Türkiye'de İki Partili Siyasi Sistemin Kuruluş Yılları (1945-1950) CHP İktidarının Sonu VI [6, 1 ed.]
 9789750523045, 9789750507588

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

lletişim Yayınları 2565



Araştmna-İnceleme Dizisi 423

ISBN-13: 978-975-05-2304-5



© 2017 lletişim Yayıncılık A.

Ş.

ISBN-13: 978-975-05-0758-8 (Tk. No.)

1. BASKI 2017, İstanbul EDlTôR Kerem Ünüvar DlZl KAPAK TASARIMI Ümit Kıvanç KAPAK Suat Aysu UYGULAMA Hüsnü Abbas DÜZELTl Remzi Abbas D1Z1N Berkay Üzüm BASKI Ayhan Matbaası. SERTlFIKA NO. 22749

Mahmutbey Mahallesi, Devekaldırımı Caddesi, Gelincik Sokak, No: 6/3 Bağcılar, İstanbul Tel: 212.445 32 38



Faks: 212.445 05 63'

ClLT Güven Mücellit. SERTiFiKA NO. 11935

Mahmutbey Mahallesi, Devekaldırımı Caddesi, Gelincik Sokak, Güven İş Merkezi, No: 6, Bağcılar, İstanbul, Tel: 212.445 00 04

tletişim Yayınlan. SERTlFIKA NO. 10721 Binbirdirek Meydanı Sokak, lletişim Han 3, Fatih 34122 İstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62 •Faks: 212.516 12 58 e-mail: iletisim®iletisim.com.tr



web: www.iletisim.com.tr

CEMİL KOÇAK

CHP iktidarının Sonu Türkiye'de iki Partili Siyasi Sistemin Kuruluş Yılları (1945-1950) CİLT 6

�,,,, . ,

--

iletişim

CEMİL KOÇAK 1956'da İzmir'de doğdu. Orta öğrenimini lzmir'de tamamladıktan sonra 1978'de SBF Basın-Yayın Yüksek Okulu'ndan mezun oldu. SBF'de yüksek lisans ve doktora eğitimine devam etti (1978-1980). Afet İnan Tarih Araştırmaları Ödülü'nü kazanan (1990) Türkiye'de Milli $ef Dönemi (1938-1945) yazann doktora tezidir (1985). Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi doktorasından sonra 1991 yılında Siyasal ve Sosyal Bilimler doçenti oldu. Abdülhamid'in Mirası (1990) ile Sedat Simavi Vakfı Sosyal Bilimler Ödülü'nü kazanan (1991) Türk-Alman llişkileri (1923-1939) (1991) adlı araştırmalan yayımlandı. Makaleleri ve kitap tanıtım yazılan, başta Ta­ rih ve Toplum ve Toplumsal Tarih olmak üzere, çeşitli dergilerde yayımlandı. Samet Ağaoğlu'nun Siyasi Günlük; Demokrat Parti'nin Kuruluşu adım taşıyan günlüğünü (1992) ve Haldun Derin'in Çankaya Ozel Kalemini Anımsarken (1933-1951) adlı amlanm (1995) yayına hazırladı. Sabancı Üniversitesi tarafından 1998 yılında ya­ yımlanan Birinci Meclis adlı kitabın da editörlüğünü yaptı. 2003 yılında lletişim Ya­ yınlan tarafından Umumi Müfettişlikler (1927-1952) adlı kitabı yayımlandı. Belgelerle Heyeti Mahsusalar kitabı da yine aynı yayınevinden 2005 yılında çıktı. Bunu Belge­ lerle lktidar ve Serbest Cumhuriyet Fırkası kitabı (2006) izledi. Geçmişiniz ltinayla Temizlenir (2009) ve Tek Parti Döneminde Muhalif Sesler (2011) başlıklı kitaplannda çeşitli yazılannı bir araya topladı. Türkiye'de lki Partili Siyasi Sistemin Kuruluş Yıllan: lkinci Parti (cilt 1) adlı çalışması 2010'da, serinin ikinci cildi lktidar ve Demokratlar 2012'de, üçüncü cilt Rejim Krizi adıyla 2013'te, dördüncü cilt Dönüşüm: Ordu, Din, Hukuk, Ekonomi ve Politika adıyla 2015'te, beşinci cilt de Uzlaşma adıyla 2016'da yayımlandı. 1984-1999 yıllan arasında TÜBlTAK'ta çalışan ve 2007'de profesör olan yazar, halen Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak, yakın dönem siyasi tarihimizle ilgili araştırmalanm sürdürmektedir.

İÇİNDEKİLER

TEŞEKKÜR BORÇLARIM GlRlŞ

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . .

9

13

BlRlNCl BÖLÜM

AMERİKAN YARDIMI

1. TÜRK-AMERiKAN YARDIM ANTLAŞMASI 2. MARSHALL PlANI VE TÜRKiYE 3.

15

. . . .. . . . . . . . . .. . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

15

. . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . .

53

NATO'NUN KURULUŞU VE TÜRKiYE (1)

. . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

60

4. BiRLEŞMiŞ MiLLETLER VE TÜRKiYE: FILISTIN'IN BÖLÜNMESi VE ISRAIL'IN KURULUŞU

..................

61

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . .

61

. .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

71

5. TÜRKIYE'NIN BiRLEŞMiŞ MiLLETLER GÜVENLiK KONSEYi ADAYLIGI Bir Dış Politika Tartışması

TBMM'de Bir Dış Politika Sorusu: Türk Asıllı Sovyet Mültecilerinin Türkiye'ye Gelişi Sorunu

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . .

6. AMERiKAN YARDIMI VE MARSHALL PlANI 7. NATO'NUN KURULUŞU VE TÜRKiYE (11)

..............................

72

..73

. . . . . . . . . . . . . . . ....... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

85

lKlNCl BÖLÜM

ŞEMSETTİN GÜNALTAY HÜKUMETİ

. . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . .

1. iKiNCi HASAN SAKA HÜKÜMETl'NIN ISTIFASl

. . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . .

2. ŞEMSETTIN GÜNALTAY HÜKÜMETl'NIN KURULUŞU . Günaltay Hükümeti'nin Programı...

111 111

. .....

116

........... . . . . . . . . . .. . . . . ........................

132

3. SOL ÜZERiNE TERÖR (1): SABAHATTiN ALl'NIN ÖLDÜRÜLDÜGÜNÜN AÇIKLANMASl 4.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....

iSTiKLAL MAHKEMELERi KANUNU'NUN KALDIRILMASl

. . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .. . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

137

156

5. RADYO TARTIŞMASI: BASIN VE YAYIN GENEL MÜDÜRLÜGÜ KURULUŞ VE GÖREVLERi HAKKINDAKI YASADA YAPILAN DEGIŞIKLIK

. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . .

6.

VALiLERiN YETKiLERiNiN ARTIRILMASI: iLLER KANUNU'NDA YAPILAN DEGIŞIKLIK

.

.............. . . . . . . .. . . . . . . ...

163

173

7. SOL ÜZERiNE TERÖR (il): TÜRK CEZA KANUNU'NUN 141 VE 142. MADDELERiNiN DEGIŞTIRILMESI VE CEZALARIN AGIRLAŞTIRILMASl... .

. .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................

176

8. "AŞIRI SAGCILIK VE AŞIRI SOLCULUKLA MELÜF MEMURLAR! MESLEKTEN ÇIKARMAK": MEMURiN KANUNU'NA EK YASA TASARISl .

.

.

. . . . . . . . . ....... .........

9. MiLLETVEKiLi ARA SEÇiMi

. .

. . . . . . . . . . . . . . ......... . . . . . . . . ............. ... . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . .

193

.202

10. BiR SUiKAST IHBARI: MUHALEFET iÇiNDEKi ÇATIŞMANIN SiYASİ AHLAK BOYUTU . . .. .

.

. .. . . .

. . . . .................. . ... ........... . . . . . . . . .

. . 205

.. ... . ..... .... . . .

Reşat Aydınlı'nın Dokunulmazlığının Kaldırılması.. . .. .215 . ...

..

11. INÖNÜ'NÜN TBMM'YI SON AÇIŞ NUTKU VE SiYASİ GELiŞMELERE iLiŞKiN DEGERLENDIRMESI . .

. .218

. . . . . . . . ...

12. INÖNÜ'NÜN TBMM'YI AÇIŞ NUTKU VE MUHALEFETiN GENSORUSU: BiR ANAYASA DEGIŞIKLIGI TARTIŞMASl

. '.......................220

......... ...

13. ÇiFTÇiYi TOPRAKLANDIRMA KANUNU'NDA YAPILAN DEGIŞIKLIK

.

.

.

..

..

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............

.

.

..

..... . . . . . . . . . . . . . .

Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'na ilişkin Tartışmalar ve Yankıları (1945-1950) . .

.

.. . .

. . ...... ........ ....

. .238

. . . . . . ..

.

. . . . . . . . . . . . .. . .

.239

Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun Uygulanması (1945-1950)

.243

Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nu Değiştiren Yeni Yasa Tasarısı

249

Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nu Değiştirmeyi Öngören Tasarı Hakkında TBMM'de Yapılan Görüşmeler ve Tartışmalar

... ....................

263

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

267

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

14. ORMAN KANUNU'NA iLiŞKiN TARTIŞMALAR VE YANKILARI (1945-1950) 15. SOL ÜZERiNE TERÖR (111): NAZIM HIKMET'IN AF KAMPANYASI VE ÇIÇEKPALAS OLAYl

. . . . . . . . . . . . . . .... . . . . . . . . . . . . . . . . .

271

16. MILLIYETÇILIGIN YENi BiR ATAGI: EMEKLi GENERAL ALI IHSAN SABIS'IN AFFI

17. SIRRI BELLIOGLU'NUN AFFININ REDDl

. . . .... ........ . . . . . . . . . . . . . .

285

. . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . .

290

18. MILLIYETÇILIGIN BAGIMSIZ ÖRGÜTLENMESi: TÜRK OCAKLARl'NIN YENiDEN AÇILIŞl

......................... ................

292

. . . .. . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . .

297

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

AMERİKA, NATO VE TÜRKİYE

1. TÜRKIYE'NIN NATO'YA GiRiŞ ÇABALARl 2. AVRUPA KONSEYi VE TÜRKiYE 3.

KIBRIS SORUNU

. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .. . . . . . . .

299

.349

. . .... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . .... . . . . . . .

352

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

DEGİŞİM

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . .. . . . . . . . . . ... . . . . . .. . . . . . . .

1. YENi SEÇiM YASASININ HAZIRLANMASI ilim Heyeti'nin Yasa Tasarısı Hükumet Tasarısı

355

. . . . . . . . . . . . ........ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . .... . . . . .

360

. . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Geçici Komisyon'da Yapılan Değişiklikler

. . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Tasarının TBMM'deki Görüşmeleri ve Tartışmaları... Sıddık Sami Onar'ın Görüşleri ve Eleştirileri

.......

.374 .378 .388

. . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

2. 14 MAYIS 1950 MiLLETVEKiLi GENEL SEÇIMl CHP'nin Seçim Beyannamesi

.355

... . . . . . . .. . . . . . . . . ...... .... . . . . . . .

398

. . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . .

402

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . .

408

DP'nin Seçim Beyannamesi

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .....................

MP'nin Seçim Propagandası DP'nin Milletvekili Adayları CHP Milletvekili Adayları

.................... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

419 427

............................. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................

436

................................................. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

443

SONUÇLAR VE DEGERLENDİRMELER.

....................

489

....................... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................

491

.......................... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

491

. . . . . .......... . . ......... . . . . . . . . . ........ . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

491

Karşılaştırmalı Bir Bakış

Portekiz İspanya

417

. . . . . . . . . . . ....................... . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......................

MP'nin Milletvekili Adayları

'50 Seçiminin Analizi

. . . . . . . . . . . . . . . . ............... . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................

415

"Türkiye'de iki Partili Siyasi Sistemin Kuruluş Yılları" Üzerine Notlar 493 ................................................... . . . . . . .................... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Rejim neden değişti sorusuna karşıllk; sorulanm ve yamtlanm

... ........... ................................... .......................

'Marksist' analizlerin yetersizliği ve temelsizliği

.............

499

'Devrim' ve 'karşı-devrim' tartışma/an üzerine notlanm

. . . . ........................... . . . . . ......................... ............................

505

Sımfsal bir analiz için

507

KAYNAKÇA DIZIN

494

... . . . .......................................................................

.................. . . . . . . . . . . . . . . . . . ................................................ .........................................

511

.............. . . . . . . . . . . . . . . . ..................... . . . . . . . . . . . ...........................................................................

545

TEŞEKKÜR BORÇLARIM

Bir dönemin öyküsünü altı ciltte anlatmaya çalıştım. Şimdi tek­ rar geriye dönerek bakıyorum ve hatırlıyorum: Bu dönemi yazma­ ya daha doktora tezimi bitirmeden önce karar vermiştim. Bir ön­ ceki dönemi yeterince öğrendikten sonra şimdi artık yenisini yaz­ maya hazır hissetmiştim kendimi. Sonra doktora tezimi kabul et­ tirmeye çabalarken; daha 1 983 yılının sonbaharında ilk okumala­ rıma ve notlamaya başlamıştım. Elbette bu sürecin bu kadar uzun sürebileceğini asla hatırımdan geçirmemiştim. Demek, son cildin yayın tarihine de bakarsak, aradan otuz yıldan biraz daha fazla za­ man geçmiş . . . Elbette bütün zamanımı buna harcamadım; araya pek çok baş­ kaca araştırma ve yayın da girdi. Seriyi beş yıl içinde yayınlama­ yı başarmaktan dolayı memnunum. Birkaç cilt süreceği belli olan pek çok kapsamlı araştırmanın daha ilk ya da ikinci cildinde ya­ rıda kaldığını, bazen hiç bitirilemediğini bildiğim için, serinin ta­ mamlanmasını bile tek başına başarı sayabilirim. Umarım bu şe­ kilsel başarı, okuyucular tarafından içerikle ilgili olarak da onay­ lanır. Genellikle kitapların başında yer alan teşekkür kısımlarının uzunluğuna her zaman gıpta etmişimdir. Gelelim benim teşekkür borçlarıma . . . 9

Bu ciltlerin yayınlanması sırasında olsun, ondan önce olsun, bü­ tün çalışmalarımda beni yüreklendiren ve destekleyen eşim Bircan Koçak'a minnettarım. Onun vermiş olduğu huzur sayesinde eşsiz bir çalışma ortamına sahibim. Buna Sabancı Üniversitesi'nin sağ­ lamış olduğu akademik ortamı da ilave etmezsem, elbette haksız­ lık etmiş olurum. Uzun yıllar önce Ankara TÜBİTAK'ta çalıştığım sırada, basın ta­ raması için sadece hafta sonları gidebildiğim Milli Kütüphane'de geçirdiğim uzun günler ve saatler, elbette eski eşim Gülayşe Somel (Koçak) ile o zaman çok küçük olan iki oğlum Kerem ve Sinan'ın hakkından çalınmıştı. Onların gösterdiği anlayışı bugün bir kez daha minnettarlıkla anıyorum. Uzun yıllar boyunca iki işi aynı an­ da yapabilmemi sağladılar. Gündüzleri TÜBİTAK'ta işte iken; ak­ şamlarımı kendime ayırmamı ve kitaplarımla meşgul olmamı des­ teklediler. Bu seride yararlandığım İngilizce dokümanların Türkçeye ter­ cümesinde bana yardımcı olan eski öğrencilerim Sabancı Üniver­ sitesi ekonomi programı mezunları Aydan Piker ile İrem Saran'a teşekkür ediyorum. Eski kayınbiraderim Cem Somel, bana uzun zaman Ankara SBF'den Ayın Tarihi dergileri taşıdı. Bu ağır ciltli dergilerden çok sayıda fotokopi almamı sağladı. Çalışmamı kolay­ laştırdı ; bana zaman kazandırdı. Bu zahmetli taşımacılığına teşek­ kür borcumu bir defa da burada dile getirmek istedim. Ankara'da Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi çalışanlarına göster­ miş oldukları yakınlık, işbirliği ve yardımseverlik için teşekkür ederken, gerçekte duygularımı tam yansıtamadığımın da farkın­ dayım. Son yıllarda yayınladığım kitaplarımda kullandığım mal­ zemeyi sağlamakta arşiv görevlilerinin yakın desteğinin önemini okuyuculara da hatırlatmak isterim. Bu seride kullandığım FRUS ciltlerini Ankara'da Kavaklıdere'de bulunan Amerikan Kütüphanesi'nde bulmuştum. Galiba, yanlış hatırlamıyorsam, orada bulunduklarını bir şekilde duymuştum. O zamanlar TÜBlTAK'ta çalışıyordum ve kütüphaneye neredey­ se komşu sayılırdım. Gerçekten de oradaydılar; kütüphanenin üst katında değil ama; bir aşağı katta. Bodrum katında. Bodrum katı­ na iniş için gerçekten de yardımcı oldular ve izin verdiler. Oraya herkesi sokmuyorlardı. Kendilerine minnettarım. Ama asıl min10

nettarlığım bununla sınırlı değil. Bodrum katında raflarda sıralan­ mış yüzlerce, evet yüzlerce FRUS cildini yan yana dizilmiş görün­ ce, hem şaşırmış, hem de heyecanlanmıştım. Yanlış hatırlamıyor­ sam, o tarihe kadar yayınlanmış üç yüzden fazla cilt vardı. Ben de içinde Türkiye ile ilgili raporların bulunduğu ciltlerin ilgili kısımlarının fotokopilerini almak istedim. Fakat bir sıkıntı vardı; ciltlerin ilke olarak kütüphane dışına çıkarılmasına izin ve­ rilmiyordu . Orada incelemem mümkündü; ama benim bu kadar cildi inceleyecek zamanım yoktu ; çünkü kütüphanenin açık oldu­ ğu saatlerde işyerinde olmalıydım. Türkiye ile ilgili ciltler de az değildi yani. Onlarca ciltten söz ediyorum. Kütüphanenin olanakları benim bütün fotokopi talebi­ mi karşılayabilecek seviyede de olmadığından, bu konuda yardım­ cı olamayınca; benim asıl müteşekkir olduğum bir şeyi yaptılar. Bana özel izin verdiler ve her gün için istediğim birkaç cildi alıp, aynı gün teslim etmem koşuluyla, ciltleri dışarıya çıkarıp, kendi imkanlarımla fotokopi almama izin verdiler. Haftalarca sürecek bir gel git oldu tabii. Kütüphane ile işyerimin bulunduğu yer arası yaklaşık bir kilometre vardı. Ağır ciltlerle haf­ talarca o yolda gidip geldim; kopyaları aldım. O günden beri elim­ de 1 865 yılından 1 9 70'li yıllara kadar uzanan, neredeyse yüz yıllık bir dönemin FRUS ciltlerinden Türkiye ile ilgili raporlar yirmi beş büyük klasör içinde bulunuyor. Bu çalışmada sadece beş ya da al­ tı klasör belge kullandığımı yazarsam, elimdeki raporların devasa­ lığı kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Sonra Amerikan Kütüphanesi kapandı. FRUS'ların nereye taşın­ dığını bilmiyorum. Ama iyi haberi de sona sakladım: Artık bütün FRUS serisi internette zaten ! Benim fotokopiler, eski bir anı ola­ rak geride kalmış oldu ! Böylesi bir akademik çalışmayı, böylesi kapsamlı bir araştırma­ yı yayınladığı için lletişim Yayınları'na da müteşekkirim. Herhalde pek az yayınevi, ticari bakımdan hayli zorlanacağı belli bu kadar kapsamlı bir seri yayınlamak konusunda istekli davranırdı. Bu ba­ kımdan şanslı olduğumu söylemeliyim. Şimdi yeniden geriye dö­ nüp bakıyorum ve lletişim ile işbirliğimizin hayli eskiye uzandı­ ğını görüyorum. lletişim'den ilk yayınım 1992 yılı olduğuna gö­ re, yayınevi ile işbirliğimin de çeyrek yüzyıla doğru uzanmakta ol11

duğunu belirtmeliyim. Belki daha da geriye gitmek mümkündür. Çünkü, 1 984 yılında Tarih ve Toplum dergisi hocam Mete Tunçay tarafından yayınlanmaya başladığında; benim de çok sayıda yazım bu dergide yayımlanmıştı. Son yıllarda yayınevinin emektarı sayabileceğim sevgili Kerem Ünüvar'a kitaplarımın editörlüğünden; göstermiş olduğu samimi­ yetten; yakınlıktan ve arkadaşlıktan dolayı teşekkür etmeliyim. Onun göstermiş olduğu sabır ve dikkat, kitaplarımın daha az hata­ lı olmasına neden olmuştur. Eksikler, yanlışlar, hatalar için ise, hiçbir mazeretimin olmadığının bilinmesini isterim. Sadece elim­ den bu kadarı geldi. Hepsi bu. Okuyuculara bundan sonra neler yapmayı düşündüğümü de açıklamak isterim; eğer her şey yolunda giderse tabii; bundan son­ ra da tek-parti dönemi üzerine yazmaya devam etmeyi umuyo­ rum. Fakat 1950 sonrası dönemin en azından sağından solundan didiklenmesi gerektiğini de biliyorum. Benim açımdan heyecan verici bir başka proje daha var; o da 2 7 Mayıs'ı yazmak. l 960'lar Türkiyesi'ne ayak basmak da lazım artık. Dur bakalım, kısmet. . . CEMlL

KOÇAK

Istanbul, 201 7

12

GlRlŞ

Ve nihayet sıra; serininin sonunu oluşturan altıncı cilde geldi . Böylece bir dönemi geride bırakıyoruz artık. Bu cilt; esas olarak bir "iktidar mücadelesi"nden ibaret olan bir sürecin öyküsüdür. An­ cak bu sürecin birkaç farklı boyutuna dikkat çekmeliyim. "İktidar mücadelesi"nde bu sırada daha çok iktidar partisinin hamleleri dikkat çekiciydi. Özellikle Şemsettin Günaltay Hüku­ meti'nin kuruluşu ile birlikte bir anlamda iktidarın seçim öncesin­ de seçmen desteği kazanma yönündeki çabalan ön plana çıkacak­ tır. Hatırlanacağı gibi, 1 945 yılında ülke gündemini büyük ölçüde işgal eden ÇTK ile orman yasasında yine bu sırada yapılan önem­ li değişiklikleri, bir anlamda CHP'nin olağan siyasal yaşama dönü­ şünün işaretleri olarak da tanımlayabiliriz. Muhalefet partileri olan DP ile MP'nin ise , dikkatlerini yeni se­ çim yasasında yoğunlaştırmış olduklarını söyleyebiliriz. Serbest bir seçimin gerçekleşebilmesi, her iki partinin de dönemin sonun­ daki esas talebiydi denilebilir. Bu bakımdan seçim yasası tartışma­ larına çok geniş oranda yer veriyorum. Bu ciltte; 1950 seçimine tabiatıyla çok ayrıntılı bir şekilde deği­ niyorum. Yakın dönem Türkiye tarihinde köklü değişimin 1 950 seçimiyle birlikte başladığını kabul etmek gerekir . Türkiye'de 1 908'den beri devam eden bir iktidarın iktidardan ayrılmasından daha önemli bir değişim olabilir miydi? 13

Bu tarihte de sol üzerine terörün sürdüğünü göreceğiz. Saba­ hattin Ali'nin ölüm haberi, o sırada küçük sosyalist çevre üzerin­ de ağır bir travmaya yol açmıştı. Bu arada; solun/sosyalistlerin dö­ nemin sonlarında son bir girişimine daha tanık olacağız. Lakin bu kez, solun/sosyalistlerin belki de istisnai olarak göreli bir başarı­ sıyla karşılaşacağız. Elbette karşı tepkilerin yoğunluğunu da göz ardı etmeden. Sözünü ettiğim gelişme, 1 938 yılından bu yana ha­ pishanede olan Nazım Hikmet için başlatılan af kampanyasıdır. Unutmamak gerekir ki; sola/sosyalistlere yönelik alınan yasal ve siyasal önlemler; genellikle "aşırı sağ"a karşı benzer ve "eşit" ön­ lemlerle dengelenmeye çalışılıyordu. Yine dönemin sonlarına doğru , 1 944 yılından bu yana hayli ha­ sar görmüş olan milliyetçiliğin bağımsız bir örgütlenme ve ideolo­ jik yapılanma gayreti içine girdiğini de göreceğiz. Son olarak da , Türkiye'nin bu tarihte içinde bulunduğu dış po­ litika meselelerini ele alacağım. Böylece dönemin tamamına yayıl­ mış bir şekilde Türk dış politika tarihine de son noktayı koyma fırsatını bulacağım. Tabii yine özellikle Türk-Amerikan ilişkilerin­ den söz edeceğim. Soğuk savaşın bu safhasında yeni gelişmeleri de gözden geçirme imkanımız olacak. Bir de yine kısa ve küçük bir karşılaştırma daha yapacağım. Ankara, iç politikada benzersiz bir gelişmenin içindeyken, acaba diğer benzer ülkelerin iç politikala­ rında neler oluyordu sorusuna da yanıt vermek istiyorum. Okuyucular, dönemin kaynaklarını da cildin sonunda bulabi­ leceklerdir.

14

B lR lNCl BÖLÜ M

AMERİKAN YARDIMI

Gözlerimizi yeniden dış politikaya çevirmenin zamanıdır artık; 194 7 yılının yaz aylarında Türk-Amerikan ilişkilerinde yine çok önemli gelişmeler oluyordu. Tesadüf eseri olarak aynı tarihe denk gelse de, 12 Temmuz Beyannamesi'nin basında yayınlandığı gün, Ankara ile Washington arasında yeni bir yardım anlaşması imza­ landı.

1. TÜRK-AM ERiKAN YARDIM ANTLAŞMASI Türkiye'ye Yapılacak Yardım Hakkında Antlaşma , 1 2 Temmuz 1 947 tarihinde, Türkiye ile ABD arasında Ankara'da, Dışişleri Ba­ kanı Hasan Saka ile ABD'nin Ankara Büyükelçisi Wilson arasında imzalanır. 1 Daha önce 26 ve 27 Mayıs 1 94 7 tarihinde Saka ile WilOOTP, s. 225; Bilge, Güç Komşuluk, s. 334; Armaoğlu, Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri, s. 1 62- 1 64; Gürün, Dış İlişkiler ve Türk Politikası, s. 255; Sander, Balkan Gelişmeleri ve Türkiye, s. 5355; Olman, age, s. 1 05- 106 ve 1 1 0-1 12; Ataöv, NATO and Turkey, s. 97; Sander, Türk-Amerikan ilişki­ leri, s. 23 ve 25-27. Ayrıca bkz. Vatan, ( 1 3.7 . 1 947); Cumhuriyet, (13. 7 . 1 947). Cumhuriyet gazetesinin bir ha berine göre, bu sırada ABD Deniz Heyeti Ankara'dan İstanbul'a geçm işti. Cumhuriyet, ( 13.7. 1 947). Heyet, çal ışmalarına i lişkin bir de rapor hazırl amış ve Tem m uz ayı ortasında Türkiye'yi terk etm işti. Cumhuriyet, { 1 5-16.7.1947). Bir İngiliz filosu da, yine tam bu sırada İsta nbul limanını ziyaret ediyordu . Vatan, (22.7.1947). Hatırlanmalıdır ki, İspanya' da Temmuz ayında yapılan bir refarandum sonucunda krallık kabül edile­ cek ve Franco da Devlet Başkanı olacaktır. Aynı ay İ spanya'da genel af ilan edilm işti. Madrit, ekonomide dış

15

son arasında mektup teatisi gerçekleşmişti bile. 2 Antlaşmanın giri­ şinde şöyle deniliyordu: "Türkiye Hükumeti, Türkiye'nin h ürriyetini ve bağımsızlığını korumak için güvenlik kuvvetlerinin takviyesini tem i n ve aynı zamanda ekonom isinin istikrarını muhafa­ zaya devam m aksadı ile [Amerika] Birleşik Devletler[i] Hükumeti'nin yard ı m ını is­ tediğinden ve [Amerika] Birleşik Devletler[i] Kongresi, 22 Mayıs 1 947 [tarihin]de tasdik edilen kanun ile [Amerika] Birleşik Devletler[i] Başkanı'na, Türkiye'ye, her iki memleketin egemen bağımsızlığına ve güvenl iğine uygun şartlar dairesinde, böyle bir yardımda bulunmak yetkisini verdiğinden ve Türkiye Hüku meti ile [Amerika] Bir­ leşik Devletler[i] H ükumeti, böyle bir yardı m ya pılmasının Birleşmiş Milletler Ant­ laşması'nın esas gayelerine ulaşmayı sağlayacağı gibi, münasebetlerinde hayırlı bir devre açara k, Türk ve Amerikan milletleri arasındaki dostluk bağlarını daha çok takviye edeceğine kaani bulunduklarından . . "3 .

Antlaşmanın birinci maddesine göre, " [Amerika] Birleşik Dev­ letler [ i ] Hükumeti, [Amerika] Birleşik Devletler [ i ] Başkanı'nın 22 Mayıs 1 94 7 tarihinde tasdik edilen Kongre Kanunu ve bunu de­ ğiştiren veya buna ek kanunlar hükümleri gereğince yapılmasına müsaade edebileceği yardımı, Türkiye Hükumeti'ne sağlayacaktı. " 'Türkiye Hükumeti [de] , b u kabil herhangi bir yardımı, b u antlaş­ ma hükümleri gereğince fiilen kullanacaktı." Antlaşmanın ikinci maddesi ise , şöyle formüle edilmişti: " [Amerika] Birleşik Devletler[i] Başka n ı tarafı ndan bu maksatla tayin edilen bir Türkiye Misyon Şefi, bu antlaşma gereğince sağlanacak yardı ma m üteallik mesele­ lerde, [Amerika] Birleşik Devletler[i] Hükumeti'n i temsi l edecektir. Misyon Şefi, bu antlaşma gereğince, peyderpey ya pılacak olan muayyen yardı m ı n kayıt ve şa rtları­ nı, Türkiye [Cumhuriyeti] Hükumeti temsilci leri ile danışarak tesbit edecektir. An­ cak, ya pılacak olan bu m uayyen ya rd ı m ı n ma lT şartla rı, peyderpey, iki h ü kume­ tin m utabakatı ile, evvelden tesbit edilecektir. Misyon Şefi, Türkiye [Cu m h uriyeti] yardım almayacağını da açıklayacaktır. AT, Sayı: 1 64, (Temmuz 1947). Bu arada, i spanya' da ve Portekiz'de komünistlerin yargılanacaklarına ilişkin açıklama için bkz. AT, Sayı: 176, (Temmuz 1947). Sander, Türk-Amerikan ilişkileri, s. 25. Ayrıca bkz. AT, Sayı, 164, (Temmuz 1947). Bu iki tarih arasında Er­ zurum'da Sovyetler Birliği hesabına casusluk yaptığı iddia edilen iki kişinin yargılanarak idama mahkum edil meleri ve idam cezalarının TBMM'nin de onayından geçerek infaz edilmesi d ikkati çekiyordu. Cumhuri­ yet, (6.6.1947). TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: l, Cilt: 6, 79. Birleşim, (l.9.1947), S. Sayısı: 233; Armaoğlu, Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri, s. 162-164. Bundan sonra bu konuda verilecek bütün bilgiler için, d ipnot­ larda aksi gösterilmediği takdirde, aynı kaynak kullanılacaktır.

16

Hükumeti'ne bu antlaşma gereğince sağlanan yardımın gayelerin i n elde edilmesi­ ne yarayabilecek malumatı ve teknik yardımı sağlayacaktır."

Aynı maddenin son fıkrası, yardımın kayıt ve şartlarını şöyle formüle ediyordu: "Türkiye [Cum huriyeti] Hükumeti, yapılan yardımı, tahsis edi l m iş bulunduğu ga­ yeler uğrunda kullanacaktır. Sorumluluklarının icrası sırasında, görevini serbestçe ya pabilmesini m ü m kün kılmak için, işbu hükumet, Misyon Şefi' ne ve temsilcilerine yapılan yardımın kullanışı ve ilerleyişi hakkında rapor, malumat ve müşahade şek­ linde isteyebileceği her türlü kolaylık ve yardımı sağlayacaktır."

Antlaşmanın üçüncü maddesi, iki ülke arasında yapılması ön­ görülen bilgi akışını sağlamaya yönelikti: "Türkiye [Cumhuriyeti] Hükumeti ile [Amerika] Birleşik Devletler[i] Hükumeti, Türk ve Birleşik Devletler milletlerine bu a ntlaşma gereğince yapılan yardım hususunda tam bilgi temini için işbirliği yapaca klardır. Bu maksatla ve iki memleketin güven­ liği ile kaabili telif olduğu nisbette:

1) [Amerika] Birleşik Devletler[i] basın ve radyo temsilcilerine, bu yardımın kul­ lanılışını serbestçe müşahade etmelerine ve bu m üşahadelerini tam olara k bildir­ melerine müsaade edilecektir.

2) Türkiye [Cum huriyeti] Hükumeti, bu yardımın a macı, kaynağı, m a hiyeti, ge­ nişliği, miktarı ve ilerleyişi hakkında Türkiye' de tam ve devamlı yayın ya pacaktır."

Antlaşmanın dördüncü maddesi de, yine yardımın kullanım ko­ şullarını düzenliyordu: "Antlaşma gereğince, Türkiye [Cumhuriyeti] Hükumeti tarafından elde edilen her madde, hizmet veya malumatın em niyetini sağlamak azm inde bulunan ve bun­ da aynı derecede menfaattar olan Tü rkiye [Cu m h uriyeti] ve [Amerika] B i rleşik Devletler[i] Hükumetleri, badel müşavere bu uğurda diğer hükumetin lüzumlu ad­ dedebileceği tedbirleri karşılıklı olarak alacaklardır. Türkiye [Cu m h u riyeti] Hüku meti, [Amerika] Birleşik Devletler[i] Hüku meti' n i n m uvafakatı olmadan, bu neviden hiçbir madde v e malumatın mülkiyet veya zilyet­ liğini devretmeyeceği gibi, aynı muvafakat olmadan, Türkiye [Cu mhuriyeti] Hüku­ meti' n in subay, memur veya ajanı sıfatını haiz bulunmayan bir kimse tarafından bu maddelerin veya malumatın kullanılmasına veya bu malumatın bu sıfatı haiz olmayan bir kimseye açıklanmasına ve bu maddeler ve malumatın verildikleri ga­ yeden başka bir gayede kullanılmasına m üsaade etmeyecektir." 17

Antlaşmanın beşinci maddesi de aynı kapsamdaydı: "Türkiye [Cum huriyeti] Hükumeti, bu antlaşma gereğince verilen herhangi bir ikraz, kredi, hi be veya diğer şekillerdeki yardımların h asılatının hiçbir kısmını, diğer her­ hangi [bir] yabancı devlet tarafından kendisine verilmiş olan herhangi bir i krazın, resümal veya faizinin tediyesinde kullanmayacaktır."

Antlaşmanın altıncı maddesi yardımın süresini öngörüyor­ du . Buna göre , "yardım, kısmen veya tamamen" eğer Türkiye ta­ lep ederse ya da ABD'nin vetosu göz önüne alınmaksızın, Birleş­ miş Milletler Güvenlik Konseyi'nin ya da Genel Kumlu'nun tale­ bi halinde veya "Kongre kanununun beşinci bölümünde musarrah diğer herhangi bir vaziyette veya [ Amerika] Birleşik Devletler [ i ] Başkanı'nın yardımın kesilmesini [ Amerika ] Birleşik Devletle­ ri'n [ in] menfaatlerine uygun görmesi halinde" sona erecekti. Ant­ laşma imza tarihinden itibaren yürürlüğe girecek ve "her iki hüku­ met tarafından tesbit edilecek tarihe kadar [ da] yürürlükte kala­ caktı . " Anlaşmanın basındaki yankıları da hayli olumluydu : Nadir Nadi, antlaşmayı memnuniyetle karşılıyor ve "Bugün yurdumu­ za yardım elini uzatan Amerika, bu hizmetine karşılık bizden ne toprak, ne de üs istiyor. (. . . ) Bu yardım, hürriyeti seven milletle­ rin hürriyet düşmanlarına karşı teşkilatlanması yolunda bir ile­ ri adımdan başka bir şey değildir. " diyordu . 4 Hüseyin Cahit Yal­ çın ise, ABD'nin "emniyet hudutları [ nın] Yakın Şark'ta Türkiye ile başlamakta" olduğunu vurguluyor ve "coğrafi durum [ un] ve siyasi şartlar [ ın] Türkiye'yi medeniyet dünyasının ileri bir karako­ lu haline" soktuğunun da altını çiziyordu .5 Basının ortak bir nok­ tası da, bu antlaşma ile ABD'nin Türkiye üzerinde herhangi bir de­ netim kurmadığının vurgulanmasıydı. Bu vurgu, gerek ülkedeki küçük miktardaki sol yayın organlarındaki görüşleri, gerekse da­ ha çok Moskova'nın iddialarını yanıtlıyordu. 25 Ağustos 1 94 7 tarihinde onaylanmak üzere Meclise iletilen antlaşmaya ilişkin yasa tasarısının gerekçesinde; Amerikan Kong­ resi'nin kabul ettiği yasa hakkında Dışişleri Bakanlığı'nın ABD'nin Nadir Nadi, "Amerikan Yardımı", Cumhuriyet, (15.7.1947). Hüseyin Cahit Yalçın, "Türk-Amerikan Yard ı m Antlaşması", Tanin, (14.7. 1 947); AT, Sayı: 164, (Tem muz 1 947). Ayrıca bkz. AT, Sayı, 166, (Eylül 1 947).

18

Ankara Büyükelçiliği kanalı ile 26 Mayıs'ta haberdar edildiği be­ lirtiliyor ve bundan sonra iki hükumet arasında "yapılacak yardı­ mın şeklini tesbit için" görüşmeler yapıldığı ve nihayet antlaşma­ nın imzalandığı açıklanıyordu . 6 Gerekçede şu ifadeye de yer ve­ rilmişti: "Bu antlaşma, Türkiye'nin hürriyetini ve bağı msızlığını koruyan güvenlik kuvvetle­ rinin ta kviyesini sağlamak sureti ile, dünyanın halen içinde bulunduğu siyasi istik­ rarsızlık karşısında, Türkiye'nin a razi bütünlüğünü ve egemenlik haklarını koruya­ bilecek bir durumda bulunmasına yardım edecek ve aynı za manda memleketi m izin ekonomisindeki düzenin devamına d a yarayacaktır."

Tasarıya ilişkin hazırlanan Dışişleri Komisyonu Raporu'nda , Birleşmiş Milletler'in işlevini ne derece etkin görebileceği konu­ sundaki kuşku ve tereddütler ortaya konuluyor ve ardından, "bu itibarla, yurdumuzun güvenliğini açıktan açığa tehdit eden tehli­ keler karşısında, Amerika Birleşik Devletleri gibi milletler arasında eşitlik ve adalet prensiplerinin riayet edilir düsturlar olarak ayakta kalmasına var gayreti ile çalışan bir devletin yardımının sağlanmış olması, büyük bir teminattır" deniliyordu. Milli Savunma Komis­ yonu Raporu'nda da, "Amerikalıların tam insani bir jestini ifade eyleyen bu yardım hakkında teati edilen mukavelenin tam siyasi bir başarı eseri" olduğu vurgulanıyordu . Dışişleri Bakanı Hasan Saka, TBMM'de yaptığı konuşmada, ant­ laşmanın yardımdan ne suretle yararlanılacağını gösteren "umumi bir mukavele" olduğunu belirtiyor ve bunu "alakadar makamlar­ la ilgili teşekküller arasında yapılacak ve ayrı ayrı hususi mukave­ lelere bağlanacak olan tatbikat şekilleri"nin izleyeceğini vurgulu­ yordu. Saka'nın ifadesi ile , "yardımın nevini, cinsini, mahiyetini, bu hususi tatbikat mukaveleleri ile tayin" etmek gerekecekti. "Yar­ dımın gerek miktarı, gerek ne kadar zaman tatbik mevkiinde bulu­ nacağı da, bu umumi mukavele içinde tasrih edilmiş değildi. " 7 Saka, konuşması sırasında, ABD ile yapılan bu antlaşmaya kar­ şı çıkan bazı çevreleri de eleştiriyor ve ülkenin bağımsızlığına ayTBMM TD, (aynı yerde), ( 1 .9.1947), S. Sayısı: 233. Bir Türk askeri heyeti, bu sırada ABD'ye gitmişti bile. Cumhuriyet, (9.8. 1947). TBMM TD, (aynı yerde), ( 1 .9.1947). Ayrıca bkz. AT, Sayı, 1 66, (Eylül 1947). Bundan sonra bu konuda verile­ cek bütün bilgiler için, dipnotlarda aksi gösterilmediği takdirde, aynı kaynak kullanılacaktır.

19

kırı bir işlem yapılmadığını açıklıyordu. Yine Saka'ya göre, yardım "umumi mukavele yürürlükte kaldığı müddetçe" geçerli olacaktı. Saka, "Amerika [ n ] Hükümeti'nce (. .. ) bu hususta yapılacak yar­ dımın pek samimi ve her türlü ivazdan, yani (. . . ) aleyhimize her­ hangi bir maksattan tamamiyle ari olmasından dolayı" ABD'ye te­ şekkür ediyordu. Dışişleri Komisyonu sözcüsü Nihat Erim de, TBMM'de yaptı­ ğı konuşmada, bu dönemde her ülkenin "kendi başının çaresine" bakmak zorunda kaldığına dikkat çekiyor ve "Türkiye'nin ve Tür­ kiye ile beraber dünyanın maruz bulunduğu tehlike [ nin] (. . . ) Ame­ rika Birleşik Devletleri'nin yardımı olmadan önleneme"yeceğini vurguluyordu . Erim'e göre , bu, basit bir antlaşma değildi. Fakat, aksine, "bu vesika, bundan sonra Türk-Amerikan yakınlaşması­ nın ve münabetlerinin inkişafının temel taşı telakki" edilmeliydi. "Türk-Amerikan münabetleri [ artık] yeni bir devreye girmiş ola­ caktı." DP milletvekili Enis Akaygen de, TBMM'de yaptığı açıklamada, muhalefetin görüşünü tek bir cümle içinde ve şu şekilde ifade edi­ yordu: "Birleşik Amerika Devletleri Hükıimeti'nin memleketimi­ zin kalkınmasını kolaylaştırmak için yapmaya karar verdiği yardı­ mı büyük bir memnuniyet ve şükranla karşılamış olan Demokrat Parti, bu yardımın mütekabiliyet esası ve Kongre'nin tayin ettiği şerait dairesinde süratle tahakkukuna medar olan bu antlaşmayı, tamamiyle tasvip eder. "8 Antlaşma, TBMM' de de 339 üyenin oy­ birliği ile benimsenecektir. 9 Dikkat edildiği takdirde hemen görülecektir ki, bu antlaşma , iki ülke arasında gerçekleşmiş bir ittifak antlaşması değildi. Aksi­ ne, antlaşmada da dikkati çekecek şekilde vurgulandığı gibi, AnNitekim Fuat Köprülü, antlaşmanın "Meclis'teki her iki partinin ve müstakillerin de iştiraki ile müttefikan kabul olundu"ğunu vurguluyordu. Fuat Köprülü, "Türk-Amerikan Antlaşması'nın Tasdiki Münasebeti i le", Kudret, (2.9.1947); Köprülü, Demokrasi Yolunda, s. 5 1 2-515. Moskova Radyosu'nun bu güç birliğini eleş­ tirmesi üzerine Köprülü'nün tepkisi için ayrıca bkz. Fuat Köprülü, "Bir Yabancı Radyoya Cevap", Kudret, ( 14.9. 1947); AT, Sayı, 1 66, (Eylül 1947). TBMM TD, (aynı yerde), ( 1 .9. 1947). Ayrıca bkz. Sander, Tiirk-Amerikan ilişkileri, s. 28; Vatan, (2.9.1947); AT, Sayı, 1 66, (Eylül 1947). Amerikan donanmasına bağlı bir filonun birkaç gün sonra l zmir limanını ziya­ ret etmesi de dikkat çekiyordu. Cumhuriyet, (13.9.1947); Vatan, (13.9. 1 947). Koramiral B. H. Bieri komu­ tasında olan ABD donanmasının Akdeniz filosuna dahil Dayton kruvazörü, Leyter uçak gemisi, Yellowstone muhribi, Harley, J. C. Owens, Massay ve Stormes muhripleri ön plandaydı. Ziyaret, 12-18 Eylül tarihleri ara­ sında gerçekleşmişti. AT, Sayı: 1 66, (Eylül 1947).

20

kara'nın talebi üzerine, ABD'nin tek yanlı olarak karar verdiği bir yardım şekliydi. Bu da, Amerikan yönetiminin 1946 ve 1947 yılla­ rında gördüğümüz kararlarına ve beklentilerine uygundu. 1 0 Ant­ laşmanın süresi ve koşulları da tamamen ABD'nin inisiyatifine bı­ rakılmıştı. Denetim mekanizmaları da, büyük ölçüde Amerikan ölçülerine uygun bir şekilde formüle edilmişti. Haluk Olman, bir incelemesinde, denetim mekanizmalarının oluşturulmasında Ankara'nın gereken hassasiyeti gösterdiğini ve Türkiye'nin iç işlerine karışılabilecek tarzda mekanizmalar oluş­ turulmasına itiraz ederek, antlaşmada bu taleplerini kabul ettir­ diğini yazıyor. 1 1 Daha önce gözden geçirme fırsa tını bulduğu­ muz Amerikan belgeleri de, bu değerlendirmeyi doğrulamaktadır. Şimdi de anlaşmanın literatürde nasıl değerlendirildiğine kısa­ ca bir göz atalım: Oral Sander, "12 Temmuz 1947 antlaşması, bundan sonra yapı­ lacak hemen hemen her ikili antlaşmanın atıfta bulunduğu genel ve temel antlaşma niteliğini kazanmıştır" demektedir. Sander'e gö­ re, "12 Temmuz 1947 antlaşması, ( . .. ) hükümleri gereği, ABD'nin tek taraflı silah ve malzeme yardımının ötesinde bir anlam taşıma­ makta, Türkiye'ye bir saldırı durumunda ABD'ye herhangi bir ta­ ahhüt yüklememektedir. Bunun o gün de gayet iyi bilinmesine rağmen, antlaşmanın Türkiye'de yorumlanış biçimi, ABD ile bir it­ tifak bağı kurmanın ne denli önemli kabul edildiğini ve istendiği­ ni göstermesi açısından ilginçtir. " B u değerlendirmenin d e gerçekçi olduğunu belirtelim: Gerçek­ ten de Ankara, bu anlaşmayı esasen bir ittifak gibi görme eğilimin­ deydi. Fakat pratikte ABD'nin yardımı, o günün koşullarında bir ittifak anlamına geliyordu; nitekim Moskova da, antlaşmayı böyle görüyordu. Sander, Truman Doktrini'ni ve sonrasını Türkiye'nin dış politikası açısından da şöyle değerlendiriyor: "Türkiye, 1945-1 946 yıllarında Sovyet tehdidi ile karşılaştıktan ve Truman Doktri­ n i'nin ilanından sonra, bütün dış politika felsefesini Batı'ya sıkı bağlarla bağlan­ mak ilkesi üzerine daya mıştır. Bunun için de Batı'nın kurduğu hemen hemen bütün siyasal, askeri ve ekonomik kuruluşlara katıl mayı a maç edinmiştir. Bu nedenle, her 10

Bu konuda ayrıntılı ve geniş bilgi için bkz. Cemil Koçak, Rejim Krizi, s. 4 13-512.

11

Olman, age, s . 1 12. Ayrıca bkz. Sander, Türk-Amerikan ilişkileri, s . 26.

21

ne kadar uzun sürede Truman Doktrini Türkiye'yi 'blok politikası'na bağlamışsa da, doktrinin ilk heyecan ı içinde Türk yöneticileri, ABD ile anlaşmayı, önceleri i ki devlet a rasında sıkı bir işbirliği olarak görmüşlerd i r. ( ... ) Çok kısa bir deyişle, Türkiye'nin giriştiği çaba, Sovyet tehdidine karşı , ABD i le belki de bir ittifak i lişkisine varacak, sıkı bir işbirl iğiydi. Ancak Türkiye, Tru man Doktrini'nin uygulanmaya başlanmasın­ dan sonra, bu sı nırlı a macı aşan daha geniş kapsa mlı bir politikanın uygu layıcısı olmuştur. ( ... ) Türkiye'nin asıl isted iği, ABD ile yakın i lişkiler sonucu, Sovyetler Birli­ ği'ne karşı güvenliğini sağlamak gibi sınırlı bir amaç iken, Sovyetler Birliği'nin de­ ğişmeye başlayan tutum u karşısında, Orta Doğu'daki çıkarları tehl ikeye giren İngil­ tere'nin de etkisi ile, daha geniş kapsam l ı ve bütünüyle Batı yanl ısı bir dış politika­ nın uygulayıcısı durumuna düşmüştür." 1 2

Sander'e göre , "Truman Doktrini'nden sonra izlenmeye başla­ nan yeni dış politikanın bir başka sonucu , Türkiye'nin Asya'nın, yeni bağımsızlar da dahil olmak üzere, hemen hemen bütün dev­ letlerine sırt çevirisidir. " Nitekim Ankara, 1 949 yılında Endonez­ ya sorununa ilişkin olarak yapılacak Asya Devletleri T oplantısı'na katılmayı, ilke olarak bir Asya devleti değil, fakat aksine bir Avru­ pa devleti olduğu gerekçesi ile reddedecektir. 1 3 Bu, aslında tutarlı bir gerekçe idi. Çünkü, sadece bu sırada değil, Ankara, her zaman bir Avrupa devleti olarak tanınıp bilinmeyi tercih etmişti. Nitekim Sander de, bu tutumu şöyle yorumluyor: "Bu tutumda payı olan en önemli etkenler, Türkiye'nin izlemeye başladığı Batı yan­ lısı dış politikanı n yanı sıra , Atatürk'ten başlayarak Türk yöneticileri nin yönetim fel­ sefelerinin Batı'ya dönük olması ve bununla yakından ilgili olarak Türkleri n kendi­ leri ni Asyalıdan çok Avrupalı bir ulus olarak kabül etmeleridir." 14

Sander'e göre , "Truman Doktrini, Türk dış politikasının Batı­ lı devletler ve özellikle ABD'ninkine bağlanmasında ilk adımdır. " "Türkiye için Truman Doktri'ni Türkiye'ye verilen 100.000.000 Dolar'ın, yani ekonomik yardımın ötesinde bir anlam taşır. Tür­ kiye'nin ABD ile sıkı işbirliğine girişmesinde ilk adımı oluşturur. " "Gerçekten [ de ] Türkiye için b u doktrin, ABD'nin ittifakına gir­ mede ilk aşama ve en önemli noktası da , ekonomik olmaktan çok, 12

Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 27-38.

13

Bkz. Olman ve Sander, "Türk Dış Politikasına Yön Veren Etkenler il ( 1923-1 968)", SBFD, Cilt: XXVll, Sayı: 1 ,

14

Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s . 38.

(Mart 1 972), s . 5 .

22

askeriydi. " 1 5 Ancak, "12 Temmuz 1947 antlaşması, tek taraflı bir yardım antlaşması olduğundan, Türkiye'nin güvenliğini tam ola­ rak sağlamaktan uzaktı. Bu nedenle Türkiye'nin bundan sonraki çabası, ABD ile ittifak ilişkisi kurmaya çalışmak olacak ve bunu da NATO'ya girmekle başaracaktır. " 1 6 Bu noktada gözümüzü yeniden ABD Dışişleri Bakanlığı belgele­ rine çevirmenin sırasıdır. Bu aşamada ABD de, yardım programı­ nın etkili, verimli ve süratli gerçekleşmesi için önlem alma ihtiya­ cı içindeydi: ABD yönetiminin Truman Doktrini'nin kararlarına tamamen hazır olduğu da söylenemezdi. Böylesine kapsamlı ve geniş bir programın uygulanmasının planlanması hiç olmazsa bir yılı alır­ dı. Diğer yandan, programın tatbiki, gerek Yunanistan ve gerekse Türkiye açısından, bu arada bütün dünya açısından da, Amerikan politikasının test edilmesi olarak kabul edilecekti. Bu bakımdan uygulama son derece önemliydi. 1 7 ABD'nin Ankara Büyükelçisi Wilson tarafından 1 5 Temmuz tarihinde hazırlanarak ABD Dışişleri Bakanlığı'na sunulan bir rapor bu bakımdan çok önemlidir. Wilson, raporunda, Türk 1947

ordusunun öncelikli görevinin, olası bir saldırgana bu saldırısı­ nın çok büyük bir maliyete neden olacağını göstermek olduğunu yazıyordu. Böylece caydırıcı bir rol oynayacak, Türkiye'nin top­ rak bütünlüğünü koruyacak ve siyasi hedeflerinin gerçekleşme­ sini de sağlayacaktı. Olası bir savaşta Türkiye, yedeklerle birlikte eğitim görmüş yaklaşık bir buçuk milyon askeri bir ay içinde cep­ heye sevk edebilirdi. Diğer yandan, Türk donanmasının ve hava gücünün boyutu ve etkinliği, olası bir savaş halinde, onlara verilecek herhangi bir gö­ revi tatminkar bir şekilde yerine getirmelerine engeldi. Kara or­ dusunun tüm malzemeleri genelde yetersiz ve eskiydi. Modası da geçmişti. Olası bir savaşta, Sovyetler Birliği, uzun dönemde Tür­ kiye'yi ezebilirdi. Eğer Türkiye Sovyetler Birliği'nin saldırısına uğ­ rarsa, ABD ve/veya İngiltere tarafından yeterli ölçüde yardım gö15

Sander, Balkan Gelişmeleri ve Türkiye, s. 54-55.

16

Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 38.

17

FRUS, 1 947, Volume: V, (The Near East and Africa), "ABD DB Türkiye ve Yunanistan'a Yardım Koordinatö­ rü'nden ABD D Müsteşarı Lovett'e Bilgi Notu", (3.7. 1947).

23

rürse, bu yardım gerçekleşene kadar dayanma gücüne sahipti. An­ cak bu beklenti Türk ordusunun tamamen modern araç ve gereç­ lerle takviyesi varsayımına dayalıydı. Türk hava ve kara gücü den­ gelenmeliydi; böylece Türkiye'ye müttefik askeri yardımı gerçek­ leşene kadar, bir saldırı halinde kendisini koruyabilecek seviye­ ye ulaşabilirdi. Türkiye'nin savunmasının yüksek seviyede yeni­ den yapılandırılması isteniyordu. Bu şekilde Türkiye'nin hava ve deniz gücü , kara ordusuyla birlikte hareket edebilecekti. Böylece bütün silahlı kuvvetlerin talepleri de daha verimli bir şekilde sağ­ lanabilirdi. Diğer yandan, kara, deniz ve hava kuvvetlerinin daha alt sevi­ yelerdeki yeniden yapılandırılması da, daha yüksek bir etkinlikle sonuçlanacaktı. Genel olarak bakıldığında, Türk silahlı kuvvetle­ rinin tüm unsurları çok daha modern araç ve gereçlerle ve silah­ larla eğitilmeliydi. ABD heyeti Türkiye'ye gönderilmeliydi. Heyet, Türkiye'ye iletilecek olan tüm materyalin kullanımında ve bakı­ mında eğitici rol üstlenmeliydi. İngiltere de, Türk silahlı kuvvet­ lerinin gerek silah araç ve gereçlerini, gerekse eğitimini sağlama­ ya devam etmesi için cesaretlendirilmeliydi. Türkiye'de görev ala­ cak olan Amerikan ve İngiliz yardım heyetleri, tek bir çatı halin­ de çalışmasalar da, birbirlerine yakın çalışmalıydılar. Halihazırda ABD'nin yardım programı içinde gerçekleşen Türkiye'ye yapılacak yardımlar, en kısa sürede gerçekleşmeliydi. Halihazırda Türkiye'ye yönelik Amerikan yardımının hedefi; Sovyetler Birliği'nin saldırısına uğrarsa, Türkiye'nin dışarıdan yar­ dım gelene kadar kendini savunabilmesini sağlamaktı. Bu arada, her ne kadar gelecek iki sene içinde Türkiye'de ciddi manada bir ekonomik dengesizlik ya da sosyal kargaşa beklenmiyorsa da, tah­ minen 600.000 kişilik bir ordu beslemenin yaratmış olduğu eko­ nomik yükün sonucu, hükumetin sunmaya çalıştığı temel hizmet­ lerin kısıtlanması, üretimin düşmesi ve memur ve ü cretlilerin ha­ yat standardının yükseltilmesi için gereken sermaye gelişim po­ tansiyelinin yok olması demekti. Bu durumun uzun vaade devam etmesinin, Türkiye'nin silahlı bir saldırı karşısında direniş kapasi­ tesinin azalması ve ülkeye komünist fikirlerin sızması gibi çok cid­ di ters etkileri olacaktı. Türkiye, uluslararası ortam sakinleşme­ dikçe, ordusunu küçültmeyecekti. 24

Ulusal savunmanın yüküne karşılık Türkiye'nin uluslararası kredi alma imkanı hayli yüksekti. Böylece Türkiye ekonomik geli­ şimini sağlayacak projeler için Uluslararası İmar ve Kalkınma Ban­ kası'ndan mali yardım elde edebilirdi. Türkiye, yakın bir zamanda özel girişim yatırımlan için daha olumlu koşullar ve ortam suna­ cağını açıklamıştı; böylece gerek yerel ve gerekse yabancı sermaye, ekonomik gelişme için katkı sunabilecekti. Ancak, Türk Hükume­ ti, ekonomik kalkınmayı sağlayacak olan projelerde yerel emek ve malzeme kullanmayı öncelikli olarak kabul ettiğinden, ulusal sa­ vunmaya aynlan payın büyüklüğü azaltılmadıkça , ekonomik ge­ lişme imkanı sınırlı kalacaktı. ABD'nin kabul ettiği yardım prog­ ramı, Türkiye'ye askeri araç ve gereç, hafif silahlar ve mühimmat üretimi için araç, askeri eğitim yardımı ve stratejik önemde kara­ yolunun yapımı ve programı için de araç ve teknik yardımı kap­ sıyordu. Bütün bu yardımın en etkili şekilde yapılması hedeflenmişti. Bir sonraki adımı kapsayan program ise, benzer şekilde Türkiye eko­ nomisine katkıda bulunacaktı. Eğer önerilen yardım programı bir bütün olarak ele alınırsa, Türkiye'nin ulusal gelirinin ve kaynak­ larının ulusal savunma yüküne yöneltilmesine gerek kalmazdı. Sadece önerilen eğitim programı ile birlikte kullanılacak araçların yakıt giderlerinin karşılanması, dış ticaret açısından küçük bir ar­ tışı gerektirebilirdi. Ama bu bile, Türkiye'nin kendi kaynaklan ile alması gereken araçlarla karşılaştırıldığında, daha karlı bir durum­ du. Amerikan yardım programı ile aktanlan malzeme Türkiye'de Devlet Demir Yolları'nca taşınmalıydı. Bu suretle gıda maddeleri­ nin sivil nüfusa dağıtılması kısılmış olacaktı. Bu, kaçınılmaz görü­ nüyordu; fakat teslimatların düzgün zamanlaması ile bu sorun mi­ nimalize edilebilirdi. Wilson, raporunun bu kısmında önerilere yer vermişti ; bu­ na göre, Türk ordusunun kara, hava ve deniz kuvvetlerine ayrı­ lan yardım ödeneği şu şekilde sıralanmıştı: Kara kuvvetleri için 48.500.000,

deniz kuvvetleri için 14. 750.000 ve hava kuvvetle­

ri için de 26.750.000 Dolar. Yol yapımı ve araç ve gereçler için de 5.000.000 Dolar. Cephaneliklerini geliştirmesi için de 5.000.000 Dolar, ama daha fazla değil. Türkiye'ye önerilmesi gereken nokta ise şuydu: Genelkurmay Başkanlığı ile ikmal sistemi yeniden yapı25

landırılmalıydı. Daha alt seviyelerdeki kısımlar için yapılacak ye­ niden yapılandırma ise, silahlı kuvvetlerin etkinliğini artırmalı; di­ ğer yandan, harcama yükünü de aşağıya çekmeliydi. ABD , Türk ordusunun hava, deniz ve kara kuvvetlerini ve bu arada sivil misyonları, araç ve gereç bakımından olsun, teknik kul­ lanım bakımından olsun, eğitecekti. Türk subaylarının ABD'nin askeri ve donanma okullarında eğitim görmesinin sağlanması için iki ülke arasında anlaşma yapılacaktı. lngiltere'nin Türkiye'ye ge­ rek malzeme ve gerekse eğitim yardımına devam etmesi için bu ül­ ke cesaretlendirilecekti. Türkiye'deki Amerikan ve lngiliz yardım heyetleri, birbirleriyle yakın çalışacaklardı, işbirliği içinde olacak­ lardı, fakat aynı çatı altında bulunmayacaklardı. Türkiye'ye araç , gereç ve malzeme yardımı mümkün olan en kı­ sa zamanda yapılacaktı. Sadece donanma için radar yardımı bu sü­ reye bağlı olmayacaktı. Diğer yandan, motorlu araçlar, beraberin­ de kullanılacak araçlarla birlikte ya da daha önce iletilmeliydi. Bir de, Amerikan yardımının denetimi, yalnızca Türklerin kendileri­ ne iletilen malzemeyi nasıl kullanacaklarından emin olunamadığı durumlara mahsus kalmalıydı. Bu da en iyi şekilde ABD'nin An­ kara Büyükelçisi'nin danışmanlığı altında faaliyet gösterecek olan gruplarla mümkün olurdu. Wilson, son olarak ekonomik ve mali yardıma ilişkin olarak da raporunda şu öneride bulunmuştu: ABD, Uluslararası lmar ve Kal­ kınma Bankası'nın üyesi olarak, Türkiye'nin ekonomik gelişmesi­ ni sağlamak için bu kurumdan talep etmekte olduğu mali yardı­ ma son derece olumlu bir şekilde yaklaşıyordu. Fakat bunun için bir koşul vardı; o da, Türkiye'nin ekonomik, endüstriyel ve tarım­ sal yapısının uzmanlarca araştırılması ve ardından da Uluslarara­ sı Ticaret Organizasyonu tarafından şekillenen ilkelerle tutarlı bir çerçevede, Türkiye'nin insan gücü ve maddi kaynaklarının sınır­ ları içinde, Türk halkının refahına sunulması düşünülmeliydi. 1 8 Yine aynı sırada yazıldığını düşündüğüm, fakat kesin tarihi be­ lirsiz bir başka rapor daha bulunmaktadır. ABD Dışişleri Bakanlı­ ğı ile Donanma ve Savunma Bakanlıkları Koordinasyon Alt Komi­ tesi'nin Yakın ve Orta Doğu Raporu'na göre; Wilson, Türkiye'de 18

26

FRUS, 1947, Volume: V, (The Near East and Africa), "Wilson 'ın Türkiye'ye Yard ı m Hakkında Ra poru", (1 5.7.1 947).

Amerikan yardım programının yürütülmesinde tek yetkili olarak kabul edilmişti. Kendisi her türlü yetkiyle donatılmıştı ve Türki­ ye'deki tüm Amerikalı görevliler, asker olsun, sivil olsun, onun otoritesi altında çalışacaklardı. Türk Hükumeti ile bütün temas­ ları da Wilson sağlayacaktı. Yine Türkiye'deki yetkililerle görüşe­ rek programı geliştirecekti. Programın yürütülmesinde olduğu gi­ bi, zaman zaman programda gerekli gördüğü değişikleri yapma­ ya da yetkiliydi. Wilson, yardım programı hakkında gerek ABD'de ve gerek­ se Türkiye'de kitle iletişim araçları yardımıyla her türlü bilgilen­ dirmeyi de yapacaktı. Ankara'nın yardım programının işleyişinde göstereceği performansa ilişkin gözlemlerde bulunacaktı. Bütün bunları ABD'ye rapor edecekti. Eğer Türkiye'nin anlaşma koşulla­ rına uymadığı gözlenirse, Wilson yardım programına son verilme­ sini önermek üzere girişimde bulunmalıydı. Böyle bir yetkisi var­ dı; ancak bu konuda son karar yetkisi elbette ABD Dışişleri Bakan­ lığı yetkililerindeydi. Yine de böyle bir gelişmenin ardından yar­ dım programını yeniden başlatmak yetkisi yine Wilson'a bırakıl­ mıştı. Wilson, yardım programıyla ilgili olarak doğrudan ABD Dı­ şişleri Bakanlığı ile temas kuracaktı. Raporda, Amerikan yardımının ekonomik ve mali yönünün de gözlenmesi talep edilmişti. Bu gözlem sadece doğrudan Amerikan yardımı için değil, fakat ABD'nin de üye olduğu uluslararası orga­ nizasyonlar için de geçerliydi. Wilson'ın bu alanda da öneriler ge­ liştirmesi isteniyordu. Wilson, ayrıca Türkiye'deki İngiliz yetkili­ lerle de yakın gayriresmi temaslarda bulunmalıydı. Fakat Wilson, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın onayını almadan, Türkiye'deki İngiliz askeri heyeti ile doğrudan herhangi bir anlaşmaya varmamalıydı. Diğer yandan, Wilson, Amerikan yardım programının yürütül­ mesini sağlayacak şekilde bazı yardımcı anlaşmalar imzalayabilir­ di. ABD'nin Ankara Büyükelçiliği çalışanlarının, ister sivil olsun, ister askeri personel olsun, günlük çalışmaları sırasında, yardım programının yürütülmesinde sürekli olarak Türk yetkililerle bir­ likte çalışmaları bekleniyordu. Raporda, ABD'nin Türkiye'ye yar­ dım programının amacı yineleniyor ve bu amacın sadece ülkenin bağımsızlığının ve demokratik rejiminin korunması olduğu açık­ lanıyordu. Bu amaca varabilmek için ABD , Ankara'nın isteği üze27

rine, Türkiye'nin bağımsızlığını ve özgürlüğünü koruması için gü­ venlik kuvvetlerinin güçlendirilmesine yardım ediyordu. Ayrıca, ülke ekonomisinin istikrarını da korumak amacındaydı. Raporda, gerek Türkiye'ye ve gerekse Yunanistan'a yapılan yar­ dımın ABD'nin kendi ulusal güvenliğinin korunması açısından da elzem olduğuna dikkat çekiliyordu. Yardım programının geri ödenmesi gibi bir sorun yoktu; bütün bunlar sadece bağıştı. Ha­ lihazırda siviller için yapılan yardımlar da sadece bağıştı. Çünkü, yardımlar bu ülkelerde bir sermaye oluşturmayacaktı. lleride bu ülkelerin döviz meseleleri halledildiğinde, yardımın karşılığının alınması gündeme gelebilirdi. Ancak böyle bir fırsat ve imkan or­ taya çıkarsa bu mesele gündeme alınabilirdi. Fakat bir geri ödeme imkanı görülmezse, bu takdirde bundan hiç söz edilmemeliydi. Wilson, Türk Hükümeti'ni Amerikan yardım programının amaç­ ları konusunda bilgilendirmeye yetkiliydi. Wilson, Amerikan po­ litikasının genel hatlarını anlatacaktı. 1 9 Bu kez de Wilson, tarihi kesin olarak belli olmayan, fakat yi­ ne bu sırada kaleme alındığını düşündüğüm bir raporunda; Türk silahlı kuvvetlerine yapılacak olan yardımın askeri araç ve gereç­ lerin modernleştirilmesine hizmet edeceğini yazıyordu . Yardım programı beş yıllık bir süre için yıllık olarak 100.000.000 Doları öngörüyordu. Türk ordusunun Batı standartlarında etkili bir güç olması için yılda 100.000.000 Dolar gerekiyordu. Türk ordusunun üçte ikisinin modernleştirilmesi için de beş yılda 500.000 .000 Do­ lar'dan fazla ödeme gerekecekti. Bu miktarın büyük olduğunu düşünenler için Wilson, rapo­ runda şu uyarıyı yapma ihtiyacını hissetmişti: Eğer bu miktarda bir ödeme Amerikan ordusuna yapılmış olsa, Sovyetler Birliği'nin dünyanın diğer bölgelerine yönelik saldırgan tavırlarından korun­ mak için eşit etki yaratamazdı. Amerikan yardımı olmaksızın ha­ lihazırdaki uluslararası durumda Türk ordusunun sayıca azaltıl­ ması mümkün değildi. Orduda bu şartlarda geniş bir terhis bekle­ nemezdi. Beş yıl sürmesi öngörülen yardım programı, Türkiye'ye ordusunu azaltma imkanı sunacaktı. Böylece halihazırda orduya alınmış olanlar, tarım ve sanayide istihdam edilebilecekti. Bu da 19

28

FRUS, 1947, Volume: V, (The Near East and Africa), "ABD DB i le Donanma ve Savunma Bakanlıkları Koor­ dinasyon Alt Komitesi' nin Yakın ve Orta Doğu Raporu".

ülke ekonomisinin gelişmesine yardımcı olacaktı. Eğer Türkiye'ye yardım devam etmezse, halihazırda başlayan yardımdan beklenen ve umulan amaçlar gerçekleşemezdi. Sovyetler Birliği'nin yakın bir zamanda gerçekleştirebileceği olası bir saldın halinde, Moskova'nın stratejik amacı, yardım gel­ meden, Türkiye'yi ezmek olacaktı. Türkiye'nin içinde bulundu­ ğu stratejik konumdan dolayı Sovyetler Birliği'nin her türlü saldır­ gan hareketine karşı ABD'nin ilk savunma hattı Türkiye idi. Wil­ son'a göre, Türkler, cesur, kahraman ve yurtseverdi. Mükemmel askerlerdi. Bağımsızlarını ve topraklarını korumak için savaşır­ lar ve gerekirse de ölürlerdi. Bu nedenle Türk silahlı kuvvetleri­ nin uzun dönemde ülkesinin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğü­ nü koruyabilecek şekilde modernleştirilmesi gerekiyordu. Sovyet­ ler Birliği'nin olası bir saldırısında Amerikan ve(ya) İngiliz güçleri yardıma gelinceye kadar geçecek olan aylarda Türk ordusu savun­ ma halinde kalmalıydı. Türkiye'nin savunmada geçireceği her ay, ABD'nin güvenliğini güçlendirecekti. Wilson, raporunda, dünyada halihazırda pek az ülkenin komü­ nizmin etkisinden Türkiye kadar azade olduğunu da vurguluyor­ du . Komünizmin Türkiye'de etkisi çok azdı. Modem Türkiye tari­ hinde Rusya bu ülkeyi on iki kez işgal etmişti. Bu nedenle ülkede Rusya'ya karşı ve Rusya ile bağlantılı her şeye karşı derin bir nef­ ret hüküm sürüyordu. Bu nefret, her nasılsa babadan oğula, nesil­ den nesile aktarılmıştı. Türklerin komünizme karşı olan bu diren­ ci daha da güçlenecekti. Bu da, beş yıllık dönemde yardım progra­ mının sürmesinin temel nedeniydi. Türkiye'nin tek başına silahlı kuvvetlerini Batı standardında güçlendirebilmesi için yaşam stan­ dardını azaltması gerekiyordu . Oysa halihazırda Türkiye'de yaşam standardı yavaş yavaş gelişme yolundaydı. Bu gelişme korunabil­ diği takdirde, Türklerin cumhuriyete ve silahlı kuvvetlerine olan derin sevgisi devam edecekti. 20 Amerikan Dışişleri Bakanı Marshall , 23 Temmuz 1 94 7 tari­ hinde, Wilson'a yazdığı bir raporda, general Oliver ve diğer ilgi­ lilerle yapılan toplantılarda, Türkiye'ye yapılacak yardım ve tek­ nik personel meselesinin de ele alındığını yazıyordu . Buna göre; 20

FRUS, 1947, Volume: V, (lhe Near East and Africa), "Wilson'un Türkiye'ye Yardıma Devam Edilmesi Yönün­ deki Ek Raporu".

29

1 00.000.000 Dolar'lık bir yardım söz konusuydu ve program ön­ görüldüğü şekilde uygulanacaktı. 21 Wilson, 1 7 Ağustos 1 94 7 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanlığı'na yazdığı bir başka raporda; bu kez de Türk Dışişleri Bakanı Hasan Saka'nın kendisine bir gün önce Türk HükO.meti'nin baş başa kal­ dığı bazı sorunlar hakkında Amerikan HükO.meti'ne danışmak is­ tediğini bildirmişti. Sorun şuydu : Türkiye halihazırda 485 .000 ki­ şilik bir orduyu elinde tutuyordu. Bu rakama jandarma da dahil­ di. 1 925 , 1 926 ve 1927 doğumlular halen silah altındaydılar. Ka­ sım ayında 1 925 doğumlu olanlardan 1 50.000 asker üç yıllık as­ kerlik süresini bitirmiş olacak ve terhis edilecekti. Eğer yeni bir sı­ nıf silah altına alınmazsa, bu takdirde Türk silahlı kuvvetlerinin asker sayısı 330. 000'e düşecekti. Bu rakam da , yan seferberlik an­ lamına geliyordu. Yine aynı rakam barış dönemine denk düşmek­ teydi. Yine halihazırda Türkiye'de bütçenin % 60'ı silahlı kuvvet­ lere ayrılmıştı. Eğer yeni bir sınıf silah altına alınacak olursa, bu gelecek yılın bütçesinde 1 50.000.000 TL ek yük anlamına geliyordu. Bu ek büt­ çe ya yeni vergilerle karşılanacaktı ya da iç veya dış borç bulunma­ lıydı. Dahası da vardı: Eğer yeni bir sınıf askere alınacak olursa, bu takdirde de söz konusu eski askerlerin terhis edilmeden önce on­ ların eğitilmeleri gerekirdi. Böylece iki grubun aynı anda askerde olması demek, bütçe üzerinde 40.000.000 TL daha yük anlamına geliyordu. Fakat bu rakam olağan bütçe gelirleri içinden karşıla­ nabilirdi. Fakat yeni bir sınıfın silah altına alınıp alınmayacağına yakın bir tarihte artık kesin karar verilmeliydi, çünkü gelecek ay Meclis'te görüşülmeye başlanacak olan yeni yıl bütçesine bu öde­ neğin konup konulmayacağı bu karara bağlıydı. Saka, Türk Hü kO.meti'nin uluslararası durumla ilgili o larak ABD'nin görüşlerini merak ettiğini de söylemişti. ABD'nin görüş­ leri, Türk HükO.meti'nin ordusunu azaltmak konusundaki kara­ rını da yakından etkileyecekti . Wilso n da, Saka'ya söz konusu 1 50.000.000 TL'lik ödeneğin nasıl karşılanacağını s ormuştu. Sa­ ka, bu ödeneğin bir kısmının iç borçla, bir kısmının da öngörülen­ den daha yüksek olacağı düşünülen vergi gelirleriyle karşılanaca21

30

FRUS, 1 947, Volume: V, (The Near East a nd Africa), "Marshal l'dan Wilson'a", (23. 7 . 1 947).

ğını açıklamıştı. Bu yanıt üzerine Wilson, bu kez Türk Genelkur­ may Başkanlığı'nın bu konuda ne düşündüğünü öğrenmek iste­ mişti. Saka da, bu soru üzerine, Genelkurmay Başkanlığı'nın dün­ ya durumunun Türk silahlı kuvvetlerinde küçülmeye izin verme­ yecek kadar çok tehlikeli olduğu kanısında olduğunu bildirmişti. Wilson, Türk Hükumeti'nin de görüşünü öğrenmek istemişti. Saka , bunun üzerine, hükumet üyelerinin pek çoğunun yeni bir sınıfın silah altına alınmasına karşı olduğunu söylemişti; bu şekil­ de ekonomi üzerindeki yükün azaltılması mümkün olacaktı. Fa­ kat kendisinin de içinde bulunduğu diğer hükumet üyelerinin, uluslararası durumun gittikçe daha kötüye gittiği ve bu nedenle de Türk silahlı kuvvetlerinin sayıca azaltılmasına izin verilemeyeceği kanısında olduğunu açıklamıştı. Eğer orduda bir azaltmaya gidi­ lecek olursa, böyle bir tutum, Sovyetler Birliği'nin bu alanda Tür­ kiye üzerindeki baskısını güçlendirmesine neden olurdu. Mosko­ va, bu tutumu bu şekilde yorumlardı; Ankara'nın geri çekildiğini düşünebilirdi. Diğer yandan, böyle bir tutum, Atina'nın da Anka­ ra'nın olası bir saldırıya karşı tasarlanan direnişinde bir zayıflık ol­ duğu değerlendirmesine neden olurdu. Saka, Wilson'a bu konularda İngiltere ile de görüşmelerde bu­ lunduğunu açıklamıştı. Wilson da, ABD Dışişleri Bakanlığı'na yaz­ dığı raporunda, bazı konularda Ankara'ya verilmesi gereken ya­ nıtlar konusunda talimat verilmesini istiyordu . Wilson, Anka­ ra'nın vereceği kararlarda serbest bırakılabileceğini ya da Anka­ ra'ya ABD'nin görüşünün sunulabileceğini iki seçenek olarak ra­ porunda belirtmişti. İkinci seçenek, ABD'nin görüşünün Ankara ile paylaşılmasını ve Ankara'ya ne yapılması gerektiğinin açıklan­ masını da içeriyordu. Ama bu seçenek tercih edilirse, bu defa da ABD , Türkiye'ye karşı en azından ahlaki bir taahhüt altına girmiş olacaktı. Çünkü, nihayetinde Türkiye, bu seçenekte ABD'nin ken­ disine sunduğu tutumu izlemiş olacaktı. Bu arada, Moskova'nın Türkiye'ye yönelik saldırgan tutumu , uzun vadede Türkiye ekonomisini çökertmeye dayanıyordu. Bu bakımdan Türk silahlı kuvvetlerinin sayıca azaltılması, Türkiye ekonomisini güçlendirecek ve Sovyetler Birliği'nin bu konudaki öngörüsünü ve planını da bozacaktı. Bu şekilde Sovyet politikası­ nın tamamen çökertilmesi mümkündü. Saka, bu türden bir süre31

cin Sovyet politikasını güçlendirmeyeceğini, aksine zayıflatacağını düşünüyordu. Ankara, Moskova'nın amacından haberdardı ve on­ ların hedefine karşı gelebilecek kapasiteye de sahipti. Wilson, ardından güncel soruya geçiyordu; gündeme gelen so­ ru , Türk ordusunun halihazırdaki gücünün yeterli olup olmadı­ ğı ya da halihazırdaki büyüklüğünün üçte bir oranında küçülme­ sinin olası herhangi bir işgal halinde daha etkili olup olmayacağı noktasındaydı. Bu sorulara yanıt bulunmalıydı. Bu noktada Wil­ son'un tavsiyesi, ordunun küçülmesinin etkinliğinin de azalması anlamına geleceği yönündeydi. ABD'nin yardım programı sayesin­ de Türk ordusunun ateş gücü artacaktı. Ancak bu sürecin bir yıl­ dan daha erken bir zamanda tamamlanması mümkün değildi. Wil­ son, elinde bulunan bilgiler eşliğinde dünya durumuna yakından baktığında, Türk silahlı kuvvetlerinin en az bir yıl daha halihazır­ daki vaziyetini koruması gerektiğine inanıyordu. Wilson, uzun ve kapsamlı raporunun bu aşamasında, Türki­ ye'nin iç politikasının analizine geçiyordu; buna göre, Türkiye'de iç politika gelişmeleri, hükumetin bu konularda vereceği kararlan etkiliyordu. Ülkedeki hayat pahalılığı memnuniyetsizlik kaynağıy­ dı; muhalefet partisi iktidarın ekonomiyi düzeltmekteki başarısız­ lığını sert bir şekilde eleştiriyordu. Vergilerin artırılması, bütçenin borçla karşılanması, elbette hükumetin popülaritesini artırmazdı. Wilson, Ankara'ya halihazırdaki konjonktürde ordu mevcudu­ nu daha bir yıl süreyle aynı oranda tutmasını tavsiye etmek ge­ rektiğini belirtiyordu. Elbette bu, Türkiye ekonomisine büyük bir yüktü; fakat ekonominin bu yüzden tamamen çökmesi de söz ko­ nusu değildi. Fakat böyle bir karar, Ankara'ya bundan sonraki bir­ kaç ay içinde dünyanın nereye gittiğini görmesi için süre kazan­ dıracaktı. Böylece bu süre içinde Batı Avrupa ekonomilerinin ta­ mamen çöküp çökmeyeceğini ve Amerikan yardımının da zama­ nında gelip gelmediğini görmesi sağlanacaktı. Eğer gelişmeler ha­ lihazırdaki durumdan daha kötü olmazsa, Ankara, Amerikan yar­ dımı sayesinde gelişen silahlı kuvvetlerinin mevcudunu azaltabi­ lirdi. Bu takdirde böyle bir azaltma, halihazırdakinden çok daha az riskli olurdu. Wilson, Saka'ya verilecek yanıt için de öneride bulunuyordu ; buna göre; halihazırdaki koşullarda Ankara'ya silahlı kuvvetleri32

ni güçlendirme meselesinde kendi kararını kendisinin vermesi ge­ rektiği belirtilmeliydi. Wilson, böyle bir öneride bulundukları tak­ dirde, Ankara'nın iki olasılıkla karşı karşıya kalacağını belirtiyor­ du. Bu takdirde Ankara ya 1925 sınıfını terhis etmeyecekti ya da yeni bir sınıfı silah altına çağıracaktı. 22 ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'nin seferberliğe son verme­ si halinde Moskova'nın alacağı tutumu da merak ediyordu ve bu amaçla ABD'nin Moskova Büyükelçisinin görüşü sorulmuş­ tu . 23 Diğer yandan, Ankara da sorularına belli ki acil yanıt istiyor­ du . Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı'na vekalet etmekte olan Lo­ vett de, ABD'nin Moskova Büyükelçiliği'ne bu soruları soruyor­ du. Ankara, halihazırda seferber olan silahlı kuvvetlerinde üçte bir oranında azaltmaya gitmesi meselesinde Washington'un görüşü­ nü öğrenmek istemişti. 1925 sınıfı halihazırda üç yıl olan asker­ lik müddetini Kasım ayında tamamlamak ve terhis olmak üzerey­ di. Bu nedenle Ankara, birkaç hafta içinde bir karara varmak zo­ rundaydı. Ya bu sınıfı terhis edecek ve yerine yeni bir sınıfı silah altına alacaktı. Ya da yenileri çağırmayacaktı. Fakat bu takdirde de Türk silahlı kuvvetlerinin 485 . 000 olan mevcudu 330.000'e kadar düşecekti. Son rakam Türk ordusunun olağan barış koşullarında­ ki mevcüduydu. Türk Genelkurmay Başkanlığı da, aynı nedenle ABD'nin Anka­ ra askeri ataşesine benzeri bir soru sormuştu. ABD istihbaratından Moskova'nın Türkiye'ye yönelik niyetlerinin ne olduğu konusun­ daki görüşü sorulmuştu. Hatta Türk ordusundaki mevcudun azal­ tılması yolunda da ABD'nin düşüncelerine müracaat edilmişti. Lo­ vett, Türk ordusunda seferberliğin azaltılmasının Türk ekonomi­ sine büyük ölçüde yardımcı olacağını belirtiyordu. Çünkü , hali­ hazırda Türkiye bütçenin % 60 oranındaki bölümü ordunun ihti­ yaçlarına ayrılmıştı. Seferber edilmiş bir ordu ise, Türkiye'de işgü­ cü üzerinde büyük baskı oluşturuyordu. İnsan gücü kaynağı or­ duya ayrılmıştı. Ankara, elbette seferberliğe son vermek istiyordu; fakat diğer yandan da, uluslararası durumun yarattığı koşullar alarm düzeyin­ deydi ve seferberliğe son verilmesinin Sovyetler Birliği'nin baskı22

FRUS, 1 947, Volume: V, (The Near East and Africa), "Wilson'dan ABD DB'ye", ( 1 7.8. 1 947).

23

FRUS, 1 947, Volume: V, (The Near East and Africa), "ABD DB'den Wilson'a", (23.8. 1 947).

33

sının artışına neden olacağından çekiniliyordu . Türk silahlı kuv­ vetlerinde bir daralmanın aynı zamanda Yunanistan'da da olum­ suz tepkiler doğurmasından endişe ediliyordu; çünkü , böyle bir durum, Türkiye'nin saldırıya karşı direncinin azaldığı anlamın­ da yorumlanacaktı. ABD Dışişleri Bakanlığı, bu sorun karşısında ABD'nin Moskova Büyükelçiliği'nin değerlendirmesini talep edi­ yordu. Soru basitti: Türk silahlı kuvvetlerinde bir indirim, Sovyet­ ler Birliği'nin Türkiye karşısındaki tutumunu etkiler miydi ya da daha geniş ölçüde Moskova'nın Türkiye'ye, Yunanistan'a ve Iran'a karşı olan tutumunu etkiler miydi?24 Sadece birkaç gün sonra Wilson, 26 Ağustos 1 94 7 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanlığı için kaleme aldığı raporunda, Türk Dışiş­ leri Bakanı Hasan Saka'nın bir gün önce kendisine bazı konular­ da ABD'nin görüşünü öğrenmek istediğini söylediğini belirtiyor­ du. Avrupa'nın yeniden yapılandırılması çerçevesinde Paris'te top­ lanan konferans sırasında Ingiltere, Türkiye'ye bazı sorular sor­ muştu. Buna göre, Türkiye'nin Avrupa gümrük birliğine katılma­ sı söz konusu muydu? ikinci bir soru daha olmuştu; buna bir ön adım olarak öncelikle Yunanistan ile gümrük birliğine katılır mıy­ dı? lngiltere, ABD'ye Türkiye'nin bu iki adımı da atmasını destek­ lediğini belirtmişti. Bunun üzerine Saka, Ankara'nın şu talimatla­ rı verdiğini iletmişti: Türkiye'nin bu konulardaki tutumu diğer ül­ kelerin tutumundan etkilenecekti. Bu meselede teknik bir çalışma gerekiyordu. Diğer yandan, Türkiye Yunanistan ile dayanışmasını her alanda vurgulamaya devam ediyordu. Ancak bir gümrük bir­ liği tesis e tmek meselesi uzmanlarca incelenmekteydi. Ayrıca An­ kara Atina'nın bu konudaki görüşlerini henüz hiç bilmiyordu. Bu koşullar altında Saka, bu konularla ilgili olarak ABD'nin de görü­ şünü öğrenmek istemişti. Saka , Başbakan Peker'in başka konularda da ABD'nin görüşü­ nü öğrenmek istediğini haber vermişti . Buna göre; Ankara, Atina ile sadece ekonomik konularda değil, fakat siyasi meselelerde de dayanışma içinde olduğuna ilişkin bir açıklamada bulunmalı mıy­ dı? Washington bu konuda bir tavsiyede bulunacak mıydı acaba? Wilson, Saka'nın sorularına bakarak, Ankara'nın aklında olanı ya24

34

FRUS, 1947, Volume: V, (The Near East and Africa), "Lovett'ten ABD'nin Moskova Büyükelçiliği'ne", (23.8. 1947).

kalamaya çalışmıştı. Wilson'a göre, Ankara'nın merak ettiği; olası bir Türk-Yunan dayanışma açıklamasının, son zamanlarda günde­ me gelen Yunanistan'a yönelik Yugoslav-Bulgar ortak açıklaması­ na bir yanıt olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğiydi. Wilson'un tavsiyesi, bu türden bir ortak dayanışma açıklama­ sından kaçınılması gerektiği yönünde olmuştu. Yunanistan mese­ lesi, kısa süre içinde Birleşmiş Milletler gündemine gelecekti za­ ten. Bu nedenle biraz daha beklenmesi uygun olurdu . Öncelikle bu alandaki gelişmelerin ne yönde olacağı görülmeliydi. Wilson, Washington'un Ankara'dan beklentisinin, ABD'nin Birleşmiş Mil­ letler'de Yunanistan için göstereceği bütün yardımlara destek ver­ mesi olduğunu da belirtmişti. 25 5 Eylül'de ise ABD Savunma Bakanlığı ile Donanma Bakanlığı, ABD Dışişleri Bakanlığı'na yazdıkları raporda; gelişmeleri daha ge­ niş bir açıdan ele alıyorlardı. Buna göre, Yunanistan'ın tamamen komünist etkisine girme ihtimali vardı. İngiliz ordusunun Yuna­ nistan'dan çekilmesi, iç savaşta gerilla kuvvetlerinin işine yaraya­ caktı. Yunanistan'ın komünistlerin denetimine girmesi ise, gerek ABD'nin ve gerekse Batılı demokrasilerin konumunu derinden ve yakından etkileyecekti. Bu koşullarda Sovyetler Birliği Akdeniz'e inebilirdi. Deniz ulaşımını denetleyebilirdi. Bu durumda Türkiye, gerek batıdan, gerek doğudan ve gerekse kuzeyden çevrelenecek­ ti, sıkıştırılacaktı. Bu halde olası bir savaşta Türkiye'ye yardım etmek hayli sorun­ lu olacaktı. Raporda, Akdeniz ve Orta Doğu'daki ABD çıkarları çok daha belirgin ve birbiriyle bütünleşmiş olarak takdim ediliyordu. ABD , lngiltere'nin askeri güçlerini Yunanistan'dan çekme kararı­ nı endişe ile karşılamıştı; bu kararın olası sonuçları çok olumsuz olabilirdi . ABD'nin Akdeniz'deki bütün stratejik konumu tehlike­ ye girebilirdi. Yapılması gereken ise, ABD ile lngiltere'nin Yunanis­ tan'daki komünist saldırıya birlikte karşı koymalanydı. 26 Birkaç gün sonra, 29 Eylül'de bu kez de ABD Dışişleri Bakanlı­ ğı Yakın Doğu bölümünde bir toplantı düzenlenmişti. Aynı tarih­ li rapora göre, Ankara'nın ordu mevcudunu azaltma konusundaki 25

FRUS, 1947, Volume: V, (The Near East and Africa), "Wilson'dan ABD DB'ye", (26.8. 1 947).

26

FRUS, 1 947, Volume: V, (The Near East and Africa), "ABD Savunma ve Donanma Bakanlıkları'ndan ABD DB'ye", (5.9.1947).

35

sorusu bu toplantıda ele alınmıştı. Toplantıya katılanlar arasında İngiliz temsilci de vardı. Londra da meseleden haberdardı. ABD bu mesele üzerinde hala çalışıyordu. Kesin karara varamamıştı. Lond­ ra ile Washington'un görüşleri çok yakındı. Fakat Londra, Anka­ ra'ya Türk ordusunun mevcudunun azaltılması yönünde tavsiye­ de bulunuyordu . ABD ise, bu kararın sorumluluğuna karışmayıp, kararı tamamen Ankara'ya bırakmaktan yanaydı. Nihayet Londra da ABD'nin kararına katılmıştı. İngiliz temsilci durumu başkenti­ ne bildirecekti. Zaten ABD'nin kesin kararı da henüz oluşmamıştı. Eğer ABD'nin kararında keskin bir fark oluşursa, bu takdirde du­ rumdan Londra da haberdar edilecekti. 27 İngiltere'nin Washington Büyükelçiliği'nden ABD Dışişleri Ba­ kanlığı'na iletilen bilgi notunda ise, Ankara'nın Kasım ayında 1 925 sınıfını terhis edip etmemek konusundaki sorusuna verilmesi ge­ reken yanıt konusunda Londra'nın görüşleri ortaya konulmuştu. Türkiye bu kararı alırsa ordusundan 1 50 . 000 askeri terhis etmiş olacaktı. Bu konuda sadece ABD'nin değil, fakat İngiltere'nin de görüşü sorulmuştu. Ankara acilen karara varmalıydı. Ayrıca, An­ kara açık ve net bir öneri bekliyordu; eğer böyle bir öneriden kaçı­ nılırsa, Türkiye'nin güveni aşınabilirdi. Saka, halihazırda gayrires­ mi olarak Amerikan askeri danışmanlarla bu konunun görüşülme­ sini benimsemişti. Kararın politik ve ekonomik sonuçları da ma­ saya yatırılacaktı. Raporun bu aşamasındaki bilgiler, İngiltere'nin Türkiye'ye ne­ den terhise gitmesi gerektiği yönünde tavsiyede bulunacağına ay­ rılmıştı. Yeni sınıfın silah altına alınmasına da gerek yoktu. Rapor­ da; Sovyetler Birliği'nin Türkiye karşısındaki baskı politikasında hedefin esas olarak ülkedeki ekonomik güçlükleri artırmak oldu­ ğuna değiniliyordu. Dolayısıyla, Sovyetler Birliği, Türkiye üzerin­ de askeri baskıda bulunurken, esas amacı, ülkenin ekonomik güç­ lüklerinin artmasını sağlamaktı. Moskova'nın hedefi, Türkiye'nin ordusunu seferber tutmasını sağlayarak, ülkenin ekonomik ba­ kımdan zayıflamasına katkıda bulunmaktı. Bu nedenle de sinir savaşına ağırlık vermişti zaten. Sovyetler Bir­ liği'nin Türkiye karşısındaki tutumu, Ankara'nın ordusunu hangi 27

36

FRUS, 1 947, Volume: V, (The Near East a n d Africa), "ABD DB Yakın Doğu Böl ümü'nün Toplantı Notu", (29.9. 1 947).

ölçüde tutacağıyla hiçbir şekilde ilgili değildi. Hatta Amerikan ve İngiliz politikasına daha çok bağlıydı. Bu politikaların değişmeye­ ceği varsayılarak böyle bir değerlendirmeye gidilmişti. Sonuç ola­ rak, Moskova'nın Türkiye karşısında alacağı tutum, Türk silahlı kuvvetlerinin gücünün azalması ile değişmeyecekti. Moskova'nın Balkanlar'daki gücünde sürekli bir indirim vardı. Bu sürecin ba­ rış anlaşmalarının imzalanmasıyla hızlanacağı da düşünülüyordu. Raporda, Türk silahlı kuvvetlerinde böylesine önemli bir indi­ rime gidilmesinin Yunanistan'ın moralini olumsuz yönde etkile­ yebileceği düşüncesi de değerlendirilmişti. Buna göre , eğer Türk ordusunun etkinliğinin artırılması için öngörülen ve söz verilen Amerikan yardımı planlandığı şekilde gerçekleşirse, bu takdirde böylesine olası olumsuz bir etkinin üzerinde durulmayabilirdi. Di­ ğer yandan, Türk ordusundaki olası bir indirimin Yunanistan'da­ ki gerilla faaliyetlerini artırması beklenirdi. Hatta aynı şeyin Türki­ ye'de de başlaması için fırsat yaratabilirdi. Sovyetler Birliği'nin uy­ dusu haline gelmiş olan Balkan ülkelerinden Yunanistan'daki ge­ rilla kuvvetlerine gelen yardım, tamamen politik düşüncelerle te­ mellendirilmişti ve Türk silahlı kuvvetlerinin gücüyle bir alaka­ sı bulunmuyordu . Sovyet uydusu olmuş olan Balkan ülkelerinin Türkiye'de de benzer bir gerilla faaliyetine başlamak gibi bir he­ defleri bulunmuyordu. Raporda, tüm bu değerlendirmeler ışığında, lngiltere'nin Türk silahlı kuvvetlerinde indirime gidilebileceği düşüncesinde oldu­ ğu belirtiliyordu . Türk ordusu aynı zamanda yeniden düzenlene­ bilirdi. Londra'nın ümidi, Türkiye'ye yardımı neredeyse tek başı­ na üzerine almış olan ABD'nin de Ankara'ya 1 925 sınıfının terhisi­ ni önermesi yolundaydı. 28 ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nde görevli Bursley, 29 Eylül 1 94 7 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanlığı'na yazdığı bir raporda, aynı sabah Türk Dışişleri Bakanlığı'nca davet edildiğini ve bir görüşme gerçekleştirdiğini yazıyordu. Buna göre, Türk Dışişleri Bakanı Nec­ mettin Sadak, hükumetinin bütçe zorlukları nedeniyle ordudan bir sınıfı terhis etmeye karar verdiğini açıklamıştı. Terhislere yakında başlanacaktı. 1 948 yılı için bütçe gelir tahmini, iyimser bir bakış 28

FRUS, 1 947, Volume: V, (The Near East and Africa), "ABD DB Yakın Doğu Bölümü'nün Toplantı Notuna Ek Bilgi Notu", (29.9. 1 947).

37

açısına göre, bir milyar iki yüz milyon Lira idi. Millt Savunma Ba­ kanı, olağanüstü yüksek masraflardan söz etmişti. Bu arada, sağlık alanında olsun, bayındırlık alanında olsun, diğer ilgili bakanlıkla­ rın bütçelerinden epey bir indirim yapılarak, 1 948 yılı için Millt Sa­ vunma Bakanlığı bütçesine 380.000.000 Lira ayrılabilmişti. Bu miktar, bü tçenin üçte birini oluşturuyordu . Hiçbir başka devlet savunmasına bu kadar yüksek bir bütçe miktarı ayırmıyor­ du . Üstelik hepsi bu kadar da değildi. Savunma bütçesi için ayrı­ lan bu miktar, terhis edilecek sınıftan sonra gerçekleşecekti. O bi­ le bu hesabın dışındaydı yani. Bu durumda bile 1 948 bütçesi için savunma ihtiyacı için daha 140 - 1 50.000. 000 Lira'ya ihtiyaç ola­ caktı. Kamuoyu psikolojisi de hesap edildiğinden, bu son rakam­ dan hiç söz edilmemesi uygun görülmüştü. Tabiatıyla bu ek mik­ tar için yeni ve yüksek oranda vergiler tahakkuk ettirilecekti. Bu , kaçınılmaz bir ihtiyaçtı. Raporda, Türkiye'nin Sovyetler Birliği ile yeni bir sinir savaşına girdiğinden söz ediliyordu . Hele Moskova, yeni terhis edilecek sı­ nıfı öğrenince, Ankara'yı yeni masraflara sevk edecek tutum ala­ caktı. Amerikan askert yardımının ise Türkiye'ye dört ya da beş aydan önce varması beklenmiyordu. Ayrıca, yeni gelen askert araz ve gereçlerin Türklerce öğrenilmesi için gerçekleştirilecek olan eğitim programı için de birkaç aya daha ihtiyaç vardı. Bu hesaba göre; askert yardımın hedeflerine varması, yani motorize güçler oluşturulması ve köprülerin yapılması için, dokuz ila on iki ay ka­ dar bir süreye ihtiyaç vardı. Yukarıda anlatılan malt sorun lar nedeniyle Ankara , ABD'den ekonomik yardım talebinde bulunmuştu . Ancak böyle bir yar­ dım gerçekleşirse, Türkiye'de geniş yığınları olumsuz şekilde et­ kileyecek ekonomik ve malt bir krizden kaçınılması mümkündü. Böylesine bir ekonomik yardımın şekli daha sonra belirlenebilir­ di. Ankara'nın acil olarak öğrenmek istediği husus, ABD'nin Tür­ kiye'yi ekonomik olarak da destekleyip desteklemeyeceğiydi. Malt olarak talep edilen miktar 100 .000.000 Dolar'ı aşmayacaktı. Üste­ lik bunun bir miktarı da askert olmayan amaçlar için kullanılacak­ tı. Necmettin Sadak, bu yardım olmaksızın da Türkiye'nin yoluna devam edeceğini söylemişti. Fakat çok ciddt bir durumdan kaçı­ nılması için bu yardıma ihtiyaç vardı. 38

Görüşmenin bu aşamasında Bursley, Sadak'a 1925 sınıfının ter­ his edilip edilmeyeceğinin henüz kendisiyle yapılan görüşmeler sırasında kesin olarak kararlaştırılmadığını; hatta 1 928 sınıfının da silah altına alınıp alınmayacağı konusunda da kesin bir sonu­ ca henüz ulaşılmamış olduğunu belirterek; Türk silahlı kuvvetle­ rinin gücünün tam olarak neye tekabül edeceğini öğrenmek iste­ diğini bildirmişti. Sadak ise, bu soruya tam ve kesin yanıt verecek durumda olmadığını, çünkü konuya hakim olmadığını açıklamış­ tı. Fakat Sadak, Bursley'den Türkiye'nin mali yardıma olan ihtiya­ cını acilen ve hiç gecikmeden ABD Dışişleri Bakanlığı ile ABD'nin Türkiye Büyükelçisi Wilson'a bildirmesini özel olarak istemişti. Sadak'ın bir talebi de , ABD'nin mali yardım süresini bir yıl daha uzatıp uzatamayacağını haber vermesiydi. Bursley, bu sorunun yanıtı için hemen harekete geçeceğini söy­ lemişti. Sadak da, buna karşılık, eğer zorunlu ise, kendisine soru­ lan sorulan yanıtlayacaktı. Türk Genelkurmay Başkanlığı'ndan bir heyet yakında Washington'da temaslarda bulunurken, kendisin­ den askeri konularda bilgi edinmek mümkün olacaktı. Sadak, Ge­ nelkurmay Başkanı'nın Ankara'nın sözünü ettiği mali yardım ta­ lebinden habersiz olması ihtimali de bulunduğundan bahsetmiş­ ti. Her ne olursa olsun, Türk askeri heyeti bu konuda ilgili askeri ataşeyle görüşmemişti.29 ABD'nin Ankara Büyükelçisi Wilson, sadece birkaç gün sonra, 2 Ekim 1 94 7 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanlığı'na yazdığı bir rapor­ da; Sadak'ın mali yardım konusundaki talebiyle ilişkili olarak ba­ kanlığı bilgilendiriyordu . Buna göre; bir sınıfı terhis edince Anka­ ra, 1 948 bütçesinde savunma harcamaları kısmında 1 50 . 000.000 Lira'lık bir tasarruf sağlayacaktı . Yine de Ankara hala savunma masraflarını karşılayabilmek için 100.000.000 Dolar'lık bir yardı­ ma ihtiyaç olduğunu belirtiyordu. O zamanki Dışişleri Bakanı Ha­ san Saka, Ağustos ayı ortalarında, Türk silahlı kuvvetlerinin gücü­ nü korumanın bütçe üzerindeki ağır baskısı sorununu gündeme getirdiğinde, bu sorunu, halihazırdaki ordu mevcudunu korumak amacıyla belirtmişti. Wilson, bu görüşü dile getirdikten sonra, bu durumda, herhan29

FRUS, 1 947, Volume: V, (The Near East and Africa), "Bursley'den ABD DB'ye", (29.9.1947).

39

gi bir terhis söz konusu olmayarak, Türk ordusunun mevcudu­ nun korunması için gereken ekstra 1 50.000.000 Lira'nın gerek­ li olduğundan söz edildiğini belirtiyordu . Bu rakamın karşılan­ ması halinde ordu mevcudunun tamamen korunması mümkün olacaktı. Halihazırda ise, Türk hükumeti, ordu mevcudunu üçte bir oranında azaltmaya karar vermişti zaten; bu halde hala neden ekstra 1 40 ila 1 50.000.000 Lira'ya ihtiyaç olduğu Wilson tarafın­ dan anlaşılamayan bir husustu . Milli savunma için ayrılması ta­ lep edilen yüksek bütçe miktarı anlaşılmıştı. Ankara'nın bu eks­ tra bütçe yükü talebinin ayrıntıları ise henüz ABD tarafından bi­ linmiyordu ve ABD , Ankara'nın bu konuda kendisiyle bilgi pay­ laşmasını istiyordu. Wilson, raporunda, şimdiye kadar kendilerine iletilen bilgi­ ler temelinde; Türk hükumetinin , 1 925 sınıfını da terhis ede­ rek, 1 50.000.000 Lira'yı tasarruf ederse, bu takdirde buna ilaveten 1 00 . 000.000 Dolar tutarındaki Amerikan askeri yardımı ile bir­ likte, 1 948 yılı bütçesi için ayrılan savunma masraflarını azaltma­ yı başarabileceğini açıklıyordu . ABD , Türkiye'nin sorunlarına ve taleplerine yakın ilgi gösteriyordu . Bunu Ankara da yakından bi­ liyordu. Diğer yandan, Türkiye, Avrupa'nın yeniden inşası soru­ nunda, Avrupa ekonomik işbirliği Paris komitesinin bir üyesi ola­ rak da, ABD'nin Avrupa'ya ekonomik ve mali yardımının büyük miktarlara ulaştığının farkındaydı. Paris komitesi raporu, bir yan­ dan da, katılan ülkeler için yüksek miktarda kendi kendine finans­ manı öngörüyordu. ABD , bu çerçevede Türkiye'nin kendi üzerine düşeni gerçekleş­ tireceğine güveniyordu. Bu bakımdan Ankara kendi iç finans den­ gesini sağlamalıydı. Bunun için de yalnızca en gerekli ve kaçınıl­ maz harcamaları onaylamalıydı. Washington Ankara'ya güveni­ yordu . Bu arada, Ankara'nın da savaştan sonra ABD'nin tüm diğer ihtiyaç içindeki ülkelere yönelik büyük meblağlardaki malt deste­ ğini göz önüne alması bekleniyordu. Bütün Avrupa ihtiyaç için­ deydi ve ABD'den yardım bekliyordu. Bu koşullarda ABD , Türki­ ye'nin bütün bütçe açığını karşılayamazdı. Ankara'nın da böyle bir beklenti içinde olmayacağı u muluyordu. ABD , Türkiye'nin mali ihtiyaçlarını incelemeye devam edecekti. Bu konuda önerilerde ve tavsiyelerde de bulunmaya hazırdı. Eğer Ankara da talep eder40

se, bu amaçla bir Amerikan heyeti Türkiye'ye gelebilirdi. Wilson, ABD'nin bunu önerebileceğini umut ediyordu. Bu arada; 100.000.000 Dolar tutarındaki Amerikan yardımının istenirse askeri olmayan amaçlar için de kullanılabileceğine dikkat çekilmişti. Ayrıca, daha bir yıl önce kadar ABD , Türkiye'nin eko­ nomik gelişmesi için İhracat ve İthalat Bankası kanalıyla açılabile­ cek 25 .000.000 Dolar tutarındaki krediden daha yüksek bir meb­ lağı karşılayamayacağını da belirtmişti. Türkiye, mali ihtiyaçları­ nı uluslararası bankalar aracığıyla karşılamaya çalışmalıydı. Bu du­ rum, o zaman da Ankara'ya belirtilmişti. Bunun üzerine Ankara, birkaç ay önce bu alanda başvuruda bulunmaya karar vermişti. An­ kara, bu başvuru için hazırlık içindeydi. Washington bu başvuru­ ların devamından yanaydı. O kadar ki, Wilson, birkaç hafta önce bizzat Başbakan ile Dışişleri Bakanı'na, uluslararası bankaların Tür­ kiye'ye kredi açmak konusunda gayet olumlu bir tutum içinde ol­ duklarım belirtmişti. Ankara bu nedenle elini çabuk tutmalıydı. 30 Wilson, raporunun son kısmında, bundan sonra yapılacaklar için yol haritası çıkarıyordu . Buna göre; ABD , Türkiye'ye bir yan­ dan askeri yardımda bulunurken, diğer yandan da Türkiye'nin ekonomik ve mali sorunlarına yönelik katkıda bulunmaya devam edecekti. Türkiye'nin ekonomik gelişme projelerine yönelik ulus­ lararası bankaların da kredi desteği buna ilave edilmeliydi. Bunun dışında, Türkiye, ülkenin güvenliğine halel getirmeden, herhan­ gi bir ekonomik yük de olmaksızın, aynı zamanda ülkenin doğal kaynaklarına dayanarak sağlıklı bir gelişme içine girebilirdi. Niha­ yet ABD de, Türkiye'nin bütçe tasarısının 1 Kasım'da meclise su­ nulmasına kadar, Ankara'nın taleplerine yanıt vermeliydi. Bu ko­ nuda ABD'ye de önemli bir görev düşüyordu; eğer Türkiye, bütçe açığını ABD'den alacağı yardımla kapatmayı düşünüyorsa, bunun gerçekleşmesi mümkün olmayan bir düşünce olduğu kendilerine iletilmeliydi; hem de hiç vakit kaybedilmeden. Türkiye de beklen­ tisini gerçekçi bir temele oturtmalıydı yani. Eğer Türkiye, 1 948 yı­ lı bütçesinde hiç beklenmedik ve gayet acil ve krize yol açabilecek bir açıkla karşılasırsa, ancak bu takdirde Ankara, ABD'yi yardım gerektiği konusunda ayrıntılı bilgilendirmeli ve ikna etmeliydi.3 1 30

B u konuda bkz. Cemil Koçak, Rejim Krizi, s . 4 13-51 l .

31

FRUS, 1947, Volume: V , (The Near East and Africa), "Wilson'dan ABD DB'ye", (2.10.1947).

41

ABD Dışişleri Bakanlığı'na vekalet etmekte olan Lovett, 10 Ekim 194 7 tarihinde, ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'ne yazdığı raporda, Wilson'un yukarıdaki raporuna referans veriyordu . Türk hüku­ metinin silahlı kuvvetlerini terhis etmekteki kararı hala kesinleş­ memişti. Büyükelçiliğin Washington'un öneri ve tavsiyelerini biz­ zat Hasan Saka'ya ya da Necmettin Sadak'a iletmesi gerekiyordu. Buna göre; Washington , uluslararası gelişmeleri olumsuz yönde değerlendirmekle beraber, yakın tarihte bir savaş tehlikesi gör­ müyordu. Ayrıca, Sovyetler Birliği'nin savaş istediğine de inanmı­ yordu. Sovyet politikası, amaçlarına kilitlenmişti. Bu da, değişik yabancı ülkelerdeki komünist partilerinin faaliyetlerini destekle­ mekten geçiyordu. Bir de bunun için diğer politik, ekonomik ve psikolojik araçları kullanıyordu . Sovyetler Birliği'nin ilk hedefi, stratejik alanlardaki ülkelerde kaos yaratmaktı; böylece Sovyetler Birliği ile uydu devletleri, yarattıkları bu kaos ortamından yarar­ lanarak, buralarda arzu ettikleri rejimleri kurabilirlerdi. Mosko­ va, bu politikasından sonuç aldığını gördüğü sürece; öte yandan, kendi iç politikasında da bunun olumlu anlamda yatıştırıcı etkile­ rini görürse, bu takdirde savaştan kaçınacaktı. ABD'nin değerlen­ dirmesi bu yöndeydi. ABD , Türkiye'nin silahlı güçlerinin bir kısmını terhis ettiği tak­ dirde, Moskova'nın tutumunu değiştirmeyeceği görüşündeydi. Bölgedeki faaliyetleri de değişmezdi. Böylesine bir terhisin Mos­ kova üzerinde herhangi bir etkisi olmayacaktı. Ancak Ankara or­ dusunu terhis etmeye karar verirse , ABD , böylesine bir tutumun Türkiye'nin ordusunu yeniden yapılandırma faaliyeti olarak gö­ rülmesinden yanaydı. Türkiye silah altında tuttuğu gençlerin sayı­ sını azaltma yoluna girmiş olarak görülmeliydi. Böylesine bir gö­ rüntü için çaba harcanmalıydı. Bu şekilde, Amerikan yardımı so­ nucunda, yeni askeri araç ve gereçlerin ülkeye girişiyle birlikte, silahlı kuvvetlerinin hacminin azaltılması mümkün olmuş gibi görünmesi uygundu. Ordu, böylece daha verimli ve etkili bir ha­ le gelmiş olacaktı. Küçülmenin gerekçesi ve nedeni böyle açıklan­ malı ve görülmeliydi. Buna ilave olarak da, terhis edilen insan gü­ cünün ekonomiye katılması ile birlikte, bir yandan askeri harca­ malar azalırken; diğer yandan da üretimin ve ekonomik etkinliğin artması söz konusu olacaktı. 42

Böylece Türkiye'nin ekonomik ve mali güçlükleri yüzünden iç dengesinin bozulacağını ümit edenler yanılmış olacaklardı. Türki­ ye'nin bu şekilde zayıflamasını öngörenlerin planı da bozulacak­ tı. Ankara, silahlı kuvvetlerinde terhisin dış politikasında bir deği­ şiklik anlamına geldiği ya da bağımsızlığını ve toprak bütünlüğü­ nü koruma gayretinin azaldığı şeklinde yorumlanmasından, böyle bir izlenim verilmesinden çekinmeliydi. Bundan uzak kalmalıydı. ABD , öneri ve tavsiyelerde bulunurken bunu dikkatli yapıyor­ du ; bütün bunlar Washington'un öneri ve tavsiyeleri olarak ele alınmamalıydı; çünkü ABD , esas olarak Türkiye'nin kendi kara­ rını kendisinin almasını istiyordu. Bütün bunlar sadece ABD'nin düşüncesi olarak yansıtılıyordu. Ankara, ABD'nin görüşlerini ka­ ale alıp almamakta tamamen serbestti. ABD, Türkiye'nin ordusu­ nu terhis etmesi planının, Amerikan yardımının gelmesinden önce gerçekleşmesinin, Türkiye'nin savunma gücünü kesin olarak za­ yıflatacağının farkındaydı. Ancak yine ABD Türkiye'ye yönelik bir saldırıyı olası görmüyordu. Böyle bir gelişme ihtimali çok düşük­ tü . Türkiye'nin ordusunu terhis etmesinin getireceği avantaj lar da vardı. Bu bakımdan bu mesele sadece askeri çerçevede değerlen­ dirilmemeliydi. Bu konular Washington'da bulunan İngiliz Büyü­ kelçisi ile de tartışılmıştı. Onlar da Ankara'ya gereken açıklamalar­ da bulunacaklardı. Ayrıca, Londra da, Ankara'ya silahlı kuvvetle­ rinde yapılacak olan indirimin avantajlarından söz edecekti; fakat bu açıklama, Amerikan-İngiliz ortak bildirimi olmayacaktı da. 32 Bu kez de Bursley, aynı gün, yine 10 Ekim'de, ABD Dışişleri Ba­ kanlığı'na yazdığı bir raporda, aynı gün Dışişleri Bakanı Necmet­ tin Sadak'a Türkiye'nin kredi ihtiyaçları ile ilgili olarak bilgi ver­ diğini yazıyordu . Bakan, bu açıklamalar üzerine hayli hayal kırık­ lığına uğramıştı. Bunu açıkça dile getirmişti de. ABD'nin kredi ta­ lepleri konusundaki bilgi isteğine de, Washington'un bu alanda olumsuz bir tutum içindeyken, bunlara niçin ihtiyaç duyduğunu da sormaktan çekinmemişti. Bursley de, Avrupa'nın yeniden ya­ pılandırılmasında ABD'den olan yüksek beklentileri vurgulamaya gayret etmişti. Bakan da, Ankara'nın kredi taleplerinin bir kısmı­ nın askeri olmayan amaçlara tahsis edilmek istendiğini belirtmişti. 32

FRUS, 1 94 7 , Vol u me: V, {The Near East and Africa), "Lovett'den ABD'nin Anka ra B üyükelçi l iği'ne", (10.10.1947).

43

Bu da ülkenin ekonomik kalkınmasına ve gelişmesine katkıda bu­ lunacaktı. Bursley, Türkiye'nin bu konudaki tutumunu pek de an­ layamadığından şikayet ediyordu. Ankara, askeri konularda muğ­ lak olmaya devam ediyordu. Kendilerini olduğu gibi ve başarılı bir şekilde yansıtmakta da başarılı oldukları pek söylenemezdi. 33 Aradan geçen yaklaşık bir aydan sonra, Wilson, 12 Kasım 194 7 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanlığı için kaleme aldığı raporunda, Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak'ın kendisine ayrıntılı bilgi sun­ duğunu açıklıyordu. Buna göre; Sadak, bütçenin kesinleşmesin­ den sonra, savunma harcamaları için kredi talebini gündeme getir­ mişti. Sadak, Türk hükumetinin silahlı kuvvetlerden bir sınıfı ter­ his edeceğini, orduda iki sınıfın silah altında kalacağını ve bunun da ordu mevcudunu 320.000 kişi yapacağını açıklamıştı. 1 948 yılı bütçesinde bunun için 337.000.000 Lira ayrılmıştı. Bütçeye ayrı­ lan miktar, ancak 230.000 kişilik bir mevcudun asgari harcaması­ nı karşılayabilecek düzeydeydi; arada 90.000 asker düzeyinde bir bütçe açığı söz konusuydu. Bu açığı karşılamak için de 1 23 . 00 0 . 000 Lira'ya daha ihti­ _ yaç vardı. Sorun bununla da bitmiyordu. 1 948 yılının Mart ayın­ da da 1 9 26 sınıfını terhis etmek gerekiyordu; fakat bu sınıf da, 1 928 sınıfı silah altına alındığında bu sınıfın eğitiminde kullanı­ l acak olduğundan, bu süre içinde görev yapabilmelerini sağla­ mak için de 73 .000.000 Lira daha gerekiyordu . Böylece bütçe açığı 1 96 .000.000 Lira'yı buluyordu. 1 948 yılı bütçesinde savunma har­ camalarını karşılak için toplam 5 73 .000.000 Lira'ya ihtiyaç vardı. Ayrıca, buna ek olarak, ordu mevcudunun kıyafet, bot, araç ve gereç, benzin stoğu da tükenmişti. Çünkü, son yedi yıldan bu ya­ na hep stoklardan kullanım gerçekleşmişti. Eğer ani bir seferber­ lik söz konusu olursa, bu takdirde halihazırda Türk ordusunun 4 70.000 olan mevcudunu daha da artırmak imkanı olamayacaktı. Milli Savunma Bakanlığı, böylesi bir seferberlik halinde gereken 500.000 kişilik ordu mevcudunun yıllık 326 . 000.000 Lira harca­ mayı gerektirdiğini hesap etmişti. Sonuçta; Türkiye'nin içinde bu­ lunduğu mali imkanlar, bir yandan, ülkenin ekonomik gelişme­ sini sağlamaya ; diğer yandan da, bütçenin yarısını savunma har33 44

FRUS, 1947, Volume: V, (The Near East and Africa), "Bursley'den ABD D B'ye'', (2. 10.1947).

camalarına ayırmaya elvermiyordu. Bu imkansızdı. Bu bakımdan ABD , Türkiye'nin temel savunma ihtiyaçlarının karşılanmasın­ da gereken kredi ihtiyacı talebini karşılamayı yeniden gözden ge­ çirmeliydi. Bakanın isteği bundan ibaretti. Türkiye, temel savun­ ma harcamalarını sadece kendi bütçe imkanları ile karşılayamazdı. Sadak, görüşmenin bu aşamasında, 1 948 yılı bütçesinde savun­ ma harcamalarıyla ilgili bilgileri kendisiyle paylaşmıştı. Yine de ra­ porda , sunulan bilgilerin incelenmesi gerektiğine işaret ediliyor­ du ; çünkü, Wilson, rakamlar arasında boşluklar ve çelişkiler gör­ müştü . Wilson, Sadak'ın bu taleplerini yanıtlamaya da çalışmıştı. ABD , Ankara'nın sunduğu bu bilgileri ciddi ve ayrıntılı bir şekil­ de inceleyeceği sözünü vermişti. Fakat aynı zamanda ABD'nin Batı Avrupa'nın her yönden yeniden inşası sürecinde karşı karşıya kal­ dığı ağır talepleri de hatırlatmıştı. ABD , savaştan mahvolmuş ve ekonomik yönden çökmüş Batı Avrupa'nın yeniden ayağa kalkma­ sı için büyük mali imkanlar sunmak zorundaydı. Sadak ise, bütçe aşamasında bütün bakanlıkların zaten harcamalarını mümkün ol­ duğu kadar asgariye indirdiklerini söylemişti. Daha fazla bir kıs­ ma söz konusu bile olamazdı artık. Zaten bütün bakanlıklar har­ camalarını minumum hale getirmişlerdi. Öte yandan, Türk hüku­ meti, vergilerin artırılmasını da ekonomik olarak uygun görmü­ yordu. Ayrıca, vergilerin artırılmasının iç politikadaki beklenme­ dik sonuçlarını da göz önünde tutuyordu. Sadak, kömür maden­ lerinin modernizasyonu için uluslararası bankalara bir ay içinde kredi başvurusunda bulunacaklarını umduğunu da eklemişti. 34 Sadece birkaç gün sonra, Wilson, 2 1 Kasım'da, ABD Dışişleri Bakanlığı için kaleme aldığı raporunda, bu kez de Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak'ın, Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi'nin 7 Ka­ sım'da Moskova'da verilen bir davet sırasında, Sovyetler Birliği Sa­ vunma Bakanı Bulganin ile yaptığı görüşmeyi haber verdiğini açık­ ladığını belirtiyordu . Buna göre; Bulganin Büyükelçiyle görüşmek istemişti. Bu görüşmede, Sovyetler Birliği'nin bir yıldan bu yana artık Ankara'da bulunmayan Ankara Büyükelçisi Vinogradov ter­ cümanlık yapmıştı. Bulganin, görüşmenin hemen başında, Türki­ ye'ye olan hayranlığını ifade etmişti. Fakat Türkiye artık kendisi34

FRUS, 1 947, Volume: V, (The Near East and Africa), "Wilson'dan ABD DB'ye", (12. 1 1 . 1 947).

45

ni Amerikan hegemonyasına teslim etmişti. Türkiye'de Amerikan üsleri kurulmasına izin vermişti. Bu şekilde ABD'nin Sovyetler Bir­ liği ile girişmeyi planladığı bir savaşta araç olmayı kabul etmişti. Bu ithamlar karşısında Büyükelçi de, bunları duymaktan dola­ yı çok şaşırdığını belirtmişti. Çünkü , kendi çevresinde hiç kimse savaş istemiyordu. Türkiye'nin askeri konumunun da yalnızca sa­ vunmaya yönelik olduğunu bildirmişti. Görüşme bu tonda birkaç dakika kadar sürmüştü. Sadak, bu görüşmenin yüksek Sovyet yö­ neticileriyle son bir buçuk yıldan bu yana ilk kez gerçekleştiğine dikkat çekmişti. Bunun dışındaki bütün görüşmeler hep rutin ko­ nularda olmuştu. 35 Gelelim , Türk-Amerikan anlaşmasının Sovyet cephesindeki tepkisine: Antlaşma, bekleneceği gibi, Moskova'nın şiddetli tepki­ si ile karşılaşacaktır. 36 Bunun dışında, Balkanlar'da meydana gelen ayrışmada da, Türkiye, Yunanistan'ın ve dolayısıyla da Batılı ülke­ lerin yanında yer alan tek ülke olma özelliğini kazanıyordu. Tüm Balkan ülkeleri , Ankara ile Atina'ya cephe almışlardı. Bütün bu ülkeler, Sovyet "demir perde"sinin arkasında yer alıyorlardı. Yi­ ne tam da bu sırada, anlaşmanın imzalanmasından hemen sonra, 35

FRUS, 1947, Volume: V, (The Near East and Africa), "Wilson'dan ABD DB'ye", (21. 1 1 . 1 947).

36

Bilge, Güç Komşuluk, s. 333-334; Gürün, Dış İlişkiler ve Türk Politikası, s. 254; Olman, age, s. 1 06. ABD de, Türkiye ile Yunanistan'a yönelik yardımı için Sovyetler B irliği'nin sert eleştirilerine karşı Bir­ leşmiş Milletler'de de savunmasını tahkim etmeye gayret ediyordu. Bkz. FRUS, 1 947, Vol ume: 1, (Gene­ ral: The United Nations), "Uluslararası Güvenlik Bölümü Başkanı Joh nson'dan Politika Planlama Böl ü m ü Direktörü Kennan'a", (6.8.1947). Nitekim, aradan geçen birkaç aydan sonra, A B D Dışişleri Bakanı Mars­ hall, 1 9 Eylül 1 947 tarihinde, Birleşmiş Mil letler toplantısında iken, ABD Dışişleri Bakan vekiline yazdı­ ğı yazıda; Birleşmiş Milletler'in yeni bir savaş için propaganda yapıl masını engellemesi gerektiğini bildi­ riyordu . Bu yönde basında, radyoda, sinemada, kamuya açık konuşma larda, barışsever demokratik ülke­ lere karşı saldırgan bir tutum vard ı. FRUS, 1947, Vol ume: 1, (General: The United Nations), "Marshal l 'dan ABD DB vekil ine", ( 19.9.1947). ABD'nin Birleşmiş M i lletler'de Türkiye'ye yönelik desteği için ayrıca bkz. FRUS, 1947, Volume: 1, (General: The United Nations), "H. Barlett Wel ls'in Bilgi Notu", ( 1 9.9. 1947); FRUS, 1947, Volume: 1, (General: The United Nations), "Sandifer'in Bilgi Notu", ( 12.9. 1947); FRUS, 1947, Vol u­ me: 1, (General: The United Nations), "ABD'nin Birleşmiş Milletler Delegasyonu'nun Altıncı Toplantı Tutana­ ğı", (1 5.9.1947); FRUS, 1947, Volume: 1, (Genera l: The Un ited Nations), "ABD Delegasyonunun Taslak Ça­ lışması: Bilgi Notu", ( 10.10. 1947); FRUS, 1 947, Volu me: 1, (General: The United Nations), "ABD DB Özel Po­ litik İ lişkiler Ofisi Direktörü Rusk'un ABD DB Müsteşarı Lovett'e Bilgi N otu", (23.7.1947). İ ngiltere ise, tek­ nik yardıma 15 Temmuz 1947 tarih inden önce başlayamayacağını d uyurmuştu. FRUS, 1947, Volume: 111, (The British Commenwealth; Europe), "ABD DB Uluslararası Parasal ve Mali Sorunlar U l usal Danışmanlar Konseyi'nin 68. Toplantı Tutanağı", (10.7. 1947). Yine de hatırlamak gerekir ki, ABD'nin d ış yard ı m progra­ mının ne ölçüde ve ne kadar süreceği, ABD Dışişleri B akanlığı'nca da garanti edilemezd i. Bu sırada Mars­ hall planı dahi elle tutulur vaziyette deği ldi. FRUS, 1 947, Volume: 111, (The British Com menwealth; Euro­ pe), "ABD DB Ticaret Politikası Böl ümü Şef Yardımcısı Moore'den Uluslararası Ticaret Politi kası Ofisi Di­ rektörü Wilcox'a", (28.7.1947).

46

Sovyetler Birliği, Balkan ülkelerinde bulundurduğu askeri konu­ munu güçlendirmeye başlamıştı. Moskova, gerek Romanya ve ge­ rekse Bulgaristan'da bulundurmaya devam ettirdiği askeri birlik­ lerini rahatça destekleyebileceği kadar yakındaydı. Özellikle Bul­ garistan'da bulunan Sovyet askeri gücü , Sofya'nın Batı Trakya'ya yönelik bir saldırısına olanak sağlıyordu ; tıpkı Türkiye'ye yönelik olası bir saldırısına olduğu gibi. Sovyetler Birliği'nin bölgedeki as­ keri varlığı, hem Bulgaristan'da yeni kurulan rejimi destekliyordu , hem de Moskova'nın Türkiye üzerinde kurmuş olduğu baskıyı. 37 Nitekim, Bulgaristan'ın yabancılara yönelik seyahat yasakları da, yine Amerikan misyonları açısından, Türkiye ile Yunanistan'a yönelik Sovyet saldırgan tutumunu araştırma çabalarım engelleyi­ ci yönde görülmüştü. 38 Unutulmasın ki, ABD Dışişleri Bakanlığı, daha 1 94 7 yılının yazında, Sovyetler Birliği'nin ltalya'ya, Yunanis­ tan'a, lran'a, Türkiye'ye ve Boğazlara yönelik yayılmacı eğilimleri­ ni not etmişti bile .39 Yine aynı sırada ABD'nin Yugoslavya Büyü­ kelçisi Cannon, 7 Eylül 1 94 7 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanlığı'na yazdığı bir raporda, Sovyetler Birliği'nin uydusu olarak tanımladı­ ğı Yugoslavya'nın Moskova için Adriyatik'te ve Akdeniz'de Yuna­ nistan, Türkiye, Avusturya ve ltalya'ya karşı bir tramplen görevi görebileceğinden söz ediyordu .40 Truman Doktrini'nin Ankara açısından taşıdığı önem, aslında birkaç yönlüydü: Öncelikle, Balkanlar'da ve Türkiye'de görülen geleneksel İngiliz politikası, artık ortadan kalkıyor ve bu politika­ yı ABD devralıyordu . Ancak, İngiltere, Balkanlar'dan çekilirken, Türkiye'ye ve Yunanistan'a olan askeri ve ekonomik yardımını ke­ serken, tam olarak neyi ifade ettiği anlaşılamamıştı. Ankara, Lond­ ra'nın 1939 tarihli ittifak antlaşmasına hala bağlı olup olmadığını 37

FRUS, 1 947, Volume: 111, (The British Commenwealth; Europe), "ABD'nin Moskova Büyükelçisi Smith'ten ABD DB'ye", (18.8. 1947). Moskova'nın Ankara üzerindeki baskısına bir örnek daha vermek mümkündür: Moskova, 1 946 yılında üç cilt halinde savaş yıl ları na aid Alman doküman larını yayınla mıştı ki, bunlar a ra­ sında Almanya'nın Türkiye ile ilişkilerini de içeren belgeler bulunmaktaydı. FRUS, 1 947, Volume: 111, (The British Commenwealth; Europe), "ABD DB Kamu i lişkileri Ofisi Direktörü Russell'dan ABD DB Müsteşarı Lo­ vett'e", ( 16.2. 1 948).

38

FRUS, 1 947, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD DB Güneydoğu Avrupa Bölümü Başkanı Barbour'un Bilgi Notu", (10. 1 1 . 1 947).

39

FRUS, 1947, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD DB Özel Politik İ lişkiler Ofisi'nde Danış­ man Notter'in Ofis Direktörü Rus'a Bilgi Notu", ( 1 4.7. 1 947).

40

FRUS, 1 947, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "Canon'dan ABD DB'ye", (7.9.1947).

47

bilmek istiyordu.4 1 Bu arada, Irak dışında, Arap devletleri de, Tru­ man Doktrini ile ABD'nin Türkiye'ye olan yakın ilgisini, Batı'nın kendilerine karşı bir tehdidi olarak göreceklerdir.42 Nitekim ABD de, ltalya'nın eski kolonilerine sahip çıkması konusunda göstere­ ceği her desteğin ya da girişimin, Mısır ve Filistin gibi bütün Arap ülkelerinde Amerikan karşıtı tutumu artıracağından endişe edili­ yordu. Araplara karşı bu karşıt tutum da, Türkiye, İran ve Yuna­ nistan arasında kurulmaya çalışılan birlik için Amerikan çabala­ nnı boşa çıkarabilirdi.43 Dahası, ltalya'da olası bir komünist ikti­ dar da, ABD'nin Türkiye ile Yunanistan'daki hedeflerine ulaşması­ nı imkansız kılardı. 44 Tam bu sırada Avrupa'da da önemli siyasi gelişmeler yaşanı­ yordu : Fransa'da ve ltalya'da komünistler hükumetten uzaklaştı­ rılmıştı. ltalya'da Nisan ayında yapılan seçimlerde, Hıristiyan De­ mokrat Parti, önemli bir başarı kazanırken; seçimde önemli bir ilerleme sağlayacağı öngörülen İ talyan Komünist Partisi, büyük bir seçim başarısızlığı ile karşı karşıya kalmıştı.45 Bunu , Lüksem­ burg ve Belçika'daki hükumet değişiklikleri izleyecek ve bu ülke­ lerde de komünistler hükumetten uzaklaştırılacaktır.46 Diğer yan­ dan, Eylül ayı başında yapılan Macaristan seçimlerinde komünist41

Sander, Balkan Gelişmeleri ve Türkiye, s. 49, 53 ve 56-57. Bu konuda bkz. Cemil Koçak, TMŞD, (Cilt: 1), s. 238-712.

42

Sander, Türk-Amerikan ilişkileri, s. 35.

43

FRUS, 1 947, Volume: 111, (The British Commenwealth; Europe), "ABD D B Politika Planlama Bölümü'nün B il­ gi Notu", (24.9.1947). Ayrıca bkz. FRUS, 1 947, Volume: 111, (The British Commenwealth; Europe), "ABD'nin Roma Büyükelçisi Dunn'dan ABD DB'ye", ( 10.10. 1947).

44

FRUS, 1947, Volume: 111, (The British Commenwealth; Europe), "ABD'nin DB Yakın Doğu ve Afrika İ l işkile­ ri Direktörü Henderson'dan ABD DB'ye", ( l . 1 0. 1 947). ABD Ulusal Güvenlik Konseyi'nin 10 Şubat 1948 tari­ hinde hazırladığı bir rapora göre, ABD'nin Orta Doğu ile Akdeniz ve Yakın Doğu bölgesindeki güven lik me­ seleleri açısından İta lya'nın, tıpkı Türkiye ile Yunanistan ve l ran gibi, çok önemli bir yeri vardı. ABD, bu ül­ kelerin bağımsızlarının ve toprak b ütünlüklerinin korunmasında yardımcı olacaktı. Bunun için de gerek as­ keri ve gerek ekonomik yardım söz konusuydu. Fakat ABD'nin bu politi kasının başarısı, İ ngiltere'nin de böl­ gedeki gücünü korumasına bağlıydı. Ya da iki ü lke a rasında bölgede para lel bir politika izlenmeliydi. Ayrı­ ca bkz. FRUS, 1 948, Volume: 111, (Western Europe), "ABD U lusal Güvenlik Konseyi Raporu", ( 1 0.2. 1 948). B u konuda ABD Dışişleri Bakanlığı'nca 1 1 Haziran 1948 tarihinde hazırlanan b i r başka rapora d a h a bkz. Ay­ rıca bkz. FRUS, 1 948, Volume: 111, (Western Europe), "ABD DB Tarafından Hazırlanan R a por", ( 1 1 .6 . 1 948). Bu raporda da, benzer şekilde, ABD ile İ ngiltere'nin Orta Doğu'da birlikte politik istikamet a l ması tartışılı­ yord u.

45

AT, Sayı: 173, (Nisan 1948); Ulus, (21.4. 1948).

46

Ataöv, "Marsha l l Pliinı'ndan NATO'nun Kuruluşuna Kadar 'Soğuk H a rb'", SBFD, Cilt: XXll l , Na: 3, (Eyl ü l 1968), s . 276.

