107 82 4MB
Turkish Pages 252 [258] Year 2018
BORA İYİAT
TÜRK'ÜN BiLGE BASBUGU •
ATATÜRK'ÜN DOGUŞU VE TÜRK MiLLiYETÇiLiGiNiN YÜKSELiŞi
kr"'tpto
dRI'II BiLGE BISBIII. BOZIIRT ITidRI Genel Yayın No: 102 Araştırma&lnceleme: 80 Yazan: Bora lyiat Düzelti: Serkan Akın Kapakdaki "Kurt" Görseli Çizimi: Emre Sarıçam Kapak: Kripto Tasarım Ekibi
Pazarlama Sorumlusu: Ahmet Mert öztuğ Baskı: Bizim Büro Matbaa Dağ.Yay.San. Tic.Ltd.Şti. 1 Ankara (Matbaa Sertifıka No:26649) 1.Baskı: Ekim 2014 9.Baskı: Nisan 2018
ISBN: 978-605-4991-12-9 Yayımcı Sertifika no: 11826 Her hakkı saklıdır. Bu yapıtın aynen ya da özet olarak hiçbir bölümü, telif hakkı sahibinin yazılı izni alınmadan kullanılamaz. Copyright® 2008-2018, KRIPTO KITAPLAR
Publishlng House
Yayımlayan:
kr1"pto Kripto Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti. Kültür Mahallesi, Ataç 2 Sokak, No:71/B Çankaya/Ankara Tel: 0312 432 1923 Faks: 432 1933 e-posta: [email protected] www.kriptokitaplar.com
BORAİYİAT Bora İyiat, 1975 yılında Ankara'da doğdu. İlk ve orta öğreni-mini ba basının görevleri dolayısıyla çeşitli illerde tamamladı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bağlı Deniz Lisesinde öğrenimine devam ederken kendi is teğiyle buradan ayrılarak Konya Selçuklu Lisesinden mezun oldu. Yüksek öğrenimini Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakülte sinde sürdürdüğü sırada siyasetle tanıştı ve ikinci okulum dediği siyaset 1994 yılından itibaren hayatında önemli bir yer tuttu. Profesyonel iş yaşantısına stajyer uzman olarak Ege Bölgesi Sanayi Odası Ekonomik İlişkiler ve Araştırmalar Dairesi Başkan-lığında başlayan İyiat daha sonraları önemli birçok kurum ve kuruluşta yöneticilik ve da nışmanlık görevlerinde bulundu. 2005 yılında Balıkesir Ordu Donatım Okulu Tümen Komutanlığı ve Kırıkkale Vahşihan 5000I'nci Mühimmat Ana Depo Komutanlığı' nda askerlik hizmetini tamamlamasının ardından İçişleri (E) Bakanı Yurt Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan'ın basın danışmanlığı, BBP Genel Başkanı (Merhum) Muhsin Yazıcıoğlu'na siyasi algı süreçleri ve yönetimi konularında özel danışmanlık yaptı. Bu dönem içinde İyiat, terör örgütleri başta olmak üzere Orta Doğu, psikolojik harp ve istihbarat konularında önemli araştırmalar yaptı, brifıngler verdi ve ba zı önemli devlet kurumlarına çalışma sundu.
Aynı dönemde ulusal bir
gazetede köşe yazıları yazdı. 2009 yılından bu yana özel bir yapım kuruluşuna bağlı olarak TV Programları Koordinatörü unvanı ile medya alanında çalışmalar ya-pan İyiat, TRT'de yayımlanan aralarında Osmanlı İmparatorluğu'nun 600 yıl lık hilciyesini anlatan "Sultanların İzinde", "Devlet-i Aliyye" ve dış politi kada yaşanan krizierin anlatıldığı "Diplomatik Fay Hatları" gibi program larında bulunduğu farklı tarz ve konseptte 700 bölümden fazla aktüel ve belgesel programda konsept danışmanı ve senarist olarak görev aldı. Tür-
4 1 BORA IYIAT kiye Radyo ve Televizyon Kurumunun Türk dünyası coğrafyasına yayın yapan TRT AVAZ kanalında haftalık olarak yayınlanan Bir Kent Hilciye si isimli tarihi-belgesel programı sundu ve aynı programın konsept danış manlığını da yaptı. "Bir Kent Hilciyesi" 2010 yılının en iyi belgesel prog ramı seçildi. Sekiz adet yayımianmış kitabı bulunan Bora İyiat, 2014 yılında bir ça lışma grubu olarak başlayan ve Karadeniz-Kafkaslar, Hazar ilgi coğrafyası perspektifinde Türkiye milli menfaaderi doğrultusunda çalışmalar yap mak üzere planlanmış Karadeniz Hazar Stratejik Araştırmalar ve Analiz Merkezinin kurucuları arasında, Savunma ve Güvenlik Politikaları Masası sorumlusudur. Bora İyiat, halihazırda akademik Devlet ve aktüel siyasi Yeni Düşünce dergilerinde makaleler yazmaktadır. Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olup iyi derecede İngilizce bilmek tedir.
YAYıNLANMIŞ ESERLERİ: Bir Vatanı Karşılıksız Sevmek- 2005 Platin Yay. Çekirdek ve Kovan- 2007 Akasya Yay. Türk Derin Devleti- 2008 Kripto Kitaplar Zihin Kontrolü "Psikolojik Savaşın Temel İlkeleri
-
2013 Kripto
Kitaplar Haşhaşiter'den Gladyo'ya Gizli Örgüder- 2014 Kripto Kitaplar Bozkun Atatürk - 2015 Kripto Kitaplar Türk Savaş Sanatı- 2016 Kripto Kitaplar Osmanlı Tarihi
-
2017 Kripto Kitaplar
Kün İsyanları-Emperyalizmin Ona Doğu Planı - 2017 Kripto Ki taplar
İÇİNDEKİLER
PROF.DR. CEMALLETIN TAŞKlRAN'IN ÖN SÖZÜ TÜRK'ÜN BiLGE BAŞBUGU
.......................................
••.••.••.•••..••..•..••..••••.••••.•••.•••.•••.••••.••••.•••••••••••••••.••
XIX. YÜZ\'ILDA OSMANLI DEVLETI VE BALKANLAR
...............................
MUSTAFA KEMAL'İN ŞECERESİ VE ÇOCUKLUK DÖNEMİ liARBİYELİ MUSTAFA KEMAL
7
13 19
......................
31
..••..••.•••.••.••••..••••..••..••..••.••••.••..••••••.•••••••.•••.•••
45
MUSTAFA KEMAL KIT'A'YA ÇlKlYOR
.••.•••.••.•••.••.....•.•••••.••••.••.••.•••••..........•.
AVRUPA'DA KARA BULUIT.AR, OSMANLI'DA FIRTINAYA GEBE
.•..•.....•.
71
••
81
.•••.••...••.••••...••.••.•..•••..••.
91
TÜRK'ÜN MİLLİ ŞUURUNUN KANLA YAZlLDIGIYER "ÇANAKKALE" OSMANLI DARAGACINDA, UMUT ANADOLU'DA
55
19 MAYIS 1919, TÜRKLERİN YENİDEN ERGENEKONDAN ÇIKIŞI ..•••.•• 101
MİLLI İRADE, MİLLI MECLİS İLE ZAFERE DOGRU
.................................
"TÜRKİYE CUMHURİYETİ" YENİ BİR DEVLET KURMAK
•....••.•.....•.......
UNUTULAN TÜRK KİMLiGİNİN İNŞASI VE MİLLI DEVLET MUSTAFA KEMAL ve TÜRK TARİH TEZi
135
...................................................
143
..............................................
155
....................................................
163
......................................................
171
MUSTAFAKEMAL VE MİLLI EKONOMİ
MiLLET ve MİLLİYETÇİLİK KAVRAMLARI
TÜRK MİLLİYETÇİLİGİNİN DOGUŞU
••..•••.••..•...••..••.•••••..••••••....••...•..
181
.......................................................
193
........................................
215
.......................................................................................
241
TÜRK MİLLİYETÇİLİGİ'NİN ÜÇ FİKİR BABASI GENEL KAYNAKÇA
125
..••••••...•••..••
MUSTAFA KEMAL VE GÜNEŞ DİL TEORİSİ
MUSTAFAKEMAL VE TÜRK DÜNYASI
109
Hastalıkta ve sağlıkta, iyi günde, kötü günde söz verdiğim Aylin 'im ve onun bana verdiği en kıymetli hediye olan oğluma
•..
Kitabın hazırlanq sürecinde Jesteklerini esirgemeyen bü yük, küfük tüm dost/ara, ar111tırma ve kaynaklarından fay Jalandığınım değerli akademisyenlere ve siz kıymetli okuyu cu/ara sonsuz tejekkürlerimi sunarım.
PROF.DR. CEMALLETiN TAŞKlRAN'IN ÖN SÖZÜ
Kitabın başlığı alışılmış başlıkların dışında. Atatürk'le ilgili böyle bir başlık önce yadırganıyor. Halbuki bozkun bir sembol. Nasıl Fransızların sembolü horoz, Rusların sembolü ayı ise, Türklerin sembolü de bozkurttur. Ama ideolojik önyargılardan uzak Atatürk' ün önemini anlayabilmek için her şeyden önce onun hayatını incelemek, neler yaptığını, neleri hangi düşünce içerisinde gerçekleştirdiğini iyi analiz etmek gerekir. Atatürk' ün düşünce ve inkılaplarının temelini araştırdığımız da bunun
"tam
bağımsızlık" ve "Türk milliyetçiliği" ilkelerine
dayandığı hemen görürüz. Atatürk daha öğrencilik yıllarında bağımsız bir millet olma dan çağdaş bir devletin kurulamayacağını anlamış ve özgürlüğün olmadığı onamda yaşamaktansa her türlü tehlikeyi göze alarak bağımsız bir millet için savaşmayı yeğlemiştir. Bunu yaptıkların dan ve yakın arkadaşlarının hamalarından anlayabiliyoruz. Ba ğımsızlık için vatan topraklarını işgal etmek isteyen güçlere karşı büyük bir mücadele vermiş, hiçbir şama Türk milletinin irade-
8 1 BORA IYIAT
sini bağlayacak yönetim biçimlerine razı olmamıştır. Başka ülke lerin boyunduruğu altına girmiş bir milletin zamanla tarihten si lineceğini bilerek "Ben yaşayabilmek için mudaka müstak.il
bir milletin eviadı kalmalıyım. Milli istildal bence bir hayat meselesidir." demiştir. Askerlik yıllarında Suriye' de görevli iken gizlice geldiği Selanik'te arkadaşlarına"
•••
Hürriyet olmayan bir
memlekette ölüm ve izmiblal vardır. Her terakkinin ve kur tuluşun anası hürriyettir." diyen de odur. Bu sözler daha o yıl larda Atatürk'ün kurmayı tasarladığı devleti neler üzerine inşa edeceğinin adeta ilk işaretleridir. Atatürk "Ya istildal ya ölüm" ifadesiyle hiçbir şekilde vaz geçmeyeceğini gösterdiği bağımsızlığı öylesine içine sindirmişti ki, "Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir." diyerek bağımsızlığı kendisinin bir parçası haline getirmiştir. Atatürk'ün bağımsızlık anlayışı sadece siyasi yönden bağım sızlığı içermez. Aynı zamanda askeri, ekonomik ve kültürel ba ğımsızlığı da içine alır. O, tam bağımsızlıkla, kendi kendine ye tebilen, savunmasından teknolojisine, tarımından ekonomisine kadar her alanda dışarıya muhtaç olmadan, hiçbir ödün vermek zorunda kalmadan ayakta durabiten bir yapıyı kastetmiştir. Bu konuda şöyle diyor: "İstildal-i tam denildiği zaman, bittabi si
yasi, mali, iktisadi, adli, askeri, barsi (kültürel) ve ila abiri her hususta istiklal-i tam ve serbest-i tam demektir. Bu say dı.klarımın herhangi birinde istildalden mabrumiyet, millet ve memleketin, manayı bakikisiyle istildalinden mahrumiyet demektir." Gelecekte sadece siyasi yönden bağımsız olmanın ye terli olamayacağını anlayan Atatürk, türlü imkansıziıkiara rağ men ülkemizin ekonomik yönden de bağımsızlığını sağlayacak
BOZKURT ATATÜRK 1 9 sanayi hamlelerini başlatmış ve milletimizi onak bir kültür pota sında eritip kaynaştırmak için milli bir kültürel kimlik oluşturma gayretlerini göstermiştir. Atatürk'ün ikinci temel ilkesi Türk milliyetçiliğidir. Onun milliyetçilik anlayışını çeşitli zamanlarda söylediği aşağıdaki kendi sözleriyle açıklamak yeterli olur: "Biz doğrudan doğruya milletseveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fenleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa o topluluğa daya nan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur." "Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlarnayınız. Doğuşum daki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir." "Ülkeniz sizindir, Türklerindir. Bu ülke, tarihte Türk'tü, bu gün de Türk' tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır."
"Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun en evvel, her şeyden evvel Türkiye'nin istikbaline, kendi benliğine, milli an' anelerine düşman olan bü tün unsurlada mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir." "Türk aydınlarının kendi kendisini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük olduğunu sanarak, ken dini onlardan aşağı görmesinden doğmaktadır. Bu yanlış görüşe son vermek için Türklüğümüzü bütün asaleti ve tarihi ile tanı mak ve tanıtmak şarttır." Atatürk, Türk milliyetçiliğini ve Türklüğü son derece önem semiş ve Türk tarihinde önemli bir yere sahip olan "bozkun" motifini de hayatında öne çıkarmaya çalışmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, daha Cumhuriyet ilan edil meden,
1 922' de bozkurtlu pul çıkarmış takip eden yıllarda da
10 1 BORA IYIAT
farklı bozkurdu pullar piyasaya sürülmüştür. Maarif Yelcileti (Milli Eğitim Bakanlığı) , Atatürk'ün direktifıyle Türkiye Cum huriyeti'nin devlet arınasını seçmek için 1 925'te bir yarışma aç mış, yarışınayı Namık İsmail'in "bozkurt" fıgürlü eseri kazan mıştır. Ancak eser "bozkurt'un görkemini gerektiği gibi yansıt madığı" gerekçesiyle kullanılmamıştır. Burada
az
bilinen veya bilindiği halde söyleomeyen bir du
rumu da açıklamış olalım. Kahramanmaraş'ta, 1 936 yılında, Atatürk'ün emriyle "Bayrak Tutan Bozkurt Anıtı" yapılmıştı. Anma direğe bayrak çeken bir kurt heykeli vardı. Anıtın kaide sinde: "28 İkinci Teşrin 1 9 1 9'da Türk Maraş, silah gücü ile inen bayrağını iman gücü ile yeniden dalgalandırdı. 1 936" ibaresi ya zıyordu. Atatürk'ün vefatından sonra anıttaki bozkurt heykeli kaldırıldı. Onun yerine bir direk konuldu. İbare aynen durmak tadır. Yine Atatürk'ün isteğiyle 1 935 yılında Bozkurt markalı bir si gara çıkarılmıştı. Atatürk bozkurru Türk'ün sembolü olarak be nimsemişti. O kadar benimsemişti ki çalışma masasında, çağırma zili olarak bozkurt motifı. kullanıyordu. Dönemin tanınmış ressamı İbrahim Çallı'ya, Türklerin Erge nekon' dan çıkışını temsil eden hepimizin bildiği o yağlı boya tabioyu da o yaptırmıştı. Şu sözleri üzerine, başka bir söze gerek yok sanırız: "Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğ dum. Böyle öleceğim. Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rü yaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu gö rüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıliarını Türk birliğiyle açacaktır.
BOZKURT ATATÜRK 1 1 1
Dünya sükfınunu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecektir." "Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne yedi bin senelik, en aşağı bir Türk beşiğidir. Beşik ta biatın rüzgarlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldı rımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onla ra alıştı, onları tabiatın babası tanıdı. Onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir." İşte elinizdeki bu kitap . . . Realist bir Türk milliyetçisi olan Mustafa Kemal Atatürk'ün, Türk tarihinden, Türk kültüründen ve toplumun onak değerle rinden ödün vermeden modern bilimlerin ışığında, mensubu ol duğu büyük Türk milletinin istiklal ve istikbalini düşünerek Türkiye Cumhuriyeti'ni muasır medeniyetler seviyesine çıkar mak için göstermiş olduğu büyük çabayı belge ve düşüncelerle okura sunma amacını gütmektedir. Araştırmacı Bora İyiat'ı böyle bir kitap hazırlamayı düşündü ğü için kutlarım.
•Dünyanın bize hürm�t gösurmesini istiyorsak ilk önce biz k�ndi b�nliğimize v� mil/iyetimize bu hürm�ti; hissi, fikri v� fiili olarak bütün davranı1 v� harek�tlerimizle göst�r�lim; bil�lim ki milli b�nliğini bulmayan milletler blljka milletierin avıdır. Milli mücad�leyi yapan, doğrudan doğruya milletin k�ndisidir; milletin evlatlarıdır. Milli mücadelede 1ahsl hırs d�ğil. milli izz�tinefis, g�rçek saik olmujtur. " Gazi Mustafa KemalATATÜRK
•Bizim Türk milletimiz �ski v� ��refli bir millettir. Za ten Orta Asya 'nın Altay yaylasında y�tijtiği için kartalın m�ziy�tl�rini daha gençliğind� kazanmıjtır. Ta uzakları görüjÜ ve hızlı bir UfUiU vardır. V� bu ruhu barınJıracak kadar kuvvetli bir b�den sahibidir. Zat�n maddi olsun, Jimağı olsun hiçbir sıkıcı kudr�t içind� durmaz. Bu yara tılıjta olduğundan yüksek ana yurdunun dünyadan uzak vaziyetin� karjı isyan �tmi1tir. l1t� o zaman bu ilk Türk ler b4jlarını alarak dünyanın h�m doğusuna hem batısına yayıldı/ar. " Gazi Mustafa KemalATATÜRK
TÜRK'ÜN BiLGE BAŞBUGU
Osmanlı İmparatorluğu'nun son yüzyılında, bitmez tüken mez acı ve elem içindeki millet; harap ve hitap düşmüş, en önemlisi geleceğe dair umudunu yitirmişdi. 93 Harbi'nden son ra Müslüman Türkler anık kitlesel olarak göç etmeye başlamış lar. Daha sonra göç, ı 908- ı 909 yılları arasında giderek artmış, yaklaşık 1 .5 milyon Müslüman'ın yaşadığı Makedonya ve Trak ya bu tarihte Yunanistan, Sırhistan ve Bulgaristan'la yapılan Bal kan Savaşları sonrasında kaybedilmiştir. 93 Harbi sonunda imza lanan Ayastefonos ve Berlin Anlaşmaları Karlofça' dan sonra Türklerin en fazla toprak kaybettikleri ve en kötü anlaşma olarak tarihin arşivlerindeki yerini almış; 93 Harbi, Türk tarihinin en büyük felaketlerinden birisi olmuştur. Devletin yıkılışı Balkan bozgunuyla son aşamasına varacak, Birinci Dünya Savaşı ile de tamamlanacaktı. 1 Emperyalizm, Balkan Türklüğü için yazdığı bu senaryoyu ba şarılı bir şekilde kurgulamış, aynı senaryonun benzerleri netice sinde ı 8 ı 0- ı 9 ı 8 arasında, sadece Balkanlarda, Orta Doğu' da ve Kafkaslarda katledilen Türk sayısı 5 milyona, sürgüne zorlanan Türk sayısı ise 5 milyona ulaşmıştır. 2 1
Özcan Yeniçeri, Türk Kimiiii ve Travma, Kripto Kitaplar, Ankara 2014, s.170 Ümit Özdai, Kendi Ülkesinde Kuşatılan Ordu TSK, Kripto Kitaplar, Ankara 2013, 5.37
2
14 1 BORA IYIAT ı 920
yılına gelindiğinde ise, dünya Müslümanlarının ancak
%3'ü (300 milyon Müslümanın ıo milyonu) özgürdür. Bunlar Sakarya ile Aras Nehirleri arasında yaşayan Türklerdir. Onlar da Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde kelimenin tam anlamıyla bir ölüm kalım mücadelesi vermektedirler. İngiliz Başbakanı o sıralarda "T ürkler Asya 'nın Kızı/Jerilileridir ve akıbetieri de öyle olacaktır." diyerek, Türk milleti için bir yok oluş projesi önermektedir. 3 Türk milleti, Mustafa Kemal'in önderliğinde ı 9 Mayıs ı 9 ı 9' dan
başlayarak tarihi destandaki gibi bir kez daha Ergene
kon'dan çıkma kararını alarak bu var olma savaşından galip çık mış, istiklalini kazanmış ve bağımsız bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuştur. Türk milleti İstiklal Savaşı'nın hemen ardından Mustafa
Kemal'in batbuğluğunda4 binlerce yıllık tarihini ve kimliğini yeniden keşfetmeye başlayacaktır. Kuruluş felsefesinin temeli olarak dil, kültür ve tarih birlikte liğini Türklük çatısı altına otunan Türkiye Cumhuriyeti'nin ku rucu aklı bu noktada kurumlarının şekillenmesinde de, sembol leştirilmesinde de söz konusu değerlere öncelik vermiştir. Türk Tarih Tezi, Türkler aleyhinde yazılan Batılı tarih tezle rine tepki olarak ortaya konmuştur. Liberal bilimsel çevrelerde Türk Tarih Tezi, siyasi gayeler taşıdığı, hayald veya romantik milliyetçi yönlerinin olduğu savlarıyla eleştiriise bile tezin etimo lojik ve sembol bilim özellikleri genç cumhuriyetin kurumların da yaşayacaktı. Bu teze dayanarak Atatürk iki önemli kamu han3
A.g.e., s.37 (baş'buğ) tar. 1. Eski Türklerde baş, başkan, komutan. 2. Osmanlı Devleti'nde savaş zamanı başka birliklerden ayrılıp bir araya getirilerek oluşturulan birliğin veya milis güçlerinin komutanı.
4
BOZKURT ATATÜRK 1 1 5
kasını kurdu. Bunlardan biri madenciliği desteklemek, bir değeri ise memurların, çalışanların ve vatandaşların gereksinimlerini ucuza alabilmelerini sağlamak için kuruldu. Bu iki bankaya veri len isimler oldukça ilginçti: Etibank ve Sümerbank. Bunun al tında yatan mantık ise söz konusu iki rnedeniyetin Türk kökenli olmaları ve yeni kurulan cumhuriyette Türklere tarih bilincinin aşılanmak istenrnesiydi. Soyadı Kanunu sonrası Mustafa Kemal'in bizzat verdiği so yadlarında da yine benzer izler görrnek mümkündür. Mustafa Kemal'in ise Atatürk soyadını alışının hikayesi şöyledir. 2 1 Hazi ran 1 934'te kabul edilen ve 2 Temmuz'da da Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren "Soyadı Kanunu"ndan sonra, Türkler arasında bir soyadı alma yarışı başlamış ve henüz bir so yadı bulunmayan Mustafa Kemal için de hummalı bir arayış baş lamıştı. (Hatta bu amaçla CHP Meclis grubunda özel bir komis yon kurulmuş, dilci ve tarihçi üyeler "soyadı" bulma seferberliği başlatrnışlardı.) Bu esnada muhtelif soyadı tekliflerinde bulun muş ancak bunlar Mustafa Kemal tarafından pek kabul görrne rnişti. Söz konusu soyadların neler oldukları ve kimler tarafından verildikleri ise ilk kez Mehmet Şakir Ülkütaşır' ın 1 973 tarihli "Atatürk'e Bu Soyadı Nasıl Verildi ve Bunu Kim Buldu" yazı sında yer almıştı. Bununla birlikte Ülkütaşır'ın aktardığı şu hi lci.ye bugün dahi tekrarlanan bir yanlışın temellerini atmıştı. "Ülkütaşır'ın aktardığına göre, bu listenin sunulduğu sıralarda Çankaya'da bir yemek esnasında Safvet Arıkan'ın daha önce bir toplantıda kullandığı "Atatürk" ve "Türkatası" gibi iki ismi Mustafa Kemal'in kendisi "Bir de arkadaşlar, ne buyururlar, ba kalım!" diyerek tartışmaya açar. Bunun üzerine, Konya milletve kili Nairn Hazırn Onat "Müsaade huyurulur mu, Paşam?" diye
16 1 BORA IYIAT
söz ister. Gazi "Arkadaşlar, lütfen hocamızı dinleyelim." diyerek sözü Onat'a bırakır. Onat da; " 'Türkata', 'Türkatası' gerek yazı lışta, gerek söylenişte bana biraz tuhaf geliyor. Arkadaşlar biliyor sunuz, tarihimizde bir 'Atabey' sözü, unvanı vardır. Anlamı da, yine biliyorsunuz: Bey'in, Emir'in, Şehzade'nin hatta Hüküm dar'ın ilimde, idarede, askerlikte mürebbisi, müşaviri, hocası demektir. Atabey, kullanılmış, tarihe geçmiş bir unvan-ı resmi dir. Bu unvanı taşıyan birçok Türk büyüğü vardır. Binaenaleyh biz de Türk' e her alanda atalık etmiş, Türklüğü kurtarmış, İstik laline kavuşturmuş olan Büyük Gazi'mize 'Atatürk' diyelim, bu soyadını verelim. Bu bana şivemize de daha munis, daha uygun gibi geliyor." demiştir. Gazi, Naim Hazım Hoca'nın açıklaması nı daha yerinde bulmuş, hatta üstada teşekkür etmiştir. Böylece Atatürk soyadı üzerinde ittifakla durulmuştur.5 Soyadı Kanunu çıktıktan sonra, büyük Atatürk yakın arka daşlarının soyadlarını bizzat kendi vermiş, Ali Bey'e de, Ayva lık'ta Yunan'a karşı çetin bir kaya gibi durduğundan Çetinkaya soyadını, İstiklal Savaşı'nın süvari kolordusu komutanı Fahrettin Paşa'ya uzun boyundan ve serdiğinden dolayı Altay Dağlarına benzettiğinden Altay soyadını, Mahmut Esat Bey'e Türklüğün sembolü bozkurt, yaveri ve çocukluk arkadaşı Salih Bey'e Oğuz ların bir boyu olan Bozok soyadını, eski Cumhurbaşkanlarından Fahri Bey' e daha genç bir zabitken biz bu vatanı siz gençlere emanet ettik diyerek Korutürk, manevi kızı ve dünyanın ilk ka dın savaş pilotu Sabiha hanıma da Gökçen soyadını vermişti. Bu semboller içerisinde şüphesiz en önemlisi bozkun figür ve sembolleri idi, çünkü bu sembol tüm Türk boylarının onak ka5
Mehmet ö. Alkan, "Atatürk Soyadı Nasıl Bulundu?", Toplumsal Tarih 205, Ocak 2011.
BOZKURT ATATÜRK 1 17
bulü sayılabilecek yaygınlıkta ulusal bir değer ve semboldür; sa vaşçılığı ve savaş ruhunu, özgürlüğü, hızı ve doğayı temsil eder. Türk halk kültüründe bozkurt dişinin cepte taşınmasının nazar dan koruyacağına inanılırdı. Kırgızlarda, bozkırda gezerken kurt görmek uğurdur. Rüyada kurt görmek de yine hayra yorulur. Hilal taktiği (veya Turan/Türk taktiği) adı verilen yarım çember ile düşmanı ortaya alıp çemberi kapatma stratejisi kurtlardan gö rülerek ilk defa Türkler tarafından uygulanmıştır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, için bu sembol oldukça önemli idi. TBMM, da ha Cumhuriyet ilan edilmeden ı 922' de bozkurdu pul çıkarmış, takip eden yıllarda da bozkurdu pullar piyasaya çıkarılmıştı. Ma arif Yelcileti (Milli Eğitim Bakanlığı), Atatürk'ün direktiflyle Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet arınasını seçmek için ı 925'te bir yarışma açmış, yarışınayı Namık İsmail'in "bozkurt" fıgürlü eseri kazanmıştı. Ancak eser bozkurtun görkemini gerektiği gibi yansıtmadığı gerekçesiyle kullanılmamıştı. Türk dili, tarihi, ede biyatı, folkloru vb. alanlarda araştırmalar yapmak üzere İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine bağlı olarak kurulan Türkiyat Enstitüsünün (daha sonra Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü) amblemi, Atatürk'ün arzusuyla meşale tutan bir bozkurttu. İs tanbul Darülfünun un (Üniversitesi) amblemi, bozkurt fıgürü olarak kabul edilmişti. Bu fıgür, üniversite yayın organı olan derginin kapağında da bulunuyordu. Kahramanmaraş'ta, ı 936 yılında, Atatürk'ün emriyle "Bayrak Tutan Bozkurt Anıtı" ya pılmıştı. Anırta direğe bayrak çeken bir kurt heykeli vardı. Anı tın kaidesinde: "28 İkinci Teşrin ı 9 ı 9'da Türk Maraş, silah gü cü ile inen bayrağını iman gücü ile yeniden dalgalandırdı. ı 936" yazıyordu. Paralarda, yine Atatürk'ün isteğiyle bozkurt fıgürüne yer veriliyordu. Örneğin 5 Aralık ı 927' de tedavüle çıkarılan 5 li-
18 1 BORA IYIAT
ralık paranın üstünde bozkurt motifı bulunuyordu. Atatürk'ün isteğiyle 1 935 yılında Bozkurt markalı bir sigara çıkarılmıştı. Atatürk çalışma masasında, çağırma zili olarak bozkurt motifı kullanıyordu. Atatürk, tanınmış ressam İbrahim Çallı'ya, Türk ler'in Ergenekon'dan çıkışını temsil eden bir yağlıboya tablo yaptırmıştı. Atatürk, "bozkurt" motifini beğenip kullanmasına rağmen, Türk bayrağının değişmesi konusunda ısrarcı olmamış tı. Mustafa Kemal Atatürk milletinin kendi deyimi ile muasır medeniyetler seviyesine çıkması için ömrünü vakfetmiş gerçek bir Türk milliyetçisi, TÜRK'ÜN BiLGE BAŞBUGU ve 1 9 1 9 yılında esir edilmek istenen kutlu budununu hapsolduğu dağın ardından yeniden çıkartan bir BOZKURT'tur. Ruhu Şad Olsun. T anrı T ürk'ü Korusun Ve Yüceltsin . . . BORAIYiAT Ankara, Eylü/2014
XIX. YÜZVILDA OSMANLI DEVLETi VE BALKANLAR
Kişilik; bireyin kendi iç dünyasıyla ve içinde yaşadığı dünya ile kurduğu bir ilişki biçimi, bireyi diğerlerinden ayıran (bir di ğer deyişle kişiye özgü), bir kısmı doğuştan getirilen bir kısmı da sonradan kazanılan ve büyük ölçüde değişime dirençli özellikler bütünü olarak tanımlanabilir. Psikolojideki bazı kurarnlara göre kişilik gelişimi, önemli ölçüde ergenlik dönemi sonunda tamam lanır, ancak yaşamın daha sonraki dönemlerinde de gelişmenin ve değişikliklerin ortaya çıkması olasıdır. Yetişkinlik döneminde ne tamamen aynı kalması ne de tamamen değişmesi söz konusu olmayan bu yapı, genetik unsurlar, aile, eğitim ve sosyal çevre gibi etkenler ve bu etkenierin birbirleriyle etkileşimleriyle olu şur.6 İnsan yaşamında değişimierin yoğun olarak yaşandığı dönem lerden biri olan ergenliğin temel görevinin kimlik gelişimi oldu ğu ileri sürülmektedir. Son yıllardaki gelişim psikolojisi çalışma ları, kimlik gelişiminin ergenlikte başlamasına karşın, yetişkinliğe geçiş yıllarında yoğuntaştığını önermektedir. Literatürde, kimlik konusunda birkaç temel kuramın yanında oldukça farklı açıkla6
Yrd.Doç.Dr. A. Sibel TÜRKÜM, Çağdaş Yaşamda Kişilik ve Kişilerarası ilişkiler Makale, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir 2013, s. 133
20 1 BORA IYIAT
malar ve modeller dikkati çekmektedir. 7 Ancak hemen hemen bu alanda yapılan tüm çalışmalar, çevresel koşulların ve içinde bulunulan dönem şartlarının kişilik oluşumu ve ideolojik yapı nın şekillenmesindeki etkisini tartışılmaz yapmaktadır. Bu anlamda Mustafa Kemal Atatürk'ün ideolojik yapısı ile il gili değerlendirme yapabilmemiz için öncelikli olarak doğduğu 1 88 1 yılını ve yakın sonrası dönemi incelememiz gerekir. 1 88 1 yılını ve yakın sonrasını içerisine alan dönem olan XIX. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti'nin coğrafi durumu ve ekonomik zenginliği, emperyalist Avrupalı büyük devletlerin saldırılarına ve dolayısıyla Osmanlı'yı parçalamaya yönelik poli tikalar gütmelerine sebep olmuştu. İngiltere'nin Hindistan'a gi den yolları kontrol altına alma çabası, Rusya'nın Asya ile Kafkas lara sarkma ve Akdeniz'e çıkma isteği, Osmanlı Devleti' nin iç düzeninin bozulması ve Ortodoksların Ruslar, Katoliklerin Fran sızlar tarafından korunması girişimleri, milliyetçi ayaklanmaların desteklenmesi ile birleşince XIX. yüzyılın en önemli sorunların dan olan " Şark Meselesi" ortaya çıktı. 8 "Şark Meselesi" tabiri siyaset adamları ve tarihçiler tarafından bugüne kadar çeşidi şekillerde kullanılmıştır. Terimin ilk defa 1 8 1 5 Viyana Kongresi'nde Rus delegasyonu tarafından kullanıl dığını biliyoruz. Fransız tarihçisi E. Drialut, "Şark Meselesi"ni "İslam-Hristiyan mücadelesi" olarak yorumlarken bir başka Fransız tarihçisi Albert Sorel "Türkler, Avrupa'ya ayak bastığı
7 Psk. Dr. Hasan Atak, Kimlik Gelişimi ve Kimlik Biçimlenmesi: Kuramsal Bir Değerlendirme - Makale, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar-Current Approaches in Psychiatry 2011, s.163 8 Yrd. Doç. Dr. ismail YILDIRIM, On Dokuzuncu Yüzyıl Osmanlı Ekonomisi Üzerine Bir Değerlendirme ( 1838-1918) - Makale, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Elazığ 2001, s.314
BOZKURT ATATÜRK 1 21
günden beri 'Şark Meselesi' zuhur etti" diyerek rneselenin bir Türk meselesi olduğunu vurgulamaktadır.9 Türkler İslamiyet'in hamisi ve İslam aleminin önderi duru muna geçrnekle, Avrupa için "Şark Meselesi", Türk veya Os manlı meselesi halini almıştır. Durum bu olunca, artık İslamiyet ve Türklük aynı anlamı ifade eder olmuştu. Böylece Türk-İslam ve Avrupa-Hristiyan mücadeleleri "Şark Meselesi"nin temelini teşkil etmiştir. "Şark Meselesi", son iki yüz yıl dünyanın büyük devletlerini meşgul etmiş, "güç dengesi"nin tesisinde en rnühirn arnillerden biri olmuş, entrikalara, kıskançlıklara ve pazariıkiara sebebiyet verrniştir. 1 0 Bu rneselenin artık tüm Batılı güçlerle her yerde dile getirildi ği ve Osmanlı Devleti için hasta adam yakıştırılrnasının yapıldığı söz konusu dönem sosyoekonomik olarak da harap durumdaydı. 1 8. yüzyılda başlayan ve daha sonra da devarn eden yenileş me çabalarına rağmen Osmanlı Devleti 1 9. yüzyılda siyasi ba kımdan olduğu gibi ekonomik bakırndan da geri kalmış, temel sanayi kurulamadığı gibi, iyi dururnda olan dokuma sanayi bile ülke ihtiyaçları için yeterli üretim kapasitesine ulaşamarnıştı. Mevcut sanayi ülkenin tarım ve rnaden zenginliğini değerlen dirmekten çok uzaktı. Üretim büyük ölçüde tarıma dayalı idi. Fakat tarım üretimi son derece düşüktü. Ülkenin tarım ülkesi olmasına rağmen İstanbul gibi büyük şehirlerin çoğu ithal buğ dayla besleniyordu. 1 1
9
A.Haluk ÇAY, Her Yönüyle Kürt Dosyası - Turan Kültür Vakfı Yayınları, Ankara 1996, s.11 10 Bayram KODOMAN, Şark Meselesi lşığı Altında Sultan I I.Abdülhamit'in Doğu Anadolu Politikası - Orkun Yayınevi , istanbul 1983, s.7 11 Prof. Dr. llber Ortaylı, Osmanlı imparatorluğu'nda Alman Nüfuzu - Timaş Yayınları, istanbul 2014, s.35
22 1 BORA IYIAT
Osmanlı Devleti, 1 7 ve 1 8. yüzyıllardan itibaren kendi şarılı mazisi ile kendisinden üstün hale gelen Avrupa gerçeği arasında kalmıştır. Bir yandan, mükemmel olarak kabul ettiği Fatih- Ka nuni döneminin klasik sisteminden koparnıyar ve ıslahadarla öz lemini duyduğu mazisine dönmeye ve maziyi canlandırmaya gayret ediyor, öbür yandan üstünlüğünü ispat etmiş Avrupa ger çeğini de kabullenmek durumunda kalıyordu. Bu ikilem karşı sında kalan Osmanlı Devleti, ne kendi sisteminden yeni bir al ternatif sunabiliyor ne de bir Avrupa-Osmanlı sentezi yapabili yordu. Dolayısıyla zihniyet bakımından maziye bağlı kalarak mevcut statüsünü muhafaza etmeyi, böylece psikolojik üstünlü ğünü ve kimliğini de sürdürmeyi benimsemişti. Bu tavrı ve ter cihi aynı zamanda Avrupa karşısında içe kapanma-kabuğuna çe kilme siyasetinin başlangıcı olmuştu. Ancak bu siyasetin yürü tülmesi imlcinsızdı. Zira dünya olaylarını artık Avrupa belirli yordu. Avrupa, bütün kıtalarda olduğu gibi, Osmanlı İmparator luğu'nun kapılarını zorlama ve imparatorluğun her yerine sızma imkanına sahipti. Nitekim Avrupa'nın ticari mallarıyla, teknolo jisiyle, fıkirleriyle, sermayesiyle, okullarıyla, misyonerleriyle, konsoloslarıyla, tüccarlarıyla, kumpanyalarıyla, bankalarıyla Osmanlı ülkesine girmesi zor olmayacaktı. Bu süreçte İstanbul, İzmir, Selanik, Beyrut, Trabzon, Samsun gibi şehirler Avrupa emperyalizminin önemli giriş noktaları vazifesini görmüşlerdi. Önünde sonunda İslam devletinin ve toplumunun Hristiyanlara karşı galip ve muzaffer olacağı inancıyla kendini mükemmel ve üstün gören Osmanlı, Avrupa'nın savaşlarda üstün gelmesine karşı içe kapanmak, "gavura" muhatap ve muhtaç olmamak gibi dini gerekçeti pasif bir tavır içine girmişti. 12 Söz konusu gelişme12
Prof. Dr. Bayram Kodaman, Osmanlı Devleti'nin Yükseliş ve Çöküş Sebeplerine Genel Bakış Makale, Bu makale, Sakarya Üniversitesinde düzenlenen Kuruluş ve •
BOZKURT ATATÜRK 1 23
lerden en çok etkilenen Osmanlı coğrafyası kuşkusuz onun Av rupa'ya açılan kapısı Balkanlar olacaktı. Balkanlarda Türk varlığı Osmanlı'nın kuruluş sonrası döne mine rast geliyordu. Balkan coğrafyasının Türkleştirilmesi de önemli ölçüde Yıldırım Bayezid zamanında gerçekleştirilmişti. Yıldırım Bayezid'in oğlu şehzade Ertuğrul'un vefatından sonra Saruhan sancakbeyi olan Şehzade Süleyman zamanında Saruhan ilinden Rumeli'ye sürgün şeklinde büyük çaplı göç hareketi ger çekleşti. Göçer evler bizzat Yıldırım Bayezid'in emri ile şehzade tarafından gönderiliyordu. Göçmenler bu vasırayla bütün Rume li'ye yayılmışlardı. 13 Osmanlıların Balkanlarda görünmesi ile birlikte Ortodoks halk Papalıkla Macar Krallarının Kataliklik propagandasından kurtuldu. Devlet, halkın yanı sıra Ortodoks kilisesine karşı ko ruyucu bir politika gütmüş, Ortodoks kilisesinin bütün ayrıca lıklarını tanımıştı. Osmanlı Devleti, Rumeli'ye geçtiği andan iti baren yerli halkla iyi geçinme politikası uygulamış, 'istimalet' 1 4 vererek yerli halkın Osmanlı'ya sempati duymasını sağlamıştı. Osmanlı Devleti'nin Balkanlarda yayılmasında başka faktörler de bulunmaktadır. Devlet köylünün yanı sıra eski Rum, Sırp, Bul gar ve Arnavut, feodal beylerini devlet hizmetine alarak kazanma yönüne gitmiş, onlara karşılıklı güvene dayanan görevler vermiş ti. Voynuk, Martolos, Eflak gibi geri hizmet kurumları içinde hatta tırnar sistemi içinde yer almışlar, vergi muafiyeti elde et mişlerdi. 15 Çöküş Sürecinde Türk Devletleri Sempozyumu'na (05-06 Kasım 2007) bildiri olarak sunulmuştur., 21.05.2014 sablon.sdu.edu.tr/dergi/sosbilder/dosyalar/16_l.pdf 13 Çağdaş Duman, Ankara Savaşı ve Osmanlı'nın Balkan Politikası - Makale, Uluslar Arası ilişkiler Portalı, 14.06.2012 www.uiportal.com 14 Sözlük anlamı "meylettirme, cezbetme, gönül alma" olan ve Osmanlıların uyguladığı meylettirici ve uzlaştırıcı fetih siyaseti için kullanılan ta birdir. 15 Çağdaş Duman, a.g.y.
24 1 BORA IYIAT
Günümüzde Bulgaristan olarak bilinen bölgede Trakya ve Makedonya'ya iskarı edilen Anadolu menşeli Türk göçmenler, ziraatta kullanılmayan topraklara ve ormanlık alanlara yerleşmiş lerdi. Yerleştikleri bölgeleri tarıma elverişli hale getirmişler, tica rete canlılık kazandıracak Balkaniara yeni bir medeniyet getir mişlerdi. Mevcut tahrir defterleri Türk göçmenlerinin yeni köy ler kurduklarını, bu köylere Anadolu' da oturdukları eski yerleri nin adlarını veya kendilerine önderlik eden dede, baba, şeyh gibi atalarının ad veya unvanlarını verdiklerini açık olarak göstermek tedir. Buna karşılık eski Hristiyan köylerinin az sayıda olduğu ve buralarda yaşayan halkın Türklerin yönetiminden önce vuku bu lan iç savaşlar sebebiyle nasıl perişan durumda bulundukları yine tahrir kayıtlarından anlaşılmaktadır. Bölge ile ilgili çeşidi kayıt lardan yola çıkılarak yapılan araştırmalarda bugün Bulgaristan adıyla bilinen bölgedeki Hristiyan köylerinin bütün nüfusunun 300.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Buna karşılık, Türk unsurların nüfusunun ı 550 yılında yaklaşık l .OOO.OOO'a yükseldiği görülmektedir. Türklerin bölgeye getirmiş oldukları gelişimden etkilenen Hristiyan unsurlarda ı 8. ve ı 9. yüzyıllarda artış olmuş, Türk nüfusunda ise, azalma görülmüştür. Nüfusun bu şekilde artış ve azalışına paralel olarak savaşlar, Osmanlı gü cünün erimeye başlaması ve büyük devletlerin Balkan toplum yapısına etkilerini söylemek mümkündür. 16 Esas itibarıyla ı 9. yüzyıla gelindiğinde Balkanların siyasi, sos yal ve demografik bakımdan parçalanmışlık içerisinde bulundu ğu gözlenmektedir. Bunun sebebi ilk olarak Fransız İlıtilali ile ortaya çıkan Nasyonalizm ve Liberalizm akımlarından Balkan 16 Hatice Bayraktar, Osmanlı'nın Balkanlardan Çekilmesi: Savaslar, isyanlar ve Göçler - Makale, T.C Balıkesir Üniversitesi F.E.F Karesi Tarih Kulübü Bülteni, Balıkesir 2007, s.66
BOZKURT ATATÜRK 1 25
milletlerinin etkilenişi, diğeri ise Rusya'nın yayılınacılık politika sı olarak sürdürdüğü "Panslavizm" akımıdır. Böylece, Rusya tüm Slavları bir arada toplayarak geniş topraklarda söz sahibi olma planları içerisindedir. Fakat birçok Avrupa devletinin yanı sıra XIX. yüzyılda bu devletlerin en kuvvetiisi bulunan İngiltere'nin de Balkanlarda çıkarları bulunmaktadır ve bu çıkarlar İngiltere'yi ve Rusya'yı birer rakip haline getirmiştir. Balkan topraklarındaki İngiliz-Rus mücadelesi bu iki devletin Osmanlı Devleti'ne karşı uygulamış oldukları politikaları gözden geçirmelerini gerektir miştir. Rusya' nın Boğazlara iledeyişi ve Balkan topraklarına göz dikişi, İngiltere'yi Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlü ğünü korumaya yöneltmiştir. Batıda Alman konfederasyonunu kaybeden Avusturya'nın 1 870'lerde izlemeye başladığı Balkan politikasıyla birlikte bölgede birçok ihtiras ve çatışmaların ya şanması kaçınılmaz hale gelmişti. 17 Rusya, Osmanlı Devleti için bir tehdit, Balkan halkları için de bir umut kaynağı görünümünde kendi çıkarları peşinden ko şuyordu. Zaten tarih ilerledikçe Osmanlı Devleti'nin artık yı kılmaya yüz tuttuğu netlik kazanıyordu. Asırlardır intikam alma ve emperyalizm adına Osmanlı'nın verimli topraklarını paylaş maya çalışan iki devlet -Rusya ve İngiltere- arasında söz konusu amaç üzere bir rekabet ortaya çıkmıştı. Rusya, Balkanlardaki milletleri silahlandırarak isyana teşvik etmekle ve Slavları kışkırtarak Panslavizm akımını yaymakla amacını gerçekleştirmeye çalışmıştı. Panslavizm akımı 1 9. yüzyı lın başlarında ortaya çıkmış olup tüm Slavları bir çatı altında bir leştirme amacını gütmüştü. Fransız ihtilali'nin sonucu olan mil liyetçilik düşüncesinden kaynağını alan bu akım, başlangıçta fel sefi ve edebi bir karakter taşımakta iken sonradan siyasi bir ka17 Hatice Bayraktar, a.g.y, s.66
26 1 BORA IYIAT
rakter haline gelmişti. 18 Rusya, Başta Balkanlarda çıkarları için amaçladığı demografik ve siyasi değişiklikler için "Slav Yardım Komitesi" adı altında bir örgüt kuracaktı. Başkanlığını Rus Eğitim Bakanlığında kıdemli vekil olan Bakhmetev'in yürüttüğü komitenin kurucu üyeleri arasında önemli isimler bulunmaktaydı. Komitenin amacı, Rusya dışın daki Slavlara, özellikle de Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan Slavlara yardım etmekti. Bakhmetev' in imzasıyla, 3 1 kurucu üyenin izin isteği nedeniyle Rus Dışişleri Bakanı Gorchakov'a gönderilen dilekçede komitenin amaçları üç ana noktada belir tilmişti: 1- Güney Slavlarının kilise, okul ve diğer ulusal kurumlarını geliştirmek için para toplamak, 2- Slav kilise ve okullarına kitap ve malzeme göndermek ve Ortodoks kilise ve okullara gerekli olan her şeyi temin etmek, 3- Moskova'ya eğitim için gelen Slavlara yardım etmek. 19 Aynı zamanda kurucu üyeler hem Rusya'daki hem de Rusya dışındaki Slavlara bağış toplamak ve taşımak izni isteyerek Rus Dışişleri Bakanlığının ve Posta İdaresinin bu konuda yabancı kişi ve kurumlarla ilişki kurulmasında kolaylık sağlamasını talep et mişlerdir. Komite başından itibaren aktif bir şekilde çalışmaya başlamış ve Panslav amaçlar için farklı kesimlerle iş birliği yap mıştı. Özellikle Bulgarlar üzerinde yoğunlaşan komite, kilise ile yakın ilişki kurmuştu. Bunun sonucunda hem Moskova' daki, hem de Moskova dışındaki kilise ileri gelenleri harekete etkin bir 18 Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi -Ankara 1948, s.243 19 Yrd.Doç.Dr. Mithat AYDIN, 19.Yüzyıl Ortalarında Panslavizm ve Rusya- Makale, Pamukkale Üniversitesi Eğitim fakültesi Dergisi, Denizli 2003, s.6
BOZKURT ATATÜRK 1 27
şekilde destek vermişlerdi. 20 1 870'lere gelindiğinde, Panslavizm hareketlerini, yani esas olarak Doğu Avrupa halkları üzerindeki geleneksel politikasını gerçekleştirmek üzere yeni bir araç olarak sistemleştirerek kullanmayı esas almıştı. 2 ı Balkan halklarını kışkınarak onları adeta isyana zorlayan Rusya, Osmanlı Devleti'ni kilitlemeye ve hareketsiz kılmaya ça lışmıştı. İçte yaşanan sorunlarla dahi uğraşamayacak kadar yor gun olan Osmanlı Devleti, bir tarafta Balkanlardan, bir tarafta ise kuzeyden ve doğudan gelecek olan Rusya'nın tehdidi altında kalmıştı. Kırım Harbi'nin yenilgisini unutamayan Rusya, bu tip manevralarla gerçekleşecek olan savaşa her türlü hazırlıklarını yapmıştı. Baş gösteren Balkan isyanı önlenmek istendiyse de, du rum farklı bir karakter taşımaktaydı. Rusların körükleyerek alev lendirdiği zincirleme isyanların genel ve büyük bir savaşa yol açacağı ihtimal dahiline girince dönemin büyük devletleri (İngil tere ve Fransa) ise karışmak gereğini duymuşlardı. 22 İngiltere ve Fransa tabidir ki böyle bir muhtemel savaşın Rusya'nın lehine olacağını değerlendirmişlerdi. Bu her iki büyük ve emperyalist devlet bu koskocaman verimli topraklara Rusya gibi bir başka sömürgeciyi sokmak istemiyorlar. Kendilerine rakip istemiyor lardı. Meselenin savaşsız ve Rusya'ya bırakılmaksızın halledilmesi için İstanbul'da Tersane Konferansı adı altında bir uluslararası konferans toplanmış ve bu söz konusu konferansa Rusya da aktif olarak üye olmuş ve diplomatik mücadelesini sürdürmüştü. Konferansa, İngiltere'nin önderliğinde Fransa, Rusya, Avus turya, Almanya, İtalya ve Osmanlı İmparatorluğu katılmıştı. Fa kat Osmanlı İmparatorluğu'nun bağımsızlığına ve toprak bütün20
Yrd.Doç.Dr. Mithat AYDIN, a.g.y., s.6 Akdes Nimet Kurat, a.g.e., s.243 22 Turhan Sahin, Öncesiyle ve Sonrasıyla 93 Harbi - Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1988, s.37 21
28 1 BORA IYIAT
lüğüne aykırı fikirler sebebiyle anlaşmaya varılamamıştı. Konfe ransa katılan devletler, İstanbul' da bir çözüm bulunamaması üzerine Londra' da tekrar toplanarak 3 1 Mart 1 877' de Londra Protokolünü imzalamışlardı. 23 Bu protokole göre, Babıali'ye Balkanlarda ısiahat yapılması, Hersek sancağına bağlı ve Hristiyan toplumunun oturduğu iki kazanın Karadağ'a verilmesi, Tuna boylarındaki Türk-Rus bir liklerinin barış zamanındaki seviyeye indirilmesi kararlarına va rılmıştı. İstanbul Konferansına göre daha hafif olan bu teklifleri Rusya kabul etmişti ancak Osmanlı Devleti kayıpları gerekçesi ile anlaşmaya yine yanaşmamıştı. Bu kabulsüzlük doğrultusunda ise Rusya, Avrupa hukukunu koruma ve Osmanlı İmparatorlu ğu'ndaki Hristiyanları savunma gerekçesiyle 24 Nisan 1 877'de savaşı başlatmıştı. Osmanlı Devleti, İngiltere'nin kendi toprak bütünlükleri noktasındaki politikalarına güvenerek Rusya ile sa vaşa girmekten kaçınmamıştı. 1 877-78 Osmanlı Rus Harbi, Balkanlar ve Doğu Anadolu'da olmak üzere iki cephede cereyan etmişti. 2 4 T una ve Kafkas cephelerinde 3 1 Ocak 1 878 Edirne mütarekesine kadar dokuz ay yedi gün devam etmişti. Plevne müdafaası ise, 1 9 Temmuz 1 877' den 1 O Aralık 1 877 tarihine kadar dört ay yirmi üç gün sürmüştü. Balkanlarda Gazi Osman Paşa, Anadolu' da da Ahmet Muhtar Paşa komutasındaki ordular başarılar gösterseler de savaş yenilgi ile sonuçlanmıştı. Ordudaki komutanların çekişmeleri, savaşın İstanbul' dan yönedimeye çalı şılması, taktiksel hatalar, Rus ordusunun Yeşilköy önlerine gel mesi sonucunu doğurmuştu. 25
23
Turhan Şahin, a.g.e., s.38 Erhan Afyoncu, Sorularla Osmanlı imparatorluğu - Yeditepe Yayınları, istanbul 2010, s.138 25 Hatice Bayraktar, a.g.y., s.75 24
BOZKURT ATATÜRK 1 29 ı 877- ı 878
(93 Harbi) Osmanlı Rus Harbi her açıdan Os manlı Devleti için kelimenin tam karşılığı ile kaos ve yıkımı ifa de etmektedir. Bu savaş on binlerce Müslüman'ın yaşamını kay bettiği yaklaşık bir milyondan fazlasının da Osmanlı Devleti'nin elinde kalan topraklarına doğru perişan halde göç yollarına düş tüğü yıl olacaktı. Osmanlı ülkesine göç eden bu insanlar hem yolda hem de geldiklerinde büyük sıkıntılara maruz kalacaklardı. Her ne kadar Osmanlı Devleti ve Osmanlı halkı bu göç dalgasını gerek dini gerek milli gerekse insanlık duygularıyla karşılamışsa da imkansızlıklar ve devam eden savaşlar nedeniyle büyük sıkın tılar yaşanmasına engel olunamamıştı. Savaşın daha ilk günün den itibaren Rus ve Bulgarlar tarafından Türk ve Müslüman nü fusun yok edilmesine çalışılmış, önce ellerinden silahları alınan Türk ve Müslümanlar, çetelerin katliamına açık bırakılmıştı. Bu baskılar neticesinde savaş öncesinde başta Bulgaristan' da olmak üzere Balkan Türk nüfusu küçük bir azınlık haline gelecekti. İşte, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, bu denli büyük acı ların yaşandığı Balkan coğrafyasında daha bu yara kabuk bağla mamışken üç yıl sonra dünyaya geldi.
