ortaya çıkma büyüleyici bir fenomendir. En basit ha linde ortaya �a, bir grup şeyin birbiriyle etkileşime girme si sayesinde, kolektif bütünün, hiçbir tekil şeyin sahip olma dığı özellikleri kazanmasıdır. Şüphesiz, insanlar ortaya çıkan şeylerdir. Siz 40 trilyon hücreden ibaretsiniz. Bu hücreler her gün günlük işlerini ya par, evlenir, çocuk sahibi olur ve sonra ölürler. Tüm bunlar olup biterken sizin var olduğunuzu, hatta başka bir şeyin bir
üç Büyük Soru
67
parçası olduklarını kesinlikle bilmezler. Fakat siz ve tüm ye tenek ve nitelikleriniz, basitçe tek bir hücrenizin yetenek ve niteliklerinin 40 trilyonla çarpılmış hali değilsiniz. Siz basit çe biyolojik süreçlerinizin kümülatif sonucu, tek tek parçala rınızın toplamı değilsiniz. Bu 40 trilyon hücrenin bir tanesi bile mizah duygusuna sahip değilken, her nasılsa sizin mizah duygunuz var. Her nasılsa, kendi işlerini yapan bu 40 trilyon hücrenin tüm bu faaliyetlerinden ortaya çıkan bir "ben" var. Buna ortaya çıkma diyoruz. Bunun meydana geldiğini ve bir anlamda evrene güç verdiğini anladığımız halde, nasıl mey dana geldiğini anlamıyoruz. Dev bir balansı türü var. Bu balansı "yanardöner" denilen ve ortaya çıkan yeni bir özellik sergiliyor. Ortalama bir dev balansı o kadar da zeki değildir. Aslında dahi bir dev balansı da zeki değildir. Ancak toplu olarak oldukça akıllıca bir şey yaparlar. Çizgi filmlerde birini hipnotize etmek için kullanı lan o döner spiral deseni gözünüzün önüne getirebiliyor mu sunuz? Şimdi bir yemek tabağı büyüklüğündeki bir balansı grubunun, tam doğru anda, stadyumlarda dalganın yapılma sına benzer şekilde, koyu renkli karınlarını yukarı döndürerek bu deseni yaptıklarını düşünün. Ancak bunun saniyede bir kaç kez döndüğünü hayal edin. Bir balansının diğerini bunu yaparken görüp de, "Şimdi benim sıram," diye düşünmesi mümkün değildir. Anlar öylece döner durur ve bu gösteri karşısında tamamen çıldırmış görünen eşekanlarını korkutup kaçırırlar. Ancak diğerlerine yanardöneri yapmaları için sinyal vermekle görevli tek bir balansı söz konusu değil. Karınca kolonilerini ele alalım. Herhangi bir karınca bir an kadar da zeki değildir. Yine de koloni yuva yapmak, tünel kazmak ve havadaki değişikliklere tepki vermek gibi inanıl maz şeyler yapar. Yapılması gereken farklı farklı karınca işleri vardır ve karıncalar tek tek bir işi bırakıp diğerine geçerler. Koloniyi korumak için geride kalan karıncalar ile yiyecek
68
YAPAY ZEKA ÇAGI