48

ler birinci parti olarak çıkmışlardı.47 Her iki blok içinde de rej im­ ler kendilerini tahkim ediyorlardı. Ekim ayında ise, ABD Senato ve Temsilciler Meclisi üyelerinden oluşan bir heyet, İstanbul ve Ankara'yı ziyaret ediyordu .48 Ge­ nelkurmay Başkanı Orgeneral Salih Omurtak'ın bu sırada gerçek­ leşen ABD ziyareti de bu yeni çerçevede değerlendirilmelidir.49 Heyette Korgeneral Zeki Doğan, Tuğgeneral Rüştü Erdelhun ile Yarbay Seyfi Kurtbek de bulunuyordu. Omurtak, Londra'ya da uğ­ rayacak ve yaklaşık bir hafta kalacaktır. Aynı günlerde ABD do­ nanmasına bağlı iki muhrip, İskenderun limanını ziyaret ediyor­ du. Diğer yandan, İngiliz Hava Mareşali Strafford'un başkanlığın­ da altı bombardıman uçağı da, yine aynı tarihlerde Ankara, İstan­ bul ve İzmir'i ziyaret etmişti. Ziyaret bir hafta sürmüştü; İnönü de, Ankara'da Strafford'u kabul etmişti. Ekim ayında askeri ve siyasi çevreleri meşgul eden bir başka konu da , İngiliz donanmasında yapılması öngörülen ve ciddi oranlara ulaşan indirimdi. so Yılın son günlerindeki gelişmeleri de yine Amerikan diploma­ tik belgelerinden izlemeye devam edebiliriz: Türkiye'nin kredi ta47

AT, Sayı: 166, (Eylül 1 947).

48

AT, Sayı: 1 67, (Ekim 1 947).

49

Sander, Türk-Amerikan ilişkileri, s. 30. Ayrıca bkz. Cumhuriyet, (27.9. 1 947); Cumhuriyet, (2-4.10.1947). Omurtak başkanlığındaki Türk askeri heyeti, 5 Kasım'da ABD'ye gitmek üzere Türkiye'den ayrılacaktır. Cumhuriyet, (5.10. 1 947); Vatan, (6. 10.1947). Omurtak, 7 Kasım' da ABD'ye varacak ve hemen ertesi gün 8 Kasım'da da Truman ile görüşecektir. Cumhuriyet, (8-9. 10.1947); Vatan, (9. 10.1947). Omurtak, Eisenho­ ver ve Nimitz ile de görüşmüştü. Vatan, (10.10. 1947). Omurtak, 10 Kasım'da Londra'ya da uğrayacak, İn­ giliz Kra lı ile de görüşecek ve 20 Kasım'da da Ankara'ya dönecektir. Cumhuriyet, ( 1 1 ve 20. 1 1 . 1 947); Va­ tan, (12 ve 2 1 . 1 1 . 1 947); AT, Sayı: 167, (Ekim 1 947); AT, Sayı: 168, (Kasım 1947).

50

AT, Sayı: 1 67, (Ekim 1947); AT, Sayı: 1 68, (Kasım 1 947). Bu konuda Türk basınında görülen tepkiler için bkz. "İngiltere'nin Tarihi Kararı Karşısında", Cumhuriyet, (22.10.1947); Hüseyin Cahil Yalçın, " l ngiliz Politikası ve l ngiliz Donanması", Tanin, (3 1 . 10. 1947); AT, Sayı: 167, (Ekim 1 947). Söz konusu yazılar, İngiliz donan­ ma gücünün azaltılmasının İ ngiltere'nin askeri ve siyasi gücünün azalacağı şeklinde değerlendirildiğini ve bunun da Ankara açısından endişe ve üzüntü yarattığını açıkça gösteriyordu. B u arada, Lovett, 4 Aralık 1 947 tarihinde, ABD'nin Ankara Büyükelçi liği'ne yazdığı bir raporda, Türki­ ye'ye yüz kişilik bir hava askeri yardım heyetinin gönderileceğini belirtiyordu. ABD Hava Kuvvetleri, talebi onaylamıştı. Bu misyon, gerek askeri ve gerekse sivil kişilerden oluşacaktı. i lk etapta otuz kişilik askeri ve sayısı belirsiz sivil personel bu gruba dahildi. Fakat grubun kısa za manda harekete geçmesi güçtü. Bu ka­ dar kalabalık sayıda uzman bulmak da ayrıca güçtü. Eğer ABD'nin Ankara Büyükelçiliği bu girişimi onay­ larsa, ABD Hava Kuvvetleri'nin talebi ABD'nin ilgili kanallarına sunulacaktı. FRUS, 1 947, Volume: V, (The Near East and Africa), "Lovett'ten ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'ne", (4. 12. 1947). Nitekim aradan kısa za­ man geçtikten sonra, 8 Ara lık'ta kaleme alınan bir raporda, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın girişimi onayladığı haber veriliyordu. Bu, yaklaşık olarak 27.000.000 Dolar tutarında bir yardımdı. Bu rakama Türk hava kuv­ vetleri progra mına yapılacak olan yardım da dahildi. FRUS, 1947, Volume: V, (The Near East and Africa), "ABD DB'den ABD Hava Kuvvetleri'ne", (8. 12. 1947).

49

lepleri hala gündemdeydi; fakat karşılanmaktan da büyük ölçüde uzaktı. Lovett, 26 Kasım 1 94 7 tarihinde, ABD'nin Ankara Büyü­ kelçiliği'ne yazdığı bir raporda, Türkiye'nin kredi talebinin Exim­ bank tarafından kabul edildiğini yazıyordu; fakat kredinin top­ lam hacmi sadece sekiz milyon Dolar'dı. Böylece Türkiye altı yol­ cu ve kargo gemisi alabilecekti. Türkiye'nin bu alım için ödeme­ si gereken miktar üç milyon Dolara yakındı. Kredi yedi yıl içinde geri ödenecekti. 5 1 Hepsi bu kadar da değildi; yine Lovett, bu kez de 2 Aralık'ta, yine ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'ne yazdığı bir raporda, banka yetkililerinin Türkiye'nin resmi proj e önerilerini kendilerine sun­ madan önce Türk yetkililerle görüşmek istediklerini söylemişler­ di . Böylesi daha uygundu; çünkü , daha önceden aralarında gö­ rüş alış verişi olmadan yapılan girişimler, her iki taraf açısından da mahcubiyetle sonuçlanabiliyordu. Bu görüşmelerin gayriresmi olarak yapılması daha uygun olacaktı. ABD de, bu görüşmelerde aracılık etmeye hazırdı. 52 ABD'nin Ankara Büyükelçisi Wilson, yılın son günlerinde, 1 9 Aralık 1 94 7 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanlığına yazdığı bir ra­ p orda, Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak'ın kendisine tamamen gizli olarak aktardığı bilgileri açıklıyordu. Buna göre, Yunanistan Hükumeti, Ankara'ya Amerikan askeri yardımının hızlandırılması gerektiğini bildirmişti. Sadak, Atina'nın karşı karşıya kaldığı ciddi sorunları takdir ediyordu ; fakat Ankara, ABD'nin yardım progra­ mını en uygun ve verimli şekilde sürdüreceğinden emindi. Sadak, diğer yandan, Atina'nın Ankara'ya yaptığı bir öneriden de söz etmişti. Buna göre , Atina , Ankara'ya, ilerideki gelişmele­ re göre, ortak askeri planlama ve operasyonlar da önermişti. Sa­ dak da, Yunanistan'ın güvenlik sorunlarıyla yakından ilgilendik­ lerini belirterek ; eğer Yunanistan S ovyet denetimine girerse, bu takdirde Türkiye'nin bağımsızlığını koruma savaşının yarıya yarı­ ya kaybedilebileceğini bildirmişti. Bununla birlikte, halihazırdaki durumda Türkiye, Atina'ya, hiç kimseyi provoke etmemek gerek51

FRUS, 1 947, Vol u m e: V, (The Near East and Africa), "Lovett'ten A B D ' n i n Ankara Büyükelçiliği'ne", (26. 1 1 . 1 947).

52

FRUS, 1 947, Vol u me: V, (The Near East and Africa), "Lovett'ten A B D ' n i n Anka ra Büyükelçiliği'ne", (2. 12.1947).

50

tiğini göz önüne alarak, hayli tedbirli ve kaçamak bir yanıt verme­ yi tercih etmişti. 5 3 53

FRUS, 1 947, Volume: V, (The Near East and Africa), "Wilson'dan ABD DB'ye", (19.12.1947). Bu arada yine ABD Dışişleri Bakanlığı'nca hazırlanan tarihi belirsiz bir belgede; Yunanistan'ın Sovyet denetimine düşmesi halinde, Türkiye'nin de batıdan, kuzeyden ve doğudan sarılacağına dikkat çekiliyordu. Yine benzer şekilde tarihsiz hazırlanmış bir başka belgede de; Türkiye'ye toplam 100.000.000 Dolar de­ ğerindeki bağış karşılığı yardıma dikkat çekiliyordu. Türkiye, yakın bir tarihte ek olarak 100.000.000 Do­ lar tutarında yeni bir yardım daha talep etmişti. Bunun 1948 yılı içinde gerçekleşmesi isteniyordu. Fakat raporda, ABD'nin bu talebin esaslı gerekçelerine ilişkin ciddi bilgisi bulunmadığı gibi, haklılığına dair de kuşkuları olduğuna değinilmişti. Diğer yandan, ABD de, Türk silahl ı kuvvetlerinin modern bir şekilde yeni­ den yapılandırılmasında ve gerekli araç ve gereçle donatılmasında toplam 400.000.000 Dolar'lık bir har­ cama gerektiğini biliyordu. Bu rakam, geçen yaz aylarında Türkiye'yi ziyaret eden ve incelemelerde bulu­ nan Amerikan inceleme heyetinin verdiği rakamdı. Bu arada, ABD ordu, donanma ve hava kuvvetlerinden bir grup, yakın tarihte Türkiye'ye giderek, yeni gelen askeri yardım malzemesinin kullanı mında Türklere yar­ dımcı olacaktı. Aynı amaçla küçük bir İ ngiliz ordu, donanma ve hava personeli de Türkiye'de bulunacaktı. Bu raporun devamında; Türkiye'nin halihazırda gerçek, fakat aynı zamanda geçici bir sakinlik içinde olduğuna dikkat çekiliyordu. Barışa karşı gerçek bir tehdit söz konusuydu. Sovyetler Birliği, Türkiye'nin do­ ğusunda yayı lmacı bir eği lim içindeydi. Boğazlar bölgesinde ise, hala egemen bir pozisyon almaya çalı­ şıyordu. Moskova'nın bu yöndeki son hareketi 1 946 yılının yazında gerçekleşmişti. Fakat Moskova, uygun bulduğu anda, bu konuda daha fazla gayret gösterecekti. Raporun bir sonraki aşamasında ise; Türkiye'nin iç politika gelişmelerine göz atılıyordu. Buna göre; Türkiye'nin politik durumu dengeliydi. Daha gelişkin bir demokrasiye doğru da tutarlı bir tutum içindeydi. Bir raporda; Boğazlar sorununun sonbahardan beri sönmüş bir volkana benzediğinden söz ediliyordu. Fakat ABD, Moskova'nın Boğazlar ile artık ilgilenmediğini düşünmüyordu. Aksine, Moskova, gözlerini hala Boğazlar' dan ayırmıyordu. Sovyetler Birliği, Boğazları kendi topraklarında bulunan ya da Bulgaristan ya da Romanya'daki hava üslerinden kapatabilecek yetenekte olmak istiyordu. Boğazlar' da üs bulundurmak ise, Moskova'ya Türkiye'yi tama men işgal etmek için bir platform görevi görecekti. Bu bakımdan arzu ediliyor­ du. Türkiye'nin ekonom ik bakımdan güçlenmesi gerekiyordu. Temel ihtiyaçlarını sağlayabilecek konumda olmalıydı. Batı ekonomilerinin modern başarılarını kendisine örnek almak yerine, buna konsantre olmalıy­ dı. Karayolu ağının genişletilmesi ve geliştirilmesi bu bakımdan çok önemliydi. Bütün bunlar için de Anka­ ra'nın uzmanlara ihtiyacı vardı. Türkiye'nin, bölge ülkelerinin aksine, petrol üretimi de yoktu. Bir başka rapordan daha söz edebiliriz: Yine tarihsiz olup, ABD Dışişleri Bakanlığı'nca kaleme a lınmış olan bu raporda, Orta Doğu ele alınıyordu. Bölgenin jeopolitik önemi yeniden değerlendiriliyor ve Batı açı­ sından önemine değiniliyordu. Bölgenin kendi başına kendisini savunması pek güçtü, hatta imkansızdı. Bu bakımdan Yunanistan ile Türkiye'nin önemi, bölgenin politik ve askeri savunmasında aşikardı. Bu iki ülke, halihazırdaki koşullarda, kuzeyin doğal kaleleriydi. ABD D ışişleri Bakanlığı'nca hazırlanan yine tarihsiz bir rapora göre de; İtalya, Yunanistan, İ ra n ya da Türkiye'nin Sovyet denetimine girmesi halinde, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu güvenliği tehlikeye girerdi. ABD'nin hedefi, bu ülkelerin toprak bütünlüğünün ve bağımsızlığının korunmasına yardımcı olmaktı. FRUS, 1947, Volume: V, (The Near East and Africa). Nitekim, benzer bir rapor da, 5 Kasım 1 947 tarihinde hazır­ lanmıştı. Bu ülkelerin güvenliğinin sağlanması, gerek ABD ve gerekse İ ngiltere'nin güvenliğini yakından il­ gilendiriyordu. Eğer burada bir ihmal olursa, bu takdirde Sovyetler Birliği, bütün Doğu Akdeniz ve Orta Do­ ğu'da kaçınılmaz olarak baskın bir konum elde ederdi. Böyle bir gelişmenin öngörülebilir sonuçları vardı. Bu bakımdan politika oluşturulmalıydı. Bu konudaki politika, halihazırdaki uluslararası durumun yoğunlu­ ğu nedeniyle, ertelenemezdi ve kesin olmak zorundaydı. Zaman hızla akıp geçiyordu. Yarım önlemler ya da kararlar yararsızdı. Üstelik halihazırdaki durumu daha da tehlikeli hale getiriyordu. Bu aşamada bütün bölge ülkeleri ve hatta İ ngiltere de, kesin bir politika belirlemeliydi. Bir kavşak nok­ tasına gelinmişti artık. Bir karar verilmeli ve istika met tayin edilmeliydi. Bir kez karar verildikten sonra da, bundan geriye dönmek de zordu. ABD de, Londra'ya, Doğu Akdeniz ile Orta Doğu'nun güvenliğinin İ ngilte­ re'nin güvenliği açısından taşıdığı önemi vurgulamıştı. İ ngiltere'nin bölge için herhangi bir kararlı planı-

51

Yılın nenedeyse son günü , 30 Aralık 1 94 7 tarihinde, Türkiye ve Yunanistan'a Yardım Programı Koordinatörü McGhee, Sena­ tör William F. Knowland'a yazdığı bir raporda, 1 1 Aralık'ta üç ge­ mi dolusu yardım malzemesinin Türkiye'ye vardığını haber veri­ yordu. Buna göre, yardım malzemesi içinde; altı vinç, bir römork, 252 farklı parça, altı grayder, on yol yapımında kullanılan gray­ der, on beş traktör, iki kırma-eleme tesisi, yirmişer tonluk iki rö­ mork, bir tonluk yirmi römork, yüz iki kutu gereken araç ve ge­ reci ile telefon, seksen dört makinalı tüfek, on beş makinalı tüfek kaidesi, dört yol grayderi ve altmış sekiz kutu yedek parçası, yüz seksen kutu radyo cihazı, altı otomobil ve 1 .500 karton kadar mü­ himmat bulunuyordu. Bu tarihten sonra Türkiye'ye ulaşan başka­ ca bir malzeme olmamıştı. Türkiye'yi yardım toplamı 1 0 0 . 00 0 . 000 Dolar'dı. Bunun 8 7 .000 . 000 Dolar kadarı 15 Aralık tarihine kadar tahsis edile­ cek ve dağıtılacaktı. Ayrıca, raporda , Türkiye'ye yardım progranın olmaması ise, Londra'nın ABD'nin bölgeye yönelik politikası hakkında bilgisi olmamasıydı. Londra da, kendi politikalarının ABD'nin desteği olmadan uygulamada nasıl verimli olacağını soruyordu. Washington da aynı görüşteydi. İngiltere de bölgede güvenliğin korunmasında katkı sağlamalıydı; ABD'nin bu yardıma ihtiyacı vardı. Ama bunun için de ortak politika ve planlama şarttı . Bu konuda acilen ileri adım atılmalıy­ dı. Kaybedilecek zaman yoktu. Diğer yandan; hala şu söylenebilirdi: lngiltere Doğu Akdeniz ile Orta Doğu'yu kendi etkisinde tutabilirdi. Fakat bunun için de lngiltere temel sorumluluklarını yerine getirmeliydi. Bu sorumluluk, bu iki bölgeyi Sov­ yetler Birliği'ne karşı korumaktı. Bunun için de lngiltere gerektiğinde ve acil durumlarda bölgedeki üslerini kullanmalıydı. Bütün bunlar, lngiltere'nin bölge ülkeleriyle uzun vaade yeterli düzeyde ekonomik ve siyasi ilişkiler geliştirmesine bağlıydı. Böylece bölgedeki askeri konumunu koruyabilecekti. Washington, Lond­ ra'ya, Akdeniz ile Orta Doğu'nun güvenliğinin lngiltere'nin güvenliği anlamına geldiğini belirtmişti. Böl­ gedeki İngiliz politikası ABD'nin bilgisi dahilinde uygulanmalıydı. Aksi halde, başarılı olamayabilirdi. ABD, bölgede l ngiliz politikası i le uyumlu ve işbirliği içinde olmalıydı. Aksi halde, ABD başkaca yararlı araştır­ malara girişmeliydi; bunun için de kaybedecek zaman yoktu. Raporda, Doğu Akdeniz ile Orta Doğu'ya destek politikasının; bu arada ltalya, Yunanistan, Türkiye ve lran'a desteğin m u hakkak silahlı bir çatışma anlamına gelmeyeceği de vurgulanıyordu. Sadece gereken et­ kili karşı önlemler söz konusu idi. Bütün bu hazırlıklar, gereken zamanda ve gereken yerde Amerikan silah­ lı kuwetlerinin en etkili şekilde kullanımına yönelikti. Bir başka tarihsiz belge de Amerikan ve l ngiliz gruplar tarafından ortak olarak hazırlanmıştı. Türki­ ye'nin içinde bulunduğu duruma ilişkin genel bir görüşme yapılmıştı. Buna göre, Orta Doğu'nun ve Do­ ğu Akdeniz' in savunulmasında temel bir faktör olarak, Türkiye'nin toprak bütünlüğünün ve bağımsızlığının önemi yeniden vurgulanmıştı. Bu konuda genel bir mutabakata varılmıştı. FRUS, 1 947, Volume: V, (The Ne­ ar East and Africa), "ABD DB Güney Asya Bölümü Başkanı Hare'nin Bilgi Notu", (5. 1 1 . 1947). Bu arada; Süriye'nin Hatay sorununu Birleşmiş Milletler'in gündemine getirmesi tavsiye edilmemişti. Bu mesele de Orta Doğu'nun güvenliği açısından ele alınıyordu ve güvenlik sorunları açısından sakınca­ lıydı. Hatay'ın Türkiye'nin elinden çıkması, Orta Doğu 'nun güvenliğine halel getirirdi ve bu bakımdan Sü­ riye' nin bu konudaki hamlesi durdurulmalıydı. Nitekim, bu konuda elimizde bir belge b u l u nmaktadır. ABD Dışişleri Bakanlığı, 12 Haziran 1947 tarihinde, ABD'n i n Tahran Büyükelçiliği'ne yazdığı bir raporda, Büyük Suriye propagandasının Arap dünyasındaki yankıları konusunda kaygılarını iletiyordu.

52

mının eşit bir şekilde ve oranda bir yılda tamamlanmasının öngö­ rülmediğine de değiniliyordu. Aksine, ilk altı ayda Türkiye'nin sa­ vunma potansiyelinin maksimize edilmesine gayret edilecekti. Bu planlar kesindi ve önümüzdeki yıl boyunca da düzenli şekilde sü­ recekti. 54

2. MARSHALL PlAN I VE TÜRKiYE 1 947 yılının önemli gelişmelerinden biri de, ABD'nin Avrupa ül­ kelerine bir yardım programı başlatmak üzere oluşturduğu Mars­ hall Planı'ydı. Paris'te bu vesile ile toplanan konferansa Türkiye de katılmış ve 600. 000.000 Dolar'ın üzerinde yardım talep etmiş­ ti. Yardımın amacı, iktisadi kalkınmaya katkıda bulunmaktı. An­ cak Ankara'nın bu talebi uygun görülmemişti. Çünkü , Türkiye, 54

FRUS, 1 947, Volume: V, (lhe Near East and Africa), "ABD Türkiye ve Yunanistan'a Yardım Programı Koordi­ natörü McGhee'den Senatör William F. Knowland'a", (30. 12.1947). Unutulmasın ki, yeni yılın hemen başın­ da hazırlanan bir Amerikan raporunda, Türkiye'ye yardım programının geciktiğinden söz ediliyordu. Progra­ mın öngördüğü takvimin gerisinde kalınmıştı bile. ltalya, Yunanistan ve Türkiye'ye askeri yardıma öncelik tanınmalıydı ve bu konuda en üst düzeyde karar alınmalıydı. Ayrıca bkz. FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "ABD Genelkurmay Başkanlığı'ndan ABD DB'ye Bilgi Notu", (19.2. 1 948). Bu arada, ltalya'nın ön­ celiğinin diğerlerine göre daha sonra geldiğine ilişkin bir başka rapora daha bkz. Ayrıca bkz. FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "ABD DB Avrupa ile ilişkiler Bölümü Başkanı Hickerson'dan ABD DB'ye",

(8.3 . 1 948). Bu konudaki gelişmeler için ayrıca bkz. Ayrıca bkz. FRUS, 1 948, Volume: 111, (Western Euro­ pe), "ABD'nin Roma Büyükelçisi Dunn'dan ABD DB'ye", (15.1.1948). ltalya'nın konumu ABD açısından çok önemliydi; ltalya'nın 'düşmesi halinde, bunun Türkiye ile Yunanistan üzerindeki etkileri endişe verici olabi­ l irdi. Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığınca 1948 yılının Mart ayı ortalarında hazırlanan bir raporda bu etkilere temas edilmişti. Türkiye ile Yunanistan'a yardım programı, ltalyan iç politikasındaki çatışmalar nedeniyle ertelenemezdi. Atina'ya olsun. Ankara'ya olsun, Amerikan desteğinin varlığı açıkça gösterilmeliydi. Ayrıca bkz. FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "ABD DB Tarafından Hazırlanan Bilgi Notu", ( 15.3. 1 948); FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "Lovett'ten ABD DB Yunanistan'a Yardım He­ yeti'ne", (9.4.1948). ABD'nin Roma Büyükelçisi Dunn, 9 Temmuz 1948 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanlığı'na yazdığı bir ra­ porda, ltalya'nın Ankara Büyükelçisi'nin ltalyan Dışişleri Bakanlığı'na ilettiği bir haberi yansıtıyordu. Türk Hükumeti, Karadeniz'de Sovyet donanmasına katılan yeni otuz üç adet gemiden duyduğu endişeyi belirt­ mişti. Bu şekilde Karadeniz'deki güç dengesi Türkiye'nin aleyhine değişmişti. Eğer haber doğru çıkarsa, bu takdirde Ankara, ABD'den otuz üç gemi isteyecekti. Ayrıca bkz. FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "Dunn'dan ABD DB'ye", (9.7.1948). Bu arada, boğazlardan geçecek olan İtalyan donanmasına aid bir ge­ miye Montrö Antlaşması gereğince izin verilmemişti. Londra, Ankara'nın tutumunun doğru olduğu kanısın­ daydı. Ancak ortada bir sıkıntı da vardı. Çünkü, gemi, artık Sovyetler Birliği'ne aiddi ve bu durum sıkıntı ya­ ratacaktı. Ankara'ya geminin geçişine bir uygun formülle izin vermesi tavsiye edilmeliydi. Gemi artık Sovyet bayrağı taşıdığından sorun çıkarılmamalıydı. Aksi halde, Moskova, bu fırsattan yararlanarak, Montrö Ant­ laşması sorunun yeniden gündeme getirebilirdi. ABD de aynı kanıda olduğundan, Washington i le Londra, Ankara'ya gereken bilgiyi vereceklerdi. Ankara, Montrö Antlaşması'nın taraflarına, geminin geçmesine izin verildiğini, çünkü geminin Sovyetler Birliği'ne aid olduğunu belirtecekti. Ayrıca bkz. FRUS, 1 948, Volume:

111, (Western Europe), "Yovett'ten ABD'nin Diplomatik Misyonlarına", (28. 12.1948).

53

savaştan yara almadan çıkmış bir Avrupa ülkesiydi ve döviz ve al­ tın rezervleri de güçlü görünüyordu. Hatta bazı gözlemcilere göre, Türkiye, savaş sonrası Avrupa'nın kalkınma çabalarına bile katkı­ da bulunabilecek durumdaydı. 55 Unutulmasın ki, ABD, Batı Avrupa'nın içinde bulunduğu eko­ nomik, sosyal ve siyasal çöküntünün önüne geçerek, bu ülkeler­ deki komünist partilerinin bu durumdan yararlanarak güçlenme­ lerini önlemek niyetindeydi. Zaten Moskova da, sonuçta Batı Av­ rupa'yı bu şekilde ele geçirmeyi umuyordu . Marshall Planı, bu stratejiyi engellemeyi amaçlamıştı. 56 Bu bakımdan Türkiye'nin da­ vete hemen olumlu yanıt vermiş olması şaşırtıcı sayılamaz. 57 Hatta Ankara, kendisinin de komite üyeliğine getirilmesini istemişti. Fa­ kat diğer üyeler bunu kabul etmeyince, öneriden vazgeçilmişti. 58 Planla ilgili rapor, 12 Temmuz'dan bu yana toplantıya katılan bü­ tün ülkelerce imzalanmıştı. 59 Fuat Köprülü ise, Türkiye'nin Mars­ hall Planı'ndan ayrılmasını eleştiriyor ve sorunun, iktisadi değil, fakat "siyasi" olduğunu vurguluyordu. 60 Ankara'nın 1 947 yılında temelleri atılan Marshall Planı'na katıl­ maması gerektiği yönündeki yaklaşımlara itirazı, Washington nez­ dinde kabul görmüş olacak ki, ABD, "daha Avrupa İktisadi İşbir­ liği Antlaşması imzalanmadan Türkiye'yi Marshall Planı içine al­ maya karar vermiş ve bu antlaşmanın Paris'te imzalanmasından üç ay kadar sonra da, 4 Temmuz 1948 [ tarihin] de, Ankara'da Türkiye ile bir antlaşma imzalayarak, ekonomik yardıma başlamıştır. " 6 1 Bu antlaşma, dört gün sonra , TBMM tarafından da onaylanmış55

DTDP, s. 228-230; Gürün, Dış İlişkiler ve Türk Politikası, s. 255; O lman, age, s. 1 1 7- 1 18; Sander, Türk­ Amerikan İlişkileri, s. 46-48.

56

FRUS, 1947, Volume: 111, (lhe British Commenwealth; Europe), "ABD'nin Paris Büyükelçisi Caffery'den ABD DB'ye", (3.7. 1 947).

57

FRUS, 1947, Volume: 111, (The British Commenwea lth; Europe), "ABD'nin Paris Büyükelçisi Caffery'den ABD DB'ye", (8.7. 1 947).

58

FRUS, 1947, Volume: 111, (lhe British Commenwealth; Europe), "Ba lfour'dan ABD DB'ye", (16.7.1947).

59

FRUS, 1947, Volu me: 111, (lhe British Commenwealth; Europe), "Marshal l'dan Truman'a", (24.9.1 947).

60

Fuat Köprülü, "Marshall Planı ve Türkiye", Kudret, (26. 1 . 1 948); Fuat Köprülü, Demokrasi Yolunda, s. 758760.

61

DTDP, s. 230; O l man, age, s. 1 1 9; Ataöv, NATO and Turkey, s. 99; Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 23 ve 48. Antlaşmanın tam metni için bkz. Armaoğlu, Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri, s. 1 68- 1 80. Ayrıca bkz. Cumhuriyet, (5.7.1948). Cumhuriyet gazetesi, Marshall yardımının daha Mart ayında başladı­ ğını açıklıyordu. Yardım, Nisan ayında da sürmüştü. Cumhuriyet, (4.3.1948); Cumhuriyet, ( 14.4. 1 948).

54

tır. 62 Antlaşmaya göre, Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (OE­ EC/OECD) , Marshall Planı ve yardımına muhatap oluyor ve Tür­ kiye de, bu örgütün üyesi olarak, Marshall Planı ve yardımından yararlanmaya hak kazanıyordu. Yardım, yeni kurulmuş olan ABD Ekonomik İşbirliği İdaresi tarafından yürütülecekti. 63 4 Temmuz'da imzalanan ve hemen ertesi gün onaylanmak üze­ re bir yasa tasarısı şeklinde TBMM'ye sunulan antlaşmanın gerek­ çesinde; Avrupa devletlerinin yeniden kalkınmalarının kendi im­ kanları ile gerçekleşmesinin çok güç olduğundan ve bunun an­ cak ABD'nin yardımı ile mümkün olabileceğinden söz ediliyor ve ABD tarafından kabul edilen İktisadi İşbirliği Kanunu çerçevesin­ de Amerikan yardımından yararlanmak isteyen ülkelerin, Avru­ pa İktisadi İşbirliği Teşkilatı'na (OEEC) üye ve ABD ile de ikili bir antlaşmaya taraf olmaları gerektiği hatırlatılıyordu . "Bu kanun mucibince yapılması gereken antlaşma müzakereleri, [ söz konu­ su ] teşkilata dahil bütün devletlerle olduğu gibi, ( . . . ) [ Türkiye ] ile de Amerika [ Birleşik Devletleri] Hükumeti arasında başlamış ve üzerinde mutabık kalınan ( . . . ) metin imzalanmıştı. " ABD ile yapı­ lan iktisadi yardım antlaşmasının amacı, Türkiye'nin kalkınması­ na katkıda bulunmaktı. 64 Antlaşmanın birinci maddesine göre, ABD, Türk Hükumeti'ne ya da Türk Hükumeti'nce gösterilen herhangi bir şahsın ya da kurulu­ şuna emrine, Ankara'nın talep ettiği ve Washington'un da onayladı­ ğı miktarlarda yardım yapmayı taahhüt ediyordu. Ancak, bütün yar­ dımlar, ABD tarafından kabul edilen İktisadi İşbirliği Kanunu'nun çizdiği sınırlar ve öngördüğü koşullar içinde mümkün olacaktı. 62

Sander, Balkan Gelişmeleri ve Türkiye, s. 54; Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 49.

63

Sander, Balkan Gelişmeleri ve Türkiye, s. 54; Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 49. Ayrıca bkz. Ataöv, NATO and Turkey, s. 1 00- 1 0 1 .

64

TBMM T D , Devre: 8 , Toplantı: 2, C i l t 12, 8 5 . Birleşim, (8.7.1 948). S. Sayısı: 207. B u n d a n sonra bu konuda verilecek bütün bilgiler için, dipnotlarda aksi gösterilmediği takdirde, aynı kaynak kullanılacaktır. Ayrıca bkz. Cumhuriyet, (9.7.1 948); AT, Sayı: 1 7 16, (Temmuz 1948). Tam bu sırada, bir Amerikan filosu da, artık neredeyse geleneksel hale gelmiş bir şekilde, İ stanbul'u ziyaret ediyordu. Cumhuriyet, (2.7 . 1 948). Filoda üç hafif kruvazör bulunuyordu. AT, Sayı: 1 76, (Temmuz 1948). Diğer yandan, yine İ stanbul'a gelen bir Amerikan uçak gemisi de, beraberinde getirdiği çok sayı­ da uçağı teslim ediyordu. AT, Sayı: 176, (Temmuz 1948). Bu ziyarete ve yardıma, İ ngiltere'nin Akdeniz do­ nanmasına bağlı bir uçak gemisi ile bir destroyerin İ zm ir limanını ziyareti eklenmelidir. Cumhuriyet, (68.7. 1 947). Yine İ ngiliz filosuna bağlı bir kruvazör ile iki muhrip de, aynı sırada İ stanbul l imanına demirle­ mişti. AT, Sayı: 1 76, (Temmuz 1948). Ağustos ayında da bir Amerikan donanması lzmir limanındaydı. AT, Sayı: 177, (Ağustos 1948).

55

Antlaşmanın ikinci maddesi, yardımın amacına uygun kulla­ nımı konusundaki koşulları kapsıyordu. Ankara, "parasına istik­ rar vermek, muteber bir kambiyo rayici tesbit veya idame etmek, hükumet bütçesini tevzin etmek, dahilde mali istikrar yaratmak veya idame etmek ve umumiyetle kendi para sistemine karşı olan itimadı iade veya idame etmek" ile yükümlüydü. Aynca, dış " tica­ rete engel olan resmi ve hususi maniaları azaltmak için, diğer [ ant­ laşmaya] katılan memleketler ile işbirliği" yapacaktı. Diğer taraf­ tan, "Türkiye Cumhuriyeti Hükumeti, hususi ve resmi ticari te­ şebbüsler arasında rekabeti takyid, piyasalara iştiraki tahdid veya inhisarcı kontrolleri teşvik edici beynelmilel ticarete tesir eden ti­ cari usul veya tertiplere, işbu usul veya tertipler, netice itibarı ile Müşterek Avrupa Kalkınma Programı'nın tahakkukuna müdahale eyledikleri takdirde, mani olacak; münasip gördüğü tedbirleri it­ tihaz edecek ve diğer katılan memleketler ile işbirliği yapacaktı." Antlaşmanın altıncı maddesi ise , Ankara açısından, bir başka zorunluluğu öngörüyordu: "Türkiye Cumhuriyeti Hükumeti, a) Bu antlaşmanın h ükümlerin i ve Avru pa E konomik İşbirliği Mukavelesi'nin um umi vecibelerini yerine getirmek üzere, Türkiye Cumhuriyeti Hüku meti tarafın­ dan tasavvur veya kabul edilen projeler, programlar ve tedbirler hakkında tafsi lat­ lı malumatı, b) B u antlaşma gereğince anılan paralar, mallar ve h izmetlerin sureti istima­ li hakkında bir beyan dahil olmak üzere, bu antlaşmaya tevfikan ya pılan işlere dair her üç ay zarfında verilecek tam iza hatı, c) Amerika Birleşik Devletleri Hükumeti'nin 1948 tarihli Ekonomi k i şbirliği Ka­ nunu gereğince yapılan işlerin mah iyet ve vusatını tayin ve bu a ntlaşma tahtın­ da verilen veya derpi ş edi len yardımın tesirliliğini ve umu miyetle m ü şterek kal kın­ ma progra mının kaydettiği terakkiyi takdir etmek için ihtiyaç h issed ileceği Türki­ ye iktisad iyatı hakkındaki ma lumat i le birlikte, Amerika Birleşik Devletleri Hüku me­ ti'nin Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı 'ndan tem i n ettiği malum at ı ikmal için la­ zım gelen herhangi başka bir ilgili m a lumatı, Amerika Birleşik Devletleri Hüku me­ ti'nin, Türkiye Cumhuriyeti Hüku meti ile istişa reden sonra, işar edeceği şekilde ve fasılalarla Amerika Birleşik Devletleri Hüku meti'ne bild irecekti."

Antlaşmanın yedinci maddesi de, yine Ankara açısından bir baş­ ka zorunluluğu öngörüyordu. Buna göre, Türkiye, aldığı yardıma 56

ve bu yardımın sonuçlarına ilişkin, basın ve yayın organlarında ge­ niş ölçüde neşriyatta bulunmakla yükümlü kılınıyordu. ABD, bu tür yayınlan teşvik edecek ve "neşriyat vasıtalarını [ da] emrine amade tutacaktı. " Ankara da, aynı şekilde, geniş neşriyatı teşvik edecekti. Aynca, "bu kabil malumatı neşir vasıtaları emrine amade tutacak ve bu kabil yayın için münasip kolaylıklar sağlanmasını temin etmek üzere, her türlü ameli tedbirler ittihaz eyleyecekti. " Diğer yandan, Ankara, yardım sonucundaki gelişmeler hakkında, gerek programa katılan ülkelere ve gerekse Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı'na bilgi sağlayacaktı. Bir başka yükümlülük de, Ankara'nın, "alınan paralar, mallar ve hizmetlerin sureti istimaline dair malumat dahil olmak üzere, bu antlaşma gereğince yapılan işlere dair tam izahatı, her üç ay zarfında bir, Türkiye dahilinde yayınlayacak" olmasıydı. Antlaşmanın dokuzuncu maddesi ise, yardımın gerçekleşmesi sürecinde, Ankara'da kurulacak Amerikan "Hususi Ekonomik İşbir­ liği Misyonu" ile ilgiliydi. Ankara, Amerikan misyonuna her türlü yardımda bulunmayı taahhüt ediyordu. "Bu kabil işbirliği, bu ant­ laşma gereğince, yardımın ne suretle kullanıldığı dahil olmak üzere, bu antlaşmanın tatbikini müşahade ve tetkik için lazım gelen bütün malumatın ve kolaylıkların sağlanmasını temin etme"liydi. Antlaşmanın on birinci maddesi, antlaşmanın yürürlük tarihi ve süresi ile ilgiliydi. Antlaşma, TBMM'nin onayından sonra, söz ko­ nusu onayın ABD'ye tebliğ olunduğu gün yürürlüğe girecek ve 30 Haziran 1953 tarihine kadar da sürecekti. Ancak, bu tarihten altı ay öncesine kadar taraflardan biri, antlaşmaya son vermek konu­ sunda bir tebligatta bulunmadığı takdirde, "antlaşma, ondan son­ rası için böyle bir tebligat yapıldığı tarihten altı ay geçinceye kadar yürürlükte kalacaktı. " Ancak, antlaşmanın, yürürlük süresi için­ de de, her iki taraftan birinin talebi üzerine, belirli koşullar altın­ da, sona erdirilmesi mümkündü. Bununla birlikte, antlaşmanın, mutabakat halinde, tadili de mümkündü. Bundan sonra, bu ant­ laşmaya dayanılarak yapılacak olan "tali antlaşmalar" ise, bu ant­ laşma yürürlükte olmasa bile, geçerli olacak ve öngördükleri süre­ ler içinde işleyeceklerdi. Antlaşma, TBMM tarafından da görüşme­ siz şekilde onaylanacaktır. 65 65

TBMM TD, (aynı yerde), (8.7.1948). Tasarının görüşülmesi için kurulan geçici komisyon için bkz. TBMM TD, Devre: 8, Toplantı: 2, Cilt: 12, 82. Birleşim, (5.7.1948).

57

Oral Sander, antlaşmayı şöyle değerlendiriyor: "Görüleceği gibi, bu ekonomik işbirliği antlaşması, askeri n itelikteki 12 Temmuz 1 947 antlaşması i le önemli paralellikler arz etmektedir. Ayrıca, tıpkı onun gibi, te­

mel bir antlaşma n iteliğini kaza nmış ve bu tarihten sonra , iki hükumet a rasında i mzalanacak öteki ekonomik antlaşmalara örnek oluşturm uştur. (. .. ) İ kinci olarak, askeri yardım antlaşmasında olduğu gibi, ekonomik yardım da, bir takım koşullara bağlı olarak verilecekti: Yard ı m , ABD ile üzerinde anlaşmaya varılmış bulunan 'ge­ nel a maçlar'a uygun olarak kullanılacaktır." 66

Yine Sander, Marshall Planı'nı da şöyle yorumluyor: "Tru man Doktrini 'nden sonra Marshall Planı da, Türkiye'nin İkinci Dü nya Sava­ şı'ndan sonra giriştiği; bir ya ndan, Batı l ı laşma; öte ya ndan ve ş i m d i onun ön­ deri duru m u n a geçmiş bulunan ABD ile savunma i l işkilerine geçme ça baların­ da önem l i b i r aşa m a olarak ka bül ed i l m i ştir. Ayrıca, Batı n ı n , coğrafi değ i l de, demokratik bir simge biçim i nde yoru mlanması, bunda n böyle çok duyulacak ve Tü rkiye'nin NATO'ya girebilmek için kulla ndığı bel l i başlı savlardan biri haline gelecektir." 6 7

Ancak, Sander, Türkiye'ye yönelik Marshall yardımının 1 950 yılına kadar, diğer askeri yardımlar ile karşılaştırıldığında, bir hay­ li düşük kaldığından da söz ediyor ve 1950 yılında Türkiye ayrı­ lan payın yalnızca 7.500 Dolar olduğunu belirtiyor. Aynı yıl için­ de Türkiye'ye 1 50.000 Dolar'lık bir ek kredi daha açılacak olması­ na karşın, görüldüğü gibi, rakamlar, bir hayli düşük seviyede kal­ mıştı. Buna karşılık, ABD'nin, 1 945- 1 95 2 yılları arasında, Türki­ ye'ye yönelik, hibe de dahil olmak üzere , ekonomik yardımının tutarı 343 . 000.000 Dolar'dı. Hibeler hariç tutulacak olursa, bu ra­ kamın 5 . 200.000 Doları, 1 949 ve 48. 700.000 Doları da, 1 950 yı­ lında gerçekleşmişti. Sander, bu konuda şu yorumda bulunuyor: "Son olarak belir­ tilmesi gereken nokta, Türkiye'nin askeri ve ekonomik yardım ih­ tiyacının ve Türk yöneticilerinin bu konuda en iyi kaynak olarak ABD'yi görmelerinin Türk-Amerikan ilişkilerindeki sürekliliğin ana unsurunu oluşturduğudur."68 66

Sander, Türk-Amerikan ilişkileri, s. 50.

67

Sander, Türk-Amerikan ilişkileri, s. 48-49.

68

Sander, Tiirk-Amerikan ilişkileri, s. 50-54.

58

Marshall Planı ve yardımına karşı Moskova'nın tepkisi, yine bekleneceği gibi, şiddetli olacaktır. 69 Ancak, antlaşmadan sade­ ce birkaç gün önce, Yugoslavya'nın Kominform'dan ve dolayısıyla da Sovyet Bloku'ndan uzaklaştırılması dikkat çekiyordu. 7 0 Bir baş­ ka gelişme de, Fransa'nın, uzun süre direndikten sonra, 1 948 yılı­ nın Şubat ayında, Almanya'da daha önce ekonomik açıdan birleş­ tirilmiş olan Amerikan ve İngiliz bölgeleri ile koordinasyonu ka­ bul etmesiydi. 7 1 Türk-Amerikan ilişkileri açısından bir önemli gelişme de, Ağus­ tos ayında, ABD'nin Ankara Büyükelçisi Wilson'ın, görevinden ay­ rılmak üzere, Ankara'yı terk etmesiydi.7 2 ABD'nin yeni Ankara Bü­ yükelçisi George Wadswarth, Eylül ayı sonlarında görevine başla­ mak üzere Türkiye'ye gelecektir.7 3 İnönü, ABD'nin yeni Ankara Büyükelçisini Ekim ayının ilk günü kabul edecektir. 74 Aralık ayın­ da ise, İnönü , ABD Savunma Bakanı Kenneth Rolay'i kabul ede­ cektir. 75 Hemen akabinde de, İnönü, bu kez Visamiral Radford başkanlığında İstanbul'a gelen bir Amerikan Deniz Heyeti'ni An­ kara'da kabul edecektir.7 6 Belki de aşağıdaki haber , bu sırada kamuoyunun ve egemen siyasi atmosferin ne olduğu konusunda bir hayli somut bilgi veri­ yor: "Bugün [ 29 Aralık 1 948] Hukuk Fakültesi son sınıf öğrenci­ leri tarafından tertip edilen ve 'Harbin Önüne Geçilebilir mi, Yok­ sa Geçilemez mi?' konulu bir münazara yapılmış ve neticede (. .. ) [ öğretim üyelerinden oluşan] jüri heyeti, 'Harbin Önüne Geçile­ mez' tezini savunan ekibi galip ilan etmiştir. "77

69

Gürün, Türk-Sovyet ilişkileri, s. 308.

70

Sander, Balkan Gelişmeleri ve Türkiye, s. 57-69. Ayrıca bkz. Cumhuriyet, (29.6.1948). Dışişleri eski Baka­ nı Tevfik Rüştü Aras'ın, bir süre önce, Ocak ayında, Yugoslavya Büyükelçisi ile birlikte yemek yemesi ve bu­ nun, basında haber olarak yayınlanması üzerine, doğrulanması, ilginçti. Cumhuriyet, (22.1.1948).

71

Gürün, Dış ilişkiler ve Türk Politikası, s. 284.

72

Cumhuriyet, ( 1 1 .8.1948).

73

AT. Sayı: 1 78, (Eylül 1948). Ayrıca bkz. Cumhuriyet, (21.10.1948).

74

AT, Sayı: 179, (Ekim 1948).

75

AT, Sayı: 181, (Aralık 1948).

76

AT, Sayı: 181, (Aralık 1948).

77

AT, Sayı: 181, (Aralık 1948).

59

3. NATO'N U N KU RULU Ş U VE TÜRKiYE (1) NATO'nun oluşumu, Ankara tarafından da yakından izleniyordu . 1 947 yılının Şubat ayında Paris'te Avrupa iktisadi işbirliği Teşkila­ tı'nın toplantılarına katılan Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak, yap­ tığı açıklamada, "Atlantik Paktı'nın [NA TO'nun] 'mutlak surette tahdit edilmiş bir coğrafi bölgeye aid güvenlik' sistemi olduğunu [ve] 'binaenaleyh Türkiye için buna iştirake hiçbir sebep' olmadı­ ğını belirttikten sonra , şöyle demişti: 'Fakat Avrupa'da barış yal­ nız kıt'a kısmında korunamaz. Bizce Avrupa barışı, birdir ve bölü­ nemez. Bu sebepledir ki, biz Atlantik sahillerinin savunma siste­ minin Akdeniz'de de bir anlaşma ile imtidat ettirilmesini veya ta­ mamlanması imkanlarını tasavvur ediyoruz. ( . . . ) Bu anlaşma, son­ radan, bütün siyasi imkanlar tamamlanınca, münasip zamanda ha­ sıl olabilir. "' 78 Bununla birlikte, Ankara'nın yeni oluşumun tamamen dışın­ da kalması, endişe ve kuşkular da yaratmıştı. Bu tür tereddütler, Türk basınında da görülüyordu. Nitekim, Nisan ayında Dışişle­ ri Bakanı Sadak, ABD'de ABD Dışişleri Bakanı Acheson ve ABD Başkanı Truman ile bu konuları da görüşmüştü. "Truman ve Ac­ heson ile yaptığı görüşmelerde, Sadak'a, Atlantik Paktı'na [ NA­ TO'ya ] benzer bir Akdeniz savunma paktı kurulmasının, Birle­ şik Amerika tarafından tasarlanmadığının açıklandığı; [ ancak] bu­ na karşılık, Türkiye'nin toprak bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlı­ ğına karşı duyulan ilginin azalmadığı hususunda teminat verildiği anlaşılmakta"ydı. Yine aynı konuda, Truman, bizzat lnönü'ye ilet­ tiği mesajında, benzer güvenceleri yineleyecektir. 79 Bu arada; yılın son günlerinde , Balkan ülkelerinden Roman­ ya'da önemli bir siyasi gelişme dikkati çekecek ve Aralık ayında Romanya Halk Cumhuriyeti ilan edilecektir. 80 Bu, Romanya'nın Sovyet uydusu haline geldiğinin de ilanı sayılabilirdi.

78

OTDP, s. 232-233.

79

OTDP, s. 233-234.

80

Türkkaya Ataöv, "Doğu Avrupa 'nın Sosyalistleşmesinden Truman Doktrini'ne Kadar 'Soğuk Harb'", SBFD, Cilt: XXlll, No: 2, (Haziran 1968), s. 1 9 1 ; OTDP, S. 231; AT, Sayı: 1 69, (Aralık 1947).

60

4. BiRLE Ş M i Ş M i LLETLER VE TÜRKiYE : FILISTI N'IN BÖLÜ N M ESi VE ISRAIL'IN KURU LU Ş U Filistin'in bölünmesi v e b u topraklarda bir lsrail devleti kurulması yönündeki 29 Kasım 1 94 7 tarihli Birleşmiş Milletler kararına karşı oy kullanan ülkeler arasında, unutulmasın ki, Türkiye de vardı. 81 Oral Sander de, şöyle yazıyor: "Truman Doktrini'nin Türk dış politikası üzerindeki etkisi, som ut olarak Türkiye'nin Filistin sorunundaki tutumunda görülmektedir. Türkiye, Trum a n Doktrin i'ne kadar Arap devletlerini destekleyen bir politika izlerken, yard ı m görmeye başladıktan son­ ra, ABD'nin bu sorundaki tutum unun etkisinde kalara k, tutum değiştirm iştir. Ön­ celeri, bölgede bağımsız bir Ara p devletinin kuru l masını desteklerken; İsriiil'in ku­ ruluşundan on ay sonra yeni devleti tanımış ve Türk Yahudilerinin de İsrail'e göç­ melerine izin vermiştir. Türkiye ile Ara p ülkeleri arasında yıllarca sürecek kötü iliş­

kilerin temeli böylece atılmıştır." 82

5. TÜRKIYE'NIN BiRLE Ş M i Ş M i LLETLER G ÜV E N Li K KO NSEYi ADAYLIGI Türkiye'nin bu sırada Birleşmiş Milletler içindeki konumuna iliş­ kin olarak da Amerikan Dışişleri Bakanlığı belgelerinden bilgi edinmek mümkündür. ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Birleşmiş Mil­ letler ile Politik llişkiler Bölümü'nden Popper, 9 Temmuz 1 948 ta­ rihinde, ABD Dışişleri Bakanlığı Birleşmiş Milletler ile llişkiler Bö­ lümü Direktörü Rusk'a yazdığı bir raporda, Türkiye'nin Birleş­ miş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğine aday olması ihtimali­ ni değerlendiriyordu. Washington'un Türkiye'nin adaylığını des­ teklemesi gerekli görülmüyordu. Türkiye, nasıl olsa Ekonomik ve 81

Gürün, Dış İlişkiler ve Türk Politikası, s. 300; Kürkçüoğlu, Türkiye'nin Arap Orta Doğusu'na Karşı Politi­ kası, s. 1 9-23; Olman, "Türk Dış Politikasına Yön Veren Etkenler I: 1923- 1 968", SBFD, Cilt: XXlll, Na: 3, (Ey­ lül 1968), s. 270; Gönlübol ve Olman, "Türk Dış Politikasının Yirmi Yılı (1945-1 965)", SBFD, Cilt: XXI, Sayı: 1 , (Mart 1 966), s. 160.

82

Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 37. Ayrıca bkz. Gönlübol ve Olman, Türk Dış Politikasının Yirmi Yılı (1945- 1 965)" , SBFD, Cilt: XXI , Sayı: 1, (Mart 1 966), s. 160. Hasan Saka Hükumeti dönem inde Türk Yahudilerinin İ srail'e göçü yasaklanmıştı. Daha önceleri Türk Yahudilerinin Türkiye dışına çıkmalarının yasak olduğu hatırlanırsa, bu yasağın, genel bir yasağın daraltıl­ mış bir devamından ibaret olduğu görülür. Ancak, Şemsettin Güna ltay Hükumeti döneminde Türk Yahudi­ lerinin İ srail'e göçü serbest bırakılacaktır. Levi, age, s. 157-158.

61

Sosyal Konsey üyeliğini sürdürüyordu ve daha bir yıl boyunca bu üyeliğine devam edecekti. Üyeliği 3 1 Aralık 1 949 tarihine kadar geçerliydi. Ankara, gerçekten de Güvenlik Konseyi'ne aday üyeli­ ğini ilan edecektir. 83 ABD Dışişleri Bakanı Marshall , 9 Ağustos 1 948 tarihinde , ABD'nin Ankara Büyükelçisi Wilson'a yazdığı bir raporda, Türk Dışişleri Bakanlığı'nın Birleşmiş Milletler Daimi Delegesi olan Se­ lim Sarper'in Türkiye'nin Güvenlik Konseyi adaylığını destekle­ mesi konusunda ABD'den talepte bulunduğuna işaret ediyordu. Fakat Washington bu adaylığı desteklemiyordu. ABD , Yakın Do­ ğu'da açılacak olan boş yer için Hindistan'ı tercih ediyordu. Hin­ distan'ın desteklenmesi tercih edilmişti. Aslında ABD , Türkiye'nin çok daha güvenilir olduğunu biliyordu; fakat Hindistan'ı destekle­ mesi için başkaca nedenler vardı. ABD , Türkiye'nin Birleşmiş Milletler'in Ekonomik ve Sosyal Konseyi'ne üye olduğunu ve Güvenlik Konseyi üyeliği için kay­ gılanmadığı kanısındaydı. Bu çerçevede, Washington, Selim Sar­ per'in girişiminin ardında Türkiye'nin bütün desteği ile bulunup bulunmadığının ABD'nin Ankara Büyükelçiliği aracılığıyla öğre­ nilmesini istiyordu . Ayrıca , ABD'nin Türkiye'yi bu girişiminde desteklememesinin, ABD'nin Türkiye ile olan politikasına ve iliş­ kilerine zarar verip vermeyeceğine ilişkin olarak da yine Büyükel­ çiliğin görüşü soruluyordu. 84 Diğer yandan, ABD'nin Birleşmiş Milletler temsilcisi j essup, 1 1 Ağustos 1948 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanlığı'na yazdığı bir ra­ porda, ABD'nin Hindistan'ın Güvenlik Konseyi adaylığını destek­ lediğini, fakat bunun nedeninin kendilerince anlaşılamadığını be­ lirtiyordu. Hindistan'ın adaylığı daha önce 1 946 yılının sonbaha­ rında ve 194 7 yılında zaten desteklenmişti. Fakat bu yıl aynı des­ teğin verilmesi ABD açısından hata olurdu. Şunun için: Hindistan, Keşmir meselesinde Pakistan ile hala bir anlaşmaya varamamıştı. Pakistan, bir Islam ülkesiydi ve Arap ülkeleri de adaylık mesele­ sinde bir Islam ülkesini desteklemeyi tercih ediyorlardı. Oysa, Fi83

FRUS, 1948, Volume: 1, (Part 1), (Genera l; The United Nations), "AB D DB'nin Birleşmiş Milletler ile Po­ litik İ lişkiler Böl ü m ü'nden Popper'den ABD DB Birleşm iş Mil letler i l e İ lişki ler Bölü m ü Direktörü Rusk'a", (9.7.1948).

84

FRUS, 1948, Volume: 1, (Part 1), (General; The United Nations), "Marshall'dan Wilson'a, (9.8. 1948).

62

listin meselesi henüz çözülememişti ve ABD , bu meselede Arap ül­ keleriyle ilişkilerinin olumsuz yönde etkilenmesinden yana değil­ di. Arap ülkeleri, Pakistan'ı tercih ediyorlardı; ama ikinci tercihle­ ri de Türkiye olabilirdi. jessup'un önerisi; Pakistan Keşmir meselesinde taraf olduğu sü­ rece, ABD'nin Hindistan'ın adaylığını desteklemeyi bir kenara bı­ rakmasıydı. Süriye'nin yerine bir Arap ülkesinin adaylığını des­ telemek daha uygun olacaktı. Bu tercihin ikinci seçeneğinde ise Türkiye'nin adaylığının desteklenmesi bulunuyordu. Washing­ ton, Arap ülkeleriyle olan ilişkisinde Filistin meselesinin olumsuz rol oynamasından çekiniyor ve Arap ülkelerine karşı yumuşak bir tutum almaya çalışıyordu. Buna göre, Türkiye'nin adaylığının des­ teklenmesi yönünde onlara imada da bulunmak söz konusu ola­ bilirdi. Arap ülkelerinin her zaman Güvenlik Konseyi üyesi olarak bulunması, onlara Filistin sorununda etkili olma imkanı tanırdı. Türkiye'nin de seçilmesi onlara katkı sağlardı. Bu görüş Arap ül­ keleriyle paylaşılabilirdi. Bütün bu görüş ve önerilerin ardından raporda, Güvelik Konse­ yi adaylığı için Türkiye'nin niçin desteklenmesi gerektiğine ilişkin açıklamaya yer verilmişti. Fakat bunun için gerekli koşul, Arap devletleriyle ABD arasındaki ilişkilerin bu nedenle zedelenmeme­ siydi. Raporda, Türkiye'nin Yakın Doğu'nun güvenliğiyle ilgili ko­ nularda hayati önemde bir geçiş ve tampon ülke olduğuna dikkat çekiliyordu. Ayrıca, Türkiye'nin prestijinin artması ABD'nin çı­ karlarına uygundu. Nihayet, Birleşmiş Milletler'de Filistin mese­ lesinin görüşülmesinde, Türkiye, Güvenlik Konseyi üyesi olarak, önemli katkıda bulunabilirdi. 85 ABD'nin İstanbul Başkonsolusu Macy, 12 Ağustos 1 948 tarihin­ de, ABD Dışişleri Bakanlğı'na yazdığı bir raporda, Büyükelçi Wil­ son'dan gelen bir raporu takdim ediyordu . Buna göre, Wilson, bir gün önce lstanbul'a gelmişti. Amacı, ABD'ye dönmeden hemen önce, Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak ile görüşmekti. Onunla Se­ lim Sarper'in talebini görüşecekti; fakat bakan hasta olduğundan buna imkan bulamamıştı. Bunun üzerine Ankara'da Türk Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri ile görüşme imkanı aranmıştı. ABD'nin 85

FRUS, 1948, Volume: 1, (Part 1), (General; The United Nations), "Jessup'tan ABD DB'ye", (1 1.8. 1948).

63

Ankara Büyükelçiliği görevlilerinden Perkins, bu görüşme için gi­ rişimde bulunmuştu . Görüşme gerçeklemiş ve Genel Sekreter, An­ kara'nın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi adaylığı için geçek­ ten de istekli olduğunu açıklamıştı . Fakat Sarper'in bu konuda Amerikan desteğini istemesi karşısında Ankara'nın böyle bir tali­ mat vermediğini de belirtmişti. Sarper, muhtemelen daha çok ih­ timalleri denemek istemiş olabilirdi. Wilson, bu görüşmeden alınan bilgiler ışığında, Sarper'e verile­ cek yanıt hakkında da öneride bulunuyordu. Sarper'e gayet açık­ ça bu konudaki Amerikan görüşü açıklanmalıydı. ABD'nin ni­ çin Hindistan'ı desteklediği de yine nedenleriyle belirtilmeliydi. Bu açıklamadan sonra Ankara, adaylığını geri alabilirdi ya da yine Amerikan desteğini arayarak adaylığını sürdürebilirdi. Eğer aday­ lığını sürdürürse, Wilson'un önerisi, ABD'nin Ankara'nın adaylığı­ nı desteklemesi yönündeydi. Aksi halde, Ankara'da yanlış anlama ve önyargı oluşabilirdi. Bu , ABD'nin Türkiye ile işbirliği yapacağı diğer alanları da etkileyebilirdi. 86 Bu arada Yunanistan da aynı pozisyona adaydı. ABD Dışişle­ ri Bakanlığı'nın 31 Ağustos 1 948 tarihli bir toplantısında, bu me­ sele gündeme gelmişti. Atina da , adaylık için bazı Latin Amerika ve Arap ülkelerinin desteğini bekliyordu; hatta Türkiye'nin de. El­ bette ABD ile bir ya da iki büyük ülkenin desteğini de. Fakat Ati­ na, Washington'un bu konudaki görüşünü öğrenmeden adaylık için başvuruda bulunmayı düşünmüyordu . Önce ABD'nin tutu­ munu öğrenmek istemişti. Eğer ABD Atina'nın girişimini destek­ lerse; bu takdirde Yunanistan, Türkiye'nin adaylığını koymaması­ nı ve adaylık konusunda Atina'yı desteklemesini sağlamaya çalışa­ caktı. Eğer bu girişimden de olumlu bir sonuç alamazsa, bu sefer Atina, Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Kon­ sey'indeki üyeliğini kendisine bırakmasını isteyecekti. ABD ise , Atina'nın bu talebine olumlu yaklaşmıyordu. Atina'nın Güvenlik Konseyi'ne seçilmesi pek düşük bir ihtimaldi ve Yunanistan'ın ha­ len içinde bulunduğu durumda bunun avantaj ından çok dezavan­ tajı vardı. Yine de ABD konuyu düşünecekti. 8 7 Nitekim, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'ndaki A merikan de86

FRUS, 1948, Volume: 1, (Part !), (General; The United Nations), "Marcy'den ABD DB'ye", ( 12.8. 1948).

87

FRUS, 1948, Volume: 1, (Part ll. (General; The United Nations), "ABD DB'nin Bilgi Notu", (31.8. 1948).

64

legasyonu için hazırlanan 3 Eylül 1948 tarihli bilgi notunda; Ka­ nada ve İngiltere ile yapılan görüşmelerde, Türkiye'nin uygun bir aday olduğuna ilişkin mutabakat sağlanmıştı. Toplantıda ; Süri­ ye'nin adaylığının sona ermesinin, onun yerine muhakkak bir baş­ ka Arap ülkesinin adaylığı anlamına gelmediği de vurgulanmış­ tı. 88 Bütün bu toplantılardan ve görüşmelerden sonra bile bu ko­ nuda kesin bir karara hala varılamamıştı. ABD kararsızdı. Büyük bir ihtimalle Arap ülkeleri yine bir Arap ülkesinin adaylığını tercih edeceklerdi. Bir yandan da, Arap ülkelerinin Ankara'yı adaylık için destekleyeceklerine ilişkin öngörüde bulunuluyordu. Selim Sarper, 5 Eylül'de, ABD'nin Birleşmiş Milletler'de bulunan yüksek bir temsilcisine , Yunanistan'ın, Afganistan'ın ve lran'ın adaylık konusunda Ankara'yı destekleyeceğini bildirmişti. Sarper, Arap ülkelerinin de Ankara'yı destekleyeceği konusunda iyimser­ di. Oysa Mısır ve Süriye, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Konsey üye­ si iken, onu Güvenlik Konseyi için desteklemeyeceklerini açıkla­ mışlardı bile. Öte yandan, hatırlanacağı gibi, Atina da aday olmak istiyordu. Atina da , bazı Latin Amerika ve Arap ülkelerinden des­ tek bulacağından ümitliydi. ABD Dışişleri Bakanlığı'nın incelemesine göre, aslında Arap ül­ keleri Güvenlik Konseyi üyeliğiyle ilgilenmiyorlardı. ABD , Tür­ kiye'yi uygun aday olarak görüyordu. Hindistan da Ekonomik ve Sosyal Konsey üyeliğine aday olabilirdi. Bu konu gelişmelere gö­ re yeniden gözden geçirilecekti. ABD Dışişleri Bakanlığı adaylık için başkaca olasılıkları da gözden geçirmişti; fakat çeşitli neden­ lerle bunlar uygun görülmemişti. 89 Ancak kısa bir süre sonra da ABD'nin Bağdat Büyükelçisi Wadsworth, 8 Eylül'de, ABD Dışişle­ ri Bakanlığı'na yazdığı bir raporda, Arap ülkelerinin bir Arap ülke­ sinin adaylığını desteklediğini bildirecektir. Mısır favori sayılırdı. Iran da uygun sayılırdı. Pakistan için de benzer bir durum vardı. 90 ABD'nin Birleşmiş Milletler delegasyonunun 23 Eylül'deki top­ lantısında da, aynı konu gündemdeydi yine. Bu kez ABD, Mısır ile 88

FRUS, 1 948, Volume: 1, (Part 1), (General; The United Nations), "Birleşmiş Mil letler Genel Kurulu'ndaki Amerikan Delegasyonu için Bilgi Notu", (3.9. 1948).

89

FRUS, 1948, Volume: 1, (Part 1 ) , (General; The United Nations), "ABD'nin Bağdat Büyükelçi liği'nden ABD DB'ye", (3.9.1948).

90

FRUS, 1948, Volume: 1, (Part 1), (General; The United Nations), "Wadsworth'tan ABD DB'ye", (8.9.1948).

65

Türkiye'nin adaylığını uygun görüyordu. Mısır, Arap devletlerin­ ce de desteklenmekteydi. Arap ülkelerinin adaylığı da göz önüne alınmalıydı. Hindistan'ın adaylığına destek meselesi ise, artık gün­ demden kesin olarak düşmüştü. Arap ülkelerinin adaylığı önem­ liydi , çünkü onlar Filistin meselesinde taraftılar. Bu bakımdan ABD , Arap ülkelerinden birinin adaylığına karşı çıkmayacaktı. Fa­ kat Washington açısından en uygun aday yine de Ankara idi. Üs­ telik Londra da Ankara'yı tercih ediyordu. Hatta Fransa da Anka­ ra'yı tercih etmişti. Elbette Moskova bu adaylığa kesin olarak kar­ şıydı. Şimdiye kadar Güvenlik Konseyi'nde bulunan Arap ülkele­ ri sırasıyla, Mısır, Suriye idi. Şimdi Süriye'nin yerine yeniden Mı­ sır'ın gelmesi bazı tepkiler doğurabilirdi. Bunun için de diğer İs­ lam ülkelerinin ve Orta Doğu devletlerinin görüşlerini öğrenmek gerekiyordu. Ayrıca, bilinmeliydi ki, eğer sürekli olarak bir Arap ülkesi Güvenlik Konseyi üyesi olursa; bu takdirde Afganistan, Ha­ beşistan, Liberya, Iran, Türkiye, Pakistan ve Hindistan'ın bu üye­ lik için hiçbir zaman seçilme imkanı olamayacaktı. Washington, hala kararsızdı. 91 Sadece iki gün sonra, 25 Eylül'de yeniden toplanan ABD Birleş­ miş Milletler delegasyonu , lngiltere'nin Mısır'ın adaylığı önerisi­ ni reddettiğini öğrenmişti. Belçika ise, Bolivya ile Türkiye'yi tercih ediyordu. Mısır ile Türkiye ise kendi arasında adaylık görüşmele­ rine devam ediyordu. Ne var ki , henüz bir karara varamamışlar­ dı. Arap devletlerinin adayı kesin olarak Mısır'dı. Ankara, adaylı­ ğı için aktif bir kampanya içinde değildi; fakat eğer ABD ona güçlü bir destek verirse, böyle bir kampanya açacaktı. Bu takdirde Tür­ kiye gerçek bir seçim gayreti içine girecekti. ABD; yakın bir tarih­ te bu konuda kesin karara varacaktı.92 Ay sonuna gelindiğinde, 30 Eylül'de ABD Birleşmiş Milletler de­ legasyonu dokuzuncu toplantısını da yapmıştı. Türkiye ile Mısır arasındaki adaylık çıkmazı ve rekabeti sürüyordu . Türkiye şim­ diye kadar Güneydoğu Asya ve Orta Doğu ülkelerinden dört oy desteğine sahipken, Mısır'ın oy desteği sekizdi. lki ülke arasın91

FRUS, 1948, Volume: 1, (Part 1), (Genera l; The United Nations), "ABD Birleşmiş Milletler Delegasyonunun Üçüncü Toplantısının Tutanağı'', (23.9.1948).

92

FRUS, 1948, Volume: 1, (Part 1), (General; The United Nations), "ABD Birleşmiş Milletler Delegasyonunun Beşinci Toplantısının Tutanağı", (25.9.1 948).

66

da adaylık konusunda bir uzlaşmaya ve anlaşmaya varılması pek de beklenilmiyordu . İngiltere de, tıpkı ABD gibi, bir çıkmaz için­ deydi. Londra, aslında Türkiye'yi tercih ediyordu; fakat Orta Doğu konusunda uzman İngilizler, Arap ülkelerinin içinde yaşadığı so­ runları yakından bilen ve tanıyan İngilizler ise, Mısır'ı uygun bu­ luyorlardı. Bu arada, ABD ile İngiltere'nin hangi ülkenin adaylığının des­ tekleneceği kosunuda anlaşma varması umuluyordu . Eğer ABD bu konuda karara varmayı biraz daha ertelerse, her iki ülkenin, Türkiye ile Mısır'ın gözünden düşebilirdi. Mısır'ın desteklenmesi de önerilmişti. Artık bu aşamada ABD açısından daha fazla bir ka­ zanç söz konusu olamazdı; olsa olsa kaybetmek söz konusuydu. ABD'nin prestiji de Mısır ile birlikte azalabilirdi. Türkiye'nin ABD tarafından desteklenmemesi ise, Türk-Amerikan ilişkilerine zarar verebilirdi. Mısır'ın adaylığına karşı çıkmak ise, Filistin sorunun­ da sıkıntı yaratırdı. En iyisi, Washington ile Londra'nın birlikte or­ tak bir karara varmasıydı. Bu arada, Mısır ile Türkiye arasındaki adaylık rekabetinde, ABD iki ülke arasında bir uzlaşmaya varılacağından ümitliydi. Hatta Türkiye, Mısır'a yazı-tura atmayı bile önermişti. Ne var ki, Kahi­ re bu öneriyi reddetmişti. Mısır'ın daha güçlü destekleri olduğu konusunda görüşler de vardı. Ankara da aktif bir kampanya için­ de değildi. Eğer ABD, Mısır'ı desteklemezse; bu takdirde ltalya'nın eski kolonilerinde ve Filistin'de sorunlarla karşılaşabilirdi. ABD , hala kesin karara varamamıştı. Bir yandan da , Norveç'in destek­ lenmesi ihtimali vardı. 9 3 Gelelim, ABD Birleşmiş Milletler delegasyonun on birinci top­ lantısına . . . Bu toplantıda da Mısır ile Türkiye'nin rekabeti konu olmuştu . İki ülke arasındaki rekabet sürüyordu. Bu toplantıda da benzer görüşler ve öneriler gündeme gelmişti. Durumda herhangi bir gelişme yoktu. Türkiye'nin de Fransa ile Batı Avrupa ülkeleri­ nin desteğini alması dikkat çekiciydi. Türkiye ABD açısından çok daha güvenilirdi. Mısır'ın ABD tarafından desteklenmesinin bir sakıncası da, bu ülkenin fazlasıyla İngiliz karşıtı bir tutum içinde olmasıydı. ABD , Mısır'dan pek de bir destek sağlayamazdı. Ayrı93

FRUS, 1948, Volume: 1, (Part 1), (General; The United Nations), "ABD Birleşmiş Milletler Delegasyonunun Dokuzuncu Toplantısının Tutanağı", (30.9. 1948).

67

ca, Mısır'ın daha ö nce de Güvenlik Konseyi üyesi olduğu hatırla­ nacak olursa, Süriye'den hemen sonra yeniden aynı konuma gel­ mesinin sakıncaları da olabilirdi. Bunun önemli bir sonucu, Arap ülkelerinin her defasında Güvenlik Konseyi'nde bir üyelik kon­ tenj anı bulması demekti. Bir içtihat oluşabilirdi ki, doğru olmaz­ dı. Eğer Arap ülkeleri bu konuda ısrarcı olursa, bu durum, Gü­ venlik Konseyi üyelik adaylığının artması anlamına gelecekti ki, bu gelişme iyi olmazdı. Arap ülkelerinin Güvenlik Konseyi üye­ lik kontenjanına sahip oldukları yolunda bir izlenim de doğru ol­ mazdı. Zaten Arap ülkelerinin bu konuda ısrarcı olmaları pek de beklenmiyordu. Bu arada, Hindistan ile Pakistan arasındaki rekabette ; Pakis­ tan İslam ülkesi olması dolayısıyla adaylık yarışında Mısır'ı; bu­ na karşılık da Hindistan Türkiye'yi destekliyordu . Mısır'ın ABD tarafından tercih edilip edilmemesinin, ABD'nin Mısır ile ilişkile­ rinde önemli bir dönüm noktası oluşturabileceği de düşünülmüş­ tü . Nihayet, olası bir destek Mısır'ı ABD'ye yaklaştırabilirdi. Bu­ nun da ötesinde, Mısır'da Filistin konusunda ılımlı görüş sahiple­ ri, aynı zamanda adaylık konusunda da ısrarcı davrananlardı. Bu da önemli bir husus sayılabilirdi. Yine de Mısır'ın İngiliz karşıtı tu­ tumu göz önüne alınmalıydı. Mısır-İngiliz ilişkileri kriz içindeydi. Bir başka yaklaşım da, bu seçimin öneminin fazlasıyla büyütüldü­ ğü yönündeydi. Karar ne olursa olsun , sonuçta genel durumda de­ ğişen pek bir şeş olmayacaktı. En iyi çözüm yolu , aslında Kahire ile Ankara'nın bu sorunda uzlaşmaya varmalarıydı. Bu mümkün olmazsa , ABD , kendi kararını kendi verecekti.94 Sonunda , 6 Ekim'de ABD kesin karar verecektir; buna göre , adaylık için ilk sırada Norveç, ikinci sırada Küba ve üçüncü sıra­ da da Türkiye ya da Mısır desteklenecekti. 95 Nitekim aynı gün ABD'nin Birleşmiş Milletler delegasyonunda hazırlanan bilgi no­ tunda, ABD'nin hala Türkiye ile Mısır arasında kararsız ve çıkmaz­ da kaldığından söz ediliyordu. Türkiye ile Mısır'ın niçin destek­ lenmesi gerektiğine ilişkin nedenler sıralanmıştı. 94

FRUS, 1948, Volume: 1, (Part 1), (Genera l; The United Nations), "ABD Birleşmiş Milletler Delegasyonunun On Birinci Toplantısının Tutanağı", (4. 1 0.1 948).

95

FRUS, 1948, Volume: 1, (Part 1), (General ; The United Nations), "ABD Birleşmiş Milletler Delegasyonunun Karar Tutanağı", (6.10.1948).

68

Türkiye'nin özellikleri şunlardı: Türkiye, Sovyetler Birliği karşı­ sında maruz kaldığı sinir savaşında ayakta kalmıştı. Ankara, şim­ diye kadar tutarlı bir şekilde Amerikan politikasını desteklemiş­ ti. Dış politikasını düzenlerken kesinlikle ABD'ye başvuruyordu. Türkiye, ABD'nin Yunanistan ve Türkiye'ye yönelik yardım prog­ ramının önemli bir unsuruydu . Bu politika, ABD'nin en önem­ li politik anlayışıydı. Türkiye, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu'nun stratejik öneminin tam olarak farkındaydı. Eğer Türkiye Güvelik Konseyi üyeliğine seçilirse, kuşkusuz Ankara'nın temsilcisi ola­ rak Selim Sarper tayin edilecekti ki, kendisi yetenekli biriydi. Tür­ kiye'nin Güvenlik Konseyi'ne seçilmesi, Arap ülkelerinin Güven­ lik Konseyi'nde bir üyelik hakkı ve kontenjanı olduğu yolundaki sorunu ortadan kaldıracaktı. Türkiye'nin adaylığı Orta Doğu böl­ gesinin de desteğine sahipti; ama Arap ülkelerinin desteğine de­ ğil. Fakat Batı Avrupa ülkeleri, İngiliz sömürgeleri ve bazı Latin Amerika ülkeleri de Ankara'nın adaylığını destekliyordu. Ayrıca, Türkiye, Filistin sorununda bağımsız bir tutum almıştı; her ne ka­ dar Arap ülkelerinin çıkarlarına karşı oy kullanmasa da. Türki­ ye, ABD'nin çıkarlarının Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde söz konusu olduğunda, muhtemelen Mısır'dan çok daha güveni­ lir bir ülkeydi. Mısır'a gelince; Mısır, Arap ülkelerinin desteğine sınırsız bir şe­ kilde sahipti. ABD'nin adaylığını desteklemesi de talep etmişti. ABD'nin Mısır'ın adaylığını desteklemesi, Filistin sorunu çerçe­ vesinde değerlendirilmeliydi. Mısır'ın olsun, diğer Arap ülkeleri­ nin olsun, onların tutumu, ABD açısından, eski İtalyan kolonile­ ri ile ilişkiler açısından önemliydi. Türkiye zaten halihazırda Bir­ leşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi üyesiydi; bu bakım­ dan üvenlik Konseyi üyeliğine o kadar da ihtiyacı yoktu. Mısır ise, bir sonraki seçimde Güvenlik Konseyi adaylığı için Ankara'yı des­ teklemeye söz vermişti. Bu taahhüt, tek başına Arap ülkelerinin Güvenlik Konseyi'nde kontenjan talebi olmadığını gösteriyordu. Mısır, daha çok iç politika endişeleri ve prestiji nedeniyle Gü­ venlik Konseyi üyeliğini istiyordu . Üyeliğin kazanılması Mısır hükumetinin başarısını gösterecekti. Bu da hükumetin istikrarını sağlayacaktı. Mısır'ın üyeliğe seçilmesi halinde, Mısır'ı temsil ede­ cek kişi de, Arap ülkelerinin sözcüsü durumunda olan kişiydi mi, 69

kendisiyle mantıki anlaşmalara varmak mümkündü . Mısır, üyelik­ le doğrudan ve yakından ilgileniyordu. Oysa Türkiye üyelikle bu kadar çok ilgilenmiyordu; onun ilgisi daha çok kişisel düzeyde Se­ lim Sarper tarafından gösteriliyordu . Türkiye'nin olası destek aldı­ ğı ülkeler; Yunanistan, Iran, Afganistan, Habeşistan ile Hindistan iken; Mısır, Irak, Lübnan, Suudi Arabisten, Suriye, Yemen ve Pa­ kistan'ın desteğine sahipti. 96 7 Ekim'de ABD Birleşmiş Milletler delegasyonu on ikinci top­ lantısını da yapmıştı. Bu toplantıda da aynı konu gündemdeydi. Türkiye'nin Güvenlik Konseyi üyesi olarak ABD'ye güvenilir des­ tek sağlayacağı düşünülmüştü. Bu bakımdan seçilmesi uygu gö­ rülmüştü. Zaten daha önce hiç Güvenlik Konseyi üyesi olmamıştı. Böylece Arap ülkeleri de Güvenlik Konseyi'nde kendilerine ayrıl­ mış bir üyelik olduğu düşüncesinden uzaklaşacaklardı. Diğer yan­ dan, Mısır da endişe içindeydi. Arap ülkelerinin de adayıydı. Se­ çilmesi halinde muhtemelen Filistin sorununda yardımcı olacak bir Arap ülkesi olacaktı. ABD açısından da seçilmesi olumlu olur­ du. Fakat Mısır'ın Güvenlik Konseyi'nde Filistin meselesinde oyu her zaman için Arap devletlerinden yana olacaktı ve asla ABD'nin politikasını da desteklemeyecekti. Ayrıca, Mısır adaylık sürecin­ de yalnızca Arap devletlerinin desteğine sahipti. Bir görüş de, Mı­ sır'ın ilk turda desteklenmesiydi. Böylesine bir destek, bir yandan Filistin meselesinin çözümünde daha olumlu bir hava yaratabilir­ di; diğer yandan da, eski İtalyan sömürgeleri meselesinde da aynı etkiye sahip olabilirdi. Ayrıca, Mısır'ın yalnızca Arap devletlerini yakından ilgilendi­ ren spesifik meselelerde onlarla birlikte davranması; diğer genel konularda ise ABD ile birlikte tutum alması mümkündü. Bu çer­ çevede, ABD'nin ilk oylamada Mısır'ı , daha sonraki gelişmelere göre de Türkiye'yi desteklemesi uygun olurdu . Türkiye'nin her zaman için ABD ile birlikte davranacağı konusunda genel bir an­ layış birliği vardı. Yine de farklı görüşler ve öneriler arasında ka­ lınmıştı. 96

70

FRUS, 1948, Volume: 1, (Part 1), (General; The United Nations), "ABD Birleşmiş Milletler Delegasyonu n un Bilgi Notu", (6. 10. 1948). Ankara'nın 1 948 yılında d ı ş politikada karşı karşıya ka ldığı sorunların çok kısa bir özeti için bkz. Athanassopoulou, "Western Defence Developments and Turkey's Search tor Security in 1948", Turkey: ldentity, Democracy, Politics, s. 89-90.

Türkiye'nin adaylığının desteklenmesi yine de delegasyon için­ de ağırlık kazanmaya başlamıştı. Bizzat Marshall da Türkiye'den yanaydı. Fakat ilk tur oylama için hala Mısır'ın desteklenmesini öneriyordu. Yine de Mısır'ın desteklenmesinin ABD'nin Filistin sorununda Arap ülkeleriyle birlikte oy kullanmadığı sürece fayda getirmeyeceği konusunda da kuşkular yok değildi. N ihayet, bü­ tün bu mülahazalar çerçevesinde, toplantının sonunda, ilk tur oy­ lamada Mısır'ın desteklenmesine karar verilecektir. Sonraki oyla­ malar için bu karar geçerli olmayabilirdi. Bu konuda yalnızca Mı­ sır'a bilgi verilecekti. Ama bu bilginin kamuoyuna ifşa edilmeme­ si için de gereken önlemler alınacaktı. ABD , bu konuda Kahire'ye pek de güvenmiyordu yani . Sonunda eğer Mısır ilk turda yeter­ li oyu kazanamazsa, ABD , ikinci turda Türkiye'yi destekleyecek­ ti. Fakat bu bilgi de saklı tutulacaktı; aksi halde, bu tutum, her iki ülkede de tepki doğururdu.97 Neticede; ilk tur oylamada, sırasıy­ la Norveç, Küba ve Mısır desteklenecekti. Mısır için sadece ilk tur oylama desteği elde edilmişti.98

Bir Dış Pol itika Tartışması Elbette dış politika gelişmeleri, pek nadiren iç politika tartışmala­ rına neden oluyordu. Şimdi de bu nadir örneği görelim: DP milletvekili Kamil ldil'in, Birleşmiş Milletler Güvenlik Kon­ seyi'nden süresi dolarak çekilen Süriye'nin yerine, yine Orta Do­ ğu devletlerinden birinin seçilmesi gerekirken ve Türkiye ile Mısır iki aday iken, yapılan oylama sonucunda, Türkiye'nin sadece 19 oy kazanmasına karşılık, Mısır'ın 38 oyla Güvenlik Kurulu'na üye olması üzerine, ABD ile diğer Latin Amerika ülkelerinin, Arap Bir­ liği'nin, İngiltere ve dominyonlarının ve Yunanistan'ın Mısır lehi­ ne oy kullanmalarının, Türkiye'nin uluslararası ilişkilerdeki konu­ munu ne derece etkilediğine ilişkin sorusunu, bizzat Dışişleri Ba­ kan vekili Tahsin Bekir Balta yanıtlanmıştı.99 97

FRUS, 1948, Volume: 1, (Part 1), (General; The United Nations), "ABD Birleşmiş Milletler Delegasyonunun On İ kinci Toplantısının Tutanağı", (7. 10. 1948).

98

FRUS, 1948, Volume: 1, (Part 1), (General; The United Nations), "ABD Birleşmiş Milletler Delegasyonunun Karar Tutanağı", (7. 10. 1948).

99

TBMM TD, Devre: 8, Toplantı: 3, Cilt: 13, 5. Birleşim, (12. 1 1 . 1948).

71

Aslında yanıt verilmesi, yanıtın kendisinden daha önemli sayı­ lırdı. Çünkü , o zamana kadar adet, Dışişleri Bakanlarının gerek­ tiğinde Meclisi dış politika konularında aydınlatmasıydı. Bu kez Ankara'nın dış politikası, bir soru üzerine TBMM gündemine ge­ liyordu. Balta'nın yanıtı, iktidarın dış politika konularında tartış­ ma geleneğinden de denli uzak olduğunu bir kez daha gösterecek­ tir. Balta, şöyle diyordu: " İ ç politika konularında Büyük Meclis'te istediğimiz gibi konuşmada mem leket ve m illT menfaat bakı m ından çok kere mahzur olmayabilir. Fakat, takdir buyurursunuz ki, dış politikaya taa lluk eden konularda hal böyle değildir. Dış politika konuların­ da, olayların old uğu gibi tahlil ve ifadesinde çok dikkatli ve titiz davranmalıyız. Bu sebeple önergede sözü edilen hususları, olayların hakikii cereyan tarzı ile telif ve o şekilde kabul etmek sureti ile soruyu ceva plandırmak zorundayı m . " 1 00

Balta'nın açıklamasına göre, söz konusu seçimde, Türkiye, Süri­ ye'yi değil, fakat Orta Doğu bölgesinin yalnızca Arap ülkelerinden oluşmadığına dikkat çekerek, lran'ı desteklemişti. Balta'nın sözle­ rinden, Ankara'nın Arap Birliği ile ilişkilerinin yakın ve sıcak ol­ madığı da açıkça hissediliyordu. 1 0 1

TBM M'de Bir Dış Pol itika Sorusu : Türk Ası l l ı Sovyet M ü ltecileri n i n Türkiye'ye Gelişi Soru n u TBMM'de 1 948 yılının ilk günlerindeki bir oturumda, CHP millet­ vekili Sait Köksal'ın -ki konuşmasından, kendisinin de Rusya'dan Türkiye'ye göç etmiş Türk asıllı olduğu anlaşılıyordu- halen Avru­ pa'nın değişik ülkelerinde mülteci kamplarda yaşayan Türk asıl­ lı mülteciler için neler yapıldığına ilişkin sorusu , bizzat Dışişle­ ri Bakanı Necmettin Sadak tarafından yanıtlanmıştı. Sadak'ın ko­ nuşmasından anlaşılan, söz konusu olan mülteciler, Rusya'dan ge­ len ya da Rusya'ya geri dönmeyen ve halen Avrupa'nın değişik yer­ lerinde kurulu bulunan mülteci kamplarında yaşayan Türk asıl­ lı kişilerdi. Sadak, bu kişilerin sayısının 7.000 civarında o lduğu­ nu belirtiyor ve Türkiye'ye gelmek istediklerini söylüyordu . 1 94 7 100 TBMM TD, (aynı yerde), (12.l 1.1948). 101 TBMM TD, (aynı yerde), (12.11.1948).

72

yılının Temmuz ayında bir heyet , durumlarını incelemek üzere kampları ziyaret etmişti. Bu arada, lskan Genel Müdürlüğü de in­ celemede bulunmuştu. Heyetin raporu, söz konusu mültecilerin Türkiye'ye alınması yönündeydi; ancak, Türk Hükumeti, "bir ta­ kım kayıt ve şartlar" düşünmekteydi. 1 02 Sadak, bu "kayıt ve şartları" da şöyle açıklıyordu: "Bu kayıt ve şartların başında, mem leketim ize gelmek isteyen bu insanların, ken­ di memleketlerine karşı, mensup oldukları memleketlere karşı, harb suçlusu veya­ hut vatan haini duru m unda bulun m aması; sonra da mem leketim ize kabul edece­ ğimiz bu mültecilerin, burada geçici kalarak, bilahare mem leketlerine gitmek üze­ re, burada, muvakkat mülteci sıfatı ile değil, Türk vatandaşı sıfatı ile Türkiye'e yer­ leşmeyi ka bul etmiş olmalarını şart ittihaz ettik. Bu mülteciler meselesinin ayla r­ dır sürmesi, takdir buyurursunuz ki, gerek memleketin iç duru mu , gerek meselenin milletlerarası inikasları bakı m ından ehem miyetli olmasından ileri geliyordu . " 1 03

Görülüyor ki, Sadak, Türk-Sovyet ilişkilerinin, bu sorundan do­ layı, biraz daha gerginleşmemesi için, Ankara'nın son derece özen­ li davrandığını ima ediyordu. Diğer yandan, TBMM' deki bir oturumda, 9 Şubat'ta, Bulgaristan üzerinde iki spitfire Türk savaş uçağının ateş açılarak düşürülme­ si kınanıyordu. 1 04

6. AMERi KAN YAR D I M I VE MARSHALL PlAN I 1 948 yılındaki gelişmeler de Soğuk Savaş'a damgasını vuracaktır. Şimdi kısaca bunları gözden geçirelim: 1 948 yılının Şubat ayın102 TBMM TD, Devre: 8, Toplantı: 2, Cilt: 9, 29. Birleşi m, (12.1. 1948). 103 TBMM TD, (aynı yerde), (12.1. 1948). Saka, bir ay sonra, hükumetin aynı koşullarda 5 ila 6.000 mültecinin Türkiye'ye getirilmesine karar verdiğini açıklayacaktır. AT, Sayı: 171, (Şubat 1948). Yıl sonuna doğru Saka'nın Sovyetler Birliği'nin Ankara Büyükelçisi Lavrişev ile görüşmesi, Cumhuriyet gazetesinde, Moskova'nın Ankara'ya karşı izlediği politikanın değişeceği ve ilişkileri n yumuşayacağı şek­ linde kaynağı belirsiz bir spekülasyona yol açmıştı. Cumhuriyet, (23. 1 1 . 1948). Hatırlanmalıdır ki, Sovyet­ ler Birliği'nin yeni Ankara Büyükelçisi Lavrişev, Nisan ayında Ankara'ya gelmişti ve 16 Nisan' da itimatna­ mesini sunmak üzere l nönü ile görüşmüştü. 19 Nisan' da da Saka ile bir görüşme yapmıştı. Aynı ay, Dışiş­ leri Bakanı Necmettin Sadak i le de görüşmüştü. AT, Sayı: 173, (Nisan 1948). Bu arada; DP milletvekil i Osman Nüri Köni'nin Dışişleri Bakanlığı'nda görevli bazı memurların altın ka­ çakçılığına il işkin sorusu için ayrıca bkz. TBMM TD, Devre: 8, Toplantı: 3, Cilt: 13, 4. Birleşim, (10. 1 1 . 1948). 104 TBMM TD, Devre: 8, Toplantı: 2, Cilt: 10, 45. Birleşim, (20.2. 1948). Cumhuriyet gazetesinin haberine göre, bir pilot ölmüş ve ikinci pilot da yaralanmıştı. Bir başka habere göre de, iki pilot, bir erbaş ölmüş ve bir er­ baş da yaralanmıştı. Cumhuriyet, (13.2.1948).

73

da Doğu Avrupa'da önemli gelişmeler olacak ve Çekoslovakya'da iktidar tamamen komünistlerin eline geçecektir. 1 05 Moskova ise, Finlandiya'dan karşılıklı yardım antlaşması imzalanmasını talep ediyordu. 1 06 Bu talep, Ankara açısından tanıdık sayılabilirdi. Dı­ şişleri Bakanı Necmettin Sadak ise , 1 7 Şubat'ta yaptığı açıklama­ da, Yunanistan'da devam eden iç savaşta, Atina'nın desteklenmesi konusunda, ABD ve İngiltere ile aynı politika çizgisinde oldukla­ rını vurguluyordu. Haziran ayında ise, Berlin ablukası başlayacak­ tır. 1 07 Şimdi bu genel çerçevede yeniden Türk-Amerikan ilişkile­ rindeki gelişmelerin ayrıntılarına bir göz atalım: Amerikan askeri yardımının başlangıcı 1948 yılıdır: "Gerçek­ ten [ de ] , TBMM'nin 12 Ocak 1 948 tarihli oturumunda, ABD ta­ rafından Türkiye'ye yapılacak yardımdan milli savunma ihtiyaç­ ları için sağlanacak maddelerin vergiden muaf tutulması hak­ kında kanun tasarısının kabul edilmesinden sonra ve 1 948 [ yı­ lının ] Şubat [ ayın ] da Türkiye'ye askeri yardım gönderilmesi­ ne başlanmıştır. " 1 08 Bu dönemde , yani 1 947 yılının Ekim ayın­ dan 1948 yılının Eylül ayına kadar geçen yaklaşık bir yıllık süre­ de, Türkiye'ye yapılan yardım miktarı, 72.887.405 Dolar idi ve bu miktarın 56.675 . 1 56 Doları kara ve hava kuvvetlerine, 1 1 .955 .334 Doları da deniz kuvvetlerine yapılmıştı. Geriye kalan 5 .000 .000 Dolara yakın bir kısım da, "yine askeri değeri olan yol yapımı gibi başka masraflara ayrılmıştı. " 1 09 105 AT, Sayı: 1 7 1 , (Şubat 1 948). 106 AT, Sayı: 1 7 1 , (Şubat 1948). Nitekim antlaşma Nisan ayında imzala nacaktır. AT, Sayı: 173, (Nisan 1948). 107 OTDP, s. 23 1 ; Gürün, Dış İlişkiler ve Türk Politikası, s. 255 ve 286-288; Sander, Balkan Gelişmeleri ve Türkiye, s. 55. İ ngiltere'nin Akdeniz donan masına bağlı bir kruvazör, Mart ayı ortasında İ skenderun limanı­ nı ziyaret edecektir. AT, Sayı: 172, (Mart 1 948). Ta m bu sırada Ankara ile Sofya'daki a skeri ataşelikler kar­ şılıklı olarak kaldırıl ıyordu. AT, Sayı: 1 72, (Mart 1948). Kriz açıktı. 108 Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 31. lnönü ile Wilson a rasındaki görüşme, muhtemelen bu konuyla il­ giliydi. Cumhuriyet, ( 1 7 . 1 . 1948). Wilson, görüşmeye il işkin olarak herha ngi bir açıklamada bulunmam ıştı. Cumhuriyet, (18. 1 . 1 948). Cumhuriyet gazetesi, çok kısa bir süre sonra, görüşmenin Marshall Planı ile ilgi­ l i olduğunu haber verecektir. Habere göre, Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın bir raporunda, Türkiye'ye ya pı­ lacak tarım, taşıt, maden işletme teçzihatı ile malzeme bedellerinin peşin olarak ödenmesi talep ediliyor­ du. Ankara, buna itiraz etmişti. Cumhuriyet, (22.1. 1948). 1 09 Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 31. Mart ayında ABD Hava Kuvvetleri Gru bu Başkanı Tümgeneral Ea rl J. Hoag ile bir uzmanlar heyeti Tür­ kiye'ye gelmişti. Ziyaretin askeri yardım ile ilgi l i olması muhtemeld i . Diğer yandan, Almanya'da bulunan ABD Hava Kuwetleri Komutanı General Hull da Ankara'ya gelmişti. AT, Sayı: 1 72, (Mart 1948). Nitekim ay­ nı ay ABD'nin askeri yardım paketi içinde yer a lan ilk grup hafif bom bardıman uçağ ı Ankara'ya inm işti. On altı uçağın daha gelmesi bekleniyordu. Nitekim avcı uçakları Nisan ayında Balıkesir' de teslim edilecektir.

74

Özetle; "Birleşik Amerika'nın Türkiye ve Yunanistan'a yaptığı yardımlar, bu devletin savaş sonunda yabancı ülkelere doğrudan doğruya yaptığı ilk dış yardım olduğu için, başlangıçta bağımsız bir program olarak yürütülmüştür. Fakat Amerika Birleşik Dev­ letleri, çok geçmeden daha geniş bir doğrudan doğruya dış yardım politikası izlemeye başladığı için, Türkiye ve Yunanistan'a yapılan yardım, bağımsız program olarak ancak bir yıl sürmüş ve ertesi yıl, 1 948 tarihinde onaylanarak yürürlüğe giren 'Dış Yardım Kanunu' çerçevesi içine alınmıştır. Amerikan Kongresi, bu kanun ile Yuna­ nistan ve Türkiye'ye yardım için 225 .000 .000 Dolar'hk ikinci bir ödenek daha ayırmıştır." Ancak, söz konusu ödenek miktarının ne kadarının Türkiye'ye aid olduğu açıklanmamıştır. 1 1 0 Amerikan uçak gemileri de beraberinde getirdiği uçakları teslim ediyordu. İ zmir' de de uçak teslimatı ger­ çekleşiyordu. Ayrıca, Amerikan yardımı içinde yeni gemilerin de gelmesi umuluyordu. Nitekim Mayıs ayın­ da dört denizaltı gelecektir. Amerikan uçak gemilerinin beraberinde getirdiği uçakların teslimatı da Mayıs ayında sürecektir. AT, Sayı: 1 72, (Mart 1948); AT, Sayı: 1 73, (Nisan 1 948). 1 10 OTDP, s. 227; Olman, age, s. 1 13. ABD Dışişleri Bakanlığı'nın bir raporunda, Türkiye, yardım öncelikleri arasında, Batı Avrupa'nın, Yunanista n'ın ve Çin'in a rdından dördüncü sırada geliyordu. Çin'e 125.000.000 Dolar, ikinci grupta yer alan İ ran'a ise yalnızca 10.000.000 Dolar yardım yapılacaktı. Arjantin ancak üçün­ cü grupta yer a labilmişti. FRUS, 1948, Volume: 1, (Par! 2), (General; The United Nations), "ABD Ordu Bakanı Royall'dan ABD DB'ye", (6.8.1 948). Nitekim ABD'nin Moskova Büyükelçisi Smith, 2 1 Ağustos 1 948 tarihin­ de, ABD Dışişleri Bakanlığı'na ilettiği raporunda, yeni Sovyet propaganda bombardımanının yaklaşmakta olduğunu bel irtiyordu. Buna göre, Moskova, en zayıf ülkeler grubuna a ldığı Türkiye'ye, Yunanistan'a, İ ran'a ve Çin'e yönelik hakimiyet pol itikasını güçlendirecekti. FRUS, 1948, Volume: 1, (Par! 2), (General; The Uni­ ted Nations), "Smith'ten ABD DB'ye", (21 .8. 1948). Bunun ardından Amerikan Savunma Baka nlığı' na ileti­ len bir raporda da; Orta Doğu ve Doğu Akdeniz' in güvenliğine yeniden dikkat çekilmiş ve bu çerçevede ABD açısından ltalya 'nın, Yunanistan'ın, İ ran'ın ve Türkiye'nin toprak bütünlüğünün ve bağı msızlığının önemi­ ne işaret edilmişti. Bu ülkelere politik ve ekononik yardımın yan ında, gerektiğinde askeri yardımda da bu­ lunulacaktı. FRUS, 1948, Vol ume: 1, (Par! 2), (General; The United Nations), "Amerikan Genelkurmay Baş­ kanlığı'ndan Amerikan Savunma Bakanı Forrestal'a", (2. 1 1 . 1948). Daha yılın hemen başında, ABD'nin Londra Büyükelçiliği'nden ABD Dışişleri Bakanl ığı'na yazılan bir ra­ porda, Moskova'nın Norveç'e de bir anlaşma önerebileceği belirtilmişti. Buna göre, tıpkı Finlandiya ile yap­ tığı anlaşmaya benzer şekilde, Sovyetler Birliği, bu kez de Norveç'i hedef a lacaktı. Norveç, bu öneriyi red­ dederse ve ardından da saldırıya uğrarsa, bu takd irde ne tür bir yardım alabileceğini öğrenmek istiyordu. Sorunun muhatabı ise, Londra i le Washington idi. İ ngiltere Dışişleri Bakanı Bevin'in önerisi ise, Türkiye ile İ ran'ın Sovyet taleplerine karşı başarılı direnişini örnek almaktı. Norveç elbette gereken yardımı alacaktı. Bevin, İ kinci Dünya Savaşı öncesinde Hitler'e karşı yapılan hatanın bir d::ıha tekrarlanmaması gerektiği ka­ nısındaydı. Sovyet sistemi dışında kalmış olan bütün ülkeler gerçekten organize olmalıydı. FRUS, 1948, Vo­ l ume: 111, (Western Europe), "ABD'nin Londra Büyükelçiliği'nden ABD DB'ye", ( 1 1 .3. 1948). Nitekim hemen ertesi gün, 13 Mart'ta ABD Dışişleri Bakanlığı, ABD'nin Oslo Büyükelçiliği'ne yazdığı raporda, yine İ ran ve Türkiye örneğinden hareketle, Sovyet taleplerine d irenmenin gereğine vurgu yapılıyordu. ABD, bu konuda Londra i le yakın temas içindeydi ve temasta kalacaktı. Oslo'nun d irenişi de desteklenecekti. FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "Marshall'dan ABD'nin Oslo Büyükelçiliği'ne", (12.3. 1948). Bir Amerikan bel­ gesinde de, Türkiye, İ ran ve Yunanistan'ın herhangi bir saldırıya uğraması halinde destekleneceği açıklan­ mıştı yeniden. FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "ABD, Kanada ve İ ngiltere Güvenlik Görüşmeleri­ nin Altıncı Toplantısı'nın Tutanağı", ( 1 .4.1948).

75

Amerikan yardımının 1948 yılındaki gelişimine de bir göz at­ manın sırasıdır; elbette bunu da ABD Dışişleri Bakanlığı'nın belge­ lerine bakarak yapacağız. Yılın hemen ilk günlerinde, 9 O cak'ta, Türkiye'nin Washing­ ton Büyükelçisi Hüseyin Ragıp Baydun'un da katıldığı bir toplan­ tı ABD Dışişleri Bakanlığı'nda yapılmıştı. Toplantı yaklaşım olarak bir saat sürmüştü. Toplantının konusu , ABD'nin Doğu Akdeniz politikası idi. Bu konuda Türkiye ile Yunanistan'a özel bir yer ay­ rılmıştı. ABD, Yunanistan'daki iç savaşta gerilla kuvvetlerine kar­ şı savaşan hükumet güçlerine askeri danışman yanında önemli öl­ çüde askeri mühimmat da iletmişti. Bunlar yakında ülkeye ulaşa­ caktı. Baydur'a göre, ABD'nin Sovyet yayılmasına karşı bu sırada­ ki misyonu, savaş öncesinde Nazi Almanyası karşısında lngilte­ re'nin misyonuna benziyordu. Bu aşamadaki tehlike, Moskova'nın ABD'nin niyetini yanlış değerlendirmesiydi. Tıpkı bir zamanlar Hitler'in Polonya üzerinden savaşa girerken lngiltere'nin kararı­ nı yanlış değerlendirmesinde olduğu gibi. Eğer ABD , Baydur'a gö­ re, Türkiye ve Yunanistan meselesinde bilinen tutumunu açıklıkla belirtirse, bu takdirde bu tutum, Balkanlar'daki Sovyet uydusu ül­ kelerdeki çok geniş bir çevreyi oluşturan anti-komünist unsurlar açısından cesaret verici olurdu. Baydur'a, bu meselenin ABD'nin en yüksek yönetim organlarında görüşüldüğü ve en kısa zamanda da kesin bir karara bağlanacağı söylenmişti. Baydur, geçenlerde basında görülen ve ABD'nin binlerce deniz­ cisini Akdeniz'deki Amerikan donanmasına takviye olarak gönde­ receği yolunda karar aldığı şeklindeki haberin, bölgedeki askeri gücün artırılması konusunda bir gösteri kararı anlamına mı gel­ diğini sormuştu. Yanıt olarak kendisine bunun standart bir uygu­ lama olduğu söylenmişti. Olağanüstü bir durum yoktu yani. Ama eğer bazı çevreler, bunu bir güç gösterisi şeklinde yorumlarsa, bu daha da iyi olurdu . Görüşmenin bu aşamasında Baydur, bu kez Türkiye'ye yöne­ lik Amerikan yardım programını gündeme getirmişti. Büyükelçi, ABD'nin Türkiye'ye yönelik ilgisi belirten yardımdan dolayı teşek­ kürlerini ifade etmekle birlikte, programın uygulanmasında ortaya çıkan gecikmelerden dolayı endişelerini de belirtmekten geri kal­ mamıştı. Ankara, yardım programının gerçekleşmesinde elinden 76

gelen ve mümkün olan bütün işbirliğini gösteriyordu. Bunun için Türk Genelkurmay Başkanlığı, İstanbul limanının gereken kısım­ larının sevkiyat için hazır edilmesini emretmişti; fakat şimdiye ka­ dar hiçbir yardım limana ulaşmamıştı. Baydur, Türklerin yardım konusunda ABD'ye tam bir güven içinde olduklarını belirtiyordu. Fakat bu tür gecikmeler hayal kırıklığına yol açmaktaydı. Bu su­ retle gecikmelerin gerek Türk hükumetinin ve gerekse halkının morali üzerinde olumsuz etkisi oluyordu. Oysa Sovyetler Birliği'nin baskısı altındaydılar. ABD yetkilileri de durumun farkındaydı. Onlar da gecikmelerin nedenlerini an­ latmışlar ve ardından çok kısa sürede kargoların teslim edileceği­ ni belirtmişlerdi. Baydur, kargoların tesliminde Türk gemilerinin kullanılma kararının gecikmelerde tesiri olup olmadığını da öğ­ renmek istemişti. Bu soruya verilen yanıtta ise , bu kararın muh­ temelen Amerikan halkına saygıdan ileri geldiği belirtilmişti. Yeni başlayan Avrupa kalkınma programı dolayısıyla başlayan yardım­ larda, yardım yapılan ülkelerin de katkısı talep edilmişti. Baydur, görüşmenin sonlarında, ABD ile Türkiye'nin çıkarları­ nın aynı olduğunu bir kez daha vurgulama gereğini hissetmişti. Ankara, her şekilde ABD ile işbirliğini arzu ediyordu. Fakat bunu yaparken, ABD'nin planlarında ve politikasında güven ve eşitlik is­ tiyordu. Hatta Baydur, İkinci Dünya Savaşı yıllarına geri dönerek, Türkiye ile İngiltere arasındaki askeri görüşmelere atıfta bulun­ muştu . 1 94 3 yılında İnönü Churchill'le Adana' da görüşmüştü ve askeri yardım konusunda anlaşmaya varılmıştı. Buna karşılık da Türkiye savaşa girmeyi kabul etmişti. Fakat bu yardım gerçekleş­ memişti. Büyükelçi, halihazırda böyle bir gelişmeden kaçınmanın gereğine işaret etmişti. ABD'nin Doğu Akdeniz politikası konu­ sunda Ankara'ya sürekli olarak bilgi vermesi bekleniyordu . ABD temsilcisi, bu konuda henüz kesin karar için ABD yönetimi için­ de görüşmelerin sürdüğünü ve karar alınır alınmaz bundan Anka­ ra'nın haberdar edileceğini açıklamıştı. 1 1 1 Bundan sonra Türkiye'nin mali yardım konusundaki güçlükle1 1 1 FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD DB Türkiye, Yunanistan ve İ ra n İ le i lişki­ ler Bölümü David YeBreton'un Görüşme Hakkında B ilgi Notu", (9. 1 . 1948). Bundan bir yıl sonra hazırlanan bir Amerikan raporunda ise, Türkiye' de bulunan pek çok sayıdaki l imana rağmen, yardım progra mının za­ manında gerçekleştirilmesinin mümkün olamadığına değinilmişti. FRUS, 1949, Volume: VI, (The Near East, South Asia, and Africa), "ABD DB'den ABD Tahran Büyükelçiliği'ne", (29.1. 1949).

77

rine değineceğim. Türkiye, ekonomik ve mali yardım konusunda ABD'den beklentilerinin gerçekleşmediğini görecektir. Şimdi işin bu yanına bakalım: ABD'nin Ankara Büyükelçisi Wilson, yeni yılın hemen başında, 15 Ocak 1 948 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanlığı'na yazdığı bir ra­ porda, Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak ile bakanlık genel sekre­ terinin kendisiyle ayrı ayrı görüştüklerini yazıyordu. Her iki gö­ rüşmede de Türkiye'nin Avrupa'nın yeniden imarında kendisine ilgi gösterilmemiş olmasından duyduğu hayal kırıklığı gündeme gelmişti. Hatta bizzat İsmet İnönü'nün bile Türkiye'nin dışlanma­ sından ötürü hayret ettiğini ve cesaretinin kırıldığını söylemişler­ di. Eğer Türkiye yeterli ekonomik yardım alamazsa, Sovyet yayıl­ macılığına karşı ihtiyacı olan ağır askeri masraflar nedeniyle, so­ nunda ekonomik olarak çömebilirdi. Bunu da bizzat İnönü di­ le getirmişti. Wilson ise, buna karşılık, Türkiye'nin döviz ve altın stoku bakımından yeterli ölçüde göründüğünü dile getirmişti. O kadar da, Türkiye, on altı ülkeden daha iyi durumdaydı. En iyi çö­ züm, Wilson'a göre , zaman yitirmeden, hemen Ulusararası Ban­ ka'dan projeler için kredi talebinde bulunmaktı. Bu projeler ara­ sında kömür madenlerinin modernizayonu ile modern tarım ma­ kinaları imali de yer almalıydı. 1 1 2 Hatırlanmalıdır ki, Avrupa'nın yeniden toparlanmasına yöne­ lik programa (ERP) Türkiye dahil edilmemişti ve Ankara, bundan dolayı büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordu . Çünkü , ERP , 1 1 3 aslın­ da Avrupa'nın yeniden kalkınmasında önemli bir ekonomik ve mali yardım merkezi olarak tasarlanmıştı. Bu durumda Türkiye, bu merkezden ekonomik ve mali yardım alamayacaktı. Bu bakım­ dan Ankara'nın tepkisi anlaşılabilirdi. Şimdi bu meseledeki geliş­ melere kısaca bir göz atalım: Türkiye'nin mali yardım talebi sürüyordu; Wilson, 17 Ocak'ta da, ABD Dışişleri Bakanlığı'na yazdığı raporda, bir gün önce biz­ zat lnönü'nün, Dışişleri Bakanı Necmetin Sadak da yanında ol­ duğu halde , kendisiyle Türkiye'nin mali ihtiyaçları ile ilgili ola­ rak görüştüğünü yazıyordu. Görüşme iki saatten fazla sürmüştü. 1 12 FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "Wilson'dan ABD DB'ye", (15.1. 1948). Ayrıca bkz. Athanasso­ poulou, agm, Turkey: ldentity, Democracy, Politics, s. 86-89. 1 13 Bundan sonra 'Avrupa Kalkınma Progra m ı ' olarak adlandırılacaktır.

78

Özetle, Türkiye'nin kendi kaynaklarına dayanarak maden ve tarım üretimini geliştirmesi yönündeki beklentiler, bizzat İnönü'de pat­ lama yaratmıştı. Ayrıca, İnönü bu kararın Türk kamuoyunda da hayal kırıklığına neden olacağından endişe ediyordu. İnönü , bu türden kararların Türkiye'nin geçmişteki döviz ve altın stokları­ na bakılarak alındığından söz ediyordu. O zamanki istatistik veri­ leri böyle olabilirdi. Oysa, durum bugün için çok farklıydı ve ge­ lecek için çok daha farklı olacaktı. Çünkü dış ticaret açığı son ay­ larda korkunç derecede büyümüştü . Washington , Türkiye için 140 .000 . 000 Dolar dış ticaret fazlası hesap etmişti. Oysa, bu he­ sap yanlıştı. İnönü, meselenin moral bir mesele olduğuna da dik­ kat çekmişti. Çünkü, Türk kamuoyu, 1945 yılının ilkbahar ayla­ rından bu yana Sovyet silahlarının tehdidi altındaydı ve Batı de­ mokrasileriyle birlikte onun karşısında bir kaleydi. Fakat bu du­ rum, Türk ekonomisi üzerinde ağır bir yüktü de. Türkiye'nin mali yardıma ihtiyacı vardı. Eğer Türk kamuoyu , ABD'den mali yardım alamayacağını ve bunun sonucunda hızla tükenmekte olan döviz ve altın kaynak­ larını kullanmak zorunda kalacağını anlarsa, bu takdirde bu du­ rum, büyük bir yanlış anlaşılma ve hayal kırıklığıyla sonuçlana­ caktı. Türkiye, kendisini yarı yolda bırakılmış hissedecekti. İnö­ nü, ABD'nin elindeki istatistiklere bakarak -bu istatistikler doğru olsa bile, ki kendisi bundan hiç emin değildi- bu sonuca vardığı­ nı; oysa, başka faktörlerin bu istatistiklerden daha önemli olduğu­ nu vurgulamıştı. Türkiye'nin mali yardımlar dışında bırakıldığı­ nın açıklanması ile Türk kamuoyunu tatmin etmek neredeyse im­ kansız hale gelecekti. İnönü , içinde bulunulan sorunları naklettikten sonra , Tür­ kiye'nin Washington Büyükelçisi'ne bu meseleleri ABD Dışişle­ ri Bakanlığı'na aktarması için talimat vereceğini de ilave etmiş­ ti. Böylece kararın yeniden gözden geçirilmesi istenecekti. Bu ne­ denle İnönü , bu konuda kamuoyuna henüz kesin bir açıklama­ da bulunmayacaktı. Sadece yüksek yönetici mevkilerdeki kişile­ ri durumdan haberdar edecekti; fakat kamuoyuna bu konuda he­ nüz kesin karara varılamadığını ve görüşmelerin sürdüğünü söy­ leyecekti . Çünkü , İnönü , parlamentonun ve Türk kamuoyunun olumsuz reaksiyonundan çekiniyordu; bunun için de Türk Dışiş79

leri Bakam, yalnızca parlamentodaki parti gruplarına gizlice bil­ gi aktaracaktı. 1 1 4 Hemen ertesi gün , Wilson, bir kez daha ABD Dışişleri Bakanlı­ ğı'na yazdığı bir raporda, aynı konuyu ele alıyordu. Wilson, önce­ likle bu konunun ciddi bir mesele olduğu hakkındaki kanısını ak­ tarıyordu . Gerçekten de Türk dış ticaret açığı genişliyordu. Son on ayda ABD ile dış ticaret 26.000.000 Dolar açık vermişti. Diğer Amerikan ülkeleriyle olan dış ticaret açığı ise 3.500.000 Dolar'dı. Diğer ülkelerle olan dış ticaret ise yalnızca 5 . 500.000 Dolar fazla vermişti. Ankara, günü gününe bütçe rakamlarını sunabilecek du­ rumda değildi. Gerçekten de Türkiye ile ilgili veriler geçersiz ola­ bilirdi. Bu durum, elbette Türkiye'nin yetersizliğiydi; fakat sonuç­ ta durumu da değiştirmezdi. Ankara, işbirliği istiyordu. Wilson, meselenin yalnızca mali yardımla ilgili olmadığını da vurguluyor ve hemen ardından resmin tamamının görülmesini is­ tiyordu. Buna göre , Türkiye'nin Orta Doğu'da barışı ve istikrarı sağlamada temel unsur olduğunu ABD'nin görmesi lazımdı. Bu ül­ ke, 1945 yılının ilkbahar aylarından beri Sovyet tehdidi altındaydı ve Sovyetler Birliği'ne karşı ön cephedeydi. Türkler, ABD ile Batı Avrupa ülkeleri için iyi iş çıkardıkları duygusu içindeydiler. Fakat bunun bedeli de, büyük askeri güçleri elde tutarak, ekonomileri üzerinde ödemek zorunda kaldıkları ağır faturaydı. Eğer Türkle­ re ihtiyaçlarını çok kısıtlı bütçelerinden sağlamaları gerektiği söy­ lenirse, bu takdirde kendilerine kötü muamele edildiğini düşüne­ ceklerdi. Sonuçta, talep edilen kredi miktarı da yüksek değildi; ay­ nca geri ödenecekti. Wilson, bu nedenle taleplerin karşılanmasın­ dan yanaydı. Fakat bu talebin karşılanması sadece mali meseleler­ le de ilgili değildi; esas mesele, Türkiye ile Batılı demokrasiler ara­ sındaki ilişkilerdi. 1 1 5 Hemen iki gün sonra bu kez ABD Dışişleri Bakanlığı, Wilson'a gereken yanıtı veriyordu. Buna göre, Türkiye'nin ekonomik du­ rumu, eğer askeri faktörler göz önünde tutulmazsa, savaştan ön­ ceki durumuyla ya aynıydı ya da daha iyiydi. Dolayısıyla Türki­ ye, bir ekonomik yapılanma sorunu ile karşı karşıya değildi. An­ kara'nın bu nedenle büyük beklentiler içinde olmaması gerekirdi. 1 14 FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "Wilson'dan ABD DB'ye", ( 1 7 . 1 . 1 948). 1 1 5 FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "Wilson'dan ABD DB'ye", ( 1 9 . 1 . 1 948).

80

Nihayet, gelecek Nisan ayından itibaren Türkiye'ye yapılacak yar­ dımın dökümü şöyleydi: 1 7.000.000 Dolar değerinde tarım araç­ ları 5 . 400.000 Dolar değerinde madencilikle ilgili araç ve gereçler; 5 . 000.000 Dolar değerinde elektrik araçları; 9.000.000 Dolar de­ ğerinde kamyon; 2. 700. 000 Dolar değerinde vagon ve lokomotif; 14.200.000 Dolar değerinde işlenmiş demir-çelik; 1 2.300.000 Do­ lar değerinde petrol ürünleri; 10.000.000 Dolar değerinde işlenmiş kereste . . . Türkiye'nin on beş ayda Batı ülkelerinden ve ABD'den öngörülen ithalatı, yaklaşık 60.000.000 Dolar olacaktı; aynı süre içindeki öngörülen ihracat değeri de, 70.000.000 Dolar kadar ola­ caktı. Dış ticaret fazlası net olarak 8.000.000 Dolar olacaktı. Wilson, bu aşamada Ankara'ya hiçbir taahhütte bulunulamaya­ cağını belirtiyordu. Fakat Ankara'ya aynı zamanda destek de olun­ malıydı. ABD bu konuda gereken duyarlığı gösterecekti. Fakat başkaca kanallardan. Unutulmasın ki; ABD , Türkiye'nin politik önemini anlamış ve zamanında 1 00.000.000 Dolar'lık bir yardım­ da bulunmayı kararlaştırmıştı. Diğer yandan, Avrupa'nın yeniden yapılanması süreci, nihayetinde Türkiye üzerinde de olumlu etki­ lerde bulunacaktı. 1 1 6 Sadece iki ay sonra hazırlanan bir başka ra­ porda ise; Avrupa Kalkınma Programı'ndan Türkiye'ye ayrılan pa­ yın sadece 10.000.000 Dolar olduğu belirtiliyordu . 1 1 7 ABD Dışişleri Bakanlığı Türkiye ve Yunanistan'a Yardım Koordi­ natörü Wilds, 23 Ocak 1 948 tarihinde, Lovett'e yazdığı bir raporda, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumun geçen yıldan önemli ölçü­ de farklı olmadığını belirtiyordu . Türk silahlı kuvvetlerinin güç­ lendirilmesinin ve modernleşme programının halihazırdaki sınır­ lı fonlarla gerçekleştirilmesine imkan yoktu. Bu yöndeki gelişme­ ler beklentileri karşılayacak şekilde olsa da. Sovyetler Birliği ile kar­ şı karşıya kalan Türkiye hala tehlike altındaydı. Türkiye'ye Ameri1 1 6 FRUS, 1 948, Volume: 111, (Western Europe), "Marshall'dan Wilson'a", (2 1 . 1 . 1948). Ayrıca bkz. FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "ABD DB Avrupa İ le İ l işkiler Böl ümü Başka n ı H ickerson 'dan Lovett'e", ( 1 5 . 1 . 1948). 1 1 7 FRUS, 1 948, Volume: 111, (Western Europe), "ABD DB'nin raporu", (1 7.3.1948). Ayrıca bkz. FRUS, 1948, Vo­ lume: 111, (Western Europe), "Güncel Ekonomik Gelişmeler raporu", (3.5. 1948). Bu raporda da; benzer konu­ lar tekrar edildikten sonra, Ankara'ya Wilson'un önerisinde olduğu gibi, daha geniş imkanlar sunulması ta­ lep ediliyordu. Avrupa Kalkınma Programı tarafından ayrılan fon kesin olarak yetersizd i. Bu rakam, Türki­ ye'de kamuoyundan gizli tutulmuştu. Sadece parlamentodaki gruplara gizlice açıklanmıştı. Böylesi bir ra­ kamın açıklanmasının onun kırıcı olduğu belirtilmişti. Ankara'nın uluslararası bankaya müracaatı yararlı olacaktı.

81

kan yardımının sürmesi, temelde Sovyet saldırganlığını kırmak ve Türk halkının kendine güvenini kazanması açısından önemliydi. Türkiye'ye gelen Amerikan araştırma heyeti, 15 Temmuz 1 947 tarihli raporunda önemli bir sonuca varmıştı. Buna göre, Türki­ ye'ye gelen Amerikan yardımı, Türk silahlı kuvvetlerinin Sovyet­ ler Birliği tarafından saldırıya uğraması halinde, Amerikan askeri yardımı Türkiye'ye ulaşana dek ayakta kalabilmesini sağlayacak öl­ çüde yeterli değildi. Türkiye'nin ekonomik kaynaklan, bir yandan ordusunu ayakta tutarken; diğer yandan da, köylülerin ve işçilerin hayat seviyelerini yükseltmeye elvermiyordu. Ülkenin kalkınması­ na imkan tanımıyordu ve bunun sonucunda da, bu durumun sür­ mesi halinde, komünizmin saldırısına ve komünist fikirlerin yayıl­ masına karşı Türklerin direnişi üzerinde olumsuz etkileri olacaktı. Amerikan araştırma heyeti, Türkiye'de Sovyet yayılmasına karşı di­ rencin şu sırada çok güçlü olduğunu saptamıştı. Bir saldırıya uğra­ dıkları takdirde sonuna kadar savaşacaklardı; fakat yine iyi biliyor­ lardı ki, halihazırdaki güçleriyle bir Sovyet saldırısına karşı koyma­ ları müttefikleri tarafından desteklenmedikleri sürece mümkün de­ ğildi. Eğer Türkiye'ye yönelik Amerikan desteği sona ererse, bunun sonucu Türkiye'de genişleyen bir korku ve belirsizlik olurdu. Oysa Amerikan yardımının temel amacı bunu önlemekti. Raporda, ABD'nin gelecekte Türkiye'ye olan desteğinin birkaç şekilde olacağına değiniliyordu . Ilk seçenek; Türkiye'nin toprak bütünlüğünün ABD tarafından garanti edildiğinin ciddi ve kamu­ oyuna açık bir bildirimle sunulmasıydı. İkinci seçenek, Ankara'ya ek mali yardım yapılmasıydı. Böylece Sovyet saldırganlığına karşı Türk silahlı kuvvetlerinin ve Türk halkının moralini yüksek tut­ mak mümkün olabilirdi. İkinci seçeneğin ABD açısından avantajı, bu yöntemin sınırlı ve esnek bir taahhüt içermesiydi. Aynca, hali­ hazırda kongre ve Amerikan kamuoyu tarafından daha kabul edi­ lebilir olmasıydı. Türkiye'ya daha fazla yardım önerisi muhteme­ len başarısız kalacaktı; çünkü, Yunanistan'a gerek Truman Doktri­ ni ve gerekse Avrupa kalkınma programı çerçevesinde ek yardım taahhüdünde bulunulmuştu . Dahası, Türkiye, Avrup a kalkınma programı içinde, yardım alan değil, fakat yardım yapan ülke olarak tanımlanmıştı. Burada­ ki sorun şuydu: Türk ekonomisinin, ağır askeri harcamaları nede82

niyle, dış ticaret dengesini tutturamayacak olması göz önüne alın­ mamıştı. Bu ağır askeri harcamalar yükünden kurtulmadığı süre­ ce, Ankara, Avrupa kalkınma programına katkıda bulunabilecek bir konumda olmayacaktı. Aksine, hatta Türkiye'ye bu program çerçevesinde yardım yapılması gerekecekti. 1 1 8 1 18 FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD DB Yunanistan ve Türkiye'ye Yardım Koor­ dinatörü Wids'ten Lovett'e Bilgi Notu", (23.1.1948). Bu arada; Yunanistan da ABD' den garanti istiyordu. Ati­ na, Ankara ile kendisine Amerikan garantisin i n birlikte verilebileceğini düşünüyordu. ABD, böyle bir öneriye hemen yanıt verebilecek durumda değildi. Henüz bunun üzerinde görüşülmesi gerekirdi. Atina ise, kendisini Sovyet tehdidi a ltında görüyordu ve hissettikleri Ankara ile aynıydı. Yunanistan'ı çevreleyen Sovyet uydula­ rından Yunanistan'da bulunan gerilla güçlerine yeniden yardım yapılması hazırlıkları gündemdeydi. Bu tak­ dirde onlara açık bir mesaj verilmeliydi. FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD DB Yunanistan, Türkiye ve İ ran Bölümü Başkanı Jernegan'ın Görüşme Hakkında Bilgi Notu", (4.2.1948). Sadece iki gün sonra hazırlanan bir ABD Dışişleri Bakanlığı raporunda, Yunanistan'ın ne kadar çok yar­ dıma ihtiyacı olduğu belirtiliyordu. Halihazırdaki Amerikan yardımına rağmen Yunanistan'ın durumu hala kritik seviyedeydi. Hele bir de yardım olmasa, Atina'nın çökme noktasına gelmesi söz konusuydu. Diğer yan­ dan, Türkiye'nin ekonomisi Yunanistan' dan daha iyi durumdaydı. Fakat Türkiye'nin ordusunun ülke güvenli­ ğini koruyabilmesi ve ordusunu modernleştirmesi ancak dışarıdan alacağı yardıma bağlıydı. Dış yardım ol­ madan bunu gerçekleştirmesi de mümkün değildi. Ankara, Moskova'nın ağır baskısı altındaydı. ABD'nin yar­ dımı bu bakımdan zorunluydu. Bir saldırıya karşı caydırıcı olabilmenin ön koşulu sayılabilirdi. Ayrıca, Türk halkının moralini de güçlend irmek bakımından önemliydi. Türkiye saldırıya azi mle karşı koyacaktı. Fakat destek olmadan bunu uzun süre sürdüremezdi. Amerikan yardım programının amacı da, zaten Sovyet sal­ dırganlığına karşı bu direnci artırmaktı. Yardım, Türklerin moralini de yükseltmişti. Türk silahl ı kuvvetleri­ nin dona nımı da hayli geliştirilmişti. ABD'nin yardım programının en büyük başarısı, Türkiye'nin komünist baskıya karşı direnişini desteklemekti. Amarikan yardımı olmadan bunun gerçekleşmesi daha güçtü. FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD DB'nin Raporu", (6.2.1948). ABD'nin Yunanis­ tan politikası için ayrıca bkz. FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD Ulusal Gü­ venlik Konseyi'nin Truman İçin Hazırladığı Rapor", (12.2.1948). Bu raporda da, Yunanistan'ın 'düşmesi' ha­ linde, bunun Türkiye açısından da korkunç sonuçları olacağına işaret ediliyordu. Bir başka raporda da, Ati­ na'ya 200.000.000 Dolar yardım yapılacağından söz ediliyordu. Türkiye'nin yardım payına 75.000.000 Dolar d üşmüştü. Bkz. FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD DB'den ABD Yunanistan'a Yardım Heyeti'ne", (26.2. 1948). ABD Dışişleri Bakanı Marshall, 18 Mart 1948 tarihinde, ABD Senatörü Van­ denberg'e yazdığı yazıda, ABD'nin Yunanistan ve Türkiye'ye yönelik yardım programına devam edeceğini ka­ rarlı bir şekilde belirtiyordu. FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "Marshall'dan Van­ denberg'e", (18.3. 1948). Diğer yandan da, Türkiye ile Yunanistan arasında siyasi işbirliği, yakınlaşma ve or­ tak bir açıklamada bulunma girişimi için bkz. FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "Lovett'ten ABD'nin Atina Büyükelçiliği'ne", (5.4.1948). Buna göre, Atina ile Ankara, Yakın Doğu' da Arap ül­ kelerini de kapsayan bir ortaklığa gitmek istiyordu. Fakat ABD'nin başta olmak üzere bütün Batılı devletlerin de desteği talep ediliyordu. Fakat ABD Dışişleri Bakanlığı bu türden bir gelişmeye önderlik etmekte çekingin­ di. Ama böylesine bir gelişmeyi destekliyordu. Diğer yandan da, ABD'nin bu tür bir girişimi desteklemesinin, Yunanistan ve Türkiye'nin toprak bütünlüğüne i lişkin bir güvence olarak kabul edilebileceğinin de a ltı çizili­ yordu. Böylesine bir güvence için ABD yönetiminin en üst organlarının karar vermesi gerekirdi. Ama durum bu kadar da basit değildi: Wilson, 8 Nisan 1948 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanlığı'na yaz­ d ığı raporda, bu duruma değiniyordu. Atina ile Ankara'nın görüşleri arasında farklılık vardı. Ankara, böy­ lesine gösterişli işlerin neticede etkili olmayacağın ı düşünüyordu. Ayrıca, Ankara, böylesi bir girişimin ger­ çekleşse dahi sadece kağıt üzerinde kalacağından dolayı endişeliydi. Bir somut katkısı olmayacaktı. Oy­ sa, böylesi bir girişim Orta Doğu ülkelerine sahte bir güvenlik hissi verebilirdi ve bu bakımdan da olumsuz ve tehlikeli olurdu. Çünkü, gerçekte hiçbir güvenlik sağlamayacaktı. Üstelik böylesine bir girişim, Sovyetler Birliği ile uydularına Türkiye ile Yunanistan'a saldırı için bahane sunacaktı. Wilson, zaten Arap devletleri-

83

Ankara'nın hayal kırıklığı o kadar büyüktü ki, Wilson, 5 Mayıs 1948 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanlığı'na yazdığı raporda, bu so­ nuca işaret ediyordu. Bizzat Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak ken­ disiyle aynı gün görüşmüştü. Sadak, bir gün önceki hükumet top­ lantısında alınan kararı bildirmişti. Buna göre, Türkiye'nin Was­ hington Büyükelçisi'ne Avrupa Kalkınma Programı ile ilgili anlaş­ ma metnini imzalamaması ve söz konusu edilen 10.000.000 Dolar değerindeki krediyi de reddetmesi talimatı verilmişti. Sadak, bu kararın altında yatan nedenleri da açıklamıştı. Birin­ ci neden, iç politika gelişmeleriydi. Bu sonuç, kendisinin ve hüku­ metinin parlamento önünde çok güç duruma düşmesine neden olacaktı. Muhalefetin ve basının ağır eleştirilerine maruz kalacak­ lardı. ikinci neden, daha çok pratikti. Türkiye'nin 10.000.000 Do­ lar'lık bir kredi ile Avrupa'nın yeniden toparlanmasında katkıda bulunması imkansızdı. Bu nedenle de Türkiye, yapamayacağı bir şey için taahhütte bulunmak istememişti. Bütün bunların ardın­ dan hükumet, kabul edemeyeceği bu krediyi reddettiğini Meclise açıklamayı kararlaştırmıştı. Fakat Türkiye Avrupa Kalkınma Prog­ ramı ile işbirliğine devam edecekti. nin de böylesine ortaklık anlaşmalarından uzak durmak eğilimlerini belirtiyordu. Hele ortada Filistin sorunu varken, bu hiç gerçekçi olmazdı. Hele ki, ABD ile lngiltere'nin de dahil olduğu bir bölgesel anlaşmaya katıl­ maya hiç istekli olmayacaklardı. Filistin sorunu Arap ülkelerinin talebi doğrultusunda çözülmediği sürece girişim bu gerçekçi sayılamazdı. Zaten Arap ülkeleri, halihazırda İ ngiltere'nin Orta Doğu politikasına şüp­ heyle yaklaşıyordu. Arap ülkeleri, hal böyle iken, lngiliz politikası ile yakından i lgili olan Türkiye ve Yunanis­ tan gibi ülkelerle birli kte aynı kefede yer almayacaklardı. Dahası, Hatay meselesinde Türkiye ile SOriye ara­ sında tartışmalar sürdükçe, Arap ülkeleri Türkiye ile yakın politik ortaklık kurmazlardı. Wilson, raporunun sonunda, ABD'nin bu girişimin ardında yer alması halinde, ülkesinin Orta Doğu ve Doğu Akdeniz ülkelerine olası bir Sovyet saldırısı halinde ne ölçüde askeri yardımda bulunmaya hazır oldu­ ğu sorusuna yanıt verilmesi gerektiğini yazıyordu. Böylesine bir teşebbüs, neticede Sovyet saldırısına neden olabilirdi çünkü. Wilson, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın kesin karara varmasını ta lep ediyordu. FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "Wilson'dan ABD DB'ye", (8.4.1 948). Ayrıca bkz. Athanas­ sopoulou, agm, Turkey: ldentity, Democracy, Politics, s. 86-89. Nitekim, ABD Dışişleri Bakanlığı'na vekalet eden Lovett, 23 n isan 1948 tarihinde, Wilson'a yazdığı ra­ porda, bu soruların kesin yanıtını veriyordu. Buna göre, Washington, Filistin sorunu çözülünceye dek böy­ lesine bir girişimi desteklemiyordu. Böyle bir ortaklık ancak ileride, o da Arap ülkelerinin bu konuya göste­ recekleri i lgi seviyesinde gerçekleşebilirdi; fakat halihazırda böyle bir durum yoktu. ABD, bu konuda des­ tek vermiyordu. Filistin sorunu çözülmeden kaldığı sürece de, ABD, Orta ve Yakı n Doğu için yeni askeri ta­ ahhütlerde bulunmaya hazır değildi. Bununla birlikte, ABD, Arap ülkelerine de seslenen bir Türk-Yunan or­ tak deklarasyonunun yayınlanmasına karşı çıkm ıyordu. Ancak ortak deklarasyon ABD'yi dışarıda bırakma­ lıydı. Fakat yine ABD, Arap ülkelerinin böyle bir ortaklığı desteklemediği sürece -ki Washington destekleme­ dikleri kanısındaydı- böylesi bir ortak açıklamanın etkili bir sonuç doğurmasının m üm kün olmadığı görü­ şündeydi. Belki de Türk-Yunan- İtalyan paktı ya da ortak açıklaması daha doğru ola bilirdi. FRUS, 1 948, Vo­ lume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "Lovett'ten Wilson'a", (23.4. 1 948).