MUSTAFA KEMAL'İN ŞECERESİ VE ÇOCUKLUK DÖNEMİ
Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi kızlarından olan tarihçi Prof. Dr. Met İnan'ın, "Mustafa Kemal'den Yazdıklarım" isimli biyografık çalışması şöyle başlar: Türk milleti tarih boyunca çeşitli coğrafi bölgelerde devletler kurmuş ve medeni eserler meydana getirmiştir. 1 920 yılında ise, tarihte ilk defa Türkiye adını kullanarak Ankara' da bir hükümet teşkil edilmiştir: "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti". 1 923 yılında "Türkiye Cumhuriyeti" bütün devletlerin resmen sınırlarını tanıdığı yeni bir Türk devletidir. Bundan önce hemen tarihin her devrinde kurulmuş olan Türk devlet ve imparatorluk larının resmi unvanları ya o devleti kuranın veyahut da o bölgeye mahsus bir Türk kabilesinin adına göredir. Bunların içinde tek istisna, başına bir sıfat eklenen "Gök Türk Devleti" dir (5 52745). Milli hakimiyete dayanan prensibe göre Türkiye Cumhu riyeti'nin kurucusu M. Kemal Atatürk'tür.26 Mustafa Kemal Atatürk 1 8 8 1 yılında Selanik'te Ali Rıza Efendi ve Zübeyde Hanım'ın çocukları olarak dünyaya geldi. Hem baba Ali Rıza Efendi hem de anne Zübeyde Hanım'ın so26
Prof. Dr. Afet inan, Mustafa Kemal'den Yazdıklarım - Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ., Ankara 1999, s. ll
32 1 BORA IYIAT
yu Rumeli'nin fethinden sonra buraların Türkleştirilmesi için Anadolu'dan getirilerek bu bölgede iskan edilen Yörük!Türk menlerden gelmektedir. Yörük sözü, yürümek fiilinden yapılma, Anadolu'ya gelip yurt tutan göçebe Oğuz boylarını (Türkmenle ri) ifade eden bir kelimedir. Kelime sıfattır ve aslı da "yüğ rük" dür. (Yörümek) fiilinden türemiştir. Sıfat halinde, ileri, me deni, dirayetli, cesur anlamlarına gelmektedirY Türkler tarih içerisinde değişik nedenlerle Ona Asya'daki ana yumarından başka iklimiere taşmışlar ve bu coğrafyalarda cihan hakimi dev letler kurmuşlardır. Başka coğrafyalara gelip kendi kültürünü kaybetmeden oralarda yeni ve güçlü siyasi oluşurnlara gidebil mek, oldukça önemli bir iradedir. Konargöçerler de denilen Yö rükler (Türkmenler), Ona Asya' da yüzlerce yıldan beri geliştiri Hp yaşatılan kültür mirasımızı Anadolu'ya getirip fazla bir deği şikliğe uğratmadan yaşatmışlardır. Bir devlette milli şuur, toprak, egemenlik öğelerini tamamlayan politik örgütlenme, düzen ve disiplin sağlar. Bu öğe diğer bütün öğelere sahip toplumu, hu kuk ilkeleriyle yönetmeyi düzenler. Özellikle egemenliğin vazge çilmez bir tanımlayıcısıdır. Yörükler Anadolu'ya geldiklerinde toplumsal ve kültürel özelliklerini en iyi muhafaza eden gurup lardan olması açısından da önemlidir. 28 Mustafa Kemal'in baba soyu, Konya/Karaman veya Ay dın/Söke'den getirilerek Manastır Vilayeti'nin Debre-i Bala San cağı'na bağlı Kocacık Köyü'ne yerleştirilmişlerdir. Debre-i Bala Sancağı'nın merkezi bugün Makedonya'daki Debre şehridir. Kocacık Köyü de Jupa bölgesinde yine aynı isimle anılan bir köydür. Gazeteci Altan Araslı 1 993 yılında köye gitmiş ve AtaŞevket Süreyya Aydemir, Tek Adam - Remzi Kitabevi, 1. Ci lt, istanbul 1979, s.23 Serkan SARI, XV-XVI Yüzyıllarda Menteşe, Hamid ve Teke Sancağı Yörükleri Doktora Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta 2008, s.7 27
28
BOZKURT ATATÜRK 1 33
türk'ün dedesi Kırmızı Hafız Ahmet Efendi'nin evinin resmini çekmiştir. Araslı'nın, 1 0 Kasım 1 993 tarihli Milliyet gazetesinde yazdığı, "Ata'nın Soy Kütüğü" adlı yazısında evin fotoğrafı da bulunmaktadır. Maalesef bu ev bu tarihten kısa süre sonra yı kılmıştır. 29 Atatürk'ün baba soyunun 1 830'larda Selanik'e göç tüğü tahmin edilmektedir, babası Ali Rıza Efendi 1 839' da bura da dünyaya gelmiştir. Araştırmalara göre Atatürk'ün Dedesi Kızıl Hafız Ahmet Efendi'nin, Kızıl Hafız Mehmet Emin Efendi ve Nimeti Hanım isminde iki çocuğu daha vardır. Kızıl sadece bir lakap değil kaynaklara göre bir boy adıdır. Kızıllar, konargöçer Türkmen yörüklerindendir ve Osmanlı İmparatorluğu'nun aşiretleri islci.n politikası uyarınca yöreye yer leştirilmiş bir aşirettir. Hazar Denizi'nin doğusunda oturan Yanıurlardan bir kabile olan Kızıl aşireti, Moğol istilası ile göç ederek Anadolu'ya gelmiş ve Osmanlı sınırları içine katılmıştır. Kızıl aşireti, Sibirya Türklerinden Hakas, Abakan Tatarlarının bir boyu olarak da belinilmektedir. Bu aşiret nüfus olarak fazla olduğu için Anadolu'nun değişik yörelerinde islci.n edilmişlerdir. Anadolu' da Kayseri, Sivas, Adana, Maraş, Bolu, Tarsus, Mersin, Karaman, Afyon, Bolvadin, Dinar, Şarkikaraağaç, Karaman, Çerkeş gibi 1 3 il sınırları içerisinde 1 6 köy ve kasahada yerleş mişlerdir. Bu yerleşim yerlerinde bugün bile varlıklarını devam ettirmektedirler. Çünkü buralarda hala Kızıl, Kızıllı, Kızıllar, K.ı zılca, Kızıloğuz, Kızılcakeçili vs. adlarıyla yaşayan Türkmenler, bugün bile aşiret geleneklerine bağlı olan otantik kültüründen bir şey kaybetmemişlerdir. Kızıllar aşireti ile ilgili olarak yapılan araştırmalar onların sadece Anadolu coğrafyasında kalmadıkları, Osmanlı Devleti'nin islci.n politikası gereği, Anadolu'dan bir 29 Ali GÜLER, Bir Dahinin Hayatı - Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Istanbul 2000, s.43
34 1 BORA IYIAT
kısmının daha sonra Rumeli'ye isk:in edilmek üzere gönderilmiş oldukları tespit edilmiştir. Rumeli'de Kızıllar aşiretine ait Türk menler; Gümülcine, Dimetoka, Kavala, Üsküp, Vardar, Selanik, Silistre, Manastır ve köylerinde iskan edilmişlerdir.30 Atatürk'ün anne soyu da Konya/Karaman'dan getirilerek Vodina Sancağı'na bağlı, Sarıgöl de denilen Kayalar'a yerleştiri len Yörüklerdendir. Konya/Karaman'dan gelmelerinden dolayı bu Yörüklere Konyarlar denmiştirY Atatürk'ün anne soyundan dedesi Sofuzade Feyzullah Bey'dir. Selanik'e bir saat uzaklıkta bulunan Langaza'da çiftlik sahibiydi. Bugün ilköğrenim çağın daki çocuklarımızın çok iyi bildiği Mustafa Kemal'in kız kardeşi Makbule ile kovaladığı kargalar işte tam bu çiftliktedir. Mustafa Kemal' den dört yaş küçük olan ve 1 956 yılında kaybettiğimiz Makbule Hanım, Atatürk'ün ölümünden sonra kendisi ile aile soyu hakkında yapılan bir mülakatta;
"Annemden sık sık şunları dinlemişimdir. Bizim asıl soyu muz Yörük Türk 'üdür. Buralara Konya-Karaman çevrelerinden gelmişiz. Dedem Feyzullah Bey 'in büyük amcası Konya 'ya git miş. Mevievi dergahına girmiş, orada kalmış. Yörüklüğü tutmuş olacak ·�ı . . .
Aileyi çok iyi tanıyanlardan olan Aydın milletvekili Tahsin San, şu bilgileri vermiştir:
"Atatürk 'ün annesi Zübeyde Hanım, Sofuzade ailesinden Feyzullah Bey 'in kızıdır. Bunlar Selanik 'te doğmuş/ardır. Bu ai le 130 yıl önce Sarıgöl'den Selanik 'e gelmiştir. Vodina ilçesinin 30 Dr. Tahsin Tapur, Atatürk'ün Ecdat Vurdu Taşkale Yerleşmesinin Coğrafyası -
Makale, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya 2009, s.275
31 Burhan Göksel, Atatürk'ün Soy Kütüğü Üzerine Bir Çalışma - T.C. Kültür Bakanlığı
Yayınları Atatürk Dizisi 2. Baskı, Ankara 1994, s.35-36 32 Makbule Atadan (nak.)
BOZKURT ATATÜRK 1 35
batısında Sarıgöl bucağında on altı köyden oluşan bu bucak ai lesi, Makedonya ve Tesalya 'nın alınmasından sonra Osmanlı hükümetinin Konya dolayı ailelerinden gönderip yerleştirdiği Türkmenlerdendir. Son zamanlara dek beş yüzyıllık süre boyun ca yaşam biçimlerini, kılık ve giysilerini değiştirmemişlerdir. '53 Zübeyde Hanım ile ilgili olarak bu alanda en ciddi biyografık çalışmalardan kabul edilen Atatürk kitabının yazarı olan Lord Kinross bakın nasıl bir tanımlama yapmıştır:
'Zübeyde Hanım, Bulgar sınırlarının ötesindeki Slavlar ka dar sarışındı; düzgün ak bir teni, derin ancak duru, açık mavi gözleri vardı. Ailesi Selanik 'in batısında Arnavutluğa doğru, sert ve çıplak dağların geniş, donuk sulara gömüldüğü göller bölge sinden geliyordu. Burası Türklerin Makedonya yı ve Tese/ya yı almalarından sonra Anadolu 'n un göbeğinden gelen köylülerin yerleştik/eri yerdi. Bu yüzden Zübeyde Hanım damarlarındaki ilk göçmen Türklerin torunları olan ve hdld Toros Dağlarında özgür yaşayışiarını sürdüren sarışın Yörüklerin kanını taşıdığını düşünmekten hoşlanırdı . . '54 .
Bu iki Türkmen ailenin birbirleri ile dünür olmak istemesi nin ardından Ali Rıza Efendi ve Zübeyde Hanım'ın yaptıkları evliliklerinden doğan sarışın mavi gözlü çocuk, bir zamanlar Osmanlı coğrafyasında yer alan Makedonya sınırları içerisindeki Selanik'in Koca Kasım Paşa Mahallesi, Islahhane Caddesi üze rindeki üç kadı bir evde, ı 88 ı yılının ı Ocak ile ı 2 Mart arası
33 Tahsin San (nak.)
34
Lord Kinross, Atatürk "Bir Milletin Yeniden Doğuşu" - Altın Kitaplar, istanbul 1994, s. ll
36
1 BORA IYIAT
bir tarihte dünyaya gözlerini açtı.35 Mustafa Kemal bu evliliğin meyvesi olan altı çocuktan dördüncüsü idi. Ev, o zamanlar, etrafı yüksek duvarlada çevrili olup harem ve selarnlığı olan, üç kadı, klasik ve çıkartmalı bir evdi. Dış yüzü sı va üzerine pembe boyalı olup alt pencerelerine demir, üst pence relerine ise ahşap kafesler yapılmıştı. İşte Mustafa Kemal bu evin ikinci katındaki sol tarafa düşen ocaklı odada doğmuştu.36 Bu al tın saçlı çocuğun babası Ali Rıza Efendi, yeni doğmuş bu güzel eviadına "Mustafa" adını vermek istedi. Bunun bir hikayesinin olduğunu da biz yine Mustafa Kemal'in kız kardeşi Makbule'den öğrenmekteyiz.
''Ağabeyime isim koymak için bütün hısım ve akrabalar top lanmıjlar. Birçok adlar söylemijler. Fakat babam bunlann hiç birisini beğenmeyerek ağabeyimin adını Mustafa koymuj. . . Bu nun sebebi de babam küçükken kardeji Mustafa 'nın salıncağını sallarken onu düjürüp ölümüne sebep olmUj. . . Kardejinin hatı rasını ytljatmak için ağabeyime Mustafa adını koymUjtur. Bu suretle kulağına Mustafa okumUjlar. . . '!'17 Mustafa büyüdükçe akranı diğer çocuklar kadar çevresini izli yor ve olup bitenlerden çocuk zekisıyla bir bilinç oluşuyordu. O günlerde Makedonya için söylenebilecek tek bir demografik ana liz vardı:
''Buradaki kadar değijik, birbirleri ile bağdajmayan ve asla kayntljmayan, üstelik birbirinden nefret eden, fakat aynı toprak üstünde ytljamak zorunda olduklarından birbirlerine zoraki ya3SVrd. Doç. Dr. Ali Güler, Mustafa Kemal'i Atatürk Yapan Süreçte Aile Çevresi ile ilk ve Orta Öğrenim Yaşantısı'nın Rolü - Genelkurmay Başkanlığı ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara 1998, s.10 36 Yrd. Doç. Dr. Ali Güler, Sarı Paşa - Berikan Yayınları, Ankara 2007, s.19 37 Enver Behnan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, istanbul 1958
BOZKURT ATATÜRK 1 37
kınlaşan ancak kendilerine has özelliklerini de bu kadar kuvvet le belli eden bir insan topluluğuna başka hiçbir yerde rastlana mazdı. ''8 İşte bu onam, Türk ve Müslüman çocukların vatan ve millet duygularını çok erken uyandırmaktaydı. Bu ortamda çocuklar peri ve dev masallarından çok, savaş, göç, zafer ve bozgun hilci yeleri dinleyerek büyüyorlardı. Eskiye olan özlemlerini ise türkü lerlerde, ninnilerde, destanlarda dile getiriyorlardı.39 Evet o, Ma kedonyalı her çocuk gibi kulağının işitıneye başladığı, algılamaya açık olduğundan beri sürekli Rumeli kahramanlık türküleri din lemişti. İradenin hep üstte olduğu bu ezgilerde, kahramanlığa dair çok fazla şey vardı. Orada yaşayanların inancına göre eski kahramanlar, fatihler yetişmediği için yeniliyorduk. Bu kahraman ve fatihlerden biri daha çıkarsa kunulurduk ve eski yunlarımıza kavuşurduk. 40 Genç Mustafa da genç dimağında yaşadıklarını bir yerlere not ediyordu. Öyle ki yıllar sonra Türk kadıniarına hitaben bakın neler söyleyecekti:
"Ey millet, ey altı yüz yıllık çarjafo bürünmÜJ, bej bin yıllık açık alınlı Türk kadını. O bej bin yıllık geleneklerini, bugünkü subayların komutasına verdiğin çocuklarına, bejik/erinde iken ninni yaktın mı? Bu ninni/erinde onda bir karakter yaratın mı?"'ı
38 Semavi Eyice, Atatürk'ün Doğduğu Yıllarda Selanik - Istanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yayınları, istanbul 1981, s.465
39 Tayyip Saygılı, Atatürk'te Milli Şuur Fikri - Yüksek Lisans Tezi, istanbul
Üniversitesi Atatürk ilkeleri ve inkılap Tarihi Enstitüsü, istanbul 1989, s.21 Fa li h Rıfkı Atay, Babanız Atatürk - Pozitif Yayınları, istanbul 2006, s.8 41 Nuri Conker, Kemal Atatürk, Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal - Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981, s.161
4°
38 1 BORA IYIAT
Bu şartlar altında okul çağına gelen Mustafa için bu kez de ai le içi iki ayrı tercih ortaya çıkmıştı. Zübeyde Hanım, Musta fa'nın yaşadıkları yere yakın geleneksel/dini mahalle mektebine kaydedilmesini istiyor ve oğlunun daha sonra ya bir hoca ya da bir hafız olmasını arzuluyordu. Ali Rıza Bey, Mustafa'nın mo dern ilke ve standartiara uygun eğitim almasını istiyordu. Şemsi Efendi isimli genç bir adam o zamanlar Selanik' te bir okul aç mıştı ve Ali Rıza Bey, Mustafa'yı bu okula göndermekte karar lıydı. O günleri ileride Mustafa Kemal Atatürk şöyle nakledecek ti:
"Çocukluğuma dair ilk hatırladığım şey, mektebe gitmek meselesine aittir. Bundan dolayı anamla babam arasında şiddet li bir mücadele vardı. Annem ilahilerle mektebe başiamamı ve mahalle mektebine gitmemi istiyordu. Babam o zaman yeni açı lan Şemsi Efendi 'nin mektebine devam etmeme ve yeni usul okurnama taraftardı. Nihayet işi babam mahirane bir surette halletti. Evvela Merasim-i mutade ile mahalle mektebine çıktım. Sonra da Şemsi Efendi 'nin mektebine kaydedildim. Az zaman sonra babam vefat etti. '"�2 Atatürk'ün ilk öğretmenlerinden Şemsi Efendi, Türk eğitim sisteminde sınıfa harita, kürsü, kara tahta, tebeşir, sıra ve öğretim levhalarını getiren, aynı zamanda teneffüsleri, beden eğitimi derslerini, gözlem gezileri gibi pedagojik yöntem ve teknikleri ilk uygulayan öğretmenlerdendi. Onun öğrencileri rüştiye son sınıf öğrencilerinden daha iyi yazı yazabilir, okuyabilir, kitap okuma alışkanlığını kazanmış olduğu fark edilebilir, matematik prob lemlerini kolayca çözebilir, coğrafya haritalarını istendiği şekilde kullanabilirlerdi. Atatürk'ün ilk eğitim döneminde, Şemsi Efendi 42
Ahmet Emin Ya lman, 1922 (nak.)
BOZKURT ATATÜRK 1 39
gibi pedagojik ilkeleri bilen ve uygulayan bir öğretmenle karşı laşmış olmasının, içindeki gizli güçlerin ortaya çıkmasında, yeni likçi, özgürlükçü olmasında, okuma sevgisi ve araştırmacılığının gelişmesinde etkili olduğu inkar edilemez. Şemsi Efendi, aynı zamanda halkın okuma alışkanlığı kazanmasına da önem veren eğitimcilerdendi. Selanik'te halkın kitap ve gazete okuması ama cıyla açılmış olan kıraarbanelere kitap ve dergilerle destek olması onun toplumsal sorunlara duyarlı bir halk eğitimci olduğunu göstermektedir. Şemsi Efendi'nin, halkın gereksinmelerine dö nük bakış açısı Atatürk'ü de, dolaylı olarak etkilemiş, küçük yaş larda toplumsal sorunlara karşı duyarlı olmasını sağlamıştı. 43 Kısa süre sonra babasını kaybeden Mustafa buradaki okuldan ayrılmak wrunda kalmıştı. Yanında annesi ve kız kardeşi olduğu halde dayısının çiftliğine taşınmışlardı. Burada kaldığı sürede eğitim almaması annesini üzüyordu. Aklına onu yeniden Sela nik' e teyzesinin yanına göndermek geldi. Burada yeniden gittiği ilkokulu bitirmiş ardından Selanik Mülkiye idadisine kaydını yaptırmıştı. Burada yaşayacağı bir olay onun ve Türk milletinin kaderini değiştirecekti. Burada okuduğu sırada arkadaşlarından birisi ile basit bir kavgaya karışır ve kavganın neticesinde karşısına çıktığı öğret meni Kaymak Hafız Efendi'nden ağır bir dayak yer. Bu olay kar şısında zaten mağrur bir kişiliğe sahip olan Mustafa, okula bir daha dönmeme kararı alır. Mustafa ilk defa tek başına seçimini yapacaktır. Mustafa, bu arada ne olmak istediğinin de kararını vermiştir. Subay olmak istiyordur. Varanın su gibi avuçlardan gittiği bu dönemde bir şeyler yapabilmenin tek yolu güçlü olmaktır. Belki 43
Sait Taş, Atatürk'ün Düşünce Yapısına Etki Eden Unsurlar - Makale, SDU International Journal of Technologic Sciences, Isparta 2010, s. 74
40 1 BORA IYIAT
kulaklarında kalan Rumeli türküterindeki bir kahraman olabile cektir. Okul için giyrnek zorunda olduğu kıyafederine bakar . . . Öğrencilerin giyrnek zorunda oldukları şalvarlı, kuşaklı gele neksel giysi sinirine dokunınaya başlamıştır. Oysa sokaklarda bı yık burup caka satmak, azamedi bir tavırla kılıçlarını kaldırım taşlarına vurup şakırdatarak geçerlerken kendilerini saygıyla izle diği askerlerin üniformaları buna hiç benzemiyordu. Mustafa, onların sorguçlarına, güvenlerine, üstün durumlarına, yabancı tarla dolu bir şehirde, Türklüklerini ortaya koyuşlarına özenerek bakıyordu. 44 Annesinden gizli olarak Askeri Rüştiye sınaviarına girdi ve ka zandı. Annesinin onun asker olmasını istemediğini biliyordu. Her şeyi oldubiniye getirecekti ama annesinin de kalbini kırmak istemiyordu. Çünkü biliyordu ki Zübeyde Hanım, kendisinin ya Allah yolunda bir ilim ya da babasının bir türlü becerernediği bir tüccar olmasını istiyordu. Ancak Mustafa, annesini kırmaya cak bir yol bulmuştu. Babasının ona bıraktığı tek hediye olan kı lıç onun odasında başucundaydı. Bunu annesine hatırlattı. Bunun tek bir anlamı olabilirdi: Babası, onun asker olmasını istemişti. Mustafa, bir kahraman tavrı takınarak annesine "Ben, asker doğdum, asker öleceğim. " dedi.45 Mustafa, artık Selanik Askeri Rüştiyesi'nin bir öğrencisi ve Osmanlı ordusunun bir subay narnzeti idi. Burada öğretim üye lerinin çoğu aydın fıkirli ve iyi yetişmiş subaylardı. Ömrü bo yunca ve hila gururla anılacağı "Kemal" adını burada çabuk kav rayışı, analitik zekasından etkilenen Mustafa isimli bir matema tik öğretmeninden alacaktı. Matematik kadar başarılı olduğu bir diğer ders Fransızcaydı. Fransızca öğretmeninin de sıcak yakla44 Lord Kinro55, a.g.e., 5.25 45
Lord Kinro55, a.g.e., 5.26
BOZKURT ATATÜRK 1 41
şımıyla dil öğrenme konusunda büyük istek duyacaktı. Daha iyi eğitim alacağı iddiasıyla öğretmenleri onu rüştiyenin ardından Manastır Askeri ldadisine yönlendirmişlerdi. Mustafa Kemal, burada okurken de öğretmenlerinin kısa sü rede dikkatini çekmiş, parlak bir subay ve komutan olacağının sinyallerini vermeye başlamıştı. Özellikle tarih derslerine giren öğretmeni Topçu Kolağası Mehmet Tevfik Bey, ona ve diğer öğ rencilere derste Fransız Devrimi başta olmak üzere diğer devrim ve fikir hareketlerinden bahsediyor zaten meraklı ve çevresini al gılama noktasında duyuları fazlasıyla hassas olan Mustafa Ke mal'in sağlam bir tarih bilinci oluşmasına katkı sağlıyordu. Tarih okumak onda, bir yandan milliyetçilik fikirlerini geliş tirirken diğer taraftan da geçmişin hazinesi olan bilgilerden ya rarlanarak siyasi, sosyal olaylar arasındaki sebep sonuç ilişkisini kurarak zamanın siyasal ve sosyal olaylarını değerlendirmede, ta rih bilgisini kullanmanın önemini kavrayacaktır. Bu suretle ka zandığı yetenek ileride onun milli konulardaki uyanıklığını, amacına yürürnede kararlılığını büyük ölçüde etkileyecekti. 46 Manastırda okuduğu dönem Mustafa Kemal'in aynı zamanda çocukluktan, ergen bir delikanlılığa geçiş dönemidir. Genç di mağıyla çevresinde gördüğü manzara ecdad kanlarıyla sulanmış ve yüzlerce yıldır Türkler sayesinde diğerlerinin de barış, huzur ve güven ile yaşadığı coğrafyanın avuçlardan kayıp gitmesi idi. Sırplar, Bulgarlar bu toprakları bizden almak istedikleri için Manastır dağlarında ve köylerinde çetecilik yapmakta, sık sık Türk köylerini basmaktaydılar. Mustafa Kemal'in içine Manas-
46
Hikmet Altuğ, Türkiye'de Pozitivizm ve Atatürkçülük - istanbul Üniversitesi Atatürk ilkeleri ve inkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, istanbul, 1988
42 1 BORA IYIAT
tır' da vatan kaygısı çöktü. Milletinin toprakları ve hürriyetleri üzerinde dolaşan tehlikeyi seziyordu.47 Balkanlarda bunlar yaşanırken Osmanlı'nın bir başka sorunlu yeri Girit adasıydı. 14 Şubat 1 897'de Albay Timalen Vasos ko mutasındaki bir Yunan birliği Yunan kralı adına işgal için Girit' e çıktı. Albay Türklere her türlü vahşeti yaparak kendisine verilen görevin kaplarını yerine getirmeye çalıştı. Vasos, 1 6 Şubat 1 897'de Yunan kralı adına adayı Yunanistan'a ilhak ettiğini bil diren bir beyanname yayınladı. Yunan Başbakanı Deliyanis de Yunan Meclisinde Girit'in Yunanistan'a ait olduğunu resmen açıklamıştı. Osmanlı Devleti, olayı şiddetle protesto etti. Büyük devletler de 2 Mart 1 897'de Yunan Hükümeti'ne müşterek bir nota vererek 6 gün zarfında Girit'ten askerini ve harp gemilerini geri çekmesini, aksi takdirde şiddetli tedbirlere başvurulacağını bildirdiler. Yunan Hükümeti ada sularındaki savaş gemilerinin bir kısmını geri aldı ise de Rumları "Türklerin fanatizmi"ne terk ederneyeceği için adadan askerlerini çekemeyeceğini açıkladı. Bunun üzerine büyük devletler, 21 Mart 1 897' de Girit'i kuşata rak adada özerk bir yönetim kurulduğunu açıkladılar. Ertesi gü nü de adaya asker çıkartıp Girit'i geçici olarak işgal ettiler. 4 8 Bu durum Yunan kamuoyunda büyük tepkiye yol açtı. Etniki Eterya'nın etkisi altında bulunan Yunan Hükümeti ve kamuoyu, Osmanlı Devleti'ne savaş açılmasını istemeye başladı. Girit'teki hareket serbestisi kısıtlanan Yunanlılar bu sefer Teselya sınırında ihlal ve tahrik eylemlerine başvurarak Osmanlı Devleti'yle harp isteyen kamuoyunun Makedonya'ya dönük ihtiraslarını gerçek leştirebileceklerini düşünüyorlardı. Etniki Eterya'nın ajanları va sıtasıyla ayaklandırılacak olan Makedonya Rumlarının yanı sıra 47 48
Falih Rıfkı Atay, Babanız Atatürk - Pozitif Yayınları, istanbul, 2006 Dömeke Meydan M uharebesi - Bilgi Notu, www.e-tarih.org
BOZKURT ATATÜRK 1 43
Balkanlarda bulunan diğer topluluklar da Osmanlı Devleti'ne savaş açacaklar, Yunanistan da bu yolla zafer elde edebilecekti. Bu planı gerçekleştirmek için Yunan subayları komutasındaki çe teler, Osmanlı sınırına tecavüze başladı. 9- 1 O Nisan 1 897' de Kalabaka'da Osmanlı sınırını on beş kilometre kadar geçtiler. Ancak Osmanlı kuvvetleri karşısında tutunamayacak Yunanistan topraklarına geri çekilmek zorunda kaldılar. Yunan saldırılarının devamı üzerine Yıldız Sarayı'nda toplanan meclis savaşa karar verdi. On beş dakika sonra da Padişah'ın, meclisin kararını onaylaması üzerine orduya savaş emri verildi. Bu sırada Yunan ordusunun eşkiya saldırısı süsü vererek hududu geçtiği haberi geldi. Böylece 1 7 Nisan 1 897' de Osmanlı-Yunan savaşı başladı. Ethem Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Yunanlıları, arka arkaya yenilgiye uğratarak Yenişehir ve Tırhala'yı ele geçirerek geri çekilmeye mecbur bıraktı. Sonucu kesin olarak tayin eden savaş ise, 1 5- 1 7 Mayıs 1 897' de Dömeke' de yapıldı. Burada Türk ordusu Yunanlıları kesin ve ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu yenilgi den sonra Yunan ordusu hızla geri çekilmeye başlamış, halk deh şet içinde kalmış, hükümet ise ne yapacağını şaşırmıştı. Önünde anık ordu diye bir şey kalmamış olan Türk askerinin Yunanis tan'ı baştan başa işgal etmesine ve başkent Atina'yı ele geçirme sine hiçbir engel kalmamıştı. 49 Savaşın başladığı anda gönüllü olarak cepheye gitmek isteyen Mustafa Kemal'in bu talebi kabul edilmemişti. Yunanlıların bu kadar ağır yenilgi almasından hoşlanmayan Avrupalı devletler, savaşı bir an önce bitirmek için Osmanlı Devleti'ne müdahale etmeye başladılar. Bunun üzerine Rus Çarı, Sultan Il. Abdülhamid' e telgraf göndererek savaşın durdurulmasını istedi. Sultan ise ateşkes şartlarının oluştuğuna kanaat ederek Türk or49
Dömeke Meydan Muharebesi, a.g.y.
44 1 BORA IYIAT
dusunun nihai taarruza hazırlandığı 20 Mayıs 1 897 tarihinde mütareke yapılması için emir verdi. Zafere bu kadar az kala, sa rayın böyle bir karara varması Makedonya' da doğan, bütün acı ları yaşayan Mustafa Kemal için hazmeditmeyecek bir durumdu. Bu durumu ileride şöyle anlatacaktı:
"Hocalarımız bize, bütün Yunanistan 'ın işgalinin mümkün olduğunu söylemişlerdi. Arkadaşım Nuri, genç bir zabitin 'Ya zık, Çok Yazık!' diyerek hıçkırarak ağladığını anlattı. Manastır sokaklarında yine jenlikler yapılıyor. Padişahım çok yd.ja temen nileri yükseliyordu. Ben ilk defa bu temenniye katılmadım . "50 . .
50 Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk - inkılap Kitapevi, istanbul 2008, s.ll-
12
HARBİYELİ MUSTAFA KEMAL
1 899 yılının Mart ayı ortalarına kadar Selanik' te tatilini geçi ren Mustafa Kemal, İstanbul Pangaltı'daki Harbiye Mektebi'nde yüksek öğrenimine devam etmek için Selanik'ten vapura biner ve İstanbul'a, Payitaht'a hareket eder. Böylece bütün çocukluğu ve ilk gençlik yıllarının geçtiği Makedonya'dan ilk defa ayrılır. Birikimi ile yeni bir hayata atılacağı, kişiliği ve düşüncelerinin daha da olgunlaşacağı Harp Okulu'na girişi (duhulü) 1 Mart 1 3 1 5/ 1 3 Mart 1 899, Apolet Numarası 1 283'tür. "Harbiyeli Mustafa Kemal", buradaki " 1 3 1 5 Duhullülere Mahsus Künye Defteri"ne "Selanik'te Koca Kasım Paşa Mahalleli Gümrük Memurlarından müteveffa Ali Rıza Efendi'nin mahdumu uzun boylu, beyaz benizli Mustafa Kemal Efendi Selanik 96" olarak 1 282 Selanikli Ahmet Tevfik Efendi ile 1 284 Manastırlı Recep Fahri Efendi arasına kaydedilecektir.51 Mustafa Kemal artık bir Harbiyelidir. Söz konusu tarihlerde yüksek tahsil adına ciddi ve bilimsel temelli eğitim veren dört önemli kurumun tamamı başkent İstanbul'da idi. Bu okullar; Tıbbiye, Harbiye, Mühendishane ve içerisinde Hukuk mektebi nin de yer aldığı Mülkiye idi. Mustafa Kemal'in Harbiye'ye kay dını yaptırdığı yıl Sultan'a karşı bağımsızlık ve milli fıkirlerin sa vunucusu İttihat ve Terakki Cemiyeti fılizlendiği Tıbbiye Mek51 K.K.K Kara Harp Okulu Arşivi, Künye Defteri No:21
46 1 BORA IYIAT
tebi içinde oldukça hızla gelişmiş, fikirlerinin keskinliği ve içinde taşıdığı illüzyonla diğer yüksek öğretim kurumlarına da hızla ya yılmıştı. Mustafa Kemal, Harbiye'ye geldiğinde zaten Manastır' da al dığı fikri olgunlaşma ile hürriyet kavramı ve memleket meselele rine karşı daha hassas bir hildeydi. Harbiye onun için bir yan dan donanımı yüksek bir subay olacağı bir yandan da aldığı te melin üzerine fikri yapısını olgunlaşmarak baskı karşısında bir asi, vatansever olarak yetişeceği yüksek eğitim kurumu olacaktı. Sınıf olarak piyadeyi seçmişti. İlk sene İstanbul'un cazibesine kapılan bir genç olacak ve derslerini ihmal edecek ancak yıl sonu kendisini çabuk toparlayarak üst sınıfa geçmeyi başaracaktı. O dönem tüm Harbiyeiiierin boş zamanlarda bir araya gelerek belli konular üzerine tartışmalar yapması bir ritüel olmuştu. Mustafa Kemal de bu geleneğe uyacak ve çok kısa süre içinde etkileyici hitabeti ve yalın anlatımıyla arkadaşları arasında sivrilecekti. Ko nuşmalarının konusu genel olarak vatan meselesine gelip dü ğümleniyor, kendisinde bu zor durumdaki vatanına bir şeyler yapabilme inancı yerleştikçe daha asi bir hal alıyordu. Devir malum olduğu üzere istibdat dönemi idi. Sultan II. Abdülhamit'in tüm saltanatı boyunca zaten sınırlı olan özgür lükleri büyük ölçüde baskı altına aldı, basma sansür koydu. Yö netimiyle ilgili olarak olumlu yayın yapılması için çeşidi kaynak ları kullandı. Toplanma özgürlüğünü tümüyle yok etti. En ufak ziyaretleri bile kısıtladı. Kendi hükümdarlık iradesini, her çeşit hukuk kurallarının üstünde gördü ve öyle benimsetmeye çalıştı. Kendi hükümetinin dışında, Yıldız Sarayı'nda bir gölge hükü met kurdu. Bununla, devletin her girişimini denetim altına al maya çalıştı. Büyük bir hafiye örgütü ile iktidarını güvenceye ka vuşturmak istedi. Hatta bunlar için özel daireler oluşturdu. Bu dönemde sadaret makamı da tam yirmi altı kez değişikliğe uğra-
BOZKURT ATATÜRK 1 47
dı. Yine bu devirde, değişik anlamlara geliyor düşüncesiyle san sür, tertip, vatan, millet, hürriyet, grev, suikast, ihtilal, anarşi, monarşi, sosyalizm, dinarnit ve barut gibi sözcüklerle Makedon ya, Trakya ve Girit gibi yerlerden söz edilmesi, yazılması yasak landı. Bu yasaklara Ziya Paşa, Namık Kemal ve Abdülhak Ha mit gibi yazarların yapıtlarının okunınası da eklendi. Avrupa'ya eğitim için öğrenci gönderilmesi, Türk ve Müslüman çocukların İstanbul' daki yabancılara ait okullarda öğrenim görmeleri, Shakespeare, Racine ve Lamartin gibi Batılı yazarların yapıtları nın okunınası ve mesleki derneklerin kurulmaları yasaklandı. Bu baskılar doğal olarak gençleri büsbütün bu meseleleri düşünme ye, tartışmaya doğru itiyordu. Aslında baskıyla birlikte bu baskıyı koyan saltanat tarafından da bu tarz yayınların okula girişinden, öğrencilerce okunmasına kadar çok farklı boyutta tedbirler alınıyordu. Harbiye daha çok muhalefetin hakim olduğu bir eğitim kurumu olmasına karşılık burada da sert disiplin cezaları bu yayınları okuyanlar için geçer liydi. Genç subay adayları tarafından Harbiye bu tarz eserlerin en çok gizlice sokulduğu okulların başında geliyordu. Mustafa Kemal de bu tür eserleri elde edip yatağının içinde okuma ve okurnayı bırakınca da ülke sorunları üzerine uzun uzun düşünmesi nedeniyle, çoğu kez sabahları gereken saatte uyanarnıyordu.52 Özellikle de Namık Kemal onun ilgisini çeken isirnlerdendi. Özellikle vatan kasidesi kendisini derinden etkile mişti. Üstelik bu şiiri kendi el yazısı ile çoğaltıp yakın arkadaşla rına dağıtıyor ve ezberlernelerini ternbihliyordu. Özellikle şu rnısraları kendi içinde bir kutsal yernin gibi sürekli olarak tekrar lıyordu:
52
Bernard Lewis, The Emergence of Modern Turkey - Oxford University Press, London 1967., s.244
48 1 BORA IYIAT
Fe/ek, her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin, Dönersem kahpeyim milletyolunda bir azimetten. 53 Bir gün yine devre arkadaşları ile koyu bir sohbete dalmıştı. Bu sefer konu Osmanlı'nın felaket ile sonuçlanan 1 877-78 Rus Harbi idi. Mustafa Kemal artık bu acılarla dolu tarihi sadece bir vatansever Türk genci olarak değerlendirmiyordu. Anık bir su bay adayı olarak vatanı korumakla mükellef bir fert olarak da konuşuyordu. Üstelik bunu sadece tarih ve siyasal alandaki bilgi siyle yapmıyor, taktik ve strateji bilgileriyle de destekliyordu. Bu sohbet esnasında birden arkadaşları onun mavi gözlerinin dolarak yine bir Namık Kemal şiirinden beyiti fısıldarken gördü ler;
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini. . . "54 Başarılı sürdürülen bir Harp Okulu eğitiminin ardından artık Osmanlı ordusunun bir teğmeni olarak mezun olmuş ve kurmay subay olarak yetiştirilmek üzere 1 902 yılında Harp Akademisine başlamıştı. Harp Akademisindeki öğretmenleri yabancı dil bilen, iyi yetişmiş, tecrübeli subaylardı. Askerlik mesleği ile ilgili çok iyi bir eğitim alan Mustafa Kemal, diğer taraftan devletin içinde bu lunduğu durumla ilgili konularda arkadaşlarını uyarma gayreti içindeydi. Kendini yetiştirmek için kitaplar okuyor, boş zaman larını değerlendiriyordu. Mustafa Kemal, Fransızcasını ileriet mek için ders alıyordu. Yurt dışından Jön Türk gazeteleri ve Fransızca gazeteleri getirterek arkadaşlarının da okumasını sağlı yordu. Tarih ve siyasi konulara duyduğu ilgi aratarak devam 53 54
Namık Kemal, Vatan Kasidesi'nden Namık Kemal
BOZKURT ATATÜRK 1 49
ederken analitik düşünmesinin yolunu açan matematiğe olan il gisi de sürüyordu. Mustafa Kemal Atatürk'ün akademideki öğretmenleri arasın da kendisini derinden etkileyen öğretmenler vardı. Bu öğretmen ler şunlardır: Topçu Feriki (Tümgeneral), Ahmet Muhtar, Kur may Binbaşı Refık Bey, Kurmay Yarbay Nuri Bey, Pertev Paşa (Demirhan), Kurmay Albay Hasan Rıza Bey, Kurmay Albay Ze ki Bey, Kurmay Yarbay Fevzi Bey. Sınıf arkadaşı Ali Fuat'ın an latımına göre, Mustafa Kemal bu öğretmenlerinden en çok Ta biye derslerine giren Kurmay Yarbay Nuri Beyi sayıyor ve takdir ediyordu. Nuri Bey gerçekten geniş kültürlü, çağına göre aydın düşünceli, stratejide üstat sayılan bir kurmay subaydı. Aradaki uzaklığı korumakla beraber öğrencilerine karşı içten ve ağabeyce davranıyordu. Yalnız ders vermekle yetinmiyor, genç kurmay adaylarının çeşitli sorularını da cevaplamaktan zevk duyuyordu. İşte Nuri Bey yine Mustafa Kemal'in pür dikkat takip ettiği bir dersinde farklı bir askeri taktik ve metot üzerine bilgi veri yordu. Bu metodun adı "Gerilla Harbi" taktiği idi. Dinledikle rinden notlar alıyor, hocasına her zamankinden daha fazla soru lar soruyordu. Taktik dersi hocası gerilladan "Onu bastırmak da yapmak kadar güç bir harekettir." diye bahsettiğinde Mustafa Kemal'in kafasında bazı fikirler çoktan uyanmıştı. O devirde ülkenin pek çok yerinde ayaklanmalar oluyor, bu ayaklanmalara karşı gerilla (çete) savaşı tekniği kullanmak gerekiyordu. Bundan başka, her an yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan Osmanlı İmpara torluğu'nu, hiç olmazsa onun Türk halkını gelecekte düşmanla rın üstün imkanlarına karşı çete savaşları ile korumaya çalışmak gerekebilirdi. 55 Bu konunun incelikleri ile ilgili sorular sordukça, 55
Tayyip Saygılı, a.g.y., s.31
50 1 BORA IYIAT
dtrsin önemini ve inediğini kavrayamayan bazı öğrenciler Mus tafa Kemal'in ısrarını anlamsız bulmuşlardı.56 Harp Akademisinde her cuma akşamı öğrenciler bir sınıfta toplanırdı. Kapılar kapandıktan sonra Mustafa Kemal, üzerine sımsıkı oturan şık üniformasıyla, elinde bazı kağıtlarla ve hızlı adımlarla kürsüye çıkar, tıpkı bir hoca gibi Paris'ten gelen Türk çe ve Fransızca gazetelerinden öğrendiklerini arkadaşlarına akta rırdı.57 Arkadaşları vatan, millet, Türklük fikirlerini ilk kez Mus tafa Kemal'den duymuşlardı. 58 Bu konuşmalardan bir tanesinde arkadaşlarına şunları söylü yordu;
"Altı yüz yıl kadar önce Anadolu 'da doğan Osmanlı İmpara torluğu, 350 yılda Viyana kapılarına kadar ilerledi. İmparator luğu güçlendiren manevi foktörler zayıftadığı için yava.J yava.J Viyana, Budapeşte, Belgrat elden çıktı. Artık bir avuç Rume li toprağına sığındık. Şimdi de elimizde kalan küçük toprak par çasını Ruslar ve Avusturyalılar almak istemekte/er. Rusların bü tün emelleri kendi ırklarından saydıkları Bulgarlar ve Sırp/ara Balkanları peşkeş çekmektir. . . Tarihte inkılaplar önce aydın ki şilerin kafasında fikir hdlinde doğmuş, zamanla toplumu sar mıştır. Bakınız dünkü vilayetimiz Yunanistan 'ın bir milli şairi vardır. Bu şair şiirleriyle Bulgarları mütemadiyen kurtuluş ha reketine, miskinlikten kurtulmaya çağırmıştır. Mil/etine, tarihi ne dşık olan bu sanatkar kısa zamanda kiliseye hakim olmuş, şi ir/eri halk arasında dilden dile dolaşmaya baj/amış, yüzyıllardır bizlerin çobanı olduğumuz Bulgarlar onun gösterdiği yolda istik56 Afet inan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler - Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1984, s.35-36 57 Sinan Meydan, Akademide Bir Hatip - www.sinanmeydan.com 58 Yrd. Doç. Dr. Mustafa Tarakçı, Atatürk'ün Askerliği ve Askerlik Anlayışı - Makale, Haliç Üniversitesi, Atatürk ilkeleri ve inkılap Tarihi 16.09.2010, www.ataturk.halic.edu.tr
BOZKURT ATATÜRK 1 51
laflerine kavuşmuş/ardır. Belki de bir süre sonra bizden başka yurt topraklarını isteyecekler ve alacaklardır. Sırpların da iki gözü görmeyen bir milli şairleri vardır. O da aynı yoldan yürüyerek milletine milli duyguları, istiklal fikrini aşılamıştır. Şiirlerinde Mi/oş Kaploviçlerden, Sultan Murat'tan bahsederek toplumun hafizasına milliyet fikrini aşılamıştır. Onun bir şiirinde Sultan Murat'ın şu sözleri vardır: Hristiyanlara zulüm etmeyiniz.. . Zülüm ve istibdat saltanat ve hakimiyeti parçalar. O şiirlerinde istiklal fikrini işler ve bunu savunurken gerçekleri de gizlememek gerektiğini göstermiştir. Yunanlıların da böyle bir milli şairleri vardır. O da yıllar boyu Eski Yunan medeniyetini şiirleriyle anlatırken ulusuna güç ka zandırmak, hürriyet için birlik ve beraberlik şartını telkin etmek istemiştir. Bütün milletierin böylesine çırpınan, milletini uyandırmak isteyen milli şairleri, aydınları vardır. Başka milletierin şairleri, münevverleri (aydınları) böyle çalışıp milletlerini uyandırırken nerede bizim mütefekkirlerimiz? Bizim bir Namık Kemal'imiz var. O, Türk milletinin yüz yıllardan beri beklediği sesi verdi. . . Arkadaşlar! Bize büyük görevler düşüyor. Yarın görev alıp gittiğimiz her yerde milletimizi yetiştirmek için zabitlerimizin muallimi olacağız. Gittiğimiz yerlerde münevver gençler/e arka daşlık ederek onları bu istikamete sevk edeceğiz. Vatanımızı ve İmparatorluğu büyük tehlikelerin beklediğini hatırdan çıkar mamak durumundayız. . . Arkadaşlarım, sizlere üzülerek ifade etmek zorundayım ki, Osmanlı İmparatorluğu 'n un temelleri Avrupa yakasında iyice sarsılmıştır. Rumeli 'de Sırp, Yunan ve Bulgar kornitacılarını besleyen Ruslar dedelerimizin kanları pahasına aldıkları bu Türk yurdunu bizden koparmak gayretindedirler. Bu bölgede orduların başında bulunan kumandanlar acz içindedirler. Av-
52 1 BORA IYIAT
rupalıların Kızıl Sultan adını verdikleri Padişah Abdülhamit ise orduya bakmamaktadır. Aylardan beri maaş alamayan za bitlerin bulunduğunu öğrendim. Orduda talim ve terbiye yok tur. Donanma Haliç 'te çürümektedir. Bu asırda böyle hüküm tları bulunan bir devleti kolay yaşatmazlar. . . Nerede Fatih, Yıldırım, Kanuni, Üçüncü Selim gibi kuman dan/ar? Son devir Osmanlı Padişahları hep cahil ve zavallı kim seler. . . Kendileri cahil oldukları için de memlekete düzen vere bilecek, millete hizmet edebilecek vezirlere asla tahammül ede memişler, memleketi bu hdle sürüklemişlerdir. Abdülmecit, Mustafa Reşit Paşa 'dan; Abdülaziz, Ali ve Fuat Paşalardan; Abdülhamit, Mithat Paşa 'dan, Hüseyin Avni Paşa 'dan daima korkmuştu. Sıkışık zamanlarda onları satlarete layık görmüşler, tehlikeyi atlattıktan sonra Mahmut Nedim gibi dalkavukları, hırsız ve uğursuzları iş başına getirmişlerdir. Şunu iyi bilelim ki, Mithat Paşa sağ olsaydı, Hüseyin Avni Paşa öldürülmeseydi ne ordumuz ne de donanmamız bu günkü hdle düşerdi. Akdeniz 'de ikinci durumda olan donanmamız, Karadeniz'de Ruslara her halde dersini verecek, 1877-1878 Seferinde Ayastefonos a kadar çekilmeyecektik. Türk- Yunan Savaşı 'nda bu donanmayı Ha liç 'ten çıkamayacak hdle getirmek suç değil midir? Millet Padi şahından neden hesap sormamalıdır? Bir hıyanet olan bu hare ketlerde bulunan bir insanı Fatih/erin, Yavuzların torunu ola rak kabul etmek mümkün müdür?"59 Mustafa Kemal, bu cuma sohbetlerinde arkadaşlarını ki ona göre tamamı Osmanlı ordusunun genç kurmay subayları olarak omuzlarında bu vatan ve adını gururla söylediği Türklüğe hiz metleri dokunacak kişilerdi, aydınlatmak için daha çok çabalı yordu. Ancak kafasında bu sohbetlere katılımın çok daha üze rinde bir kitleye ulaşma, özellikle milli fikirlerini paylaşma ihti59 Yrd. Doç. Dr. M ustafa Tarakçı, a.g.y.
BOZKURT ATATÜRK 1 53
yacı vardı. Bunu yapabilmek için dönemin en önemli iletişim aracını kullanmaya ihtiyacı vardı. Bazı arkadaşlarının da yardı mıyla bir gazete çıkaracaktı. Gerçi bu bir okul gazetesi olacaktı; fakat her şeye rağmen çok dikkatli olmalıydı. Çünkü çok sayıda aydın, gazete çıkarıp Saray' a göre "zararlı düşünceleri" yaydıkları için tutuklanıp sürgünle cezalandırılmıştı. Üstelik o bir askerdi. Bu fikir olgunlaşmaya başladığında, harekete geçecekti. Ona üç arkadaşı yardımcı oluyorlar (İsmail Hakkı, Ömer Naci ve Ali Fuar) Mustafa Kemal tarafından belirlenen ve birçoğu kendisi nin kaleminden çıkmış yazıları çoğaltıyorlardı. Gazetedeki yazı ların içeriği hep benzer konulardan oluşuyordu. Osmanlı Devle ti'nin içinde bulunduğu sıkıntılar, emperyalist devletlerin Os manlı Devleti'ni parçalamak için oynadıkları oyunlar, Batı IDe deniyeti ve Batı' da ortaya çıkan felsefi ve bilimsel gelişmeler, Hürriyet, meşrutiyet, kadın hakları, milli irade ve Türk milliyet çiliği gibi konulardan bahsediyordu. Yazım ve çoğaltına işi de küçük bir derslikte gizlice yapılıyordu. Bu gazeteler Harp Akademisi'nde gizlice elden ele dolaşıyor du. Mustafa Kemal'in yönlendiriciliği altında gerçekleşen okul gazetesi çalışmaları okuldaki bir "jurnalci" tarafından Okullar Nazırı Zülüflü İsmail Paşa'ya duyurulmuştu. İsmail Paşa, Sultan Abdülhamit'in korkunç hafiyelerinden biriydi. Birkaç gün sonra Harp Akademisi Nazırı Ali Rıza Paşa, Saray'a çağrılarak azarlan dı, kendisine ağır sözler söylendi, Padişah' a sadakatsizlikle suçla nıyordu. Neye uğradığını şaşıran Ali Rıza Paşa: "Yalandır, iftira dır, aslı yoktur. Öğrencilerimizin sevgili Padişah'ımıza sadakati tamdır." diyerek, yemin üstüne yemin ederek ancak yakasını kurtarabilmişti. Aradan iki hafta geçti. Yine bir gün Mustafa Kemal ve birkaç arkadaşı gazete yazılarından birini yazmak için Harp Akademisi'nin veteriner dershanelerinden birine girip ka pıyı kapadılar. Kapı arkasına da birkaç nöbetçi yerleştirdiler. Ya rım saat kadar sonra, nöbetçiler aniden koridorun başında okul
54 1 BORA IYIAT
müdürü Ali Rıza Paşa'yı gördüler. Nöbetçilerden biri telaşla içe riye girip "Ali Rıza Paşa geliyor, çabuk toparlanın!" diye arkadaş larına seslendi; fakat artık çok geçti. Kısa süre sonra Ali Rıza Paşa içeriye girdi. Ali Rıza Paşa, yanında bulunan emir subaylarına sı nıfta bulunan herkesin tutuklanmasını emretti. Düşüneeli bir şekilde, iki elini arkasında birleştiren Paşa, kapıya doğru yöneldi. Tam kapıdan çıkarken "Yalnız izinlerini kaldırınakla iktifa olu nabilir! " dedi. Paşa, daha sonra da "Hiçbir ceza tatbikine lüzum yoktur!" diyerek, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ceza almala rını önleyecekti. 60 Ali Rıza Paşa, belki ideal bir Harp Okulu müdürü değildi, belki çok değerli ya da yetenekli bir asker de değildi; fakat şunu itiraf etmek gerekir ki, son derece namuslu ve vicdanİ kaygıları olan bir insandı. Eğer o gün isteseydi Mustafa Kemal ve arkadaş larının geleceklerine engel olabilirdi. Paşa, o gün her şeyin far kındaydı; ama masanın üzerinde, pencereden sızan ışığın altında duran gazete yazılarını görmezlikten gelmişti. Ali Fuat, bir gün sonra Mustafa Kemal'i bularak "geçmiş olsun" dileğinde bulun du. Mustafa Kemal, arkadaşının kolunu kavrayarak üzgün, fakat kararlı bir şekilde şunları söyledi: "Bu gazetecilik işine artık ara vermek zorundayız. Ali Rıza Paşa' dan kurtulduk; ama Zülüflü İsmail Paşa' dan kurtulmamıza imkan yok. . . Ocağımıza incir ağacı diker Allah korusun! İleride eğer bir fırsat bulursak yeniden başlarız; fakat pes etmek de yok. Daha çok okuyacağız, daha çok aydınlanacağız. . . Vatanımız için ve hürriyet için kafa yoraca ğız!"61 Mustafa Kemal, 1 904'ün Aralık ayında Harp Akademisi'nden 5. olarak mezun oldu.
60 61
Sinan Meydan, a.g.y. Sinan Meydan, a.g.y.
MUSTAFA KEMAL KIT'A'YA ÇlKlYOR
Mustafa Kemal, 24 yaşında Kurmay Yüzbaşı olarak akademi den mezun olduğunda, içinde büyük bir hasret ateşinin yandığı Makedonya'ya gitmek için can atıyordu. Bütün arzusu kurmay lık stajı için doğup büyüdüğü Balkaniara gönderilmekti. İstan bul' da atanacağı yeri beklerken iki arkadaşıyla birlikte Sirkeci' de bir ev kiraladı. Harbiye' den başlayarak akademide süren devrin tehlikeli sohbetleri artık evde arkadaşları ile bir ritüel halinde de vam ediyordu. Arkadaşlarına bir sohbetinde;
". . . Siz yalnızca toprak kayıpları ile mejgulsünüz ama bunun mühim sebeplerine de bakmak lazımdır. Tarihimizdeki vahim hataları iyi tespit etmek ona göre vaziyet almak lüzumu vardır. Iktisadi vaziyetimizi askeri vaziyetimizden ve siyasi vaziyeti mizden ayrı bir vaziyetmij gibi görmek vahim bir hatadır. . . Avrupa devletlerinin iç vaziyetimize müdahaleleri ve o vasıta ile yürüttükleri siyaset bizi imparatorluğun kaybı tehlikesiyle karşı karjıya getinnektedir. Iktisadi vaziyetimizin perijanlığını gör memek kabil midir? Türklerin yaşadığı Doğu vilayet/erimizden Selanik ve Balkan cihetine kadar halk iktisadi vaziyetin bozuk luğunun azabını çekmektedir. Ancak mütegallibe denilen zümre ile çok az sayıdaki bir zümre ve saray çevresi hayatın imkanla rından fayda/anmaktadır/ar. Başımızda kapitülasyon denilen bir iktisadi bela vardır. Peki bununla neler olmuştur? Avrupa
56 1 BORA IYIAT
zenginle[ti. Avrupa milletleri fabrikalarını yaptılar. Fakat kapi tü/asyonların getirdiği iktisadi vaziyet bizi bunları yapmaktan men etti. Avrupa devletlerinin hakim oldukları topraklardaki öteki milletierin fertleri de Avrupa milletlerinin fertleri için is tihsal yapmaktadırlar. Bugünkü topraklarımız içindeki öteki milletler Avrupa 'nın kendi emelleri ile tatbik edecekleri siyaset ile kendi vaziyetterini tayin etmek siyasetini güdeceklerdir. Buna bağlı olarak da Osmanlı azınlıkları bağımsızlık için var güçle riyle mücadele edeceklerdir . . " 62 .