aramak için dışarı çıkan karıncalar arasında gerekli denge sağlanır. Yakınlarda bir piknik varsa bazı karıncalar işi bıra kıp daha fazla yiyecek elde etmeye çıkarlar. Ancak mesele şu: Yetkili bir karınca yoktur. Kraliçe yetkili değildir, sadece yumurtlar. Hiçbir karınca diğerine ne yapacağını söylemez. Dolayısıyla koloninin kendisinin ortaya çıkan bir zihni olduğu düşünülebilir. Bu seçenek öncekinden oldukça farklıdır. "Zihninizin nu marası" görüşü beyin fonksiyonunun temelde anlaşıldığını ve tüm uygun uyarılarla birlikte, makul biçimde basit oldu ğunu öne sürer. Kafanızdaki ses beyninizin mikrofonu ele alan farklı parçalarından başka bir şey değildir. Ortaya çıkan görüş, çok az anlaşılan beyninizde bir şeylerin olup bittiği yönündedir. Zihniniz beyninizin temel parçalarından ortaya çıkh ve "zihninizin numarası" görüşünün ileri sürdüğü ka dar basitçe açıklanamayan özellikler edindi. Son derece şaşır hcı olmasına rağmen basit bir organ olarak beyin işin aslıdır görüşünü onaylıyorsanız, "zihninizin numarası" görüşünü çok cazip bulabilirsiniz. Eğer bu görüşün gerçekte yarahcılığı açıklayamadığı konusunda içiniz rahat değilse veya kontro lü elinde tutan gerçek bir siz olduğunda ısrarcıysanız, ortaya çıkma görüşünü savunan taraf size daha uygun gelebilir. Son seçenek benliğinizin ruhunuz olduğudur. Muhteme len insanların çoğunluğu buna inanır. Neden mi? Dini inanç, evrensel olmasa da kesinlikle normdur. Birbiri ardına yapı lan anketler Amerikalıların ezici bir çoğunluğunun (yüzde 75 veya daha fazlası) Tanrı'ya, şeytana, cennete, mucizelere ve ruha inandıklarını gösteriyor. Aynı hikayeyi dünyada da görüyoruz. Tanrı' ya olan inanç dünyada Birleşik Devletler' de olduğu kadar yüksek olmasa da, herhangi bir ülkedeki bir çoğunluğun çok da altına düşmüyor. En iyi tahminlere göre dünyada insanların yüzde 75'i Tann'ya inanıyor, yüzde lS'i agnostik ve yüzde lO'u da ateist.
Üç Büyük Soru
69
Bu arada Tann'run rehberliğine dayanmayan Darwinci ev rim teorisine inanan Amerikalıların yüzdesi ise 19; bu durum, bu yüzde 19'da hiçbir şaşkınlık ve hüsran uyandırmayan bir olgudur. Kişinin bir ruhu olduğu algısı veya inana büsbütün özel bir deneyim, bunu deneyimleyen kişi için tamamen gerçek fakat başka herkes için görünmez olduğundan, bilimin bu nun üzerinde çalışması zordur. Bir gün bilim beynin, bu bö lümün başlarında açıkladığım şekilde çalışıp çalışmadığını tespit edebilir ve ortaya çıkmayı d aha iyi anlayabilir ancak ruh, tanımı gereği maddi dünyanın fiziğinin dışında var olur ve dolayısıyla bilimsel yoklamayı geçecek ne kanıta ne de çü rütmeye tabidir. Kuşkusuz, bu iyi bir şey çünkü bunu okuyan hemen herkesin ruhları olup olmadıklarına dair öyle ya da böyle bir fikirleri olduğundan ve bilimsel bir yayının bir fikir sunmasını beklemediklerinden eminim.
Öyleyse esas "benliğiniz" nedir? Beyninizin bir numarası mı, ortaya çıkan bir özellik mi yoksa ruhunuz mu? Bu seçe nekler birbirini dışlar gibi görünmeyebilirler. Birisi ortaya çı kan bir zihni olduğuna, metaforik kolundan çıkardığı bir iki havalı numarası olan bir beyni olduğuna ve bir ruhu olduğu na inanabilir. Ancak mesele bu şeylerin var olup olmadıkları değil, hangisinin "siz" olduğudur.