84

Sadak, görüşme esnasında, bu meselede hayli sıkıntı içinde ol­ duğundan da bahsetmişti. Bu nedenle Wilson'un kişisel olarak önerisini almak istiyordu. Wilson da, bu kararla Türkiye'nin cid­ di bir hata yapacağından söz etmişti. Ankara'nın aldığı istikamet yanlıştı. Hükumet bu kararını yeniden gözden geçirmeliydi; anlaş­ mayı imzalamalıydı; bu sırada da, Avrupa'nın kalkınmasına katkı­ da bulunmak amacıyla en uygun kredileri almak için tüm gerek­ çelerini sunmalıydı. Wilson'a göre, Ankara, kredileri reddettiğine ilişkin olarak, şu sırada kamuoyuna herhangi bir açıklamada bu­ lunmamalıydı. Washington'da halen süren görüşmeler için kapı­

yı açık bırakmalıydı. Wilson'un önerileri etkili olmuş olmalıydı ki; Sadak, Başbakan Şemsettin Günaltay'a, hükumeti ertesi gün yeniden toplamasını ve Wilson'un önerileri doğrultusunda meseleyi bir kez daha görüşme­ yi önereceğini belirtmişti. Sadak sonucu Wilson'a haber verecek­ ti. Wilson, raporunun sonunda, Sadak'a bu önerilerde bulunurken, kredi hacminin genişlemeyeceğini de belirtmeyi ihmal etmemişti. Böyle bir garanti verilemezdi. Wilson, bu görüşme sırasında, Tür­ kiye ile ABD arasında ciddi anlaşmazlıklara ve yanlış anlamalara meydan verecek bir gelişmeden de kaçınılması gerektiğini hep ak­ lında tuttuğunu belirtiyordu. Böyle bir izlenimin Türkiye'de olsun, başka ülkelerde olsun doğmasından kaçınmak gerekirdi. 1 1 9 Bir başka Amerikan raporunda da, Nisan-Aralık 1 948 dönemin­ de Türkiye'ye ilk çeyrekte dokuz aylık oran üzerinden 30.000. 000 Dolar kredi açıldığından söz ediliyordu . 1 20 7. NATO'N U N KURULUŞU VE TÜRKiYE

(il}

NATO'nun kuruluşu sürecinde Türkiye ile Yunanistan'ın örgütten uzak tutulması, her iki başkentte de rahatsızlık yaratmıştı. 1 948 yılının daha ilk günlerinde ABD Dışişleri Bakanlığı'nda yapılan bir toplantıda; Yunanistan'ın Washington Büyükelçisi Vasili Dendra1 1 9 Ayrıca bkz. FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "Wilson'dan ABD DB'ye", (5.5.1948). 120 Ayrıca bkz. FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "ABD DB Ekonomik İ şbirliği Yöneticisi Hottma n'ın Raporu", ( 1 5 . 1 . 1 948). Bu noktada belirtmeliyim ki, İ spanya da Avrupa Kalkınma Program ı'nın dışında tu­ tulmuştu ve Madrit, bundan fena halde alınmıştı. Madrit de, lspanya'nın öneminden söz ediyordu. l span­ ya'ya göre, bu dışlanmışlık, İ ngiltere ile Fransa'nın eseriydi. Ayrıca bkz. FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "ABD'nin Madrit Temsilcisi Culbertson'un B ilgi Notu", (2.2.1948).

85

mis, İngiltere Dışişleri Bakanı Bevin'in bir önerisi gündeme getir­ mişti. Bevin, Avrupa ülkelerinde bir Batı bloku kurulmasını öner­ mişti. Fakat bu planda Atina ile Ankara yer almayacaktı. Bevin'in düşüncesinde blokta Fransa ile İtalya yer alacaktı. Hatta kendisi Türkiye'nin Roma Büyükelçisi'nin hazırladığı bir raporu da görme fırsatı bulmuştu . Büyükelçi olan Feridun Cemal Erkin'in hazırla­ dığı rapora göre , İngiltere bu bloku , Sovyetler Birliği ile uzlaşma içinde gerçekleştirmeye çalışıyordu. Bu nedenle Atina ile Ankara dışarıda bırakılmış olmalıydı. Erkin'e göre, bu değerlendirme içinde Londra, kendisini Orta Doğu ile bağlantılı görmüyordu. ABD temsilcisi ile, bu değerlen­ dirmenin doğru olmadığını bildirmişti. Aksine, Bevin, Yunanistan ile ilgili olarak olumlu yaklaşım içindeydi. Konuşmasında, aksine, Atina'ya son derece güçlü ve olumlu atıfta bulunmuştu . ABD'nin temsilcisine göre, Bevin'in projesini değerlendirirken; İngiltere'nin küçük bir ülkeyi kurban edecek olduğu yolunda yorumda bulun­ mak için hiçbir geçerli ve mantiki neden bulunmuyordu . Bu alan­ da ABD İngiltere ile yakın iletişim içindeydi. Ayrıca, ABD de, Ati­ na'nın bu türden endişelerinin geçersizliğine ilişkin taahhütte bu­ lunuyordu. 121 " 1 7 Mart 1 948 [tarihin]de İ ngiltere, Fra nsa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg a ra­

sında 'Brüksel Antlaşması' i mzalanm ıştır. Bu a ntlaşma ile beş i mzacı devlet, muh­ temel bir saldırıya karşı kuvvetleri n i birleştirmeyi kabül ediyorl a rdı." 1 22 'Brüksel Antlaşması'nın Batı dünyasının ortak savu n m a yolu nda attığı i l k adım olduğuna 1 2 1 FRUS, 1 948, Volume: 111, (Western Europe), "ABD DB İran, Türkiye ve Yunanistan Böl üm Başka nı Jernegan Tarafından Hazırlanan Bilgi Notu", (28. 1 . 1 948). Erkin'in anılarında Ankara'nın yeni oluşuma karşı olan mesafesiz tutumu eleştirilmektedir. Ona gö­ re, Ankara, yeni oluşumun içinde olma ması n ı n üzerinde yeterince ve kararlı bir şekilde durmuyordu. Bu da eksik bir politikaydı. Erkin, bu eleştiriden sonra, Türkiye'nin dış politikasındaki eksikliği gidermek üze­ re yaptığı girişimlerden de söz etmektedir. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı'na Türkiye'nin NATO içinde yer alması gerektiğini a nlattığını ve Ankara'nın bunun sonucunda girişim lerde bu lun maya başladığın ı yazmaktadır. Erkin'in kendi rolünü, hep ya pageldiği gibi, aşırı a barttığını belirtmek ve sap­ tamak gerekir. Okuyucu, Ankara'nın dış politikasının Erki n' in ikazları ile yeni bir istikamet a l madığını bu kitapta an latılanlardan hemen anlayacaktır. Erkin'in Türkiye'n i n bu aşamada NATO içinde yer alama ma­ sının nedeninin, Ankara'nın gereken i n isiyatifi al maması deği l de, ABD'nin ve B atı Avrupa ülkelerinin po­ litikası olduğunu fark edememiş olmasını anlamak ise, hiçbir şekilde mü mkün değildir. Erkin, Dışişle­ rinde 34 Yıl, (Cilt 1 ) , s. 265-273. Erkin'in Akdeniz paktı projesiyle i lgi l i raporu için ayrıca bkz. Erkin, Dı­ şişlerinde 34 Yıl, (Cilt: 1), s. 277-2 8 1 . Ayrıca bkz. Athanassopoulou, agm, Turkey: ldentity, Oemocra­ cy, Politics, s. 93. 1 22 OTDP, s. 232. Ayrıca bkz. Gürün, Dış ilişkiler ve Türk Politikası, s. 255-256.

86

şüphe yoktur. Fakat o sırada Batı'nın en büyük askeri kuvveti olan Birleşi k Ameri­

ka'yı içine a lmadığı için [bu a ntlaşma] eksik bir adım olara k kalmıştı r." 1 23

"Türk Hüku meti, [Akdeniz Paktı] tasarısını ortaya ilk olarak 1 948 yılında (. .. ) Brük­ sel Paktı'nın imzasından hemen sonra ve onun verdiği ilhamla atmıştı. Bu tasarı­ ya göre, Türkiye, Yunanistan, İtalya ve Fransa a rasında i mzalanacak Akdeniz Pak­ tı'na, zamanı gelince, Akdeniz'de, [ama] özellikle Doğu Akdeniz'de çeşitli çıka rları olan İngiltere ile Birleşik Amerika da katılmalıydı. Fakat bu tasarı , lngiltere ile Bir­ leşik Ameri ka'nın i ltifatını kazanamamıştır." 1 24

Şimdi bu aşamada gözlerimizi yeniden ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerine çevirmeliyiz: ABD Dışişleri Bakanlığı'na vekalet eden Lovett, 18 Nisan 1 948 tarihinde hazırladığı bilgi notunda; ABD Se­ natörü Vandenberg ile olan görüşmesini ayrıntılı bir şekilde nak­ lediyordu. Kuzey Atlantik paktı ile ilgili formülasyon gözden ge­ çirilmişti ve Vandenberg, ABD'nin, Türkiye ile Yunanistan dışında lran için de taahhütte bulunmasına karşı çıkmıştı. 1 2 5 ABD Dışişle­ ri Bakanı Marshall da aynı kanıdaydı; İran, Yunanistan ve Türkiye ile ilgili kısım metinden çıkarılmalıydı. 1 26 Bu arada; ABD Dışişleri Bakanlığı'nda yapılan ve Marshall, Van­ denberg, john Foster Dulles'ın da katıldığı ve Lovett'in tutanağını hazırladığı bir toplantıda, pakta katılacak ülkeler arasında adı ge­ çen ltalya'nın da üyeliğinin sorun oluşturacağının üzerinde durul­ muştu . Nihayet İtalya, Kuzey Atlantik ülkesi değildi ve cografı ne­ denlerle örgüte üye olamazdı. Atlantik paktı, sonuçta bölgesel bir anlaşma olacaktı. Bu arada, Türkiye, Yunanistan ve İran ile ilgili kısım da kabul edilemezdi. Çünkü , Orta Doğu için başka bir böl­ gesel pakt düşüncesi söz konusuydu. Türkiye ve Yunanistan için de özel bir ilgi göstermeye gerek yoktu; çünkü, ABD , zaten bu iki ülke için devam eden ilgisini her zaman vurgulamıştı ve vurgulu­ yordu. İran'a gelince; ABD'nin İran için elinden gelen fazla bir şey de yoktu zaten. 1 27 123 OTDP, s. 232. 124 Ülman, "NATO ve Türkiye", SBFD, Cilt: XXll, Na: 4, (Aralık 1967), s. 149. Ayrıca bkz. Athanassopoulou, agm, Turkey: ldentity, Democracy, Politics, s. 97-98. 125 FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "Lovett'in Bilgi Notu", (18.4. 1948). Ayrıca bkz. FRUS, 1948, Vo­ lume: 111, (Western Europe), "Lovett'in raporu'', (20.4.1948). 1 26 FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "Marshall'dan Lovett'e", (23.4.1948). 127 FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "Lovett'in Bilgi Notu", (27.4. 1948).

87

ABD Dışişleri Bakanlığı, 6 Mayıs'ta ABD'nin Paris Büyükelçili­ ği'ne yazdığı bir raporda, Yunanistan ile Türkiye'nin durumunun henüz kesinlik kazanmadığına dikkat çektikten sonra , ltalya'ya ilişkin olarak da daha belirgin bir düşünce ortaya koyuyordu. Bu­ na göre, Roma, aslında Batı Avrupa güvenlik sisteminin esaslı bir unsuruydu; fakat Akdeniz için ayrı bir güvenlik sistemi düşünülü­ yordu. Böylece bu sorun aşılabilirdi. lspanya'nın da bu sisteme da­ hil olmasının askeri önemi açıktı; fakat bu konuda Avrupa devlet­ lerinin kendileri karar vermeliydiler. 1 28 Ankara da , bütün bu gelişmeler karşısında karşı atağa geçmiş­ ti: Türkiye'nin Washington Büyükelçisi Hüseyin Ragıp Baydur, 1 1 Mayıs 1 948 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanlığı'nda bir görüş­ me yapmıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı Yakın ve Orta Doğu Bölümü Başkanı Henderson ile görüşen Baydur, bu görüşmeyi kendi talep etmişti. Baydur, hükumetinden aldığı talimat üzerine bazı açıkla­ malarda bulunmuştu. Bu görüşmede Türk hükumetinin bazı endi­ şelerini dile getirmişti. Buna göre, Baydur, ABD'nin olası bir saldı­ rı karşısında Batı Avrupa ülkelerine verdiği güvenceyi Türkiye'ye vermediğine dikkat çekmişti. Baydur, öncelikle, ABD'nin Türki­ ye'ye yönelik böylesi bir güvence vermemesinin Moskova'da nasıl değerlendirilebileceğine yönelik bir yorumda bulunmuştu. Baydur'a göre, ABD'nin Batı Avrupa ülkelerine yönelik güvenlik garantisi karşısında Sovyetler Birliği, Batı Avrupa'ya karşı bir sal­ dırıdan kaçınacaktı. Çünkü, böyle bir saldırı onu doğrudan doğru­ ya ABD ile karşı karşıya getirecekti. Oysa, ABD'nin Türkiye'ye ga­ ranti vermemesini, Sovyetler Birliği, Türkiye'ye yönelik bir saldırı­ ya karşı göreli bir güvenlik içinde bulunduğu şeklinde değerlendi­ recekti. Baydur, bu değerlendirmelerini, Sovyetler Birliği'nin men­ talitesini çok yakından bilen biri olarak sunmuştu ; çünkü kendisi Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi olarak yedi yıl hizmet vermişti. Eğer Moskova kendisinin belirttiği şekilde bir izlenime kapılırlar­ sa, hiç kuşkusuz Türkiye'nin bağımsızlığına ve toprak bütünlüğü­ ne yönelik olarak harekete geçeceklerdi. Baydur, Türk halkının çok büyük kısmının halihazırda Sovyet 128 FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "Marshall'dan ABD'nin Paris Büyükelçiliği'ne", (6.5.1 948). Bu raporda, İspanya'nın d a Akdeniz savunma sistem ine dahil edilmesi görüşü ilginçtir; çünkü, İ spanya de­ mokratik bir ülke değildi. Bu konuya ileride yeniden değineceğim.

88

baskına karşı direnen Türk hükumetini desteklediğini belirtmiş­ ti. Fakat küçük bir kısım da olsa bazıları, Türkiye gibi küçük bir ülkenin uzun vadede Sovyetler Birliği gibi büyük bir ülkenin bas­ kısına karşı ayakta duramayacağına inanıyordu. Bu küçük grup, Türkiye'nin Sovyet taleplerine boyun eğmesinden ve Sovyet etki­ sine gönüllü olarak girmesinden yanaydı. Sovyetler Birliği'nin ye­ ni Ankara Büyükelçisi de, Türkiye'nin birliğine saldırabileceği bir zayıf noktanın arayışı içindeydi. 1 29 Baydur'a göre, ABD'nin Batı Avrupa'yı Türkiye'ye göre farklı ölçüde koruma altına alma eğilimi, Türk kamuoyunun moralini olumsuz yönde etkilerdi. Dahası, Türkiye'nin Sovyetler Birliği'ne karşı gösterdiği direnci ümitsiz gören azınlık grubunu güçlendirir­ di. Hatta Sovyetler Birliği'nin Ankara Büyükelçisi'nin elini güçlen­ dirirdi. Eğer ABD'nin politikası, Washington'un Batı Avrupa'nın güvenliğini Türkiye'ye göre daha önemli ve öncelikli gördüğü şek­ linde yorumlanırsa, bu takdirde Ankara, elbette Sovyet baskısına karşı direnmeye devam ederdi. Fakat direniş gücü de zayıflardı. Baydur'un bu açıklamalarına karşılık, Wilson da, pek çok ülke­ nin, bir saldırı olasılığına karşı, ABD'den kendi güvenlikleriyle il­ gili olarak güvence talebinde bulunmakta olduklarını hatırlatmış­ tı. ABD ise, bu taleplere karşı yanıt vererek, bu ülkelere henüz bir garanti ya da taahhütte bulunmamıştı. Wilson, henüz bu konu­ da bir kesinlik olmadığından da söz etmişti; dolayısıyla onun ke­ sin bir yanıtı bu aşamada olamazdı. Bu mesele, hala ABD tarafın­ dan incelenmekteydi. Bu arada, Wilson, konuyu özellikle Truman Doktrini'ne getirmişti. ABD, özel olarak Yunanistan ile Türkiye'ye askeri yardımda bulunmaya karar vermişti ve yardım programı uygulanmaya başlanmıştı. ABD , Batı Avrupa ülkelerine yönelik böylesi bir özel yardım programı da yapmamıştı. Bu durumu An­ kara'nın dikkatine sunuyordu. Bu durum, tek başına, Yunanistan ile Türkiye'yi Avrupa'da askeri bakımdan güçlendirilmesi gereken ilk ülkeler kategorisine sokuyordu. Dolayısıyla Türk hükumeti ol­ sun, Türk halkı olsun, bu gelişmeyi dikkate almalıydı. Baydur ise, Wilson'un kendisini yanlış anlamamasını ümit edi129 Bu sırada Türkiye' de esmekte olan anti·komünist rüzgarın bu açıklamayla yakından ilgisi bulunabilir. Bkz. Cemil Koçak, Rejim Krizi, s. 305-4 13. Ayrıca bkz.Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl (Washington Biiyiikelçiliği), s. 6-7 ve 1 1 -12.

89

yordu . Türk halkı ve hükumeti, ABD'ye yardımlarından dolayı minnettardı. Mesele farklıydı. Mesele, Sovyetler Birliği Türkiye'ye saldırırsa, bunun, Birleşmiş Milletler çerçevesinde, Moskova'nın aynı zamanda ABD ve diğer ülkelerle de savaşa girdiği anlamına ge­ leceğiydi. Bu meselenin açıklığa kavuşturulması lazımdı ve Anka­ ra'nın talebi de aslında sadece bu yöndeydi. Wilson, Ankara'nın bu görüşünü anladığını belirtmişti . Wilson, ABD'nin Türkiye'nin ba­ ğımsızlığına ve toprak bütünlüğüne ilişkin yakın ilgisinin sürdü­ ğünü bildirmekle yetinmişti. Resmi bir taahhüt meselesi ise basit bir konu değildi. Wilson, uzun yıllardan beri Washington'da bu­ lunan Baydur'un, ABD'de, demokratik bir ülkede, hükumetin yeni uluslararası taahhütler verme konusunda ne denli çetrefilli sorun­ larla yüz yüze geldiğinin bilincinde olduğunu belirtme gereğini de duymuştu. ABD yönetimi de, basının olsun, kongrenin olsun bas­ kısı altındaydı ve onların görüşlerini dikkate almak zorundaydı. Bu nedenle de ABD yönetimi her zaman mantıklı olanı yapamamıştı. Wilson, Baydur'un görüşme talebinin bir nedeninin de, Avrupa kalkınma planı ile ilgili olduğunu düşündüğünü bildirmişti. Bay­ dur da, böylesine karmaşık bir konuyu açarak, bu görüşmede Wil­ son'un vaktini almak istemediğini söylemişti. Ama Baydur yine de, gerek Türk hükumetinin ve gerekse Türk kamuoyunun Tür­ kiye'nin bu programın dışında bırakılmaktan dolayı hayal kırıklığı içinde olduklarını söylemeden de edememişti. Türkiye'deki hissi­ yat, Türkiye'ye küçük bir rol verildiği yönündeydi. ABD yönetimi bu konuda yetersiz kalmıştı. Wilson, bu sitem üzerine, ABD Dışiş­ leri Bakanlığı ile Avrupa kalkınma programı arasında doğrudan bir bağ olmadığını hatırlatmıştı. Program başkaca bir idare tarafından yürütülüyordu . Fakat ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'ye yardım konusunda elinden geleni yapmaya da devam edecekti. Baydur ile Wilson, ABD'nin M oskova Büyükelçisi Smith'in Molotov ile yaptığı son görüşmeyi de değerlendirmişlerdi. Wil­ son, Smith'in açıklamasının nedenlerini ortaya koyduktan sonra, ABD'nin Yakın Doğu'da herhangi bir saldırıya karşı olan tutumun­ da hiçbir zayıflama olmadığını da yeniden vurgulamıştı . 1 30 130 FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD DB Görüşme Bilgi Notu", ( 1 1 . 5. 1948). Ayrıca bkz. Athanassopoulou, "Western Defence Developments and Turkey's Search for Security in 1 948", Turkey: ldentity, Democracy, Politics, s. 91.

90

ABD Dışişleri Bakanlığı'nı vekalet yürüten Lovett, 25 Mayıs'ta Türkiye'nin Washington Büyükelçisi Hüseyin Ragıp Baydur ile görüşmüştü . Lovett'in görüşmeye ilişkin bilgi notuna göre, Se­ lim Sarper'in Washington Büyükelçisi olarak atanmasının ardın­ dan, Baydur, ABD'nin belirli Avrupa ülkeleri için güvence verme­ si meselesini sormuştu. Lovett de, bu türden garantilerin aslında ABD'nin geleneksel politikasına zıt olduğunu belirterek; ABD'nin hiçbir koşulda bir ülkeye otomatik olarak yardımda bulunacağına ilişkin taahhütte bulunmadığına dikkat çekmişti. Unutulmasın ki, yeryüzündeki hemen her ülke, ABD' den bir şekilde yardım istiyor­ du . Yeni öngörülen Brüksel paktı ya da Batı Avrupa Birliği projesi de işte bu talebin ışığında hazırlanmıştı. Baydur ise, Lovett'e hak vermekle birlikte, asıl önemli sorunun saldırganın limitinin kesin olarak tayin edilmesi olduğuna değin­ mişti. Baydur'a göre, Moskova kendisini savaşa götürecek eylem­ lerden uzak kalmak istiyordu. Baydur, ayrıca, Ingiltere'nin zama­ nında yeterli ölçüde güçlü olması ve diğer ülkelere garantileri­ ni daha erken bir tarihte verebilmesi halinde, Hitler'in asla !kinci Dünya Savaşı'na kalkışamayacağını da ileri sürmüştü. Polonya'ya 1 939 yılında verilen güvence çok geç bir tarihteydi ve Londra, Hit­ ler'in Polonya'ya saldırısının bir savaş anlamına geldiğine ikna ol­ makta çok zayıftı. Diğer yandan, Fransa ile İngiltere, 1938 yılında Münih anlaşması sırasında Çekoslovakya'yı savunma konusunda zayıf kalınca, Hitler de amaçlan karşısında hiçbir güç ve risk kal­ madığını anlamıştı. Baydur, aynı şeyin günümüzde de geçerli ol­ duğunu ve buna engel olunmak durumunda kalındığını belirtiyor­ du. ABD , bu nedenle ülkelerin yardımına koşuyordu. Lovett ise, aynı örneklere bakarak farklı sonuçlara da varılabi­ leceği kanısındaydı. Çekoslovakya ve Polonya örnekleri şunu da gösterebilirdi: Yerine getirilemeyecek taahhütlerden uzak durul­ malıydı. Fransa'nın o zamanlar Çekoslovakya ile karşılıklı yardım paktı vardı. İngiltere ise Polonya'ya garanti vermişti. Fakat her iki ülke de kaybedilmişti; çünkü Fransa ile İngiltere taahhütlerini ye­ rine getirebilecek kadar güçlü değillerdi. ABD'nin halihazırda­ ki politikasında ise, her ülkenin öncelikle kendine yeterli ölçüde, kendini savunabilecek ölçüde güçlü olması hedeflenmişti. Birbir­ leriyle işbirliği yapmaları da söz konusuydu. Ancak bundan son91

ra ABD bu güce katkıda bulunabilirdi. Bu gücün bir eki olabilirdi. Ayrıca , her ülke, tek tek ya da kolektif olarak çabasını yoğunlaştır­ malıydı. ABD ile anlaşmak suretiyle yan gelip yatmaları söz konu­ su olamazdı. ABD'nin bu türden anlaşmalara ve birliklere katılma­ sı ise, onun ulusal çıkarları ile ilgili olmalıydı. En sonunda da ABD kongresi tarafından onaylanmalıydı. Baydur, bu açıklamalar karşısında, ABD'nin açık bazı taahhütler­ de bulunmasının ve anlaşmalara katılmasının öneminden söz et­ mişti. Bunlar, bir savaşa yol açmak için değil, savaşın önüne geçmek için gerekliydi. Eğer Sovyetler Birliği, ABD'nin askeri gücüyle ger­ çekten de karşı karşıya gelirse, ABD'nin diğer ülkelerin savunması için güç kullanacağına ilişkin açık taahhütlerini görürse, bu takdir­ de yayılmacı eğilimlerini devam ettiremezdi. Lovett de, nitekim bu açıklamadan sonra ABD'nin benzeri açıklamalar yaptığından söz et­ mişti. Baydur da, ABD'nin bu açıklamasından memnundu; fakat yi­ ne de ABD'nin taahhütlerde bulunmasını tercih ettiğini açıklamış­ tı. Böyle olursa, halihazırdaki durumda bu çok daha etkili olurdu. Baydur, Lovett'in raporuna göre, konuşmasının hiçbir yerinde spe­ sifik olarak Türkiye'ye garanti verilmesini istememişti. Fakat açıktı ki, onun konuşması, Ankara'nın görüşünü yansıtıyordu. 1 3 1 Hemen sonra, 2 7 Mayıs'ta, Lovett, Wilson'a yazdığı bir raporda, bir kez daha Türkiye'ye yardım programından söz ediyordu. Tür­ kiye'ye yönelik olarak halen süren askeri yardıma bakarak bunun sonsuza kadar süreceğini düşünmek yanlış bir yaklaşım olurdu . Bunun sonucunda , Türk silahlı kuvvetlerinin barış dönemi için talep ettiği ihtiyaçların karşılanması söz konusuydu. Türk silahlı kuvvetlerinin olası bir savaşa dengeli olarak hazırlanması, yardım programının ilkesiydi . Fakat sürekli destek için de taahhütte bu­ lunulmamalıydı. Yardım programının ilk aşaması, Amerikan silah ve teçhizatının kullanımında eğitim sağlanmasıydı. İkinci aşama­ da ise, olası bir saldırıya karşı ilk hamlenin karşılanmasının sağ­ lanmasıydı. Tabii Türk ordusunda halen envanterde olan Alman ve İngiliz araç ve gereçleri için de malzeme gerekiyordu. lleride ABD'nin Türkiye'ye yönelik askeri yardımı azalabilir ya da tama­ men sona erebilirdi. Türkiye'nin hazırlığı Türkiye'nin kendi so131 FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "Lovett' in Bilgi Notu", (25.5.1948). Ayrıca bkz. Athanassopou­ lou, agm, Turkey: ldentity, Democracy, Politics, s. 92-93.

92

rumluluğuna kalmalıydı. Bu karar, nihayet Amerikan çıkarlarına bağlıydı. Bu bakımdan ABD'nin ileride mahçup olmamasını sağla­ yacak bu politika ilkelerine uyulmalıydı. 1 32 Bu görüşmenin tekil olduğu da düşünülmemelidir; nitekim, 2 1 Temmuz 1 948 tarihinde, Lovett ile Baydur arasında bir görüşme daha gerçekleşmişti. Lovett'in raporuna göre, bu görüşmede Bay­ dur, Fransa'nın olası bir Batı Avrupa güvenlik örgütü içinde, İtal­ ya ile Türkiye gibi Akdeniz ülkelerinin dışarıda bırakılmaması ge­ rektiğini söylediğini açıklamıştı. Bu açıklama bizzat Türkiye'nin 132 FRUS, 1 948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "Lovett'ten Wilson'a", (27.5.1948). Nitekim, ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan ABD Yunanistan'a Yardım Heyeti'ne yazılan 4 Haziran 1 948 tarihinde yazı­ lan bir raporda, ABD kongresinin Türkiye ile Yunanistan'a yapılacak yardımı 200.000.000 Dolara indirme­ yi önerdiği belirtiliyordu. Bunun nedeni de, Yunanistan' da gerilla savaşının yıl sonuna kadar bitecek ol­ ması beklentisiyd i. ABD Dışişleri Bakanlığı ise, bu öneriye karşıydı. Programın başarısı riske girmiş olur­ du bu azaltma ile birlikte. FRUS, 1 948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD DB'den ABD DB Yunanistan'a Yardım Heyeti'ne", (4.6.1 948). Buna rağmen, ABD kongresi, 1 949 yılı için yardım mikta­ rını 275.000.000 Dolar' dan 225.000.000 Dolara d üşürecektir. Fakat ABD, Yunanistan'a, her iki ülkeye de gereken yardımın yapılacağı konusunda güvence verecektir. Bu karar, ABD'nin desteğinin aza ldığı a nlamı­ na gelmiyordu. Eğer çok lazım gelirse, Türkiye'nin fonundan Atina'ya aktarım bile olabilirdi. FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD DB'den ABD DB Yunanistan 'a Yardım Heyeti'ne", (23.6.1948). Gerçekten de aradaki 50.000.000 Dolar'ın kesileceği kesinlik kazanmıştı ve eğer gerilla güçleri yenilgiye uğrarsa, Yunanistan'a 1 50.000.000 Dolar ulaşacaktı. Bu olasılık güçlü görünüyordu. FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD DB'den ABD'nin Atina Büyükelçiliği'ne", ( 1 6.8. 1 948). Sadece birkaç gün sonra da, 30 Ağustos'ta, bu kez de ABD Dışişleri Bakanlığı Yunanistan ve Türkiye'ye Yar­ dım Koordinötörü McGhee, ABD Dışişleri Bakanlığı'na yazdığı raporda, Türkiye'ye yardımın komünizme kar­ şı moral mukavemeti artırmak amacıyla sağlandığını vurguluyordu. Her iki ülkeye de yardım programı yıl­ lık bazdaydı; uzun dönemde yardımın süreceğine yönelik bir garanti bulunmuyordu. FRUS, 1 948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD DB Yunanistan ve Türkiye'ye Yardım Koordinatörü McGhee'den ABD DB'ye", (30.8.1948). Ayrıca bkz. FRUS, 1 948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD'nin Atina Büyükelçiliği'nden ABD DB'ye", (29.9. 1 948) ve FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD DB'den ABD'nin Atina Büyükelçiliği'ne", ( 1 1 . 10.1948). Ayrıca, iki ülke için uzun vadeli Ameri­ kan politikasının tartışıldığı bir başka rapor için de bkz. FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The So­ viet Union), "Ord u, Donanma ve Hava Kuvvetleri Temsilcileri i le ABD DB Temsilcisi Saltzman'ın Bilgi Notu", (12.10. 1 948). Bu raporda, ABD'nin uzun dönemli stratejik çıkarlarına yönelik pol itikanın bir an önce inşası talep ediliyordu. Ulusal güvenlik konseyi bu konuda derhal kesin kararlar alma lıydı. Halihazırdaki politika­ ların uzun süre sürüp sürmeyeceği de burada ele a l ınacaktı. Raporda bu iki ülkeye yönelik yardımın ama­ cı yeniden hatırlatılıyordu. Kongre kararı olmadığı takdirde de 1949 yılında bu iki ülkeye yardım kesilecek­ ti. Bu bakımdan sorun acildi. Aynı sırada Yunanistan'a 1 50.000.000 Dolar ve Türkiye'ye de 25.000.000 Do­ lar değerinde yardım söz konusuydu. Toplam yardım 225.000.000 Dolar'dı. Talep ed ilen ise 50.000.000 Do­ lar daha fazlaydı, fakat bu temin edi lememişti. Türkiye'ye yapılacak yardımın 50.000.000 Dolara yükseltil­ mesi için öneride bulunulmuştu. FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet U nion), "ABD Savun­ ma Bakanı Forresta l'dan ABD DB'ye", (23.10.1948). Yıl sonuna doğru ise, 1949 ve 1 950 yıl ları için yardım fonları öngörülmeye ve hazırlanmaya başlan m ıştı bile. FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD DB Yunanistan ve Türkiye'ye Yardım Koordinatörü McGhee'den Lovett'e", (19. 1 1 . 1 948). Nite­ kim bkz. FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD Genelkurmay Başkanlığı'ndan ABD Savunma Bakanlığı'na", (24. 1 1 . 1 948); FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD DB Yunanistan ve Türkiye'ye Yardım Koordinatörü McGhee'den Lovett'e", (24. 1 1 . 1948).

93

Paris Büyükelçisi Numan Menemencioğlu'na yapılmıştı. Ankara, Baydur'dan ABD'nin bu konudaki tutumunu öğrenmek istemişti. Ankara, Brüksel paktının katılımcıları ile anlaşma imzalarsa, ABD ne tutum alırdı ya da böyle bir gruplaşma karşısında ABD'nin ta­ ahhütleri ve garantileri neler olabilirdi sorularına yanıt arıyordu. Lovett ise, Fransa'nın bu türden bir öneriyi gündeme getirme­ diğini belirtme ihtiyacını hissetmişti. Fakat Baydur, görüşünde ıs­ rar ediyordu; Fransa'nın böyle bir niyeti olduğundan emindi. ABD hükumeti nihayet Senato'nun çizdiği sınırlar içinde tutum almak zorundaydı ve Senato da böyle bir sınır çizmeye çalışıyordu. Bu konudaki tek kriter de ABD'nin güvenliğiydi. Lovett, bölgesel an­ laşmaların sürekli ve etkili olmasından yanaydı. Son olarak da ABD'nin yardımı, bu gruptaki ülkelerin savunması açısından an­ cak ek bir unsur olacaktı. Nihayet, ABD , kongrenin onayı olmak­ sızın hiçbir ülkeye yardım edemeyeceği gibi, güvence de veremez­ di. Lovett, ayrıca ABD'nin Türkiye ile Yunanistan'a yaptığı yardı­ mı da hatırlatmıştı. Bu yardım miktarı, aslında Brüksel paktı ülke­ lerinin ABD'den talep ettiği yardımın çok üzerinde bulunuyordu. Türkiye ile ilişkilerinde hiçbir değişim de yoktu. Baydur da, görüşmenin bu açamasında , ABD Dışişleri Bakanı Marshall ile olan görüşmesini nakletmişti. Bu görüşmede Mars­ hall, Türkiye'nin güvenliğinin hayati önemde olduğuna değinmiş­ ti. Yine Marshall, ABD'nin askeri yardımının da yeterli olmadığı­ nı söylemişti . Ancak ABD'nin temel politikası, bir savaş halinde saldırıya uğrayanlara yardım etmekten çok, bir savaşı önlemekti. Baydur'a göre, ABD'nin Türkiye'ye hukuki garanti vermesi çok da­ ha etkili olacaktı. Bu yapılmadığı takdirde, Moskova bunu başka türlü yorumlardı. Moskova, bu türden bir yaklaşım karşısında, bu tutumu, ABD'nin Batı Avrupa'nın güvenliği ile Batı Avrupa pak­ tı çerçevesinde yakından ilgilendiği; fakat sıra Türkiye'ye gelin­ ce, Ankara'yı savunma güvenliğinde tek başına bırakarak, onu yal­ nızca silah yardımı ile desteklemekte olduğu şeklinde anlayacak­ tı. Baydur, Ankara'nın ABD'nin yalnızca beş Batı Avrupa ülkesinin güvenliği ile ilgilenmesinin yanlış bir politika olduğu kanısında ol­ duğunu da belirtmekten kaçınmamıştı. Üstelik, bu politika Avru­ pa'nın güney doğusunu da açıkta bırakıyordu. Lovett, yeniden Baydur'u yanıtlamaya çalışmıştı. ABD yönetimi94

nin de sınırlan vardı. Öncelikle, kongrenin bölgesel ittifaklar konu­ sundami cografi sınırlılıkları, ABD Dışişleri Bakanlığı'nca bilinmi­ yordu. Batı Avrupa ülkeleri yoğun ve sürekli bir grup oluşturuyor­ du. Eğer bu gruba Türkiye de dahil edilirse, yeni yeni sorunlar or­ taya çıkardı. Açık olmak gerekirse, bir noktada çizgi çekmek gere­ kiyordu. Aksi halde ABD, kendisini tüm dünyanın güvenliğinden sorumlu halde bulurdu. Bu konudaki temel kıstas, sadece ABD'nin güvenliğiydi. Bu bakımdan ABD çok da geniş bir sahaya yayılamaz­ dı. Aslına bakılacak olursa, ABD'nin elindeki kaynaklar, ekonomik ve mali kaynaklar, Avrupa'nın ekonomik ve mali bakımdan yeni­ den kendine gelmesini sağlayacak ölçüde değildi, eksikti, zayıftı da. Eğer pek çok ülke savunmasını güçlendirmek için ABD'den askeri malzeme talep ederse, buna yetişmek de mümkün değildi. ABD'nin elinde bu kadar geniş imkanlar yoktu. Bu konuda da eksiklik vardı. Baydur ise , Türkiye'nin özel bir durum olduğunda ısrarlıy­ dı; çünkü Sovyetler Birliği'nin doğrudan taleplerine muhatap ol­ muştu . Ona göre, Türkiye'nin güvenliği, ABD'den alınacak olan hukuki garanti olmaksızın sağlanamazdı. Lovett ise, Ankara'nın önerilerinin ABD'den çok Brüksel paktı ülkelerine yönelik olma­ sı gerektiğini belirtmişti. Ona göre, sorun, tavukla yumurta öy­ küsüydü. Tavuk mu yumurtadan çıkardı; yoksa yumurta mı ta­ vuktan? Nihayet ABD , anlaşmanın içeriğini bilmeden, anlaşmaya hangi ülkelerin katılacağını bilmeden, anlaşmaya katılan ülkele­ rin kapsamını bilmeden, herhangi bir taahhütte bulunma imkanı olamazdı. Bu bakımdan Lovett, Baydur'a, Ankara'ya, ABD'nin ha­ lihazırda Brüksel paktının imzacı ülkelerinin hangileri olacağı bel­ li olmadan herhangi bir açıklamada bulunmayacağını belirtmesi­ ni istemişti. Baydur, ABD'nin tutumunu anlayışla karşılamakla birlikte, ha­ lihazırdaki dünya koşullarında, ABD'nin aktif desteği olmaksızın, hiçbir paktın etkili olamayacağını ileri sürmüştü . Bu nedenle Bay­ dur, Washington'un kendi önerisine olumlu yaklaşacağını ümit ettiğini yeniden belirtme gereğini duymuştu. Lovett de, ABD'nin bu konuya ciddiyetle ve sempatiyle yaklaştığını belirtmişti; fakat Ankara da, ABD'nin sorumluluklannı ve konumunu unutmama­ lıydı. Lovett, raporunda, daha da açık olabilmek için , Baydur'a, tartışma konusunun Türkiye değil de, Çin olduğunu varsaymasını 95

istemiş olduğunu da yazmaktadır. Baydur, bu örneğe ancak güle­ rek karşılık vermiş ve nihayet kendisinin Türkiye temsilcisi oldu­ ğunu belirtme yetinmişti. Dolayısıyla sadece Türkiye'nin güvenli­ ği ile ilgileniyordu. Bunun üzerine Baydur, yeniden eski görüşle­ rini tekrar etmişti. 1 33 Gelişmelerin bu aşamasında bir resim çizmek gerekirse, bunu Oral Sander'in değerlendirmesinden yapmak mümkündür: "Hasan Saka Hüku meti'nde Dışişleri Bakanı olan Necmettin Sadak, daha NATO kurulmadan önce, bir Amerikan deniz filosunun lsta nbul'u ziyareti sırasında, 30 Hazira n 1 948 [tarihinde], verdiği bir demeçte, Türk Hüku meti'nin daha şimdiden ABD'nin ' m üttefikten de öteye' müttefiki sayılabilirse de, ABD açısından hukuken mümkün olduğu takdirde, bu ilişkileri bir ittifakla daha etkili ve resmi bir biçi mde somutlaştırmak istediğini belirtmiştir. ABD Dışişleri Bakanı Marshall ise, 2 Tem­ muz 1948'de, Amerika 'nın Türkiye'ye yardım ettiğini, Türkiye'nin özgür ve bağımsız hükumetini korumasında ABD'nin çıkarı bulunduğunu söylemiş, a ncak bir ittifakın ABD'nin bütün dış politikasını ve bu a rada hemen hemen bütün öteki ülkelerle iliş­ kilerinin gözden geçirilmesini gerektireceğini belirterek, N[ecmettin] Sadak'ın tek­ lifini kabul etmemiştir." 1 34

26 Temmuz tarihli bir başka ABD Dışişleri Bakanlığı belgesine göre; Brüksel paktının olası üyeleri tartışılırken, l talya'nın da ittifa­ ka alınması görüşü gündeme gelmişti. Italya da Batı Avrupa ülke­ siydi çünkü. Hatta lspanya'nın da üyeliği söz konusu olabilirdi; fa­ kat onu bu örgüte sokmak güçtü. Fakat bir yandan Sovyet tepki­ sini de hesap etmek gerekirdi. O bakımdan yeni oluşumun coğrafi sınırlannı çizmek lazımdı, ama bunu yapmak da kolay değildi. Me­ sela, eğer İtalya pakta alınırsa , acaba Yunanistan'ın tutumu bu tak­ dirde ne olurdu sorusuna yanıt vermek gerekirdi. Yunanistan pakta davet edilirse, bu takdirde de Türkiye de pakta davet edilecek miy­ di? Dolayısıyla tartışma, öncelikle coğrafi sınırlarla başlamalıydı. Bir görüşe göre, lspanya'nın üyeliği şimdilik dışanda tutulma­ lıydı. Fakat Londra, lspanya'nın stratejik bakımdan çok önemli ol133 FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "Lovett'in Bilgi Notu", (2 1.7. 1948). Ayrıca bkz. FRUS, 1 948, Vo­ lume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD DB Afrika ve Yakın Doğu ile İlişkiler Direktörü Sattert­ hwaite'den Lovett'e", (26.10. 1948). Athanassopoulou, agm, Turkey: ldentity, Democracy, Politics, s. 9496. 134 Sander, Tiirk-Amerikan ilişkileri, s. 67-68. Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak'ın Mart ayında l ngiltere'yi ziyareti de, bu çerçevede değerlendirilmelid ir. Cumhuriyet, ( 1 1 - 12.3.1948).

96

duğu görüşündeydi. Akdeniz ile bağlantı açısından bu durum göz önünde tutulmalıydı. İspanya, politik bakımdan nahoş bir durum­ daydı; yine de İspanya bu örgüte mümkün olan en kısa zamanda dahil edilmeliydi. Aslında ABD de, İngiltere ile hemen hemen ay­ nı görüşteydi. Zaten, bir görüşe göre, İspanya'nın üyeliğinin dışarı­ da tutulması, pratik sonuçları bakımından birkaç yıl içinde önem­ siz olacaktı. Çünkü, olası bir Doğu-Batı savaşında her türlü askeri imkan itirazsız kabullenilecekti. Portekiz de stratejik bakımdan önemliydi. Yarım adadaki konumu önemliydi; fakat daha da önem­ lisi Azor adalarıydı. Portekiz'in Franco ile yakın ilişkileri bulun­ maktaydı. ABD Portekiz'in pakta alınmasını destekleyebilirdi. 1 3 5 Nihayet görüşmeler sırasında konu Orta Doğu v e Akdeniz'e de intikal etmişti. Bu kez de ltalya'nın durumu yeniden ön planday­ dı; hiç kuşkusuz İtalya, Batı Avrupa'nın güvenliği açısından önem­ liydi, ayrılmak bir parçasıydı. Bu bakımdan Akdeniz ülkelerinin de yeni oluşuma davet edilmesi çok uygundu . Bir görüş de, l tal­ ya'nın askeri bakımdan içinde bulunduğu güçsüzlük nedeniyle ör­ güte yük olacağıydı. Bunun için paktın dışında bırakılmalıydı. Yi­ ne de bu konuyu ileride görüşmek ve tartışmak daha uygundu. Di­ ğer yandan, ltalya'nın örgüt dışında tutulması, sadece ltalya'da de­ ğil, fakat ABD'de de olumsuz tepkilere neden olurdu. ABD'de ka­ muoyu İtalya'nın üye olarak alınmasından yanaydı. Sıra Yunanistan ile Türkiye'ye gelince; bu iki ülkenin içinde bu­ lundukları coğrafi konum nedeniyle örgüte üye olmalarının güç olduğu belirtilmişti. Her iki ülke de paktın kriterlerini karşılamı­ yordu . Fakat bu iki ülkenin grubun dışında bırakılarak, güven­ liklerinin tehlikeye düşmesi de engellenmeliydi. 1 36 Aynı çalışma grubunun bir sonraki toplantısında da, yine Türkiye, Yunanistan ve lran'ın örgüte alınmayıp, bir başka şekilde güvenliklerinin te­ min edilmesi üzerinde durulmuştu . 1 37 135 1 948 yılının ortalarında İ spanya ile Portekiz' in Brüksel paktına alınmasına yönelik bu stratejik değerlendir­ meler, bizim açımızdan son derece dikkat çekicidir. U nutulmasın ki, Madrit ile Lizbon, hala demokratik bir rejime sahip değildi; fakat Soğuk Savaş koşullarında askeri önemleri ağır basmaya başlamıştı bi le. ABD ile İ ngiltere açısından bu ülkelerin rejimleri Soğuk Savaş'ın geldiği aşamada artık önemini tamamen yitirmiş­ ti. Oysa Türkiye, demokratik rejim açısından tam aksi bir istikamette ilerlemeye devam ediyordu. 136 FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "Çalışma Grubunun Altıncı Toplantısı Bilgi Notu", (26.7.1948). 137 FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "Çalışma Grubunun Yedinci Toplantısı Bilgi Notu", (28.7.1948). Ayrıca bkz. Athanassopoulou, agm, Turkey: ldentity, Democracy, Politics, s. 94-95.

97

ABD Dışişleri Bakanlığı Politika Planlama Bölümü Başkanı Ken­ nan , 3 1 Ağustos 1 948 tarihinde , Lovett'e yazdığı raporda , l tal­ ya'nın örgüte katılmasının öneminden söz ediyordu. Türkiye ile Yunanistan'ın da içinde bulunduğu OEEC ülkelerinin de, ileride Brüksel paktı ülkeleriyle bir ortaklığa girişebileceği düşünülebilir­ di. Böylece onların da anlaşmaya dahil olmaları sağlanabilirdi. 1 38 Türkiye, diplomatik alanda tamamen de pasif sayılamazdı; Tür­ kiye'nin yeni Washington Büyükelçisi Feridun Cemal Erkin, ABD Dışişleri Bakanı Marshall ile 9 Eylül'de yaptığı görüşme sırasında; Türkiye'nin dış politikasını açıklamaya çalışmıştı. Erkin, son za­ manlarda ortaya çıkan Türkiye'nin ABD ile lngiltere'den kopup , Sovyetler Birliği ile bir dostluk anlaşması imzalayacağı yönünde gerçek olmayan söylentileri yalanlamıştı. Ankara, politikasını asla değiştirmemişti; Türkiye'nin dış politikası ABD ile dostluk, işbirli­ ği ve dayanışma üzerine kuruluydu. Erkin, bu söylentinin kaynağını da belirtmişti; buna göre, Sov­ yetler Birliği'nin Ankara Büyükelçisi bir buçuk yıl önce Anka­ ra'dan ayrılmıştı ve Moskova, birderbire yeni bir büyükelçi için agreman talebinde bulunmuştu. Erkin tam bu sırada Roma Büyü­ kelçiliği'nden Ankara'ya dönmüştü ve gerek Başbakan ve gerekse Dışişleri Bakanı kendisinden bu konuda görüş sormuşlardı. Her iki politikacı da, bu talebin Moskova'nın yeni bir baskı olup olma­ dığını merak ediyordu . Yeni bir büyükelçi ataması acaba yeni bir baskı anlamına mı gelmekteydi sorusuna, Erkin, olumsuz bir ya­ nıt vermişti. Türkiye, o zaman bütün baskıya karşı durmuştu ve bunu yeniden yapmaya hazırdı da . Böylesine bir geri püskürtme Sovyetler Birliği açısından yeniden prestij kaybı anlamına gelirdi. Erkin'e göre, böylesine bir talebin altında, Moskova'nın Ankara'yı yumuşatma çabası yatıyordu. Ardından da bir dostluk paktı öne­ risi gelecekti. Sovyetler Birliği'nin yeni Ankara Büyükelçisi Lavris1 38 FRUS, 1948, Volu me: 111, (Western Europe), "Kennan'dan Lovett'e", (3 1.8.1948). Bu a ra d a belirtilmeli ki, bizzat İnönü, 16 Ağustos'ta, ABD hava kuvvetlerinden bir yetkiliyle görüşürken, Ankara'nın resmltaleplerini yeniden dile getirme fırsatı yakalamıştı; buna göre, Türkiye Sovyetler Birl iği'nin tehd i d i a ltındaydı; Ankara bir çatışmada tek başına ka lmak istemiyordu, fakat a ldıkları karar gereğince gerekirse bunu da yapacak­ tı; Türkiye ABD'den sempati ve anlayış bekliyordu. İ nönü'nün resmi görüşü, Moskova'nın Ankara karşısında saldırı tehdidine devam edeceği yönündeydi; dolayısıyla da Türk ordusunun güçlendiri lmesi için Amerikan yardımının süreceğine ilişkin güvence gerekiyordu. Bu güvence, yardım progra mı nın bir aşamasında kesil­ memesine yönelik olmalıydı. FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union).

98

chev, gerçekte böyle bir öneride henüz bulunmamıştı. Fakat ya­ nıtın olumlu olacağını düşündüğü anda bunu yapabilirdi. Diğer yandan, Sovyet propagandası, Türk hükumetinin içinde bulundu­ ğu gerek politik ve gerekse ekonomik durumu öne çıkarıyordu . Erkin, bu açıklamalardan sonra, sözü yeniden Batı birliğine ve bölgesel ittifaklara getirmişti. Bu konuları zaten Lovett'e de aktar­ mıştı. Ona da halihazırdaki durumun uygun olmadığını söylemiş­ ti zaten. Bu bakımdan, ona göre, acele etmemek gerekirdi. Böyle­ si bir anlaşma için zamanın uygun olmasına kadar beklemek daha uygun olurdu. Bir ihtimal de, ABD ile İngiltere'nin desteğinde Yu­ nanistan ile Türkiye arasında bölgesel bir anlaşmaydı. Fakat bü­ tün bunlar büyükelçinin kişisel önerileri olarak kabul edilmeliydi. Erkin'e göre, Türkiye'nin de içinde bulunacağı bir bölgesel it­ tifak daha da avantajlı olabilirdi. Fakat bunun için bir şart vardı; o da, ABD'nin Türkiye ile Yunanistan'a yapmakta olduğu yardım­ dan çok, çok daha açık bir dille Türkiye'deki ilgisini dile getirme­ siydi. Erkin, Türkiye ekonomisinin zayıflığına yönelik Sovyet pro­ pagandasından söz açınca , aynı zamanda da Türk tütününün Al­ manya'da bulunan Amerikan ve İngiliz bölgelerinde satışı soru­ nunu dile getirmişti. Marshall da bu soruna aşina olduğunu be­ lirtmişti. Marshall, Erkin'in açıklamalarından sonra , ABD Dışiş­ leri Bakanlığı'nın Türkiye'nin tutumunu desteklemekte olduğu­ nu belirtmişti; ayrıca Ankara'yı tatmin edecek şekilde elinden ge­ len her şeyi de yapıyordu. Fakat kurumsallaşmış pazarlarda Türk tütününün satışını zorlaştıran şey, aslında Sovye t propaganda­ sı değildi. Erkin, ABD'ye yeni geldiği için henüz Amerikan poli­ tikasının ana mekanizmalarını bilemediğinden söz edince, Mars­ hall, uzun uzun Amerikan politikasının ana süreçlerini aktarmak ihtiyacını hissetmişti. Türk tütünün satışı için de ellerinden gele­ ni yapacaklardı. 139 ABD Dışişleri Bakanlığı Yunanistan, Türkiye ve İran ile llişki­ ler Bölümü Başkanı jernegan, 1 1 Ekim 1 948 tarihinde, Güney As­ ya ile llişkiler Bölümü Başkanı Thurston'a yazdığı bir raporda , ABD'nin Türkiye, Yunanistan, İran ve Afganistan'a yapacağı yardı­ ma ilişkin bir formülasyon bulunması gerektiğinin gündeme gel139 FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "Marshall'ın Görüşme Hakkında Bilgi Notu", (9.9. 1948). Ayrıca bkz.Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl (Washington Büyükelçiliği), s. 6-7 ve 12-23.

99

diğinden söz ediyordu . Bu arada , bu ülkelerin hepsi de kendisi­ ni diğerleriyle kıyaslıyordu. Bu nedenle olası bir Sovyet saldırı­ sı halinde , hepsi de birbirini örnek göstererek ABD'nin yardımı­ nı ve desteğini istiyordu. Mesela , Iran da kendisini tıpkı Türki­ ye kadar stratejik ve politik bakımdan önemli görüyordu. Bu ba­ kımdan da aynı ölçüde yardım talep ediyordu. Aynı şekilde Afga­ nistan da kendisini Iran ile ölçüyor ve benzer gerekçeyle aynı ta­ lebi yineliyordu. Bu raporun ekinde Türkiye ile ilgili olarak da ayrıntılı bir analiz yapılmıştı; buna göre, ABD'nin dört ülkeye, Türkiye, Yunanistan, Iran ve Afganistan'a yardımının temel bir amacı vardı. Bu da, bu ülkelerin bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün korunmasıydı. Böyle bir tehdit de Sovyetler Birliği ile uydularından kaynaklanı­ yordu. Bir amaç da, bu ülkelerin ekonomik ve sosyal yönden geliş­ melerini sağlamaktı. Fakat bu dört ülkenin her birinin farklı özel­ likleri vardı. Bu bakımdan da ABD'nin her ülke için farklı bir po­ litika geliştirmesi lazımdı. Bu analiz de bunun için geliştirilmişti. Yunanistan'a yardım Ingiltere'nin desteğini kesmesinden son­ ra başlamıştı. Londra 194 7 yılının kışında daha fazla yandım ya­ pamayacağını açıklayınca ABD'nin desteği gündeme gelmişti. ABD desteği olmadan Yunanistan'ın ayakta kalması elbette mümkün olamazdı. Aksi halde Atina Demirperde arkasında kalabilirdi ve bu sonuç, ABD açısından bir felaket olurdu. Bunun için Yunanis­ tan'a yardım acil bir karar olmuştu. Yardımın nedeni yalnızca po­ litikti. Atina'nın içinde bulunduğu ekonomik kaos nedeniyle ve iç savaşta gerilla kuvvetlerinin başarıları üzerine Yunanistan'a bü­ yük ölçüde yardım yapılması zarilriydi. Ekonomik yardım ise, Av­ rupa kalkınma programı çerçevesinde gerçekleşecekti. Yunanis­ tan Avrupa ülkesi olduğundan buna hakkı vardı. Eğer bu imkan olmasaydı, ABD bizzat kendi başına bu ekonomik yardımı gerçek­ leştirmek zorunda kalırdı . Yunanistan'ın başkaca bir yerden kay­ nak bulmasına imkan yoktu çünkü . Bu arada Yunanistan'a askeri yardım sürüyordu . Fakat ABD'nin olası bir Sovyet saldırısı halinde Yunanistan'a hala askeri yardım ve savunma planı bulunmuyordu. Ayrıca , Amerikan yetkilileri, Atina'yı bir saldırı halinde buna tam ve kesin olarak karşı koyabilecek kadar güçlendirmenin mümkün olmadığı kanısındaydılar. Yardımın miktarı ne olursa o lsun buna 100

imkan görülmemişti. Dolayısıyla Yunanistan'a askeri yardım, ül­ kedeki gerilla savaşı biter bitmez kesilecekti. ABD'nin Türkiye'ye yardımı l ngiltere'nin söz konusu yardı­ mı büyük ölçüde azaltmasından sonra başlamıştı. Tıpkı Yuna­ nistan'a yardımda olduğu gibi. Bundan sonra Londra çok küçük oranda yardımcı olmaya devam etmişti ancak. Bu bakımdan Yu­ nanistan'ın durumu ile aynı değildi durum. Ankara da dış yardım olmadan ayakta kalabilecek halde değildi. Bununla birlikte, Tür­ kiye ağır bir Sovyet baskısına maruz kalmıştı. Gerek hükumet ve gerekse Türk halkı , bu baskının da artmasından endişe ediyor­ du . Üstelik, büyük ölçüdeki Türk ordusu hayli masraflıydı; faka aynı zamanda da etkisizdi. Mevcut ekonomik ve sosyal yapı için­ de bunu sürdürmek güçtü . Eğer Türkiye ekonomik ve sosyal ba­ kımdan gelişmek istiyorsa, ordu harcamaları sürdüğü sürece bu­ nu yapamazdı. ABD'nin yardım programının üç hedefi vardı: llk hedef; Sovyet­ ler Birliği karşısında ABD'nin Türkiye'yi desteklediği konusunda, Türk Hükümeti'nin olsun, Türk halkının olsun güvenini kazan­ maktı. Türkiye'de ABD'nin kendisini terk ettiğine ilişkin bir kanı oluşmasını engellemekti. Bu duygu, lngiltere'nin Türkiye'ye yar­ dımı kesmesiyle başlamış gibiydi. Türkimye böyle bir hisse ka­ pılmıştı ve bu önlenmek isteniyordu. İkinci hedef; Sovyetler Bir­ liği'nin olsun, uydularının olsun, Türkiye'ye yapabilecekleri bir saldırı karşısında Türk silahlı kuvvetlerinin gücünü geliştirmekti. Türk ordusunun güçlendirilmesi, aynı zamanda da, olası bir sal­ dırı karşısında Türk halkının kendisini savunabileceğine ilişkin güvenini artıracaktı. Böylece Sovyetler Birliği'nden ya da uydula­ rından gelebilecek baskılara karşı direnme kararlılığını artıracak­ tı. Üçüncü hedef ise; Türk ordusunun insan gücü ihtiyacını azalt­ maktı. Bunun için de ordunun hareket yeteneğini ve ateş gücünü artırmak gerekiyordu . Böylece daha küçük çapta bir orduyla aynı etkinlikte bir savunma yapmak mümkün olabilecekti. Raporda , bu hedeflere aşağı yukarı ulaşıldığından söz edili­ yordu. Fakat Türkiye'ye yönelik büyük ölçekte ve uzun sürecek bir yardım mümkün değildi. Diğer yandan, şimdiye kadar yapıl­ mış olan yardımlar sonucunda gelinen aşamadan geri gitmemek ve Türk halkının da moralini olumsuz yönde etkilememek için , 1 01

Amerikan yardımının küçük ölçekte de olsa sürmesi gerekiyordu . Bu bakımdan Türkiye'deki Amerikan heyetleri süresi belirsiz hal­ de görevlerine devam etmeliydi. Türkiye'ye doğrudan ekonomik yardım programı ise henüz gün­ demde gelmemişti. Bunun nedeni ise , Türk ekonomisinin göreli olarak iyi durumda bulunmasıydı. Ekonomide herhangi bir kaos tehlikesi bulunmuyordu. Fakat ekonomik gelişme de gerekiyordu . Halkın hayat seviyesinin yükseltilmesi de gerekiyordu. Bir de ola­ sı bir savaşta Türkiye'nin direncini artırmak lazımdı. Bütün bun­ lar için ekonominin geliştirilmesi gerekmekteydi. Halihazırda eko­ nomideki düşüş, hayat standardında bir gerileme, Türkiye'de poli­ tik gerileme neden olabilirdi. Bu da hükumetin sıkı yapısını zayıf­ latabilirdi. Hatta komünist bir yayılmaya bile neden olabilirdi. Ay­ nı şeylerin Yunanistan'ın başına geldiği raporda hatırlatılıyordu . Türkiye, Avrupa'nın kalkınma programına dahil olmuştu . Bu kaynaktan da mütevazi ölçüdede de olsa yardım alacaktı. Ankara, aynı zamanda, uluslararası bankalardan da kredi temin edebilirdi. Nitekim daha önceki tarihlerde İhracat-İthalat Bankası'dan kredi almıştı. Bunun gibi yardımlar alabilirdi. ABD de, ekonomik açıdan uygun olduğunda, Türkiye'ni kredi taleplerini karşılamaya hazır­ dı. Raporda, Türkiye'nin ekonomik ihtiyaçlarının dış krediye ihti­ yaç duymadığı da özellikle vurgulanmıştı. 140 140 FRUS, 1949, Vol u me: VI, (The Near East, South Asia, and Africa), "Jernegan'dan Thurston'a", ( 1 1 . 10.1948). Bu raporda çok daha uzun ve ayrıntılı bir şekilde lran'ın da duru muna değinilmişti. Nihayetinde İ ran'a çok az yardım ya pılmıştı ve Tahran da, Türkiye'ye bakarak, onun kada r yardım talebinde bulunuyordu. Acil olmasa da İ ran'ın ekonomik desteğe ihtiyacı vardı. Raporda, İ ran'ın Türkiye'ye nazaran Sovyet tehdidine çok daha açık olduğundan söz ediliyordu. Bununla birlikte, Tahran, bu baskıya karşı övgüye değer bir direnç göstermekteydi . Yine raporda l ran'a da destek gereği vurgulanıyordu. Aksi halde, İ ran'ın Sovyet denetimi­ ne girmesi halinde, bu durum, Türkiye açısından d a ciddi sonuçlar doğururdu. İran'ın Sovyet denetimine girmesi demek, Moskova açısından Orta Doğu'nun ve Hindistan'ın yol unun açılması demekti. Bu da, petrol kaynaklarının Sovyetler Birliği'nin denetimine girmesi anlamına gelirdi. İran'ın da büyük çapta bir orduyu ayakta tutması, tıpkı Türkiye gibi, ekonomik bakımdan çok güçtü. Ayrıca, ü lkenin politik d urumu da stabil sayılamazdı. Ayrıca, her ne kadar İran hükumeti, Batı yan lısı da olsa, Sovyet baskısının ağırlığı karşısında bu baskıya karşı koymasının garantisi yoktu . İ ran'ın coğrafi konumu da dezavantaj yaratıyordu, Amerikan ordusunun yardıma gelebilmesi açısından. Bu bakımda n ABD'nin askeri olarak İ ran'ı desteklemesi müm­ kün olamayabilirdi. B u halde, ABD'nin olası bir savaşta askeri bakımdan destekleyemeyeceği İ ran'a barış­ ta yardım etmesi, olsa olsa bir kaynak israfı sayı labilirdi. ABD, askeri kaynaklarını Batı Avrupa ülkelerinde yoğunlaştırmalıydı. Batı Avrupa'nın güvenliği öncelikliyd i . Batı Avrupa ülkelerinin herha ngi birisinin Sovyet denetimine girmesi, ABD'nin güvenliği açısından çok daha sarsıcı olurd u. Bu bakımdan iki ya da üç yıl için­ de İ ran'a askeri yard ı m kuşkuluyd u . lran ordusunda teknik sınıfların azlığı, ABD açısından ayrıca güç bir durumdu; çünkü ABD açısından bu, inanılmaz büyük bir çaba ve harcama gerektirirdi. Çok sayıda Amerikalı personelin bu işte görevlendirilmesini gerektirirdi. Ayrıca, güçlendirilmiş bir İ ran ordusu ile şahın ülkesinde

1 02

bir diktatörlük kurmasından da çekiniliyordu. i ran'da bazı çevrelerde bu endişe çok güçlüydü ve siyasi is­ tikrarı bozucu bir yönü de vardı. Neticede; i ran'ın iç güvenliğini sağlayabilecek ölçüde ve halkının hayat se­ viyesini yükseltebilecek derecede, ama aynı za manda yönetimin istikrarını da koruyabilecek seviyede, yeter­ li ölçüde askeri yardımda bulunmak gerekiyordu. ABD'nin a macı; lran üzerindeki Sovyet baskısı sonucunda meydana gelebilecek bir çöküşü önlemekti. Ayrıca, i ran'ın baskıya d irenmesi, komşuları açısından özel bir önem taşıyordu. Daha sonra gündeme gelebilecek bir mali yardım da, Sovyetler Birliği'nin ülkede ekono­ mik çöküntü yaratma hedefini ortadan kaldırabilirdi. Bu arada, i ran'ın Türkiye'nin güvenliği açısından da önemine değinen bir rapor için bkz. FRUS, 1 949, Volume: VI, (The Near East, South Asia, and Africa), "ABD DB Tarafından İran Hakkında Hazırlanan Politika Belgesi", ( 1 .2. 1949). Bu raporda da, İran'ın savunul ması Orta Doğu açısından ele alınıyor ve ABD'nin strateji k çıkarlarına uygun görülüyordu. Basra körfezinin Sov­ yet denetimine girmesi, Moskova'nın Türkiye, Irak, Arap ülkeleri, Afganistan ve Pakistan'a yönelik yayı l ması için elverişli bir atlama tahtası bulması anlamına gelecekti. Böylece Orta Doğu'daki ABD ve İ ngiliz savun­ ma hattına çok yaklaşmış olacaktı. Moskova, Orta Doğu petrollerini denetimi altına alabilir ve Batıya u la­ şan petrol kaynağını da ele geçirebilirdi. i ran'ın kontrol ettiği hava yollarını da ele geçirebilirdi. Bütün bun­ lar, Orta Doğu ülkelerinin Sovyet baskısına karşı olan direncini zayıflatırdı. Bu arada, Tahran da, kendisini olası bir Akdeniz paktının en önemli üyesi olarak görüyordu. Fakat ABD, hala bölgesel a nlaşma konusuna mesafeli yaklaşıyordu. NATO onaylanmadan bu konuda ileri bir adım atılmayacaktı. Bölgesel anlaşma kar­ şısında ABD, ne böyle bir anlaşmanın yanındaydı, onu destekliyordu; ne de ona karşıydı. FRUS, 1949, Volu­ me: VI, (The Near East, South Asia, and Africa), "ABD DB'den ABD'nin Tahran Büyükelçili ği'ne", (8.4.1 949). ABD'nin Tahran Büyükelçisi Wiley, tam bu sırada hazırladığı bir raporda, l ran'ın durumunu ele alı­ yordu. İ ran Şahı ise, ABD'nin Tahran'a gösterdiği mesafeli tutumdan dolayı son derece memnuniyetsizdi. ABD'nin lran'a desteği olmadan lran'ın politika tayin edemediğinden şikayetci olmuştu. ABD'nin politika­ sı, İran'ı Sovyetler Birliği karşısında hedef yapıyordu. Bu düpedüz bir suçlamaydı. Türkiye'ye yapılan yar­ dım sonucunda Türkiye, Sovyetler karşısında zaptetilemez hale gelmişti. Bu nedenle İran Sovyet sald ırısı­ na daha çok açıktı. lran, Türkiye'nin saldırısına da uğramaktan çekiniyordu. ABD, bu konuda İran'a güven­ ce vermeye çalışmıştı. Böyle bir d urumda, İ ran'a bir başka ülke saldırmış gibi, ABD İ ran'ın yanında olacak­ tı. Ancak bu güvence bile şahı tatmin edememişti. ABD, İran'ın Türkiye hakkındaki endişelerini yatıştırma­ ya çalışmıştı. Tahran'ın Ankara ile anlaşma içinde olması tavsiye edilmişti. İran da güvenl iğinden endi­ şeliydi ve ABD'den yardım istiyordu. FRUS, 1949, Volume: VI, (The Near East, South Asia, and Africa), "Wi­ ley'den ABD DB'ye", ( 1 2.4. 1949). İran Şahı, geçekten de ABD'nin Türkiye'ye yardı m ından memnun kalmamıştı; Tahran, Türkiye karşısın­ da güvenlik sorunu hissediyordu. Wiley, 20 Nisan' da yazdığı raporda, aynı konuya değiniyordu. Şah, İran'a Amerikan yardımının sadece bir işareti varken, Türkiye'ye büyük ölçüde Amerikan yard ımından rahatsızdı. Diğer yandan, i ran'a Amerikan yardımının Moskova'yı provoke etmesi ihtimali de ayrı bir endişe kaynağıy­ dı. ABD'nin iran'a desteğinin eksik kalması, ABD açısından lran ile ilişkiler konusunda mesele çıkarmaya adaydı; bu bakımdan Wiley, l ran'a askeri yardım öneriyordu. FRUS, 1949, Volume: Vl, (The Near East, South Asia, and Africa), "Wiley'den ABD DB'ye", (20.4.1949). ABD Dışişleri Bakanlığı ise, Türkiye'nin pan-türa­ nist emellerle sınırlarını genişletmek gibi bir eğil i m içinde bulunmadığının güvencesini veriyordu. İran bu bakımdan rahat olmalıydı. Türkiye'ye yönelik Amerikan askeri yardımı İ ran'ın güvenl iğine halel getirmez­ di. FRUS, 1 949, Volume: Vl, (The Near East, South Asia, and Africa), "Acheson'dan Wiley'e", (2 1 .4.1949). Fakat bütün bu açıklamalar lran'ı tatmin etmeyecektir. Aynı şikayetler ve talepler sürüyordu. Tahran'ın kuşkuları ve endişeleri hiç azal madan devam ediyordu; adeta bir obsesyon söz konusuydu. Şah, büyükelçi­ nin 'başının eti ni yiyor'du. Türkiye'ye iletilen bunca geniş askeri ve ekonomik destek l ran'da ayrımcılık duy­ gusu yaratmıştı. İran'daki duygu ve düşünce ise, l ran'ın stratejik bakımdan çok daha önemli bir ülke oldu­ ğu ve saldırıya da daha çok açık olduğu yönündeydi. Tahran, Türkiye kadar geniş bir yardım alıp alamaya­ cağını merak ediyordu; hatta daha da geniş ölçüde bir yardım talebi söz konusuydu. ABD'nin yanıtı olum­ lu olduğu takd irde Tahran ABD'nin istediği tutumu alacaktı; ama yardımı alamazsa, bu takdirde İran' da bir kararsızlık ortaya çıkacaktı. lran ilk kez resmi olarak ABD'den yardım talep ediyordu. Wiley, talebin kar­ şılanması gerektiği kanısındaydı. Böylece ABD'nin lran'ı Türkiye ile aynı kategoride değerlendirmekte oldu­ ğu açığa çıkmış oldurdu. Moskova'ya da İran'ın bağımsızlığının ABD açısından taşıdığı öneme ilişkin güç­ lü bir mesaj verilmiş olurdu. İran da Batı demokrasileri ile birlikte tutum alırdı. Wiley, yalnızca askeri yar-

1 03

dım değil, fakat bir ölçüde de olsa ekonomik yardım da öneriyordu. Bkz. FRUS, 1949, Volume: VI, (The Near East, South Asia, and Africa), "Wiley'den ABD DB'ye", (29.4.1949). ABD Dışişleri Bakanlığı ise, İran'ın endişelerinin temelsiz olduğu konusunda ısrarlıydı. Türkiye'ye Ame­ rikan yard ı m ı nın İran'ın güvenliğini teh l i ke altına soktuğu yol undaki argü man temelsiz ve mantıksız­ dı. Ayrıca, Ankara'ya yönelik ekonomik yardım çok a bartılmıştı; bu yard ı m , bağış değil, kredi karşılığıy­ dı. İlk yıl için toplamı da yalnızca 39.000.000 Dolar'dı. İhracat- İthalat Bankası'ndan da iki yıl için yalnızca 36.000.000 Dolar söz konusuydu ve bunun da sadece yarısı kullanılmıştı. 1 6.000.000 Dolar değerinde kredi de, gemi alımı ve tamiri için verilmişti. Bütün bu krediler, hep proje karşıl ığında düzenlenmişti. Bütün bun­ ların yan ı sıra, Türkiye, savaştan beri üçte bir oranında devalüasyon yapmıştı. Türkiye'nin bütçesi, İran'a göre, daha zayıftı. Türkiye'ye yol yapımı için ilk yıl 5.000.000 Dolar sağlanmıştı; ikinci yıl için ise hiçbir yar­ dım sağlanma mıştı. Türkiye'ye yapılacak bundan sonraki yol yapımı yardımı, kredi karşılığında olacaktı ve bu fonlar bağış da değildi. FRUS, 1949, Vol ume: Vll, Part: 2, (The Far East and Australasia), "Webb'den Wi­ ley'e", (25.5 . 1949). lran'a yard ım meselesi, ABD açısından önem taşımaycı devam edecektir. Bkz. FRUS, 1 949, Volume: Vll, Part: 2, (The Far East and Australasia), "Wiley'den ABD DB'ye", (26.5.1949). İran'a 30 ila 40.000.000 Dolar arasında bir askeri yardım gündeme gelmişti. Bu yardımın beşte biri kadar da yol ya­ pımı yardımı yapılabilirdi. FRUS, 1949, Volume: Vll, Part: 2, (The Far East and Australasia), "Wiley'den ABD DB'ye", (22.6. 1 949). Fakat Tahran hala kendisine düşen yardım ya pının çok az olduğunu belirterek, bun­ dan duyduğu memnuniyetsizliği açığa vuruyordu. Özel olarak şah, bu durumdan duyduğu rahatsızlığı çok açık biçimde dile getirmişti. Şa h, bu kadar düşük bir yardımı reddedebileceklerini de belirtmekten çekin­ memişti. lran, kendisini sürekli olarak Türkiye mukayese ediyor ve önem inin a nlaşılamadığını vurguluyor­ du. FRUS, 1949, Volume: Vll, Part: 2, (The Far East and Australasia), "Wiley'den ABD DB'ye", (7.7. 1949). Tahran'ın bu çabalarının boşa çıktığını söyleyemeyiz. ABD, lran'ı ciddi olarak göz önüne almaya başla­ yacaktır. Bkz. FRUS, 1949, Volume: Vll, Part: 2, (The Far East and Australasia). "ABD Ulusal Güvenlik Kon­ seyi'nin lran Hakkındaki Raporu", (21 .7. 1 949). Fakat İran'ı, bu arada özel olarak şahı tatmin etmek müm­ kün olamıyordu. Ama haksız da sayılamazdı hem yardım miktarı düşüktü; hem de yardım çok yavaş geliyor­ du. Oysa Tahran, kendisine de Ankara'ya gelen yardım kadar yardım edilsin istiyordu. Wiley, yardımın kar­ şılanması için çok sayıda rapor yazmıştı. FRUS, 1949, Volume: Vll, Part: 2, (The Far East and Australasia). "Wiley'den AB DB'ye", (9.8.1949). ABD'nin İran'ın memnuniyetsizli ğini giderme çabaları için bkz. FRUS, 1 949, Volume: Vll, Part: 2, (The Far East and Austra lasia), "Acheson'dan Wiley'e", (30.8. 1 949); FRUS, 1949, Volume: Vll, Part: 2, (The Far East and Austra lasia). "Acheson'dan Wiley'e", ( 1 5.9. 1 949). Hatta Tru­ man ile şahın görüşmesi için ayrıca bkz. FRUS, 1949, Volume: Vll, Part: 2, (The Far East and Australasia), "ABD DB'nin Bilgi Notu", (18. 1 1 . 1949). Bu görüşmede şah, Orta Doğu' da Sovyet yayılmasına karşı İran, Türkiye ve Yunanistan'ın, sağ, sol ve orta ülke konumunda bulunduklarından söz etmişti. İran'ın durumun­ da bir zayıflama olması halinde, bütün cephe birlikte çökebilirdi. Bu bakımdan İran'ın askeri desteğe ih­ tiyacı vardı. Ne var ki, Truman da, Kore ile Filipinler ve İ ran'a toplam olarak a ncak 27.000.000 Dolar değe­ rinde bir yardım programı sunula bildiğini açıklamıştı. Ekonomik yardım talebinin de karşılanması güçtü. ABD, İran'ın taleplerini karşılamaktan uzaktı. Şahın tepkisi ise, eskisine oranla hayli yumuşamıştı .ABD'ye karşı çok daha anlayışlı davranıyordu. İran konusunu bu sırada uzun uzun ve ayrıntılı olarak ele almamın özel bir nedeni var: Tıpkı Türkiye gi­ bi, İran da, içinde bulunduğu konumdan olabildiğince yararlanarak, askeri, ekonomik ve mali yardımı ar­ tırmak istiyor ve pazarlık gücünü olabildiğince yüksek kullanmaya çalışıyordu. İran'ın ve özel olarak şahın ABD karşısındaki çok kez sert tutumu, bunu açıkça göstermektedir. Şah, Ankara'ya nazaran ABD karşısın­ da daha mesafeli davranmaktaydı. Bu dikkat çekicidir. Bu sırada Türk-lran ilişkilerine dair bir Amerikan raporu için bkz. FRUS, 1949, Volume: Vll, Part: 2, (The Far East and Australasia), "ABD DB Yakın Doğu ve Afrika ile İ lişkiler Bölümü Direktörü Satterthwate'in Gö­ rüşmeye İlişkin Bilgi Notu", (16.2. 1949). Bu rapora göre, bizzat Erkin, Tahran'ın Ankara'ya karşılıklı yar­ dım paktı önerdiğini belirtmişti. Nitekim ABD de böylesine bir yakınlaşmayı destekliyordu. Ankara da, b u konuda a d ı m atmadan önce ABD'nin görüşünü öğrenmek istemişti. A B D ise, böyle bir paktın halihazırda­ ki koşullarda pek de gerçekçi görünmediğini açıklamıştı; ilişkilerin yakınlaşması ise destekleniyordu. Yi­ ne de Washington'un resmi tutumu Ankara'ya bildirilecekti. Görülüyor ki, ABD de, İran'ın endişelerini orta­ dan kaldırmaya çalışıyordu.

1 04

Ankara'nın girişimleri ABD'de de yankı buluyordu: ABD Dışiş­ leri Bakanlığı'nın 26 Ekim 1 948 tarihli bir raporunda bunun yan­ sımalarını görmek mümkündür. ABD'nin saldırıya uğraması ha­ linde savunmaya geleceğine ilişkin bir taahhütte bulunmadığı sü­ rece Türkiye açısından endişe devam edecekti. Ankara bu konu­ da ısrarcıydı. ABD , sadece Batı Avrupa ülkeleri saldırıya uğradı­ ğında onları savunacağına ilişkin bir taahhütte bulunduğu takdir­ de ve diğer ülkeleri de dışarıda bıraktığında, bu tutumun ciddi so­ nuçları olacaktı. 1 4 1 Ankara'nın bu gelişmeler karşısında pasif kalmadığını, yine ABD Dışişleri Bakanlığı'nın bir raporundan öğreniyoruz. ABD'nin yeni Ankara Büyükelçisi Wandworth, 26 Kasım 1 948 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanlığı'na yazdığı bir raporda, Türk Dışişleri Ba­ kanlığı'na vekalet eden Tahsin Bekir Balta'nın geçen gün kendisi­ ni görüşmek için davet ettiğini yazıyordu. Buna göre, Balta, Türk Hükümeti'nin önemli bir açıklamasını kendisine sunmuştu. Bal­ ta, daha önceki bir görüşmede, Türk Hükümeti'nin, ABD Dışişleri Bakanı Marshall ile Paris'te görüşen Türk Dışişleri Bakanı'nın, At­ lantik Paktı'na genel olarak değinilen bu görüşme sırasında, Anka­ ra'nın tatmin olduğu yolundaki gayriresmi açıklamasını hatırlat­ mıştı. Bu arada, yeni gelişmeler olmuştu; Portekiz'in ve ltalya'nın yeni pakta katılacağından söz ediliyordu. Bu konuda Fransa'nın da bilgisi vardı. Bu pakt, esas olarak Sovyet yayılmasına karşı olduğuna göre ; Türkiye, Akdeniz ve Orta Doğu'da benzer bir yayılmaya karşı ol­ duğu için, bu yeni pakta alınmalıydı. Türkiye, saldırıya uğradı­ ğı takdirde kendini savunmaya kararlıydı; bunun mantıki sonu­ cu da, konumunun pekiştirilmesi olurdu. Ankara'nın böylesi bir paktın dışında tutulması, Türk halkını hayal kırıklığına uğratır ve kendisine yönelik saldırgan eğilimleri de beslerdi. Gerek Ameri­ kan yardımı ve gerekse Truman Doktrini, Türkiye'nin konumu­ nu güçlendiren önemli katkılardı. Fakat Ankara, yine de kendisi1 948 yılı içinde Türkiye'ye ulaşan Amerikan yardımı savaş ve kargo uçaklarının sayısı 1 80 idi. Lefler, "The American Conception of National Security and the Beginning of the Cold War 1 945- 1948", American Historical Review, April 1984, s. 372. 141 FRUS, 1948, Volume: iV, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD DB Afrika ve Yakın Doğu Bölümü Direktö­ rü Satterthwaite'ten Lovett'e", (26. 10. 1948). Ayrıca bkz. Athanassopoulou, agm, Turkey: ldentity, Democ­ racy, Politics, s. 100-102.

1 05

ni paktın içinde resmi üye olarak görmek istiyordu. Böylece kon­ solide olmak istiyordu. Şimdiye kadar bu konuda Ankara'nın giri­ şimlerinin ve önerilerinin bekletilmesi, Amerikan seçimlerinin so­ nuçlarının ortaya çıkması içindi. Hiç kuşkusuz Amerikan politi­ kası değişmeden ve olduğu gibi sürecekti. Ankara, artık sorunun yanıtının verilmesi zamanının geldiği kanısındaydı. Amerikan yö­ netiminin bu konudaki görüşü merak ediliyor ve öğrenilmek is­ teniyordu . Büyükelçi, Balta'nın görüşme sırasında üç noktaya değindiğin­ den söz ediyordu. Buna göre, ilk nokta , Ankara'nın Amerikan yar­ dımından dolayı minnettar olduğuydu. İkinci nokta, Batı Avrupa ülkelerinin olası bir saldırıya karşı direniş kararıydı. Eğer bu saldı­ rı Akdeniz'e ulaşırsa, Türkiye de bu pakta dahil edilmeliydi. Balta, Akdeniz'in ikiye bölünemeyeceği yorumunda bulunmuştu . Son­ ra da , benzer bir açıklamayı, lngiltere'nin Ankara Büyükelçisi'ne de yaptığından söz etmişti. Ümidi, Londra ile Washington'un bir­ likte bu konuda görüşmeleri ve Ankara'ya olumlu bir yanıt ver­ meleriydi. Gerçekten de Büyükelçi, raporunda, lngiltere'nin An­ kara Büyükelçisi'nin kendisine benzer yönde bir açıklamada bu­ lunduğundan söz ediyordu . Buna göre, lngiltere'nin Ankara Büyü­ kelçisi, Ankara'nın bu talebini ve açıklamasını Londra'nın bilgisi­ ne sunmuştu. Bunu yaparken de, Ankara'nın talebinin öneminden söz etmişti. Nitekim, Ankara, bu konuya o kadar çok önem veri­ yordu ki, nadiren yaptığı gibi, sunumunu yazılı olarak gerçekleş­ tirmişti. 1 42 Yıl sonuna doğru Ankara, resmi atağını yapmıştı. Yeni kurul­ makta olan pakta resmi olarak üye olmak istediğini belirtmişti . N itekim, ABD Dışişleri Bakanlığı Yakın Doğu Ofisi Başkanı Satter­ hwaite, 14 Aralık 1948 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanlığı'na yaz­ dığı bir raporda , Türk Hükümeti'nin Dışişleri Bakanlığı'na veka­ let eden Balta aracılığıyla 25 Kasım'da ABD'nin Ankara Büyükelçi­ si Wadsworth'a resmi bir başvuruda bulunduğunu hatırlatıyordu. Buna göre, Ankara Kuzey Atlantik Paktı'na katılmak istiyor­ du . Aynı başvuru Londra'ya da yapılmıştı. Bu aşamada artık Wadsworth'a resmi bir yanıt talimatının verilmesi gerekiyordu . 142 FRUS, 1948, Volume: 1 11, (Western Europe), "Wadsworth'ta n ABD DB'ye", (26. 1 1 . 1 948). Ayrıca bkz. Athanas­ sopoulou, agm, Turkey: ldentity, Democracy, Politics, s. 97-99; Lefler, age, s. 237-246.

1 06

Rapor, bu konudaki görüşleri ve önerileri içeriyordu. Şimdi de ra­ porun bu kısmına bakalım: Hatırlanacağı gibi, Ankara, bu konuda tekrar tekrar girişimlerde bulunmuştu. Ancak bu kez, ilk defa doğ­ rudan bir talep söz konusuydu. Bu talep, spesifik bir güvenlik an­ laşmasını içeriyordu. Bu kez yalnızca resmi bir girişim söz konusu da değildi; fakat aynı zamanda Ankara, bu talebini yine ilk kez ya­ zılı olarak yapmayı tercih etmişti. Bu da ilk kez oluyordu. Nihayet, ABD'nin görüşü de bu sırada formüle ediliyordu: Buna göre, Ankara'ya, Batı Avrupa bloğuna dahil olmak yönünde talep­ te bulunduğunda, bu konunun Avrupa devletlerinin kararına bağ­ lı olduğu belirtilmeliydi. Ayrıca, ABD'nin görüşü de , Türkiye'nin Batı Avrupa bölgesine dahil olmasının çok güç olduğu yönündey­ di. Bu bakımdan ABD'nin Batı Avrupa bölgesel grubuyla Türki­ ye'yi bağdaştırması zordu . Nihayet, 1 1 Haziran 1 948 tarihli Van­ denberg çözüm metni de, buna tekabül ediyordu. Bu arada Atina da, benzer bir girişimde bulunmuştu. Yunanis­ tan da, ABD nezdinde gayriresmi şekilde Akdeniz ülkeleri olarak Kuzey Atlantik paktına katılmak için talepte bulunmuştu . Ati­ na'ya böylesine bir talebe ciddi bakılmadığı belirtilmişti. ABD , şu aşamada yeni oluşumun temelini genişletmeye hazır değildi. Ayrı­ ca, ABD , henüz bu aşamada, Batı Avrupa blokunun yanında, ona eş pakt olarak, Doğu Akdeniz'de bir blok oluşturulması fikri kar­ şısında görüş ifade etmeye de hazır değildi. Raporun bu kısmında artık meselenin tartışılmasına geçiliyor­ du : ABD Dışişleri Bakanlığı'nın görüşü , Türkiye'nin ve onun du­ rumundaki bütün ülkelerin, politik olarak olsun, askeri olarak ol­ sun, açıkta bırakılmaması yönündeydi. Nitekim ABD , Batı Avru­ pa'nın savunması için çok daha konsantre bir sistem oluşturuyor­ du. ABD , yeni oluşum konusunda açık olmaya çalışıyordu. Açıkla­ maya çalıştığı husus da, Kuzey Atlantik devletleriyle olan bağının, bunun dışında kalan diğer ülkelerin bağımsızlığının desteklenme­ si ile daha az ilgilendiği anlamına gelmediği yolundaydı. Bu konu­ da gereken önlemler alınmalı ve açıklamalar da yapılmalıydı. Bü­ tün bunların Kuzey Atlantik paktının gerçekleştiğinin resmi açık­ lamasından önce yapılması gerekirdi. Türkiye'nin Kuzey Atlantik paktına alınması pratik değildi . ABD , henüz Türkiye'ye garanti verebilecek durumda değildi. An1 07

cak bu ülkenin bağımsızlığına yönelik herhangi bir tehdit karşısın­ da da destek olacağı kesindi. ABD, bu destek kararlılığını nasıl ifade edeceğini henüz bilmiyordu. Bu nedenle , Ankara'nın taleplerine karşılık, Türkiye'ye isteklerinin en azından şimdilik karşılanama­ yacağı belirtilmeliydi. Fakat bu tutum, ABD'nin Türkiye'ye yönelik desteğinin azaldığı anlamına da gelmezdi. ABD, sadece dünyanın geri kalanına bu tutumunu açıklama hazırlığı içindeydi, o kadar. Henüz bunun nasıl ifade edileceğine karar verilememişti. Anka­ ra'ya sabırlı olması yönünde çağrıda bulunulmalıydı. ABD de, ken­ di hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyordu ve zamana ihtiyacı vardı. ABD, bir yandan da aynı konuda İngiltere ile danışma ve görüşme halindeydi. İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi'ne de Londra'dan ben­ zer yönde yaklaşım içinde olması için talimat verilmişti. 1 43 Gerçekten de ABD Dışişleri Bakanlığı'nda konuya ilişkin top­ lantılar ve tartışmalar sürüyordu. 22 Aralık'ta yapılan bir toplan­ tıda da yine aynı meseleler ele alınmıştı. Buna göre, paktın imza­ cılarının doğrudan doğruya Türkiye ile Yunanistan'a yönelik her­ hangi bir sorumlulukları olmayacaktı. Toplantıda Ankara'nın iste­ mi de ele alınmıştı. Özellikle ltalya'nın pakta katılıp katılmayacağı konusu önemliydi. Sonuçta İtalya, Kuzey Atlantik bölgesinde ol­ mamakla birlikte, Kuzey Atlantik güvenliğiyle çok yakından ilgi­ liydi. Roma'nın pakta dahil olmaması paktı zayıflatırdı. İngiltere ise, farklı görüşteydi. İngiltere, ltalya'nın sadece Kuzey Atlantik bölgesinin dışında olmasından dolayı değil, fakat aynı za­ manda askeri zayıflığı nedeniyle paktın dışında tutulmasından ya­ naydı. Fakat diğer yandan da İtalya, özel bir konumdaydı; çünkü, tıpkı Atina ve Ankara gibi, o da demokratik dünyanın bir parça­ sı olmuştu. Bu görüşe göre, en iyisi, bu üç ülkenin, Yunanistan ile Türkiye'nin ve l talya'nın, pakta dahil olmasalar da, dışlanmadıkla­ rını hissetmeleriydi. Bunun bir yolu da, paktın imzacı ülkelerinin bir protokol ile teminat vermeliydi . Lovett, ABD'nin bu konuda halihazırda henüz kesin bir tutumu olmadığını tekrarlamıştı. Washington, ltalya'nın öneminin farkın­ daydı, biliyordu ; fakat bu konuda kesin karan, Brüksel paktının 143 FRUS, 1 948, Volume: 111, (Western Europe), "ABD Dışişleri Bakanlığı Yakın Doğu Ofisi Başkanı Satterhwa­ ite Wadsworth'tan Lovett'e", (14. 1 2 . 1 948). Ayrıca bkz.Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl (Washington Büyükelçili­ ği), s. 25-45.

1 08

imzacısı ülkeler vermeliydi . Her ne olursa Lovett, ltalya'nın bir şe­ kilde koruma altında olmamasını zaten düşünemiyordu. Bunun­ la birlikte çözüme yönelik bir önerisi de bulunmuyordu. Bir başka görüş de, Brüksel paktının imzacısı devletlerle İtalya arasında özel bir anlaşma yapılabileceği yolundaydı. Fakat işin bir yönü de, ltal­ ya'nın pakta alınmasının, Yunanistan ve Türkiye açısından yarata­ bileceği dalgalanmalardı. Sonuçta görüntü, Roma'nın pakta alınır­ ken, bu iki başkentin dışarıda tutuluyor olacağıydı. Belki de en iyi çözüm, bu iki ülkenin yanında lran'ın da bir protokolle anlaşma­ ya eklenmesi olabilirdi. 1 44 ABD'nin Ankara Büyükelçisi Wadsworth , hemen ertesi gün , ABD Dışişleri Bakanlığı'na yazdığı bir raporda, 1 8 Aralık'ta Türk Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak'a, kendisine 1 5 Aralık'ta bakan­ lıktan verilen talimat çerçevesinde yazılı olarak açıklamada bulun­ duğunu belirtiyordu. Buna göre, Ankara, Sovyet saldırganlığına karşı ortak savunma tertibi amacıyla, Kuzey Atlantik paktına dahil olmak istemişti. Raporda, Sadak'ın ABD'nin yazılı açıklamasını il­ giyle ve dikkatle okuduğu belirtiliyordu. ABD'nin açıklaması kar­ şısında Sadak, ne şaşırmıştı, ne de geri çekilmiş bir haldeydi. Sa­ dak, ABD'nin konumunu anladığını söylemişti. Konuyu hükumet ve Cumhurbaşkanı ile görüştükten sonra görüşünü açıklayacaktı. Yine de ABD'nin Kuzey Atlantik paktına olan ilgisinin, hiçbir şe­ kilde Türkiye'ye ilgisini yitirdiği anlamına gelmeyeceğine ilişkin Amerikan açıklaması onu memnun etmişti. Nitekim hemen aynı gün Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de, Türkiye'nin maddi yardımın yanında moral desteğe de ihtiyaç duyuyordu. Böylece kendisini iki kat daha güçlü hissedecekti. Böylesine bir yardım herkes tarafın­ dan bilindiği takdirde Sovyetler Birliği Türkiye'ye saldırmadan ön­ ce iki kez düşünmek zorunda kalırdı. Bu arada; İngiltere'nin An­ kara Büyükelçisi de, kendi bakanlığından aldığı talimat gereğin­ ce, ABD'ninkiyle aynı yönde olan görüşlerini ertesi gün yine An­ kara'ya sunacaktı. 145 Hemen ertesi gün ABD Dışişleri Bakanlığı'nda hazırlanan bir ra­ porda, bu kez Türkiye ile Yunanistan'ın durumuna hala açıklık ge144 FRUS, 1948, Volume: 111, (Western Europe), "Çalışma Grubu'nun Onuncu Toplantı Tutanağı", (22. 12. 1948). 145 FRUS, 1 948, Volume: 111, (Western Europe), "Wadsworth'tan ABD DB'ye", (23.12.1948). Ayrıca bkz. Athanas­ sopoulou, agm, Turkey: ldentity, Democracy, Politics, s. 100-104.

1 09

tirilmemişti. Yunanistan ile Türkiye'nin durumu hala tartışmalıy­ dı ve kesin karar verilememişti. Çeşitli olasılıklar söz konusuydu. Buna göre, bu iki ülke Kuzey Atlantik paktına dahil edilmeyecekti. Fakat bu iki ülkeye bir şekilde güvenlik taahhüdünde bulunulma­ lıydı. ltalya'nın pakta dahil edilmesi ise, coğrafi durumu nedeniy­ le, Yunanistan ile Türkiye ile karşılaştırılamazdı. ltalya'nın pakta dahil olması halinde, bu iki ülkeye muhakkak güvence verilme­ si lazım gelirdi. Bu konuda lngiltere'nin bir yeni formülasyonu da vardı. Buna göre, OEEC üyesi olan bir ülkeye saldırı olması halin­ de, Brüksel paktına dahil ülkeler acilen toplanacaklar ve alınması gereken önlemleri birbirleriyle danışacaklardı. 1 46 Bu aşamada Moskova'nın Ankara'ya yakınlaşması ihtimali kar­ şısında, gerek iktidar ve gerekse muhalefet, aynı politika temelin­ de birleşiyorlardı: "Fra nsız m uharriri, bi rkaç gün evvel gazetem izde i ntişar eden Amerika l ı askeri ve siyasi tefsirci George Fielding El iot'u n Cumhurbaşka nı İnönü ile ya ptığı bir ko­ nuşmayı ele alarak, Cumhurbaşkanı'nın, 'Eğer Rusya gel i p de aradaki i hti lafları müsait bir şekilde halletmek teklifi n i yapacak olsa bile, ben Türk siyasetinin Ame­ rikan siyaseti ile elele gitmekte devam etmesine taraftarım' şekl indeki beyanatına temas etm i ş ve bu hususta Celal Bayar'ın fikrini sormuştur. Celal Bayar da şun­ ları söylem iştir: 'Eğer komşumuz Sovyet R usya, iddiaları nda n vazgeçip, ihtilafları müsait bir şekilde halletmek hususunda tekliflerde bulunu rsa, çok memnun oluruz. Bu tabiatı ile iki memleket arasındaki normal m ünasebetleri n tekrar kurulmasına sebep olur. Lakin R usya'nın ya pacağı bu gibi teklifler, h arici siyasetim izde hiçbir değişikli k husule getirmez." 1 47

146 FRUS, 1948, Volume: 111, {Western Europe), "Uluslararası Çalışma G rubu'nun Raporu" , (24. 12.1948). 1 47 Celal Bayar Söylev ve Demeçleri (1 946-1 950), s. 321; Celal Bayar Diyor ki (1 920- 1 950), s. 309.

110

lK lNC l B Ö L Ü M

ŞEMSETTİN GÜNALTAY HÜKUMETİ

1949 yılının karakteristik vasfı, herhalde bir iktidar mücadelesin­ den ibaret olmasıdır. Bu noktaya kadar rejim krizden kurtulmuş­ tu . Bir geriye dönüş ihtimali artık hiçbir şekilde mümkün değildi. Hasan Saka Hükumetleri, iktidarla muhalefet arasındaki siyasi ge­ rilimi olabildiğince düşürmeyi başarmıştı. Şimdi önümüzdeki bir yıl içinde olanlara göz atabiliriz.

1 . i Ki NCi HASAN SAKA H Ü KÜ M ETl'NIN ISTI FASI lkinci Hasan Saka Hükumeti, yeni yılın hemen başında, 14 Ocak 1 949 tarihinde, istifa edecektir. 1 Hükumetin istifa yazısında, biz­ zat Başbakan Saka imzası ile , şu görüşlere yer verilmişti: TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 15, 33. Birleşi m, ( 1 7 . 1 . 1949); Cumhuriyet, ( 1 5. 1 . 1 949); Vatan, ( 1 5. 1 . 1 949); Hürriyet, (15. 1 . 1 949). Ayrıca bkz. Eroğul, age, s. 44; Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 244245; Burçak, Türkiye'e Demokrasiye Geçiş, s. 164; Aydemir, İkinci Adam, (Cilt: 2), s. 462-463. İ smet İ nön ü , hükumetin istifasından bir gün önce günlüğüne Hasan Saka'nın istifayı d üşündüğünü not etmiştir. Oysa İ nönü'ye göre böyle bir şeye gerek yoktu. "Hasan Bey cesaretini kaybetmiş; fena" şeklin­ de not düştüğüne göre, İ nönü de gelişmeleri önmleyebilecek durumda değildi. Nitekim hemen ertesi gü­ nü, 14 Ocak'ta hükumetin istifasının kafi olduğunu belirtmektedir. Hilmi Uran'ın yeni h ükumetin kurulma­ sı için önerilmesi dikkat çekicidir. Fakat hemen ertesi günkü notta, Uran'ın bu öneriyi kabul etmediği, ye­ rine Şemsettin Güna ltay'ı tavsiye ettiği yazılıd ır. Bu aşa mada aynı gün İnönü, gerek DP ve gerekse Müs­ takil Demokratlar Grubu ile görüşmüştü; fakat MP böylesine bir görüşmeye katılmamıştı. l nönü, Günlük­ ler, (Cilt: 2), s. 509-510.

111

"Cum h u rbaşkanlığı Yüce Katına, Mem leketin bugünkü şartları içinde üzerine aldığı vazifeyi maddi imkanların yeter­ liği derecesinde itaya çalışmakta deva m eden hükumet, son zamanla rda rastladı­ ğımız bazı müşkül ler sebebiyle, kabinen in istifasını (. .. ) sunmayı kararlaştırm ış­ tır. Hizmet süresince hükumetin yüce şahsınızda gördüğü deva m lı ve kıymetli yar­ dımdan dolayı derin şükranlarımızı ve m i nnettarlık duygularım ızı kabul buyurma­ nızı istirham ederim . " 2

Bu istifa gerekçesinde, her ne kadar "bazı müşküller"den söz ediliyorsa da, açık ve tatmin edici bir gerekçe bulmak güçtü. Cum­ hurbaşkanı ise, istifa eden hükumetin başkanına gönderdiği yazı­ da, "hükumetin çekilmesi"nden duyduğu "teessürü" belirtiyordu. İnönü , hükumetin "kıymetli hizmetleri"nden ötürü , Hasan Saka ve arkadaşlarına "teşekkür" ediyordu. 3 Kasım Gülek de, Bayındırlık Bakanı iken, 1 1 O cak' ta , yani hükumetin istifasından sadece üç gün önce, Marshall Planı ile il­ gili Devlet Bakanlığı'na getirilmişti.4 Ancak, Gülek, bu atamanın kendisinin onayı olmadan yapıldığını belirterek, hemen ertesi gün görevinden istifa etmişti. 5 Bu istifanın kişisel bir sorundan mı kayTa m bu sırada, Hürriyet gazetesinde yayınlanan, Celal Bayar'ı ve Denizbank'ı öven bir yazı dikkat çe­ kiciydi: "Maritimbank ... (. .. ) Eski Denizbank, şimdiki Devlet Deniz Yolları, bu isim altında bir teşkilata bağlana­ cakmış ve bundan sonra, Denizbank'ın Fransızca mukabili olan Maritimbank ismini alacakmış. (. ..) Celal Bayar, Atatürk'ün ölümü i le Başvekalet'ten ayrılmak mecburiyeti nde kaldığı zaman, arkasından eserleri­ ni de ortadan kald ırmak sevdasına düştük. Bunlar meyanında, güzel bir buluşla meydana getirdiği Deniz­ bank'ı da baltaladık ve bir düşman müessesesi imiş gibi alt üst ettik. Aradan seneler geçti. Yeni kurmak istedikleri Deniz Yolları idaresi, bir türlü yoluna giremedi. Şimdi, balta ladıkları Celal Bayar'ın müessesesini tekrar ihya etmeye hazırlanıyorlar ve Celal Bayar'ın eserini hatırlatmamak için de, ismini Fransızcalaştırarak, Maritim bank demeye hazırlanıyorlar. Demek olu­ yor ki, bundan on küsur sene evvel bu işi düşünen Cela l Bayar'ın eserini yine canlandırmak mecburiyeti ha­ sıl old u ! Netice, Celal Bayar'ın hesabına övünülecek bir hadise. ( ... ) Bize öyle geliyor ki, bu mem lekette faydalı bir iş görmek için, şahıslara karşı olan garezlerimizi artık bir kenara bırakmalıyız. Celal Bayar düşmanlığı i le ortaya atılmış olanlar, bugün ister istemez onun kurduğu esaslara avdet etmek mecburiyetinde kalıyorlar." Hürriyet, "Maritimbank", Hürriyet, (2. 1 . 1949). Bu arada; Ahmet Emin Ya l man da, daha birkaç ay önce, Bayar'ı Denizbank girişiminden ötürü övmüş ve Denizbank'ı savunmuştu. Vatan, (21 .4. 1 948). Denizbank'a ve Denizbank'ın Mil li' Şef döneminde Celal Bayar'ı ve hükumetini siyasal bakımdan yıpratma aracı olarak seçilmesine ilişkin geniş ve ayrıntılı bilgi için bkz. Cem il Koçak, TMŞD, (Cilt: 1), s. 182-228. AT, Sayı: 182, (Ocak 1 949). AT, Sayı: 182, (Ocak 1 949). Cumhuriyet, (12. 1 . 1 949); Vatan, (12.1.1949); Hürriyet, ( 1 2. 1 . 1 949). Cumhuriyet, (13. 1 . 1 949); Vatan, (13.1.1949); Hürriyet, (13 ve 14. 1 . 1 949). Kasım Gülek, hükumette U laş­ tırma Bakanı olarak görevine devam ediyordu. Vatan, ( 14.1.1949); Hürriyet, (14. 1 . 1949). Hürriyet gazete-

1 12

naklandığı, yoksa siyasi bir krizin farklı bir habercisi mi olduğu­ nu aşağıda göreceğiz. Oysa, hükumetin istifasından sadece bir gün önce, 13 Ocak'ta, hükumette bu gelişmelerle ilgili bir değişiklik ol­ muş ve Ali Rıza Erten, Devlet Bakanlığı'na atanmıştı. 6 Yani, hüku­ met istikrar içinde sayılamazdı. Bir sıkıntı olduğu açıktı. Zaten 1 948 yılının sonbahar aylarında dahi, hükumetin istifa edeceğine ilişkin haberler basında görülüyordu . 7 Hükumetin Kasım ayında CHP Meclis Grubu'ndaki bir güven oylamasında, bir gazeteye göre otuz dört; bir başkasına göre otuz altı ve niha­ yet bir başkasına göre de kırk kırmızı oyla karşılaşması da mani­ dardı. 8 Üstelik bu oylama , gizli yapılması yönündeki taleplerin reddi üzerine, açık olarak yapılmıştı. Bu türden açık bir oylamada bile, hükumetin kendi parti grubu içindeki bu azımsanamayacak kırmızı oy sayısı, dikkat çekici sayılmalıydı.9 Nitekim , Hilmi Uran da, anılarında, Hasan Saka'nın parti gru­ bunun desteğine sahip olamadığını ve bu nedenle görevinden ay­ rılmak zorunda kaldığını anlatacaktır: " 1 4 Aralık 1 948 salı sabahı [CHP Meclis] Grubu idare Heyeti toplantısına çağrıldım ve Parti Genel Başkan vekili sıfatı ile toplantıya reislik ettim. ( ... ) Bana verilen iza­ hata göre, [CHP Meclis] Grubu İdare Heyeti, kendi aralarında birkaç toplantı yapa­ rak, gru p ve Meclis çalışmalarının daha veri mli olabilmesi tedbirlerini konuşmuş­ lar ve bu son topla ntı larına da beni çağırm ışlardı. Toplantıda görüşülecek konula­ rın başında da, senede en az iki defa, muayyen zaman larda, h ükumetin iç ve dış siyasetini [CHP Meclis] Grubu Umumi Heyeti'nde açıklayarak, sonu nda gruptan iti­ mat reyi istemesinin usul ittihazı tekl ifi vardı. Teklif doğrudan doğruya hüku meti il­ gilendirdiği için, konunun Başvekil [Hasan Saka] huzuru ile görüş ülmesi kararlaş­ tırılm ıştı. İşte, 14 Aralık 1948 salı sabahı [CHP Meclis] İ dare Heyeti'nde bu mevzu görüşülecekti. Onun için toplantıya Başvekil Hasan Saka da çağrılmış bulunuyordu. s i , Gülek'i n jestini destekliyordu. Çünkü, Gülek, kendisine haber verilmeden yeni görevine atanmıştı v e b u da doğru deği ldi. Hürriyet, "Kasım Gülek'in Jesti", Hürriyet, (14. 1 . 1 949). TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 15, 32. Birleşim, (14. 1 . 1 949); Cumhuriyet, ( 1 5 . 1 . 1 949). Ayrıca bkz. Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 245. Cumhuriyet, (24.9.1948). Cumhuriyet, ( 1 2. 1 1 . 1948); Vatan, ( 1 2. 1 1 . 1948); Hürriyet, (12. 1 1 . 1 948). Ayrıca, bir de çekimser oy kulla­ nılmıştı. Vatan, (12. 1 1 . 1 948). Mil iT Savunma Bakanlığı'nın doğrudan doğruya Başbakan tarafından yürü­ tüleceğine ilişkin bir başka haber için bkz. Vatan, (29. 1 1. 1948). Bu arada, Vatan gazetesi, CHP milletveki­ li Sinan Tekelioğlu'nun partiden ihraç edileceğine ilişkin bir haber yayınlamıştı. Vatan, (13. 1 1. 1 948). Hürriyet, ( 1 2. 1 1 . 1948).

113

Ben geçen toplantılardaki idare heyeti kararlarını kısaca hulasa ederek, o gün görüşülecek olan mevzuu Başvekile anlattım ve kendisinden bu baptaki m ütalaası­ nı rica ettim . Başvekil , mevzu etrafında daha ziyade şekli ve kaçamaklı bazı m üta­ laa serd ettikten sonra, zat meseleye gelmeye mecbur oldu ve grupta görülen bu­ günkü malum tahammürler içinde böyle bir tedbirin taraftarı ola mayacağını ifade ederek, keyfiyeti şahsi m ütalaası halinde bırakmaktansa , hükumetteki a rkadaşları ile görüşmeyi lüzum lu bulduğunu söyledi. Başvekil' in biraz da a l ıngan ve şüphe ta­ şıyan bu tavır içinde ileriye sürdüğü bu mütalaasından sonra idare heyeti toplantı­ sına son verdik ve mevzuun tekrar konuşulması için de Başvekil'in hüku met noktai nazarını getirmesini beklemeyi kararlaştırdık. O gün akşa m ı odamda otururken, p a rtide b i r odada yatıp kalkıyord u m , tele­ fon çaldı ve eğer henüz yatmamışsa m, Köşke kadar çıkmam Cumhurreisliği yaver­ liğinden bildirildi. ( . . . ) Çankaya'ya çıktım. Cumhurreisi, yaverler odasında bir köşe­ de gazete okuyor; Başvekil de, aynı odada kendi kendine bilardo oynuyordu. İnönü, (. .. ) ehemmiyet veriyor göründüğü her meselede ya ptığı gibi, gözlerin i açarak ve sa­ bit nazarları ile yüzüme istiğrap içinde bakarak, telaşlı telaşlı, 'ne oluyoruz?' diye söze başladı ve benden [CHP Meclis Gru bu] idare Heyeti konuşmaları hakkında iza­ hat isted i. Ben grup idare heyetinde geçen konuşmaları sükunetle kendilerine an­ lattım ve Başvekil'in alınganlığı nı haklı bulmadığımı da söyledi m . İnönü, bir m üd­ det, şüphesinden ve vesvesesinden bir şey terk etmeksizin , beni di nledi. Sonra, ya­ vaş yavaş, tatmin ed ilmiş görün meye başladı. Başvekil de, bizi bir müddet başbaşa konuşur bıraktıktan sonra (. .. ) ya n ı m ıza geldi, oturdu. Şimdi artık İ nönü ile kah birimiz, ka h öbürümüz cevap vermek sure­ ti ile konuşma devam ediyord u. Fakat Başvekil'in benden önce işi biraz velveleye verdiği ve kendisinin de telaşlandığı her hal inden anlaşılıyord u. Bir a ralık Başvekil, İnönü'nün beni bu saatte Köşke çağırmış olmasına sebep oluşunun da bana iza hını ya pmak lüzumunu duymuş olacak ki, kendiliğinden bana dönerek, 'Yarın' dedi, 'Ve­ killer Heyeti'ni [Bakanlar Kurulu'nu] toplamayı ka rarlaştırdım ve mesele üzerinde bir em irleri olup olmadığını öğrenmek için buraya geldim. Kendileri sizden de ayrı­ ca izahat a l mak isted i ler ve sizi bunun için çağırdı lar. Görüşme uzadıkça her ikisine de sükunet geldi ve ertesi günü bilhassa bu iş için Vekiller Heyeti'ni [Baka nlar Kurulu'nu] toplamaya, meseleyi norm al bir top­ lantıda ba h is konusu etmeye karar verildi. Geceya rısına doğru Köşk'ten Başvekil ile birlikte ayrıldık. Ben, ertesi ça rşa m ba gü nü öğle yem eğine Çankaya'ya çağrıldığım vakit, yi­ ne aynı iş için çağrılmakta olduğu m u a nlam ıştı m . Niteki m de öyle oldu. Sofrada yalnızdık. C u m hurreisi, akşa m müsterih olarak yatmış olmasına rağmen, layıkı ile 1 14

uyuyamadığından ve sabahleyin takatsız bir halde ka lktığı ndan ve biraz kendine gelebilmek için bu sabah ata bindiğinden bahisle sözüne başladı. (. .. ) Cumhurrei­ si, bundan sonra asıl mevzuya geçerek, Başvekil'in akşam kendisine çok asabi gel­ diğini ve yemeği yaln ızca yediklerini, sinirlilik halinin bir aralık kendisine de sira­ yet ettiğini, vaziyet hakkında layıkı ile tenevvür için beni istediğini, benim her ikisi­ ne de sükunet verdiğimi söyledi. Sonra da, hükumetin bu müşkül a nlarda tarafımdan da hususi bir gayret sar­ fı sureti ile tutulmasındaki lüzum ve faydayı açıklayarak, Başvekil'in parti grubu­ na karşı da şüphe beslediğini söyledi. İnönü, grupta m uayyen za manlarda hüku­ metin iç ve dış siyaset hakkında u mu mi bir konuşma yapması işini, biraz vakit geç­ tikten sonra, Başvekil ile ayrıca ve bir daha görüşmenin belki faydalı olabileceği­ ne de işaret etti. (. .. ) Parti Grubu İdare Heyeti'nde maruz kaldığı bu ÜZÜCÜ halden hemen birkaç gün sonra, yani Aralık ayının 17. cuma günü toplanan ve üst üste üç gün deva m eden Parti Divanı toplantısında da, Başveki l Hasa Saka sıkıntılı anlar geçirmişti. Çünkü, [Parti] Divanı['nın] o defaki müzakere konusunu daha ziyade hüku mete tevcih edi­ len şikayetler teşkil etm işti. Bu şikayetlerin başında, hükumetin parti ile müşterek bir çalışmayı bir türlü ayarlaya mama sı ve ayarlamak istememesi vardı. Bazı hüku­ met memurlarının açık açık part i m iz aleyhtarlığı ya ptığı bir hakikat olmasına rağ­ men, hukumetin bu gibiler hakkında hiçbir muameleye tevessül etmediği de, şika­ yetlerin başında gel iyord u. Filhakika, halk dilek ve ıztırabı adına partiye akseden hususlar, derhal hükume­ te intikal ettirildiği halde, bunların büyücek bir kısmına hükumetten m üsbet, men­ fi bir cevap dahi alınamıyordu. Sonra, hüku metin bazı icraatı da, partiye hiç haber

verilmeksizin yapılıyor ve bunlar, parti için ehem m iyetli sıkıntılar doğruyordu . Çün­ kü, gerek hüku met lehine tutulmak istenilen halk efkarının tenvir edilebilmesine, gerek öğren ilen halk ıztırablarını iza le yolunda partice faydalı bir harekete geçi le­ bil mesine, bu haller i mkan vermiyord u. öte taraftan, hükumet, memur tarafsızlığı tela kkisini artık o kadar partimiz aleyh ine yürütür olmuştu ki, muhalefet partisi, kendilerine hoş gelmeyen herhan­ gi bir memuru, bulunduğu yerden derhal kaldırta biliyor; fakat partimiz teşkilatının şikayetine, karşı tarafın yaygarasından duyulan endişe sebebi ile, iltifat bile edil­ m iyord u. Hüku met dairelerinde işi olanlar için muha lefet partisine mensup olmak adeta bir i mtiyaz olmuştu ve memurlar için de, hareketleri ile daha ziyade muhale­ feti tatmin eder olmak, günün makbul siyaseti telakki ediliyordu. Muhalefetin bur­ nu ise, daima havadaydı ve iktidarın tezellül derecesine inen bu yumuşak siyaseti­ nin kokusunu bile duymak istemiyor görünüyordu. 115

Bu mevzular üzerinde a rkadaşlar çok acı konuştular ve Başvekil Hasa Saka da, büyük bir tah a m m ü l ile bütün bu sert şikayetleri dinledi ve yine yeni vaatlerde bu­ lundu. Fakat bütün bu vaatlerin [Parti] Divanı['nı] artık tatmin etmemekte olduğu­ nu hissediyordum. Çünkü , Başvekil'in hal ve tavrında, şikayet edilen bu siyaseti ta­ kip edip gitmekte, kendisi için bir istırar bulunduğunu işrap eder gibi bir hali vard ı . ( ... ) Uzun uzun hüku mete hüc u m edildi. Divan azasının bütün bu şikayetleri, parti­ nin hükumetten d uyduğu hoşnutsuzluğun ifadesi idi. Bunu Başvekil de anlıyordu. Fakat o, bütün bu hoşnutsuzluk tezahürlerini, bilmem haklı, bilmem haksız, parti­ de başta gelen birkaç kişinin tahrikinde bulunuyordu. Ortadaki siyaset, Başvekil'in isteyerek takip etmekte olduğu bir siyaset mi idi, değil m i idi? Bilmem. Kabine üzerinde serbest bir tasarrufu var m ıydı, yok muydu ? On u da bilmem. Muhakkak o l a n b i r şey varsa, nihayet gü n ü n birinde, bu didinme­ den bunalan Başvekil'in taha m m ü lü kalmadığı ve a rtık bu tatsız duruma bir son vermiş olmak için, 1 949 senesi[nin] Ocak ayı ortalarında Cumhurreisine götürüp istifasını vermiş olduğudur. Bu istifa, bana hep Recep Peker'in daha önceki istifasını hatırlatır. Çünkü, mer­ hum [Recep] Peker, [Türkiye] B üyük Millet Meclisi'nin kendisine olan itimadı be­ lirdikten hemen sonra, artık iktidarda ka lamayacağını anlayarak, istifaya mec­ bur olmuştu. Hasan Saka da, onun tam zıddına olarak, Cumhurreisi'nin itimadı­ na mazhar bulunduğu bir sırada, kendisi için işin çıkar yolunu, gidip istifa etmek­ te bulmuştu." 1 0

Saka Hükümeti'nin özellikle ekonomik alanda gündeme getirdi­ ği yeni vergilerin parti grubunda onaylanmaması, Meclis'te de ge­ ciktirilmesi, Saka'nın kararında etkili olmuş olmalıdır . 1 1

2 . Ş E MSETII N G Ü NA LTAY H Ü K Ü M ETl' N I N KURULUŞU lkinci Hasan Saka Hükümeti'nin istifa etmesinden sadece bir gün sonra, 15 Ocak'ta, Şemsettin Günaltay Başbakanlığa atanacaktır. 1 2 Zaten Cumhuriyet gazetesi, daha haftalar önce, Kasım ayının son günlerinde, Şemsettin Günaltay'ı müstakbel Başbakan olarak gös10

Uran, age, s. 515-527. Ayrıca bkz. Burçak, Türkiye'de Demokrasiye Geçiş, s. 164- 1 66; Eroğul, age, s. 45; Burçak, Türkiye'de Demokrasiye Geçiş, s. 166; Aydemir, ikinci Adam, (Cilt: 2), s. 462-463.

il

Bu konuda bkz. Cem i l Koçak, Dönüşiim, s. 43 1-713.

12

TBMM TD, (aynı yerde), (17.1. 1949); Vatan, ( 1 6 ve 1 7 . 1 . 1949); AT, Sayı: 1 82, (Ocak 1 949). Ayrıca bkz. Go­ loğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 246; Eroğul, age, s. 45; Burçak, Türkiye'de Demokrasiye Geçiş, s. 1 6 1 ; Ay­ demir, İkinci Adam, (Cilt: 2), s. 462-463.

1 16

termiş; fakat bu haber, üstelik bizzat Günaltay tarafından, tekzib edilmişti. 1 3 Ancak Cumhuriyet gazetesi de haberinde ısrarlıydı. Ga­ zeteye göre, hükumet değişikliği olacaktı. 14 Dolayısıyla, bunun hiç de beklenmedik bir gelişme olduğu söylenemezdi. Diğer yandan, Hürriyet gazetesi müstakbel Başbakan adayları arasında Ali Fuat Cebesoy'u, Şemsettin Günaltay'ı, Necmettin Sadak'ı, Tevfik Fikret Sılay'ı ve Nurullah Esat Sümer'i gösteriyordu. Bu isimler arasında Cebesoy ile Günaltay, ihtimal hesabında daha önde geliyorlardı. 1 5 Fahir Giritlioğlu, Hasan Saka'nın "uysal politikası sebebi ile , kendi grubundan [ CHP Meclis Grubu'ndan] destek" görememe­ si üzerine , "nihayet istifaya mecbur kaldığı"nı belirtiyor. Daha­ sı, yeni hükumeti, Hilmi Uran'ın kurması da söz konusu olmuş­ tu . Kendisine bu konuda öneri getirilmiş, ancak Uran, "mazeret" beyan ederek, bu öneriyi kabul etmek istememişti. Hatta "bu vazi­ feyi kabul etmesi için [bizzat] Cumhurbaşkanı'nın kendisine ısrar dahi ettiği" söyleniyordu . "Uran, Başbakanlık görevini alamayaca­ ğını kat'i bir lisanla red edince, bu makam için kimin münasip ola­ cağı sorusu ile karşılaş"mıştı. "Tereddütsüzce söylediği isim, Şem­ settin Günaltay olmuştur. Bu konuşmanın devamı sırasında hazır bulunan [ Türkiye] B [üyük] M [illet] Meclisi Başkanı Şükrü Sara­ çoğlu da, Hilmi Uran'ın kanaatlerine o anda ve aynı şekilde iştirak ettiğinden, İnönü , Sivas milletvekili Şemsettin Günaltay'ı kabineyi kurmaya memur etti. " 1 6 Nitekim, Cumhuriyet gazetesi de, hüku­ metin istifa ettiği 14 Ocak günü, Hilmi Uran'ın müstakbel Başba­ kan olabileceğini haber veriyordu. 1 7 Faik Ahmet Barutçu da, anılarında, Hilmi Uran'ın Başbakanlı­ ğı reddettiğini yazmakla kalmıyor; ayrıca, eski bakanların hemen hemen tamamının yeni hükumette yer almayı önce reddettiklerini de belirtiyor. Nedense, sonradan bazıları fikirlerini değiştirmişler­ di. Nitekim, Barutçu da, yeniden bakan olmayı reddetmişti. Çün­ kü , İnönü , bizzat müdahale ederek, hükumetin kurulması için gi13

Cumhuriyet, (29. 1 1 . 1 948).

14

Cumhuriyet, (12.1 .1949).

15

Hürriyet, ( 1 5. 1 . 1 949).

16

Giritlioğlu, age, s. 220; Vatan, (5.2.1949). Ayrıca bkz. Aydemir, ikinci Adam, (Cilt 2), s. 462-463; Barutçu, age, s. 342.

17

Cumhuriyet, ( 1 5 . 1 . 1949).

117

rişimlerde bulunmuştu. Barutçu da, bu arada CHP Meclis Grubu Başkan vekili olmayı kabul etmişti. Bu görevi , daha önce Şemsettin Günaltay yapıyordu. Ancak Başbakan olunca makam boşalmış ve bizzat Günaltay, kendi yerine Barutçu'yu önermişti. Barutçu, anı­ larında, yeni hükumetin Günaltay'dan ziyade, yine bizzat Hilmi Uran tarafından kurulduğunu yazıyor. Aslında, hükumeti kuran Uran gibi görünüyordu; ama, Barutçu'nun anlatımına göre, hüku­ met bu kez bizzat İnönü tarafından oluşturulmuştu. 1 8 Nitekim, Cumhuriyet gazetesi de, hükumetin kuruluşunu haber verirken, Hilmi Uran'ın, N ecmettin Sadak'ın, Fuat Sirmen'in ve Nurullah Esat Sümer'in Başbakanlık önerisini reddettiklerini ha­ ber veriyordu. 1 9 Cumhuriyet gazetesi, Günaltay'ın hükumet kur­ makta güçlüklerle karşılaştığını ve bakanlık önerilerinin red edil­ diğini açıklıyordu. Gazetenin haberine göre, Faik Ahmet Barutçu, Hıfzı Oğuz Bekata, Fuat Sirmen, Nurullan Esat Sümer, Hüsnü Ça­ kır, Nihat Erim, Tahsin Banguoğlu, Cavit Oral, Cemil Sait Barlas, Necmettin Sadak, İsmail Rüştü Aksal ve Emin Erişilgil, bakanlık önerisini kabul etmemişlerdi. 20 Ancak, hükumet üyelerinin bel­ li olması ile bu haberin temelsiz olduğu açığa çıkacaktır. Bunun­ la birlikte, haberin doğru olması da muhtemeldi. Çünkü , Günal­ tay'n önerisini reddeden söz konusu kişilerin, bizzat İnönü'en ge­ len önerileri red edememiş olmaları, daha gerçekçidir. Nitekim, aşağıda göreceğimiz anılardan böyle bir görüntü ortaya çıkıyor. Hilmi Uran, anılarında, yeni hükumetin kuruluş sürecini şöy­ le anlatıyor: 18

Cumhuriyet, ( 1 9 . 1 . 1 949); Vatan, (19. 1 . 1 949); Barutçu, age, s. 342-344. Barutçu'nun bakanlık önerisi­ ni reddettiği haberi, Hürriyet gazetesinde de yayınlanm ıştı. Hürriyet, (16.1. 1 949). Hürriyet gazetesi, CHP Meclis Grubu Başkan vekilliği için, CHP içi ndeki " m üfritler"in Mümtaz Ö kmen' i destekled iğini haber veri­ yordu. Ama Ökmen aday olmamıştı ve Barutçu seçil mişti. Barutçu, 300 kişinin katıldığı oylamada 220 oy almıştı. Hürriyet, (18 ve 19. 1 . 1949). Hürriyet gazetesi, bu sonucu, "CHP grubunda itidal ve müsamaha" olarak yorumlam ıştı. Hürriyet, (19.1. 1 949). CHP U mumi i dare Heyeti' ne Cevat Dursunoğlu, Ahmet Hamit Selgil, Sahir Kurutluoğlu ve M uhsin Adil Binal seçilm işti. CHP Meclis Grubu i dare Heyeti üyeliklerine de Ra­ sih Kaplan, Emin Halim Ergun, İ smail Sabuncu, Hulki Karagülle ve Bekir Kaleli getirilm işti. Gazete, ilk se­ çimin " mutediller" in; ikinci seçimin ise, " m üfritler" in zaferi olduğunu yazıyordu . Hürriyet, ( 1 9 . 1 . 1 949). Bu arada; Barutçu' dan küçük bir dedikodu: "Hasan Saka'nın eşi, 'Kasım'ı [Kasım Gülek'i) Paşa tutmasaydı, Hasan [Saka) kalırdı. Kasım'ı tutunca, Hasan gitti. ' diyordu." Barutçu, age, s. 343.

19

Cumhuriyet, ( 1 6 . 1 . 1949). Ayrıca bkz. Eroğul, age, s. 45.

20

Cumhuriyet, ( 1 6 . 1 . 1 949); Vatan, (16. 1 . 1949). Vatan gazetesi, İs mail Rüştü Aksal ile Şevket Turgut' u n he­ nüz bir yanıt vermediklerini haber veriyordu . Buna karşılık, Kasım Gülek ile Şevket Ada lan'a herhangi bir öneride bulunulmamıştı. Vatan, ( 1 6 . 1 . 1 949).

118

"Sayın Hasan Saka, h üku met rei s l i ği n den çeki l m eye karar vererek, istifa s ı n ı C u m h u rreisi'ne ta kd i m ettiğinde, b e n birkaç gü n için gel m i ş b u l u nduğum is­ tanbul'da ve Pend i k'te idim. Hemen Ankara'ya dönmem için o a kşam Cumh ur­ reisliği Köşkü'nden telefonla beni a ra d ı lar ve Başvekil'in istifa ettiğini bildird i­ ler. Ben de hemen ertesi gün akşam tren i i le Pend ik'ten ayrılarak, bir gün son­ ra Ankara 'ya vard ı m . Hemen herkes beni Başveki lliğin ta bii namzedi olarak görüyordu. Ankara' da be­ ni karş ılaya nlarda da bu telakki, lstan bul'da ben i uğurlaya n larda da bu kanaat vardı. (. .. ) Fakat ben (. .. ) gazetecilere de, Hasan Saka'ya kimin halef olacağını a n­ cak Cumhurreisi'nin bilebileceğini söylemekle iktifa etmiştim. Ankara'ya vardığım­ da da biraz sonra Köşke çıkmıştım . Sayı n l nönü, beni m Başvekillik tekl ifini bu defa da kabul edeceğimden şüp­ he etmiş olacak ki, daha ben Köşke çıkmazdan önce, benim fikrimi a nlamış olmak için, Ankara istasyonunda beni karşılamış olan [Tevfik] Fikret Sılay'ı telefonla bul­ dura ra k, ondan beni m ne fikirde olduğum hakkındaki intibaını öğren mek istemiş ... Bunu, sonradan işittim. Köşke vardığımda, Cumhurreisi'ni Meclis Reisi Şükrü Saraçoğlu i le birlikte (. . . ) oturuyor buldum. Sayın İ nönü, Hasa n Saka'nın istifasını bildirerek, bekled iğim gibi, bana Başvekilliği kabul etmemi teklif etti. Hatta, bunda bir müddet ısrar etti . Fakat ben maattessüf bu detaki teklifi için de Sayın İnönü'ye muvafakat cevabı vereme­ di m . Burada hükumet teşkili vazifesini, bu defa da niçin üzerime almak istemedi­ ğimi uzun uzadıya teşrih etmek niyetinde değilim. Sadece hizmet şartlarını müsait bulmadığımı ve m üsaadesiz şartlar içinde ortaya atı l makta da bir fayda mülahaza etmediği m i söylemekle iktifa ettim. Sayın İ nönü, benim Başvekilliği ka bul etmeyeceğimi kat'iyetle anladıkta n son­ ra , bu defa da oraya birisini tavsiye etmemi istedi. Ben Şemsettin Günaltay'ı tav­ siye ettim . Rahmetli Saraçoğlu da beni destekledi. İnönü, bir aralık, Günaltay'ın da ka bulden imtina edebileceği i htimalini düşünerek, bizden o takd i rde kime müraca­ at etmesi yeri nde olacağını sordu. Fakat biz sayın Günaltay'ın böyle bir teklife 'ha­ yır' dem iyeceği hususunda kendilerine teminat verdik ve böyle bir i htimalle kendi­ leri ni üzmemelerini rica ederek, a rtık başka bir şahıs üzerinde d urmadık. Nitekim, Şemsettin Günaltay, kendilerine yapılan bu hizmet teklifini kabul etmiş ve Başve­ killik de ona tevcih ed ilm işti. Cumh urreisi, Hasan Saka 'ya karşı, kendisine ha lef olarak beni seçeceğini gali­ ba önceden söylemiş olacak ki, bu defa beni m yeri me başka birisin i seçmiş oldu­ ğunun eski Başvekile karşı itizarın ı ya pmak istiyor ve bunun için de adeta üzülü­ yor gibiyd i . 119

İnönü'yü m üşkül durumdan kurtarmak için, bu itizar işini benim üzerime alabi­ leceğim i ve Hasan Saka'ya karşı giderek işi ona anlatacağım ı söyledi m ve Köşk'ten ayrılınca da doğruca Hasa n Saka'nın evine gittim. ( ... ) O, beni kendi halefi telak­ ki ediyor ve ona bu sıfatla ilk nezaket ziyaretini yapmaya geldiğimi sanıyordu. İşin böyle olmadığını ve ben i m daha ziyade bir itizar vazifesi için geldiğim i anlayınca, biraz bozulur gibi oldu. Fakat her vakitki olgun ve müsamahalı m izacı ile derhal

olup bittiyi kabul etti." 21

Uran, anılarında, yeni hükumetin nasıl kurulduğunu da anla­ tıyor: "Sayın Şemsettin Güna ltay, yen i ka bine teşkil i vazifesi n i ka bul ed i nce, doğruca [Türkiye] Büyük M illet Meclisi'ndeki grup başkanlığı odasına gitmiş ve hemen ka­ binesi için istişarelere başlam ıştı. Ben de eski Başvekil Hasan Saka'nın ziyaretin­ den ayrılınca, partiye gelmiş ve parti[nin] dış kapısında Nihat Erim ile Tahsin Ban­ guoğlu'na rastla m ıştım . Onlar da partiye giriyorlar ve galiba [Cevat]Dursunoğlu'nu ziyarete gidiyorlardı. Beni görünce, N ihat Erim, kabine teşkili vazifesi n i üzerime al­ madığım için bana sitem etti ve yeni kabinenin şimdi h iç de arzu edilmeyen kimse­ lerden teşekkül edeceğine inandıklarını söyledi . Ben, işin böyle olacağını hiç san­ madığım ı söyleyerek, içeriye gird i m ve odama geçtim. Epeyce bir müddet sonra te­ lefon çaldı. Bu yen i Başvekil Şemsettin Günaltay idi ve kabine teşkilinde müşküla­ ta uğradığından bahisle, Mecl ise kadar i nerek, kendisini görmemi istiyor yahut da kendisini n geli p beni göreceği n i söylüyordu. Benim inip kendisini göreceğim i söy­ leyerek telefonu kapadım ve hemen kalkarak Meclise indim. ( ... ) Ben doğruca grup odasına geçtim ve Günaltay'a i ltihak etti m. Odada, Günaltay'dan başka, eski ka bi­ ne azasından Hüsnü Çakır ile Tahsin Banguoğlu da vardı ve bunlar, yeni ka bineye girmeleri için, Günaltay tarafından çağrılmışlard ı. Güna ltay, bütün ısrarlara rağmen , bu arkadaşların kabineye girmek istemedik­ lerini ve kendisine yardım etmem için beni çağırmaya mecbur olduğunu söyledi. Ar­ kadaşlara, Başvekil'in teklifin i niçin kabul etmediklerini sord u m . Hüsnü Çakı r, ce­ vap olarak, 'Biz eski kabinede m ütesanid bir h ü kumet olarak çalışıyorduk. Birbiri­ mizden h içbir şikayetim iz yoktu. İstifa mıza sebep, münhasıran partinin bizi icraatı­ m ızda desteklememekte olduğunu gördüğümüzdendir. Şimdi, aynı adamlar olarak, yeni kabi nede yer a labil memiz içi n , herşeyden önce partinin bizi destekleyeceğinin teminini istiyoruz.' dedi. Banguoğlu, bir şey söylemedi ve o da Çakır'ın fikri n de ol­ duğunu i şti rap eder bir tavır aldı. Hüsnü Çakır' ın endişesi belki haklıydı ve h akikatte Hasan Saka, parti grubumu21

1 20

Uran, age, s. 528-530.

zun hoşnutsuzluğunu sezerek ve birkaç kişinin böyle bir hoşnutsuzluğu kendi aley­ hine muttasıl tah rik ettiğini zannederek, çekil mişti. Yoksa, başka bir mesele onu is­ tifaya mecbur etm iş değildi. Fakat, ben de, partinin Genel Başkan vekili bulunma­ ma rağmen , partinin yeni ka bineyi destekleyip duracağı hakkında kendilerine te­ minat veremezdi m . Buna salah iyetim yoktu ve bu meydanda bir şeydi. Ben yal nız, günün ağır şartları içinde vazife kabül etmiş arkadaşlar olarak, kendi lerini şahsen bütün kudretimle koruyacağımı ve parti ile a ralarında çıkabilecek ihti lafları iyi ni­ yetle halletmeye çalışacağımı söyleyebilir ve bunun için kendilerine teminat verebi­ lirdi m . Bunu da kolayca ve hiç çekinmeden yaptım. Arkadaşlar, beni m bu şahsi taa hhüdümü kafi görerek, tatmin edi l m iş oldu­ lar. öte taraftan , bir türlü Mal iye Vekilliği'ni ka bül etmek istemeyen İ smail Rüş­ tü Aksal i l e Şevket Ada l a n gibi d iğer bazı a rkadaşların da ısra rl ı çeki ngenlik­ leri n i , m üşterek ricaları m ızla yendik. Günaltay Kabinesi de, ta h m i n ettiğ i m gi­ bi, eskisinin hemen ayn ı bir halde teşekkül etm i ş oldu . Yalnız Hasan Saka Kabi­ nesi ' n i n esasl ı bir rüknü olan Fa ik Ah met Barutçu, bu defa kabine dışında kal­ m ı ştı ve onun yerin i , Başvekil Yard ı mc ısı olara k, eski ka binenin Nafia Vekili Ni­

hat Erim alm ıştı." 22

Uran, anılarında, yeni hükumetin üyelerini de şöyle değerlen­ dirmektedir: " Kabinedeki arkadaşların hepsi de, üzerine aldıkla­ rı işleri başaracak kudrette, ayrı ayrı memleketimizin seçkin fikir ve devlet adamlarıydı. Fakat, hükumetin çalışabilmesi ve bunları tatbik edebilmesi için, herşeyden önce bir fikir huzuruna ihtiyacı vardı. " 23 Uran'ın bu analizi, hükumet içindeki olası çatışmaları da­ ha baştan haber veriyor gibiydi.