Sirkeci' deki aynı evi paylaştıkları arkadaşlarına sonradan bir kişi daha eklenmişti. Fethi isimli bu genç bir ev buluncaya kadar onlarla birlikte kalabilip-kalamayacağını sormuş, bu teklifi Mus tafa Kemal ve diğer hane halkı tarafından uygun görülmüştü. Fethi de kısa süre sonra diğer evde kalanlar, eve gelip giden diğer misafirler gibi akşam sohbetlerinin en fanatik müdavimlerinden olmuştu, özellikle Mustafa Kemal'in anlattıklarını can kulağı ile dinliyordu. Ancak Fethi'nin bir süre kalmak için öne sürdüğü bahaneler de gerçek kimliği gibi tamamen sahte idi. Fethi, Ab dülhamit tarafından kurulmuş olan ve istibdat döneminin en gizli teşkilatı olan Yıldız İstihbarat Teşkilatının bir mensubuydu ve eve geliş nedeni sakıncalı olarak görülen Mustafa Kemal'in fa aliyetleri ile ilgili saraya jurnal toplamaktı. Çok geçmeden Saray tarafından derlenen çoğu asılsız jurnal ler sonucu genç subayın rutuklanmasına karar verilmiştir. Hak kında gelen jurnallere göre kendisi bir fikir suçlusundan ziyade azılı ve çok tehlikeli suç örgütü lideri gibi tanımlanıyordu. Neler yoktu ki onun jurnal dosyasında: Okulda gazete çıkarmak ve za rarlı fikirleri yaymak, Ramazanın 1 5'inde Hırka-i Şerifi ziyaret 62
Sinan Meydan, Sarı-lacivert Kurtuluş - inkılap Kitapevi, istanbul 2010
BOZKURT ATATÜRK 1 57
edecek olan Abdülhamit'in arabasına bomba atmak, Sirkeci' deki evde gizli toplantılar yapmak, gizli bir örgüt kurmak, Harp Aka demisi' nde öğrenciyken, menfaat temin etmek amacıyla arkadaş ları arasında bir yardım sandığı kurarak ihtiyacı olan öğrencilere faizle para vermek kendisine isnat edilen suçlardı. Sarayda, uzun süre Askeri Okullar Nazırı Zülüflü İsmail Pa şa, Kabasakal Mehmet Paşa ve Mabeyn Başkatibi Talısin Bey ta rafından sorguya çekildi. Suçlamayı kanıdayacak hiçbir belge yoktu. İyice abartılmış birtakım varsayımlar üzerine kurulmuş bir sürü soruyla muhatap olan Mustafa Kemal, tutuklanıp Bekirağa Bölüğü zindanına atıldı. Mustafa Kemal'in tutuklu kaldığı Bekirağa Bölüğü, istibdata kafa tutan hürriyet savaşçıla rıyla doluydu. Çok sayıda öğrenci, buradaki berbat hücrelerde haklarında verilecek sürgün ya da hapis kararlarını bekliyorlardı. Mustafa Kemal, mücadelesinde yalnız değildi. Abdülhamit'in tüm haskılarına ve kurduğu jurnal ağına aldırış etmeksizin istib dat savaşçılığına soyunan çok sayıda Harp Akademisi öğrencisi vardı; fakat Mustafa Kemal'in kader birliği ettiği arkadaşlarından üstün bir tarafı vardı: o, sadece baskı rejimine karşı yapılacak bir ihtilal fikrinin peşinde koşmakla kalmıyor, daha sonra neler ya pılması gerektiğini de düşünüyordu. 63 Mustafa Kemal, dağınık sarı saçlarıyla ve yorgun gözleriyle başı önünde küçük hücresinde volta atarken en çok diğer arka daşlarını merak ediyordu. Günlerdir onlardan hiçbir haber ala mamıştı. Ara sıra tüm yorgunluğuna ve bitkinliğine rağmen bı yık altından kendi kendine gülüyordu. Daha birkaç gün öncesi ne kadar her şey ne kadar da güzeldi. Harp Akademisi'ni iyi de rece ile bitirmiş, ilk görev yerini büyük bir heyecanla bekliyordu. 63
Sinan Meydan, Sarı Paşam, "Mustafa Kemal, ll. Abdülhamit ve ittihatçılar" inkılap Kitabevi, istanbul 2010
58 1 BORA IYIAT
Ne de büyük hayalleri vardı. İstibdata karşı mücadele edecekti. Cepheden cepheye koşacak, vatanı için tüm gücüyle vuruşacaktı. Oysaki şimdi birkaç adımlık soğuk bir hücrede günleri, geceleri tüketiyordu. Bir ara yüzünde masum bir gülümsemeyle: "Vatan ve hürriyet mücadelesine girdin mi bunlara da kadanacaksın!" diye düşündü. Hafif aralık dudaklarından bir Rumeli türküsü nün ilk ezgileri dökülürken yavaş adımlarla hücreyi arşınlamaya devam ediyordu. 64 Birkaç ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Okul Müdürü Rıza Paşa'nın tavassutu ve dişe dokunur bir suç ve deli lin olmayışı serbest bırakılınalarmı sağlamıştı. Görev yeri Şam olacaktı. Mustafa Kemal'in staj için Şam'a, 5 . Ordu'ya tayini, kimilerine göre sürülmesiydi. Görev bölgesinden ayrılması da ya saktı. Mustafa Kemal Paşa bu kararı biraz da kinayeli bir şekilde, "Güzel, biz gideceğiz, bu çölde yeni bir devlet kuracağız. ifadesiyle karşılamıştı. 65 Şam'da 5. Ordu'nun emrinde kaldığı üç yıl içinde Suriye'nin birçok bölgesinde görevli olarak dolaşmış, ülkenin idaresindeki aksaklıkları, ordunun eğitim eksikliğini yakından tespit etme imkanını bulmuştu. Mustafa Kemal, burada daha önce Mustafa (Cantekin) ve Miralay Lütfü Beyler tarafından kurulmuş olan "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti"ne Ekim 1 906'da üye oldu. Vatan ve Hürriyet Cemiyeti ihtilalci özelliği olan gizli bir teşkilattı. Mustafa Kemal'in katılmasıyla cemiyet aktif biri hile gelmiş ve faaliyetlerini artırmıştır. Burada yeraltı faaliyederine girişen Mustafa Kemal teşkilatını diğer Suriye Vilayetlerinde de yayma"
64
Sinan Meydan, a.g.e. Yrd. Doç. Dr. Rahmi Doğanay, Atatürk'ün Askeri Yaşamında Suriye Günleri Makale, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Ankara 2003, www.isteataturk.com, 05.04.2010 65
BOZKURT ATATÜRK 1 59
ya çalıştı. Lübnan ve Filistin' e yaptığı resmi ziyaretler sırasında Kudüs, Yafa ve Beyrut'ta cemiyetin hücrelerini teşkil etti.66 Elbette Mustafa Kemal'in ilk kıt'a hayatı olan Şam'daki göre vini salt bu cemiyet ile değerlendirmernek gerekmektedir. Bura da yaptığı görev sırasında Mustafa Kemal, aynı zamanda İmpara torluğun Anadolu'ya uzak bu köşesinde hem halkın hem de dev letin yüzünü gözlemlerne fırsatı yakalamıştı. Şam, Mustafa Kemal Paşa'nın memleketin kurtarılması ko nusunda düşündükleri açısından elverişli görünmediği gibi, halk ilgisiz, sosyal hayat cansızdı, ekonomik durum iç açıcı değildi. Mustafa Kemal Paşa'nın bakış açısından şehir, Orta Çağı yaşa maktaydı. Karanlık basınca sokakta hayat duruyordu. Şam'ın zenginleri ve orta hallileri Berdan Nehri'yle sulanan bahçelerde zevk ve sefa içindeyken, kenar mahalleler ve halkın alt tabaka sa yılabilecek unsurları arasında sefalet, sıkışıklık, sıcak ve bıkkınlık hakimdi. Her vilayette olduğu gibi Şam' da da tam yetkili valiydi. Bu padişah vekilieri bir hükümdar gibi yaşamaktaydı. Valiler ha rem kurabiliyorlar, saf kan Arap atı ve hükümet binaları için Acem halıları satın alıyorlardı. Gün batımından sonra valinin konağında toplanıp güzel vakit geçiriyorlardı. Gündüzleri geç vakte kadar uyıınuyordu. Vali Paşa insanlara müşfık ve olumlu yaklaşırken bayındırlık hizmetleri onun görev alanına girmiyor du. Onlar asayişi sağlamakla yükümlüydüler ve inisiyatif kul lanmıyorlardı. Bazı geceler şehri dolaşan Mustafa Kemal, kaldı rımlarda, evlerin önlerinde, eski püskülere sarınıp uyuyan insan lar görüyor, onlara acıyordu. "Hayat bu mu?" diye düşünüyor du. İşin kötüsü onlar durumlarını anlayamıyor, taassup ve ceha66
Prof. Dr. E. Semih Yalçın, Mütareke Döneminde Mustafa Kemal Paşa'nın istanbul'daki Faaliyetleri (30 Ekim 1918 - 16 Mayıs 1919) - Makale, Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Ankara 2006, s.173
60 1 BORA IYIAT
let, gerçekleri görmelerini engelliyordu. Bu ortamı ve memleke tin genel durumunu düşünen Mustafa Kemal, bazen gerçekleri kabullenmeye çalışır, "Vatanımız, milletimiz bu. Bunlara layık görülen bu sefaleti n sorumlusu bunlar değil." diye düşünürdü. Devlet ve millet hem birbirleriyle hem kendi içlerinde kıran kı rana boğuşmaktadırlar. Yolsuz, mektepsiz, hastanesiz, fabrikasız, asayişsiz, emniyetsiz bir vatandı. 67 Kafasında sürekli olarak vatanı bu içine düştüğü durumdan kurtarma fikri vardı ancak Şam bu nun için uygun koşulları sağlayacak bir ortamı asla ona veremez di. Doğduğu topraklar hem zemin hem de koşulları ile bunun için en doğru yerdi. Mustafa Kemal bu düşünce ile bir izin kağı dı marifetiyle gizlice Selanik' e gidecekti. Geldiğinde amacı Şam'da üyesi olduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin bir şubesini burada da açmak ve faaliyetlerini bu rada da sürdürmekti. Bu anlamda çok güvendiği arkadaşları ile bir toplantı yapmak üzere Askeri Okuldaki hocalarından olan Hakkı Baha Bey'in evinde bir araya geldiğinde onlara şöyle ses lenecekti:
"Arkadaşlar bu gece sizleri burada toplamaktaki amacım şudur; ülkenin yaşadığı sonu tehlikeli anları size söylemeye gerek gör müyorum. Bunu tümünüz anlamışsınızdır. Bu mutsuz ülkeye karşı önemli görevlerimiz vardır. Onu kurtarmak tek amacı mızdır. Bugün Makedonya yı, bütün Rumeli yi yurt topluluğun dan ayırmak istiyorlar. Ülkeye yabancı etkenfiği ve egemenliği bir ölçüde ve eylemli olarak girmiştir. . . Ulus, zulüm ve baskı al tında yok oluyor. Özgürlük olmayan bir ülkede, ölüm ve yıkı/ış vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası özgürlüktür. Tarih bugün biz çocuklarına bazı büyük görevler yüklüyor. Ben Suri67 Yrd. Doç. Dr. Rahmi Doğanay, a.g.y.
BOZKURT ATATÜRK 1 61
ye 'de bir dernek kurdum. Baskılı yönetim/e savaşıma başladık. Buraya da bu derneğin aslını kurmaya geldim. Şimdilik gizli ça lışmak ve örgütü oluşturmak zorunludur. Sizden özveriler bekli yorum. Ezici bir baskılı yönetime karşı ancak başkaldırı ile yanıt vermek ve eskimiş olan çürük yönetimi yıkmak, ulusu egemen kılmak, özetle yurdu kurtarmak için sizi göreve çağırıyorum . . . Arkadaşlar, gerçi bizden önce birçok girişimler yapılmıştır. Ama onlar başarılı olamadılar çünkü örgütsüz işe başladılar. Biz ku racağımız örgütle bir gün kesinlikle ve ne yapıp yapıp başarılı olacağız. Yurdu, ulusu kurtaracağız. . 'fiB .
Mustafa Kemal, burada kaldığı süre boyunca sürekli olarak görüşme ve toplantılar yapıyor, her yaptığı konuşmada vatanı kunarmanın tek yolunun ulus-millet bilinci ile olacağını, bu milletin adının ise Türk milleti olduğunu ifade ediyordu. Uzun süre kalamadığı Selanik'ten yeniden Suriye'ye döndü ğünde İttihat ve Terakki Cemiyetinin ileri gelen isimlerinden Doktor Nazım, Vatan ve Hürriyet çalışanlarına amaçlarının aynı olduğunu ancak İttihat ve Terakki Cemiyetinin daha güçlü, ta nınır ve teşkilatı olduğunu söylemiş ve cemiyetleri bir anlamda birleştirmiş daha doğrusu Vatan ve Hürriyet üyelerini kendi çatı sı altında toplamıştı. 2,5 yıl kaldığı Suriye'den Selanik'e geri dö nen Mustafa Kemal de artık İttihat ve Terakki altında çalışmaya başlamıştı. Ancak Mustafa Kemal, Vatan ve Hürriyet Cemiyetinde ger çekleştirmeyi tasarladığı birçok meselenin, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde başanlamayacağını daha ilk günlerde anlamış ve başlangıçtan itibaren İttihat ve Terakki Cemiyetinin 68
M. Sunuilah Arısoy, M ustafa Kemal Atatürk'ün Söyleyip Yazdıkları - Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1982, s.2
62 1 BORA IYIAT
yönetici kadrosu ve liderleriyle tam bir görüş ve fikir birliğine va ramamıştı. Bu sebeple de İttihat ve Terakki içinde daima merkez çevrelerinden uzak tutulmuştu. Mustafa Kemal'in "Ordu artık siyasete karışmamalıdır. Ordu kışiasma dönmelidir ve politika da siyaset meydanında kalmalıdır." tezini her yerde açıkça savunma sı, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyetinin merkez çevrelerinde yavaş yavaş kendisine karşı bir havanın dağınasına sebep teşkil etmişti. 69 Üstelik Mustafa Kemal daha başka konularda da İttihat ve Terakki'nin kurucu kadrosu ile çok ciddi bir karşıtlık içindeydi. Bu konular arasında; cemiyeti, artık "Komite" olmaktan çıkarıp siyasi bir parti haline sokmak, orduyu siyasetten tamamen ayır mak ve bazı subaylara verilen "Hürriyet Kahramanı, Hürriyet Mücahidi" v.b. gibi unvaniarı kaldırmak, cemiyede masonluk arasında hiçbir alaka bırakmamak ve bunu ispatlamak için de tü zükte değişiklik yaparak, Mason Tüzüğü'nden alınmış maddeleri çıkarmak ve artık gülünç olan kabul törenini kaldırmak, cemiyet mensupları arasındaki imtiyazlı mevkileri kaldırıp kayıtsız şartsız hukuk eşitliğini sağlamak ile hükümet işlerini diyanet meselele rinden ayırmak gibi önemli konular da vardı. 70 Bunun dışında onun düşünce yapısı gerçekten İttihatçtiarın mantığından çok farklıydı. Ona göre topraklarımızda Sırp, Yu nan ve Bulgar azınlıklar yaşıyordu. Hepsi koparacakları birer parça ile anavatan saydıkları topraklara katılmak isteyeceklerdi. Devlete bağlı olanlar ise yalnızca Türklerdi. Çünkü Araplara da ayrılma fikirleri aşılanmıştı. Yıkınrının altında kalmamamız için milli bir sınırlama gerekliydi. Avrupa yakasında Batı ve Doğu 69 Dr. Fethi Tevetoğlu, Atatürk, ittihat ve Terakki - Ma kale, T.C Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, www.atam.gov.tr 70 Dr. Fethi Tevetoğlu, a.g.y.
BOZKURT ATATÜRK 1 63
Trakya bizde kalmalı, Edirne ilinin kuzey sınırları genişletilme liydi. Anadolu'ya yakın adalar bizim olmalı, hududarımız dışın da kalan Türklerle bizim sınırlarımız içinde kalan yabancılar ara sında nüfus değişimi yapılmalıydı. Anadolu'nun güneyi ise Ha tay, Halep, Musul bizde kalacak şekilde düzenlenmeliydi.71 İşte bu fikirlerin tamamı Enver, Nazım ve diğerleri için tehli keli fikirlerdi. Genç bir yüzbaşı koskoca cemiyeti pervasızca eleş tiriyor, hatta birçok kişiyi de bu söylemleri ile etkiliyordu. Ce miyetin aradığı onu bölgeden uzaklaştırarak pasifize etme fırsatı kendiliğinden ortaya çıktı. Trablusgarp'ta karışıklıklar çıkmıştı ve Mustafa Kemal oraya gönderilecekti. Mustafa Kemal için sürgün olarak düşünülen bu görevlen dirme aslında onun askeri özelliklerini bir başka alanda da geliş tirmesine vesile olacaktı. Burada da başarı ile görev yapan Mus tafa Kemal görevinin ardından yeniden Selanik' e döndüğünde 3 1 Mart ayaklanması çıkacaktır. Ayaklanmanın basmılmasını müteakip yeniden Selanik'e döndüğünde artık İttihat ve Terakki ile ilgisini kesmiş ve tek ilgisi askerlik kalmıştır. Ancak fikirleri ve mücadelesi sürekli aklındadır. İttihat ve Terakki ile Mustafa Kemal arasında yaşanan ayrım lar elbette sadece bu konularla sınırlı değildi. Daha önceki bö lümlerde de ayrıntılı olarak değindiğimiz gibi algısı açık bir birey olarak Osmanlı'nın söz konusu tarihlerde kanayan yarası Make donya topraklarında, ailesinden aldığı Türklük bilinci ile büyü yen Mustafa Kemal, Türk insanının tarihten gelen özellikleri ile zaten yetenekli ve geçmişi bilinenden çok eskiye uzanan bir mil let olduğunu savunuyor, İttihat ve Terakki Cemiyetinin ileri ge lenlerinin askerlik başta olmak üzere birçok alanda hakim dü şünce olarak kabul ettiği Batı karşısındaki ezik tutumdan rahat7 1 Tayyip Saygılı, a.g.y., s.38
64 1 BORA IYIAT
sız oluyordu. Bu acizlik gerçekten o kadar aşağılık bir duruma gelmişti ki, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin ileri gelenlerinden Abdullah Cevdet Bey " ... Bir ikinci medeniyet yoktur. Medeniyet Avrupa medeniyetidir... " söylemi üzerine kurmuş ve "Şime-i Muhabbet" başlıklı yazısında Batı ile ilgili düşüncelerini şöyle ifade etmişti: 72
".. .Avrupa demek tefevvuk demektir: Avrupa ile bizim ara mızdaki münasebet kuvvet ile zaif ve ilim ile cehl aralarındaki münasebet demektir. lşkodrayı, Manastır'ı, Selanik 'i, Trablus garp 'ı kuvvet aldı, zaif verdi.. . Evet, Avrupa bir tefevvuktur. Ona husumet beslemek bizden uzak olsun. Bu halde ben vatan daşlarıma bağırarak derim ki, bizim hasm-ı canımız kendi ata /etimiz kendi cehaletimiz, kendi fakirliğimiz, taassubumuz, gö reneğe körü körüne bağlılığımızdır. Avrupa ya muhabbet etmek ilm-ü terakkiye, maddi ve manevi kuvvete muhabbet etmektir. Avrupa 'n ın çalışkan ve şükürgüzar bir şakirdi olmak. Işte bizim rolümüz. Biz onlara ihtiyarımızia dost olmazsak onlar bizi ken dilerine dost veyahut zirdest edecekler... "13 Aynı Abdullah Cevdet Bey, "Avrupa' dan damızlık erkek geti rilip nüfusumuz ıslah edilemezse, imparatorluk asla kurtulamaz." iddiasında bile bulunmuştu. O döneme kadar kurtuluş ve çağ daşlaşmanın tek adresi kimi aydına göre İngiltere'nin, kimi aydı na göre ise Fransa'nın medeniyet anlayışıydı. Zaman geçtikce elinde sihirli değneği ile yeni bir Mesih iniyordu Osmanlı'nın kurumuş umut dallarına: Almanya. Almanya kurtarıcı, pazarlıksız ve art niyetsiz gerçek bir dost ulustu Osmanlı için, şimdiki moda deyimle stratejik ortak. Ordu 72
Ramazan Uçar, Abdullah Cevdet'in Batı Medeniyeti ve Batılılaşma Anlayışı Makale, Toplum Bilimleri Dergisi, istanbul 2011, s.9 73 Abdullah Cevdet, "Şime-i Muhabbet", ictihad, no: 89, 1329
BOZKURT ATATÜRK 1 65
bile Alman kurmaylar ile oryamasyon yapıyordu. Bu durumu en fazla eleştiren tabiidir ki Mustafa Kemal oluyordu. Mustafa Kemal, başta Türk ordusu olmak üzere stratejik ku rumların yabancı kuruHarca denetlenmesi, oryante edilmesi hu susuna sürekli olarak muhalefet ediyor. Bunun Türk'ü aşağıla mak olduğunu söylüyor ve bir milletin yazgısının onur kırıcı bir biçimde yabancı bir millete bırakılmasından duyduğu endişe ifa de ediyordu. Çok kısa zaman sonra Osmanlı Devleti'nin en bü yük askeri hezimeti Balkan Savaşı yaşanacak, Alman kurmayiarın idaresindeki Osmanlı ordusunun durumu hiç istemediği halde onu haklı çıkartacaktı. Sadece taktik anlamda değil, kendilerine kurdukları özellikle lojistik sistemi ile Osmanlı ordusu Alman ya'nın zerre kadar umurunda değildi. 20'nci yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu diplomasi de Almanya'yı, Avrupa'nın eski emperyalist ülkelerine karşı den geleyici bir güç olarak kullanmaya çalışırken kendisini bir anda Alman neo-sömürgeciliğinin kucağında buluvermişti. Sömürge düzeninin doğasında yer alan hammadde-pazar ticareti Osmanlı İmparatorluğu'nun ulaştırma sistemlerini de sömürgeci devletle rin ihtiyaçları doğrultusunda yapılandırılmasına neden olmuştu. Mevcut ulaştırma alt yapısı Balkan Harbi'nde Osmanlı İmpara torluğu'nun, kuvvetlerini harelcitın ihtiyaçları doğrultusunda, savaş alanına sevk etmesini engellemişti. Harelcit alanına sevk edilen birliklerin ise idamesini sağlayacak ikmal ve iaşe faaliyetle rinde ciddi sıkımılar yaşanmıştı.74 Savaşın ardından Mustafa Kemal, 29 Eylül 1 9 1 3'te İstanbul Barış Andaşması imzalanma sını müteakip, 27 Ekim 1 9 1 3 tarihinde Sofya Elçiliği Askeri Ata74 Dr. Bülent Durgun, Alman Islah Heyetleri ve Bischoff'un Balkan Harbinde Osmanlı Ordusunun Ulaştırması Hakkında Değerlendirmeleri - Makale, Türk Dünyası Incelemeleri Dergisi, Kış 2012 s.116
66 1 BORA IYIAT
şeliği'ne atanmıştır. Sofya'ya geldikten kısa süre sonra Yarbaylığa yükseltilecek olan Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal, aslında İs tanbul' dan uzaklaştınlmak istenmişti. Bu bir anlamda siyasi bir sürgün olarak görülmelidir. Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal, Bulgaristan'a gönderilen ilk askeri ataşedir.75 Mustafa Kemal'in görevi, Bulgar ordusunun eğitim ve malzeme durumu ile yetenek ve niteliklerini tanımaktı. Bu atamadan beklenilen en önemli sonuç ise, istihbarat çalışma ları yaparak Balkan devletlerinin özellikle Bulgaristan'ın askeri durum ve hazırlıklarının öğrenilmesi ve Bulgaristan Türklerinin örgütlenerek etkin hile getirilmesinin sağlanmasıydı. Bu memu riyet, Mustafa Kemal Atatürk'ün gelecekte üstleneceği büyük devlet adamlığının oluşmasında yararlı ve yapıcı bir deneyim olacaktı. 76 Mustafa Kemal, görevi boyunca bir yandan vazifesinin hassa siyetine binaen Bulgar yetkili ve devlet adamlarıyla sıkı ilişkiler kurmakla kalmıyor, Avrupa tarafından sürekli olarak Türk imge sini, bu propagandayı yayan devletlerin hedefinde olan Bulgarla ra karizmatik, modern ve mağrur yüzünü gösteriyor bir anlamda psikolojik harekat faaliyeti yürütüyordu. Bu anlamda en güzel örnek kendisinin davet edildiği ve Bulgaristan için en önemli resmi bayramlardan birisi olan ı ı Mayıs ı 9 ı 4 tarihinde yapıla cak Kiril-Metodi77 balosunda görülecekti.
75
Tahsin Ünal, Mustafa Kemal'in Ataşemiliterliği - Türk Kültürü Dergisi, TKAE Yayınları, Ankara 1970, s.361 76 Esra Sarıkoyuncu Değerli, Mustafa Kemal Atatürk'ün Sofya Askeri Ataşeliğinden Ölümüne Kadar Türk Bulgar ilişkileri (1913-1938) - Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2005, s.31 7 7 Kiril ve Metodi, Selanikli papaz iki kardeştir. Bulgar alfabesini birlikte tanzim etmişlerdir. Her yıl ll Mayıs'ta Bulgar alfabesinin tanzim ve tespit edildiği gün olarak kutlanmaktadır.
BOZKURT ATATÜRK 1 67
Bu kostürnlü balo, en büyük yortularından birinin şerefine yapıldığından Bulgarlar tarafından çok büyük önem atfedilmişti. O sırada yarbay olan Mustafa Kemal de bu baloya mümkün ol duğunca şık giderek İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve İtalya gibi devletlerin kordiplomatiğine karşı manevi bir üstünlük sağ lamayı arzu ediyordu. Çünkü bu devletlerin diplomatları Bulgar siyasi çevresini etkileyebilmek, Bulgaristan'ı kendi cephesine çe kebilmek için büyük bir yarış içine girmişlerdi. İngilizlerin altını, Rusların Slav birliği propagandası ve Fransız sempatisine karşılık fakir ve güçsüz durumda olan Osmanlı Devleti'nin bir temsilcisi olarak o, yeniçeri kıyafetini psikolojik bir silah olarak kullanmak istemişti. Yarbay Mustafa Kemal eski arkadaşı Kızanlıklı Cevat Bey' e bir mektup yazarak yeniçeri kıyafetinin bir takım faydalar sağlayacağını düşündüğünü ve bir mahzuru yoksa bu kıyafetin Askeri Müze'den alınarak kendisine yollanmasını istemiş, Cevat Bey de onu kırmayarak elbiseyi hazırlatmıştı. Kiril-Metodi Bala su, Şehir Bahçesi'nin karşısındaki Voyennen Kulüp'te (Askeri Kulüp) yapılmıştı. Türk Askeri Ataşesi Yarbay Mustafa Kemal, yeniçeri kıyafetiyle balo salonuna girdiğinde diğer davetliler hay ret ve takdirle onu izlemişler, Bulgar Başvekili Radoslovofun, Harbiye Nazırı Kovaçev'in ve milletvekili Açkov'un kızlarının başlattığı alkışlar, tüm salona yayılmıştı. Avusturya Elçisi Von Mussov ve Almanya Elçisi Von Hohn bizzat Mustafa Kemal'in yanına giderek kendisini tebrik etmişlerdi. Gecenin sonunda ise o, kıyafet balosunun birincisi seçilecekti. Bu balo sayesinde Mus tafa Kemal ismi, Sofya'daki bütün kordiplomatik çevrelerde ta nınmıştı. Çar Ferdinand ve Çariçe dahi onu davet ederek iltifatta bulunmuşlar, kıyafetini ve başarısını tebrik etmişlerdi. Çar ayrıca kendisine gümüş tabakasını armağan etmişti. Geceden İspanyol Maslahatgüzarı ile birlikte ayrılan Yarbay Mustafa Kemal, kendi-
68 1 BORA IYIAT
sinin tsrariarına dayanarnayıp evine gitmiş ve yine Şark usulü dö şenmiş oturma odasında yeniçeri kıyafeti ile bir fotoğraf çektir mişti. Bu fotoğraf, sonradan ünlü olmuş, sayısız kopyalan yapıla rak dağılmıştı. 78 Bugün tüm ders kitaplarında yer alan ve Musta fa Kemal'i üzerinde yeniçeri kıyafeti ile gösteren fotoğraf işte bu adı geçen gece çekilen fotoğraftır. Mustafa Kemal; bilgisi, inceliği ve üstün yeteneği ile Türk milletini, Türk ordusunu en iyi şekilde temsil etmeyi başarmış ve çağın moda hastalığı kimliksizlik, kendini hakir görme, nesiini inlclr ortamında her zaman bir ferdi olmaktan gurur duyduğu Türk ırkının meziyetlerini sergiteyerek herkesi şaşırtmıştı. Bu gözleri çakmak çakmak, kurt bakışlı sarışın genç subay o bildik leri Türk subaylarına benzemiyordu. Bir Türk milliyetçisi olarak Mustafa Kemal'in Bulgaristan'a ataşe olarak atanması, Bulgar toplumu gözünde Osmanlı yerine Türk imgesinin farkını göstermekle kalmamıştı. Mustafa Kemal bölgede görev yaptığı süre içerisinde Balkan Savaşları ardından ciddi acılar yaşayan bölgedeki Türk nüfusu üzerinde de etkili olmuştu. Bilindiği gibi savaşın ardından Türkler, büyük göç kolları ile bu topraklardan koparak Anadolu'ya hareket etmiş, burada kal mayı tercih eden Türkler ise, nüfusça bir azınlık durumuna dü şürüldükleri gibi, ekonomik bakımdan da yoksul ve zor durum da bırakılmışlardı. Ancak burada yaşamlarını sürdürmek isteyen Türkler karşılarında katı ve düşmanca bir Bulgar devlet politikası buluyorlardı. Bulgarlar tam bir asimilasyon uygulamaya başla mışlar ve Türkleri köylerinden alarak Bulgar çoğunluğun bulun duğu bölgelere yerleştirmeye başlamışlardı. Bulgaristan Türkle rinin ekonomik bakımdan Bulgar devletinin mutlak kontrolüne 78 Esra Sarıkoyuncu Değerli, a.g.y., s.l9
BOZKURT ATATÜRK 1
69
girdiği, sosyal bakımdan bütün milli kurumları yıkılmış ve kül türel özerkliğini yitirmiş olduğu; tarihlerinin yok olmak üzere olduğu, en karanlık dönemlerini yaşadıkları bir zamanda Bulga ristan'da görevli bulunan Mustafa Kemal, Balkan Savaşları'ndan sonra kaybedilen topraklarda yaşayan milyonlarca başsız Türk'ün ölümden ve yok olmaktan kurtarılması için çalışıyordu. Türklere yapılan zulüm ve haksızlıkları önlemek için Mustafa Kemal Sofya'da Büyükelçi olan arkadaşı Fethi Okyar ile birlikte hareket ediyordu. Kendilerine gelen her raporu titizlikle değer lendiren bu iki isim iktidarda bulunan Radoslovofu ziyaret ede rek şikiyette bulunmuşlar, bu konuda sen bir nota vererek İs tanbul'daki Bulgarlada misilleme yapılabileceğini ima etmişler dir. Bu notanın olumlu sonucunu da almışlardı.79 Türk azınlığı örgütleyerek ülkede etkin hile getirmeyi düşü nen Mustafa Kemal bunun bir tek şekilde mümkün olabileceği nin farkındaydı. Türk azınlığın temsilcileri mutlak suretle Bulga ristan siyasetinde de etkili olabilmeliydi. O hilde ilk olarak ya pılması gereken, ı 9 ı 4 yılında Bulgaristan'da nispi usulle yapıla cak olan genel seçimlerde, Bulgar milli meclisine mümkün oldu ğu kadar çok Türk milletvekili sokmaktı. Bu amacı gerçekleşti rebilmek için ise Türk gücünün parçalanmaması, Türklerin tek parti içinde toplanmaları gerekiyordu. Sofya'daki sosyal ve de mografik durum zaten tüm ince yönleriyle malumuydu. Bu an lamda tüm Bulgaristan'ı gezen Mustafa Kemal bu gezilerde coş ku ile karşılanmıştı. Yaptığı tespitler sonucunda Sofya'ya döndüğünde Mustafa Kemal, Türkleri Bulgar siyasetinde etkin kılmak için Türklere en sıcak yaklaşımı sergileyen Radoslovofun Liberal Partisinin des79
Müstecip Ülküsal, Dobruca ve Türkler - Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1966, s.61-62
70 1 BORA IYIAT
teklenmesini sağlarnıştı. 80 Bu yolla daha önce de belirtildiği gibi Sobranya'ya (Bulgar Meclisine) hepsi anılan partiden olmak üze re 1 7 Türk Milletvekilinin girmesi başarılmıştı. Bu arada Musta fa Kemal, Bulgaristan'da yaşayan Türklerde milliyetçi bir bilinç uyandırmak için de yoğun çaba sarf etmiş ve Türk azınlığının ileri gelenlerine ve nüfuzlu kişilerine adamlar yollamak ve örtülü ödenekten para dağıtmak suretiyle kazanmaya çalışmıştı. 81 O, Bulgaristan'daki Türk basını ile de yakınen ilgilenmiş, bu bilginin sonucu olarak Türkçe yayın yapan gazeteler de Türk varlığının korunmasında önemli katkılar sağlamıştı. Söz konusu gazetelerden özellikle Ethem Ruhi'nin yayınladığı "Balkan" ve "Türk Sedası" gazetelerinin Türk milll bilincinin kuvvedenme sinde önemli katkısı olduğu bir gerçektir. Mustafa Kemal, Bul garistan Türklerinin Türklük bilincini daha da kuvvetlendirrnek için gazetelerde çıkan haber ve yorumlara yön vermişti. 82
80
Altan Deliorman, Mustafa Kemal Balkanlarda - Bayrak Yayınları, Istanbul 2009, s.33 81 Lord Kinross, a.g.e., s. ıoı 82 Esra Sarıkoyuncu Değerli, a.g.y., s.35
AVRUPA'DA KARA BULUTLAR, OSMANLI'DA FlRTlNAYA GEBE
Tarihler 1 9 1 4 yılını gösterdiğinde satranç tahtası kareleri üze rindeki taşlar gibi ülkeler kendilerine bir yer buluyorlardı. Taraf sız gibi davranan hiç kimse tarafsız değildi. Almanya-Osmanlı yakıniaşması karşı tarafı da harekete geçirmiş araya tampon ola rak İngiliz ve Fransız destekli, kökleri eski, bağımsızlığı yeni bir Yunanistan çıkarılmış ve denge kurulmaya çalışılmıştı. Mustafa Kemal'in şiddetle eleştirdiği ordunun iyileştirme ve modernize çalışmaları Almanya'ya bırakılıyor, Alman hayranlığı ve güveni bir virüs gibi hızla yayılıyordu. İdare-i Osmanlı, Alman harp sa nayi ve askeri yeteneklerine çok fazla güvenmekteydi. Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa hatıratında bunu çok derinden analiz etmemizi sağlıyor, işte sadrazarnın hatıratından bir bölüm: " . . . 19 Nisan
Cumartesi günü Harbiye Nezareti 'nden, lstan bul'u ziyaret etmekte bulunan Almanların Goeben Zırhlısına gittim. Rıhtımda Tophaneye uğradım. JOO.OOO'den fazla tüfek imal edilmişti. Orduya dağıtılabilecek vaziyette bekliyordu. lmafat iyiydi ve tüfeklerin mavzer tüfeklerinden bir farkı yoktu. Goeben 'de merasim/e karşılandım. 9 ay önce denize indirifmiş olan bu zırhlı, muazzam bir harp gemisiydi. Efradı da çok iyi
72 1 BORA IYIAT
talim görmüştü; makine gibi hareket ediyorlardı. Sürati 30 mil di. Gemide 1040 nefer ve 32 zabit vardı. Bu, dikkatimi çekti. Halbuki bizim Barbaros ve Turgut zırhlıları daha küçük oldu ğu halde 70'ten fazla zabitleri vardı. Goeben 'in süvarisi Amiral Trumli idi. Pek zeki vefaal görünüyordu. Bir de bizim Tahir ve Ramiz Beyler gibi süvarilerimizdeki ataleti düşündüm ve arada ki forka üzüldüm. Her tarafgayet temizdi. Bu muazzam harp makinesinden çıktığım zaman, Almanların çalışkanlığına hay ran olmuştum . . . 'fi3 Zaman hızla akıyor ve taşlar yerlerine biraz daha sağlam otu ruyor, taşlar oturdukça da toplanan kara bulutlar yükünü biraz daha arttırıyordu. Fırtına kesindi şimdi asıl sorulacak soru, ilk kurşunu kimin atacağı iken farklı bir şey oldu. 28 Haziran 1 9 1 4 günü Avusturya Veliahtı Arşidük Ferdinand bir ziyaret esnasında 1 908 yılında ilhak ettiği Bosna-Hersek' in kenti Saraybosna'da Gaulile Princip adında bir Sırplı tarafından bir suikast sonucu öldürüldü ve karşılıklı notalardan sonra arkasına Almanya' nın desteğini alan Avusturya-Macaristan, 28 Temmuz 1 9 1 4'te Sır bistan'a savaş ilan etti ve aynı gün Belgrad'ı bombalamaya başla dı. Gerisi zaman ayarlı tapa gibi geldi. Rusya' nın 3 1 Temmuz' da seferberlik ilan etmesi üzerine, Almanya 1 Ağustos'ta Rusya'ya, 3 Ağustos'ta Fransa'ya ve 4 Ağustos'ta topraklarından geçiş izni vermeyen Belçika'ya savaş açtı. Bunun üzerine 4 Ağustos'ta İn giltere, Almanya'ya karşı savaş ilan etti. 6 Ağustos tarihinde Avusturya, Rusya'ya savaş ilan etti. Karşılıklı strateji gelişimi so nuçlarını ancak buraya kadar verebiimiş ve caydırıcılık etkisini yitirmiş, savaş başlamıştı ancak arada kazanılan süre taraflar arası teknik ilerleme için fırsat yaratmış, yeni silahlar envanteriere 83
Adem Sarıgöl, Mahmut Şevket Paşa'nın Günlüğü - IQ Yayıncılık, istanbul 2002
BOZKURT ATATÜRK 1 73
girmiş ve savaşmanın şeklinin değişeceği belli olmuştu. Uçak ve denizaltı farklı ve önemli birer harp makinesi olacaktı. Savaş başladığı anda Osmanlı İmparatorluğu, Balkan Savaşla rı'nın ve Trablusgarp'ın yaralarını sarmaya çalışıyordu. Ordu hem kaybedilen uzun savaşlardan yorgun hem de teknik silah ve mühimmat anlamında rakiplerine göre oldukça geriydi. Yöne tirnde bulunan İttihat ve Terakki Fırkası, Enver Paşa liderliğin de, teknik donanıını parmak ısırttıran Almanya yanında harbe girilmesiyle kaybedilen toprakların fazlasının bu sayede geri alı nabilineceğini düşünüyordu. Zaten ordu uzun zamandır Alman Kurmaylar ile oryantasyon yapıyordu. Teknik ve taktik donanımda Almanya ile tam bir iş birliği sürdürülürken donanmanın yapılanması için yine Alman ekolü devreye girecekti. Flottenverein formülü denilen yeniden yapılanma ve geliştirme için sine-i millete dönülecek ve masraflar halktan karşılanacaktı. Bu mali yükü az ve basit formül idarece hemen kabul gördü ve bu iş için hemen Almanya'nın Osmanlı Ateşemiliteri olan Von Stremple öncülüğünde Donanma-i Os mani Muavenet-i Milliye Cemiyeri kuruldu ve başına dönemin saygın müteşebbislerinden Yağcı Şefık Bey getirildi, bundan son ra donanma için ayda bir kuruş kampanyası başlamış oluyordu. Yakın komşu ve büyük tehdit Yunanlıların modern bir zırhlı olan Averofu donanınalarma katmaları cemiyet için ilk ülkünün Ege' de deniz gücü üstünlüğü olarak belirlenmesine neden ol muştu. Averofun Yunanlılar tarafından satın alınması ve cephe lerden sürekli yenilgi haberlerinin gelmesi milleti iyiden iyiye kamçılıyor, milletin feda.lci.rlığı her zamanki gibi sonuç veriyor, fona para akıyordu. ı 9 ı 3 yılındaki kongrede cemiyetin adı Os manlı Donanma Cemiyeri olarak değiştirildiğinde, cemiyet he-
74 1 BORA IYIAT
saplarında oldukça hatırı sayılacak bir para birikmişti. 84 Bu para bir bahri ye programı yapılıp, İngiltere' den bu çerçevede Reşit Paşa (Asker Nakliye Gemisi), Mithat Paşa (Asker Nakliye Gemi si) , Giresun (Asker Nakliye Gemisi), Kemal Reis (Asker Nakliye Gemisi), Piri Reis (Asker Nakliye Gemisi) ve Almanya' dan Bar baros (Zırhlı Harp Gemisi), Mithat Paşa (Zırhlı Harp Gemisi) , Yadigar-ı Millet (Muhrip) , Gayret-i Vataniye (Muhrip) , Numu ne-i Harniyet (Muhrip), Muavenet-i Milliye (Muhrip) alınma sında kullanılacak, ayrıca söz konusu gemilere ilave olarak Os manlı Hükümetince olağanüstü bir bütçe tasarısı 28 Şubat 1 9 1 0 yılında kabul edilerek donanma harcamaları için 5 milyon lira ayrılacaktı. Bu paydan ilk iş olarak İngiltere'nin ünlü denizcilik fırmalarından birisi olan Vickers Ltd. Co.'ya adlarının Fatih ve Reşadiye olması karar verilen iki dretnot sipariş edildi. İki gemi ye karşılık Osmanlı Hükümeti, İngiliz fırmasına 2.304.7 1 2 lira ödeyecekti. Bu gemilere ek olarak Brezilya adına İngiltere' de ya pılan Rio De Jenario isimli dretnot, satın alınmasının vazgeçil mesi üzerine açılan ve Yunanistan'ın da iştirak ettiği ihalede 3.387.475 liralık bedel karşılığı Osmanlı Hükümetinde kalmış ve inşası devam eden bu gemiye de Sultan Osman adı verilmiş ti. 85 Osmanlı, artık İngiltere ve Fransa tarafından desteklenen Yu nanistan'a karşı, üstelik Ege adaları krizinin ardından, deniz gü cü olarak büyük bir üstünlük sağlayacaktı. Savaş başladığında ta rafsız kalan Osmanlı'yı Almanya bir an önce kendi yanında görmek istiyordu. Almanya sıkıştığı Avrupa kıskacından savaşı Orta Doğu'ya açıp cepheyi genişleterek çıkmayı ve söz konusu zengin topraklar üzerinde söz sahibi olmayı istiyordu ki zaten 84
Bora iyi at, Çekirdek ve Kovan - Akasya Yayınları, Ankara 2006, s.l7
85 Bora iyiat, a.g.e., s.l8
BOZKURT ATATÜRK 1 75
tüm programını buna göre yapmıştı. Savaştan önce Osmanlı diplomasisi adına Maliye Nazırı Cevad Bey 1 9 1 1 yılında İngilte re tarafından sunulan ittifak önerisini geri çevirmiş kapılar kesin olarak kapanmış ve 1 9 1 4 yılında Enver Paşa bahsettiğimiz gibi umudunu Almanya yanında olmaya bağlamıştı, aslında karşılıklı farklı hedefler birbirini önüyor ama yorgun imparatorluğu sava şa sokacak bahane aranıyordu ki, tarihinin her döneminde ortaya bir anda çıkan kötü şans melekleri yine beliriyordu. Önce kendisini risk altında gören İngiltere bu toprakların kendi yoksul, yüreği zengin insanlarının birkimleri ile donanma ya hediye ettiği gemilere el koyduğunu açıkladı. Churcill'in emri ile yapılan bu hareket karşısında tüm girişimler sonuçsuz kalacak ve gemiler donanınaya verilmeyecekti. Almanya, aradığı bahane yi bulmuştu ve tabii ki Enver, Sait, Halil Paşalar ile Almanya arasında açıklanmayan gizli bir andaşma imzalanmıştı ve andaş ma şu şartları içeriyordu: İki devlet de Avusturya ve Sırhistan arasında çıkan bir andaş mazlıkta tam tarafsızlık gösterıneyi kabul ediyor, eğer Rus askeri olaya karışacak olur ve Avusturya ve Rusya savaşa girecek olursa Almanya bu durumda Avusturya'nın yardımına gitmek zorunda kalacak ve Osmanlı da savaşa girecekti. Olası bir savaş duru munda Almanya, askeri heyetini Osmanlı Devletine bırakacaktı, Almanya buna karşı Rus saldırısına karşı Osmanlı Devleti'ni si lahla koruyacak, ülkede kalan Alman kurmay heyetine savaş ilanı durumunda ordunun IA 'ü verilecekti. Donanma ve halk verile meyen gemiler karşısında şaşkınken Almanya şah ve mat diyecek hamleye hazırdı. .. Osmanlı için ağlar daha sık dokunarak atılıyordu. Diploma tik çevrelerde zeki ve kıvrak manevraları ile ünlü Alman Büyü kelçisi Wangenheim, iki büyük ve güçlü zırhlı geminin Marma-
76 1 BORA IYIAT
ra'ya çağrılması gerektiğini ifade etti, emri ise çoktan Akdeniz Donanma Komutanı Amiral Souchon'a vermişti. Gemiler ı o Ağustos ı 9 ı 4 tarihinde Çanakkale Boğazı önlerine geldi. Ülke sinin geleceğini sadece Almanlada birlikte olmaya bağlamış olan Enver Paşa, kabineye ve İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin diğer kurmayiarına danışmak şöyle dursun, haber bile verme zahmeti ne girmeden tam bir kişisel inisiyatif ile Boğazların gemilerin ge çişine açılması emrini verdiğinde artık son taş da yerine otur muştu. Boğazlardan içeriye savaşan ülkelerden birinin gemileri nin girmesi, savaş dışı kalacağını açıklamış bir devletin artık ba şını ağrıtınaya başlamış ve Osmanlı üzerindeki baskılar yoğun laşmıştı. Osmanlı İmparatorluğu bu kaosu atiatmak için Alman Hükümeti'ne zırhlıların silahlarını teslim ederek, derhal Boğazla rı ve karasularını terk etmeleri gerektiğini söylerken, bir anda tüm dünyayı şaşırtan bir manevra yapmış ve bu iki zırhlıyı 80.000.000 Alman Markı bedel karşılığı satın aldığını açıklamış n ki o dönem için Osmanlı'nın bu kadar yüklü bir bedeli öde mesi mümkün değildi. Daha sonraları ise bu açıklamanın nedeni anlaşılıyordu. Tamamen uluslararası hukuk normlarına uygun olan Osmanlı tarafından Alman Hükümetinden talep edilen gemilerin silahsızlandırılması talebi, Büyükelçi Wangenheim'ce çok sert karşılanıyor, Osmanlı bu manevraya zorlanıyordu. İm zalanan antlaşmaya rağmen savaşa iştirak etmeyen Osmanlı bir anlamda Almanya'nın bu tavrı karşısında savaşmaya mecbur bı rakılıyordu. Artık Enver Paşa bile zor durumda kalmıştı, savaş kaçınılmaz oluyor ancak bu denli bir savaşın hazırlıkları için ya pılan tüm hesaplar karşısında en ivedi şekilde yapılacak hazırlık bile bir yıl sürecekti. Tüm kurmayları ve askeri danışmanları En ver Paşa'ya bu telkini yapıyor ancak o, bu telkinler dışında stra-
BOZKURT ATATÜRK 1 77
tejilerini ve savaş planlarını başka bir isimle Bronzard Von Schellendrof ile birlikte hazırlıyordu bile. Artık karar verilmişti, iki gemi halkta kendilerine ait olan an cak, el konulan gemilerin acısını hafıfletme bahanesi öne sürüle cek donanınaya katıldı ve isimleri Yavuz ile Midilli idi. Araların da diğer Osmanlı savaş gemilerinin de bulunduğu Osmanlı do nanması, baskın bir saldırı ile Ruslara karşı deniz üstünlüğünü tamamen ele alma düşüncesi sonucu 29 Ekim akşamı Karade niz' e açıldı ve aynı akşam Rusya'ya ait olan Odessa, Feodosia, Novrosiski ve Sivastopol limanları ile buralarda konuşlu petrol ve ta,hıl depolarını bombaladı. Alman devletinin kriptolu tele fonlarındaki bazı mesajlar Alınanların, hilafetin gücünü kullan mak istediğini gösteriyordu. Rus limaniarına yaptığı baskın ile (!) anık Osmanlı Devleti, daha önce bahsettiğimiz uzun çabaların sonunda artık fiilen har be giriyor ve Almanya'nın cephesini genişleterek kendisine olan baskıyı dağıtma hedefine ulaşıyordu. Almanya bu hesabı yapar ken ikinci bir noktayı da çok fazla önemsiyordu. Osmanlı Salta natı önemli bir sıfatı da taşıyordu: "İslam Dünyası'nın Halifesi." Yani Peygamber'in yeryüzündeki temsilcisi. Bu amacı Alman devletinin o tarihte kriptolu telgraflardaki bazı mesajları da doğ ruluyordu: Alman Elçiliğine 1 Petersburg. Bizim, Osmanlı Devleti ve Hindistan 'daki konsolosla rımı.z, atl.amlarımı.z, Bütün İslam alemini bu dükkancı, men.fur, yalancı ve vicdansız ulusa (ingiltere) kar1ı vahp bir ayaklanma bflllatmalı... Kayzer, T emmuz 1914 Alman D'li/leri Bakanlığına 1 Berlin
78 1 BORA IYIAT
... Hindistan, Mısır ve Kafkasya 'daki Müslüman ihtilalci kqkırtmalar fOk önemlidir... Moltke, Alman Kuvvetleri Bllfkomutanı 1914 Osmanlı Devleti Hanedanı umulanın aksine bir sürpriz yap madı. ı ı Kasım ı 9 ı 4 tarihinde Cihat-ı Ekber ilan etti ve bu sa dece Sünnileri değil; İmami, Zeydi, Vahhabi, Havarız ve Şii mezheplerini kapsar şekilde yayınlandı. Ancak lcifırlerin halife ve onun önderi olduğu İslam Dünyasına karşı yapacağı saldırı ve yağmaya karşı birleşilmesi istenen fetva Osmanlı için hayalleri kırıcı korkunç bir gerçeği su yüzüne çıkarıyordu artık ne Os manlı'nın ne de halifenin bir önderlik ya da hamilik rolü, işlevi kalmamıştı. Çünkü eski gücünden çok uzak olan Osmanlı bırakın İslam dünyasını, kendi topraklarını korumakta bile acz içindeydi, zaten Müslüman devletlerin birçoğu egemen değil sömürge durumun daydı ki birçoğunu boyunduruk altına alan devlet İngiltere idi. Sömürge olmayan iki Müslüman nüfus vardı. Bunlardan İran; o dönemde hatırı sayılacak derecede siyasi ve askeri bir güç değil, dış siyasette de kapalı bir politika izleyen kapalı bir ülke olarak kalmış, yalnız bir ülke izlenimi veriyordu. Diğer Müslüman büyük nüfus Arabistan ise Osmanlı haki miyetinde bulunuyor ve kutsal toprakları kapsadığı için imtiyazlı bir yaşam sürüyorlardı. Özellikle petrol kaynakları anlamında geniş bir potansiyele sahip olan Hicaz' da Haşimi Sülalesi hüküm sürüyordu. Ailenin ileri geleni ve lideri olan Şerif Hüseyin'in oğ lu İngilizler ile babasını bir araya getirmiş, sonucunda bir ant laşma sağlayan Araplar, Osmanlı'yı sırtından vurmak için hazır lanıyorlardı. Aynı sıralarda Mavera-ün Ürdün Emiri olan Abdul lah, Kahire' de bulunan İngiliz Yüksek Komiseri Lord Kitchener
BOZKURT ATATÜRK 1 79
ile bir araya gelerek prensip kararları alıyorlardı. Tüm bunlar diplomatik bir çerçevede yürümeden önce zaten Arap toprakla rında bugün bile İngiliz Gizli Servisleri MIS ve MI6 için bir ef sane haline gelmiş biri isim Lawrence; Emirler ve Vahabi, Bedevi aşiret liderlerinin arasında mekik dokuyor, Osmanlı güçlerine karşı ayaklanmalar tertip ediyor, altyapı hazırlıkları yapıyor ve Mersin, İskenderun ve Şam'ı da kapsayan Büyük Arap Krallığı tahtını Şerif Hüseyin'e vaat ediyordu. Bedeviterin gözünü altın ve silahla doyuruyordu. Özetle ilan edilen cihat hiçbir anlam ta şımıyordu ve Almanların bu anlamda tertip edileceğini umduğu hiçbir fert asla gelmeyecekti. Savaşın ilk bir yıllık seyri sonuç hakkında kesin bir tahmin yapmaya ihtimal vermiyor ve genel olarak savaş Avrupa'da sey rediyordu. Osmanlı bu dönemde hazırlıkları olmamasına rağ men bugün Galiçya diye adlandırdığımız cepheye Avusturya'ya yardım edebilmek amacıyla 33.000 askerini sevk etti ve burada savaşan askerler askeri disiplin ve savaş sanatını en iyi şekilde ve şövalyece uygulamaları ile Avusturyalı askerlere parmak ısırttı rıyorlardı. Birinci Dünya Savaşı (28 Temmuz 1 9 1 4-30 Ekim 1 9 1 8}, Mustafa Kemal'in hayatında iki yönden erkili olacaktı. Bir kere çeşitli cephelerdeki savaşlarda vazife almış ve askeri yönden bü yük tecrübeler elde etmiş, ikinci olarak da devlet idaresi ve sosyal bünyemiz için yeni fikirlere sahip olmuştur. Bu her iki tecrübe Herisi için bir hazırlık devriydi. 86 Mustafa Kemal en başından beri savaşa katılmakta acele edil diği inancındaydı. Bunun için gerekli makamlara bu fikrini ve gerekçelerini bildirmişti. Fakat savaşa girme durumu Osmanlı 86
Prof. Dr. Afet inan, Mustafa Kemal Atatürk'ün Karlsbad Hatıraları - Yeni Gün Haber Ajansı Yayınları, istanbul l999, s. lS
80 1 BORA IYIAT
devleti için kaçınılmaz olunca Mustafa Kemal ataşe militerlikten ayrılıp orduda bir vazife verilmesini istemişti. Başkumandanlık vekilinden bu emir, ancak 2 Şubat 1 9 1 5 tarihinde Tekirdağ'da kurulmakta olan bir tümenin kumandanlığı için gelmişti. Mus tafa Kemal 1 9 . F ırka adını alacak olan bu tümeni az zamanda muntazam bir hale getirmiştir. Bu kuvvetler Arıburnu, Anafarta lar ve Ece limanı bölgesinde Maydos'ta, sonra da Bigalı köyünde mevzilenmişti. 87
87 Prof. Dr. Afet lnan, a.g.e., s.l2
TÜRK'ÜN MİLLİ ŞUURUNUN KANLA YAZlLDIGI YER "ÇANAKKALE"
Almanya'nın Osmanlı'yı kendi safında harbe sokması cephe leri genişletmiş ve harbin sürecini uzatacak gibi görünüyordu. İngiliz Hükümeti ve Lordlar Karnarası ile Avam Kamarası, Os manlı'nın güçsüzlüğünü izliyor ve İstanbul'u tek bir hamle ile alarak onu savaş dışı bırakarak bu sayede aynı anda birçok cep heyi birden kapatacak bir plan üzerinde fikir birliği yapmıştı. İn gilizler, Boğazları güçlü donanması ile zorlanmadan geçerek bu işi bitireceklerine inanmışlardı. Savaşın planları bizzat Denizcilik Bakanı Sir Winston Churcill tarafından yapılmıştı. Bakanın en büyük destekçisi ise görevi üstlenen Akdeniz Filosu Komutanı Amiral Carden' dı. Hazırlanan plan üzerinde herkes uzlaşmışken tek bir kişi Lord Fisher imzasının altına şerh düşüyordu. Bu o ta rihte tarihinde hiç başarısızlık yaşamamış, bu kelimenin ne an lama geldiği bile bilmeyen İngiliz Donanmasınca gülünç karşı lanmıştı. Lord gereksiz kaygılanıyordu. Donanma silah, eğitim, teknoloji ve eğitim yönünden emsalsiz, buna karşın Türkler fa kir, zayıf ve geri kalmıştı. Alman subaylar olmadan inisiyatif bile kullanmaktan yoksundular. Bu çağın en üstün donanmasına bir de en az onun kadar güç lü bir silah olan Fransız donanması da katılmış ve o tarihe kadar
82 1 BORA IYIAT
eş2ne rasdanılrnarnış dev bir yenilrnez arınada çıkmış ve tüm bunlar zavallı Türkler için hazırlanmıştı. Balkanlarda daha ba ğırnsızlığına yekavuşrnuş bir-iki ufak devletle bile başa çıkarna yan Osmanlı, bu gücü nasıl durduracaktı? İnsanlığın başlangıcı kadar eski savaş tarihinin tanık olduğu en büyük ve güçlü donanınası uğuldayan korkunç çelik sesleriyle barut ve kan kokusu duymak için Akdeniz' den hızla ilerliyordu. Dev Arınada deniz harelci.tına 1 9 Şubat 1 9 1 5 tarihinde başla dı ve 1 3 Mart' a kadar Boğaz tabyalarını top ateşine tuttu, bu arada rnayın arama ve tarama gernileri olabildiğince yol açıyor du. Boğaz zorlanusa tüm kapılar açılacaktı, tüm donanma buna inanrnıştı. Ancak karşılarında çelik gibi sinirleri olan, kararlı ve dirençli bir karşılık bulrnaları, üstelik bu direnişin binlerce rner rniyi tepelerine yağdırdıkları askerlerden gelmesi, bu işin aslında öyle kolay olmayacağının sinyallerini en başından veriyordu. 1 8 Mart sabahı harekete geçen donanma iki kat ha.Iinde, ken dinden emin bir ha.Ide ilerlemeye başladı ve arnirailik gemisinin antenierinden bir kriptolu mesaj Londra'ya geçiyordu.
"Harekete geçtik. Bej çayını İstanbul'da içeceğiz. . .