Kısım 2
S I N I RL I YAPAY Z E KA VE RO B OTLAR
JOHN HENRY'NİN ÖYKÜSÜ
n dokuzuncu yüzyıla ait bir halk öyküsünde, John Hen ry, işi kayalara çelik çiviler çakmak olan "çivi çakan adam" olarak tanımlanır. Eskiden, bu iş kayalarda delik aç mak için yapılırdı. Bu deliklere patlayıcılar yerleştirilir, patla yıcılar da yeni rayların döşenmesi için yolu temizlerdi. John Henry bu adamların içinde en iyisiydi. Bir gün aynı işi yapan bir buharlı delici icat edildi. John Henry'nin yerine bir maki ne geçmek üzere değildi, bu yüzden ustabaşına, "Bir erkek, erkek gibi davranmalıdır. Bu buharlı delici beni alt etmeden, ben elimde çekiçle öleceğim," dedi. Böylece buharlı deliciye meydan okudu. Dişe diş bir kapışma olsa da John Henry ga lip geldi. Gelgelelim John Henry kendini o kadar zorlamışh ki
O
yere yığılıp kaldı ve elinde çekiçle orada öylece, yorgunluk tan can verdi. Herkes şunda hemfikirdi: "John Henry erkek gibi öldü."
6
Sınırlı Yapay Zeka
apay zeka tam olarak nedir? Bu çok kolay kavranabile cek bir mesele değildir. Başlangıç için, terimin kökenine inmemiz gerekiyor. Yapay zeka 1955 civarında gerçek bir bilim olarak başladı. Dartmouth'ta matematik profesörü olan John McCarthy, bir önceki yıl icat ettiği "yapay zeka" teriminin olasılıklarını ve sınırlarını araşhrmak için bir proje başlatmaya karar verdi. Amaç, "makinelerin dili kullanmalarını, soyutlama ve kav ramları oluşturmalarını, şu anda insanların çözebildikleri tür deki problemleri çözmelerini ve kendilerini iyileştirmelerini sağlamakh" . Bunu yapabilmek için, halihazırda düşünebilen makineler hakkında çalışan dört bilgisayar bilimcisini bir ara ya getirdi: kendisi, Marvin Minsky, Nathaniel Rochester ve Claude Shannon (kendisiyle satranç oynayan ilk bilgisayar programını ele alırken tanışmışhk). Amaçlan "makinelerin dili kullanmalarını, soyutlama ve kavramlar oluşturmalarını, şu anda insanların çözebildikleri türdeki problemleri çözmelerini ve kendilerini iyileştirmele rini sağlamakh" . Önerilerine, özellikle yılın 1955 olduğunu dikkate alırsak oldukça "iyimser" diyelim, bir öngörü ilave edilmişti: "Eğer dikkatle seçilmiş bir grup bilim insanı bir yaz
Y
76
YAPAY ZEKA ÇAGI
boyunca üzerinde çalışırsa bu problemlerden birinde veya daha fazlasında kayda değer bir ilerleme kaydedilebileceğini düşünüyoruz." Hedefi çok yükseğe koyduğunu hisseden McCarthy daha sonra bu kavramı tanımlamak için "bilgisayar zekası" terimi yerine "yapay zeka" terimini kullandığına pişman oldu. En düstrideki birçok insan da hala aynı fikirdedir ve kendileriyle bu terim arasına mesafe koymaya çalışırlar, ancak motivas yonları genellikle bir iş motivasyonu gibi görünür: yapay zekaya öncülük etme iddiasında bulunabilecekleri yeni bir alan açmak. Bence "yapay zeka" iki problem hariç müthiş bir terim: "yapay" kelimesi ile "zeka" kelimesi. Problem "yapay" ke limesinin çok farklı iki anlama sahip olması ve hangisinin kullanıldığının belli olmaması. "Yapay çim" ifadesindeki "yapay" gibi, zekaya benzer fakat gerçekte zeka olmayan bir şey anlamında mı; yoksa buradaki "yapay" kelimesi gerçek ancak doğal veya biyolojik değil, anlamında mı anlaşılmalı? "Zeka" kelimesi de bir problem çünkü zekanın tanımı konu sunda fikir birliğine varılmış değil. Adaylar inanılmaz geniş likte bir beceri yelpazesini kapsıyor. Ancak ne demişler: "Dere geçerken at değiştirilmez." Ya pay zeka terimi bizi buraya getiren athr ve Çin