Hürriyet gazetesi de, Hilmi Uran'ın hükumet kurma çalışmala­ rı nedeni ile lstanbul'dan Ankara'ya geldiğini duyuruyor ve onun Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, Şükrü Saraçoğlu ve CHP Mec­ lis Grubu Başkan vekili Şemsettin Günaltay ile görüştüğünü haber veriyordu. Uran, Başbakanlık önerisini ise reddetmişti. 24 Görüldüğü gibi, dönemin son kabinesi olan Günaltay Hüku­ meti'nin kolay kurulamadığını vurgulamak gerekir. Tıpkı Hilmi Uran'ın Başbakanlığı reddetmesi gibi, pek çok kişi de, Günaltay Hükumeti'nde üye olmayı kabul etmiyordu . Giritlioğlu, "kabineyi 22

Uran, age, s. 530-532.

23

Uran, age, 540.

24

Hürriyet, (16. 1 . 1 949).

1 21

kurmaya memur edilmesi ile başlayan ilk zorluk, mesai arkadaşla­ rını ikna edememesi olmuştur" diye yazacaktır: "Zira Hasan Saka Kabinesi' nde vazife alan bütün bakanlar, Cumhuriyet Halk Parti­ si iktidarının icra ve hükumet kurma işlerinde vazifelendirdiği en genç elemanlar­ dı. Bu elemanlar, gençliklerinin ve idea llerinin verdiği enerji ile olağanüstü çalışan kimselerdi. Hepsi birbirinden daha temiz ve daha idealist olan bu gençler, devlet idaresi kadrosu içinde en seçkin bir grubu teşkil ediyorlardı. Bunlardan feragat su­ reti ile başka bir ekibin çalışmasını temin etmek ise, maksadı sağlamayacaktı. La­ kin evvelki kabineye mensup olanlardan h içki mse, Günaltay'ın vazife teklifine müs­ bet cevap vermiyordu. Bu genç ekibin behemehal yeni kurulacak kabinede de gö­ rev alması temenn i edildiğinden; Günaltay, bunu temin için ısra r ediyor; diğer ta­ raftan, CHP teşkilatının yardı m ve telki nini rica ediyordu. Filhakika Hasan Saka Ka­ bi nesi, kendi partisinin desteğini görmediği için istifaya mecbur ka lmıştı. Bu kabi­ nen in mensupları olan müstafi bakanlar, tekrar vazife al mayı lüzumsuz görüyorlar­ dı. Bu vaziyet karşısında duruma müdahale etmek mecburiyetinde kalan CHP Ge­ nel Başkan vekili Hilmi Uran, Hasan Saka Ka binesi bakanlarının Günaltay Kabine­ si'nde de görev almalarını rica ederek, parti kanalından daima kendilerine yardımcı olacaklarını şahsen taahhüt etmiştir. H i l m i Uran'ın bu şahsl taahhüdü üzerine, Gü­ naltay, Hasan Saka Kabinesi'ndeki bütün bakanların, bir tanesi hariç, hepsin i yeni kabinesine almak sureti ile vazifeye başlam ıştı. " 25

Bu arada; yeni kabineye girmeyi kabul etmeyen, fakat partide görev alan Barutçu , CHP Meclis Grubu Başkan vekili olarak, bu sırada "Parti Ucu Komitesi" oluşturduğunu, anılarında, şöyle ya­ zıyor: " Eski Genel Başkanlık Diva n ı ' n ı n vazifesini ş i m di ' Pa rti Ucu' ded i ğ i m iz koordi­ nasyon heyetine vermem iz ta bii olacaktır. 'Parti Ucu ' dediğimiz koord inasyon he­ yeti, beni m fikrim ve teklifim olarak D ivan 'ca teşkil edilen Başbakan'ın riyasetin­ deki komi syonun Divana kabul ettirdiğim ra poru nda düşünü l m üş idi. Parti-hüku­ met-grupgrubu arasında m üşterek vasıf taşıyan çalışmaların a hengini sağlamak üzere, parti Genel Başkan vekili ile Genel Sekreter ve partinin parlamentodaki grup başkanları ve parti iktidarda bulu nduğu za m a n larda, h ükumet ba şka nı i le baş­ kan yard ı mcısından müteşekkil bi r 'parti ucu' kurul masını ve bunun ilerideki tü­ zük tadil l erinde tüzüğe konulması n ı , ben şahsen Avru pa'daki partilerin tetkik etti­ ğim tüzüklerinden mülhem olarak düşün müş, bulmuş ve uzun m üddet propagan25

1 22

Giritlioğlu, age, s. 220-222. Ayrıca bkz. Aydemir, İkinci Adam, (Cilt: 2), s. 462-463.

dasını, telkin lerini yapmış ve sonunda ilk elime geçen fırsatta realize etmek imka­ nı bulmuş idim." 26

Barutçu , anılarında, Başbakanlık döneminde Şemsettin Günal­ tay'ın CHP Meclis Grubu'ndan kaynaklanan eleştirilere karşı son derece hassas davrandığını ve bu türden eleştirelere katlanamadı­ ğını da şöyle dile getirmektedir: "Başbakanın kişisel düşüncelerini yayma kta olması nedeni ile, Ahmet Remzi Yüre­ gir'in grupta genel görüşme açılmasını isteyen önergesi, Şemsettin [Günaltay] Beyi kızdırm ış. ( . . . ) Bu adamlar, olgunlaşmamış kişilerin a nlayışlarına sahiptirler. Bun­ lara fırsat düşse, kimseyi konuşturmazlar. Ü lkeye nefes aldırmazlar. Bunlar, sahte demokrasi havarileridir. Bizi bir arada tutan, İnönü'nün kişiliğidir. Partinin içinde bulunan ve eski dönemin eğitimini almış olan insanların anlayışını, demokratik bir

yaşa mın anlayışına uydurmak, çok güç olacağa benzer." 2 7

Belki de bu nedenle CHP Meclis Grubu toplantılarının yeni­ den kapalı yapılması usulüne geri dönülmüştü. 28 Eğer Hasan Sa­ ka'nın da aynı konudan dolayı şikayetçi olduğunu hatırlarsak, par­ ti-hükumet anlaşmazlığının her zaman gündemde olan bir konu olduğunu da biliriz.29 Nitekim Hilmi Uran da , anılarında, hükumet ile parti arasında­ ki çetrefilli ilişkilere de değiniyor: " Hatıra gel i r ki, benim bu hüviyeti taşıyan ve sadece h üku met müdatiiliği ya pan kon uşmala rımın en tabii bir m u ka belesi olarak, hükumetten parti ile mütesa nid bir yürüyüş beklemek ve şuradan buradan derleni p topa rlayıp merkeze getirdiğimiz haklı halk şikayetlerine iltifat istemek hakkımızdı. Fakat, işte biz bunu hiçbir vakit sağlaya mamıştık. Genel Sekreteri m iz Fikret Sılay'ın bu yüzden vaktiyle bana verdi26

Barutçu, age, s. 927.

27

Barutçu, age, s. 947.

28

Cumhuriyet, ( 1 5. 1 1 . 1 949).

29

Bu konuda ayrıntılı ve geniş bilgi için bkz. Cem il Koçak, "CHP Devletle Bir Oldu mu; Yoksa Devlet mi CHP'yi Yuttu?", Star, (27 Ekim 20 12); Cemi l Koçak, "CHP Devlet Karşısında Hep Gölgede Kaldı", Star, (10 Mayıs 20 14); Cemil Koçak, "1936 Yılında Devlet CHP'ye El Koyduğunda . . . ", Star, (6 Eylül 2014); Cem il Koçak, "Yeni Belgeler ışığında CHP-Devlet Kaynaşması Üzerine Notlar", Yakın Türkiye Tiirihinden Sayfalar (Sina Akşin Armağanı), İ ş Bankası Kültür Yayınları, İ stanbul, 2014, s. 1 33- 1 9 1 ; Cemil Koçak, "CHP-Devlet Kay­ naşması Üzerine Belgeler (1936)", Toplumsal Tarih, Sayı: 1 18, (Ekim 2003), s. 74-79; Cem il Koçak, Geçmi­ şiniz İtinayla Temizlenir, İ letişim Yayınları, İ stanbul, 2009, s. 109-1 28. Ayrıca bkz. Cemil Koçak, Demok­ rat Parti Karşısında CHP, Timaş Yayınları, l stanbul, 2017; Cem i l Koçak, Tek-Parti: Cumhuriyet ve Şefler, Timaş Yayınları, l stanbul, 2016.

1 23

ği halde, önlediğim iki acı istifanamesi hala gözü mün önünde ve eli min altında­ dır. Sonra, bazı Vekil arkadaşların, parti kanalından gelen her isteği, münhasıran bu kanaldan geldiği için, huşunetle karşılad ığına ve garip bir hodkamlıkla onlara iltifat etmek istemediğine, biz birçok defalar şa hit olmuştuk. Ben bu hali önleye­ mezdim ve önleyemedim de ... (. .. ) Sadece belirtmiş olmak isterim ki, bu, bizim parti

olarak iç yapım ızın bir icabı ve onun sürükleyip durduğumuz esaslı bir zaafı idi.' ao

Uran'ın anılarında da ortaya çıkan parti-hükumet ilişkilerindeki zaafiyetin, aslında CHP'nin yapısal bir sorunu olduğunu biliyoruz. Barutçu da, anılarında, lnönü'nün parti yönetimindeki tutumu­ na işaret ediyor: "Paşanın diktatörlüğü, manevi nüfüzunun yenilmezliğinden ibarettir. Recep Peker, bu nüfüza karşı koymayı tecrübe etmek istemiştir. Parti grubunun kısmi iti madına rağmen tutunamamıştır. Paşa, hükumet ve parti işleri ile -bazen teferruatına in­ mek suretiyle- meşguldür. Vekiller, kendi vekaletlerine aid işleri kendisine anlatır­ lar. Hariciye, her işi kendisine bildirerek fikrini alır. Parti işleri de, teferruatına va­ rıncaya kadar kendisine anlatıl ır. Her işte bu suretle onun fikri, ya evvelden veya sonunda öğrenilmiş olur. Paşa, her meselede tartışma münakaşa yoluyla karara varır. Karara varıncaya kadar her meselenin a lakalılarla münakaşası esastır. Kendisi bir ka rara vardıktan sonra, onu münakaşa yoluyla behemehal ka bul ettirmeyi bilir. Münakaşa yolu, işin demokratik tarafıdır. Bu münakaşalarda tali nokta larda noktalardan, hatta bazen esasla rdan da feragat gösterir. Ka bul ettirmek isteği noktalarda mukavemete te­ sadüf halinde, yu muşak, devamlı ısrarlarla bunaltarak, kabul ettirir. Hüku met ve parti işleri, büyük hatları itibariyle, ya onun tarafından, onun telkini ile veya onun bilgisi a ltında idare olunur. Mühim meselelerde nasıl karar alır? Evvela hükumetle görüşür. Hükumet baş­ kan ı veya Başbakan Yardımcısı'ndan ha ngisi o meselede daha evvel konsülte edi l­ mek uygunsa, onu nla konuşarak işe başlar. Hükumet i le m utakabat haline geldik­ ten sonra , partinin rüesası ile görüşür. Partiyi h ükumetin yard ı mcısı bir unsur ola­ rak idare eder ve kulla nır. Parti rüesası ile m ü h im meseleleri istişare etmeyi unut­ maz. Fikirleri olgunlaştırma ve bir noktaya getirmek noktasında müstesna mües­ siriyeti, büyük nisbette şahsiyetinden kuvvetin i alır. Onun gölgesi nde silin meyen şahsiyet yoktur. Onun fiki rlerinin haki m iyeti a ltında kal m ayan fikirler, sahibinin malı olarak kalırlar. Münakaşayı sever; temayülüne uygun olmayan fikirleri, naza­ rı m antık kuvvetiyle muannit m ukavemetle yen mek onu n bir zevkid ir. İ kna edemez30

1 24

Uran, age, s. 505-506.

se, bunaltarak münakaşayı kazanmış olur. Muhtelif ta biyeleri ve tabiye yolları var­ dır. Hepsi, muhtelif fikirleri kendi d üşü ncesine göre olgunlaştırma k neticesine gö­ türür. Paşa, devlet idaresinde tek kutu ptur ve bu onun geniş kültür, geniş tecrü­ be ve büyük tarihi şahsiyetinin h akkıdır. İ ktidardayken Churchill ne ise, İsmet Pa­ şa da bizde odur." 3 1

Oysa, C H P tarafından cumhuriyetin yirmi beşinci yıldönümü vesilesi ile yayınlanan resmi bir broşürde, CHP'nin Yedinci Büyük Kurultayı'ndan sonra, "parti teşkilatında yapılan bu değişiklikler­ le , partinin eskiden yukarıdan aşağıya göre tertiplenmiş olan idare sistemi yerine, teşkilat kademelerinin seçimi prensibine dayanan idare sistemi geçmiştir" deniliyordu. 32 Aynı broşürde, demokrasi­ nin tarihçesi de şöyle anlatılıyordu: "Cumhuriyet Halk Partisi'nin tarihçesin i tetkik, demokrasi rejiminin de izahıdır. Er­ zurum ve Sivas Kongreleri'nde kabul edilmiş olan 'Kuvayı Milllyeyi amil, milli irade­ yi hakim kılmak esastır' düsturunu, demokrasi rej i m i m izin temel taşı olara k ka bül etmek m ümkündür. ( ... ) Cumhuriyet Halk Partisi'nin kurulduğu günden beri türlü alanlarda ve en çok içti mai ve kültürel sahada ya pıl masına çalıştığı köklü devrim­ lerin , m i l letim izi demokrasi sistemine kavuşturmaktan başka hedefi olabilir mi? Önlenmesi elimizde ol mayan dünya buhra nları karşısında, milli varlığın savunma­ sı için başvurulan istisna kaa bilinden geçici bir takım tedbirlerin bahane edilerek, çeyrek asırlık istiklal ve hürriyet mücadeleleri devrimi n i anti-demokratik saymak, insafsızlıktan başka ne ifade eder?" 33

Görüldüğü gibi, CHP, vesayetçi tek-parti rejimi teorisini savun­ mayı sürdürüyordu. Bu kısa saptamalardan sonra yeniden yeni hükumetin kurul­ ma sürecine geri dönelim: Bizzat İnönü , 18 Ocak'ta yazdığı özel bir mektupta, Erdal lnönü'ye, "hükumet buhranı bitti" diyordu. 34 Demek ki, gerçekten de bir "buhran" olmuştu. Yeni hükumet 1 6 Ocak'ta açıklanmıştı:35

31

Barutçu, age, s. 380-38 1 .

32

CHP 25. Yıl: 1 923-1948, s . 30.

33

CHP 25. Yıl: 1 923-1948, s. 3 1 .

34

Baba İnönü'den Erdal İnönü'ye Mektuplar, s. 84.

35

TBMM TD, (aynı yerde), ( 1 7 . 1 . 1 949); Hürriyet, ( 1 6 . 1 . 1 949).

1 25

Başbakan: Şemsettin Günaltay ( CHP Sivas milletvekili) Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı: Nihat Erim ( CHP Kocaeli milletvekili) Devlet Bakanı: Nurullah Esat Sümer ( CHP Antalya milletvekili) Adalet Bakanı: Fuad Sirmen ( CHP Rize milletvekili) Milli Savunma Bakanı: Hüsnü Çakır ( CHP Samsun milletvekili) İçişleri Bakanı: Emin Erişilgil ( CHP Zonguldak milletvekili) Dışişleri Bakanı: Necmettin Sadak ( CHP Sivas milletvekili) Maliye Bakanı: İsmail Rüştü Aksal ( CHP Kocaeli milletvekili) Milli Eğitim Bakanı: Tahsin Banguoğlu ( CHP Bingöl milletvekili) Bayındırlık Bakanı: Şevket Adalan ( CHP İzmir milletvekili) Ekonomi ve Ticaret Bakanı: Cemil Sait Barlas ( CHP Gaziantep milletvekili) Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı: Dr. Kemali Beyazıt ( CHP Ma­ raş milletvekili) Gümrük ve Tekel Bakanı: Dr. Fazıl Şerafettin Bürge ( CHP Kocaeli milletvekili) Tanın Bakanı: Cavit Oral ( CHP Seyhan milletvekili) Ulaştırma Bakanı: Dr. Kemal Satır ( CHP Seyhan milletvekili) Çalışma Bakanı: Reşat Şemsettin Sirer ( CHP Sivas milletvekili) Hükumette zaman içinde değişiklikler görülecek; Devlet Bakanı Nurullah Esat Sümer, 7 Haziran 1 949 tarihinde, bu görevden ayrı­ lacak ve yerine Cemil Sait Barlas atanacaktır. Yine aynı tarihte Bar­ las'tan boşalan Ekonomi ve Ticaret Bakanlığı'na ise, CHP Diyar­ bakır milletvekili Vedat Dicleli ve yeni kurulan İşletmeler Bakan­ lığı'na da CHP İzmir milletvekili Münir Birsel getirilecektir. 36 İkinci Hasan Saka Hükumeti'nde görev alan bakanlar ile ye­ ni hükumet üyelerini karşılaştırmak da gerekir. Yeni hükumette eski hükumetten tam on bir bakan vardı. Sadece altı bakan yeni 36

TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 20, 104. Birleşim, (8.6.1 949); Cumhuriyet, (8-9.6.1949); Vatan, (8.6. 1949); Hiirriyet, (8 ve 9.6. 1949); AT, Sayı: 187, (Haziran 1949). Hükumette yapılan bu ani değişikli­ ğin basındaki olumsuz yankıları ile iktisadi, mali ve ticari hayattaki sorunların, kararsızlık ve çelişkilerin yeniden gündeme gelmesi için bkz. Cumhuriyet, "Kabinedeki Değişiklikler", Cumhuriyet, (10.6.1949); Abi­ din Daver, " İşletmeler Bakanlığı", Cumhuriyet, (1 3.6. 1949); Adnan Adıvar, "Kabinede Yeni Vekaletler", Ak­ şam, (15.6. 1949); AT, Sayı: 187, (Haziran 1949). CHP Zonguldak milletvekili Ali Rıza lncealemdaroğlu, bu sırada partisinden ayrılacaktır. Vatan, (27 .6. 1 948).

1 26

hükumette yer alamamıştı. Bu bakanlar, Barutçu, Göle, Ekin, Bal­ ta, Gülek, Erten idi. Barutçu, hatırlanacağı gibi, CHP Meclis Gru­ bu Başkan vekilliğine getirilmişti. 3 7 Sirmen, daha önceki hüku­ metten ayrılmıştı ; bu hükumette yeniden Adalet Bakanı olarak gö­ rev almıştı. Nihat Erim, bu kez Devlet Bakanı ve Başbakan Yardım­ cısı olarak görev almıştı. Bu atama, Erim'in, Bayındırlık Başkanlı­ ğı'ndan ayrılarak, hükumet içinde daha etkili bir konuma geçtiği­ ni gösteriyordu. Erim'in siyasi kariyerinin bir anlamda zirve nok­ tasıydı. 1 9 7 1 yılındaki Başbakanlığına kadar da yirmi yıldan uzun bir süre geçecektir. Barutçu'nun hükumet dışında kalması elbette dikkat çekiciydi. Yine Kasım Gülek'e de görev verilmemişti. Bazı isimlerin de sadece bakanlık görevleri değiştirilmişti. Bu değişik­ likler, eğer başbakan dışarıda tutulacak olursa, hükumette önemli bir değişim olmadığını gösteriyordu. Samet Ağaoğlu, Aşina Yüzler adlı kitabında, yıllar sonra, Günal­ tay Hükumeti'nde görev almayan Faik Ahmet Barutçu için şunla­ rı yazacaktır: "Kısa bir süre içinde yıllar boyu yan ına bile yaklaşmad ığı [Cumhuriyet] Halk Parti­ si'nin sayılı ada m larından oldu. Hüku met teşkilatına yeni katılan Başbakan Yar­ dı mcılığı için akla, herkesten önce, o geldi. [Recep] Peker'i sevmediğinden yardım­ cısı olmaya yanaşmadı. Fakat siyasi kişiliği de, asıl bu tarihten itibaren belirme­ ye başladı denilebilir. Bundan sonra, [Cumhuriyet] Halk Partisi iktidarının son dev­ re'si ile bu partinin muha lefet yılları n ı n büyük kısmında, belli başlı idarecilerin­ den biridir. ( ... ) 1946- 1950 yıllarında [Cumhuriyet] Halk Partisi'nin ifrat, şiddet, gazap göster­ meyen birkaç şefinden biri. .. Bunun içindir ki, şiddetin sem bolü [Recep] Peker çe­ kilerek, yumuşaklığın, hareketsiz, renksiz temsilcisi Hasan Saka Başbakan olduğu za man, ona biraz canlılık getirme işini, bu hemşehrisine teklif ettiler. [Recep] Peker için reddettiğini, [Hasan] Saka için ka bulden çekinmedi. ( . . . ) Biri, [Başbakan Hasan Saka], siyasi hayatının çok geç çağında, ancak gelebil­ miş devlet kuşuna iştahsız gözlerle baka rken; ötekisi, [Başbakan Yardımcısı Faik Ah met Barutçu], biraz sonra onun kendi başına konacağı ümidi ile heyecan l ı ! De­ mokratik rej i m i n her ikisi de işbaşındayken gerçekleşmesini istiyor. Fakat, Mil­ li Mücadele'den bu yana, politika kavgaları içinde, çekingenlikleri, cesaretsizlikle­ ri, gevşeklikleri ile tanınmış Başbakan [Hasa n Saka] boca lamakta ... Hem demok37

Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 246-24 7.

1 27

ratik görünüşü, hem iktidarı tutabileceği güvenini, ne parti başkanına, ne de ar­ kadaşlarına veriyor. (. .. ) 'Kaybetmek pahasına da olsa, dürüst seçim ya palım' dediği zaman da, kendi­ si gidecek ... Şu veya bu sebeple bunu göze a l makta gecikiyor. Halbuki yardımcısı başka fikirde ... Kolay gitmek, kolay gel menin yolunu açar. Yeter ki, 1 946'nın leke­ sini temizlemek onlara nasip olsu n ! Bu yolda yaptığı telkinler boşa giderek, günün birinde [Hasan] Saka, sudan bir bahane ile istifasını Devlet Başkanı'na yolluyor. Burada bir nokta üzerinde eğilelim: Demokrasi mücadelesi tarihinde ismi olan bir siyaset adamının hakkını tanımalıyız. O, [Cumhuriyet] Halk Partisi içinde, de­ mokratik rej i m i gerçekten özleyenlerden biriydi. Ne bir ada m ı n , ne bir Meclis'in ka­ derine tek başına hakim olmasını istiyordu. (. .. ) Kuvvetlerin birliği prensibine da­ yanan anayasanın değiştirilerek, kuvvetlerin birbiri ni denetlemesine dayanan dev­ let sisteminin 1950 seçimlerinden önce uygu lanmasına çalıştı. Fakat, başta İnö­ nü, buna yanaşan pek yoktu. Onlar, Demokrat Parti'nin progra m ında yer aldığı için, ben i msem iş gözüktükleri bu siste mi n , seçim leri kaza ndıkları takdirde, d iledikle­ ri gibi idare kolayl ığını ellerinden alacağını biliyorlardı. İleri sürüldüğü her seferin­ de, 'seçimlerden sonra yapacağız' vaati ile savsaklıyorla rdı. 1950 seçimlerinin par­ ti için çok ağır sonucunu sükunetle karşılayanların başında sayılabilir. Bu soğuk­ kanlı duruşta, tekrar seçilmiş ol manın rolü de var. Yine Meclis'te ve m izacına uy­

gun bir köşede ! " 38

Barutçu da, lkinci Hasan Saka Hükümeti'nde sonradan göreve getirilen Kasım Gülek hakkında şunları yazıyor: "Başbakan [Hasan Saka] oturu mu açtı. Marshall Planı işlerinin bir bakanca izlen­ mesi için duyulan gereği ve bu işin Kasım Gülek'e veri lmesin i n kara rlaştırı ldığı­ nı söyled i m . Gülek, yarım ağızla yapacağını bildirdi. Ben onun bu tür konuşmasını edebiyat ya pıyor şeklinde kabul ettim. Çünkü, bu işin öncesi vardı. Bu görevin Gü­ lek'e veri l mesini, ilk önce Cumh urbaşka nı istemişti. Hatta a rkadaşlarından bir yok­ lama bile yapmıştı. Bu, bir ay ya da daha önce geçen bir olaydı. O za man baka nlar karşı koymuşlardı. Dışişleri Bakanı, 'Kasım olamaz' kanısına varmıştı. Nihat Erim de aynı d üşüncedeydi. Başbaka n , d u ru mu Paşa 'ya anlatma m için beni gönderdi. Paşa da, 'önem li değil' deyince, iş ka l mıştı. Nurullah Esat'ı Hasan Saka beğenmi­ yordu . Ama sonuçta bir bakana da veri l mesi gerekiyordu. En sonunda, dönü p dola­ şıp, yine G ülek'in üzerinde karar kılındı. Onun için, Kasım, kendisine önerildiğinde, hemen kabul edecek san m ıştım . Er­ tesi gün kararnamesi yazıld ı. Aynı gün kendisine yolda rastladım. İstemiyordu. 'Yük 38

128

Samet Ağaoğlu, Aşina Yüzler, s. 24-25.

olurum size .. .'; 'Amerikalıların adamı' diye dedikodu oluyor' diyordu. Sonra Başbakan onu inandırdı. O da akşam Gar Gazinosu'nda bir ziyafet verdi ve kutla mala rı kabul etti. Çevresindekilere çalışma yerin i Sü merbank'ta hazırlatacağını söyledi. Bir gün sonraysa, Köşke giderek, Paşa'dan bu görevden affını istedi . Paşa da kabul ederek Başbakana söyledi . Yukarıda n buyruklar gelmeye başladı. Tezkere Meclis'ten geri alınacak, kararnamesi Resmi Gazete' de çıkacağına göre, o da yok edilecek ... Bakan­ lardan yine karşı sesler yükselmeye başladı. Arkadaşlarla yukarı çıka rak Paşa'yı gör­ dük. Paşa, 'Bir kez Bakanlar Kurulu kabul etmemişti. Şimdi de o kabul etmiyor.' de­ yince; Cavit [Oral]'ın karşılığı şu oldu: 'O, bir adam ... Bu, bir hüku met...' Sonuç, Baş­ bakan'ın çekilmeye karar vermesine vardı. Bunu Paşa'ya söyledim. 'Ben' dedi, 'uysal oldum; herşeyi kabul ediyorum.' Ama herşeyi alt üst ettikten sonra ! " 39

Yeni hükumetin programı, CHP Meclis Grubu'nda görüşülmüş­ tü . Hilmi Uran, anılarında, bu konuda şunları yazıyor: "Part i m iz grubu, (. .. ) hükum etin p rogra mını müzakere ve ka bul etm işti . Başve­ kil Şemsettin Günaltay, bu toplantılard a gruptan umduğunun üzerinde iyi bir ka­ bul görmüş ve gizli reyle kabineye, beş muhalif reye karşı, 291 reyle itimat beyan edilmişti. Grubun bu tesanüdü ve kabineyi bu kadar sıcak ka bulü, hepim izi oldu­ ğu gibi, Cumhurreisini de memnun etmi şti ve merhum Saraçoğlu ile Günaltay, Ni­ hat Eri m , Fuat Sirmen , Necmettin Sadak, [Tevfik] Fikret Sılay, Fa ik Ahmet Barutçu ve ben, o a kşam (. .. ) akşam yemeğine çağrılm ıştı. Yemek esnasında İnönü, bize o gün a kşa m , (. .. ) kendi isteği üzerine, Demokrat Parti [Genel] Başkanı Cela l Bayar'ı kabul ettiğini söyleyerek, neler konuştuklarını da a nlattı. İnönü'ye bakılırsa, bu ziyaret, muayyen hiçbir maksat taşı m ıyordu ve kon uşma mevzularını daha ziyade, zorlama sureti ile, kendisi buluyordu. Mülakat, üç çey­ rek saat kadar sürmüştü. Arkadaşlar, Bayar'ın kendiliğinden mülakat istemiş ve hemen o gün görüşmeyi i leri sürmüş olduğu halde, ehem miyetli bir istekte bulun­ mamış olmasını manalı buldular. Filha kika, yeni kabinenin program ı , parti grubu­ m uzda konuşulurken ve iki gün sonra d a Meclis'te açık bir münakaşaya ta bi tutu­ lacağı malum iken, sayın Bayar'ın, bu münakaşalara takaddüm ederek, Cumhur­ reisi ile konuşmak isteyişinden herhalde bir maksat güdüldüğü anlaşılıyordu. Nite­ ki m , Cumhurreisi ile Bayar'ın bu konuşmasının bir tebliğ ile u m u mi efkara bildiril­ mesi şekl i üzerinde Bayar tarafından gösterilmiş olan hassasiyet, böyle bir zanna hak verd irecek mahiyetteydi. Çünkü, İnönü'nün bize orada verdiği izahata göre, Ba­ yar kendisinden ayrıldıktan sonra, lnönü , bu konuşmanın bir tebliğ i le açıklanması­ nı düşünmüş ve 'Cumhurreisi, bugün (. .. ) Bayar'ı Çankaya' da kabul etmiştir' mea39

Barutçu, age, s. 341-342.

1 29

linde kaleme aldırdığı kısa bir tebliği telefonla Bayar'a okutarak, onun da bu tebliğ üzerinde muvafakatin i almak istemişti. Biz orada iken, nöbetçi yaveri gelerek, bu tebl iği Bayar'a telefonla okuduğunu ve tereddütlü bazı beyanlardan ve istizahlardan sonra, Bayar tarafından, bu teb­ liğin sonuna 've görüşmüşlerd i r' fıkrasının ilavesi istendiğini söyledi . İnönü, güle­ rek, buna m uvafakat etti. Fakat biraz sonra yaver tekrar gelerek, bu defa da ken­ disini Demokrat Parti'den Nuri Özsan'ın şimdi telefonla bulduğunu ve eğer ajan­ sa verilmem işse, tebliğin biraz tehirini istediğini ve malüm m uvazaa dedikodula­ rından korktukları için, tebliğin şekli üzerinde a rkadaşlarla toplanarak, konuşmak­ ta oldukları nı söyled iğini bildirdi. İnön ü , tekrar gülerek, buna da muvafakat gös­ terdi. Hep güldük ve evleri m ize ayrılmak üzere old uğumuzdan, kara rlaştırılan teb­ liğ şeklini ancak ertesi günü Ulus gazetesinde gördük: 'Cumhurbaşkanı İsmet İnö­ nü'yü Demokrat Parti Başkanı sayın Celal Bayar dün ( . . . ) Çankaya Köşkü'nde ziya­ ret etmiş ve bu ziyaret esnasında iç ve dış politika konuları üzerinde karşılıkl ı fikir

teatisinde bulunulmuştur."'40

Yine bu sırada, yeni Başbakan Günaltay'ın DP Genel Merkezi'ni ziyaret ederek, bizzat Bayar ile görüşmesi de, herhalde İnönü-Bayar görüşmesinin4 1 ve Bayar'ın bizzat Günaltay'ı ziyaretinin doğrudan bir devamı olarak değerlendirilmelidir. Bu, ele aldığımız dönemde, bir Başbakanın DP Genel Merkezi'ni ilk kez ziyaret etmesi anlamı­ na geliyordu.42 Hürriyet gazetesi, bu ziyareti, "partiler arasında kabi­ nenin kuruluşundan sonra mütareke başladı" şeklinde yorumluyor­ du.43 Ancak, Başbakan ile Bayar'ın görüşmesi bununla da sınırlı kal­ mayacak ve önce Şubat44 ve daha sonra da Nisan ayında yeni bir gö­ rüşme daha olacaktır.45 lnönü'nün, yeni hükumetin kuruluşu aşa­ masında, Müstakil Demokratlar Grubu Genel Sekreteri Ahmet Tah40

Uran, age, s. 532-534; Cumhuriyet, (23 . 1 . 1949); Vatan, (23 . 1 . 1 949); Abidin Daver, "Yeni Kabinenin Prog­ ramı", Cumhuriyet, (24. 1 . 1 949). 22 Ocak'ta İ nönü, Bayar ile görüşmüş ve bu görüşme, basın aracılığı ile kamuoyuna da duyurul muştu. Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 246-247. Hiç kuşkusuz, bu görüşme, iktida­ rın yeni hükumet konusunda DP'nin de görüşünü dikkate almak istemesinin bir işaretiydi . Hatırlan malıdır ki, Hasan Saka'nın hükumet kurma çalışmaları sırası nda da aynı görüşme gerçekleşm işti.

41

Vatan, (23. 1 . 1 949); Hürriyet, (23. 1 . 1 949).

42

Cumhuriyet, (29. 1 . 1 949); Vatan, (29. 1 . 1 949); Hürriyet, (29. 1 . 1 949); AT, Sayı: 182, (Ocak 1 949). Bayar-Gü­ naltay görüşmesi 20 Ocak'ta gerçekleşmiş ve Günaltay'ın DP merkezini ziyareti de 29 Ocak'ta olmuştu. Ay­ rıca bkz. Eroğul, age, s. 45.

43

Hürriyet, (29. 1 . 1 949). Ayrıca bkz. Hürriyet " iyi Bir Başlangıç", Hürriyet, (29. 1 . 1 949). Nadir Nadi de, bu gi­ rişimi olumlu karşılıyordu. Nadir Nadi, "Kucaklaşmak", Cumhuriyet, (30.1.1 949).

44

Hürriyet, ( 16.2. 1 949).

45

Cumhuriyet, (20.4. 1 949).

1 30

takılıç ve DP Meclis Grubu Başkan vekili Hulusi Demirelli ile gö­ rüşmesi de zikredilmesi gereken gelişmelerdi. Bu toplantıya MP'den Osman Nuri Köni de davetli olduğu halde, davete katılmamıştı.46 Görüldüğü gibi, "muvazaa" iddialan hala siyaset gündemini iş­ gal ediyordu. DP'deki parçalanma, bu eski tartışmayı yeniden alev­ lendirmişti. D P , bir zamanlar yatışmış gibi görünen bu ithamlar karşısında, artık karşısında beliren yeni muhalefet partisi nede­ niyle kendisini çok daha dikkatli olmak zorunda hissediyordu . Bu bakımdan, İnönü-Bayar görüşmesi , DP muhalefetine muhalefet edenler açısından "muvazaa" iddialarına yeni bir kanıt olarak gös­ terilebilirdi. Bu açıdan DP'nin hassasiyeti anlaşılabilirdi. Nitekim, MP'nin temsilcisinin İnönü ile görüşmeyi ilke olarak reddetmesi, böyle bir gelişmenin habercisi sayılabilirdi. Yeni hükumetin basındaki yankılarına gelince; Cumhuriyet ga­ zetesi, eskiden olduğu gibi, rahat hükumet olma günlerinin tama­ men geride kaldığını belirtiyor ve hükumetin kurulmasında mey­ dana gelen güçlüklere değinerek, artık hiç kimsenin güç sorunla­ rı üstlenmek istemediğine dikkat çekiyordu. Gazeteye göre, eski­ den olduğu gibi rahat bakanlık dönemi artık sona ermişti. İktidar olmak artık hiç de kolay değildi ve büyük güçlükler vardı. Cum­

huriyet gazetesi, Günaltay Hükumeti'ni de şöyle değerlendiriyor­ du: "Bu defa kabine buhranının en kısa bir zaman içinde, meşhur tabiri ile, bir 'nöbet değiştirme'den ibaret basit bir iş gibi halledile­ memesi, devlet işlerini idare etmenin çok güç ve sarp bir vasıf ha­ lini aldığını gösteriyor. "47 Ahmet Emin Yalman da, yeni hükumeti "hülle" olarak tanımlıyor ve hükumetin CHP içindeki bir koalis­ yonu yansıttığını belirtiyordu.48 Yalman'ın bu saptamasının doğ­ ruluğuna ileride yeniden temas edeceğim. Şemsettin Günaltay Hükumeti için CHP Meclis Grubu'nda giz­ li oyla yapılan güven oylamasında, sadece beş olumsuz oy kulla­ nılması dikkat çekiciydi. Üstelik oylama, bizzat Başbakan'ın isteği üzerine gizli yapılmıştı.49 46

Hürriyet, (16.1. 1949).

47

Cumhuriyet, (17. 1 . 1949).

48

Vatan, (17 .. 1 . 1949).

49

Cumhuriyet, (23. 1 . 1949); Vatan, (23. 1 . 1 949); Hürriyet, (23. 1 . 1 949); Abidin Daver, "Yeni Kabinen in Prog­ ramı", Cumhuriyet, (24.1.1949).

1 31

G ü na ltay H ü kümeti'nin Prog ram ı 2 4 Ocak'ta d a yeni hükumetin programı Meclis'te okunur. 50 Günal­ tay Hükümeti'nin son derece kısa tutulduğu dikkatlerden kaçma­ yan programında iç politikaya ilişkin şu satırlar önemli sayılmalıydı: "İç pol itika m ızda ; gelişmekte ve kökleşmekte olan demokratik rejimin memleketi­ miz için vaat ettiği aydınlık istikbal i yaklaştıracak tedbirleri daima artan bir azim­ le al mak, bizi m de vazifemiz olacaktır. Tek dereceli seçi m ve çok partili Meclis sis­ temine dayanan demokrasimizin gayesi , halk idaresinin en mükem mel şekilde be­ lirmesine imkan sağlamaktır. Büyük Meclis'in geçen yıl ka bul buyurduğu seçi m ka­ nunu, bu maksadın elde edi lmesi için ortaya kon muş ileri bir eserd ir. Hüku metiniz 1950 seçimlerinin h içbir vatandaşın yüreğinde şüpheye yer bıra km ayacak en te­ minatlı bir şekilde ya pılması için, i l m i n ve tecrübenin telkin edeceği ted birleri göz önünde tutmaktan geri kalmayacaktır. İçinde bulunduğumuz demokratik hayatı n kolaylıkla ve süratle gelişmesi için, icab ettikçe her sahada yeni kanunlar sunmakta ve eskilerin değiştirilmesini arz etmekte, tereddüt etmeyeceğiz. Bu cümleden olara k, bizden önceki h ükumetin üze­ rinde durduğu Basın Kanunu'nu biz de ehem m iyetle ele alacağız. Bu konuda ba­ sın hürriyetini aza mi derecede tem i nat a ltına ala n ve aynı za manda vatandaş şe­ ref ve haysiyetini kıskançlıkla koruyan Batı demokrasi lerinin mevzuatını örnek tu­ tacağız. Siyasi hürriyetlerle ferd in her türlü hak ve emniyetini tekeffül edecek ted­ birlere aza mi kıymet verirken, cemiyetim izin temelini sarsacak ve genç demokrasi­ mizin taze bünyesini kemirecek zara rlı cereyanlardan yurd um uzu korumayı vazife­ lerim izin başında sayacağız. ( ... ) Her türlü ( . . . ) düşünce hürriyetinin m asun iyeti esastır. Fakat ka naatler ve dü­ şünceler, kanunları m ızın yasak ettiği tahrik ve propaganda m a h iyetini ald ığı za­ man en ağır suç sayı lacaktır. B u h usustaki kanunlar da en kısa za m anda Büyük Meclise sunulacaktır. ( ... ) Fikirleri n serbestçe ortaya konulabilmesi, cumhu riyet ka nunlarının müeyyide­ si altında bulunduğu bir devirde; her bakımdan müsta kil olan m a hkemeleri mi­ zin, vatandaş hak ve hürriyeti ile birlikte, sosyal n iza m ın ve memlekette huzur ve sükunun koru nması hususu nda göstereceği iti n a nın da ayn ı ehemmiyeti taşıdı­ ğı kanaatindeyiz." 5 1 50

Cumhuriyet, (24. 1 . 1 949); AT, Sayı: 1 82 , (Ocak 1 949). Yen i h ü kumeti d estekleyen yazılar için bkz. Nadir Nadi, " Ü mit ! " , Cumhuriyet, (25. 1 . 1949); Abidin Daver, "Yeni Kabinenin Programı", Cumhuriyet, (24. 1 . 1 949).

51

TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 15, 36. Birleşim, (24. 1.1 949). Ayrıca bkz. Ti m ur, Türkiye'de Çok Par-

1 32

Hükumet programında yer alan seçim kanunu ile basın kanu­ nuna ilişkin vaatler, hatırlanacağı gibi , Hasan Saka Hükumetle­ ri'nin de programında yer alan benzer türde vaatlerdi ve bu vaat­ ler, en azından muhalefetin talepleri düzeyinde gerçekleşmemişti. Bununla birlikte, her iki yasanın da yeniden gözden geçirileceği­ ne ilişkin bir taahhüt, muhalefet açısından tatmin edici sayılabilir­ di. Siyasi özgürlükler konusunda da yeni hükumet, muhalefet açı­ sından tatminkar bir sınır çiziyor sayılabilirdi. Kanun dışı teşek­ kül ve faaliyetlerin önleneceğine ilişkin açıklamalar, zaten hem ge­ lenekseldi, hem de alışılagelmiş ti. Bu tür sınırlamalar, muhalefet açısından temelde herhangi bir rahatsızlık yaratamazdı. Bütün bu saptamaları, hiç olmazsa DP ile sınırlı tutmak belki de daha doğru olacaktır. Çünkü , göreceğimiz gibi, MP'nin tutumu DP'den hay­ li farklıdır. Program görüşmeleri sırasında söz alan MP milletvekili Osman Nuri Köni, hükumet programında yer alan vaatler yerine uygula­ maya bakmanın daha gerçekçi olacağını söylerken, haklı sayılır­ dı. Çünkü, geçmiş tecrübeler, muhalefete bunu öğretmiş olmalıy­ dı. Köni, "Bir de; eski kabinenin birçok azası, yeni kabinede yer almışlardır. Bu hale nazaran, eski hükumet ile yeni hükumetin siyasi simasında da değişiklik görülmemektedir. " demek sureti ile, eski ve yeni hükumet arasındaki benzerliğe işaret ediyor ve uygu­ lama konusunda da bu nedenle ümitli olmadığını ifade ediyordu. Zaten yeni hükumet, eski hükumetin seçim kanununu benimsedi­ ğini ilan etmişti bile. Köni'nin üzerinde durduğu bir başka önem­ li nokta da, yargı bağımsızlığının sağlanamamış olmasıydı ve bu, anayasaya açıkça aykırıydı. 52 Adnan Menderes de, program görüşmeleri sırasında, istisnai bir şekilde söz alacak 53 ve "memlekette hala manevi bir huzursuz­ luk hüküm sürmekte" olduğuna işaret edecektir. Menderes'e göre, bunun nedeni, "tek-parti hakimiyetine dayanan bir sistemden detili Hayata Geçiş, s. 90-9 1 ; Uran, age, s. 539-540. Gerçekten de bir basın kanunu hazırlanacak, fakat Şem­ settin Günaltay Hükumeti döneminde geri çekilecektir. Zafer, (26. 1 1 . 1949). 52

TBMM TD, (aynı yerde), (24. 1 . 1 949). Ayrıca bkz. Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 247-248.

53

Burada kişisel bir gözlem ve saptama olarak, Adnan Menderes'in, Celal Bayar'a kıyasla, TBMM' de daha sık konuştuğunu belirtmem gerekir. Celal Bayar ise, adeta hiç konuşmuyordu. Ancak, kendisine yönelik bir sa­ taşma olduğu takdirde, kişisel yanıt hakkını kullanmakla yetiniyordu. Aksi halde, ne parti adına, ne de ki­ şisel bir konuşma yapıyordu.

1 33

mokratik rej ime geçiş devrinin uzayıp gitmesi, bu devrenin nasıl ve nerede biteceğinin kestirilememesi"ydi. Ona göre, hala "bir in­ tikal devresi içinde bulunduğumuz"dan "şüphe yok"tu . "Demok­ rasiye doğru hareketlerin uzun zamandan beri durduğu ve yeni­ den tereddüt ve kararsızlıklar içine düşüldüğü de muhakkaktı. " Bununla birlikte, Menderes'e göre , "hürriyeti yok etmek hürriyeti­ ni tanımamakta elbette isabet vardı. " 54 Menderes'in konuşması il­ ginçti. Çünkü, bizzat Başbakan Günaltay'ın da belirttiği gibi, eleş­ tirileri, bir önceki hükumete yönelik eleştirileri ile karşılaştırıldı­ ğında, son derece ılımlıydı ve bu durum gözlerden kaçmamıştı. Hazım Bozca da, Köni'nin tesbitlerine katılıyor ve yeni hüku­ mette yer alan bakanların üçte ikisinin, bir önceki hükumette de yer aldığına işaret ediyordu . 55 Yeni hükumetten beklentileri bu yüzden azdı. CHP de yeni hükumeti tereddütle karşılamıştı. Aslında, görü­ nürde değilse de, parti içinde geniş bir tartışma vardı. Şemsettin Günaltay'ın ta i l . Meşrutiyet döneminden bu yana İslamcı cenah içinde ön plana çıkan ismi, partide ideolojik istikamet konusun­ da hayli kuşku yaratmaya adaydı. Nitekim Günaltay'ın Başbakan­ lığı hayli rahatsızlık yaratmıştı. Bunun sonucunda; CHP milletve­ kili Behçet Kemal Çağlar, Atatürk ilkelerinden uzaklaşan CHP'ye olan inancını yitirdiğini belirtecek ve bu nedenle CHP'den ve mil­ letvekilliğinden istifa ettiğini açıklayacaktır. 56 Çağlar, zaten kısa bir süre önce Günaltay Hükumeti'ni CHP Meclis Grubu'nda eleş­ tirmişti. 57 Diğer yandan; Çağlar'ın, üstelik Mümtaz Ökmen ve Fa­ lih Rıfkı Atay ile birlikte, Kemalist Parti kuracağına ilişkin haber­ ler doğru çıkmayacaktır. 58 CHP milletvekili Fahri Karakaya da, hükumetin CHP Meclis 54

TBMM TD, (aynı yerde), (24. 1 . 1 949).

55

TBMM TD, (aynı yerde), (24. 1 . 1 949).

56

TBMM TD, (aynı yerde), (24. 1 . 1 949); TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 15, 37. Birleşim, (26. 1 . 1 949); Cumhuriyet, (25. 1 . 1 949); Vatan, (24 ve 25. 1 . 1949); Hürriyet, (25 ve 26. 1 . 1949). Ayrıca bkz. Nadir Nadi, Perde Aralığından, s. 332; Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 248-249. Aylar sonra, Nadir Nadi, Atatürk'e yönelik saldırılar karşısında, Atatürk'ü koruyacak bir yasa çıkarılma­ sı konusunda ısrarlı girişimlerin varlığını açıklıyor, a ncak bu türden bir yasaya karşı kuşkucu bir tutum or­ taya koyuyordu. Nadir Nadi, "Atatürk İçin Kanun", Cumhuriyet, (10. 1 1 . 1949).

57

Vatan, (23 . 1 . 1 949).

58

Cumhuriyet, (26. 1 . 1 949). Ayrıca bkz. Cumhuriyet, (1.5.1 949).

1 34

Grubu'nda ilk kez gizli oyla güven oylaması yaptırdığına dikkat çekiyor ve Günaltay Hükumeti'nin, CHP Meclis Grubu'nda, 296 üyenin katıldığı toplantıda, sadece beş olumsuz oya karşılık, 29 1 oyla güven aldığını açıklıyordu. 59 Bu bilgi zaten basında da yayın­ lanmıştı; fakat CHP içindeki siyasi kaynaşmayı elbette yansıtmak­ tan uzaktı. Başbakan Günaltay ise, hükumet programına yönelik eleştirile­ ri şöyle yanıtlıyordu: "Bugünkü şartlar altında i ktidar mevki ine gelecek bir h üku mete birinci derece­ de teveccüh edecek vazife, memlekette huzur ve sükunu ve yeni gi rdiği m iz rej i m i n inkişafına çalışmak v e bu hususta gereken imka n v e vasıtaları hazırlamaktır. ( . . . ) Bu mem leketin istikba li için, kendi kanaatime göre, yegane çare, sağlam esaslara müstenid bir demokrasinin bu memlekette kurulması ve işlemesid i r."

Günaltay'ın, ılımlı eleştiriler karşısında, muhalefetin taleplerini dikkate alacağına ilişkin mesajlar taşıyan bu konuşmasının iyim­ ser beklentiler yaratması için hayli neden vardı. Çünkü , Başbakan, demokrasiyi, fikir tartışmalarını ve basın özgürlüğünü savunuyor­ du. Günaltay Hükumeti, TBMM'de yapılan ve 39 1 üyenin katıldı­ ğı oylamada, kırk iki hayır oyuna karşılık, güvenoyu alacaktır. 60

Ulus gazetesi, eski hükumet ile yeni hükumetin politikaları ara­ sında hiçbir fark olmadığını ve olmayacağını yazarken, ne ölçü­ de gerçekçi bir öngörüde bulunuyordu, tartışılabilir. 6 1 Bizzat İs­ met İnönü , 15 Şubat 1 949 tarihinde, oğlu Erdal İnönü'ye yazdığı bir mektupta, aynı gün , Celal Bayar'ı öğle yemeğine davet ettiğini ve birlikte yemek yediklerini yazıyor. Mektupta bu buluşmayı şöy­ le anlatıyor: "Bay Celal Bayar'ı bugün öğle yemeğine çağırmıştım. Beraber yemek yedik. Büyük politika meseleleri konuştuk. Bugün birbirimizle pek iyi idik. Nazar değmesin ! " 62 59

TBMM TD, (aynı yerde), (24. 1 . 1949). Bundan sonra bu konuda verilecek bütün bilgiler için, dipnotlarda ak­ si gösteri lmed iği takdirde, aynı kaynak kullanılacaktır.

60

Hürriyet, (25. 1 . 1949). Ayrıca bkz. Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 249. 1 949 yılının Şubat ayına aid geçici bütçe kanunu tasarısının TBMM'de görüşmesiz ve sadece altı red oyuna karşılık kabül edilmesine ilişkin olarak bkz. TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, C ilt: 15, 38 . Birleşim, (28. 1 . 1 949). Hatırlanacağı gibi, 1 949 yılına aid bütçe kanunu tasarısının hazırlanması gecikmiş ve Ocak ayına aid geçici bütçe kanunu tasarısı da, aynı şekilde, fakat muhalefetin bazı itiraz ve eleştirileri sonu­ cunda, benimsenmişti.

61

Ulus, "Yeni Kabinenin Siyaseti", Ulus, (18.1. 1949).

62

Baba lnönü'den Erdal İnönü'ye Mektuplar, s. 89. Ayrıca bkz. Vatan, ( 16.2. 1949).

1 35

Herhalde bu temaslar, muhalefetin muhalefeti tarafından da iz­ leniyor ve biliniyordu. Nitekim, MP milletvekili Osman Nuri Kö­ ni, 23 Şubat'ta, yani bu görüşmenin yapılmasından sadece bir haf­ ta sonra, TBMM' de bütçe görüşmeleri sırasında yaptığı bir konuş­ mada , "Nihat [ Erim] Bey, (. . . ) kendileri muvazaanın büyük bir rüknü mühimmidir muhakkak. .. (. .. ) Onun için, her sözü, bura­ da, muvazaa konusunda bürhan teşkil eder. Çünkü , muvazaayı ika edenler meyanında kendisinin de bulunduğu kat'iyyen mervi­ dir ve hatta bu delaile müsteniddir. " diyordu. 63 Bu sözler, MP'nin D P'yi her vesileyle muvazaa ithamı altında bulundurmak ama­ cı taşıdığını açıkça göstermektedir. Bu bakımdan DP hayli tedir­ gindi. Buna karşılık, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nihat Erim, Köni'yi şöyle yanıtlıyordu: "[Demokrasilerde] i ktidar i le muhalefet sırt sırta dönm üyor, yüz yüze kon uşuyor. Memleket meseleleri n i Meclis'te, d ışarıda her vesile ile görüşüyorlar. Bizleri n de ya pmakta olduğumuz budu r. ( ... ) Ben hatta hakarete de ma ruz kals a m , memle­ ket netine olduğuna inandığım her teşebbüsü ya parım. Muhalefet ile görüşmekte memleket netine bir zerre menfaat görürsem, hatta bir takım şarlatanların hakare­ tine de maruz kalsa m , yine o görüşmeyi yapmaktan kaçınmayacağım."

Celal Bayar da, bu türden suçlamalar karşısında, TBMM'de söz almak zorunda kalacak ve muvazaa suçlamalarını red edecektir. Bayar, kendisini şöyle savunuyordu : "Mem lekette m ü h i m mevki i olan bir parti n i n elbette memlekete karşı mesü liyet­ leri var. O partinin hükumet reisi ile, icab ettiği zaman da Cumhurbaşka nı i le te­ mas etmesi kadar tabii ne ola bil i r? Elbette memleketin ihtiyaçlarını ve dertleri­ ni Başbakana söyleyecek, elbette icab ettiği zaman da Cumhurbaşkanı'nı ikaz et­ meyi milli vazife bilecek ve aynı za manda sizler karşısında da h akikat olmasını is­ tediğimiz fikirlerim izi ve progra mımızı şiddetle müdafaa edeceğiz. Muvazaa, bu­ nun neresinded ir?"

Bizzat Başbakan Şemsettin Günaltay da, Bayar'ın konuşmasını destekliyor ve gelişmeleri şöyle değerlendiriyordu:

63

1 36

TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 16, 49. Birleşim, (23.2 . 1 949). Bundan sonra bu konuda verilecek bü­ tün bilgi ler için, dipnotlarda aksi gösterilmediği takdirde, aynı kaynak kul lanılacaktır.

"Hadiseyi, netice itibari ile, memlekette hakiki demokrasinin tecellisinin inkişafı­ na vesile olması itibari ile, iyi bir surette karşılamak icab eder. Bazen beğenil me­ yen başlangıçlar, iyi neticeler verir. Karşı partinin muhterem liderinin sözlerini din­ lerken, demokrasi hayatım ızdaki inkişafın feyizli neticesini görmekle büyük bir haz duyduk. (. .. ) Sayın Celal Bayar'ın buradaki açık sözlerin i , demokrasi hayatım ızda yeni bir inkişaf başlangıcı olarak karşılıyorum."

Elbette CHP ile DP arasındaki yakınlaşma, MP tarafından DP kurucularına yönelik ithamlarının kanıtı olarak sunulurken, bir anlamda bu temasların kesilmesine de vesile olabilirdi. DP, bu ko­ nuda da tedirgin olmakla birlikte, adım atmak zorundaydı.

3. SOL ÜZERiNE TERÖR (1): SABAHA TTIN ALl' N I N Ö LD Ü R Ü LD ÜG Ü N Ü N AÇI KLAN MASI Hatırlanacağı gibi, Sabahattin Ali, şiirleri, öyküleri ve romanları ile, 1 930'lu ve 1 940'lı yıllarda edebiyat alanının önde gelen isim­ lerindendi. Ama aynı zamanda dönemin sol/sosyalist aydın çevre­ sinde de özel bir yeri vardı. Milli Şef döneminde Adsız aleyhine aç­ tığı hakaret davası nedeni ile politik gündemin ön sırasında yer al­ mıştı ve dava, esasen politik bir dava haline gelmişti. 64 Yine hatırlanmalıdır ki, Sabahattin Ali, daha önce , ilk kez Ay­ dın'da öğretmenlik yaptığı sırada tu tuklanmış , çok kısa süren bir tutukluluk döneminin ardından, mahkemede beraat etmiş ve 1 933 yılında da, Cumhurbaşkanı'na hakaret ettiği gerekçesi ile , bir yıl hapse mahkum edilmişti. Ancak, davanın temyiz aşama­ sında bu ceza süresi on dört aya kadar yükselmişti. 65 1932 yılının son günlerinde tutuklanan Sabahattin Ali, cumhuriyetin onun­ cu yıldönümü vesilesi ile ilan edilen af sonucunda, mahkumiyeti­ nin tamamını çekmeden, on ayı biraz geçen mahkumiyet süresi­ nin ardından, tahliye edilmişti. 66 Sabahattin Ali , mahkumiyetinin 64

Nihal Adsız-Sabahattin Ali davasına ve davanın lrkçılık-Türancılık davası ile ilgisine ilişkin ayrıntılı ve ge­ niş bilgi için bkz. Cemil Koçak, TMŞD, (Cilt: 2), s. 219-230. Ayrıca bkz. Kemal Sülker, Sabahattin Ali Dosya­ sı, s. 1 2-24.

65

Asım Bezirci, Sabahattin Ali, s. 36; Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 7-9; Ra mazan Korkmaz, Sabahattin Ali, s. 33-35; Filiz Ali ve Atilla Özkırımlı, Sabahattin Ali, s. 16.

66

Bezirci, Sabahattin Ali, s. 46; Korkmaz, age, s. 34-36; Reşit M. Ertüzün, Sabahattin Ali Olayının Gerçeği, s. 26-27 ve 64; Ali ve Özkırımlı, age, s. 16.

1 37

hemen ardından yeniden öğretmenliğe dönebilmesini, Aydın'daki tutuklanmasının ardından beraat etmesine borçluydu. Ancak, bu kez öğretmenliğe geri dönebilmesi, bizzat Cumhurbaşkanı'nın iz­ ni ile mümkün olabilecektir. Diğer yandan; anlaşılan, Milli Eğitim Bakanhğı'nda olsun, üst düzey diğer bürokratlar arasında olsun, Sabahattin Ali'yi destek­ leyen ve koruyan; içinde Hamit Şevket İnce, Saffet Arıkan, Hik­ met Bayur ile Hasan Ali Yücel'in de bulunduğu bir grup olmalıdır ki, Sabahattin Ali, bir süre sonra yeniden öğretmen olarak atana­ cak ve daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı'nda görev alacaktır. Bü­ tün bu süreçte Milli Eğitim Bakanı Hikmet Bayur ile Saffet Arı­ kan'ın da yardımı görülüyordu. Görülen o ki, bizzat lnönü'nün de belirli bir desteği olmuştu . En azından 1 944 yılındaki Sabahat­ tin Ali-Nihat Adsız davası sırasında ve muhtemelen ondan hemen önce ve sonra . . . Hatta Almanya'ya eğitime gitmesi de, muhteme­ len yine bu tür bir destek ve yardımın sonucuydu . Mahkumiye­ tinden sonra da, önce Milli Eğitim Bakanlığı'nda ve daha sonra da Devlet Konservatuvarı'nda aldığı görev, herhalde yine bu tür yar­ dımlar sonucunda mümkün olabilmişti. Tabii bunda, talep ve ıs­ rar üzerine, hatta göreve geri dönebilmesi için koşul olarak ileri sürülen, Atatürk'ü öven şiirinin de payı vardı. Ancak, 1 944 yılın­ daki Adsız davası sonucunda, Konservatuvar'daki görevinden ay­ rılmak zorunda kalmıştı. 67 Yeni dönemde ise, Sabahattin Ali, Aziz Nesin ile birlikte yayınla­ dığı Marka Paşa ve devamı dergiler ile, yine politik gündemin ve sol/ sosyalist aydın grubunun en ön sıralarında yer almıştı. Sabahattin Ali, bu nedenle yargılanmış, mahkum olmuş ve cezaevine girmiş­ ti. Edebiyatçı kişiliği ile politik kişiliği, pek çok sol/sosyalist aydında olduğu gibi, iç içe geçmişti ve hangisinin daha önde geldiğini kestir67

1 38

Bezirci, Sabahattin Ali, s. 1-58; Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 1 0- 1 1 ve 25; Korkmaz, age, s. 36-47; Er­ tüzün, age, s. 22-23 ve 64-65; Ali ve Özkırımlı, age, s. 16-17, 32, 75, 93, 1 1 7-1 1 8 ve 126; Bayram, age, s. 59-60, 73-76, 1 56, 273, 304, 415 ve 466-467; Yalçın Küçük, "Sabahattin A li ve Ö lümü", Bilim ve Edebi­ yat, s. 285-290; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Ci lt: 5), s. 473-488; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 3), s. 137-166; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 4), s. 1 38-139. Sabahattin A li'nin, hatırlanacağı gibi, 1 1 Aralık 1945 tarih inde bakanlık emrine a l ı nmasından he­ men sonra, 14 Aralık'ta Hasan A li Yücel'e hitaben yazd ığı ve "şahsı m a karşı senelerden beri göstermiş olduğunuz sevgi ve teveccühe karşılık" ibaresine de yer verilen ve özellikle İ nönü' nün ken d isine yönelik "teveccü hleri"ni de vurgulayan özel mektubu için bkz. Bir Usta, Bir Dünya: Sabahattin Ali, Yapı Kredi Kül­ tür Merkezi: Sabahattin Ali Arşiv Sergisi, s. 4 1 -42.

mek, zaman zaman güçleşiyordu. Türkiye Sosyalist Partisi'nin yayın organı Gün ve Gerçek gazetelerinde de yazı yazıyordu. 68 Tek-parti döneminde sosyalistlere karşı pek çok polisiye önlem alınmıştı. Sosyalistlerin en önde gelenleri de dahil pek çoğu , kısa süreli hapis cezalarına çarptırılmış; ya da uzun süreli cezalar genel­ likle af yasalarından yararlanılarak düşmüştü. Nazım Hikmet ve ar­ kadaşlarının 1938 yılında donanma davasından dolayı aldıkları ağır hapis cezası, adeta bu dönemin en istisnai ağır cezası hükmündey­ di. Fakat solcular/sosyalistler, bu dönemde hiçbir zaman faili meç­ hul cinayete kurban gitmemişlerdi. Sabahattin Ali cinayeti, bu ba­ kımdan bir dönüm noktası sayılabilirdi. Bir siyasi cinayet işlenmiş­ ti. Fakat cinayetin kamuoyunca öğrenilmesi uzun zaman almıştı. 12 Ocak 1 949 tarihli Cumhuriyet gazetesi, Sabahattin Ali'nin öl­ dürülmüş olduğunu haber veriyordu . Bu haber, Sabahattin Ali'nin ölümü ile ilgili olarak basında yayınlanan ilk haberdi. Haberde, Bulgaristan'a gizlice adam kaçıran bir şebekenin yakalandığından söz ediliyor ve Sabahattin Ali'nin öldürülmüş olduğu açıklanıyor­ du . Sabahattin Ali'nin katil zanlısı olduğu ileri sürülen Ali Ertekin ise , yirmi gün önce lstanbul'da yakalanmıştı. Habere göre , Saba­ hattin Ali, muhtemelen Nisan ayında KırklarelVÜsküp'te öldürül­ müştü. Cinayetten yedi ya da sekiz ay sonra da tanınmaz hale ge­ len cesedi bulunmuştu. 69

Vatan gazetesi de, aynı günkü haberinde, benzer açıklamalar­ da bulunuyordu. 70 Hürriyet gazetesi de, ertesi gün, haberi yineliyor ve katil zanlıları olarak isimleri geçen Hasan Türal ile Ali Ertekin'in 19 Kasım'da yakalandıklarını duyuruyordu. 7 1 Hürriyet gazetesi, 1 4 Ocak tarihli haberinde, bulunan cesedin Sabahattin Ali'ye aid olma­ dığını ileri sürüyordu . Ceset, Sabahattin Ali ile uyuşmuyordu ve ga­ zeteye göre, Sabahattin Ali Bulgaristan'a kaçmış olabilirdi. 72 Hürri68

Bu konuda ayrıntılı ve geniş bilgi için bkz. Cemil Koçak, Rejim Krizi, s. 247-251 ve 305-4 1 1 . Ayrıca bkz. Be­ zirci, Sabahattin Ali, s. 65-66.

69

Cumhuriyet, {12-13. 1 . 1 949). Ayrıca bkz. Kemal Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 5; Küçük, agm, Bilim ve Edebiyat, s. 292-293; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 5), s. 473-488; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 3), s. 140-165.

70

Vatan, (12.1. 1949).

71

Hürriyet, ( 1 3 . 1 . 1 949).

72

Hürriyet, (14.1.1949). Aslında Bulgaristan'a adam kaçırma uzun süredir devam ediyor olmalıydı. DP ve da­ ha sonra da Müstakil Demokratlar Grubu'ndan Edirne milletvekili Fethi Eri mçağ'ın TBMM' deki Edirne'nin

1 39

yet gazetesi, hemen ertesi günü yayınladığı haberinde, cesedin kim­ liğinin hala meçhul olduğunda ısrar ediyordu. 73 Oysa, Cumhuriyet gazetesi, ilk haberinden iki gün sonra, bulunan cesedin kesinlik­ le Sabahattin Ali'ye aid olduğundan söz ederek, katil zanlısı Ali Er­ tekin'in zamanında ordudan suistimal nedeni ile uzaklaştınlmış ol­ duğunu haber veriyordu.74 Hürriyet gazetesi ise, Cumhuriyet gaze­ tesinin bu haberine karşılık, ertesi gün yine ısrarla cesedin Sabahat­ tin Ali'ye aid olmadığını belirtiyor ve Sabahattin Ali'nin ya Bulgaris­ tan'a kaçtığını ya da Türkiye'de saklanmakta olduğunu ileri sürü­ yordu.75 Cumhuriyet gazetesi, bir süre sonra, Edime'de Bulgaristan hesabına çalışan geniş bir casusluk şebekesinin ele geçirildiğini ya­ zacaktır. Habere göre, Ertekin de söz konusu şebeke ile ilişkiliydi. 76 Ertekin'in itirafına göre, Sabahattin Ali, kendisinin ve şebekesi­ nin aracılığı ve yardımı ile Bulgaristan'a kaçmak istemiş, ancak sı­ nıra yakın bir yerde Ertekin tarafından öldürülmüştü. Ertekin'in açıklamasına göre, cinayetin nedeni, Ertekin'in Sabahattin Ali'nin 'vatan haini" olduğunu anlaması ve "milli hisler" ile onu öldürme­ ye karar vermesiydi. 77 Sabahattin Ali, 1 948 yılında, Falih Rıfkı Atay hakkında Marko Kalkansöğüt köyünde şehit edilen Selimoğlu Mehmet'e ve sınır kulelerine ilişkin sorusu üzerine, Başbakan Hasan Saka tarafından verilen yazılı yan ıt ilginçtir. i ddiaya göre, bu olay, Edirne'de 20 Ekim 1948 tarihin­ de vOkO bulmuştu. TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 13, 1 1. Birleşim, (26. 1 1 . 1 948). Ayrıca bkz. Küçük, agm, Bilim ve Edebiyat, s. 292-293; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 3), s. 143- 144; Küçük, Aydın Üze­ rine Tezler, (Cilt: 5), s. 473-488. 73

Hürriyet, ( 1 5 . 1 . 1949). Ayrıca bkz. Küçük, agm, Bilim ve Edebiyat, s. 292-293; Küçük, Aydın Üzerine Tez­ ler, (Cilt: 3), s. 143- 144; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 5), s. 473-488.

74

Cumhuriyet, (15. 1 . 1 949). Kemal Sülker, Yugoslav göçmeni olan Ertekin'in Gönüllü Erbaş Okulu'ndan me­ zun olduktan sonra, 1 945 yılında orduya iiid silahları satmak suçundan, Kırklareli'nde süvari gönüllü üst­ çavuşu i ken, askeri mahkeme tarafı ndan 1 1 Nisan 1946'da dört ay yirmi gün hapis cezasına mahküm edil­ diğini ve erbaşlık rütbesinin geri alınarak, askerlikle ilişkisinin de kesi ldiğini açıklıyor. Sülker'in açıklama­ sına göre, Ertekin, 1946 yılında Bulgaristan'a geçmiş ve bir süre orada kaldıktan sonra yeniden Türkiye'ye girmek istemiş, fakat sınırda yakalanmıştı. Komünistlikten ve belki de Bulgar casusu olmaktan sanık ola­ rak hapishanede kalmış ve bu sırada aynı cezaevinde ve aynı suçtan, Sovyetler Birliği'ne hizmet etmek is­ temekten, bir yıl beş ay hapis cezasına mahkum olmuş olan Bulgaristan göçmeni Hasan TOral ile yakın­ lık kurmuştu. Ertekin ile TOral, hapishaneden çıktıktan sonra, Bulgaristan'a para karşılığında gizlice adam kaçıran bir şebeke kurmuşlardı ya da bu şebekenin içinde yer almışlardı. Ancak, kısa bir süre sonra polis takibi altına alınm ışlardı ve 21 Aralık 1949 tarihinde de yakalanmışlardı. Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 30-37 ve 63. Ayrıca bkz. Sabiha Sertel, age, s . 403-404; Bezirci, age, s. 74-75.

75

Hürriyet, ( 1 6 . 1 . 1 949). Gazete, ertesi gün aynı haberi yineliyordu. Hürriyet gazetesine göre, ceset, Sabahat­ tin Ali'ye aid değildi. Hürriyet, 07. 1 . 1949).

76

Cumhuriyet, (3 1 . 1 . 1949) ve (1.2.1949).

77

Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 30-40.

1 40

Paşa dergisinde 10 Mart 1 94 7 tarihinde yayınlanan "Biliyor musu­ nuz?" adlı yazısından dolayı açılan hakaret davasında mahkum ol­ ması nedeni ile, Üsküdar Paşakapısı Cezaevi'ndeydi. Aynı sırada Hasan Turhal da bu ceza.evinde bulunuyordu ve aralarındaki ta­ nışıklık bu sayede başlamıştı. Turhal, kardeşini gizlice Bulgaris­ tan'a kaçırmaktan ve komünizm propagandası yapmaktan mah­ kum olmuştu . Sabahattin Ali'nin ceza.evinden çıkmasından son­ ra, Turhal aracılığı ile Ali Ertekin ile tanışması da yine bu vesiley­ le olmuştu.78 Katil zanlısı Ertekin'in mahkemesi, Nisan ayının son günü Kırk­ lareli ağır ceza mahkemesinde başlayacak79 ve dava sırasında orta­ ya çıkan en önemli gelişme, Ertekin'in bazı hizmetleri karşılığın­ da Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti (MAH/MlT)'ten para aldığına ilişkin olacaktır. Bu ifadelerin verildiği duruşma öncesinde de il­ ginç gelişmeler olmuş ve Ali Ertekin'in bizzat vekalet verdiği avu­ katı, Kırklareli Barosu tarafından atanan bir başka avukatı vekillik­ ten azlettiğini belirtmişti. Azledildiği iddia edilen avukat ise, veka­ let görevinden istifa ederek ayrıldığını, çünkü tehdit edildiğini ile­ ri sürmüştü. Ancak, Milli Emniyet (MİT) mensuplarının ifadele­ rinin alındığı duruşma gizli yapılacak ve bu duruşmada sanık ile avukatı hazır bulunacaktır. Bu duruşmadan önce yeni atanan avu­ kat, mahkemeye sunduğu dilekçede, Ali Ertekin'in daha önce Mil­ li Emniyet Hizmetleri Riyaseti'nde çalıştığını iddia edecek ve bu­ nun kanıtlanması için de ilgili kuruluştan bilgi edinilmesini iste­ yecektir. Nitekim, avukatın bir başka iddiası da, Ali Ertekin'e İs­ tanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından iki kez para ödülü verildi­ ği yolundaydı. Nitekim bu iddia doğrunacaktır. 80 Diğer yandan, 78

Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 40-48; Ramazan Korkmaz, Sabahattin Ali, s. 47.

79

Cumhuriyet, (1.5.1949). Mahkeme süreciyle ilgili olarak bkz. Cumhuriyet, (26.6. 1 949), (3.7.1949), (17 ve 2 1 -23.7.1949), (19.8. 1949), (3-4.9. 1 949), (17- 18.9. 1949), (23.10. 1 949), (7. 1 1 . 1 949), (10 ve 12. 1 1 . 1 949), (14-15.1. 1 950), (22.4.1950). Hasan Türal ile kamyon şoförü Salim yargılanmayacaklardır. Bkz. Sülker, Sa­ bahattin Ali Dosyası, s. 42-4 3, 47 ve 60- 1 72. Mahkeme devam ederken Bulgaristan'a kaçan üç kişi ile il­ gili bir başka haber için bkz. Cumhuriyet, (23.9.1949). Gazetenin haberine göre, daha önce de başka kaçış olayları olmuştu.

80

Cumhuriyet, ( 1 3 . 1 1 . 1 949). Ayrıca bkz. Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 131-137 ve 1 49; Bezirci, age, s. 81; Bayram, age, s. 49 ve 377-379; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 3), s. 1 60-163; Küçük, Aydın Üze­ rine Tezler, (Ci lt: 5). s. 473-488. Nitekim sanık avukatları da, müvekkillerinin Milli Emniyet'te görevli ol­ duklarını açıklayacaklardır. Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 134- 135. Sabahattin Ali'nin ölümünün res­ mi açıklaması için bkz. Sabahattin Ali Niçin ve Nasıl Öldürüldü?.

1 41

sanık avukatının iddiasına göre, Ali Ertekin, 1948 yılının Kasım ayında Milli Emniyet'te görevli olduğunu bildiği ve mahkemede de söz konusu ifadeyi veren görevli kişiye giderek, Bulgaristan sı­ nırından adam kaçıran bir şebekeyi ele vermiş ve Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü de itiraf etmişti. 81 Mahkeme sırasında anlatılanlara göre, Sabahattin Ali'nin yurt dı­ şına çıkması için 3 1 Mart'ta girişimde bulunulmuş ve hemen ertesi gün 1 Nisan'da da sınıra doğru yola çıkılmıştı. iddia makamına gö­ re, cinayet, "milli hisler"le değil, fakat soygun amacı ile işlenmişti. Nitekim, sanığın Sabahattin Ali'nin eşyalarını yanında götürmesi, ancak bu açıdan anlamlıydı. Aksi halde, Sabahattin Ali'ye aid eşya­ lann Ali Ertekin tarafından alınmasına ve daha sonra Istanbul'da ve Akhisar' da saklanmasına hiç gerek yoktu. Üstelik Ertekin, ancak ya­ kalandıktan sonra cinayeti itiraf etmiş ve 1949 yılının ilk günlerinde de cesedin yerini göstermişti. Aslında ceset, bir çoban tarafından ve tesadüfen sınırdan otuz beş kilometre uzakta bulunmuştu. Cesedin teşhisi ise sorun olmuştu. Çünkü, cesedin kime aid olduğunu ta­ nımlayacak işaretler azdı. Ancak, elbiseler ve eşyalar, cesedin Saba­ hattin Ali'ye aid olduğunu gösteriyordu. Nitekim, şahitler de bunu doğrulamışlardı. Ceset hakkında hiçkimsenin diyeceği bir şey ola­ mazdı. Ama cesetten geriye kalan ve Ali Ertekin'de bulunan eşyalar, Sabahattin Ali'yi çok yakından tanıyan kişilerin ifadelerine göre, ke­ sinlikle ona aiddi. Esat Adil Müstecaplıoğlu bu görüşteydi. 82 Ceset, 16 Haziran'da bulunmuştu. 83 Zaten çok daha önce Aziz Nesin, Esat Adil Müstecaplıoğlu ile Mehmet Ali Cimcoz, Istanbul'da savcılığa davet edilerek, kendilerinden cesedi, daha doğrusu cesetten geriye kalan eşyaları teşhis etmeleri istenmiş ve onlar da gördükleri eşyala­ rın Sabahattin Ali'ye aid olduğunu söylemişlerdi. 84 Sanık, 14 Ekim 1950 tarihinde dört yıl hapis cezasına mahkum edilecektir. Oysa savcılık, sanık hakkında idam cezası ve yeni çı81

Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 13 1-137.

82

Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 30- 162.

83

Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 94; Korkmaz, age, s. 52; Ertüzün, age, s. 1 59; Bezirci, age, s. 77; Bay­ ram, age, s. 36; Küçük, agm, Bilim ve Edebiyat, s. 29 1 ; Küçük, Aydın üzerine Tezler, (Cilt: 3), s. 144; Kü­ çük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 5), s. 473-488.

84

Az.iz Nesin, "Son An ı", Yansıma, Sayı: 15, (Mart 1973), s. 144-146 ve 153; Bezirci, age, s. 79; Bayram age, s. 343 ve 373-377 ve 443; Küçük, agm, Bilim ve Edebiyat, s. 291-292; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Ci lt: 3), s. 144; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 5), s. 473-488.

1 42

kan af yasası ile de yirmi yıl hapis cezası istemişti. Mahkeme he­ yeti, bazı hafifletici nedenlere işaret etmişti. Ertekin, iki yıldan be­ ri cezaevinde bulunuyordu ve af yasası nedeni ile de tahliye edi­ lecekti. 85 Sabahattin Ali'nin birdenbire siyasi bir cinayete kurban gittiği­ nin basından öğrenilmesi, Türkiye'de sol/sosyalist çevrelerde de­ ı

rin etki yapmış olmalıdır. Sabahattin Ali'nin ölümü , yıllar sonra da çeşitli ve değişik spekülasyonlara neden olacaktır. Olayın pek çok muamma ile çerçevelenmiş olması, onu basit bir cinayetten ayırıyordu. Pek çok bilinmeyen ve karanlık noktanın açıklanmamış olması, işin bir başka dikkat çekici yönüydü. Resmi açıklamaların kendi içinde tutarsız ve çözümsüz kalması, soru işa­ retlerini yanıtlamak yerine, daha çok soru işareti uyandırması, şaş­ kanlık verici bir husustu . Olayda o kadar çok yanıtsız kalmış so­ ru vardı ki, bütün bunlar, Sabahattin Ali'nin ölümünü bugün bile hala çözümsüz ve bilinmedik bir olay halinde tutmaktadır. Anlaşılan Sabahattin Ali, yurt dışına çıkmaya karar vermişti ve bu kararından yakın çevresini oluşturan bazı sol/sosyalist aydınla­ ra da söz etmişti. Bazıları, bu kararın getirdiği süreçten daha ya­ kından haberdardı. Bazıları ise, daha uzaktan hissetmiş olmalıydı­ lar. 86 Şimdi de onun yakın çevresinde olanların anılarına bir göz atalım: Sabiha Sertel, anılarında, Sabahattin Ali'nin kendisine daha ha­ piste iken yurt dışına kaçacağını söylediğini belirterek , şöyle ya­ zıyor: "Fakat sonraları Sabahattin'in bu sırrı daha başkalarına da söylediğini duydum. Sabahattin'in başına gelenlerde bu gevezeli­ ğinin de etkisi oldu. " 87 Sabiha Sertel , anılarında , sadece (H) olarak kaleme aldığı ve kendisine Sabahattin Ali'nin anlattığı berber Hasan'dan da söz edi­ yor. Sertel , anılarında , Sabahattin Ali'nin kendisine berber Ha85

Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 1 64-165.

86

Korkmaz, age, s. 49; Bezirci, age, s. 73-74; Al i ve Özkırımlı, age, s. 1 12-113 ve 128; Bayram, age, s. 50 ve 169, 21 5-2 19, 244-245, 294-295, 318 ve 424-425, 448; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 4), s. 139 ve 2 1 8-219. Nitekim Sabahattin Ali, olağan yollardan yurt dışına çıkmak için, bu arada Fransa'ya gitmek üze­ re, pasaport almak için başvuruda bulunmuş, fakat alamamıştı . Bezirci, age, s. 73; Ali ve Özkırımlı, age, s. 80. Sabahattin A li hakkında anlatılanların bir başka ortak noktası da, onun sürekli olarak polis gözetimin­ de olduğuna ilişkindir. Ali ve Özkırımlı, age, s. 1 1 8- 120.

87

Sabiha Sertel, age, s. 399. Ayrıca bkz. Bayram, age, s. 103.

1 43

san'ın bir şebeke sayesinde kendisini yurt dışına kaçırabileceğini söylediğini naklediyor. Sabahattin Ali, Sabiha Sertel'e, "itimat et­ tiğim dostlarım da bu adamı tanıyorlar" demiş . . . Sertel'in bütün bunlardan, kendisi de dahil olmak üzere, hiçkimseye söz etmeme­ sini tembih etmesi üzerine de, Sabahattin Ali, bütün bunları sade­ ce Sabiha Sertel'e anlattığını belirtmişti. 88 Ancak, bugün artık biliyoruz ki, Sabahattin Ali, kaçış projesin­ den pek çok kişiye bilinçli olarak söz etmişti. Nitekim, yukarıda gördüğümüz gibi, bizzat Sabiha Sertel de, anılarında bunu doğru­ luyor. Hatta Asaf Halet Çelebi, mahkemedeki ifadesinde, bizzat Sabahattin Ali'nin kendisine yurt dışına kaçacağını söylediğini ve kendisine hitaben bir mektup yazacak olursa, bunu eşine teslim edip edemeyeceğini sorduğunu belirtecektir. 89 Görünen o ki, Sabahattin Ali'nin son zamanlarda sürekli olarak evlerinde kaldığı Mehmet Ali Cimcoz ile eşi Adalet Cimcoz, onun yurt dışına kaçış planlarından bir miktar haberdardılar.90 Mehmet Ali Cimcoz ile eşi Adalet Cimcoz, mektuplarından anlaşıldığı ka­ darı ile Nazım Hikmet'in de yakın temasta bulunduğu ve ahbaplık ettiği kişilerdi.9 1 Nitekim, Sabahattin Ali, Istanbul'dan ayrıldıktan sonra Cimcoz ailesine hitaben yazdığı bir mektupta, bir süre için ortadan kaybolacağını bildiriyor ve mektubunu da Hasan Türal aracılığı ile iletiyordu. Hasan Türal'ın mahkemedeki ifadesine gö­ re, kartı getiren Ali Ertekin idi ve Sabahattin Ali'nin yakınlarının kartı Hasan Türal'dan soracaklarını ve alacaklarını da belirtmişti.92 Aslında kartla ilgili bir başka önemli nokta daha vardı; bu da; Sa­ bahattin Ali'nin Rasih Nüri Ileri ile aralarında gizlice kararlaştırdık­ ları şekilde, Sabahattin Ali'nin sınırdan geçtikten sonra özel bir şif­ re ile yazacağı kartın Ali Ertekin ve Hasan Türal kanalı ile kendisi88

Sabiha Sertel, age, s. 399.

89

Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 124-125.

90

Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 44-45. Sabahattin A li'nin kald ığı bir başka yer de, Mehmet Ali Aybar'ın eviydi. A li ve Özkırımlı, age, s. 264 ve 269. Ayrıca bkz. Korkmaz, age, s. 48-49; Ali ve Özkırı mlı, age, s. 264 ve 269; Bayram, age, s. 101, 106, 1 1 7, 146, 244 ve 365-366; YKüçük, agm, Bilim ve Edebiyat, s. 274 ve 302; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 5), s. 473-488; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Ci lt: 3), s. 137-166.

91

Nazım Hikmet, Bursa Cezaevinden Va-Nü'lara Mektuplar, s. 25, 37-38, 45, 47, 60, 64, 68-69, 120-122 ve 138-139; Şükran Kurdakul, Nazım'ın Bilinmeyen Mektupları, (Adalet Cimcoz'a Mektuplar: 1 945-1 950).

92

Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 44-45 ve 1 28-1 30; Ertüzün, age, s. 1 65; Küçük, agm, Bilim ve Edebi­ yat, s. 302-303; Küçük, Aydın üzerine Tezler, (Cilt: 5), s. 473-488; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 3), s. 137-166. Ayrıca bkz. Bayram, age, s. 220-221 ve 367-368.

1 44

ne ulaştırılacağıydı. Gerçekten de bu kart yazılmış ve ulaştırılmış­ tı. Bizzat Rasih Nuri lleri, Sabahattin Ali'nin şifreli kartını yine biz­ zat Hasan Tural'dan almıştı ve bunun üzerine kendisine yine bizzat Sabahattin Ali tarafından emanet edilen iki mektubu, biri Mehmet Ali Cimcoz'a ve diğeri de eşine teslim etmişti. 93 Bu arada, Sabahat­ tin Ali'nin bir süre Rasih Nuri lleri'nin evinde kaldığı ve saklandı­ ğı da unutulmamalıdır.94 Hatta, bizzat Rasih Nuri lleri, Sabahattin Ali'nin kaçacağı sırada, son gün kendi evinde kaldığını ve bavulunu birlikte hazırladıklarını belirtiyor. lleri, Sabahattin Ali'nin yurt dışı­ na çıkacağından haberdardı.95 Sabahattin Ali, Mehmet Ali Aybar'ın ve Esat Adil Müstecaplıoğlu'nun da evlerinde kalırdı.96 Diğer yandan, Cimcoz ailesi için polis ile yakın temasta oldukla­ rına ilişkin söylentiler de vardı.97 Sabiha Sertel, anılarında, Adalet Cimcoz'un kaçış öncesinde Sabahattin Ali'nin bavulunu hazırladığı­ nı yazıyor.98 Nitekim, Mehmet Ali Cimcoz da, Sabahattin Ali'nin son gece kendi evinde kaldığını ve buradan ayrıldığını ileri sürüyor.99 Ni­ tekim, Cimcoz'lar, Sabahattin Ali ticarete atılmadan önce nakliyatçı­ lık işinde ve nakliyat işinde kullanılacak kamyonun satın alınmasın­ da da ortak olacak olan Melek Celal Sofu'yu bulan kişilerdi. 100 Bu arada; bizzat Mehmet Ali Cimcoz, mahkemede, Sabahattin Ali'nin ortadan kaybolmasından kuşkulanmadıklarını belirtmiş­ ti. Nakliyat işinde kullanılan kamyonun şoförü Salim dönmüş, fa­ kat Sabahattin Ali'den bir daha haber alınamamıştı. Dahası, Saba93

Korkmaz, age, s. 50-55; Bezirci, age, s. 7 1 -73 ve 84-85; Ali ve Özkırımlı, age, s. 39; Bayram, age, s. 424426 ve 448; Küçük, agm, Bilim ve Edebiyat, s. 302-303; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 3), s. 144; Kü­ çük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 5), s. 473-488.

94

Bezirci, age, s. 7 1-72; Bayram, age, s. 245 ve 4 19-420 ve 446; Küçük, agm, Bilim ve Edebiyat, s. 302; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 5), s. 473-488; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 3), s. 137-166.

95

Bayra m, age, s. 424-425.

96

Bayram, age, s. 97.

97

Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 45-46; Korkmaz, age, s. 50; Bayram, age, s. 52 ve 67, 101, 208-209, 216217, 222-223, 245-246, 282-283, 292-294, 321-322, 341-342, 370-37 1 , 384-386, 4 1 7, 436-437 ve 443444; Küçük, agm, Bilim ve Edebiyat, s. 274 ve 299-300 ve 313; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 5), s. 473-488; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 3), s. 137-166; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 4), s. 225.

98

Sabiha Sertel, age, s. 400.

99

Bayram, age, s. 366.

1 00 Sabiha Sertel, age, s. 400; Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 101-102; Korkmaz, age, s. 48-49; Bezirci, age, s. 75; Bayram, age, s. 68-69, 216, 244-245, 318, 343, 359-365 ve 417; Küçük, a gm, Bilim ve Edebi­ yat, s. 299-300; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 5), s. 473-488; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 3), s. 137- 1 66; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 4), s. 2 18-22 1 .

1 45

hattin Ali'nin ortadan kaybolmasından iki gün sonra Mehmet Ali Cimcoz'un evine gizlice bir mektup bırakılmıştı. Mektubun elden bırakıldığı belliydi. Mektup, Sabahattin Ali'ye aiddi ve kendilerine hitaben yazılmıştı. Sabahattin Ali, mektubunda bir süre saklanaca­ ğını yazıyordu. Bu ifadeyi bizzat Mehmet Ali Cimcoz üstelik mah­ memede vermişti. 1 0 1 Tuhaf olan nokta, şoför Salim'in de aynı sırada Üsküdar Cezae­ vi'nde bulunmasıydı. Bu sırada Sabahattin Ali ile tanışmıştı. Sa­ lim'in ifadesine göre, kamyonda şoförlük etmesi için kendisini bu­ lan bizzat Sabahattin Ali idi. 1 02 Hatta, bu sırada bile Sabahattin Ali, Sabiha Sertel'e, Sertel'in anılarında yazdığına göre, kaçacağı­ nı yinelemişti. Hatta Sertel, anılarında, Sabahattin Ali'nin kendi­ sine anılarında sadece (H) olarak geçen berber Hasan'ın kaçıraca­ ğını da söylemişti. Sabahattin Ali, kısa bir süre sonra ortadan kay­ bolduğunda; Sabiha Sertel, anılarında, Sabahattin Ali'nin kaçtığına artık herkes tarafından hükmedildiğini yazıyor. Aylarca kendisin­ den haber alınamamıştı, ama herkes onun yurt dışında yaşadığına ve kendilerini habersiz bıraktığına inanmıştı. 1 03 Sabiha Sertel, anılarında, nakliyat işinde kullanılacak olan kam­ yonun alım öyküsünü, yine anılarında kısaca (M) olarak geçen, gerek Melek Celal Sofu'dan ve gerekse Sabahattin Ali'den ayrı ay­ rı dinlediğini ve her iki öykünün de birbirini tuttuğunu belirtiyor. Kamyon şoförü Salim ise, Melek Celal Sofu'nun anlatımına ve Sa­ biha Sertel'in de anılarında belirttiğine göre, bizzat İstanbul Emni­ yet Müdürü Kemal Aygün tarafından bulunmuştu . 1 04 Sabiha Sertel, anılarında, bu tür bilgilere ve yorumlara yer verdik­ ten sonra, cinayete ilişkin kendi kişisel kanısını da açıklıyor. Sabi­ ha Sertel'e göre, olayda "emniyetin parmağı" vardı ve olay bir "tu­ zak" ve "korkunç bir macera" idi. Ayrıca, "bugün hala Sabahattin [Ali] 'nin nasıl öldürüldüğü tamamiyle aydınlanmış [ da] değildi. " ı os

101 Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 102- 103. Ayrıca bkz. Bayram, age, s. 222 ve 366-369. 102 Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 120- 1 2 1 . 1 0 3 Sa biha Sertel, age, s . 400. Ayrıca bkz. Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 44-45. 104 Sa biha Sertel, age, s. 400. 105 Sa biha Sertel, age, s. 404. Nazım Hikmet de, benzer bir anlatım içindedir. Nazım Hikmet de, Sabahattin A l i nin kendine ve zeka­ sına çok güvendiğini belirtiyor. Bu doğruydu, fakat Nazım Hikmet'e göre, güvenlik güçlerinin teşkilatı var­ dı ve teşkilat, bu tür zekice planlardan üstündü. Çünkü, Sabahattin A li, tek başınaydı ve bir teşkilata sa'

1 46

Sevim Belli de, anılarında, bu konuda şunları yazacaktır: "Bir dost, 'kendi aklının kurban ı oldu' dem işti. inanırı m . . . Akı lsız m ıyd ı ? Hayır . . . Ta m tersine . . . Mu hakkak ki, ç o k zekiyd i . B a z ı üstü n zeka lıla rın bağışlan maz bir akı lsızlıkları vardır. Kendi zekalarına fazlaca güven irler. Zekalarından dolayı kendi­ leri için herşeyi mübah görürler. Herşeyi ya pabi lecekleri ve herkesi 'oynatabilecek­ lerini' sanırlar. 'Zekaları nı yaşa ma' tutkularının kurbanı olurlar, bir bakıma ... Belli ki, bireycilik ve paylaşmazlık yatar bunun altında ... Bütün yüksek zekalılar öyle de­ ğildir elbette . . . Böyle bir tutuma girip girmemek, insanın kişiliğini oluşturan öteki ögelere bağl ıdır, kuşkusuz..." 1 0 6

Sevim Belli'nin yazdıkları, Sabiha Sertel'in yazdıklarından yıl­ lar sonra kaleme alınmış olduğundan, cinayette Sabahattin Ali'nin hissesine de vurgu yapmaktadır. Müzehher Va-Nü ise , anılarında, tam bu sırada, yani Sabahat­ tin Ali'nin öldürüldüğünün kamuoyuna açıklanmasından hemen sonra, Nazım Hikmet ile ceza.evinde yaptıkları bir görüşme sıra­ sında, Nazım Hikmet'in "sararmış" olduğunu ve hapishanede, can güvenliğini kasd ederek, daha güvende olabileceğini düşündüğü­ nü belirtiyor. 107 Demek ki, cinayet haberi, gerçekten de solcular/ sosyalistler arasında bir şok dalgası yaratmıştı. Anılarla devam edelim; Sabahattin Ali'yi en yakından tanıyanla­ rın, yakın çevresinin sesine kulak verelim: Zekeriya Sertel de, anı­ larında, Sabahattin Ali'nin Milli Eğitim eski Bakanları'ndan Saffet Arıkan tarafından himaye gördüğünü belirtiyor. Hatırlanacağı gi­ bi, bu tür destek ve himayelere daha önce de değinmiştim. Sertel'e göre, Sabahattin Ali herkesle dosttu . Ama bu dostluklar, Sertel'e göre, polisi şaşırtmak için yapılmıştı. "Fakat bizden çıkar, tanın­ mış bir faşist dostunu ziyarete giderdi. Ondan ayrılır, valiye ve pohip değildi. Bezirci, age, s. 74. Gerçekten de, Sabahattin Ali'nin herhangi bir sol/sosya list örgüte üye olma­ dığı biliniyordu. Bazı örgütlere yakın duruyordu, ama üye değildi ve bu tür grupların içinde değil, yanında ya da etrafında yer alıyordu. Bu durum, belki de onun bir tercihi olduğu kadar, ama daha çok muhtemelen sol/sosyalist örgütlerin Sabahattin Ali'yi içlerine almama yönündeki tercihlerinin bir sonucuydu. Bu konuda yazılanlar, bu yönde bir izlenim uyandırıyor. Sabahattin Ali, sol/sosyalist örgütlere ve kişilere ve hatta ön­ de gelen şahsiyetlere yakındı. Ama örgüt içinde yer alma mıştı. Bu konuda anlatılanlar birbirini tutuyor. A li ve Özkırımlı, age, s. 1 12-1 13 ve 128; Bayram, age, s. 85 ve 139, 2 1 6, 246, 290, 293-394, 360, 390, 420421, 435, 443, 445 ve 448; Küçük, agm, Bilim ve Edebiyat, s. 277-279 ve 3 12; Küçük, Aydın Üzerine Tez­ ler, (Cilt: 5), s. 473-488; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 3), s. 137-166. 106 Sevim Belli, Boşuna mı Çiğnedik?, s. 161-162. 107 Müzehher Va-NO, Bir Dönemin Tanıklığı, s. 1 56- 1 57, 160 ve 1 64.

1 47

lis müdürüne varırdı. Herkesle dost olmuştu. Amacı, sırf solcular­ la ve ilericilerle görüştüğü kanısı uyandırmamaktı. " Yine Sertel'e göre, Sabahattin Ali, politikaya atılmak istiyordu. Marko Paşa de­ neyimi ona bu fırsatı vermişti. Fakat hakkında açılan davalar var­ dı. Diğer yandan da, bizzat Sertel'in anılarında yazdığına göre, Sa­ bahattin Ali , İstanbul Nişantaşı'nda " polisin şüphe edemeyeceği bir dostunun evinde saklan"ıyordu. Fakat, yine Sertel'in anıların­ da naklettiği şekilde, Sabahattin Ali, bir gün saklandığı evden ca­ nı sıkıldığı için bir akşam vakti dışarı çıkmış ve İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar'ın ve polislerin de olduğu bir eğlen­ cede onlarla birlikte bulunmuştu. Sabahattin Ali'nin sarhoş olma­ sı üzerine, bizzat Kırdar'ın emri ile, saklandığı eve polisler tarafın­ dan getirilmişti. Sertel'in ifadesi ile, "bu hikaye, Sabahattin [ Ali ] 'ye özgü tuhaflıklardan biri"ydi. Zekeriya Sertel , anılarında , şöyle yazıyor: "Biz Sabaha ttin [ Ali] 'nin dikkatini çekmek istedik. Oturduğu evin polis tarafından sanatçılar için kurulmuş bir tuzak olduğunu anlatarak, onu uyar­ maya çalıştık. " Zekeriya Sertel, anılarında, Sabahattin Ali'nin de bu durumun farkında olduğunu kendisine aktardığını belirtiyor. Zekeriya Sertel'in naklettiğine göre, Sabahattin Ali, kendisine şöy­ le demiş: " Zaten orada oturuşumun nedeni de bu . . . Böylece poli­ se güven vermek ve izlenmekten kurtulmak istiyorum." Zekeriya Sertel, şunları da ilave ediyor: " Zekasına güvenerek, polisle böyle oynayabileceğine inanıyordu ." Zekeriya Sertel, anılarında, Sabahattin Ali'nin son zamanlar­ da sürekli olarak yurt dışına çıkmak istediğini de belirtmektedir: " Son zamanlarda bundan başka şey düşünmüyordu. Başka bir şey konuşmuyordu. Çeşitli planlar kuruyordu. Hapishanede tanıdığı bir adamın kaçma işinde kendisine yardım edeceğini söylüyordu . " Görüldüğü gibi, Zekeriya Sertel de, anılarında, Sabiha Sertel'in ve diğerlerinin yazdıklarını ve anlattıklarını onaylıyor. Zekeriya Ser­ tel'e göre, nakliyatçılık işi, kamyon satın alınması, sınıra yaklaş­ mak ve kaçış için bir plandı. Zekeriya Sertel'e göre, Sabahattin Ali, "polisin bu oyunu anlamayacağına inanıyordu . " Zekeriya Sertel, anılarında, Sabahattin Ali'nin önce nakliyatçılık kılıfı altında Ada­ na'ya gittiğini, güney sınırını yokladığını, ancak bu sınırdan giz­ lice geçmenin güç olduğunu anladığını ve bunu kendisine de ak1 48

tardığını belirtiyor. Yine Zekeriya Sertel'e göre, gerek kamyon ve gerekse kamyon şoförü, polis tarafından tedarik edilmişti. Ayrıca, Tekirdağ Valisi de bu seyahatten haberdardı. 1 08 Sabahattin Ali hakkında görüşlerini belirtenlerin ortak noktası; Sabahattin Ali için son derece zeki, geveze, açık sözlü , konuşkan, iyimser, şakacı, hareketli, iyi giyinen, para harcamasını ve iyi yaşa­ masını seven, zayıf kişilikli, disiplinden yoksun, hayatı ciddiye al­ mayan, deli dolu , bencil, samimi, çenesi düşük, dengesiz bir ruh haline sahip, melankolik, çekingen ve korkak bir kişiliğe sahip, sır saklamasını bilmeyen ve başaramayan, içki içmesini ve dost mec­ lislerini, kadınlarla yakınlık kurmayı seven, laubali, herkesle, hat­ ta yüksek yöneticiler, bakanlar ve başbakanlar ile ahbaplık eden bir şahsiyet çizmeleridir. 1 09 En yakın çevresinin Sabahattin Ali hakkında devamlı kendilerince olumsuz niteliklerle onu hatırla­ ması, üzerinde durulması gereken bir başka husustur. Sabahattin Ali'nin özel mektuplarından alınan izlenim; son aylar­ da, özellikle de 1948 yılının başından itibaren aleyhine açılan haka­ ret davaları ile soruşturmalardan dolayı iyice bunaldığı ve sıkıldığı yolundadır. Nitekim, 10 Ocak 1948 tarihinde eşine yazdığı bir mek­ tupta, artık "pes" ettiğini belirtiyordu. Mektubundan anlaşılan, kah­ ramanlıktan vazgeçmek istiyordu ve kahramanlık sırası, ona göre, artık diğerlerine gelmişti. Bizzat Sabahattin Ali'nin yazdığına göre, "bu hale gelmişti" ve etrafındakiler yüzüne bile bakmıyorlardı. Sa­ bahattin Ali, mektubunda, bir daha mahkemelik olmayacağına iliş­ kin taahhütte bulunuyordu. Anlaşılan, son zamanlardaki gelişme­ ler; davalar, soruşturmalar, gözaltılar, tutuklamalar, mahkumiyetler ve bu durumun ileride de devam edeceğine ilişkin işaretler, Saba­ hattin Ali üzerinde hayli olumsuz tesirlerde bulunmuştu. 1 1 0 Yalçın Küçük, bir araştırmasında, cinayeti bizzat Sabahattin Ali'nin kusuruna bağlıyor. Küçük'e göre, bu konuda anlatılanlar, 108 Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, s. 276-283. Ayrıca bkz. Bayram, age, s. 37 ve 430. 109 Asım Bezirci, Sabahattin Ali, s. 1-61; Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, s. 1 10- 1 19; Korkmaz, age, s. 42-46; Ertüzün, age, s. 35 ve 77-69; Bezirci, age, s. 74; Ali ve Ôzkırımlı, age, s. 36, 71-77, 82-83, 88-89, 92, 1 121 1 3, 1 1 7-1 18, 129-130 ve 138-139; Bayram, Sabahattin Ali Olayı, s. 27, 50-5 1 , 80, 85, 1 1 7-1 18, 1 56, 1 65, 224-226, 238-239, 267, 277, 28 1 , 290-292, 357-358, 416-4 1 7, 436, 443, 445, 462-464 ve 467-468; Kü­ çük, agm, Bilim ve Edebiyat, s. 270-273 ve 289-290; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 5), s. 473-488; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 3), s. 137-166. 110 A li ve Özkırımlı, age, s. 270-272; Bayram, age, s. 99, 1 24-126, 160-1 70, 215-216, 245, 291, 327, 418 ve 447.

1 49

söylenenler ve yazılanlar, sadece mübalağa değil, fakat gerçekle il­ gisi olmayan olaylardır. Uydurmadır. Bunun böyle olduğu , ona göre, Sabahattin Ali'nin kişiliği ve yaşamı göz önüne alındığında kolayca ortaya çıkmaktadır. 1 1 1 Şimdi de bu iddianın gerekçelerine yakından bakalım; Kü­ çük'ün yazdıklarına geri dönelim: Vatan gazetesinin 19 Haziran 1948 tarihli sayısında, bir Bulgar çetesinin, Türk-Bulgar sınırın­ da bir baskın düzenlediği ve çıkan çatışmada da bir kişinin öldüğü haber veriliyordu . 1 1 2 Ertesi gün gazete haberini yineleniyor ve Bul­ gar sınırından Türk tarafına doğru ateş açıldığını ileri sürüyordu. Habere göre, Edirne'nin Lalapaşa kazasına bağlı Kalkansöğüt kö­ yüne bir Bulgar çetesince baskın düzenlenmiş ve bir Bulgar vatan­ daşı çıkan çatışmada ölmüş ya da öldürülmüştü. 1 1 3 Cumhuriyet ga­ zetesinin 19 Haziran tarihli haberinde de , aynı gelişmelere yer ve­ riliyor; ancak haberde, çatışmada bir Türk vatandaşının öldüğü ya da öldürüldüğü, bir Bulgar vatandaşının da yaralı olarak yakalan­ dığı belirtiliyordu. 1 1 4 Gazete , ertesi günkü haberinde, Bulgar va­ tandaşının da öldüğünü haber verecektir. 1 1 5 Cumhuriyet gazetesi, bu olaydan hemen sonra, 21 Haziran tarihli sayısında, muhteme­ len bu gelişmelerle ilgili olarak, Sofya'nın Ankara'ya bir nota ver­ diğini belirtiyordu. 1 1 6 Hürriyet gazetesinin yaklaşık altı ay sonraki l l l Küçük, agm, Bilim ve Edebiyat, s. 269-314; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 5), s. 473-488; Küçük, Ay­ dın Üzerine Tezler, (Cilt: 3), s. 137- 1 66. 1 12 Vatan, ( 19.6. 1948). Ayrıca bkz. Hürriyet, ( 1 9.6. 1 948). Ayrıca bkz. Küçük, agm, Bilim ve Edebiyat, s. 297298; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 5), s. 473-488; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Ci lt: 3), s. 137- 166. 1 13 Vatan, (20.6.1948). Ayrıca bkz. Hürriyet, ( 1 9.6.1948). Ayrıca bkz. Küçük, agm, Bilim ve Edebiyat, s. 297298; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 5), s. 473-488; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 3), s. 137- 166. 1 14 Cumhuriyet, ( 1 9.6. 1949). 115 Cumhuriyet, (20.6.1 949). 1 16 Cumhuriyet, (21.6.1949). Ayrıca bkz. Küçük, agm, Bilim ve Edebiyat, s. 296-297; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 3), s. 1 5 1 - 1 56; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 5), s. 473-488. Gerçekten de nota verilmiş­ ti. Bkz. Cumhuriyet, (24.6.1 948) Hürriyet gazetesinin 20 Haziran tarihli sayısında yayı nlanan başyazıda, Bulgaristan son olaylarla ilgi­ li olarak çok sert bir dil ve üslupla kınanıyordu. Hürriyet, "Azgın Bir Komşu", Hürriyet, (20.6.1 948). Selim Ragıp Emeç de, yine aynı gün Son Posta gazetesinde benzer saptamalarda bulunuyordu. Emeç' in iddiası­ na göre, elli ya da altmış kişiden oluşan bir Bulgar çetesi, Kalkansöğüt köyünü basm ış ve köyde arama ya­ parak, Mehmet ağa adındaki bir Türk vatandaşını öldürmüşlerdi. Daha sonra Türk tarafı ile çatışma çık­ mıştı ve bir Bulgar vatandaşı da bu sırada öldürü lmüştü. Selim Ragıp Emeç, "Bir B ulgar Kahpeliği Da ha", Son Posta, (20.6. 1 948); AT, Sayı: 1 75, (Haziran 1 948). Asım Us da, 22 Haziran' da Yeni Gazete'de yayın­ lanan bir yazısında, ölen Türk vatandaşının Selim oğlu Mehmet olduğunu bildiriyord u . Us'a göre, çete yedi ya da sekiz kişiden oluşuyordu. Us, yazısında, Bulgaristan topraklarında yaşayan Türklerden "fırsat ve im-

1 50

bir başka haberi de hayli ilginçti: Gazetenin 27 Aralık tarihli habe­ rine göre, Edime'de komünist bir çete yakalanmıştı ve çete üyele­ 1 17 ri mahkemeye verilecekti. Yalçın Küçük, araştırmasında , Sabahattin Ali'nin Ali Ertekin ya da polis tarafından öldürüldüğü iddialarının doğru olmadığı­ nı belirtiyor. Onun iddiası, Sabahattin Ali'nin, ya zekasına güvene­ rek ve yurt dışına kaçacağını polisin bildiğini bilmesine rağmen, yurt dışına çıkabilecek kadar cesur ve kendine güvenen bir kişi ol­ ması ya da polisin aradığı Bulgaristan'a adam kaçıran bir şebeke­ nin ele geçirilmesinde onun gönüllü işbirliği karşılığında, yurt dı­ şına çıkışına göz yumulacağı şeklindedir. Küçük, ikinci ihtimalin daha ağır bastığı kanısındadır. Ali Ertekin, sadece cinayeti üzeri­ ne alan kişidir ve daha sonra Milli Emniyet'e de girmiş olabilir. Sa­ bahattin Ali, ya gazetelere de yansımış olan bu olay sırasında ya da buna benzeyen bir başka olayda, ama benzer şekilde bilerek ya da kaza ile öldürülmüş olmalıdır. Kısaca, Sabahattin Ali, sınırdan adam kaçıran bir şebekenin polis tarafından yakalanma operasyo­ nunda, Küçük'ün deyimi ile, "yem" olarak kullanılmış olmalıdır. Ancak, büyük bir ihtimalle Sabahattin Ali bu rolü bilinçli oyna­ mış olmalıydı. 1 1 8 Aziz Nesin, "Dünyanın En Borçlu lnsanı " adlı yazısında, Yalçın Küçük'ün senaryosunu "doğruya en yakın olan" şeklinde tanımlı­ yor. Nesin'e göre, bu , "tastamam doğru" değilse de, bunun nede­ ni, bulunabilen "parçaların yetersizliği"dir. Yalçın Küçük, "doğru­ ların kimini sezebilmişti. " 1 1 9 Ne var ki, Aziz Nesin, cinayet hak­ kında hiçbir zaman başkaca bir açıklamada bulunmadığı gibi, ya­ şamı boyunca yazmaya da vakit bulamadı. Sabahattin Ali niçin ve nasıl öldürüldü sorusunun yanıtı bul­ mak, bugün için bile imkansız gibidir. Öncelikle Sabahattin Ali'nin kan bulan lar"ın "canlarını kurtarmak için, ölümü göze alarak, bazen hudut hatlarını geç"tiklerini ve "Türk topraklarına iltica" ettikleri ni açıklıyordu. Ona göre, "Kalkansöğüt köyünden Selim oğlu Mehmet aleyhin­ de Bulgar çeteleri nin düşmanlıkları, belki de bu tarz Türk mültecilerine yardım etm iş olması"ydı. Asım Us, "Trakya Hududumuzda Yapılan Bulgar Tecavüzü", Yeni Gazete, (22.6.1948); AT, Sayı: 175, (Haziran 1948). 1 1 7 Hürriyet, (27.12.1948). 1 18 Küçük, agm, Bilim ve Edebiyat, s. 269-3 14; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 3), s. 140-166; Küçük, Ay­ dın Üzerine Tezler, (Cilt: 5), s. 473-488; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 4), s. 139 ve 354. 1 1 9 Küçük, agm, Bilim ve Edebiyat, s. 305-3 14; Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 3), s. 165-166; Küçük, Ay­ dın Üzerine Tezler, (Cilt: 5), s. 473-488.

1 51

öldürülmesinin makul bir nedenini bulmak mümkün değildir . O zamana kadar solcu ya da komünist tanınan kişilerin, hatta yasa dışı örgüt yöneticilerinin dahi öldürüldükleri görülmemişti ve bu türden bir siyasi gelenek bulunmuyordu. Ayrıca , Yalçın Küçük'ün de belirttiği gibi, Sabahattin Ali, bu türden bir gelenek bulunsay­ dı dahi, listeye giremeyecek kadar siyasi faaliyetlerden de uzaktı. Şimdi bu soruya yine de bir yanıt bulmaya çalışalım: Birinci senaryo, Sabahattin Ali'nin, polisin komplosu sonucun­ da, bizzat Ali Ertekin tarafından yurt dışına kaçmak isterken sınır­ da öldürüldüğü yolundadır. Bu senaryoya göre, Ertekin, Milli Em­ niyet'in ajanıydı ve cinayet emir üzerine işlenmişti. Sabahattin Ali, farkında olmadan polisin komplosunda yer almıştı. Tanışıklık ve temas, hapishanede başlamış ve sınırda son bulmuştu. Cinayetin nedeni, Sabahattin Ali'nin Marka Paşa ve diğer gazete ve dergiler­ de etkin bir siyasi konuma sürüklenmiş olmasıydı. Bu suretle ya­ yın faaliyetine son verilmek istenmişti. Belki; fakat bu senaryoda önemli gedikler var; öncelikle işin ga­ rip kısmı, Sabahattin Ali cinayetinin işlendiğinden zaten kimsenin haberinin olmamasıdır. Eğer ceset bulunmasa, belki de daha uzun bir süre hiç kimse Sabahattin Ali'yi aramayacaktır bile. Onun yurt dışına çıkmış olduğu farz edilecektir; çünkü, daha önceden arala­ rında kararlaştırıldığı şekilde, şifreli kartla onun yurt dışına sağ sa­ lim çıkmış olduğu kesinlik kazanmıştır. Ali Ertekin'in Milli Emni­ yet ajanı olması ihtimaline gelince ; bu ilişki mahkemede kanıtlan­ mıştı. Yalçın Küçük'ün de belirttiği gibi, Milli Emniyet, cinayetten aylar sonra, kendi elemanını niçin mahkemeye çıkarmak zorunda kalsın sorusu ise yanıtlanamıyor. Çünkü, ortada ne bir ceset vardı, ne de cinayetin işlendiğine dair bir ihbar . Hiçkimse Sabahattin Ali'nin öldüğünü ya da öldürüldüğünü bil­ miyordu . Yurt içindeki tanıdıkları, onun yurt dışına çıktığından emindiler. Yurt dışındakiler de, o nun yurt içinde olduğunu sanı­ yorlardı. Sabahattin Ali ortadan kaybolmuştu. Ama ortadan kay­ bolacağını herkese anlatan zaten bizzat kendisiydi. Bu nedenle or­ tada endişe edecek ya da merak edecek bir şey yoktu. Her an bir yerden çıkagelebilir ya da haber gönderebilirdi. Öldüğünü ya da öldürüldüğünü kimse bilmiyor ve tahmin de etmiyordu. Bu du­ rumda Sabahattin Ali'nin ölmüş ya da öldürülmüş olduğunu açık1 52

lamaya bile gerek olmayabilirdi. Nitekim, bizzat Yalçın Küçük'ün de yazdığı gibi , ceset bulunduğunda bir açıklama yapılmamıştı. Halbuki 16 Haziran'da da ya da hemen sonrasında bir açıklama yapılabilirdi. O zaman yapılmadığına göre, belki de açıklama ya­ pılması düşünülmemişti bile. Bulunan ceset teşhis edilmese ve ce­ sedin Sabahattin Ali'ye aid olduğu resmen kabul edilmese, böy­ le bir dava bile açılmayabilirdi. Yani, tercih edilse, ceset faili meç­ hul kategorisinden kimsesizler mezarlığına gömülür ve Sabahat­ tin Ali'nin akıbeti, belki de günümüze kadar meçhul kalabilirdi. Ortadaki tek vakıa, Ali Ertekin'in Sabahattin Ali'yi öldürdüğü­ ne dair ifadesi ya da itirafıydı. Eğer Ertekin, Milli Emniyet ajanı ol­ saydı, onun mahkemeye çıkarılması için ciddi ve önemli bir ne­ den bulunmayacaktı. Milli Emniyet ajanı Ertekin'in ifşa edilme­ sini gerektirecek bir durum yoktu ve olamazdı da. Ayrıca, Saba­ hattin Ali'nin öldürülmesi ile sol yayın faaliyetlerine son verilme­ si de mümkün değildi. Çünkü, bizzat Aziz Nesin'in de belirttiği gi­ bi, Marka Paşa olsun, diğer yayınlar olsun, büyük ölçüde Aziz Ne­ sin tarafından gerçekleştiriliyordu. Sabahattin Ali'nin yayın faali­ yetindeki katkısı ya da rolü pek azdı. Yine Aziz Nesin'in de belirt­ tiği gibi, polis de bu gerçeğin farkındaydı. Sabahattin Ali, bu ne­ denle öldürülemezdi. Aziz Nesin de, zaten cinayetin Sabahattin Ali'nin kendi kusuru nedeniyle olabileceğine işaret ediyor ya da bunu ima ediyor. Bir başka gariplik, Milli Emniyet ajanı olduğu belirtilen Erte­ kin'in cinayetten sonra Sabahattin Ali'nin eşyalarını alıp yanın­ da götürmesi ve saklamasıydı. Bu , hatta tuhaftı. Ertekin, bunla­ rı elbette hatıra amacı ile değil, sadece hırsızlık amacı ile çalmıştı. Çünkü, bazı eşyaları satmıştı. Bazılarını ise, ısrarla ve özenle sak­ lamıştı. Mümkündür ki, onları da satmak isteyecekti. Milli Emni­ yet ajanının bu türden bir operasyondan sonra, öldürdüğü kişinin eşyalarını alması ya da çalması, saklaması ve satması, sanırım an­ lamsızdır. Ertekin, bütün bunları açıkça hırsızlık amacı ile yap­ mış olmalıydı. Geçmişi ve geçmişteki sicili de, bu türden bir yar­ gıyı hem kolaylaştırıyor ve hem de mümkün kılıyor. Milli Emni­ yet ajanı Ertekin'in bulunan cesedin Sabahattin Ali'ye aid olduğu kesin olarak anlaşıldıktan sonra yakalanması da, sürecin başkaca tuhaf bir halkasıdır. Olayın cinayet olduğu bilinmiyordu; cinayet 1 53

olduğu kanıtlansa bile, bir faili meçhul dosyası olarak kalması da beklenebilirdi. Dolayısıyla, Ertekin'in yakalanmasına ve hakkında dava açılmasına ve arkadaki fonda bulunan bütün ilişkilerin mah­ kemede ortaya çıkmasına da hiç gerek yoktu. İkinci senaryo , Sabahattin Ali'nin yurt dışına çıkmak isterken sınırda yakalandığı ve Milli Emniyet tarafından sorguya çekilir­ ken baskı ve işkence altında öldürüldüğü şeklindedir. Ceset sınır­ da bulunmuş gibi gösterilmişti. Ancak bu senaryo da eksiklikler­ le doludur. Öncelikle, Sabahattin Ali'nin niçin sorguya çekildiği­ ni soran Yalçın Küçük'e kulak vermek gerekir. Çünkü , Sabahat­ tin Ali, yaşamı boyunca bütün bildiklerini herkese, bu arada bile­ rek polise de aktarmıştı zaten. Onun bildiği ya da düşündüğü her­ şeyi herkes bilirdi. Bu şartlar altında Milli Emniyet'in Sabahattin Ali'yi öldürünceye kadar sorgulaması mümkün değildi. Hatta ge­ reksizdi de. Ayrıca, ceset sınırda bırakılmış olsa, bu durumda ilk soruya geri dönmek gerekir. Cinayet niçin açıklanmıştı ve sonun­ da Ali Ertekin niçin ifşa edilmek zorunda kalınmıştı? Bu sorular yine açıkta kalıyor. Bir başka senaryoyu ele alalım: Sabahattin Ali'nin hapishanede tanıştığı ve yurt dışına adam kaçırma şebekesi olduğundan kuşku duyulmayan grubun varlığıyla başlayalım. Sabahattin Ali, belki de geleceğe ilişkin bir olasılık için bu kişilerle yakınlık kurmuştu. Ge­ rektiğinde, tabii ücreti karşılığında, onlardan yardım alabilecekti. Yalçın Küçük'ün yazdıklarına göre, polis de bu şebekeyi arıyordu. Ancak burada da bir eksiklik var. Polis, kanımca zaten bu şebeke­ yi biliyordu. Çünkü, hem Ertekin, hem berber Hasan, zaten po­ lis tarafından yakalanmış ve hapishaneye düşmüşlerdi. Yani, de­ şifre edilmişlerdi. Polisin gözetiminde bundan sonra yapacakları tüm kaçırma eylemleri anında yakalanabilirdi. Bunun için ihbara ya da benzer bir başka katkıya gerek yoktu. Bu durumda şebeke­ nin yakalanmasında, Yalçın Küçük'ün düşündüğü gibi, Sabahattin Ali'nin ihbarına gerek yoktu. Yalçın Küçük ise, Sabahattin Ali'nin yurt dışına adam kaçıran şebekeyi polise ihbar etmek ve yakalatmak karşılığında, serbest­ çe ve muhtemelen polisin gözetiminde yurt dışına çıkışını güven­ ce altına almak istediğini; fakat sınırda güvenlik güçlerinin ateş aç­ ması ile öldürüldüğünü ya da bunun bir kaza olduğunu yazıyor. 1 54

Faruk Erem'in anılarında flüluk da olsa bu türden bir senaryo ye­ niden gözden geçiriliyor ve bir bakıma doğrulanıyor da. Ancak, bundan sonraki tüm gelişmelerin bir korku senaryosu olarak düzenlendiğini hatırlamamız gerekir. Cinayetin açıklanma­ sı ve mahkeme süreci, korku salmanın bir yöntemi olarak düşü­ nülmüştü, Yalçın Küçük'e göre. Küçük, şöyle yazıyor: "Sabahattin [ Ali] 'nin öldürülmesinden daha çok, öldürülmesinin açıklanması, açıklanma süreci içinde piyasaya sürülen senaryo, 1940'lı yılların 'korku senaryosu' içinde çok önemli bir bölümü oluyor.' Küçük'e göre , "hiçkimse sormadan resmi makamlar, Sabahattin [Ali ] 'nin feci ölümünü başka yerden toplanmış bir çuval kemikle ve tümüy­ le uydurma bir senaryo ile açıklıyorlar. (. . . ) Bir gerek var: Sabahat­ tin [ Ali] 'nin feci bir biçimde öldürülmesi yeterli olmuyor. Ölümü, sağ olanları öldürmek için kullanılmak isteniyor. Ölümünden kor­ ku yaymak istiyorlar. (. .. ) Dehşet, şiddetten daha etkilidir. " Yine Küçük şöyle yazıyor: "Korku senaryosunun en önemli sahnelerinden birisi, bir ölçüde kendiliğinden ha­ zır oldu. Sabahattin Ali'nin Bulgaristan sınırında kurşunlanarak öldürülmesini re­ jim, bir vahşet sahnesi olarak sunmakta yarar gördü. Sabahattin Ali'nin öldürül­ mesinden dört ay kadar sonra , ne yurt içinde, ne yurt dışında hiçbir soranı olmak­ sızın, yalnızca emniyet örgütünün inisiyatifi ile, başı taşla ezilerek öld ürülen solcu bir yazar kampanyasına konu yapıldı. Ya ratılan bir korku bulutu içinde, Sabahat­ tin Ali için reji m tarafından uydurulan ölüm senaryosunun tutarsızlıklarının h içbi­ risi bile fark ed ilmedi. Uzun ka m panya ile yalnızca daha derin korku enjekte ed ildi. Sabahatti n Ali'nin ölümünden de yararlanıldı. Katil sanda lyesine oturtulan bir in­ san kaçaksının uzun süren yargılanması, terör politikasının en etkin araçlarından birisi yapıldı. Yaşa nılan günlerin bilinçle algılanması önlendi." 1 20

Küçük'ün yazdıkları da senaryoyu tam olarak açıklamaktan uzaktır. Çünkü, sınırda, sınır çatışmasında öldürülen kişi Sabahat­ tin Ali ise, bu durumda, cesedin saklanması gerekirdi. Sonra ölüm tutanağının düzenlenmesini takiben cesedin gömülmesi gerekirdi. Cesedin teşhis edilmemesi ihtimali düşüktür. Eğer edildiyse, ya­ kınlarına haber verilmemesi düşünülemezdi. Mahkemede ortaya çıkan ve Sabahattin Ali'ye aid olan eşyalar ise, saklanmış olmalı . . . 120 Küçük, Aydın Üzerine Tezler, (Cilt: 4), s . 138-139 ve 248-249.

1 55

Ama neden? lleride yapılacak bir açıklamaya hazırlık olarak mı, ya da bir başka nedenle mi? Bu , beli değil. . . Küçük'ün açıklamaları da öyküyü kesin olarak ortaya koymaktan uzaktır. Kısaca özetlemek gerekirse ; Sabahattin Ali'nin öldürülmesi, uzun yıllar Türkiye solunun önemli bir gündem maddesi ola­ rak kalmışsa da; son yıllarda bu alanda artık yeni bir araştırma­ nın yapılmamış olması, muhtemeldir ki , bu esrarengiz olayın ay­ dınlatılması konusunda yeni bilgi bulmanın imkansızlığına bağ­ lanabilir. Bugünden bakıldığında, Soğuk Savaş'ın bütün hızıyla yayıldığı bir sırada, Bulgaristan sınırında geçişkenliklerin sürdüğü bir dö­ nemde, Sabahattin Ali'nin sınırda öldürülmüş halde bulunması­ nın yarattığı atmosfer, sol/sosyalistler açısından muhtemelen bo­ ğucu siyasal havanın daha da nefes alınamaz hale gelmiş olmasıyla sonuçlanmıştır. Fakat yine de sol üzerine terörün daha da artırıl­ ması için bu hayli gereksiz bir çaba olurdu. Bu bakımdan neresin­ den ele alınırsa alınsın, Sabahattin Ali cinayetinin açıklanması bu­ gün için dahi imkansızdır. 1 21

4. iSTi KLAL MAH KEM E LERi KAN U N U ' N U N KALDIRILMASI İstiklal Mahkemeleri Kanunu, biraz garip gelebilir ama, yeni dö­ nemde de varlığını sürdürmüştü. Hatta Recep Peker, Başbakan ol­ duğu sırada bu yasaya da bir göndermede bulunmuştu. Peker'in bu yasadan da yararlanabileceklerini muhalefete hatırlatmasının üzerinden artık hayli zaman geçmişti. Hatırlanacağı gibi, İstiklal Mahkemeleri Kanunu, Milli Mücadele'nin bir ürünüydü ve cum­ huriyet yıllarında da uygulanmıştı. 29 Nisan 1920 tarihinde Hıyaneti Vataniye Kanunu kabul edil­ mişti . 1 22 Yasa , TBMM'nin meşruluğuna karşı her çeşit ayaklan­ ma ve kışkırtıcılığın vatan hainliği olduğunu hükme bağlıyordu. 121 Diğer yandan; mesele, sol ayd ınlar arasında bu konuda şiddetli bir çatışmaya neden olmaya da devam et­ mektedir. Rasih Nüri İ leri ile Yalçı n Küçük arasındaki tartışma seneler sonra konunun yeniden canlanma­ sına neden olmuş gibi görünmektedir. Bkz. Yeni Gündem, Sayı: 29, (1-15 Eylül 1 985). Fakat yakın zaman­ larda konu unutulmaya yüz tutmuştur. 122 Düstur, (3. Tertip), Cilt: 1 , s. 4-6; RG, (7.2. 1921), Sayı: l ; (Kanun No: 2).

1 56

Vatana ihanetin cezası ise, idamdı. "Tahrikat ve teşvikat sebebiy­ le maddei fesat meydana çıkarsa, muharrik ve müşevvikler" yine idam edilecekti. Mahkeme kararları TBMM'nin onayı ile uygula­ nacaktı. Meclis'in onayından geçmeyen mahkeme kararlarının ye­ rine Meclis'in vereceği karar hüküm yerine geçecekti. 1 5 Nisan 1 923 tarihinde yasada yapılan bir değişiklikle vatan hainliği yeniden tanımlanmıştı: "Saltanatın ilgasına ve hukuku hakim iyet ve hükümranisinin gayri kabili terk ve te­ cezzi ve ferağ olmak üzere Türkiye halkının m ü messili hakikisi olan [Türkiye] Bü­ yük Millet Meclisi'nin şahsiyeti maneviyesinde mündemiç bulunduğuna dair 1 Teş­ rinisan i 1 338 [1 Kasım 1 922] tarihli karar hilafında veya Türkiye Büyük Millet Mec­ lisi'nin meşruiyetine isyan ı m utaza m m ın kavlen veya tahriren veya fiilen a nkastin muhalefet veya ifsadat veya neşriyatta bulunan, kesan haini vatan a ddolunur." 1 23

25 Şubat 1 925 tarihinde de maddeye şu ek gelmişti: "Dini veya mukaddesatı diniyeyi siyasi gayelere esas veya alet ittihaz maksadıyla cemiyetler teşkil i memnudur. Bu kabil cemiyetleri teşkil edenler veya bu cemiyetle­ re dahil olanlar, haini vatan addolunur. Dini veya mukaddesatı d inlyeyi alet ittihaz ederek, şekli devleti tebdil ve tağyir veya emn iyeti devleti ihlal veya dini veya mu­ kaddesatı diniyeyi ittihaz ederek, her ne suretle olursa olsun, ahali a rasına fesat ve nifak ilhakı için, gerek m ünferiden ve gerek müçtemian kavli veya tahriri veyahut fiili bir şekilde veya nutuk iradı veyah ut neşriyat icrası suretiyle harekette bulunan­ lar, haini vatan addolunur." 1 24

Firariler Hakkında Kanun ise, 1 1 Eylül 1 9 20 tarihinde kabul edilmişti. 1 2 5 Yasayla "muvazzaf ve gönlü ile hizmeti askeriyeye da­ hil olup da , firar edenler veya her ne surette olursa olsun firara se­ bebiyet verenler ve firari derdest ve sevkinde tekasül gösterenler ve firarileri ihfa ve iaşe ve ilbas edenler hakkında, mülki ve askeri kavaninde mevcut ahkam indelicap diğer guna mukarreratı cezai­ yeyi müstakillen hüküm ve tenfiz etmek üzere [ Türkiye] Büyük Millet Meclisi azalarından mürekkep İstiklal Mahkemeleri teşkil" ediliyordu. Mahkeme üyeleri, Meclis içinden ve yine Meclis tara­ fından seçiliyordu . Mahkemelerin sayısını ve görev yapacakları 123 Düstur, (3. Tertip), Cilt: 4, s. 67; (Kanun No: 334). 1 24 Düstur, (3. Tertip), Cilt: 6, s. 62; RG, (26.2.1 925), Sayı: 85; (Kanun No: 556). 125 Düstur, (3. Tertip), Cilt: 1, s. 44-45; RG, (21.2.192 1 ) , Sayı: 3; (Kanun No: 21).

1 57

bölgeleri, hükumetin önerisi üzerine, yine Meclis saptayacaktı. İs­ tiklal Mahkemeleri'nin kararları kesindi. 1 8 Eylül'de de çeşitli bölgelerde İstiklal Mahkemeleri kurul­ muştu. 26 Eylül'de ise, İstiklal Mahkemeleri'nin yetki alanı geniş­ letilmişti: "Kumandanların meratibi askeriye arasında itaat ve inzi bat teminine matuf hukuk ve salahiyetleri mahfuz kalmak üzere, istihlas ve istiklali vata n ve H ilafet için mü­ cadele eden [Türkiye] Büyük Millet Meclisi'nin amal ve maksadına m ünati olarak düşman maksat ve menfaatini terviç yollu teşvikat ve tahrikat ve ifsadatta bulu­ nanlar ve memleketin kuvayı maddiye ve maneviyesini her ne suretle olursa olsun kesrü tenkise say edenler ve düşman hesabına askeri ve siyasi casusluk edenler­ le 29 Nisan 1336 tarihli Hıyaneti Vataniye Kanunu'nun m uhtevi olduğu mevaddan dolayı maznunualeyh bulunanların icrayı muhakeme ve tenfizi h üküm salahiyeti is­ tiklal Mahkemeleri teşekkül eden mıntıka larda mehakimi mezküreye" verildi. 1 26

3 1 Temmuz 1 922 tarihinde de İstiklal Mehakimi Kanunu ka­ bul edilmişti. 1 27 Yasa, hükümetçe görülecek lüzum üzerine , TBMM'nin onayı halinde, gereken bölgelerde İstiklal Mahkeme­ leri'nin kurulmasını öngörüyordu. Mahkeme üyeleri, yine Meclis içinden ve Meclis tarafından seçilecekti. İstiklal Mahkemeleri'nin görevleri ise, yasada şöyle saptanmıştı: "Muvazzaf ve gönlü ile h izmeti askeriyeye dahil olup da, fira r edenler ve fira ra se­ bebiyet veren ler ve firari derdest ve sevkinde tekasül gösterenler ve firari leri bilih­ tiyar ihta ve iaşe ve ilbas edenler hakkında ceza kanunnamesiyle askeri kava n in­ de m uayyen cezai h ü küm ve esbabı m u haffefe ve müşeddede mevcut olduğu tak­ dirde yalnız bu fıkradaki ceraime münhasır olmak üzere tensip edeceği diğer güna mukarreratı ittihaz eylemek; 29 Nisan 1 336 tarihli Hıyaneti Vatan iye Kanunu'nun m u htevi olduğu cera i m i ; devletin e m n iyeti hariciye ve d a h i l iyes i n i ihlal edenler 1 26 Bkz. Düstur, (3. Tertip), Ci lt: 1, s. 47, (Karar No: 45); Cilt: 1 , s. 56-57, (RG, (28.2. 1921), Sayı: 4), (Kanun No: 28); Cilt: 1, s. 72, (Kanun No: 52); Cilt: 1, s. 90, (Karar No: 68); Cilt: 1, s. 90, (Karar No: 73); Cilt: 1, s. 91, (Kararname No: 344); Cilt: 1 , s. 1 1 0- 1 1 1 , (RG, (4.4 . 1 92 1), Sayı: 9), (Kanun No: 65); Cilt: 1 , s. 1 5 1 , (Karar No: 97); Cilt: 2, s. 20, (Karar No: 1 15); Cilt: 2, s. 83, (Karar No: 140); Cilt: 2, s. 94, (Kanun No: 1 55); Ci lt: 3, s. 63, (Karar No: 2 7 1). 127 Düstur, (3. Tertip), Cilt: 3, s. 68-70, (Ka nun No: 249). Ayrıca bkz. Düstur, (3. Tertip), Cilt: 3, s. 70, (Karar No: 274); Cilt: 3, s. 135, (Karar No: 1 62); Cilt: 4, s. 71, (Karar No: 386); Cilt: 6, s. 7-8, (Tefsir No: 49); Cilt: 6, s. 89-90, (RG, (4.3.3 1925), Sayı: 87), (Karar No: 1 1 7); Cilt: 6, s. 217, (RG, (23.4. 1925), Sayı: 96), (Karar No: 135); Cilt: 6, s. 2 1 7, (RG, (23.4. 1 925), Sayı: 96), (Karar No: 136); Cilt: 7, s. 230, (RG, (13.2.1926), Sayı: 306, (Kanun No: 738); Cilt: 8, s. 3, (RG, ( 10. 1 1 . 1926), Sayı: 507), (Karar No: 267).

1 58

hakkında Ceza Kanunu'nun biri nci babının birinci ve ikinci fasılları nda muharrer cera i m i ; a skeri ve siyasi casusluk ve suikastı siyasi ve asker a ilelerine taarruz ve tecavüz cerai m i ; seferberl ikte teda riki vesaiti nakl iye kom isyonlarının su istima lat ve musamahatı hakkında Askeri Ceza Kanunu'na m üzeyyel 1 2 Şevval 1 332 ve 2 1 Ağustos 1 330 tarihli ka nunu m uvakkatın birinci maddesini muaddil 2 8 Rebiüla­ hır 1 332 ve 2 Mart 1331 tarihli kan u nda m usarrah cera i m i rüyet etmek; ihtilas­ ta bulunan, rüşvet alan bilumum mem urini m ü lkiye ve askeriyeyi ve bunlara han­ gi sınıftan olursa olsun iştirak ve vesatat eyleyenleri; nüfOzu memu riyetinden is­ tifade ederek halka zul ü m ve işkencede bulunan memuri n i mülkiye ve askeriye­ yi m u hakeme etmek."