"
Bu hareket öncesi İngiliz keşif uçakları Boğaz üzerinde sürekli uçarak hava keşfı yapıyorlardı. Elimizde hiç önleme uçağı olma dığı için bu keşifler kolay ve detaylı olabiliyordu. Gökyüzünden görünen manzara rapor ediliyordu. Boğaz'ı koruyan bu fakir or dunun topları kısa rnenzilli idi ve günler süren muazzam bom bardımanın sonunda çoğu imha olmuş ya da en kötü ihtimalle toprak yığınları arasında kalmıştı. O ha.Ide Lord Kitchener doğru söylüyordu:
"Bakınız Sir Hami/ton, göreceksiniz bir İngiliz denizatiısı boğazda su yüzüne çıkıp bayrağını üç kez salladığında, Türkler tabanları yağiayıp kaçarlar. . . "
BOZKURT ATATÜRK 1 83
Şimdi herkes o saldırıdan kurtulabilen var mı, diye merak ediyor ve İstanbul'a önce varabilmenin hesaplarını yapıyordu. İngilizler her ne kadar müttefikleri de olsa bu zevki Fransızlardan önce tatmak istiyorlardı. Almanlar, Çanakkale'nin saldırıya uğ rayacağını anladıklarında Boğaz'a 377 adet Alman yapısı mayın döşemişlerdi (Yaptıkları tek yardım budur.) ve o mayınlar üstün teknolojili düşman mayın arama gemilerince tespit ve imha edilmiş Boğaz İngilizler için güvenli hale getirilmişti. Ama kim senin bilmediği bir olay Mart ayının ?'sini 8'ine bağlayan gece yaşanacaktı. Çanakkale müstahkem mevkii komutanı olan Cevat Paşa, mayın grubu komutanı Nazmi Bey'den bilgi alıyordu: Kaç mayınımız var? 377 adet mayın Alman yardımı ile gelen vardı tümü de nize atıldı ancak bunların yerleri sanırım tespit edildi, elimizde sadece bir ustamız tarafından yapılmış 26 adet mayın var ama bunlar Alman askeri uzmanları tarafından beğenilmediği için depoda muhafaza ediliyor. Boğaz'da bulunan tek mayın dökme gemisi olan Nusret'in komutanı Hakkı Bey çağrılarak bu 26 mayının depodan alınarak döşenmesi emri verildi. İşte o gece yaşananlardan habersiz düş man, donanma dizilişini değiştirerek kendinden emin Boğaz' a girdiğinden küçük çap ve menzilli topların hedefi olmuşlardı. Şimdi Türk topçusu kendi imal ettiği merrnilerini topraklarını geçmek isteyen düşman zırhlılarının üzerine nefretle atmaya baş lamıştı. Bir merminin isabet etmesi sonucu yara alan Fransızların ünlü Bouvet zırhlısı manevra yapmak isterken Türk ustasının emeği o Almanların işe yaramaz diye döktürmediği 26 mayından birine çarpmış ve batmaya başlamıştı, arkasından kendisini kur tarmaya çalışan Gaulois zırhlısı da başka bir Türk mayınına he-
84
1 BORA IYIAT
def olarak karaya oturuyordu, ardından sırasıyla Iressistible, Inflexible ve Ocean zırhlıları mayınlara çarpıyorlardı. Türk ikmalcileri ve istihkamcılarının çabaları ile atışa hazır lanmış 1 79 kısa ve orta menzilli eski topun ateşinden kaçan her gemi cehennemin ortasında kalıyordu ve Harnil ton'a bahsedilen, Türklerin görünce kaçacakları o denizaltı su yüzüne hiç çıkmıyor ve o bayrağı hiç sallayamıyordu. Saat 1 8'e geldiğinde o mağrur donanma geride batmış olan 2 muhrip, 3 muharebe gemisi ile su üstünde kaldığı hilde artık asla işe yaramayacak 7 zırhlı bırak mıştı. Mağlubiyetin ardından, Boğaz'ı karış karış tarayan mayın arama fılosu komutanı olan Binbaşı derhil idam edilecekti. Düşman donanınası gücünün üçte birini kaybetmiş hilde ayrı lırken tezinin çürüdüğünü kabul etmek zorunda kalmış ve kara harelcitı olmadan hedefe varılamayacağını anlamıştı. Çıkartma planları artık müttefikler için masaya yatırılmıştı. Mustafa Kemal cepheye geldiğinde derhil kuvvetlerin kendi sine bağlanması emri verilmesini arz etmişti. O, Çanakkale'de zaferin kazanılacağından emindi ancak, Alman komutan Limon Von Sanders bu savaşta İtilaf Devletleri' ni karada oyalamak esası üzerine planlarını yapıyor, Almanya için zaman kazandırmayı planlıyordu. Bir milletin şerefli ordusu yabancı komutanların eline oyuncak edilemezdi, ama tarih bu gerçeği hep böyle acı tec rübelerle gösteriyordu. Londra kararını vermişti. Şimdi masaya yatırılan planlar için de en uygulanabilir olanı bulmaya çalışıyordu. Daha deniz hare lcitı sürerken Yunanistan; Gelibolu yarımadasını işgal etmek, mümkün olduğu takdirde İstanbul üzerine yürümek üzere İngil tere'ye üç tümenlik bir kuvvet önermişti. Aslında İngiliz ve Fran sızlara kalsa öneri kabul görebilirdi. Ancak Rus Çarı, İngiliz Bü yükelçisi'ne, hiçbir şart altında Yunan askerinin İstanbul'a gir-
BOZKURT ATATÜRK 1 85
mesine izin vermeyeceğini bildirerek bu tasarıyı önlemişti. İngiliz ordusunun en seçkin birliği olan 29'uncu Tümen, Britanya ada sında tutuluyor ve ona hiçbir görev verilmiyordu. Önce bu birli ğin Gelibolu'ya gönderilmesine karar verildi ve bu karar Kitchener tarafından açıklandı. Bu haber Fransa cephesinde bu lunan generallerin çok büyük tepkisine yol açtı. Tepki kısa süre de öyle büyüdü ki Mareşal sözünü geri çekmek zorunda kaldı. Artık gidecek birlikler belli olmuştu: Mısır' da bulunan Avustral ya ve Yeni Zelanda tümenleri. Şu anda bu iş için 70 bin kişilik bir kuvvet ayrılmıştı. Bu iş için ise General Harnilton görevlen dirildL General Harnilton 25 Nisan 1 9 1 5 günü, iki İngiliz ve bir Fransız tümeni ile, bir Hint tugayını Seddülbahir bölgesine, iki tümenden oluşan Anzak kolordusunu da, ikinci derecede tuttu ğu Karatepe bölgesine çıkarmayı planlamıştır. Aynı tarihte, Ge libolu'daki Türk kuvvetleri ise, 3'üncü ve 1 6'ncı Kolorduların yanı sıra 6 tümen, süvarİ tugayı ve bağımsız taburlardan oluşu yordu. Daha sonra, savaşın gelişme süreci içinde yapılan gerekli kıt' a kaydırmalarıyla, toplam tümen sayısı 1 6'ya çıkartılacaktı. Anzak kolordusunun nisanda yaptığı çıkarmanın temel arnacı önce Kabatepe ile Küçük Arıburnu arasındaki kumsallık bölgeye çıkmaktı. İlk aşamada Conkbayırı- Kocaçİmentepe çizgisi dene tim altına alınıp oradan Maltepe bölgesi ele geçirilecek, böylece, kuzeydeki Türk kuvvetlerinin güneyde, Seddülbahir bölgesinde ki Türk birliklerine yardımı engellenmiş olacaktı. 25 Nisan sabahı savaş gemilerinin, Türk mevzilerini sürekli vuran koruyucu ateşi altında, Anzak kolordusunun 1 . Tugayın dan 1 500 kişilik ilk hücum dalgası, çıkarma botlarının akımıyla kayan işaretierne dubalarının kuzeye kayması sonucu, saat 05.00'te, Kabatepe bölgesi yerine Arıburnu kesimine çıkmak zo runda kalır.Bu noktada kıyı gözedemesi yapan bir Türk takımı-
86 1 BORA IYIAT
nın direnişine karşın, karaya çıkan Anzak birlikleri belirli bir noktaya kadar ilerler. Diğer taraftan, Bigalı'da bulunan ordu ye deği 1 9. Tümen, 24-25 Nisan gecesi Conkbayırı yönünde tatbi kat yapmakta idi. Gün ağarırken Arıburnu yönünden top sesle rinin gelmesi üzerine, 1 9. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, bir çıkarma yapıldığını aniayıp durumu Ordu Komuta nına bildirir, ancak bir yanıt alamaz. Durum çok kritiktir. Mus tafa Kemal, kıyıda çok zayıf gözetierne ve koruma birlikleri ol duğunu düşünerek ve geniş bir sahile yayılmış olan 27. Alayın da, ağır kayıplar verdiği haberini alınca düşmanın Conkbayırı Kocaçimentepe çizgisi ve uzantısını ele geçirmesi durumunda, onarılamayacak durumlarla karşılaşacağını kavrar. Ordudan emir gelmemiş olmasına karşın girişimi ele alıp tüm sorumluluğu yük lenerek 57. Alayı bir batarya ile Kocaçİmentepe yönünde hareke te geçirir. Kendisi de durumu izlemek üzere Conkbayırı'na çıktı ğında Arıburnu kesiminden bazı askerlerin çekilmekte oldukla rını ve düşman birliklerinin de bunları izlediklerini görür.O anı Mustafa Kemal, Ruşen Eşref Onaydın ile yaptığı görüşme sıra sında şöyle anlatmaktadır.
".. . Bu esnada Conkbayırı 'nın güneyindeki 261 rakımlı tepe den sahilin gözedeme ve korunmasıyla görevli olarak orada bu lunan bir müfreze askerin Conkbayırı 'na doğru koşmakta, kaç makta olduğunu gördüm. .. Bu askerlerin önüne kendim çıkarak: - Niçin kaçıyorsunuz? Dedim. - Efendim düşman dediler! - Nerede? - !şte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. Gerçekten de düşmanın bir avet kuvveti 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam bir serbestlik içinde ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün. Ben kuvvetleri (geride) bırakmışım, as-
BOZKURT ATATÜRK 1 87
kerler on dakika istirahat etsin diye.. . Düşman da bu tepeye gelmif... Demek ki düşman bana benim askerlerimden daha ya kın! Ve düşman benim olduğum yere gelse kuvvetlerim çok kötü bir duruma düşecekti. O zaman artık bilemiyorum, bilinçli bir düşünme ile midir, yoksa önsezi ile midir, bilmiyorum. Kaçan askerlere: - Düşmandan kaçılmaz, dedim. - Cephanemiz kalmadı, dediler. - Cephaneniz yoksa süngünüz var, dedim. Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı 'na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile dağ bataryasının yetişebilen askerlerinin 'marş marşla ' benim bulunduğum yere gelmeleri için, yanımdaki emir subayını geriye yolladım. Bu askerler süngü takıp yere yatınca düşman askerleri de yere yattı. Kazandığımız an, bu andır . .
.
'fiB
Gerçekten de, çekilen Türk askerleri mevzi alınca karşı taraf ta mevzi alıp duraklar. Böylece, 57. Alay Öncü Bölüğü'nün Conkbayırı'na yerleşmesi için gereken süre kazanılmış olur. İşte bu an, Çanakkale Savaşları Kara Harekin'nın kaderini belirleyen önemli anlardan birisidir. Böylesine önemli anda kilit rolü oyna yan kişi ise, tanışmasız Mustafa Kemal' dir. Bu husus, Çanakkale Savaşları tarihini araştıran Türk ve ya bancı bütün uzmanlar tarafından doğrulanıp vurgulanmaktadır. Daha sonra, Kolordu Komutanı Esat Paşa'nın izniyle, 27. Alay'dan geri kalan birlikleri de emrine alan Tümen Komutanı Mustafa Kemal, karşı saldırıya geçmek üzere 57. Alay'a şu emri verır:
88
Ruşen Eşref Ünaydın (nak.)
88 1 BORA IYIAT
"Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir." Gerçekten de Çanakkale' de düşmana geçit verilemeyecekti. Savaş, milli bir amaç için yapılır. Savaşa katılanlar bu amacı gaye birliği haline getirirler. Oluşan gaye birliği, büyük bir kitle yi, tek bir bedene dönüştürür. Bu noktada tek birey kendini bü yük bedenin bir uzvu olarak görür, kendini siler, her şey büyük beden içindir, büyük bedenin gerçekleştirme mücadelesi verdiği amaç içindir. Bunun için kendini feda bir görevdir. Bu algılama ise bireyleri yoldaş yapar, kaynaşma, dayanışma sağlar. Bireyleri, "kendini kurtar" dan kurtarır, bencillikten "bizcilliğe" benİstanda yaşamaktan bizİstanda yaşamaya taşır. Birinci Dünya Savaşı'nda Türk ordusunun çarpıştığı ı ı cepheden biri olan Çanakkale Cephesi, süre itibariyle en kısası olmasına rağmen Türk'e etkile ri, kazandırdıkları itibariyle en önemlisidir. Çanakkale Muhare beleri ve sonunda kazanılan zafer, Balkan Savaşı felaketi ile baş layan uyanışı, dirilişe dönüştürür. Türk olarak tekrar özgüvene kavuşulur. Çanakkale'de kazanılan özgüven, Türk'e Kurtuluş Savaşı'na kalkışma cesaretini verir. Kurtuluş Savaşı bir cürettir. Bu cüret ise Çanakkale'de kazanılan özgüvenden doğmuştur. Çanakkale Muharebeleri; ümmetçiliği iflas ettirir, Panislarnizm fikrini söndürür. Yerine Türk milliyetçiliği fikrini alevlendirir. Uygulanabilir ve gerçek olanın Türk milliyetçiliği olduğunu ka nıtlar. Çanakkale öncesi dönemde yaşanmış olanlar ve büyük toprak kayıpları, resmin bütününü görenlerde, milletin tekrar
BOZKURT ATATÜRK 1 89
Ergenekon durumuna düştüğü kanısını doğurur ve kurtulmak için bir milli kahraman beklentisi içine girerler. 89 İşte Çanakkale Muharebeleri beklenen milli kahramanı ortaya çıkarır: Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal. Mustafa Kemal, Çanakkale' de kazandığı ün ve prestij ile Milli Mücadeleye atılın ca, istifa etmesine, hakkında tutuklama emri verilmesine, sonra sında idam fermanı çıkartılmasına rağmen, halk ve ordu onu bir lider olarak kabul eder, onun peşinden gider. Bu ortam ise Türk'ün kurtuluşunu sağlar ve tarih sahnesinden silinmesini ön ler. Bunu sağlayan da Çanakkale Muharebeleridir. Türk ulusu milli varlığının kurtarılmasını Mustafa Kemal'e, Mustafa Ke mal'i kazanmasını da Çanakkal e Muharebelerine borçludur. 90
89 Yrd. Doç. Dr. ismet Görgülü, Çanakkale Muharebelerinin Komuta Kadrosunun Türk Kurtuluş Savaşına Etkileri - Makale, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı 95. Yıl Özel Sayısı, Çanakkale 2010, s.13 90 Yrd. Doç. Dr. ismet Görgülü, a.g.y., s.13
OSMANLI DARAGACINDA, UMUT ANADOLU'DA
Mustafa Kemal'in öngörüleri tutmuş, arkadaşları ile yaptıkları sohbetlerde sürekli söylediği Almanya ile birlikte hareket etme nin felakete götüreceği senaryo maalesef gerçek olmuştu. Enver Paşa ve İttihat ve Terakki' nin attığı bu büyük yanlış adım artık bir devri kapatıyordu. Almanya, savaşı kaybetmiş ve girdiği fela ket çemberine kendi emelleri uğruna bir yaşlı, yaralı asianı sü rüklemiş ve iki çağa damgasını vuran koca bir çınarı devirmişti. ı 9 ı4 ve ı 9 ı 8 yılları arasında süren bu kanlı savaşın bilançosu ise ağırdı: Osmanlı İmparatorluğu'nun, seferberlik ilan ettiği anda 22.000.000 insanı, 1 .700.000 km toprağı vardı. Milli burjuvazi, tarihinde ilk kez kurulmaya çalışılıyor ve sanayi hamlelerine ça balanıyordu. 2.850.000 insan cephelere gönderilmişti, savaş ekonomisi başladığında üretimden tüketime dönen bu potansi yel ekonomik tüm dengeleri sarstı. Ülke zaten zor durumda idi. Almanya bizi savaşa sokarken verdiği 86,8 milyon lira yardımı borç hanesine yazdırmıştı. Osmanlı Avusturya'dan ı 4,5 ve sür mekte olan Anadolu-Bağdat Demiryolu Hattı hesabı avansından ı , ı milyon lira borç aldı. Toplam alınan borçla birlikte savaş bütçesi için 203,7 milyonluk bir pay ayrıldı. Dengesiz olan piya-
92 1 BORA IYIAT
sa bir anda sarsıldı, enflasyon hızı %300' e ulaştığında daha sava şın ilk yılı idi. Bu dengesiz yapı karaborsanın önünü açtı, öyle ki piyasa değeri 35 kuruş olan et bu süreçte bir anda 200 kuruş, yumurta tanesi 0,5 kuruştan 8 kuruşa ve şekerin okkası 3 kuruş tan 300 kuruşa yükseldi. Siviller için bunlar yaşanırken cephelerden alınan sayılar da çok kötü idi. Askere alınan 2.850.000 kişinin 5 50.000'i şehit düştü. 89 1 .000 kişi yaralanarak sakat kaldı. 240.000 kişi hastalık sonucu hayatını kaybetti. 1 03.70 1 kayıp ve 1 29.000 esir verildi. Toparlayacak olursak savaştan geri dönen kişi sayısı 936.299 kişi idi. Bundan önceki savaşları da ekieyecek olursak Anadolu, bit miş bir haldeydi ve yaralarını saramayacak kadar yorgundu. Savaş artık bitmiş ve galip devletler barış koşullarını görüşme, taraf devletler ile masaya oturmaya ve şartları belirlemeye başla mışlardı. Osmanlı Hükümeti ve Saray zor durumdaydı. Medis-i Mebusan toplanmış ve 7 Ekim tarihli oturumda Sadrazam Talat Paşa Hükümeti güvensizlik oyu alarak düşmüş, İttihat ve Terak ki'nin sonu gelmişti. 1 4 Ekim 1 9 1 8'de Ahmet İzzet Paşa hükü meti kurdu. Bu hükümet barış görüşmeleri için talimatı veren hükümet olacaktı. Antlaşmanın imzalanacağı yer olarak tarihten intikam alır bir mesaj vermek istercesine Mondros Limanı ve orada demirli Agamemnon Zırhlısı belirlenmişti. Heyet-i Os mani'yi bahriye Nazırı Rauf (Orbay) Bey temsil edecekti. İngiliz leri temsilen İngiliz Akdeniz Filosu Komutanı Amiral Calthrope bulunacaktı. Dört gün süren görüşmeler sürekli Osmanlı Hü kümet temsilcilerine dikte ile geçti ve takvimler 30 Ekim 1 9 1 8'i gösterirken Osmanlı, piştovunda kalan son kurşunu kafasına sı karak antlaşmaya imza koyuyor ve şu maddeleri kabul ediyordu:
BOZKURT ATATÜRK 1 93
1 Çanakkale ve İstanbul Boğazları açılacak ve buralardan serbest geçiş izni verilecek, b uralar İtilaf Devletleri tarafından iş gal edilecektir. 2 - Türk sularındaki tüm torpil tarlaları ile torpido, kovan ve diğer engellerin yerleri gösterilecek ve bunları taramak ya da kal dırmak için istenildiğinde yardım edilecektir. 3 Karadeniz' de bulunan torpil yerleri hakkında bilgiler veri lecektir. 4 - İtilaf Devletleri' nin savaş esirleri ile Ermeni esirleri, tutuk luları İstanbul' da toplanacak ve kayıtsız koşulsuz İtilaf Devletle rine teslim edilecektir. 5 - Sınırların korunması ve iç güvenliğin sağlanması için ge rekli görülen askerden başkası hemen terhis edilecek. işbu aske rin miktarı ve durumu İtilaf Devletleri tarafından Osmanlı Dev leti ile görüşüldükten sonra kararlaştırılacaktır. 6 Osmanlı kara sularında güvenlik ve buna benzer durum lar için kullanılacak küçük gemiler dışında, Osmanlı sularında veya Osmanlı Devleti tarafından işgal edilen sularda bulunan bütün savaş gemileri teslim olunup Osmanlı liman ya da liman larında tutuklu bulundurulacaktır. 7 - İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edici bir durum ol duğunda herhangi bir strateji noktasını işgal hakkına sahip ola caklardır. 8 Bugün, Osmanlı Devleti işgali altında bulunan bütün demir yolu ve limanlardan İtilaf Devleti gemilerinin yararlanma sı ve İtilaf Devletleri'yle savaş h:ilinde bulunanlara karşı kapalı bulundurulması, Osmanlı Devleti gemileri de ticaret ve ordunun terhisi konusunda buna benzer koşullarda yararlanacaktır. 9 - İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti'ne ait tersane ve liman lardaki bütün gemi onarım ve araçlarını kullanacaklardır. -
-
-
-
94 1 BORA IYIAT
1 O - Toros Tünelleri, İtilaf Devletlerince işgal edilecektir. ll İran'ın kuzeybatı bölgesindeki Osmanlı kuvvetlerinin derhal savaştan önceki sınır gerisine çekilmesi konusunda önce den verilen emir uygulanacaktır. Kafkasya ötesinde önceden bo şaltılan yerlerin bir bölümü incelenecek gerekirse geri kalan yer ler de boşaltılacaktır. 1 2 - Hükümet haberleşmeleri dışındaki telsiz ve kablolar İti laf Devletleri memurları tarafından denetlenecektir. 1 3 - Denizciliğe, askerliğe ve ticarete ait maddelerin ve mal zemelerin tahrip edilmesi önlenecektir. 1 4 - Osmanlı Devleti'nin gereksinimi karşılandıktan sonra geri kalan kömür, akaryakıt ve deniz gereçleri satın alınacak, bunların hiçbiri dış ülkeye satılmayacaktır. 1 5 - Tüm demir yolları İtilaf Devletleri subaylarının deneti mine verilecektir. Bu demir yolları arasında halen Osmanlı'nın denetiminde bulunan Kafkas Demir yolları da dahildir. İşbu Kafkas hatları serbest ve tam olarak İtilaf Devletleri memurları nın idaresi altına verilecektir. Halkın gereksinimi karşılaması göz önünde tutulacaktır. Bu maddeye Baturo'un işgali dahildir. Os manlı Devleti, Baturo'un işgaline karşı koymayacaktır. 1 6 - Hicaz, Yemen, Asir, Suriye ve Irak'ta bulunan muhafız kıt'aları, en yakın İtilaf Devleti komutanına teslim olunacaktır. Kilikya' da bulunan devletlerin düzeni koruması için gerekli sayı dan çoğu 5. maddedeki koşullara uyularak kararlaştırılacak şekil de geri çekilecektir. 1 7 - Trablus ve Bingazi'de bulunan Osmanlı Devleti subayla rı en yakın İtalyan kuvvetlerine teslim olacaklardır. Osmanlı Devleti teslim emrine uymadıkları takdirde bunlarla haberleş meyi ve yardımı kesmeyi kabul eder. -
BOZKURT ATATÜRK 1 95
1 8 - Mısratada dahil olmak üzere Trablus ve Bingazi'de işgal edilen limanların en yakın İtilaf muhafız kıtalarma teslimi ge rekmektedir. 1 9 - Alman, Avusturya deniz, kara ve sivil memurlarının ve uyruklularının bir ay içinde, uzak yerde bulunanların bir ay so nunda Osmanlı Devleti'ni terk etmeleri gerekmektedir. 20 - Beşinci madde gereğince terhis edilecek Osmanlı Dev letlerine ait donanım, silahlar ve cephane taşıma araçlarının kul lanılmasına ait verilecek emirlere uyulacaktır. 2 1 - İtilaf Devletleri, çıkarlarını korumak için İaşe Nezare tinde temsilci bulunduracak ve kendilerine bu yolda gerekli tüm bilgiler verilecektir. 22 - Osmanlı savaş esirleri İtilaf Devletlerince tutulacaktır. Sivil savaş esirleri ile askerlik yaşları dışında olanların bırakılması göz önünde tutulacaktır. 23 - Osmanlı Devleti, İttifak Devletleri ile tüm ilişkisini ke secektir. 24 - Vilayet-i Sitte'de (Erzurum, Van, Elazığ, Diyarbakır, Si vas ve Bitlis) karışıklık çıktığı takdirde bu illerden herhangi biri nin ele geçirilmesi hakkını İtilaf Devletleri saklı tutar. İtilaf Devletleri ile Osmanlı arasında çatışma 1 9 1 8 yılı Eki minin 3 1 'inci günü yerel saatle öğle zamanı kesilecektir son maddesi (25.) ile artık resmen Osmanlı için bu uzun savaş biti yordu. Mondros'ta imzalanan, bir mütarekeden çok, bir milletin sonsuz esaretini simgeler ve bunu hazırlayacak belge niteliğin deydi. Antlaşmada görülen her iki ucu açık ifade ve yuvarlak cümleler ile her türlü bahane ile işgal edilebilinir ve daha kor kuncu bir millet tarih sahnesinden tamamen silinebilirdi. Gerçek niyet de buydu.
96 1 BORA IYIAT
Antlaşmanın imzalanmasının hemen ertesi günü İstanbul' da bu savaşın sorumluları olan İttihat ve Terakki Fırkası Kongresi toplandı ve bu toplantıdan partinin kendisini feshederek dağit ma kararı çıktı. Mondros'un sonuçlarını sezen Parti'nin önemli üç ismi Enver, Talat ve Cemal Paşa 8 Kasım'ı 9'una bağlayan gece bir Alman denizaltısı ile Karadeniz üzerinden ülkeden kaçtı lar. Artık, İttihat ve Terakki yoktu, kısa bir süre sonra belki de vatan denilebilinecek bir toprak parçası da olmayacaktı. Mütareke imzalandıktan sonra, İngilizlerin tabiatında doğuş tan var olan kendini beğenir ben değeri sendromu yeniden nük setmiş ve İngilizler son Türkleri de tarih sahnesinden silmelerine ramak kaldığını düşünerek antlaşmadan doğan haklarını kulla nacak birtakım planlar üzerinde çalışmaya başlamışlardır. Ege Denizi'nin iki yakasım paylaşan Yunanistan ve Osmanlı Devle ti'ni karşı karşıya getirmek ve bu planlamada azınlık haklarını bahane etmek mantıklı bir düşünce olacaktır. Birden bire tüm galip İtilaf Devletleri, Osmanlı topraklarında yaşayan azınlıkların koruyucu melekleri, hamileri olduklarını iddia ederler. İttihat ve Terakki Fırkasının kendisini dağıtıp kurmay heyetinin yurt dışı na kaçmasını fırsat bilen İtilaf ve Hürriyetçiler de yurda birer iki şer dönmüş ve azınlık meselesine çanak tutmaya başlamışlardı. Bir anda Çerkes, Laz, Kürt ve Arap olduklarını anımsamışlardı. Kanla geçiterneyen Boğazlardan şimdi İtilaf Donanınası elini ko lunu saliaya saliaya geçecekti, üzeri kefensiz, baş ucu taşsız yatan şehitlerin kemikleri sıziarnaya başlamıştı bile. Osmanlı egemenli ğinden kurtulmuş ve tarihten gelen hırsı ve Batılıların şımartma sı ile Yunanistan, Büyük Helen Devleti'ni yeniden kurmak üzere zaten hazırdı, tarihinden ders almamış bu kendini bilmezler ya ralı bir aslana son hançer darbesini saplamak için fırsat bekliyor du. Megalo idea diye adlandırdıkları Büyük Yunanistan hayali
BOZKURT ATATÜRK
1 97
anık kendisine İngiltere hamiliğinde bir lider arayışına girmişti ki bu arayış çok uzun sürmedi. Bir GiritH olan Elefteryos Yenizelos bu iş için biçilmiş kaftandı. Venizelos; Yunanistan ve Büyük Helen için beklenen tarihi fırsatın geldiğini düşünüyor ve harekete geçmek için sabırsızlanıyordu. Yunan hükümeti dışında farklı düşünen tek bir kişi vardı Kral Konstantin. Ancak, Kralın Alman Imparatoru
Il. Wilhemm'in kızı ile evli olması bir zaaf
olarak görülüyor hana kendisi hakkında Alman ajanı yaftası ya pıştırılıyordu. Baskılar sonuç verdi ve Konstantin tahnan çekil mek zorunda kaldı. Yunanistan anık hem kendine aşırı güveni hem de uzun süredir kendisine sağlanan lojistik destek ile bir maceraya hazırlanıyordu. Osmanlı tahtında bulunan acz içindeki Vahdettin ise tüm kunuluşunu İngilizlere bağlamıştı. Sadece tahtını ve yakın maiyetini koruma kaygısına girmişti. O dönemde Osmanlı hükümetinin başı olan Yusuf İzzet Paşa kendi başına çırpınıyor ve güvendiği bazı komutanları belli kilit noktalara yerleştirmeye çalışarak bir altyapı hazırlıyordu, ancak kendi gölgesinden bile korkan beceriksiz saray yönetimi ve Vah dettin, maalesef Türk tarihinin yetiştirdiği en büyük vatan haini olan abiasının kocası Damat Ferit'i sadrazamlığa getiriyordu. İngilizlerle antlaşmaya çalışan saray sırf saltanatın devamını sağlayabilmek için
1 5 yıl süre ile İngiltere'nin sömürgesi olmayı
kabul edecek kadar aşağılık bir kararı verebilecek cüreti göstere biliyordu. Bu arada, İngiliz kuvvetleri İstanbul'a gelmiş ve ordunun ter hisi ile meşgul olurken elde kalan tüm silah ve mühimmat İtilaf kuvvetlerince toparlanıyor, depolara kapatılıyordu. Şehit olurken bile silahını sıcak cesedinden alamayan düşman, şimdi bu büyük milletin elinden saltanatın emri ile alıyordu.
98 1 BORA IYIAT
İngilizler, güzel İstanbul'un ve Boğaz'ın tadını çıkartıdarken Anafartalar'da ordusuna ölmeyi emredebilecek kadar gözü kara bir subay esareti kabul edemiyor ve Haliç'te gördüğü yabancı zırhlılara bakarken bundan sonra ne olacağını soran yakınındaki bu vatanın kaygılı gerçek evlatlarına: "Geldikleri gibi giderler... " diyordu. Mustafa Kemal Paşa, o dönem de bir fırsat arıyor, hesaplar yapıyor ve bu kara günlerin geride kalacağına inanarak hazırlam yordu ki kaderin bir cilvesi, Ordu Müfettişi olarak Anadolu'ya gönderilmesi ona bu imlcinı sağlayacaktı. Mustafa Kemal Paşa, bu olayı 8 Temmuz 1 932 tarihinde Marmara Köşkünde verdiği bir resepsiyanda tarihçi Şopolya'ya şöyle anlatmıştır;
13 Mayıs 'ta beni Sadrazam Damat Ferit Ptqa, konağında bir akşam yemeğine davet etti. Kendisinin Nijanttqı 'ndaki evle rine gittim. Beni salonda karşıladı. Biraz sohbet ettik sürekli sa ate bakıyordu, sonra: -Acaba nerede kaldı? - Birini mi bekliyorsunuz? - Evet. Cevat Ptqa gelecek/erdi. Biraz daha oturduktan sonra Cevat Ptqa geldi. Bizi yemek salonuna davet ettiler. Üç kijilik sofrada, sessizce yemeğimizi ye dik. Damat Ferit Ptqa: - Yemekten sonra biraz konuşalım, dedi. Ayağa kalktık. Bir salona girdik. Burası dar fakat güzeldi. Ortasında genişçe bir masa vardı. Damat Ferit Ptqa: - Bir harita getirelim. Müfettiş Ptqa bize izahat verse/er, de di. Böylece Sadrazam 'ın yemek davetinin asıl nedeni ortaya çıkı yordu. Sadrazam Damat Ferit Ptqa benim gerçek niyetimi öğ-
BOZKURT ATATÜRK 1 99
renmeye çalıjıyordu. Bunun üzerine erken davranarak getirilen kiper atiası açılınca hemen sordum: -Arzu ettiğiniz izahat nedir? - Samsun ve hava/isinde ne yapmak niyetindesiniz? - Samsun ve hava/isinde ecnebi raporlarında bildirilen vakaların mübalağalı olduğunu zannediyorum. Fakat ne de olsa bunlar basit 1eylerdir. Burada tetkikat yapıldıktan sonra alına cak tedbirler kolay olabilir. Şimdiden yapılacak tedbirleri söyle mekten çekiniyorum. Herhalde merak etmeyiniz. Sadrazam, benim yaptığım bu yumUjak üsluplu, geçijtirici açıklamalardan tatmin olmadı. Cevat Paja 'nın yüzüne açıkla ma isteyen bir biçimde baktı. Cevat Paja da yatıjtırıcıydı: - Bu gibi meseleler ancak yerinde hdl/olabilir. Sadrazam, bir 1eylerden jüphelenmij olacak ki, ısrarla soru soruyordu: - Peki siz bana teftil sahanızı harita üzerinde gösterir misi niz? - Henüz ben de bilmiyorum, 1u parçada birtakım mıntıka lar. Samsun ve civarında bir takım yerleri elimle ijaret ederek mümkün olduğu kadar kaçamak cevaplar veriyordum. Damat Ferit'in mademki siz de iyi bilmiyorsunuz, ben durumu bir in celeyeyim veya Zat-ı Şahane ile bir durumu görüjeyim diyebilir ve her 1eyi bir anda berbat edebilirdi. Durumun farkında olan Cevat Paja kararın bütün riskini üzerine alarak Hızır gibi ye tijmijti: - Mıntıkanın o kadar ehemmiyeti yoktur. Müftttij Paja tabi o mıntıkadaki kuvvete de kumanda edecektir. Ho1 nerede kuvvet kaldı ki...
100 1
BORA IYIAT
Pllja 'nın bu son cümlesi biraz olsun Sadrazam 'ı rahatlatmq olacak ki, yüz ifadesinde gerginlik ve ıüphe sezilmiyordu. Artık haritanın bllfından aynlmqtık, kahvelerimiz geldi. Sigaralan mızı yaktığımızda artık bllfka konulardan sohbet ediyorduk. KAhve ve sigara faslından sonra konaktan birlikte aynldık. Ni ıantajı 'ndan, Teıvikiyeye doğru birlikte yürürken oldukça ra hatlamqtım ve neıemi gizlemiyordum. Bir ara duraksayan Ce vat Pllja bana dönerek: - Bir ıey yapacaksınız? - Evet, bir ıey yapmak istiyorum. -Allah muvaffak etsin. - Muvaffak olmaya gayret etkceğim, tkdim ve birbirimiztkn aynldık.
19 MAYIS 1919,
TÜRKLEKİN YENİDEN ERGENEKONDAN ÇIKIŞI
". . . Sonra gök yeleli bir bozkurt pktı ortaya, nereden gel diği bilinmeyen. Bozkurt ge/Ji, Türk'ün önünJe diki/Ji, dur du. Herkes anbulı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yüriitlü; ar dıntlan tlA Türk mil/eti. Ve Türkler, bozkurlun önJerliğinJe, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününJe Ergenekon 'JAn pktılar. •• 91 İşte destandaki kader yeniden yaşanıyordu. Dünyanın en eski milleti gelenlerin zırhlıları, kamyonları ve toplarıyla bir demir dağın ardında sıkıştırılmaya çalışılıyordu. İtilaf Devletleri, uzun süredir gözlerinin olduğu zengin kay nakları barındıran Anadolu topraklarını sömürmek için acele ediyorlardı. Fakat olası bazı kışkınınalar ve sonucunda doğacak ayaklanmalar karşısında da temkinli olmaları gerekiyordu, Batı Anadolu'yu Yunanistan'a vaat ederek onları savaşa sokmuşlardı. Şimdi yine kurnaz İngiliz siyaseti başka bir program yapıyordu. Anadolu'yu sömürürken bir jandarma gücüne gerek duyacaktı ve
91 Ergenekon destanından bir bölüm. wwww.dilimiz.com/tarih/bozkurtergenekon.htmN
102 1 BORA IYIAT
bu günler için beslediideri Yunan ordusu, bu iş için biçilmiş kaf tandı. 2 Mayıs 1 9 1 9 günü, bu konuyu değerlendirerek bir karara varmak için bir dizi toplantı yapılmasına karar verildi. Toplantı ya İngiltere Başbakanı Lloyd George, Fransa Başbakanı Clemenceau ve ABD Başkanı Wilson katılmıştı görüşmelerde galip devletlerden bir tek İtalya yer alınıyordu. İtalya' nın bu top lantıya iştiraki 1 2 Mayıs'ta gerçekleşecekti, toplantılar başladık tan beş gün sonra yani tarihler 7 Mayıs'ı gösterdiğinde toplantı nın gözde konuğu Yunan Başbakanı Yenizelos idi. Kendisine bir lütuf gibi detaylarıyla anlatılan işgal kararı 1 3 Mayıs 1 9 1 9' da so nuca bağlanmıştı. Karar zaman geçmeden Yunanlılar tarafından uygulamaya konuldu. 1 4 Mayıs Çarşamba günü, İzmir Valisi ile Garnizon Komutanı 1 7'nci Kolordu Komutanı Ali Nadir Pa şa'ya işgal notası verildi. İzmir o yıllarda azınlık nüfusunun ol dukça yoğun olarak yaşadığı bir yerdi. İzmir'de azınlık olarak ya şayan Rumların Ruhani lideri olan İzmir Metropoliti Hrisosto mos aynı gece cemaatine müjdeyi veriyor, beklenen kutsanmış günün geldiğini haber ediyordu. İşgal haberinin duyulmasının ardından Türk cemiyet ve dernekleri de bir araya gelerek miting ler ve toplantılar düzenleyerek ilhak kararını kınıyorlardı ama bu tepki çok cılız kalıyor ve sonuç alınacak gibi görünmüyordu. O tarihlerde, Osman Nevres adında İzmiriiierin sürekli olarak koyu renkli takım elbiselerle gördüğü bir gazeteci tüm bu olup biteni izliyor ve umudu büsbütün kırılıyordu. Osman Nevres, zor şanlarda baskısını yapmaya çalıştığı gazetesini savaş ekono misinin de yükü ile anık çıkanamaz olmuş ve gazetesinin bu lunduğu handaki odasını Osmanlı yönetimini eleştiren bir akım olan Osmanlı Sulh Selamet Cemiyeti'nin temsilciliği haline ge tirmişti. Osman Nevres'i yakın çevresi dışında herkes gazetede
BOZKURT ATATÜRK 1 103
kullandığı mahlası olan Hasan Tahsin olarak tanıyordu. ı S Ma yıs Perşembe sabahı Yunan gemileri, İngiliz zırhlılarının koru ması altında kordona yanaştı. İzmir halkı tedirgin, İzmirli Rum lar ise noel yemeğine gider gibi en güzel giysilerini giymişler, el lerinde Yunan bayrakları, gelen askerlerini karşılamak için kor don boyunu doldurmuşlardı. Yunan işkampavyaları kordonda bekleyen kalabalığa doğru ilerledikçe kalabalığın coşkusu büsbü tün anıyor ve Zito Yenizelos sloganları atılıyordu. Yunan ordusunun öncüleri olan özel giyisili gözde birliği Ef sun Alayı saat 7.30'da başlayan işgalde saat ı 1 .00 sularında Ko nak Meydanı'na varmışlardı. Türk vatanının bu kadar kolay tes lim edilmesine razı olmayan genç gazeteci hemen handaki odası na koşarak gelmiş ve tozlanmış masasından baba yadigarı taban casını beline takarak Efsun Alayı'nın karşısına dikilmişti. Efsun Alayı mağrur ve gururla İzmir kaldırımlarını çiğnerken bir anda Hasan Tahsin'in tabaneastndan çıkan kurşunlar sancaktar olan teğmeni kanlar içinde devirdiğinde olayın şoku alayı duraksata rak dağıtmıştı. Kısa süre sonra başka taciz olmadığını anlayan Yunan askerleri teslim olmamak için kaçarak uzaklaşan gazeteci yi kurşun yağmuruna tutarak şehit etmişlerdi. Bu namludan çıkan kurşunlar, Türk'ün asla teslim alınama yacağının ve aslında stratejik bir gerçek olan Anadolu'nun işgal edilemeyeceğini habercisi olmuştur. O kurşun sadece bir Yunanlı teğmene değil, emperyalizme ve onun uşaklığını yaparak Türk'ü esir edebileceklerini düşünen aklıevvellere bir uyarıydı. Ama on lar, bunu anlamayacaklar ve anladıklarında da çok geç olacaktı. Mustafa Kemal ve kurmayları Bandırma Yapuru ile İstan bul'dan henüz hareket etmişlerdi ki genel kontrol için İngiliz is tihbarat subayının kornurasında bir manga asker kendilerini durdurdu. İngiliz işkampavyasından inen askerler Mustafa Ke-
104 1
BORA IYIAT
mal Paşa'ya gemide arama yapmak istediklerini bildirdiler. Anık Osmanlı Devleti kendi karasularında rahat seyahat edebilecek kadar özgür değildi. Arama sebebi kendilerine sorulduğunda gemide silah ve mühimmat olup olmadığını kontrol edecekleri ni, imzalanan antlaşmanın bu hakkı İngiliz hükümeti ve işgal kuvvetlerine verdiğini kendilerine hatırlattılar. İngiliz askerleri geminin içinde dolaşarak arama yapmaya baş ladıklarında Mustafa Kemal yol ve kader arkadaşlarına dönerek:
"Bunlar bizim Anadolu ya silah ve mermi götürdüğümüz dm endijeleniyorlar. Oysaki bizim yükümüz ne silah ne mü himmattır. Biz; Anadolu ya yürek ve imanı tajıyoruz oysa onlar bunun önemini ve gücünü asla bilemezler. " Gemi, Samsun'a vardığında ilk gözlemlerini yapan 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal, İstanbul Saray'a ilk raporunu geçiyor du;
Samsun 'dan Satlarete Rapor. 22. V. 1919 Bugün Erkan-ı Harbiye 'mden birkaç zatı, suret-i mahsusada Samsun Ingiliz Siyasi Mümessili Yzb. Horst, Askeri Kontrol Me muru Yzb. Zolther ve Siyasi Kontrol Memuru Yzb. Mill ile te mas ve mü/akat ettirdim bu mü/akat neticesinde aşağıdaki hu suslar arza 1ayan görülmÜjtür:1) Samsun sancağında 1akavetin eshab ve amilleri tamamen 21 Mayıs 1919 ve 53 No 'lu jifre ile arz ettiğim kanaat dahilinde olmak üzere bizzat Ingilizler tara findan itirafedilmijtir. /zmir ijgali ile hadis olan müessif vaka /ara nakli ke/am sureti ile Ingiliz Subay/arını, Osmanlı Hükü metini, Türkiyeyi kendi kendine idare edemeyeceği, birkaç sene ler olsun ecnebi müdahale ve siyanetine müftekir bulunduğu zemininde birfikir ileri sürmÜjlerdir. Kendilerine verilen cevap ta, Samsun livasındaki 1akavetin harp zamanında Rumlardan başladığı ve Rusların bu 1akaveti takviye ve idare eyledik/eri ve
BOZKURT ATATÜRK 1 105
bu yüztim mühim kıtalan o Zllman bu hava/ide takibatta bu /undurulmasını lüzum hası/ olduğu hatta ordunun müracaatı üurine hükümetin o Zllman, Bafra tehdrini de o Zllman yap mak zorunda kaldığı, bugün için Rum/ar, Müslümanlan tehyic ve dilgir edm siyasi emellerinden vazgeçerlerse 1akavetin derhal ka/kacağı ve bu takdirde Islam çetelerinin ortadan kaldın/ması mümkün ve lüzum görülürse askeri tedbirler ile tekmili tabi bu lunacağı bi/diri/mijtir. Osmanlı Hükümetinin idare tarzı hak kındaki fikirlerine de mfhususi mahiyette ve Zllti kanaat olmak üzere, Türklüğün ecnebi idaresine tahammülü olmadığı, Ingiliz ler gibi, m medeni milletlerden mütehassıs Zlltlann mÜjavir ola rak iyi ka11ılanacağı, Yunanlı/ann, Osmanlı memleketlerinin hiçbirinde hakimiyet hakları olmayacağı anlatılmqtır. /zmir hakkındaki mallerine de vakanın tamamıyla milli ve hayati bir mesele olduğu ve en basit bir köylü için de böyle telaki o/unduğu ve lzmirin Türklerce Istanbul kadar mühim bulunduğu hiçbir ecnebi, bilhassa Yunanistan gibi hayalperver bir hükümetin ij galine razı olunamayacağı, kuvvetle yapılan bu ijgalin muvak kak bulunacağı, milletin tek vücut olup hakimiyet esasını, Türk duygusunu hedef ittihaz ile Hükümet-i Hazraya bütün ruh ve vücudu ile muti ve münkad bulunduğu sırasıyla tevjih ve teatii efkar ve hissiyat maiyetinde olan bu mü/akat hususiyetini muha faM etmijtir. 92 Ordu Kıtaatı Müftttiji Mustafa Kemal 9.
İngiliz karakol yetkililerine yukarıda görüldüğü gibi çekinme den düşüncelerini ifade eden ve bunu İstanbul'a çektiği telgraf92 Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu - Ankara 2006, s.41
106 1 BORA IYIAT
larda aynen belirten bu Paşa hem işgalcileri hem de İstanbul' u tedirgin etmeye başlamıştı. Mustafa Kemal de artık bazı faaliyet leri için zaman kaybetmiyor ve bölgede bağımsızlık adına bir dizi görüşmeye başlıyordu. Milletin bağımsızlığı yine kendisinin ira desi ve gayretinin kazanacağını ifade eden Mustafa Kemal önce Amasya ve Havza'da bir dizi tamim yayınladı. Erzurum' a geçen Mustafa Kemal burada Müdafaayı Hukuk ve Reddi İlhak Cemi yederinin önde gelen isimleri görüşüyordu. O dönemde Anado lu'nun karış karış işgal edilmesine tepki koyan vatanseverler böl gesel tabanlı cemiyeder etrafında toplanarak çareler arıyorlardı. Zaten izlenen bu çalışmalar İngiliz Gizli Servisleri ve İnzibadarı tarafından artık iyiden iyiye rahatsız edici olmaya başlamıştı, Pa dişahın tüm umudunu bağladığı İngilizleri çok kızdıran bu fü tursuz ve edep bilmez (!) Paşa, vatansever(!} Damat Ferit Pa şa'nın bin bir güçlükle kurduğu bu dostluğu bozamazdı ... Birlik olunması gerektiğine inanan Mustafa Kemal, Erzurum' da düzenlenen kongrede başkan seçildiğinde orada bulunan da ğınık cemiyederi Şark İlleri Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak Cemiyederi adlı tek bir çatının altında toplamıştı. Bu dönem içinde bazıları iyi niyetli, bazıları ise provokatif bazı dernekler peş peşe kuruluyor ve zaten cahil bırakılmış milleti fikirleri ile zehirliyorlardı. Bunlar, Yunan mezalimi altında ezilmektense güçlü bir medeni ülkenin hamiliğinde boyunduruk altında ya şamayı, tercih edilmesi gereken ve balışedilmesi bir lütufmuş gibi sunan mandacı cemiyederdi. Tercih ise İngiltere ve yükselen de ğer ABD yönünde idi. Mustafa Kemal, Sivas'ta tekrar bir kongre toplanması kararını verdiğinde bu kez hem halkın zihninden bu düşünceyi tamamen silmek hem de tüm yurtta kurulmuş savunma cemiyederini bir arada topadamayı düşünüyordu. Artık kendisine bir dur denil-
BOZKURT ATATÜRK 1 107
mesi gerektiğini düşünen saray onu İstanbul' a geri çağırdı. Mus tafa Kemal Paşa bu karara uymayacağını açıklayarak ordudan is tifa etmişti. Şimdi kendisinin peşinde sadece işgalci tetikçiler de ğil, kurtarmak için çabaladığı vatanın hükümeti ve idarecileri de vardı. Sivas Kongresi artık tüm ülkede Kuvayı Milliye hareketini tek merkezli (Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk) yapması nedeniyle bir milli birliktelik anlamı taşıyor ve yayınladığı bildiri sonucunda tüm dünyaya manda yönetim tartışmaianna son ve recek bir yanıt da veriyordu: Hayır. Milletin geleceğini sadece kendisi tayin edecekti. Bu düsturla Mustafa Kemal Paşa'ya inanarak yola çıkanlar gittikçe artıyor, Kuvayı Milliye adlı bir ruh, Osmanlının hep iğreti baktığı milli yetçi bir inançla çığ gibi artıyordu. İşgal güçlerinin de baskıları gittikçe artmıştı. Osmanlı Meclisi Mebusan'ı basılmış ve vekille rin büyük çoğunluğu sürgüne, Malta'ya gönderilmişti. Bu baskın karasızlığı birazda son meclise güvenen aydın ve askerleri kamçı layacak bağımsızlığa inanan herkesi tek bir adrese yönlendiriyor du, Ankara'ya bu arada İstanbul'da çok sonraları Mütareke bası nı olarak adlandırılacak bir kokuşmuş yapı oluşuyor ve Ali Ke mallerin başı çektiği bu güvensizlik, kişiliksizlik makinesinin ro tatifleri her döndüğünde yeni haberler basıyordu. Örneğin, Mustafa Kemal, Anadolu Hareketini başlattığında, Yazar, Halit Refik Karay ... Bir patırtı, bir gürültü. Beyanname/er, telgrajlar... "
Sanki bir şeyler oluyor, bir şeyler olacak... Ayol şuracıkta her işimiz, her kuvvetimiz meydanda. Dört tarafimız açık. Dünya vaziyetimi zi biliyor. Hülyanın, blöfon sırası mı? Hangi teşkilat, hangi kuvvet, hangi kahraman? Hülyanın bu derecesine, uydurmasyanun bu şek line ben dayanamayacağım. Bari kavuklu gibi ben de sorayım: Ku zum Mustafa, sen deli misin?" diye soruyordu.
108 1 BORA IYIAT
Mustafa Kemal ise binlerce yıllık bir destanı doğruluyor, Er genekon'da milletinin önüne geçen bir bozkurt gibi gözlerine bakarak onlara çıkış yolunu gösteriyordu. Son kez toplanacak olan Osmanlı Mebusan Meclisi bir umut olarak belirecek iken bu şok baskın, bağımsızlığa ve özgürlüğe inananları yönlendirdiği Ankara' da yeni bir devletin temel taşla rını koydurmaya, bu kez temkinle sağlam temel kazdırmaya it mişti. Mustafa Kemal Paşa artık Ulus Meydanı'nda eski bir taş binada tüm ülkenin kaderini değiştirecek bir adım atıyordu. Takvimler 23 Nisan 1 920 tarihini gösterdiğinde Büyük Millet Meclisi toparianıyor ve artık Anadolu Hareketi sadece düşmana karşı değil, yeni bir devletin fılizlenmesi görevini de üstleniyor du. Meclis, artık zor kararların alınacağı tabiricaiz ise son kale olacak, bu son kale asla düşmana terk edilemeyecek ve ne paha sına olursa olsun tüm Anadolu, düşmanlarından temizlenecekti.
MİLLİ İRADE, MİLLİ MECLiS İLE ZAFERE DOGRU
Milletin umuduna kucak açan Ankara anık milletin iradesini temsil etmeliydi. Meclis'in toplanma yeri olarak Ankara'daki çe şitli binalar gezildikten sonra 2. Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki cemiyeti kulübü olarak yapılmış tek katlı uzun koridorlu bir binaya karar verildi. Yarım kalan işlerin tamamlanması görevi İttihat ve Terakki Panisinin temsilciliğini de yapmış olan Necati Bey' e veridi. İlk meclisin açılacağı bu binanın en önemli eksiği çatısının kiremitlerinin yeterli olmamasıydı. O zamanlar Ulu canlar da bir ilk mektep yapılıyordu. Bu bina için Marsilya ki remitleri getirilmişti. Bu kiremider alınarak Meclis'in ona kıs mına yerleştirildi. Fakat yan taraflar açık kaldı. Kiremiderin ek sik kaldığını gören halk, evlerine koşarak damlarından kiremide rini söktüler. Kucak kucak yeni kurulacak devletin yeni binasını ilanal eniler. Bu görülecek bir tablo idi. Kadınlar, çocuklar, aksakallı ihti yarlar kucaklarında kiremir taşıyorlardı. Bu suretle binanın ek sikleri tamamlandı. Sıra ilk Meclis'e kürsü yapımına gelmişti. Türk milletin haksızlığa ve işgallere karşı baş kaldırışının sesi ha line gelecek olan kürsünün yapımını üstlenen Ankaralı maran gozlar omuzlarında keresteler, ellerinde keserleri gelip kürsü yap-
110 1 BORA IYIAT
tılar. Masraf parası da almadılar. İşte Millet Meclisi'nin kürsüsü de kurulmuştu. Kürsünün üzerine de "Hakimiyet milletindir" levhası asıldı. 23 Nisan Cuma günü Ankara'da sabahın erken saatlerinde evlerinden ayrılan kadın erkek, çoluk çocuk, genç ihtiyar, kal paklı, sarıklı, yöresel giysili bütün halk tabakalarını kapsayan in san kitleleri tören alanını doldurmaya başlamıştı. Yerli ve yaban cı bütün Ankara halkı Meclis binası ile Hacı Bayram Cami ara sında sıkışmaya çalışmış ama sığamamıştı. Arsalar, evlerin çatıları insan seli ile dolmuştu. Hacı Bayram Camii'nde Cuma namazını kılmaya gelenler öylesine çoğalmıştı ki kapılardan taşmışlar, mermer avluya doluşmuşlar, mezarların üzerine ilişmişler, sokak larda yer bulmaya çalışmışlardı. Cuma namazı kılındıktan sonra solgun ipeklerine yıpranmış satırlada dualar yazılmış, eski san caklar altında tehliller, tekbirler getirerek ihtiyar şeyhleri, fakir hacıları, hocaları ile Meclis binasına doğru akan bu insan seli Anadolu'da yeni bir düşünceyi karşılamaya çıkmıştı. Meclis'in önüne gelindiğindeyse kurbanlar kesildi. Bursa Mebusu Fehmi Hoca yüksek sesle Hatim duası okuduktan son ra; Mustafa Kemal Paşa tarafından Meclis'in kapısındaki kurde leler kesilerek içeriye girildi. Meclis'e önce Yozgat Mebusu Sü leyman Bey girdi. Arkadan bütün mebuslar içeri girerek sıralara oturdular. Bu zaman Hoca Mebuslar Meclis'te hep bir ağızdan dua ediyorlar, Buhari-i Şerif okuyorlardı. Bayraklada süslenen kürsüye Hacı Bayram Veli'nin sancağı dikildi. Kur'an ile Sakal-ı Şerif kürsüye konuldu. Ankara'da açılan bu Meclis'in ismi de birçok tartışmaya konu olmuştu. Hamdullah Suphi Bey "Kurultay" derken, son Os manlı Mebusan Meclisi Başkanı Celaleddin Arif Bey "Meclis-i Kebir-i Milli" önerilerini getirmişti. Tüm bu tartışmalara son
BOZKURT ATATÜRK 1 1 1 1
noktayı yine Mustafa Kemal kayacaktı. Mustafa Kemal Paşa'nın "Büyük Millet Meclisi" adı kabul edilmiş ve zaman içerisinde bu isme alışılmıştı.93 Mustafa Kemal Paşa, 23 Nisan ı 920 tarihinde Meclis'in han gi azalardan oluşacağına dair beyanatında "Meclis-i Ali" den söz eder. Bu isim ilk toplantılarda sık sık kullanılmıştır. Meclis'te bazı önergeler tartışılırken "Meclis-i Milli" tabirine de rastlanır. Ankara ile İstanbul hükümetinin ilişkilerinin yoğunlaştığı bir dönemde Mustafa Kemal, meclis için "Türkiye Büyük Millet Meclisi" ibaresini kullanmıştı. Ayrıca burada Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak imzası da yer alıyordu.94 Mustafa Kemal, 8 Şubat ı 92 ı tarihinden itibaren icra vekilieri kararna mesinden başlayarak "Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi" un vanını kesintisiz olarak kullanacak ve Türkiye sözcüğü bu tarih ten sonra kanunlarda kullanıldığı gibi diğer devletlerle yapılan karşılıklı antlaşmalarda da kullanılmış, yeni devletin bir ulus devlet olacağının işaretleri verilmeye başlanmıştı. Meclis'in adı önce "Büyük Millet Meclisi" olarak yer etmiş, daha sonra da "Türkiye Büyük Millet Meclisi" olarak kalmıştır. Meclis'in açılması İstanbul'u telaşlandırmıştı. Bu Mustafa Kemal iyice baş belası olmaya başlıyordu. Kendi saltanadarının devamı uğrunda tarihlerinden bile utanmadan, geçmişi övünç dolu koskoca bir ulusun esaretini bile göze alan İstanbul şimdi İngilizlere ve yandaşlarına nasıl hesap vereceklerini düşünüyorlar ve bir şeyler yaparak bu Mustafa Kemal ve Ankara sorununu çözmeleri gerektiğine inanıyorlardı. Bu arada ne garip bir tesadüf 93Ayşegül Demirden Yüzgeç, Birinci Büyük Millet Meclisi'nin Yapısı ve Faaliyetleri (1920-1923) - Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta 2006, s.37 94 ihsan Güneş, 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Düşünce Yapısı - iş Bankası Kültür Yayınları, istanbul 2009, s.74
112 1
BORA IYIAT
dür ki, Türk tarihi azına çok az rastlanacak kadar azılı iki vatan hainini aynı dönemde buluşturuyar ve Sadrazam Damat Ferit ve gazetesi ile Öğretim Üyesi Ali Kemal birbiri ardına açıklamalar da bulunuyorlar belki biraz olsun İngilizlerin ve Yunanlıların gönüllerini okşarız diye çabalıyorlardı. Ali Kemal köşesinde "Avrupa ile başa çıkmayı asırlar boyu hangi Asya kavmi başarabildi ki biz başaralım . . . " diye yazıyor. Hükümet adına ise içeriden en büyük darbeyi vuran Sadrazam Damat Ferit, bir fetva ve emir yayıniatarak "İsyan halinin deva mı, daha korkunç hallere sebep olabileceğinden bu kargaşaların bilinen tenipçileri ve teşvikçileri hakkında kanun hükümlerinin uygulanacağı ve bütün memlekette asayiş ve düzeni sağlayacak önlemlerin hızla ve kesinlikle alınması ve Padişahımız Efendimi zin izni olmadan işgalcilere karşı duranları, asker ve para topla yanları tek tek veya topluca öldürmek, din gereği ve görevidir. Milliyetçileri öldürenler gazi sayılır bu yolda ölenler ise şehit... " dediniyordu. Bu fetvalar birbiri ardına yayınlanırken hala aydın din adam ları vardı ve bunlar bütün desteklerini Ankara ve Mustafa Kemal hareketine vermişlerdi. Bunlar arasından özellikle Ankara Müf tüsü Rıfat Börekçi ve birçok gerçek din adamı karşı fetvalar ya yınlayarak bir duvar gibi bu fetvanın karşısında yer alarak oluşa cak olumsuz etkiyi durdurmayı bir ölçüde sağlamışlardı. İstan bul'daki birçok din adamı da İstanbul'un işgalinin ardından Anadolu'ya geçmiş ve büyük hizmetleri dokunmuştu. Gerçekten büyük Türk ulusu anık inisiyatifi eline almaya başlamış ve ken diliğinden farklı bölge ve farklı yerlerde düşmana direniş kendini göstermeye başlamıştır. Türk'ün kanında doğuştan var olan ba ğımsızlık ateşi kendi harını kavlamış ve bir millet hakimiyeti eli ne alarak uyanmaya başlamıştı. İzmir'de Hasan Tahsin'in ilk
BOZKURT ATATÜRK 1 113
kurşunu düşmana atmasının ardından Urla ve Ayvalık'ta konuş lu bulunan ı 72 ve ı 73. alaylar emir beklerneden harekete geçmiş silahlarını teslim etmeyerek dağa çıkıp Yunan müfrezelerine kök söktürrneye başlamışlardı. Bu direnişte kendiliğinden başlaması dışında ikinci önemli husus ise alayların rnevcuduydu. ı 73'de ı 8 ve ı 72' de ise sadece ı SO avcı er ve erbaşı vardı. Saltanatın güvendiği İngilizler ıse Londra'da Llyod George'nin şu sözlerini dinliyor ve alkışlıyorlardı:
" . . . Yunanlı/ar, Türk barbarlığı karşısında Hristiyan mede niyetini müdafaa ediyorlar. Büyük Yunanistan, İngiliz lmpara torluğu için paha biçilmez bir kazanç olacaktır. Doğu Akde niz'in en önemli adaları onlarındır. Bunlar Süveyj Kanalı ile bizim Hindistan ve Uzak Doğu 'ya giden su yol/arımız üzerinde doğal denizaltı üsleridir. Eğer Yunanlı/ara, ulusal yayılıj/arı dö neminde sağlam bir dostluk gösterirsek lmparatorluğumuz birli ğini sağlayan büyük deniz yolunu başlıca koruyucularından biri olur... " Padişahın ve onun sağ kolu hain Damat Ferit Paşa'nın yal rakçı ve İslamiyet' ten bihaber tüm iş birlikçi hocalara yazdırdığı ve İngiliz-Yunan savaş uçakları ile halkın üzerine attırdığı fetva lara karşı, ikinci bir karşı hareket de gelişiyor. Mustafa Kemal'in başlattığı milli hareketin selarnetine inanan Denizli Müftüsü kendi imkanları ile bölgeyi dolaşıyor ve kapı kapı halkla görüşe rek onlara:
"Her ne pahasına olursa olsun Yunanlı/ara karJı koymak ge rekir. Ben fetva veriyorum. Hiçbir müdafaa vasıtası olmayan bir Müslüman dahi yerden üç taş alarak dÜjmana atmaya mecbur dur. " diyordu.
114 1 BORA IYIAT
Gerçekten yoksul Türk'ün elinde sadece yüreği kalmış, tüm silahına el konulmuştu ... Bir milliyetçi hareket olarak ele alındığında Samsun ile başla yarak Ankara' da nihayetlenen süreç bir milli devletin doğuşu fık rindeki Mustafa Kemal Atatürk'ün stratejik bir öngörü ve kul olmaya alıştırılan bir ulusa, millet ve Türk olduğu gerçekliğinin sabırla işlendiği bir süreçtir. Analiz edildiğinde Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geç mesi ile başlayan Milli Mücadele hareketi, Amasya Tamimi ile temel ilkeleri ortaya koyduktan sonra Erzurum ve Sivas Kongre leriyle askeri ve siyasi otoriteyi sağlamak yönünde önemli adım lar atmıştır. Mücadelenin Sivas'tan yürütülmesinin arzu edilen başarıyı sağlayamayacağı düşüncesiyle stratejik bir mevki olarak Ankara tercih edilmiştir. Ankara'nın tercihinde sadece askeri ge rekçeler değil siyasi ve tarihi gerçeklerde düşünülmüştür. İstan bul'da toplanan Meclis-i Mebusan'ın işlevsizleştirileceğini düşü nen Mustafa Kemal haklı çıkmış, İstanbul, İtilaf Devletlerince resmen işgal edilerek Meclis-i Mebusan dağıtılmıştır. Bunun üzerine hemen harekete geçilmiş ve Mustafa Kemal Paşa'nın dü şündüğü gibi Ankara'da milli bir meclisin açılması sağlanmış tır.95 Bütün bu gelişmelere rağmen Ankara'da kurulan bu Meclis daha uzun bir zaman temsil hakkını kullanamayacak ve hukuken muhatap alınmayacaktır. Ancak daha sonra gelişen olaylar göste recektir ki Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılması Milli Mü cadele'nin başarısı açısından siyasi ve hukuki anlamda önemli bir safha teşkil edecektir. Artık Milli Mücadele'nin hareket merkezi Ankara olacak gerek askeri, gerekse siyasi teşebbüslerin merkezi 95
Mustafa Turan, Atatürk'ün Ankara'ya Gelişi "Milli Temsil Meselesi" - Makale, Gazi Üniversitesi, Akademik Bakış Dergisi, Cilt:S Sayı:lO Ankara 2012, s.22
BOZKURT ATATÜRK 1 115
Ankara olacaktır. Elinde kalan son topraklarına sahip çıkmaya çalışan Türklere karşı maddi, beşeri ve askeri bakımdan kahir güçteki galip devletlerin, politikanın bütün inceliklerini sergile yecekleri de göz önünde bulundurulursa Ankara'nın, Anka ra'daki TBMM'nin ve Mustafa Kemal Paşa'nın işinin ne kadar zor olduğu anlaşılır. Neticede işgalci devletlerin her türlü gücü ne, baskısına ve politikasına rağmen Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkmadan önce düşündüğü gibi yıkılan bir devletten yepyeni ve milli bir Türk devleti hayat bulacaktır.96 24 Nisan günü yaptığı konuşmada Mustafa Kemal bu tarihe kadar gelişen olayları kendi üslubunca değerlendirmiş ve Mec lis'in amacı ile görevini şöyle tanımlamıştır:
"Bizim vuzuh ve kaabiliyet-i tatbikiye gördüğümüz meslek-i siyasi milli siyasettir. Dünyanın bugünkü umumi şeraiti ve asır ların dimağlarda ve karakterlerde temerküz ettirdiği hakikatler karşısında hayalperest olmak kadar büyük hata olamaz. Tarihin ifadesi budur. ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir. Milleti mizin kavi, mesut ve müstakir yaşayabilmesi için devletin ta mamen milli bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin teşkildt-ı da hiliyemize tamamen mutabık ve müstenid olması lazımdır. Mil li siyaset dediğim zaman kastettiğim mana ve medlut şudur: Hudud-ı milliyemiz dahilinde her 1eyden evvel kendi kuvveti mize müsteniden muhafaza-i mevcudiyet ederek millet ve mem leketin hakiki saadet ve ümranına çalışmak. Alelıtlak ml-i emel ler pefinde milleti i1gal ve ızrar etmemek, medeni cihandan, me deni ve insani muameleye ve mütekabil dostluğa intizar etmek tir. "97
96
Mustafa Turan, a.g.y., s.23 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk - Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, Cilt 2, MEB Basımevi, Ankara 1969, syf, 437 97
116 1 BORA IYIAT
26 Nisan 1 920'de Meclis Başkanlık Divanı teşekkül etticile rek Meclis Başkanlığı'na Mustafa Kemal Paşa getirilmiş ve bir önerge vermiştir. Önergede ifade edilen hususlar şöyledir: 1 - Hükümet teşkili zaruridir. 2- Muvakkat kaydıyla bir hükümet reisi tanımak veya bir Pa dişah Kaymakamı ihdas etmek mümkün değildir. 3- Meclis'te yoğunlaşan milli iradeyi fıilen vatanın mukadde ratına el koymuş olduğunu kabul etmek esas ilkedir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin üzerinde bir kuvvet mevcut değildir. 4- Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama ve yürütme yetkile rini üzerinde toplar. 5- Meclis'ten seçilecek ve vekil olarak görevlendiritecek bir heyet, hükümet işlerine bakar. Meclis Başkanı bu heyetin de başkanıdır. 6- Padişah ve halife, baskı ve zorlamadan kunulduğu zaman Meclis'in düzenleyeceği kanuni esaslar dairesinde vaziyetini alır.98 Bu Meclis, Misak-ı Milli'nin gerçekleştirilmesi, memleketin esarete düşmemesi ve istiklalin kazanılması gibi onak program etrafında toplanmış mebuslardan oluşuyordu. Önergede "Mec lis'te yoğunlaşan milli iradeyi fıilen vatanın mukadderatına el koymuş olduğunu kabul etmek esas ilkedir. Türkiye Büyük Mil let Meclisinin üzerinde bir kuvvet mevcut değildir." denilmek suretiyle Osmanlı Devleti'nin işgal altındaki kalan son toprakları üzerinde yaşayan Türk milletinin mukadderatını tayin edecek olan gücün Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğu ilan edilmiş oluyordu. Başka bir ifadeyle Milli Mücadele Hareketi yasama, yürütme ve yargı yetkilerini de kendi bünyesinde toplamış olan
98 Mustafa Kemal Atatürk, a.g.e. s. 438
BOZKURT ATATÜRK 1 1 17
Büyük Millet Meclisi sayesinde millet adına hareket etme yetki sini eline almış oluyordu. 99 M. Kemal Paşa, 1 4 Ağustos'ta Meclis'te yaptığı konuşmada, " ... Bu milletin akıbeti bu Meclis'te kararlaştırılacaktır ve bu Meclis de koca Anadolu'ya, büyük millete dayanıyor. Neticede, İstanbul'u olduğu gibi, Trakya'yı da burası kurtaracaktır." diye rek üç yıl sonrasında kafasında oluşan hedefleri de yavaş yavaş telafuz ediyordu. 20 Ocak 1 92 1 'de artık hem milli irade hem de o iradenin yönettiği milli mücadele hareketi yepyeni bir devlete doğru hızla adımlar atıyordu. Söz konusu tarih bu anlamda önemli bir milattı. Anık kanun koyuculuğu bizzat üstlenen mil let kendi anayasasını yapmıştı. Bu gelişmeden sadece S gün sonra İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Paris'teki bir toplantıda;
'1stanbul hükümeti felç halinde ve M Kemal Türkiye'nin ger çek hakimidir. . . , diyerek, M. Kemal'in önderliğindeki kurtuluş hareketinin ve onun liderinin uluslararası zeminlerde de kabul edildiğini belgelemiş oldu. Dış ülkelerde kabul edilen yeni ve gerçek "milli Iradenin" Osmanlı hükümetince de kabulü, Sadra zam Tevfik Paşa'nın 27 Ocak 1 92 1 günü, M. Kemal'e çektiği şu telgrafla da tescil edilecekti:
''Londra 'da toplanacak barış konferansı için, Osmanlı heye tine katılmak üzere, Büyük Millet Meclisinden bir üyenin ismi nin bildirilmesini rica ederim. , Buna TBMM Başkanı sıfat ve yetkisiyle M. Kemal Paşa'nın verdiği cevap, şuydu:
"Milli iradeye dayanarak Türkiye 'nin mukadderatına el ko yan yegane meşru ve müstakil hakim kuvvet Ankara 'da aralıksız 99 Mustafa Turan, a.g.y., s.22
118 1 BORA IYIAT
toplanan TBMM'dir. Türkiye'ye ait bütün mesele/erin hallinr memur ve her türlü harici münasebetlere muhatap, ancak bu Meclis 'in hükümetidir. " Daha işin başında iken 26 Şubat ı 92 ı 'de Amerikalı gazeteci Clarence K. Streit'e verdiği bir beyanatta "Türkiye'nin bugünkü ve gelecekteki rejimi 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.' esa sına dayalıdır ve dayalı olacaktır.'' diyerek rejimin adını koymuş tu.ıoo Mustafa Kemal, kurtuluşa doğru milletimizi taşıyacak olan tek kurumun onun iradesi olan TBMM olduğuna inanıyor ve zaman zaman kendisine muhalif olanların çabalarına rağmen milli iradenin varlığına güveniyordu. TBMM'nin, ı 6 Mart ı 92 ı ' de Rus devleti ile yaptığı Moskova Anlaşması, yeni Türk devletinin şahsiyetinin kabul ve kararlılığının somut ve anlamlı bir belgesi olacaktı. Mustafa Kemal tarafından Meclis'in açılma sıyla birlikte kıvılcımlanan bağımsızlık ateşi düşmanı yakacak büyük bir yangına doğru giderek daha da büyüyor, yayılıyordu. İşgal orduları Eskişehir yakınlarında İnönü mevzilerinde iki kere durdurulm uştu. ı Nisan ı 92 1 'de 2. İnönü Savaşı'nın kazanılması ve Türk or dularının sahip olduğu mevzilerdeki olağanüstü direnişi, işgal kuvvetlerinin gözünü korkuttu. ı O Mayıs ı 92 ı ' de General Harrington, İngiliz makamiarına yazdığı bir yazıda "Mustafa
Kemal tamamen haşindir. Bizim içeride ve dı;arıdaki güçlerimizi iyi bilmektedir. Tarafiızlığımıza inanmamaktadır. Yunanlıları yi ne yeneceğinden ve daha sonra da bizi buralardan kovacağından emin gibidir. ifadesi yer aldı. Artık emperyalizmin Türk soru "
nunu çözmek için tüm destek ve umutlarını bağladığı Yunan or100
Dr. Hüseyin Ağca, Mustafa Kemal Atatürk, www.akmb.gov.tr
BOZKURT ATATÜRK 1 119
dusu anakaradan aldığı takviye ile 1 O Temmuz 1 92 1 günü çok planlı ve güçlü olarak Ankara'ya doğru ilerleyerek bu başkaidırıyı kökten çözmek niyetindeydi. M. Kemal Paşa, Batı Cephesi Harp Karargahı'na giderek Türk ordusunun; Sakarya'nın doğusuna kadar çekilip yeniden tertiplenmesi kararını verdi ve uyguladı. 5 Ağustos 1921 'de M. Kemal Paşa'ya TBMM' ce 3 ay süreyle Baş komutanlık görevi ve yetkisi verildi. l l Ağustos 1 92 1 'de yine bir Amerikalı gazeteciye verdiği beyanatta, kendi kararlığını ve mil letine olan güvenini şu cümlelerle ifade etmişti. "Biz Türkiye'nin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü kurtarmaya çalışıyoruz. Allah 'ın yardımı ve Türk milletinin yenilmez kuvveti sayesinde amacımıza Bu beyanatların tamamında kullandığı ifadeler ulaşacağız. "101
onun tarafından büyük bir özen ve titizlikle seçiliyordu. Türk lük, Türkiye, Türk milleti gibi kavramlar bu toprakların yüreği zengin, kendisi fakir insaniarına ununurulmuş kelimelerdi. 23.08 . 1 92 1 'de başlayan ve 22 gün 22 gece devam eden Sa karya Meydan Savaşı'nı en ileri hatlarda yönetti ve bu arada TBMM'ye sürekli bilgi verdi. Yabancı gazetecilere beyanlarda bulundu. Cephede bu hazinesi fakir fakat yüreği zengin ordusu yalın ayak, elde kılıç düşmanı kovalarken bu büyük milletin ka dınları, çocukları ve yaşlıları da boş durmuyor, akın akın cephe gerilerine akıyor, askerine yiyecek, içecek ve mühimmat taşıyor du. Böyle bir millet yenilemezdi . . . Yenilmedi. . . Sakarya' nın ba tısına geriletilen Yunan ordusunun yapmış olduğu tahkimat İn giliz askeri uzmanlarınca denetlenmiş, zaten taarruz etmesi bek lenmeyen Türk ordusunun bu mevzileri 6 ayda aşamayacağı id dia edilmişti. Ama yanılıyorlardı. Mustafa Kemal 1 3 Eylül 1 92 l 'de Yunan ordusunu Sakarya Nehri'nin batısına attı ve 14 Eylül' de genel seferberlik ilan ederek milletinin bütün gücünün 101
Dr. Hüseyin Ağca, a.g.y.
120 1 BORA IYIAT
kunuluş amacına tahsisini istedi. 1 9 Eylül' de Ankara'ya dönüp TBMM'ye Sakarya Meydan Savaşı hakkında bilgi sundu ve Meclis kendisine kanunla Gazilik unvanı ve Mareşal rütbesi ver di. 20 Ekim 1 92 1 'de TBMM, Fransız hükümeti ile Ankara An laşması'nı imzaladı ve 3 1 Ekim'de Gazi M. Kemal'in Başkomu tanlık süresi 3 ay daha uzatıldı. Gazi Mustafa Kemal'in önderli ğindeki hareketin başarıları, dünyanın ileri gelen devletlerini ciddi endişeye sevketti. Bu endişenin temelinde, Milli Mücadele harelcltının nereye kadar genişleyeceği ve nerede duracağı konu sundaki belirsizlik vardı. Mustafa Kemal ise bu konuda oldukça netti. Yabancı gazetecilerin bu amaçla sordukları bir soruya "Türk barış şanları, Misak-ı Milli'nin ilan edildiği 28 Ocak 1 92 1 'den beri herkesçe bilinmektedir." diyordu. 26 Ağustos saat 04.00'te Batı'nın tüm hesapları bozulmuş ve korktukları başlarına gelmişti. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanında İsmet ve Fevzi Paşalar ile birlikte Kocatepe'ye geldi. Ya rım saat sonra Büyük Taarruz müthiş bir topçu ateşiyle başladı. Bombardımanın ardından piyade hücuma geçti. Altı ayda aşıla maz denilen mevziler daha birkaç saat geçmeden Türk birlikleri tarafından · alındı. Fahrettin Altay komutasındaki süvarilerin çe virme harelcltıyla 4 gün içinde düşman birliklerinin büyük bir bölümü, komuta kadernesi esir edilerek imha edilmişti. Fahrettin Paşa, İzmir' den ayrılırken o güzel kente döneceğine ve düşman dan geri alacağına yemin etmişti. Şimdi her şerefli asker gibi ye minini tutma zamanın geldiğinin bilincinde bir hırsla saldırıyor, taptaze bir ordu bugün bile rekor sayılabilecek bir hızla ilerliyor du. 9 Eylül sabahı yırtık, renkleri farklı belki üniforma bile deni lemeyecek kıyafederine inat mağrur Türk ordusu kordon bo yundaydı, hak ettiği gururla yürüyordu. Anadolu'nun inanmış halkı Ankara'da Sarışın bir bozkurtun önderliğinde bir Türk
BOZKURT ATATÜRK 1 121
mucizesi yaratmıştı. Zafer kazanıldıktan sonra anık hiçbir şeyin
eskisi gibi olmayacağı kesinleşmişti. Evet, Milli Mücadele başarıyla sonuçlanmıştı, anık daha adil koşulların üzerine oturması gereken ve Türk'ün ha.J.a dimdik ayakta olduğunun bir anlamda ispatı olacak barış yapılacaktı. Batılı devletler bu görüşmeler için toplanacak konferansın İsviç re' nin Lozan kentinde toplanmasını teklif etmişlerdi. Ancak ha.J.a Anadolu işgali ile başaramadıklarını başarmak, kötü talihlerini tersine çevirmek için bir planları vardı. Lozan'da toplanacak konferansa zaferin sahibi olan büyük Türk milletinin temsilcisi olan TBMM ile birlikte İstanbul' dan da temsilciler çağrılmıştı. Milli Mücadele'ye gereken desteği vermeyi bir yana bırakın, her türlü fenalığın kaynağı olan İstanbul vasırası ile bir ikilik yara tılmak isteniyordu. Bu tavır karşısında Mustafa Kemal zekice bir hamle ile TBMM'de bir konuşma yaparak Meclis'ten saltanatın kaldırmasını talep eni. M. Kemal Paşa, uzun uzun hazırladığı konuşmasında geniş olarak tarihten örnekler vererek saltanat ve hilafet hakkındaki görüşlerini onaya koymuş ve özetle şunları söylemişti:
"... Şimdi efendiler, makam-ı hilafet mahfuz olarak onun ya nında hakimiyet ve saltanatı milliye makamı ki, -Türkiye Bü yük Millet Meclisidir- elbette yan yana durur. .. Bugünkü Tür kiye Devletini temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisidir... Milletin saltanat ve hakimiyet makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisidir... ,
Ancak, bu gazi Meclis'in ha.J.a geleneksel bir fikri yapısı vardı. Üstelik Mustafa Kemal' e muhalif olan vekillerin sayısı az değildi. Onlar sonucu değiştirebilmek, en azından süreyi uzatahilrnek için bir hamle yaparak saltanatın kaldırılması konusunun
122 1 BORA IYIAT
Şerriye, Anayasa ve Adalet Komisyonlarından kurulu bir üst or tak kurulca değerlendirilmesi için öneri vermiş ve kabul ettirmiş lerdi. Ortak komisyon kurulmuş ve görüşmeler başlamıştı, saatler gece yarısını geçtiği halde henüz bir sonuç alınamıyor, bir sonuç alınacak gibi de görünmüyordu. Muhalifler amaçlarına ulaşmak üzereydiler ki komisyonun toplandığı odanın kapısını Mustafa Kemal açarak içeriye girdi. Konuşmalar devam ediyordu. Musta fa Kemal elini sertçe masaya vurarak içerideki uğultuyu susturup konuşmaya başlamıştı:
"Efendiler; içinde bulunduğumuz şartlara rağmen, safiatayla, mugalatayla, nazariyatla vakit geçirdiğimizi görüyorum. Haki miyet ve saltanat hiç kimseye, ilim icabıdır diye, müzakere ile verilmez. Hakimiyet ve saltanat, kuvvetle, kudretle, zorla alınır. Türk milleti de hakimiyet ve saltanatı isyan ederek bilfiil kendi eline almıştır. Bu olmuş bitmiş bir durumdur. Artık söz konusu olan, millete hakimiyeti, saltanatı bırakacak mıyız bırakmaya cak mıyız, meselesi değildir. Mesele bu zaten olmuş, bitmiş du rumu ifade etmekten ibarettir. Bu herhalde ve mutlaka olacak tır. Burada toplanan/ar, Meclis ve herkes, meseleyi böyle görür lerse fikrimce uygun olur. Aksi takdirde yine hakikat ifade olu nacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir . . .
"102
Mustafa Kemal'in bu iradeli duruşu şüphesiz sonucu tayin etmişti. Karar verilmiş ve saltanat kaldırılmıştı. Bu şekilde padi şahlık yetkilerini kaybeden Sultan Vahdeddin'in üzerinde sadece halifelik görevi kalacaktı. Bu gelişmenin arkasından Vahdeddin'in ı 7 Kasım ı 922' de İngilizlerin yardımıyla İstan-
102
Turgut Özakman, Cumhuriyet - Bilgi Yayı nevi, Ankara 2009, s. 78
BOZKURT ATATÜRK 1 123
bul'dan ayrılması üzerine TBMM, 1 8 Kasım 1 922 tarihinde Veliahd Abdülmecid'i halife olarak seçti. Saltanatın kaldırılması sonrasında gerçekleşen önemli geliş melerden biri yeni Türkiye Devleti'nin başkentinin belirlenme siydi. Milli Mücadele döneminde M.Kemal Paşa'nın 27 Aralık 1 9 1 9' da Ankara'ya gelerek burayı Heyeti Temsiliye' nin çalışma larını yürüttüğü bir direniş merkezi olarak belirlemesi ve 23 Ni san 1 920'de TBMM' nin açılması ile yeni hükümetin de merkezi olmuştu. Milli Mücadele hareketinin başarıyla sonuçlanması üzerine imzalanan Lozan Andaşması sonrası başlayan yeni dö nemde, İsmet Paşa ve arkadaşlarının Meclis' e verdikleri yasa tek lifi ile Ankara, 1 3 Ekim 1 923'te, yeni devletin başkenti olarak kabul edildi. Ankara' nın başkent seçilmesinde elbette pek çok etkenden söz edilebilir. Bunlardan biri Anadolu'nun ortasında olması, diğeri ise kara yolu ve demir yolunun ulaştığı stratejik özellikler taşımasıdır. Ayrıca Milli Mücadele'ye destek vermesi de dikkate değerdir. Esasında siyasi bir karar olan bu tavır ile ye ni yönetimin kimliği ve eskisinden farklılığı da ortaya konmuş oluyordu. Böylece Ankara'nın başkent olmasıyla gerek yurt içi ne, gerekse yurt dışına saltanat yönetimine dönülmeyeceği ve bütün yerkilerin Türkiye'nin kalbi olan Ankara'da toplandığı yo lunda ciddi bir mesaj verilmiş oluyordu. Bir başka ifadeyle Anka ra, İstanbul'a hakim duruma gelmiş oluyordu.
124 1 BORA IYIAT
"TÜRKİYE CUMHURİYETİ" YENİ BİR DEVLET KURMAK
Mustafa Kemal, kimsenin inanamayacağı emsalsiz zaferi ka zandıktan sonra, milletin medeni milletler seviyesine gelmeden yaşayamayacağına kani bulunuyordu. Asırların taassubu içinde yaşayan, medeniyete düşman Türk kültüründe yer almayan bağ nazlıklara saplanmış kitleleri çok kısa zamanda gömülü bulun dukları çukurdan çıkarmak icap ediyordu. Mustafa Kemal de inanılmaz zafer gibi, inanılmaz inkılapları da, millet çoğunluğu nun tasvibi ile vücuda getirdi. 1 03 Üstelik kendisi daha önceki bö lümlerde bahsettiğimiz gibi söz konusu inkılapları çok önceden tasarlamıştı. Ancak hayata geçirmek için uygun zamanın gelme sini bekleyecekti. Kendi deyimi ile zafer sırça bir kadehe benzer di ve zorlamak, kadehin kırılmasına neden olabilirdi. Cumhuriyetin kurulacağı, 1 922 başından itibaren anık ortaya çıkmıştı. Padişah Vahdettin bile Şubat 1 922'de Avrupa'ya gider ken kendisiyle görüşen Yusuf Kemal Tengirşenk'ten Türkiye Büyük Millet Medisinin cumhuriyetçi olup olmadığını öğren meye çalışmıştı. Mustafa Kemal Paşa'nın cumhuriyeti ilan ede ceğine dair haberler dolaşmaya başlamıştı. Hakimiyeti Milliye, 103
Niyazi Ahmet Banoğlu, Atatürk Siyasi ve Hususi Hayatı - Pınar Yayınevi, istanbul 1946, s.64
126 1 BORA IYIAT
Yenigün ve Öğüt gazeteleri muhabirierine 6 Aralık 1 922 tari hinde verdiği demeçte; Halk Partisini kurma kararını açıklamış tır. 8 Nisan 1923 tarihinde ise, dokuz maddelik parti programını açıklamıştır. Mustafa Kemal 27 Eylül 1 923 tarihinde Viyana'nın büyük bir günlük gazetesi Neue Freie Presse Muhabirine verdiği mülakatta cumhuriyetten bahsetmiştir. 9 Eylül 1 923 tarihinde "Halk Partisi" kurulacaktı. Cumhuriyetin ilanı yaklaştıkça önce birtakım hazırlıklara girişilmesi gerekiyordu. 25 ve 26 Ekim 1923 tarihlerinde Çankaya'da bu durumun görüşülmesi sırasın da Mustafa Kemal, vekiller heyetinin istifa etmesi gerektiğini söylemişti. Bu konu burada görüşülerek karara bağlanmış ve 27 Ekim 1 923 tarihinde Fethi Bey kabinesi istifa etmiştir. 28 Ekim akşamı Milli Müdafaa Vekili Kazım, Malatya Mebusu İsmet Pa şalar ile Fethi Bey, Kemalettin Sami ve Halit Paşalar ve Rize Mebusu Fuat, Afyon Mebusu Ruşen Eşref Beyler, Mustafa Ke mal Paşa'nın misafıriydi. Mustafa Kemal 28 Ekim 1 923 akşamı o yemekte şöyle demişti. "Efendiler görüyorsunuz ki, cumhuriyetin
i/anına karar vermek için Ankara 'da bulunan bütün arkadaşlarımı davete ve onlarla müzakere ve münakaşaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim. Çünkü onların zaten ve tabiaten benimle bu hususta hem fikir olduklarına şüphe etmiyordum. Halbuki o esnada Anka ra 'da bulunmayan bazı zevat, salahiJetleri olmadığı halde, kendile rine haber verilmeden ve reyi muaffakatleri alınmadan cumhuriye tin ilan edilmiş olmasını ayrılık addettiler. " Diğer misafirlerini gönderdikten sonra, Mustafa Kemal, İs met İnönü ile kanun metnini hazırlamıştır. 29 Ekim Pazartesi günü öğleden önce Halk Partisi grubu Fethi Bey'in başkanlığın da toplanarak son bir değerlendirme yapmıştı. Mustafa Kemal tarafından hazırlatılan kanun 29 Ekim 1 923 tarihinde Teşkilatı
BOZKURT ATATÜRK 1 127
Esasiye Kanununun bazı maddelerinin değiştirilmesi başlığı ile Büyük Millet Meclisinin onayına sunulacaktı. 104 Bu kanuna göre: Madde 1 Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İdare usulü, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır. Türkiye Devletinin şekli hükümeti cumhuriyettir. Madde 2 Türkiye Devletinin dini İslam' dır. Resmi dili Türkçedir. Madde 4 Türkiye Devleti, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur. Meclis, hükümetin kısımlarını icra vekilieri va sıtasıyla idare eder. Madde 10 Türkiye reisicumhuru, Türkiye Büyük Millet Meclisi He yeti Umumiyesi tarafından ve kendi üyeleri arasından bir se çim devresi için seçilmiş olur. Görevi yeni reisicomburun se �:ilmesine kadar devam eder. Tekrar seçilme hakkı vardır. Madde l l Türkiye reisicumhuru devletin reisidir. Bu sıfada lüzum gördükçe Meclis' e ve heyeti vekiliye başkanlık eder. Madde 12 Başvekil, reisicumhur tarafından ve Meclis üyeleri arasın dan seçilir. Diğer vekiller, Başvekil tarafından yine Meclis üyeleri arasından seçildikten sonra heyeti umumiyesi Reisi cumhur tarafından Meclis'in onayına arz olunur. Meclis top lantı haLinde değilse Meclis toplantıya çağrılabilir.105
104 Selçuk Duman, Mustafa Kemal'de Cumhuriyet Düşüncesinin Doğuşu ve Cumhuriyet'i n Nitelikleri - Makale, Kastamonu Eğitim Dergisi, Kastamonu, Mart 2006, s.297 105 Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Devre 2, iç. Sen ı, Cilt 3, s. 90
128 1 BORA IYIAT
İşte bu kanun teklifini Meclis ele alarak tanışılmaya başladı. Antalya Mebusu Rasih Hoca söz alarak ağır ve dokunaklı bir konuşma yapmıştı. Sözlerini, "Din bakımından da en muvafık hükümet şekli cumhuriyettir." 'diye bağladı ve haykırdı: "Yaşa sın Cumhuriyet" Meclis birden dalgalandı. Herkes ayakta ve bü tün mebuslar haykırışıyorlardı: 'Yaşasın cumhuriyet!'. Cumhuri yet tanışmaları ile ilgili en güzel tarifı Osmanlı müderrisliği, na zırlık ve ayan üyeliği yapmış olan Abdurrahman Şeref yaptı: "Hakimiyeti Milliye, kayıtsız şansız milletindir; kime sorarsanız sonuç bu, cumhuriyet demektir. Doğan çocuğun adıdır. Ama bu ad bazılarına hoş gelmezmiş, varsın gelmesin. "ı06 Bu tartışmaların ve cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından Meclis'te yapılan oylamaya 1 58 kişi katılmış ve tamamının oyu ile Gazi Mustafa Kemal Hazretleri cumhurbaşkanı seçilmiştir. Sürekli alkışlar ve yaşasın sadaları ile Mustafa Kemal Paşa kürsü ye gelerek bir teşekkür konuşması yapmıştı. 107 Mustafa Kemal Paşa, cumhuriyeti çağdaşlığın ilk adımı olarak görmüş, yukarıda ifade ettiğimiz gibi daha okul yıllarında be nimsemiş olduğu cumhuriyet yönetimini uygulamaya koymuş tur. los Günümüz Türkiye'sinde özellikle son 1 0 yılda ciddi anlamda cumhuriyetin temel nitelikleri tahrip edilmeye çalışılmaktayken o dönemde hazırlanan bu kurucu temel özellikler üzerinde bir kez daha düşünmelidir. Burada cumhuriyet kavramı ancak ve ancak üniter bir yapı içinde değerlendirilmelidir. Türkiye' de üniter devlet anlayışı cumhuriyetin olmazsa olmazlarındandır. Batılı bazı ülkelerde ve Osmanlı Devleti'nde olduğu gibi ayrıca106
Şevket Süreyya Aydemir, a.g.e. Selçuk Duman, a.g.y., s.258 108 Selçuk Duman, a.g.y., s.259 107
BOZKURT ATATÜRK 1 129
lıklı il veya eyalet yapısını reddeder. Diğer yandan cemaat, tari kat ve mezhebe dayalı örgütlenmeleri de kabul etmez. Büyük zaferin ardından bir millet olduğunu fark eden tarihin en eski kavmi, hızla bir daha ezilmemek, sömürülmernek için güçlü bir devlet olma yolunda yürüyordu. Cumhuriyet ilan edilmiş, saltanat kaldırılmış ve devlet şekillenmeye başlamıştı an cak hala hilafet makarnı modern cumhuriyet için önemli bir zaaf ve tehditti. Bilindiği gibi İslam tarihinde halifelik, Peygamber'in ölümü üzerine onaya çıkan bir kurumdu. Hilafet, İslam içinde en uzun kalmış kurumlardan birisidir ve uzun bir süre İslam toplumunun liderliği iddiasıyla şekillenen tarihsel gelişim süreci, İslam'ın ta rihsel serüveniyle iç içe idi. Arapça halife, Peygamber'in yerine kaim olmak üzere İslam camiasının en yüksek reisinin unvanıdır. Halife, İslam dininin esaslarına göre hem başimam hem de dev let başkanı olarak iki iktidarı birden temsil etmekteydi. ıo9 Türkler, Selçuklu Devleti'nin kuruluş döneminde halifeliği ele geçirmişler fakat bu sanı almak gereğini duymamışlardır. 1 058 yılında Bağdat'a giren Tuğrul Bey, Halife'yi makarnında bırakmış ve yalnız Sultan-ı İslam sanını almıştı. ı ı o Yavuz Selim 1 5 1 7'de Mısır'ı ele geçirince orada Halife III. El Mütevekkil ile karşılaştı. Halife Mütevekkil birçok bilgin ve sanatçı ile birlikte İstanbul'a gönderildi. Padişah'ın İstanbul'a dönüşünden sonra Halife'nin uygunsuz hareketleri görülmüş ve Yedikule'ye hapse dilmişti. Kanuni'nin tahta çıkmasıyla aifedilerek Kahire'ye dön mesine izin verilmiş ve orada ölmüştü. Yavuz Selim'in halifeliği 109Doç. Dr. Oğuz Aytepe, Yeni Belgelerin ışığında Halifeliğin Kaldırılması ve Hanedan Üyelerinin Yurt Dışına Çıkarılması - Makale, Ankara Üniversitesi Türk lnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Ankara, Kasım 2002, s.l6 110 Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi - 3. Kitap (l.Bölüm) - Bilgi Yayınevi, Ankara 2000
130 1 BORA IYIAT
devraldığı yönünde yanlış bir kanı yaygınlaşmıştır. Ancak Selim, oğlu Kanuni ile yazışrnalarında halifefiği üzerine aldığına dair hiçbir şey yazmamıştır. ı ı ı O dönerne ilişkin Osmanlı ve Arap belgelerinin hiçbirinde, o yıllarda yazılmış kitaplarda böyle bir devir işlemini gösteren kayıt yoktur. Yavuz Selim'den önce bazı Osmanlı padişahları halife unvanını kullanrnışlardı. Yavuz Selim, halife unvanını değil eski kutsal hilafet emanetlerini almış ve Mısır sultanlarının "hadirnü'l harerneyni'ş-şerifeyn" (kutsal Mekke ve Medine'ye hizmet eden) unvanını kullanrnıştı. Bu söylenti ı 774 Küçük Kaynarca Ant Iaşmasından sonra ortaya atılmıştı. Osrnanlılar, kaybettikleri ül keler üzerinde padişahın sözde manevi, gerçekte dünyevi hakla rını korumak için halife unvanından yararlanmayı ümit etmiş lerdi. Kırım ı 783'te Rusya tarafından ilhak edilince Osmanlı'nın halifelik iddiaları da temelsiz kalacaktı. Fakat Osmanlı padişahla rı halife sanını kullanmaya devarn etmişlerdi. Osmanlı Devleti parçalanırken Il. Abdülhamit İslam birliğinin kurulmasında hali fefiği çok önemli bir araç olarak kullanrnıştı. Bütün çalışmalara karşın, siyasal gelişmeler ve ulusçuluk akımının Müslüman ülke lerde de başlaması, kurtarıcı olarak görülen halifelik sanını etki siz kılmıştı. İngiliz şairi Wilfrid Scawen Blum "ruhani hilafet" kavramını gündeme getirmiş ve düşüncelerini Mekke Şerifı ve Mısır Hidivi'ne anlatrnıştı. Mekke Şerifı Hüseyin, İngiltere'nin kışkırtmasıyla ı 9 ı 6' da Osmanlı Devleti' nin cihat ilanma rağmen ayaklanrnıştı. Suriye' de hilafetin Osmanlılardan alınarak bir Arap Halifefiği kurulması amacıyla bir dernek bile kurulmuştu. İttihat ve Terakki yöneticileri kaybedilen topraklar üzerinde siya si nüfuz kurmak amacıyla cihat ilan etmiş fakat bu çağrıya Müs lüman Türklerden başka uyan olmamıştı. Halifenin manevi var111
Feridun Bey, Mecmu"a-i Münşeat-i Selatin - lstanbul 1858
BOZKURT ATATÜRK 1 131
lığı, imparatorluk içindeki toplulukların milliyetçilik cereyanla rının yayılmasını önleyememiş; Mondros Mütarekesi sonrasında imparatorluk topraklarını işgal eden İngiliz ve Fransız ordu bir liklerinin içinde Müslüman askerlerinin de bulunması sakıncalı bulunmamıştı. Padişah dini yetkilerini, manevi otoritesini, Ana dolu' da düşmanla savaşan kahramanları, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, ölüme mahkum etmekte bir sakınca görme mişti. Bunca kötü harekete araç edilmiş halifelik, kimileri için hala padişahın tanrısal gücünü niteleyen mukaddes, bütün Müs lümanların ortak kurumu idi ve vazgeçilemezdi. 1 1 2 Mustafa Kemal, cumhuriyetin ilanından sonra, cumhuriyete gölge edebilecek, cumhuriyetin ilanından memnun olmayanların siyasi ihtiraslarına alet olabilecek bir mahiyet göstermesi bakı mından halifeliği rejim için zararlı görmekte idi. O, "kişisel sal tanatın kaldırılmasından sonra, başka unvanla aynı nitelikte bir makamdan ibaret kalması gereken halifeliğin de kaldırıldığını kabul ediyor", bunun için uygun bir zaman ve fırsat bekliyordu. Türlü olaylar Mustafa Kemal'e bu düşüncesinde yanılmadığını gösterdi. İskilipli Atıf Hoca ve Milletvekili Şükrü Hoca bu dö nemde birer kitap yayımlamışlardı. Atıf Hoca "İslam Yolu" adlı kitapta halifenin din işlerinin yanında dünya işlerine de bakması gerektiğini savunuyordu. Şükrü Hoca'nın "Hilafeti İslamiye ve Büyük Millet Meclisi" adlı kitabında "Halife Meclis'in, Meclis halifenindir" sloganı işleniyordu. Ona göre devlet başkanı olacak kişi padişah ve halife diye iki ayrı san yerine halife diye anılma lıydı. Bu yayınlardan güç alan Abdülmecit, zaman zaman hü kümdar gibi davranmaya başlamıştı. Mustafa Kemal'e gönderdi ği bir telgrafta bu büyük değişikliği "yenilenen hükümet biçimi" olarak nitelemişti. Padişah oğlu olduğunu vurgulamak için imza112 Otuz Aytepe, a.g.y., s.l9
132 1 BORA IYIAT
sını "Abdülmecit bin Abdülaziz Han" diye atmıştı. Halife-i Müslimin sanı ile yetinmeyip buna Zıllullah'ı (Tanrını gölgesi) da ekleyerek hükümetin talimatı dışına çıkıyordu. Öte yandan Cuma Selamlıkları düzenliyor, İstanbul'daki yabancı devlet tem silciliklerine görevliler göndererek onlarla ilişki kurmaya çalışı yordu. Bu durum Ankara'daki geriye dönüş ve halifelik yolun dan sultanlığa gidiş kuşkusunu daha da antırdı. 1 1 3 1 924 yılı başında halifeliğin kaldırılmasını hızlandıran geliş meler olmuştu. Halife, İstanbul' a gelen hükümet üyelerinin kendisini ziyaret etmemelerinden üzüntü duyduğunu belirtmiş ve "halifelik hazinesi"nin gücünü aşan ve görevi dışında kalan harcamalar için devlet bütçesinden yardım yapılmasını istemişti. Başbakan durumu Mustafa Kemal'e iletmiş. Mustafa Kemal, devlette halifelik hazinesi adıyla ayrı bir hazinenin olamayacağını belirtmiş, halifenin ne olduğunu bilmesini ve bununla yetinme sini, hükümetin bunu sağlayacak önlemler almasını dilemişti. Mustafa Kemal'i halifeliğin kaldırılması için zorlayan en kuvvetli etken, halife var oldukça Türkiye' de yapmayı düşündüğü top lumsal ve laik devrirolere imlci.n olmayacağı düşüncesiydi. Hila fet sorunu aslında bir rejim sorunuydu. Mustafa Kemal, hilafet sorununu tamamen onadan kaldırmak için bir dizi girişimde bu lundu; İstanbul basınının, Darülfünunda görevli aydınların, Milli Mücadele'nin önder kadrosunu oluşturan yakın arkadaşla rının ve diğer ordu kumandanlarının kendi düşüncesi doğrultu sunda tutum almalarını sağlamaya çalıştı. Bu konuda kesin karar almak zamanının geldiğini anlayınca 1 5-20 Ş ubat 1 924' te yapı lacak Harp Oyunları nedeniyle Ordu ve Kolordu Komutanlarını İzmir' de topladı. Bu toplantıya Başbakan İsmet Paşa, Savunma Bakanı Kazım Özalp Paşa ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çak113 OAuz Aytepe, a.g.y., s.21
BOZKURT ATATÜRK 1 1 33
mak da katılmıştı. Toplantıda, hilafet ile Şer' iye ve Evkaf Bakan lığının kaldırılması ve öğretim kurumlarının birleştirilmesi karar altına alındı. Mustafa Kemal 24 Şubat'ta Ankara'ya döndü. 1 Man'ta Meclis'in yeni dönemini açarken yaptığı konuşmada hükümetin faaliyetlerini ana hatları ile anlattı. 2 Mart'ta Halk Fırkası parlamento grubu üç yasayı onaylamak için toplandı. Er tesi gün üç önerge Medis'e sunuldu. Tanışmalar sonunda 3 Mart 1 924'te, 429 sayılı Kanun'la Siirt mebusu Halil Hulki ve elli arkadaşının önergesi kabul edilerek Şer' iye, Evkaf ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Bakanlıkları kaldırıldı. 430 sayılı Kanun'la, Manisa mebusu Vasıf Bey ve elli arkadaşının önergesi kabul edi lerek Eğitim ve Öğretimin Birleştirilmesi Kanunu kabul edildi. 43 1 sayılı Kanun'la Siirt Mebusu Şeyh Saffet Efendi ve 53 arka daşının önergesi kabul edilerek halifeliğin kaldırılmasına ve Os manlı Hanedanının Türkiye dışına çıkarılmasına karar verildi. Böylece, Osmanlı Devleti'nin son kalıntısı ve Cumhuriyet yöne timi için tehlike haline gelmiş olan halifelik tarihe karıştı. Kaldı rılan bakanlıklar yerine, Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Baş kanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı kuruldu. 1 14
114
Oğuz Aytepe, a.g.y., s.23
UNUTULAN TÜRK KİMLiGİNİN İNŞASI
VE MİLLİ DEVLET
Bir devletin inşası birçok etkinlikle doğrudan ilişkilidir. Dev letin sınırları ve toprak bütünlüğü orduları tarafından koruma altındadır. 1 1 5 Bu, Türk İstiklal Savaşı'nın ardından büyük ölçüde sağlanmış, işgal güçlerinin yurdu terk etmesinin ardından yeni den Türk milletinin kendi içinden doğan Türk ordusu asli vazi fesini devralmıştır. Tek ve kendisine özgü bir para sistemi, bayrağı ve hazinesi vardır. Bütün yerel dil ve lehçeler üzerinde oluşturulmuş bir mil li eğitim sistemi söz konusudur. Devletin hakimiyeti altındaki toprakların tamamında tek ve standart bir hukuk sistemi geçerli kılınmıştır. Bu yapının üzerine devlet ile bireyin bağının kurul ması, milli devletin millet kısmının inşası anlamına gelir. Devlet ve millet "yurttaşlık" bağıyla birbirine bağlanır. Bu bağ bireyle rin birbirleri ile eşitlik anlamındaki ilişkilerini tanımlar. Devlet ile arasındaki bağı belirlenen birey, ulus devletlerin oluşturduğu siyasal bütünlüğün bir parçası haline gelir. Ulus devlet dediğimiz kavramın ulus boyutu da böyle oluşur. 1 16 115
Özcan Yeniçeri, Bağımlılık Paradigmaları ve Türk Milliyetçiliği - Kripto Kitaplar, Ankara 2012, 5.137 116 özcan Yeniçeri, a.g.e., 5.137
136 1 BORA IYIAT
Millet nedir, sorusunun karşılığı bu noktada, geçmişten geti rilen değerler ışığında, ileriye dönük birlikte yaşama isteği duyan insanların oluşturduğu bir topluluk olarak yanıt bulmaktadır ve yukarıdaki anlatımdan yapılan çıkarıma göre de devlet, bu toplu luğun siyasi çatısıdır. Mustafa Kemal, devletin siyasi çatısını kurmasının ardından en fazla önem verdiği milli şuur fikri ve bir millet farkındalığı yaratmak olmuştu. Koşullar göz önünde bu lundurulduğunda binlerce yıllık tarihi bulunan bir millet, sürekli hareket halinde olmuş, fetih ve gaza inancı ile topraklarını geniş letmiş ve günümüz sınırlarında son bağımsız devletini kurmuş tur. Birçok farklı etnik kimlik ve unsur bir arada yaşadığı Os manlı İmparatorluğu'nun ardından Mustafa Kemal tarafından kurulan modern Cumhuriyet Türkiye'sinde milletin tanımı ya pılırken kan bağı yerine vatandaşlık bağının esas alınması bir zo runluluktur. Aslında binlerce yıllık devlet geleneğimizde esas alınan anlayış ve uygulama budur. Misal, Çin hükümdarına yolladığı mektupta "Yirmi altı devleti aldım. Onlar anık Hun oldular." diyen Mete Han'ın anlayışı da bu yöndedir. Bilge Kağan da, halkına sesle nirken Tanrı'nın yerle göğü var ettiğini, arasında kişioğlunu yani insanları yarattığını ve atalarının, Tann tarafından bu insanları yönetmekle görevlendirildiğini söylüyor. Yine İslam kültürü ile şekillenen sonraki dönemlerde de tebaa (uyruk) , Allah'ın birer emaneti olarak algılanagelmiştir. Mustafa Kemal'in, "Türkiye sı nırları içerisinde yaşayan halka, Türk halkı denir." demesi de bundandır. 1 1 7 Bu anlarnda Mustafa Kemal'in söylediği ve bugün Türk mil letinin bir beden gibi olması, bu milletin mensuplarının kendile rini nasıl algılarnaları, Türk devletinin de kendi yurttaşlarını na117
Aziz Dolu Atabey, edebiyatciturk.com/2007
BOZKURT ATATÜRK 1 137
sıl görmesi gerektiğini ifade eden ve böylece Türk milletine bir hedef çizen "Ne mutlu Türk'üm diyene" vecizesi tahlil edilmesi gerekli sözlerdendir. Ancak bu tahlilden sonra Mustafa Kemal'in yaptıkları daha net ortaya konulabilecektir. Mustafa Kemal kimliği, sosyokültürel ve psikolojik zemin üzerine temellendirerek bu zeminler üzerinde duygusal bir bağ ve birliktelik oluşturmaya gayret etmiştir. Psikolojik değişimin diğer değişimleri beraberinde getirmesi nedeniyle Mustafa Ke mal, Türkiye' de psikolojik bir dönüşüm ve değişimin oluşmasını istemiştir. Psikolojik dönüşüm ve değişimin en önemli unsuru da "kimlik" duygusunun kazanılmasıdır. Atatürk, öncelikle bir "Türk kimliği" duygusunun oluşturulması konusuna önem ver miştir. Burada kimlikten kasıt, "bireyin özünde ve aynı zamanda bireyin toplumsal kültüründe oluşan bir süreç"tir. Toplumsal ve bireysel kimliği oluşturan ve besleyen değerlerin başında, tarihi bir geçmiş, sosyokültürel ve manevi değerler gelmektedir. Mus tafa Kemal bütün bu değerlere son derece önem vermiş, bu de ğerlerin korunması, geliştirilmesi ve eğitimi için, Diyanet İşleri Başkanlığı, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi gibi kurumları oluşturmuştur. Bu nedenle o, tarihi ve kültürel değerierimize önem vermemiz gerektiğini çok sık ifade etmekte, bunu da özellikle münevverlerden (aydın lardan) beklemektedir. 1 1 8 Kuruluşu ile birlikte tüm kurumlar onun talimatı ile çalışma ya başlamıştı. Hilafetin kaldırılması ile birlikte yeni kavramlarla tanışan milleti, aynı zamanda gerçek İslam dini ile de tanıştır mak gerekiyordu. Mustafa Kemal hurafelerden uzak, bazı sofra ların kendilerince yorumladığı dinin tüm batı! irikadardan ayrı118
Yrd. Doç. Dr. Ali Kuşat, Bir Değerler Sistemi Olarak "Kimlik" Duygusu ve Atatürk - Makale, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Kayseri 2003, s.53
138 1 BORA IYIAT
larak hak ettiği yere kavuşmasının yanı sıra, dinin ferdi bir öz gürlük olması gerektiğine inanıyordu. Mustafa Kemal'in fikri ideolojik temellerini attığı yeni devle tin ve milliliği konusunda önemli Türkçü aydınların etkisi ol muştu. Bunlar arasında kuşkusuz en önemli iki isim Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp' ti. ı 9 ı 3' te Ziya Gökalp idealini İslamlaşmak, Türkleşrnek ola rak belirtirken Akçura, ı 904'te yazdığı "Üç Tarz-ı Siyaset"inde kendisinin Türk milletinden ve İslam ümmetinden olduğunu, bu yüzden asıl sorunun öncelikle hangisine hizmet etmek gerek tiği konusunda düğümtendiğini belirterek tartışma başiatmakta ve modern çağın gerekliliğinin modern bir milliyetçilik ve uygu laması olduğu sonucuna varmaktaydı. Gökalp ise Akçura'nın çe lişkilerini ortaya koyduğu iki siyaseti Türkleşrnek ve İslamiaşma yı birbirinden ayırmıyordu. Gökalp Türk, İslam ve Osmanlı'yı bir tarafa koyarken, bunların karşısına homojen bir yapı çıkarı yor "Türklük, 'kozmopolitlik'e karşı İslamiyet ve Osmanlılığın hakiki dayanağıdır." diyordu. Akçura'nın ideolojisinin tabanında daha çok etnik akrabalık ve dil yer alıyordu. Özellikle Osmanlı tarih yazıcılığına egemen olan "dini" tarih anlayışını reddediyor ve Türk, Moğol ve Tatarlar birliği ilkesini savunarak ve ortak ta rihlerini ön plana çıkararak İslamiyeri ve Osmanlılığı Türk tarihi içinde eritiyordu. Onda Gökalp'in din ve milleti eş değer gören görüşü yoktu. 1 1 9 Millet kavramında "hars" ve "dil" kadar "din"e de yer veren Gökalp'in Mustafa Kemal üzerinde en büyük etkiyi sağlayabile cek düşüncesi toprağa bağlı bir vatan anlayışıdır. Uzun süre 119
Ramazan Çelik, Atatürk Döneminde Türk Kimliği inşası ve 1930-1938 Basını Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Istanbul 2009, s.66
BOZKURT ATATÜRK 1 139
"İttihad-ı Osrnani" görüşüne sadık kalan Ziya Gökalp bu birli ğin gerçekleşrneyeceğini anladıktan sonra "millet", "Türk rnille ti" gibi kavrarnlara dönüş yapmış ve ulusdevlet oluşumunun da yanağı olan "ulus"u oluşturmaya çalışmıştır. O "biz" kavramını "ulus" kavramı olarak aydınlığa çıkarmıştır. Gökalp'in anladığı anlarndaki ulus, ulusal kurtuluş savaşının yarattığı Mustafa Ke mal anlayışının önderliğinde gerçekleştirdiği ulustur. Osmanlı İmparatorluğu'nun külleri arasında doğan Türkiye Cumhuriyeti birçok dini ve etnik grubun iç içe yaşadığı bir nüfus yapısı dev ralrnıştır. Köken itibarı ile birbirinden çok ayrı etnik ve dini grubun oluşturduğu insan malzemesinden bir ulus projesi ya ratma işini üstlenen Ziya Gökalp, bireyin ulusal topluluğa bağ lanma kriterini kültürel düzeyde tanımlamıştır. Kültürel düzeyde ele alış biçiminin temelinde Gökalp'in sosyoloji çalışmalarının etkisi büyüktür. Gökalp, Ernile Durkheirn'in "Toplumsal Daya nışmacı" fikirlerinden yola çıkarak Atatürk'ün ulusal birlik mo delini, kültürel temelde ele alarak geliştirmeye çalışmıştır. Gö kalp, çalışmalarında uluslaşrnada dil ve kültürün büyük öneme sahip olduğunu belirtmektedir. Akçura'da milliyetçilik, başlı ba şına dinin düzenleyiciliğinden kopuştur; Akçura öncelikle Gö kalp'in tersine milliyetçiliğini, Osmanlı Devleti gibi İslamiyet ile organik ilişkisi bulunan "gayrirnilll" bir oluşum dışında ternel lendirrnektedir. Diğer milliyetçiler için Türklük ancak Osmanlı birliği ile birlikte düşünülebilecek bir olgu iken Akçura'da Türk lük daima başat bir yerde kalmıştır. Mustafa Kemal'in ideolojik yapısı bu isiınierin sentezinden ortaya çıkmaktadır. Akçura, Gö kalp Cumhuriyet'in ideologları olarak "uluslaşrna" bağlamında ciddi çalışmalara katılarak Atatürk'ün resmi ideolojik çalışmala rına destek vermişlerdir. Üç düşünürün de ortak noktası, özellik le "ulus, dil ve kültür" konuları üzerinde ciddi çalışmalar yapa-
140 1 BORA IYIAT
rak, cumhuriyeti rejim olarak sağlam temellere otunma isteği dir. 1 2o Mustafa Kemal ve ekibi tarafından kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası, yeni dönemin ideolojisine uygun olarak inkılapların ger çekleştirilmesini sağlayacak bir oluşum meydana getirmiştir. Zi ya Gökalp bu kadrolar arasında yer alarak, meclise girmiştir. Mustafa Kemal, Gökalp'in Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) II. Döneminde Diyarbakır mebusu ( 1 923) seçilmesini desteklemiştir. 121 Gökalp, Mustafa Kemal tarafından, kurulan Halk Fırkasının ilkelerinin tespitinde görevlendirilmiştir. "Siyasi tarihimizde "Dokuz Umde" adıyla geçen Gökalp'in hazırladığı rapor, Mustafa Kemal tarafından seçim beyannarnesi olarak ya yınlanmıştır. 122 Ziya Gökalp, Milli Mücadele' de İttihatçıları terk ederek Mustafa Kemal'in safına geçmiş, Ankara'da çıkan gazetelere, Hakimiyet-i Milliye ve Yeni Gün' e yazılar yazmış, Halk Fırkası nın programının hazırlanmasına yardım etmiştir. Birçok devrim kararında, Garpçılar gibi onun da fikirlerini izlemiştir (hukukta kadın erkek eşitliği, Türk'ün ve Türk vatandaşlığının tanımı, Türk Dili ve Tarihi tezleri, her vatandaşın bir soyadı alması gi bi). Gökalp'e göre Gazi Mustafa Kemal, Türkçülük emellerini gerçekleştiren kahramandır. 123 Türkçülük ideolojisinin en önem li isimlerinden olduğunu kabul ettiğimiz Ziya Gökalp, eserinde Mustafa Kemal'i bakın nasıl tanımlamaktadır:
". . . Türkleri Türkçü/ük mefkuresi (ülkü, ideal) etrafında birlejtirerek büyük bir çökme tehlikesinden kurtarmaya muvaf120
Ramazan Çelik, a.g.y., s.69 Halil inalcık, Atatürk ve Demokratik Türkiye - Kırmızı Yayınları, Istanbul 2007, s.ıss 122 Ramazan Çelik, a.g.y., s.70 123 Halil inalcık, a.g.e., s.l54 121
BOZKURT ATATÜRK 1 141
fok olan büyük bir dahi zuhur etmeseydi! Bu büyük dahinin adını söylemeye hacet yok. Bütün dünya, bugün Gazi Mustafa Kemal Paşa adını kudsi bir kelime sayarak her an hürmet/e an maktadır. Evvelce, Türkiye 'de, Türk milletinin hiçbir mevkii yoktu. Bugün, her hak Türk 'ündür. Bu topraktaki hakimiyet, Türk hakimiyetidir. Siyasette, kültürde, iktisatta hep Türk halkı hakimdir. Bu kadar kati ve büyük inkılabı yapan zat, Türkçü lüğün en büyük adamıdır. Çünkü düşünmek ve söylemek kolay dır. Fakat yapmak ve bilhassa başarı ile netice/endirrnek çok gu··çıu··r. . . "1 24 Mustafa Kemal'in fıkri temeli Türk milliyetçiliğine dayanan bir ulus projesi her söyleminde aslında net olarak anlaşılabilmek tedir. Onun, "Diyarbakır/ı, Vanlı, Erzurum/u, Trabzon/u, İstanbul
lu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir ırkın evlatları, hep aynı cev herin damarlarıdır. " "Türkiye Cumhuriyeti 'ni kuran Türk halkı na, Türk milleti denir. " sözlerinden "Ne mutlu Türküm diyene" özdeyişinin ırksal bir bağlılığı aniatmadığı anlaşılmaktadır. Bu rada vurgulanması istenen içtimai, antropolojik bir yapıdan ve bu yapının bir üyesi olma bilincinden bahsedilmektedir. 125 Bu cümle bize şunu ifade eder; Türkiye Cumhuriyeti toprak larında yaşayan, bu topraklara canıyla, malıyla ve tüm değerleriy le bağlanan, sahip çıkan ve bu topraklar uğruna gerektiğinde ca nını seve seve vermeyi göze alan, bu toprağı vatanı belleyen ve bu şerefli ulusun bir ferdi olmaktan gurur duyan herkes ama herkes (dini, ırkı, mezhebi ve rengi ne olursa olsun) Türk' tür ve bu ulu sun şerefli bir ferdidir. Dolayısıyla "Ne mutlu Türk'üm diyene" 124 Ziya Gökalp, Türkçülüiün Esasları - Bilim ve Kültür Eserleri Dizisi, MEB Yayınları, istanbul 2004, s. ıs 125 Ali Kuşat, a.g.y., s.53
142 1 BORA IYIAT
cümlesinin anlamı, ne mutlu ki bu milletin onurlu ve şerefli kül türel, sosyal, tarihi ve gelecek ile ilgili ideallerirole bu milletin bir parçasıyım ve bundan da gurur duyuyorum, demektir. 126 Ortak kader, ortak ülkü ve ortak kaderin ortak coğrafya kadar önemli olduğunu çok iyi bilen Mustafa Kemal bu anlamda ciddi çalışmalar yapmış, titizlikle eviadı gibi sevdiği milletine ömrünü vakfetmiştir.