TBMM'nin İstiklal Mahkemeleri'nin görev alanını sınırlama­ ya yetkisi vardı . Mahkemelerin idam dışındaki kararları kesin­ di . ldam kararları ise , Meclis'in onayına tabiydi. Ancak, "müsta­ cel ve müstesna hal ve zamanda idam hükümlerinin dahi Mec­ lis'ce tasdik edilmeksizin infazına Meclis kararı ile mezuniyet verilebilir"di. Mahkeme kararlarına savcının itiraz etme hakkı var­ dı; itiraz halinde, kesin kararı Meclis vermekteydi. Mahkeme üye­ leri, altı ayda bir Meclis tarafından seçilecekti; ancak bu sürenin sona ermesinden önce de mahkeme heyetinin tamamen ya da kıs­ men değiştirilmesi TBMM'nin kararı ile mümkündü. 1 28 İstiklal Mahkemeleri'nin faaliyetine son verilmişti; uzun za­ mandan beri TBMM kararı ile hiçbir İstiklal Mahkemesi kurul­ mamıştı. Ama TBMM'nin gerekli göreceği bir zamanda yeni İs­ tiklal Mahkemeleri kurabilmesi, bu yasa ile her zaman için müm­ kündü . Yeni dönemde İstiklal Mahkemeleri'nin kaldırılması ise, hiç gündeme gelmemişti. Bununla birlikte, 1 948 yılının ilk yarı­ sının sonlarına doğru DP İstanbul milletvekilleri Adnan Adıvar ile Cihat Baban, İstiklal Mahkemeleri Kanunu ile tadil ve ekleri­ nin yürürlükten kaldırılması için bir yasa önerisinde bulunmuş1 28 Düstur, (3. Tertip), Cilt: 7, s. 1 09; RG, (28. 1 1 . 1925), Sayı: 230; (Karar No: 1 68). Bu karar ile "Ankara i stik­ lal Mahkemesi'nce verilecek idam hükümlerinin dahi Meclisi Ali'nin tasdikine arz edilmeksizin infazı" ka­ bul edildi. 29 Mayıs 1926 tarihinde İstiklal Mahkemeleri'nin görev alanları ile ilgili bir değişiklik daha ya­ pıldı: "Kanunu cezanın ikinci kitabının birinci babının birinci, ikinci, dördüncü fasıllarında vatan ve dev­ let kuvvetleri aleyhindeki cürümleri irtikap edenlerle mezkür fasıllar arasında müşterek hükümlerde mev­ cut ceraimi irtikap edenler." Düstur, (3. Tertip), Ci lt: 7, s. 1370; RG, ( 16.6. 1 926). Sayı: 400. İstiklal Mahke­ meleri ile i lgili olarak bkz. Ergun Aybars, istiklal Mahkemeleri ve istiklal Mahkemeleri (1 923-1927); Tun­ çay, Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması ( 1 923-1 931), s. 140- 1 7 1 ; Erik Jan Zürc­ her, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 2 1 1-292.

1 59

lardı. 1 29 Adıvar ile Baban, yasa önerisinin gerekçesinde şu görüş­ lere yer vermişlerdi: " İstiklal H arbi esnasında mem leketin içi ndeki hıya netleri önlemek ve zaferden sonra da ya p ı l a n i n kı l a p l a rı m uhafaza etmek gayesi ile kuru l m u ş olan i sti klal Mahkemeleri, tarihi rolleri n i oynamış, vazifelerini bitirm i ş bulunuyorlar. Bugün içinde bulunduğumuz devir, bizi fevkalade ted birlerden uzak tutmaktadır. Bu iti­ barla, h izmetin i ve vazifesi n i ya pmış olan bu şiddet kanununun da mer' iyetten ka lkması m uvafık görü l m üş ve bugü nkü demokratik i nkişaf devrin i n zihn iyeti­ ne uyularak . " 1 30 .

.

Bu gerekçede dikkati çeken husus, DP'nin de istiklal Mahkele­ leri'nin zamanında önemli bir "tarihi rol" oynadığını kabullenme­ sidir. "Şiddet kanunu"nun "hizmetini ve vazifesini yapmış" oldu­ ğu kabul ediliyordu. Mahkemelerin kararlarına yönelik en küçük bir eleştiri dahi yoktu. Artık zamanını doldurmuş olmalarından ve gerek kalmadığından kaldırılmalıydılar. Tasan hakkında 18 Ocak 1 949 tarihinde hazırlanan içişleri Ko­ misyonu raporunda, tasarıya karşı çıkan üyelerin de bulunduğu belirtiliyor, ancak tasarının benimsenmesi gerektiğine değiniliyor­ du. 1 3 1 içişleri Komisyonu raporunda şu görüşlere yer verilmişti: "Teklifin tümü üzerinde açılan m üzakerede; arkadaşlardan bazıları, 31 Tem muz 1338 tarihli 249 sayılı kanun, esasen daha evvel , Milli Mücadele senelerinde, mu­ vazzaf ve gönüllü olarak askerlik hizmetine dahil olup [da] firar edenlerle firara se­ bebiyet, firariyi ihta ve h ıyaneti vatan iye suçların ı , kısa ve kesin m u hakeme usulü ile neticelendirmek üzere, 21, 28 ve 65 sayılı kanunlar yerine kai m olarak yürürlüğe konmuş ve m illi davanın zaferle sonuçlanması ile beraber, zaferden sonra da Ata­ türk' ün başarı ile tahakkuk ettirdiği i n kılapların yerleşme ve kökleşmesinde tesiri görülmüş ve kanunun yedinci maddesinde gösteri ldiği üzere, 'esbabı teşkilin zeva­ li ile İstiklal Mahkemeleri'nin faaliyetleri, Meclis kararı ile tatil' olunalı yı llar geç1 29 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 18, 77. Birleşim , (28.4. 1 949), S. Sayısı: 1 82. Bundan sonra bu konu­ da verilecek bütün bilgiler için, dipnotlarda aksi gösterilmediği takdirde, aynı kaynak kullanılacaktır. Tasa­ rının lehindeki yazılar için bkz. Bahadır Dülger, " i stiklal Mahkemeleri Kaldırılmalıdır", Tasvir, (16.12.1948); Hüseyin Cahil Yalçın, " İ stikal Mahkemeleri", Ulus, ( 1 9.12.1948); AT, Sayı: 181, (Aralık 1 948). 1 30 TBMM TD, (aynı yerde), (28.4. 1 949), S. Sayısı: 182. B u ndan sonra bu konuda verilecek bütün bilgiler için, dipnotlarda aksi gösterilmediği takdirde, aynı kaynak kullanılacaktır. 1 3 1 Ayrıca bkz. Vatan, (6. 1.1949). Gazetenin haberine göre, CHP milletvekili Rasih Kaplan ile Atıf Tüzün, İçişleri Komisyonu'nda tasarının aleyhinde görüş belirtmişlerdi. Hürriyet gazetesi ise, yasanın kaldırılacağın ı ha­ ber veriyordu. Hürriyet, (6. 1 .1949).

1 60

miş ve bu suretle müessesenin faa liyetten kalkması, kanun da, haddizatında fiilen yürürlükte bulunmaması neticesini kendi kendine hasıl etmiş ve şimdiki halde, bu­ nu m üdevvenatı mız arasında ancak tari hi bir bergüzar olarak yer tutmuş olduğuna göre, hüdanegerde, Meclis kararı ile tekrar olağanüstü bir ted bir olarak müracaat olunacak tarihi değeri haiz böyle bir ihtiyatı, nazari bir düşünce ile elden bırakma­ ya, pratik bakımdan ihtiyaç olmadığı beyanı ile, teklifin reddi lüzumunu ileri sür­ m üşler ise de, esbabı teşkilin zeval i üzerine, İstiklal Mahkemeleri'nin faaliyetlerine Meclis kararı ile son verilmesi demek, 249 sayılı kanun ile ek ve tadillerinin yürür­ lükten hukuken kaldırmak demek olmayacağı, bu kanun yürürlükte kalırsa, mezkur mahkemelerin yine Meclis kararı ile ihdas olunabileceği, bu takdirde de, 249 sayı­ lı kanun ile bu mahkemelerin vazifeleri sahasına giren suçları gösteren eski Ceza Kanunnamesi, Hıyaneti Vataniye Kanunu, Mükelefiyeti Askeriye Kanunu tamamen kaldırılara k, aynı suçlar için bütün mahiyetleri ve yen i yeni unsurları ile daha son­ rada n kanunlaşan Türk Ceza Kanunu'nda, Askerlik Kanunu'nda yer aldığı, bu se­ beple, memleketçe hiç i htiyaç görülmemesi temenniye şayan olan olağanüstü bir hal hudusünde, 249 sayılı kanunu, metinde yeni değişiklikler yapmadıkça, yürürlü­ ğe koyup, istiklal Mahkemeleri' ne vazife tevdi ine, zaten maddeten ve hukuken im­ kan olamayacğı, bugün fiilen yürürlükte bulunmayan mevkur kanunu, ek ve tad ille­ ri ile birlikte hukuken de yürürlükten kaldırmakta artık h içbir mahzur bulunamaya­ cağı; diğer taraftan, milli davanın zaferine ve Kemalist inkılabın kökleşmesine is­ tiklal Mahkemeleri'nin tertib kudretini ve 249 sayılı kanunun kuvvei teyidiyesini ye­ gane esas diye almak yerine, zaferin de, inkılabın da, büyük Türk M illeti'nin olan­ ca varlığını ortaya koyarak, canla, gönülle, Atatürk'ün nurlu yolunda , gayretle ko­ yulmuş olduğunun mesut bir neticesi olarak kabul ve teslim edilmesi, tarihi haki­ katlere daha uygun olacağı; hususi ile mem leketimizce demokrasi yolunda günden güne huzur ve emniyet içinde ilerleyen gelişmeleri yanında, bugünkü anayasa an­ layışımızla da a rtık bağdaşık görülemeyen 249, 738 ve 868 sayılı kan unların yür­ rü lükten kaldırılması zaruri olup, olağanüstü bir hal hudusünde, a nayasa m ız ile idare ve m i lli korunma mevzuatı mız, amme nizamının deva mına yeter garanti teş­ kil edebileceği ve istikbalde yeter görü l mezse, gereken kanun ve teşkilatı koymakta büyük Meclis'in yasa ma yetkisi, aziz vatanın sela metin i her za man katil bulundu­ ğu, bu itibarla milli tari hi mizde yeri ve değeri malum ve m üsellem olup, devrin i ik­ mal etmiş, fiilen ve hukuken halde ve i stikba lde hayatiyetini zaten kaybetmiş olan bu kanun, ek ve tadilleri ile müdevvenatımızda n çıkarı lıp, tatbikatına aid mahfu­ zatta birçok muhassenatı ve bir hayli de mahzurları ile birlikte, Türk hukuk tarihine tevdii daha isabetl i olacağı ...

"

1 61

Görüldüğü gibi, İçişleri Komisyonu raporunda, bazı komisyon üyelerinin ilgili yasanın yürürlükten kaldırılmasına karşı çıktığı açıklanıyordu. Bununla beraber, komisyon üyelerinin çoğunlu­ ğu , hükumetin de onayı ile yasanın kaldırılması yönünde tutum almıştı. Diğer yandan, komisyon üyelerinin çoğunluğunun görü­ şüne göre , anayasanın yeni dönemdeki yorumu, artık bu türden bir yasanın varlık nedenini ortadan kaldırıyordu . Bu görüş, 1924 Anayasası'nın tek-parti döneminde farklı, yeni dönemde artık da­ ha farklı yorumlandığının açık bir itirafıydı. Oysa anayasa hiç de­ ğişmemişti. Ayrıca, mevcut yasa, yeni hukuk sistemi içinde artık yer alamazdı. Zaten gerektiğinde yeni önlemler alınması her za­ man için mümkündü. Bu kapının her zaman için aralık olduğu­ nun hatırlatılmak zorunda kalınması ya da istenmesi de, ayrıca il­ ginç bir başka husustu. Bununla birlikte , komisyon raporuna muhalefet şerhi düşen üyeler arasında CHP milletvekilleri Atıf Tüzün ile Rasih Kaplan da vardı. Kaplan'a göre, yasanın kaldırılması önerisi, " istiklal sa­ vaşı hatıralarına saygısızlık" sayılmalıydı. Tüzün'e göre de, zaten yasa fiilen yürürlükte değildi. " Kanun, bilfiil mevkii mer'iyette de­ ğildi. (. . . ) Ancak hükmen mevcut olan kanunu kaldırmak için ka­ nun yapmakta da kanuni bir faide mülahaza edilemez [ di] . Müdev­ venatı kanuniyemiz arasında muhafaza edilmesine" gerek vardı. Adalet Komisyonu raporunda da, "3 1 Temmuz 1 339 tarih ve 249 sayılı İstiklal Mahakimi Kanunu'nun Türk tarihinde şerefli bir dönüm noktası teşkil eden, milli karakteri haiz, engin manalı ve istikbali tayin eden hadiselerin cereyanı sırasında hizmetini yap­ mış" olduğu belirtiliyor ve tasarının benimsenmesi isteniyordu. Komisyon üyesi CHP milletvekili E. Oran ise , rapora muhalefet şerhi düşmüş ve "Esasen bu kanun [ un] yürürlüğe girmesi Meclis kararına bağlıdır. Kaldırılması zarureti yoktur. " demişti. Yasa tasarısı, üzerinde herhangi bir görüşme yapılmaksızın, ka­ bul edilecektir. 1 32 Tasarının gerek iktidar ve gerekse muhalefet ta­ rafından hiçbir tartışmaya yer vermeyecek şekilde görüşmesiz ka­ bul edilmesi de ilginçti. Anlaşıla n , ne iktidar, ne de muhalefet, siyasi tarihimizin bu önemli dönüm noktası üzerinde görüş belirt132 TBMM TD, (aynı yerde), (28.41949); TBMM TD, Dönem : 8, Toplantı: 3, Cilt: 19, 80. B irleşim, (4.5. 1949). Ay­ rıca bkz. Giritlioğlu, age, s. 189-190; Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 274.

1 62

mek istiyordu. Konunun yeniden gündeme gelmesi ve tartışılması, gerek iktidar ve gerekse muhalefet tarafından uzlaşma halinde ge­ reksiz görülmüş olmalıydı. MP'nin de bu uzlaşmaya katılması dik­ kat çekicidir. Çünkü, hiç olmazsa MP, İstiklal Mahkemeleri üze­ rinde bir tartışma açılmasına vesile olabilirdi. Anlaşılan MP dahi, bu tür bir tartışmanın uzağında kalmak istemişti. İstiklal Mahke­ meleri yasası da, sessiz sedasız tarihe karışmıştı.

5. RADYO TARTIŞ MASI: BAS I N VE YAYIN G E N E L M Ü DÜRLÜGÜ KURULUŞ VE GÖR EVLERi HAKKIN DAKI YASADA YAPI LAN DEGIŞIKLIK Hatırlanacağı gibi, muhalefetin şikayetçi olduğu bir başka konu da, siyasi partilerin, ama özellikle de muhalefet partilerinin radyo­ dan yararlanma hakkına getirilen kısıtlamalar ya da daha doğru­ su, bu türden bir hakkın yasal güvence altına alınmamasıydı. DP, kendisine radyodan iktidar ölçüsünde eşit yararlanma imkanı sağ­ lanması için değişik zamanlarda başvuruda bulunmuş, ancak bu başvurularından olumlu bir sonuç alamamıştı. Yine hatırlanacağı gibi, radyodan yararlanma hakkı, iktidar açısından, hükumet par­ tisi olarak geniş; buna karşılık muhalefet partileri için son derece dar bir kapsamda düzenlenmişti. İktidar, yani hükumet, radyodan istediği gibi yayın yapabilirken; muhalefet partileri için böylesine bir imkan hiç yoktu. İsmail Hakkı Çevik, ilgili yasanın 20 . maddesinde değişiklik ya­ pılmasına ilişkin olarak hazırladığı yasa tasarısının gerekçesinde, şu görüşlere yer vermişti: "Radyo tesisleri, memleketimizde devlet malı olup, bu cihazlarla yapılacak neşriya­ ta h ükumet bir takım tahditler koymuş olduğu için , iktidar partisinin haricinde ka­ lan siyasi partiler, memleket olaylarına aid fikir ve düşüncelerini bu vasıta ile hal­ ka yaymak hakkından mahrum kalmışlardır. (. .. ) Siyasi parti lerin eşit haklara sa­ hip olmaları düsturunun fiilen belirtilmesi bakı mından teklif olunan fıkranın kanu­ na ilavesi zaruretini doğurm uştur." 1 33

133 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt. 16, 50. Birleşim, (23.2.1 949), S. Sayısı: 186; TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt. 16, 50. Birleşim, (23.2. 1 949). Bundan sonra bu konuda verilecek bütün bilgiler için, dip­ notlarda aksi gösterilmediği takdirde, aynı kaynak kullanılacaktır.

1 63

Daha önceki bir tarihe aid olan Çevik'in önerisi şöyleydi: "Teşekkülleri hükumetçe ka bul ve tasdik edilmiş olan siyasi partiler, yukarıda fık­ ralarda yazıl ı kayıtlara tabi olma ks ızın, haftada i ki saati geçmemek şartı ile, se­ çecekleri organları ile ücretsiz olarak devlete aid radyolarda neşriyat ya pabilirler. Partilerin bu şeki lde yapacakları neşriyatın saatleri, parti idareleri ile radyo idaresi arasında kararlaştırılır. Bu gibi neşriyattan radyo idaresi mesul değildir."

Çevik'in önerisi de doğrusu garipti. Çünkü, bir kere, "teşekkül­ leri hükumetçe kabul ve tasdik edilmiş olan siyasi partiler" tanımı, Cemiyetler Kanunu'na açıkça aykırıydı. Çünkü, Cemiyetler Kanu­ nu'na göre, siyasi partilerin kuruluşu hükumetin iznine tabi değil­ di. 1 34 Diğer yandan, haftada iki saat süre geniş bir zamanı kapsı­ yordu. Yayın saatlerinin saptanması ise, yine "radyo idaresi"ne bı­ rakılıyordu ki, bu , bir muhalefet partisi açısından sorun yaratma­ ya elverişli bir hükümdü. Çünkü, "radyo idaresi" , bir kamu kuru­ luşuydu ve hükumetin denetimi altındaydı. Çevik'in yasa tasarısına ilişkin olarak hazırlanan 30 Ocak 1 948 tarihli İçişleri Komisyonu raporunda -ki, bu suretle önerinin bu tarihten önce yapıldığını öğrenmek de mümkündür- şu görüşle­ re yer veriliyordu : "Radyonun başlıca galip karakteri, devlet elinde bir m illi terbiye ve kültür m üesse­ sesi olup, iç politika polemiklerine alet edilemeyeceğinin, birçok demokrat mem le­ ketlerde olduğu gibi, bizde de esas olara k ka bulü, a ncak seçim za m a n la rında par­ ti progra mının um umi efkar önünde teşrihi gibi, m uayyen ve eşit şartlar dahilinde radyodan faydalanılması keyfiyeti, 4475 sayı l ı ka nunu günün i htiyaçlarına göre ye­ ni baştan gözden geçirilerek, ıslahı gereken nokta larla birl ikte, bu ciheti de ihtiva etmek üzere, hükumetçe a ra seçim lere tekaddüm edecek za manda bir tasarı hazır­ lanıp getirileceği beya nı ile, [bu] teklifin de o zaman birleştirilerek incelemenin da­ ha m uvafık olacağı, hükumet adına [Başbakan Yardı mcısı] Fai k Ahmet Ba rutçu ta­ rafından ileri sürülmüş ve buna teklif sahibi de muvafakat ederek ...

"

Bu aşamadan sonra Başbakan Hasan Saka imzası ile 26 Kasım 1 948 tarihinde TBMM'ye sunulan yasa tasarısının gerekçesinde ise, şöyle deniliyordu:

134 Cemiyetler Kanunu'na ve yasada yapılan değişikliğe ili şkin geniş ve ayrıntılı bilgi içi n bkz. Cem i l Koçak, İkinci Parti, İktidar ve Demokratlar ve Rejim Krizi.

1 64

"Memleketimizde siyasi partilerin taadüdü dolayısıyla devletin idaresinde bulunan radyodan siyasi partilerin istifadelerini temin edecek usullerin tesbiti lüzumlu gö­ rülerek, diğer memleketlerin bu hususta kabul etmiş oldukları esaslar da incelen­ dikten sonra, Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü Teşkilat, Vazife ve Mem urları Hak­ kındaki Kanunu'nun 20. maddesine bazı fıkralar eklenmesine dair ilişik kanun ta­ sarısı hazırlanmıştır. Radyoda siyasi yayınlara müsaade olunan ileri demokratik memleketlerin ço­ ğunda bu müsaade mahdut ve muayyen seanslara hasredilmiş ve yayınların kon­ trol altında yapıl ması esası kabul olunmuş bulunduğu cihetle, hazırlanan tasarıda da bu esaslardan hareket edilmiştir. Bu yayınlar, umumi seçim zamanlarına hasrolunmuştur. Bu yayınlar için hazır­ lanıp evvelden Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü'ne verilecek olan konuşma metin­ leri, memleketin genel asayişi ve devletin güvenliğini bozacak veya suç teşkil ede­ cek mahiyette ifadeleri m uhtevi bulunduğu görülürse, bunların adalet makam la­ rınca tad i l olunduktan sonra yayınlanması, 4955 sayılı kanundaki esastan mülhem olarak tasarıya eklenm iştir." 1 3 5

Öncelikle göze çarpan husus, radyodan yararlanabilmenin yal­ nızca genel seçim dönemi ile sınırlanmış olmasıydı. Bundan kast edilen, herhalde yalnızca milletvekili seçimleriydi. Siyası partilerin bunun dışında radyodan yararlanma imkanı yoktu. Bu hükmün hükumeti de kapsayıp kapsamadığı tamamen muğlaktı ve muh­ temelen kapsamıyordu. Diğer yandan, sınırlama bununla da kal­ mıyordu. lkinci sınırlama, adeta sansür yetkisi tanıyordu. Muhte­ melen muhalefette bulunan siyası partilerin konuşma metinleri, radyodan yararlanma hakkı genel seçime münhasır olduğuna gö­ re, yani partilerin seçim propaganda konuşmaları, bir kamu kuru­ luşu olarak doğrudan doğruya hükumetin, yani iktidardaki siyası partinin denetimi altında bulunan Basın ve Yayın Genel Müdür­ lüğü'nce, bir başka deyişle devlet memurlarınca denetlenecekti. Konuşma metinlerinin "memleketin genel aşayişi ve devletin gü­ venliğini bozacak" mahiyette olmaması gerekiyordu . Bu tanım­ ların muğlaklığı, konunun siyası düzlemde ele alınacağının ba­ riz bir göstergesiydi. Ayrıca, "suç teşkil edecek mahiyette ifade­ ler" bulunduğu takdirde de, bu türden konuşma metinleri, "ada135 Tasarının bazı şerhlerle lehinde yer alan bir muhalefet milletvekilinin görüşleri için bkz. Cihat Baban, "Mu­ halefet de Radyodan İ stifade Edecek", Tasvir, (6. 12. 1948); AT, Sayı: 1 8 1 , (Aralık 1948).

1 65

let makamları"nca "tadil" edilecek ve ancak daha sonra yayınla­ nabilecekti. "Adalet makamları" deyimi ile muhtemelen mahke­ meler, yani yargıçlar kasd ediliyordu. Bu suretle "adalet makam­ ları", siyasi metinler üzerinde hakem rolü oynayacaklardı ve bu durum, yargıçların siyasete karışmaları şeklinde değerlendirilmi­ yordu. Oysa, seçimlerde yargı denetimi sorunu , hatırlanacağı gi­ bi, yargıçların siyasete katılmalarının engellenmesi için çözüleme­ den kalmıştı. Tasarının gerekçesine uygun olarak ilgili maddeye, hükumetin önerisi ile şu eklemede bulunulması öngörülmüştü: "[Türkiye] Büyük Millet Meclisi'nde m i lletvekil i olara k üyesi bulunan siyasi partile­ re, genel seçimlerinde program larını izah için, seçim tarihine on beş gün kala baş­ l ayı p, bu tarihten iki gün öncesine kadar olan süre içinde, en çok on beşer dakika­ lık üç sea nsı geçmemek üzere, devlet radyolarında parasız kon uşma zamanı ayrılır. Bu konuşmaların zamanı ve sırası, Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü'nce bell i edile­ rek, partilere tebliğ ve radyo i le ilan olunur. Bu seanslar birleştirilemez. Siyasi par­ tiler adına kon uşma zamanı ayrıl ması, p a rti lerin temsi le yetki l i uzuvla rı tarafın ­ dan i mzalanmış bir yazı i l e istenilir. Kon uşmayı ya pacak o l a n sözcülerin hüviye­ ti de yazıda gösterilir. Yapılacak konuşmalar, en az üç gün önce yazılı olarak Basın ve Yayın Genel Mü­ dürlüğü' ne verilir. Bu konuşma metinlerinde suç teşkil edecek veya devlet güvenli­ ğini, genel asayişi bozacak mahiyette ifadeler bulunduğu takdirde, konuşma yazı­ sı, münasip tadiller yapılmak üzere Genel Müdürlük'çe mahalli Cumhuriyet Savcılı­ ğı'na gönderilir. Savcılık, incelemesini yirm idört saat içinde bitirir. Parti konuşma­ larından doğacak sorum luluk, parti adına konuşanlara aiddir."

Görüldüğü gibi , tasarıda önemli sınırlamalar öngörülmüştü . Öncelikle, radyodan yararlanma hakkı, sadece TBMM'de üyesi bu­ lunan siyasi partilere tanınıyordu. Meclis dışında kalan siyasi par­ tilerin bu haktan yararlanma imkanı yoktu . lkinci olarak, tasarının gerekçesine uygun bir şekilde, radyodan yararlanma hakkı, sadece milletvekili genel seçimi dönemine aiddi ve süre itibari ile toplam kırk beş dakika ile sınırlıydı. Radyodan yararlanma zamanı da, yi­ ne bir kamu kuruluşunun, Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü'nün takdirine bırakılmıştı. Bu, muhalefetin konuşma zamanının ve sı­ rasının iktidar partisi tarafından saptanacağının bariz bir gösterge­ siydi. Bir diğer konu da, yukarıda tartıştığım "adalet makamları" 1 66

tanımının cumhuriyet savcıları şekline dönüşmesiydi. Siyasi me­ tinler, buna göre cumhuriyet savcıları tarafından değerlendirile­ cek ve gerektiğinde de tadil edilecekti. Bir anlamda partilerin se­ çim propaganda metinlerini savcılar yeniden yazabileceklerdi. Yasa tasarısına ilişkin 8 Aralık 1948 tarihli İçişleri Komisyo­ nu raporunda, Çevik'in önerisinin olsun, hükumet tasarısının ol­ sun incelendiği belirtiliyor ve "radyodan siyasi partilerimizin eşit şartlarla faydalanması esasının kabulünde" gösterilen gerekçelerin geçerli olduğuna değiniliyordu . Ancak, "politik tartışma ve pro­ pagandaların ya hiç yeri olmamak" gerekiyordu ya da "muayyen maksatlarla ancak memleketin heyeti mecmuasına yüksek mil­ li mukadderatın bahis konusu olduğu milli hakimiyetin tecelliya­ tı ile ilgili siyasi programların izahı kabilinden seçim hazırlık faa­ liyetlerinin yayınlanabilmesi için, genel teşrii seçim zamanlarında belirli sayıda seanslara yer vermek ( . .. ) zarureti nazara alınmıştı." Raporda; İngiltere, Kanada, ABD, Fransa, Norveç, İrlanda, İs­ viçre , Finlandiya , İ talya, İspanya , Yugoslavya , Hollanda ve Pa­ nama örneklerine değiniliyor; değişik uygulamalar anlatıldıktan sonra, "Hükumet adına verilen izahlara göre, hem teknik sebep­ ler, hem de memleketimizin kültürel ihtiyaçları nazara alınarak, radyo yayınlarımızın siyasi neşriyat ile fazla mahmul kılınmama­ sı, (. . . ) siyasi partilerin programlarını ve adaylarını ammeye tanıt­ mak amacı ile, seçim devrelerine mahsus olmak üzere , bu vasıta­ dan eşit haklarla faydalanmaları, yani bizde de İngiliz ve Kanada sistemine uygun bir tarzın kabulü, şimdilik imkan ve ihtiyaca uy­ gun görülmektedir. (. .. ) Seansların seçim devrelerine hasrı, çoğun­ lukla ve hükumetin mutabakatı ile kabul edilmiştir. " deniliyordu. Diğer yandan, "il genel meclisleri ile belediye seçimleri ve Mil­ let Meclisi'nin yalnız bir veya birkaç seçim dairesini ancak ilgi­ lendirebilecek olan ara seçimleri için, siyasi yayınlarla bütün bir memleketin camiasını işgal eylemekte fayda olamayacağı" görüşü­ ne varılmıştı. "Seanslar, memleketimiz icablarına göre on beş da­ kika olarak uygun görül"müştü. Ancak, "seans sayısının her parti için üçten dörde çıkarılması, hükumetin mutabakatı ile ve çoğun­ lukla" onaylanmıştı. Öte yandan, "siyasi yayın, esas itibari ile idari ve siyasi bakımdan hiçbir sansüre ve kontrole tabi tutulmayacak­ tı. " "Suç mahiyetini taşıyan ve devletin güvenliğini, genel asayi1 67

şi bozacak nitelikte sözler üzerinde, Cumhuriyet Savcılığı'nın adli murakabesi, çoğunlukla zaruri görül"müştü . İçişleri Komisyonu üyesi ve CHP milletvekili İhsan Yalçın, ko­ misyon raporuna , "partilerin Meclis'teki üye adetleri nisbetinde istifadelerine taraftarım" diyerek, muhalefet şerhi düşmüştü. Bir başka muhalefet şerhi de, yine komisyon üyesi ve DP milletveki­ li Fikri Apaydın'a aiddi; Apaydın, şu görüşteydi: "Devlete aid olan radyo neşriyatından siyasi partilerin de faydalanmaları hususunu temin maksadı ile getirilen tasarının, muhtelif partilerin bu yön­ de eşit haklara sahip olmalarını teminden ziyade, iktidar partisinin gayet dar bir çerçeve içerisinde, diğer partiler için radyo ile neşir imkanlarını selbeder mahiyette gördüğümden, tasarının bu şekil­ de kabulüne muhalifim." İçişleri Komisyonu tarafından değiştirilen tasarı, konuşma süre­ sini, dört seansta toplam bir saate çıkarıyordu. Tek değişiklik bu değildi. Metinde, aşağıda göreceğimiz gibi, bazı önemli değişiklik­ ler de yapılmıştı. Bu sırada TBMM'ye hükumetten de aynı konuda bir başka tasa­ rı sunulmuştu. Başbakan Hasan Saka imzası ile 22 Aralık 1 948 ta­ rihinde TBMM'ye sunulan Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü Ku­ ruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun Tasarısı'nın 1 7 . maddesi de, yukarıdaki yasa tasarısının aynısıydı. Hükumet, daha önce hazırla­ nan ve bağımsız olarak sunulan tasarıyı, aradan bir ay bile geçme­ den, daha geniş bir yasa tasarısının içine almıştı. Bu arada, 1 949 yılının Şubat ayında, Basın ve Yayın Genel Mü­ dürlüğü bütçesinin TBMM'deki görüşmeleri sırasında, DP millet­ vekilleri Fikri Apaydın ile Kemal Zeytinoğlu , eleştirilerde bulun­ muşlardı. Her iki konuşmacı da, kuruluşun iktidar partisi lehine bir tutum aldığını ileri sürüyor ve tarafsız bir davranış gösterme­ sini istiyordu . Nihat Erim ise, yine TBMM'de yaptığı konuşmada, eleştirileri şöyle yanıtlıyordu: "[Konuşmacılar], partiler a rasında müsavat gözetmek gerektiğini ifade buyurdu­ lar. Bu d üşünceye iştirak etmemek mü mkün değildir. Hükumet de b u mevzuda, bu prensip üzerinde, aynen kendileri gibi düşünmektedi r. Yalnız bu noktad a bir husu­ su işaret etmek isterim. Radyodan veya ajanstan [Anadolu Ajansı'ndan] hükume­ tin faydalanması başka şeydir. Şüphe yok ki, ister i ktida r partisi, i ster muhalefet 1 68

partisi olsun, ajanstan ve radyodan faydalan ı rken, bunlar arasında müsavat göze­ til mesi lazımdır. Hükumet, bu müsavatın gözetilmesine azami itina sarf edecektir. Yani, radyodan ve ajanstan C[umhuriyet) H[alk) Partisi ne derecede istifade ediyor­ sa, muhalefet partisi de aynı ölçüde faydalanacaktır. Ancak, hükumeti, ne iktidar ve ne de muhalefet partisi ile karıştırmamak lazımdır zannediyorum . Evvela; hüku­ meti, iktidar partisi ile karıştırm a m a k lazımdır. Hükumet, memleket idaresi ken­ disine mevdu bir mekanizma olarak, bir heyet olarak, vatandaşlara kendi icraatı , kendi kararları hususunda elindeki bütün vasıtalarla en geniş ölçüde tenvir etme­ yi, kendisi için bir vazife bil ir."

Nihat Erim'in konuşması, ilk bakışta, iktidar ile muhalefet par­ tileri arasında bir eşitlik sağlanacakmış duygusu veriyordu. Ay­ rıca, bu eşitlik, sadece radyo ile sınırlanmıyor ve Anadolu Aj an­ sı'na da sirayet ediyordu. Ancak, konuşmanın can alıcı önemde­ ki kısmı, son paragrafıydı ve Erim , konuşmasının bu kısmında, ik­ tidar partisi ile hükumeti birbirinden dikkatle ayırıyordu. Böyle­ ce hükumet, iktidar partisinden tamamen bağımsız bir varlık ha­ line getiriliyordu . Hükumetin hakları ise, ne iktidar partisi ve ne de muhalefet partisi ile karşılaştırılabilirdi. Hükumet, her iki va­ sıtadan da istediği ölçüde yararlanabilirdi. Bu şekilde, radyodan eşit şekilde yararlanma hakkı, iktidar ile muhalefet partisi arasın­ da olacaktı. Hükumet ise, bütün bunların üzerinde, sınırsız yarar­ lanma imkanına sahip olmaya devam edecek gibi görünüyordu . Bu kavram ya da sözcük oyunları ile eşitlik sorunu, bir kez daha ertelenmiş oluyordu . Yukarıda sözünü ettiğim tasarının incelendiği 25 Nisan 1 949 tarihli karma komisyon raporu'nda, komisyon üyelerinin, "İsmail Hakkı Çevik'in teklifini [ n ] radyodan beklenen asli hizmetleri sek­ teye uğratacak ve bir fayda [ da] sağlamayacağı mahiyette görmüş" olduğuna değiniliyordu . Diğer yandan, komisyon, "hükumet tasa­ rısında [ olduğu şekli ile] konuşma imkanını yalnız Meclis içinde milletvekili olarak üyesi bulunan siyasi partilere tahsisini kifayet­ siz bulmuştu. " Komisyon, "Meclis içinde üyesi bulunmayan siyasi partilerin de mevcut olduğunu ve olacağını mülahaza ederek, rad­ yoda konuşma imkanının genişletilmesini uygun bulmuş, ancak taazzuv etmediği halde, siyasi parti adını alan bütün teşekkülle­ rin de bu imkandan faydalandığı takdirde mahzurlar doğuracağı1 69

nı mümkün görmüş ve maddeye, 'genel kongrelerini yapmış bu­ lunan siyasi partilerden en az on il merkezinde teşkilatını kurmuş veya [ Türkiye] Büyük Millet Meclisi'nde en az üç kişilik grubu ve en az üç il merkezinde teşkilatı bulunan' şeklinde tanzim edici bir hüküm ilave etmişti." Yeni düzenleme ile ilgili madde, 23. madde halini almıştı: "Genel kongrelerini ya pmış bulunan siyasi partilerden en az on il merkezinde teş­ kilatını kurmuş veya [Türkiye] Büyük Millet Meclisi' nde en az üç kişilik grubu ve en az üç il merkezinde teşkilatı bulunan her siyasi partiye, [Türkiye] Büyük Millet Mec­ lisi'nin genel seçimlerinde, programlarını izah için seçim tarihine on beş gün kala başlayıp, bu tarihten iki gün öncesine kadar olan süre içinde, devlet radyolarında parasız konuşma zamanı ayrılır. Konuşma yetkisini taşıyan her siyasi parti, bu süre içinde ancak on beşer daki­ kalık dört konuşma ya pabilir. Parti genel merkezlerinin kanuni temsilcileri ta rafın­ dan yazı ile istenilecek olan bu konuşmalar, müracaat sırasına göre, radyo posta­ larından birinde, saat on sekizden yirm i ikiye kadar, mutat olarak konuşmalara ay­ rılan zamanlarda yapılır. Gün ve saatleri partilere yazı ile bildirilen ve radyo ile ilan olunan bu konuşmaların metinleri, iki gün önce genel müdürlüğe verili r. Bu konuş­ malarda suç unsuru bulunup bulunmadığını incelemek üzere, metinler Cumhuriyet Savcılığı'na gönderilir. Bu inceleme, yirm i dört saat içerisinde bitirilir. Bu konuş­ malardan doğacak soru mlu luk, parti adına konuşanlara aiddir."

Görüldüğü gibi, radyodan yararlanabilecek siyasi partiler, ya­ sa tasarısı ile genişletilmiş oluyordu. Genel kongresini yapmış ve en az on il merkezinde örgütünü kurmuş siyasi partiler, TBMM'de temsilci bulundurmasalar dahi, bu haktan istifade edebileceklerdi. Ayrıca, TBMM'de en az üç üyelik bulunduran ve en az üç il merke­ zinde örgütlenmiş siyasi partiler de, yine radyodan yararlanabile­ ceklerdi. Konuşma saatleri sınırlıydı ve bir saat ile çerçevelenmiş­ ti. Her defasında ancak on beş dakikalık bir hak söz konusuydu . Diğer yandan, konuşma zamanı tasarıda belirlenmişti. Bu şekilde konuşmaların akşam saatlerine alındığı dikkati çekiyordu . Bu su­ retle de, muhtemelen konuşmaların radyo dinleme saatleri dışın­ da yayınlanması önleniyordu. Radyoda konuşma sırası da, müracaat sırasına göreydi. Bu tür­ den bir sıralama muğlaklığını koruyordu . Çünkü , sıralama nihaye­ tinde radyo idaresinin yetkisinde kalıyordu. Fakat bu, önemli bir 1 70

ayrıntı sayılamazdı. Çünkü yayın saati belirginleşmişti. Diğer yan­ dan, "radyo postalarının birinde" tanımı, muğlak bir başka nok­ taydı. Bu ifade, değişik konuşmalar, değişik "radyo postalan"nda yayınlanabilir anlamına geliyordu . Son olarak da, konuşma me­ tinleri üzerinde Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü'nün denetim ve sansür yetkisi kaldırılıyor; bu konuda doğrudan doğruya Cumhu­ riyet Savcıları'na görev veriliyordu . Her konuşma, otomatik olarak ve konuşmadan önce mutlaka Cumhuriyet Savcılığı tarafından in­ celenecek ve sadece "suç unsuru " bulunduğu takdirde, metinde gereken değişiklikler yapılacaktı. Değişiklik yapma yetkisi, Cum­ huriyet Savcılığı'na aiddi. Tasarıya ilişkin olarak söz alan DP milletvekili Kemal Özço­ ban, TBMM'de yaptığı konuşmada, yeni düzenlemeyi şöyle eleş­ tiriyordu : "Radyodan siyasi partilerin istifade etmeleri hususundaki hükümler, hiç yok dene­ cek kadar az ve kayıtlıdır. Siyasi partilere istifadeyi h iç olmazsa ayda bir ve seçim­ lerde ise, arasız iki hatta olarak yapı lması yerinde olur. (. .. ) Radyo neşriyatının ta­ rafsız olması lazımdır. Çünkü, [radyonun] bütün partilere sahi p Türk milletinin ma­ lı olduğu halde, m ütemadiyen açık veya gizli CHP'nin propagandasını ya pmasını

yerinde görmüyorum . " 1 36

MP milletvekili Osman Nuri Köni de, aynı görüşlerle tasarıyı eleştiriyordu: "Yeni kanun tasarısı, yeni bir mevzu ihtiva etmekte ve bununla karşı mıza gelmek­ ted ir. Bu da, lütfen, atıfeten ve tenezzülen , seçim za manları partilere radyoda hakkı kelam veriyor. Yeni mevzu budur. Bir saat müddet kabul ediyorlar. Dört konuşmaya ayırıyorlar. Her defasında bir çeyrek konuşacaklar. Nihayet bir saat ile iş bitecek ... Bütün partilere teşmil edilir gibi görünür, hatta , madde öyle yazılmış ki, iktidar partisi de buna dahil zannolunabilir. O intibaı vermektedir, lafzan . . . Fakat haki­ kat öyle değildir. Çünkü, ekseriyet, yahut iktidar partisinin diğer orga nları va rdı r. Her za man radyoda konuşurlar ve her konu zımnında propaganda yaparlar, leh le­ rinde ... Bunu lütuf m u telakki edeceğiz, yoksa bir hak mı telakki edeceğiz? Lütuf ve atıfet dersek, daha iyi olur kanaati ndeyi m. işin ciddi kısm ı n a geçersek; böyle değildir, bu şekil hak, adalet ve eşitlik prensiplerine uyan bir mevzu değildir, ay136 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 19, 90. Birleşim, (23.5. 1 949). Bundan sonra bu konuda verilecek bü­ tün bilgi ler için, dipnotlarda aksi gösteril med iği takdirde, aynı kaynak kullanılacaktır.

1 71

kırı olarak tasarıya girmiştir. Partilerin hakkı kelamı tahdit edi l miştir. Kayıtlar ve şartlar altında ve a ncak büyük seçim zam a n ı nda bir saatli k bir hakkı kelam ve­ rilmiştir radyoda ... ( .. . ) İktidar partisi i stediği gibi kon uşacak veya m u htel if maskeler altında, bir ta­ kım mevzular altında, radyoda konuşmak imkanını bulacaktır. Seçim propaganda­ sını yapacak, bunu muhtelif mevzular içine gizleyecektir. Diğer partiler, bir saat, o da dört senede [bir] konuşabilecek... ( ... ) Hükumet, her an ve za manda emrine m ü­ heyyen olan radyodan istifade etmek salahiyetine haizdir. Şu halde, her dakika ve saatte radyodan düdük öttürecek hüku mettir vesselam ...

"

Karma Komisyon sözcüsü ve CHP milletvekili Suut Kemal Yet­ kin ise, tasarıda yer alan hükümlerin, yabancı mevzuat da incelen­ dikten sonra, İngiltere ve Kanada örnek alınarak hazırlandığını yi­ neliyordu. Bu şekilde, hazırlanan tasarının gelişmiş Batı ülkelerin­ den alındığına işaret ediliyordu. Orada da her isteyen, her istediği zaman, radyoda konuşma hakkına sahip değildi. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nihat Erim de, tasarıyı şöyle savunuyordu: "Türkiye Cumhuriyeti'nin Başkanı [Cu mhurbaşkanı], dilediği saatte Türkiye radyo­ sundan vatandaşlara serbestçe h itap edecek ve hükumetiniz bunu temin eyleye­ cektir. ( . . . ) Devlet radyosundan, hükumet başkanı [Başbakan] ve bütün vazifeli ba­ kanlar, memlekete, vatandaşlara, hükumet işlerine a id bildirecekleri bir husus ol­ duğu zaman, istifade edeceklerdir. ( .. ) .

Osma n Nuri Köni, h ükumeti parti i le karıştırıyorlar. Bugün hükumet bir parti­ ye istinad ediyor. Yarın öyle vaziyetler olabilir ki, hükumet, iki, üç parti üyelerinden mürekkep bulunabilir. Hükumet, radyodan en başta istifade edecek olan organdır. Çünkü, h ükumet, yüksek Meclis ekseriyetinin itimadı ile işbaşında d uran ve icra adı verilen memleket işlerin i gören bir organdır. Bunu yaparken, devletin emri nde olan bütün vasıtalardan istifade ederek, vatandaşlarla kendi a rasındaki haber alma ve haber verme işlerini en kesif şekle sokmakla vazifelidir. Hüku met, bunu yaptığı için değil, yapmadığı zaman tenkit edil melidir. ( ... ) Bizde de, her demokrat medeni memlekette olduğu gibi, partiler, seçim zaman­ larında m üsavi saatlerle radyodan istifad e edecektir. Fakat hükumet, her za man dilediği a nda, vatandaşları tenvir etmek için radyoda n istifade edecektir. Herhan­ gi bir tereddüde mahal bırakmamak için, gayet sari h ve vazıh olarak, bu noktayı arz etmiş bulunuyorum"

1 72

Bu arada; N ihat Erim, konuşmasında , "bizim anayasamızda Devlet Başkanı'nın herhangi bir parti başkanı olmasını men ede­ cek bir hüküm yoktur" diyor ve bu suretle, dönemin gelenek­ sel hale gelmiş olan Cumhurbaşkanı ile parti başkanı sorunun­ da, CHP'nin yeni bir görüşe sahip olmadığını bir kez daha vurgu­ lamış oluyordu . Erim'in konuşması, radyoda partiler arasında eşitlik kurulduğu­ nu , fakat iktidar partisinin, hükumet adı altında, bu eşitlik içinde yer almadığını ve almayacağını açıkça gösteriyordu. Tasarıda yer aldığı şekli ile bu hüküm, ancak muhalefet partileri arasında rad­ yodan yararlanma konusunda bir eşitlik getirmiş oluyordu. İkti­ dar partisi ise, hükumet adı altında, aynı çerçevede yer almamış­ tı. Dolayısıyla, radyodan eşit şekilde yararlanma talebi, muhalefet açısından yerine getirilmemiş siyasi sorunlar arasında yer almaya devam edecektir. Yasa tasarısı, TBMM'de de, yirmi iki red oyuna karşılık, kabul edilmişti. 1 37

6. VALi LERiN YETKi LERi N i N ARTIRILMASI: i LLER KAN U N U' N DA YAPI LAN DEGIŞI KLIK Başbakan Hasan Saka imzası ile 1 6 Nisan 1 948 tarihinde TBMM'ye sevk edilen tasarının gerekçesinde, mülki idare amirlerinin yetki ve görevlerinin yeniden düzenlendiği belirtiliyordu. Söz konusu yetki ve görevlerin genişlemiş olması, tasarının göze çarpan önem­ li niteliklerinden biriydi. 1 38 llginç olan nokta, tasarının hazırlan­ masının ardından yaklaşık bir yıl geçtikten sonra TBMM günde­ mine gelebilmesidir. 27 Mayıs 1 949 tarihinde TBMM'de görüşülmeye başlanan tasarı 137 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 1 9, 9 1 . Birleşim, (24.5.1949). Ayrıca bkz. Kocabaşoğlu, age, s. 256265; Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 274. Ahmet Emin Yalman tarafından tam da bu sırada Vatan gazetesi aracılığıyla önerilen bir koalisyon hükumeti formülü, ki hatırlanacağı gibi daha önceleri de bizzat DP tarafından za man zaman d ile getiril­ mişti, Mümtaz Faik Fenik tarafından kalem alınan ve Zafer gazetesinde yayınlanan bir yazıda red ediliyor­ du. DP, CHP'nin hükumet sorumluluğuna ortak olmak istemiyordu. Mümtaz Faik Fenik, "Bir MillT Hükumet Ne Demektir?", Zafer, ( 13.5. 1 949). 1 38 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 20, 94. Birleşim, (27.5.1949), S. Sayısı: 208. Oysa CHP Yedinci Bü­ yük Kurultayı'nda dile getirilen dileklerin arasında; "belediyeyi teşkil eden kurul, o yere seçimle geldikleri­ ne göre, valilerin tasdiki usulünün kaldırılması" da vardı. CHP Yedinci Kurultayı'na Sunulan İl Kongreleri Dileklerinin Özetleri.

1 73

hakkında DP milletvekili Nuri Özsan şöyle diyordu: "Tasan, anaya­ sanın mana ve maksadına göre hazırlanmış bir kanun [ tasarısı] de­ ğil; doğrudan doğruya siyasi maksatla düşünülmüş bir kanun [ tasa­ rısı] dır." Özsan'a göre, aslında "Vilayet ldaresi Kanunu'nun valilere verdiği yetkiyi matlup ve kifayetli derecede görmeyerek, 'yetki ge­ nişliği' esasına dayanan bir kanun tedvinini derhal ele alınması lü­ zum ve zaruretini duyan hükumet, Recep Peker Hükumeti"ydi. 1 39 MP milletvekili Sadık Aldoğan da aynı görüşteydi. Onaa göre, tasan merkeziyetçi ve demokrat olmayan bir anlayış içinde kaleme alınmıştı. Ahmet Oğuz da, milletvekili genel seçiminin yaklaştığı bir sırada, iktidarın, idarenin yetkilerini artırarak, yeniden bir '46 seçimi hazırlığına giriştiğini ileri sürüyordu. Aslında yasa tasarısı, Recep Peker Hükumeti döneminde hazırlanmıştı. Peker Hükume­ ti'ne yapılan bu göndermelerin siyasi bir amacı vardı. Muhalefet, bu suretle, iktidarı Peker'in yolunda gitmekle suçlama hakkına ka­ vuşmuş oluyordu. 1 40 Başbakan Şemsettin Günaltay, tasarının kabul edildiği gün, TBMM'nin tatile girmesi münasebeti ile Meclis'te yaptığı konuş­ mada, yasaya ilişkin olarak şunları söylüyordu: "Bu sayede, teşekkül eden türlü türlü partilerin devlet makinası üzeri nde m üessir olmaları kald ırılmış, devlet makinasının başlı başına ve yal n ız devletin makinası olarak işlemesi tem in edilmiş olacaktır. Çünkü, partililer, devlet maki nası karşısın­ da, ancak vatandaş olara k kalacakla rd ı r. Hiçbir yerde parti leri n devlet işlerine müdaha lesine meyd a n vermeyeceği m . Hangi partiden olursa olsun, kendi i sti nad ettiğim parti başta o l m a k üzere, par­ tili lerin şikayetleri olursa, buradaki parti reislerine bildirirler. Bu parti reisleri de, mesGI ve siyasi adam olan vekillerle ve Başvekil ile görüşür ve haklı olan şikayet­ leri önlerler. Maha l l indeki şikayetler, a ncak vatan daş şikayeti o l m a l ıdır. Valiler, müracaat edenleri, ancak vatandaş d iye kabul edeceklerdir ve bu sGretled ir ki, b iz partileri n nüfuz ve tazyiklerinden masun bir devlet kurmuş oluruz. " 1 41 139 TBMM TD, (aynı yerde), (27.5. 1949). Bundan sonra bu konuda verilecek bütün bilgi ler için, dipnotlarda a k­ si gösterilmediği takdirde, aynı kaynak kullanılacaktır. 140 Tasarı üzerindeki ayrı ntıl ı görüşme ve tartışmalar ile tasarıda yapılan değişiklikler için bkz. TBMM TD, Dö­ nem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 19, 97. Birleşim, (31.5. 1949); TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt 20, 98. Bir­ leşim, ( 1 .6. 1949; TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 20, 99. Birleşim, (2.6. 1949); TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 20, 106. Birleşim, (10.6.1949). Ayrıca bkz. Timur, Türkiye'de Çok Partili Hayata Geçiş, s. 101- 103. :

141 TBMM TD, (aynı yerde), (10.6.1949).

1 74

Başbakanın bu yaklaşımı, devleti soyutlama ve partiler üzerin­ de ona kutsal bir anlam katma girişimiydi. Devletle partiler arasın­ da hiçbir temas imkanı bırakılmamalıydı. Partilerin devlet üzerin­ deki herhangi bir müdahalesine geçit verilmemeliydi. Böylece dev­ let, partilerin müdahalesinin dışında ve bu müdahaleden uzak ça­ lışma imkanı bulabilecekti. Devlet, partilerden değil, ancak vatan­ daşlardan şikayet kabul edebilirdi. Partilerin devlet üzerinde bas­ kı kurması istenmiyordu. Oysa, Fahir Giritlioğlu, bu vaatleri, yıllar sonra kitabında şöy­ le değerlendirecektir: "Hasan Saka za manında herhangi bir memurun iktidar partisinin mahalli teşkilatı tarafından tazyik altında tutulması ve icabında o memurun herhangi bir yere nak­ ledilmesi mümkün değilken; Şemsettin Günaltay işbaşında bulunduğu müddetçe, birçok memurların mahalli parti teşki latlarının yuka rıya aksettirdikleri malu mat üzerine, Demokrat Partili oldukları veya bu partiye müzahir ve mütemayil bulunduk­ ları sebebi altında, yurdun bir yerinden diğer bir yerine tayinleri yapıl mıştır. Bu su­ retle, Günaltay Hükümeti'nin işbaşında bulunduğu devre içinde, memurlar, on yıl­ lık DP iktidar devresi ile asla kıyaslan masa dahi, fakat bir nisbet dahilinde baskı

altına sokulmuşlardır." 1 42

Nitekim, bizzat Celal Bayar, 4 Eylül'de şöyle diyecektir: "İller ka nunu i le valilere verilen yeni salah iyetlerin manası ned ir? O i ller kanunu ki, bizzat kendilerinin cebir ve tazyik politikası taki p etmekle itha m ettikleri [Re­ cep Peker] za manında hazırlanm ıştı. İşte, bu kanunla güdülen maksadın, vilayet­ teki bütün mem urları ka nundan ziyade, harfi harfine va linin emrine bağlamak ol­ duğunda şüphe yoktur. Valinin azli ve nasbı, ikbal ve kaderi de, kayıtsız şartsız ve­ killerin emir ve a rzusuna bağlıdır. Bu yollarda gerek idare a mi rlerinin, gerekse her sın ıftan devlet mem u rlarının politika nın emri nde bulundurulmak istendiği açık­ ça görül üyor." 1 43

142 Giritlioğlu, age, s. 225. Şemsettin Günaltay'ın bürokrasi konusunda Başbakan olmadan önce ve olduktan sonraki tutum ve davranışının çelişkileri ve Giritlioğlu'nun yazd ıkları nın kısmen üstü örtük bir tekzibi ve kısmen de onayı için bkz. Barutçu, age, s. 358 ve 369-370. 143 Celal Bayar'ın Söylev ve Demeçleri (1 949-1950), s. 360-361. Demokrat Parti başkanlığının 12 Eylü l 1 949 tarih ve 132 sayılı tamimi için bkz. Celal Bayar'ın Söylev ve Demeçleri (1 949-1 950), s. 609-623; Celal Bayar Diyor ki, (1920-1950), s. 372.

1 75

7. SOL ÜZERiNE TE RÖR (il): TÜRK CEZA KAN U N U' N U N 1 41 VE 1 42 . MAD D E LERi N i N DEGIŞTIRILMESI VE CEZALARIN AG IRLAŞTI RI LMASI Hatırlanacağı gibi, Türk Ceza Kanunu'nun 141 ve 142. maddele­ ri, en son 1 946 yılının ortasında Şükrü Saraçoğlu Hükumeti döne­ minde değiştirilmiş ve cezalar ağırlaştırılmıştı. 144 Daha Hasan Saka Hükumeti döneminde CHP Meclis Grubu'nda aşırı sola karşı ceza mevzuatının yeniden gözden geçirilmesi için bir komisyon oluşturulduğu haberi basında yer almıştı bile. 1 45 Va­

tan gazetesi, CHP Meclis Grubu'nda komünizm ile mücadele ile il­ gili olarak özel bir komisyon oluşturulduğunu duyuruyordu . 1 46 CHP Meclis Grubu'nda oluşturulan bu özel komisyon, sol yayın­ ları destekleyenlerin, komünizmi teşvik eden ve tahrikçi yayın ya­ pan yayın organlarının askeri mahkemelerde yargılanmasına karar vermişti. Ayrıca, tıpkı ABD'de olduğu gibi, Meclis'te bir soruştur­ ma komisyonunun kurulması öngörülmüştü. 1 47 CHP Meclis Gru­ bu Başkan vekilliğinden 22 Haziran 1 948 tarihinde yapılan resmi bir açıklamada ise, "memlekette bazı zararlı fikir cereyanlarının önlenmesi için gereken tedbirleri hazırlamak üzere kurulmuş olan grup komisyonu raporu"ndan söz ediliyordu. Rapor, CHP Meclis Grubu'nda da görüşülmüştü. 148 Hürriyet gazetesi de, yeni yılın he­ men başında, yasa değişikliği önerisinin gündemde olduğunu du­ yuruyordu. 1 49 Ancak, bu türden bir değişikliğin yeterli olmadığı düşünülmüş olmalı ki, Türk Ceza Kanunu'nun Bazı Maddelerinin Değiştirilme­ sine Dair Kanun Tasarısı, Başbakan Şemsettin Günaltay'ın imzası ile, 9 Mayıs 1 949 tarihinde, TBMM'ye sevk edilmişti. 1 50 144 Bu konuda ayrıntılı ve geniş bilgi için bkz. Cemil Koçak, İktidar ve Demokratlar, s. 447-453. 145 Cumhuriyet, ( 1 9.5. 1 948); Vatan, (19.5.1948). Nadir Nadi'nin komisyona yönelik eleştirisi için bkz. Nadir Nadi, "Bu Komisyon Niye?", Cumhuriyet, (23.5. 1948). 146 Vatan, (19 ve 22.5 . 1 948). 147 Vatan, (17.6.1948). 148 AT, Sayı: 1 75, (Hazira n 1948). 149 Hürriyet, ( 1 2. 1 . 1 949). 1 50 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 20, 104. Birleşim, (8.6.1949), S. Sayısı: 257; Halit Çelenk, 1 4 1 - 1 42 Üzerine, s. 54-57 ve 69-83. Bundan sonra bu konuda verilecek bütün bilgiler için, dipnotlarda aksi gös­ terilmediği takdirde, aynı kaynak kullanılacaktır. Hürriyet gazetesi de, "Komünistlik ve İ rtica" başlıklı bir

1 76

Aslında bu konu , hükumet görüşü olarak, daha önce CHP Mec­ lis Grubu toplantısında görüşülmüş ve bu konuda kesin bir kara­ ra varılmıştı bile. Nitekim Faik Ahmet Barutçu , anılarında şöy­ le yazıyor: "Bakanlar Kurul u toplandı. Meclis'in son tatil inden önce, parti [Meclis] Grubu'nun sağ ve sol akımlar konusunda ağır cezalar salık veren kararına uyularak, hüku me­ tin hazırladığı ceza yasasının bazı maddelerinin değişikliği i le ilgili tasarı ile yine salık verilen bazı önlemler konusunda hükumet görüşünün Meclis G rubu'nda açık­ lanmasını artık geciktirmemek gerekiyordu . [Parti Meclis] Grubu Başkan Yardım­ cısı Şemsettin Günaltay ve [parti Meclis Grubu] Yönetim Kurulu, hükumeti hırpala­ mak ve zayıflatmak için sürekli nedenler aradığından, hükumet kararını beklemek üzere üç ay önce gündemde bırakılan bu konunun yarından sonraya ertelenmesi, belki yönetim kurulunun bir davranışı i le sonuçlanabilirdi. Konu görüşüldü. Hazırla­ nan tasarı üzerinde tartışmalar yapıld ı . Sağ ve sol akımlarda 'telkin' bile ceza teh­ didi altına alınıyordu. Askeri mahkemelerden yana olmadık. Meclis'in bir komisyon kurmasını da istemedik." 1 5 1

Gerçekte gündeme gelen değişiklik, sadece Türk Ceza Kanu­ nu'nun 1 4 1 ve 142. maddelerini kapsamıyordu. Aksine, laiklikle ilgili 1 63 . madde de bir değişikliğe gidiliyordu. 1 5 2 Yasanın 1 4 1 ve 1 42. maddelerinde yapılması öngörülen değişik­ liğe ilişkin olarak tasarının gerekçesinde şöyle deniliyordu: "Son za manlarda komünistlik (. .. ) propaganda ve cereyanları d ikkati çekecek bir mahiyet almıştır. Hal ve vaziyetin i m kan ve m üsaadesine göre, çeşitli ve çok de­ ğişik şekillerde çalışmalar ile cem iyet nizamlarını komünist esaslara, (. .. ) akidele­ re uydurmak isteyen lerin gizli ve açık her nevi hareket ve faaliyetleri, memleketin ve halkın emniyet ve selameti ve saadet ve refah ı ve ilerleme ve gelişmesi namı­ na bir tehlike teşkil etmeye başlamış ve çemiyeti içinden gevşetip çökertmeye ma­ tuf bu tür bozguncu faa liyetlerin layık oldukları şiddet ve ehem m iyetle takip ve ten­ kilini gerekli kılm ıştır. Halbuki, ceza kanunumuzun yürürlükte bulunan bu konuya aid maddeleri, hühaberinde, yakında Türk Ceza Kanunu'nda bazı değişikliklerin gündeme geleceğini açıklıyordu. Hürriyet, (7. 1 1. 1 948). Nitekim, Vatan gazetesi de, aynı yılın sonlarında, yasa önerisinin hazırlandığını haber veriyor­ du. Vatan, (5. 1 1 . 1948). 151 Barutçu, age, s. 34 1 . 1 52 Türk Ceza Kanunu'nun 1 63. maddesinin değiştirilmesine v e laikliğe aykırı suçların cezalarının artırılması­ na ilişkin ayrıntılı ve geniş bilgi için bkz. Cemil Koçak, Dönüşüm, s. 1 53-313.

1 77

kümleri, tehlike teşkil eden hareket ve faaliyetlerden bazılarını şümul ve ihatası içi­ ne almamış ve yasak ettiği işlemler için dahi ka bul ettiği cezalar, bu suçların ve­ ha met dereceleri ile mütenasip ve bunları önleyecek mahiyet ve şiddette bulunma­ mıştır. Bu sebeple ceza kanunumuzun 141 ve 142. ( ... ) maddelerinin yeniden göz­ den geçirilmesi ve her bakı mdan beliren ihtiyacı karşılayacak surette tertip ve tan­ zimi lüzumlu bulunm uştur."

Gerekçede, yasada öngörülen para cezalarının da enflasyon ne­ deni ile anlamını yitirdiğine işaret ediliyordu. Bu nedenle para cezalarının artırılması yoluna gidilmişti. Tasarının gerekçesinde, 1 4 1 . maddede yapılması düşünülen değişiklikler şöyle açıklanıyor ve savunuluyordu: "Maddenin ilk fıkrasında beyan ve naklolunan suçun unsurlarında h içbir değişik­ lik yapılmamıştır. Fıkrada açıklandığı üzere, memleket içindeki içtimai bir zümrenin diğerine ta­ hakkü m ü n ü tesis etmek veya içtimai bir zümreyi ortadan ka ldırmak için cem iyet kurmak yasak edilmiştir. Zümre tahakkü münü kurmanın veya bir zü m reyi ortadan kaldırmanın sebep ve saikleri ne olursa olsun, bu ha reketler sadece gözetilen ve va­ rılmak istenilen sonuçları itibari ile suç sayılmıştır. Fıkranı n yasak ettiği diğer bir fiil ve hareket de, memleket içinde kurulmuş ik­ tisadi veya içtimai nizamları devirmek a m acı ile cemiyet kurmaktır. içtimai n izam, bir cem iyetin varlığını ve deva mını sağlaya n ve koruyan bütün kaide ve müesseseleri ve i ktisadi niza m ise, bir cem iyette servetin istihsal ve te­ davül ve taksimini ve sermaye ve emek sahipleri arasındaki münasebeti düzenle­ yen esas ve usul leri ifade eder. Bununla beraber, içtimai ve iktisadi nizam sözleri­ nin geniş manada yoru mlanması icab eder. Komünizm, cemiyetin içinde zümre tahakkü münü kurmak veya bir zü m reyi [or­ tadan] kald ırmak isteyen bir fikir sistem i olduktan başka , cemiyetin iktisadi ve iç­ ti mai niza m larını devirerek, yerine ken d i görüşüne uygun iktisadi ve içtimai bir ni­ za m kurmayı tek gaye sayar. Bu sebepled ir ki, kom ünist cemiyetler, madden i n ilk fıkrasına göre men ve zecredil miş bul u n u rlar. Bununla beraber, kom ü nist olmayan ve fakat kendisine has bir nizamı koyma k için memleket içinde kuru l m uş bir içtimai veya iktisadi nizamı devirmek amacı i le cem iyet kuran kimseler de, bu fıkra hük­ müne göre ceza görürler. Bu fıkrada yapılan değişiklik, suçun teşkil ettiği tehlikeye ba kılarak, suçluya ve­ rilecek cezan ı n artırılmasından ibaretti r. Madden i n ikinci fıkrasında yazılı suç ve unsurları , old uğu gibi bırakı lmış ve ya l1 78

nız ceza m i ktarı , evvelki fıkraya atıf sureti ile artırılmıştır. Bu fıkrada sözü geçen siyasi niza m , devletin varlığını ve kuru luş şeklini ve bunların düzeni n i bildiren kai­ deleri ve h ukuki nizam ise, cemiyet hayatının deva mı için, her alanda devletin ka­ nunlar ile tesis ve ka bul ettiği ka ide ve niza mların topunu [ta mam ını] ifade eder. Kanun, bu fıkra beyanı ile cemiyetin siyasi veya hukuki niza m la rı n ı devirmek için yıkıcı cemiyet kuranları cezalandırmıştır. Yıkıcılık vasıf ve karakteri itibari ile ka­ nun maksudu, anarşist cem iyetlerdir. Bu kabil cemiyetler, mevcut siyasi ve hukuki n iza mların yok edi l mesini ve fertlerin otorite teşkil eden hiçbir nizama tabi olma­ masını kabul ve iddia ederler. Kom ü nistler ile anarşistler, kurulmuş nizamları yıkmakta birleşirler. Ayrıldıkla­ rı cihet, komünistlerin yıkılan niza m yerine kendi inançlarına uygun niza m la rı koy­ mayı istemeleri; anarşistlerin ise, otorite teşkil eden h içbir nizama boyun eğmek is­ tememeleri hususlarıdır. Fıkrada, her halde 'yıkıcılık' sözü i le belirtilmiş olan kasda göre, devletin siyasi veya hukuki niza m ının şöyle olmayı p da, böyle olmasının daha iyi olacağı inancı ile parti kurulması veya şahısların bu yoldaki fikirleri n i açıklam aları , fıkra hükmün­ den hariç kalır. Suç olmaz. Madde tasarısının üçüncü fıkrası, birinci ve i kinci fıkralardaki yazı l ı suçla­ rın şiddet ve sebeplerini bildirir. Bu halde de ceza, fıkrada görüldüğü veçhile, a r­ tırılmıştır. Cebir ve şiddet, maddi surette eşya veya şahıslara yöneltilebileceği gi­ bi, manevi olarak, tehd it sureti ile de olabi leceğinden, bu cihetler, kanunda açık­ lan makla beraber, bunların çeşitl i işlenme tarzları, 'her ne surette olur ise olsun' sözü ile yasak edilmiştir. Bundan başka, cem iyetlerce başarı vasıtası olarak cebir ve şiddet kullanmak veya tehdit etmek, evvelden sözleşilip açıklan mamış olsa bile, cemiyetin muhtemel m ukavemetine karşı böyle bir vasıtaya müracaat etmeden amaca varmanın imkan­ sızlığı anlaşılırsa, icra veya tehdit ikaı evvelden kabul etmişcesine cezanın artırıla­ cağı fıkrada beyan olunmuştur. Yürü rlükte bulunan maddenin üçüncü ve dördüncü fıkra larının m ü kerrer hü­ kümleri , tasarının üçüncü fıkrasında toplu olarak ifade olunmuştur. Bugünkü maddenin beşinci fıkrasında yazılı suçlar, hiçbir değişikliğe tabi tu­ tulmadan, tasarı nın dörd üncü fıkrasına geçiri l m iş, ya lnız ceza mi ktarları, suçun önemi itibari ile artırı lm ıştır. Yürürlükte bulunan maddenin altıncı fıkrasındaki 'bu cemiyetlere iştirak eden ki mse' sözleri, ya lnız bir evvelki fıkrada yazılı cemiyetlere iştirake matuf olarak bir tahsis ifade ettiğinden ve halbuki, diğer fıkralarda yazıl ı cem iyetlere iştirakin de cezayı gerektirmesi maksut olduğundan, fıkranın bu dar beya nı yerine, asıl maksa1 79

dı m üfit olmak üzere, tasarının beşinci fıkras ı yazılmış ve bu fıkrada birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralard a beyan olunan suçlara iştirak edenlerin cezaları , ay­ rı ayrı artırılmış olarak gösterilmiştir. Madde fıkralarında mahiyetleri bildirilen cemiyetlere girmek için yol gösterenle­ rin de, bu cemiyetlere iştirak etmi ş olanlar gibi, aynı cezayı görmeleri, yeni bir hü­ küm olarak, tasarının altıncı fıkrasına yazı l m ıştır. Fıkrada 'yol gösterenler' m utlak surette ifade edi l m iştir. Bunların evvcelce cemiyete girmiş bulunup bulunmamala­ rı, suçun doğum u nda bir tesiri haiz bulunmaz. Bu sebepledir ki, madde konusu olan suçların önemi bakımından, yol gösterme hareketleri müstakil bir suç sayılmıştır. Dağılmaları emredilmiş olan madde konusu cemiyetleri, sahte nam altında veya m uvazaa şeklinde dahi olsa, yeniden teşkil ve tanzim ve sevk ve idare edenlere, da­ ha ağır ceza tertibini bildiren madde fıkrası olduğu gibi tasarıya alınmıştır. Fıkra­ nın m utlak beyanından anlaşılacağı üzere, dağıtı l m ış olan cemiyetleri yeniden ku­ ranları n, dağıtılan cemiyette evvelce bulunmuş olmaları, suçun husulünde şart d e­ ğildir. Bu kabil yasak cemiyetleri yeniden kuranlar, ister dağıtılmış olan ilk cemiye­ te dahil olsun veya ister olmasınlar, sadece dağıtılmış olan cemiyeti yen iden kur­ muş olmalarından dolayı , bu fıkra uyarınca artırılmış olarak ceza görürler. Bura­ da önemli olan cihet, suçlunun yeniden kurduğu cemiyetin evvelce d ağıtılmış ol­ duğunu bilmesi ve ona rağmen harekete geçmiş olmasıdır. Tasarı maddesine ekle­ nen son fıkra ile madde maksudu olan cemiyet tarif ve izah olu n muştur. Buna gö­ re, iki veya daha ziyade kimselerin maddenin diğer fıkra larında yazılı a m açlar etra­ fında sadece birleşmiş olmaları, cemiyetin vücudunu ka bul için yeter bulunmuştur. Bu hususta gizli veya açık yazılı bir sözleşmeye, cem iyetler kan u nu ndaki forma lite­ lerin tahakkukuna lüzum ve i htiyaç olmadığı gibi, cemiyeti teşkil edenlerin , kanu­ nun 3 1 3 . maddesi beyanı veçhi le, beş kişi veya daha ziyade olmaları da gerekmez."

Bu gerekçelerle Türk Ceza Kanunu'nun 1 4 1 . maddesinin yeni­ den ve şu şekilde düzenlenmesi öngörülmüştü: "Memleket içindeki içtimai bir zümrenin d iğerleri üzerinde tahakküm ü nü tesis et­ mek veya içtimai bir zü m reyi ortadan kald ı rmak veya memleket içinde kurulmuş ik­ tisadi veya içtimai niza mları devirmek a m acı ile cem iyet tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse, üç yıldan on yıla kadar ağır hapis cezasına konur. Amacı cemiyetin siyasi veya hukuki herhangi bir n iza mı n ı devirmek olan yıkıcı cemiyetleri memleket içinde tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse, ilk fıkrada [yazılı] aynı cezayı görür. Yukarıdaki fıkralarda yazılı amaçlara varmak için , cemiyetlerce, her ne suretle olursa olsun, cebir ve şiddet kullanmak veya her ne s urette olursa olsun tehdit et1 80

mek vasıta olarak kabul edilmişse veya bu cihet açıklanmamış olmakla beraber, cebir ve şiddet veya tehdit başarı için gerekli bulunmuş i se, cemiyeti tesis, teş­ kil, tanzim veya sevk ve idare eden kimseye verilecek ağır hapis cezası, beş yıl­ dan aşağı olamaz. Amacı cumhuriyetçiliğe aykırı olan veya milli duyguları yok etmeye veya zayıflat­ maya matuf bulunan cemiyetleri tesis, teşkil , tanzim veya sevk ve idare eden kim­ se, bir yıldan üç yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır. Birinci ve ikinci fıkralarda beyan olunan cemiyetlere girenler, bir yıldan ve üçün­ cü fıkrada yazılı cemiyetlere girenler, iki yıldan başlamak üzere, yedi yıla kadar ağır hapse ve dördüncü fıkrada bildirilen cem iyetlere girenler de, altı yıldan [aydan] bir yıla kadar hapse konulur. Yukarıdaki fıkrada beyan olunan cemiyetlere girmek için yol gösterenler aynı surette ceza görürler. Dağılmaları emredilmiş olan yukarıda yazılı cemiyetleri sahte nam altında veya m uvazaa şeklinde olsa dahi yeniden tesis, teşkil , tanzim veya sevk ve idare eden­ ler hakkında verilecek cezalar, üçte birden eksik olmamak üzere a rtırılır. Bu mad­ dede yazılı olan cem iyet, iki veya daha çok ki mselerin sadece aynı a maç etrafında birleşmeleri ile vücut bulur."

Görüldüğü gibi, birinci ve ikinci fıkralarda öngörülen ceza mik­ tarları, 1 946 yılında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası olarak düzenlenmişken; bu defa yeniden artırılıyor ve üç yıldan on yıla kadar ceza süresi uygun görülüyordu. Bir önemli ekleme de, "maddelerde ( . . . ) ceza hukukunun ana il­ kelerine ters düşen ve hükme 'zımni cebir unsuru' denilen ögeye yer veril"miş olmasıydı. "Bu ögeye göre; kurulan bir örgüt, prog­ ramında cebir, şiddet ya da tehdit yöntemlerine yer vermemiş ve bu yolları öngörmemiş olsa bile, eğer başarıya ulaşabilmesi için bu yöntemler gerekli ise, cebir, şiddet ya da tehdide başvurmuş sayı­ lacak, olayda bu ögeler gerçekleşmiş kabul edilecek ve ceza artı­ rılacaktı. " "Hangi hallerde 'zor'un gerekli olduğu yasada gösteril­ mediğinden, bu halin olayda bulunup bulunmadığı yargı organı­ nın anlayışına ve takdirine terk edilmiş olmakta ve böylece bir 'be­ lirsizlik' içine girilmiş olmakta"ydı. Diğer yandan, şiddet ögesi söz konusu olduğunda, eski hüküm­ de öngörülen ceza miktarı, beş yıldan on iki yıla kadar hapis ceza­ sıydı. Bu kez cezanın asgari haddi belirlenmekle yetinilmişti ve bu süre beş yıl olarak saptanmıştı. Yine eski hükümde, bu tür1 81

den cemiyetlere katılan kişilere verilecek cezalar, altı aydan iki yı­ la ve bir yıldan üç yıla kadar sürelerle sınırlanmıştı . Yeni ceza sü­ releri ise, iki yıldan yedi yıla ve altı aydan da bir yıla kadar uzatıl­ mış ve kısaltılmıştı. Cemiyetlere girişte yol gösterenlere de veri­ lecek ceza süreleri aynıydı. Ayrıca, bir önemli ekleme de, bu tür­ den cemiyetlerin kurulması için iki kişinin varlığının yeterli ola­ rak görülmesiydi. Aynı gerekçelerle Türk Ceza Kanunu'nun 14 2. maddesinin de yeniden ve şu şekilde düzenlenmesi öngörülmüştü: "Mem leket içindeki içtimai bir zümrenin diğerleri üzerinde tahakkümünü tesis et­ mek veya içtimai bir züm reyi o rtadan kaldırmak ya hut memleket içi nde kurul­ muş iktisadi veya içtimai n iza mları yıkmak için, her ne suretle olursa olsun, pro­ paganda yapan kimse, bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası ile ceza landırı­ lır. Bu propaganda, yukarıdaki fıkralarda yazılı a maçlara varmak için, cebir ve şid­ det kullanmayı veya tehdit etmeyi de taza mmun ediyorsa, ilk fıkra uyarınca verile­ cek ceza , iki yıl ağır hapisten aşağı olamaz. Yukarıdaki fıkralarda yazılı fiilleri öven veya iyi gördüğünü söyleyen yahut bu fıkra ların i htiva ettiği a maçlar için başkası­ na söz veya işlem i le telkinde bulunan kimse, bir yı ldan beş yıla kadar ağır hapis cezası görür. Cumhuriyetçi liğe aykırı veya milli d uyguları yok etmek veya zayıflat­ mak için, her ne suretle olursa olsun., propaganda yapan kimse, a ltı aydan i ki yı­ la kadar hapse konur."

Görüldüğü gibi, eski hükümde birin ci fıkrada bulunan su­ çun cezası, altı aydan iki yıla kadar hapis iken; yeni tasarıda bu ceza, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası olarak öngörülmüş­ tü . Süre artırılıyordu. Eski yasada, propaganda şiddet unsurunu da içeriyorsa, ceza, beş yıla kadar ağır hapisti. Oysa , yeni tasarı­ da, bu cezanın asgari miktarı iki yıl olarak saptanmıştı. Benzer fi­ il ve amaçları övmek ya da telkinde bulunmak da, eski hükme gö­ re, altı aydan iki yıla kadar hapis cezasını öngörürken; ceza süre­ si, bu kez artırılıyor ve bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası uy­ gun görülüyordu . Adalet Komisyonu raporunda da benzer görüşlere rastlanıyordu: "Mem leket içinde kurulmuş niza mı ya bancı fikir s istem leri ne ka rşı koru mak (. .. ) maksadı i le [Türk] Ceza Kan unu'nun 1 4 1 [ve] 142. ( . . . ) m addelerinde değişikl ikler yapılmıştır. Sağ ve sol gibi gayri muayyen ve elastiki ölçülerden uzak olan metin ve 1 82

gerekçesi ile bu teşrii ted birlere, devlet n izamının müdafaası tedbirleri diyebiliriz. Bunlardan bir kısmı , kurulmuş iktisadi ve içtimai nizamımızı devirmek ve yerine bir sınıf diktatörlüğü ile bu diktatörlüğün iktisadi ve içti mai n iza m ı n ı kurmak isteyen­ lerin cem iyet teşkil etmelerin i , propaganda ve telkin yapmalarını müeyyide altına almayı istihdaf etmektedir."

Tasarı üzerinde Adalet Komisyonu'nda yapılan değişiklikler ve bu değişikliklerin gerekçeleri de , komisyon raporunda açıklanı­ yordu. Buna göre, Adalet Komisyonu'nda "zümre" sözcüğü yerine "sınıP' sözcüğü tercih edilmişti. Yapılan değişikliklerle ilgili ola­ rak, çok daha genel planda, maddenin kasdından anlaşılması gere­ ken unsurlar konusunda ise, şu açıklamalar yapılmıştı: "Kanun önünde Türklerin eşitliğini ve her türlü sınıf ve zümre, a i le ve kişi tahakkü­ münü yasaklayan anayasamızın koyduğu bu yasağın müeyyidelerinden biri olarak, bu fıkrada 'içtimai bir zü m renin diğerleri üzerinde tahakkümünü tesi s etmek' veya daha ileri olarak 'içti m ai bir zümreyi ortada n kaldırmak' a macı ile cemiyet teşki­ li cezalandırılmıştır. Cemiyetin iç örgüsünü teşkil eden ve kanunlar önünde eşit olan sınıflardan bi­ rinin diğerlerini ortadan ka ldırmasını istihdaf edecek her türlü hareketin cezalan­ dırı l ması, mesela bir işçi sınıfı diktatörl üğünün kurulmasını, bir ka pitalist sınıf ta­ hakkü mü tesisini önlemeyi matuftur. Esasen maddenin kabül ed ildiği 1936 yılın­ dan beri uygula malarda tebellür eden mana da, bu asil hüviyetin içinde kalmıştır. Mehaz kan unda kullanılan 'sınıf' kelimesi ile maddenin 'zü mre' mefhumu arasın­ da kasd olunan mana bakımından mahsus bir fark gözetilmediği için, esasen 'sı­ nıf' mana sına olmak üzere tatbik edi l m iş bulunan maddede bu sara hati ya pmak üzere, 'züm re' yerine 'sınıf' kelimesinin maddeye konu l ması, ancak bir şekli tashih olarak kararlaştırılmıştır. İçti mai veya iktisadi niza m ları devi rmek amacı ile cem iyet teşki linin ceza lan­ dırıl ması, her türlü tenkidin üzerinde kalan bir m üdafaa tedbiridir. Niza m , cemi­ yetin bünyesinden doğan ve cemiyetin idamesi için riayet edi lmesi zarürl bulunan siyasi, hukuki, iktisadi ve içtimai kaidelerden meydana gelen düzendir. Komünist­ l ik, anarşistlik gibi fikir sistemleri, cemiyetin bu mer' i nizamını bozmak ve kendi­ lerine göre muayyen ve malüm niza mlarını tesis etmek hedefini güderler. Türk ce­ m iyetinin komünistlik gibi fikir sis�em leri ile m ücadelesinin bir yolu da, kurulmuş nizamını yıkmak için yapılacak teşebbüslere karşı müeyyide koymasıdır. Bu, cemi­ yetin fiill varlığına kasd eden maddi kuvvetlere karşı, kendini müdafa hakkı kadar meşrü ve o kadar zarurid ir ki, cemiyeti fiill tahakküm altına almak a rzusu ile onun 1 83

nizamını yıkıp, yerine kendi niza mı n ı vaz etmeyi istemek arasında bir netice taiki olmadığı için, cem iyet, maddi varlığı gibi, manevi varlığı olan nizamını da aynı öl­ çüde savunacaktır. Bu fıkra , kurulmuş iktisadi veya içtimai n iza m ları devirmek a macı i le cem i­ yet teşkilini cezalandırmaktadır. Mesela, kom ü n izm, cemiyetin iktisadi ve içtimai nizamlarını devirmek ister. Çünkü, onun müşterek mülkiyete dayanan bir iktisadi n izamı, bu n iza m ı yaşatmak için, ferdi mülkiyete insanları sev eden; yarınki nesil­ lerinin istikbali endişesini yok etmek üzere çocuğun yetişmesi ve aile müessesesi üzerinde muayyen bir içtimai n iza m görüşü vardır. İktisadi nizam ı devirmek ile aynı niza m içinde iktisadi a nlayış farklarının baş­ ka başka şeyler olduğu üzerinde dura n komisyonumuzda, Türkiye'de ferdi m ülkiyet nizamı, bir iktisadi nizam olarak mevcuttur. Devletçiliğin bu niza ma dayanmakla beraber, iktisadi kalkınma için büyük ve ferdi başarı imkanı dışında kalan ekonomik teşebbüsleri devlet eli ile gerçekleştirme yolundaki anlayışına karşı, yine ferdi mül­ kiyet nizamını esas tutan, fakat devletçiliğin bu anlayışına uymayan veya karşı du­ ran ekonomi sistemlerinin, bir cemiyet veya parti tarafından gaye olarak takip edil­ mesi, bu maddenin şümülü dışında kalacağı belirtilmiştir. Bu cihet, esasen 'nizam' kelimesinin manasında mündemiç ise de, bu ifadeyi daha ziyade açıkla mak maksa­

dı ile, maddeye 'temel niza mla rı' devirme ibaresinin konulması kabül edilmiştir. 1 53 Birinci fıkrada yazılı suçun unsuru, 'devirmek maksadı'nın tahakkukudu r. Bu konu üzerinde de duran komisyonu m uzda, bu unsurun mahiyeti açıklan mıştır. Ku­ rulmuş iktisadi veya içtimai niza m ı devirmek için teşkil olunan cem iyet, bu maksa­ dına varmak için ya cebir ve şiddet yolunu takip eder yah ut kan u n çerçevesi içinde ve seçim yolu ile iktidara geçmek ister. Buna göre, madde de iki şekilde yazılabilir. Ya 'bu nizamları cebir ve şiddetle devirmek için cem iyet teşki li yasa ktır' denilir; ya­ hut 'bu n iza mmları devirmek için cem iyet teşkili yasaktır' denilir. Bu maddenin ilk defa ceza kan u n u m uzda kabül edildiği 1 1 Kasım 1936 tarihli 3038 sayılı kanunda, 141. madden i n b u fıkrası, ' n izamları şiddet kullanarak devir­ meye matuf' unsurunu i htiva ediyordu. Bu maddeye göre, bu nizam ları şiddet kul­ lanmadan, seçim yolu ile iktidara gelerek devirmek isteyen bu gibi cemiyetlerin ku­ rulmasına ceza kanunu bakımından m üsaade edi l m iş bulunuyordu. Buna da mani olmak için, 3531 sayılı ve 29 Hazira n 1 948 [1946] tarihli kanunla, bu fıkradan 'şid­ det' vasfı kaldırılmış bulunuyordu. Fıkranın bugünkü ifadesine göre, Türkiye' de kurulmuş iktisa di veya içtimai ni­ za mları devirmek maksadı ile cemiyet kurmak yasaktır. Bu cem iyetin nizamları de1 53 Hiç kuşkusuz bu ifade, DP'nin ve başkaca muhaliflerin devletçilik karşıtı görüşlerinin cezai takibat altına alınmayacağına ilişkin bir teminattı.

1 84

virmek için takip edeceği yolun da önemi yoktur. 'Şiddet' unsurunun tekrar madde­ ye konulması için yapılan teklif red edilerek, fıkra aynen kabül edilmiştir. Fıkra, bu maksatlarla cem iyet tesis, teşkil, tanzim , sevk ve idare edenleri ceza­ landırıyor. Müzakere sırasında, bu unsura aid tesis ve teşkilin, aynı manaya gel­ meleri bakı mından, birleştirilmesi yolundaki mütalaa ve teklif incelenerek, bu ke­ limelerden her birinin ayrı ayrı ma naları üzerinde durulmuş ve fıkra aynen ka bul edilmiştir. Tesis Edenler: Cem iyetin müteşebbisi olanlardır. Komünist ajanlarının nüveler, hücreler, cemiyetler teşkili için memleket içinde dolaşıp, münasebetler tesis etmesi ile suç tamam olur. Bu, bir tehlike suçud ur. Kanun, maddi bir fiili değil, tehlike sa­ yılan bir teşebbüsü cezalandırm ıştır. Bu suça teşebbüs imkansızdır. Çünkü, teşeb­ büs için yetecek olan bir fiil, suçun kemali ile doğmasına katidir. Teşkil Edenler: Cemiyeti fiilen kuranlardır. Tesis için teşebbüsü olanların, aynı za manda teşkil eden sayılmaları m ümkün ise de, [bu], her zaman zaruri değildir. Tanzim Edenler: Müesses, fakat faaliyet imkanlarından mahrum olan cem iyeti faa liyette bulunacak hale getirenlerdir. Sevk ve idare Edenler: Cem iyetin başka nlığını veya idare heyeti üyeliğini, bu nam ile olmasa dahi, yapanla r, amir mevkiinde bulunanlardır. Bu fıkrada bahsolunan 'cemiyet'ten anlaşılan mana, maddenin son fıkrasında yapılan bir ilave hükümle belirtilmiştir. 'Memleket içinde' unsuru: Bu ibare, işlenecek fiilin hedefi bakımından bir tah­ dittir. Bu tarzdaki cem iyetlerin memleket içinde kurul muş olmaları gerekmez. Tür­ kiye'de veya yabancı memlekette kurulmuş olan cemiyetler de, madde şümulüne gi­ rer. Burada aranacak şart, Türk n iza mlarının istihdaf edilmesi ve Türkiye'de sınıf tahakkü m ü tesisi güdülmesidir. Bu fiiller, mem leket içinde, fakat yabancı bir dev­ letin nizam ına karşı işlen miş [ise], bu maddeye göre suç olmaz. Çünkü, 138. mad­ denin 4. fıkrası hükmüne, 141. madde dahil değildir. Bu gibi hallerde, şartları var­ sa, 128. madde uygulanır. Verilen Ceza: Komünistlik, devletin şahsiyeti aleyhine işlenen suçlardandır. Re­ alist bir görüşle, komünistlerin vatan, i stiklal, milli hakimiyet gibi kutsal duygular­ dan mahrum oldukları ve bunun neticesi olara k, yabancı kaynaklardan emir alarak, yurt ve m i llet aleyhinde çalıştıkla rı açıkça tesbit olunmalıdır. Komünistlik, esas iti­ bari ile vatana hıyanet demektir. Ancak, mücerret olara k düşünülürse, komünistlik, nihayet bir iktisadi ve iç­ timai görüş, bir doktrindir. Yurt bütünlüğü, m illi sınır ve istiklal ile ihtilat ettiri l me­ den, zati çerçevesi içinde aranılan ve tesise çalışılan bir ideoloji olarak da, kendi­ sine taraftar bulabilir. 1 85

Komünistliği cezalandırırken, bu farkı göz önünde bulundurmak ve işlenen su­ çun vahametine göre ceza tertip etmek, basiretli bir ceza siyasetinin şiarı olmalı­ dır. Eğer komünist cemiyet, memleket içinde kurulmuş içtimai veya iktisadi nizamı devirmek veya bir sınıfı yok etmek veya tahakkü m altında tutmak gayesi hudutları içinden taşar da, aynı zamanda, 'devlet topraklarını yabancı bir devletin hakimiyeti altına koymaya ve devletin istiklalini bozmaya matuf bir fiil' de işlerse, o kom ü nis­ tin hukükT vasfı, vatan haini olur. T[ürkl C[eza] K[anunu'nun] 1 25. maddesine gö­ re, cezası idamdır. Ayrıca komünistlik suçundan cezalandırılacak değildir. Çünkü, işlediği bir fiil ile kanunun m uhtelif ahkamını i hlal eden kimse, en şedit cezayı ta­ za mmun eden maddeye göre cezalandırılır. T[ürk] C[eza] K[anunu'nun] 79. [mad­ desi], komünistliği sadece ve m utlak olarak vatan hıyaneti sayıp, ayrıca cezalan­ dırmamak hıyanet suçunun unsurları teşkil edeceği had devreye kadar, komünist­ leri hareketlerinde serbest bırakır. Bu yönden, vatan hıyaneti suçu ile murta bıt ol­ mayarak, suç sayılan kom ünistlik için cemiyet nizamını ihlal ettiği göz önünde tu­ tularak, ceza takd i r etmekte isabet vardır. Bu ceza, artırılm ı ş olarak, cemiyet ku­ ranlar için , üç yıldan on yıla kadar ağır hapistir. İkinci fıkra: Bu fıkrada değişiklik ya pılmamıştır. Memleket içinde kurulmuş siyasi ve hukükT temel n iza mları deviren yıkıcı ce­ m iyetlerin kurulmasını yasak eden bu fıkra, a na rşistliği cezalandırmak için konul­ muştur. Anarşistlik, ferdin hiçbir otoriteye ve hukükT n iza ma boyun eğmeden, ser­ bestçe hareket etmesi lazım geldiğini iddia eden fikir sistemid i r. Anarşizmin ga­ yesi, n izamsızlıktır. Maddedeki 'yıkıcı' terimi buna işaret eder. H ukükT ve siyasi ni­ za mları sadece yıkmak için cemiyet teşkili, bu fıkra ile suç sayı l mıştır. HukükT ve siyasi niza m ı n yerine başka bir nizam koyma k isteyen her türlü fi­ kir ve teşebbüs, 'yıkıcı' tabiri dolayısıyla serbest bırakılm ıştır. Bu, demokra sinin bir icabı ve parti ayrılıklarının bir d ayanağıdır. Devletin siyasi veya hukükT n izamı­ nı şu veya bu şekle sokmak için kuru l a n bir parti , elbette cezalandırıla maz. Devlet kuvvetler birliğine mi, yoksa kuvvetler ayrılığı esasına mı daya nmalıdır d iye siyasi nizama dair görüşünü açıklamak, yürü rlükteki ka n unlardan bazıları n ı n kaldırı lma­ sını ve yen ilerinin vaazını isteyerek h ukükT niza ma müdahale etm ek, fikir hürriyeti­ nin mutlak sınırı içindedi r. 1 54 Üçüncü fıkra: Hükumetin teklifi: Yürürlükteki kan unun üçüncü ve dördüncü fıkralarında mev­ cut olan a ğırlaştırıcı sebepler birleştiri l m iş ve aşağıda yazılı bazı u nsurlar eklen­ m iştir. 1 54 H iç kuşkusuz bu ifade, DP'nin ve başkaca muhaliflerin anayasaya yönelik görüşlerinin cezai takibat a ltına alınmayacağına i lişkin bir teminattı.

1 86

Birinci ve ikinci fıkralarda yazılı a maçlara varmak için cemiyetlerce, her ne su­ retle olursa olsun, cebir ve şiddet kullanmak veya her ne suretle olursa olsun tehdit etmek vasıta olarak kabul edilmişse; Bu cihet açıklanmamış olmakla beraber, cebir ve şiddet veya tehdit başarı için gerekli bulunmuşsa; Bu maksatla kurulan cemiyetler için verilecek ceza , beş yıl ağır hapisten aşağı olmayacaktır. Fıkraya vuzuh veren bu değişiklik aynen kabul edilmiştir. ( ... ) Cemiyete dahil olsun olmasın, cem iyetlere girmek için yol gösterme, m üsta kil bir suç olarak kabul edilmiştir. ( . ) ..

Sekizinci fıkra: Bu fıkra, bu maddede kurul ması yasaklanan cemiyetlerin tarifi­ ni ya pmak için eklen miştir. Cemiyet, esas itibari ile Cemiyetler Kanunu ' na göre ku­ rulur. Fakat, komünist cemiyetin, birinci fıkra karşısında, maksadını n izamname­ sinde açıkça yazarak kurulacağını beklemek, realiteyi görmemek olacağı için, iki ya da daha ziyade kimseni n maddede yazılı maksatların tahakkuku için anlaşmış ol­ malarını, cemiyetin kurulmuş sayıl ması için kafi görmek zarureti kom isyonu m uz­ ca da kabul edilmiştir. Madde 1 42: Hükumet tasarısında teklif olunan değişiklik; İkinci fıkra , cebir ve şiddet kullanan ile beraber, 1 4 1 . maddedeki değişikliğe uyularak, 'tehdit etmeyi de' ihtiva ederek yazılmıştır. Yürürlükteki maddenin üçün­ cü fıkrasındaki suç, ikinci fıkrada yazılı suç ile birleştirilmiştir. Yürürlükteki mad­ denin son fıkrasındaki bu fiilleri 'öven veya iyi görd üğünü söyleyen' kimselerden başka, 'bu fıkraların ihtiva ettiği a maçlar için başka larına söz veya işlem ile telkin­ de bulunan' kimseler de ceza landırılm ıştır. 'Övme ve iyi gördüğünü söyleme' suçu, yürürlükteki maddede sadece 'cu mhuriyetçiliği veya milli h issiyatı sarsmak veya zayıflatmak' maksadına münhasır olarak yazı l mıştır. Halbuki, gaye, tama men bi­ rinci ve ikinci fıkra larda yazılı maksatların övülmesi ve telkini olduğu için, bu fıkra, üçüncü fıkra olarak yazılmıştır. Cezalar artırılmıştır. Komisyonun yaptığı değişiklik: 1 4 1 . maddedeki tadiller gereği nce, 'zümre' yerine 'sınıf' kelimesi kullanılmış ve 'nizamlar' , 'temel' sıfatı ile kuvvetlendirilmiştir. Üçüncü fıkradaki 'işlem' keli mesi, mua mele manasını ifade ettiği için, maddeden çıka rılarak, onun yerine 'herhangi bir fiil ve hareket' ibaresi kullanılm ıştır. 1 42. m adedde ya pılan değişiklik dolayısıyla komi syon m üza kerelerinde beli­ ren kanaate göre: Bu madde, 1 4 1 . maddede izah olunan maksatla ra varmak için yapılacak pro­ pagandayı ceza landırmaktad ır. Biri nci fıkranın sarahatine göre, iktisadi veya iç1 87

timai niza m l a rı devirmek m aksadı, kom ü nistlik gibi fikir sistem lerinin kendi ik­ tisadi ve içtimai niza m la rı n ı yerleştirmeyi istihdaf etmekte olduğu için, bu mak­ satla yapılan propagandayı bu manada menfi ve müsbet olara k anlamak gerek­ tir. Siyasi ve hukuki temel n izam ları yıkmak maksa d ı , anarşistliğin sadece yıkı­ cı, yan i menfi hedefini ifade ettiği için, propagandayı da, bu dar ve menfi mana­ sı ile anlamak gerektir. Propaganda, bu fikirleri, her ne vasıta ile olursa olsun , taraftar kazanmak kas­ dı ile yaymaktır. Propagandada yayma, ya ni aleniyet bir unsur olarak a ra nır. İkin­ ci unsur da, bu fikirleri yaymaya matuf vasıtaların başkaları tarafından sadece gö­ rül mesi deği l , onları taraftar olara k kaza nma kasd ı n ı n bulunmasıdır. Kom ü n iz­ m i n içti mai ve iktisadi temel niza m la r hakkındaki görüşünü ve anarşizmin siyasi ve huküki temel nizamlar önündeki a nlayışını mücerret olarak izah etmek veya i l mi kritik yapmak, bu fikirlerin tesiri altında bırakarak, bunların doğruluğuna ve tatbik edi lmesi faydalı olacağına dair muhataplarında bir kanaat hasıl etmek kasdı an­ laşılmadıkça, ceza landırıla maz. Komünist propaganda taktiği, ceza müeyyidesinden kurtu lmak için, insan zeka­ sının bütün gücünü kullanmaktad ı r. İktisadi ve içti mai niza ma açıkça taarruz ede­ med iği için, fikirleri, ilim ve sanat kisvesine büründürür. Söz, yazı, resi m vs. vası­ talarla yayılan fikirlerin, kanunda ceza landırılan maksatla rı istihdaf edi p etmedi­ ği husüsu, propaganda yapan şahsın hal ve mazisine, yayılan fikirlerin mahiyetine göre, isa betle takdiri gereken en m ü h i m noktadır. Propagandanın alen iyet unsuru dolayısı ile, bu fikirleri yaymak isteyenler, da­ ha çok m ünferit ve gizli çalışma yoluna sapmışlar; söz ve hareketle bu maksatla­ rı telkin, madde dışında kaldığı için, faaliyetlerin i bu yolda geli ştirmişlerdir. Mad­ denin üçüncü fıkrası ile tel kin de, müeyyide altına alınmış bulunuyor. Komisyonu­ m uz, 'işlemle telkin ' yerine 'herhangi bir fiil ve hareketle telkin' i ba resini yazmakla, söz söylemeden, bu fikirleri, fiili örnekler vererek telkin edenlerin de, müeyyide içine a lınmalarını sağla mak i stemiştir."

Komisyon üyelerinden Hazım Bozca, İstanbul milletvekili Fuat Hulusi Demirelli ve Manisa milletvekili Uslu , tasarının bazı nokta­ larına muhalefet şerhi koymuşlardı. Yeni tasarıda yer alan maddelerin Adalet Komisyonu tarafından yeniden formüle edilmiş şekilleri de şöyleydi: " Madde 14 1 : Memleket içindeki içt i m ai bir sınıfın diğerleri üzerinde tahakkü mü­ nü tesis etmek veya içti mai bir sın ıfı ortadan kald ırmak veya memleket içinde ku­ ru lmuş iktisadi veya içtimai temel n iza m ları devirmek amacı ile cem iyet tesis, teş1 88

kil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse, üç yıldan on yıla kadar ağır hapis ceza­ sı ile cezalandırı lır. Amacı, cemiyetin siyasi veya hukuki herhangi bir temel nizamını devirmek olan yıkıcı cemiyetleri, memleket içinde tesis, teşkil, tanzi m veya sevk ve idare eden kim­ se, birinci fıkrada yazılı cezayı görür. Yukarıdaki fıkralarda yazılı a maçlara varmak için, cemiyetlerce, her ne suret­ le olursa olsun, cebir ve şiddet kullanmak veya her ne suretle olursa olsun tehdit etmek, vasıta olarak kabul edilmi şse veya bu cihet açıklan m a m ış olmakla bera­ ber, cebir ve şiddet veya tehdit başarı için gerekli bulunmuş ise, cemiyeti tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden kimseye verilecek ağır hapis cezası, beş yıl­ dan aşağı olamaz. Amacı cumhuriyetçi liğe aykırı olan veya millT duyguları yok etmeye veya zayıflat­ maya matuf bulunan cemiyetleri tesis, teşkil, ta nzi m veya sevk ve idare eden kim­ se, bir yıldan üç yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır. Birinci ve ikinci fıkralarda beyan olunan cem iyetlere girenler, bir yıldan ve üçün­ cü fıkrada yazılı cem iyetlere girenler, iki yıldan başlamak üzere, yedi yıla kadar ağır hapse ve dördüncü fıkrada bildiri len cemiyetlere girenler de, altı yıldan [aydan] bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar. Yukarıdaki fıkrada beyan olunan cemi­ yetlere girmek için yol gösterenler, aynı surette ceza görürler. Dağılmaları emred i l m iş olan yukarıda yazılı cem iyetleri, sahte nam altında veya m uvazaa şeklinde olsa dahi, yeniden tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden­ ler hakkı nda verilecek cezalar, üçte birden eksik olmamak üzere artırıl ır. Bu mad­ dede yazıl ı olan cemiyet, iki veya daha çok kimselerin sadece aynı a maç etrafında birleşmeleri ile vücut bulur." "Madde 142: Memleket içindeki içti mai bir sınıfın diğerleri üzerinde tahakkü münü tesis etmek veya içtimai bir sınıfı ortadan ka ldırmak yahut mem leket içinde kurul­ muş iktisadi veya içtimai temel nizam ları devirmek veya siyasi veya hukuki temel nizamları yıkmak için, her ne suretle olursa olsun, propaganda ya pan kimse, bir yıl­ dan beş yıla kadar, ağır hapis cezası ile ceza landırılır. Bu propaganda, yukarıdaki fıkrada yazı lı a maçlara varmak için, cebir ve şiddet kullanmayı veya tehdit etmeyi de taza mmun ediyorsa, bu ilk fıkra uyarınca verile­ cek ceza , iki yı l ağır hapisten aşağı olamaz. Yukarıdaki fıkralarda yazı lı fiilleri öven veya iyi gördüğünü söyleyen ya hut bu fıkraların ihtiva ettiği amaçlar için başkasına söz veya herhangi bir fiil ve hareket­ le telkinde bulunan kimse, bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalan­ dırılır. Cumhuriyetçiliğe aykırı veya m i llT duyguları yok etmek veya zayıflatmak için, 1 89

her ne suretle olursa olsun, propaganda yapan kimse, altı ayda n iki yıla kadar ha­ pis cezası ile ceza landırılır."

Görüldüğü gibi, hükumet önerisi de, Adalet Komisyonu'nda de­ ğiştirilerek yeniden formüle edilmişti. Buna göre; 1 4 1 . maddede, hükumet önerisinde formüle edilen "zümre" sözcüğü ya da kavramı yerine, "sınıf' sözcüğü ya da kav­ ramı tercih edilmişti. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, hüku­ met önerisinde yer alan formülasyona " temel" sözcüğü eklen­ mişti. 14 2. maddede de, aynı değişiklikler ve eklemeler yapılmış­ tı. Maddenin üçüncü fıkrasında ise, hükumet önerisinde yer alan "işlem" sözcüğü yerine, 'herhangi bir fiil ve hareket" sözcüğü ter­ cih edilmişti. Türk Ceza Kanunu'nun 1 4 1 ve 14 2. maddelerinin değiştirilme­ sine ilişkin yasa önerisi, TBMM'nin 8 Haziran tarihli oturumunda görüşülmeye başlanacaktır. 1 55 Osman Nuri Köni, konuşmasında ilgili maddelere hiç değinme­ mişti. Hasan Dinçer ise , "komünizmle mücadele [ nin] hakikaten üzerinde hassasiyetle durulması lazım gelen ciddi bir mesele" ol­ duğunu ve "bunda hükumetle beraber" olduklarını ifade etmişti. Bu konuda "ne kadar hassasiyet gösterilse yeri"ydi. Dinçer, komü­ nizm ile mücadele bahsinde de şöyle diyordu: "Hüku metin elinde komünizm ile mücadele silahı olan 141 ve 142. maddeler mev­ cut iken d a h i ya pılan m ücadeleler, hakikaten kati bir mücadele olmamıştır. Bu tadi l ile hüku met, 141 ve 142. maddelerde bir unsur değişikliği istememektedir. Sadece arz ettiğim cezaların üç seneden beş seneye a rtırılmasını ve ferdi hareket­ lerin cezala ndırılmasını tem i n peşindedi r. (. .. ) [Oysa], cezanın üç seneden beş seneye veya daha fazlaya ç ı karılmış olması, komünizm i le mücadele için kafi değildir. Kom ünizm ile mücadele, ceza kanunun maddelerin i ağırlaştırmaktan ziyade, kom ü n izmi doğuran sebepleri ortada n kald ır­ makla mümkündür. Memlekette iktisadi sefalet günden güne art ı p dururken, sade­ ce ceza ted birleri almak sureti ile kom ü nizm ile mücadele ettiğim izi sanmak, sade­ ce şekil ve zevahiri kurtarmak, fakat işin hakikatine nüfüz etmemek olur. Bundan başka, masum vatandaşların vicdan ve idraklerinde komü n izme karşı hiçbir yer bırakılmaması için, komüniz m i n maskesin i düşürmek sureti i le hakiki h ü155 TBMM TD, (aynı yerde). (8.6.1949). Bundan sonra bu konuda verilecek bütün bilgi ler için, d ipnotlarda a ksi gösterilmediği takdi rde, aynı kaynak kullanılacaktır.

1 90

viyetini vatandaşlara öğretmek, vicdan ve şuurlarına onun tehlikesini yerleştirmek de lazımdır. Bu iki m ücadele metodunun, yan i kom ünizmin kötülüğünü vatandaşla­ rın idrak ve vicdanına yerleştirmek m ücadelesini ihmal edi p dururken ve memlekette iktisadi sefalet alabildiğine hükü m sürerken, bunların karşısında tedbirsiz ve eli ko­ lu bağlı vaziyette duran hükumetin sadece cezaların artırılmasını istemesi, anlaşılır şeylerden değildir. Ve yine biliyoruz ki, bu kürsüden muhtelif sebeplerle ifade edildiği gibi, bu memlekette komü nistliği belli olan, hatta komünistlikten mahkum olan bir­ çok şahıslar mühim noktalarda işbaşında bulunmaktadırlar. Bu vakıalar karşısında, hükumetin komünistlik ile mücadele için bu maddeyi getirmesindeki zihniyeti kav­ ramak, hakikaten m üşküldür. ( . . . ) Ewel emirde, hükumet, elindeki m adde ile m ü­ cadeleyi yapsın [ve] bunun gayri kafi olduğunu göstersin; ondan sonra bu madde­ nin tadilini, h ükumetin istediğinin beş kat fazlası ile kabulü bizim için bir borç olur."

Görüşmelerin bu aşamasında , DP milletvekili Adnan Adıvar söz alacak ve ilgili değişikliklerin niçin ve hangi amaçlarla yapıl­ dığının hükumetçe ve Adalet Komisyonu'nca açıklanmasını iste­ yecektir. Bu talep üzerine söz alan Adalet Bakanı Fuat Sirmen, ilgili mad­ delerde yapılmak istenen değişikliklerin resmi gerekçelerini bir kez daha açıklamanın gerekli olup olmadığını gündeme getire­ cek ve TBMM de, bu türden bir açıklamaya gerek olmadığına ka­ rar verecektir. Reşat Aydınlı da, Hasan Dinçer'in görüşlerine katılıyor, ancak hükumetin almayı öngördüğü önlemlere de karşı çıkmıyordu . Ne­ cati Erdem ise , 1 4 1 ve 1 42. maddelerin formülasyonuna karşı çı­ kıyor ve bu türden formülasyonların belirsizliğine dikkat çekiyor­ du. Uygulamada da bu tür müphem ve muğlak ifadeler sorun ya­ ratacaktı. Erdem, buna örnek olarak da, " tahakküm" sözcüğünü gösteriyor ve tahakkümün nasıl oluşabileceğini soruyordu . DP milletvekili Muammer Alakant ise, komünizme ve komünistlere karşı mücadelede hükumet ile birlikte olduklarını vurguluyordu. Bu konuda herkes birlikti. Sorun, öngörülen hükümlerin yetersiz olmasıydı. Hazım Bozca da, ilgili maddelerin formülasyonunda­ ki sorunlara değiniyor ve özellikle de kamu görevlerinde bulunan komünistlerin bu görevlerinden uzaklaştırılması gereği üzerinde duruyordu. Bozca'ya göre, hükumet komünizm ve komünistler­ le mücadelede üzerine düşen görevleri yerine getirmiyordu. Ay1 91

rıca, sosyal önlemler de alınmalıydı. Bu türden formülasyonlarla komünizmin önlenmesi mümkün olamazdı. Bizzat Başbakan Şem­ settin Günaltay'ın da belirttiği gibi, bütün partiler, komünizm ile mücadelede ortak tutum alıyorlardı. Nitekim, bizzat Celal Bayar da, sadece birkaç gün sonra, 23 Ha­ ziran'da, DP !kinci Büyük Kongresi'nde yaptığı bir konuşmada, bu konuya önem vererek, şöyle diyecektir: "Aşırı solculuğu tasvip edecek bir kimse içimizde yoktur. Biz sa m i mi insanlar oldu­ ğum uz için, bu memlekete iyilik kimin tarafından gelirse gelsin, yah ut felaket ki­ min tarafından önlenirse önlensi n , onunla beraber olacağımızı her za man ifade et­ tik. Hüku met bu noktada hassasiyet gösterince, kendisini desteklemekten çekin­ meyeceği m izi ifade ettik. (. .. ) Ben bu meseler hakkında za man zaman hüku metin dikkatini çektim. 'Dikkatliyiz' dediler. Son defa sayın Başbakan, Meclis'te ayak üze­ ri görüştüğüm zaman, bana bir kanun getireceğini söyledi. Kanunu konuşmuş de­ ğildim. Başbakana, 'Bu da bir baskı vesilesi olmasın' dedim. Tem inat verdi. Şahsı­ na emniyet edilmesi lazı m geleceğini söyledi. Meclis'te son çıka n ekspres kan unlar a rasına bu da girmiş ... Bizim a rkadaş[lar]ımız, kanunun esas prensip değil, mad­ delerindeki bazı kısımlarına itiraz etm işler. Bize biraz geç aksetti. İdare kurulu ve Meclis grubu, müzakereler yaptı. O ka nunun baskı gösteren bazı kısımları için tek­ lifler hazırladık. Bunun heyeti umu mlyesi hakkındaki konuşmayı da, yüksek salahi­ yeti olan [Fuat] Köprülü'ye tevdi ettik. Takrirlerim izden biri kabul edildi. Diğeri red edildi. 'Parti lüzumlu şekilde hareket etmedi' diye dedikodu mevzuu olmuş . . . H ayır, vazifemizi hassasiyetle yaptık. Ama Meclis'ten neticesini alamadık." 1 56

Ertesi gün, 9 ve 10 Haziran'da toplanan TBMM'nin gündemin­ de yine aynı konu vardı; fakat bu görüşmelerde de ilgili maddeler üzerinde pek az durulacaktır. 1 57 Bununla birlikte, 1 4 1 . maddenin son fıkrası, ki söz konusu cemiyetin iki ya da daha fazla kimsenin sadece aynı amaç etrafında birleşmeleri ile kurulacağına ilişkindi, verilen bir önergenin kabul edilmesi üzerine, tasarıdan çıkarılacak ve ilgili maddelere ilişkin yasa tasarısı, başka bir değişiklik olma­ dan, kabul edilecektir. 1 58 1 56 Celal Bayar Diyor ki (1 920-1950), s. 352-353; Demokrat Parti başkanlığının 16 Haziran 1 949 tarih ve 122 sayılı tamimi için bkz. Celal Bayar'ın Söylev ve Demeçleri (1 946-1 950), s. 598-605. 157 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 20, 105. Birleşim, (9.6. 1 949); TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 20, 106. Birleşim, ( 10.6. 1949). 1 58 Cumhuriyet, ( 1 1 .6. 1949). Nad ir Nadi, Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan yazılarınd a , tasarının tamamı­ na karşı olduğunu belirtiyordu. Bkz. Nadir Nadi'nin yazıları : Cumhuriyet, (Haziran 1 949). Bu konuda hayli

1 92

8. "AŞ I RI SAGCI LI K VE AŞIRI SOLCU LU KLA M ELÜ F M E M U RLAR! M E SLEKTEN ÇIKARMAK": M E M U RiN KAN U N U 'NA E K YASA TASARISI Hatırlanacağı gibi, solcu/sosyalist üniversite öğretim üyelerinin görevlerinden uzaklaştırılması sürecinde, sol görüşlü bilinen ya da tanınan devlet memurlarının ya da kamu görevlilerinin, Türk Ceza Kanunu'nda işaret edilen bir suç işlemedikleri ya da hakla­ rında bir delil bulunamadığı takdirde, bütün bunlara rağmen, gö­ revlerinden ayrılmalarını sağlayıcı idari ve hukuki düzenlemeler yapılması gereği, gerek iktidar ve gerek muhalefet partisi milletve­ kileri tarafından ve gerekse basın organlarında dile getirilmiş bir talepti. Özellikle de üniversite öğretim üyelerinin görevlerinden uzaklaştırılması sürecinde bu konuya devamlı olarak değinilmiş ve en kısa zamanda önlem alınması istenmişti. 1 59 Nitekim, bu talep dikkate alınmış olmalı ki, Başbakan Şemsettin Günaltay'ın imzası ile 7 Mayıs 1 949 tarihinde TBMM'ye sevk edilen Memurin Kanunu'na ek yapan yasa tasarısının gerekçesinde, "aşı­ n sağcılık ve aşın solculukla melüf memurları meslekten çıkarma" gereğine değiniliyordu . 1 60 Gerekçede şu görüşlere yer verilmişti: "Tasarının birinci maddesi ile aşırı sağcılık ve aşırı solculuk cereya nlarının unsur­ larını ihtiva etmekte olan Türk Ceza Ka nunu'nun 1 4 1 , 142 ve 1 63. maddelerinde tasrih edilen hareketlerde bulunanların, maddi ve kanuni deli l bulunmaması sebe­ biyle, kovuşturmaya tabi tutu lamamaları; fakat bu cihetin idari bir şekilde tesbiti hal inde, işgal ettikleri vazifelerde kalma ları mi lll menfaat ve hizmetin selameti ba­ kım ından doğru olamayacağı, inzi bat kom isyonları kararı ile meslekten çıkarı l ma­ ları sağla nmış bulunmaktadır." 1 6 1 ilginç bir başka gelişme de, dönemin sonlarında görülecek ve Cumhuriyet gazetesinin ha berine göre, Türk Ceza Kanunu'nda değişiklik öngören yasa tasarısı TBMM'ye sunulacaktır. Cumhuriyet, ( 1 1.3.1950). Bu maddeler ile birlikte ele alınan Türk Ceza Kanunu'nun 163. maddesi de, Meclis'in bu üç günlük gö­ rüşmelerinde asıl ağırlıkl ı olarak ele alınan ve üzerinde tartışılan bir başka önemli konuydu. Ancak, bu ko­ nuyu laiklikle ilgi l i kısımda ve ayrı olarak zaten daha önce ele almıştım. Bkz. Cemi l Koçak, Dönüşüm, s. 1 53-3 12. 159 Bu konuda ayrıntılı ve geniş bilgi için bkz. Cemil Koçak, Rejim Krizi, s. 305-4 12. 160 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 20, 106. Birleşim, ( 10.6.1949); S. Sayısı: 260. Bundan sonra bu ko­ nuda verilecek bütün bilgiler için, dipnotlarda aksi gösterilmediği takdirde, aynı kaynak kullanılacaktır. 161 Türk Ceza Kanun u'nun 163. maddesine ilişkin ayrıntılı ve geniş bilgi için bkz. Cemil Koçak, Dönüşüm, s. . 305-4 12.

1 93

Hükumetçe önerilen tasarı ise şu şekildeydi: "Türk Ceza Kan u n u 'nun 1 4 1 , 142 ve 163. maddeleri nde tasrih edi len suçlardan herhangi birini işlediklerine dair kanuni taki bat icrasına yeter mahiyette deli l elde edilememesinden dolayı haklarında kovuşturma yapılamayan ve fakat bu cihet, bi­ rinci derecedeki sicil am i ri tarafından re'sen veya soru üzerine bildirilen ve bu bil­ dirme üzerine ayrıca yaptırılacak inceleme neticesinde, incelemeye memur edilen ile sicil a mirinin birbirine uygun vicdani kanaatleri ile teeyyüd eden memurlar, inzi­ bat komisyonu kara rı ile ve ilgili bakanın tasdiki ile meslekten çıkarılır."

Görüldüğü gibi, söz konusu maddelerin cezalandırılmasını ön­ gördüğü bir suç işlediğine ilişkin işaret olan, ancak bu konuda hakkında bir delil bulunamadığı için yasal kovuşturmadan uzak kalmayı başarabilen devlet memurları, bu yasa tasarısı ile görevle­ rinden uzaklaştırılabileceklerdi. Üstelik hukuk yollarının kapan­ dığı ya da açılmasının hiç mümkün olmadığı durumlar söz konu­ suydu artık. Kuşku, yeterli bir işaretti. Görünen o ki; bu durum­ da, memurun birinci derecedeki sicil amiri, ya bizzat kendi girişi­ mi ile ya da kendisinden talep edilmesi durumunda, kuşkulu bu­ lunan memur hakkında bir rapor yazacaktı. Hiç kuşkusuz, bu tür­ den bir talep, ya siyasi mekanizmalar içinde gerçekleşecekti ya da emniyet güçlerince gündeme getirilecekti. Bu türden bir sürecin başlaması halinde de, birinci derecede sicil amiri ile ilgili memur hakkında inceleme yapan diğer memurun, ki muhtemelen bu kişi polis olacaktı, sadece vicdani kanaatlerine dayanarak hazırladıkla­ rı sonuç , eğer birbiri ile denk düşüyorsa, ki farklı olduğu takdir­ de ne gibi bir işlem yapılacağına tasarıda hiç değinilmemişti, ilgi­ li memur, inzibat komisyonuna sevk edilecek ve bu komisyonun kararı ve ilgili bakanın da onayı ile meslekten uzaklaştırılabilecek­ ti. Bu süreç, hiçbir yasal dayanak taşımayacağı gibi, tamamen idari ve takdiri bir süreç olacaktı. Bu türden bir karara itiraz etmek de mümkün değildi. Çünkü , tasarıda bir itiraz mercii belirtilmemişti. Sonuçta , kuşku ve vicdani kanaat, bir memurun meslekten çıka­ rılması için yeterli neden haline geliyordu. 2 Haziran 1 949 tarihli Adalet Komisyonu raporunda, "tasarı­ nın varmak istediği gaye hakkındaki hükumet görüşü [ nün] mu­ vafık görül"düğü açıklanıyordu . Raporda şu görüşlere yer veril­ mişti: 1 94

"Madde ile i stihdaf edilen (. .. ) gaye, Ada let Bakanı tarafından geniş bir surette izah edild i kten sonra, esas prensi pte m utabık olduğunu belirten komi syon , tatbikatta bu gayenin dışına çıkıl mamasını temin için, cümle ve keli meler üzeri nde titizlikle durarak, bazı değişikliklerin yapıl masını mütalaa etmiştir. Bu cümleden olara k, bu temayülleri a nlaşılanla rın meslekten değil, memuriyet­ ten çıkarılması; az vahim hallerde ise, bir detaya mahsus olmak üzere, daha hafif bir ceza olmak üzere, mesleğinin değişti rilmesi uygun görülm üştür. Bu hüküm, ay­ nı za manda, tezvirat, iftira ve yanlış anlaşılmaya karşı da bir teminat telakki ed il­ miştir. Ancak, madde metnine kon m uş olan bu hafif ceza, ağır cezadan evvel ve muhakkak uygulanması şart olan bir ceza kademesi değildir. Komisyon, durumun vahametine göre, takdir hakkını kullanarak, isnad altında bulunan memurun, dev­ let memuriyetinin hiçbir kolunda çalıştırılmasını doğru bulmadığı a hvalde, doğru­ dan doğruya memuriyetten çıkarılma cezasını uygulayacaktır. Metinde ya pılması düşünülen ikinci mühim değişiklik de, bu ceza ları uygu laya­ cak olan komisyonun kurul ması şekli ile bu komisyon tarafından ittihaz olunacak kararlar aleyhine h içbir kanun yoluna gidilemeyeceği konusudur. Teklif edilen maddeye göre, inzibat komisyonlarının kararı, ilgili bakanın tasdi­ ki ile uygulanacak ve bu kararlar aleyhi ne kanun yollarına gidilebilecekti. Kom isyo­ numuz, bu cezayı verme yetkisinin, meslek inzibat komisyonlarına değil, gerek ku­ ruluş şekli ve gerek üyelerinin şahsiyetleri bakı mından her türlü tem inatı haiz bir komisyona veril mesini mütalaa etmiş ve bu bakımdan Yargıtay, Danıştay ve profe­ sörlerden kurulmasını m uvafık bulmuştur. Yedi kişiden kurulacak olan bu komisyonun üyelerinin üçü Yargıtay'dan, ikisi Danıştay'dan, biri Ankara Hukuk Fakültesi, biri de Siyasal Bilgiler Okulu profesörle­ rinden olacaktır. Bu kom isyon üyelerinin seçim tarzı ve süresi de, ayrıca gözden ge­ çirilerek; neticede, ilgili baka nların bunları birer yıl için seçmeleri usulünün, teklif edilen ad çekme usulüne tercih edilmesi kararlaştırıldı. Konulan esasa göre, Danış­ tay'dan bu komisyona gelecekleri Başbakan Yargıtay'dan katılacakları Adalet Ba­ kanı; profesörleri de MillT Eğiti m Bakanı seçecektir. Bu kom isyonun kararları, ilgili bakanın tasdikinden geçmeden, kesin olacak ve aleyhine kanuni veya idari mercilere başvurulamayacaktır. Çünkü, kom isyonun ku­ rul ması şekli, kararlar aleyhine gidilmesi, kanunları m ızla ka bul edi l m iş olan merci­ leri içine almış ve bu suretle istenilen yüksek teminatı haiz added i l m iştir. Bunlardan başka, maddeye, komisyon başkan lığı, kaç kişi ile topla nacağı ve reylerde müsavat halinde tercih sebebi haklarında da hükümler konu lmuştur. Mad­ de metnini açıklamak için şu ciheti de kayda değer görürüz ki, biri nci derecedeki sicil a mi ri ile m uhakkik veya müfettişin kanaatlerinin birleşmemeleri halinde, ev1 95

rakın bu kom isyona tevd ii ed i l i p ed ilmemesi yetkisi, idari ve siyasi mesuliyetle­ ri om uzlarına almış ve daha geniş bir görüşe sahip bulunan ilgili bakanlara bıra­ kılm ıştır. Bu suretle, her ihbar üzerine düzenlenmiş olan soruşturma evrakının mu­ hakkak surette komisyona tevdii mecburiyetinden de vareste kalınmış olacaktır. Tatbikatta, ufacık olsa bile, bir tereddüde yer vermek istemeyen komisyon, kazaı takibatın, inzı bati takibat ve cezaya mani olamayacağı hakkındaki u m u mi hukuk kaidelerinden ayrıl mayı asla aklına getirmeyerek, bu esas dairesinde maddeyi for­ müle etmeye çalışm ıştır. Bu suretle, Türk Ceza Kan unu'na göre hakkında kazai ko­ vuşturma yapılmakta olan bir memura inzıbati cezanın tatbiki, cezai takibatın ne­ ticesine bırakılmayacaktır. Diğer [bir] deyim le, cezaı takibatın neticesini beklemek, kanuni bir mecburiyet sayılmayacaktır. (. .. ) [Ayrıca], yargıçlarla ordu mensupları ve üniversite öğretim üyeleri haklarında bu kanunun uygulanmayacağı tesbit [edilmişti]. Metinden, bu meslekler mensu pları­ nın aşırı sağcılık veya solculuk temayül leri sabit olsa dahi, (. .. ) [bu] madde hükm ü­ nün uygulan mayacağı manası da çıkarılabil mektedir. Kom isyonumuz, bu kanaate iştirak etmediğinden, (. .. ) [bu] maddedeki ahvalin sübutu halinde, bu meslekler er­ babı hakkında da, yazılı inzibat ceza la rının, kendi özel kan unlarının usulüne göre inzıbati cezaları tayin ile yetkili kılınmış olan mercilerce tatbik ed i lmesin i n m uva­ fık olacağını kabul [etmiştir]."

Bu arada; komisyon üyesi ve DP milletvekili Fuat Hulusi Demi­ relli'nin komisyon raporuna muhalefet şerhi düştüğü dikkati çe­ kiyordu . Dikkat edildiği takdirde hemen fark edileceği gibi, Adalet Ko­ misyonu , hükumetin önerdiği yasa tasarısı üzerinde önemli deği­ şiklikler yapmıştı. Öncelikle, " meslek"ten değil, fakat "memuriyet" ten çıkarılma söz konusuydu artık. Ancak, bu iki kavram arasındaki ayrıma de­ ğinilmemişti. Diğer yandan, "az vahim haller" de, "daha hafif bir ceza" öngörülmüş ve "mesleğinin değiştirilmesi" gündeme gelmiş­ ti. Bu değişikliğin gerekçelerinden biri de , " tezvirat, iftira ve yanlış anlaşılma" halinde, kurbanın daha da ağır bir ceza ile karşılaşma­ sını engellemekti. Demek ki, uygulamada bu yönde gelişmeler ola­ bileceği ve buna karşı pek de bir önlem alınamayacağı , daha baş­ tan Adalet Komisyonu üyelerince de kabul ediliyordu . Elden ge­ len tek çözüm, cezanın bir ölçüde hafifletilmesine gitmek olmuş­ tu . Bu değişiklik, dönemin genel siyasi atmosferi içinde değerlen1 96

dirildiğinde, 1 4 1 ve 1 42. maddelerle 1 63 . maddenin öngördüğü suçlar arasında bir ayrım yapılabilmesine de imkan tanıyordu. Uy­ gulamada 163. maddenin suç kapsamına aldığı durumlarda "daha hafif bir ceza" mümkün olabilirdi. Çünkü, gerektiğinde bu kade­ me atlanarak, doğrudan doğruya ağır ceza verilebilecekti. Herhal­ de uygulamada 1 4 1 ve 14 2. madde suçlan için ikinci ihtimal, da­ ha ağır bir ceza, hayli gerçekçi sayılırdı. Bütün bu seçeneklerde ko­ misyon takdir hakkına sahipti. İkinci önemli değişiklik, söz konusu inzibat komisyonun oluşu­ muna ilişkindi. Öncelikle komisyonun yapısı ve kuruluş şekli de­ ğiştiriliyordu. Buna göre, meslek inzibat komisyonuna bu türden bir yetki tanınması mümkün görülmemiş ve onun yerine yargı or­ ganlarından ve üniversiteden seçilecek/atanacak üyelerden oluşa­ cak bir komisyonun görev yapması daha uygun bulunmuştu. Bu , bir seçim değil, daha ziyade bir atama işlemiydi. Çünkü, üyeler, il­ gili bakanın görevlendirmesi ile işe başlayacaktı. Komisyonda ata­ ma yerine kura usulü de önerilmiş, ancak bu yöntem kabul edil­ memişti. Halbuki, kura yöntemi, atama yöntemine göre, daha ta­ rafsız bir usuldü. Atama halindeyse, komisyon üyelerinin yapısı, siyasi iktidarın temsilcisi olan bakanlar tarafından belirlenmiş ola­ caktı. Atamaların siyasi bir renk taşımaması düşünülemezdi. Özel­ likle de bu türden bir komisyon için. Komisyonun toplanma ve karar alma sürecine ilişkin de yeni hükümler öngörülmüştü. Üçüncü önemli değişiklik, bakanın komisyon kararına yönelik onay yetkisinin kaldırılmasıydı. Komisyon kararlan, bakanın ona­ yına bağlı olmaksızın ve bağımsız olarak kesinlik kazanacaktı. Ka­ rarlara itiraz hakkı yine tanınmıyordu . Ancak, bakana da önemli yetki tanınmıştı. Bizzat bakanın gerekli gördüğü hallerde memur­ lar hakkında komisyonun işlem ve inceleme yapması da müm­ kündü. Bu halde; kendisinden kuşku duyulan memur hakkında, memurun birinci derecede sicil amiri tarafından bizzat ya da ta­ lep üzerine rapor hazırlanacaktı. Ardından ikinci bir kişi tarafın­ dan bir rapor daha hazırlanacaktı. Her iki görevlinin de kanaatle­ rinin birleşmesi halinde ya da kanaatlerin örtüşmemesi durumun­ da da bizzat ilgili bakanın girişimi üzerine, memurun komisyona sevk edilmesi mümkündü. Böylece; memur hakkındaki kanaatler örtüşmezse, bu takdirde ilgili bakan, kendi görüşleri doğrultusun1 97

da dosyayı komisyona sevk etmeyebileceği gibi; yine kendi inisi­ yatifi ile sevk de edebilecekti. Bu şekilde bütün dosyaların bazen gereksiz şekilde komisyona sevki yolu da kapanmış oluyordu. Bu düzenlemeyle hükumet tasarısında sözünü ettiğim açık kalmış bir husus da kendiliğinden kapanmıştı. Ayrıca , yargıya intikal etmiş bir konu üzerinde idari süreç devam edebilecekti. Dördüncü önemli değişiklik, yargıçların, ordu mensuplarının ve üniversite öğretim üyelerinin bu süreçten ayrı tutulmasıydı. Adli mekanizmanın ayrı tutulması, anayasanın bir gereği ve kuvvetler ayrılığı ilkesi ile yargı bağımsızlığının bir ön koşulu sayılırdı. Or­ du mensupları için de bir farklılık öngörülmesi ilginçtir. Herhalde ordunun kendi iç disiplin mekanizmalarına güveniliyordu. Ayrı­ ca, orduya dışarıdan müdahale edildiği izleniminin doğmaması da istenmiş olabilir. 1 62 Anlaşılamayan ya da yorumu güç olan nokta, üniversite öğretim üyelerinin de bu süreçten muaf tutulmasıdır ki; üniversitede görevli solcu/sosyalist öğretim üyelerinin görevlerine son verilmek istenmesindeki idari, hukuki ve siyasi süreç hatırla­ nacak olursa, bunun nedenini bulmak çok güçtür. Adalet Komisyonu'nun madde metni üzerinde yaptığı değişikliklerden sonra tasarı şu hale gelmişti: "Türk Ceza Kanunu'nun 14 1 , 142 ve 163. maddelerinde yazılı suçlardan herhangi birini işledikleri anlaşılamamakla beraber, bu maddelerde yazılı h ususlar hakkı n­ daki fiil veya temayülleri itibari ile devlet hizmetinde bulundurulmaları veya vazi­ felerinde ka lmaları caiz ol madığı, birinci derecedeki sicil amirleri tarafından re' sen veya soru üzerine bildirilen ve bu bildirim üzerine ayrıca yaptırılacak i nceleme ne­ ticesinde, i ncelemeye memur ed ilen ile sicil a mi ri n i n birbirine uygun ka naatleri ile teeyyüd eden veya ilgili bakanın l üzum gördüğü memurlar, birer sene müddet­ le Yargıtay başkan ve üyelerinden üç, Dan ıştay başkan ve üyelerin den iki, Ankara Hukuk Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Okulu profesörlerinden birer ol ma k üzere, i lgili bakanlarca seçilecek bir kom isyon ka rarı ile mem uriyetten çıkarılır veya bir detaya mahsus olmak üzere meslekleri değiştirilebilir. Komisyon, en az beş kişinin birleşmesi ile topla nır. Reylerde müsa vat ha linde başkanın bulunduğu taraf çokluk sayıl ı r. Komisyon başka nlığı, Yargıtay' dan seçile­ ceklerden en kıdemli başkan tarafında n yapılır. Komisyonun kararla rı kesindir. B u kararlar aleyhine hiçbir kazai veya ida ri m ercilere başvurulamaz." 162 Bu dönemde ordu ve politika ilişkileri için bkz. Cem il Koçak, Dönüşüm, s. 40-152.