126
Ali Kuşat, a.g.y., s.S4
MUSTAFA KEMAL ve TÜRK TARİH TEZi
"Baba, tarih ne işe yarar bana açıkla " Tarihçi Marc Bloch, "Tarihin Savunusu ya da Tarihçilik Mesleği" adlı kitabında;
"Birkaç yıl önce yakından bağlı olduğum küçük bir erkek çocuk bir tarihçi babayı böyle sorgulamaktaydı. " diyerek bu çocuğun safça ve dürüstçe ortaya koyduğu bu sorunun, aslında tarihin meşru luğu sorunundan başka bir şey olmadığını yazar. Gerçekte ken dini bilmek ve tanımak amacını sürekli hisseden insanda, geçmiş kavramı kendiliğinden gelişir. Böylelikle insanda kendini, çevre sini, geçmişini öğrenme ve anlama merakı, tarihi araştırmada en önemli neden olarak ortaya çıkar. Ancak insan tabiatının en ayı ncı özelliklerinden biri olan merak duygusu da, tarihi öğrenme ihtiyacını doğurur. Burada kastedilen merak bir bilinçlenme so nucu ortaya çıkan entelektüel meraktır. Statik toplum ve toplu luklarda en alt seviyede bulunan merak, olayların gizlediği ve dış görünüşü dolayısıyla ulaşılamayan ve gerçek yönleri belirtileme yen unsurları ortaya çıkarması açısından önemli bir faktördür. 127 Sosyal bilimler içindeki önemi giderek artan tarihin bir bilim dalı olarak ortaya konulması ve kabul görmesi, yeni bir gelişme olmasına rağmen, insanlar var oldukları günden beri bilinmeye127
Hakan Uzun, Tarih Bilimi ve Tarihte Nedensellik - Makale, Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Kırşehir 2006, s.2
144 1 BORA IYIAT
ne yani tarihe karşı sürekli bir ilgi ve merak duymuşlardır. Geç mişinde neler olduğunu merak eden insanoğlu, yazılı ve belgesc:l nitelikte kaynaklar bulamayınca bilgilerini söylemilere dayan dırmak zorunda kalmıştır. Bu söylentiler, zamanla kitaplara geçmiş ve bu sayede Orta Çağ kronikleri ortaya çıkmıştır. Bu ilgi ve merak, bütün dünya millederinde olduğu gibi Türklerde de mevcuttur. Türklerde tarihe karşı olan ilgiye baktığımızda ilk somut tarihsel veri ve kaynak olarak Orhun Anıtları'nı dile ge tirmemiz gerekir. Gelecek kuşaklara öğüt verme ve devlet yöne timi konusunda tecrübelerin aktanldığı anıtlar, ilk edebi ve tarih kaynak olarak kabul görmektedirler. Bundan sonra, on birinci yüzyıl haslarında Yusuf Has Hacip tarafından kaleme alınan Kutadgu Bilig, Kasgarlı Mahmut tarafından yazılan Divanı-ı Lügat it-Türk ve Edip Ahmet Yükneki'nin eseri Atabetül Hakayık' ı da Orhun Anıtları gibi önemli edebi ve tarihsel kay naklar arasında değerlendirebiliriz. Anadolu Selçuklu Devleti zamanında moda olan edebi tarihçilik, Osmanlı zamanında yeri ni vakanüvisliğe bırakmıştır. Böylece, Osmanlı dönemine gelin diğinde tarihe olan bakış açısının ve tarih anlayışının değişmeye başladığını görmekteyiz. Osmanlıların büyük bir imparatorluk olması, kendi tarih bilinçlerini de etkilemiştir. Osmanlı yönetici sınıfı Batı'da gelişen milliyetçi hareketleri ve burjuva devrimini anlamlandırmada gecikmiştir. Örneğin Reisülküttap Ali Efen di'ye göre Fransız Devrimi bir fıtne ve fesat hareketinden başka bir şey değildir. XIX. yüzyıla kadar devlet tarihi anlayışının ege men olduğu Osmanlı tarih yazıcılığında padişah, vezirler ve Os manlı Devleti yöneticileri, Osmanlı sarayında resmi bir görevli olarak bulunan tarihçinin veya orijinal tanımlama ile vakanüvi sin görevinin ana unsurunu teşkil etmektedir. Yaşadıkları döne min olaylarını yazmakla görevli olan bu tarihçiler, çoğunlukla
BOZKURT ATATÜRK 1 145
Osmanlı öncesi tarihe yönelmemişlerdir. Egemenlik anlayışı, devlet felsefesi ve hukuk alanında İslam uygarlığının mirasçısı durumunda olan Osmanlı Devleti'nin ilk zamanlarından Tan ı.imat' a kadar olan dönemde tarih, İslam tarihinden ibaret olarak görülmüştür. Tanzimat'a kadar, Türklüğün tarihi ile ilgilenil memesinin başlıca sebebi, o dönemde, din ağırlıklı bir tarih an layışının egemen olmasıdır. Bu dönemde, Türk milletinin İslam uygarlığına yaptığı hizmetler göz ardı edilmiş, yalnızca geleneksel İslam tarihinin nakledilmesinden ibaret bir yaklaşım söz konusu olmuştur. Türklerin, İslamiyet'ten önceki devirlerde kurdukları devletler ve dünya medeniyetine yaptıkları katkılar, İslam ağır lıklı tarih anlayışının ilgi alanına girmemektedir. Bu yaklaşım, "millet"in tarihiyle değil, "ümmet"in tarihiyle ilgilenmiştir. Os manlı Devleti'nden önceki Türk kavimlerinin ve devletlerinin tarihi, Müslüman olmadıkları için kaleme alınmamıştır. 1 28 Milli Mücadele döneminde Türk milleti de, büyük felaketler le karşılaşmış ve sıkıntılar çekmişti. Milli Mücadele'nin başarıyla tamamlanmasından sonra Mustafa Kemal, sıranın Türk milletini muasır medeniyetler seviyesine ulaştıracak inkılaplara geldiğini düşünüyordu. Ona göre, gerçekleştirilecek inkılapların başanya ulaşahilmesi ve en önemlisi kalıcı olabilmesi ise, mevcut tarih an layışı ve görüşünün değişmesi ile yakından alakalıydı. Çünkü in kılaplar, eskiyi yıkarken onun tarihi temellerini en azından sarsı yor, yeniyi ortaya koyarken ise, çok defa ona tarihi temel ve izah tarzı arıyordu. Bu yüzden cumhuriyet döneminde mazinin yeni den yargılanması ve yazılması gerekiyordu. Böylece, gerçekleştiri lecek inkılaplar ve konulacak yeni ilkeler açısından tarihe bakıl masına ve yeni sorular sorulmasına zemin hazırlanacaktı. Musta128
Kenan Pala, Atatürk Dönemi Türk Tarih Kongreleri - Yüksek Lisans Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun 2008, s.2
146 1 BORA IYIAT
fa Kemal, "Gelecekte Türk milleti ve devleti ne olacak ve nasıl olacak?" sorusuna büyük önem veriyordu. Bir millet ya da devle tin gelecekte ne olacağı sorusunun cevabını, ancak tarihte ne ol duğuna bakarak vermek mümkün olabilirdi. Dolayısıyla bu so runun cevabı tarihte saklıydı. Türk milletinin mazide ne oldu ğunu ve nasıl olduğunu bilmek ise Türk milletinin tarihini, yani milli tarihimizi öğrenmekle mümkün idi. Ancak şimdiye kadar ihtiyaç hissedilmediğinden böyle bir tarih anlayışı mevcut ol mamış ve bu yönde bir çalışma da yapılmamıştı. Halbuki milli bir tarih anlayışına sahip olmanın çeşitli faydaları söz konusu idi. Her şeyden önce, cumhuriyetin ilk yılları Türkiye' de milli bir kimlik oluşturma süreci idi. Dolayısıyla milli tarih anlayışıyla yeni rejiminin Türkiye' de oluşturmaya çalıştığı; gelenekçiliğe ve medreseye karşı cephe almış, her meseleyi fikir açısından objektif olarak ele alabilen ve akılcı özelliklere sahip yeni insan tipinin meydana getirilmesi daha kolay olabilirdi. Bu sebeple konu, üze rinde ciddiyede durulması gerekecek kadar önemliydi. 129 Mustafa Kemal'in istediği manada milli tarih çalışmalarının sürdürülmesi ve Türk milletinin bir milli tarihe sahip olabilmesi için ortaya koyduğu en önemli görüş ise şüphesiz Türk Tarih Tezi olmuştur. Mustafa Kemal'in, Türk tarihinin bir bütün ola rak ele alınıp araştırılarak ortaya konulmasını sağlamak maksa dıyla ileri sürdüğü Türk Tarih Tezi'nin ana hatlarını şu şekilde sıralamak mümkündür: 1 . Medeniyetin ilk çıkış yeri Orta Asya'dır, 2. Brekisefal ve beyaz ırkın ilk yurdu Orta Asya'dır, 129 Yrd.Doç.Dr. Cengiz Dönmez, Atatürk'ün Tarihçi KişiliAi ve Türk Tarihinin öAretimi ile ligili Düşünceler - Makale, Gazi EAitim Fakültesi Dergisi, Ankara 1998, s.S
BOZKURT ATATÜRK 1 147
3. Türkler brekisefal ve beyaz ırktan olup ana yunları Ona Asya'dır, 4. İlk medeniyerin yaratıcısı Türkler olmuştur, 5. Tarih öncesi devirde, Orta Asya'da meydana gelen büyük ve uzun süren kuraklık yüzünden bu medeniyet dağılmış ve sa hibi olan Türkler de H in d' e, Çin' e, Mezopotamya'ya, Anado lu'ya, Kafkasya'ya, Balkaniara ve dünyanın diğer yerlerine göç etmişlerdir. Bu göç esnasında gittikleri yerlere medeniyetlerini götürmüşler ve oralardaki toplurnlara öğretmişlerdir. Böylece medeniyet dünyaya Türkler tarafından yayılmıştır. 6. Anadolu'nun ilk yerli halkı olan Hititler, Orta Asya'dan gelmiş Türkler olup bizim atalarımızdır. 1 30 Atatürk tarafından ortaya atılan bu tez ile Türk tarihinin sa dece Selçuklu ve Osmanlı tarihlerinden ibaret olmadığı vurgula narak Türklerin İslamiyet öncesinde de geçmişleri bulunduğu, bunun araştırılarak su yüzüne çıkarılması amaçlanmıştır. Bu ta rih tezi ile Türklerin İslam öncesi devirlerini anmak maksadıyla eski Türk tarihine önem verilmiş ve İslamiyet'i kabul etmeden önce de çeşitli medeniyetler kurdukları ve kendilerine has milli bir hayat sürdükleri önemle belirtilmiştir. Mustafa Kemal, ortaya koyduğu Türk Tarih Tezi'nde yer alan bu görüşlerin daha ger çekçi bir yapıya kavuşturulması hususunda da bizzat önderlik etmiş ve DTCF, TTK bu amaçla teşkil etmiştir. Türk Tarih Tezi bir bilimsel araştırma olmasının yanında hem tarih hem de binlerce yıllık geçmişi bulunan bir millete kar şı sorumluluktu. Mustafa Kemal yıkımıların arasından genç ve modern bir devlet kurmuştu ve doğaldır ki millet fikri ve genç cumhuriyet ideolojisinin benimsenmesi gerekiyordu. 13°
Cengiz Dönmez, a.g.y., s.7
148 1 BORA IYIAT
Her rejim, uyguladığı ideolojisini mensubu olduğu toplumun fenlerine benimsetmek ister. Bunun yanında her yeni oluşum, sağlamlığını tarihte arar. Bu yüzden Türk Tarih Tezi, Cumhuri yet ideolojisinin de önemli bir parçasıdır. Tarih Tezi ile cumhu riyetin temel ideolojisini oluşturan milliyetçilik ve çağdaşlaşmaya gerekli teorik bir zemin sağlanması düşünülmüştür. Bu yüzden Türk Tarih Tezi, Türkiye Cumhuriyeti'nin dünya görüşünü açıklayan ve cumhuriyet rejiminin temel esaslarını destekleyen mahiyette olmalıydı. Aynı zamanda Türk medeniyetinin evren selliğini ve Avrupa medeniyeti ile özdeşliği görüşünü savunma lıydı. Bir başka deyişle Tarih Tezi, yapılan inkılapları milli kay naktan çıkarma ve milli tarihle köklendirme fonksiyonunu yeri ne getirmeliydi. 131 Mustafa Kemal, Türklüğün doğasında bulunan ancak yüzler ce yıllık farklı tarih anlatımı ile unutulan değerleri kazandırmak için çalışıyordu. Aslında aradığı kaynak uzak mazide durmuş ye niden keşfedilmeyi bekliyordu. Ona Asya bozkırlarında gömülü onları bekleyen ihtişamlı geçmiş ile ilgili Mustafa Kemal;
"Türkler on bef asır önce Arya 'nın göbeğinde muazzam dev letler tefkil etmiş ve insanlığın her türlü kabiliyetine sahip oldu ğunu göstermiştir. " diyordu. Planlı ve titiz bu çalışma dönemi süreci başlangıcında milli tarih içerisinde Osmanlı Türk tarihi de, umumi Türk tarihinin geçmişteki bir safhasına yerleştirilmiş ve Türk tarihine geniş araş tırma alanları açılmıştır. Türk milletinin güven duygusu Osman lı Devleti'nin dağılma döneminde yara almıştı. Osmanlı Devle ti'nin Batı karşısında birbiri ardına gelen mağlubiyederi ve Os1 3 1 Nevzat Köken, Cumhuriyet Dönemi Tarih Anlayışları ve Tarih Eğitimi - Doktora Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta 2002, s.97
BOZKURT ATATÜRK 1 149
manlı Devleti'nin son yıllarında Batı'yla olan yakın ilişkisi so nunda, özellikle aydın kesim arasında Batı'ya hayranlıkla birlik te, kendine güven duygusu azalmış, aşağılık duygusu artmıştı. Bir yandan Avrupalıların Türk tarihi ve Türk kültürünü aşağıla yan durumu diğer yandan Osmanlı Devleti'nde bir milli tarih yerine hanedan tarihinin esas alınması sonucu imparatorluğun son zamanlarından itibaren özellikle Türk aydını ve Türk halkı üzerinde hissedilen aşağılık duygusu yok edilmek istenmiştir. 132 Bu amaçla yapılan çalışma dahilinde öncelikli olarak yapılan tespit ilkel ve göçebe bir millet olarak anlatılan ve tanıtılan Türk'ün bunun tam aksine kendisini tek medeni toplummuş gi bi özellikle Asya toplumuna tanıtan Avrupalardan çok önce yük sek medeniyetler kurduğunun ve bu medeniyetleri dünyaya yay dıkları gerçekliği idi. Milli Mücadele'den zaferle çıkan Mustafa Kemal, Türk Tarih Tezi ile Türk milletine yalnız savaş alanlarında değil, medeniyet alanında da büyük millet olduğunu anlatarak, Türk milletinin kabiliyetsiz olmadığını ve bugünkü Batı medeniyetinin tesisinde pay sahibi olduğunu göstermiştir. İşte Mustafa Kemal'in Türk milletinin bütün değerlerini bilimsel ölçülerle ve kaynaklara inen araştırmalarla ortaya koymak, tanıtmak topluma ve gençlere mil li tarih şuuru verrnek isternesinin, tarih çalışmalarına Cumhuri yet'in ilk yıllarından itibaren önem vermesinin sebeplerinden bi ri belki de en önemlisi budur. Türk Tarih Tezi'nin dikkati çeken bir boyutu da "Anadolu Türk vatanı" fıkriydi. Mustafa Kemal bu fikri zihinlere yerleştirrnek suretiyle, Türk milletinde vatanına karşı yeni bir bağlılık meydana getirrnek istiyordu. Türk Tarih Tezi vasıtasıyla Türk milletine özgüven duygusunu kazandırma nın yanında, Batı "ulus devletlerindeki" "vatancılık" anlayışında 132 Nevzat Köken, a.g.y., s.91
150 1 BORA IYIAT
olduğu gibi Türklere, yeni devletin kurulduğu Trakya ve Anado lu'nun kendi gerçek vatanları ve çok eski çağlardan beri Türk milletinin merkezi olduğu şuurunu kazandırmak suretiyle millet ile ülke arasındaki, eski yakın ilişkiyi kuvvetlendirrnek istiyordu. Türk Tarih Tezi'nin en kalıcı etkisi, Türk milleti arasinda dur maksızın kuvvedenerek devam eden "vatana bağlılık" duygusu dur. Anadolu'nun tarih öncesinden beri Türklüğün vatanı olma sı Anadolu üzerinde siyasi emeller taşıyanlar için de bir cevap teşkil etmesi yanında Türkiye Cumhuriyeti'nin "vatan" anlayışı açısından önemli idi. Bu fikri açık bir şekilde Atatürk'ün şu söz lerinde görürüz: 133
"Bu memleket tarihte Türk 'tü, halde Türk 'tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır. " Yine "Medeni Bilgiler" adlı kitabında Türk vatanını şöyle tanımlanmıştır: "Vatanımız, Türk milletinin eski ve yüksek tarihi ve topraklarının derinliklerinde varlıklarını koru yan eserleri ile yaşadığı bugünkü siyasal sınırlarımız içindeki yurt tur. Vatan, hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez bir küt ledir. " Aynı şekilde "Birinci Türk Tarih Kongresi"ndeki bildiri lerin genel özelliklerine bakıldığında temel fıkrin, "kutsal yun" olarak telakki edilen Anadolu'yu sahiplenmenin, yani "Anado lu'nun Türklüğünün" tarihi, coğrafi kültürel ve antropolojik te mellerinin ortaya konması olduğu görülür. 134 1 932'de toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi'nde Dr. Reşit Galip, Met İnan, Şevket Aziz Kansu, Yusuf Akçura ve Sadri Maksudi Arsal gibi konuşmacılar ırkçılık teorileri ve Türklerin ırki özellikleri ile ilgili dikkat çekici bildiriler sunmuşlardır. Yu suf Akçura, Batı' da oluşan bu yanlış ve kasıtlı "ırk" anlayışı hak kında görüşlerini açıklarken Avrupalıların kendi medeniyetlerini 133 134
Nevzat Köken, a.g.y., 5.93 Nevzat Köken, a.g.y., 5.93
BOZKURT ATATÜRK 1 151
ve dinlerini başka medeniyetlerden ve dinlerden üstün görmele rini, .Ari adını verdikleri insan zümrelerini yaradılış itibariyle da ha yüksek olduğunu eserlerinde vurgulamaktan kaçınmadıklarını ifade etmiştir. Yusuf Akçura, Gobineau'nun görüşüne temas ede rek konuşmasına şöyle devam etmiştir. ". .. Irk nazariyesini emper
yalist devletler icat ettiler. Arya ırkının diğer ırkiara tevefevvukunu en çok propaganda eden zat, Comte de Gobineau, Asya 'da çok do laşmıf bir diplomattı. Bu nazariye taraftarları, Arya ırkının btlfka ırklardan tl[ağı, pes olduklarını ve Allah tarafından Aryalılara mahkum ve hizmetçi olmak üzere halk edilmi[ bulunduklarını ne [ir ve telkin ediyorlardı. Aryacıların nazarında, Aryalı, Ari olma yan kavim/er, adeta at ve efek gibi Ari/erin hayat ve siyasetlerinde, terakki ve tekdmülünde onlara alet ve vasıtadan ibaretti. "135 Yine aynı kongrede konuşma yaparak bir tebliğ yayıolayan Met İnan ise "Bugünün Türk çocukları biliyor ve bildireceklerdir ki, onlar
400 çadır/ı bir tl[iretten değil on binlerce yıllık dri, medeni yüksek bir ırktan, gelen yüksek kabiliyetti bir millettir. . . " derken, Dr. Re şit Galip, Kongre' deki konuşmasında Türkler hakkında yapılan bu haksız ithamlara cevap vermenin gerekliliğini, Türklerin esa retten kurtarılmasını sembolize eden "Ergenekon'dan çıkışla" bir tutacak ve şöyle diyecektir:
"Sizlerin ve elinizde yetifecek beynelmi/el Türk tarih otorite lerinin bilgi ve ir[at şim[ekleri Türk tarihine asırlardır katran yağdıran yerli ve yabancı taassup bulutlarını paralaya paralaya dağıtacaktır. Türk tarihi 'Ergenokon 'dan ' çıkacaktır. "136 Cumhuriyet kazanımı ile birlikte kendini bilme ve bulma ça basında olan Türk milleti adına Mustafa Kemal öncülüğünde bir 135
1 36
ı . Türk Tarih Kongresi Bildirileri ı. Türk Tarih Kongresi Bildirileri
152 1 BORA IYIAT
çok bilim adamı Türk tarihini ele alıp yeniden değerlendirdi. Atatürk, Türk ve dünya tarihinin yeniden yorumlanmasını iste mekle aslında çok mantıklı bir sorunun da yanıtını bulmak isti yordu. Üstelik Osmanlı ile birlikte hiç sorulmayan bir soruya:
'1manların tarihten alabilecekleri derslerden başlayarak tari hi hadiselerin etkenleri nelerdir? Medeniyet nedir? Yeryüzünde ilk medeniyetleri kuran ve başka ülkelere yayan millet kimdir? Bu milletin ana yurdu neresidir? Bunların yanında lsldm tari hinin gerçek hüviyeti nedir? Türklerin Islam tarihinde rolü ne dir? Türkler bir aşiret olarak Anadolu 'da imparatorluk kura maz. Bunun başka türlü bir izahı olmalıdır. Böyle imparatorluk kuran bir milletin muhakkak daha önce bir geleneğe ve bu sa hada tecrübeye sahip olması icap eder. Tarih ilmi bunu meyda na çıkarma/ıdır.. . Acaba Akdeniz'in kaybolmuş ve yaşamı1 olan eski medeniyeti ile Türklerin alakası nedir? Dünyanın muhtelif yerlerinde, bilhassa Türkiye 'de otokton halk ve medeniyeti mey dana getiren halk kimdir? Türklerin cihan tarihindeki ve mede niyet aleminde rolleri nedir?"137 Böylece İsriklal Savaşını takiben kurulan Türkiye cumhuriye tinde kültür alanında en büyük yeniliklerinden biri olarak milli tarih çalışmaları ve "Türk Tarih Tezi" ortaya çıkmış oldu. 1 38 Türk Tarih Tezi'nin, muhtevası ana hatlarıyla şöyle özetlene bilir: I -İnsanlığın beşiği ve medeniyerin ilk çıkış yeri Orta Asya'dır. Hayat en evvel orada başladı ve en evvel orada rekamül etti: Be yaz ve brakisefal ırkın ilk yurdu Orta Asya'dır. 137
Afet inan, Atatürk ve Türk Tarih Tezi - Makale, Selleten Dergisi, Ankara 1939, 5.245 138 Enver Ziya Karai, Atatürk'ün Türk Tarihi Tezi - Atatürkçülük, (II.Kitap) Milli Eğitim Basımevi, istanbul 1988, s.256
BOZKURT ATATÜRK 1 153
2-tlk medeniyeti kuranlar Ona Asya' nın asli halkı ve ilk sa kinleri Türk ırkıdır. Türk ırkını antropolojik ırk tasnifinde bra kisefal alplı tipi temsil eder. Türkler, tarihin en eski devirlerden başlayarak Orta Asya' dan doğuya, batıya ve güneye, kuraklık ve diğer sebeplerle göç etmişlerdir. Göçler batıdan doğuya değil, doğudan batıya doğru olmuştur. Bunlardan bir kısmı fasılalarla Anadolu'ya gelmişlerdir. 3-Bu göçmenler brakisefal alpin tipli Türkçe konuşan insan lardır. Böylece Anadolu'nun ilk yerli halkı Ona Asya'dan gelen Türklerdir. Büyük göçlerle dünyanın çeşitli yerlerine yayılmış olan Türkler, buralarda eski medeniyetlerini kurmuşlardır. Men şei ve kurucusu bir olan bu medeniyetler yeni muhitin özel şart larına göre gelişmişlerdir. Böylece Türkler gittikleri yerlere ileri bir medeniyeti birlikte götürmüşler ve Batı aleminin bir parçası haline gelmişlerdir. 4-Türk dili ana dildir. Türk dilinin paleontolojik ve arkaik yapısı gözden geçirilmeden lisaniyat meselelilerini doğru olarak çözmek mümkün değildir. 5-Türkler İslam medeniyetinde de birinci derece kuruculuk ve yapıcılık rolünü oynamışlardır. 6- Anadolu yaylası, Avrupa ve Orta Asya iklimine en yakın alan ve coğrafi bakımdan Suriye, Filistin, Mısır, Ege Denizi ve Avrupa bölgesine doğru köprü durumunda olması dolayısıyla bütün göçlerin en kesif geçit ve toplanma bölgelerinden biri ol muştur. Bu yüzden Anadolu asırlarca önce Türkleşmeye başla mış ve Selçuklular zamanına kadar Türkleşme sürecini tamam lamıştır. O derece ki Türklüğün en eski tarihi yurdu Orta Asya olduğu kadar Anadolu olduğu da söylenebilir. ?.Türk milleti son birkaç yüzyıldır dünya medeniyet inkişa fında tarihi rehberlik vazifesini yapamamaktadır. Türkiye kur-
154 1 BORA IYIAT
duğu yeni devletle ve yaptığı inkılaplarla bu görevi tekrar ele ala caktır. 139 Söz konusu çalışma günün içinde bulunduğu şartlar göz önü ne alındığı takdirde gerçekten titizlikle yapılmış önemli bir aka demik çalışma olarak kabul edilmektedir. Tarih çalışmaları aynı zamanda dil çalışmaları ile birlikte yürümüştür. Tarih Tezi "Gü neş Dil Teorisi"yle teyit edilmek istenmiştir. Bir anlamda Türk Dil Teorisi ile Türk Tarih Tezi bütünleşmiştir.
139
Uluğ lğdemir, Cumhuriyet'in SO. Yılında Türk Tarih Kurumu, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1973, s.239
MUSTAFA KEMAL VE GÜNEŞ DiL TEORiSi
Mustafa Kemal'in Türk dili, Türk tarihi ve Türk kültürü ko nularında araştırma ve çalışma yapmak üzere kurdurduğu ilk ku rum "Türkiyat Enstitüsü"dür. Mustafa Kemal'in eski çağlardan başlayarak Türk kültürünün çeşitli kollarında araştırma ve yayın lar yapmak amacıyla bir enstitü kurma düşüncesi, cumhuriyetin ilanından, çok değil, dön beş gün sonra onaya çıkmıştı. Gazi Mustafa Kemal, Fuat Köprülü'yü çağırıp şöyle söyler:
"Fuat Bey, Cumhuriyet'i kurduk. Artık cumhuriyeti ve dev letini ilmi temeller üzerinde yükseltmek zamanı gelmijtir. Lüt fen istanbul Darülfonunu bünyesinde Türkiyat Enstitüsü kuru nuz. . . Mustafa Kemal'den aldığı talimatla işe girişen Fuat Köprülü, İstanbul Darülfünunu'nda on aylık bir hazırlık çalışması yapar. Hazırlanan dosya Gazi Mustafa Kemal'e sunulur. Savaştan yeni çıkmış genç Türkiye Cumhuriyeti'nin kıt bütçesinden ödenek ayrılarak enstitü kurulur. Türkiyat Enstitüsünün kuruluşu ve hutbenin Türkçe okutulması, Gazi Mustafa Kemal'in daha sonra dil ve tarih alanlarında yapacağı çalışmaların ilk işaretleridir. Mustafa Kemal'in dil ve kültür alanında gerçekleştirdiği ilk bü yük atılım ise "yazı devrimi"dir. Yıllardır tanışılan ve bir türlü çözülemeyen yazı sorunu, birkaç aylık çalışma sonucunda yapı-
156 1 BORA IYIAT
lan "yazı devrimi" ile çözülmüştür. Osmanlı Devleti'nde 1 9. yüzyılda tartışılmaya başlanan ve çeşitli girişimiere rağmen bir türlü sonuç alınamayan yazı konusu Mustafa Kemal'in kararlı ve isabetli uygulamasıyla sonuca ulaşmıştır. Yazı devrimi müjdesini verirken söylediği şu sözler yazının yanı sıra Türkçeye bakışı ve Türkçeye verdiği değeri göstermesi bakımından son derece önemlidir:
"Güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim ahenktar, zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. " Yeni Türk yazısının halka öğretilmesinde Mustafa Kemal bir öğretmen gibi yazı tahtasının önünde elinde tebeşirle kadına, er keğe, çocuğa, gence, yaşlıya yeni harfleri tanırmıştır. Kimilerinin beş on yılda, kimilerinin on beş yılda yapılabileceğini söylediği yazı değişimini Mustafa Kemal "Ya üç ayda. ya da hiç . " diyerek gerçekten de üç aydan daha kısa sürede tamamlamıştır. 140 Mustafa Kemal'in dil hususunda söylemiş olduğu sözlerin büyük bir bölümü de millet ve milliyetçilik üzerinedir. Atatürk için dil millet ve milliyetçiliğin temel vasıflarından biridir. Türk çe konuşmak, Türk milletindenim diyen herkes için olması ge rekendir. Bundan dolayı Türkçe, Türk milleti arasındaki birlik teliği sağlayıcı, pekiştirici bir olgudur. Mustafa Kemal'in ifadele rinde bunu açıklıkla görebiliriz: . .
"Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel ve en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalı;ır. Bir de Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti 140
Prof Dr. Şükrü Haluk Akalın, Atatürk'ün Dil Politikası - Makale, Bal-Tam Türklük Bilgisi Dergisi, Prizren Eylül 2004, s.29
BOZKURT ATATÜRK 1 157
geçirdiği nihayetsizfelaketler içinde ahlakının, ananelerinin, ha tıralannın, menfaatlerinin kısacası bugün kendi milliyetini ya pan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. ,, Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir. Türk kimliğini tanımlamak için dil oldukça önemlidir ki, ye ni Türkiye Cumhuriyeti özellikle tarih, dil gibi daha çok kültür milliyetçiliği üzerine yükselen bir ülkedir. Mustafa Kemal'in
" Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. ': "Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir. ,, gibi ifadeleri, Türk milliyetçiliğinin yeni görünümünün birer ifadeleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Mustafa Kemal'in gerçekleştirmek istediği modern ulus devlet için, bu dil ortaklığı bir gerekliliktir. Çünkü ortak istek ve arzu ların kısacası, bireyleri ortak amaçlara yöneltebilmenin zorunlu luklarından biride o toplumda yaşayan insanların birbirini anla ması, birbirleriyle iletişim kurabilmesidir. Bunun için de Türkçe bu birlikteliği sağlayıcı bir araç olarak önem kazanmaktadır. Türkiye'nin milliyetçilik politikalarında ve modernleşmenin bir aracı olarak ön plana çıkan dil politikaları bu dil çeşidiliğini or tadan kaldırarak ortak bir dil olarak Türkçeyi, Türk milleti için ortak bir nokta yapmıştır. 14 1 Güneş Dil Teorisi bu anlamda Türk Tarih Tezi ile paralellik gösteriyordu. Bu teoriye göre ilk medeniyet konuşma dilini ilk gördüğü ve muazzamlığına hayran kaldığı güneşten almıştı. Baş ka bir ifade ile ilk isimlendiediği güneş ve güneşte bir haykırış olan "ağ" olarak sınıflandırılmıştı. Hatırlatmak gerekir ki tam karşılık olan "ğ" sadece Türk dilinde vardı. Bu konu üzerine gü141
Hasan Hüseyin Aygül, Türk Modernleşme Sürecinde Dil Olgusunun Sosyolojik Analizi - Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta 2008, s.298
158 1 BORA IYIAT
nümüzde çalışan uzmanlardan olan Haluk Berkmen teoriyi şöyle anlatıyor, hatta doğruluyordu: "Asya' da yaşayan boyların konuştuğu dil, günümüzden 1 5 .000 yıl öncesinden başlayarak 3.000 yıl öncesine kadar geçen dönem içinde hem gramer kuralları hem de nesnel ve kutsal kav ramları ile tam olarak gelişmişti. Bu dile Ön-Türkçe demek doğ ru olur sanırım. Zira Ön-Türkçe konuşan insanlar göç ettikle rinde birçok yeni dilin oluşmasında önderlik ettiler. MÖ 1 .000 (günümüzden 3.000 yıl önce) yıllarından itibaren bu diller kesin çizgilerle ayrılıp farklı abeceler ile yazılmaya başlanmışlardır. Fa kat birçok örnekle göstermeye çalıştığım gibi, Ön-Türk damga ları hepsine temel kaynak olmuştur. Orta Asya Göktürk yazısı da aynı köke dayanır. MÖ 1 5.000 ile 3.000 yılları arasında geçen 1 2 .000 yıllık süre Ön-Türklerin dünyaya yayıldıkları dönemdir. Bu süre içinde Asya'nın doğusunda Korece, Japonca, Tunguzca, Çukçice ve Aynuca ortaya çıkmıştır. Bering Boğazı'nı aşanlar ise Maya, Aztek, İnka dillerini ve onların pek çok yan lehçelerini oluşturmuşlardır. Orta Asya'da kalanlar ise, yazıyı geliştirmeye devam etmişler ve en gelişmiş yazı türü olarak Göktürk yazısını oluşturmuşlardır. Bu arada batıya ve güneye göç edenler Sümer çivi yazısını, Elam, Saka, Kıbrıs ve Etrüsk yazılarını geliştirmiş lerdir. Bu yazı türlerinden Pinike abecesi, Yunan ve Roma abece leri de türemiştir. Kuzey ve kuzeybatıya göç etmiş olanlarından Viking, Fin, Macar ve Baltık harfleri ortaya çıkmıştır. Anado lu' da ise Likya ve Lidya yazıları Ön-Türk yazı şekline en çok benzeyen türlerdir. Anadolu şehirlerinin pek çoğu Ön-Türkler tarafından kurulmuşlardır. Ön-Türk kültürünün son kalesi batı da Truva şehri ve İç Anadolu'da Görerne (peri bacaları} bölgesi olmuştur. Bu iki merkez de işgal edilince Anadolu Ön-Türk kül-
BOZKURT ATATÜRK 1 159
türü büyük çapta yok olmuştur. O dönemden kalma yazılı taşlar ve kaya resimleri halen tam olarak okunabilmiş değildirler." 142 Mustafa Kemal, yukarıda bahsettiğim gibi Anadolu tarihi ile birlikte yürüttüğü dil teorilerinde aslında bazı tespitleri de yaka lamıştı. Güneş Dil Kuramı'nın temeline bakacak olursak bu kurarn bir anlamda dillerin ortaya çıkışı, felsefesi, psikolojisi ve sosyolo jisine ilişkin olarak öne sürülmüştü. Bunda da en büyük etken, o yılların Avrupası'nda bu konuda çok değişik kurarnların ortaya atılmasıydı. Sümerolog H. Barenton, Sümerceyi bir ana dil ola rak değerlendiriyordu. ( ... ) Kitabının 1 . cildinin başlığı, Sümer cede korunmuş olan dillerin ilkel kökleri, ikinci cildin başlığı da bunların Sümerceden türeyişi idi. H. Barenton Paris'teki Türk Büyükelçiliğinden Atatürk'ün dil çalışmalarına önem verdiğini öğrenince özel bir mektupla birlikte ona kitabını göndermişti. Almanya' da Ernest Böklen de 1 922'de yayımladığı kitabında dil lerin kökenine ilişkin olarak bir A-Dil Kuramı öne sürmüştü. Viyana Üniversitesinde Doğu dilleri üzerine doktora yapmış olan Hermann F. Kvergic ise 1 935 Ocak ayında hazırladığı "Türk Dillerindeki Bazı Öğelerin Psikolojisi" adlı incelemesini Atatürk' e göndermişti. Güneş Dil Kuramı, işte bu metin üzerin deki çalışmalar sonucunda Avrupa'daki diğer incelemeler de dikkate alınarak ortaya çıkmıştı. Bugün de yapılan çoğu araştırmaya göre tarihimizin başlangı cı, Sümer tarihine kadar gitmektedir. Sümercenin aslı konusu çok yazılmış, çok işlenmiştir. Hemen her ulustan dilciler, Sü merce ile kendi dillerini karşılaştırmışlar, çıkar yol aramışlar, bu lamamışlardır. Temeldeki gerçekler, Türkçe dışında, bütün dille142
Doç. Dr. Haluk BERKMEN, Atatürk'ün Güneş Dil Kuramı - Makale, www. astroset.com/kadim/k.3 1 htm
160 1 BORA IYIAT
re ters düşmüştür. Sümer uygarlığında, bugünkü dünya uygarlı ğının başlangıcı, temeli vardır: Din, Tanrı, rahip, tapınak, şiir, destan, öykü, atasözü, düşünce düzeni; hükümdar, ulus, yöne tim, kanun; okul, öğretmen, öğrenci; madencilik, tarım, ticaret, matematik, astronomi; her türlü sanat (müzik, resim, heykel ve mimari gibi) İsa'dan önce 3300 yıllarında başlayan, 3200 yılla rında da yazının bulunmasıyla perçinleşen böyle bir uygarlığa, hiç kuşkusuz, her ulus sahip çıkmak istemiştir. Ne var ki, bütün zorlamalara karşın, Sümerce araştırılan, karşılaştırılan pek çok di le ters düşmüştür, çünkü gerçek bir başka yöndedir. Son incele meler göstermiştir ki, Sümer uygarlığı, en eski bir uygarlık ol makla birlikte tek başına bir halka değildir. Bu uygarlık, sonra dan, yine Mezopotamya'da, aynı soydan gelen insanlarca, iki kez daha, iki büyük halka hilinde yüceltilmiş, ayakta tutulmuştur. Güney Mezopotamya'daki S ümer uygarlık halkasını, daha yuka rılarda, Kuzey Mezopotamya'ya doğru yayılarak sürdüren, yaşa tan, Gud'lar, daha sonra da Kaş'lardır. Günümüzden, Türk tari hinin başlangıcına doğru, gidilmesi gereken oldukça karanlık yolda, en önemli, en ışıklı kilometre taşı, Kaş'lardan kalan çivi yazılı tabletlerdir. Kıvançla belirtmek gerekir ki Gud'ların, özel likle Kaş'ların dillerinin Türkçe oluşunun açıklanmasıyla Sümer ce sorunu da, bütünüyle aydınlığa kavuşmuştur. Son incelemele re göre, hiç kuşkusuz Sümerce, Türkçedir demek doğru olur. 143 Sümer uygarlığına sahip çıkmak, Sümercenin en eski Türk dili olduğunu gösteren kanıtları sıralamak hem çok güç hem de çok kolaydır. Güçlükterin başında aradaki altmış asırlık zaman gelir. Kolaylığın nedeni ise, Türkçenin, sözcük asıllarının, kural larını koruma özelliğidir. Sümer ülkesinde bir tanrıça adı olan 143 Prof. Dr. Vecihe Hatipoğlu, Türk Tarihinin Başlangıcı - Makale, www. dergiler.ankara.edu.tr/10723.pdf
BOZKURT ATATÜRK 1 161
"Ubil-tştar" sözcükleri, Türkçenin çok önemli bir özelliğini as lında hemen açıklarnaktadır. "İş-tar", "ernek-tar" gibi "iş" sözcü ğüyle kurulmuş bir Tanrıça adıdır. "Ubil" ise "kudretli" dernek tir. Bugünkü "yeterlik, iktidar" eyleminin aslı da "-u-bil-" dir. Yap-a-bil-rnek, eskiden yap-u-bil-rnek" biçirnindeydi ve "u" sesi "iktidar" anlamını veriyordu, "bil-" kökü de bugün de kullanılan "bilmek" tir. "Ubil-lştar", "rnuktedir iştar" anlamıyle Tanrıça adı olarak Sürnercede, görevine uygun ne güzel kullanılmıştır. Buna benzer, Sürnercedeki pek çok örnekten birkaçını sıralarnakta ya rar vardır: Sürnerce: Dingir, öteki Türk lehçelerinde, Tengri, Türkiye Türkçesinde T ann, Yakutçada: Tangara; Sürnercede: E dingir-ra = Tanrı evi, ka-dingir-ra = tanrı kapısı" demektir. Sü rnerce: ka, "ağız, kapı, rnenşe" demektir. "Ka-pirig = ka berg = kuvvetli ağız = sihirbaz" demektir. "Ka" sözcüğü, anlam gelişme siyle, Kas dilinde olduğu gibi, Uygurcada da "akraba"' anlamı da vermektedir: "Kadaş = Ka-daş" sözcüğünde olduğu gibi. Sürner cede: baba, Kas dilinde: baba, Uygurcada: baba, Türkiye Türk çesindeki gibi "büyük şeyh, dede" anlamlarıyla da kullanılır. Sürnercedeki Ur-baba, za-baba gibi. Sürnercede: ad, bütün Türk lehçelerinde, "ata" demektir. Uygurcada "ada" biçimiyle geçer. Sürnercede: diş, Türk lehçelerinde = dişi, Sürnercede: kiş, Türk lehçelerinde kişi sözcüklerinde, ikinci heceyi oluşturan -i'lerin kökeni açıkça görülmektedir. Sürnercede: igi = göz, sag=kafa (Lugal saggisi=sag-giş-i, = kafalı kişi, akıllı kişi: Türkçede de sak al, sak-la-mak, sak-m-mak, sak-ak, sak-ağı" aynı sözcükten tü rerniştir. 144 Dil verileri ise, her çağ için hiç kuşkusuz en sağlam kanıtlar dır. Mustafa Kemal'in araştırmalarının temelini de işte bu ger çekler oluşturmaktadır. 144 Prof. Dr. Vecihe Hatipotlu, a.g.y
162 1 BORA IYIAT
MUSTAFA KEMAL VE MİLLİ EKONOMİ
Ekonomi politik kavramı aslında tüm toplumu ilgilendiren özellikleriyle sosyal bir bilimdir. Bu kavramı açıklamak için yapı lan tanımEıma en basit anlamıyla iktisadi olayların siyasi ve sos yal neden sonuçlarla birlikte incelenmesi, analiz edilmesidir, di yebiliriz. Kitabın daha önceki bölümlerinde Mustafa Kemal Ata rürk'ün ideolojik temelini incelerken en önemli ölçütümüzün onun doğumundan itibaren y�adıkları ve sosyal çevresinde gör dükleri olmuştu. Bu durum onun yeni kurduğu Türkiye Cum huriyeti'nin ekonomik alandaki açılımları ile de ilgili olacaktı. Bilindiği gibi Mustafa Kemal Atatürk'ün doğduğu ve yeni cum huriyetin kurulduğu yıllar arası geçen dönem ekonomik anlamda bağımsızlığını yitirmiş bir devletten söz etmenin mümkün oldu ğu dönemdir. Bu dönemin belki de üzerinde durulması gereken en önemli kurumu Düyun-u Umumiye'dir. Osmanlı Devleti, 1 6. yüzyıldan b�layan bütçe açıkları, kay bedilen sav�lar ve azalan gelirlerden dolayı mali bunalıma sü rüklenmiştir. Mali bunalım süreci kapitülasyonlar ve Osmanlı aleyhine işleyen ticari anl�malar ile mali tutsaklığa dönüşmüştü. Bu dönem Osmanlı Devleti'nin askeri ve siyasi alanda güçsüz leşmeye b�ladığı dönemdir. Fetihlerin durması, askeri harcama ların anınası fakat sav�ların kaybedilmesi ve sav� gelirlerinin
164 1 BORA IYIAT
azalması bu süreci hızlandırmıştı. Ayrıca vergilerin yeterince top lanamaması, mali açıkların artması ve yeterli sermaye birikimi nin yoksuniuğu imparatorluğun mali yönden de çöküşünü hazır lamıştı. Tüm bu etkeniere ilave olarak dönemin siyasi ve eko nomik konjonktür gelişmeleri Osmanlı Devleti'ni olumsuz etki· lemiştir. Ayrıca imparatorluk içinde meydana gelen ayaklanma lar gibi sosyal olaylar imparatorluğun iktidar gücünün sarsılma sına neden olmuştu. Tüm bu iç ve dış etkiler sonucunda Os manlı Devleti ı 854 yılında Kırım Savaşı sürecinde ilk dış borç lanmasını gerçekleştirmişti. İlk borcu diğer borçlanmalar izlemiş, imparatorluğun çöküş süreci iç ve dış etkenlerle hızlandırılmış w sonuçta borçların ödenemernesi aşamasına gelinmişti. Bu aşama dan sonra borçların ödenebilmesi için yabancı ülkelerin etkisindt· olan Düyun-u Umumiye İdaresi kurulmuştu. 145 Merkezi İstanbul'da bulunan Düyun-u Umumiye İdaresinin en yetkili organı İdare Meclisiydi. Toplam üye sayısı 7 olup bun lardan 5'i Avrupalı tahvil sahibi temsilcisi, ı 'i Osmanlı tahvil sa hibi temsilcisi, ı 'i de iç borçlar temsilcisi statüsündeydiler. İs tanbul' da kurulan 4 merkez müdürlükleri ile bölge müdürlükle rinden oluşan taşra teşkiladarı da genel müdürlüğe bağlanmıştı. ı 898'in sonunda bölge müdürlüklerin sayısı 26'ya, il ve ilçeler deki müdürlüklerin sayısı ise 720'ye ulaşmıştı. Görevleri Muhar rem Kararnamesi'nde belirtilmişti. Kararname gereği idare, ken disine verilen gelirlerin toplanması, tahsili, işletmesi ve tespit edi len plana göre alacaklıların borçlarının ödenmesinden sorumlu idi. Önemle vurgulamak gerekir ki, ödenmesi gereken sadece dış borçlar değildi, iç borç ödemesi de idare tarafından yapılacaktı. İdare, görevi gereği her yıl bir bütçe defteri tutmaktaydı. Bu def145 Murat Şeker, Osmanlı Devletinde Mali Bunalım ve Dış Borçlanma - Makale, Cumhuriyet Üniversitesi iktisadi ve idari Bilimler Dergisi, Sivas 2007, s.115
BOZKURT ATATÜRK 1 165
rerde, iç ve dış düzenli borçlar, düzenli olmayan borçlar, esham-ı cedide ile devletçe taahhüt altında bulunan demir yolları temina rı bulunmaktaydı. İdare' nin çalışmalarının büyük bir kısmı vergi toplamaktan oluşmaktaydı. Düyun-u Umumiye İdaresi görü nürde Osmanlı İmparatorluğu'nun bir kurumu, gerçekte ise hü kümet yerine yalnızca alacaklılara karşı soruıniuğu bulunan bir yapılanmaydı. Zamanla adeta Osmanlı ekonomisi denetleyen ikinci bir maliye durumuna geldi. Örneğin ı 9 ı 2 yılında Maliye Bakanlığında yaklaşık 5 .500 memur çalışırken Düyun-u Umu miye İdaresinde tam 9.000 memur bulunmaktaydı. Osmanlı ekonomisi üzerindeki etkisi zamanla o derece güçlendi ki, Os manlı İmparatorluğu'nun gelirlerinin yaklaşık üçte biri idare ta rafından tahsil edilmeye başlandı. ı 920 yılına gelindiğinde Düyun-u Umumiye İdaresi, Anka ra' daki Milli Hükümet ile muharap olmak zorundaydı. Çıkarılan Muvazene-i Umumiye Kanunu'nca Düyun-u Umumiye İdare si'nin Milli Hükümet'e bağlı bölgelerdeki şubeleri normal tahsi lat işlerine devam edeceklerdi. Topladıkları paraları makbuz kar şılığı Ankara' daki Maliye Vekaleti genel veznesine yatıracaklardı. Maaş ve masraflar ise Ankara Hükümeti'nce ödenecekti. TBMM Hükümeti, Duyun-u Umumiye İdaresine bir tebliğ göndererek bundan böyle vergi koyma ve alma hakkının TBMM'ye ait ola cağını, İdare'nin İstanbul hükümetiyle daha önceden yapılan an laşmaların TBMM' ce tanınmayacağı bildirilmişti. Bunun üzeri ne Ankara'da bir Düyun-u Umumiye Müdürlüğü kurularak memurlar bu müdürlüğe bağlanmış ve İdare'nin kontrolü altın daki gelir kaynakları da Milli Hükümet' e geçmişti. Kurtuluş Sa vaşı başarıyla sonuçlanıp İtilaf Devletleri Türkiye Cumhuriye ti'ni tanımak zorunda kalınca Lozan Konferansı'nda Osmanlı borçları ve Düyun-u Umumiye yeniden gündeme geldi. Ankara
1 66 1 BORA IYIAT
hükümeti daha Kurtuluş Savaşı devam ederken Osmanlı Devle· ti'nin bıraktığı borçları bazı koşullarla kabul ederken Düyun-u Umumiye'yi tek taraflı olarak tamamen reddediyordu. Mustafa Kemal Paşa liderliğinde yürütülen Milli Mücadele' hareketinin her bakımdan milli ve bağımsız bir Türk devletinin kurulmasını amaçladığını, milli kimlik ve milli bilincin de ba ğımsız Türk devletini kurduğunu söylememiz gerekmektedir. Mustafa Kemal'in, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra da üzerinde hassasiyetle durduğu konu şüphesiz "devlet ebet müddet" fikri doğrultusunda milli bağımsızlığın muhafaza ve müdafaası olmuştur. Cumhuriyet dönemine girerken Türk sanayisi, birkaç büyük işletme hariç, Avrupa ülkeleri ile karşılaş tırılamayacak derecede küçük sanayi ve işletmelerden oluşmakta idi. Yabancı sermayenin faaliyet gösterdiği madencilik dışında sınai ihracat hemen hemen hiç yoktu. Ülkenin geri kalan bütün sınai mal ihtiyacı ithalat yolu ile karşılanıyordu. 146 Kalifiye eleman yetersizliği, kültür ve teknolojik düzeyin dü şüklüğü, ülkenin ekonomik düzensizliği de ekonominin başlıca sorunları idi. Böyle bir ortamda devletin ekonomik hayata özen dirici ve düzenleyici olarak el atması kararlaştırıldı. Devlet kıt imkanlarını daha çok bazı altyapı tesislerinin kurulmasına, ya bancı sermaye elinde bulunan, toplumun ortak ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılan, kuruluş ve tekellerin satın alınması na ve millileştirilmesine yöneltmişti. 147 Mustafa Kemal'in eko nomi politikaları incelendiğinde çok sevdiği ulusunun çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırılması hedefine yönelik olduğu rahatlık la söylenebilir. Bu uygarlık düzeyi aynı zamanda Batı Avrupa 146 Erol Manisalı, Cumhuriyetin Atatürk Döneminde Sanayileşme Politikası ve Sanayide Gelişmeler - Bildiri, Uluslar arası Atatürk Konferansı, istanbul 1981, s.89 147 Koray Başol, Türkiye Ekonomisi - Dokuz Eylül Üniversitesi Iktisadi ve Idari Bilimler Fakültesi yayınları No:2, lzmir 1983, s.61
BOZKURT ATATÜRK 1 167
toplumlarında örnekleri görülen bir ekonomik refah düzeyidir. Ancak bu ekonomik kalkınma modeli, dünyanın ezilen ulusları na örnek teşkil edecek özellikler taşımaktadır. Bağımsızlık savaş ları, ordu yönetimi, demokratik rejimin kuruluşu ve işletilmesi, uluslararası politika alanında olduğu gibi Mustafa Kemal'in ön derliğindeki ekonomi politikası da kalkınmakta olan ülkelere ör nek olmuştur. Bu politikaların dünyaya yayılması insanlığa bü yük zaman kazandıracak, kaynakların daha verimli ve tasarruflu kullanılmasını sağlayacaktır. 148 Mustafa Kemal, iktisadi kalkın roayı milli çıkarlar için en önemli koşullardan birisi olarak kabul etmiştir. 1 7 Şubat 1 923'te ilk İzmir İktisat Kongresi'nde yaptığı açılış konuşmasında "Türk tarihi incelenirse gerileme ve çöküntü ne denlerinin iktisadi sorunlara bağlı olduğu görülür. Kazanılmış zaferierin ve uğranılmış başarısızlıkların tümü iktisadi durumla ilgilidir." diyecektir. 149 Söz konusu İzmir İktisat Kongresi'nin al dığı önemli kararlar arasında bir de Say Misak-ı Milli' si (Ulusal Çalışma Andı) bulunmaktadır. Mustafa Kemal'in önerisiyle ka bul edilen bu misak ülkede sosyal barış ve sosyal adalet ilkesini dile getirdiği gibi, çalışmanın faziletini, çalışkan olmanın önemi ni de hatırlatır. Ülkemiz bundan böyle Mustafa Kemal'in deyi şiyle, "çalışkanlar diyarı" olacaktır. Yeni devletin milli ekonomi politikasının temel ilkelerini Mustafa Kemal şöyle özetliyordu: "Her şeyden önce tarıma ve çiftçiye önem verilecektir. Çünkü ülkemiz halkının büyük bölümü tarımla uğraşan köylülerdir ve köylü, bu yeni dönemde, efendimiz olacaktır. Bunun için köylü yü bir cendere gibi sıkan aşar vergisi kaldırılacaktır. Modern ta148
Mustafa Aysan, Atatürk'ün Ekonomi Politikası - Sermet Yayınları, Kırklareli 1981, s.187 149 Gündüz Ökçün, Türkiye iktisat Kongresi 1923 - Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1968
168 1 BORA IYIAT
metodları uygulanacak, köylüye gerekli olan destek kredisi Ziraat Bankası aracılığıyla sağlanacaktır. El sanatları ve yerli sa nayi teşvik edilecektir". Bunun için 1 927 yılında Sanayi Teşvik Kanunu çıkarılmıştır. Tarımda makineleşmenin yararları üzerin de durulmuştur. ı50 İçinde bulunulan tarihler ekonomik model olarak kapitaliz min Batı'da yaygın model olduğu ve karşısında Ekim Devrimi ile sosyalist bir ekonomik model ile büyüyen SSCB arasında ter cihierin yapıldığı bir dönemdi. Mustafa Kemal her iki modeli de inceleyecek ancak her iki modelin de tek başına milli biri model olarak uygulanamayacağını ifade edecektir. Türk milleti özel bir ulustu ve farklı özellikleri olan bu milletin kalkınması için farklı ekonomik doktrinler üzerinde konuşulması, tartışılması gereki yordu. Mustafa Kemal kendisine sosyalist kalkınma modelini öne reniere şöyle cevap veriyordu: nın
"Devlet ve birey dediğimiz zaman soyut anlamını değil, tek gerçek olan toplumsal insanı yani toplum içinde ytıjayan bireyle ri anlatmak istiyoruz. ljte bu insanın iki türlü çıkarı vardır. Bunların bir bölümü kijisel, öbürleri ortaklaşa çıkar/ardır. iyice dÜjünülürse bu iki çıkar birbirine ejittir. Çünkü toplumsal in sanın ytıjamı için her iki türlü çıkar aynı ölçüde gereklidir. . . Bir toplumu, bir bölüm insanların düjüncelerine tutsak etmek ve cı lız bağımlılar olarak ytıjatmak, doğal ve akla uygun bir hükü met yöntemi değildir. Boljeviklerde biz bunu görüyoruz. "151 0 15
Prof. Dr. Bülent Daver, Atatürk ve Ekonomi - Makale, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi Sayı 31, Ankara, s.295-304 151 Ilginçtir ki Mustafa Kemal'in bu sözleri söylemesinden çok yıllar sonra Sovyetler Birliği'nin en yetkili kişisi ve Glasnost ve Perestroyka Politikalarının mimarı Komünist Parti Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov kendi yöneyim sistemlerini benzer şekilde ve şu ifadelerle eleştirmiştir. "Kuramı dogmalaştırdık, özgür
BOZKURT ATATÜRK 1 169
Farklı bir eleştiriden kapitalizm de nasibini alıyordu. Mustafa Kemal, Met İnan'a yazdırdığı "Vatandaş İçin Medeni Bilgiler" isimli kitapta şöyle diyecekti:
"Ekonomik ve kimi toplumsal ijler, bir yandan bireylerin ya rarla-rı ile ilgilidir. Bunun için bireyci/er, bu ijlerin devletin ka rıJmasını kiji özgürlüğüne saldırı gibi görürler. Ama bu ijler içinde bütün ulusun ortak yararına ilijkin ortak noktalar da vardır. Ozel yarar çoğunlukla genel yararta çelijki içinde bulu nur. Oysa yalnız yarı1ma ile ülkede ekonomik düzen kurulamaz. Çünkü özgür yarıJma, güçlü ile zayıfi karJı karjıya bırakır. İkinci olarak kimi ortaklaja yararlar vardır ki bireyler ve jirket lerin bunu sağlamaya gücü yetmez ya da yeterince kdrlı bulma dıkları için o ijleri yapmazlar. Oysa bunlar ulus için yaşamsal bir önem taşırlar ve devlet onları yapmak zorunda kalır. Devlet herkesin ortak yararını ve ilerlemesini dÜjünür. Ayrıca uluslarda özgürlük ve uygarlık gelijtiği oranda devletin görevleri ve sorum lulukları da çoğalır. " Mustafa Kemal'in haklılığı bu sistem ile ilgili olarak da ortaya çıkacaktır. Kapitalizmin İngiltere gibi anayurdu sayılan Fransa'da yaşa nan bunalımlar çok daha ağır olmuş ülke birçok kez iç savaşla karşı karşıya kalmıştır. General De Gaulle, Mustafa Kemal'in kapitalizmde işaret etmiş olduğu sakıncaları aynen yineler gibi bu sistemin sınıf kavgasına yol açtığını, insan ilişkilerini bozdu ğunu ve savaşlara yol açtığını belirtmiştir. Mustafa Kemal bu alanda da milli bir şuur ile hareket etmiş temel ekonomik qir doktrin ortaya koyarken Osmanlı'nın zafı.düşünceyi boğduk, girişimi engelledik, uşaklığı ve dalkavukluğu özendirdik. Bugünkü Sovyet toplumunun tüm yönleri ile demokratikleşmesi zorunludur."