1 98

Tasarının anayasaya da, hukuk devletine de açıkça aykırı oldu­ ğu , kanımca tartışılamaz bir gerçekti. Nitekim, tasarının görüşül­ düğü Anayasa Komisyonu'nda bu durumun açıklıkla saptanma­ sı gerekiyordu. Ancak, Anayasa Komisyonu raporunda bu yönde bir saptamada bulunulmayacaktır. Aksine, gayet genel saptamalar­ la konu adeta geçiştiriliyordu. 6 Haziran 1 949 tarihli Anayasa Ko­ misyonu raporunda şu ifadelere rastlanmaktadır: "İçişleri Komisyonu'nun yazısında, tasarının hangi hükümleri hakkında m ütalaa­ m ızın alın masına l üzum görüldüğü bel irtilmeyerek, u m u mi bir ifade kullanılmış ol­ masını da göz önünde tutan komisyonum uz, kendi ihtisas sahasında kalmak için, maddelere ve teferruata girmeden, işi, sadece, bu tasarı ile alınması derpiş olunan bir tedbirin anayasa nın metin ve ruhu na ve hukuk esaslarına aykırı düşüp düşme­ yeceği yönünden umumi bir tetkike tabi tutmaya ve düşüncesini bu noktaya inhisar ettirmeye karar vermiştir. Yapılan müzakere sonunda oybirliği ile varılan neticeye göre; 1) Tasarıda derpiş olunan nev'iden bir tedbir, a nayasanın metin ve ruhuna ve hukuk esaslarına aykırı sayılamaz. Çü nkü; a) Amme hizmeti gören memurların hukuki durumları, iki tarafın rıza ve irade­ lerinin birleşmesinden doğma akdi ve subjektif bir duru m değil, önceden bir taraf­ lı olarak tesbit ed ilmiş bulunan kanuni, umumi ve objektif bir duru mdur. Anayasa­ mızın 93. maddesi ile de teyit edilmiş olan bu hukuk prensibinin neticelerinden ola­ rak, memurların işe alınmaları, terfileri ve kendilerine temin olunacak sair menfa­ atler ve himayelerin derecesi ile işten çıka rılmaları hakkındaki kanuni rej i m , kanun vaazının takdiri ne göre, herhangi bir şekilde tesbit olunabileceği gibi, bu rejimde her zaman her türlü değişiklikler ya pılabilir ve memurlara tanınan haklar, menfa­ atler, onların lehinde veya aleyhinde olarak her zaman tadil olunabilir. Bundan do­ layı memurun müktesep bir hak iddia etmesine cevaz yoktur. b) Memurun faa l iyetine hakim olacak ana fikir, a m me h izmetinin m untaza m ve deva mlı surette görül mesini temi ne çalışmaktan ibarettir. Bütün a m me hizme­ ti mefhumu, bu vazife duygusunda, yani mi llete karşı bir görevin yerine getiril me­ sinde m ündemiçtir. 2) Mem urun memuriyetten çıkarıl ması bahsinde kanun vaazının takdir hakkını sınırlayan tek unsur, anayasa hükü mleri ve yüksek hukuk prensipleridir. Bütün bu esaslara göre, müzakere konusu olan tasarının istihdaf ettiği gaye­ ye u laşmak için alınacak tedbirin şekil ve teferruatın ı n anayasa nın tanıdığı hak­ lara ve masun iyetlere halel vermeyecek tarzda tayin ve tesbit olunması zarurid ir." 1 99

Görüldüğü gibi, Anayasa Komisyonu , konunun özüne değin­ mekten dikkatle kaçınmış ve sadece şekilsel ve genel bazı öneri­ lerde bulunmakla yetinmişti. Bunun nedeni , hiç kuşkusuz, komis­ yon raporunda da belirtildiği gibi, şekilsel bir neden, yani İçişle­ ri Komisyonu'nun muğlak yazısı ya da talebi değildi. Anayasa Ko­ misyonu'nun konunun özüne değinmemesinin, daha doğrusu de­ ğinememesinin asıl nedeni, kanımca , tasarının ilk maddesinin anayasaya ve hukuk devleti ilkesine tamamen aykırı olduğunun belirlenmesi, ancak bunun kağıda resmen dökülmesinden kaçınıl­ masıydı. Nitekim, Anayasa Komisyonu, son olarak, yasama orga­ nına anayasa hükümlerini ve "yüksek hukuk prensipleri"ni yeni­ den hatırlatmak gereğini duymuştu. Amaca varmak için alınacak bütün tedbirler, "anayasanın tanıdığı haklara ve masuniyetlere ha­ lel vermeyecek tarzda tayin ve tesbit olunma"lıydı. Bu uyarı, sanı­ rım tasarının anayasaya aykırı olduğunu vurgulayan bir işaretti ve sadece daha açık yazılmak istenmemişti. 8 Haziran tarihli Bü tçe Komisyonu raporunda da , tasarının "esas itibari ile kabule değer" görüldüğü ifade ediliyordu. Komis­ yonun metinde yaptığı ilk değişiklik, "ilgili bakanın" sözcüğün­ den sonra, "aynı kanaat ile" ifadesinin ilavesiydi. İkinci değişiklik ise , "hakimler ve hakim sınıfından sayılanlar, hakimler hakkın­ da yapılacak tahkikat, Hakimler Kanunu dairesinde cereyan eder" cümlesinin ilavesi ve bu suretle, Adalet Komisyonu'nun muaf tut­ tuğu meslek gruplarını bir ölçüde daraltmasıydı. Komisyon rapo­ runda bu değişikliğin gerekçesi şöyle açıklanmıştı: "Bu madde hükmünün hakimler, askerler ve üniversite [öğretim] üyeleri hakkında da uygulanmaları hususunda i nceleme ya pılmış; hakimlerin bu hükme tabi tutul­ maları ve ancak haklarında yapılacak takibatın Haki m ler Kanunu'na göre tekem­ mülünden sonra bu komisyona gönderil mesi esası ka bul edil miş; askerlerin bu ko­ nudaki mevzuatı, kendi hususiyetlerine uygun ve daha ağır hükü m leri i htiva etme­ si ve üniversite öğretim üyeleri n i n kendi statülerine tabi kal maları, üniversitelerin muhtariyeti iti bari ile komisyonumuzca lüzumlu görül m üş"tür.

Yapılan bir başka değişiklik de, memurların "komisyon kara­ rı ile meselenin vahamet derecesine göre meslekten; tekerrürü veya vahametin ağırlığı halinde memuriyetten ihraç" edilebilece­ ğine ilişkin hükümdü . Ayrıca, komisyon başkanı, komisyon üye200

leri arasından ve gizli oyla seçilecek; komsiyon, en az dört üye ile toplanacaktı. Diğer taraf tan, komisyon, kendisine tevdi edilen bir dosyayı belirli bir süre içinde karara bağlamak zorundaydı. İçişleri Komisyonu raporunda ise , komisyon görüşmelerinin daha farklı bir atmosferde gerçekleştiği görülüyordu. Tasarının görüşüldüğü bu son komisyon raporunda, tasarının, yukarıda be­ lirttiğim şekilde, nihayet anayasaya ve hukuk devleti ilkesine aykı­ rılığına değiniliyordu : "Tasarının tüm ü üzerinde görüşüldüğü nde; irtica ve komünistlik gibi, aşırı sağ ve sol temayüllü memurların, Türk Ceza Kanunu'nun 141, 142 ve 1 63. maddelerinde belirtilen suç unsurlarının tesbite yeter deliller bulup, muhakeme ve mahkum iyet­ leri cihetine gidilmese bi le, bu temayüllerin i n devlet daireleri teşkilatı içinde çalış­ malarının deva m ında sarih mahzur teşkil edecek dereceye varması halinde, inzi­ bati bakı mda n, devlet emniyetini ve devlet kuvvetlerinin selametle işleyebi lmesi­ n i koruya bilmek üzere, gereken ted birleri n alın ması ve bu gibi ağır şartların ta­ hakkukunda ilgili memurun ihracına kadar gidilmesi, esas itibari ile zaruri olmak­ la beraber; evvel emirde, devlet hizmetine alınacak olanların memuriyete kabulle­ ri sırasında, irtica ve aşırı solculuk şaibelerinden azade bulunmalarının a raştırıl­ ması ve bunun şart koşulması ve mevcut memurlardan irtica ve komünizme tema­ yülleri tesbit edilenler için de, Memurin Kanunu'nun kendi bünyesi içinde, bu kanun hükü mleri ile insica m ı sağlanacak surette, etraflı etüdlere müstenid, yeni tadille­ rin getirilmesi[nin] daha m uvafık olacağı; bu gibi hükümleri n , önü müzdeki kış dev­ resi ne kadar, genişçe bir zaman zarfında, başka memleketlerin mevzuatı da göz önünde tutulmak sureti ile, Dan ıştay'ı n da mütalaası alınarak, hazırlanması uygun görüleceği m ülahazaları ileri sürülerek; ( ... ) maddenin tasarıdan çıkarılması teklif edilmiş; bunun üzerine, Başbakan, h ükumetçe, önümüzdeki toplantı devresine ka­ dar, mevcut kanunları kemali itina ile tatbike gayret edilerek, daha etraflı tetkik­ lere dayanan, yeni bir tadil getirmeleri[n i n] mü mkün bulunduğunu beyan ederek, (. .. ) maddeyi geri aldığını söylemekle, madde oybirliği i le tasarıdan çıkarılmış"tır.

Tasarının anayasaya aykırılığı, bir kez daha ve bu aşamada açık­ lıkla dile getirilmek istenmemişti. Buna karşılık, komisyon, hiç ol­ mazsa konunun gündemden düşmesine neden olabilecek bir so­ nuca varmıştı. Anlaşılan Başbakan da, durumu anlamış olmalıydı. Çünkü, tasarıyı geri almayı tercih etmişti. Gerçi bu , yeni ve daha geniş çerçeveli bir tasarının hazırlanması amacı ile yapılmış gibi görünüyordu; ama bu durum sadece görünüşteydi. 201

Bu dönemde bu türden bir yasa tasarısının hükumetçe gündeme getirilmesi; bunun TBMM komisyonlarında görüşülmesi ve yuka­ rıda gördüğümüz gibi, Anayasa Komisyonu da dahil olmak üzere, toplam üç komisyondan geçebilmesi, düşündürücü olmalıdır. He­ yeti Mahsusalar'a 1 63 benzeyen tasarı, sanırım pek de dikkat çek­ meden, son komisyonda takılıp kalmıştı.

9. Mi LLETVEKiLi ARA SEÇi M i 1 6 Ekim 1 949 tarihinde Bitlis , Burdur, Erzincan, İçel, İstanbul, Kastamonu, Kars, Manisa, Mardin, Muş, Tokat ve Urfa'da millet­ vekili ara seçimi yapılır. On iki ilden on dört milletvekili seçile­ cekti. Bir başka tartışma noktası da, milletvekili ara seçimine ki­ min karar vereceğidir. CHP milletvekili Sinan Tekelioğlu, ara se­ çime Meclis'in karar vermesi gerektiğini belirtiyordu. Uygulamada ise , buna hükumet karar vermekteydi. 1 64 İstanbul'da yapılan seçimin özelliği, Rauf Orbay'ın da bağımsız aday olmasıydı. Üniversiteli gençler bin imza ile Orbay'ın adaylı­ ğını istemişlerdi. Cumhuriyet gazetesi, Orbay'ın CHP üyesi olma­ dığını özellikle belirtiyordu . 1 65 llginç bir husus da, Zafer gazetesi­ nin Orbay'ın adaylığını eleştirmesiydi. 1 66 Gazete, seçimden sonra yaptığı açıklamada, Orbay'ın adaylığını iktidar partisinin bir ham­ lesi olarak nitelendirecektir. Gazeteye göre, Orbay ismi, DP'ye kar­ şı CHP tarafından gündeme getirilmişti. 1 6 7 Hürriyet gazetesi ise , tam aksine, Orbay'ı destekliyordu. 168 Ancak seçimde Orbay için İs­ tanbul'un on üç ilçesinde toplam 7. 1 5 5 oy kullanılacaktır. Bu sayı,

Cumhuriyet ve Hürriyet gazetelerinin haberine göre, 8.898 idi. 1 69 1 63 Heyeti Mahsusalar hakkında ayrıntılı ve geniş bilgi için bkz. Cem i l Koçak, Belgelerle Heyeti Mahsusalar. 1 64 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 2, Cilt: 22, 12. Birleşi m, (2. 12.1949). 1 65 Cumhuriyet, ( 16.10.1 949); Burçak, Türkiye'de Demokrasiye Geçiş, s. 188- 189; Eroğu l, age, s. 51; Yal­ man, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, (Cilt: 4), s. 1 84; Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 276; Cumhuriyet, ( 13-14 ve 16. 10. 1949); Hürriyet, (14.10.1949); Cumhuriyet, ( 13-14 ve 16. 10. 1 949); Vatan, (13 ve 14.10.1949); S a rol, age, (Cilt: il, s. 69. 1 66 Mümtaz Faik Fenik, " Ra uf Orbay'n Adayl ığına Dair", Zafer, ( 1 5. 1 0.1949). 167 Mümtaz Faik Fenik, "Ara Seçimlerden Çıkan Neticeler", Zafer, (18.10. 1949). 168 Hürriyet, ( 1 6. 10.1949). 169 Cumhuriyet, ( 18.10.1 949); Burçak, Türkiye'de Demokrasiye Geçiş, s. 188-189; Eroğul, age, s. 51; Yal­ man, Yakın Tarihte G ördüklerim ve Geçirdiklerim, (Cilt: 4), s. 184; Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 276;

202

Oysa, seçimi kazanan iki adayın oy sayısı da 83 bin civarındaydı. 1 70 Muhalefet partileri ise, seçime katılmamışlardı. İçişleri Baka­ nı'nın geleneksel açıklamasına göre, seçime katılma oranı; Bur­ sa'da % 54, Manisa'da % 48, Mardin'de % 42, İçel'de % 30, İstan­ bul'da ise % 19 idi. Aynı açıklamaya göre , bu oranlar; Bitlis'te % 7 1 , Erzincan'da % 60, Kars'ta % 7 5 , Kastamonu'da % 62, Muş'ta % 79, Tokat'ta % 73 ve Urfa'da da % 66 idi. Muhalefet ise, katı­ lım oranının hayli düşük olduğu yolundaki iddia ve propaganda­ sına devam edecektir. Cumhuriyet gazetesinin haberine göre, CHP , İstanbul'daki katılım oranının % 1 5 olduğunu ileri sürerken; bu oran, DP'ye göre sadece % 8-9 idi. 1 71 Zafer gazetesine göre, İstan­ bul'da katılım oranı % 1 6 , Kars'ta % 9 ve Manisa'da da % 10 idi. Gazeteye göre, Türkiye Yükselme Partisi, Kars'ta seçime katılmış­ tı. Yine gazeteye göre, DP'nin iddiası, İstanbul'da katılım oranının sadece % 8 olduğu yolundaydı. CHP ise, bu oranın % 15 olduğu­ nu ileri sürüyordu. Ulus gazetesine göre ise, oran % 22 idi ve İçiş­ leri Bakanlığı'nın resmi açıklamasına göre de, % 20 civarınday­ dı. 1 7 2 Ancak, Zafer gazetesinin başka bir haberine göre , seçim kuCumhuriyet, ( 1 3-14 ve 16.10.1949); Sarol, age, (Cilt: 1), s. 69; Hürriyet, ( 1 7.10. 1 949); Sarol da, anıların­ da, 6-7.000 oydan söz ediyor. Sarol, age, (Cilt: 1), s. 69. 1 70 Vatan, ( 1 7. 1 0 . 1 949). CHP'nin Ma nisa adayı İ stanbul eski Valisi ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar, İ stanbul adayları İ stanbul İ l Genel Meclisi üyesi ve Belediye Birinci Başkan veki l i Atıf Ö dül ile İ stanbul İ l Genel Meclisi üyesi avukat Ek­ rem Amaç, Mard in adayı Tunceli ağır ceza mahkemesi hakimi Şemsettin Erkmen i le öğretmen Yusuf Mardi­ ni, Bitlis adayı CHP Bitlis İl İ d are Kurulu Başkanı Ziya Geboloğlu, Bursa adayı Ziraat Ba nkası İ dare Meclisi Başkanı Muhlis Erkmen, Erzincan adayı İ şletmeler Bakanlığı Teftiş Kurulu Başka nı Nahit Pekcan, İ çel ada­ yı Dr. Ali Menteşeoğlu, Kastamonu adayı hakim Cemil Atay, Kars adayı CHP Kars İl İ dare Heyeti Kurul u Baş­ kanı Fevzi Aktaş, Mardin adayları hakim Şemsettin Ekmen ile öğretmen Yusuf Mardin, Muş adayı CHP Muş İ l İ dare Kurulu Başkanı Hamdi Dayı, Tokat adayı Niksar İ l Genel Meclisi üyesi Mustafa Özden ve Urfa ada­ yı da CHP Siverek İ lçe İ dare Heyeti Başkanı diş tabibi Hasan Oral idi. Cumhuriyet, (26 ve 28-29.9. 1949); Vatan, (27.9. 1949); Hürriyet, (9. 10.1949). İstanbul Valiliği'ne Fahrettin Kerim Gökay' ın ata nması ile i lgi­ li olarak bkz. Cumhuriyet, (20. 10.1949). 171 Burçak, Türkiye'de Demokrasiye Geçiş, s. 188-1 89; Eroğul, age, s. 51; Yalman, Yakın Tarihte Gördük­ lerim ve Geçirdiklerim, (Ci lt: 4), s. 184; Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 276; Cumhuriyet, ( 1 3-14 ve 1 618.10. 1949). DP başkanlığının 12 Ekim 1 949 tarih li ve 134 sayılı tamimi, DP'nin ara seçime katılmayaca­ ğına ilişkindi. Bkz. Celal Bayar'ın Söylev ve Demeçleri (1 946-1 950), s. 624. CHP Ankara merkez ilçesi 1949 yılı kongresinde de, ara seçimde merkez ilçede katılım oranının sadece % 24,5 olduğu belirlenmişti. CHP Ankara Merkez ilçesi 1 949 [Yılı] Kongresi, s. 14. Merkez ilçe, Çankaya ilçesiydi ve Çankaya, genel likle memur mahallesiydi. CHP'nin en güçlü olması gereken mahallede bu denli düşük bir katılım oranı, en azından iktidar açısından düşündürücü olmalıydı. 18 Ocak 1950 tarihinde yapı­ lan DP Manisa merkez ilçesi dördüncü yıllık kongresine sunulan ilçe idare kurulunun 1 949 yılı siyasi ve idari raporunda, Ma nisa' da katılım oranının % 8 ila 10 olduğu ileri sürülüyordu. DP Manisa Merkez İlçesi, s. 8. 1 72 Zafer, ( 1 7 ve 18.10. 1949).

203

rulunun açıkladığı oran % 34 idi. İçişleri Bakanlığı'nın resmi açık­ laması ise, bu oranların Muş'ta % 74, Bitlis'te % 72, Erzincan'da % 60 ve Kars'ta da % 45 olduğunu gösteriyordu. Oysa, DP'ye göre, Kars'ta oran sadece % 10 idi. 1 7 3 Hürriyet gazetesine göre, seçime katılım oranı İstanbul'da % 10 idi ve bu oran DP'nin iddiasına gö­ re % ?'ye kadar düşüyordu, Diğer yandan, katılım oranları, DP'ye göre Bursa'da % 1 5-20 ve CHP'ye göre de % 55-60 idi. DP'ye gö­ re, Ercincan'da seçime katılım oranı % 8 ve Manisa'da da % 10 idi. CHP ise, oranın tüm seçmenler nezdinde % 60-70 olduğunu açık­ lıyordu. 1 74 Bu arada; Vatan gazetesi, milletvekili ara seçimine Tür­ kiye Yükselme Partisi ile Türkiye Sosyalist Partisi'nin de katılaca­ ğından söz ediyordu. 1 75 Bir kez daha seçime katılım oranı üzerinden iktidarla muhalefet birbirini alt etmeye çalışıyordu. Nadir Nadi ise, seçimlerde çoğun­ luk usulünün zararlarından söz ediyor ve seçim yasasının değiş­ tirilmesi gereğine dikkat çekiyordu. Ayrıca, Nadi'ye göre, seçime katılma oranı gereçekten de düşüktü. 1 7 6 Hürriyet gazetesi, DP'nin seçimi kazanma şansının arttığını ileri sürüyordu. 1 77 İnönü, iyimserdi; oğlu Erdal İnönü'ye Ekim ayı sonlarında ve Kasım ayı başlarında yazdığı mektuplarda, iç politikada gergin­ liğin azaldığını belirtiyordu: "Büyük söylemesini sevmem. Ama üzüntüm kalmadı gibi. Gelecek sene seçimi kazansak da , kazan­ masak da, umurumda değil. (. .. ) Umumi bir ferahlık ve itimat ha­ vası vardı. Üç sene evvelki gergin atmosfere nispetle hakiki mu­ vaffakiyet ve huzur sayılır. ( . . . ) Önümüzdeki sene seçim var. Şim­ diden mücadelesi, faaliyeti görülüyor. Sıkıntım yok gibi . İşle­ rim ve politikanın cilveleri, artık yeni rejimde de tabii bir tempo alıyor. " 1 78

1 73 Zafer, (19. 10. 1949). 1 74 Hürriyet, (17.10. 1949). 175 Vatan, (24.9. 1949). 1 76 Nadir Nadi, " i ntihap Daireleri", Cumhuriyet, (17.10.1949); Nadir Nadi , "Denemeye Bakarak", Cumhuriyet, (18. 10. 1949); Nadir Nadi, "Düzeltme", Cumhuriyet, ( 19.10. 1949). 177 Hürriyet, "Seçimler Yaklaşırken", Hürriyet, (17.4.1949). 1 78 Baba lnönü'den Erdal İnönü'ye Mektuplar, s. 1 18- 1 1 9.

204

1 0. BiR SUi KAST I H BARI: M U HALEFET iÇi N D EKi ÇATIŞMANIN slvAsi A H LAK BOYUTU 1 949 yılının son günleri, muhalefet içindeki çatışmanın, siyasi bo­ yutu da aşarak, ahlaki bir boyuta intikaline şahit olacaktır: Biz­ zat Milli Emniyet'in Başbakanlığa yaptığı 1 2 Kasım tarihli ve TBMM'de de CHP milletvekili Ali Rıza Türel'in resmi açıklaması­ na göre; MP milletvekili Reşat Aydınlı, 25 Ekim günü Milli Emni­ yet Başkanı Naci Pergel'i bizzat ziyaret ederek, mensubu bulundu­ ğu MP'nin bazı toplantılarına katıldığını belirterek, bu toplantılara milletvekili ve Genel ldare Kurulu üyesi bulunmadıkları halde Fu­ at Ama ile Osman Bölükbaşı'nın da katıldıklarını bildirmişti. Yu­ suf Kemal Tengirşenk ile diğer Sinop milletvekilleri bu toplantıla­ ra katılmamışlar ve Mustafa Kentli de aynı şekilde hareket etmişti. Aldoğan ise, Ama ile Bölükbaşı'nın hazır bulunduğu bir sırada, bu toplantılardan birinde, Aydınlı'ya, Cumhurbaşkanı'nı imha etmek planından bahsetmiş ve Aydınlı'nın da kendilerine katılmasını is­ temişti. Aydınlı, bu öneriyi reddettiğini açıklıyordu. Aydınlı, ko­ nudan Bayur'u haberdar etmek istemişse de, bunun gerçekleşme­ miş olduğu anlaşılıyordu. Bir başka toplantıda da yine Aldoğan, Ama ve Bölükbaşı'nın hazır bulunduğu bir sırada , yeni bir öneride bulunmuştu . Bu­ na göre, grup, ilk planda lnönü'yü imha görüşünden vazgeçmiş­ ti. Bunun yerine Celal Bayar imha edilecek ve cinayetin lnönü ta­ rafından tertip edildiği şeklinde propaganda yapılacaktı. Bu aşa­ mada Genelkurmay eski Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ın im­ zası ile yayınlanacak bir beyanname ile ayaklanma çıkarılması­ na çalışılacaktı. Eğer İnönü bu ayaklanma sonucunda iktidardan indirilebilirse , bu takdirde lnönü'nün de imha edilmesi söz ko­ nusu olacaktı. Aydınlı, bu planı da onaylamadığını açıklamakla yetinmişti. Aydınlı, Milli Emniyet'e iki isim daha vermişti. Daha sonra da konudan Celal Bayar'a bahsetmiş ve komplodan bilgi­ si olmasını temin etmişti. Zaten basında da Celal Bayar'ın açık­ laması yayınlanmıştı. Bayar ise, Aydınlı'nın kendisine naklettik­ lerini , Kazım Özalp aracılığıyla bizzat lnönü'ye aktarmıştı. Baş­ bakan da bizzat Aydınlı ile 14 Kasım' da görüşmüştü . Bu görüş205

me, Milli Emniyet Başkanı'nın huzurunda yapılmış ve kayda da alınmıştı. 1 79 lhbar üzerine MP milletvekili Sadık Aldoğan'ın ve Fuat Ar­ na'nın evleri aranmış, aynı partiden Osman Bölükbaşı ile Fuat Ar­ na tutuklanmıştı. lstanbul'da bulunan bazı MP'li üyelerin de ev ve bürolarında aramalar yapılmıştı. Ancak, ihbarın asılsızlığının cumhuriyet savcılığınca anlaşılması üzerine, tutuklu sanıklar, Bö­ lükbaşı ile Ama serbest bırakılmıştı. 1 80 CHP milletvekili Sinan Tekelioğlu'nun TBMM'de sorduğu bir so­ ru da, zaten bu gelişmeyle ilgiliydi. Tekelioğlu, sorusunda, yasama dokunulmazlığına sahip olan bir milletvekilinin evinin, dokunul­ mazlığı TBMM karan ile kaldırılmadan, aranıp aranamayacağını so­ ruyor ve yanıtı olumsuz olarak veriyordu . Adalet Bakanı Fuat Sir­ men ise, bunun aksini savunuyordu. Ayrıca, Sirmen, Adalet Bakan­ lığı'nın milletvekili hakkında dava açılmasına müdahale edemeyece­ ğini de belirtiyordu. Oysa, Tekelioğlu'nun iddiasına göre, dava Ada­ let Bakanlığı'nca açtırılmıştı ve aynca evlerde arama yapılması da, yi­ ne bizzat Adalet Bakanlığı'nca verilen talimat ile gerçekleşmişti. 181 Nitekim, bizzat MP milletvekili Sadık Aldoğan'ın sorusu üzeri­ ne -ki Aldoğan'ın açıklamasına göre, 16 Kasım'da vaki ihbar üzerine yargıç karan ile evi ve üzeri aranmış ve iki saat süre ile evinde gö­ zetim altında tutulmuştu- Adalet Bakanı Fuat Sirmen, bütün bunla­ rın anayasaya ve Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu'na uygun oldu­ ğunu söyleyecektir. Oysa, Aldoğan, uygulamanın anayasaya aykırı olduğunda ısrar ediyordu. Kendisi anayasaya aykırı olarak ve yasa­ ma dokunulmazlığına sahip iken sorguya çekilmişti; bu durum dü­ zeltilmeliydi. Anayasanın tam olarak uygulanması sağlanmalıydı. 1 82 179 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Cilt: 2 1 , 1 1 . Birleşim, (30. 1 1 . 1949); Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 276277; Cumhuriyet, ( 1 7-24. 1 1 . 1 949); Zafer, ( 1 9. 1 1 . 1949); Hürriyet, (17. 1 1 . 1 949); AT, Sayı: 192, (Kasım 1949). Aydınlı'nın Bayar'a ihbarı 9 Kasım'da naklettiği belirti liyordu. Zafer, (20. 1 1 . 1949). Ayrıca bkz. Ka­ rakuş, age, s. 142- 1 5 1 ; Cumhuriyet, (30. 1 1 . 1 949); Zafer, (20. 1 1 . 1949). 180 TBMM TD, (aynı yerde) , (30. 1 1 . 1949); Goloğl u , Demokrasiye Geçiş, s . 276-2 77; Cumhuriyet, ( 1 724. 1 1 . 1949); Hürriyet, ( 1 7 ve 22 . 1 1 .1949); AT, Sayı: 192, (Kasım 1949). Ayrıca bkz. Karakuş, age, s. 142151. 1 8 1 TBMM TD, Dönem: 8 , Toplantı: 4, Cilt: 2 2 , 12. Birleşim , (2. 12. 1949). Tekelioğlu'nun tahrifat yapıldığı iddia­ sı ile zabıtlara yaptığı itiraz için bkz. TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Cilt: 22, 15. Birleşim, (9.12. 1 949). Ayrıca bkz. Karakuş, age, s. 142- 1 51; Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 276-277. 182 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Cilt: 22, 13. Birleşim, (5. 12. 1949) Ayrıca bkz. Karakuş, age, s. 142- 1 5 1 ; Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 276-277.

206

Faik Ahmet Barutçu , bizzat İsmet lnönü'nün oğlu Erdal lnö­ nü'ye yazdığı 23 Kasım 1 949 tarihli bir özel mektupta, "Merak edi­ lecek bir şey yok. .. Kendi aralarındaki tezvirlerin bir neticesi olan bir uydurma . . . Çabuk anlaşıldı, geçti. " şeklinde değerlendirdiği 1 83 suikast ihbarına anılarında uzun yer ayırmıştır: "Gece [Çankaya] Köşk[ü'n]e çağırdılar. Hilmi [Uran] Bey, [Tevfik] Fikret Sılay ve Ni­ hat Eri m vardı. Kazım Özalp, telefon ederek, yarım saat görüşmek istediğini bildirdi. Celal Bayar, önceki gün, kendisine gitmiş ve Paşaya söylenmek üzere, şu haberi ver­ miş: Şimdi Millet Partisi'ne geçen bir milletvekili, önceki gün, İzmir' den Ankara'ya ge­ lirken, trende, gizli olarak, kendisine demiş ki, Millet Partisi'nden Sadık Aldoğan, Fu­ at Ama, Osman Bölükbaşı ve biri daha, ya ismet İnönü'ye ya da Celal Bayar'a bir sui­ kast ya parak, duruma egemen olmayı düşünmüşler. Sonunda, suikast için İsmet Pa­ şa'yı seçmişler ve bu suikastı yaptıktan sonra, Mareşal' in [MP .. milletvekili ve Genel­ kurmay eski Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak] bir bildirisi ile, ülkeye egemen olmayı ta­ sarlamışlar. Bu haberi Celal Bayar' av eren kişi, aynı bilgiyi Milli Emniyet'e de vermiş ... Celal Bayar, bunu bildirmeyi vicdan borcu saydığını [Kazım] Özalp'e açıklamış ... Paşa , bir gün düşündükten sonra, Celal Bayar'ın verd iği haberi, Adliyeye bildir­ meye karar verdiğini bize söyledi . Biz de soruşturmanın başlatılmasının uygun ola­ cağını düşündük. Bir hafta kadar sonra, Adalet Bakanı Fuat Sirmen, bana telefon ederek, [MP] Denizli m illetvekili Reşat Aydınlı tarafı ndan ihbar ed ilen suikast öyküsü üzerine tu­ tukla nan, Millet Partisi büyüklerinden [MP ... m i lletvekili Sadık] Aldoğan, [Fuat] Ar­ na ve [Osman] Bölükbaşı'nın dokunulmazlıkları nın ka ldırılması için, Başbakanlı­ ğa yazı yazdıkların ı, Başbakanlık tezkeresinin o gün Meclise verileceğicni, işin ace­ le oluşu nedeni ile, Komisyonun aynı gün toplanması için, Komisyon Başkanları'nı (Anayasa ve Ada let) haberdar etmem izi istiyordu. Doğal çağrı yolundan gidil mesi uygun olacağından, kuralı bozmamak için, hiçbir etki yapma mayı uygun buldum. Meclis Başkanları da ayrı düşüncedeydi ler. Anayasa [ve] Adalet Komisyonu, alı­ şılmış çağrı yolve] Adalet Komisyonu, alışı lmış çağrı yoluyla topla ndı. Tüzük gere­ ği seçi len Hazırlı k Komisyonu, öğleden sonra, raporunu Büyük Komsiyona verdi. Ra­ porda dokunulmazlığın ka ldırı l m ası öneriliyord u. B üyük Komisyonun çoğunluğu, ka nıtsız ve sözde ka ldığı eldeki belgelerden a nlaşılan bu soyut i h barı , dokunulm­ kazlığın ka ldırılaması için yeterli görmeyerek, Adliyece ya pıldığı gazetelerde yazılan soruşturmalarda, yeni bir kanıt elde ed ilip edi l med iğini araştırmak için , belgeleri Hazırl ık Komisyonu'na geri verdi. 1 83 Baba İnönü'den Erdal İnönü'ye Mektuplar, s. 120.

207

İnön ü, beni çağırdı. 'Komisyonun kararını objektif bulduğu mu' kendisine söyle­ di m . Sakat bir ihbar karşısında, Adliye ya pılan tutuklamalar bile, bence fazlaydı. Araştırmalarda kanıt elde edilirse, tutuklamalara gidilmeliydi. Celal Bayar, Kazım Özalp'ı görekek, 'bir uyarı n iteliğinde olan ihbarın n için Ad­ liyeye bild irildiğini ve bunun özellikle kendi ihbarı üzerine olduğunu, Nihat Erim'in m i lletvekillerine söylemekte oluşunu şaşkınlıkla karşıladığını' söylemiş . . . Ayrıca, Fuat Ama üzerine olan görüşlerin i n de açıkla nmasını doğru bulmayarak, önceki sözlerini çevirmeye çalışmış ... Sonuçta, o yolda Savcılığa bir açıklama göndermesi­ ni, Kazı m [Özalp] Paşa da uygun bulmuş ... [Kazım] Özalp, [Çankaya] Köşk[ü'n]e gelerek, bunları a nlattı. Nihat Eri m de gel­ m i şti. Paşa, bize, Reşat Aydınlı'nın Savcılığa sunduğu son ifadesinin kopyası n ı verdi. Milli Emniyet Müdürü'nün çağrısı üzerine, ya nına giderek konuştuğunu söy­ lemiş ... Bu adam, sonunda, bu işi, Milli Emn iyet'in düzeni ve baskısına yükleme­ ye kadar götürebilir! Paşa, ba na , 'Adliyeye vermeyi yerinde bul uyor musun?' diye b i rkaç kez sor­ du . Nedeni, benim daha önce söyled i kleri m i u n uta mamasıydı. Ben, bu ihbar üze­ rinde durularak, yeni ka nıtlar toplan masını, yoksa, bundan sonra, vatan duygu­ suyla bile, hüku mete i hbar ya pmayı n a m uslu insa nların iyice düşünebi lecekleri­ ni söylemiştim . Daha sonra Karma Komisyon, [Sadık] Aldoğan'ın dokunulmazlığının ka ldırılma­ sı için, Adliye'nin bildirdiği ihbarı yeterli görmedi. Bu karar yerindeydi. Hükumetin zayıf hareketi, arkadaşlar arasında eleştiriliyordu. Paşa, beni çağırd ı . Komisyonu n kararını da konuştuk. Kararın objektif olduğunu v e doğruluğunu açıkladım. ' Elişti­ reler Adliyeye yöneliktir. Bir ya ndan , bir m i l letvekilinin dokunul mazl ığının kaldırıl­ ması isten irken, diğer yandan da, bu ihbarda adı geçen iki tutukluyu bırakması, Adl iyenin zayıf hareket ettiğin i n ka nıtı sayı lıyor' ded i m. Paşa , bunu olağan buld u. Oysa, hükumetin bir kısım ileri gelenleri bile, [hüku­ metin tutu m unu] eleştiriyordu. Ada let Bakanı, hükumeti hemen bir bildiri yayınla­ maya sürükled i. Suikast ihbarı üzerine, işin Adliyeye verilmesi haberi, Başbakan­ lıktan bir bildiri ile duyurularak, ülke alarma verildi. Bence, sonuçta, dağ fare bile doğuramadı. Bir Bakan, bana, 'Paşa, hükumeti k endi başına bırakm ıyor' dedi ve işlerin sonunda haberdar edildiklerini anlattı. Dışışla rı Bakanı da, ' Sa n a i m reniyo­ ru m. Bir kenarda durumumuza bakıp, gülüyorsun' dedi . Büyük ad am ların, bu, zayıf ya n ıd ı r. Ayrı ntı lara kad a r karışmaktan kendileri­ ni ala mazlar. ( ... ) Başbaka n ı n , suikast i h ba rcısı [MP .. m i l letvekili] R eşat Ayd ı n l ı'yı d i nlerken , m u h bi rin konuşmaları nın gizl ice banda a l ı n m ı ş o l m a s ı , Başbaka ka rşı şiddetli 208

eleştiri lerin yöneltilmesine neden olmuştu. ( ... ) Şemsettin Günaltay, 'asiyabı devle­ ti', bir polis şefi gibi yönetih bir adam d urumuna, kendisini düşürdü. Paşa, beni a kşa m yemeğine çağırdı. Meclis Başkanı [Şükrü] Saraçoğlu, Müm­ taz Ökmen ve Falih Rıfkı [Atay]da çağrılıydılar. Ankara mi lletvekilleri olarak, Anka­ ra'daki parti kongrelerinde hazır bulunuyorlar, partililerle konuşuyorlar ve Paşa­ ya da bilgi veriyorlardı. Çok iyimserdiler. Önümüzdeki seçim lerde, m u halefetin bü­ tün çabası nı Ankara'da yoğun laştıracağını haklı olarak söylüyorlardı. ismet Paşa, Ankara milletvekili olduğu için, Ankara'da a ncak onun gölgesinde kazanma şansı olan insan ların konuşma biçi mleri, görülmeye değer oluyor. M ümtaz Ökmen ile Falih R ıfkı [Atay], Paşanın övgülerinden son derece heye­ can içindedi rler. Paşa , bir ara, muhalefetin, kendisi ile i lişki kurmaya çalıştığını söyledi. [Şük­ rü] Saraçoğlu, hemen karşı çıktı. Paşa, 'Kabul edilmeyebilir mi?' diye gevşek konu­ şunca, diğerleri de, 'Aman' d iyerek, kaygılarını açıkladılar. Paşa , 'Bakıyoru m ' ded i . 'Benden sadece [Faik Ahmet] Barutçu kuşkulanıyor. Sonra sözü değiştirdi. Bu a n­ lam lıydı. [Vakit] geceyarısını geçmişti ki, 'Hadi, sizi göndereyim ' dedi. Pardesüleri­ m izi giydikten sonra, beni alıkoydu. Birlikte terasta yarım saat kadar dolaştık. Ba­ na şunları anlattı : ' Dün akşa m, Ah met Emin Y a l ma n , Fuat Köprülü v e Fevzi Lütfü Karaosmanoğ­ lu, Nihat Erim'in evine gittiler. 'Celal Bayar'ı ben i m çağırmamla, bütün sorunların çözüm lenebileceğini' söylediler. Celal Bayar'ın hareketlerin i eleştirmişler. Seçim sı­ rasında yapılacak saldırıları , zamanından önce yaptığı için, Demokrat Parti'yi güç duruma düşürdüğünü kabul ediyorlarmış ... Fakat, onu dışarıda bırakmayı şimdilik olabilir bulmadıklarını, bir uyuşma ve anlaşma yoluyla , durumu düzeltmek isted ik­ lerini söylemişler. Paşa, [Fuat] Köprülü'yü başa getirmek koşulu i le, korunabilecek­ leri n i duyurmak istiyormuş ... Paşaya düşünceleri m i şöyle açıkladım: 'Demokrat Parti, Celal Baya r'ı n size karşı bir düşmanlık ve kin yolu tutmasın ı n sarsıntılarını duymaya başla m ı ştır. Kavgayı doğrudan doğruya kabul edeceğinizi u m m uyorlardı. Ege'deki konuşmaları n ız, ülkede öyle bir psikoloji değişikliği yarat­ tı ki, ya ptıkları hataları anladıla r. Sürekli olarak sendeliyorlar. Size yeniden yaklaş­ mak istiyorlar ve her seferlerinde de yeni bir şamar yiyorlar. Umutları sarsıldı. Seçi­ me bu hava içinde girerlerse, kaybedeceklerini kesin görüyorlar. Celal Bayar'ı baş­ larından atamazlar. Sizi yumuşatmak istiyorlar. Celal Bayar'ı çağırırsanız, bu, on­ lar için yeterl i olacaktır. Onları kendi aleyhimize güçlendirme yoluna gitmemeliyiz. Bizim bugün kendi mizi güçlü bulma m ız, onların zayıflığından ileri geliyor. Onlar za­ yıfladıkları için, biz kuvvetliyiz. Aklı ma bir şey geliyor. Bir anlaşma önerebilirler. Mu209

h alefet, birden iktidara gelmeyi aklından çıkarır d a , önü müzdeki seçim için b i r an­ laşma önerirse, o zaman konuşmayı anlarım. Paşa, hemen sözü m ü keserek, 'Bu var' ded i. 'Öyle sanıyorum ki, oraya gidecek­ ler. Fakat, nasıl olacak? Karşılarına aday çıkarmamak yoluyla galiba ... ! 'Umutsuz­ luk onları buraya kadar getirebilir. Yalnız bu değil. .. Dağılmak sorunu da onları dü­ şündürebilir' ded i m . 'Sizinle kavgaya girmeni n pişmanlığı ve günahlarını ödeme çabası başlıyor' diye ekledim. Paşa, bir ara, Ankara milletvekillerinin çalışmalarından söz etti. 'Mümtaz Ök­ men de, Falih Rıfkı [Atay] da, canla başla çalışıyorlar' dedikten sonra, 'Öyle görm ü­ yor musun?' diye sordu. Ben de, bu nedenle, düşüncelerim i açıkladı m: 'Biraz önce Mümtaz [Ökmen] v e Falih [Rıfkı Atay], seçim lerde muhalefetin bü­ tün çabası n ı Ankara'da yoğunlaştıracğını söylerken, dilimin ucuna kadar geldiği halde, Ankara milletvekillerin i n yan ı nda söylemedi m . Seçi m za manında ya pılacak aday yoklamalarında, zatı devletleri, ülkenin başka yerine de aday olabilirsiniz. Bu­ n u geri çevirmek doğru olmaz. Ta m tersine, sadece Ankara adaylığın ızla yetin me­ niz, gereksiz bir riske girmek olur.' dedim. Paşa, düşüncemi benimsedi ve yerinde buldu. 'Birkaç yerden seçilme durumun­ da ne yapacağız?' diye sordu. 'O zaman, bir yeri seçersiniz. Seçimlerden sonra, An­ kara'yı seçmeniz yerinde olur.' ded i m . P a ş a, 'Reşat Aydınlı'nın dokunul mazlığı ka ldırı lacak mı?' d iye sord u . ' Karma Kom i syon, dönem sonuna bıra kmaya karar verdi . İçtüzüğün gereği budur. Mecli­ sin tersine karar vermesi olasılığı vardır. Bir bakı ma onun doku n u l mazlığını kal­ dırdma mak yerinde olacaktır. Çünkü, Adliye, bu işin bizim tarafım ızda n geldiği n i kamuoyunun gözü önüne serm iş olacaktır. Sonuçta, Reşat Aydınlı'nın da aklanma­ sı kuşkusuzdur. Sonuç olarak, hükumetin kendi zayıf davranışının yükünü çekeceği anlaşılıyor.' diye cevap verdi m . İ k i gece sonra yine [Çankaya] Köşk[ü'n]deydim. H i l m i Uran da oradaydı. Ardın­ dan d a [Tevfik Fikret Sılay] geldi. Paşa , daha önce Hilmi [Uran] Bey ile, hüku meti n partice desteklenmesi v e a ra da ki birliğin zayıflatılma ması için kon uşmuş ... Hüku­ metin, [CHP Meclis] Grubu Genel Kurulu'nda bir konuşma yaparak, güven isteye­ ceğini anlatmış ... Bu, galiba, Ahmet Remzi Yüregir'in gazetelerde de yayınlanan ve Başbakanın [CHP Mecl is] Gru bu['nu] hiçe sayarak konuştuğundan söz edip, [CHP Mecli s] Grub[u'n]da açıklama yapılmasını isteyen önergesi üzerine, h ükumetçe ka­ rarlaştırı lmış olacak ... Hilmi [Uran] Bey, h ü kumetin fazla alınganlığını yeri nde bul­ mayarak, partiden tgüven i stemesinin nedensiz olduğunu, biraz da dolgun bir şe­ kilde, Paşaya anlatmış ... Paşa, Reşat Aydınl ı ' nın doku n ulmazl ı ğı n ı ka ldırıp kaldırmayacağı m ızı sord u . 210

Ben , yasanın ilgili m addeleri n i söyledi m . Bana, gülerek, 'Hani seni dün akşam yu­ m uşatmıştım' dedi . Sonra, [Tevfik Fikret] Sılay'a döndü. Sılay, kendi yasa a nlayışı bakımından, do­ kunulmazlığın kaldırılmasının ola naksızlığını uzun boylu anlattı. Tartışmalar oldu. Paşa , 'Hükumet bunda yarar görüyor' dedi. Önceki akşa m , eski Başbakan Hasan Saka da, kendisine, 'Bu işte alınabilecek yarar sağlanm ıştır. Bundan sonra alına­ cak yarar yoktur.' demiş ... Ben dedi m ki: 'Yüzde doksan a klanacağı kesin olan bir iş nedeni ile, Reşat Aydınlı'yı mahke­ meye vermekte bir yarar görm üyorum . İhbarı ya lan m ıd ır? İhbar ed ilen adamla r, böyle şeyleri, hemen her za man aralarında konuşa bilirler. Dışarıdaki konuşmala­ rı ortadadır. Mareşal i n düşünceleriyse bilinmiyor değildir. Aynı şeyleri, kuşkusuz ki, a rkadaşlarına da aşılayıp durmuştur. Yalnız cesaret ve hareket yetenekleri yok­ tur. Daha iki ay önce, Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu, Manisa'da, Manisa m i lletveki­ li Dr. Ataman'a söylüyordu. Mareşa l, Rumeli'ye geçip, oradaki komutanlarla, bir hareket yapmaktan başka olumlu bir eylem yolunun bulunmadığını, Demokrat Parti' de iken onlara söylemiş ... Muhalefetin içinden biri çıkıp, bize haber veriyor. 'Dikkatli olun' diyor. 'Haberiniz ol­ sun' diyor. Biz, bu adamı, şimdi mahkemeye vereceğiz. 'Sen iftira etmişsin' diye .. Üstelik elim izdeki tüzük [TBMM İçtüzüğü] de, bir m illetvekiline yüklenen iftira ne­ deni ile, soruşturmanın dönem sonuna kalmasını gerektirir. Meydandaki abartma­ lı yankıla rın sonuçları bilin mektedir. Sadık Aldoğan ' ı n dokunulmazlığının kaldırıl­ masına neden görü lmed i . Şimdi bu işi haber vereni ne diye mahkemeye vereceğiz? O da akla nacaktır.' Paşa, 'Ca nı m , niye öyle söylüyorsun, Barutçu ? 'Bu adamlar hakkındaki ihbarı Adliyeye verelim diye' aramızda konuşmadık mı ? ' dedi. Gerçekten de yine aynı salondayd ı . Hilmi [Uran] Bey de a ra m ızdayken konuş­ muştuk. Fakat, beni m karşı çıkışlarım göz önüne a l ı n m a m ıştı. Ben a rtık bunla­ rı söylemeye gerek görmeyerek, 'Evet, konuştuk .. Şimdi de bu söylediklerim i bura­ da konuşuyorum . Hükumet, bir bildiri yayınladı. İş Adliyeye yansıtılırken, biraz gü­ rültü koparıldı. Her taraf karıştı. Kendi gazeteleri mizin bu konuda yaptıkları heye­ canlı ve kuşkusuz ki vatansever yayın, [Sadık] Aldoğan için çok a ğır suçlamalar­ la doludur. Fakat, bildiriden iki gün sonra , yani hemen ardından, bu işin aslı olma­ dığı açıklandı. [Sadık] Aldoğan, o gazeteler için hakaret davası açabilir ve bunun soru mlusu kim olur?' Ben i m bu sözleri m i doğru layıcı yönde [Tevfik Fikret] Sılay da, örgütten gelen telgrafları an lattı. 'Şimdi' ded i m , 'Hükumet istiyor ki, Reşat Aydınlı'yı da mahke­ meye vereli m . Sonuç çıkmadığı ortada iken .. .' ded i m . 21 1

Hi lmi [Uran] Bey, Paşanın duyamayacağı şekilde, 'Hükumetin ka mburunu Mec­ lisin sırtına yüklemek için .. .' dedi. Paşa, fazla d i ren mez göründü. 'Düşününüz . . . Nasıl d avra nmak uygunsa, öy­ le olur. . .' dedi. Yemekte, bir ara, Paşa, banma: 'Partide hükumet hakkında bir şey var mı?' diye sord u. Hükumetin aleyhinde b i r a k ı m o l u p olmadığını a n l a m a k istiyordu. Anlaşılıyor du ki, hüku metin bir takım yakınmaları olmuştur. Paşa, uzun boylu , birlikten söz et­ tikten sonra, 'Önüm üzdeki seçimlere kadar çatlak vermeyelim ' dedi. 'Hayır, Paşa m' dedim. 'Bir şey yoktur.' [Tevfik] Fikret Sılay güldü ve 'Bir şey yok mudur? Hani Kara­ gülle'nin estidiği neydi?' dedi. Paşa, Sımay'ın ne söylediğini sorunca, Sılay anlattı: 'Karagül le, Hasan Saka zam a n ı nda, Şemsettin [Günaltay] Bey [CHP Meclis] Grubu Başkan Vekili i ken, hükumetin Grup Genel Kurulu'nda, üç ayda bir açık ko­ nuşma yaparak, sonunda gizli oyla güven istemesini gelenek edinmek için hazırla­ dıkları ve Hasan Saka'nın çekilmesi üzerine yarıda kalan iç çalışma tasarısının ye­ niden ele alınması ve kesin şeklinin verilmesi için, [CHP Meclis] Grubu Yönetim Ku­ rulu'nda öneride bulunmuş ... [Faik Ahmet] Barutçu da önlemiş ... Bunu Barutçu a n­ latmıştı. Şimdi, 'Bir şey yoktur' diyor da, onun için .. .' Paya, kahkaha ile: 'Vay kafir! Benden saklıyorsun ha .. .' dedi. 'Yok, Paşam' ded i m . 'Bana '[CHP Meclis] Grubu'nda hüku met a leyhine bir şey var m ı ? ' diye sordunuz. Gru pta böyle bir akım yoktur. Şunun, bunun düşünceleri vardır. Örneğin, biraz önce, Hilmi [Uran] Beye söylüyordu m . Hilmi [Uran] Bey, 'Bu­ nu Paşaya söyle' demiş ... Söylememiştim . Atıf Akgüç, hükumete fena halde içerle­ miş .. 'Böyle hükumet mi olur? Bunların sözü ile kuyuya inilmez. İpi keserler ve insa­ n ı kuyuda bırakırlar.' diyordu. Nedeni de şu: Yeni bakın kanunu tasarısını hazırla­ mak için kurulan komi syonda çalışması için, uzman lığı nedeni ile, Atıftan ricada bulunmuşlar. Atıf'ın katılması ile, bütün Batı yasaları n ı da inceleyerek, güçlü bir kanun tasarısı hazırla m ışlar. Bu tasarıyı , Baka n lar Kurulu, ken d i üyelerindecn kurduğu b i r kom iteye ver­ miş ... Nihat Erim , Fuat Sirmen, Cemil Sait Barlas ve Cavit Oral'dan kurulu bu ko­ m ite, tasarının bazı maddelerini ağırlaştı rmışlar. Sonra, bu tasarıyı Adalet Baka­ nı, Gazeteciler Cemiyeti'ne gönderip, düşüncelerin i sormuş ... Cemiyetin gazeteci­ leroden oluşturduğu bir kurul, Adalet Bakanıo tarafından , komisyon üyeleri ile bir­ likte, tasarının maddeleri üzerinde düşünceler ileri sürmüşler. O gün, bu kurulda n sonra, gazeteciler, Başbakan Yardımcısı'nı ve sonra Başbakanı da ziyaret ederek, tasarıdan yakınmışlar. Ve onlarla, tasarııy atarak, Batı ülkelerinden birinin yasası­ nı, değiştirmeksizin, al mayı ka rarlaştırm ı şlar. Akgüç de, bana dedi ki, 'Beni de pa­ çavra ettiler. Oysa, gazeteci lerin karşı çıktıkları maddeleri kendileri ağırlaştırmış212

lar ve gazeteciler, onların ağırlaştırdıkları yasaya karşı koyuyorlardı. Paşa , 'Hüku­ metler böyledir ... Onların sözlerine pek i nanılmaz.'diyerek, iyi şakaya vurdu. H i l m i [Uran] Bey, ciddi olarak, 'Yok, Paşam, böylye olursa, b i r daha Atıf'a, 'Gel, çalış' d i ­ yemeyiz. Paşa, 'Atıf bizim dir. .. H e r za man çalıştırırız' dedi v e konuyu ka pattı." 1 84

Asım Us da, Hatıra Notları'nda, konuyla ilgili olarak şu satırla­ rı kaleme almıştır: "Millet Partisi milletvekillerinden Reşat Aydınlı, hükumete ihba rda b ulunmuştur. Millet Partisi içinde Demokrat Parti Genel Başkan ı Celal Bayar'ı öldürdükten sonra, bunu Cumhurbaşkan ı tarafından yaptırılmış bir suikast gibi gösterip, bir kıya m ha­ reketi ile hükumeti ele geçirmek planı üzerinde faaliyette bulunan bir cinai teşek­ kül bulunduğunu bildirmiş ve hükumet tarafından icab eden tahkikata girişilm iş­ tir. Tahkikatın nasıl bir netice vereceği hakkında şimdiden bir şey söylenemez ise de, sadece bu ihbar hadisesi, siyasi muhalefet partisi şeklinde toplanan teşekkül­ lerin bünyeleri itiba ri ile ne kadar şüpheli unsurlarla karışık olduğunu göstermeye kati gelir. Bu bakımdan Demokrat Parti'nin vaziyeti de dikkate alınacak mahiyet­ te olduğunu ispat için birkaç misa l arz edelim: lzm ir'de Rauf Onursal meselesi. .. Trabzon'da Kemal Atal meselesi. .. (. .. )

17 Kasım 1 949 ... İnönü ve Celal Bayar'ın ortadan kaldırılarak, Mareşal Çakmak i mzası ile neşredilecek beyannameden sonra hükumeti ıskat hareketine geçilecek­ m i ş ... Osman Bölükbaşı, Fuat Arna ve General Sadık Aldoğan a rasında bu esasa göre gizli bir ittifak a kdedildiğini Reşat Aydınlı haber vermiş ... Bunun üzerine tah­ kikata girişilmiş ... Osman Bölükbaşı ve Fuat Arna tevkif olunmuştur. Sadık Aldo­ ğan'ın evinde araştırma yapılmıştır. Fakat Reşat Aydınlı böyle bir ihbarda bulun­ madığını söylüyormuş ... Suçla ilgisi bulunduğu sanılan ve istanbul'da oturan Nu­ ri Leflef ile Millet Partisi Kadıköy i lçe Başkanı luet Mühürdaroğlu'nun evlerinde ve yazıh anelerinde de araştırmalar yapılm ıştır. Reşat Aydınlı'nın vaziyeti gariptir: Ankara savcılığına gidiyor. Kendisinin ihbar­ da bulunmadığını söylüyor. Savcı, 'Yüksek bir makamda bulunan bir şahsiyete git­ m işsi n iz . . . Konuşm uşsunuz . . . Ona ihbarda bulunm uşsunuz ... Sesin iz konuşurken plağa alınmıştır.' diye cevap vermiş ... Bu takdire göre, Reşat Aydınlı, ikiyüzlü bir rol oynuyor demektir. Bir taraftan , Millet Partisi içinde muhalefet vaziyetindedir. Diğer taraftan, hükumete bir suç ihbarında bulunmuştur. (. .. ) Reşat Aydınlı'nın İzmir' den gelirken Celal Bayar i le birlikte yemek yedikleri gö­ rülmüş ... Denizli ve İzmir milletvekilleri şahitlerdir. İzmir' den geldiklerinden bir gün sonra ihbar ya pılm ıştır. (. .. ) 184 Bu kısmı, Barutçu'nun anılarının ilk baskısından aldım.

213

Reşat Ayd ı n l ı ' n ı n ahlak! hüviyeti çok zayıftır. Meclise mi lletvekili olarak 1 946 senesi nde ilhak ettiği zaman [Cumhuriyet] Halk Partisi'ne girmek için müracaat etmiş ... Ka bul edi l m iştir. Bundan sonra Demokrat Parti'ye girmek istemiştir. Ora­ da da iyi kabul görmemiştir. Millet Partisi'ne Müstakil Demokratlar iltihak ettikle­ ri za man, o da bu partiye girm iştir ve Ankara il başka nlığına seçilm iştir. Fakat bir m üddet sonra buradan istifa ettiği gibi, Osman Nuri Köni'nin istanbul'a yazdığı bir mektuptan anlaşıldığına göre, Haysiyet Divanı'na verilerek, bu partiden çıkarılma­ sı için teşebbüse geçilm iştir. Bu sebeple Reşat Aydınlı ile Millet Partisi a rasında da bazı anlaşmazlıkların bulunduğunu göstermekted ir. ( ... ) Savcılık, suikast meselesi hakkında Cela l Bayar ile Kazım Öza lp'ın malumatına müracaat etti. Rivayete göre, Reşat Aydınlı, Celal Bayar'a da ihbarda bulunmuş ve Celal Bayar, bir konuşma esnasında bundan Kazım Özalp'e bahsetmiştir. ( ... ) Reşat Aydınlı, Celal Bayar'a da ihba rda bulunmuş ... Fakat kendisinin adını vermemesini şart koşmuş ... Celal Bayar, Kazım Özal p vasıtası i le Cumhurbaşkanı'na haber gön­ dermeyecek olursa, kendisinin mesu l vaziyete düşeceğini düşünerek, malu mat ver­ miş ... Fakat Reşat Aydınlı'nın adından bahsetmemiş ... 'Bir mi lletvekili ihbarda bu­ lundu' demiş ... Cela l Bayar ile Kazı m Özalp'ın dinlenmeleri bundand ır. ( . . . ) Suikast meselesinden dolayı mevkuf olan Osma n Bölükbaşı ile Fuat Ama , mahkeme ka rarı ile tahliye edilmiştir. ( ... ) Fuat Ama ile Osman Bölükbaşı, tah liye kararından sonra yolda Celal Bayar'a rastlaya rak tecavüzde bulunm uşlar. (. .. ) Reşat Aydınlı, Millet Partisi ile a rası açılınca, burada kendisine h usu met besle­ diği bir takım arkadaşlarını kötü lemek için bir komplo tertip etmi ş ve bunu h ü ku­ mete bildirmiştir. Sonra da, iş açığa vurulunca, inkar etm işti r. Anlaşılıyor ki, onun maksadı, kendi adı ortaya çıkmaksızın, Millet Partisi'ndeki bazı a rkadaşları üzeri­ ne iktidarın husumetini celb etmek i m iş ... Yahut bu suretle [Cum h uriyet] Halk Par­ tisi'ne yahut Demokrat Parti'ye yaranmak istiyorm uş ... " 1 85

Hatırlanmalıdır ki, suikast ihbarından kısa bir süre önce, bu kez de TBMM'de CHP milletvekili Hüseyin Ulusoy'un Celal Bayar ha­ kındaki bir sorusu görüşülmüştü. Faik Ahmet Barutçu , anıların­ da, bu sorunun bizzat Nihat Erim ve ismet İnönü tarafından tertip edildiğini yazıyor. Fuat Köprülü'nün sorunu ılımlı bir tarzda çöz­ me yolundaki uğraşları da, bu kez bir sonuç vermemişti . 1 86

185 Us, age, s. 759-762. 1 86 Barutçu, age, {Cilt: 2), s. 920-959. Ayrıca bkz. Hürriyet, ( 1 7 . 1 1 . 1949).

214

Reşat Ayd ı n l ı'nı n Dokun u lmazlığ ın ın Kald ırı l ması Aydınlı; Aldoğan, Bölükbaşı ve Ama hakkında Cumhurbaşkanı'na suikast düzenleyeceklerine ilişkin ihbarda bulunmuş, fakat ince­ leme sonucunda ihbarın asılsızlığı ortaya çıkmıştı. Ancak ihbar, siyasi gündemde uzun süre yer etmişti. 23 Kasım 1 949 tarihli Başbakanlık tezkeresi; "Afyon milletveki­ li General Sadık Aldoğan ile Millet Partisi mensuplarından Osman Bölükbaşı ve Fuat Ama haklarında Türk Ceza Kanunu'nun 14 71 56. maddeleri delaleti ile 1 7 1 . maddesine uygun harekette bu­ lunduklarına dair bilerek iftira ettiği kanaatine varılan Denizli mil­ letvekili Reşat Aydınlı hakkında gerekli kovuşturma yapılabilme­ si için" yasama dokunulmazlığının kaldırılmasının TBMM'ye su­ nulmasına ilişkindi. 1 87 Aydınlı ise, MP'den bu sırada istifa etmiş­ ti bile . . . 1 88 Konu, 1 6 Kasım'da bizzat Başbakanlık'tan basına ve radyoya ve bu suretle de kamuoyuna intikal ettikten sonra; Aydınlı, Milli Em­ niyet Başkanı'nı arayarak, ne kendisi ve ne de Başbakan ile bir gö­ rüşme yaptığını belirtmek ihtiyacını duymuştu. Ancak, ihbar ada­ lete intikal ettiğinden, cumhuriyet savcılığınca açılan soruşturma sonucunda, milletvekili olduğundan Sadık Aldoğan hakkında ya­ sama dokunulmazlığının kaldırılması talep edilmişti. "Bu soruş­ turma, ihbarın doğruluğunu, yani isnad edilen suçun işlenmiş ol­ duğunu gösterecek hiçbir netice vermediği cihetle, (. .. ) savcılık ta­ rafından sanıklar hakkında takibat yapılmasına mahal olmadığına karar verilmiş ve böylece meselenin birinci safhası kapanmıştı. " Sadık Aldoğan'ın d a yasama dokunulmazlığının kaldırılması ta­ lebine karşılık; TBMM karma komisyonu, "ihbarın doğruluğuna delalet edecek başka hiçbir delil ve emare görülemediği için, ada187 TBMM TD, Döne m : 8, Top lantı: 4, Cilt: 2 1 , 1 1 . B i rleşi m , (30. 1 1 . 1 949). S. Sayı s ı : 24; Cumhuriyet, ( 1 9. 1 1 . 1949); Zafer, (23 . 1 1 . 1 949); Hürriyet, (24 ve 25. 1 1 . 1949); Hürriyet, ( 1 . 1 2 . 1 949); AT, Sayı: 192, (Ka­ sım 1 949). Ayrıca bkz. Karakuş, age, s. 142- 1 5 1 ; Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 276-277. Dokunul mazlı ğın kald ırılması başvurusunu incelemek üzere, Anayasa ve Ada let Komisyonları'ndan mürekkep beş kişilik bir hazırlık komisyonu oluşturulmuş ve Aydınlı, bu komisyon huzurunda savunması­ nı yapmıştı. Hazırlık komisyonu haporu, karma komisyonda incelen miş ve eksikliklerin ta mam lanması için ihzari komisyona i letil mişti. Daha sonra rapor yeniden karma komisyona intikal etmiş ve karma komisyon, dokunul mazlığın kalkması gerektiğine karar vermişti. Ancak, yeniden kurulan ihzari komsiyon, bunun aksi­ ne bir karara varacaktır. Aydınlı, karma komisyonda da savunmasını ya pm ıştı. AT, Sayı: 1 92, (Kasım 1949). 1 88 Cumhuriyet, (19. 1 1 . 1949); Zafer, ( 1 9. 1 1 . 1 949).

21 5

let makamlarınca yapılan aramaların neticesinde öğrenmek ve ona göre ikinci bir rapor hazırlanmak üzere, dosya [ yıl Hazırlama Ko­ misyonu'na geri gönder"mişti. Bütün soruşturmalar sonucunda "yeni hiçbir delil elde edilemediği anlaşılınca" , karma komisyon, Aldoğan'ın yasama dokunulmazlığının kaldırılması önerisini red­ detmişti. Raporun TBMM Başkanlığı'na sunulduğu gün , Ankara savcılığı da sanıklar hakkında ademi takip kararı vermişti. Bu aşa­ mada, Reşat Aydınlı'nın sanıklar aleyhine iftira ettiği sonucuna va­ rılmış ve bu kez de Aydınlı'nın yasama dokunulmazlığının kaldı­ rılması talep edilmişti. Karma komisyon ise; önce kendi içinden ve kura ile seçilen bir hazırlama komisyonu kurmuş ve bu komisyon, yargılamanın dönem sonuna bırakılmasına karar vermişti. Karma komisyon toplantısında ise , bu karar tartışılmıştı. Bir muhalefet oyuna karşılık aynı karara varılmıştı. Ancak, raporda konu çeşitli düzeylerde tartışılıyor ve bu karara karşın komisyon üyelerinin söz konusu hadisede Aydınlı'nın do­ kunulmazlığının kaldırılmamasından duydukları rahatsızlık açık­ ça dile getiriliyordu . Komisyon, bu kararını yalnızca içtüzük hü­ kümlerine uymak zorunda kaldığını belirterek vermişti. Rapor­ da , bu nokta özellikle vurgulanıyordu . Raporun son kısmı, za­ ten, dokunulmazlığın kaldırılması sorununun hukuki yönlerine değiniyordu . Bir üye, bu tezadın nedenleri üzerinde duruyor ve TBMM içtüzük hükümleri ve daha önceki katı uygulamalar karşı­ sında başka bir karar seçeneği olmadığını açıklıyordu. Konuşmacı, TBMM içtüzüğünün ilgili hükmünün, anayasanın 1 2 . ve 2 7 . mad­ delerinde belirtilen suçların dışında, milletvekili dokunulmazlığı­ nın kaldırılması yönünde katı bir kural getirdiğini hatırlatıyordu. Bu halde yargılama süreci dönem sonuna bırakılmak zorundaydı. Komisyonun bir başka yönde karar alma imkanı hiç yoktu . Ancak, "karma komisyon için kanuni bir mecburiyetten doğmuş olan bu netice Kamutay hakkında varid değildi. " 1 89 Yukarıda gördüğümüz gibi, TBMM içtüzüğü uyarınca kura ile seçilen beş kişilik hazırlama komisyonun hazırladığı rapor 24 Ka­ sım tarihliydi ve bu raporda kovuşturma ve yargılamanın dönem sonuna bırakılmasına karar verildiği açıklanıyordu . Anayasa ve 189 TBMM TD, (aynı yerde), (30. 1 1 . 1949). Ayrıca bkz. Karakuş, age, s. 142-1 5 1 ; Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 276-277; Cumhuriyet, ( 17-24. 1 1 . 1949); Zafer, ( 1 8 . 1 1 . 1 949).

216

Adalet Komisyonları'ndan oluşturulan karma komisyon raporu ise, 28 Kasım tarihliydi ve tek muhalefet oyuna karşılık aynı gö­ rüşte birleşildiği belirtilmişti. Komisyon üyesi Mehmet Kamil Bo­ ran, karara iştirak etmemişti. 1 90 Tezkere, TBMM'nin 30 Kasım tarihli toplantısında gündeme ge­ lecektir. Aydınlı, Meclis'teki konuşmasında, hatasını ima eden ve daha ziyade hamasi bir üslupla açıklama yapmayı tercih etmişti. CHP milletvekili Mümtaz Ökmen, karma komisyon üyesi oldu­ ğu halde, komisyon toplantısına ve kararına katılamadığını belir­ tiyor ve karara muhalif kaldığını açıklıyordu . DP milletvekili Nuri Özsan da, Aydınlı'nın dokunulmazlığının kaldırılması gereği üze­ rinde duruyordu. Ancak, karma komisyon üyesi de olan Özsan, hukuki nedenlere katıldığını da belirtiyor ve sadece bu nedenle dokunulmazlığın kaldırılamayacağına işaret ediyordu. Hatta, Öz­ san'a göre, bu türden bir kural, sadece komisyon kararını değil, fa­ kat iddia edildiğinin aksine, Meclis'in kararını da bağlıyordu . Yani Meclis de farklı bir karar veremezdi. CHP milletvekili Feyzullah Uslu ise, Aydınlı'nın dokunulmaz­ lığının kaldırılması gereği üzerinde duruyordu. Bu türden bir ka­ rar mümkündü ve anayasaya da uygundu. Meclis'in kararı mutlak manadaydı ve Meclis içtüzüğü ile olsun, anayasa ile olsun sınırlan­ dırılmamıştı. Müstakil Demokratlar Grubu'ndan Necati Erdem de aynı kanıdaydı. Aynı gruptan Ahmet Oğuz ise, aydınlanmamış ola­ yın karanlık yönlerini ele alıyordu. CHP milletvekili Kamil Boran da Erdem'e katılıyordu. Yine Müstakil Demokratlar Grubu'ndan Ahmet Tahtakılıç da, konuşmasında, olayın hiçbir şekilde anlaşıla­ madığını ve açıklamaların tutarlı sayılamayacağını ileri sürüyordu. CHP milletvekili Muhittin Baha Pars da, dokunulmazlığın kaldırıl­ masından yanaydı. Nitekim, verilen önergelerin benimsenmesi ile Aydınlı'nın yasama dokunulmazlığı kaldırılacaktır. Reşat Aydınlı, dokunulmazlığının kaldırılmasından sadece bir gün sonra tutuklanacaktır. Tutuklama karan, Ankara 3. Asliye Hu­ kuk Mahkemesi'nce alınmıştı. Cezası, üç aydan üç yıla kadar hapis­ ti ve gerekçesi de iftira atmaktı. Aydınlı, sadece birkaç gün cezaevin­ de kalacak ve daha sonra kefaletle serbest bırakılacaktır. Dava ise, 1 90 TBMM TD, (aynı yerde), (30. 1 1 . 1 949), S. Sayısı: 24. Ayrıca bkz. Karakuş, age, s. 142- 151; Goloğlu, Demok­ rasiye Geçiş, s. 276-277.

217

bir süre Ankara 1 . Asliye Ceza Mahkemesi'de devam edecektir. Fu­ at Ama ise, bu olaydan kısa bir süre sonra hayatını kaybedecektir. 191

1 1 . I N Ö N Ü'N Ü N TBM M'YI SON AÇIŞ N UTKU VE SiYASİ G ELiŞ M E LE RE iLiŞKiN DEG ERLEN DIRMESI İnönü, TBMM'yi açış konuşmasında iç politikaya ilişkin olarak şu görüşleri ileri sürüyordu: "Türkiye tarihinde ilk defa olarak çok partili hayat, tabii bir şekil halinde kök sal­ maktadır. (. .. ) Cumhuriyet hüku metleri , yurtta tam bir hürriyet ve demokrasi düze­ ninin kök sal ması için geniş adımlar atmaktan çekin mem iştir. Çok partili m üna­ kaşa hayatının ilk devirlere mahsus hasta lıklarından emniyet içinde geçmeye çalı­ şıyoruz. Büyük Meclis'in ve hükumetlerin yerinde ve za manı nda aldığı isabetli ka­ rarlarla bu hastalıkların rejimin bünyesini sarsmasına meydan verilmem iştir. Bil­ hassa siyasi içtihat farkları nın, bazı politikacılarda, vatandaşlar arasına düşman­ lık tohumları saçmak meyli n i artırması karşısında, milletçe gösterilen m ukavemet, yürekten övülmeye layıktır. Siyasi hayatta her hasta lık tedavi edilebilir. Fakat ay­ nı m i lletin fertleri a rasına sokulan d üşmanlık bir defa yerleşti m i , onu sökü p at­ mak nesiller sürebil ir. Bu sebeple, siyasi faal iyetleri mizin salim mecrasını kaybetmemesi, hele par­ ti usullerimizin düşmanlık yaratmaması için senelerden beri ça lışıyoruz. 1 2 Tem­ m uz Beyannamesi, böyle b i r gayretin mahsulüdür. İktidar ile m u halefetin karşı­ lıklı mesuliyetlerini ve manevi taahh ütlerini ita etmek için yaz ı l m ı ş ve iyi netice­ ler vermiştir. Bu beyannamenin tek taraflı bir borç senedi telakki edil mesi, m ahi­ yetine ve hakikate tamamiyle aykırıdı r. Bunu sadece oku mak, i ki taraflı manası­ nı kavramaya kafidir. Siyaset cereyanları, bir defa şiddet yolunu tuttuktan sonra, n ihayet seçimde zor kullanma ihtimalinin bel irmesi, memleketimiz için bir tal ihsizlik olmuştur. Bu hal­ ler siyasi bünyemizden sili n i p kayboluncaya kadar, ızdırapları ve siyasi hayatımız­ daki zehirli tesirleri devam edecektir. Yeni rejimin tekamül safh a la rı ancak vatan­ daşın sağduyusu ile atlatılabilecektir. Türk vatandaşlarının düşmanlığı toptan red­ detmekle, demokratik hayata, çok partili sisteme yeni bir canlılık vermeleri b üyük tem inat olmuştur. Kanu nların müdafaası ve mem lekete teveccü h edecek teh l ike191 TBMM TD, (aynı yerde), (30.1 1 . 1949); Cumhuriyet, ( 1 9 ve 23-24 ve 27. 1 1 . 1 949 ve 1 ve 3.12.1949); Zafer, (1 ve 3.12. 1 949); Hürriyet, (30.1 1 . 1 949) ve ( 1 . 1 2 . 1 949); AT, Sayı: 192, (Kasım 1949), AT, Sayı: 1 93, (Ara­ lık 1949). Ayrıca bkz. Karakuş, age, s. 142-151; Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 276-277. Aydınlı'nın tah­ liyesine ilişkin olarak bkz. Hürriyet, (2.2.1 950 ve Cumhuriyet, (1.2. 1950).

218

lerin önlen mesi bizim başlıca vazifem izd ir. Şüphe yoktur ki, bu vazifeleri n itasını temin eden vasıtaların başında kanuna riayet ed ilmesin i icabında hatırlatmak ve tehlike mah iyetindeki had iseleri vata ndaşa söylemek ve anlatmak gelir. ( ... ) Siyaset hayatım ızın içinde bulunduğumuz gelişme devrinde dikkati mizi üzerin­ de topladığı mız prensipleri sade ve açık şekliyle hulasa etmek isterim: Birincisi, demokratik rej i m , muha lefet müessesesinin emniyet içinde ça lışması­ na bağlıdır. Kanunlar bunu temin ettiği kadar, bu mefhumun bir tabii anlayış ola­ rak memlekette yerlemesi lazı mdır. Bu uğurda gayret ve tahammül göstermek da­ ha ziyade iktidara düşer. İ kincisi, siyasi faa liyetler, kanun içinde kalacaktır. Kan u n d ışına çıkmak isti­ datları, kan un içine sokulacaktır. Hususiyle türlü şekil ve tevil altında kanun dışına çıkma teşvikleri ve terti pleri, şiddet cereyanları içine kolaylıkla sızar. Üçüncüsü, vatandaşların birbirinin boğazına sarı l malarına her h alde ve kesin olarak m a n i olmalıyız. Usulde ve gayede düşmanlık yolu , içeri ve dışarı siyasetin h içbir ihtim al i ile kıyas edilemeyecek ölçüde milletim izi ve memleketimizi felakete götürür. Kanun müeyyidelerinden ve hükumet vasıtalarından başka olarak vatan­ daşı bu kon uda uyanık tutmak için a rasız çalışmak lazımdır. Dördüncüsü, bu dış tehlike karşısında vata ndaş birliğini koru mak, vatan mü­ dafaasının temel şartıdır. Bunun için memleketin dış politikası üzerinde vatandaşı bilgili ve anlayışlı bulundurmak hususi d ikkat ister."

İnönü, seçim emniyetine de özel bir vurgu yapmıştı: "Seçim ka nunu hususunda şu noktal a r bilhassa ehemm iyetlidir: İyi niyet sahibi, fakat vesveseli vatandaşların yüreğinde dahi seçimde hile i m kanı olmadığı inan­ cını yerleştirmelidir. Bunun için ne kadar tedbir alınsa yerindedir. Seçimde zor kul­ lanma ihtimali vatandaşın kendisinin h akkı yerine getirmeye kalkması, mem leketin halini ve atisini karanlık ve kanlı ihtimallere götüreceğine büyük Meclis' in dikkatini çekmek vazifemdir. ( ... ) Oyunu vermek üzere sandık başına gelecek kadın erkek her seçmenin tam bir serbestlik ve herhangi bir tecavüz, tazyik veya tehdit korkusuna

düşmeksizin vatandaşlık hakkını kullanmasını sağlamak şarttır." 1 92

Bu konuşma, muhtemelen DP yönetimini tatmin etmişti. Se­ çimler serbest yapılacaktı. Gereken güvence en üst makamdan ve­ rilmişti. Şimdi de bu konuşmanın yol açtığı değişik tepkilere ba­ kalım . . . 1 92 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4 , Cilt: 2 1 , 1 . Birleşim, ( 1 . 1 1 . 1 949); ismet lnönü'nün TBMM'deki Konuşma­ ları (1 920-1973), (Cilt: 2), ( 1 939-1 960), s. 81-89.

21 9

1 2. I N Ö N Ü ' N Ü N TBMM'YI AÇIŞ N UTKU VE MU HALEFETiN G E N SORUSU: BiR ANAYASA DEG IŞIKLIGI TARTI Ş MASI 1 924 Anayası'na göre , Cumhurbaşkanları, TBMM'nin her yılki olağan açılışında açış konuşması yaparlardı. Bu , bir anayasal hak ve görev olarak yorumlanabilirdi. Tek-parti döneminde gerek Ata­ türk ve gerekse İnönü , bu türden geleneksel açış konuşmalarında, hükumete ve Meclise tavsiyelerde ve önerilerde de bulunurlardı. Bu türden önerilerin ve tavsiyelerin gerçekte bir talimat olarak an­ laşılmaması ise imkansızdı. O nedenle, Meclisi açış konuşmaları, basit bir formalite olarak değerlendirilmez; fakat, aksine, yeni po­ litikaların ya da adımların habercisi olarak yorumlanırdı. Yeni dö­ nemde de bu gelenek sürmüştü . İnönü , Cumhurbaşkanı olarak ve anayasal yetkisine dayanarak, görüşlerini Meclise açıklamıştı. Mu­ halefet ise, o zamana kadar bu mesele üzerinde hiç durmamıştı. 1 93 1 Kasım 1949 konuşması ise, ilk kez siyasi bir soruna yol aça­ caktır. Muhalefet, Inönü'nün konuşmasında ortaya koyduğu gö­ rüşleri yanıtlamak istemişti; ancak bu türden bir uygulama, gele­ nek ve mevzuat bulunmadığından, yanıtlama isteği karşılıksız ka­ lacaktır. 1 94 Müstakil Demokratlar Grubu'ndan Ahmet Tahtakılıç, Hasan Dinçer ve Ahmet Oğuz'un, Cumhurbaşkanı'nın Meclis açış konuşmasında tek yanlı değerlendirmelerde bulunduğu gerekçesi 1 93 Bu konuda bkz. Cemi l Koçak, iktidar ve Demokratlar, s. 84- 102 ve 197-206. Vatan gazetesi, 1 948 yılın ı n son günlerinde, ilginç bir haber yayı nl ıyordu. Habere göre, Cumhurbaş­ kan lığı Köşkü'nün bulunduğu Çankaya'daki arsa, aslında CHP'ye aid bir gayri menkuldü. CHP, arsa için her yıl Maliye Baka nlığı' na gereken vergiyi ödüyordu ve arsayı Hazine'ye 2.000.000 TL'ye satmak istemiş­ ti. Vatan, (28. 12.1948). Hikmet Bayur, Kudret gazetesinde, Cumhurbaşkanı'nın maaşının ABD Başkanı Truman'ın maaşından dahi yüksek olduğunu yazmış ve bu durumu eleştirmişti. Hürriyet gazetesi de, hem bunu ha ber yapmış ve hem de Cumhurbaşkanı'nın tahsisatı konusunda bir yazı yayı nlamıştı. Hürriyet, (3 1 . 1 . 1 949); Hürriyet, "Re­ isici mhuru n Tahsisatı", Hürriyet, (1.2.1 949). Hatırlanacağı gibi, DP içindeki parçalanmadan sonra, Kud­ ret gazetesi, parti içi muhalefet grubunun elinde kalmıştı ve Hikmet Bayur vasıtasıyla da MP' n i n resmi ya­ yın orga nına dönüşmüştü. Kudret gazetesinin sahi pleri arasında, Türkiye'nin eski Beri in Büyükelçisi Ham­ di Arpag da vardı. Kudret gazetesinin sahiplerinin ve Yazı İ şleri Müd ürü'nün tutuklanmasına ve serbest bı­ rakıl masına ilişkin olarak bkz. Hürriyet, (23.3. 1949). Ayrıca, Hamdi Arpag hakkında gen iş ve ayrıntılı bil­ gi için bkz. Cemi l Koçak, TMŞD, (Cilt: 1). 1 94 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Cilt: 21, ! . Birleşim, ( 1 . 1 1 . 1949). Ayrıca bkz. Lütfü D ura n, "Reisicum hu­ run Nutku ve İ stizah Usulü", İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C ilt: 16, Sayı: 1 -2, 1 9 50, s. 202. Bu makalede, Cumhuriyet gazetesinin 15 Kasım tarihli haberi temel alınarak, CHP'li milletveki l le­ rinden bazılarının TBMM'de çekimser kaldığından söz edil iyordu. Duran, agm, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Ci lt: 16, Sayı: 1-2, 1950, s. 202.

220

ile, Başbakan hakkında gensoru açılmasını talep etmesi ise red edi­ lecektir. 1 95 Bunun üzerine Ahmet Tahtakılıç, lnönü'nün 6 Ağustos 1 949 tarihinde yaptığı konuşmayı gerekçe göstererek, yine Başba­ kan hakkında gensoru açılmasını talep edecek, ancak bu girişim­ den de bir sonuç alınamayacaktır. 1 96 Tahtakılıç, lnönü'nün hem parti başkanı ve hem de Cumhur­ başkanı olmasını bu tarihte dahi eleştiri konusu yapmak zorunda kalmıştı. Tahtakılıç, "milletin hakimiyetine ve mukaddesatına bil­ fiil vazıülyed olması da; şeflik sisteminin, Meclis nüfuzunun par­ ti merkezinde hayatiyet kazanması, Cumhurbaşkanı'nın aynı za­ manda parti reisi olması gibi hadiselere ebediyen son vermekle mümkündür" diyordu . Buna karşılık, Tahtakılıç'ı yanıtlayan Baş­ bakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Nihat Erim ise, "Anayasamız­ da 'Devlet Reisi parti başkanı olmayacaktır' diye bir hüküm yok­ tur. Hatta bunu uzaktan ve yakından icab ettirecek, ima ettirecek bir hükme de rastlanmamaktadır. Yine ifade edeyim; ben şahsen, bugünkü Devlet Başkanımızın tarihi hüviyeti ve şahsi tecrübele­ ri dolayısıyla parti başkanlığını bırakmasını bir müddet önce mü­ dafaa ettim. Fakat bugün [ artık] müdafaa etmiyorum. Çünkü, on­ dan sonra inkişaf eden hadiseler, o fikri anayasa değişinceye ka195 TBMM TD, Dönem: 8, Toplanttı: 4, Cilt: 21, 4. Birleşim, ( 14. 1 1 . 1949); Cumhuriyet, ( 1 1 ve 1 5 . 1 1 . 1 949); Za­ fer, (15. 1 1 . 1 949). Mümtaz Faik Fenik, Cumhurbaşkanı'nın Meclise talimat vermesini eleştiriyordu . O sadece kend i gö­ rüşlerini açıklayabilirdi. Ayrıca, Cumhurbaşkanı'nın aynı za manda parti genel başkanı olması uygulama­ sına da son verilmesini talep ediyordu. Hatırlanacağı g ibi, DP'nin İ kinci Büyük Kongresi'nde parti tüzüğü­ ne bu konuda açık bir hüküm konulmuştu. Cumh urbaşkanı'nın hükumetin görüşlerini bildireceği yerde, hükumete talimatlar vermesi de, yazıda eleştirilen bir başka noktaydı. Fenik, yazısında bu karmaşık iliş­ kileri bir kez daha gözden geçiriyor ve uygulamayı eleştiriyordu. Mümtaz Fa ik Fenik, " İ nönü'nün Son Direk­ tifi", Zafer, (16. 1 1 . 1949). Samet Ağaoğlu da, uygulamanın anayasaya aykırı olduğuna değiniyordu. Ağaoğlu'na göre, uygula­ ma başkanlık rejim ini hissettiriyordu . Cumhurbaşkanı, anayasa göre hem sorumsuzdu ve hem de yetki­ liydi. Diğer yandan, hükumet de yetki sahibiydi, Meclis de ... Ağaoğlu, bu üç organın olası bir çatışma ha­ l inde neler olacağını soruyordu. Bu d urumda; Meclis'teki çoğunluk partisi ile hükumet çalışabilirdi ya da CHP' nin çoğunluğu ile Meclis çoğunluğu ... Ağaoğlu'nun önerisi ise basitti: Anayasanın öngördüğü şekil­ de Cumhurbaşka nı'nın Meclisi açış konuşması kaldırılmal ıydı ya da Cumhurbaşkanı'na karşı yanıt hakkı tanınmalıydı. Ağaoğlu'na göre, Cum hurbaşkanı, anayasaya göre Meclis'te görüşmelere katılamayacağın­ dan, soru söz konusu olamazdı. Cumhurbaşkanı ya yetkili ve sorumlu olacaktı ya da yetkisiz ve sorumsuz ... Ama ikisi birden m ümkün değildi. Samet Ağaoğlu, "[Cumhuriyet] Halk Partisi Meclis Grubu Tebliği", Zafer, (17. 1 1 . 1949); SametAğaoğlu, "[Cumhuriyet] Halk Partisi Meclis Grubu Tebliği il", Zafer, ( 18. 1 1 . 1 949). Ay­ rıca bkz. Mümtaz Faik Fenik, " İ nönü' nün Nutkunda İ ç Politika Meseleleri", Zafer, (2. 1 1 . 1949); Mümtaz Fa ik Fenik, "Nasıl Muhalefeti İtham Ederler?", Zafer, (3. 1 1 . 1949). 196 TBMM TD, Dönem: 8, Toplanttı: 4, Cilt: 21, 8. Birleşim, (23 . 1 1 . 1 949).

221

dar terk etmenin daha faydalı olduğunu gösterdi. " şeklinde ko­ nuşuyordu. 1 97 Görüldüğü gibi, tarafların gerekçelerinde bir de­ ğişiklik yoktu. Bu türden tartışmalara sık sık rastlanıyordu. Örneğin, Ahmet Tahtakılıç, Cumhurbaşkanı'na yapılan ziyaret hakkında N ihat Erim'den soru sormuştu. Tahtakılıç, şeflik sistemini ve lnönü'nün hala hem Cumhurbaşkanı ve hem de CHP Genel Başkanı olması­ nı eleştiriyordu. Tahtakılıç, Meclis'teki konuşmasında şu görüşle­ ri ileri sürüyordu: "Memleketteki emn iyetsizlik, huzursuzluk, siyasi buhran, her şeyden evvel tek-par­ ti sisteminde şef sıfatını üzerinde taşıyan şahsiyetin, bugün de yine demokrasi in­ kılabına gird iğimiz fikri herkes tarafından ifade ve müdafaa edildiği halde, bugün dahi, bir taraftan [Cumhuriyet] Halk Partisi Genel Başkanlığı sıfat ve salahiyetini üzerinde taşımakta olmasından, diğer taraftan da Devlet Başka nlığı sıfatını haiz bulunmasından i leri gelmektedir." 1 98

Buna karşılık, Nihat Erim de şu geleneksel yanıtı veriyordu: "Anayasanın hangi hükmünden çıka rıyorlar, Cumhurbaşkanı parti reisi ola maz di­ ye? Cumhuriyet Halk Partisi kurultayından evvel Cumhurbaşkanı'nın sırf tarihi şah­ siyetleri dolayısıyla parti reisi olma ması tezini m üdafaa ettim ve o kanaati hala ta­ şımakta olan bir insanım. Ama bunu şahsi olarak i leri sürd ü m. Kendi leri bunu a na­ yasanın hangi hükmünden çıkarıyorlar? Anayasada buna m a n i bir hüküm yoktur ve anayasa böyle kaldıkça, ister Cumhuriyet Halk Partisi, ister başka bir parti ik­ tidarda bulunsun, Cumhurbaşkanı olacak zat, ya o partinin başka nı olacaktır ya­ hut da o ekseriyet partisi içinde temayüz etm iş herhangi bir şahsiyet olacaktır." 1 99

Faik Ahmet Barutçu , anılarında, bu konuda muhalefetin de haklı olduğu noktalara değiniyor. Barutçu , lnönü'nün Meclis açış konuşmasının parti içinde de pek çok yetkili tarafından görül­ düğünü ve muhalefetin gensoru girişiminden sonra da konunun Meclis'te serbestçe görüşülmesinden yana bir tutum içine girildi­ ğini belirtiyor. Önce lnönü de bu konuda Barutçu'nun yanında yer almış, fakat sonradan nedense bu görüşünden vazgeçmiş ve anaya1 97 TBMM TO, (aynı yerde), (23. 1 1 . 1949). 1 98 TBMM TO, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 19, 83. Birleşim , (9.5.1949). 1 99 TBMM TO, (aynı yerde), (9.5. 1949).Bu konuda Eri m'in kişisel görüşleri ile parti içindeki tartışmaların kendi kaleminden anlatımı için bkz. Erim , age, (Cilt: 1), s. 380-381 ve 384.

222

sal haklarını kullandığını belirterek, konunun Meclis'te tartışılma­ sını istememişti. Barutçu bu gelişmeyi şöyle anlatıyor: "İnönü, Nihat Erim i le görüştü kten sonra değişmişti. istiza ha ta raftar olm a m ış­ tı. Devlet Reisi'nin sözleri münakaşa edilemez fikrinin onun olduğu anlaşılıyor. Biz grup idare heyetinde konuştuk. Ekseriyet, istizahın ka bulü fikrinde bulundu. 'Devlet Reisi'nin sözleri m ünakaşa ed ilemez' fikrini, Rasih Kaplan, Cumhuriyet rejiminde gayri mesul mukaddes şahsiyet' kabul edilemez sözleriyle karşıladı. Paşa, telefonla benden idare heyetinin düşüncesini öğrenince, Nihat [Erim]'in istizaha taraftar olmadığını, kendisinin de bu fikri uygun bulmakta olduğunu ve Ni­ hat [Erim] i le görüşmemizi söyled i. Ve a rkasından Hilmi [Uran] Beyi, biraz sonra da beni ve Fikret Sılay'ı Köşke davet etti. Hilmi [Uran] Bey de, istizah ı n kabulü fikrin­ deydi ve benim gibi düşünüyordu. Paşa, Sılay'dan parti umumi idare heyetinin bu mevzudaki düşüncesini sordu. Onlarda da iki fikir beli rmiş, bir neticeye varama­ mışlar. Paşa benimle münakaşa ed iyordu. 'Anayasanın eksiğini düzeltmeliyiz' d i­ yordu. ' Fakat bugünkü hükümleri budur ve bu hükümleri değiştirinceye kadar, an­ laşılan manasıyla tatbi k etmeliyiz' müta laasında israr ediyordum. Paşa, m ütemadiyen 'Bana ceva p ver' diyordu. Maksadı, ba na d a fikrin i kabul ettirmekti. Ben ka bul edemiyordum. Çünkü, hukuk anlayışıma ve hukuk anlayışına uymayan bir görüş ve telakki tarzıydı. N ihayet sükutu tercih ettim. Paşa, bu süku­ tun manasını anlamıştı . 'Barutçu, cevap vermiyorsun' dedi . Paşa'nın karşısında oturduğum koltuğu i leri doğru çekerek; 'Paşam' ded i m, 'bir sual sormama m üsa­ ade edin': Bu ülkede parla menter cumhuriyet sistem i mi, yoksa presidensiel hüku­ met sistemi m i tatbik edeceğiz? Hangisine taraftarsınız? Hangisi bu ülkenin men­ fatine uygundur? Şöyle cevap verdi: 'Parlamenter cumhuriyet sistemi .. .' 'O halde' ded i m, 'anayasa geleneklerim izi ona uygun olarak tesis etmeyi tercih etmemiz la­ zım; anayasaya mana verirken, galip olan karakterine uygun hukuk prensi plerine ve hukuk tekniğine uyarak mana vermek lazımdır. Cevap verd i: 'Bugünkü anayasamız, parlamenter sistemle presidensiel siste­ min bir memzucudur. Ka ldı ki, parlamenter sistemi kabul edeceğiz, a ma bir intibak devresi geçiriyoruz. Birden bütün silah ları bırakmak, memleketin menfaatine uy­ maz... Sen, şu fikirdesin ki, 'hüku meti n mesuliyeti dışında, Cumhurbaşkanı'na ha­ reket serbestisi, diktatörlük olur.' Bugünkü anayasa, Atatürk diktatörlüğünün ana­ yasasıdır. Hakikat budur. Sen yarınki Cumhurreislerin i düşünerek, 'Buna nasıl ta­ h a m m ül edebiliriz?' d iyorsun ... İnönü'nün diktatörlüğüne de tahammül edilemez. Biz anayasayı değiştireceğiz. Dediğin gibi, parlamenter cumhuriyet sistemine gide­ ceğiz. Ama bugün m uhalefet beni kon uşturmak istemiyor. 'Hükumetin m uvafaka223

tiyle ancak konuşabilir' derseniz, ben Ege' de konuşurken, her yerde konuşma hakkı­ m ı kullanırken, vaktinden evvel hüku metin muvafakatini istihsal maddeten müm­ kün ola maz d iye, bunu anayasaya muhalif addedenleri teyit etmiş olursunuz. Mu­ halefet canı m ızı almak istiyor. Konuşmayalım mı? Bir intikal devrini kabul edece­ ğiz. Sonra, mevcut anayasayı tadil edeceğiz. ( ... ) Paşa 'nın istedi ği şuydu: istizah olmasın; grupta şöyle bir ka rar sureti ka bul edilsin: Reisicumhurun konuşma salahiyeti m ünakaşa götürmez. Bu konuşmada tatbikattan mütevellid mesuliyet hükumete aiddir. Binaenaleyh hükumete bu mev­ zuda daima sual sorulabilir. Yalnız Reisicumhurun konuşma yetkisi üzerinde isti­ zah ve konuşmalar açılmamalıdır. İstizah ı bu sebeple redderiyoruz. Paşa'ya yine söyled im: 'Soru hakkı n ı kabul ederiz de, istizah hakkını kabul et­ meyiz; nasıl olur? Mebusun hakkı takyit edilir m i ? Sual ile istizah arasında ne fark var? Birinde, yalnız [soru] sahibi; diğerinde her mebus konuşur. Binaenaleyh sua­ li kabul ediyoruz. Çünkü, tüzük bu hakkı kabul ediyor. Ama istizahı kabul etmiyor; çünkü tüzük bunu bize bırakmıştır. Bu meseleni n esasınğı münakaşa tarzı da bizi tezada götürür. Elim izden gelse, suali de sordurmayacağımızı gösterir.' [İnönü], cevap verdi: 'Biz istiza hı Reisicu mhurun mutlak olara k konuşma yet­ kesi etrafında açıla maz' diye kabul etmiyoruz. Soru, hükumetin mesuliyetine taal­ luk eden noktalara müteveccihtir. Hüku metin mesuliyetine taalluk eden noktalar­ da istizah da olabilir. Halbuki veri len takrir, bu değildir. Reisicumhu run salahiyeti­ ni m ünakaşa etmek istiyorlar. Buna meyda n vermemeliyiz.' ( . . . ) Meclis grubunda Millet Partisi m i lletvekilleri nin İ nönü'nün yıllık nutku vesile­ siyle Başbakana ya pılan i stiza hın kabul edilip edilmemesin i konuşacağız. N ihat Erim'in hukuk fetvasına Başbakan da i mzasını koymuş ... Reisicu m h u run konuşma yetkisi, o kadar mutlaktır ki, hükumete sormadan konuşabilir. H ü kumet aleyhin­ de konuşabilir. ica bında Meclis'in fikirleri aleyhinde de konuşabilir. Sonra da gayri mesuldür. Şimdiye kadar bunun böyle olduğu, kimsenin zihninden geçmezdi. Şim­ di hukuk tekniği, hukuk prensipleri , hep bir tarafa bırakılmak suretiyle anayasanın hükümlerine manalar veriliyor. Bunlara zamanın sarıkl ı hocala rı demek lazı mdır. Ben bu fikirleri açık açık Paşa'ya söyledi m ve tek adam olara k m üdafaa ettim. Be­ n i m için başka yapılacak şey ka lma mıştı . Parti grubu genel kurulu, ( ... ) ben i m başka n l ığım altında toplandı. (. .. ) M ecli­ se geldiğim zaman Hilmi Uran ile [Tevfik] Fikret Sı lay ve Nihat Eri m'i odamda bulu­ dum. Nihat Erim'in hazırladağı bir takrir suretini gözden geçiriyorlardı. Hilmi Uran, bana; 'Eğer mutabık isen tab ettirelim' dedi. Takrir metni iki noktayı ihtiva ediyor: 1) Reisicumhuru n yıllık nutku, a nayasa nın tevdi ettiği bir görevin itası olduğun­ dan istizah mevzuu olamaz. 224

2) Bu nutkun karar ve icraya taalluk etmesindren m ütevellid mesuliyet hükume­ te raci olduğundan, o kısım da mebusların sual ve istizah hakları tabiidir. Ehveni şer olarak bu metin kabul edilebilir. Anlayış kötüdür. Nihat Eri m ile son­ radan münakaşa ettim . (. .. ) Grupta konuşanlar, Reisicumhurun konuşma yetkisi­ nin isitzah konusu ola mayacağını söyled iler. Yalnız bir mebus, istizah ı n lehinde ko­ nuşacaktı. Yeterli müzakere takririnin ka bulü, buna mani oldu. Mamafih sonunda takrir oybirliği i le kabul ed ildi. İçtimadan sonra koridorda hukukçular arasında ko­ nunun münakaşası devam etti. Garp kültürü alan hukukçulardan Ni hat [Erim]'in fikrine iştirak eder yoktu. İşletmeler Bakanı Münir Birsel, böyle bir fikrii hukukçula­ rın ka bul edemeyeceğini bana söyledi. Paşa, beni Marmara Köşkü'ne çağırdı. Alı­ nan neticeyi sordu. Takrir suretini okudu . Fevka lade memnun kaldı. 'Ben i konuş­ turma k istemiyorlardı; isabet oldu. Dağ gibi karşılarına çıktı m.' dedi. Ve bana, 'ha­ tırında kalsın' diyerek, 'İster ben sağ olayım, ister benden sonra, bu anayasa tadi l edilirken, yemin maddesini değiştirmek z o r olduğunu görecekszi niz. B u n u bilesin .. .' dedi . 'Reisicumhur, kanunları m üdafaa edeceği ne, mem lekete teveccüh edecek tehlikeleri bütün kuvvetiyle defedeceğine yem in ediyor' dedi. 'Nasıl m üdafaa ve de­ fedecek?' d iye sordum. 'Ve mesul hümumetin kabul edeceği vasıtalarla olması la­ zım gelir' dedim. O şöyle cevap verdi : 'Her vasıta ile .. .' Paşa, bu yeni prensip kararı ile aslında mutlak hükmü altında bulundurduğu parti ve hükumet kuvvetlerine hü­

kümranlığı prensibini de ka bul ettiriyordu." 200

Cumhuriyet gazetesi, Barutçu'nun perde arkasını yansıtan bu görüşmeleri, bir haber şeklinde yayınlıyordu. Habere göre, bu ko­ nuyla ilgili olarak, İnönü, Uran, Barutçu ve Sılan arasında görüş­ me yapılmıştı. 201 Barutçu, anılarında, konuya ilişkin görüşlerini şöyle özetliyor: "Bence bu görüşler, parlamenter cumhuriyet sistemine uygun değildir. Parlamen­ ter cumhuriyet sisteminde Cumhurbaşkanı, Bakanları ile birlikte, hükumeti yönetir. Bizim Anayasa m ız, yürütme yetkisini, Cumhurbaşkanı ile Bakanlardan oluşan yü­ rütme gücüne vermiştir. Cumhurbaşka nı'nın yetkilerini nasıl kullanacağı da zım ni olara k gösterilmiştir. Kararlarının başında sorumlu bir Bakanın i mzasının bulun­ masını, Anayasa ayrı bir madde olarak göstermiştir. Bir de presidensiel cumhuriyet sistemi vardır. Amerika'da olduğu gibi. .. Cum­ hurbaşkanı , devleti yönetir. Ama, soru m lu bir kişi olarak ... Hem sorumsuz olsun, hem yönetsin ya da istediği gibi kişisel düşüncelerini, Cumhurbaşkanı niteliği ile, 200 Barutçu, age, s. 349-353. 201 Cumhuriyet, (14. 1 1 . 1 949).

225

yayınlasın, çağdaş hukukta ve demokrasi lerde böyle bir sistem yoktur. Cumhurbaş­ ka n ı , manevi etkin l iğini kullan ı r, düşünceleri n i yürütür. Başka türlüsü düşü nüle­ mez. Başka türlüsü diktatörlükte düşünülür. " 202

Burada bir hatırlatma yapmak gerekirse; CHP Yedinci Büyük Kurultayı'nda Cumhurbaşkanı ve CHP Genel Başkanı İsmet İnö­ nü , bu konularda şöyle diyordu: "[Türkiye] B üyük Millet Meclisi'nde b i r mesele üzerinde, eğer ortada bir gensoru yoksa, etraflı görüşme açılamaz. Gensoruyu iktidar partisi üyesi kendi üstüne dü­ şürmez, istese de parti grubunun muvafakati şarttır. Hükumet istediği zaman karşı parti gensoru vermez. Karşı parti gensoru istediği za man kabul edi p etmemek çok­ luğun elindedir. Bir meselenin açık oturumda konuşulması soru ile olur. Onun ka­ yıtları maksadı sağla maz. Mesele, [Türkiye] Büyük Millet Meclisi'nde bir iç tüzük meseledir. Kurultayın bu ihtiyacı söylemesi bence kafidir. Esaslar şunlardır: Kar­ şı part ini n bir gensoru tahrik etmesine i m kan vermeli , hüku metin bir meselenin müzakeresini büyük Meclis'te açması mü mkün olmalı[dır]." 203

Hürriyet gazetesinin tam bu günlerde yayınlanan bir başka ha­ beri de, gelişmelere denk düşüyor gibiydi. Habere göre, CHP Mec­ lis Grubu görüşmeleri yine eski gibi ve geleneksel biçimde gizli ol­ maya devam edecekti. Sadece önemsiz konular açık görüşmede ele alınacaktı. 204 Tam bu noktada; daha o sırada yayınlanmış bir anayasa huku­ ku makalesine değinmek yararlı olacaktır. Lütfü Duran'ın "Reisi­

cumhurun Nutku ve lstizah Usulü" adlı akademik incelemesi, konu­ yu bütün yönleriyle ele alan, kapsamlı, ciddi ve yüksek seviyeli bir yaklaşımın ürünüydü. 205 Makalede; önce gensorunun reddi konusundaki CHP M eclis Grubu tebliği ele alınıyordu . llgili tebliğde, anayasanın Devlet Baş­ kanı'na bir anayasal görev yüklediğinden söz ediliyor ve icrai yön­ de bir karar da bulunmadığından , Cumhurbaşkanı'nın konuşma202 Barutçu, age, s. 350. 203 CHP Yedinci Büyük Kurultay Tutanağı, s. 20. 204 Hürriyet, ( 1 5. 1 1 . 1 949). 205 Lütfü Duran, "Reisicumhurun Nutku ve İ stizah Usulü", istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt: 16, Sayı: 1 -2, 1950, s. 202-224. CHP Meclis Grubu tebliği için ayrıca bkz. Cumhuriyet, ( 1 5.1 1 . 1 949). Bundan sonra bu konuda verilecek bütün bilgi ler için, dipnotlarda aksi gösterilmediği takdirde, aynı kay­ nak kullanılacaktır.

226

sından dolayı, Başbakan ya da hükumet aleyhine gensoru verile­ meyeceği belirtiliyordu. Ayrıca, Başbakan da , zaten Cumhurbaş­ kanı'nın konuşmasında belirttiği karar ve icraya ilişkin noktala­ rı hükumetinin benimsediğini açıklamıştı. Dolayısıyla, Cumhur­ başkanı'nın konuşması, hükumet politikası olarak kabul edilmişti. Ancak, hükumetin bu konuşmadaki görüşleri benimsemesi her­ hangi bir sonuç yaratamazdı. Çünkü , ancak ilerideki bir tarihte bu kararlar icra edildiğinde ve ancak bu takdirde Başbakan ya da hükumet hakkında bütün bunlar gensoru konusu olabilirdi. Ama şimdiki halde herhangi bir gensoru söz konusu olamazdı. Makalede , bu görüşlerin ne oranda doğru olduğu tartışılıyor­ du. Sorun, bu görüşlerin "müsbet hukuk kaidelerine tevakuf edip etmediği ve (. . . ) siyasi nizamın icabları ile kabili telif olup olma­ dığı"ydı. Duran'a göre, Cumhurbaşkanı, "esas itibariyle icra vası­ tasının gayri mesul ve müstakar bir unsuru"ydu . Ancak, "Türki­ ye'de meclis hükumeti sistemi cari olduğu ve binnetice, parlamen­ todan ayrı ve müstakil bir icra uvzundan bahsedilemeyeceği, itiraz ve münakaşa kabul etmez bir hakikat" ti. "Bu sebeple Reisicum­ hur, icra uvzunun değil, sadece icra vasıtasının bir unsuru"ydu . "Binaenaleyh, Reisicumhur, icra vasıtası içinde müşavir ve nazım rolünü ifa etmek mevkiinde [ydi] ve ancak bu süretle anayasanın istediği ademi mesuliyet ve istikrar temin olunabilir" di. "Mem­ leketimizde meclis hükumeti sistemi kabul edildiğine göre , par­ lamentonun her istediği zaman İcra Vekilleri Heyeti'ni değişti­ rebilmesi tabii [ idi ] . Bu itibarla bizde parlamenter hükumet re­ jiminin anladığı manada ve şekilde bir siyasi mesuliyet mevzuu bahis olamaz ve binnetice, istizah usulü , hususi bir ehemmiyet arz etmez [ dil . Çünkü, Meclis, istediği vakit ve arzu ettiği şekilde hükumetin vekaletine nihayet verebilir [ dil . " Duran, yazısında, Cumhurbaşkanı'nın Meclisi açış nutkunun içerik itibari ile hükumet işlerine aid olduğuna dikkat çekiyor ve bunun Cumhurbaşkanı'nın icrai sıfatına aid olduğunu belirti­ yordu. Sonra da şu soruyu soruyordu: "Bu takdirde icra vasıtası­ nın gayri mesO.l rüknünün mO.tad olmayan bu fevkalade salahiye­ ti hukuken nasıl izah edilebilir? " Duran, bu sorunun, 1 924 Ana­ yasası öncesi dönemde meclis hükumeti sisteminden doğan uy­ gulamaların parlamenter sistem olarak düşünülen 1 924 Anaya227

sası'na ithal edilmesinden doğduğu görüşündeydi. Çünkü , so­ run, 1 9 24 Anayasası'na göre, sorumsuz olan Cumhurbaşkanı'nın Meclise karşı siyasi konuşma yapabilmesi yetkisiydi. Bunu parla­ menter sistem içinde kabul etmek mümkün değildi. "Mevzuu ba­ his müşkülat, icra vasıtasının gayri mesul sayılan rüknünün mesul mevkide bulunan diğer unsuru ile birlikte meclis hükumeti siste­ minde vazife görmekte olmasından ileri" geliyordu. Duran'a göre; "Türkiye Reisicum huru'nun geçen ve gelecek yıllardaki hükumet icraat ve faaliyeti hakkında (. .. ) irad edeceği nutuklar, [Türkiye] B[üyük] M[illet] M[eclisi] u m ü mT he­ yetinde müzakere ve münakaşa mevzuu yapılmalı[y]dı. (. .. ) Her ne kadar Reisicu m­ hur, Meclis m üzakerat ve münakaşatına iştira kten men edi l m iş ve gayri mesul bir icra rüknü bulunmuş ise de, icra vasıtasının noktai nazarının u m u mi heyet huzu­ runda hükumet erkanından biri ve hususi i le Başvekil [Başbakan] tarafından mü­ dafaa edi l mesini men eden bir hüküm mevcut olmad ığı gibi, böyle ya pıl masında herhangi bir hukuki ve ameli bir ma hzur da yoktu. (. .. ) Ka ldı ki, mevzuu bahis nu­ tuk, hükumet işlerine taalluk ettiğinden, i leri sürülen hususları en iyi açıklayabile­ cek ve destekleyecek olan hüku metti. (. . . ) Diğer tarafta n, anayasa mızın kabul ettiği meclis hükumeti sisteminin ta bii bir icabı da, icra ve tatbik mua melelerinin, teşri tasa rruflar gibi, [Türkiye] B[üyük] M[illet] M[eclisi]'nin i rade ve takdirine uygun su­ rette yürütül mesi[y]di. (. .. ) Bu lüzum ise, ancak hükumet icraat ve projelerin i n tet­ kik, tenkit, tadil ve iptali kabil olduğu nisbette yerine getirilebilir[di]. Meclis hükumeti sisteminin bu za ruretine riayet ed ildiği takd i rde, şöyle bir va­ ziyet hasıl olur[du]: Reisicu m h u r, senelik nutkunu irad edip, Meclis salonunu terk ettikten sonra, bu mevzuda açı laca k müza kere ve mü n a kaşalara bütün gruplar iştirak, hükumet de icra vasıtasının noktai nazarını müdafaa eder[d i]. Görüşme­ ler esnası nda ve sonu nda u m u mi heyetin reyine müracaat edil mek surnetiyle, ic­ ra işleri hakkında tesbit edi lecek esasları Reisicumhur, gayri mesul bir şahsiyet olmak itibariyle, (. .. ) olduğu gibi ka bul etmek mevkiinde[y]di. ( ... ) Hükumete ge­ lince: O da Meclis'in görüşlerine ilti hak ettiği takd irde, mesele yoktu. (. .. ) Alınan emir ve tali matlar dairesinde icra ve tatbik vazifesi, sistemin ruhuna uygu n ola­ rak ita ed ilir[diJ. Yok, eğer h üku met, Meclis ta rafından tayin ve tesbit edi len icra siyasetini benimsemez ve gerçekleştirmeyi üzerine a l m aya ya naşmazsa, o zaman iktidardan çekilmeli[y] d i . (. .. ) H u la s a , Reisicumhur'un Kas ı m nutku, icra kudreti­ nin hakiki sahibi [Türkiye] B[üyü k] M[il let] M[ecl isi]'nin hüku mete iti madının m u­ ayyen za manda behemehal mevz u u bahis etmesine m ü ncer olan bir muamele­ den ibaretti. ( ... ) 228

Reisicumhur Kasım nutkunu, Devlet Reisi olmak itibari ile irad etse dahi, ade­ mi mesuliyet kaidesinin mutlakiyeti, bu yüzden ortaya çıkabilecek mesul iyetlerin hüku met tarafından karşılanmasını zaruri kılar[dı]. Aksi takd irde, Reisicumhura mukabilinde mesuliyet bulun mayan bir salahiyet tan ı n m ış olur ki, bu vaziyet, ne anayasanın hükümleri ile ve ne de hukukun u mumi prensipleri ve demokratik reji­ min esasları ile kabili telifti."

Duran, yazısında, Cumhurbaşkanı'nın bütün işlemlerinin so­ rumluluğu olmak gerektiğini ve anayasanın da bir kısım işlemler için hükumeti ve ilgili bakanları sorumlu tuttuğuna işaret ediyor ve Cumhurbaşkanı'nın bazı işlemlerinin sorumsuzluk taşımasının mümkün olamayacağına değiniyordu . "Reisicumhur'un bir kısım maddi ve hukuki tasarrufları ademi mesuliyet kaidesi dolayısıyla açıkta ve sahipsiz kalır. Böyle bir vaziyetin ise, şayanı kabul olama­ yacağı izahtan varestedir. " Duran, b u görüşlerin ışığında, olması gerekeni d e şöyle belirti­ yordu: "Şu hale nazaran, Resmi Gazete ile de neşrolunan Reisicumhur'un senelik nutku, diğer bilumum mua melatı gibi, ez az Başvekil [Başbakan] ile diğer bir vekil tara­ fından i mza ed ilmelidir. Fakat tatbikatta, Kası m nutuklarından başka, Reisicum­ hur'un birçok tasarrufları tek i mza veya şahsın huzuru i le yapılmaktadır. (. .. ) Re­ isicumhur'un hukuki ve maddi her türlü tasarruflarının muteber surette ifa edile­ bilmesi için, en az Başvekil [Başbakan] ile bir vekilin bunlara iştiraki zaruridir. (. .. ) Kasım n utkunda behemehal Başvekil [Başbaka n] ile vekillerin ta mamının, zira nu­ tuk hükumetin bütününü alakalandırır, i mzaları bulunmalıdır. Diğer bir ifade ile; Reisicumhur' un senelik nutku, Mecl is önünde okunmadan önce, icra Vekilleri Heye­ ti'nce tetkik ve tasvi p edilmiş olma lıdır. Anayasanın emri olan bu usül taki p edil­ diği takdirde, senelik nutuklardan çıkabi lecek her türlü m ü şküller, iktihamı ka­ bil bir hal alır."

Duran, CHP Meclis Grubu tebliğindeki çelişkili yorumlara da dikkat çekiyor ve tebliğde, nutukta "icrai mahiyette bir karar bu­ lunmadığı" iddiasının hemen ardından gelen, "karar ve icraya ta­ alluk eden ( . .. ) beyan ve işaretler" bulunduğu noktasına işaret edi­ yordu . Duran, bu çelişkinin de altını çiziyordu: "Beyan ve işaretlerden karar ve icraya taalluk edenleri hükumetçe benimsenmek­ le sahipsizlikten kurtul muş ise de, nutkun geriye ka lan kısı mlarının mahiyet ve akı229

beti ne olacaktır? Bunlar haşivden m i ibaret veya hasbihal esnasında ya pılan te­ menniler kaabilinden m i telakki edilecektir? Asla ! Reisicum hur'un nutkunun hiç­ bir noktasına böyle bir vasıf izafe edi lemez ve bu gibi bir mahiyet kat'iyen atfolu­ namaz. ( ... ) Filhakika n utuk, esas iti bari ile hüku meti n geçen seneki faaliyetine ve o sene ittihaz edi l mesi münasip görülen tedbirlere dairdir. Geçen seneye aid bulu­ nan kısım , mahiyeten temenniye mevzu olamayacağı gibi, giren sene için alınma­ sı lüzumlu sayılan tedbirler de, a rtık temenni şeklinden çıkıp, müsbet ve kat'i prog­ ram hal ine inkılap etmiştir. Şunu da i lave etmek lazı mdır ki, Reisicum hur'un nutku, netice itibari ile hüku­ metin bir senelik hattı hareketini tayin ve tesbit ettiğine göre, bizzat hükumet ta­ rafı ndan ihmal edilebilecek bir cihetin mevcudiyeti tasavvur olunamaz. Bu itibar­ la, tecezzi kabul etmeyen nutkun bir bütün olarak hükumete mal edi l mesinden baş­ ka hal sureti yoktur. Binaenaleyh, hüku met, Reisicum hur'un nutku üzeri nde bir ne­ vi intihap ve tercih hakkı kullanarak, bir kısm ının mesuliyetini deruhte ile üst ta­ rafını kabulden i mtina edemez. Bu, hukuki muameleyi peşin olarak bir kül halinde tasvip veya reddetmek mevkiinded ir. Çünkü, devlet idaresinde mesuliyetsiz hiçbir iş ve salahiyet yoktur. Reisicu mhur gayri mesul olduğuna göre, nutkun her noktası hakkındaki mesul iyet h ükumete yüklenmek lazım gelir."

Duran, bu durumda nelerin yapılması gerektiği üzerinde de du­ ruyordu. Ona göre, CHP Meclis Grubu tebliği bu konuda da çeliş­ kiliydi. Tebliğde; bir yandan , icrai mahiyette bir karar söz konusu olmadığı sürece Başbakan ya da hükumetin gensoru konusu ola­ mayacağı ileri sürülüyor; diğer yandan da, bu görüş kabul edilmek sureti ile, icrai mahiyette bir muameleden dolayı gensoru açılabi­ leceği üstü örtük olarak kabul edilmiş oluyordu. Duran, yazısında, şu soruyu sormaktan de kendisini alamıyordu : "Reisicumhur'un nutku nda mevcut olan kara r ve icraya mütea llik beyan ve işaret­ ler, her noktasında hü kumetçe de beni msenerek, bunların bir siyasi p rogra m ha­ linde gerçekleştiril mesi taahhüt edild iğine, grup genel kurulu bir h üku met politi­ kası olarak kabul ettiği bu esasları tasvip ettiğine göre, artık ortada mevzuu ba­ his nutuk vesilesiyle Başbakan veya h ükumetten gensoru açılmasına mani ne gi­ bi bir sebep ka lmıştır? Filhakika , hükumetin, kısmen de olsa, nutku ben imsemesi üzerine siyasi prog­ ram hali ne gelen beyan ve işa retler, icrai mahiyet i ktisa b etm i ş olacağından, hiç değilse bu noktalar hakkında gensoru açı lmasının kabulü, önce vaz edi len kaziye­ nin ta bii ve zaruri bir neticesi değil miyd i ? Bu zarurete uyma makla, Reisicum hur' u n 230

nutkunu doğrudan doğruya istizah mevzu u yapmak istemeyen [Cu mhuriyet] Halk Partili takrir sahipleri, bizzat kendilerinin bu hususta istinad ettikleri mucib sebebi nef'i ve i n kar etmiş sayı lmazlar mı ? Kaldı ki, tebliğin ifadesi nden d e an laşılacağı veçhi l e , bu ta kdirde açılması der­ piş edilen istizah, re' sen Reisicumhur'un nutku üzerinde cereyan etmeyi p, mevzuu bahis nutuk vesi lesiyle hükumet progra mı etrafında yapılmış olacaktır."

Duran'a göre, uygulamada Meclis'in hükumeti denetimi sınırlan­ dırılmış oluyor ve bu da, açıkça anayasaya aykırı bir durumun or­ taya çıkmasına neden oluyordu. Oysa olması gereken bu değildi. Duran, olması gerekeni de yazısının sonunda şöyle gösteriyordu: "Her içtima yılı başında da aynı şekilde Meclis, mevcut hükumete itimadını teyit veya ademi iti madını izhar etmek mecburiyetindedir. Böyle olunca Reisicumhur' u n nutkundan hemen sonra s ua l veya istizah ta kriri verilmesine hacet kalmadan, Mec­ lis'in kendiliğinden icra işleri üzerinde umumi bir m üzakere ve münakaşa açması ve hükumetin de serd edilen görüşmeler sonunda u m umi heyetin reyine müracaat­ la, İcra Vekilleri Heyeti'nin vazifede deva m edi p etmemesi hususunda bir karar ve­ ril melidir. Bu usulün takibi lüzumu, CHP tebliğinde hükumetçe ben imsenen Reisi­ cumhur' un beyan ve işaretlerinin 'bir siyasi program ' , 'bir hükumet politikası' ola­ rak kabul edil mesi ile de zımnen ifade olunmuştur. Binaenaleyh, hadisede muhalif mebusların istizah talebi red olun makla sade­ ce [Türkiye] B[üyük] M[illet] M[elcisi]'nin hükumeti murakabe hususundaki salahi­ yeti takyid edilmiş değildir. Aynı za manda Reisicu mhur'un nutku hakkında anaya­ sa ile Mecl ise tah m i l edilen vazifenin ifasına da mani olun m uştur. Bu bakı mdan Meclis'in, Dahili Niza mname'nin [içtüzüğün] 157. maddesindeki takdir salahiyeti­ ne istinad ile, istizah takririnin reddi cihetine gidilebileceği düşün ülemez. Bilakis, bir vazifenin itasına vesile teşkil edecek olan istizah talebinin Meclis ruznamesi ne alına rak en kısa za manda m üzakere ve münakaşa mevzuu yapılması lazı m geli rdi."

Duran, vardığı sonucu da şöyle açıklıyordu: "Netice ve hulasa olara k d iyebiliriz ki; CHP Meclis Grubu genel kurulu, 14 Kasım 1949 günü yaptığı toplantıda ve bunu takiben [Türkiye] B[üyük] M[illet] M[elcisi] u m u mi heyeti, ayn ı tarihte vaki içti maında, Reisicumh u r' u n senelik nutku dola­ yısıyla Başbakan veya hükumetten gensoru ya pıla mayacağı esa sını vaz ve ka­ bul ederek, m uhalif mebusların bu babda verd i kleri istiza h takri rini reddetmek­ le, Teşki latı EsasTyem ize hakim olan meclis hükumeti sistemine ve bilhassa ana­ yasanın yed inci maddesinin sarih hükmüne ve Kasım nutuklarının mahiyet ve ga231

yesine aykırı bir yol tutmuş ve mesOliyetsiz salahiyet-salahiyetsiz mesOliyet tanı­ mayan demokratik reji m ile hukuk devletinin icabları ile bağdaşmayacak bir vazi­ yet ihdas etm iştir."

Bu vesile ile 1 924 Anayasası'nı bir hayli eleştirel bir yaklaşım­ la yorumlayan bir başka anayasa hukuku makalesine de değin­ mek gerekir. Çünkü, hemen hemen aynı tarihte yayınlanmış olan bu makalede de, anayasal sistem bir bütün olarak ele alınıyor ve eleştiriliyordu. Ali Fuat Başgil, "Anayasamız Niçin Tadile Muhtaç­ tır?" adlı yazısında, mevcut hali ile anayasanın karmakarışık bir anayasal sistem oluşturduğunu belirtiyordu . Milli hakimiyet dü­ şüncesi, kendisini Meclis hakimiyeti ile sınırlamıştı. Başgil'e gö­ re , anayasada, "mutlakiyet, parlamentarizm ve meclis hükume­ ti fikir ve sistemleri adeta birbirinden ürkmekte ve birbiriyle mü­ cadeleye girmekte"ydi. Anayasa , şahsi hükümranlığın yeniden te­ sisini önlemek için, bunun yerine Meclis hükümranlığını tercih etmişti. Devlet Başkanlığı, sembolik bir makam olarak düzenlen­ mişti. Meclis hükumeti sistemi ile kuvvetler birliği ilkesini ger­ çekleştirmişti. Bununla birlikte, yer yer klasik parlamenter siste­ me de kaymıştı. Anayasada yer alan kurumlar arasında bu iki sistemin yan yana durmasından dolayı sağlıklı bir ilişki kurulamamıştı. Başgil'e gö­ re, zaten tek-parti döneminde anayasanın uygulanamamasının ne­ deni de buradan kaynaklanıyordu . Sistemin sürekliliği, Meclis'te sürekli ve kararlı bir çoğunluğun bulunmasına bağlıydı. Hüku­ met, Meclis'in denetiminde ve güdümündeydi. Bununla birlikte, Cumhurbaşkanı, hükumeti atayan ve görevden alan makam ola­ rak ortada bir yerde duruyordu. Hükumetin Meclise karşı sorum­ lu olması gerekirken, bu nedenle Cumhurbaşkanı'na karşı da so­ rumlu duruma düşmüştü. Sistemin işleyebilmesi, Cumhurbaşka­ nı, hükumet ve Meclis arasında tam bir işbirliği sağlanmasına bağ­ lıydı. Bu işbirliği, bir anlaşmazlığa ya da çatışmaya döndüğünde, ortaya çıkacak siyasi sorunlar kolayca çözülemeyeceğinden, bir siyasi bunalım oluşacaktı. Cumhurbaşkanı ile hükumet arasında çıkabilecek bir ihtilafın nasıl çözülebileceği belirsizdi. Aynı şekil­ de Meclis ile Cumhurbaşkanı arasında çıkabilecek bir s orunun da çözümü imkansız gibiydi. 232

Bütün bunlar, anayasanın yapılışında tamamen bir meclis hüku­ meti sistemi ya da klasik bir parlamenter sistem kurulmamış olma­ sından kaynaklanıyordu . Geçmişteki siyasi tecrübeler ve anayasal gelişmeler sonucunda bir telif anayasa hazırlanmıştı. Anayasanın bu bakımdan acilen tadile ihtiyacı vardı. 206 Başgil, şu görüşleri ileri sürüyordu: "Eğer bizde seneler boyunca anayasa d ışında ve kanunun ruhuna ve prensibine uy­ maz şekilde bir şef rej i m i ve vasilik idaresi hakim olduysa , bunu doğuran ve (. .. ) bu­ nun tutunup deva m etmesi sebeplerinden biri ve belki başta geleni, mevcut a na­ yasa mızın eksik ve hatalı olması ve tatbik kaa biliyetinden mahrum bulunmasıdır."

Başgil, bu noktada , Recep Peker Hükumeti döneminde, Pe­ ker'in İnönü ile olan anlaşmazlığına da değiniyor ve Peker'in hem haklı, hem de haksız olduğunu belirtiyordu . Peker haklıydı; çün­ kü , meclis hükumeti sisteminde hükumetler sadece Meclise karşı sorumluydular. Anayasa buna imkan veriyordu. Lakin, yine aynı anayasa, Cumhurbaşkanı'na da hükumeti atama ve azletme hak ve yetkisini vererek, Peker'i haksız kılıyordu. Başgil'e göre, hükume­ ti atayan, onu azledebilirde de. Ona göre, anayasanın sağlıklı işle­ yebilmesi için aşağıdaki koşulların yerine getirilmesi gerekiyordu: "Bugün Türkiye'de herhangi bir hüku metin tutun u p iş görebil mesi için iki şartın birden tahakkuk etmesi lazımdır. Şartlardan biri, Meclis içinde ve Meclis'in tama­ mını olmazsa büyük bir ekseriyetini kaplamak üzere kahir, m ütecanis ve tutkun bir ekseriyetin kurulmasıdır. Umu miyetle meclis hükumetlerinde olduğu gibi, bilhassa bizim anayasamız mantığında böyle bir ekseriyet başta gelen bir şarttır. Anayasa­ m ızın meclis hükumeti mekanizması, muvazeneli bir ekseriyetle işlemesine m üsait değildir. Çünkü, bu mekanizma, itidal esasına ve kuvvetler muvazenesine değil, Meclis hegemonyasına dayanmaktadır. Meclis hegemonyası ise, fiiliyatta kütle ha­ linde m ütecanis ve tutkun bir ekseriyet hegemonyası demektir. İkinci şart da, hem Meclis ekseriyetinin, hem de bu ekseriyetten çıkacak olan hüku metin üstün bir şef emrinde ve avucunda bulun ması ve hatta bu şefin aynı za­ manda Devlet Reisi olmasıdır. Ta ki, bu sayede, bir taraftan, ekseriyet mütecan isli­ ğini ve tutkunluğunu m uhafaza edebilsin; diğer taraftan da, gerek hükumetle ekse­ riyet ve gerek ekseriyetle Devlet Reisi mutabık yürüyüp, Meclis'te sükunet ve hüku206 Ali Fuat Başgi l, "Anayasamız Niçin Tadile Muhtaçtır I?", Siyasi İlimler Mecmuası, Yıl: 18, Cilt: 18, Sayı: 215, (Şubat 1949), s. 5 1 1-513. Bundan sonra bu konuda verilecek bütün bilgiler için, dipnotlarda aksi gös­ terilmediği takdirde, aynı kaynak kullanılacaktır.

233

mette istikrar teessüs etsin. Anayasa m ız sistem inde, zannediyorum ki, ancak bu iki şartla hükumetler tutunup, işbaşında kalabilir. Niteki m , sistem bunu icab ettirdiği içindir ki, fiiliyatta bugüne kadar iş böyle olmuş, Meclis' in ta mamı veya şimdi oldu­ ğu gibi büyük bir ekseriyeti [Cu mhuriyet] Halk Partisi kültesinden ibaret kalmıştır. Bu ekseriyet de hem partinin, hem Meclis'in, hem de hükumetin fiiliyatta en üstün şefinin emrine ve işaretine tabi olmuştur. ( ... ) Görülüyor ki, anayasamızın tek kuvvet ve tek Meclis sistemi, tek-parti ve tek şef gidişi için biçilmiş kaftandır ve bugünkü anayasa çerçevesi içinde Türkiye'de çok parti usulünün yeri yoktur. ( ... ) Mecl is'in hakimiyeti, za man içinde sırf nazari kal­ maya mahkumdur. Çünkü, fiiliyatta hakim olan Meclis değil, Meclis içinde ekseri­ yettir. Ekseriyet için de hakim olan şeflerdir. Hatta Şefler a rasında da bilfiil hakim olan, bunlardan en çok nüfüz ve şahsiyet sahibi olandır. Meclis'in ekseriyetine ve dolayısıyla Meclise hakim olan şef, bir de vaziyetin mükafatı olarak, Devlet Reisli­ ği'ne seçilince, elbette hükumeti de avucuna alacak ve ekseriyet şefliği ile Devlet Reisliği, ister istemez aynı bir kimse uhdesinde birleşm iş olacaktır. Bu iki sıfat ve kuvvet aynı kimsede birleşince de; tabiatıyla h üku met Meclis' in, Meclis ekseriyetin, ekseriyet de Devlet Reisi ve ekseriyet şefinin gölgesinde kaybolacak ve ortada fiilen hakim olarak, anayasa nın sarahatine rağmen, yalnız ekseriyet şefi ve Devlet Reisi kalacaktır. Nitekim şimdiye kadar böyle kaldı. Anayasanın maksadı ve prensipleri d ışında ve Meclis üzerinde şahıslar hakim old u." 207

Benzer görüşler zaman zaman basında da dile getirilmişti . Ör­ neğin, Nadir Nadi, uzun zaman önce, sadece seçim yasasına dik­ kat çekmekle kalmıyor; fakat anayasayı yeniden düzenleyecek bir Kurucu Meclis gereğine de işaret ediyordu. Nadi, şef diktatörlüğü­ nün yerini alabilecek bir Meclis diktatörlüğü olası tehlike ve teh­ didini de vurguluyordu. 208 CHP milletvekili Hüseyin Cahit Yalçın da, daha 1 948 yılının son günlerinde, anayasa değişikliği görüşünü dile getirmiş ve güç­ ler birliği yerine güçler aykrılığı ilkesini savunmuştu. Ancak CHP Meclis Grubu'nda bu yazı ve Yalçın'ın anayasa değişikliğine ilişkin görüşleri eleştirilmişti. 209 CHP'nin bu yönde bir tu tum almadığı açıkça görülüyordu. Sadece birkaç ay sonra benzer bir gelişme da­ ha olacaktır: Şemsettin Günaltay, CHP Meclis Grubu'nda bir ana207 Ali Fuat Başgil, "Anayasamız Niçin Tadile Muhtaçtır il?", Siyasi ilimler Mecmuası, Yıl: 18, Cilt: 18, Sayı: 216, (Mart 1 949), s. 560-563. 208 Nadir Nadi , "Hürriyet Misakı ve Anayasa", Cumhuriyet, ( 1 0 . 1 . 1 948). 209 Cumhuriyet, (22.12. 1 948).

234

yasa değişikliği önerisinin gündeme alınmasını sağlayacak ve bu toplantıda Ahmet Remzi Yüregir, bir Ayan Meclisi kurulmasını ve güçler ayrılığı ilkesinin beimsenmesini isteyecektir. Hatta Cum­ hurbaşkanı'nın partiler üstü konumda kalmasının sağlanmasını da talep edecektir. Aksi halde bu çerçeve içinde demokrasi olma­ sı mümkün değildi. Ancak CHP Meclis Grubu'nda bu yönde öne­ riler eleştiriyle karşılaşacaktır. 2 1 0 Oysa, bizzat Başbakan Günaltay da , Ayan Meclisi kurulmasını önermişti. Bu formüle göre, Ayan Meclisi'ne devlet tecrübesi olan mümtaz kişiler girecek; Ayan Meclisi, Millet Meclis'teki çoğunluk partisine karşı bir denge oluşturacaktı. Ayrıca, devlet ve parti işle­ ri de birbirinden tamamen ayrılacaktı ya da ayrılmalıydı. 21 1 Günal­ tay, bir anayasa değişikliği konusunda şu açıklamada bulunmuş­ tu : "Ben şahsen kuvvetler arasında bir tevavün temini zaruretine kaniim. Tek kuvvet, ne şekilde olursa olsun, zararlı neticeler vere­ bilir. Muvazene, demokrasinin idamesi için esastır. Ancak partim böyle bir karara varmış değildir. Bu hususun ilmi bir mesele ola­ rak memleket çapında tetkik edilmesinde; halkımızın ruhunu iyi anlayanlar ve bilenler tarafından bu konu üzerinde durulmasında ve basında münakaşasında fayda görüyorum ve neticenin hayırlı olacağına inanıyorum." 21 2 Günaltay, benzer görüşünü başka bir vesile ile yinelemekten de kaçınmayacaktır: "Bugünkü a nayasa m ız, tek kuvvet esasına dayanmaktadır. Hangi parti ekseriye­ ti kaza n ırsa, o parti hakimi mutlaktır. İstediğini, istediği gibi ya pabilir. Karşısın­ da hiçbir kuvvet yoktur. Bu, kudreti bir hükümda rdan, bir diktatörden alıp, muay­ yen bir zümreye vermek demektir. Bu, demokrasi değil, tam manasıyla zümre ha­ kimiyeti olur. Zümre hakimiyetini nasıl önleyeceğiz? Bunu düşünmek hepim ize aid­ dir. Münevverler, bunu düşünmek vazife ve mesüliyeti karşısındadı r[lar]. (. .. ) Mem­ leketin muhtelif bölgelerindeki kültür seviyesini göz önüne a l m a m ız lazı mdır. Haya­ tın teva li eden ananeleri icabı halk üzerinde nüfüzu olan insanlar vardır. Bu ser­ best seçim lerde belki onlar da işbaşına geleceklerdir. Halbuki içlerinde belki hemen hiçbir zaman devlet işiyle iştigal etmemiş olan bulunacaktır. Halbuki memleket iş210 Cumhuriyet, (23.5.1949). 2 1 1 Zafer, (14.5.1 949). 212 AT, Sayı: 1 85, (Nisan 1 949).

235

lerinde yetişmiş ve memleketi idare edecek adamlar lazımdır. Harici politikayı ida­ re etmek lazımdır. Halbuki gelenler a rasında müfrit ve geri düşünen insanlar bulu­ nabilir. Bütün bunları düşünmeye mecburuz. Öyle bir şekil veril melidir ki, ne Dev­ let Reisi hakimi mutlak olsun ve ne de [Türkiye] Büyük Millet Meclisi'ndeki ekseri­ yet partisi istediğini yapsın. O halde, ikinci bir meclise ihtiyaç vardır. Her medeni memlekette olduğu gibi, bu ikinci meclisin seçimi de, yine millet tarafından yapıl­ malıdır. Fakat muayyen bazı şartlar konacaktır. Milletvekili seçimi için şart yoktur. Fakat her ada m Ayan üyesi olamaz. Bir takım vasıflar gerektir. Memleket işlerin­ de ömür çürütmüş, valilik, kom utanlık, profesörlük gibi hizmetler görmüş, yetişkin insanlar oraya namzet olacaklard ı r. Meclis'in, partilerin, Devlet Reisi'nin herhan­ gi bir zamanda tahakkümüne meydan vermeyecek sağlam esaslar üzerinde kurul­ ması lazımdır." 2 1 3

Burada iki ilginç saptamayla karşılaşıyoruz: llki, mevcut anaya­ sal sistemin eninde sonunda bir çoğunluk hakimiyeti ve diktatör­ lüğüyle sonuçlanmasının kaçınılmazlığı. Zaten tek-parti Meclisi olsun, yeni dönemin Meclisi olsun, bu somut sonucu gözler önü­ ne seren tarihsel deneyimlerdi. Bu bakımdan sistemin gözden ge­ çirilmesi gerekirdi; aksi halde, gelecekte de benzer bir durumun olmaması için hiçbin neden bulunmuyodu. İkinci önemli saptama ise, bunla ilgili, fakat doğrudan bir sonucu da değil. Bu kez böyle bir sondan kaçınabilmenin yöntemi olarak, çoğunluk hakimiyeti­ nin aracı olabilecek Meclise karşı denge unsuru olarak Ayan Me­ lisi formülü geliştirilmişti. Ayan Meclisi, ya da senato, aslında da­ ha önce de dile getirilmiş bir fikirdi; fakat burada asıl özgün fikir, bu meclisin doğrudan seçimle işbaşına gelmemesi gerektiği yolun­ daki öneriydi. Tam aksine, doğrudan seçimle işbaşına gelen ve ge­ lebilecek olan Meclis üyeleri, devlet yönetiminde deneyimsiz ve bilgisiz olabilirlerdi. Hatta böyle olmaları yüksek olasılıktı. Fakat devleti, özellikle de dış politikayı yönetecek bir devletlü kadrosu­ na da ihtiyaç vardı. Bu kadro, Ayan Meclisi'nde bir araya gelecek­ ti. Ayan Meclisi'ne öyle herkes giremeyecekti; sadece yüksek eği­ tim görmüş ve devlet deneyimi bulunan kişiler bu meclisin üye­ si olabileceklerdi. Bu nedenle, her ne kadar açıkça belirtilmemişse de, Ayan Meclisi üyeleri, muhtemelen seçimle değil, atamayla iş­ başına geleceklerdi. Ya da seçimle işbaşına gelecek de olsalar, aday 213 AT, Sayı: 186, (Mayıs 1949).

236

olabilmek için hayli kısıtlanmış ve sınırlanmış bir alandan seçile­ ceklerdi. Her halükarda deneyimsiz halk temsilcilerinin meclisine karşılık, onlar devlet deneyimini tebarüz ettirmiş bir karşı denge­ nin siyasi temsilcisi olacaklardı. 21 4 Belki de daha da ilginç olan husus, DP tarafını yansıtan görüştü. Mümtaz Faik Fenik, anayasanın değişmeden de kalmasında bir sa­ kınca olmadığını belirtiyordu. Ona göre, anayasa değişebilirdi; fa­ kat değişmeden önce yapılması gereken öncelikle anayasanın tam olarak uygulanmasını sağlamaktı. Bir başka koşul da, önce seçim yapılması ve daha sonra anayasa değişikliğine, eğer gerekirse gi­ dilmesi yönündeydi. 2 1 5 Görüldüğü gibi, DP de bir anayasa deği­ şikliğine öncelik verme eğiliminde değildi. Anlaşılan, yaklaşan se­ çimler öncesinde Meclis'te çoğunluk kurma ihtimaline karşı plan­ lanan karşı önlemler, muhalefette rahatsızlık yaratmıştı. Örneğin, Ayan Meclisi de, Meclis çoğunluğuna karşı bir kalkan görevi gör­ mek üzere tasarlanıyordu. Buna benzer iktidar kanadı tarafından düşünülen ve Meclis'te oluşacak çoğunluğa karşı planlandığından kuşkulanılan anayasal önlemler, muhalefet kanadında henüz sıra­ sı gelmemiş işlerden addediliyor olmalıydı. Bununla birlikte; bir anayasa tadili, muhalefetin gündemini bu sırada dahi hala işgal ediyordu. Mümtaz Faik Fenik, yıllardır süren bir tartışmayı ve talebi yeniden seslendiriyordu. Fenik, bu konuda anayasal değişikliği yeniden gündeme getiriyor ve Cumhurbaşka­ nı'nın parti başkanlığından ayrılması yönündeki geleneksel ve kla­ sik talebin yanı sıra; Cumhurbaşkanı'nın yetkilerinin azaltılması­ nı da istiyordu. Ayrıca, Ayan Meclisi red ediliyordu. 2 1 6 Fenik, bir Kurucu Meclis talep ediliyordu. Bu meclis, TBMM'den ayrı olacak; görevi de , yeni bir anayasa hazırlamak olacaktı. Bu mecliste her­ kes temsil edilmeliydi ve anayasa referandumla benimsenmeliydi. Bir başka formül de, önce genel seçime gitmek ve yeni iktidarın da anayasal değişiklikleri daha sonra gerçekleştirmesiydi. 2 1 7 2 14 Ayan Meclisi'nin (senatonun) bu şekilde tanımını daha sonra 27 Mayıs 1 960 darbesinin ardından hazırla­ nan 1961 Anayasası'nda da göreceğiz. Bir bakıma yeni anayasanın çok geç kaldığını söyleyebiliriz. Bu ko­ n udaki fikir ise, Güna ltay'a aiddi. Bu noktada bu konuda daha önce yapılmış tartışmaları ve önerileri, özel­ likle Nihat Erim' in görüşlerini de hatırlamalıyız. 215 Mümtaz Faik Fenik, "Anayasamız ve Zümre Zihniyeti", Zafer, (24.5. 1 949). 216 Mümtaz Faik Fenik, "Cumhurbaşkanlığı ve Parti Genel Başkanl ığı'', Zafer, (25.5 . 1 949). 217 Mümtaz Faik Fenik, "Anayasa Üzerinde İ ktidar Partisi Tahakkümü", Zafer, (26.5 . 1 949).

237

1949 yılının sonlarında anayasaya ilişkin bir başka tartışma yi­ ne basında yer alacaktır. Hüseyin Cahit Yalçın, yılın son günlerin­ de, muhalefetin anayasa değişikliği önerilerini değerlendiriyordu . Bir anayasal değişiklikle ikinci meclis oluşumuna ve böylece yasa­ ma organında güç dengesi kurulmasına ilişkin talepler inceleniyor ve Cumhurbaşkanı'nın da bu meyanda yetki ve sorumluluklarının tayini üzerine görüşler belirtiliyordu . Yalçın, muhtemel bir anaya­ sa değişikliğine karşı CHP'nin katı ve karşıt bir tutum içinde olma­ dığını vurgulamaya çaba gösteriyordu. 2 1 8 Ne var ki, bütün b u cılız tartışmalar seçimden önce hiçbir yan­ kı uyandırmayacak ve bu alanda herhangi bir gelişme de olmaya­ caktır. Aslında, bu tartışmalar ve saptamalar, ilerideki siyasal geliş­ meleri ve onun yaratacağı siyasi kavgaları adeta daha bu sırada ha­ ber veriyordu. Anayasanın öngördüğü siyasal sistemin yaratabile­ ceği sakıncalar adeta son anda akla gelmişti. İktidarın ekseriyet sa­ yesinde Meclis'in, Meclis grubu ekseriyeti sayesinde de çoğunluk partisinin egemenliğine girmesi ihtimali yeni belirmemişti. Zaten sistem, 1 923 yılından beri böyle işliyordu; tek-parti iktidarı döne­ minde bu sistemin sakıncalı olabileceğine hiç değinilmemişti. En azından iktidar kanadından. Bu aşamada ise , belki de iktidarın ya­ kında el değiştireceğinden kuşkulananlar; bu türden bir tehditten söz etmeyi gerekli görmüşlerdi. Ne var ki, muhtemelen bu küçük bir gruptu; çünkü görüşleri fazla etkili olamamıştı.

1 3. Çi FTÇiYi TOPRAKLAN DIRMA KAN U N U'NDA YAPI LAN DEGIŞIKLIK Hatırlanacağı gibi, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun 1945 yı­ lındaki öyküsünü daha önce gözden geçirmiştim. 21 9 Şimdi de sı­ ra yasada yapılan son değişikliği görmeye geldi. Öykü , incelediği­ miz dönem boyunca sürecek ve ondan sonra da yol almaya devam edecektir. Bu aşamada; yasanın dönem boyunca yarattığı tartışma218 Hüseyin Cilhit Yalçın, "Anayasa Meselesi", Ulus, (20.1 2 . 1 949). Bu yazıya karşı muhalefetin olumlu tepkisi için bkz. Cihat Baban, "Yeni Bir Ü mit Belirdi", Tasvir, (22.12.1949); Nadir Nad i , "Anlaşı l maz Bir Homurtu", Cumhuriyet, (23. 12.1949); Ali Naci Karacan, "Mahrütl İ dare", Tan (24.12. 1949); Abid i n Dilver, "Anayasa­ nın Tadili Meselesi", Cumhuriyet, (27. 12. 1 948); AT, Sayı: 1 8 1 , (Aralık 1949). 219 Çiftçiyi Topraklandırma Ka nunu i le ilgili geniş ve ayrıntılı bilgi için bkz. Cemil Koçak, ikinci Parti, s. 1 7 1 228 ve 253-296.

238

lan, ne ölçüde uygulanabildiğini ve daha dönem sona ermeden ya­ sada yapılan değişikliği, belirli bir bütünlük içinde aktarmaya ça­ lışacağım. Öncelikle, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun kabul edilme­ sinden sonra, yasaya ilişkin tartışmaları ve bu tartışmaların siyasi partiler üzerinde ve kamuoyunda yarattığı yankıları gözden geçi­ receğim. Daha sonra, hükumetçe değiştirilmesi öngörülen Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'na ilişkin yeni tasarıyı ele almak istiyo­ rum. Yeni tasarısının hükumetçe hangi görüşler ışığında ve nasıl hazırlandığını, tasarının ilgili Meclis komisyonlarında hangi ne­ denlerle ve ne şekilde değiştirildiğini belirttikten sonra, TBMM'de­ ki tartışmaları da zikrederek, nihayet Meclis'te kabul edilen yeni yasa metni üzerinde duracağım.

Çiftçiyi Toprakland ı rma Ka n u n u'na i l işkin Tartışmalar ve Ya n kı la rı (1 945- 1 9 50) Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu üzerindeki tartışmalar, yasanın kabulünden sonra da devam edecektir. Tasarının kabulünden he­ men sonra Asım Us şöyle yazıyordu: "Topraksız köylülere ve çiftçilere yeter derecede toprak vermek için büyük çiftlikle­ rin ka m u laştırıl ması yolunda mevcut olan ka nun hükmüne baka rak, bugünden ya­ rına her tarafta a razi tasarruflarının a lt üst edileceğini sanmak çok yanlış bir dü­ şüncedir. Topraksız köylü leri ve çiftçi leri toprak sahibi ya pmak ne kadar arzu edi­ lecek bir şey ise, mem leketin en esaslı iş konusu olan toprak işletmeleri üzerindeki bugünkü düzenin i mkan derecesinde memleket zararına bozu lmaması da, o kadar lüzumlu bir keyfiyettir. ( . . . ) Herhalde toprak ka nununun tatbikatı ile mem lekette ik­

tisadi bir kargaşalık çıkmasına meyda n verilmeyecektir." 220

Asım Us'un bu düşünceleri, uygulamaya ilişkin bir öngörü müy­ dü ; yoksa sadece bir temenni miydi, bilmiyoruz. Ancak, uygula­ manın bu öngörü ya da temenni doğrultusunda olacağı aşağıda görülecektir. Ayrıca, unutulmasın ki, yasanın kabulü aşamasında da, gerek DP'yi oluşturacak olan muhalif grup, gerekse CHP için­ de önemli sayıda milletvekili benzer görüşler ortaya koymuşlardı. 220 Asım Us, "Toprak Bayramı", Vakit, ( 1 7.6. 1945); AT, Sayı: 1 39, (Haziran 1945).

239

İnönü ise, 1 Kasım 1 945 tarihinde, TBMM'yi açış konuşmasın­ da şöyle diyordu: "Geçen toplantıda, uzun ve geniş tartışmalardan sonra , toprak ka nununu ka bül buyurdunuz. Çalışan çiftçinin kendi işleyeceği toprağın kendi malı olması pren­ sibi, bu memleket için uzun za mandan beri kıymetli bir hayal idi. Topra k kanu­ nunun ada letli, vukuflu ve m ü m kü n olduğu kadar çabuk tatbiki i le bu kıymet­ li hayalin memleketi yükselten bir gerçek olduğu[n un] anlaşı lacağı günleri üm it­ le bekliyoruz." 221

'46 seçiminden hemen sonra Ağustos ayında Recep Peker tarafın­ dan kurulan yeni hükumetin programının TBMM'deki görüşmeleri sırasında söz alan CHP milletvekilleri Cavit Oral ile Yavuz Abadan, yasanın yeniden düzenlenmesini talep edeceklerdir. 222 Recep Peker Hükümeti'nin programında ise, "toprak kanununun adaletli ve vu­ kuflu şekilde tatbik edilmesine itina edeceğiz" deniliyordu. 223 Bu ifade, belli ki, İnönü'nün konuşmasından alınmıştı. CHP'nin 1 94 7 yılında yapılan İstanbul il kongresinde de, yasanın uygulanması ta­ lep edilmişti. 224 Başbakan Hasan Saka ise, 1 947 yılında TBMM'de okunan programında, "devlete aid arazinin ilk önce dağıtılması göz önünde tutulacaktır" diyordu. 22 5 Birinci Hasan Saka Hüküme­ ti'nin programında, "çiftçiyi topraklandırma işine adalet dairesin­ de devam edilecek ve devlete aid arazinin ilk önce dağıtılması göz önünde tutulacaktır" denilmişti. 226 Bu görüşler, yine hatırlanacağı gibi, zaten yasanın kabulü sırasında da sık sık dile getirilmişti. Hem muhalifler, hem de iktidar partisi milletvekillerince. Bizzat Başbakan Hasan Saka, 1 94 7 yılının Kasım ayında topla­ nan CHP Yedinci Kurultayı'nda yaptığı konuşmada, Çiftçiyi Top­ raklandırma Kanunu il e ilgili olarak, "bu kanunun tam ve hüküm­ lerinin isabetli ve değiştirilmez bir mahiyet taşıdığını ifade etmiş" olmadığını özellikle vurgulayarak, şunları söylüyordu: 221 İsmet İnönü'nün TBMM'deki Konuşmaları (1920-1 973), (İkinci Cilt: 1 939- 1 960), s. 54. 222 Arar, Hükumet Programları (1 920-1965), s. 162-189; TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: Olağanüstü, Ci lt: 1 , 3. Birleşim, (14.8. 1946). Ayrıca bkz. Cemil Koçak, Rejim Krizi. 223 Arar, Hükumet Programları (1 920-1965), s. 162-189. 224 CHP İ stanbul İli, 1 946 Yılı Kongresi il İdare Kurulu'nun 1 945-1946 [Yılları] Çalışma Raporu, (2 Şubat 1947), s. 225-226. 225 Arar, Hükumet Programları (1 920-1965), s. 190-196; AT; Sayı: 1 67, ( Ekim 1947). 226 Arar, Hükumet Programları (1 920-1965), s. 193.

240

"Bu kanunun tam ve hükümlerinin isabetli ve değiştirilmez bir mahiyet taşıdığını ifade etmiş olmuyorum . (. .. ) Toprak kanununda esaslı hedefi miz, kendi nam ve he­ sabına, sa natı çiftçi olduğu halde, çalışacak arazisi olmayan çiftçi ailelerine kafi miktarda arazi tedarikinden ibarettir. Esas hedef budur. Kanunun derpiş ettiği di­ ğer usuller [ve] şekiller, başlı başına bizim için bir gaye değildir. Ondan dolayıdır ki, kanunun tatbikatında, icab ederse ve tatbikat bize lüzumlu ve zaruri gösterir­ se, bütün usuller üzerinde her zaman değişiklik yapmak, hatta bu gayeye en ada­ letli bir şekilde kavuşmak gayesini takip ederek, icab eden değişikl ikleri yapmak

kararındayız." 227

Saka , bu vesileyle, daha önce değindiğim bir konuyu da yeni­ den gündeme getiriyor ve solun toprak reformu konusundaki tu­ tumunu eleştiriyordu : "Solcu cereyanlar, bu toprak kanunu [ ta­ sarısı] müzakere edilip yürürlüğe girdiği zamanda , bu kanunla­ rın Türkiye'de tatbikatını iyi gözle göstermediler. Hatta şiddet­ li tenkitlere mevzu ittihaz ettiler. Bunun sebebi, bu ıslahatın her­ hangi bir solculuk cereyanı ile alakadar olmaması, bilakis tasarruf ve mülkiyet haklarına hürmetin en açık bir ifadesi olmasıdır. " 228 Kurultay sırasında, yasanın 1 7 , 22 ve 23 . maddeleri eleştirilmiş­ ti. 22 9 Feridun Fikri Düşünsel de, kurultayda yasanın düzeltilme­ sini istemiş ve "yumuşak bir hale getir [il] me"si gereğinden söz etmişti. 230 Görüldüğü gibi, Başbakan Hasan Saka da, yasanın amacını ye­ niden yorumluyor ve yasadaki diğer hükümlerin bu amaç dışında işlev taşımadığını ve gerektiğinde de bu tür hükümlerin değiştiri­ leceğini açıklıyordu. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, sadece iki yıl içinde CHP tarafından da değiştirilmesi gereken bir metin ha­ line gelmişti. Başlangıçtaki itirazlar artık siyasi gündemin ilk sıra­ sında yer alıyordu , Nitekim, CHP Yedinci Büyük Kurultayı'nda kabul edilen yeni programının 42. ve 43. maddeleri, Çiftçiyi Topraklandırma Kanu­ nu ile ilgiliydi. Yeni programda bu hükümler şöyle düzenlenmişti: 227 CHP Yedinci Büyük Kurultay Tutanağı, s. 52 1-522. Ancak aynı kurultayda dile getirilen bir talep de, "top­ raksızlara toprak dağıtılması" yönüdeydi. Bir dikkat çekici talep de, "köylülere memurlar tarafından iyi mu­ amele edilmesi"ydi. CHP Yedinci Kurultayı'na Sunulan İl Kongreleri Dileklerinin özetleri. 228 CHP Yedinci Büyük Kurultay Tutanağı, s. 522. 229 CHP Yedinci Büyük Kurultay Tutanağı, s. 562. 230 CHP Yedinci Büyük Kurultay Tutanağı, s. 271-272.

241

"Köylü ailelerinin gelişmesini sağla mak maksadı ile hiç veya yeter derecede topra­ ğı olmayanları topra k sahibi kılmak, bunları tarı m vasıtaları ile donatma k ve ge­ rekli kredilerle desteklemek amacımızdır." (md. 4 2).23 1 "Toprak kanununun a n a prensi pleri mahfuz kalmak üzere, bu kanunun mülkiyet güvenliği, topra k sah iplerine bırakılacak azami m iktar ve ka mulaştırma değeri yönlerinden gözden geçirilmesini faydalı buluruz." (md. 4 3 ).232

Dikkat edilmesi gereken bir başka önemli nokta da, programın bu maddelerinin değiştirilmesinde hiçbir delegenin söz almama­ sı ve bu konuda hiçbir tartışma açılmamasıdır. Hatırlanacağı gibi, CHP'nin 1 94 3 yılında kabul edilmiş olan programında, toprak re­ formuna ilişkin herhangi bir madde bulunmuyordu. CHP Yedin­ ci Büyük Kurultayı, yasanın en hassas, dikkate değer hükümleri­ nin ve hatırlanacağı gibi zamanında en çok tartışılan ve eleştirilen maddelerinin, bir zamanlar tasarıya muhalefet eden milletvekille­ rinin görüş açısından değiştirilmesini benimsemişti. CHP yöneti­ minin ve partiyi temsil eden delegelerin bu konuda diğer gruplar­ dan hiç farkı olmadığının bir kez daha meydana çıkması, bu vesi­ le ile mümkün olmuştu . CHP Meclis Grubu, 1948 yılının hemen başında, Çiftçiyi Top­ raklandırma Kanunu'nun tadil edilmesine karar vermişti. Cumhu­

riyet gazetesinin verdiği habere göre, mülkiyet hakkı sının 4. 500 dönüme kadar yükseltilecekti. 233 Diğer yandan, CHP'nin 1949 yılı Ankara il kongresine sunulan dilekler arasında, hala topraksız çift­ çilere toprak dağıtılmasının sağlanması isteniyordu . 234 CHP'nin 1949 yılının sonlarında yapılan Aydın il kongresinde de, tüm ilçe kongrelerinden gelen dilekler arasında, yasanın tadil edilmesi ve derhal uygulamaya geçilmesi konusu yer alıyordu. 23 5 Zamanında Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu görüşmeleri sıra­ sında üzerinde önemle durulan bir husus olan , tapu ve kadastro sorunları ile ilgili olarak hiçbir gelişme olmayacaksa da, 1950 yı2 3 1 CHP Programı (1 947), md. 42; CHP Yedinci Büyük Kurultay Tutanağı, s. 480. 232 CHP Programı (1 947), md. 43; CHP Yedinci Büyük Kurultay Tutanağı, s. 480. 233 Cumhuriyet, (14 ve 18. 1. 1948); Ulus, "CHP Meclis Grubu'nun Kara rı", Ulus, ( 1 5 . 1 . 1 948); Ethem i uet Beni­ ce, "Hasan Saka Kabinesi'nin İ lk Kalkınma Hamleleri", Son Telgraf, ( 1 5 . 1 . 1948); AT, Sayı: 170, (Ocak 1 948). 234 CHP Ankara 1 949 11 Kongresi'ne Sunulan Dilekler. 235 CHP Aydın İl Kongresi (30 Aralık 1 949), (İl İdare Kurulu Çalışma Raporu).

242

lının hemen başında tapu kanununun bir maddesinde yapılan de­ ğişiklik vesilesi ile236 TBMM'de söz alan Emin Sazak, Çiftçiyi Top­ raklanduma Kanunu'na ilişkin olarak şu değerlendirmede bulu­ nuyordu: "Kendilerine toprakları dar gelenler, toprak temin hevesi i le şirketler kuracaklar. Bu suretle müteşebbisleri ben emniyette göremedim. Eğer bunların bu işi yapma­ larına m üsaade edilirse, uzun za mana muhtaç ağaç yetiştirmek, narenciye yetiş­ tirmek gibi şeylere heves ve teşebbüs ederlerse, bunları toprak kanununun pençe­ sinden kurtarmak lazımdır. Öyle olmadığı takdirde, tehlikeli duruma düşecekler ve buradaki teşebbüsleri maalesef çok ileri gidemez. ( ... ) Bu işin muvaffakiyetle ba­ şarılması için, bu teşebbüs sahiplerine emniyet verecek bir madden in buraya ek­ len mesi lazımdır." 23 7

1950 yılına gelindiğinde yasanın değiştirilmesi gerektiği husu­ sunda neredeyse herkes görüş birliği içindeydi.

Çiftçiyi Topraklandı rma Kan u n u'nun Uygu lanması (1 945-1 9 50) Yasanın uygulamaya geçebilmesi için, 63 . madde uyarınca, önce­ likle Çiftçiyi Topraklandırma Tüzüğü'nün hazırlanması gereki­ yordu. Söz konusu tüzük, ilginçtir ki, yasanın kabulünden ancak iki yıl sonra hazırlanacak ve 20 Mayıs 1947 tarihinde Bakanlar Ku­ rulu'nca kabul edilecek ve 5 Haziran 194 7 tarihinde de yürürlü­ ğe girecektir. 238 Bu noktada açıkça görülüyor ki, bir tüzük hazır­ lanması, bazen bir yasanın hazırlanmasından ve kabulünden da­ ha uzun zaman alabilmekte ve bu durum, önemli bir yasanın uy­ gulanmasını tamamen durdurabilmektedir. Yasanın uygulanması, 236 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Cilt: 23, 29. Birleşim, (13. 1 . 1 950). Tapu kanununda yapılan değişiklik­ le "devletin hüküm ve tasarrufu a ltında olan veya Hazine'nin, katma ve özel bütçeli daire ve müessesele­ rin mülkiyetinde bulunan bataklık ve bataklık mahiyetindeki göl ve su birikinti leri, herhangi bir suretle ku­ rutulduğu takdirde, bu kurutmadan hasıl olan arazi (. .. ) kurulanlar namına tescil" olunacaktı. TBMM TD, (aynı yerde), ( 13.1. 1950), S. Sayısı: 77'ye Ek. Tasarı, TBMM' de de onaylanacaktır. TBMM TD, (aynı yerde), (13. 1 . 1 950); TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Cilt: 23, 3 1 . Birleşim, (18. 1 . 1 950). Hatırlanacağı gibi, bu ko­ nunun önemi daha önce de vurgulanmış ve İnönü de, 1 Kasım 1 949 tarihindeki TBMM'yi açış konuşmasın­ da, yasa tasarısının Meclise sunu lduğundan söz etmişti. ismet İnönü'nün TBMM'deki Konuşmaları (1 9201 973), ( İ kinci Cilt: 1 939- 1 960), s. 84. 237 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Cilt: 23, 29. Birleşim, (13. 1 . 1 950). 238 İktisadi Yürüyüş, Yıl: 8, Cilt: 8, Sayı: 1 8 1 , ( 1 Temmuz 1947).

243

tüzüğün geç hazırlanması sonucunda, zaten iki yıl boyunca aksa­ mıştı. Elbette tüzüğün geç hazırlanmasının nedeni, yasaya yöne­ lik direnişti. Yasanın uygulanmasına ancak 20 Mayıs 1 947 tarihin­ de Çiftçiyi Topraklandırma Tüzüğü'nün kabul edilmesinden son­ ra altı ili kapsayan on ilçede başlanacaktır. 239 CHP Yedinci Büyük Kurultayı'na Sunulan Dilek Komisyonu ra­ porunda, Tarım Bakanlığı ile ilgili dilekler de incelenmişti. 240 Ra­ porda , Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun kabul edilmesin­ den sonra yapılan çalışmalar konusunda da bilgi veriliyordu . Bu­ na göre, yasanın yürürlüğe girmesi ile birlikte önce gereken ör­ gütlenmeye gidilmiş ve sekiz ila on komisyon kuracak kadar da eleman sağlanmıştı. Uygulamaya ise, ancak 194 7 yılının Haziran ayından itibaren başlanabilmişti. 194 7 yılı sonlarına kadar; Nallı­ han'da 5 . 2 1 7 , Antalya merkezinde 449, Denizli'nin merkez ilçesin­ de 3.49 1 , Antalya/Serik'te 2.002 ve Eskişehir'in merkez ilçesinde de 1 5 .9 14 dönüm toprak, topraksız köylülere dağıtılmıştı. Hüku­ metin 1 1 Eylül 1 94 7 tarihli bir kararı ile de İstanbul, İzmir ve Ma­ nisa' da toprak dağıtımına 1948 yılı içinde başlanacaktı. Yetkilile­ rin açıklamalarına göre, yasanın uygulanmasının uzun sürmesinin nedeni, toprak arama ve kredi bulma güçlükleriydi. Söz konusu rapor şöyle devam ediyordu : "Topraksızlara toprak tevzii işleri görüşülürken büyük kurultay başkanlığı tarafın­ dan komisyonumuza havale olunan ve [Çiftçiyi] Toprak[landırma] Kanunu'nun 1 7 . maddesinin kaldırılmasını, istimlak edilecek a razide bugünkü kıymetlerin esas tu­ tulmasını [ve] arazi bedellerin i n en çok üç senede ödenmesini teklif eden Manisa [ve] Aydın delegelerinden on sekiz a rkadaşın önergesi okunmuş ve bu konular üze­ rinde hararetli konuşmalar olm uştur. Bütün bu görüşmeler esnasında üye ve delege a rkadaşların topraksızlara toprak tevzi ini gaye edinen [Çiftçiyi] Toprak[landırma] Kanunu'nun gayesi itibari ile fayda­ lı olduğunda birleştikleri müşahade edilmekle beraber; kanunun tatbikatta aksak239 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Cilt: 25, 62. Birleşim, ( 10.3. 1950), S. Sayısı: 209. Oysa, tam bir yıl önce basında yayınlanan bir haber, yasanın çok daha erken bir tarihte uygulanmaya başlanacağı izlenimini ve­ riyordu: "Köylümüzü toprak sahibi kılmak a macı ile kabul edilmiş olan toprak kan u n u n u n ilk olarak dört vilayet içinde yedi kazada tatbikine aid tasarı, [9 Mayıs'ta] Bakanlar Kurulu'n u n tasvi bine sunulmuştur." AT, Sayı: 1 50, (Mayıs 1946). Nitekim, Ulus gazetesi de, yakında toprak dağıtımına başlanacağını haber ve­ riyordu. Ulus, ( 1 9.5. 1946). Ne var ki, bu haberler doğru çıkmayacaktır. 240 CHP Yedinci Büyük Kurultay Tutanağı, s. 562-569. Bundan sonra bu konuda verilecek bütün bilgiler için , dipnotlarda aksi gösterilmediği takdirde, aynı kaynak ku llanılacaktır.

244

lıklar tevlid eden 17 22 ve 23. maddeleri ile bedele taalluk eden maddelerinin yeni r

bir tetkik ve tadile tabi tutulması hususunda ısra rda bulunuldu. Tarım Bakanı [Tahsin Coşkan], bu konunun ele alına rak, kanunun bu maddele­ rin i n revizyona tabi tutulacağını, kanunun bu tad ilinde orta işletmelerin korunaca­ ğını ve bedel hususunda da adalet prensiplerine uygun bir esasa gidileceğini be­ yan ve vaat etti."

Bir açıklamaya göre de, yasanın 1 7 . maddesi, yasanın yürürlük­ te kaldığı süre içinde, tüm Türkiye'de sadece on yedi kişiye uygu­ lanabilmişti. 241 Ancak, yasanın uygulanmasında siyasi tercihlerin de rol oynadı­ ğı anlaşılıyor. Örneğin, Aslan Tufan Yazman, lzmir'in Tire ilçesin­ de yasanın uygulanmasında parti mensupları arasında ayrım yapıl­ dığını ileri sürüyor ve "kanunun adaletle ve herkese aynı şekilde tatbik edilmemesine sebep olan rCıh"u eleştiriyordu . 242 Yasa hükümlerine göre, 3 1 Aralık 1 948 tarihine kadar, 1 . 427 çiftçi ailesine 50. 1 99 dönüm devlet arazisi dağıtılmış ve 2.388 dö­ nümü mazbut ve mülhak vakıflara aid olmak üzere toplam 32.299 dönüm arazi de kamulaştırılmıştı. Kamulaştırılan vakıf arazile­ ri için 4 .585 TL ve şahıs arazileri için de 2 78. 7 1 1 TL olmak üze­ re toplam 3 1 9. 296 TL kamulaştırma değeri saptanmıştı. 243 Top­ rak dağıtılan on ilçede toplam 1 .427 çiftçi ailesine 142.3 1 0 TL yıl­ lık işletme ve 358.650 TL de kuruluş-onarım kredisi desteği sağ­ lanmıştı. 244 llginç olan bir başka nokta da; döneme ilişkin siyasi literatürde üzerinde önemle ve ağırlıkla durulan Çiftçiyi Topraklandırma Ka­ nunu'nun uygulaması üzerine bugüne kadar sadece tek bir kap­ samlı araştırmanın yapılmış olmasıdır. 245 Aşağıdaki bilgileri, bu araştırmanın bulgularından yararlanarak hazırladım. 1 947- 1950 yılları arasında 1 .0 1 6 .944 dönüm arazi Hazine adı­ na tescil edilir. 194 7 yılında şahıs, özel idare ve belediye arazile­ ri kamulaştırılmaz. Buna karşılık, sadece vakıflardan 61 dönüm 241 Giritlioğlu, age, s. 403. 242 Aslan Tüfan Yazman, "Toprak Kanununun Adaletle Tatbiki Meselesi", İktisadi Yürüyüş, Yıl: 7, Cilt: 7, Sayı: 1 57, (3 Temmuz 1 946). 243 TBMM TD, Dönem : 8, Toplantı: 4, Cilt: 25, 62. Birleşi m, (10.3.1950), S. Sayısı: 209. 244 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Cilt: 23, 29. Birleşim, (13.1.1 950). 245 Duran Taraklı, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ve Uygulama Sonuçları.

245

arazi kamulaştırılır. 1948 yılında ise , 3 .950 dönüm şahıs arazisi, 2.480 dönüm vakıf arazisi ve 1 .808 dönüm de özel idare ve beledi­ ye arazisi olmak üzere, toplam 8. 238 dönüm arazi kamulaştırılır. Kamulaştırılan arazi genişliğinin son derece mütevazi olduğu he­ men fark edilecektir. 1 9 4 7 - 1 9 5 0 yılları arasında toplam 3 2 . 63 9 aileye toplam 1 .463 .833 dönüm arazi dağıtılır. Bu, aile başına ortalama yaklaşık 45 dönüm arazi anlamına geliyordu. Yine ortalama olarak hesap edildiğinde, bu dönemde yılda 365.958 dönüm toprak, yine orta­ lama 8. 1 60 aileye dağıtılmıştı. Göçmenlere ise hiç arazi dağıtılma­ mıştı. Bu dönemde arazi dağıtımı da son derece düşük bir seviye­ de kalacaktır. Aynı dönemde toprak dağıtılan köy sayısı toplamı 624 idi. Bu da , yılda ortalama 1 56 köye toprak dağıtıldığı anlamına geliyordu. Toprak dağıtılan köylerde bir köye isabet eden ortalama arazi ge­ nişliği 2.346 dönüm ve köy başına toprak dağıtılan ortalama aile sayısı da 52 idi. 1 947- 1950 yılları arasında dağıtılan arazi karşılı­ ğında toplam 1 0 .822.471 TL borçlandırma bedeli saptanmıştı. Bu hesaba göre, bu dönemde dağıtılan bir dönüm arazi karşılığında yaklaşık 7 . 5 TL borç oluşuyordu. Toprak dağıtılan aile başına borç bedeli ise, ortalama olarak 33 1 . 5 TL idi. Bu rakamların arazilerin gerçek değeri ile kıyaslandığında çok düşük bedeller olduğu he­ men görülecektir. Yine aynı dönemde toplam 43 köye de 406. 1 86 dönüm mer'a tahsis edilmişti. Bu da, köy başına ortalama 9 . 446 dönüm mera arazisinin tahsisi anlamına geliyordu. Bu rakam, yıl­ lık ortalama olarak 1 0 1 . 546 dönümdü . Her yıl mer'a tahsis edilen köy sayısı ortalaması ise l l 'e yakındı. Bu konudaki çalışmanın da son derece sınırlı olduğu hemen göze çarpıyor, Bu dönemde toprak dağıtılan çiftçilere kredi sağlanması için de toplam 4 . 7 1 9 .485 TL kaynak yaratılmıştı . Bu miktarın tama­ mı, köy başına ortalama 14.83 1 TL düşecek şekilde toplam 1 66 köye ve aile başına ortalama yaklaşık 350 TL düşecek şekilde de toplam 7 . 024 aileye kuruluş-onarım kredisi ve köy başına orta­ lam 8.676 TL düşecek şekilde toplam 1 08 köye ve aile başına orta­ lama yaklaşık 260 TL düşecek şekilde de toplam 3 .608 aileye yıl­ lık işletme kredisi olarak dağıtılmıştı. 1 94 7 - 1 950 döneminde top­ lam kuruluş-onarım kredisi miktarı 2.462.075 TL ve yıllık ortala246

ması 6 1 5 . 5 1 9 TL iken; aynı dönemde yıllık işletme kredisi mik­ tarı 937.062 TL ve yıllık ortalaması 234. 265 TL idi. Tüm kredi­ lerin toplamı ise, 3 . 399 . 1 3 7 TL idi ve bunun da yıllık ortalama­ sı 849 . 784 TL idi. Bu miktarların işlevsel ve tatmin edici olmak­ tan çok uzak olduğu hemen fark edilecektir. Kuruluş-onarım kre­ disi sağlanan çiftçilerin oranı, arazi dağıtılan tüm çiftçiler arasında yaklaşık olarak % 2 1 . 5 idi. Yıllık işletme kredisinden yararlanabi­ len çiftçi ailelerinin oranı ise, arazi dağıtılan tüm çiftçi aileleri için­ de yaklaşık olarak % 1 1 idi. Arazi dağıtılan köyler arasında kuru­ luş-onarım kredisi sağlanabilenlerin oranı, yaklaşık % 27 idi. Ara­ zi dağıtılan aile arasında ise, bu oran yaklaşık % 2 1 . 5 idi. Arazi da­ ğıtılıp da yıllık işletme kredisinden yararlanabilen köylerin oranı yaklaşık % 1 7 ve aile oranı da yaklaşık % 1 1 idi. 1 94 7 - 1 950 yılları arasında yılda dönüm başına ortalama 1 . 5 TL, aile başına ortalama 75 TL ve köy başına da ortalama 3.945 TL kuruluş-onarım kredi­ si ile dönüm başına ortalama 0 . 6 TL, aile başına yaklaşık ortalama 29 TL ve köy başına da ortalama 1 . 500 TL işletme kredisi sağlan­ mıştı. Bütün kredilerin toplamı ise , dönüm başına yaklaşık olarak ortalama 2 . 5 TL, aile başına ortalama 104 TL ve köy başına da or­ talama 5 . 447 TL idi. 1 94 7- 1 950 döneminine ilişkin ve burada sıraladığım bulgula­ rın bölgelere göre dağılımı konusunda ise, herhangi bir bilgiye sa­ hip değiliz. Bununla birlikte, söz konusu araştırmada, bu dönem­ de Güneydoğu Anadolu Bölgesi için yapılmış özel bir alan araştır­ masının bulgularından yararlanmak mümkündür. 1 94 7-1 950 döneminde Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde toplam 2 1 5 .638 dönüm arazi dağıtılır. Aynı dönemde bu bölgede arazi da­ ğıtılan aile sayısı ise, 1 . 740 idi. Bu, yılda ortalama 4 35 aileye ara­ zi dağıtıldığı anlamına geliyordu. Aile başına düşen dağıtılan or­ talama arazi genişliği de yaklaşık 1 24 dönümdü. Bölgede toplam 5 1 köyde, köy başına ortalama 4. 228 dönüm arazi düşecek şekil­ de dağıtım yapılırken; arazi dağıtılan köylerde, köy başına top­ raklandırılan aile sayısı 34 idi. Bu durumda yılda ortalama yakla­ şık 13 köyde topraklandırma çalışması yapılmıştı. Dağıtılan arazi karşılığında toplam 632. 163 TL borçlandırma kredisi saptanmış­ tı. Buna göre, bir dönüm arazinin ortalama borçlandırma kredisi tutarı yaklaşık olarak 3 TL idi. Topraklandırılan aile başına düşen 247

borçlandırma kredisi bedeli ise, asgari 363 TL idi. Arazi dağıtılan köy başına düşen borçlandırma kredisi tutan da, ortalama 1 2. 395 TL idi. Aynı dönemde bu bölgede üç köyde toplam 4. 1 63 dönüm de mer'a tahsisi yapılmıştı. Bu da , yılda ortalama 1 . 04 1 dönüm mer'a tahsisi anlamına geliyordu. Köy başına tahsis edilen ortala­ ma mer'a arazisi 1 .388 dönümdü. Bu dönemde yılda ortalama an­ cak bir köye mer'a arazisi dağıtılmıştı. 246 Duran Taraklı, incelemesinde , 20 Mayıs 1 94 7 tarihli Çiftçiyi Topraklandırma Tüzüğü'nün eksiklerini de saptamakta ve daha da önemlisi, bir tüzüğün nasıl olup da, yasa hükümlerini değiştirebil­ diğini de açıklıkla ortaya koymaktadır: "[Tüzükte] işletme genişliğinin tesbitine i lişkin hususlara bakıldığında, iki önemli nokta göze (. .. ) [çarpıyor]. Bunla rdan bir tanesi, topraklandırmaya ilişkin faa liyet­ lerin belkemiğini teşkil eden işletme genişliğinin tesbiti işleminin, kanunda olduğu gibi, ( ... ) [tüzükte de] belirsiz bırakıldığıdır. İşletme genişliğin i n tesbitine yardım­ cı olacak tarifler, gerek kanunun ilgili maddesinde ve gerekse (. .. ) [tüzükte], rakam zikredilmeden , sadece genel tarifler veril mekle yetinilmiştir. Tüzükte işletme genişliğinin tesbitinin Tarım Bakanl ığı'nca düzenlenecek cet­ vele göre yapılacağı ( . . . ) esası getirilmiştir. Halbuki bu kadar önem li bir konunun kanunda, olmadığı takdirde hiç olmazsa (. .. ) [tüzükte] yoruma imkan vermeyecek şeki lde sağlam bir temele oturtulması gerekird i . ikinci öneml i husus da, ( . . . ) tü­ züğün ilgili madde[sinin son fıkrasında] (. .. ), kısmi topraklandırm a ilkesinin ge­ tirilmesidir. Her şeyden önce, kısmi topraklandırm a uygulaması, ka nunun ilgili maddesi­ ne (md. 39) ve ruhuna aykıdır. Kan unda ol mayan bir hususun (. .. ) [tüzükte] yer al­ ması, ilgi çekici ve üzerinde dikkatle d urulması gerekli bir noktadır. Kısmi toprak­ landırma, kanunun uygu lamasını hedeflerinden saptıra n önemli uygulamala rdan bir tanesidir. Her ne kadar, (. .. ) [tüzükte] zikredi len şekli ile kısmi toprakla ndırmadan fayda­ lanan çiftçilerin eksikleri n i n sonradan ta m a m lanacağı gibi bir ilke kaydedilmek­ le beraber, bu eksiğin [sonradan] nereden ve nasıl (. .. ) ta m a m lanacağı açıklan­ mamış ve bir esasa [da] bağlan m a m ı ştır. Yeniden ka m u laştırma yapılması kanu­ nen imkansız olduğuna göre, tayin olunan haddin aşağısında toprak verilen çiftçi­ lerin, norm dahilinde topraklandırı l m a i mkanları fiilen mevcut d eğildir. Zaten böy­ lesine bir ilke, kanunun getirdiği bölgesel uygulama ve hatta gerektiğinde bölge dı246 Taraklı, age, s. 105-302.

248

şında topraklandırma maddelerine de tamamen ters düşmektedir (md. 15 ve 4 1 ) . Bir taraftan, kısmi topraklandırma ilkesinin, kanunun ruhuna aykırı olarak, tü­ zükte ortaya konulması ve d iğer taraftan [da], kısmi topraklandırmadan yararla­ nan çiftçilerin eksiklerinin tamamlanacağı zaman için bir kayıt getiri lmemesi, uy­ gulamada bu gibi çiftçilerin eksiklerinin hiçbir zaman tamamlanmaması sonucu­ nu doğurmuştur."

Taraklı, incelemesinde, 6 Kasım 1 945-30 Ocak 1 946 tarihli protokolü de değerlendiriyor: "Çiftçiyi Topraklandırma Tüzüğü, (. .. } işletme genişliğinin tesbitine ilişkin sayısal herhangi bir ilke getirmediği için, Çiftçiyi Topraklandırma Tüzüğü'nün 55. madde­ sine (. .. } veya kanunun ilgili maddesine dayanılarak, (. .. } Arazi Norm Protokolü tan­ zim edilmiş ve uygulama bunlara göre yapılmıştır. Bil ind iği gibi, çiftçi ailelerine ve­ rilecek işletme a razisinin tesbitinde iki h usus rol oyna maktadır. Bunlardan birinci­ si, çiftçi ailelerine sağlanacak gelirin tesbit edi l mesi [ve] ikincisi [de], (. .. ) bu geli­ ri sağlayacak arazinin verilmesidir. Protokolde; çiftçi a ilesine sağlanaca k gelir, Tarım Bakanlığı'nın yaptırmış oldu­ ğu hayat standardı tetkiklerine dayanılarak, vasati olarak, bir ailen i n gelecek se­ ne de istihsal yapabilmek şartı ile, bir senelik zoru nlu ihtiyaçla rı n ı (. . .} [karşılaya­ cak değerde ve] normal za manlarda 500 TL olarak tesbit ed ilmiş bulunmaktadır. Bu kıymetin harpten önceki devrede on ton buğday kıymetine eşit olduğu ve mem le­ ketim iz şartlarında iki tarla sisteminde ve kötü tarla a razisinin dönümünden 50 kg buğday alındığı kabul edildiğinde, öngörülen gel iri sağlamak için 400 dönü m kötü tarlaya ihtiyaç gösterd iği tesbit edilmiştir. (. .. } Bir çiftçi ailesi için gerekli on ton buğday istihsali için her sene kötü vasıflı kı­ raç a razide 200 ve iyi vasıflı kıraç a razide 75 dönü m ekili alana, iki tarla sistemi uygu landığında da, sırası ile 400 ve 150 dönüm işletme a razisi genişliğine ihtiyaç

olduğu tesbit edilmiş olmaktadır." 247

Çiftçiyi Topra kland1rma Kan u n u'nu Değ iştire n Ye ni Yasa Tasa rısı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, her ne kadar 1 945 yılının Hazi­ ran ayında yürürlüğe girmişse de, hatırlanacağı gibi, uygulamaya geçilebilmesi için aradan neredeyse iki yıla yakın bir süre geçmesi gerekmiş ve yasa, hükumetçe ancak 20 Mayıs 1 94 7 tarihinde ka247 Taraklı, age, s. 61-65. 249

bül edilen Çiftçiyi Topraklandırma Tüzüğü ile uygulama imkanı­ na kavuşmuştu. Yasanın uygulanmaya başlanmasından yaklaşık sadece bir yıl sonra ; Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun bazı maddelerinin değiştirilmesine ve yasaya bazı hükümler eklenmesine ilişkin yeni tasarı, Hasan Saka'nın Başbakanlığı döneminde, 9 Nisan 1 948 tari­ hinde TBMM'ye sevk edilecektir. Hükumetçe hazırlanan yasa de­ ğişikliğinin gerekçesinde şu görüşlere yer verilmişti: "Ömrünü toprağa bağlamış ve bütün emeğini ona harca makta bulunan köylümü­ zün başlı başına bir küçük işletmenin sahibi olarak müsta hsil birer çiftçi olması gayesini güden 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun sevk ettiği hüküm­ lerinin bütünlüğü ile zirai kalkınma davamız bakı m ından küçük işletmenin yanı ba­ şında ve 5.000 dönüme kadar olan düzenli orta i şletmeleri korumakta ve gelişme­ lerini sağlayıcı hükümleri de toplamış olmasına rağmen; yazılışı ve başlı başına in­ celen mesi ile orta işletme sahibi çiftçileri m ize güvensizlik veren 17. madde üzerin­ de bilhassa durularak, vata ndaşta beli ren bu güvensizliği giderecek şekilde tertip­ len mesine çalışılmıştır. Yine kanunun a ltı aylık uygulaması sırasında ya pılan ka­ mu laştırmalarda da görüldüğü veçhi le, ka mu laştırma bedellerin i n takdirinde sabit bir kıstasa gidil m iş olması çok yerinde olm uştur." 248

Tarım Komisyonu raporunda da, "kanunun bazı maddelerinin arazi ve çiftlik sahipleri üzerinde bıraktığı güvensizliği ortadan kaldırmak" amacı ile, hükumetçe hazırlanan tasarının olumlu kar­ şılandığı vurgulanıyordu . İçişleri Komisyonu raporunda ise, deği­ şikliklere ilişkin olarak şu görüşlere yer verilmişti: "Türk çiftçisine ve köylüsünün hiç topra ksız ola nları ile yeter toprağı bulun mayan­ larına kendi yurtlarında devlet, özel idare, belediye ve vakfa aid a raziden veya i hti­ yaç hali nde 5.000 dönümün üzerinde büyük araziyi tasarruf eden özel ve tüzel kişi­ lerin orta işletmenin fevkinde kalan kısım a raziden veya sahi pleri tarafından i şle­ tilmeyen belirli bir miktar üzerindeki a raziden kam ulaştırılara k verilmek sureti ile; her küçük çiftçinin m üstakilen kendi işletmesi başında zirai i stihsal i n i geliştirmeye muktedir hale getirilmesi esası i stihdaf edi lmekle beraber, ka m ulaştırma bedelle­ rinin arazi sahipleri n i binnispe daha tatmin edecek halde iblağı, a razileri n i bizzat, az çok düzenl i ve za man ile çok daha müteka mil bir düzende işlemekte ve işleye248 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Cilt: 25, 62. Birleşim, (10.3.1 950), S. Sayısı: 209. Bundan sonra bu konu­ da verilecek bütün bilgiler için, dipnotlarda aksi gösterilmediği takdirde, ayn ı kaynak kullanılacaktır.

250

cek olan orta işletme erbabını kendi topraklarına tasarrufta istikrara ve işletmeleri­ ni tekemmül yoluna koymakta hakiki bir h uzur ve şevkle itm inana kavuşturmak; di­ ğer taraftan, kendi toprağını çeşitli sebepler tesiri altında bizzat işletmeyenlerin de, hiç değilse belirli bir hadde ve mesela , komisyonum uzca, hüku metle mutabık ka­ lınarak, tesbit edilen 1 .500 dekara kadar arazisini di lediği gibi tasarrufta serbest kalarak, bu hadde kadar a raziyi ka mulaştırılma endişesinden hariç tutmak sureti ile; küçük işletmelerin ya nı sıra, özel teşebbüslerle onlara örnek, destek ve yardımcı olabilecek ve memleket zirai iktisadına önem li bir kuvvet teşkil edebilecek orta iş­ letmelere de hayat, huzur ve inkişaf imkanları sağla mayı istihdaf eylediği anlaşı­ lan yen i tasarı hükümlerinin ...

"

Adalet Komisyonu raporunda ise, değişikliğin "başlıca şu esas­ ları ihtiva" ettiği vurgulanıyordu : " 1 ) Yurt topraklarının işletilerek daha geniş ölçüde istihsale ve bu istihsa li pa­ zara getirmeye yarayacağı bilinen orta işletmeyi canlandırmak ... Bunu temin için; a) 2.000 dönüme kadar arazi, ne su retle işletilirse işletilsin, sahiplerinde bı­ rakı lmak, b) 2.000'den 5.000 dönüme kadar arazi, ancak sahibi tarafından işletildiği tak­ dirde, kam ulaştırma dışında tutulmak esasları kabul ed ilm iştir. 2) Kamulaştırılmış veya ka mulaştırılacak toprakların sahiplerine ödenmiş veya ödenecek karşılıkları bir miktar yükseltmek sureti ile yapılan değişikli kle ka mulaş­ tırma esaslarına mevzuunu arz ettiği hususiyet n isbetinde uyulmak istenmiştir. 3) Toprak konusunda önemli bir yeri olan mer'a ve yaylakların tanzimi hedefine doğru önemli bir adım atılm ıştır."

Nihayet Bü tçe Komisyonu raporunda da benzer görüşlere yer veriliyordu: "Gerek hükumet teklifindeki, gerek[se] komisyonlarca derpiş edilen değişiklikler­ den bir kısmının yürürlükteki kanunun boşluklarını tamamlamaya ve tatbikatta gö­ rülen güçlükleri bertaraf etmeye matuf bulunduğu anlaşılmış ve kom isyonu muzca da, esas itibari ile uygun görülmüştür. Diğer değişikliklerin gerçek kişilerle özel hukuk tüzel kişilerine a i d olup, ka nu­ nun tatbiki dolayısıyla ka m ulaştırılması gereken a raziden mülk sahiplerine bırakı­ lacak parçaların tevzii ve kamulaştırma bedellerinin rayiç bedellere yaklaştırılma­ sı maksadı ile; kamulaştırma bedeline esas ittihaz ed ilen 1 944 yılı Arazi Vergisi'nin matrahı değere tatbik olunacak emsallerin tezyid i mahiyetinde bulunduğu ve ge­ rek komisyon raporları ndan ve gerek[se] Tarı m Bakanı'nın verm iş olduğu izahatta n, 251

memleketim izde m üsmir ve ileri bir istihsali ve arazi sahi plerinin mülkiyet hakla­ rında emniyet ve i stikrarı sağlayıcı prensiplerin mahfüziyeti bakı mından, ziraatte orta işletmenin kurulmasına ve yerleşmesine imkan verici mahiyette olduğu ve ka­ m ulaştırma bedellerinin tezyidinin de hak ve adalete uygun bulunduğu anlaşılmış olup, bunlar da esas itibari ile kom isyonumuzca muvafık görülerek ...

"

Hükumetçe hazırlanan tasarıda, yasanın sadece on bir madde­ sinin değiştirilmesi öngörülmüştü . Oysa, komisyonlarda otuzdan fazla madde üzerinde değişikliğe gidilecektir. Görülüyor ki, Çift­ çiyi Topraklandırma Kanunu , adeta yeniden kaleme alınmak is­ tenmişti. 249 Fakat bu yapılırken, önemli bir değişiklik yapılıyor gi­ bi görünmekten de kaçınılmak isteniyordu. Aslında, yasanın daha 1945 yılında yapılan tartışmalarını hatırlayacak olursak; bu taktir­ de, bütün bu değişikliklerin daha o zamanda yapılan eleştirilere yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Bu noktada ; komisyonlarda yapılan değişiklikleri de dikkate alarak, Bütçe Komisyonu'nda son halini alan ve TBMM'de görüşü­ len tasarı metnini ele almak ve yasada ne gibi değişikliklere gidil­ diğini incelemek istiyorum. Yasada yapılan ilk değişiklik, çiftçilik yapmak isteyenlere ara­ zi dağıtılacağı yolundaki hükmün kaldırılması yönünde olmuş­ tu (md. 1 ) . Hükumet tasarısında yer almayan bu değişiklik, Tarım Komisyonu tarafından şu gerekçe ile yapılmıştı: "4 753 sayılı kanu­ nun 1 . maddesinin (a) bendindeki 'veya çiftçilik yapmak isteyen­ leri' ibaresi, bunların her zaman toprak ve vasıta bulabilecekleri ve asıl gayemiz, çiftçilik yapanları topraklandırma olduğuna göre, maddeden çıkarılmıştır. " Adalet Komisyonu ise, tasarının bu mad­ desine, "bu kanun gereğince topraklandırılmaları kabul edilenle­ ri" ibaresini ekleyecektir. Adalet Komisyonu'nca kaleme alınarak tasarıya eklenen hü­ kümde (md. 2) , tarım işçisi şöyle tanımlanıyordu : " Kendisinin veya ailesinin hiç arazisi olmayıp da en az üç yıldan beri mu­ ayyen bir bölgede yerleşmiş ve bir ücret veya devşirilecek se­ mere ve hasılatın bir hissesi mukabilinde devamlı olarak bede­ nen çalışanlardır. " Bu suretle, "toprak dağıtılan bölgeye yalnız 249 "4753 sayı lı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun 27 Mart 1 950 tarih ve 5618 sayılı kanunla; birisi geçi­ ci, 23'ü esas olmak üzere, 24 maddesi değiştirilmiş; biri esas maddesinin son fıkrası olmak üzere, 5 esas maddesi iptal edilm iştir." Taraklı, age, s. 39.

252

arazi sahibi olmak için olacak yapay göçlerin önüne geçilmek istenmişti. " 2 50 Yasanın 3. maddesinin de iptali cihetine gidilecek ve bu suretle çiftçilerin, yasanın öngördüğü haklardan yararlanabilmeleri için, kendilerini kütüklere kaydettirmeleri yolundaki uygulama, Ta­ rım Komisyonu raporunda yer alan, "kanun [ un] tatbiki [ ni ] ge­ ciktirip , güçleştireceğinden , ameli bir faydası da görülmediği" gerekçesi ile , kaldırılacaktır. Aynı şekilde , yasanın arazileri ta­ nımlayan 4 . maddesi de, Tarım Komisyonu tarafından, "kat'iyet ifade edecek bir durumda bulunmaması ve daha ziyade ilmi ma­ hiyet taşıması ve tatbikatta da yeri olmaması" gerekçesi ile kaldı­ rılacaktır. Duran Taraklı, incelemesinde, yasanın bir eksiğini de şöy­ le açıklıyor: "Topraklandırılan çiftçi ailelerine verilen işletme ge­ nişliğinin isabetli olarak tesbitinde, arazinin cinsi, verimliliği ve bu verimliliğin nasıl tesbit edileceği hususunda herhangi bir il­ kenin getirilmemesi, kanunun uygulanması esnasında bir boşluk yaratmıştır. " 2 5 1 Yasanın 6. maddesi, bu kez Adalet Komisyonu tarafından de­

ğiştirilmiş ve bu maddeye, "müşterek arazi mülkiyetinde her ki­ şiye aid hisse [nin] ayrı ayrı hesap" edileceği yolunda bir fıkra ek­ lenmişti. Taraklı, incelemesinde, bu değişikliği şöyle yorumluyor: "Bunu , kanunun bu gibi gayrimenkul üzerinde uygulanmasının engellenmesine mani olmak gibi, kanun koyucu tarafından düşü­

nülmüş, isabetli bir karar olarak kabullenmek gerekir. " 2 52 Yasanın 7. maddesinde, Tarım Komisyonu tarafından yapılan değişiklikle, "makbul mazeret" deyimine açıklık kazandırmak üzere; "dinlendirme, nadas, askerlik ve belgelendirilmiş uzun has­ talık gibi makbul bir özür olmaksızın üst üste üç yıl ( . . . ) değerlen­ dirilmeyen arazi [ nin] işlenmiyor" sayılacağı belirtilmiş ve arazinin işlenip işlenmediğine yine Tarım Bakanlığı'nın karar vereceği hük­ mü korunurken, söz konusu bakanlığın kararına karşı arazi sahip­ lerinin "itiraz ve idari kaza mercilerine dava" haklarının saklı ol­ duğu yolunda bir fıkra eklenmişti. 250 Taraklı, age, s. 41. 251 Taraklı, age, s. 41. 252 Taraklı, age, s. 42.

253

Yasanın 1 4 . maddesinde , Tarım Komisyonu'nca yapılan bir değişikle , " ancak zirai devlet kuruluşları ve müesseseleri ara­ zisinin 5 . 000 dönümden fazlasının işlenmek şartı ile [ve] Ba­ kanlar Kurulu kararı ile kamulaştırma dışında bırakılacağı esası getirilmişti. " 253 Taraklı, incelemesinde, bu durumu şöyle değer­ lendiriyor: "Bu değişikliği, kamulaştırmaya esas olacak arazi kay­ nağını artırması veya hiç olmazsa daraltılmasına engel olması ba­ kımından olumlu bir değişiklik olarak kabul etmek gerekir. "254 Diğer yandan, " 1 4. maddenin [son fıkrası] (. .. ) da (. .. ) iptal edil­ mişti. İptal edilen fıkranın 1 944 [ yılının] Ekim ayından sonra ka­ mulaştırmaya konu olacak araziden bölünmek sureti ile iktisap edilen ve sahipleri tarafından doğrudan doğruya işletilmeyen ara­ zinin tümünün kamulaştırılacağına dair ( . . . ) [ olduğu göz önüne alınırsa ] ; böylesi bir iptal, kamulaştırmaya konu olabilecek geniş arazi mülklerinin, yapay bölünmelere gidilerek, kamulaştırma iş­ leminin dışında kalması imkanını [ yaratıyordu ] . Böylece, gerçek kişilerden arazi kamulaştırılmasının sınırları oldukça daraltılmış [ oluyordu ] . "255 Aynı maddede yapılan bir başka değişiklikle de, kamulaştırma işlemlerinin tümüyle tarla arazisinden yapılacağı il­ kesi, daha da belirgin bir hale getirilmişti. Yine Tanın Komisyonu tarafından yasanın 1 5 . maddesinde ya­ pılan bir değişikle, "kamulaştırma hükümlerinin uygulanacağı ve [ arazi] dağıtımın [ ın ] yapılacağı bölgelerin, [ Tarım Bakanlığı'nın önerisi üzerine] , Bakanlar Kurulu kararı ile [ belirleneceği öngö­ rülmüştü ] . [ Oysa , yasanın ] bu maddesinin değişiklik yapılma­ dan önceki halinde, Bakanlar Kurulu kararında, söz konusu mad­ de gereğince kamulaştırılabilecek arazinin toprak dağıtılacaklara yeter [ li ] olup olmadığının belirtilmesi öngörülmüştü. (. . . ) [ Oysa l , değişiklikle sadece uygulama bölgesinin ilanı kafi görülmüştü . " Taraklı, incelemesinde, b u konuda ş u yorumu yapıyor: "Bu değişikl ik, toprak dağıtımına i l işkin işlem lere sürat kazandırması ba kımın­ dan memleketimiz şartlarına daha uygundur. Çünkü, elde mevcut bilgilerle Çiftçi253 Taraklı, age, s. 47; TBMM TD, (aynı yerde), (10.3.1950), S. Sayısı: 209. 254 Taraklı, age, s. 47. 255 Taraklı, age, s. 47-53, 84-85 ve 95-96; TBMM TD, (aynı yerde), ( 10.3. 1 950), S. Sayısı: 209. B undan sonra bu konuda verilecek bütün bilgiler için, dipnotlarda aksi gösterilmediği takdirde, aynı kaynak kullanılacaktır.

254

yi Topraklandırma Kanunu'nun uygulanmasının gerektiğine karar vermek, mevcut arazin i n topraklandırılacaklara yeter olup olmadığının tesbitinden daha kolaydır. 15. maddenin ilk şeklinde her ilin bir bölge ve özel durumlarda [da] ilçenin bir bölge sayılacağı ilkesi benimsenmişken; (. .. ) [söz konusu maddede] yapılan deği­ şiklikle, ilçeyi bir bölge olarak ka bül etmesindeki gaye, öngörülen bölge seviyesinde gerekli incelemelerin ya pılarak; bir taraftan, bölge çapında mevcut arazi kaynakla­ rının tesbiti yapılırken; d iğer taraftan, yi ne bölge çapında topraklandırılacak çift­ çi a ilelerini n tesbit edilerek, sorunların öngörülen bölge içerisinde çözümlenmesi­ ni [çözülmesini] tem indir. "

Taraklı, incelemesinde, söz konusu değişiklikle ilgili olarak, şunları söylüyor: "Daha başka ve açık bir deyi mle; hiç olmazsa bölge içerisinde göçlerin yapılabile­ ceği düşünülmüştür. Kanunun bölge çapında, yan i daha geniş bir ölçekte ele alın­ ması, sorunun sosyo-ekonomik ya pıya daha uygun bir biçimde çözümlenmesin i [çö­ zülmesini] mümkün kılabilirdi. Tarım kesiminde bölge tanımı ve genişliği, ele alı­ nan sorunlara göre tesbit ve tayin edilecek bir husus olmakla beraber, bölge hudut­ larının il ve hele ilçe hudutları ile çakışması söz konusu değildir. Bu nedenle, Çiftçiyi Toprakla ndırma Kanunu['nun] 1 945 yılındaki ilk şeklinde ( ... } [görüldüğü üzere], ilin bölge olarak kabül ed i l mesi; 1 950 yılında ya pılan de­ ğişikliğe göre kabül edilen, ilçenin bölge olarak kabül ed il mesinden daha gerçek­ çi bir görüştür. Nerede kaldı ki, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun ( ... ) uygulan ması fiilen köy seviyesinde kalm ış, komşu iki köyden dahi nüfus kaydırılması ya pılamamıştır. Böy­ le bir uygulama ise, mem leket il ve ilçe seviyesinde yapılan toprak d ağıtımlarında sayısız adaletsiz topraklandırmalara ve ekonomik ve sosyal şartlara uygun olma­ yan işletmelerin meydana getirilmesine sebep olmuştur."

Yasanın değişik " 1 5 . maddesi ile getirilen ilkelerden bir diğe­ ri ise , yapılacak ilandan sonra hemen kamulaştırma ve dağıtım iş­ lemlerine başlanacağı" yönündeydi. Taraklı , incelemesinde , bu hükümle ilgili olarak da şu yorumda bulunuyor: "Ancak, kanunun 1 5. maddesindeki ka mulaştırma ve dağıtım yapılacak bölgelerin, Tarım Bakanlığı'nın teklifi üzerine, Bakanlar Kurulu'nca kararlaştırılacağı i lkesini, kanunun zayıf bir noktası olarak nitelemek mü mkündür. Çünkü, kan un koyucunun, uygulayıcı kuruma herhangi bir karar alma imkanı bırakmaması ve kanunun uy­ gulanması için, belirli bir süre tanımadan, bütün yetkiyi siyasi iktidara (Bakanlar 255

Kurulu['na]) [vermesi sonucunda]. kanunun uygulama hızı [ve] uygulanacak yerin seç i m i gibi konular, tama men siyasi iktidara bırak[ıl]mış olmaktadır. Neticede, ka­ nunun uygulanması, istenilen yönde etkilenebilm iştir. Halbuki bu tip uygulamada, uygulayıcı kuruma siyasi iktidarın dışında karar alabilme yetkisi tan ınsa ve siyasi iktidara da sınırlı ve zamanla tahdit edi l m iş bir yetki verilseydi, kan unun daha kısa za manda, daha yaygın olara k bütün yurt çapın­ da uygulanması sağlanabilirdi."

Hükumetin hazırladığı tasarıda yer almayan, fakat "bu hali ile arazi sahiplerini emniyetsizlik içerisinde bırakmakla beraber, ida­ re ile arazi sahipleri arasında bir takım ihtilaflara da sebep olacağı" gerekçesi ile, Tarım Komisyonu tarafından değiştirilen 1 6 . madde­ ye göre, toprak dağıtımına devlete aid araziden başlanacaktı. An­ cak, devlete aid arazinin ihtiyaca yetmediği anlaşıldığı takdirde ve ancak bundan sonra gerçek kişilerle, özel hukuk tüzel kişilerine füd orta arazinin kamulaştırılması yoluna gidilecekti. Sahibi tara­ fından işletilmeyen orta arazinin 2.000 dönümden fazlası kamu­ laştırılabilecek; bu suretle, sahibi, kamulaştırma dışı kalan arazisi­ ni istediği şekilde işletebilecekti. Ancak, sahibi tarafından işletilen 500 ila 5 . 000 dönüm arası orta arazi, kesinlikle kamulaştırılama­ yacaktı. Taraklı, incelemesinde, bu madde ile ilgili değişikliği de şöyle değerlendiriyor: "Ancak, bu maddenin 1 945 yılındaki ilk şeklinde, 'maha lli i mkan ve şartlara gö­ re gerekli tesisleri ve donatımı olan ve düzenl i bir şekilde sahibi tarafı ndan işle­ tilmekte' bulunan orta arazi kamulaştırma dışı bırakılmışken; (. .. ) ya pılan deği şik­ likle düzenli işletme şartı da ortadan kaldırılmıştır. Son yapılan değişikl ikle, 'orta' a razide ka m ulaştırma yapılma i mkanının fiilen ortada n kaldırıldığı meydandadır. Orta işletmelerin ka mulaştırma dışında bırakılması için getirilen tan ı m , deği­ şik şekilde yoruma tabi olabilecek özell iklerdedir. Siyasi iktidarla rın a razi sahipleri­ nin yanında yer almak istemesi halinde, yorumun arazi sahiplerin i n lehi nde ya pıl­ masına ve bu maddenin uygulamada işlemez hale getirilmesine i m kan verm iştir."

Hükumetçe hazırlanan tasarıda 17. madde değiştirilerek yeni­ den formüle edilmişti: "Topraksız veya az topraklı olan ortakç ı lar, kiracılar veya tarım işçileri tarafından işlenmekte bulunan arazinin, kendi seçtiği yerde, ikli m, ekonomi k şartlar ve o böl­ genin nüfus kalabalığı göz önüne alınarak, 500 [dönüm]den 1 .000 dönüme kada256

rı, Tarı m Bakan lığı'nca, sahibine bırakılmak sureti ile, yukarıda yazıl ı ortakçı, kiracı ve tarı m i şçilerine, 39. madde gereğince dağıtmaya esas olacak miktara göre, ihti­ yaçları kadarı dağıtı lmak üzere, kamulaştırılabilir. Arazi sahipleri , ya pı lacak tebliğden başlayarak on beş gün içinde, kendilerine ka lacak kısımları seçmedikleri takd i rde, Tarım Bakanlığı, 18. maddedeki esaslar dairesinde bu seçmeyi yaparak, ka mu laştırı lacak yeri bel l i eder. B u madde hük­ münün uygulanmasında, 15 ve 16. maddelerin hüküm leri işlemez. Aral ıksız üç se­ ne o çiftl ik veya köyde ika met etmeyen tarım işçileri hakkında bu hüküm uygu­ lanm az."

Hükumetçe hazırlanan tasarıda , bu değişikliğin gerekçesi ise şöyle açıklanmıştı: "Yürürlükte bulunan kanunun 1 7 . maddesinin uygulanmasında, ka nun hükümle­ rinin bir bütün olara k göz önünde tutulması i le yapılan ka mulaştırmalarda, toprak sahi plerini n itirazda bulunmadıkları ve tatm i n edilmekte oldukları görü lmüştür. Toprak sahiplerini tatmin eden bu yöndeki uygulamalar, yine kanunun 6. madde­ sindeki küçük arazi m ülkü olara k kabul edilmiş olan 500 dönüme kadar a razi üze­ rinde 17. maddenin uygulanması yoluna gidilmemesi ve aynı za manda ortakçı ve kiracı ile işletilmekte bulunan arazide, ortakçı ve kiracıların a ncak i htiyacına yete­ cek kadarının kamulaştırılmış olması i le, kendilerine 500 dönümün üzerinde ve or­ ta bir işletmeyi kuracak kadar arazinin bırakılmış olmasındandır. Bu itibarla, ya pılmakta olan bu değişiklik tasarısında; kanunun 17. maddesin­ deki 'o bölgede 39. madde gereği nce dağıtı lmaya esas tutulan m iktarın, kendi seç­ tiği yerde, ÜÇ katı sahibine bırakılmak' kaydı yerine; vatandaşa kend i el inde ka labi­ lecek toprakların en aşağı haddini kesin olarak beli rtmek ve bu suretle bir işletme emniyetini sağlayabilmek için, 500 dönümden aşağı topraklar üzerinde 1 7 . mad­ denin uygulanmaması ve 500 dönü mden büyük a razide 17. maddenin uygulanma­ sında toprak sahibinin, yine kendi seçtiği yerden olmak üzere, her h alde 500 dönü­ m ü ayırıp kendisinde alıkoyması ve üst tarafından ancak topraklandırı lacak ortak­ çı, kiracı veya tarım işçilerinin ihtiyacı kadarının ka mulaştırılması yoluna gidilm iş­ tir. Bundan başka; iklim, ekonom ik şartlar ve o bölgenin nüfus ka labalığı, toprak sahibi elinde daha fazla arazi bırakıl masını gerektirecek faktörler halinde ise, 500 dönümlük miktarın 1 .000 dönüme kadar çıkarılması için Tarım Bakanlığı'na yetki verilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir. Tatbi katta toprak sahiplerinin kendilerinde kalacak kısımları seçmek hususun­ da lakayt kalmakta oldukları görülmüştür. Maddenin yukarıdaki esaslar dahilin­ de ve toprak sahibi lehine düzenlenmesinden sonra, Toprak Komisyonları' n ı zor du257

rumda bırakan bu cihetin de, müddetle kayıtlandırılarak giderilmiş olması, uygula­ ma bakı m ından zaru ri bulunmaktadır. Bu iti barla, maddeye 'ya pılacak tebliğden başlaya rak on beş gün içinde ken­ dilerinde kalacak kısımları seçmedikleri takdirde, Tarı m Bakanlığı, 18. maddedeki esaslar dairesinde bu seçmeyi yapar' fıkrası ilave edi l miştir. Yürürlükte bulunan 17. maddeni n son fıkrasında, topraklandırılacak tarım işçi­ lerinin geçici mevsim işçisi olup olmadıkları, Tarı m Bakanlığı'nın takdirine bırakıl­ mış bulunmaktad ır. Bunun da kanunda kesin olarak belirtilmiş olması[nın],takdire bırakı l m ış olmasından daha faydalı olacağı düşünü lerek, maddenin değiştiri len yeni şekl ine, 'aralıksız üç sene o çiftlik veya köyde ikamet etmeyen tarım işçileri hakkında bu hüküm uygulan maz' kaydı eklenmiştir."

Tarım Komisyonu ise, söz konusu maddeyi, aşağıdaki gerekçe ile yeniden değiştirecektir: "Bu ka nunun yürürl üğe girmesi nden bugüne kadar en çok itiraza, haklı, haksız mülahaza ve m ünakaşalara yol açan bu maddenin, arazi ve çiftlik sahiplerinin top­ rağa bağl ılığını gevşetmeyecek ve mem lekette istihsalin veri mini artıracak, teknik ziraatin genişlemesine imka n verecek ve topraksızları da göz önünde bulunduracak bir şekilde değiştirilmesi, zaruri görülm üştür. Diğer taraftan, işçisiz ziraat yapıla­ mayacağına ve en küçük arazide bile işçiden vareste kalına mayacağına göre, aynı maddede yalnız ortakçılık ve kiracılık yapanlar göz önünde tutulmuştur. Bu madde ile gerçek kişilerle özel hukuk tüzel kişilerine bıra kılacak miktar 2.000 dönü m [olarak] gösterilmiş, ancak topraksız veya az topraklı ortakçı ve kiracıların yerleştikleri ve işletmekte bulundukları a razinin 1 .000 dönümü sah ibine bırakılmak sureti ile kalan kısmından bunların ihtiyaçlarına yetecek kadarını n veril mesi ka bul edilmiştir. Burada 2.000 dönümden aşağısının da ka mulaştırmaya tabi tutulması karşısında, bu gibilerin 1 .000 dönüme kadar a razisinin, 45. m adde h ükmüne göre, peşin veril mesi adalete uygun görülmüştür."

Tarım Komisyonu'nca yeniden değiştirilen 1 7 . madde şu ha­ li almıştı: "Gerçek kişilerle özel hukuk tüzel kişilerine aid olan ve sahibi tarafından işletil­ meyen arazinin 2.000 dönümden aşağısı ka mulaştırılamaz. Ş u kadar ki, topraksız veya az topraklı ortakçı ve kiracıların yerleşmiş oldukları yerde işletmekte bulun­ dukları arazinin yanında dağılacak topraklar yoks a , [bu takd i rde], 1 .000 dönüm ü kendi seçtiği yerlerde sahibine bırakılmak sureti i le, mezkur ortakçı v e kiracıların, 39. madde gereğince, ihtiyaçlarına yetecek kadarı dağıtılmak üzere, ka m ulaştırı258

labilir. Bu ihtiyaçtan a rta ka lanı sahibine bırakılır. Mal sahi bi, kendisine kalan kı­ sımları, tasarrufunda bulunan ve bu kısımların işletilmesi ile ilgili ya pı ve tesisler­ le beraber, dilediği şekilde işletebi lir. "

Ancak 17. madde, İçişleri Komisyonu tarafından; "sahibi eliyle ( . . . ) işletilen orta arazinin düzenli olup olmadığını şu veya bu de­ recedeki tarım uzman veya memur elemanlarının takdirine bağ­ lı bırakmak doğru olamayacağı ( . . . ) [ve] sahibi elinde işleyen or­ ta işletmelere tereddütsüz tam bir huzur ve hakiki bir istikbal ve inkişaf emniyeti sağlamak üzere" , tasarı metninden tamamen çı­ karılacak ve söz konusu formülasyon, yeniden değiştirilerek, yu­ karıda gördüğümüz şekilde, 1 6 . maddeye dahil edilecektir. Nite­ kim Adalet Komisyonu da, bu görüşe katılacak ve görüşünü şöy­ le ifade edecektir: "Sahibi tarafından işletilmeyi geniş ma nada anlamak gerekir. Miktarı 5.000 dönü­ me varabilen bir orta işletme, işçisiz ve yardı mcısız ola mayacağı için, sahibinin ( ... ) işçi kullan ması, orta işletmeye mani değil, bir bakıma zaruri telakki edilebilir. Ko­ misyonu m uz, bu manada orta işletmelerin teşekkülünün mem leketin istihsal kud­ retini artıracağına ve za manla daha rasyonel orta işletmelerin kurulabilmesine yar­ dım edeceğine inanmış bulunmaktadır. "

Taraklı, incelemesinde, bu madde ile ilgili değişikliği şöyle de­ ğerlendiriyor: "Toprak dağıtı m ına fiilen 1947 yılında başlandığı göz önünde tutulur ise, bu mad­ de, üç senelik bir devreden sonra i ptal edilmiş ve uygulama alanı bulunmadan yü­ rürlükten kaldırı lmıştır."

Yasanın 18. maddesi de , değişik komisyonlarca değiştirilecek ve kamulaştırılacak büyük ve orta arazide, arazi sahibinin kamu­ laştırma dışında kalacak parçaları dilediği gibi seçebilmesi imka­ nı sağlanacaktır. Komisyonlar, hükumetçe hazırlanan tasarıda da önerildiği gibi, kamulaştırma bedelleri ile ilgili konuda da değişiklik yapacaklar ve yasanın 2 1 . maddesi, bu suretle "kamulaştırmalarda 1944 büt­ çe yılı Arazi Vergisi'ne matrah olan kıymetin dört katı kamulaştır­ ma karşılığıdır" şekline dönüşecektir. Taraklı, incelemesinde, bu değişikliği de şöyle yorumluyor: 259

"Ka naatim izce, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun 2 1 . maddesinde 1 950 yılın­ da büyük bir ilke değişikliği yapılm ış[tır]. ( ... ) Kanunun bu maddesinin ilk şekli , ka­ mulaştırılacak arazinin gen işliğine göre, değişik ka m ulaştırma bedelleri ( ... ) [ge­ tiriyordu]. İ lk bakışta, her ne kadar aynı verimlilikteki a razi için aynı bölgede deği­ şik üç ayrı değer çıkmakta ise de, kanun koyucunun buradaki gayesi, değişik ge­ nişlikteki arazilerin hangi hallerde ka mulaştırılacağı ilkesi ile birlikte düşünüldü­ ğünde daha iyi ( ... ) [anlaşıl ıyordu]. Bili nd iği gibi, norma l durumlarda 5.000 dö­ nümden daha geniş araziler ( ... ) [ka mulaştırıl ıyordu]. Kanun, 5.000 dönümün üze­ rindeki arazi genişlikleri için bir istisna tanımadığından, 5.000 dönümün üzerinde­ ki kısım için, 1 944 bütçe yı lı Arazi Vergisi'ne matrah olan değer, ka mulaştırma be­ deli olarak kabül ed ilm işti. Halbuki , Ç iftçiyi Topra kla ndırma Ka n u n u ' n u n 2 1 . ma ddesi n i n ilk şekli nde, 2.000 dönümden fazla ve 5.000 dönümden aşağı a razilerde ka m u laştırma, an­ cak dar bölge ka bul edi len yerlerde tatbi k ( ... ) [ed i l iyord u]. Böylece, bir kısım mal sahi pleri, diğerlerine nazara n mağd u r duruma düştükleri için, ka mulaştır­ ma bedeli , normal d urumun iki katı olarak ka bul edi lerek, mağduriyetleri kısmen giderilm iş[ti] . ( ... ) 2.000 dönümden daha aşağı genişlikteki a razi lerde kam ulaştırmalar, [yasanın 18. maddesi gereği nce], ancak mal sahibi isted iği takd i rde ( ... ) söz konusu oldu­ ğundan, çiftçilikten vazgeçecek kişilerin a razilerin in bu yolla satışın ı teşvik etmek ve dağıtılacak arazi genişliğini a rtırmak gayesi ile, normal kamu laştırma bedeleri­ nin üç m isli bir değer getiri lmişti. Yapılan değişiklikle bahsedilen bu ilkeler tama­ men ortadan kaldırılmıştır. Genel l ikle çiftçi lerin, az vergi ödemek içi n, a razileri nin değerin i gerçek değe­ rinden daha düşük göstermek gibi bir eğilimleri vard ı r. Bundan dolayı, demokratik memleketlerde, vergiye esas değerin ka mulaştırmada esas alınması, hukuki yön­ den uygundur. Ayrıca, kamulaştırma bedel inin daha az bir yükuna baliğ olması ve toprak dağıtı mının genel bütçeye daha az bir yük getirmesi bakımından da, tercih ed ilen bir husustur. Devlet, toprak dağılımında mevcut sosyal adaletsizliğin gide­ ril mesinde daha az masrafl ı yoldan faydalanmam ıştır. Bununla da kalınmamış; 21. maddedeki ka mulaştırma hükm ü ile [ileride göre­ ceği m iz gibi], ( . . . ) [değiştirilen yasa nın] yayını tarihinden önce ka mu laştırı lmış bu­ lunan arazinin ödenmiş veya henüz ödenmemiş bedelleri hakkında da aynı uygula­ ma hükmü getirilmiştir."

Taraklı, incelemesinde, yasanın bir başka önemli boşluğunu da şöyle açıklıyor: 260

"[Yasanın] 24. maddesinde, kanunun 2 1 , 22 ve 23. maddelerinde öngörülen, ara­ zinin vergi değerinin tesbiti için Arazi Vergisi Kanunu'nun yetkilendird iği komisyo­ nun, Tadilat ( ... ) ve Takdir Komisyonları'nın bir ay içerisinde karar vermek zorunda oldukları hükmü getirilm iş ve bu süre, ( ... ) [yasanın değiştiri lmiş şekli ile] on beş güne indirilmişti. Reform n iteliği taşıyan ka nunların buna karşı olan hakim güçle­ rin olumsuz etkileri ni tesirsiz hale getirmek için mü mkün olduğu kadar süratle uy­ gulanması esastır. Bu bakımdan, ka n unun öngördüğü işlemlerin süratle yapılma­ sını tem i nen konulan bu gibi kayıtlamaları, olu ml u bir hüküm olarak nitelendir­ mek mümkündür. Ne var ki, bu kayıtlamanın ya lnız Tadilat ve Takdir Kom isyonla­ rı'nın çalışma larına konulmuş olması, uygula maya beklenen sürati sağlamaya ka­ fi gel mem iştir. Aslında, bu süre kısıtlamasının, Toprak Komisyon ları'nın teşkili, Toprak Kom is­ yonları ' nı n çalışmalarını bitirmeleri , genel m üd ü rlük ve baka nlık seviyesinde[ki] çalışmaların tetkik ve tasdiki için de konu lması gerekirken, bu konularda kanun­ da herhangi bir hüküm bulunmamasını, kanunun d iğer önemli bir noksanlığı ola­ rak kabül etmek gerekir."

Yasanın 33. maddesinde de bir değişikliğe gidilecek ve kamu­ laştırma işlemlerinin başladığı bölgelerde, kamulaştırılacak ara­ zinin belirlenmesi ve ilgililere bildirilmesi işinin , ilan tarihinden itibaren beş yıl içinde tamamlanarak açıklanacağı ve bu ilandan sonra da, o bölgede bu suretle belirtilmiş bulunan arazinin dı­ şında yeniden kamulaştırma yapılamayacağı öngörülecektir. An­ cak, arazinin sonradan edinilmesi halinde, geniş ve dar topraklı bölgelerde belirtilen sınırların üzerine çıkılması veya toprağın iş­ lenmemesi durumunda, yeniden kamulaştırma yapılması müm­ kündü . Taraklı, bu hükmü de şöyle yorumluyor: "Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun 33. maddesinde; kamulaştırma için beli rli bir süre konulması, hem kamulaştırma işlemlerinin öngörülen süre içerisinde bitirile­ rek, uygulamaya sürat kazandırılması; hem de ka mulaştırma işlemlerinin bir yerde biti ri lerek, özel mülk sahi pleri ne arazilerinde ka mulaştırma yapıl mayacağı husu­ sunda güvence verilmesi ve işletmelerinde zirai yatırım ve üretimin azalma masını sağlaması bakı m ından, olumlu ve yerinde bir hükümdür. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun 33. maddesinde getirilen istisnai bir diğer hükme göre, geniş ve dar bölge ilan ed ilen yerlerde, azami işletme genişliğine bir tavan getirilmiş olmaktadır ki; bu konu da, topra k ve insan ilişkilerini düzenleyen ve 261

reform n iteliği taşıya n ka nunlarda a ranılan bir husustur. Ayrıca, toprağın deva m­ lı olarak işletil mesini sağlamak gayesi ile a razinin işlenmemesi halleri için sürekli olarak ka m ulaştırma imkanı ortadan kaldırılmamıştır."

Yasanın değişik 45 . maddesi ile kamulaştırma bedellerinin ödenmesine ilişkin olarak şu hüküm benimsenecektir: "Kamulaş­ tırma bedellerinden 3 . 000 TL ile 1 00 TL'ye kadar kesri nakden; ar­ tanı tahvil ile kamulaştırmanın yapıldığı tarihi takip eden mali yı­ lın ilk üç ayı içinde ödenir. " Taraklı, incelemesinde, b u hükmü şöyle değerlendiriyor: "[Ayrıca , daha önce de deği nildiği gibi, yasan ı n değişik] geçici 3. maddesi, 'ka­ mulaştırma bedel leri nin ödenmesine m ütea llik hükmü, bu ka n u n u n yayı nı tari­ h inden önce ka m ulaştırı l m ış bulunan arazinin öden miş veya henüz öden me m iş bedelleri hakkında da uygulan ır' ilkesin i geti rdiğinden, ka mulaştırma bedel inin ödenmesine i lişkin bütün geçmiş uygulamalar da, neticeleri ile birlikte, 1 950 yı­ lında getiri len değişikl ikte öngörülen şekle göre yapılmış hale (. .. ) [getiriliyor]; ya­ ni, ilk uygu lamaya göre, a razi sahipleri lehine ve Hazi ne'nin aleyh ine bir duru m yaratılmış (. .. ) [oluyordu]. Son ya pılan değişiklik ile taksit işlemi tama men orta­ dan (. . . ) [kaldırı l ıyor]; bir nevi Hazine tahvili haline ( ... ) [dön üştü rül üyor] ve nak­ den ödenmesi öngörülen nisbet de, 1 .000 TL'den 3 .000 TL'ye çıka rılarak, üç mis­ li (. .. ) [artırı lıyordu]."

Tasarının değişik geçici 2. maddesi ile de, yasanın uygulanma­ ya başlandığı bölgelerde, yasanın 33. maddesi gereğince kamulaş­ tırılacak arazinin saptanmasına ve ilanına ilişkin olarak öngörülen beş yıllık süre, tasarının yasalaşmasından sonra, iki yıl daha uza­ tılacaktı. Taraklı, incelemesinde, yasanın gerek değişiklikten ön­ ce, gerekse sonrasında, önemli bir boşluğunu da şöyle açıklıyor: "Kısaca özetlemek gerekirse; devletin dağıtılan a razinin tasarrufu konusunda elin­ de tuttuğu haklar son derece sınırlıdır. İşletme bütünlüğünün korunması konusun­ da (. .. ) [yasada] öngörülen i lkelerin [md. 55-59] en büyük noksan lığı, işletme bü­ tünlüğünün yalnız 25 yıllık süre için korumak isten mesinden (. .. ) [ileri geliyordu]. Bu sürenin sonunda, işletme, yapı ve tesislerin parçalanmasını önleyecek herhan­ gi bir kayıt mevcut değildi. İ şletme bütünlüğünün 25 senelik süre içerisinde korun ­ masına d a h i uygulamada pek imka n yoktu. Çünkü, her şeyden önce, fakir çiftçile­ rin, özel bir kredi kaynağı olmaksızın, d iğer mirasçıların hisselerini satın alarak, iş­ letmenin bütünlüğünü koruma olanakları yoktu. 262

Diğer taraftan, uygula mada bu gibi değişikliklerin izlenmesi için yeterli bir teş­ kilatın yokluğu da buna i lave edilince, kanunla getiri len işletme bütünlüğünü ko­ ruma ilkesi, uygulamada yer bulamaz hale gelmiştir. Kanun hüküm lerine göre, ve­ rilen a razi, ya pı ve tesislerin bütünlüğünün korunması, 25 senelik bir süre içerisin­ de öngörüldüğünden, arazinin bizzat işletilmesi ilkesinin de 25 seneden daha faz­ la devam ı beklenemez[di]. Dolayısıyla, devletin a razinin tasarrufu için elinde bulundurduğu çok kısıtlı kon­ trol i m ka nının da, [toprak] dağıtı mından 25 sene sonra fiilen ortadan ka lktığını (. .. ) [görüyoruz]. Ha lbuki, devlet tarafından fedakarlıklarla meydana getirilen işlet­ me bütün lüğünün denetlenmesinin daha geniş kapsa mlı ve daha uzun süreli ola­ rak deva m etmesi gerekirdi."

Çiftçiyi Topraklandı rma Kan u n u'nu Değ iştirmeyi Öngören Tasarı Hakkında TB M M'de Yapı lan Görüşmeler ve Ta rtışmalar Tasarı, TBMM gündemine ancak 1 950 yılının kış aylarında alına­ cak ve tasarıya ilişkin Meclis görüşmeleri de, ilki ölçüsünde olma­ sa da , bir hayli tartışmalı geçecektir. 2 56 CHP milletvekili Ahmet Remzi Yüregir, TBMM'de yaptığı ko­ nuşmada, yasanın uygulama şeklini ve hızını şöyle eleştiriyordu: " Kanunun tatbikatına girişilmesinde betaet ve adalet seviyesinden daha aşağı bir yürüyüşle gidilmiştir. Bu , hakikaten topraksız (. . . ) insanların (. . . ) arzusuna hiçbir surette cevap vermemiş ve bu in­ sanların toprak kokusu hasreti, toprağa kavuşma iştiyakı, hemen hiç tatmin edilmemiştir. " Yüregir, konuşmasında, dağıtılan arazi­ nin devlete, vakıflara ve belediyelere aid verimsiz araziler olduğu­ nu ileri sürüyor; yasanın uygulamaya geçilmesinden sonraki üç yılda toplam 40.000 nüfusa toprak dağıtılabildiğini ve bunun da, topraksız çiftçi ailelerine oranının ancak binde bir olduğunu açık­ lıyordu . Yüregir, 8 milyon nüfusa toprak dağıtılması gerektiğine dikkat çekiyor ve yasanın bu hızla ancak beş yüz yılda uygulana­ bileceğini belirtiyordu . Yüregir, yasanın kabül edildiği 1 945 yılından sonra, büyük top­ rak sahiplerinin arazilerini çocuklarının ve akrabalarının üzerine 256 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Ci lt: 25, 62. Birleşim, (10.3.1950). Bundan sonra bu konuda verilecek bü­ tün bilgiler için, dipnotlarda aksi gösterilmediği takdirde, aynı kaynak kullanılacaktır.

263

geçirdiğini ve bunun sonucunda da Türkiye'de artık fiilen 2.000 ila 5 .000 dönüm arası arazi sahibinin kalmadığını, oysa yeni ta­ sarının 2.000 ila 5 .000 dönüm arası arazilerin kamulaştırılmasını önlediğini vurguluyordu. Yine CHP milletvekili Kemal Yiğitoğlu da, Yüregir'in görüşleri­ ne katılıyor ve değişikliğin asıl hedefinin, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun içerdiği amaçların ortadan kaldırılması olduğunu ile­ ri sürüyordu. Ancak, öngörülen değişikliklerin yetersiz olduğu gö­ rüşünde olanlar da vardı. Örneğin, DP milletvekili Muammer Ala­ kant, 5 . 000 dönüme kadar arazinin kamulaştırma dışında kalması gerektiğini savunuyordu. Diğer yandan, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tasarısının ha­ zırlayıcısı ve tasarının yasalaşması sürecinde Tarım Bakanı olan Şevket Raşit Hatipoğlu , tasarının geri çekilmesini istiyor ve MP milletvekili Ahmet Tahtakılıç da, Hatiboğlu'nun talebine katılıyor; yasanın tecrübe tahtası haline getirildiğinden dolayı şikayet edi­ yordu. CHP milletvekili Emin Soysal da , tasarının red edilmesini istiyordu. Buna karşılık, yine CHP milletvekilleri Sabit Sağıroğlu ile Sinan Tekelioğlu , tasarıyı destekliyorlardı. CHP milletvekili İb­ rahim Arvas, CHP'nin de yasanın değiştirilmesi gerektiği görüşün­ de olduğunu; CHP Yedinci Büyük Kurultayı'nda ve CHP Manisa il kongresinde bu yönde kararlar alındığını açıklıyor ve tasarının adaleti geri getireceğini ileri sürüyordu. Arvas'a göre, "evvelki 1 7. madde, vatandaşın elinden malını yok pahasına aldığı için, zaten anayasaya [da] mugayirdi. " TBMM'de söz alan konuşmacıların yasayı ve o dönemde yasa­ nın sözcülüğünü yapan Tarım Bakanı Şevket Raşit Hatipoğlu'nu sık sık ve sert bir üslupla eleştirmeleri ve adeta onu günah keçisi olarak hedef göstermeleri üzerine; Hatipoğlu, söz alacak ve toprak reformunu ve yasayı savunmaya çalışacak, ancak bunu yaparken epey zorlanacak ve daimi surette son derece alttan alan bir ifade ile savunma halinde kalacaktır. Buna karşın TBMM'de Hatipoğlu'nu destekleyen bir konuşma da olmayacaktır. CHP milletvekili Cevdet Kerim Incedayı ise, tarafların görüş­ lerini abarttığını ileri sürerek, bir uzlaşma sağlanmasını istiyor­ du . Yine CHP milletvekili Sabit Sağıroğlu da, yasanın 1 945 yılın­ da 300 imzalı bir önerge şeklinde ve normal olmayan bir yöntem264

le kabul ettirildiğini açıklıyor ve bu yöntemi sert bir üslupla eleş­ tiriyordu . 257 Hatırlanacağı gibi, tasarının amansız bir muhalifi olan millet­ vekili Emin Sazak ise, değişikliği şöyle yorumlayacaktır: "Hatanın neresinden dönersen kardır. Zararın neresinden dönersen kardır. " Sazak, sadece bataklıkların kurutulması halinde dahi herkese ye­ tecek kadar toprak dağıtılabileceğini ileri sürüyordu. MP milletve­ kili Ahmet Tahtakılıç da , yasanın CHP tarafından dahi benimsen­ mediğini belirtiyor ve yasanın uygulanmaya başlamasından sonra, üç yılda toplam sadece 36.000 dönüm şahıs arazisinin kamulaştı­ rıldığını açıklıyordu. Tahtakılıç, o dönemde TBMM'de olağan bir şekilde görüşülemeyen yasanın 1 7 . maddesinin de daha başta hata yapılarak kabul edildiğini yineliyordu . Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'na ilişkin bütün bu eleştiri­ lere karşı Adalet Komisyonu adına söz alan CHP milletvekili Ab­ durrahman Konuk, toprak dağıtımında esas olacak görüşü şöyle ifade ediyordu: "Bugün dağıtılması lazım gelen, dağıtılması kabil olan ve dağıtıldığı zaman müsmir olacak o kadar çok toprak var­ dır ki, bunları bir yana bırakıp, işletilmekte olan topraklara hü­ cum etmek, işin kolay tarafıdır. " Nitekim, Tarım Komisyonu söz­ cüsü CHP milletvekili Yaşar Özey de, Türkiye'de herkese yetecek kadar toprak bulunduğunu ileri sürüyordu. Zamanında tasarının şiddetli muhaliflerinden olan CHP milletvekili Cavit Oral ise, bu sırada artık Tarım Bakanı sıfatı ile TBMM'de yaptığı konuşmada, o dönemde 1 7. maddeye şiddetle karşı çıktığını anımsatıyor ve ta­ sarı ile yasanın bazı sivri taraflarının düzeltildiğini şöyle ifade edi­ yordu: "Bu tashihte ise, hakim olan zihniyet, böyle mühim ve hayati bir reformun, hu kükT bi r düzen içinde ve içti m ai m uvazene ve ada let h islerine ve ka idelerine uygun olarak, mem leketin sosya l ve ekonomik i nkişaflarının da göz önünde tutu l m a ­ sı i le, d a h a faydalı v e hayırlı son uçlar vereceği kanaatinden i leri gel m iştir. (. . . ) Toprak dağıtımında rasyonel b i r sistem tatbik ed i l mediği takd i rde, vücüda ge­ lecek cüce işletmeleri n gü mra h ve veri mli bir ziraat[in] gel işmesine engel olaca­ ğı malü m[d ur]. (. .. ) 257 Sağıroğlu, konuşmasında, "yüksek makamların da güya böyle bir em(i]r[ler]i varm ış g ibi istismar" edildi­ ğini ileri sürüyordu. Böylece muhtemelen İ smet İ nönü'nün yasanın kabulü sürecindeki rolünü göz ardı et­ mek istemişti. TBMM TD, (aynı yerde), (13.3. 1 950) .

265

Ziraatin gelişmesine ve istihsalatın a rtmasına çok ve şiddetle ihtiyaç olan bu mem lekette, bu m ühi m problemi çözebilmek için, başta gelen faktörlerden birinci­ sini, hatta esasını ve temel taşını teşkil eden toprak mülkiyeti rejim inde istikrar, tasarruf hakkında güvenlik, ilk ve en ciddi bir şart olarak belirir. ( ... ) Kanuna son­ radan ilave ed i len 1 7 . madde old uğu gibi kalacak olursa, bu maddenin mem le­

ket ziraatinde yarattığı toprağa karşı emniyetsizlik havası devam edecek[tir]." 258

Oral, yasanın ve bu arada 1 7. maddenin değişiyor olmasının ül­ kede güven havasını yeniden yarattığını da belirtiyordu. Tasarı, CHP milletvekili Ahmet Remzi Yüregir'in tasarının bu hali ile ar­ tık toprak dağıtılmasının mümkün olamayacağı yolundaki uyarı ve eleştirilerine karşın, bazı maddelerde yapılan önemsiz değişik­ likler ve eklemelerle benimsenecektir. 259 Örneğin, DP milletvekili Muammer Alakant'ın tasarının 1 6. maddesini eleştirmesi ve bu hüküm uyarınca, ortakçılık sistemi­ nin uygulanamaz hale geleceğini belirtmesi ve bunun da anayasa­ ya aykırı olduğunu vurgulaması üzerine; söz konusu madde yeni­ den düzenlenecek ve maddenin son fıkrası şu hali alacaktır: "Ma­ halli imkan ve şartlara göre, gerekli tesis ve donatımı olduğu hal­ de, sahibi tarafından işletilen orta arazi kamulaştırılamaz . " 260 CHP milletvekili Şükrü Sökmensüer ise, tasarının bu halinin sade­ ce toprak sahiplerini sevindireceğini ileri sürüyordu.261 Tasarının oylamasına 282 üye katılmış ve tasarı, 2 6 1 üyenin ka­ bul oyu ile benimsenmişti. Tasarıya on beş üye de red oyu vermiş­ ti. Bu üyeler arasında; Falih Rıfkı Atay, Mümtaz Ökmen, Nürettin Ünen, Şükrü Sökmensüer, Adnan Adıvar, Şevket Raşit Hatipoğlu , Emin Soysal ile Hüseyin Ulusoy da bulunuyordu. Bu isimler ara­ sında sadece Adnan Adıvar, CHP milletvekili değildi. Adıvar, DP listesinden seçilmiş bağımsız milletvekiliydi. Başbakan Şemsettin Günaltay, 1950 yılının Mayıs ayında , mil­ letvekili seçiminden hemen önce, radyoda yaptığı bir konuşma258 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Cilt: 25, 64. Birleşi m , ( 1 4.3. 1950). 259 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Cilt: 25, 65., 66., 67. ve 70. Birleşim ler, ( 15, 16, 17 ve 22.3. 1 950). Diğer ya ndan, tapulama kanun unda ya pılan bir değişiklik ile Toprak ve İ ska n İ şleri Genel Müdürlükleri'nin birleş­ tiril mesini öngören yasa tasarısının kabülü için bkz. TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Cilt: 25, 66., 67. ve 68. Birleşimler, ( 1 6, 17 ve 20.3.1 950). 260 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Cilt: 25, 64. Birleşim, ( 1 4.3. 1950). 261 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Cilt: 25, 70. Birleşim , (22.3. 1 950).

266

da, " mü esses tarım faaliyetini sarsmayacak bir şekilde tatbiki için" yasada önemli değişiklikler yapıldığını açıklıyor ve bu deği­ şiklikler ile " orta işletmelerin bütünlüğünün" korunduğunu be­ lirtiyordu . 262 Yasada yapılan değişiklik, aslında CHP içinde de toprak refor­ muna karşı olan grubun ağırlığını bütün açıklığıyla ortaya çıkar­ mıştı. Yasanın değiştirilmesi, tam da seçim öncesine denk gelmiş­ ti. Muhtemelen CHP , bu şekilde seçmen desteğini kazanacağını düşünüyordu . Büyük toprak sahiplerinin korunmasının seçmen düzeyinde destek sağlaması daha düşük bir ihtimaldi. Daha bü­ yük bir ihtimal, aslında toprak reformu fikrinin toprak sahibi olan bütün kesimleri rahatsız etmesiydi. Herhalde elinde toprağı olan bütün çiftçiler, uygulamanın kendilerini de rahatsız edebileceğin­ den çekiniyorlardı. Bu bakımdan iktidarın bu hamlesini, bu geniş seçmen kitlesini yeniden kazanma düşüncesi olarak da yorumla­ yabiliriz.

1 4. ORMAN KAN U N U'NA i LiŞKiN TARTIŞ MALAR VE YAN KILARI ( 1 945- 1 9 50) Tam bu noktada, yeniden bir kronolojik sıçrama yapmak pahası­ na, dönemin tümünü göz önüne alarak, orman kanunundan 263 ve uygulamasından doğan siyasi sorunları da ele almak yararlı ola­ caktır. Orman yasası da, hiç kuşkusuz, tıpkı toprak kanunu kadar tepki çeken ve tartışmalara neden olan bir yasaydı. Orman sorunu, dönem içinde önemini koruyacak ve değişik vesilelerle gerek ikti­ dar ve gerekse muhalefet tarafından zaman zaman gündeme geti­ rilecektir. Bu dönemde orman meselesinin nasıl değerlendirildiği­ ne ilişkin bazı örnekleri bu kısımda sunmak istiyorum . Recep Peker Hükümeti'nin programı, 1 4 Ağustos 1 946 tarihin­ de Meclis'te görüşülürken, CHP milletvekili Sırrı İçöz, orman ya­ sasının uygulanmasını eleştiriyordu. 264 Peker Hükümeti'nin prog­ ramında ise, "Orman kanunun ruhuna ve gayesine tamamen sadık kalmakla beraber, tatbik şekil ve usullerinden doğan güçlükleri gi262 Kuruç, İktisat Politikasının Resmi Belgeleri, s. 1 1 2-1 1 3. 263 Orman yasasına ilişkin olarak ayrıntılı ve geniş bilgi için bkz. Cemil Koçak, İkinci Parti,

s.

503-516.

264 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: Olağanüstü, Cilt: 1, 3. Birleşim, (14.8.1945).

267

derecek tedbirleri alacağız" deniliyordu. 26 5 Böylece daha ilk adım­ da yasanın uygulanmasında sıkıntılar olduğu açıklanmıştı. Orman yasası ve uygulaması , CHP'nin ilk kongrelerinde de gündeme geliyor ve bu konudaki şikayetler sıralanıyordu. 266 Or­ man yasası, uygulaması yüzünden, CHP Yedinci Büyük Kurulta­ yı'nda da tartışma konusu olmuştu. 267 Tarım Bakanı Tahsin Coş­ kan, kurultayda yaptığı açıklamada, parti programında yer alan or­ manlarla ilgili hükmün kurultaya sunulan yeni programda öneril­ diği şekilde benimsenmesi halinde, "son orman kanununun mem­ lekete uygun görülmeyen kısımlarının değiştirileceğini şimdiden" bildiriyordu . Coşkan, yasanın uygulanmasına ilişkin olarak da şu açıklamayı yapmıştı: "Kanun çıkarılmış, fakat geniş olduğu için, tatbikatta bazı aksaklıklar olmuştur. Bunu itiraf etmek lazımdır. (. . . ) Bu işle iştigal eden gençler, (. . . ) bu hususta biraz taassup gös­ termiştir ve bundan dolayı da birçok gayri memnunlar meydana gelmiştir. (. . . ) Biz de, geçmiş zamanı da göz önüne alarak, idare bakımından bunu düzenleyeceğiz. " Başbakan Hasan Saka da, ben­ zer görüşleri dile getiriyordu : "Bugünkü orman durumumuz bizi müsterih edecek vaziyette değildir. Hakikati, acı da olsa, ortaya koymak ve onunla karşı karşıya kal mak, kararlı insanların vasfı ol­ mak icab eder. (. .. ) Samimiyetle itiraf edeyim ki, bütün gayretleri m ize rağmen, biz orman idaresinde ve ormanla rımızın ihtiyaçları m ıza elverişli bir hale konulmasın­ da ve tutulmasında henüz sali m bir metod bulmuş ve bunu tatbike koymakta m u­ vaffak olmuş sayılamayız. (. .. ) Ormanların işletilmesini devlet elinde bulundurmak [ve] devlet idaresi halinde orman işletmek, zanned ildiği gibi, herh angi bir doktri­ nin hususi icabı değildir. ( . . . ) Biz sadece ( ... ) ilmi ve tecrübi hakikatlerin icabına uyma ktan başka bir şey ya p­ mayarak, nihayet yavaş yavaş orman işletmelirini b i r devlet işletmesi haline getir­ miş bulunuyoruz. Bu esas prensibin işletme esasları nda hiçbir a rkadaşın, gerek di­ lek komisyonlarında, gerekse dışarıda buna dair m uhalif b i r fikir söylendiğine te265 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: Olağanüstü, Cilt: 1, 3 . Birleşim, (14.8.1945); Arar, Hükumet Programları (1 920-1965), s. 1 62-185. 266 CHP İ stanbul İ li, 1 946 Yılı İl İdare Kurulu'nun 1 945-1946 [Yılları] Çalışma Raporu, (2 Şubat 1947), s. 1 1 5, 125-126, 209-212 ve 226-227. CHP 1947 Büyük Kurultayı'nda dile getirilen bir talep de, orman meselesin­ de orman köylülerine yönelik alınması gereken önlemlerdi. CHP Yedinci Kurultayı'na Sunulan il Kongrele­ ri Dileklerinin Özetleri. 267 CHP Yedinci Büyük Kurultayı Tutanağı, s. 123, 128-132, 152-153 ve 482-483. Bundan sonra bu konuda verilecek bütün bilgiler için, dipnotlarda aksi gösteri lmediği takdirde, aynı kaynak kullanılacaktır.

268

sadüf etmedim. Yaptığım ız son ka nununun tatbikatı, ben de itiraf edeyi m , hiçbiri­ mizi tatmin edecek bir vaziyette değildir. Bilhassa bunun eki olan bir kanunda, zannediyorum ağaç sahibi olmak, ağa­ cından istifade etmek hakları, halkımızdan adeta esirgenmiş bir manzara göster­ mektedir ve halkımız bu hususta beyhude yere bir takım tatbikat müşkülatı ile kar­ şılaştırılmıştır. Bütün ya pacağımız şeyler, kısa za mana aid olsa , tecrübelerimizin bize gösterdiği şekilde, bu noksanları ıslah etmek ve halkımızın aza mi derecede ih­ tiyaçlarını, eli m izdeki membaların imka nları ile mukayyed olarak karşılamak ve ay­ nı zamanda esası muhafaza etmek mecburiyetinde olduğu m uzda n bütün üyelerin bizim gibi düşündüklerinde ve kabul ettiklerinde şüphe ve tereddüt etmiyoru m . ( . . ) .

Halkı m ızın elinde ağaç topluluğu denilen orma n bulunmasına hiçbir mani yok­ tur. Eğer kanunlarımızda böyle bir takı m noksan h ükümler varsa, bunları süratle ikmal ederiz. ( ... ) Halk, hususi ağaç tasarrufuna, kendisine aid arazi üzerinde ağaç yetiştirmeye m uhtaçtır. Hiçbir kayıt ve mua meleye tabi olmaksızın, toprağından is­ tihsal ettiği mahsul gibi, ona serbestçe istifade hususunda bütün imkanları ver­ mek, belki mevcut ka nunları m ızın en boş taraflarından birisid ir. Bunu da süratle ikmal etmek mecburiyeti ndeyiz. Bu itibarla, değil şahıslara , ferdi teşebbüs sahip­ lerine aid ağaç topluluklarından halkın serbestçe istifadesini güçlendirmek, hatta halkın kendi i htiyacına yetecek derecede, kendi toprakları üzerinde, tarlasının ke­ narında, sulu yerinde ağaç yetiştirmek arzusunu duyduğu, buna heves ettiği takdir­ de, hem onları teşvik etmek için memlekette koru halinde konulmak istenilen par­ çalara aid mükellefiyetlerinin de bağışlanmasına taraftarım."

Trabzon delegesi Kemal Kefeli de, "orman kurumu teşkilatı saltanatı"ndan söz ediyordu. Onun konuşması, Erzurum delegesi Hüseyin Kaya tarafından da desteklenmişti. Denizli delegesi Esat Kaymakçı ise , orman yasasını eleştiriyordu . Bu eleştiriler CHP milletvekili Ali Rıza Arı tarafından de desteklenmişti. CHP'nin 194 7 yılında kabul edilen yeni programında ise şu hü­ küm göze çarpıyordu : "Orman kanununun esasları mahfuz kalmak şartı ile 4785 sayılı kanun hükümle­ rinin gözden geçiri l mesini ve ihtiyaca uygun bir hale sokulmasını gerekli buluruz. Yetiştirilecek özel ormanların ka m ulaştırılmayıp, bu yolda teşebbüse girenleri teş­ vik etmeyi ve bunlara her türlü yard ı m ı yapmayı faydalı sayarız."

Programın aynı konudaki diğer maddeleri de şöyle düzenlen­ mişti: 269

"Devlet ormanlarının devletçe işletil mesi esastır. Bu işletmelerin orman içlerinde ve kenarlarında yaşaya n köyl ülere iş temin edici şekilde çalışmalarını ve kereste endüstrisi ile meşgül ol mamalarını gerekli buluruz (md. 5 1 ) . Ormanlardan ha lkın kereste, yakacak ve yakılık ihtiyaçlarını kolaylaştırmakla beraber, yakacak istihsalini sağla mak için, bir tedbir olmak üzere, linyit işletmele­ rine önem vereceğiz (md. 5 2).268

Orman yasası , 1 948 yılı başında , CHP Meclis Grubu'nda da gündeme gelmişti. Basında yer alan haberlere göre; hükumet, ya­ sada değişiklik yapılacağını açıklamıştı. CHP Meclis Grubu da, hükumetle mutabakat halindeydi. Aynı yıl yapılan Türkiye İktisat Kongresi'nde269 de Şeref Nuri tlmen, mevcut yasayı savunuyor ve geriye dönülmemesi için çağrıda bulunuyordu. Fakat yasa aleyhi­ ne konuşmalar da söz konusuydu. 2 70 Bu sırada CHP'nin taşra örgütünün kongrelerinde de aynı ko­ nuya değiniliyor ve orman yasasının değiştirilmesi isteniyordu . Örneğin CHP Aydın il kongresinde ilçe kongrelerindeng elen di­ lekler bu yöndeydi. 27 1 1949 yılı başında Meclis'te görüşülen Şem­ settin Günaltay Hükümeti'nin programında da, "orman kanunu­ nun esas prensiplerini muhafaza edecek ve fakat halkımıza kolay­ lıklar sağlayacak yeni tadil tasarısını yakında büyük Meclise suna­ cağımızı bildirmek isteriz" deniliyordu. 2 7 2 DP İkinci Büyük Kongresi'nde de orman yasasında değişiklyik yapılması talebi gündeme gelmişti. 2 73 Bayar da, seçim öncesinde, orman yasası üzerinde duracak ve gerek yasayı ve gerekse uygula­ mayı eleştirecektir. 2 74 Fakat toprak yasasının aksine, bu yasa de­ ğiştirilmeyecektir.

268 CHP Programı, (Madde 50, 51 ve 52); CHP Yedinci Büyük Kurultayı Tutanağı, s. 482-484. 269 Bu konuda ayrıntıl ı ve geniş bilgi için bkz. Cemil Koçak, Dönüşüm, s. 693-7 13. 270 İktisadi Yürüyüş, Yıl: 9, Ci lt: 9, Sayı: 213-214-215-216, (1948 Türkiye İ ktisat Kongresi Özel Sayısı, (31 Ara­ lık 1 948). 271 CHP Aydın lı Kongresi (JD Aralık 1949) (İl İdare Kurulu Çalışma Raporu). Ayrıca bkz. CHP Ankara il Kong­ resi'ne Sunulan 1 947-1948 [Yılları] Çalışma Raporu, (Toplantı Tari nhi: 26 Mart 1 948), s. 12-13. 272 Arar, Hükumet Programları (1 920-1965), s. 206. Ayrıca bkz. AT, Sayı: 186, (Mayıs 1 949); Abidin Daver, "Yeni Kabinenin Program ı " , Cumhuriyet, (24. 1 . 1 949). 273 Hürriyet, (24.6. 1 949); Cumhuriyet, (24.6.1949). 274 Celal Bayar'ın 1 946, 1 95D ve 1 954 Yılları Seçim Kampanyasındaki Söylev ve Demeçleri, s. 59 ve 75.

270

1 5 . SOL ÜZERi N E TERÖR (111): NAZIM H I K M ET'I N AF KAMPANYASI VE ÇIÇE KPALAS O LAYI Hatırlanacağı gibi, N azım Hikmet, daha Atatürk hayatta iken, 1938 yılı başlarında, Kara Harb Okulu'nda askeri isyana teşvik su­ çundan ve Askeri Ceza Kanunu'nun 94. maddesi gereğince Harb Okulu Askeri Mahkemesi'nde on beş yıl hapse mahkum olmuş ve hemen ardından da bu hüküm temyizce onaylanmıştı. Diğer yan­ dan; Nazım Hikmet, yine aynı yıl, bu kez de donanmada askeri is­ yana teşvik suçlamasıyla Donanma Komu tanlığı Askeri Mahke­ mesi'nde yargılanmış ve Askeri Ceza Kanunu'nun yine 94. madde­ si uyarınca, bu kez de yirmi yıl hapse mahkum olmuştu. Bu karar da temyizce onaylanmıştı. Bu iki cezanın birleştirilmesi sonucun­ da Nazım Hikmet'in toplam yirmi sekiz yıl dört ay hapis yatması gerekiyordu. 275 1938 yılında çıkan af yasası da, Nazım Hikmet'in suçunu af kapsamı dışında bırakmıştı. Nazım Hikmet adı zaten sakıncalıydı; bundan sonra ise uzun yıllar için tamamen silinecektir. Yine hatırlanacağı gibi, rejim de­ ğişikliğinin gündeme geldiği 1 94 5 yılının sonlarında Tan gazete­ si, siyasi aftan söz etmişti. Ancak o günden sonra bu konu bir da­ ha gündeme gelmemişti. Bununla birlikte, Cumhuriyet gazetesi , '46 seçiminden hemen sonra verdiği bir haberde, bir af yasa tasa­ rısının hazırlandığım duyuruyordu. 276 Nitekim, Nazım Hikmet'in değişik kişilere yazdığı mektuplardan zaman zaman bir af olasılı­ ğının belirdiği görülüyor. Ancak, bu tür haberlerden somut bir so­ nuç alınamayacaktır. Diğer yandan, Nazım Hikmet'in zaman za­ man değişik hukuk yollarına başvurduğu da biliniyor. Ancak, bu 275 A. Kadir, 1 938 Harb Okulu Olayı ve Nazım Hikmet; Kemal Sülker, Nazım Hikmet Dosyası; Fuat Uluç, Na­ zım Hikmet ve 1 938 Harb Okulu Olayının Gerçek Yönü; Zekeriya Sertel, Mavi Gözlü Dev; Rady Fish, Na­ zım'ın Çilesi; Ayd ı n Aydemir, Nazım; Vala Nureddin (Va-Nü), Bu Dünyadan Nazım Geçti; Atilla Çoşkun. Nazım'ın Siyasal Yaşamı ve Davaları; Yalçın Küçük, İtirafçılar, s. 57-64. Ayrıca bkz. Cem il Koçak, "Nazım Hikmet Mahkumiyetinden Sonra Neden Yurt Dışına Çıkmadı?", Star, (8 Ağustos 2015); Cemil Koçak, "Na­ zım Hikmet' i n Mahkum iyeti ve Sosyalist Literatür", Star, (15 Ağustos 2015); Cem i l Koçak, "1938 Donan­ ma Davası ve Ünlü Kalem lerin Af Beklentisi", Star, (22 Ağustos 2015); Cem i l Koçak, "Sosyalistler Resmi Tarih mi Sever?", Star, (29 Ağustos 2015). İ lginç bir ayrıntı ise, bu tarihten çok kısa bir süre sonra , 1939 yı lının yaz aylarında, Türkiye'de sosyalist hareketin önde gelen siyasi kişiliğı Şefik Hüsnü Değmer' i n bizzat kendi başvurusu ve talebi üzerine ve İçişleri Bakanlığı'nın da izni ile yurt dışından Türkiye'ye geri dönme­ si ve 1940-194 1 yıllarında Türk ordusunda yüzbaşı rütbesi ile görev a lmasıd ır. Mumcu, 40'1arın Cadı Ka­ zanı, s. 98. 276 Cumhuriyet, (28.7. 1946).

271

girişimlerden de bir sonuç çıkmayacaktır. 2 77 Nazım Hikmet'in mektuplarından anlaşıldığı kadarı ile; Nazım Hikmet'i Bursa cezaevinde ziyaret eden ilk gazeteci, 1 948 yılının Ocak ayında Ahmet Emin Yalman'dı. 278 Hürriyet gazetesi , 1 948 yılının Eylül ayında, bir genel af ilanının yararlarından söz ede­ cektir. 2 79 1949 yılının ilk günlerinde TBMM'de gündeme gelen CHP mil­ letvekili Necdet Yücer ile MP milletvekili Reşat Aydınlı'nın öneri­ si olan af yasa tasarısı vesilesi ile ülkede 32.000 mahkum ve tutuk­ lunun bulunduğu açıklanacaktır. Aslında Adalet Komisyonu, ta­ sarının reddinden yanaydı. Fakat Meclis'te söz alan konuşmacılar affın yararından ve gereğinden söz ediyorlardı. Bununla birlikte, TBMM'de çoğunluk, Adalet Komisyonu raporunu kabul edecek ve af yasa tasarısı red edilecektir. 280 Ahmet Emin Yalman, aynı yılın yaz aylarında, Nazım Hikmet ismini yıllar sonra ve ilk kez basının ve kamuoyunun gündemine getiriyordu . Yalman'a göre, Nazım Hikmet'e haksızlık yapılmıştı ve bu karar, adalet tarihinde kara bir lekeydi. Yalman, yazısında, sesini yükselttiğini ve bunun da yankı bulacağından ümitli oldu­ ğunu belirtiyordu. Nazım Hikmet, ne Sovyet ajanı, ne de komü­ nistti. Sadece haksız yere mahkum olmuş ve cezaevinde kalmıştı. 277 Aydın Aydemir, age, s. 302-307; Nazım Hikmet, Bursa Cezaevinden Va-Nii'lara Mektuplar, s. 83, 86, 99, 107, 1 19-120, 1 24, 132, 136, 138; Vala Nurettin (Va-Nü), age, s. 398-402; Nazım Hikmet, Kemal Tahir'e Mapusaneden Mektuplar, s. 14-19, 22, 27, 80, 1 73, 186, 206, 208-209, 218, 220, 223-234, 239-240, 243, 250, 258-259, 262, 280, 284, 295, 300, 306, 3 16 , 332, 348, 364, 370, 377, 381, 389, 391-393, 395, 402; Yeni Dergi, Yıl: 3, Sayı: 29, (Nazım Hikmet'in Suçsuzluğu Özel Sayısı), (Şubat 1967); Atilla Çoşkun, Nazım'ın Siyasal Yaşamı ve Davaları, s. 182-191; Küçük, Aydın üzerine Tezler ( 1 830-1980), (Cilt: 4), s. 141- 142. 278 Nazım İle Piraye, (Mektuplar/Şiirler), s. 257: Vala Nurettin (Va-Nü), age, s. 399; Nazım Hi kmet, Kemal Ta­ hir'e Mapusaneden Mektuplar, s. 396; Mehmet Ali Sebük, Nazım'ın Özgürlük Savaşı, s. 34-35. Kemal Sül­ ker, 13 Ocak 1948 tarihini veriyor. Kemal Sülker, "Nazım İçin Toplantı: 1 950", Yeni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 34, (26 Ekim- 1 Kasım 1986). Ayrıca bkz. Yavrucuk, Komünist Nazım Hikmet'in 1 85 Himayecisine, s. 5. Millet dergisinin, bizzat Nazı m Hikmet'in hapishaneden yazdığı mektuplarda da sözünü ettiği ve eleştirdiği, Na­ zım Hikmet aleyhindeki yazısı için bkz. Kemal Sülker, agm, Yeni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 34, (26 Ekim-1 Kasım 1986); Nazım Hikmet, Kemal Tahir'e Mapusaneden Mektuplar, s. 376. Nazım Hikmet'in Millet dergisinde kendisi aleyhine yazı yazan Rıza Çavdarlı 'ya ilişkin görüş, eleştiri ve şikayetleri için bkz. Nazım Hikmet, Ke­ mal Tahir'e Mapusaneden Mektuplar, s. 365-367 ve 373, 376, 396 ve 400. Çavdarlı için bkz. Cem i l Koçak, TMŞD, (Cilt: 1), s. 5 10. 279 Hürriyet, (5.9. 1948). 280 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt 16, 47. Birleşim, ( 1 8.2.1949). Ayrıca bkz. Cumhuriyet, (19.2. 1949); Hürriyet, (19.2.1949). Af yasa tasarısının Adalet Komisyonu'nda red edi ldiğine ilişkin haber için bkz. Hür­ riyet, (1 7.2. 1949).

272

Ayrıca, Nazım Hikmet, cezaevi koşullarında ölüme de yaklaşmıştı ve annesi Celile Hanım da üzüntüsünden kör olmuştu. 281 Bu , yıl­ lar sonra basında Nazım Hikmet için yazılan ilk yazıydı ve hayli dramatik unsurlar taşısa da, cesurane bir çıkış sayılırdı. Yalman'ın bu yazısı, gerçekten de etkili olacak ve bazı CHP mil­ letvekilleri, Nazım Hikmet'in af edilmesinden yana olduklarını açıklayacaklardır. 282 Askeri mahkeme emekli yargıçlarından Sela­ mi Helvacıoğlu da, bir yazısında Nazım Hikmet'i savunuyordu. 283

Vatan gazetesinde 12 Eylül ile 16 Ekim tarihlerinde yine Nazım Hikmet konusunda yayınlanan yazılar da göze çarpıyordu. 284 Ah­ met Emin Yalman, bu gelişmeden bir süre sonra , Nazım Hikmet ile Bursa cezaevinde yapılan bir röportajı da , yine Vatan gazetesin­ de yayınlayacaktır. 28 5 Bu yazılardan sonradır ki, Nazım Hikmet'in avukatı Mehmet Ali Sebük, Kasım ayında, Nazım Hikmet'in zamanında adli bir hata sonucunda mahkum olduğunu ileri sürecektir. Sebük, bu konuda yaklaşık birer hafta ara ile iki yazı daha yazacaktır. 286 Neredeyse 281 Ahmet Emin Yalman, "Tevfik Fikret ve Nazım Hikmet", Vatan, ( 19.8.1949); Yeni Dergi, Yıl: 3, Sayı: 29, (Na­ zım Hikmet'in Suçsuzluğu Özel Sayısı), (Şubat 1 967). Ayrıca bkz. Fish, age, s. 389-390; Yavrucuk, age, s. 5; Sebük, age, s. 34-35; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 145-146. Nazım Hikmet' in, Yalman'ın bu yazısı üze­ rine, Yalman'a yazdığı ve hakkında yazılanları tekzib eden mektubu için bkz. Fish, age, s. 390; Vala Nurettin (Va-Nü), age, s. 400; Yeni Dergi, Yıl: 3, Sayı: 29, (Nazım Hikmet'in Suçsuzluğu Özel Sayısı), (Şubat 1967). 282 Vatan, (27.8. 1 949). Bu sırada TBMM' de özel af yasa önerileri de görüşülüyor ve kabul ediliyordu. Ö rneğin, hakime hakaretten dolayı hakkında dava açılan ve dört ay ha pis ve 66 TL para cezasına mahkum olan Al­ bay İ smail Hakkı Seskir'in cezası, kısa bir süre önce, Haziran ayında, yaşı ve Albay oluşu gözönüne alına­ rak, tüm hukuki sonuçları ile af ed il mişti. Bkz. TBMM TD, Toplantı: 2, 1 06. Birleşim, (10.6.1949). 283 Aydın Aydemir, age, s. 319; Sülker, agm, Yeni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 34, (26 Ekim-1 Kasım 1 986); Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 146- 150. Nazım Hikmet'i n bu yazıya karşı tepkisini dile getiren mektubu için bkz. Nazım İle Piraye, (Mektuplar/Şiirler), s. 292. 284 Aydın Aydemir, age, s. 3 19. 285 Ahmet Emin Yalman, "Nazım Hikmet İ le Bir Röportaj", Vatan, (20. 1 0 . 1 949); Yeni Dergi, Yıl: 3, Sayı: 29, (Nazım Hikmet' in Suçsuzluğu Özel Sayısı), (Şubat 1 967); Sebük, age, s. 56-58; Sülker, Nazım Hikmet Dos­ yası, s. 1 79. Ayrıca bkz. Vala Nurettin (Va-NOl, age, s. 399-400; Nazım Hikmet, Kemal Tahir'e Mapusane­ den Mektuplar, s. 396-397 ve 400. Hemen ard ından Nazı m Hikmet'in af kampanyasını şiddetle reddeden milliyetçi yazılar için bkz. Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 175-181. 286 Mehmet Ali Sebük, " 'Nazım Hikmet' Meselesi", Vatan, ( 1 1 . 1 1 . 1949); Mehmet Ali Sebük, "Nazım Hikmet Davasının Sübut Delilleri", Vatan, (16. 1 1 . 1 949); Mehmet Ali Sebük, "Nazım Hikmet'e A id Fiillerin Suç Un­ surları", Vatan, (23 . 1 1 . 1 949); Yeni Dergi, Yıl: 3, Sayı: 29, (Nazım Hikmet'in Suçsuzluğu Özel Sayısı), (Şu­ bat 1967). Ayrıca bkz. Aydın Aydemir, age, s. 262-266; Fish, age, s. 391; "Menderes'ten Sonra Sıra Nazım Hikmet'te: 'Nazım Hikmet Vatan Haini Değildi' İ kisinin de Avukatı DP Mil letvekili [Mehmet Alil Sebük Anla­ tıyor", Yeni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 33, (19-25 Ekim 1 986); Kemal Sülker, agm, Yeni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 34, (26 Ekim-1 Kasım 1 986); Vala Nurettin (Va-Nü), age, s. 399; Sebük, age, s. 35-54; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 1 5 1-152.

273

bir ay sonra, Aralık ayında, Sebük, yaklaşık birer hafta ara ile Na­ zım Hikmet ile ilgili üç yazı daha yazacaktır. 287 Bütün bu yazılar, Nazım Hikmet'in gerçekte suçsuzluğuna ve adli bir hata sonucun­ da ve haksız yere uzun yıllara mahkum olduğuna ilişkindi. Aynı yılın sonlarına doğru, Zafer gazetesinin bir yayını bu ko­ nuda dikkat çekiciydi . Gazete, haberinde, Dünya Demokratlar Gençlik Teşkilatı'ndan Nazım Hikmet'e bir mektup iletildiğini açıklıyordu . Gazetenin yorumu, Nazım Hikmet'in af edilmesi yö­ nündeydi. Ancak af dış baskıların sonucunda olmamalıydı. 288 Na­ zım Hikmet'in af konusunun bu dönemde hemen hemen ilk kez DP'nin resmi yayın organı durumunda olan bir gazete tarafından gündeme getirilmiş olması ilginçtir.

Vatan gazetesinin 3 Ocak 1 950 tarihli sayısında Sebük'ün bir yazısı daha yayınlanmıştı. Sebük'e göre, Nazım Hikmet suçsuz ye­ re yıllarca cezaevindeydi. 289 Nitekim Hafta dergisinde Tahsin De­ miray da, Nazım Hikmet'i savunmuştu . 290 Aynı gün Ahmet Emin Yalman da, Nazım Hikmet'i savunuyordu. 2 91 Yalman, bir başka ya­ zısında da, Nazım Hikmet'i savunmaya devam edecektir. 29 2 Af yasa tasarısı, 1 950 yılının ilk günlerinde önce Vatan gazete­ si, hemen ardından Zafer gazetesi tarafından bir söylenti şeklinde ve daha sonra da Hürriyet gazetesi tarafından haber veriliyordu . 293 Gazetenin bir başka haberinde ise, Nazım Hikmet ile ilgili bir baş287 Mehmet Ali Sebük, "Nazım Hikmet'in Cezası", Vatan, ( 5 . 1 2 . 1 949); Mehmet Ali Sebük, "Nazım Hikmet' i n Cezası", Vatan, (12.12.1949); Mehmet Ali Sebük, "Büyük Adil Hata", Vatan, (20. 12. 1949); Yeni Dergi, Yıl: 3, Sayı: 29, (Nazım Hikmet'in Suçsuzluğu Özel Sayısı), (Şubat 1967); Sebük, age, s. 77-81 ve 84-86 ve 8892. Ayrıca bkz. Aydın Aydemir, age, s. 266-271 ve 272-276; Sülker, agm, Yeni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 34, (26 Ekim-1 Kasım 1 986); Vala Nurettin (Va-Nü), age, s. 399; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 1 52- 1 7 1 . 288 Zafer, ( 1 . 1 1 . 1 949). 289 Mehmet Ali Sebük, "Askeri Adalet Diye Bir Hukuk Şubesi Yoktur", Vatan, (3. 1 . 1 950); Yen i Dergi, Yıl: 3, Sa­ yı: 29, (Nazım Hikmet'in Suçsuzluğu Özel Sayısı), (Şubat 1 967); Sebük, age, s. 98- 1 0 1 ; Sülker, Nazım Hik­ met Dosyası, s. 152- 1 7 1 . Bu arada; Mehmet Ali Sebük'ün diğer yazıları içi n bkz. Mehmet Ali Sebük, "Drey­ fus-Nazım Hikmet", Vatan, (28. 1 . 1 950); Mehmet Ali Sebük, "Hakkın Müdafaası", Vatan, (2.2.1 950); Yeni Dergi, Yıl: 3, Sayı: 29, (Nazım Hikmet'in Suçsuzluğu Ö zel Sayısı), (Şubat 1 967); Sebük, age, s. 104- 1 14 ve 1 2 1 - 1 24; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 152- 1 7 1 ve 1 8 1 . 290 Vatan, (5. 1 . 1 950). Ayrıca bkz. Ta hsin Demiray, "Ye n i Bir Dreyfus Hadisesi Karşısında m ıyız?", Hafta, (23 . 1 2 . 1 949); Yeni Dergi, Yıl: 3, Sayı: 29, (Nazım Hikmet'in Suçsuzluğu Özel Sayısı), (Şubat 1 967); Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 1 80. 291 Ahmet Emin Yalman, "Nazım Hikmet Davası", Vatan, (5. 1 . 1950); Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 1 80. 292 Ahmet Emin Yalman, "Hak Devleti mi, Engizisyon mu?", Vatan, (6. 1 . 1 9 50); Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 180. 293 Vatan, ( 12 . 1 . 1 950); Zafer, ( 14. 1 . 1 950); Hürriyet, (18. 1 . 1 950).

274

ka gelişmeye rastlanıyordu. Buna göre, Nazım Hikmet, af kampan­ yası için açlık grevi yapmaya karar vermişti. Fakat avukatı onu bu girişiminden vazgeçirmişti. 294 Aynı gazete Şubat ayında ise affın ge­ leceğinden kuşkuya düşmüş görünüyordu .295 Gerçekten de bu ha­ beri takiben ve ilk af yasa tasarısının üzerinden yaklaşık bir yıl geç­ tikten sonra TBMM gündemine bir af yasa tasarısı daha gelecektir. 1950 yılının Mart ayında TBMM'de ele alınan tasarı dolayısıy­ la söz alan CHP milletvekili İbrahim Arvas , komünistlerin asla af edilemeyeceğini açıklıyordu. 296 Diğer yandan, DP milletveki­ li Emin Sazak da, komünistlerin af edilemeyeceğini belirtiyordu. Ancak Sazak o kadar da katı değildi: Bir genel af çıkarılması ha­ linde komünistlerin de bu aftan yararlanmasını istiyordu. Bu ta­ lep DP milletvekili Ahmet Kemal Silivrili tarafından da desteklen­ mişti. Bu görüşlerden sonra af yasa tasarısı, maddelerinin yeniden düzenlenmesi amacı ile Adalet Komisyonu'na iletilecek ve bu dö­ nemde bir daha da gündeme gelmeyecektir.297 Nazım Hikmet'in bu sırada çıkması muhtemel bir aftan dola­ yı bir hayli ümitlendiğini bizzat kendi mektuplarından okumak mümkündür. 298 Bu sırada Nazım Hikmet'in affı için uluslarara­ sı bir kampanya da , doğrudan Ankara'yı ve hükumeti hedef ala­ rak sürüyordu ve akisleri yurt içindeki basın organlarında da ya­ yınlanıyordu . 299 Nitekim af yasa tasarısının reddinden sonra da294 Hürriyet, (7.2. 1 950). Ayrıca bkz. Aydın Aydemir, age, s. 3 10; "Menderes'ten Sonra Sıra Nazım Hikmet'te: 'Nazım Hikmet Vatan Haini Değildi' ... İ kisinin de Avukatı DP Milletvekili [Mehmet Ali] Sebük Anlatıyor", Ye­ ni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 33, ( 19-25 Ekim 1986); Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 1 8 1 . Bu sırada Mehmet Ali Sebük, Nazım Hikmet'in atfı hakkı nda TBMM Di lekçe Komisyonu' na bir d ilekçe sunmuştu. Nazı m Hik­ met, Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar, s. 147; Aydı n Aydem ir, age, s. 310; Nazım İle Piraye, (Mek­ tuplar/Şiirler), s. 307. 295 Hürriyet, ( 1 6.2.1950). 296 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Cilt: 25, 68. Birleşim, (20.3. 1950). Zafer gazetesi, önerinin TBMM'ye gel­ diğini 4 Mart'ta haber vermişti. Zafer, (4. 3 . 1950). Cumhuriyet gazetesi de, tam bu sırada af çıkacağını haber veriyordu. Cumhuriyet, (2.3.1950). Vatan gazetesinin haberleri de bunu teyit ediyordu. Vatan gaze­ tesi, muhtemel af yasasının Nazım Hikmet'i de kapsamına a lacağını bel irtiyordu. Vatan, (3 ve 4.3.1 950). Af tasa rısına karşı oluşan tepkiler için bkz. Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 1 88-189. 297 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Cilt: 25, 69. Birleşim, (21.3.1950). Ayrıca bkz. Hürriyet, (22 ve 25.3. 1 950); Cumhuriyet, (22.3. 1950); Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 188- 190. 298 Va la Nuretti n (Va-Nü), age, s. 400-402; Fish, age, s. 427-428; Nazım Hikmet, Kemal Tahir'e Mapusaneden Mektuplar, s. 4 16. 299 Aydın Aydemir, age, s. 31 7-336; Fish, age, s. 440-455; Sabiha Sertel, Bir Roman Gibi, s. 407; Sülker, agm, Ye­ ni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 34, (26 Ekim-1 Kasım 1986); Vala Nurettin (Va-Nü), age, s. 408; Zekeriya Sertel, Ma­ vi Gözlü Dev, s. 325: Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 151-152 ve 1 72-175 ve 181 ve 1 83-187 ve 219-223.