170 1 BORA IYIAT
yederioden uzak durmuştur. Bilindiği gibi Osmanlı'da impara torluğun asıl unsurunu oluşturmasına rağmen Türkler, cephelere asker olarak gönderiliyor, vatan için ölüyor ama sermaye biriki minden hiçbir zaman hak ettiği payı alamıyordu. Ona göre refa hın sağlanması için imtiyazlı grup, zümre olmamalı ve Türk mil leti tıpkı kurtuluş mücadelesinde olduğu gibi ülkelerini aynı Türklük şuuru ile birlikte kalkındırmalıydı.
MUSTAFA KEMAL VE TÜRK DÜNYASI
Buraya kadar olan tüm bölümlerde belimiğirniz gibi Mustafa Kemal yeni kurduğu ülkenin temelini Türklük üzerine inşa et miştir. Ancak çoğu kez fark edilmeyen ya da pek ortaya çıkarıl mayan bu temel gibi ihmal edilmiş birkaç yönünden biri de onun Türklük ve Türk dünyası hakkındaki görüş ve düşüncele ridir. Mahmut Esat Bozkurt, Mustafa Kernal'e atfen "İnkılap Tarihi Dersleri' nde" şöyle bir ifade kullanır:
"Şu kadarını belirtmeliyim ki her şeyden evvel bir Türk mil liyetçisiyim. Böyle doğdum, böyle öleceğim. Türk birliğinin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile gözle rimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. " Bu ifadeden biz tek başına hiçbir politik yaklaşımını incele rneye gerek duymadan onun Türklüğü ile ne kadar iftihar ettiği ve O'nun büyük bir Türk rnilliyetçisi olduğu rahatlıkla anlayabi liriz. Mustafa Kemal'in bu anlarnda üzerinde durduğu bir diğer önemli konu da Türk dünyası ve dış Türkler konusudur. Sadece aşağıdaki konuşması bile onun bu konuya olan duyar lılığı göstermesi açısından oldukça önemlidir;
"Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur; komşumuzdur, müt tefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne ola cağını kimse bu günden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı
1 72 1 BORA IYIAT
Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufolabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dün ya yeni bir dengeye ulaşabilir. Işte o zaman Türkiye ne yapaca ğını bilmelidir. . . Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek de ğildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır. Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür. . . Inanç bir köprüdür. . . Tarih bir köprüdür. . . Kök/erimize inmeli ve olay ların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşme/iyiz. Onların (dış Türklerin) bize yaklaşmasını beklemeyiz. Bizim onlara yaklaş mamız gerekli. . . "152 Kurtuluş Savaşı yılları, bağımsızlığı için savaşan Türk milleti ve onun başbuğu Mustafa Kemal Paşa için büyük güçlüklerle dolu bir devre olarak bilinmektedir. Ancak tüm olumsuzluklara ve yokluklara rağmen, Türk milleti ve Mustafa Kemal Paşa yıl madan, usanmadan Türk'ün ve Türklüğün zaferi için mücadele etmekte idiler. İşte bu zor günlerde dahi, Atatürk, sadece Anado lu Türklerinin değil, aynı zamanda diğer Türk topluluklarının da gelecekleri ile yakından ilgilenmiştir. 1 53 Mustafa Kemal, Milli Mücadele yıllarında Türk birliğinin sağlanması için izlediği siyasetten ve düşünceden daha sonraki yıllarda da vazgeçmemiştir. Cumhuriyet kurulup yerleştikten sonra izlenen eğitim ve öğretim programına dikkatle bakılacak olunursa, onun en büyük emellerinden birinin bütün Türkler arasında tam bir kültür birliği meydana getirmek olduğu görüle152 Mustafa Kemal'in 6 Mart 1922 Tarihli meclis konuşmasından.
153
Doç. Dr. Selami KILIÇ, Atatürk Üniversitesi Atatürk ilkeleri ve inkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Dergisi Cilt 3, Sayı ı, Erzurum 2000, s.S3
BOZKURT ATATÜRK 1 173
cektir. Türk dünyasında bir kültür birliğinin oluşmasını arzula yan ve bu konuda büyük gayret gösteren Mustafa Kemal
"Türkiye dtjtnda kalmıJ olan Türkler, ilkin kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler. Nitekim biz Türklük davasını böyle bir müspet ölçüde ele almıJ bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçe/erine, eski Türk eserlerine önem veriyo ruz. Baykal ötesindeki Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz. ''�54 derken, izlediği Türkçülük siyasetiyle, neyi arzuladığını ve hedeflediğini açıkça onaya koymaktaydı. Bilindi ği üzere Balkan Savaşları sırasında başlayan ve hızlanarak devam eden bir Türk birliği çalışması vardı. Bu Türk birliği çalışmasını yürüten guruplardan birisi siyası birlik fikrine ağırlık verilmesini ve Rusya' da yaşayan Türklerin de bu birliğe dahil edilmesini sa vunuyordu_. Özellikle Rusya'dan Osmanlı Devleti'ne gelen ay dınların benimsedikleri bu siyasi Türkçülük fikri gittikçe yaygın laşıyordu ve Birinci Dünya Savaşı sırasında daha da ağırlık ka zanmış görünüyordu. Diğer bir gurup ise Türk birliği fikrini dilde, kültürde ve ülküde birlik olarak görüyordu. Yani, Türkiye dışında yaşayan Türklerle kültür birliği içinde bulunulmasının daha doğru olacağını savunuyordu. Dış Türklerle siyasi birlik fikrinin gittikçe yaygınlaşması Rusları Sovyet sistemine geçmele rine rağmen, oldukça fazla endişelendirmiş ve tedirgin etmiştir. İster Kunuluş Savaşı yıllarında ister cumhuriyetin ilanından son ra, Mustafa Kemal'in tercihi hep ikinci gruptan, yani dilde ve kültürde birlik siyasetinden yana olmuştu. Sovyetler, Türk dün yasındaki dil ve kültür birliğini parçalamak için büyük gayret göstermiş, Rus idaresinde yaşayan Türklerin kullandıkları Arap alfabesini değiştirerek Latin alfabesinin kullanılmasını istemişti. Bu alfabe değişikliği ile Türkiye Türkleri ile Rus-Sovyet idare1 54 Abdülkadir inan, Türk Kültürü Dergisi, Sayı:
13, 1963, S. 115
174 1 BORA IYIAT
sinde yaşayan Türkler arasındaki kültür bağlarında büyük bir kopma olmuştu. Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve Sadri Maksudi gibi daha birçok fikir adamı, Sovyetler'in alfabe deği şikliği ile Türk dünyasında meydana getirdikleri kültür kopuk luğunun giderilmesi gerektiğini Mustafa Kemal' e telkine başla mışlardı. Atatürk, gayet mantıklı olan bu fikirleri benirnseyerek hem Türk dünyasındaki bu kültür kopukluğunu giderrnek hem de Türk milleti için hedef olarak gösterdiği Batı alemi ile olan ilişkilerini daha düzenli bir şekilde yürütrnek için öğrenimi daha kolay olan Latin alfabesine geçişi 1 Kasım 1 928' de gerçekleştire cekti. İşte Mustafa Kemal, gerçekleştirdiği harf inkılabı ile Tür kiye Türkleri ile Rus esaretinde yaşayan Türkler arasında Rusla rın oluşturduğu alfabe ikiliğine son vermiş ve alfabe birliğinin sağlanmasıyla birlikte Türk dünyasında, kültür birliği yolunda önemli bir adım atmıştı. Ruslar bu alfabe birliğinden büyük en- , dişe duydular ve akıllara durgunluk verecek yeni bir kararla Tür kistan ve Azerbaycan Türklerine Kiril alfabeleri uyguladılar. Böylece, Türkiye-Türkistan arasında bir kültür birliğinin kurul masını ikinci defa önlerneyi planladılar. Yeni sosyalist idareciler, Türk Cumhuriyetlerine ve rnuhtar idarelerine ayrı ayrı alfabeler uzatarak Türkistan Türklüğünü de parçalarnayı, birbirlerine kar şı yabancılaştırrnayı, düşman haline getirmeyi kafalarına koydu lar. Burada, üzerinde dikkatle durulacak çok önemli bir nokta şudur: Dünyada her milletin bir tek alfabesi vardır. Dünyada 1 9 farklı alfabeyle okuyup yazan tek millet sadece Türklerdi. 155 Bu nun farkında olan Mustafa Kemal bir yandan yeni cumhuriyeti hızla inşa etmeye gayret ederken bir yandan da bu köprüler için çalışıyordu. Mustafa Kemal'in o dönemdeki gayretlerinin nede nini yine zaman haklı çıkartacak ve SSCB'nin dağılmasının ar155 Doç. Dr. Selami Kılıç, a.g.y., s.60
BOZKURT ATATÜRK 1 175
dından birer birer bağımsızlığına kavuşan Türk Cumhuriyetleri ile entegrasyonun sağlanmasındaki güçlükler, onun ardından bu çalışmaların yeterince üzerinde durulmayışının etkisinden ola caktı. Mustafa Kemal'in Türk dünyası ve dış Türkler ile olan ilişki leri sadece kültür ve dil birliği oluşturma çabası ile sınırlı kal mamış bunun yanı sıra takip ettiği dış politikada mümkün oldu ğu kadar Türk birliğine, Türklerin emniyet ve selametine dikkat etmiş ve bunu sağlamak için de her fırsattan istifade etmiştir. Bunun en açık örneği 9 Şubat 1 934'te Türkiye, Yunanistan, Yu goslavya ve Romanya' nın iştiraki ile imzalanan Balkan Paktı ve 8 Temmuz 1 937'de Türkiye, İran, Irak ve Mganistan arasında im zalanan Sadabad Paktı'dır. Mustafa Kemal, Balkan Paktı'nın ha zırlık safha.'lında düzenlenen ve 25 Ekim 1 93 1 ' de Ankara' da ak dedilen Balkan Konferansı'nın üyelerine şöyle hitap etmiştir:
"Muhterem Delege/er! Balkan milletleri içtimai (toplumsal) ve siyasi ne çehre arz ederlerse etsinler onların Orta A.rya 'dan gelmil aynı kandan, yakın soylardan ortak cedleri olduğunu unutmamak lazımdır. Karadeniz'in jimal (kuzey) ve cenup (güney) yollarıyla, binlerce seneler deniz dalgalan gibi birbiri ardınca gelip Balkanlarda yerlejmij olan insan kitleleri bajka bajka adlar tajımıf olma/anna rağmen, hakikatte bir tek bejik ten çıkan ve damarlarından aynı kan deveran eden kardel ka vim/erden bajka bir 1ey değillerdir. Görüyorsunuz ki, Balkan milletleri yakın maziden ziyade uzak ve derin mazinin kırılmaz çelik halkalanyla birbirine pekala bağlanabilir. Bin bir türlü bejeri (insani) ihtiraslarla, dini aynlıklarla, bazı tarihi hadisele rin bıraktığı dargın izler/e geçmil zamanlarda, gevjetilmij, hatta unutturulmUf devre girdik.. . "
176 1 BORA IYIAT
Mustafa Kemal'in bu sözleri ve birkaç yıl sonra kurduğu Bal kan Paktı ile Türk nüfuzunu Balkanlarda nasıl devam ettirmek istediğini görüyoruz. Tabii ki bu siyasetin temelinde Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılmış olan Balkan milletleri arasında ka lan Türklerin emniyetini sağlama fikri de yatıyordu. Aynı amaç doğrultusunda Sadabad Paktı'nı kurması da, zor olmamıştı. Mustafa Kemal Balkan ve Sadabad Pakdarını kurmakla Balkan lardan Türkistan'a, kadar uzanan bir ittifak zinciri meydana ge tirmiştir. Bununla hem Türkiye'nin hem de üzerlerinde milyon larca Türk'ün yaşadığı bu komşu memleketlerin emniyetini sağ lamayı düşünmüştür. Böylece, Türk nüfusunun yaygın olduğu bu dost ülkelerde yaşayan Türkler arasında da bir birlik kurmayı ümit etmiş ise de bunu gerçekleştirmeye ömrü vefa etmemiştir. Mustafa Kemal'in Balkanlarda bıraktığımız Türklerin eğitim ve kültürel sorunlarına ilgisini gösteren pek çok örnek vermek mümkündür. Onun "Güvenlik Kuşağı" stratejisi bağlamında gerçekleştirdiği "Balkan ve Sadabad Paktları" gibi uluslararası yapılanmaların ve de ikili antlaşmaların özünde, sadece bölgesel güvenlik değil, mütekabiliyet (karşılıklı olarak) ilkesi ile birlikte, aynı zamanda taraf ülkelerde yaşayan Türk azınlıkların durumla rı da yer almıştır. Bir başka ifadeyle, Türkiye ile dost olmanın olmazsa olmaz türünden en önemli koşulunun, bünyeterindeki Türk azınlığa iyi davranmak ve gereken önemi vermek olduğunu dost düşman bütün bölgesel ülkeler kavramışlardır. 1 56 Mustafa Kemal, yaptığı antlaşmalarla, Türkiye sınırları dışın da yaşayan Türklerin temel insan haklarının güvence altına alınmasının yanı sıra, o topraklarda şehit düşmüş askerlerimizin mezarlarını bir araya getirmek suretiyle Türk Şehitlikleri'nin 156
Cem Özer, Atatürk'ün Türk Dünyası lle Ilişkileri - Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Türk inkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara 2007
BOZKURT ATATÜRK 1 1n
açılmasını da sağlamıştır. Dış Türkler konusunda hem Batılı ül kelerin ve hem de komşularımızın düşmanlığını çekmernek için Mustafa Kemal; Türkçülüğün duygusal boyudardan çıkarılıp ey lem boyutuna geçirilmesinin bir örneği olmak üzere de, Türk Ocaklarının Başkanı Hamdullah Suphi Tanrıöver'e yepyeni bir görev vererek onu Türkiye Cumhuriyeti'nin Romanya Büyükel çiliğine atamıştır. Mustafa Kemal, Türkçülüğü sadece olağanüstü söylevlerinde dile getiren Tanrıöver'i Büyükelçiliğe atarken sade ce kendisini taltif (gönül alma) etmekle kalmamış; üstelik tam bir destekle, ülküsünü hayata geçirme şansını vermiştir. 157 Atatürk'ün talimatları doğrultusunda Hamdullah Suphi Tanrıöver; Besarabya ve Kuzey Bukovina' daki tüm Gagavuz ka saba ve köylerini dolaşmış, Bükreş'teki büyükelçiliğimizin kapı larını Ortodoks mezhebindeki soydaşlarımız için ardına kadar açmıştır. Sefaret çalışanlarını Gagavuz Türklerinden seçmiş; ar dından da bölgelerinde temayüz etmiş (sivrilmiş) yerel liderlerin çocuklarına öncelik vererek ilk etapta yaklaşık 40 kişilik bir öğ renci grubunu öğrenim için Türkiye'ye göndermiştir. Daha son ra bu sayı 200'ü aşmıştır. Bunların bir kısmı tekrar ülkesine dö nerek toplumlarına Türklük bilinci ile hizmet ederken Türki ye'de kalanlar da anavatana hizmeti yeğlemişlerdir. Tannöver, bununla da kalmayarak Romanya'daki Müslüman Türk azınlı ğın, Hristiyan Gagavuz Türklerine her yönden destek vermesini de sağlamıştır. İşte bütün bu faaliyet programı çerçevesinde, Romanya vatandaşı olan gönüllü Türk öğretmenlerinin yanı sıra, Türkiye' den de 80 ilkokul öğretmeni daha getirtilerek Türk nü fusunun daha iyi eğitilmesini sağlayacak imkan yaratılmıştır. Bu öğretmenlerden Ali Kantarelli ölünceye kadar Mustafa Kemal 157 Fethi Tevetoğlu, Hamdullah Suphi Tanrıöver - Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1966
178 1 BORA IYIAT
Aı:atürk'ün öğretmeni olmayı sürdürmüş; çevresindekilere Türk çe öğretmiş; Türklük bilincini aşılamıştır. 158 Mustafa Kemal ayrıca, yavru vatan Kıbrıs'la ve buradaki Türk toplumu ile devamlı ilgilenmiş ve onlarla bağlantısını hiçbir za man kesmemiştir. Bu hususta söylediği sözlerin ve yaptığı İcraat ların birçok örneği bulunmasına rağmen, bunlardan ikisi olduk ça etkileyicidir. Atatürk İstanbul'daki Kıbrıs Türk Talebe Birli ğinin fahri başkanlığını kabul etmiş, daha sonra da Türkiye'deki Kıbrıslı yüksek öğrenim gençliği ile ilgilenmesi için İstanbul mil letvekili Cevdet Kerim İncedayı'yı görevlendirmiştir. Bunun ya nı sıra, Kıbrıslı Türklerin ana vatana olan bağlılık ve özlemleri ile yabancı bir yönetim altında kalmaktan duydukları acıyı bildiğini her platformda belirtmiştir. Kıbrıs politikasını çeşitli vesilelerle topluma mal etmeye çalışan Mustafa Kemal; güneyde askeri bir tatbikatı izlerken çevresinde bulunan subaylara şu soruyu sor muştur: "Türkiye 'nin yeniden işgal edildiğini ve Türk kuvvetleri
nin sadece bu bölgede mukavemet ettiğini farz edelim. lkmal yolla rınız ve imkanlarınız nelerdir?" Orada bulunan subaylar birçok görüş ve düşünceler ileri sürerler. Mustafa Kemal, hepsini sabırla dinler, sonra elini hariraya uzatır ve Kıbrıs'ı işaret ederek "Efen
diler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yollan tıkanmıştır. Kıbrıs a dikkat ediniz. Bu ada bizim için önemlidir. " der. Atatürk bu sözleriyle Kıbrıs adasının Türkiye için ne kadar stratejik bir önemi olduğunu da göstermektedir. 159 Mustafa Kemal'in, Kıbrıs Türkleri'nin sorunlarıyla ilgilenmesi, Kıbrıs'ta yaşayan Türk gençlerine Türkiye'de okuma imlcinı sağ laması, Kıbrıs'ta yayın yapan yerel Türk gazetelerini maddi yön den desteklemesi, Kıbrıs'ın İngiltere'nin elinde kalmasına yol 158 Cem Özer, a.g.y. 159 Derviş Manizade, Kıbrıs-Dün, Bugün, Yarını - Kıbrıs Türk Kültür Derneli Yayınları, Istanbul 1975
BOZKURT ATATÜRK 1 179
açan Lozan Barış Anlaşması sonrasında Kıbrıs'tan Türkiye'ye başlayan Türk göçünün durdurulması ve en önemlisi Kıbrıs Türk halkının Türkiye'ye karşı bağlılıklarını dile getirmeleri, İn gilizleri rahatsız etmiştir. Tüm bu gelişmelerin adada yaşayan Türkler arasında Türk milliyetçiliğinin gelişmesine zemin hazır ladığından İngiltere büyük bir tedirginlik yaşamıştır. Türklerin milli benliklerine sıkı sıkı bağlanınalarının ve örgütlenmelerinin, gelecek yallarda İngilizlere karşı direnişe geçmesi anlamana gele ceğini bilen dönemin İngiliz Valisi H Richard Palmer; Kıbrıslı Türkler arasındaki milliyetçilik hareketlerinin gelişmesini hem Sömürgeler Bakanlığına hem de Ankara'daki İngiliz Büyükelçi si'ne raporlar halinde sunuyordu. Ancak bu anlarnda Mustafa Kemal geri adım atmayacak ve Kıbrıs davasını sürdürecekti fakat zamansız ölümü, Kıbrıs adasının Türkiye'ye bağlanmasını engel lemiştir. 160
160
Cem Özer, a.g.y
MiLLET ve MİLLİYETÇİLİK KAVRAMLARI
Millet olarak adlandırılan ve aynı adla özedenen kavram üze rine günümüzde hila çok farklı yorumlamalar ve algılamalar vardır. Söz konusu kavramın niteliğinin fazlasıyla dinamik ve çok boyutlu olması bu tartışmalardaki en büyük faktördür. Benedict Anderson, bu alanda yapmış olduğu akademik çözüm lemede millet kavramını tanımlarken onu hayal edilmiş bir top luluk olarak niteler. 1 6 1 Ona göre milletler gibi millet kavramı da tamamen hayal ürünüdür. Bu tezi destekierken de pekiştirrnek amacıyla bu hayali milletin birer üyesi olduğunu iddia eden bi reyler birbirlerini asla tanımazlar ancak aralarında bunun tersini iddia ettikleri sonradan yaratılmış kavramlar vardır. 162 Burada öne sürülen tezin karşılığında ayakları yere daha sağ lam basan bir millet tanırnma ihtiyaç vardır. Her ne kadar yuka rıda bahsettiğimiz gibi bu kavramın tanımı hila tartışılsa da bu bir milletin hayali olduğunu, romantik bir yaklaşımın sonunda beliren ihtiyaçların karşılanabilmesi için ortaya atılmış bir fık.ir olduğunu asla göstermez. Çünkü millet denilen kavram laboratuvar ortamında suni koşullar altında yaratılmış bir sonuç 161
Benedict Anderson, Hayali Cemaatler "Milliyetçiliğin Kökenieri ve Yayılması" Metis Yayınları, istanbul 1993, s.20 162 Benedict Anderson, a.g.e., s.20
182 1 BORA IYIAT
olmanın çok ötesinde birçok farklı birleşenin bir araya gelmesiylr ortaya çıkmıştır ki bu bileşenterin tesadüfen aynı yerde buluşma sı imkansız derecesinde zordur. Millet; tarihi bir toprağı/ülkeyi . ortak mitleri ve tarihi belleği, kitlesel bir kültürü, ortak bir eko nomisi ile aynı yasal hak ve zorunlulukları paylaşan topluluk tur. 163 Tüm bu faktörlerin yanında dil birliği de millet olmanın cıı önemli göstergelerinden birisi hatta en önemlisidir. Bir mille ı i ayakta tutan, onun varlığını ve devamını sağlayan, milli şuuru besleyen, bir millete mensup olma hazzını veren ve bireylerin i birbirine yaklaştırarak onlar arasında birlik yaratan unsur olarak dilin, millet hayatındaki yeri çok önemlidir. Öyle ki milletin var lığı, dilin varlığıyla mümkündür. İnsanın geçmişini öğrenmesin de, gününü yaşamasında, geleceğine yön vermesinde, kişiliğini kazanmasında, aynı dili konuşan diğer insanlarla iletişim kurma sında ve kendisini ifade etmesinde dilin çok önemli bir araç ol duğu muhakkaktır. Bu bakımdan dil bir anlamda bireye hizmet eder. İnsan tabiatı gereği toplu halde yaşamaya ihtiyaç duyar. Çevresinde kendiyle aynı değerleri paylaşan insanların bulunma sını ister. Bu ortak değerlerin oluşturulmasında, paylaşılmasında, nesilden nesile aktarılmasında, milletin varlığını devam ettirme sinde dil, çok önemli bir görevi yerine getirir. Çünkü millet ol manın birinci şartı, aynı dili konuşmaktır. Dil, milletin ortak kültürüyle yol alarak varlığını devam ettirir. Milleti oluşturan bireyler arasında birleştirici bir rol üstlenen dil, aynı zamanda ortak şuurun, milli şuurun ortaya çıkmasına hizmet eder. Yani, milleti oluşturan koşulların anlaşılmasının da yolu dildir. 163 Anthony D. Smith, Ulusların Etnik Kökeni - Dost Kitapevi Yayınları, Ankara 2002, s.32
BOZKURT ATATÜRK 1 183
İşte dilin başını çektiği bu faktörlerin tamamına milletin un surları denilmektedir. Bu unsurlardan bir diğeri de kültür ve tarih birliğidir. Bu özellik daha sonraları geliştirilen tanımların içerisinde yer almış ve özellikle sosyal birliktelikterin sağlanması, bilinç kazanmasının yanı sıra aidiyet güdüsünün beşeri hafızalara yerleşmesindeki önemli bir faktördür. Tarih, millerierin hafızasıdır. Hafızasını kaybeden insan; dostunu düşmanını nasıl ayırt edemezse, alaca ğını-vereceğini nasıl bilemezse, geleceğini nasıl planlayamazsa millerler de böyledir. Hafızasını kaybeden millerler de; dostlarını düşmanlarını ayırt edemezler, alacaklarını vereceklerini bilemez ler, istikballerini de planlayamazlar. Hafıza kaybı, vizyonun yok olması demektir. 164 Tarih, .aynı zamanda ortak milli övünçlerimizin de, üzüntüle rimizin de kaydıdır. Tarih ve kültür, milleti oluşturan fertler için birleştirici olduğu kadar yine bir milleti diğer millerlerden ayıran özelliklerdendir. Günümüzde dünyanın kültürel haritasına ba kıldığında farklı kültür alanlarının varlığı görülecektir. Söz ko nusu kültür alanları, milletleri birbirinden farklı kılan özellikleri barındırır. Bu anlamda bir millete ait anlam, değer ve sembolle rio oluşturduğu, salt o millete ait olduğu söylenebilecek bir kül türün varlığı çok açıktır. İngiliz, Fransız, Alman ya da Türk kül türü dendiğinde, kökenin ulus devlet endoktrinasyonları, özgür bir topluluk olarak hayal edilen milliyetçiliğin geçmişten yeniden türettiği değer, miras ve efsaneler bulunsa bile temel bir kültürel zeminin varlığı yadsınamaz. 165 Özetle kim olduğunuzun farkına varılması, aidiyerlerin net leştirilmesi ve milli sınırların çizilebilmesinin yolu kültür birliği 1 64
165
Prof. Dr. Mehmet Çelik, Tarih Bilinci ve Kültürel Genetik, www.unalkazdal.com M. Na di Bostancı, Toplum, Kültür ve Siyaset - Vadi Yayınları, Ankara 1995, s.69
184 1 BORA IYIAT
ya da farklılığıdır. Çünkü "Çağdaş dünyada kim olduğumuzu , müştereken paylaşılan eşsiz bir kültür aracılığıyla bilebiliriz. Bıı kültürü keşfederek kendimizi, otantik kendiyi, keşfederiz. 1 66 Milletin belirleyici unsurlarından birisi olarak kabul edilen bir diğer faktör ise soy birliğidir. Bir diğer unsur soy birliği ola rak tanımlanır ancak bu unsur belki de diğer unsurlara oranloı üzerinde en fazla tanışılan alanıdır. Soy kavramı daha mikro dü zeyde bir panoramadan bakıldığında kolay tespit edilebilir biı halde olmasına karşılık, makro anlarnda oldukça flu bir görü nüm kazanır. Soy birliği unsuru, henüz devlet oluşturamamış milletlerde güçlü bir şekilde vurgulanmakta, ancak bir kez devlet halindr örgütlendikten sonra genellikle yerini hukuki açıdan tanımlanan vatandaşlık unsuruna bırakmaktadır. Ancak tanımlanması gü\· bir unsur olan ve ancak sosyolojik verilerle tanımlanmaya çalışı lan soy birliği ile hukuki yönü ağır basan vatandaşlık arasında belli bir etkileşim olmakta, hukuk metinlerine yansıyan bazı pa ralellikler kurulmaktadır. Milletin varlığıyla, onun örtüştüğü var sayılan soy arasında bir bağlantı kurma girişimi, gerçekte her tür lü milliyetçilikte vardır. Çünkü daha baştan milli hareketin ad landırılmasıyla bir soya atıf yapılmakta; milletin varlığı, gerekçe leri, meşruiyeti o soyun varlığıyla açıklanmaktadır. 167 Milletin içsel unsurlarından sonuncusu dindir. İlke olarak din kurumu, millet düşüncesiyle doğrudan ilişkili olmayan bir ku rumdur. Düşünsel açıdan millet, tikelci bir kavramdır. Buna karşılık, din kurumu ve özellikle büyük dinler, evrenseki kurum lar olarak karşımıza çıkmaktadır. 168 Bu durum bir milletin birlik166
Ernest Gellner, Milliyetçiliğe Bakmak - iletişim Yayınları, istanbul 1998 Claude L. Strauss, Irk, Tarih ve Kültü r - Metis Yayınları, istanbul 1997, s.65 168 Ercüment Gedikli, islam Asabiye Milliyetçilik - Taş Medrese Yayınları, Ankara 1990 167
BOZKURT ATATÜRK 1 185
telik ya da farklılığını değerlendirme noktasında çoğu kez kafala rı karışmacak bir durum olarak ortaya çıksa dahi aslında bu daha çok modernleşme sonucu ortaya çıkan sekülerizm ve laiklik kav ramlarının yarattığı bir durumdur. Ancak her ne kadar düşünsel düzlemde millet ve din kavram larının bir araya getirilmesi mümkün değilmiş gibi görünmek teyse de, millet olarak tanımlanmaya çalışılan bir insan toplulu ğunun türdeşliğinin diğer unsurları yanında din unsuruna da atıf yapılarak kurgulandığı gözlenmektedir. Siyasi sınırlar içindeki türdeşliğin aynı sınırlar içinde tek bir dini inancın egemen olma sıyla gerçekleşeceği düşüncesinin, daha sonraki aşamalarda ortaya çıkan siyasi yapılanmalarda ve bu siyasi yapılanmanın toplumsal temelini oluşturan insan grubunun çerçevesinin belirlenmesinde belli bir ölçüde etkili olduğu söylenebilir. Bazen de millet kav ramı bakımından mezhep farklılıkları da önemli bir rol oyna maktadır. Bu yargı somut örneklerle desteklenecek olursa, Slav kökenli halklar arasındaki milli bölünmelerin neredeyse tama men bir din unsuru temelinde tanımlandığı rahatlıkla ifade edi lebilir. Aynı dili konuşan ve aynı etnik kökenden gelen Sırp, Hırvat ve Boşnak milletlerini birbirinden ayıran tek ölçüt ise bu noktada "din" olmaktadır. Yine Pakistan ve Endonezya, bugüne kadar varlıklarını sürdürebilmişlerse bunu Müslümanlıkianna borçludurlar. 169 Yukarıda sayılan tüm unsurlar farklı akademik ve bilimsel yaklaşımların konusu olmuştur. Milleti tarif etmede bu yakla şımların tümünün farklı zamanlarda kullanıldığını görürüz. Primitif ya da ilkçi yaklaşıma göre, milletler dilin ortaya çıkı şından itibaren var olmuşlardır. Bu yaklaşımı benimseyenler dili 169 V. Furkan Şen, Türk Siyasal Kültüründe Millet Algısı ve Milliyetçilik - Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Kam u Yönetimi Ana Bilim Dalı, Ankara 2008, s.362
1 86 1 BORA IYIAT
milletleri oluşturan tek önemli temel öge olarak görmekteler. Bu yaklaşıma göre farklı dilleri paylaşan insan grupları zaten farklı değerlere, inançlara, bilgilere, sembollere ve ortak geçmişe sahip ler. Bu yüzden bu ortak ögeleri paylaşan kollektif kimlikler zateıı bir milleti temsil etmeye yeterlidir. 1 70 Etno-sembolcü yaklaşıma göre de ulus, tarihin ürünü toplu. luğun kolektif ruhunun ifadesidir. Burada ortaklığı sağlayan , kapsayıcı bütünsellik, geçmişte kök salmış gelenek, yaşayan bir ırk ve dil topluluğuna mensup oluşun organik doğal bağlarıdır. Bu yaklaşım çeşitli ulusların birbirlerine indirgenemez bir hete rojenliği olduğunu, ulusların arasında en iyi halde aşılamaz bir türlülük, en kötü halde yatıştırılarnaz bir çatışma bulunduğunu öngörür. Bu bağlamda kozmopolitizmden koparak milliyetçilik ufkuna yönelir. 17 1 Modernİst ya da sözleşmeye dayalı ulus yaklaşımı, siyasetin "ortak bir yasa altında yaşayan ortaklar birliği" olarak bir ulus tanımı ortaya atar. Bu ulus, hakları ve görevleri bakımından eşit olan ve bu eşitliği karşılıklı olarak kabul eden insanlardan oluşur; kısacası ulus, sosyal sözleşmenin ilkelerine katılma üzerine temel lenmiş ve özgür bir sözleşme iradi bir birleşmeyi içerir. 172 Millet kavramı üzerinde son olarak değerlendirilmesi gereken bu sosyal grubun birlikte yaşam iradesi ve isteğidir. İşte bu diğer bağlayıcı unsurlada birleşerek söz konusu sosyal grubu ortak paydada buluşturacaktır. Aynı toprağın üzerinde birlikte yaşa yan, tek bir bayrağın gölgesinde huzur bulan, o bayrağın göndere çekilmesinde çalınan ulusal marşın her notasında farklı bir his yaşayan, vatan adı verdikleri coğrafyanın hangi köşesinde yaşarsa 170
Nuri Bilgin, insan ilişkileri ve Kimlik - Sistem Yayınları, istanbul 1996 Nuri Bilgin, Kollektif Kimlik - Sistem Yayınları, istanbul 1999 172 Nuri Bilgin, a.g.e 171
BOZKURT ATATÜRK 1 187
yaşasın kendileri ile aynı hisleri, geçmişi, kaygıyı, sevinci, kederi paylaştığını bilenler birbirlerine görünmeyen ama kuvvetli bağ larla bağlanıdar. Millet kavramının fark edilmesi ile dünya tarihi bambaşka ve aslında kutsal bir kavramla daha tanışıyordu. Bu kavramın adı "milliyetçilik"tir. Ancak tarihin en eski dönemlerinden beridir toplu yaşamı sürdüren insanoğlunun bu iki kavramın adını koyması, farkındalığı tarihin daha yakın dönemlerinde 1 8. yy. sonları 1 9 . yy. başlarında olmuştur. Bu olgu söz konusu tarihler de aslında feodal173 derebeylik düzeninin bozulması ile birlikte ortaya çıkmıştır. Bu modern milliyetçilik kavramının doğuşuna ilişkin bir tarihsel neden ve sonuçtur. Bu tez doğrultusunda milliyetçilik; endüstrileşme, kapita lizm, merkezi devletlerin kurulması, bürokrasi, kentleşme, kitle iletişimi ve laikleşme gibi devrimci modern güçlerin ürünüdür. Milliyetçilik, endüstrileşmenin ve sosyo ekonomik modernitenin süreçlerinden bağımsız düşünülemez, çünkü eski çağlarda milli yetçiliğin ortaya çıkmasını sağlayacak toplumsal, siyasal ve eko-
1 73
Feodalite kelimesini ilk kullananlar yani Boulainvilliers ve Montesquieu, eski Fransız rejimini kötülemek amacıyla bu tabiri küçültücü bir bağlam içinde kullanmışlardır. Feodalite, bu iki düşünürün izinde bütün XVII ve XVIII. yüzyıl yazarları için her şeyden önce bir yönetim biçimidir. Bu yönetim biçimi arkaik bir sistemin tüm özelliklerini barındırmaktadır. Feodalite teriminin ikinci bir şanssıziiğı da Batı toplumsal gelişmesinden türetilme bir kavram olmasıdır. Latincenin "feodumun"dan gelen bu terim, aslında "fief'in bağımlılığın ödülü olarak verildiği bir sistemi ifade etmek için ortaya çıkmışsa da bütün kişisel bağımlılık ilişkilerini ve onlara bağlı tüm yan unsurların toplamını ifade eder hale gelmiştir. Bu kadar kapsamlı bir içeriğe sahip olunca, oluşturucu unsurlarından herhangi birinin bir toplumun bir döneminde başka bağlamlar içinde olsa da görülür olması, o toplumun feodal olarak nitelendirilmesi için yeterli sayılmıştır.
188 1 BORA IYIAT
nomik koşullar bulunmamaktadır. Modern çağda oluşan bu ko şullar milliyetçiliği, milliyetçilik de milletleri yaratmıştır. 1 74 Yukarıda bahsedilenlerin daha iyi anlaşılabilmesi açısından hem millet hem de milliyetçilik sosyal kavramlarının tarihi sey rine özellikle de sosyo ekonomik perspektiften kısaca bir göz at mak gerekmektedir. Daha önce de belimiğimiz gibi başlangıçta millet ya da ulu� adı verilen toplumsal olgu, feodal düzenin bozulmasıyla ortay;ı çıkmıştır. Malum olduğu üzere feodal düzen olarak adlandırdı ğımız sistem, kırsal ve kentsel şeklinde sınıflandıracağımız iki ayaklı bir düzendi. Ternelde bu sistem, kendisini var eden toplumsal koşulları ya ratan Batı Roma İmparatorluğu'nda köleci düzenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Bu nedenle evrensel değil de, Batı top lumlarına özgü olarak kabul edilmektedir. Sistem kölelik siste mine farklı bir bakış açısı getirmiş ve kölelerin özgürlüğüne de ğil, başka biçim ve yönleriyle yeni bir egemenliğin altına girme sine dayalıydı. 1 75 Kırsal alanda bu sistemi tanımlarken feodal bey ve serf ilişki sinden bahsetmek mümkündür. Feodal bey ve kilisenin mülki yeri altında bulunan topraklarda çalışan (çalıştırılan) kişilere serf denirdi. Önceleri, serfı toprağında belirli günler çalıştıran ve "emek-ram" alan feodal bey, sonradan bu rantı serfe bırakmıştı. Bu gelişme sonucunda feodal bey, serfe bıraktığı topraktan "ürün-ram" almaya başlamıştı. Para ekonomisinin ortaya çıkma sından sonra da, feodal beyin aldığı bu rant, "para rantı"na dö1 74 Dr. Senem Sönmez Selçuk, Dünden Bugüne Milliyetçilik: Küresel Dünyada Yükselen Sesler - Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Eskişehir 2012, s.119 175 Yrd. Doç. Dr. Pınar Ülgen, Ortaçal Avrupa'sında Feodal Sisteme Genel Bir Bakış· - Mukaddime Dergisi, Mardin 2010, s.3
BOZKURT ATATÜRK 1 189
nüşmüştü. Bu süreç sonunda serf elinde de ekonomik bir değer olan para olmaya başlamıştı. Bu sosyo ekonomik gelişme lonca sisteminin etkinliğini azaltmıştır. Toplumsal gereksinimleri kar şılamak için daha fazla mal üretilmeye başlanmıştı. Bu fazla üretim kentler arasında ilişkinin sınırlı olduğu, seya hatin güçlükle yapılabildiği ve ticaretin sadece lüks maddelerle sınırlı bulunduğu "kendi kendine yeterli" kapalı Ona Çağ eko nomisinde bir canlılık yaratmıştı. Feodal düzenin daha yoğun yaşandığı kırlarda da ticaret yaygınlaşmış ve bunun sonucu ola rak serfler de kentlere kaçıp özgürleşmişlerdir. Yaşanan bu sosyal ve ekonomik değişmeler toplumda yeni bir sınıf oluşturmuştur. Burjuvazi176 adı verilen bu sınıf, pazara yönelik üretime yönel mişti. Avrupa' da burjuvazinin onaya çıkması sosyal ve siyasi olarak da değişimin başlangıcı anlamına geliyordu. Bu dönemle birlikte feodal beylerin ve kilisenin nüfuzu giderek azalıyordu. Ekono mik ve toplumsal yapıdaki bu değişme, Avrupa' da güçlü merkezi iktidarların kurulmasını sağlayacaktı. Kapalı ekonomiden hızla pazar ekonomisine doğru bir geçiş başlamıştı. Burjuvazinin eko nomik yaşama ağırlığını koymasıyla, güç kavramının dayandığı temeller hızla farklılaşmış; en büyük güç, para ve diğer ekono mik emtialar olmaya başlamıştı. İşte XI ve XII. yüzyıllarda kral lıkların güçlenme sürecinin yarattığı pazar birliği, XVI . yüzyılın 176
Burjuva sözcü�ü Türkçeye 19. yüzyılda Fransızcadan geçmiştir. Türk Dil Kurumu burjuvaya karşılık olarak kentsoylu sözcüğünü önermiştir. Burjuva kelimesinin kö keni Latince burgus (kale burcu) sözcüğü ne dayanır. Orta Çağ Avrupa'sında kentler surlarla çevrilirdi. Köylüler çoğunlukla surların dışındaki çiftliklerde yaşarlardı. Bur juvalar ise surların içindeki kentte yaşarlardı. Eski Fransızca "burgeis" sözcüğü "şe hirde yaşayan" anlamına gelir. Sözcük Fransızcada 1560'1arda orta sınıf anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Komünizmde "kapitalist" anlamında kullanılması ise 1883'te ortaya çıkmıştır.
190 1 BORA IYIAT
sonunda milletleri oluşturan unsurları da ortaya çıkarmaya baş lamıştı. Ticari faaliyetlerin en önemli toplumsal faaliyet ve güçlü ol mak anlamını taşıdığı bu yeni dönemde halkın bu faaliyeti sür dürmek için yapması gereken ilk şey ortak bir anlaşma aracıdır. Bu ortak sözel ve yazılı gereklilik, kilisenin öneminin de azalma sıyla birleşince zamanla Orta Çağ Latincesine duyulan ihtiyacı ortadan kaldırmış, bölgesel diller ortaya çıkmıştır. Birbiri ile kar şılıklı eşit etkileşirnde olan her sosyal olay gibi merkezi dini oto rite etki ve gücünü daha da kaybetmiş, her krallıkta milli-ulusal sayılabilecek mezhep ve kiliseler ortaya çıkmıştır. Kilisenin dogmatik nüfuz alanı zayıfladıkça, daha rasyonel düşünmenin de yolu açılmış ve bu dönem birçok düşünce adamı mevcut düzeni sorgulamaya başlamıştır. Temel amaç kilisenin boyunduruğu altından kurtulan insanoğlunun, özellikle burjuva zi ile birlikte ekonomik yapısı gibi siyasal yapısını da güçlendir mektir. Bunlardan biri olan John Locke ulusal egemenlik kav ramına, devletin kapitalist düzenin altyapısını oluşturma ve üre timi güvence altına alma anlamını da yüklemiştir. Locke, bir insanın elinde mutlak gücün bulunmasının devlet gayeleriyle bağdaşmayacağını iddia eder. Bu amaçla üstün gücün kimin elinde bulunması gerektiği konusuyla uğraşmış ve bunun toplumda, halkta bulunmasına karar vermiştir. Bu bağlamda egemenlik kuramma getirdiği en önemli yenilik, egemenin yetki lerini insanların doğuşlarından itibaren kazandıkları doğal hakla rıyla sınırlamasıdır. Bu hakların korunması için de kuvvetler ay rılığını zorunlu görecektir. Locke'a göre siyasal iktidarın zorun luluğunu sağlayan nedenler; doğa durumundan kurtulma, ortaya çıkan anlaşmazlıkları çözmek için bir üstün gücün varlığına ge reksinim duyma ve insanların canının, malının ve mülkiyet hak-
BOZKURT ATATÜRK 1 191
larının korunmasıdır. Başka bir anlatımla mülkiyetin korunma sıdır. Buradan anlaşılacağı gibi egemenin sınırları bu amaçlar çerçevesinde belirlenmiş olur. Bu sınırlar insanlar arasında yapı lan bir anlaşmayla doğa durumundan çıkmak için çizilir. Yani siyasal iktidarın oluşumunun ve gücünün kaynağı sadece toplu mu oluşturan insanların karşılıklı rızasıdır. 177 Zaten Locke' a göre insanların bir devlette birleşmelerinin asıl nedeni bu amaçlara ulaşmaktır. Bunun doğal sonucu mutlakiyeti siyasal yapıdan uzaklaştırmaktadır. Çünkü insanlar amaçlarına ulaşmadıklarında direnme hakkına başvuracaklardır. Bu durum da da otoriteyi elinde bulunduran kimsenin hükümran olma du rumu sona erer. Böylelikle hukukun sadece egemenin belirlediği normlardan oluşmadığı, evrensel geçerliliğe sahip hukuksal ilke lerin devletlerin üstünlük gücünü sınıriayacağı düşüncesi, devlet egemenliğine getirilen en önemli kısıtlamayı belirler. 178 Buna göre devlet, mülkiyet hakkını koruyacak ve buna mü dahale etmeyecektir. Devlet, yalnızca toplumsal üretim sürecini engelleyecek riskierin ortadan kaldırılması görevini yerine getire cektir. Fransız Devrimi'nden önce J. J. Rousseau da genel irade kavramını geliştirmiştir. Buna göre, devlet iktidarının bütünüyle ortaya çıkabilmesi için vatandaşların elindeki iktidar gücünü bir araya getirmek zorunluluğu vardır. Bir karar almak söz konusu olunca bütün halkı toplamak ve halkın her birinin açıkladığı ira delerin toplamını alarak genel iradeyi bulmak gerekir. Rousseau'nun bu yorumunun; çağdaş "ulus-millet" kavramları-
177 John Locke, Uygar Yönetim Üzerine Ikinci Inceleme'den Seçme Yazılar ll. Yeni Çağ - Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi AÜSBF Yayınları, Ankara 1969 178 John Locke, a.g.e.