275

hi , Cumhuriyet gazetesi, Nazım Hikmet ile yapılan bir röportajı ya­ yınlıyordu. Nazım Hikmet, cezaevinden çıktıktan sonra tavukçu­ luk yapacağını açıklamıştı. Nazım Hikmet, 8 Nisan'da açlık grevi­ ne başlayacağını da bu vesile ile duyurmuştu. 300 Vatan gazetesi de, Nazım Hikmet'in açlık grevi sonucunda intihar edeceğini haber veriyordu . 301 Hatta Sebük, Vatan gazetesine yaptığı açıklamada, af yasa tasarısının reddinden dolayı Nazım Hikmet'in psikolojik çö­ küntü içine girdiğini bildiriyordu . 302 Cumhuriyet gazetesi, bir gün önce de, Nazım Hikmet'in 8 Nisan'da açlık grevine başlama konu­ sunda kararlı olduğunu haber vermişti. 303 Ahmet Emin Yalman da, Vatan gazetesinde, Başbakan Şemset­ tin Günaltay'a açık bir mektup yayınlıyor ve Nazım Hikmet'in af­ fedilmesini talep ediyordu. Yalman'a göre, Nazım Hikmet de affe­ dilmek istiyordu. Nazım Hikmet'in af çıkmadığı takdirde bir baş­ ka talebi de, mahkemenin iadesi yönündeydi. Ama hiç olmaz­ sa cezanın infazı durdurulmalıydı. 304 Zaten açlık grevinden sade­ ce birkaç gün önce de on yedi avukat, Nazım Hikmet'in affı için bizzat lnönü'ye başvurmuşlardı. 305 Vatan gazetesi, bazı aydınla­ rın bizzat Cumhurbaşkanı İnönü ile Başbakan Günaltay'a dilek­ çe ile başvurarak Nazım Hikmet'in affedilmesini istediklerini ha­ ber veriyordu. 306 Söz konusu isimler arasında; Mehmet Ali Aybar, Zekeriya Ser­ tel, Sabiha Sertel, Adnan Cemgil, Behice Boran, Ahmet Cevat Em300 Cumhuriyet, (30.3.1950). Ayrıca bkz. Fish, age, s. 437; Nazım Hikmet, Cezaevinden Memet Fuat'a Mek­ tuplar, s. 1 53; Sülker, agm, Yeni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 34, (26 Ekim-1 Kasım 1 986); Vala Nurettin (Va-Nü), age, s. 402-403; Yeni Dergi, Yıl: 3, Sayı: 29, (Nazım Hikmet'in Suçsuzluğu Özel Sayısı), (Şubat 1967); Sül­ ker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 181 ve 190- 193 ve 1 98. Nazım Hikmet'in mektuplarından açlık grevine Şu­ bat ayı başında kesin karar verdiği anlaşılıyor. Nazım ile Piraye, (Mektuplar/Şiirler), s. 307 ve 310 ve 3 1 5 ; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 1 8 1 . 301 Vatan, (29.3. 1950); Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 1 88. 302 Vatan, (30.3.1950). Nazım Hikmet'in, Sebük'ün bu açıkla ması karşısında, Sebük nezdindeki tekzib mektu­ bu ve Sebük'ün açıklamasını meşrulaştırmak için Nazım Hikmet'e yanıt mektubu için bkz. Aydın Aydemir, age, s. 338-340. Ayrıca bkz. Fish, age, s. 439-440; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 190-195. 303 Cumhuriyet, (29.3.1 950). 304 Vatan, (31.3.1950). Ayrıca bkz. Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 194-196. 305 Zafer, (5.4.1 950). Ayrıca bkz. Sülker, agm, Yeni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 34, (26 Ekim-1 Kasım 1 986); Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 197- 1 98 ve 200. 306 Vatan, (5.4 . 1 950). Ayrıca bkz. Aydın Aydem ir, age, s. 310 ve 313; Sülker, agm, Yeni Gündem, Yıl: 3, Sa­ yı: 34, (26 Ekim-! Kasım 1 986); Zekeriya Sertel, Mavi Gözlü Dev, s. 325; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 197-206.

276

re, Abdülbaki Gökpınarlı, Mümtaz Faik Fenik, Hamit Şevket İn­ ce, Halide Edib Adıvar, Falih Rıfkı Atay, Adnan Adıvar, Bülent Nu­ ri Esen, Mazhar Osman, Hilmi Ziya Ülgen, Vasfi Raşit Seviğ, Ah­ met Hamdi Tanpınar, Sıddık Sami Onar, Hilmi Ziya Ülken, Mi­ na Urgan, Macit Gökberk, Nurettin Şazi Kösemihal, Berna Mo­ ran, Halet Çambel, Ali Fuat Başgil, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ahmet Emin Yalman, Bedri Karaman, Sabahattin Eyüboğlu, Muvaffak Şe­ ref, Burhan Arpad, Nadir Nadi, Ömer Rıza Doğrul, Vala Nürettin (Va-Nü) , Burhan Belge, Refik Halit Karay, Selim Ragıp Emeç, Er­ cüment Ekrem Talu, Ali Naci Karacan, Nurullah Ataç, Yaşar Nabi, Ekrem Reşit Rey, Mekki Sait Esen, Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Ve­ li, Oktay Rıfat, Melih Cevdet Anday, Ferdi Tayfur, Neyzen Tevfik, Adnan Saygun, Mithat Fenmen, Ferit Alnar, İbrahim Çallı, Faris Erkman, Cüneyt Gökçer, Gazanfer Özcan, Ekrem Reşit Rey, Peri­ de Celal ile Asım Ruacan da bulunuyordu. 307

Cumhuriyet gazetesi, bu koşullar altında af yasa tasarısının gö­ rüşülebilmesi için TBMM'nin olağanüstü toplantıya çağrılmasının talep edildiğini açıklıyordu . Gazete, aralarında Bülent Nuri Esen, Hamit Şevket İnce ile Oktay Rıfat'ın da bulunduğu bir grup An­ kara'lı avukatın İnönü ile Günaltay'a ayrı ayrı dilekçe verdikleri­ ni bildiriyordu. Nazım Hikmet için af talep ediliyordu . İddia, Na­ zım Hikmet'in adli bir hata kurbanı olduğu yolundaydı. Gazete , Cumhurbaşkanı'nın hükümlüyü affetme yetkisi olduğunu hatırla­ tıyordu. 308 Aynı gazete, 7 Nisan tarihli haberinde de, Nazım Hik­ met'in affı için Cumhurbaşkanı'na sunulmak üzere yeni bir af di­ lekçesi hazırlandığını açıklıyor ve dilekçeyi hazırlayanlar arasında da; CHP eski Ankara milletvekili ve Ulus gazetesinin eski başyaza­ rı Falih Rıfkı Atay'ın da bulunduğunu haber veriyordu . 309

Vatan gazetesi, 7 Nisan'da Sebük'ün CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran ile görüştüğünü yazıyordu. 3 1 0 Gazete, Cumhuriyet gazetesi­ nin daha önce verdiği bir haberi de doğruluyor ve aralarında İbra307 Yavrucuk, age, s. 7-9; Sebük, age, s. 167- 1 74; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 204-205. 308 Cumhuriyet, (5.4. 1950). Ayrıca bkz. Aydın Aydemir, age s. 313; Sülker, agm, Yeni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 34, (26 Ekim-1 Kasım 1986). 309 Cumhuriyet, (7.4.1950). Ayrıca bkz. Sülker, agm, Yeni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 34, (26 Ekim-1 Kasım 1986). 310 Vatan, (7.4.1 950). Ayrıca bkz. Sebük, Nazım'ın Özgürlük Savaşı, s. 135-136. Sebük, Nazım Hikmet'in an­ nesi Celile Hanım i le kızkardeşi Samiye Yaltırım'ın d a CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran ile görüştüklerini be­ lirtiyor. Sebük, age, s. 135-136.

277

him Çallı, Falih Rıfkı Atay, Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli, Adnan Saygun, Melih Cevdet Anday, Mithat Fenmen ve Nurullah Ataç'ın da bulunduğu bir grup aydın ve sanatçının Cumhurbaşkanı Inö­ nü'ye 7 Nisan'da bir dilekçe verdiklerini ve Nazım Hikmetin affe­ dilmesini talep ettiklerini haber veriyordu. 3 1 1 Af yasa tasarısının red edilmesi üzerine Nazım Hikmet, 8 Ni­

san'da açlık grevine başlayacaktır. 3 1 2 Oysa Vatan gazetesinin bir gün önceki haberinde; Nazım Hikmet'i açlık grevinden vazgeçir­ mek için yakınları ve bizzat Ahmet Emin Yalman'ın hem de aynı gün içinde iki kez kendisi ile görüştükleri açıklanıyordu. 3 1 3 Ay­ nı gün Ahmet Emin Yalman, Vatan gazetesinde yayınlanan "Na­ zım Hikmet Ile Bir Konuşmanın Intıbaları" adlı yazısında, Nazım Hikmet'i destekliyor, fakat açlık grevi yapmasına da karşı çıkıyor­ du . Yalman'a göre , Nazım Hikmet'in bunca yıldır cezaevinde ol­ ması açık bir haksızlıktı. 3 14 Sebük, bu aşamada Nazım Hikmet'in açlık grevinden vazgeçmesini isteyecek31 5 ve af konusunda da Ni­ hat Erim, Adalet Bakanı Fuat Sirmen ve Adalet Bakanlığı Cezaev­ leri Genel Müdürü Sakıp Güran ile görüşecektir. 3 1 6 Bu arada; Na­ zım Hikmet'in kızkardeşi Semiha Yaltırım da , Sebük ile birlikte Sirmen ile bir görüşme yapacaktır. 3 1 7 Açlık grevi, sadece birkaç gün sürecek ve Nazım Hikmet, açlık grevine başladığının günün 3 1 1 Vatan, (8.4.1 950). Ayrıca bkz. Aydın Aydemir, age, s. 343; Sebük, Nazım'ın Özgürlük Savaşı, s. 1 67; Sül­ ker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 200-201. Sülker, söz konusu isim lere, Ahmet Emin Yalman'ı, Adnan Ad ıvar'ı, Nadir Nadi'yi, Selim Ragıp Emeç'i, Behçet Kemal Çağlar'ı ve Falih R ıfkı Atay'ı da ekliyor. Sülker, Nazım Hik­ met Dosyası, s. 20 1 . 3 1 2 Vala Nurettin {Va-Nü), age, s. 402-403; Hürriyet, (7.4.1 950); Cumhuriyet, (9.4.1 950); Vatan, (8-9 ve 10.4. 1 950). Hürriyet gazetesi, Nazım Hikmet'in 7 Nisan'da açlık grevine başlamış olduğunu duyuruyordu. Hürriyet, (7.4. 1 950). Ayrıca bkz. Aydın Aydemir, age, s. 314 ve 337 ve 343-346; Sabiha Sertel, Bir Roman Gibi, s. 407-408; Sebük, Nazım'ın Özgürlük Savaşı, s. 126; Müzehher Va-Nü, Bir Dönemin Tanıklığı, s. 1 57; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 2 1 1 -214. 313 Ayd ın Aydemir, age, s. 341 -342. 314 Vatan, (8.4.1950). 3 1 5 Cumhuriyet, (8.4. 1950). Ayrıca bkz. "Menderes'ten Sonra Sıra Nazım Hikmet'te: 'Nazım Hikmet Vatan Haini Değildi' ... İ kisinin de Avukatı DP Milletvekili [Mehmet Alil Sebük Anlatıyor", Yeni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 33, ( 19-25 Ekim 1986); Sebük, Nazım'ın Özgürlük Savaşı, s. 1 24-125. 3 1 6 Cumhuriyet, (8.4.1 950); Vatan, (8.4.1950). Ayrıca bkz. Aydın Aydemir, age, s. 342; Sebük, age, s. 124-1 25; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 214-2 1 5 . 3 1 7 Vatan, (8.4. 1950). Ayrıca bkz. Aydın Aydemir, age, s. 3 4 2 ; "Menderes'ten Sonra Sıra Nazım Hikmet'te: 'Na­ zım Hikmet Vatan Haini Değildi' ... İ kisinin de Avukatı DP Milletveki li [Mehmet Alil Sebük Anlatıyor", Yeni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 33, (19-25 Ekim 1986); Sebük, Nazım'ın Özgürlük Savaşı, s. 1 5 1 - 153; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 2 14-2 1 5.

278

ertesi, 9 Nisan'da önce lstanbul/Sultanahmet ve daha sonra da Pa­ şakapısı Cezaevi'ne ve oradan da lstanbul/Cerrahpaşa Hastahane­ si'ne kaldırılacak3 1 8 ve aynı gün Ahmet Emin Yalman, Vatan gaze­ tesinde yayınlanan, "Nazım Hikmet Halini Bana Anlattı" adlı ya­ zısında, Nazım Hikmet'in affedilmesini yeniden talep edecektir. 3 1 9 Nazım Hikmet, bu aşamada açlık grevinden geçici olarak vazgeç­ mişti. 320 Sebük, bu sırada bizzat lnönü 321 ve hükumet üyeleri de görüşmüştü. 322 Nazım Hikmet'in diğer avukatı İrfan Emin de, bu süreçte rol almıştı. 323 Nazım Hikmet'in af kampanyasına karşı tepkiler de gecikmeye­ cektir. Hürriyet gazetesi, 9 Nisan tarihli haberinde, milliyetçi öğ­ rencilerin Nazım Hikmet'in affına karşı çıktıklarını belirtiyordu. Affa karşı çıkan bir "Milliyetçi Cephe" oluşmuştu. 324 Gerçekten de Türk Milliyetçiler Demeği'ni oluşturan dört kuruluştan ikisi; Türk Kültür Ocağı ile Türk Gençlik Teşkilatı, 9 Nisan 1 950 tarihinde İnönü ile Günaltay'a birer telgraf çekerek, komünistlerin genel af3 1 8 Cumhuriyet, ( 10.4.1950); Vatan, (9 ve 10.4. 1950). Ayrıca bkz. Aydın Aydemir, age, s. 347; Vala Nuret­ tin (Va-Nü), age, s. 404-405; Zekeriya Sertel, Mavi Gözlü Dev, s. 326; Nazım Hikmet, Kemal Tahir'e Ma­ pusaneden Mektuplar, s. 4 1 7 ; Sebü k, Nazım'ın Özgürlük Savaşı, s. 62 ve 124-125 ve 128; Sülker, Na­ zım Hikmet Dosyası, s. 2 18-2 1 9 ve 232-233. Nazım Hi kmet, daha sonra Ü sküdar!Toptaşı Cezaevine nakledilecektir. Aydın Aydemir, age, s. 349; Sabiha Sertel, Bir Roman Gibi, s. 407; Sebük, Nazım'ın Öz­ gürlük Savaşı, s. 62-63; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 233. Sebük, Nazım Hikmet'i n Bursa Cezae­ vi'nden İ stanbul'a nakledilmesinde bizzat İ nön ü'nün rol oynadığını da beli rtiyor. Nakil işlem i, açlık gre­ vi başladıktan sonra, İ nönü'nün talimatı üzerine gerçekleşmişti. Sebük, Nazım'ın Özgürlük Savaşı, s. 144-146. 319 Ahmet Emin Yalman, "Nazım Hikmet Ha lini Bana Anlattı", Vatan, (9.4. 1950); Sülker, Nazım Hikmet Dos­ yası, s. 218. 320 Zafer, ( 1 1 .4. 1950); Cumhuriyet, ( 1 1 .4. 1950); Vatan, ( 1 1 .4. 1 950). Sabiha Sertel , anılarında, Nazım Hik­ met'i açlık grevinden vazgeçirmek için Zekeriya Sertel ile Abid in Dino'nun aracılığından söz ediyor. Sabiha Sertel, Bir Roman Gibi, s. 408. Ayrıca bkz. Sülker, agm, Yeni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 34, (26 Eki m - 1 Kasım 1986). Sülker, söz konusu makalesinde, açlık grevinin bitiş tarıhi olarak 10 Nisan'ı gösteriyor. Ayrıca bkz. Sebük, age, s. 125-129; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 2 18-2 1 9 ve 232. 321 Cumhuriyet, ( 1 1.4. 1950); Vatan, ( 1 1 .4.1950) . Ayrıca bkz. Mustafa Ekmekçi, "Nazı m Hikmet İ le Nad ir Nadi", Cumhuriyet, ( 1 5. 1 1 . 1 988); "Menderes'ten Sonra Sıra Nazım Hikmet'te: 'Nazı m Hikmet Vatan Haini Değil­ di' ... İ kisinin de Avukatı DP Milletvekili [Mehmet Alil Sebük Anlatıyor'', Yeni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 33, ( 19-25 Ekim 1986); Sebük, Nazım'ın Özgürlük Savaşı, s. 3 1 -32, 1 19 ve 136- 148; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 2 1 9 ve 232. 322 Vatan, ( 1 1 .4.1950). Ayrıca bkz. "Menderes'ten Sonra Sıra Nazım Hikmet'e: 'Nazım Hikmet Vatan Haini De­ ğildi'. .. İ kisinin de Avukatı DP Milletvekili [Mehmet Ali] Sebük Anlatıyor'', Yeni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 33, (1925 Ekim 1986); Sebük, age, s. 149- 1 5 1 . 323 Cumhuriyet, (8.4.1950). Ayrıca bkz. Aydın Aydemir, age, s. 310;Nazı m Hikmet, Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar, s. 147; Nazım İle Piraye, (Mektuplar/Şiirler), s. 307. 324 Hürriyet, (9.4.1950);

279

tan yararlanmamasını istemişlerdi. 325 Nihayet bizzat Hürriyet ga­ zetesi de , Nazım Hikmet'in affedilmesine karşı çıkacaktır. 326 Cum­

huriyet gazetesi de, 1 6 Nisan'da Milli Türk Talebe Birliği'nin Na­ zım Hikmet'in affedilmesine karşı çıktığını haber veriyordu . 327 Bu­ na karşılık, İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği, Nazım Hik­ met'e af kampanyasını destekliyordu . 328 Bu sırada Ahmet Emin Yalman da, Nazım Hikmet'in affedilmesini talebini dile getirmeye devam ediyordu. 329 Diğer yandan, Zonguldak Komünizm lle Mü­ cadele Derneği, af girişimleri aleyhine bir broşür yayınlamıştı. 330 Rıza Çavdarlı da, yine bu sırada yayınladığı "Rus Propagandası ve Türkiye . . . Kominform 'Veletleri"' adlı broşüründe, Vatan gazete­ sinin ve Ahmet Emin Yalman'ın Nazım Hikmet'in affedilmesi için açtıkları kampanyayı şiddetle eleştiriyor ve " 'Kalkın Ey Ehli Va­ tan' mısramı söyletmeyin" diyordu. Çavdarlı, bu suretle, 4 Aralık 1 945 tarihinde Tan gazetesinin başına gelenleri hatırlatmış oluyor ve Vatan gazetesini ve Yalman'ı da aynı akıbetle karşılaşabilecekle­ ri tehdidinde bulunuyordu. 331 Nazım Hikmet, Mayıs ayı başında , 2 Mayıs'ta , yeniden açlık grevine başlayacaktır. 332 Nazım Hikmet'in avukatı İrfan Ferit, bu aşamada Adalet Bakanı Fuat Sirmen ile görüşmüştü. 333 Cumhuri­

yet gazetesi, birkaç gün sonra, Nazım Hikmet'in annesi Celile Ha­ nım'ın da açlık grevine başlayacağını duyuruyordu . Celile Hanım, 325 Yavrucuk, age, s. 9. Türk Milliyetçiler Derneği, "dört büyük teşekkülden" oluşuyordu. İ ki "teşekkül"ün adı, Türk Kültür Oca­ ğı ile Türk Gençlik Teşkilatı idi. Üçüncü "teşekkül", Mill iyetçiler Federasyonu idi. Yavrucuk, age, s. 9. Ay­ rıca bkz. Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 175-178 ve 250. İ stanbul Teknik Ü niversitesi Talebe Birliği'ne bağlı Elektrik Fakültesi Talebe Cemiyeti'nin, Türk Kültür Ocağı'nın, Türk Gençlik Teşkilatı'nın ve Milli Türk Talebe Birliği Edebiyat Fakültesi Derneği'nin benzer açıklamaları ve tepkileri için bkz. Sülker, Nazım Hik­ met Dosyası, s. 223-225. 326 Hürriyet, "Komünistler", Hürriyet, (18.4. 1 950). 327 Cumhuriyet, (1 6.4. 1950). 328 Cumhuriyet, (21.4.1950). Ayrıca bkz. Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 225-230. 329 Vatan, (24.4. 1950). 330 Yavrucuk, age, s. 9. 331 Rıza Çavdarlı, Rus Propagandası ve Türkiye... Kominform 'Veletleri'. Ayrıca bkz. Rıza Çavdarlı, Aziz Bü­ yük Olü Mareşalin Bir Numaralı Düşmanı: Nazım Hikmet Kimdir?; Rıza Çavdarlı, ismet lnönü ve Komü­ nizm; Sebük, age, s. 75-76 ve 93-97; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 231-232. 332 Cumhuriyet, (3.5.1 950); Vatan, (3.5. 1950). Ayrıca bkz. Aydın Aydemir, age, s. 350; Sebük, age, s. 129; Mü­ zehher Va-NO, Bir Dönemin Tanıklığı, s. 1 57- 159; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 233-234. 333 Vatan, (4.5.1 950). Ayrıca bkz. Sü lker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 233.

280

Istanbul/Karaköy'de Galata Köprüsü'nün girişinde oğlu Nazım Hikmet için gösteri yapmış, imza toplamış, açlık grevine başlamış ve bu nedenle polisçe gözaltına alınmış ve daha sonra serbest bı­ rakılmıştı. 334 Bu arada; gazete, Orhan Veli'nin, Melih Cevdet An­ day'ın ve Oktay Rıfat'ın da, Nazım Hikmet'e destek olmak için, üç gün açlık grevi yapacaklarından söz ediyordu . Açlık grevine 1 5 Mayıs'ta başlayacaklardı. 335 Gazetenin yine aynı günkü haberinde, İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği'nin de, "Nazım Hikmet'i Kurtarınız" başlıklı bir bildiri dağıttığı ve yirmi kişinin de bu ne­ denle polisçe gözaltına alındığı açıklanıyordu. Dernek binası po­ lisçe aranmış ve dernek başkanı Ilhan Berktay da yakalanmıştı. 336 Ahmet Emin Yalman , aynı gün Nazım Hikmet'in haksız yere cezaevinde olduğunu yineliyor ve derhal serbest bırakılmasını is­ tiyordu. Ona göre, Nazım Hikmet açlık grevinden vazgeçmeli ve hastahaneye yatmalıydı. 337 Cumhuriyet gazetesi, 1 2 Mayıs tarih­ li sayısında, Nazım Hikmet'in hastalandığını açıklıyordu. 338 Vatan gazetesi de, aynı gün Nazım Hikmet'in Cerrahpaşa Hastahanesi'ne kaldırıldığını haber veriyordu . 339 1 950 milletvekili genel seçiminin yapıldığı 1 4 Mayıs günü Cum­

huriyet gazetesi, hakim Rabia Şerefin bir açıklamasını yayınlaya­ caktır. Şeref, babası ve dönemin eski Cumhuriyet Temyiz Baş Sav334 Cumhuriyet, (9.5.1950); Vatan, (9 ve 10.5 . 1 950). Ayrıca bkz. Aydın Aydemir, age, s. 355-356; Fish, age, s. 408-409; Sabiha Sertel, Bir Roman Gibi, s. 406-407; Vala Nurettin (Va-Nü), age, s. 409; Zekeriya Sertel, Mavi Gözlü Dev, s. 325; Sülker, age, s. 235-237. 335 Cumhuriyet, ( 1 1.5. 1950). Vatan gazetesi de aynı haberi vermişti. Vatan, ( 1 1 .5.1 950). Ayrıca bkz. Aydın Ay­ demir, age, s. 356. Ayrıca bkz. Fish, age, s. 442; Yavrucuk, age, s. 6; Vala Nurettin (Va-Nü), age, s. 408; Sebük, age, s. 167; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 239-240, 336 Cumhuriyet, ( 1 1 - 1 2.5. 1950); Vatan, ( 1 1.5. 1950). Gözaltına alınan gençler, kısa süre içinde serbest bırakı­ lacaklardır. Vatan, (12.5.1 950). Ancak, bazıları hakkı nda dava açılacak, 29 Mart 1951 tarihinde, İ stanbul Birinci Ağır Ceza Mahkemesi'nde bazı gençler "komünizm propagandası yapmak" suçundan, altı ay hapis ve üç ay da sürgün cezasına mahkum olacaklardır. Karar, Yargıtay'ın bozma istemini reddeden mahkeme­ nin 18 Eylül 1952 tarihli duruşmasında alınm ıştı. Sülker, agm, Yeni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 34, (26 Ekim-1 Kasım 1986). Yargıtay Ceza Genel Kurulu, mahkemenin verdiği ikinci mahkumiyet kararını da bozacak ve sanıklar beraat edeceklerdir. Sülker, mahkumiyet tari h i olarak 22 Kasım 195l'i veriyor. Sülker, Nazım Hik­ met Dosyası, s. 247-248. Ayrıca bkz. Aydın Aydemir, age, s. 357-358; Sabiha Sertel, Bir Roman Gibi, s. 406; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 240-24 1 . 337 Ahmet E m i n Yalman, "Nazım Hikmet'e Açık Mektup", Vatan, ( 1 1.5.1950). Ayrıca bkz. Sebük, age, s. 58-59. Nazım Hikmet'in, Yalman'ın bu yazısı karşısında, Mehmet Ali Sebük nezdindeki tepkisi için bkz. Sebük, age, s. 58-59. 338 Cumhuriyet, (12.5. 1950). 339 Vatan, (12.5.l 950).

281

cısı merhum Fahrettin Karaoğlan'ın kendisine; " Nazım, delilsiz, kanunsuz yatıyor; ama kurtarmak için gücüm yok" dediğini ak­ tarmıştı. Hatta bu görüşünü bizzat Cumhurbaşkanı'na ve 1 945 yı­ lında da TBMM Adalet Komisyonu üyelerine aktarmış olduğunu dile getiriyordu. 340 14 Mayıs milletvekili genel seçiminin hemen ertesi günü 15 Ma­ yıs'ta İstanbul Yüksek Tahsil Gençlik Derneği'nce düzenlenen ve iki yüzden çok üniversiteli gencin lstanbul/Laleli'de bulunan Çi­ çek Palas'ta düzenlediği ve Nazım Hikmet'in annesi Celile Hanım ile teyzesi Sara Hanım'ın da katıldığı bir toplantıda, Nazım Hik­ met'e af kampanyasının önemli bir aşaması gündeme gelmişti .

Hürriyet gazetesinin 16 Mayıs tarihli haberine göre, toplantıya po­ lis ve milliyetçiler tarafından müdahale edilmiş ve komünistler ya­ kalanmıştı. Ayrıca, hemen ertesi gün 1 7 Mayıs'ta da komünizme karşı bir miting düzenlenecektir. 341 Kemal Sülker, toplantıya mü­ dahale eden gençlerin Milli Türk Talebe Birliği üyesi öğrencilerle Türk Kültür Ocağı üyeleri ve Üniversite Talebe Birliği'nden üyeler olduğunu belirtiyor. 342 Nazım Hikmet'in açlık grevi 19 Mayıs tarihine kadar devam edecek ve bu arada , aralarında Halide Edib Adıvar, Sabahattin Eyüboğlu, Sait Faik, Abidin Dino , Güzin Dino, Mina Urgan, Oktay Rıfat, Niyazi Ağırnaslı, Muvaffak Şeref, Cahit Sıtkı Tarancı, Ferit Alnar, Melih Cevdet Anday, Cevdet Kudret, Vasfi Raşit Seviğ, Ad­ nan Saygun, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Asım Ruacan, Ahmet Cevat Emre, Vala Nü.rettin (Va-Nü.) , Müzehher Va-Nü, Ulvi Uraz, Müm­ taz Faik Fenik ve Sadun Aren'in de bulunduğu bir grup sanatçı ve aydın tarafından kendisine açlık grevine bir süre için son verme­ si yolundaki talepler üzerine; Nazım Hikmet, açlık grevine geçici olarak son verecektir. Açlık grevinden vazgeçilmesinin nedeni, ik340 Cumhuriyet, (14.5.1950); Vatan, (14.5.1950). Ayrıca bkz. Aydın Aydemir, age, s. 351; Yeni Dergi, Yıl: 3, Sa­ yı: 29, (Nazım Hikmet'in Suçsuzluğu Özel Sayısı), (Şubat 1967). 341 Hürriyet, ( 16.5. 1 950). Ayrıca bkz. Cumhuriyet, (16.5. 1 950); Aydın Aydemir, age, s. 3 58-359; Sabiha Ser­ tel, Bir Roman Gibi, s. 407; Sülker, agm, Yeni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 34, (26 Ekim-1 Kasım 1 986); Yavrucuk, age, s. 6; Zekeriya Sertel, Mavi Gözlü Dev, s. 325; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 241-249. 342 Kemal Sülker, agm, Yeni Gündem, Yıl: 3, Sayı: 34, (26 Ekim- 1 Kasım 1986). Kemal Sülker; lstanbul Üniver­ sitesi Talebe Birliği, Milli Türk Talebe Birliği, Türk Kültür Ocağı, Türkiye Milli Talebe Federasyonu, İ stanbul Yüksek Okullar Talebe Birliği, Teknik Üniversite Talebe Birliği ve Türk Kültür Çalışmaları Derneği' n i n isim­ lerin i veriyor. Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 247-25 1 .

282

tidar değişikliği nedeni ile karar almaya yetkili makamlarda mey­ dana gelen değişimdi. 343 Nazım Hikmet, ileride göreceğimiz gibi, ancak DP iktidarının hemen başında, Temmuz ayında kabul edi­ len af yasası ile serbest kalacaktır. 3 44 Bu aşamada da; Türk Milliyetçiler Derneği Ankara Şubesi, 28 Temmuz 195 1 tarihinde, yani af yasa tasarısının kabulünden hemen önce, Ankara Halkevi'nde "Komünist Nazım Hikmet'in Affı İçin Uğ­ raşanları Tel'in" toplantısı düzenleyecektir.345 Milliyetçiler Fede­ rasyonu da, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile Başbakan Adnan Men­ deres'e ve TBMM Başkanlığı aracılığıyla milletvekillerine ilettikle­ ri telgrafta, komünistlerin af yasa tasarısından yararlanmaması ge­ rektiğine ilişkin görüşlerini yeniden gündeme getirmişti. Milli Türk Talebe Birliği de, lstanbul'da Nazım Hikmet'in affı aleyhine toplatı­ lan 50.000 imzayı Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlığa sunmuştu.346 Nazım Hikmet'in bu sırada nasıl olup da affedilebildiği soru­ sunun tam olarak ve yeterince açık bir şekilde yanıtlanabildiğini 343 Aydın Aydem ir, age, s. 360-362; Fish, age, s. 476; Yavrucuk, age, s. 7; Vala Nurettin (Va-Nü), age, s. 404405 ve 408-409; Zekeriya Sertel, Mavi Gözlü Dev, s. 326-327; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 251 -255. 344 Aydın Aydemir, age, s. 362-391; Fish, age, s. 476; Zekeriya Sertel, Mavi Gözlü Dev, s. 326-327; Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 253. Sebük, DP iktidarının daha ilk günlerinde Adnan Menderes Hükümeti'nde Ulaştırma Bakanı olarak görev almış olan Tevfik İ leri'nin muhalefetine karşın, Nazım Hikmet'in affedil me­ si kampanyası sırasında DP'nin önde gelen yöneticileri olan Adnan Menderes'in, Fuat Köprülü'nün ve Refik Koraltan'ın yardımlarını ve teşviklerini de açıkl ıyor. Sebük, age, s. 193-199 ve 234. Ayrıca bkz. Sülker, Na­ zım Hikmet Dosyası, s. 253-255. 345 Yavrucuk, age, s. 2 ve 10. Ayrıca bkz. Sülker, Nazım Hikmet Dosyası, s. 253. Türk Milliyetçi ler Derneği; amacını şöyle ifade edecektir: "Gayesi, Allah, vatan, tarih, dil, anane, sanat, aile, ahlak, hüriyet ve mil­ li mukaddesat esaslarına dayanan Türk milliyetçiliğini işlemek ve bütün milliyetçileri teşkilatlandırmak­ tır." "Mevzuu; Türkler arasında içtimai tesanüt fikirleri n i yaymak ve cem iyette görülecek haksızlıklarla mü­ cadele etmek; Türk ahlak, adet ve geleneklerine uygun yaşamayı ve mil li mukaddesata hürmeti telkin et­ mek; Türk kültürüne vaki tecavüzlerle ve milliyetçiliğe aykırı fikirlerle fikir yoluyla mücadele etmek; genç­ liğin kültür ve ahlak bakımından memleket ve dünya meselelerine aşinalık yönünden örnek Türk mill iyet­ çileri halinde yetişmesine çalışmak; gençlik haklarnını müdafaa ile isteklerine tercüman olmak." Dernek, siyasetle uğraşmayacağını beyan ediyor; siyasi teşekküllerle ilgisinin bulunmadığını açıklıyordu. On sekiz yaşını bitirmiş her Türk derneğe katılabilirdi. Derneğe üye olunduğunda bir "yemin merasimi" yapılacaktı: "Bu merasim, bir şekil olmaktan ziyade, ifade ettiği ruh ve mana itibariyle üyeler arası tesanüdün ve birli­ ğin ifadesi" idi ve şu şekilde yapılacaktı: "Her ayın münasip bir gününde şubelerde yapılacak toplantılarla orada bulunanlardan en yaşlı üyenin başkanl ığında teşekkül edecek üç kişinin nezaretinde; ( ... ) [üyeler) şu şekilde yemin ederler; 'Ben ... oğlu ... namusum, şerefim ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ederim ki, bütün azim ve imanımla bu vatanın refahı ve bu milletin yüceliği için çalışacağım. üzerime alacağım her işte doğruluktan ve milli mefkurenin bana gösterdiği yoldan şaşmayacağım. Milliyetçiler arasında her ne sebeple olursa olsun ayrı lık yaratmayacağım."' Türk Milliyetçiler Derneği ve Gayesi, (Hazırlayan: H. Hüs­ nü Çınar). Ayrıca bkz. Cemil Koçak, "Türk Milliyetçiler Derneği'nin Kısa Hikayesi", Star, ( 1 1 Ekim 2015). 346 Yavrucuk, age, s. 9-10.

283

sanmıyorum. Olağan koşullar altında, Kore savaşının hemen ön­ cesinde/içinde, Soğuk Savaş'ın bütün yoğunluğuyla sürdüğü sıra­ da, Nazım Hikmet'in affedilmesi, her ne kadar genel bir af yasası­ nın içine alınarak da olsa, çok güç olmalıydı. Nitekim, Nazım Hik­ met'in affı, genel bir af yasa tasarısının içinden rahatlıkla ayıklana­ bilirdi. Nazım Hikmet'in affedilmesi için içeride yeterli bir basınç olduğunu düşünmek mümkün değildir. Diğer yandan, yurt dışın­ daki uluslararası baskıların da bu sonuca yol açtığını düşünmek mübalağalı bir tutum olur. Çünkü , bu türden uluslararası kam­ panyalar, genellikle yurt dışındaki sosyalist kuruluşlar tarafından organize ediliyordu ve Ankara üzerindeki etkisinin pek cılız olabi­ leceğini kabul etmemek için herhangi bir neden de yoktur. Sabiha Sertel, anılarında, kendi kendine de sormak zorunda kal­ dığı bu soruyu şöyle izah etmeye çalışıyor: "Bütün baskılara rağmen i lericiler savaşlarına deva m ediyordu. Nazım Hikmet'in ha pishaneden çıkarılması konusu burjuva gazetelerine bile düşmüştü. Ahmet Emin Yalman, on dört yıldan beri hapishanede yatan Nazı m H ikmet'i n affedi l mesi için gazetesinde bir kam panya açm ıştı. Avukat Mehmet Ali Sebü k, Nazım [Hikmet]'in atfı konusunu hukuk bakı mından Vatan gazetesinde inceliyordu. Kom ü nistlere, sol­ lara, i lericilere şiddetle baskı ya pıldığı bir devirde Yal man'ın bu konuyu niçin ele al­ dığı bir muammadır. Bir rivayete göre, gerici çevrelerin ilhamı ile bu meseleyi orta­ ya atm ıştır. Nazım Hikmet, hapisha nede yaşadığı yıllarda dahi gençler, işçiler üze­ rinde etki yapmaktan uzak kal mıyordu. Yazdığı şiirler, gizl i olara k elden gele gezi­ yordu. Gerici çevreler, Nazım [Hikmet]'i n vücud unu ortadan kaldırmak istiyorla rdı. Bu işin hapishanede yapılması güçtü. Bir defa buna teşebbüs etmişler, fakat mu­ vaffak ola mamışlardı. Bu olayı Nazı m Hikmet, 1 942'de kendisi n i Bursa Hapisha­ nesi'nde ziyaret ettiğim zaman bana kendisi anlatmıştı . Hapishaneye tutuklu olarak bir faşist su bay getirmişler ... Subay, Nazım'ı öldürtmek için ha pishanede birkaç katili para vererek kandırmış ... Fakat ha pishanede mahkumların çoğu Nazı m'ı bir baba gibi severlerdi. Onun etrafında adeta nöbet tutarlardı. Bu dostlar teşebbüsü duymuşlar, tertibin hazırlandığı gece, Nazım'ı öldürmeye teşebbüs edecekleri da­ kikada katilleri yakalamışlardı. Hapishane m üdürü Nazım ' ı pek severd i. Bu teşeb­ büs üzeri ne faşist subayı ha pishaneden uzaklaştırmış [ve] böylece Nazı m da kur­ tulmuştu. Şimdi Nazım'ın kurtarılması için Ya lman'ın gazetesinde açılan kampan­ yayı yi ne böyle bir teşebbüsü tekrarla mak istediklerine yoranlar vardı. 'Ahmet Emin [Yalman]'ı alet olarak kullanıyorlar' d iyorlardı. İkinci rivayete göre, Ahmet Emin Yal284

man, bu sıralarda Demokrat Parti ile beraber çalışıyordu. Demokrat Parti , Nazım'ın kurtarılması davasını desteklemekle ilericileri kazanmak istiyordu. B u rivayetlerin hangisi doğru bilmiyoru m . " 347

Sabiha Sertel'in yazdıklarının tutarlı bir analiz olmadığı açıktır. İktidara kadar gelmiş bir DP'nin niçin "ilericileri kazanmak" iste­ diği anlaşılır olmaktan uzaktır. Hele milliyetçi dalganın bu kadar yüksek seyrettiği bir sırada. DP'nin milliyetçi gençlerle uzlaşma­ sı daha akla yakın olurdu. Nazım Hikmet'in hapishanede öldürül­ mesi düşüncesi de pek geçerli sayılamaz. İktidarın bu sırada böyle bir yöntemi uygun görmesi beklenemezdi. Belki de dönemin solu DP'nin Nazım Hikmet'i hapishaneden kurtarmasını fazlaca vurgu­ lamaktan kaçınmak istemişti. Birbirleriyle siyasal görüş açısından pek de bağdaşamayacak pek çok ünlü ismin af kampanyasında bir araya gelmiş olması da il­ ginçtir. Nazım Hikmet'in affı pek çok kişi için muhtemelen bir vic­ dan muhasebesiydi.

1 6. M I LLIYETÇI LIGIN Y E N i BiR ATAGI : E M E KLi G E N ERAL ALI I H SAN SABIS'I N AFFI Hatırlanacağı gibi, Ali İhsan Sabis, Milli Mücadele'de de yer almış emekli bir generaldi. Her ne kadar Atatürk, Nutuk'ta onun hak­ kında son derece yerici ifadeler kullansa da, bu türden değerlen­ dirmelerin esas itibariyle askeri olmaktan ziyade siyasi zeminde ele alınması muhtemelen daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Da­ ha Milli Mücadele sırasında Atatürk ve İnönü ile olan muhteme­ len askeri olduğu kadar siyasi içerikteki anlaşmazlıkları, Sabis'in Milli Mücadele'den sonra bir kenarda unutulmasına yol açmıştı. Sabis, Atatürk döneminde yaşamını, pek çok Milli Mücadele ön­ derinin de başına gelen siyasi tecrit politikasının sonucunda, ken­ di köşesinde, unutulmuş bir ordu komutanı olarak sürdürmüştü. Sabis, Atatürk'ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanlığı'na seçilen İnönü'nün barış politikasının348 bir ürünü olarak, 4 Mart 1 939 ta347 Sabiha Sertel , Bir Roman Gibi, s. 405-406. Ayrıca bkz. Nazım Hikmet, Kemal Tahir'e Mapusaneden Mek­ tuplar, s. 305. 348 İ nönü'nün Cum hurbaşkanl ığı'na seçilmesinden sonra izlediği barış politikasına ilişkin geniş ve ayrıntıl ı bilgi i ç i n bkz. Cemil Koçak, TMŞD, (Cilt 2 ) , s. 41-46 ve 106-1 10.

285

rihinde İstanbul Dolmabahçe Sarayı'nda verilen bir çay davetine katılabilmişti. Sabis, anılarında, kendisine bizzat İnönü tarafından milletvekilliği önerildiğini, ancak bu sözün yerine geterilmediğini de belirtiyor.349 Anlaşılan öneriyi kabul etmişti. Sabis, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Almanya'nın Ankara Bü­ yükelçiliği tarafından finanse edilen Türkische Post adlı Alman ga­ zetenin yöneticisi ve sorumlu neşriyat müdürü olacaktır. 350 Sa­ bis, aynı zamanda, 1 942 yılında Almanya'ya yakın bir siyasi çizgi­ de yayın yapan ve Turancı akım içinde yer alan Bozkurt dergisin­ de de yazılar yazıyordu. 351 Yine hatırlanacağı gibi, Sabis, Türkische Post gazetesinin sorumlu neşriyat müdürü iken, İkinci Dünya Sa­ vaşı'nda hükumetin izlediği dış politikayı eleştiren imzasız mek­ tuplar yazdığı ve bu mektupları, değişik adreslerdeki askeri ve sivil makamlara gönderdiği için tutuklanmış ve hakkında açılan dava sonucunda da, on bir ay yirmi gün hapse mahkum olmuştu. Sabis hakkında açılan diğer davalar ile birlikte bu mahkumiyet iki yıl se­ kiz aya kadar da yükselmişti. 352 Emekli orgeneral Ali İhsan Sabis, Harb Hatıralarım adlı anıları­ nın 1 9 5 1 yılında yayınlanan beşinci cildinin önsözünde, bu mah­ kumiyetine de temas etmektedir. Sabis'in iddiasına göre, sorun, 1 94 1 yılının Mayıs ve Haziran aylarında Harb Hatıralanm'ın Tasvi­ ri Efkar gazetesinde tefrika edilmesi ve aynı zamanda aynı gazete­ de İkinci Dünya Savaşı'na ilişkin askeri makaleler yazmaya başla­ ması ile çıkmıştı. Matbuat Umum Müdürlüğü ise , Tasviri Efk ar ga­ zetesine ve sahibi Ziyad Ebüzziya'ya baskı yaparak, Sabis yazıları­ nın yayınına son verdirmişti. Bunun üzerine Sabis, Harb Hatırala­ n'nı 1 943 yılında kitap olarak yayınlamaya başlamıştı. Gerçekten de Sabis'in Harb Hatıralarım'ın ilk cildi, 194 3 yılında yayınlanmış349 Cemil Koçak, TMŞD, (Cilt 2), s. 41; Mustafa Müftüoğlu, Çankaya'da Kabus, s. 197-205; Ali İ hsan Sabis, Harb Hatıralarım, (Cilt: 5), s. 3-6; Ali Fuat Erden, ismet İnönü, s. 230; Tekin Erer, Yasakçılar, s. 74; Cum­ huriyet, ( 1 .4. 1948). Bu arada; Ali İ hsan Sabis'in Harb Hatıralarım adlı kitabının 1943 yılında yayınlanan ilk cildinden hemen sonra aleyhine açılan basın davalarına ilişkin ayrıntılı bilgi ve Sabis'in mahkemedeki savunması için bkz. Ali İ hsan Sabis, Harb Hatıralarım, (Cilt: 5), s. 3-6. Ayrıca bkz. Suad Tahsin Türk, Ge­ neral Ali Ihsan Sabis'in Müdafaası, İ nsel Kitabevi, İ stan bul, 1944. 350 Türkische Post gazetesine ilişkin ayrıntılı ve geniş bilgi için bkz. Cemil Koçak, TMŞD, (Cilt: 1 ) , s. 472, 475, 480 ve 483 ve (Cilt: 2), s. 228, 237 ve 267. 351 Bu dönemde lrkçı-Türancı akıma, bu akımın Almanya ile ilişkilerine ve Türancı dergilere, bu arada Bozkurt der­ gisine ilişkin ayrıntılı ve geniş bilgi için bkz. Cemil Koçak, TMŞD, (Cilt: 1), s. 660-695 ve (Cilt: 2), s. 210-27 1. 352 Cemil Koçak, TMŞD, (Cilt 2), s. 228.

286

tı. O dönemde, Sabis'in iddiasına göre, lstanbul'da posta kutula­ n kaldırılmıştı. Mektuplar sadece belirli ve az sayıdaki merkezden postaya verilebiliyor ve açılıp okunuyordu. Sabis şöyle yazacaktır: "Bu meya nda şüpheli görülen bin beş yüz kadar i mzasız mektubun hepsi polis m ü­ dürlüğünce a lınarak, hiçbiri adreslerine gönderilmem iş[ti]. Bu gizli tertipler arasın­ da, nihayet [Sa bis'i] (. .. ) 23 Mayıs 1 944 günü [lrkçı-TGrancı grubun tutuklanma­ ya başladığı sırada] (. . . ) avukatım Celal Yardımcı'nın (. .. ) evinde kend isiyle görü­ şürken ve hastal ığı m ünasebetiyle hatırın ı sorarken tevkif [etmişlerdi]. (. .. ) Sebep, pastahaneye imzasız mektup atmak imiş ve bu bahane ile [Sabis'in evini] (. .. ) ge­ ce yarılarına kadar gıyabında taharri etm işler, silah, cephane, telsiz, telgraf vesai­ re ara m ışlar[dı]. Hiçbirisini bulamayınca , karbon kağıtlarını, zarfları ve iki adet ya­ zı makinasını alarak, polis müdürlüğü'ne [götürmüşlerd i]."

Sabis, bu iddialarla yargılanmış ve mahkum olmuştu. Kendisi­ ne bir yıl üç ay hapis cezası verilmişti. Askeri Yargıtay'ın ilk baş­ vuruda bozma kararına karşın, mahkumiyet karan sonunda onay­ lanmıştı. Sabis'in iddiasına göre, "Askeri Yargıtay'da (. . . ) ilk bozma kararını verenler tebdil edilerek yerlerine başkaları getiril"mişti ve mahkeme karan ancak bu şekilde onaylanabilmişti. Karan onayla­ yan üyeler de, yine Sabis'in iddiasına göre, terfi ederek, orgeneral­ liğe yükselmişlerdi. 353 1 94 7 yılının Mayıs ayına gelindiğinde ise; Sabis'in İstanbul Bir Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından kararlaştırılan on beş aylık hapis cezası, Askeri Yargıtay'ca da onaylanmıştı. Mahkumi­ yet kararının tarihi, 10 Şubat 1947 idi. Askeri Yargıtay Genel Ku­ rulu'nun mahkumiyeti onay tarihi de, 1 1 Nisan 194 7 idi. Sabis'in kararın düzeltilmesi yönündeki başvurusu ise red edilmişti. Kara­ ra göre; Sabis'in askeri rütbesi ile birlikte madalya ve nişanları da geri alınacak ve emekli maaşı da kesilecekti. Sabis cezasını çekmek üzere cezaevine girmişti. Daha önceden tutuklanmış olduğu için de, bu sırada cezaevinde geçirdiği süreler mahkumiyetinden düşül­ müş ve nihayet geriye cezaevinde geçirmesi gereken üç ay on gün­ lük bir süre kalmıştı. Sabis, bu süreyi de cezaevinde geçirecektir. 354 Yine hatırlanacağı gibi, Sabis, 1946 yılında DP'ye katılmış; 1 946 353 Sabis, age, (Cilt: 5), s. 3-6. 354 Vatan, (28.5.1947); Cumhuriyet, (28.5.1947); TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 2, Cilt: 10, 42. B irleşim, ( 13.2. 1948), S. Sayısı: 93; TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 2, Cilt: 10, 43. Birleşim, (16.2. 1 948).

287

milletvekili genel seçiminde de lstanbul'dan bağımsız aday olmuş­ tu ; fakat alabildiği oy toplamı ancak 1 . 1 44 idi. Bu oy, bağımsız adaylar için kullanılanlar arasında en düşük olanıydı. 355 Sabis, 1 94 7 yılının Eylül ayında mahkumiyetini tamamlayarak cezaevinden çıktıktan sonra, af talebi ile TBMM'ye başvuracak­ tır. Sabis'in muhtemelen 194 7 yılı sonlarında TBMM Dilekçe Ko­ misyonu'na verdiği dilekçe incelenmiş ve Dilekçe Komisyonu'nun 22 Aralık 1 94 7 tarihli raporu ile af talebi TBMM Adalet Komisyo­ nu'na iletilmişti. 356

Cumhuriyet gazetesi, 1 948 yılının Şubat ayı ortasında, Ali Ihsan Sabis ile yaptığı bir röportajda; Sabis'in af talebinde bulunmadığı­ nı açıkladığını haber veriyordu. Af, TBMM Adalet Komisyonu'nda gündeme gelmişti. Sabis'in iddiası, mahkumiyetinin adli bir hata olduğu yönündeydi. 357 Ancak Sabis, bu açıklamasını iki gün son­ ra yine aynı gazetede tekzib edecektir. 358 Şimdi gözümüzü TBMM'ye çevirmenin zamanıdır: TBMM Ada­ let Komisyonu'nun 1 0 Şubat 1 948 tarihli raporunda; Sabis'in Türk Ceza Kanunu'nun 1 6 1 . maddesinde yer alan "ammenin telaş ve heyecanını mucib olacak şekilde asılsız haberler yayma" suçundan on beş ay hapis cezasına mahkum edildiği hatırlatıldıktan sonra, cezanın infaz edilmiş olduğu da belirtiliyordu. Cezanın ağır hapis niteliğinde olması yüzünden kendisinin emekli maaşı da kesilmiş­ ti. Sabis, TBMM Dilekçe Komisyonu'na başvurarak, emekli maa­ şının kesilmesinden dolayı maddi sıkıntı içinde kaldığını belirt­ miş ve af talebinde bulunmuştu. Dilekçe Komisyonu da, 22 Aralık 1 94 7 tarihli raporunda ; mahkumiyetinde bir adli hata olmamakla birlikte, Sabis'in "affa layık olduğu"na ilişkin görüş yazısı ile, ko­ nuyu Adalet Komisyonu'na havale etmişti. 3 59 Adalet Komisyonu raporunda, mahkumiyette bir adli hata bu­ lunmadığı bir kez daha vurgulanıyor ve daha sonra da şu görüşle­ re yer veriliyordu: 355 Bkz. Cemil Koçak, İktidar ve Demokratlar, s. 479 ve 520. 3 56 Cumhuriyet, ( 13.2. 1948). 357 Cumhuriyet, ( 13.2. 1948). 3 58 Cumhuriyet, ( 1 5.2. 1948). 3 59 TBMM TD, (aynı yerde). (13.2.1948); S. Sayısı: 93; TBMM TD, (aynı yerde), ( 16.2.1948). Bundan sonra, bu ko­ nuda verilecek bütün bilgiler için, dipnotlarda aksi gösterilmediği takdirde, aynı kaynaklar kullanılacaktır.

288

"Bu sayılan fiillerin takip ve tecziyesi nde istihdaf edilen, cem iyet düzenini ihlale fil­ hal ve gelecek zamanlar için mani olmak gayesi tahakkuk etmiştir. Suçlu, işlediği fiili idame ettirmekten alıkonmuş, vaki i hlalin hesabını vermiş, asli cezasını on beş ay hürriyetinden mahrum kalara k çekmiştir. Büyük Meclise vaki af niyaz ve istirha­ mında m ündemiç ve binnetice cezanın ıslah edici gayesi tahsil ed ilmiştir. D ilekçe sahibi, şahzı itibariyle emekli bir genera ldir. Ordu komutanlığına kadar yükselerek harcadığı ömrün bir emeklilik ücretine varıp dayandığı bir hakikattir. Emeklilik hakkından mahrum iyet, işlenen şuçun tabii bir neticesi olmakla bera­ ber, yaşı altmış beşi aşmış, yaymak istediği fikrin hezimetini, tarihi hadiselerin çıp­ lak realitesinde görmüş ve neda metini hürriyeti pahasına acı bir kefaletle ödemiş, yaşamak için mazideki askeri hizmetlerinin ve idrak etmiş olduğu rütbenin müteva­ zi bir karşılığı olan emeklilik tahsisatın a muhtaç olmuş bulunan d ilekçe sahibinin, bu hususi durumunu göz önünde tuta n komsiyonu muz, mahkumun bu cezasının tevlid ettiği hukuki neticeleri itibariyle affının muvafık olacağı kararına varmıştır."

Adalet Komisyonu , hazırladığı teklifte, Sabis'in mahkumiyeti­ nin "hukuki neticeleri" ile birlikte affedilmesini istiyordu. TBMM de, Sabis'in müracaatını inceleyerek, 20 Şubat 1 948 tarihinde ka­ bul edilen yasa tasarısı ile, hakkındaki mahkumiyet kararını bü­ tün hukuki sonuçları ile kaldıracaktır. 360 Meclis' teki görüşmeler sırasında, CHP milletvekili Seyhan Tekelioğlu, ileride göreceğimiz üzere, benzer bir suçtan mahkum olmuş olan Sırrı Bellioğlu'nun da affedilmesini önerecek, ancak bu öneri red edilecektir. 361 Sabis, anılarında, affedilmesi konusunda Kazım Karabekir'in yardımları­ nı ayrıca vurgulamaktadır. 362 Sabis'in siyasi yaşamı bundan sonra da ancak kısa bir süre DP içinde sürecektir. Zafer gazetesinin 1 Haziran 1 949 tarihin­ de, Tasvir gazetesinden yaptığı bir iktibasa göre, Sabis, DP İstan­ bul 11 Haysiyet Divanı'nın kararıyla partiden ihraç edilmişti. Bu­ nun nedeni, DP İstanbul il kongresindeki eleştirileri değildi; ak­ sine, Sabis'in İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkische Post gaze­ tesinde yayınlanan makaleleri ihraç nedeniydi ! 363 Bu, elbette do­ yurucu bir açıklama sayılamazdı. Eğer gerçekten de böyle olsa, 360 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 2, Cilt: 10, 45. Birleşim, (20.2.1948). 361 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 2, Cilt: 10, 43. Birleşim , (16.2.1948). 362 Sabis, age, (Cilt: 5), s. 3-6. 363 Zafer, ( 1 .6. 1949).

289

Sabis'in hiçbir zaman DP'ye üye olarak kabul edilmemesi gere­ kirdi. Elbette asıl neden başkaydı. Sabis'in DP içinde muhalifle­ rin safında yer alması gerçek ihraç nedeniydi. Nitekim, Sabis, DP !kinci Büyük Kongres'nde, 23 Haziran 1 949 tarihinde bir konuş­ ma da yapacaktır. 364

1 7. SIRRI BE LLIOG LU'N U N AFFI N I N REDDi Sırada bir af önerisi daha vardı: Hatırlanacağı gibi, Ekonomi eski Bakanı ve CHP milletvekili Sırrı Bellioğlu, 1 940 yılında, yani !kin­ ci Dünya Savaşı yıllarında, asker ve sivil kişilere hükumetin dış politikasını eleştiren imzasız mektuplar gönderdiği gerekçesiyle, Istanbul Sıkıyönetim Komutanlığı askeri mahkemesinde yargılan­ mış ve suçu sabit görülerek mahkum olmuştu. Bellioğlu, o dönem­ de hükumetçe izlenen İngiliz yanlısı ve Alman karşıtı dış politika­ yı, önemli yönetim mevkilerinde görev yapan asker ve sivil kişile­ re, tıpkı Ali lhsan Sabis'in yaptığı gibi, gönderdiği imzasız mektup­ larla eleştirmekteydi. 36 5 1 946 yılının Mart ayında basında yayınlanan haberlerde, Belli­ oğlu'nun cezaevinden yine mektuplar yazdığı ve bu nedenle hak­ kında dava açıldığı bildiriliyordu. 366 Bir başka haberde ise, Belli­ oğlu'nun bu kez söz konusu dava sırasında mahkemeye sunduğu dilekçesinde TBMM'ye hakaret ettiği gerekçesiyle aleyhine açılan davada beraat ettiği belirtiliyordu . 367 Şimdi de konunun TBMM'ye intikal etmesinden sonraki geliş­ melere bir göz atalım: 1 1 Ocak 1 948 tarihli Adalet Konisyonu ra364 Cumhuriyet, (23.6. 1949). 365 Bu konuda bkz. Cemil Koçak, TMŞD, (Cilt: 1), s. 484. Ayrıca bkz. Gotthard Jaeschke, "Die Politische Entwick­ lung der Türkei seit Ausbruch des Krieges" , Jahrbuch tür Politik und Auslandskunde 1 941 , s. 241. Jaes­ chke, söz konusu makalesinde, Bellioğlu'nun yaklaşık yüz adrese mektup yazd ığını belirtiyor. Sabiha Sertel de, a nıları nda, Bellioğlu'nun Almanya'ya karşı tutum aldığını ve Türkiye'nin Almanya ile birlikte müttefik­ lere kaşı savaşa katılmasına karşı çıktığını belirtiyor. Sabiha Sertel, age, s. 362. Ancak, tarih itibariyle bu­ nun doğru olmasına imkan yoktu r. Çünkü, bu tarihte Ankara , henüz üçlü ittifak a ntlaşmasına uygun d av­ ranıyordu ve Alman karşıtı bir dış politika izlemeye devam ediyordu. 1940 senesi, Alman karşıtı bir dış po­ litika izlenmesi talebinin cezalandırılması için hayli erken bir tarih gibi görünmektedir. Bu konuda bkz. Ce­ mil Koçak TMŞD. Nitekim, Nazım Hikmet de, Kemal Tahir'e yazdığı b i r mektupta, Bellioğlu'nun Alman yan­ lısı tutumundan söz etmektedir. Nazım Hikmet, Kemal Tahir'e Mapushaneden Mektuplar, s. 2 18. Nitekim ileride Bellioğlu'nun Alman yanlısı tutumu kanıtlanacaktır. ,

366 Cumhuriyet, (13.3.1946); Ulus, (13.3. 1946). 367 Vatan, (23.3. 1 946).

290

porunda, "muhtelif asker! makamata ve komutanlara gönderdiği mektuplarla orduyu hükumete karşı ayaklanmaya teşvik etmekten dolayı" 24 Nisan 1 940 tarihinde tutuklanarak, İstanbul Sıkıyöne­ tim Komutanlığı asker! mahkemesinde yargılanarak, 22 Temmuz 1 940 tarihinde, Asker! Ceza Kanunu ile Türk Ceza Kanunu'nun çeşitli maddeleri gereğince toplam dokuz yıl dört ay hapse ve mü­ ebbeten de kamu hizmetlerinden yasaklanmasına mahkum olan Sırrı Bellioğlu'nun, TBMM Dilekçe Komisyonu'na verdiği dilekçe ile af talebinde bulunduğu açıklanıyordu. Bellioğlu, artık mahku­ miyet süresini bitirmek üzereydi; geçmişteki hizmetleri ve yaşının da ilerlemiş olması göz önüne alınarak, durumu 18 Aralık 1 948 tarihinde Adalet Komisyonu'na iletilmişti. Raporda, Bellioğlu'nun cezasının sekiz yıl, sekiz ay ve on yedi gününü çekmiş olduğu ha­ tırlatılıyor ve "mahkumun bu müddet zarfında cezanın terbiyevi tesirine maruz kalmış olacağı göz önünde tutularak, af yolu ile atı­ fete mazhar kılınması yerinde görülmüş"tür deniliyordu. Rapor­ da, Bellioğlu'nun "ceza mahkumiyetinin bütün neticeleri ile bir­ likte affına karar verilmişti. " 3 68 Ancak, ilginç bir nokta, Adalet Komisyonu başkanının, komis­ yon kararına karşı, muhalefet şerhi düşmesi ve karara muhalif kal­ dığını açıklamasıydı. Diğer yandan, komisyonun beş üyesi de, ayrı bir muhalefet şerhi ile, Bellioğlu'nun af talebinin red edilmesi ge­ rektiğini belirtmişlerdi. Gerekçeleri ise şöyleydi: "Bellioğlu, cumhuriyet ordusunu isyana teşvik suçundan hükümlüdür. Kendisi geç­ mişte milletvekilliği, bakanlık ya pmış bir zattır. Bütün ordulara, kolordulara, muh­ telif birlikler komutanlarına ve Genelkurmay Başkanı'na yazdığı i mzasız mektuplar­ la, hükumete isyan ettirmeye çalışmış durmuştur. Mumaileyh i n şahlanan i htirası, zirvelerine doğru yükselmekte iken, birdenbire kırılmış ve bu zat, ihtirasını meşru olmayan yollardan tatmine koyu lmuştur. Maksadındaki şeamet aşikardır. Alman­ ların Türk sınırlarını tehdit ettiği sıralarda, her yönden disiplin isteyen bir cemiye­ tin ordusunu devlete isyana teşvik fiilinin, hatta bir taklibi hükumet için değil, baş­ ka bir ordunun aziz yurdumuzu, yabancı bir devletin kolaylıkla istilasına imkan ver­ mek gibi, daha feci bir gaye düşünülürse, böyle bir suçun failini affa kend i m izde salahiyet göremiyoruz." 368 TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 15, 32. Birleşim, (14. 1 . 1949), S. Sayısı: 82. Bundan sonra, bu konu­ da verilecek bütün bilgiler için, dipnotlarda aksi gösterilmediği takdirde, aynı kaynaklar kullanılacaktır.

291

TBMM , Ekonomi eski Bakanı ve CHP eski milletvekili Sırrı Bel­ lioğlu'nun af talebini, Adalet Komisyonu'nun raporuna karşın, red edecektir. TBMM'deki görüşmeler sırasında söz alan CHP mil­ letvekili emekli general Vehbi Kocagüney, "mübarek ordumuzu hükumet aleyhine teşvik eden bu günahkar"ın affına karşı çıkı­ yordu. Yine CHP milletvekili Emin Halim Ergun da, aynı şekilde, "ordu kumandanlarımıza, kolordu kumandanlarımıza ve kurmay başkanımıza bu memleketi fena yollara götürecek telkinler" yapan Bellioğlu'nun affına karşı çıkıyordu . CHP milletvekili Muzaffer Akalın, Bellioğlu'nun hükumeti devirmeye teşebbüs ettiğini ve bu­ nun için de ordu mensuplarını ve yönetimde görev almış tanınmış kişileri hedef alan imzasız mektuplar yazdığını; böylelikle orduyu isyana teşvik ettiğini belirterek, af talebinin red edilmesi gerekti­ ğini belirtiyordu. Adalet Komisyonu sözcüsü CHP milletvekili Sa­ hir Kurutluoğlu da, Bellioğlu'nun suçunun daha önce affa uğramış olan Ali Ihsan Sabis ile aynı olduğunu hatırlatıyor ve Bellioğlu'nun halen ceza.evinde bulunduğunu, üstelik de yetmiş iki yaşında ol­ duğunu açıklıyordu. Bellioğlu'na verilen ceza, dokuz yıl dört aydı ve cezaevinden çıkmasına yalnızca yedi ay on üç gün kalmıştı. Sa­ bis ile aynı suçtan mahkum olmuş olan Bellioğlu'nun af talebi, Sa­ bis'inkinin aksine, red edilecektir. 369 Görüldüğü gibi, aynı suçtan ceza almış olan iki kişinin akıbeti birbirinden tamamen farklı olabiliyordu. Meclis'in takdiri böyley­ di. Cumhuriyet gazetesi, kısa bir süre sonra, Bellioğlu'nun cezasını tamamlayarak tahliye olduğunu haber verecektir. 370

1 8. M I LLIYETÇI LIGIN BAG IM SIZ Ö RG ÜTLE N M ESi: TÜRK OCAKLARl'NIN YENiDEN AÇI LIŞI Türk Ocakları'nın yeniden açılışı, Türk milliyetçiliğinin gelenek­ sel örgütü içinde yeniden örgü tlenmesi anlamına geliyordu . 371 3 6 9 TBMM T D , (aynı yerde), (14. 1 . 1 949). Ayrıca bkz. Vatan, ( 1 .8. 1949); Zafer, (1 .8. 1949). Vatan gazetesinin ha­ berinde, Bel l ioğlu'nun İttihatçı olarak kalmaya devam edeceği yolunda bir görüş de bel i rtilm işti. Yüzyılın ta m ortası nda İttihatçılık hala siyasal hatızadaydı ı 370 Cumhuriyet, (1 .8. 1949). 371 Türk Ocakları'na il işkin geniş ve ayrı ntı lı bilgi için bkz. Füsun Ü stel, İmparatorluktan Ulus-Devlete Türk Milliyetçiliği: Türk Ocakları (1 9 1 2-1 931 );Çetin Yetkin, Türkiye' de Tek-Parti Yönetimi ( 1 930- 1 945), s. 5263; Çetin Yetkin, Serbest Cumhuriyet Fırkası Olayı, s. 107-108. Ayrıca bkz. Küçük, Aydın Üzerine Tezler

292

Aslında Türk Ocakları'nın yeniden açılması yönündeki dileklerin çok daha eski tarihlere kadar uzandığını gösteren bir gazete habe­ rine göre, Hamdullah Suphi Tanrıöver, daha 1 948 yılının hemen başlarında , Türk Ocakları'nı yeniden kurmak istediğini açıkla­ mıştı bile. 372 Diğer yandan, Tanrıöver, 1 948 yılının daha ilk gün­ lerinde, CHP'den istifa ettikten hemen sonra, yeni bir parti kur­ mayı düşünmediğini de belirtmişti. 373 Bu demeçten hemen son­ ra , Tanrıöver'in CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran ile görüşmesi de ilginçti. 374 Vatan gazetesi, Mayıs ayında da , Tanrıöver'in Türk Ocakları'na aid eski binaların geri verilmesi için girişimde bulun­ duğunu yazıyordu. Ancak bu girişimden bir sonuç alınamayacak­ tır. 375 Vatan gazetesi, 1 949 yılının başlarında, girişimle ilgili bir başka habere daha yer veriyordu . Buna göre, Türk Ocakları'nın eski kurucularından altmış kişi biraraya gelip, bir toplantı yap­ mıştı. Tanrıöver, bu toplantıda yaptığı konuşmada, ırkçı fikirleri reddetmişti. Ferit Tek, Sadri Maksüdi Arsal, Fahrettin Kerim Gö­ kay ve Hasan Ferit Cansever, toplantıya katılan isimler arasında bulunuyordu . Gazete , Türk Ocakları'nın kapandığında 1 5 7 şube­ si olduğunu ve kayıtlı 32.000 üyesinin bulunduğunu hatırlatıyor­ du . 376 Tanrıöver, bu toplantının ardından yaptığı bir açıklama­ da, Türk Ocakları'nın 10 Mayıs'ta yeniden açılacağını duyurmuş­ tu . 377 Gerçekten de Cumhuriyet gazetesi, Nisan ayının ikinci ya(1 830-1 980), (Cilt: 4), s. 249-250; Samet Ağaoğlu, Babamın Arkadaşları, s. 186-188. Cemil Koçak, "Türk

Ocakları'nın Malı Mülkü de CHP'n i n Olmuştu", Star, (5 Aralık 201 5); Cemil Koçak, "Türk Ocakları'nın Mal­ ları Nasıl Tasfiye Edi ldi?", Star, (12 Aralık 2015). 372 Vatan, (8.3.1948). 373 Cumhuriyet, (2. 1.1948). Etem izzet Benice, Tanrıöver'in istifasından hemen sonra kaleme ald ığı bir yazıda, Tanrıöver'in CHP'nin son kurultayında kabül edi len program ile uyuşamadığı için partiden ayrıldığını belirtiyor ve bu tutumun partinin resmi görüşleri ile uyuşamayan bütün üyeler için de örnek teşkil etmesi gerektiğini açıklıyordu. Be­ nice'ye göre, CHP'nin mütecanis bir siyasi parti olabilmesinin yegane koşulu, partinin resmi görüşlerini be­ nimsemeyen üyelerin partiden ayrılmalarıydı. Ancak bu takdirde CHP gerçek bir parti haline gelebilirdi. Bu halde ise, CHP içinde görüşleri taban tabana zıd olabilecek pek çok kişi bir arada bulunuyordu ve bu durum da partinin yapısını bozuyordu. Etem İ zzet Benice, "Bir Muvazaa Partisi Bahis Mevzuu Olamaz", Son Telg­ raf, (6. 1 . 1948); AT, Sayı: 1 70, (Ocak 1 948). Aynı görüşü paylaşan bir başka yazı için bkz. Nadir Nadi, "Ten­ cere Hikayesi", Cumhuriyet, (14.1. 1948); AT, Sayı: 170, (Ocak 1948). 374 Cumhuriyet, (9. 1 . 1948). 375 Vatan, (8.5.1948). 376 Vatan, (18.3 . 1 949). 377 Cumhuriyet, ( 1 6.3.1949).

293

rısında, Türk O ca kları tüzüğünün Istanbul Valiliği'ne verildiği­ ni bildiriyordu . 378 Türk Ocakları eski genel başkanı ve CHP Istanbul eski milletve­ kili Hamdullah Suphi Tanrıöver, -ki 1 949 yılında partisinden istifa etmişti; fakat bağımsız milletvekili olarak görevini sürdürüyordu10 Mayıs 1 949 tarihinde Türk Ocakları'nı Istanbul'da yeniden aça­ caktır. Açılış töreni Tanrıöver'in kendi evinde yapılmıştı. Törene, Istanbul eski Valisi ve CHP Istanbul milletvekili Lütfi Kırdar ile DP Istanbul bağımsız milletvekili Cihat Baban, Fahrettin Kerim Gökay, Ali Fuat Başgil, Yahya Kemal Beyatlı da katılmıştı. Türk Ocakları idare Kurulu Başkanı Tanrıöver'di.379 Türk Ocakları'nın ilk umumi heyet toplantısı da, 7 Ağustos'ta Türk Ocakları'nın Ak­ saray'daki merkez binasında gerçekleşecektir. 380 Samet Ağaoğlu, anılarında, Tanrıöver'in CHP'den ayrılmadan önce dahi DP kurucularına ve muhalefet partisine yakın durduğu378 Cumhuriyet, (22.4. 1949). 379 Gol oğlu, Demokrasiye Geçiş, s. 286-287; Vatan, ( 1 1 . 5 . 1 949); Zafer, ( 1 1 . 5 . 1 949); Cumhuriyet, ( 1 1 .5.1949); AT, Sayı: 186, (Mayıs 1949). Çok daha eski tarihli İ nönü-Tanrıöver görüşmesi için bkz. Vatan, (5. 1 . 1948). Bu vesile ile zikredilmesi gereken bir başka önemli açılış da, yine tıpkı Türk Ocakları gibi, 1931 yıl ı n­ da ka patılmış olan Türkiye Mason Derneği'nin de aynı yıl İ sta nbul'da yeniden açı lacak ol masıdır. Kurucu­ ları arasında Hazım Atıf Kuyucak ile Nürettim Artam'ın da bulunduğu dernek, Türk m i lliyetçiliğini temel alan Türk Ocakları'na karşı hiç kuşkusuz tama men farklı bir yönü temsil ediyordu . Goloğlu, Demokrasi­ ye Geçiş, s. 284-285; Cumhuriyet, (6 ve 7.2. 1 948). CHP milletveki li Sinan Tekelioğlu'nun 7 Mart 1949 ta­ rihli sorusu üzerine İçişleri Bakanı Emin Erişilgil, Mason Derneği'nin kurulduğunu Meclis'te de açıklamış­ tı. TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3 , Cilt: 17, 57. Birleşim, (18.3.1949). Mason Derneği'nin kongresi çin bkz. Cumhuriyet, (30. 1 . 1950). Aslında Türk Mason Derneği'nin açılması için girişimlere çok daha eski tarihlerde başlanmıştı. Ö rne­ ğin, Vatan gazetesi, daha 1948 yı lının hemen başı nda, bu konudaki haberinde, derneğin yeniden faa liye­ te geçmesi için müracaatta bulunulduğuna değiniyordu. Mim Kemal Ö ke ise, henüz bunun zamanının gel­ mediğini ifade etmişti. Vatan, (6.2. 1948). Cumhuriyet gazetesi de, aynı günkü haberinde, Türk Mason Der­ neği'nin kurulduğunu ve gereken girişim için vilayete başvurunun yapıldığını haber veriyordu. Cumhuriyet, (6.2.1948). Gazetenin haberine göre, dernek 6 Şubat'ta kurulmuştu. Cumhuriyet, (6 ve 7 .2. 1 948). Hürriyet gazetesi, 1948 yılının Mayıs ayında, derneğin kuruluşuna izin verildiğini açıklıyordu. Hürriyet, (9.5. 1948). Oysa, Cemiyetler Kanunu'na göre, derneklerin izin a l ınmadan kurulması esastı. Dolayısıyla haberin neye dayandığı kesinlikle anlaşılmamaktadır. Mason derneğinin kongresi için ayrıca bkz. Hürriyet, (30. 1 . 1950); Zafer, (16.1.1950); Vatan, (30. 1.1 950). Bir başka alternatif kuruluş da, i stanbul'da oluşturulması düşünülen Avrupa ve Dünya Devleti Fede­ rasyonu Fikrini Yayma Cemiyeti idi. Derneğin kurucuları arasında; Mehmet Ali Sebük, Adnan Adıvar, Hüse­ yin Cahil Yalçın, izzet Akosman ve Nihat Reşat Belger de bulunuyordu. İ lginç bir nokta da, Hamdullah Suphi Tanrıöver'in de isminin kurucular a rasında geçmesiydi. Ancak Tanrıöver bu girişime katılmayacaktır. Cum­ huriyet, (29.7.1948). Tanrıöver'in bu hiç de milliyetçi olmayan fikre yakınlık duyması zaten beklenemezd i . Diğer yandan, derneğin gerçekten kurulduğuna ilişki n b i r başka habere d e rastlayamadığımı belirtmeliyim . Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti çin ayrıca bkz. Vatan, (2-3. 10.1947) v e ( 1 5-16.7. 1 947). 380 AT, Sayı: 189, (Ağustos 1949).

294

nu belirtiyor. CHP'den istifa etmesinden sonra DP'ye daha da ya­ kınlaşmıştı. Nitekim Tanrıöver, 1 950 yılında yapılacak olan millet­ vekili genel seçiminde de DP listesinden bağımsız milletvekili se­ çilecektir. 38 1 Ağaoğlu'nun bu saptamasının doğruluğunu gösteren bir başka örnek de, bizzat Bayar'ın 15 Temmuz 1 949'da Türk Oca­ ğı'nı ziyaret etmesi ve " eski kaydının yenilenmesini istemesi"dir. Bayar, Türk Ocağı'nın hatıra defterine de şöyle yazmıştı: "lnkılap arkadaşım Hamdullah Suphi Tanrıöver'in nezdinde geçirdiğim de­ ğerli zamanın hatırası olarak. . . " 382 Bayar, aynı gün Türk Ocağı'na üyelik kaydını da yaptırmıştı. 383 Nitekim Bayar, daha 8 Aralık 194 7 tarihinde yaptığı bir konuşmada, Tanrıöver için şunları söylemişti: "[Cumhuriyet] Halk Partisi içinde milletin arzu ve iradesine uyarak demokrasinin ku­ rulmasını isteyen küçük, fakat münevver bir zümrenin içinde Hamdullah Suphi Tanrı­ över de bulunmaktadır. Hamdullah Suphi [Tanrıöver], Demokrat Parti'nin milleti tem­ sil etmek mevkiine geldiğini, bugün değil, daha çok evvel, parti kurulmadan, [Cum­ huriyet] Halk Partisi Meclis Grubu'nda, memlekete demokrasinin teessüsünü isteyen­ leri, sakıt kalan dört yüzden fazla azanın önünde, en şiddetli hücumlara karşı, o za­ manın şa rtlarına göre, kahramanca sayılabilecek bir şekilde müdafaa etmiş, fikirleri­ nin doğruluğunu haykırmış bir insandır. Kendisine demokrasi yolundaki mücadelede şu veya bu maksatları isnad etmek isteyenler düşünmelidirler ki, hususi maksatları olan bir i nsan, bir fikrin zayıf zamannıda onu müdafaaya kalkmaz. Ve aksini yaparak, kuvvetlilerle beraber olmak ve fikrin boğulmasına hizmet etmek suretiyle maksadına varmaya çalışırdı. Hamdullah Suphi Tanrıöver'in demokrasi yolunda tekerrür eden bu hizmetlerini yüksek takdirdlerinize arz etmeyi bir vazife bilmekteyim." 384

Bahadır Dülger de, Türk Ocaklan'nın rolünü şöyle tanımlıyordu: "Türk Ocağı, Slav em peryalizminin ücretsiz uşağı komünist ile m ücadele edecek­ tir. Bugüne kadar Türk inkiılabı, komünistle ancak polis ile mahkemenin, kanunun, cezanın kuvvetiyle mücadele etmi ştir. Bu m ücadeleni n kifayetsizliğini hissetme381 Samet Ağaoğlu, Babamın Arkadaşları, s. 1 86- 188. 382 Celal Bayar Diyor ki (1 920-1950), s. 357. 383 Cumhuriyet, ( 1 6.7. 1 949). 384 Celal Bayar'ın Söylev ve Demeçleri ( 1 946-1950), s. 1 77. Fuat Köprülü de, Tanrıöver'in CHP Meclis Gru­ bu'nda Dörtlü Ö nerge'nin görüşüldüğü sırada, söz konusu dört milletvekilinden yana tutum alan yegane üye olduğunu yıllar sonra belirtmek gereğini duyacaktır. Fuat Köprülü, "Muvazaa İftirasının İ çyüzü", Mil­ let Yolu, (1 5.5. 1948); Köprülü, Demokrasiye Doğru, s. 8 1 2-81 5. Bu konuda ayrıca bkz. Cemil Koçak, ikin­ ci Parti, s. 3 13-330 ve 404-409. Ayrıca bkz. Fuat Köprülü, "Hakikate ve Hakiki Demokrasiye Doğru", Kuv­ vet, (5.8.1947); Köprülü, Demokrasi Yolunda, s. 460-463.

295

mek kabil olmuyor ve milliyetçi münevverin kalbi, kom ünizm hareketinin gösterdiği inkişaf ala metleri karşısında üzüntü ile dol uyordu. İktidar partisi, komünizme kar­ şı mücadelede i m a n ve fikir yolunu açmak kudretini hala kendisinde bul m uş değil­ di. Bugün Meclis'te bulunan tasarı [hatırlanacağı gibi, TCK'nın 141 ve 142. m ad­ delerini ağırlaştıran yasa tasarısı] bile yalnız ceza tazyikini artırmak hedefini gü­ düyor; fikir ve iman cephesini kuvvetlendirecek tedbirlerin alınması düşünül m üyor. Türk Ocağı, Türk m illiyetçiliği ile Slav emperya lizminin mücadelesi demek olan kom ünizm savaşına i manın, fikrin, tarihi şuurun yenil mez kuvvetlerin i birer m ües­ sir silah olara k sokuyor. Milliyetçi Türk münevverleri, Ocaklı olarak amansız Mos­ kofluk fikrine karşı cephe tutmuş demektir. ( . . ) .

Türk Ocağı, komüniste karşı m ücadele ederken, inkılap softasına karşı bir cephe almayı da ihmal etmiyor. Şerefli tarihi asırlar dolduran bir milletin varlıklarını yirmi beş senelik bir parti faaliyetinin h udutları içinde m ütalaa edecek kadar dar görüş­ lü olan bu softalar, m azi ile olan en tabii alakalarımızı kesmenin, bizi yeni dünyaya gel miş, maddi olduğu kadar manevi varlıklardan da mahrum bir köksüz millet ha­ line getirmenin mücadelesini yapmışlardır. Bu m ücadelenin milli bünyede yarattığı hara beleri tamir etme yoluna çoktan girdik. Fakat Türk Ocağı, bu işte daha semeri­ li, daha gayretli bir faaliyetin müjdecisi olarak karşımızdadır. Ocak, bunların ya n ında, irtica ı temsil eden (. .. ) softaya karşı da düşmanlığını ilan ediyor. Fakat bunu yaparken bir millet hayatı için zaruri sayd ığı din müesse­ sesini düşmanl ıkların dışında tutuyor. Çünkü, dini cem iyet için lüzum l u ve zaruri saymaktadır. ( ... ) Buna inanarak, biz de kurucuları gibi, Allaha dua edebil iriz: Siya­ netini ve irşadını bu temel m illi müessesenin üzerinden eksik etme Alla hım ! " 385

Bu satırlarda da bir kez daha Türk milliyetçiliğinin İslamla bu­ luşmasını görüyoruz. Din, milliyetçiliğin ayrılmaz bir parçası ha­ line gelirken; milliyetçilik de lslam'la buluşmuştu. Bundan böyle milliyetçilik ve din birbirinden kopmaz bir şekilde bütünleşecek­ tir. Ortak bir nokta da; anti-komünizm idi. Bu mücadelede ideolo­ jik yönün eksik bırakıldığı tesbiti önemlidir. Türk Ocağı bundan böyle bu boşluğu doldurmak istiyordu. 386

385 Bahadır Dülger, "Türk Ocağı Açıldı", Son Saat, ( 14.5. 1 949); AT, Sayı: 186, (Mayıs 1 949). 386 Bu konuda ayrıntılı ve geniş bilgi için bkz. Cemil Koçak, Dönüşüm, s. 3 10.

296

Ü ÇÜNCÜ B Ö L Ü M

AMERİKA, NATO VE TÜRKİYE

Türkiye, gerek malı, gerekse ekonomik yardım konusunda ABD'­ den umduğunu bulamamıştı denilebilir. Mali yardımların beklen­ tinin çok altında kalması ayrı bir sıkıntı kaynağıydı. Fakat ondan daha da önemlisi, Ankara'nın ABD'den açık bir savunma garantisi bulamamasıydı. Hele NATO'nun kurulma hazırlıklarına girişildi­ ği bir sırada, Ankara'nın bu geniş örgütlenmenin dışında kalacağı­ nı anlaması, ciddi gündem maddesiydi. 1 Belirtmek gerekir ki, ABD Dışişleri Bakanlığı'nca yeni yılın hemen başlarında, 7 Şubat 1949 tarihinde ha­ zırlanan hayli kapsamlı bir raporda, Yunanistan, Türkiye ve İran'a öncelikli yardım yapılacağı; fakat yardı­ mın sınırlı olacağı belirtiliyordu. FRUS, 1949, Volume: 1, (National Security Affairs, Foreign Economic Poli­ cy), "ABD DB Politika Dökümanı", (7.2. 1949). Yine bu raporda, Yunanistan ile Türkiye'ye yardımın sürece­ ği; bu arada, Türkiye' de İskenderun-Adana bölgesinde bir askeri üssün Türkiye'nin katkısı ile gerçekleşece­ ği beklentisi yer alıyordu. Diğer yandan da, raporda, Ankara'ya yardımın amaçları; Türkiye'yi olası bir sal­ dırıya karşı askeri açıdan güçlendirmek; böyle bir saldırı olmasa da, boğazları denetim altında bulundur­ mak ve Orta Doğu' da egemenliğini korumak olarak tanımlanıyordu. Yardımlar, Türk ordusunun etkinliğini ve modernliğini artıracaktı; taktik ve teknik bilgisini geliştirecekti; Türk donanmasının gerek Karadeniz' de, gerekse boğazlarda çıkarlarını korumasına hizmet edecekti. Hava kuvvetleri de geliştirilecekti. Türkiye'nin kara ordusu iki zırhlı tümen ve gerekli birimlerle geliştirilecekti. Beş de kara tümeni eklenecekti. Donanma­ ya denizaltılar gelecekti. Hava kuvvetleri için ABD uçaklarının tamir ve bakı mı mümkün olacaktı. Gereken donanım da sağlanacaktı. Ayrıca bkz. FRUS, 1 949, Volume: 1, (National Security Affairs, Foreign Economic Policy), "ABD DB Raporu", (1.7.1949). Yılın ortasına doğru, 31 Mayıs'ta hazırlanan bir Amerikan raporunda da; Türkiye ile şu sırada hava alanları inşası ya da petrol stoku için anlaşma imzalanmasının uygun olmayacağına yer verilmişti. Bunun nedeni, Moskova'nın bu hareketi kendisine yönelik bir tehdit olarak kabul edecek olmasıydı. Bunun sonu­ cu da, Moskova'nın l ran ve Türkiye üzerindeki baskısını daha da artırması olurdu. Tam da NATO'nun oluşu­ mu aşamasında bu Moskova açısından gerekçe olarak kullanı lacak ve NATO'nun saldırgan amaçlarına bir

297

"ABD, 1 949 yıl ı içinde, NATO içinde yer almadıkları halde, Türkiye ile Yunanistan'a 200.000.000 Dolar' ın üzerinde bir yardı m pa keti daha hazırlanmasını beni mse­ m i şti. Türkiye, bundan sonra, NATO'ya girince kadar, bu kan u n [Karşılıkl ı Savun­ ma Yard ı m ı Kanunu] içine ayrı bir başlık a ltında konulan ödeneklerden askeri yar­ dım görmüştür." 2

1 949 yılına kadar Türkiye yapılan yardım miktarı, kara kuvvet­ leri için 8 1 .600 . 000 Dolar; hava kuvvetleri için 43 . 800.000 Do­ lar; deniz kuvvetleri için 22. 1 00 . 000 Dolar ve yol yapımı ve ba­ kımı için de 5 . 000.000 Dolar olarak gerçekleşmişti. 1 949 ve 1950 yıllarında yapılan yardımın miktarı ise, 75 .000.000 Dolar civarın­ daydı. Bu rakam, 195 1 yılında iki katına çıkarılacak ve Oral San­ der'in hesabına göre, Truman Doktrini ile Türkiye gelen Ameri­ kan askeri yardımı, dört yıl içinde, 400. 000 .000 Doları bulacaktır. Ancak, başka kaynaklarda bu rakamlar değişik verilmekte ve hatörnek olarak gösterilecekti. Türkiye topraklarında inşa edilecek olan hava ala nları, Moskova'nın gözünde, NATO anlaşmasının yalnızca savunma amaçlı olmadığını gösterecekti. Dahası, başka ülkelerde de benzer kuşkular oluşturacaktı. FRUS, 1 949, Volume: 1, (National Security Affairs, Foreign Economic Policy), "ABD DB Politika Planlama Direktörü Butler'ın Bilgi Notu", (3 1 .5. 1 949). Yılın son gün lerine gelindiğinde, 17 Kasım 1 949 tarihi nde, ABD Dışişleri Bakanlığı'nca hazırlanan bir başka raporda; Türkiye'ye yönelik ya rdımın daha en az iki yıl boyunca süreceği bel i rti liyordu. Fa­ kat program miktarında bir artış olmayacaktı. FRUS, 1949, Volume: 1, (National Security Affairs, Fore­ ign Economic Policy), "ABD DB Ortak Savunma Yard ı m Programı Direktör Yard ı mcısı Bell'in Bilgi No­ tu", ( 1 7 . 1 1 . 1 949). 1951 yılı için yard ım m iktarı öngörüsü Yunanistan için 75.000.000 Dolar iken, Tür­ kiye için 25.000.000 Dolar idi. FRUS, 1949, Volume: 1 , (National Security Affa irs, Foreign Economic Po­ l icy), "ABD DB Ortak Savun ma Yardım Progra mı Direktörü Ohly'nin Bilgi Notu", ( 1 . 1 2 . 1949). ABD Dışiş­ leri Bakanlığı' nca hazırlanan bir listede, 1 Temm uz 1 945-31 Aralık 1949 tarih leri a rasında Türkiye'ye 280.000.000 Dolar ya rdım ya pıld ığı belirtiliyord u . Bunun 1 94.000.000 Doları kulla n ı l m ış; geri kalanı ise henüz kullanılmamıştı. İ lk kısmın ta mamı bağıştı. Toplam miktarın 73.000.000 Dola rı ise kredi idi. Yu­ nan istan ile Türkiye'ye yardım programı içinde 3 1 Ara lık 1 949 tarihine dek birl i kte hesa p ed ild iğinde, toplam 594.000.000 Dolar yardım yapılmıştı. 1 950 yılının ilk yarısında da 77.000.000 Dolar ya rd ı m ön­ görülm üştü . 1 948 yılında yardım miktarı toplamı 260.000.000 Dol a r iken, bir sonraki yıl için bu raka m 258.000.000 Dolar olmuştu. FRUS, 1949, Vol ume: 1 , (National Security Affa irs, Foreign Economic Poli­ cy). Türkiye'nin Birleşmiş Mil letler temsilcisi Sel im Sarper' in bütün üyle Amerikan tut u m u n u destekledi­ ği yönündeki Amerikan raporu için bkz. FRUS, 1 949, Volume: il, (The United Nations; The Western Hemis­ phere), "ABD Birleşmiş Mil letler Genel Kurulu Dörd ü n c ü Olağan Top lantısında Amerikan Delegasyonu­ nun Yedinci Toplantı Tuta nağı", (12.10.1949). Türkiye'nin Birleşmiş Mil letler Ekonom ik ve Sosyal Kon ­ sey üyeliği de yakında sona erecekti. FRUS, 1949, Vol u me: i l , (The United Nations; T h e Western Hemis­ phere), "ABD'nin Birleşm iş Milletler Delegasyonu Hazırlık Çalışması " , (27 .9. 1 949). Di kkat çeken bir h u ­ s u s da, bu geç tari hte bile, ABD, İ spanya'yı h a l a politik nedenlerle desteklemiyordu. F R U S , 1 949, Volu ­ m e : 111, (Council o f Foreign Ministers; Germany and Austria), "ABD D B Raporu ", (ta rihsiz). Daha yılın i l k günlerinde Bevi n , Türkiye'ye yardım konusunda İ ngiltere'nin A B D i le ayn ı pol itikayı izled iğini açıklamış­ tı. FRUS, 1 949, Volume: Vll, Par!: 2, (The Far East and Australasia), "ABD DB 'den ABD'nin Londra Bü­ yükelçiliği'ne", (24. 1 . 1 949). Olman, age, s. 1 14. Ayrıca bkz. Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 24 ve 32.

298

ta 1 50.000.000 Dolara kadar da düşmektedir. 3 Devlet Bakanı Cemil Sait Barlas, Marshall Planı'na ilişkin ola­ rak yap tığı bir açıklamada , 1 948- 1 949 yıllarında Türkiye'ye 1 50.000.000 TL miktarında bir yardım sağlanmış olduğunu belir­ tiyordu .4 Nadir Nadi ise, Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan bir yazısında, 1 948 yılı sonuna kadar Türkiye gelen Marshall yardımı­ nın toplamının 72.887.000 Dolar olduğunu belirtiyordu. Nadi'ye göre, Yunanistan'a aktarılan yardım toplamı ise, 230. 500.000 Do­ lar'dı ve Nadi , bu eşitsizliği eleştiriyordu .5

1. TÜRKIYE'N I N NATO'YA GiRiŞ ÇABALAR! Şimdi de NATO'nun oluşumu aşamasında ABD Dışişleri Bakanlı­ ğı'nın belgelerinden hareketle Ankara'nın konumuna ve bu konu­ daki tartışmalara bir göz atalım: ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa'da Ekonomik İşbirliği İdaresi Özel Temsilcisi Harriman, 6 Ocak 1 949 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanlığı Ekonomik İşbirliği İdaresi Yöneticisi Hoffman'a yazdığı bir raporda, Ankara'da geçirdiği bir gün içinde yaptığı görüşmeleri aktarıyordu. Harriman, başta İnönü olmak üzere, Türk Hüküme­ ti'nin pek çok üyesi ile, bu arada yine pek çok bakanlık yöneticisi ile görüşme fırsatı bulmuştu. Ankara, ordusunu desteklemek için, Sander, Türk-Amerikan İlişkileri, s. 24 ve 32. Bu noktada bir ayrıntı vermek gerekirse: Cemal Kovalı'nın "Amerikan yardım kredisi ile getirilecek ta­ rım alet ve makinaları" hakkındaki sorusu üzerine, Tarım Bakanı Cavit Ora l, Marsha l l yardımı ve kredisi ile, 15 aylık bir sürede, Türkiye'ye 1 0.575.000 Dolar değerinde malzemenin ilk partisinin hemen ertesi gün İ stanbul' da olacağını müjdeliyordu. İ lk etapta, 1 .839 traktör geliyordu ve buna ek olarak zirai araçlar ve malzemeler de vardı. Şeker Şirketi' ne 465 adet traktör ayrılmıştı. 1 00 adete yakın bir sayı da, Ziraat Ban­ kası ile zirai kooperatifler için düşünülmüştü. Geriye kalan traktörler, illerde kurulacak komisyonlarda, -ki bu komisyonlar valinin başkanlığında, ziraat müdürü, Ziraat Bankası müdürü, Ziraat Odası'ndan bir üye, eğer yoksa belediyeden bir çiftçi ve eğer varsa çiftçi teşekküllerinden bir üyeden oluşacaktı- arazi miktar­ larına bakılarak ve traktörü ol mayanların tercih edilmesi şekl inde taksim edilmeye çalışı lacaktı. TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 3, Cilt: 19, 79. Birleşim, (2.5. 1 949). Kovalı ise, il lere ayrılan traktörlerin taksiminde ve dağıtı mında, en az 500 dönüm arazi sahibi olmak gibi bir şartın öngörüldüğünü rivayet olarak işittiğini belirtiyordu. TBMM TD, (aynı yerde), (2.5.1 949). Oral, yaklaşık bir yıl sonra, yine TBMM'de yaptığı bir açık­ lamada, Marshall Planı'ndan önce Türkiye' de toplam 2.000 traktör olduğunu ve yardım başladıktan son­ ra hedefin 1 952 yıl ında 1 0 ila 12.000 traktör olduğunu söyleyecektir TBMM TD, Dönem: 8, Toplantı: 4, Cilt: 24, 55. Birleşim, (24.2.1950). Kuruç, İktisat Politikasının Resmi Belgeleri, s. 1 09. Cumhuriyet, ( 1 5.7.1949). Ayrıca bkz. Tolga Tören, Yeniden Yapılanan Dünya Ekonomisinde Marshall Pla­ nı ve Türkiye Uygulaması.

299

ekonomide tarım ve maden alanlarında gelişmek gerektiğinin far­ kına varmıştı. Bu bakımdan savaştan önce yabancılara karşı olan mesafeli tutumlarını da değiştirmişlerdi. Türkiye, ABD'nin yalnız­ ca fiziksel yardımına değil, fakat çok daha önemlisi program geliş­ tirmede ve eğitimde teknik yardımına ihtiyacı olduğunu da anla­ mıştı. Türk Hükümeti'nin üyeleri, hayli genç, enerjik; Batılı ve iyi eğitimliydiler. Üstelik yalnızca ülkelerinin gelişmemiş kaynakları­ nın yarattığı fırsatı değil, fakat aynı zamanda halkın eğitimindeki eksikliği de fark etmişlerdi. ABD , Türklerin kendi programlarını geliştirmek için buna Ame­ rikalıların rehberlik etme talebini desteklemeliydi. Çünkü , haliha­ zırda buna tek başlarına güçleri yetmezdi. Bu programlar, mühen­ dislik alanında spesifik projeler ile çiftçilerin ve işçilerin eğitimleri programı idi. Amerikalılar, Türklerin çabuk öğrendiklerini belirt­ mişlerdi. Bu konuda kararlı ve istekliydiler. Olası bir Sovyet saldı­ rısına karşı herkes tetikteydi. Türkler, güvenlik konusunda önce­ likle kendilerine güveniyorlardı. Sonra da ümitleri Amerikan yar­ dımı ve desteğindeydi. İnönü, bu görüşmede, ABD'nin Avrupa'daki özgür ülkeler ara­ sında beraberlik geliştirebildiği takdirde, savaştan kaçınılabilece­ ğini belirtmişti. Bu hedef, aynı zamanda her ülkenin maksimum düzeyde çabasını ve kararlılığını da gerektiriyordu . Türkiye de bu çerçevede üzerine düşeni yapmaya hazırdı. Onun görüşüne göre, Amerika'nın moral desteği, malzeme yardımından daha değerliydi. Harriman, raporunda, Türkiye'den, ABD'nin Türkiye'ye yapa­ bileceği her yardımın Türkiye'de en iyi şekilde kullanılacağından emin olarak ayrıldığını belirtiyordu. Harriman, özellikle tarımsal üretimin geliştirilmesi gerektiğine ve imkanına dikkat çekiyor ve bunun için de makinalara ihtiyaç olduğunu belirtiyordu . Tarımın geliştirilmesi için inanılmaz potansiyel söz konusuydu . Tabii çift­ çilerin eğitimi de gerekiyordu . Üretimin nakliyatı için de kara yol­ larına gerek vardı. Yine maden ve petrol kaynaklarından yararla­ nılması için analizler gerekiyordu. Ankara, ABD'den bu konular­ da tavsiye bekliyordu . Harriman, hiçbir Avrupa ülkesinin Türki­ ye kadar kaynaklarının kullanımında istismara direnç göstermeye­ ceğini de ekliyordu . Ankara bu konuda ısrarlıydı . Türkiye , yalnız­ ca ABD'nin desteğiyle Sovyetler Birliği karşısında caydırıcı bir güç 300

olabilirdi. Bu arada, Doğu Akdeniz ve Avrupa'nın ekonomik geliş­ mesine de katkıda bulunabilirdi. 6 ABD'nin Brüksel Büyükelçisi Kerk, 7 Ocak 1 949 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanhğı'na yazdığı bir raporda, NATO'nun coğrafi sı­ nırları konusunda Belçika'nın da görüşünün ABD ile aynı oldu­ ğunu belirtiyordu. Paktın sınırları, Avrupa, Kuzey Atlantik ve Ku­ zey Amerika hattı ile sınırlı kalmalıydı. Kuzey Amerika denildi­ ğinde Meksika dışarıda bırakılmalıydı. Sadece ABD ile Kanada ele alınmalıydı. Belçika, aynca pakta Akdeniz ve Kuzey Afrika bölge­ sinin dahil edilmesine karşıydı. Fakat eğer Fransa gerekli görür­ se, anayasal olarak Fransız toprağı sayıldığından Cezayir'in da­ hil edilmesi mümkün olabilirdi. Belçika'ya göre, başkaca bir Ku­ zey Afrika ülkesinin pakta alınması, Türkiye ile Yunanistan da da­ hil olmak üzere, başkaca ülkelerin pakta alınması konusunda so­ run yaratırdı. Brüksel, ltalya'nın da dahil olmasına yakın durmuyordu. ltal­ ya'nın güvenliğine, ona göre, bir Akdeniz sorunuydu. Akdeniz'in güvenliği sorunu ise, bir şekilde, Yunanistan, Türkiye, Kuzey Afri­ ka ve belki de Mısır gibi bazı Arap ülkelerinin kendi aralarında ku­ racakları bölgesel bir sistemle çözülebilirdi. Olası bir Akdeniz sis­ temi gibi, bir Kuzey Atlantik sistemi ve başkaca bölgesel sistem­ ler, bir araya geldiğinde, dünya ölçeğinde bir güvenlik alanı yara­ tabilirdi. Belçika, Kuzey Atlantik paktının Akdeniz'i de kapsamı­ na alacak kadar genişlemesinin, bazı ülkelerde anlaşmanın parla­ mentoda onayı sırasında çeşitli güçlükler çıkarabileceğinden de çekiniyordu. 7 ABD Dışişleri Bakanlığı'nın 14 Ocak tarihli bir toplantısında da aynı konu ayrıntılarıyla görüşülmüştü. Bu toplantıya paktın ola­ sı diğer ülkelerinin temsilcileri de katılmışlardı. ABD'nin görüşüFRUS, 1949, Volume: Vll, Part: 2, (The Far East and Australasia), "Harriman'dan Hotfman'a", (6. 1 . 1 949). FRUS, 1 949, Volume: iV, (Western Europe), "Kirk'ten AD DB'ye", (7. 1 . 1 949). Ankara, yeni oluşumun dışın­ da kalıyordu; fakat ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ile İ l işkiler Direktörü Hickerson, 13 Ocak tarihli bir rapo­ runda, Truman' ı n 11 Ocak tarihli bütçe mesajında, Türkiye, Yunanistan gibi ülkelere ABD'nin öncelikli ta­ ahhütleri olduğunu söylediğini hatırlatıyordu. Ancak şimdiye kadar verilmiş taahhütlerden daha fazlası da söz konusu değildi. FRUS, 1 949, Volume: iV, (Western Europe), "Nickerson'un Bilgi Notu", (13. 1 . 1 949). ABD Dışişleri Bakanlığı'nca yılın hemen ilk günlerinde hazırlanan bir raporda; NATO'nun kuruluşu için Türkiye ile Yunanistan ve İtalya'nın davet edilebileceklerinden söz ediliyordu. FRUS, 1949, Volume: VI, (The Near East, South Asia, and Africa), "ABD DB Tarafından Görüşme Hakkında Hazırlanan Bilgi Notu", (4. 1 . 1 949). Ayrıca bkz.Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl {Washington Büyükelçiliği), s. 45-47 ve 57-58.

301

ne göre, İtalya bir şekilde Batı Avrupa ile ilişkili olmalıydı. Bu iliş­ ki, Brüksel paktı ile de kurulabilirdi; Avrupa Konseyi'nin genel ör­ gütlenmesi içinde de kurulabilirdi. Ama farklı yaklaşımlar da var­ dı; buna göre, İtalya Kuzey Atlantik paktının doğal bir üyesi sayı­ lamazdı. Fakat tamamen dışarıda da bırakılamazdı ve onun için muhakkak bir şeyler yapılmalıydı. İtalya hakkında verilecek karar, Doğu Akdeniz bölgesindeki ülkelerde yankıya neden olacaktı. O kadar ki , hatta lspanya'nın konumunu bile etkileyebilirdi. Fransa ise , ltalya'nın örgüte alınmasından yanaydı. Fransa'ya göre, ltalya'nın pakta alınması, Türkiye, Yunanistan ve lran'ın dı­ şarıda tutulma politikasının gerekçesini zayıflatacaktı. Çünkü , bu gerekçe yalnızca coğrafi nedenlere dayanıyordu . Diğer yan­ dan, İtalya, coğrafi olarak Brüksel anlaşması ülkeleriyle devamlılık içindeydi. Ancak böylesine bir coğrafi devamlılık, Türkiye ile Yu­ nanistan için söz konusu değildi. Bu iki ülke, Batı Avrupa ile coğ­ rafi bakımdan devamlılık içinde sayılamazdı. Bu bakımdan da ltal­ ya'nın konumu bu iki ülkeden ayrıydı. Eğer Roma ile ayrı bir söz­ leşme yapılır ve bu şekilde İtalya NATO'ya alınırsa, bu takdirde di­ ğer ülkelerle benzer bir anlaşma yapılmaması hayli güçleşecekti. Londra da, Roma'nın pakta alınmasına karşıydı. İngiltere de coğ­ rafi sınırlardan yanaydı ve Akdeniz'in pakta dahil edilmesinin yeni sorunlara yol açacağını düşünüyordu. Kanada ise, ltalya'nın alın­ masına karşı mesafeliydi. Fakat diğer olası üyelerin talebi üzerine ltalya'nın katılımı bir şekilde mümkün olabilirdi. Diğer yandan, Kanada, ltalya'nın tam üyeliğini uygun görmüyordu . 8 ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nden 3 Şubat 1 949 tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığı'na yazılan bir raporda, Amiral Conolly'nin Ankara ziyaretinden söz ediliyordu. Buna göre, sadece İnönü NA­ TO'dan söz etmişti. İnönü, Norveç üzerindeki Sovyet baskısına da işaret ederek; bu koşullarda küçük ülkelerin kendileri açısın­ dan en iyi konumda olmak isteyeceklerini ve bunun için de pak­ ta katılım davetini kabul etmeyeceklerini ileri sürmüştü. Yangına körükle gitmemeyi tavsiye etmişti. Ona göre, bu türden gelişme­ ler karşısında karşılıklı çıkarlar açısından Türkiye ile ABD birlik­ te çalışmalıydı. FRUS, 1 949, Vol ume: iV, (Western Europe), "Washington Görüşme leri On B irinci Toplantı Tuta n a ğ ı " , (14.1. 1 949). Ayrıca bkz. FRUS, 1949, Volume: iV, (Western Europe), " Kirk'ten AD DB'ye", (22. 1 . 1 949).

302

Diğer yandan, gerek İnönü , gerek Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak ve gerekse Genelkurmay Başkanlığı, ABD'nin Türkiye ile birlikte planlayabileceği askeri operasyonların öneminden söz et­ mişlerdi. İnönü, ziyaretten duyduğu memnuniyeti özellikle belirt­ meye çalışmıştı. Amerikan donanmasının ziyareti onur vericiydi. Bu ziyaret bekleniyordu ve memm1niyet uyandırmıştı. İnönü, bu arada, bu gelişmenin, ABD ile askeri planlamaya bir adım olduğu­ nu düşünmüş olduklarını da ifade etmişti. Umulan buydu. Fakat cevaben bu konunun General McBridge ile görüşülmesi gerektiği belirtilmişti. McBridge ise, Türkiye'de Amerikan yardım heyetin­ de ordu grubu koordinatörüydü.9 Amiral Conolly, doğrudan ABD Genelkurmay Başkanlığı'nca yetkilendirilmişti. Görevi, McBridge ile Türk Genelkurmay Baş­ kanlığı arasında gerçekleşmesi öngörülen görüş alışverişinde bu­ lunmaktı. Bunun dışında bir yetkisi yoktu . Özellikle iki ülkenin genelkurmay başkanlıkları arasında görüşmelerde bulunmak üze­ re girişimde bulunmak için kendisine yetki tanınmamıştı. Kendi­ si çok yüksek yönetim katından talimat almaksızın daha ileri bir adım atmaya kesinlikle yetkili değildi. Bu nedenle İnönü , bariz bir şekilde hayal kırıklığına uğramış­ tı. Fakat amiralin sunduğu formülü de ileriye yönelik önemli bir Tam bu aşamada bu kez yeniden Nihat Eri m'in günlüğüne geri dönmeli ve Ankara'nın bakış açısından bu görüşmelerin arka planına bir göz atmalıyız: "Askeri Şura toplantı halinde ... İ nönü çalışmalar hakkında izahat almak üzere Genelkurmay Başkanlı­ ğı' na gitmiş. Orada Amerikan askeri heyeti başkanı tarafından bizim Genelkurmay Başkanı' na 3 Ocak ta­ rihinde yazı lmış bir tezkere göstermişler. Bunda general McBride [McBridge]; 'isteğiniz üzerine müştere­ ken harb planları hazırlamak için dört albay tayin edildi; siz de su baylarınızı tayin edin; teferruat planla­ rını hazırlamaya başlasınlar.' Genelkurmay Başkanı Orgeneral Nafiz Gürman ve ikinci başkan i zzet Aksa­ lur, bu tezkereyi telaşla karşılamışlar. Amerikalılar işlerimizin bütün teferruatını öğrenmek istiyorlar; git­ gide genelkurmaya el koyacaklar diye endişelenmişler. (. .. ) Her iki başkan da, Amerika lılarla böyle bir ça­ lışmaya girişmekten sakı ndıklarını söylediler. İ nönü, bunda ne mahzur görd ükleri ni sordu. Sarih bir ce­ vap veremedi ler. İ nönü, ' İ sta nbul ve Trakya müdafaasından vazgeçin' diyecekler diye endişe ediyorsun. 'Erzurum' da de­ ğil, daha geride ve aşağıda Toroslar'da, İ skenderu n'da müdafaa düşünün' diyecekler diye korkuyorsunuz dedi. Her iki başkan, 'şimd iden bunu diyorlar' cevabını verdiler. (. .. ) İ nönü ( ... ), 'açıkça her şeyi konuşmak­ ta fayda var; bence bu teklif ittifaka doğru bir merhaledir; Amerikalı larla, bizim askeri sırlarımızı öğrenip düşmana verecek olmadıktan sonra, bence görüşmekte h içbir ma hzuru yoktur.' İ nönü, bu esaslar dahilin­ de başka nları ve bakanı ikna, tatmin ve tem in etmek için üç saat konuştu. Yoruldu. Sonunda ötekiler an­ lamış ve kavramış, inanmış göründüler. (. .. ) Ayrılırken, 'ihtiyaç duyd uğunuz zaman ben size faydalı olma­ ya hazırım; hükumet ile işin resmi ciheti ayrı; ona halel gelmez' ded i.'' Erim, Günlükler, (Ci lt: 1), s. 403404. Görüşmelerin ilerleyen safhasında İ nönü'nün memnuniyeti için ayrıca bkz. Eri m, Günlükler, (Cilt: 1), s. 413 ve 432.

303

adım olarak kabul etmeyi uygun görmüştü . Amiral de, bundan sonraki üç hafta içinde Washington'da konunun ayrıntılarını gö­ rüşecekti. Bu arada, Amerikan donanmasının İstanbul ve amiralin de Ankara ziyareti son derece başarılı geçmişti. Özellikle İnönü, ziyaretten çok memnundu. Ziyareti çok değerli bulmuştu. Ortak genelkurmay başkanlıkları planlaması konusunda da çok yakında ele alacaklarını belirtmişti. İnönü , bu konuda yetkililerle görüşe­ ceğini de açıklamıştı. Amiral, İnönü'nün herkesten çok daha fazla, Türk askeri çevrelerindeki strateji eksikliğinin farkında olduğu­ nu belirtmişti. Fakat yine de Türk Genelkurmay Başkanlığı'nın sı­ nırlı planlama yeteneğini de göz önünde bulundurmuyordu. İnö­ nü'nün asıl talebi, ya ABD ile siyasi bir pakt ya da yüksek düzey­ de Türk-Amerikan ortak askeri ortaklığıydı. Her iki halde de İnö­ nü resmi bir taahhüt talep ediyordu. 1 0 Aradan iki hafta geçtikten sonra 1 7 Şubat'ta b u kez d e Türki­ ye'nin Washington Büyükelçisi Feridun Cemal Erkin, ABD Dışiş­ leri Bakanı Marshall ile görüşmüştü. Bu görüşmede, Erkin, Mas­ hall ile daha önceki görüşmelerini hatırlatmıştı. Erkin, ABD Dışiş­ leri Bakanlığı mensupları nezdinde Türkiye'nin NATO'ya alınması konusundaki taleplerini de hatırlatmak ihtiyacını hissetmişti. Er­ kin, bu görüşmelerde Türkiye'nin olası bir bölgesel anlaşmaya da katılabileceğinden söz edildiğini belirtmişti. Erkin, bu aşamada kendisinin ve Türk Hükümeti'nin önemli bir karara vardığını açıklamıştı; buna göre, Ankara bu aşamada NA­ TO'ya uygun bir şekilde katılamazdı. Fakat Ankara, kendisinin li­ der olarak rol oynayacağı bir Akdeniz paktına katılmak istiyor­ du. Erkin, Türk Hükümeti'nin bazı kaynaklardan, Atlantik pak­ tının müstakbel üyelerinin Türkiye ile ilgili olarak Truman Dok­ trini ile benzer bir açıklamada bulunacaklarını öğrendiğini belirti­ yordu. Fakat Erkin'e göre bunun ekstra bir yararı olmazdı. Kendi­ si de kişisel olarak bu türden bir açıklamaya yakın değildi. Bu gö­ rüşünü Ankara'ya da bildirmişti ve Ankara da aynı görüşte oldu­ ğunu belirtmişti. Erkin, Ankara'nın umut ettiği bir noktayı da belirtmekten ka­ çınmamıştı; buna göre, Ankara, kendisinin de doğrudan katılabi10

304

FRUS, 1949, Volume: Vll, Part: 2, (The Far East and Australasia), "Wadsworth'tan ABD DB'ye", (3.2 . 1 949)

leceği bölgesel anlaşmalara yol açacak açıklamaların uygun olaca­ ğı görüşündeydi. Türkiye bu türden bir açıklamanın yalnızca ABD tarafından yapılmasını tercih ediyordu. Ayrıca, ABD'nin de böyle bir açıklama yapmadan önce Ankara ile görüşmesini ve onun da görüşünü almasını istiyordu . ABD Dışişleri Bakanı Acheson ise, böyle bir açıklama taslağını hiç görmediğini söylemişti. Böyle bir taslak olup olmadığını sormuştu. Bu soruya ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan bir çalışan yanıt ver­ mek zorunda kalmıştı. Gerçekten de böyle bir açıklama taslağa ha­ zırlanmıştı; fakat ABD tarafından değil. Hazırlanan bu taslak me­ tin üzerinde ise hiçbir ciddi görüşme olmamıştı. Diğer yandan, bu türden bir açıklamanın Truman Doktrini ile aynı şekilde olmaya­ cağını da bildirmişti. Ondan daha farklı olacaktı; bazı açılardan da­ ha ileri olacaktı. Nihayet bu tip bir açıklamanın Atlantik Paktı'nın bütün üyeleri tarafından yapılacağına ilişkin bir karar da yoktu . Erkin, kendisine yapılan bu açıklamalar üzerine , Türkiye'nin güvenlik kaygılarını yeniden vurgulama ihtiyacını hissetmişti. Ankara'nın güvenlik ihtiyaçları göz ardı edilmemeliydi. Nitekim Moskova, Türkiye'nin NATO'nun dışında tutulmasının, ABD'nin artık Türkiye ile ilgilenmediğinin bir göstergesi olarak sunmaya başlamıştı. Bu nedenle de Ankara, zaten çok yakın ilişkiler için­ de bulunduğu ABD ile ilişkilerini güçlendirmek ve açıklığa kavuş­ turmak istiyordu. Bu çerçevede Amiral Radford, lnönü'ye, Amiral Conolly'nin Ankara ziyareti sırasında, Türk ve Amerikan yetkili­ ler arasında yüksek düzeyde askeri görüşmeler yapılacağından söz etmişti. Fakat buna rağmen İnönü, Amiral Conolly ile görüşmesi sırasında bu konuyu gündeme getirdiğinde, Amiral kendisinin bu konularda görüşme yapmak için yetkilendirilmediğinden söz et­ mişti. Amiral, bu türden önemli konuların yüksek politik seviye­ lerde ele alınması gerektiğini de eklemişti ki, Erkin'e göre bu doğ­ ru bir tutumdu. Acheson ise, Atlantik Paktı'nın görüşüldüğü toplantı tutanakla­ rını okuduğunu belirterek; Atlantik Paktı'na katılacak olan bütün ülkelerin Türkiye gibi ittifaka alınmayan bazı ülkeler için de bir açıklamaya ihtiyaç olduğu konusunda görüş birliği içinde olduk­ larını vurgulamıştı. Böyle bir açıklamayla yeni paktın bu ülkelerin güvenliğine yönelik ilgiyi azaltmadığı belirtilecekti. NATO, bu ül305

kelerin de güvenliğiyle yakından ilgilenecekti. Acheson, bu açık­ lamayla ilgili olarak henüz ciddi bir görüşme yapılmadığından da bahsetmişti. Acheson, Türkiye ile bu konuları görüşerek, mese­ leyi açıklığa kavuşturmaktan duyduğunu memnuniyeti de belirt­ me gereğini duymuştu . Acheson, bu meseleyle ilgili olarak iki ül­ ke arasında daha pek çok görüşme yapılacağının güvecesini de ve­ riyordu . Fakat bölgesel anlaşmalar konusunda bu aşamada başka bir şey söylememeyi tercih etmişti. Acheson'a göre, ABD , bölgesel anlaşmalar yapmak için bir yer­ den başlamak zorundaydı ve Washington'un önünde iki seçenek vardı. tık olasılık, Sovyetler Birliği dışında bütün ülkeleri içine ala­ cak bir güvenlik anlaşması yapmaktı. İkinci olasılık da, Kuzey At­ lantik Paktı gibi daha küçük bir gruplaşmaydı. ABD açısından ilk olasılık hayli sorunlu bir tercih olurdu. Böylesi bir gruplaşmanın Birleşmiş Milletler'e rakip olabileceği kuşkusu doğabilirdi. Bu ne­ denle ABD ikinci olasılığı tercih etmişti. Bu tercihin de ilk adımı olarak öncelikle Kuzey Atlantik anlaşması öngörülmüştü . Bu an­ laşmayı gerçekleştirmeye çalışırken, bir yandan da Akdeniz pak­ tını kurmaya çalışmak ABD açısından hayli zorluk yaratabilirdi. Özellikle de kongreyle ilişkiler sıkıntılı olabilirdi. Washington'da yönetimin ilk yapması gereken NATO anlaş­ ması için kongreyi ikna etmekti. Bunu yapabilmek için de bölge­ sel anlaşmalar fikrini arka plana atmak zorunluydu . Bu şu anla­ ma gelmiyordu: Bölgesel anlaşmalar da gerekliydi; fakat kongre­ yi ikna etmek için NATO aşamasında bundan söz etmemek gere­ kiyordu. Hiç gündemde değilmiş gibi bir tutum alınmalıydı. Böl­ gesel anlaşmalar fikri, NATO'nun kurulmasından sonra günde­ me gelmeliydi. Görüşmenin bu aşamasında Erkin, yeniden söz alarak, ABD'nin Türkiye'ye yönelik bir açıklama yayınlayacağını Ankara'ya bildir­ mek konusunda istekli olduğunu belirtmişti. Erkin, ABD'nin Tür­ kiye'nin bölgesel bir anlaşmaya dahil olması konusunu ileride ele alacağını düşündüğünü haber vermek istiyordu. Ancak Acheson, Erkin'i bu konuda teşvik etmekten açıkça kaçınmıştı. O na bu ka­ dar ileri gitmemesi gerektiğini söylemişti. Acheson, bu aşamada gelecekte bir Akdeniz paktı kurulacağına ya da kurulmayacağı­ na yönelik hiçbir açıklamada bulunamayacaklarını açıklamıştı. Şu 306

aşamada sadece bir açıklama yayınlanıp yayınlanmayacağına iliş­ kin görüşmeler sürüyordu. Acheson, Ankara'nın güvenlik endişelerini de yatıştırmaya ça­ lışıyordu ; buna göre , Moskova'nın dünyanın herhangi bir par­ çasına olduğu gibi, Türkiye'ye yönelik bir saldırganlığının so­ nucunda ABD'nin savunmaya geleceğini anlaması için Türki­ ye ile ABD arasında yapılan bir anlaşmaya gerek yoktu . Herhan­ gi bir saldırı halinde ABD kaçınılmaz olarak işe müdahale ede­ cekti zaten. Görüşmenin sonunda Erkin'e açık bir soru da sorulmuştu; bu­ na göre , Ankara, böylesine bir açıklamanın İngiltere tarafından mı, yoksa ABD'nin de katılımıyla İngiltere ile Fransa tarafından birlik­ te mi imza edilmesini mi tercih ederdi? Böylesine bir girişimi nasıl karşılardı acaba? Yoksa sadece ABD tarafından açıklanmasını mı isterdi? Nihayet Kuzey Atlantik paktının küçük devletleri tarafın­ dan değil de, yalnızca büyük devletlerince imza edilecek bir açık­ lamayı nasıl karşılardı? Erkin, bu sorular üzerine, Ankara'nın ABD'nin ya da İngil­ tere'nin imza edeceği bir açıklamayı kabul edeceğini belirtmiş­ ti . Erkin, benzer bir tu tumu Fransa için de geçerli görüyordu . Ankara , muhtemelen bunu da kabul ederdi. Erkin bunu ima et­ mişti . Erkin , görüşmenin sonrasında basına yaptığı açıklama­ da ise , görüşmede Akdeniz paktını ele aldıklarını söylemişti. Er­ kin'e göre, bu aşamada bu konuyu ele almak için henüz erken­ di. Bu konu daha çok spekülasyona yol açabilirdi. Bu görüşme­ de asıl Türk-Amerikan ilişkileri ele alınmıştı ve bu görüşme hay­ li tatminkar geçmişti. 1 1 Sadece birkaç gün sonra 2 2 Şubat'ta bu kez de ABD Dışişleri Ba­ kanlığı Avrupa Ekonomik İşbirliği İdaresi Özel Temsilcisi Harri­ man, kaleme aldığı raporunda , 19 Şubat'ta Dışişler Bakanı N ec­ mettin Sadak ile yaptığı bir görüşmeyi aktarıyordu . Buna göre , üzerinde durulan konu Türkiye'ye ekonomik yardımdı. Sadak, Ankara'nın yetersiz yardımdan duyduğu hayal kırıklığını anlat­ mıştı. Sadak, bütçenin yarısının savunma harcamalarına ayrıldı­ ğını da açıklamıştı. Türkiye'nin mali imkanları çok dardı. Türkiye 11

FRUS, 1 949, Volume: iV, (Western Europe), "Dean Acheson'un Görüşme Hakkında Bilgi Notu'', (17 .2. 1949). Ayrıca bkz.Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl (Washington Büyükelçiliği), s. 49-51. 307

kendisini savunmak için kararlıydı; fakat savunma masrafları onu diğer alanlarda yatırım yapmaktan alıkoyuyordu ve bu nedenle dış yardıma ihtiyacı vardı. ABD, durumu anlıyordu. 1 2 Gerçekten d e b u taleplerin Washington nezdinde önemli yan­ kılan oluyordu : ABD Dışişleri Bakanlığı Yakın Doğu ve Afrika ile llişkiler Bölümü Direktörü Satterthwaite'tan 8 Mart 1 949 ta­ rihinde ABD Dışişleri Bakanlığı'na iletilen bir raporda, Yunanis­ tan, Türkiye ve İran için yapılacak bir açıklama meselesi tartışılı­ yordu. Buna göre, bu üç ülkenin güvenliğiyle ilgili olarak yapıla­ cak bir açıklamada, ABD'nin İngiltere ve diğer devletlerle birlikte adım atmasının gereğine dikkat edilmeliydi. Böylesine bir açıkla­ manın amacı, bu üç ülkenin güvenliğinin desteklenmesine yöne­ lik olacaktı. Ayrıca, hangi güçlerin bu açıklamaya imza atacakları da karar altına alınmalıydı. Raporda bazı gelişmelere dikkat çekiliyordu : Uzun zamandan beri İngiltere ile birlikte ABD'nin de fark ettiği gibi, Kuzey Atlan­ tik Paktı'nın kapsamında yer almayan bazı ülkeler üzerinde arzu edilmeyen etkileri olmuştu. Yeni oluşuma dahil edilmeyen ülke­ ler, bir saldırıya uğradıkları takdirde, Batının büyük devletlerinin herhangi bir ciddi reaksiyonu ile karşılaşmayacaklarını düşünme­ ye başlamışlardı. Yani Batı, onları savunmayacak gibi görünüyor­ du. ABD de, böylesi bir algıdan kaçınmak için, bir açıklamada bu­ lunmaya karar vermişti. Bir açıklama, bu türden bir algıyı ortadan kaldırabilirdi. İngiltere NATO'yu önemli buluyordu. Diğer yandan, Yunanis­ tan ile Türkiye bu türden bir açıklama için çok istekli olduklarını bildirmişlerdi. İran bu talebe katılmıştı. Ankara, böylesi bir açık­ lama yapılmadan önce kendisine danışılmasını istemişti. ABD ile İngiltere de böylesine bir danışmayı onaylamışlardı. İngiltere ile ABD , böyle bir açıklamanın Yunanistan ile Türkiye'yi kapsaması­ na kesin olarak onay vermişlerdi. Diğer yandan, Londra, bu açık­ lamaya İran'ı da katmaya önce gönülsüzdü . Fakat ABD'nin ısrarı üzerine artık o da bu fikri benimsemişti. ABD , önceleri NATO'nun yedi üyesinin de bu açıklamaya im12

308

FRUS, 1949, Volume: Vll, Part: 2, (The Far East and Australasia), "Acheson'dan ABD DB Ekonomik İ şbirl i­ ği İ daresi'ne", (22.2. 1949). Nihat Erim, günlüğünde, Sadak'ın ziyaretinden de söz etmektedi r. Erim'e göre, Sadak başarısızdı. Erim, Günlükler, (Cilt: 2), s. 333-340.

za atacağını ummuştu ; fakat paktın küçük ülkeleri, İran'ı da içi­ ne alan böylesine bir açıklamaya imza atmakta gönülsüz davran­ mışlardı. Dahası, bu üç devleti içine alan bir açıklamaya katılmak­ tan da imtina etmişlerdi. Ancak ABD bu tutumu törpülemişti. Hat­ ta Türk ve Yunan büyükelçileri de, 17 Şubat'ta, kendilerine yöne­ lik bu açıklamanın yalnızca büyük devletler, ABD, İngiltere ve bel­ ki de Fransa tarafından yapılmasını kabul edeceklerini bildirmiş­ lerdi. Bu sürecin gecikmesi İngiltere açısından da can sıkıcı olmuştu. Londra, acele edilmesinden yanaydı. İngiltere Dışişleri Bakanı Be­ vin, 15 Mart'a kadar bu açıklamanın yapılmasından yanaydı. Açık­ lamada İngiltere ile ABD'nin Türkiye, Yunanistan ve İran'ın gü­ venliğiyle ilgili olduğu belirtilmeliydi de. Bu yapılmadığı takdirde söz konusu üç ülkenin dışlandığı duygusuna kapılmasından en­ dişe ediliyordu . Çünkü , paktın imzalanmasıyla söz konusu açık­ lamanın yapılması arasında geçecek iki haftalık süre böyle bir so­ nuç doğurabilirdi. Fakat ABD bu kadar hızlı hareket edebilecek durumda değildi, zamana ihtiyacı vardı. Bu nedenle Bevin, yakın zamanda yapacağı konuşmada, Kuzey Atlantik Paktı'nin amaçlarından söz ederken, aynı zamanda ABD'nin dünya barışına ve güvenliğine verdiği öne­ mi vurgularken, son olarak bu üç ülkenin desteklendiğine özel bir vurgu yapabilirdi. ABD, bu konudaki politikasını sürdürüyordu. Bu, ABD'nin önerisiydi. Böylece NA TO'nun son anlaşma açıkla­ ması yapılmadan önce yapılacak böylesine bir vurgulu açıklama­ nın yeterli olacağı düşünülmüştü . 1 3 Hemen ertesi gün 9 Mart'ta ABD Dışişleri Bakanlığı'nda İngil­ tere ile yapılan bir görüşmede; gerçekten de NATO'nun kurulu­ şu gelecek hafta açıklanırken, bir yandan da Türkiye, Yunanis­ tan ve lran'ın güvenliğine yönelik özel bir açıklamada bulunulma­ sının Washington ile Londra arasında kararlaştırılması gündeme gelmişti. Bu, Londra'nın önerisiydi. Fakat ABD bu öneriye yakın durmuyordu. Aksine, ABD , bu türden bir açıklamanın NATO'nun kuruluşunda yapılmasına karşı çıkıyordu. Daha sonra yapılmalıy­ dı. Amerikan yönetiminin bu meselede ayrıca Senato'dan onay al13

FRUS, 1949, Volume: iV, (Western Europe), "ABD DB Yakın Doğu ve Afrika ile İ lişkiler Bölümü Direktörü Sat­ terhwaite'tan ABD DB'ye", (8.3. 1949).

309

mak konusunda da sıkıntıları vardı. Bu bakımdan bu aşamada bu fikirden uzak durulmalıydı. ABD Dışişleri Bakanı Marshall, bütün bu tartışmalardan sonra, anlaşmanın ilan edildiği sırada bir radyo konuşması yapmayı ve bu konuşmada, NATO'nun kuruluşunun Amerika'nın diğer böl­ gelerdeki güvenlik konularına yakın ilgisini sürdürmeyeceği anla­ mına gelmediğini belirtmeyi düşündüğünü söylemişti. ABD, dün­ ya barışının ve güvenliğinin sürdürülmesine yakın ilgi gösterme­ ye devam edecekti. Bu meyanda Yunanistan, Türkiye ve lran'ın ba­ ğımsızlık ve toprak bütünlüklerini özellikle vurgulayacaktı. ABD , bu politikasında ısrarla devam edecekti. Londra ise, böyle bir açıklamanın hiç olmazsa İngiltere ile ABD tarafından, belki de Fransa tarafından imzalanmasından yanay­ dı. Fakat ABD, anayasal zorluklar yüzünden, buna yakın değildi. Marshall, Truman'ın bir konuşmasında bu konuları vurgulaması­ nın da aynı etkiyi içereceğinden söz etmişti. 1 4 Konu kapanmamıştı; aksine, ABD Dışişleri Bakanlığı Yunanis­ tan, Türkiye ve İran ile llişkiler Bölümü Başkanı jernegan, 14 Mart 1949 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanlığı'nda görevli Rusk'a yazdığı bir raporda, aynı meseleye değiniyordu. İngiltere Dışişleri Bakanı Bevin, kendi konuşması sırasında, NATO'nun ilan edildiği tarih­ te, Yunanistan, Türkiye ve İran'ı içine alan bir açıklama yapmayı düşünüyordu. Bu açıklamanın metni ABD'ye de sunulmuştu. Bu­ na göre, Bevin, İran'ı kısaca geçip, asıl vurgusunu diğer iki ülke­ ye yönelik olarak yapacaktı. Fakat ABD talep ederse, lran'a da ben­ zer bir vurgu yapılacaktı. Fakat ardından bundan da vazgeçilmiş­ ti. lran'a hiç değinilmeyecekti; bu bakımdan ABD'nin görüşünün önemi kalmamıştı. Bunun nedeni de, İran'dan söz ederek, Sovyet14

310

FRUS, 1 949, Volume: iV, (Western Europe), "ABD DB'nin Görüşmeye İ lişkin B ilgi Notu", (9.3.1949). Ayrıca bkz. FRUS, 1949, Volume: iV, (Western Europe). "ABD DB'nin Kongreyle İ lişkiler Böl ümü'nün Görüşmeleri Hakkında Bilgi Notu", (14.3.1949). Bu raporda da, Türkiye, Yunanistan ve İran'a yöneli k Amerikan yardı­ mının süreceğine ilişkin bilgi verilmişti. Mesele, yard ı m ya pılmasında değildi; bu yardımın ne ölçüde ola­ cağına ilişkindi. Yine aynı çizgide bir başka rapora daha bkz. FRUS, 1 949, Volume: iV, (Western Europe), "ABD'nin Moskova Temsilcisi Kohler'den ABD DB'ye", ( 1 7.3. 1949). Bu raporda da, ABD' n i n Türkiye, Yuna­ nistan ve İ ran'ın güvenl iğine yönelik açıklama ya pması için formül öneriliyordu. Moskova'nın saldırga nlı­ ğına karşı bile olsa "sa ldırı" kelimesini kullanmaktan kaçı nmak gerektiğine dikkat çekiliyordu. Bu üç ül­ kenin bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne yönelik bir ifade tercih edilmeliyd i. Açıklamada İ ra n da bulun­ malıydı. Ayrıca bkz. FRUS, 1949, Volume: V, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD DB Politika Yapı mı", (14.1. 1 949); FRUS, 1949, Volume: V, (Eastern Europe; The Soviet Union), "ABD'nin Moskova Büyükelçi liği İ stih barat Komitesi Raporu", (5.4.1949).

ler Birliği'ni provoke etmemekti. lran'a yönelik bir Sovyet saldırı­ sından kaçınmak isteniyordu . 1 5 ABD Dışişleri B a kanı Acheso n , 1 6 M a r t 1 9 49 tarihinde , ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'ne yazdığı bir raporda , Feridun Cemal Erkin'in aynı gün kendisiyle bir görüşle yaptığından söz ediyordu . Buna göre, Erkin, Ankara'nın NATO'nun dışında tutul­ masının, Türkiye'nin Sovyetler Birliği karşısındaki pozisyonunu ciddi olarak zayıflatmakta olduğuna değinmişti. Dahası, bu du­ rum , Sovyetler Birliği'nin Türk kamuoyunu bölmesine yardım­ cı olacaktı. İtalya gibi Atlantik ülkesi olmayan bir devletin Kuzey Atlantik Paktı'na dahil edilmesi, fakat Yunanistan ve Türkiye gi­ bi iki özgür Avrupa gücünün dışarıda bırakılması, sorunlu bir du­ rumdu. Bu iki ülke de pakta katılmak istemişler, fakat davet edil­ memişlerdi. Bu durum Türkiye'de, ABD ile Batı Avrupa ülkeleri­ nin bir saldırıya uğradığı takdirde Türkiye'nin yardımına gelmek konusunda isteksiz oldukları şeklinde algılanacak ve değerlendi­ rilecekti. Türkiye'ye yardımı bir risk olarak gördükleri şeklinde anlaşılacaktı. Bu riski almak istemedikleri yönünde değerlendir­ meler yapılacaktı. Dahası, Truman Doktrini gibi daha sonra yapılan açıklamaların etkileri de artık geride kalmıştı. Çünkü, artık gerek ABD ve gerek­ se Batılı güçlerce çok yeni açıklamalar yapılıyordu. Hele Fransa ve İtalya gibi Akdeniz ülkelerinin NATO'ya alınması, Türkiye'de ye­ ni oluşumun mantığının anlamasını iyice güçleştirmişti. Akdeniz bölgesel ittifakı da bu çerçevede boşlukta kalıyordu. Erkin, bun­ dan sonra da, Amiral Conolly'nin sözlerinin de cesaret kırıcı oldu­ ğundan söz etmişti. ABD'nin Türkiye karşısındaki tutumu Anka­ ra'da bu şekilde endişe uyandırmıştı. Erkin, ABD'nin düşündüğü ayrı bir açıklama formülünün de düşünülen olumlu etkiyi yaratamayacağından söz ediyordu. Hele ABD , Türkiye'nin de katılacağı ve Akdeniz'de ya da Yakın Doğu'da oluşturulması düşünülen bir ittifaka katılmayı düşünmezken. Er­ kin'e göre, Türkiye'de hayal kırıklığı vardı ve bu durum, Sovyetler Birliği karşısında gösterilen