192 1 BORA IYIAT
nın siyasi anlamda da oluşmasında ve "ulus devlet" yapılarının ortaya çıkmasında büyük katkısı olmuştur. 179
179 Yrd. Doç. Dr. Kemal Yakut, Kapitalizm, Sosyalizm ve Milliyetçiliğin Ortaya Çıkması - Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir 2012
TÜRK MiLLiYETÇiLiGİNİN DOGUŞU
Osmanlı klasik dönem toplumsal hayatının düzenine göz at tığımızda din ve mezhepler temelinde sınıflandırılan basit bir millet sistemi olarak kurgulandığını görürüz. Aynı dine veya mezhebe inanan insanlardan müteşekkil cemaatler, Osmanlı si yasal ve toplumsal birliğinin esasını oluşturmuştur. Merkezi dev letin güçlü alduğu dönemlerde etkin bir biçimde işleyen bu yapı, modern dönemde etnik dinsel çatışmalara dayalı siyasal gelişme leri etkilemiş; milli devlet ve milliyetçilik söylemlerine esas teşkil etmiştir. 180 Balkanlarda milliyetçiliğin tarihi gelişiminde etkili olan millet sistemini görmezden gelerek onu yalnızca Batılı güçlerin eseri olarak değerlendiren anlayış, çağdaş tarih açısından sorunludur. Türkiye' de de tarih alanında bu anlayış egemendir ve üstelik bu yapı "Pax Ottoman" (Osmanlı Barışı) mitine dönüştürülerek bilhassa Balkanlarda en huzurlu döneminin Osmanlı egemenliği altında yaşandığı, Balkan milletlerinin varlıklarını sürdürmeleri nin "Pax Ottoman" ile mümkün olduğu iddiasının teorik zemi nini oluşturmaktadır. Bu yaklaşım doğru olmakla birlikte ger çekte millet sisteminin temel niteliği ile örtüşmeyen paradoksal lar da taşımaktadır. Zira "Pax Ottoman"a atfedilen hoşgörü ve 180
ilber Ortaylı, The Ottoman Millet System and it's Social Dimensions, Otto man Studies - Istanbul Bilgi University Press, istanbul 2005
194 1 BORA IYIAT
çoğulculuk, milliyetçilik çağına kadar milletierin varlıklarını ko ruyarak ve kendi etnik, dinsel, dilsel niteliklerine dayanan ayrı lıkçı ulusal hareketlerine de kaynaklık ederek Osmanlı Devle ti'nin çöküşünde de rol oynamıştır. 1 8 1 Osmanlı'daki millet sisteminden bahsederken bunun modern anlamdaki millet kavramından çok farklı olduğunu da ifade et mek lazımdır. Burada temel alınan İslam hukukudur. Millet sis teminin esasını İslam hukuku oluşturmaktadır. Bireyleri ve top lumları, etnik aidiyetleri gözetilmeksizin Müslümanlar ve gayri müslimler diye ikiye ayıran İslam hukuku, Müslüman bir devlet te yaşayan gayrimüslimleri zımmi olarak adlandırmıştır. Gayri müslimler, zımmi statüsünden kaynaklanan birtakım imtiyaziara sahip oldukları gibi Müslümanlara kıyasla bazı haklardan da mahrumdur. Sahip oldukları haklar açısından Müslümanların sahip oldukları servetten vermek zorunda oldukları %2,5 ora nındaki vergiden (zekat), yine Müslümanlar için mecburi olan askerlik hizmetinden muaftırlar. Buna mukabil gündelik hayatta Müslümanlada gayrimüslimleri birbirinden ayırmak için kılık kıyafet açısından farklı renkte ve türde kıyafetler giymeleri esas alınmış; gayrimüslimlerin silah taşımaları, ata binmeleri, evlerini Müslümanlarınkinden yüksek yapmaları yasaklanmıştır. 182 Osmanlı Devleti'nde bahsettiğimiz bu dinsel/mezhepsel mil let sisteminin kurucusu Fatih Sultan Mehmed' dir. İstanbul'un fethinden bir yıl sonra, 1 454 yılında, Ortodoks Hristiyan mille tini kuran Sultan Fatih, bu milleti kültürel ve siyasi açıdan İs tanbul Patcikliğinin yetkisi altında toplamıştı. Ortodoks Bizans kilisesinin Katalik Roma ile birleşmesine karşı çıkan Gennadius 181
Yahya Kemal Taştan, Balkanlarda Ulusçuluk Hareketleri "Balkanlar El Kitabı 1" Karam Vadi Yayınları, Ankara 2006, s.423 182 Yavuz Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler: Kuruluştan Tanzimat'a Kadar Sosyal, Ekonomik ve Hukuki Durumları - Turhan Kitapevi, Ankara 2001
BOZKURT ATATÜRK 1 195
Scholarius'u ilk Patrik olarak atamış ve böylece bütün Ortodoks nüfusun dini, kültürel ve aitevi ilişkilerinde, Patrik'i yetkili kıl mıştı. Söz konusu millet Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Arnavutlar, Ulahlar, Buğdanlılar, Rütenler, Hırvadar, Karamanlılar, Sürya niler, Melkider ve Arap Hristiyanları da kapsamıştır. 1 46 l 'de bir de Ermeni milleti kurulmuş ve Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler, Kıptiler, Gürcüler ve Habeşiler Ermeni metropolidi ğinin çatısı altında toplanmıştı. Bunun yanında İspanya ve Por tekiz'den gelen Musevi göçmenler Aşkenazler, Romayodar ve Karaimler ile birlikte bir de Yahudi milletini oluşturmuştu. Bir dizi etnik, dilsel ve dinsel/mezhepsel gruptan oluşan her millet, merkezi ve yerel düzeydeki temsilcilerini kendi cemaat üyelerinin reyleriyle seçmelerine karşılık nihai aşamada bu temsilciler Pat rikhane'ye_ bağlı kılınmıştı. Ortodoks millet yapılanması, taşra teşkiladanmasında ileride koskoca imparatorluğu çöküşe götürecek güçlü bir etnik köken duygusunun gelişmesini sağlamıştı. Farklı etnik kökeniere men sup Ortodoks milletinin üyeleri, millet sisteminin sunduğu im kanlar sayesinde kendi cemaatleri içinde yaşamış ve kendi dille rini kullanmayı sürdürmüşlerdi. Üst düzey kiliselerde ibadederin Yunanca ya da Kilise Slavoncasıyla yapılmasına karşılık belirli bir etnik grubun çoğunlukta olduğu yerlerde ibadeder, genellikle o grubun diliyle oluyordu. Böylece hakim grubun dili giderek cemaatin dili durumuna gelmiştir. Kilisderin aracılığı ile kurulan ve denetiminde olan okullar cemaatler tarafından desteklenmişti. Bu okullar genelde mahalli rahipler tarafından yönetilmiş ve vergiden muaf bir dini kurum ve vakıf olarak kabul edilen, pek çok akan olan ve zengin kiliselerden gelir elde eden Patrikhane, mahalli kurumları des teklememişti. Bu nedenle her cemaat, kendi kendine yeter hale
196 1 BORA IYIAT
gelmiştir. Yerel düzeyde eğitim ve hayır kurumlarını cemaatler kendi imkanları ile inşa etmişlerdi. 183 Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan gayrimüslim bu cemaat ler için birliktelik, aidiyet gibi kavramlar yerieşirken aynı coğraf yanın sahipleri olan Türkler için durum nasıldı acaba? Türk ve Türkiye gibi kavramlar tarihi süreci analiz edecek olursak XIX. yy. ikinci dilimine kadar çok telaffuz edilen, bir aidiyeti, bir bir likteliği, bir milleti tanımlayan sözcükler değildi. Türk adı genel olarak Imparatorluk sınırları içerisinde yer alan ve Türkçe konuşan Müslümanlar anlamına geliyordu. Os manlı İmparatorluğu'nun kurulduğu topraklar, imparatorluğun sınırları dışında Türkiye olarak adlandırılıyor ancak ironik bir biçimde bu sınırların içindekilerce rağbet görmüyor hatta tasvip edilmeyen bir ifade olarak değerlendiriliyordu. Örneğin; 1 802 yılında Paris' e daimi elçi olarak atanan Halet Efendi, kendisinin Türk elçisi olarak takdim edilmesine kızmıştı. 184 Osmanlı Bürokrasisinde Türk adının da, onu işaret eden kav ramların da olumsuz çağrışımları vardı. 185 Türk milliyetçiliğinin bir ideoloji olarak ortaya çıkması aslın da yukarıda çıkışına ilişkin verdiğimiz tarihlerde yaşanan olay ve koşullarla doğrudan bağlı olarak gerçekleşmiştir. Türk milliyetçiliğini bir ideoloji olarak doğuran nedenleri ge nel olarak üç başlık altında incelemek mümkündür: siyasi ne denler, ekonomik nedenler ve sosyal-kültürel nedenler. Siyasi nedenler olarak ele alınacak konular gerek Osmanlı gerek Rusya 183 Yahya Kemal Taştan, Türk Milliyetçiliği'nin Sembolik Kaynakları (Yeni Osmanlıların Siyasal Söylemleri: (1860-1876) - Doktora tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2010, s.168 184 Bernard Lewis, a.g.e. 185 Ester Cafe, Rönesans Dönemi Avrupa Gezi Yazılarında Türk Miti ve Bunun Çöküşü - Tarih incelemeleri Dergisi, lzmir 1984, s.203
BOZKURT ATATÜRK 1 197
Türklerine karşı on altıncı yüzyılda başlayıp yirminci yüzyıla ka dar devam eden Rus emperyalist politikaları ve Batı'nın büyük güçlerinin dönemin en büyük Türk devleti olan Osmanlı İmpa ratorluğu'na karşı yürüttükleri emperyalist politikalardır. Rus Çarlığı ve Batı Avrupa tarafından işgal edilmeye başlanan Türk coğrafyasında, bu emperyalist politikalara karşı oluşan tepki so nucu, Türkler de milliyetçilik akımı güçlenmeye başlayacak ve nihayetinde siyasi, ekonomik ve kültürel alanda Türk milliyetçi liği ideolojisi doğacaktır. Ekonomik nedenler başlığı altında ise; Coğrafi Keşifler ve Sanayi Devrimi ile başlayan süreçle birlikte, Batı'da onaya çıkan yeni ekonomik yapı ve bunun Türk coğraf yasına olumsuz yansımaları yer almaktadır. Son olarak ise sosyal ve kültürel nedenlerden söz edilmelidir. İlk önce Batı' da başla yan Türkoloji çalışmaları ve sonrasında Rusya Türkleri ve Os manlı Türkleri arasında Türk kimliğinin oluşmasında büyük önem taşıyan edebiyat, sanat, tarih gibi alanlarda yapılan çalış malar, Türk milliyetçiliği ideolojisinin doğuş sürecine katkı sağ lamıştır. 186 Türk milliyetçiliği ile ilgili siyasi bir tarihierne yapmak ister sek bunu 1 839 yılında Tanzimat Fermanı'nın ilanı ile başlatmak yanlış olmayacaktır. Batı romantizmi ile birlikte Osmanlı top raklarında yaşayan gayrimüslim halkları bir anda etkileyen rüzgar tabiidir ki Türkleri de etkisi altına almıştır. Ancak henüz filizle nen bu şuur daha tam olarak Türk adını kullanmak yerine özel likle kültürel alanda bir akım gibi başlamıştır. Şinasi 1 849'da yalnız Türkçe kelimeler kullanarak yazı yaz mayı denemiş; Ziya Paşa, Türklerin asıl şiirini taşrada canlı şe186
Murat Duran, Türk Milliyetçiliği'nin Üç Ideoloğu: lsmail Gaspıralı, Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp - Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2011, s.12 söz konusu çalışma özellikle Türk milliyetçiliği alanında yapılmış oldukça net ve anlaşılır bir dille yazılmış, bilimsel değeri yüksek bir çalışmadır.
198 1 BORA IYIAT
kilde yazan halk edebiyatında aramak gerektiğini yazmıştır. Va tan ve hürriyet şairi Namık Kemal ise, eserlerinde Osmanlı Dev leti'nin bütünlüğünü korumak için Türk kelimesini kullanma ınakla birlikte, Osmanlı terimini çoğu yerde Türk anlamında kullanmış ve Türkler arasında vatan sevgisinin uyanması için eserleriyle şuurlu bir çalışma yapmıştır. Böylelikle dil ve dile bağ lı edebiyat alanında gerçekleştirilen çalışmalar, Türk kimliğinin yapılanma sürecindeki kültürel temelleri oluşturmuştur. 187 Ama bu dönem bir milli şuur başlatmasına rağmen, bir han dikabı da beraberinde getirmiştir. Çünkü Tanzimat dönemi ay dın zümresinin ardından bir grup iyi niyetle bir çaba içerisinde olmuş ancak maalesef Batı'nın milliyetçilik kavramını kavramak ta zafıyet içinde kalmıştır. Kendilerine Yeni Osmanlılar adını ve ren bu grup, tüm Osmanlı tebaasını bir millet olarak değerlen dirmiştir. Halka inmek, dili ağdalı halinden kurtararak sadeleş tirrnek konusunda bir şeyler yapmaları gerektiğine inanmışlar ancak Osmanlıcılık üst kimliğinden de vazgeçmeyecek bunun bir gereklilik olduğunu iddia etmişlerdir. Yeni Osmanlılar, idari an lamda hem anayasal bir sistemi savunmuşlar hem de bu sistemin reformİst bir İslam anlayışı ile birlikte olması gerektiğine vurgu yapmışlardı. Onlara göre meşru olan rejim mutlak suretle Is lam'dı çünkü meşveret usulünün gereği tam da buydu. Yeni Osmanlılar, siyasal olarak bir birliktelikle birlikte sultana ve do layısıyla devlete koşulsuz bir sadakatten yana olmuşlar, Bab-ı Ali'nin önerdiği monarşiye karşılık Osmanlı-İslam milleti dü şüncesini savunmuşlardı.
187
Hamza Erotlu, Atatürk ve Milliyetçilik - Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 1992 www.atam.erciyes.edu.tr/ataturk_ilkeleri
BOZKURT ATATÜRK 1 199
Yeni Osmanlıların önemli bir farkı da devlet kavramının ye rine ikamet ettikleri "vatan" anlayışını öne çıkarmalarında görü lür ki bu durum Cumhuriyet Türkiye' sinde milliyetçiliğin kuru cu bir ideoloji olmasında temel unsur olmuştur. Klasik Arap Osmanlı kullanımında vatan, doğum ya da ikamet yeri anlamın da kullanılmıştır. Yeni Osmanlılar, siyasi bir değer taşımaksızın bir ülke, bir eyalet, kasaba ya da köyün vatan olabileceği düşün cesinde hareketle, eski kullanımında esas itibariyle "yuva" anla mına gelen vatanı siyasi coğrafyanın tamamını belinmek için kullanmıştır. 1 9. yüzyılın onalarında bu yeni anlamıyla vatan kavramı yaygın olarak kullanıma ulaşmıştır. 188 Osmanlı toplumu içinde Yeni Osmanlılar ile birlikte daha da belirginleşen kimlik sorunu, Tanzimat aydın ve bürokratlarının istek ve �alepleri karşısında Yeni Osmanlıların onaya koyduğu ve halkın daha çok desteğini alan çözüm önerileri yeni kimliğin motiflerini de yavaş yavaş ortaya çıkarmıştı. Osmanlı toplumun da süregelen İslami gelenekten ayrılmayan Ali Suavi, XIX. yüzyı lın bazı modern kavram ve düşüncelerini ilk defa kullanmış ve Osmanlı düşünce dünyasına taşımıştı. 1 869'da Paris'te yayımla nan "Türki" ve "Lisan ve Hatt-ı Türki" adlı makalelerini Türkle rin kültürel başarılarını göstermek için yazan, Batılı anlamdaki "nation"u "ümmet"in karşılığı gören ve vatanı "Memleket-i İslamiye" biçiminde algılayan Suavi, yazılarında sık sık Türkçü lükten ve Türkçe yazmaktan bahsetmiş, "Ulum" gazetesinin ilk sayısında yayımladığı "Türk" adlı makalesinde, Türklerin eski bir uygarlığa sahip olduklarını, İslam'ın gelişmesinde önemli katkıları olduklarını belirtmiştir. Suavi'ye göre: "Osmanlı" söz cüğü politik bir sözcüktür, bu nedenle Türkçeye Osmanlıca de188
Ahmet Yıldız, "Ne Mutlu Türküm Diyebilene" Türk Ulusal Kimliğinin Etno Seküler Sınırları (1919-1938} - Iletişim Yayınları, istanbul 2004
200 1 BORA IYIAT
rnek yanlıştır. Orta Asya Türkleri üzerine çalışan Suavi, siyasal alanda Osmanlıcılık ve İslamcılık ilkelerini savunmuş, milliyetçi likten kaynaklanan bir siyaseti kabul etmiştir. Bununla birlikte yazılarında vatan, millet ve Türkistan gibi kavramları sıkça kul lanmasına karşın, Osmanlıcılık düşüncesinin savunucusu olan Namık Kemal, yeni nesillere "vatan" ve "hürriyet" düşüncelerini aşılamıştır. 1 89 Yeni Osmanlılar bu saydıklarımızın yanında, Türk milliyetçi liği açısından önemli bir hareket olan ve farklı bir seçkinler gru bunu oluşturan Jön Türkler üzerinde derin etki yaratmıştır. Türk milli kimliği ve milliyetçiliğine katkı sağlayan unsurlar ara sında Jön Türk hareketi önemli bir yere sahiptir. 190 Mustafa Kemal Atatürk'ün fikri ve ideolojik temellerine bakmak için yukarıda bahsettiğimiz Osmanlı'nın son dönemle rinde ortaya çıkan fikri akımları ve özellikle Jön Türk hareketini iyi anlamak gerekir. Osmanlı-Türk modernleşmesinin temel taşlarından olan Jön Türkler hareketi ve İttihat ve Terakki Cemiyeti, cumhuriyetin ilanı sonrasında Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının ger çekleştireceği birçok önemli reformun temellerini atmış ve yeni devletin ve Cumhuriyet Halk Partisinin omurgasını oluşturmuş tur. İttihat ve Terakki Cemiyetinin modernleşme çabaları yal nızca askeri düzeyde kalmamış ve ekonomi, eğitim, kültür-sanat ve kadın hakları gibi birçok alana yayılmıştır. 1 9 1 Peki kirndi bu Jön Türkler ve İttihat ve Terakki? 189
Y.Furkan Şen, Türk Siyasal Kültüründe Millet Algısı ve Milliyetçilik - Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Siyaset ve Sosyal Bilimler Dalı, Ankara 2008, s.426 190 G. François Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri: Yusuf Akçura (18761935) - Tarih Vakfı Yurt Yayınları, istanbul 1999, s.61 191 Ozan Örmeci, Jön Türkler ve ittihat ve Terakki - Makale, Tarih Okulu Dergisi Eylül/Aralık 2010 s.95
BOZKURT ATATÜRK 1 201
1 877 yılında tahtta olan Sultan II. Abdülhamit, daha önce kabul edilen hak ve hürriyetleri yok etmiş, Kanun-i Esasi'yi de kaldırmıştı. Tüm Osmanlı coğrafyasında jurnal adı verilen muh birler mekanizmasıyla birlikte adına istibdat devri denilen tam bir baskı dönemi yaşanınaya başlamıştı. Dönemin şartları amaç ları hem anayasanın tekrar kabul edilmesi hem de bu baskı dö nemine son vermek olan bazı cemiyederin yurt dışında kurulma sına neden olmuştu. Zamanla bu örgütlerin tamamı Jön Türkler adıyla anılmaya başlayacaktı. Bu cemiyetlerden ilkini İbrahim Temo kuracak, bunu 1 889 yılında Ahmet Rıza Bey tarafından Paris'te kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti izleyecekti.192 Ah met Rıza Bey 1 906 yılında başka bir cemiyede birleşerek gücünü ve nüfuz çevresini amıracaktır. Bu cemiyet Selanik merkezli ve üyelerini . ağırlıklı olarak subay ve bürokratların oluşturduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyetidir. Bu birleşmeyi hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar destek lemiştir. Bu destek sayesinde Hristiyan azınlıklar, kurulacak meşruti idare sayesinde milli bağımsızlıklarını kazanmak ümi dinde olmuşlar, Jön Türkler ise Sultan Abdülhamit'in zorba ku rallarını frenlemek, Kanun-i Esasi'yi tekrar yürürlüğe koymak ve Osmanlı İmparatorluğu'nun bütünlüğünü korumayı amaçlamış lardır. Bu amaçla 23 Temmuz 1 908' de kısmen de olsa Sultan II. Abdülhamit tarafından gerçekleştirilecek İkinci Meşrutiyet ilan edilmiştir. 193
192 Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi - Afa Yayınları, istanbul 1996 193 Rederic H. Davidson, A Short History of Turkey - The Eothen Press, England 1981
202 1 BORA IYIAT
Meşrutiyetin ilanının ardından Meclis-i Mebusan'ın da yeni den açılmasına karar veren II. Abdülhamit bunu ilan edecekti. Geriye taleplerden birisi olan Kanun-i Esasi kalıyordu. Çok geçmeden Hatt-ı Hümayün ile o da sağlanacaktı. Bu arada İtti hat ve Terakki doğrultusunda kabine değişikliği yapılmış özellik le Bahriye ve Harbiye Nezaretleri talepler doğrultusunda belir lenmişti. Sait Halim Paşa da sadrazam lığa getirilmişti. İttihat ve Terakki hala bir siyasi pani değil cemiyetti ve merkezi Sela nik' teydi, ancak en etkili güç onlardı. Yeni Meşrutiyet'in ilk seçimleri I. Meşrutiyet döneminde çı kamlan bir seçim kanununun 30 yıl sonra padişahça onanma sından sonra ve bu geçici kanun çerçevesinde yapılacaktı. İttihat ve Terakki bir siyasal parti olmamasına rağmen en örgütlü, en popüler ve ordu desteğine sahip tek güç olduğundan seçimlerde başrolü oynadı. Seçimlere bu cemiyetin desteklediği adaylar ile Osmanlı Ahrar Fırkası ve az sayıda bağımsız aday katıldı. Seçim ler 1 908 yılı Kasım sonu ile Aralık başında yapıldı. 285 kişilik Meclis'te İttihat ve Terakki 1 60 Türk ve Arap milletvekilinin Meclis'e girmesini sağlayıp çoğunluğu ele geçirdi. Meclis'te ayrı ca 27 Arnavut, 26 Rum, 1 4 Ermeni, 1 0 Slav ve 4 Musevi millet vekili bulunuyordu. Muhalif "Ahrar Partisi" Meclis' e sadece 1 üye gönderebilmişti. Meclis-i Mebusan 1 7 Aralık 1 908 günü Padişah'ın bir nutkuyla açıldı. Meclis Başkanlığı'na İttihatçı Ahmet Rıza Bey getirildi. Gerçi "İttihat ve Terakki" kendisini hala, "cemiyet" olarak nitelendiriyordu ama cemiyetin gizli mer kez komitesi bütün siyasal faaliyetleri kontrol ediyordu. Bununla beraber Meclis'te çoğunluğa sahip olmasına rağmen, hükümet içerisinde bir temsilcisi yoktu. Zamanla İttihatçılar ile Sadrazam Kamil Paşa'nın arası açıldı. Kamil Paşa seçimlerde Ahrar Pani-
BOZKURT ATATÜRK 1 203
si'nden aday olmuş, ama kazanamamıştı. Paşa'nın İttihatçıları devlet işlerinden ve orduyu da politikadan uzaklaştırmak ama cıyla yaptığı tasarruflar üzerine, bazı vekiller istifa ettiler, İttihatçı basın da kendisine karşı muhalefete başladı. Bir grup mebus, Sadrazarn 'ı hesap vermek üzere Meclis'e çağırdı, gelmeyince de 1 3/ 1 4 Şubat 1 909 günü, 8'e karşı 1 98 oyla kendisine güvensizlik oyu verdiler. Hükümet istifa etti, padişah Hüseyin Hilmi Paşa'yı sadrazamlığa atadı. Öte yandan, cemiyetin tahakküm ve gizlili ğin yanı sıra cemiyet üyelerinin kötü hareketlerinin sebep olduğu tenkitler karşısında cemiyet, çoğunlukla kendi saflarından ayrıl mış olanların kurmuş oldukları muhalif partileri yok etmeye kal kıştı. İttihat ve Terakki ile muhalifleri arasındaki gerginlik gide rek arttı. 1 94 Söz konusu tarihlerde Osmanlı bambaşka sorunlarla da uğra şıyordu. Osmanlı hükümetinin esas çabası dış politika ile ilgiliy di. İç politikada ise, baş kaldırmaya başlayan irtica ve taassubu kontrol altına almak, seçim işlerini hükümetin tam tarafsızlığı içinde sonuçlandırmak, ordu içinde taassup kışkırtmalarıyla baş layan "mektepli-alaylı" subay tartışmalarını çözümlemek, yıllar dan beri hizmet sürelerini tamamlamış fakat hala silah altında tutulan erierin konumu, bunun yanı sıra yeniden asker topla nılmasıyla ortaya çıkan hoşnutsuzluklar ve birçok subayın yasak olmasına rağmen siyasal çalışmalara katılmasıyla meydana gelen sıkıntılı durumlar ile uğraşmak zorunda kalıyordu. 195 II. Meşrutiyet devrimi ve Kanun-i Esasi değişiklikleriyle daha demokratik bir düzen getirme ve parlamenter rejimi yerleştirme amacı düşünülmüştü. Fakat kısa bir süre sonra meydana gelecek 194
Yrd. Doç. Dr. Durdu Mehmet Burak, Osmanlı Devleti'nde Jön Türk Hareketlerinin Başlaması ve Etkileri -Makale, OTAM(Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi), Ankara 2003, s.304 195 Yusuf Hikmet Bayur, Türk lnkılabı Tarihi - TTK Yayınları, Ankara 1991, s.46
204 1 BORA IYIAT
olaylar, Meşrutiyetin sağlam temeller üzerine kurulmadığını gös terecekti. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu'nda, Fransız Devri mi'nde olduğu gibi, düşünce özgürlüğü ile beslenmiş ona sınıfa mensup bir halk yoktu. Halkın çoğunluğunu teşkil eden köylü ler, henüz özgürlük bilincinden yoksundu. Endüstri gelişmemiş, ticaret ve bayındırlık tesisleri yabancıların elinde idi. Dolayısıyla halkın da cahil olması nedeniyle Meşrutiyet Devrimi, aydınlar dan küçük bir grubun diğer küçük bir grupla uğraşmasından ibaret bir hildeydi. 196 İttihat ve Terakki' nin Meşrutiyete rağmen devlet yönetimine doğrudan doğruya katılmaması, bir yandan cemiyere karşı halk yığınları arasındaki tepkiyi geliştirirken, öte yandan söylentiler ve olayları birbirine bağlama yoluyla kamuo yu tahrik ediliyordu. Bu dönem içerisinde İstanbul'da yangınla rın çoğalması, bu söylentileri büsbütün arttırmıştı. Özellikle, "Çırçır Yangını" bir sorun hiline getirilmiş ve şeriat hükümleri nin uygulanmaması yüzünden İstanbul'un başında belaların do laştığı söylenmiştir. Bu arada cemiyetçi propaganda, yangınları eski haRyelerin kundaklama faaliyetine bağlamaya çalışıyorsa da halk daha çok bunları kıyamet gününün yaklaşma alimeti olarak kabul ediyordu. Ayrıca, rejim değişikliği dolayısıyla binakım çı karlara set çekilmiş ve işten çıkarılan memurlar da doğal olarak yeni düzenin karşısına geçmişlerdi. 197 1 908 devriminden önce ordu içinde gelişen siyasetçilik, Il. Meşrutiyet'ten sonra bir süre durulmuş görülse bile, özellikle bir subaylar hareketi gibi algılanması nedeniyle subaylar çoğunlukla İttihat ve Terakki'nin destekçiliğini bırakmamışlardı. Ancak, zamanla özellikle saray ve softa takımı da fark ettierneden silahlı kuvvetlerin içine girmeye başlamışlardı. Ekim 1 908'den itibaren 196 197
Ecvet Güre5in, 31 Mart i5yanı - Habora Kitabevi, i5tanbul 1969, 5.17 Ecvet Güre5in, a.g.e., 5.23
BOZKURT ATATÜRK 1 205
ordu içinde çeşitli dini propagandaların etkileri kendisini iyiden iyiye hissettirmeye başlamış, "alaylı" ve "mektepli" subaylar me selesi ortaya çıkmıştı. Gelişmiş harp teknolojisinin bilgiye da yanması, bu bilginin eriere aktarılması ve dolayısıyla ordunun gençleştirilmesi gerekiyordu. Bilindiği üzere ordu içerisinde as kerlikten yetişme subayların yanı sıra, okullardan yetişen genç subaylar da bulunuyordu. Yeni yönetimin, alaylı subayları kısa bir süre sonra tasfiye edeceği söylentileri, ordu içerisinde hızla yayılmaya başlamış ve bu söylentilerden etkilenen alaylı subayla rın, mektepli subaylarla olan ilişkileri her geçen gün biraz daha bozulmuştu. Bununla da yetinmeyen alaylı subayların, bu düze ni yıkıcı bazı propaganda çalışmalarına girişmesiyle artık bir ayaklanmanın ayak sesleri de duyulmaya başlamıştı. İstan�ul' da asker arasında gizli olarak yürütülen ve hüküme tin, subayların kafır oldukları, şeriatı kaldıracakları ve kendilerini de kafır yapacakları gibi propagandalar, tüm hızıyla devam et mekteydi. Bu propagandaların odak noktası, Selanik'ten gelen ve Meşrutiyetin direği sanılan İttihat ve Terakki Cemiyetinin en çok güvendiği, Avcı Taburlarının askerleri olmuştu. Eriere karşı yapılan sadece bu olumsuz propagandalar değildi, bu propagan dalara çeşitli tehditler de ekleniyordu. Özellikle avcı erlerine, di ğer asker kardeşlerine karşı cephe aldıkları, onları ezdikleri ve ül kenin kafırleştirilmesine alet oldukları söyleniyor ve kısa zaman içinde halk tarafından ezilecekleri ifade ediliyordu. 198 Gerginliği arttıran diğer bir olay, o zamana kadar askere alınmayan ve "Ta lebe-i Ulum"199 adı verilen medrese öğrencilerinin de askere alınmalarını içeren yasa tasarısının gündeme gelmesi olmuştu. 198
Bayur, a.g.e., s.126
199 Yüksek dini ilimleri okuyan talebe anlamına gelen bu sınıf Osmanlı içerisinde
askerlik hizmetinden muaf sayılmış hatta uykusu dahi ibadet sayılır anlayışıyla ciddi imtiyaziara sahip olmuştur
206 1 BORA IYIAT
Bu tasarıya karşı medrese öğrencileri ve din adamları "dinimiz elden gidiyor" propagandasını daha da yoğunlaştırmışlardı. İtti hat ve Terakki, kurtarıcı bir organ olarak önce orduda idareci bazında geniş bir tasfiye hareketine girişmiş, ordudan önemli sa yıda alaylı subay atılmış ve birçok memur açıkta kalmıştı.200 Bu gergin ortamda 6/7 Nisan ı 909 gecesi İttihat ve Terakki Cemi yetini en çok eleştİren gazetelerden birisi olan Serbesti gazetesi nin başyazarı Hasan Fehmi Bey'in, Galata Köprüsü üzerinde öl dürülmesi, bardağı taşıran son damla olacaktı. 201 Bu olay karanlık ilişkilerinden dolayı hala rivayedeele dolu bir ismi tarih sahnesine çıkartacaktı. O isim Derviş Vabdeti idi. Derviş Vahdeti, ı 869' da Kıbrıs Lefkoşe' de fakir bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Ayakkabıcılık yapan babasının yön lendirmesiyle çok küçük yaşta din eğitimi almış hatta bir dönem Lefkoşa Camii'nde müezzinlik yapmıştır. 20 yaşına geldiğinde Nakşibendi Tarikatına girmiş ve bu dönemle birlikte derviş ola rak tanınmıştır. 202 Tarikatın etkisi altında İstanbul' a giden ve bir süre burada ka lan Derviş Vahdeti sonrasında Kıbrıs'a geri dönmüştür. Ancak yaşadığı fakir hayattan bunalıp kendisince bulduğu bir çare ile İngilizce öğrenmiş ve bu bildiği lisanla yükselmeye çalışmıştır. Bundan sonra ı 902 yılına kadarki yaşamı ile ilgili bilgiler çelişki lidir. Çeşidi aleyhine düşüncede olan kaynaklara göre Kıbrıs'a dönmeden önce İstanbul' da MI5 ve MI6 öncesindeki İngiliz Gizli Servis teşkilatı ve ajanları ile tanışmış ve onların etkisiyle 200 Mustafa Baydar, 31 Mart Va k' ası - An ıl Matbaa sı, lstanbul 1955, s.10 201 Gazeteci Hasan Fehmi Bey'in bir suikasta kurban gittiği 6 Nisan günü, 1996'da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından "Basın Şehitleri Günü" olarak kabul edildi; 2005'ten bu yana ise bu anma gününün adı "Öldürülen Gazeteciler Günü" olarak değiştirildi. Anma günü vesilesiyle her 6 Nisan'da bazı etkinlikler gerçekleştirilir. 202Akif Deniz, Derviş Vahdeti ve 31 Mart Olayı - Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ 2005, s.13
BOZKURT ATATÜRK 1 207
kendi fakir hayatından kurtulmak için İngiliz hükümetine hiz met etmeye başlamıştır. İngilizceyi de bu nedenle öğrenmiş ve Kıbrıs'ta İngiltere adına çeşidi memurluklarda bulunmuş ve Kra liçe adına düzenlenen balolara sıkça katılmıştır.203 ı 902 yılı onun yeniden İstanbul'a geldiği yıldır. Derviş Vah deti, İngiliz İstihbaratı tarafından iyi eğitilmiş olacaktır ki bu de fa II. Abdülhamit'in yanında bir çizgide yer alır durumda Dahi liye Nazırı Memduh Paşa'nın yardımıyla İskan-ı Muhacir'in Komisyonu'nda iş bulur. Aynı zamanda Paşa'nın yalısında imamlık da yapmaya başlar. Bir süre burada çalıştıktan sonra ka rıştığı bir olay nedeniyle Diyarbakır'a sürgün edilir. Hakkındaki bir diğer iddia da hamisi Memduh Paşa'yı yükselrnek ve Padi şah' a yaranmak için jurnallediği ancak bu ihanetini öğrenen Paşa tarafında,n derhal kendisine karşı kurulan bu düzenin engellenip Vahdeti'nin Diyarbakır'a sürüldüğü yolundadır. 204 Farklı iddialar içeren sürgün döneminde en kesin olan bilgi karıştığı bir hadise sonucu orada tutuklanıp İstanbul'a getirildiği ve burada hapse atıldığıdır. Meşrutiyetin ilanının ardından ser best bırakılır. Kıbrıs'a geri dönse de çok kısa süre geçmeden ye niden İstanbul' a geri gelir. Burada Abdülhamit rejimi tarafından sürgün edilen kimselerin kurduğu Fedakaran-ı Millet Cemiyeti ne giren Vahdeti ardından kendince onların fesadık yaptığını düşünüp partiden ayrılır. Bu sefer aklında İttihat ve Terakki Cemiyetine ·girmek vardır ancak tüm çabalarına rağmen bu ama cına ulaşamaz. ı ı Aralık ı 908'de de "Volkan gazetesi"ni kurup bu gazetede Said-i Nursi, Enderunlu Lütfi, Mehmet Emin Hayrati gibi isimleri de yanına alarak zaman geçirmeden yayma 203
Prof. Dr. Cihan Dura, "Bir Dincinin Portresi: Derviş Vahdeti" http://www.cihandura.com, ziyaret tarihi: ı Mart 2011 204 Prof. Dr. Cihan Dura, a.g.y.
208 1 BORA IYIAT
başlar. Derviş Vahdeti'nin kurduğu bu gazete kapanana kadar l l O sayı basacaktır. İçeriği incelendiğinde söz konusu gazete İs lamcı ve İngiliz taraftarı duruşu ile dikkat çeker, başyazar Vahde ti' nin gazetedeki yazıları bir bakıma vaazın, hutbenin gazete say fasına aktarılması tarzındadır. Bu arada yazılarıyla İttihat Terak ki'ye karşı durmakta Il. Meşrutiyet sonrası geçici süreliğine sad razamlık da yapmış, İngilizlerle yakınlaşmayı savunan Kıbrıslı Mehmed Kamil Paşa taraftarı yazılar da dikkat çekmektedir. Üs telik gazetenin; yazıları ve yorumlarında kullandığı üslup ve dili aşırı derecede serttir. O dönemin koşulları göz önünde bulundumlduğunda önem arz eden bir durum da yayıncılık faaliyetleri yapmanın, bu faali yetin sürdürülebilir olmasının güçlüğüydü. Bu hem politik hem de ekonomik anlamda ciddi destek gerektiriyordu. Vahdeti, ilk başlarda ekonomik olarak zorlanmış ancak kısa sürede mali kay nak bulmayı başarmıştı. Bu kaynak kendisine iki taraflı olarak akıyordu: İngilizler ve Sultan I l . Abdülhamit. İngilizlerin amacı açıktı ancak Sultan'ın neden yardım ettiği konusu farklı yorum lara neden oluyordu. Oysa Il. Abdülhamit'in mantığı oldukça basitti. Il. Abdülhamit tarafından yardım edilmesinin nedeni gazete nin İslamcılığı savunan yayınlarının yanında Masonluğa karşı gazetenin aldığı tavırdı. Bunun yanında Il. Abdülhamit özellikle Il. Meşrutiyet zamanı kurulan Mason birlikleri, Kürt Yardım laşma Derneği, Ermeni Taşnaksutyun Cemiyeti, Bulgar Kulubü gibi derneklerden hoşlanmamakta ve bu dernekleri Osmanlı İm paratorluğu' nu parçalama yönünde tehdit olarak düşünmektey di. Bu sebeple de İslamcılık taraftarıydı. Derviş Vahdeti'ye de bu
BOZKURT ATATORK 1
209
para 3 şartla verilmiş ve bu şartlara uymaya devam ederse devamı geleceği söylenmişti. 205 1 -Hiç bir zaman padişaha sataşınama 2-Mason karşıtlığını sürdürme 3-İslamcı çizgiyi koruma206 Vahdeti buna uygun olarak hareket ediyormuş izlenimini ga zetesine vererek yayınını sürdürür. Ancak diğer yandan da İngi lizler lehine yayıniarına da devam etmektedir. Muhalefetini de gittikçe sertleştirir. İngilizler de kendisini desteklemektedir, zira İttihat ve Terakki'nin milliyetçi ve kendi aleyhlerine olan politi kaları hoşlarına gitmemektedir. 207 Gazetenin yazılarına dikkatle bakıldığında İngiliz lehtarlığı açıkça seçilebiliyordu. 1 5 Aralık 1 908 tarihli "Volkan" gazete sinde Kıbrıs'ın İngilizlerin ademi merkeziyetçi yönetimi sayesin de "küçük İsviçre" hiline geleceğini yazmaktaydı. 2 1 Şubat 1 909 tarihli Volkan gazetesi bir yandan tüm Müslümanları bir araya getireceğinden bahsederken diğer yandan Rusya' daki ve İngiltere sömürgeterindeki (Hindistan, Pakistan, Mısır) Müslümanları bu birliğin dışında tutup bu konuda İngiliz Kralına teminat ver mekteydi. 208 Bir yandan da yazılarıyla kin, nefret ve düşmanlığı teşvik ediyor, özellikle İttihat ve Terakki karşısında kurduğu İn giliz destekli cemiyetine destek arıyordu. Arnacı basitti, İngiliz desteği ile yurt içinde bir kargaşa çıkartmak ve sadrazam olmak. Bu amaçla yazdığı bir yazısında şöyle diyordu: 205
Akif Deniz, a.g.y., s.31 Akif Deniz, a.g.y., s.32 207 Sina Akşin, "Avrupa Büyük Devletleri ittihat ve Terakkiyi Neden Sevmiyordu?" Makale, 27.12.2010 208 Doğan Avcıoğlu "31 Mart'ta Yabancı Parmağı" - Yenigün Haber Ajansı Yayınları, istanbul 206
210 1 BORA IYIAT
"Din yüksek ahlaka dayanır. Dinsizlerden yüksek ahlak bek lenemez. Dinsizler dünya için çalııır. . . Cenabı Hak dinsizlerr düımandır. . . Şu Avrupa ile temasa baılayalı beri, onların müJ tehcen adetleri ülkemizde kaleradan çok tahribat yapmakttl· dır. . . Bir Avrupalı kadın çarııda pazarda açık saçık gezer. ls lam kadını ise baıtan tırnağa kadar örtünür. . . Biri sokak sü pürgesi, öbürü ev kadını. . . Bütün Islam alemi el ele vererek dünyamızı, ahretimizi yapmaya çalııalım. Özgürlüğün ağacı ye ıerdiğinden beri baıarıya giden Ittihat-ı Muhammedi Cemiye tinde birleıelim . . . "
Anadolu'nun içlerine kadar örgüdediği cemiyet için üye sayı sını arttırmaya çalışmaktaydı. Üyelik kayıtları esnasında şu pro pagandanın yapıldığı iddia edilmektedir:
"Ey Muhammed ıeriatının düımesini istemeyen müminler! Allah-u Zülcelal aıkına Peygamberimiz Muhammed Mustafa adına bu cemiyete giriniz. . . "
Yine üyelik kayıdarının alındığı masalarda insanların yasala rına değil Kuran yasalarına göre bir rejim kurulması için çalışıla cağı söylenmekteydi. Bu cemiyet yalnızca halkı değil ordu için deki bir kısım askerleri de yanına çekmiş ve ordu içinden de ce miyete üye olanlar olmuştu. Vahdeti'nin düşünceleri özellikle Makedonya'da asilerle mücadele eden ancak Il. Meşrutiyet son rası gösterdiği başarılar nedeniyle İstanbul' a getirilip Topçu Kış lası209 başta olmak üzere farklı kışlalarda bir nev'i meclisi ve sara yı korumakla görevli muhafız taburları gibi görev yaptırılan Ma nastırlı Avcı Taburları üzerindeki subay ve erler üzerinde de etki209 Taksim'de Gezi Parkı'nın yıkılıp yerine Topçu Kışiası'nın replikasının yapılması tartışmalarında adı geçen söz konusu kışla bu kışladır.
BOZKURT ATATÜRK 1 21 1
li oluyordu. Bu propaganda konuşmalarında askerlere şöyle hi tap ediliyordu:
"Askerler!.. ittihad-ı Muhammedi Cemiyetinin amali, vata nın seldmetine, yüce dinimizin bekdsına mani olacak en ufak bir sebebin bile ortadan kaldırılmasına matuftur... Siz de cemi yetimize ddhilsiniz. Biz bütün askerlerimizi bu cemiyete destek biliriz. Sizden beklediğimiz bir 1ey varsa o da bu kutsal cemiye timize arka çıkmanızdır. Buna da jüphemiz yoktur. Şayet, biz de bir kötü niyet görürseniz hemen bizi süngülerinizin ucuna takınız... "
Bu propaganda faaliyetleri o kadar ustaca ayarlanır ve profes yonelce mesaj tekran yapılır ki beklenen sonuç alınır. 1 2 Nisan'ı 1 3 Nisa�'a bağlayan gece 4. Avcı Taburu askerleri şeriat istemiy le ayaklanıp Taksim Topçu Kışiasında subaylarını hapsedip isyan eder. İstanbul'da bulunan 5, 6, ve 7. Nizarniye askerleriyle Be yoğlu Topçu Alayı'ndaki askerleri de yanlarına alarak Ayasofya Meydanı'na gelir ve gece 02.45'ten itibaren Meclis-i Mebılsan önünde toplanırlar. Ellerinde beyaz, yeşil ve kırmız renkli bay raklar bulunan, şeriat isteriz sloganı atan bu isyancılara başta Volkan gazetesi sahibi Derviş Vahdeti olmak üzere, İttihad-ı Muhammedi Cemiyeri üyeleri de iştirak eder. Beyazıt ve Fatih Medreselerinin bazı talebderi de ayaklanmaya katılır, buna kar şın bu ayaklanmaya karşı çıkan, vazgeçirmeye çalışan bir kısım asker ve ilmiye sınıfı mensupları öldürülür. Meclisi Mebusan iş gal edilir, Il. Abdülhamit'in bulunduğu Yıldız Sarayı kuşatılır. isyancılar Ayasofya Meydanı'nda önceden hazırladıkları ta leplerini içeren listeyi vakit geçirmeden Saray' a iletilrnek üzere Şeyh-ül İslam Efendi'ye verirler. Bu listede bakın neler vardır: 1 - Hükümetin istifası,
212 1 BORA IYIAT
Kamil Paşa'nın sadarete, İsmail Kemal'in Meclis-i Mebusan reisliğine getirilmesi, 3- İttihatçı subayların değiştirilmesi ve ordudan tasfiye edi len alaylı subayların geri dönmesi, 4- İttihat ve Terakki'nin ilgası, 5- Şeriat hükümlerinin tamamen uygulanması ve hadiselen� katılanlar için af ilan edilmesi. Meclis'te karar alacak çoğunluk yoktur, bu istekler zaruri ola rak kabul edilmiş ve Il. Abdülhamit tarafından da onaylanmıştır. İsyanın ilk sonucu Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa'nın istifası ol muş ve onun yerine Tevfik Paşa atanmıştır. Bu sırada Saray'a gitmekte olan Adiiye Nazırı Nazım Bey, Meclis-i Mebusan Reisi Ahmet Rıza olduğu zannıyla öldürülmüştür. Yine aynı gün, Lazkiye Mebusu Mehmed Arslan Bey de meşhur gazeteci Hüse yin Cahit Bey olduğu zannıyla isyancılar tarafından öldürüldüğü yaygın kanaattir. Bunların yanında, Yıldız Sarayı'nı bombalamak planıyla itharn edilen Ali Kablıli Bey de katiedilmiş ve bu Il. Abdülhamit'in gözleri önünde gerçekleşmiştir. Bu anlamda Il. Abdülhamit'in isyanın hastınlmasına yönelik tavrı oldukça il ginçtir. Kendisi, asker kanı dökülmemesi gerektiğini söyleyip is yanı bastırmak için elinin altındaki 1 . Ordu'nun kalan kuvvetle rini kullanmaz ancak isyancılara da onların beklediği bir desteği vermemiştir. Asayişin sağlanması için belli tedbirleri alır. Vahdeti ise Volkan gazetesindeki yazıları ve isyancıların ey lemlerine katılımı ile onlara desteğini sürdürür. Diğer yandan is yanının yankıları Selanik'te büyük bir tepki doğurmuş, meşruti yetin elden gittiği endişesiyle, Rumeli'deki askeri birlikler ve halktan asker toplanmaya başlanmıştır. 1 gün gibi kısa sürede toplanan bu biriikiere "Hareket Ordusu" adı verilir. Bu orduya katılan Osmanlı İkinci ve Üçüncü Ordu askerlerinden oluşan 2-
BOZKURT ATATÜRK 1 213
öncü birlikler, ı 9 Nisan' da trenle Yeşilköy'e gelirler. Yüzyıla adını altın harflerle yazdıracak bir isim tarih sahnesine çıkmıştır. Bu isim İstanbul' a ulaşan ilk tümenin kurmay başkanı olan Mustafa Kemal'dir. Osmanlı ordusu ı 826'dan beri ilk defa iki düşman kampa bölünüp birbirine karşı silah çekecek duruma ge lir. Bununla birlikte l l . Abdülhamit isyancılardan bu birliklerle çarpışmamalarını ister. Mahmud Şevket Paşa önderliğindeki Ha reket Ordusu 24 Nisan' da şehrin hakimiyetini tamamen ele ge çirir ve bazı isyancıların karşı koyması dışında, ciddi bir direnişle karşılaşmaz buna rağmen 300'den fazla kişi ölür. 25 Nisan' da İstanbul' da sıkıyönetim ilan edilir ve isyancılar tespit edilip tutuklamalar başlar. Bunun üzerine Derviş Vahdeti de dahil bir kısım isyancı İstanbul' dan kaçar. Hareket Ordu su'nun İstanbul'a yaklaşması Vahdeti'yi zaten tedirgin etmiş, is yanın daha beşinci günü bir kaçış planı hazırlamaya başlamıştır. Bu amaçla önce İngiliz destekçilerinden biri olan Sait Paşa'ya başvurur. Ardından, onun tavsiyesi ile Şehzade Vahdettin'in sa rayına sığınınayı dener. Vahdettin'in karşı çıkması üzerine Geb ze'ye kaçar. Buradan aldığı yardımla demir yoluyla İzmir' e doğru yola çıkar. Oradan deniz yoluyla yabancı bir ülkeye kaçınayı he deflemektedir. Ancak bindiği trende iki subayın kendisinden kuşkulanması üzerine Hereke'de iner. Konaklaya konaklaya İz mir'e ulaşır. Parasız kalan Vahdeti, para bulmak için buradaki bir hemşerisine başvurur. Bu kişinin ihbarı ile yakalanıp yargı lanmak üzere İstanbul'a gönderilir. İstanbul'da kurulan sıkıyöne tim mahkemesinde yargılanan Vahdeti'nin akıl sağlığının bozuk olduğu yönündeki savunmasına itibar edilmez. Sıkıyönetim mahkemesi kendisinin idamına karar verir. Ayasofya Meyda nı'nda asılarak infaz edilir. 2 10 210
Prof. Dr. Cihan Dura, a.g.y.
214 1 BORA IYIAT
TÜRK MİLLİYETÇİLİGİ'NİN ÜÇ FİKİR BABASI
Türk milliyetçiliği ideolojisini incelemek, Türk milliyetçiliği nin fikri yapısının dayandığı temelleri ortaya koymak, neden so nuç ilişkisi anlamında bir analiz yapmak; etki çevresini daha iyi anlamaya ve bu kitabın konusu olan Mustafa Kemal Atatürk'ün de ideoloHk gelişimini kavramamıza yardımcı olacaktır. Bu ideo lojiyi tarihi süreçte incelerken olayların yanı sıra üç önemli fikir adamından da bahsetmek gerekmektedir. Bu üç düşünür İsmail Gaspıralı, Yusuf Akçura ve Ziya Gö kalp olmuştur. İsmail Gaspıralı, "Dilde, fikirde, işte birlik" fik rinden hareketle bütün Türkler arasında kültür ve dil birlikteli ğini savunmuş ve bu görüşlerini gerçekleştirebiirnek amacıyla eğitim ve basın yoluyla Türkler arasında birlik fikrinin yayılması için gayret göstermiştir. Yusuf Akçura ise Osmanlı İmparatorlu ğu'nda kurulan ilk Türkçü örgütlenmelerin kuruluş aşamaların da aktif görevler almış, İsmail Gaspıralı gibi o da Türkler arasın da kültür ve dil birlikteliğini gerçekleştirebiirnek amacıyla büyük gayret sarf etmiştir. Ziya Gökalp ise Türk milliyetçiliğini bir fikir sistemi haline getirmek amacıyla bütün ömrü boyunca bilimsel yöntemlerle Türk milliyetçiliğini incelemiş ve Türk milliyetçili ğinin inşa sürecine katkıda bulunmuştur. 2 1 1 211
Murat Duran, a.g.y., s.2
216 1 BORA IYIAT
İsmail Gaspıralı:
İsmail Gaspıralı, 1 8 1 0 yılında Kırım'ın sahil kısmında bulu nan Gaspıra köyünde dünyaya gelen Mustafa Ağa diye anılan bi ı Kırım Türkü'nün oğludur. Babası, 1 844-45 yıllarında Kafkasy;ı genel valiliği yapacak olan Prens Varantsofun himayesine girmiş ve Odesa'da Rişelyö Lisesine gönderilmiştir. Daha sonra da ter cüman olarak prensin hizmetinde bulunmuştur. 1 848 yılında görevinden istifa etmiş ve Kırım'a dönmüştür. 1 845 yılında ev lenmiş, fakat hanımının ölmesi üzerine 1 849'da ikinci evliliğin i yapmıştır. İşte İsmail Gaspıralı, Mustafa Ağa'nın bu evlilikten doğan (d. 1 8 5 1 ) ilk çocuğudur. Babasının Gaspıra köyünden ol ması sebebiyle İsmail Bey'e, Gaspıralı lakabı verilmiştir. 212 İsmail Bey, alfabeyi Bahçesaray' da, Zincirli Medrese'de Hacı İsmail Efendi adlı bir öğretmenden öğrenmiştir. On yaşlarında iken Akmescit'teki bir Rus okuluna gönderilmiş, Akmescit'te iki yıl okuduktan sonra Vorononej şehrindeki askeri okula, buradan da Moskova Askeri Okuluna giderek öğrenimine devam etmiş tir. İsmail Gaspıralı, buradaki öğrenimini tamamlayamamıştır. Bundaki en büyük sebep, bu sıralarda Moskova'da hüküm süren Slav milliyetçiliğidir. Moskova, özellikle bu tarihlerde Slavcılığın merkezi durumundadır. Türk düşmanlığını temel amacı sayan bu düşünce, Türklere karşı dini, milli, kuvvetli bir düşmanlık canlandırıyordu. Rusların taşkın Türk düşmanlıkları bu okulda okuyan Türk çocuklarının ruhlarında derin izler bırakmıştır ki, 1 867'de İsmail Gaspıralı ve arkadaşı Mustafa Mirza, okulun al tıncı sınıfında okurken yaz tatilini Kırım' da geçirmektense bu sı ralarda Osmanlı Devleti'ne karşı isyan eden Girit'te- asilere karşı 212
Yrd.Doç.Dr. Ahmet Toksoy, XX. Yüzyıla Girerken Türk Dünyası ve ismail Gaspıralı - Makale, Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi, Adana, s.3
BOZKURT ATATÜRK 1 217
savaşmak için Türkiye'ye gitmeye karar vermişlerdir. Ancak bu olay sonuçsuz kalmıştır. 213 Bu olaydarı sonra İsmail Bey okuduğu okula bir daha dön memiş ve 1 868 'de henüz 1 7 yaşında iken 400 ruble maaşla, alfa beyi öğrendiği Zincidi Medrese' de Rusça eğitimciliğe tayin edilmiştir. 1 869 yılında 600 ruble maaş aldığı Yalta'da Dereköy mektebinde öğretmenliği devarn etmiştir. Burada iki sene çalış tıktan sonra tekrar eski okuluna (Zincirli Medrese'ye) döndü. Burada Rusçarıın yanında anık Türkçe dersler de vermeye baş lamıştır. Bu dönemde medresede tatbik edilen eski usulü tenkit etmesi, kendisine karşı düşmacılık uyarıdırmış ve görevini terk etmek zorunda kalmıştır. İsmail Bey, 1 87 1 'de tekrar Türkiye'ye giderek Türk subayı olmayı düşünmüştür. Ancak yarıda kaları tahsili ilç subay olmanın wr olduğunu kabul ederek Rusya hari cindeki dünyayı da öğrenip mallımatını ve görüş ufkunu geniş letmek duygusu ile tahsilini tamamlamak, ayrıca Fransızcayı öğ renmek için Paris'e gitmeye karar vermiştir. Bu amaçla Avru pa'ya gidip üç yıl Paris'te kalmıştır. Burada hem Doğu milletle rinin temsilcileriyle temas kurmuş hem de Batı medeniyetinin temellerini araştırmıştır. 1 874 yılında Türk wubayı olabilmek için İstanbul'a döndüğünde gariptir Sadrazam Mahmud Nedim Paşa, Türklük için çırpınarı Kırımlı Türk gencinin duygularını değil, Rus sefıri İgnatiefin sözlerini dinlemiştir. Böylece onun hayalleri bir kere daha sonuçsuz kalmıştır. Bu olumsuzluk İsmail Bey'i küstürmemiş, bilakis o, Türklüğün kunuluşu için mücade leye devarn etmiştir. İstanbul' da arncasının yanında bir sene ka larak Osmanlı Devleti'nin idaresini, milletin ekonomik ve sosyal koşullarını daha yakından incelemeye başlamış ve gözlemlerinde devleti idare edenlerin Türklüğü fazla düşünmediğini, yabancıla213 Yrd.Doç.Dr. Ahmet Toksoy, a.g.y., s.3
218 1 BORA IYIAT
rın Türkiye'nin zenginliklerini sömürmekle meşgul olduğunu vr milletin eğitim ve öğretim sahasında çok geri kaldığını gözlem lemiştir. 21 4 Bu araştırma döneminde Avrupa'yı ve Osmanlı İmparatorlu ğu'nu tanıyan Gaspıralı, İslam dünyasının geri kalmışlığına şahiı olarak bu duruma içeriemiş ve bu geri kalmışlığın eğitim saye sinde giderilebileceğine inanarak bu yönde çalışmalara başlamış tır. Aynı zamanda yazın hayatına da başlayan Gaspıralı, çeşitli gazetelere Rusya Müslümanları ile ilgili yazılar göndermeye baş lamıştır. Yazılarında Rusya Müslümaniarına seslenerek eğitimin önemini vurgulamıştır. Rus Çarlığı içerisinde erimelerinden en dişe ettiği Türklerin, ortak bir dil etrafında birleşerek varlıklarını sürdürebileceklerine inanmış ve bu amacını gerçekleştirebiirnek için bir gazete çıkarmayı amaçlamıştır. Tüm Türklere hitap ede cek olan bu gazete, sade bir Türkçe ile çıkarılmıştır. "Dilde, fı kirde, işte birlik" şiarıyla çıkarttığı bu gazete Tercüman'dır. 22 Nisan 1 883'te Kırım'ın Ruslar tarafından işgalinin 1 00. yılında çıkarılmaya başlanan Tercüman gazetesi, ilk zamanlar haftada bir gün, 1 903'ten itibaren haftada iki gün ve 1 9 1 2'den sonra günlük olarak yayınlanmıştır. Bu gazete, sadece Rusya Müslü manlarıyla sınırlı kalmamış, zamanla Osmanlı İmparatorluğu'na, Hindistan'a, Mısır'a kadar ulaşarak okuyucu bulmuştur. 215 İnsanın fiziki çevresi ve davranışları arasındaki çevresel müna sebetlerin araştırılması çok eski dönemlere kadar gitmektedir. Eski Yunanlılar, toplum ile coğrafya arasındaki ilişkilerle ilgi lenmişler; Herodot (MÖ 485-425), Eflatun (MÖ 427-347) dev let ile o devletin üzerinde yaşadığı arazinin ilişkilerini incelemiş214
Yrd.Doç.Dr. Ahmet Toksoy, a.g.y., s.4 Ertuğrul Yaman, ismail Gaspıralı ve Ortak Türkçe - Alternatif Yayınları, Ankara, 2002, 5.26 215
BOZKURT ATATÜRK 1 219
lerdir. Aristo (MÖ 384-322) , içinde yaşadığı Atina şehrinin özel liklerinden cesaret alarak bir ülkenin büyüyüp gelişmesi için, muhtemel dış saldırılardan tepeler ve dağlarla korunmuş olması ve deniz aşırı ticaretten azami istifade için iyi bir limana yakın bulunması gerektiğini ileri sürmekte idi. 2 1 6 Strabo (MÖ 63-MS 24), devletlerin kültürel ve politik faali yetleri ile üzerinde yaşadıkları araziler arasındaki ilişkileri belirt meye çalışmış ve Roma İmparatorluğu'nu inceleyerek "Coğraf ya" isimli kitabında, büyük bir politik yapının, sağlam bir mer kezi hükümete ve mekanizmanın düzgün işlemesi için de yetkile cin bir kişide toplanması gerektiği sonucuna varmıştı. Bu nokta dan hareketle mükemmel coğrafi mevkii, iklimi ve kaynakları dikkate alındığında, İtalya'nın böyle güçlü bir devlet olabileceği ni ileri sürmüştür. 217 Büyük İslam düşünürü İbn-i Haldun ( 1 332- 1 406) "Mukad dime" adlı ünlü eserinde, esas temaları olan "toplum" ve "uygar lık" için belirtmiş olduğu üç temel koşulu yaşamı sürdürmek için gerekli maddelerin üretimi, toplumsal dayanışma ve dış tehdide re karşı savunma olarak özedemektedir. Coğrafya kaderdir, diyen İbn-i Haldun jeopolitiğin insan davranış ve fikirleri üzerindeki etkisini de ifade etmektedir. Bu düşünceden hareketle Gaspıra lı'nın ideolojik değerlendirmesini yapmadan onun coğrafyası olarak adlandırabileceğimiz Kırım'a bir göz atmak gerekir. Kırım coğrafyası tarihin çok eski dönemlerinden beri Türklü ğün yerleştiği bir saha olmuştur. Çünkü, Hazar Denizi'nin kuze yini takip ederek Karadeniz'in kuzeyine gelen Türk boyları, bu coğrafyada yerleşerek devletlerinin çekirdeğini atmışlar ve bura216
Murat Eliçalışkan, JeopolitiAin Tarihi Gelişimi - Makale, http://www.cografya.gen.tr1 217 Murat Eliçalışkan, a.g.y.
220 1 BORA IYIAT
dan Avrupa'ya doğru akınlara başlamışlardır. Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Hazarlar, Sabarlar, Kumanlar (Kıpçaklar), Peçeneklcı ve Uzlar bu coğrafyada at koşturup kurultaylar düzenlemişler V