Türk Toplum Bilimcileri I [1, 3 ed.]
 9751404029

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

EMRE KONGAR ••

TURK TOPLUM BiLiMCiLERİ ı ZİYA GÖKALP: Emre Kongar PRENS SABAHATTİN: Ali Erkul HİIMİ ZİYA ÜLKEN: Hamza Uygun- İnan Özer İBRAHİM YASA: Sezgin Tüzün NİYAZİ BERKES: İnan Özer NURETTİN ŞAZİ KÖ SEMİHAL: Vahap Sag CAHİT TANYOL: Hamza Uygun CAVİT ORHAN TÜTENGİL: İbrahim Cılga MÜBECCEL BELİK KIRAY: Emre Kongar

3. Basım

Remzi Kitabevi

BÜYÜK F1K1R KlTAPLARI DİZİSİ, 45 Üçüncü Basım- Mart, 1996

ISBN 975-14-0402-9

Remzi Kitabevi

A.Ş.

Selvili Mescit S. 3 34440 Cagaloglu-lstanbul

TIL 5116916-522 05H3, Fax: 522 9055

İÇİNDEKİLER SUNUŞ, l l

GİRİŞ TÜRKİYE'DE TOPLUMBlUMİN GELİŞMESİ VE YÖNTEM SORUNU (Emre Kongar) 11-26

I.

II.

TÜRKİYE'DE TOPLUMBİLİMİN GELlŞMESİ, 13 A. 1923-1938 Dönemi, 13; B. 1938-1950 Dönemi, 15; C. 1950-1960 Dönemi, 16; D. 1960 Sonrası Dönem, 17; E. 1970 Sonrası Dönem, 19; F. Bugünkü Durum, 20. TÜRKİYE'DE YÖNTEM (METODOLOJİ) SORUNU, 23 A. Bilimsel Yöntem, 23; B. Yöntem-Teknik Aynmı, 24; C. Makro Düzeyde Yöntembi­ lim Sorunu, 24; D. Mikro Düzeyde Yöntembilim Sorunu, 25; E. Tekniklerin Yanıltıcılı­ ğı ve Yaran, 26.

ZiYAGÖKALP

(Emre Kongar) 27-73 Yaşam Öyküsü, 29 I. II.

GİRİŞ, 33 A. Gökalp'e Göre Toplumbilimin Konusu, 33. GÖKALP'İN YÖNTEM ANLAYIŞI, 36 A. Gökalp'de Tümdengelim ve Tümevanm, 39; B. Gökalp'de Determinizm, 41.

III. GÖKALP'DE EVRİM ANLAYIŞI, 42 A. Kavim-Millet Aynmı, 42; B. Milletierin Sınıflanması, 43; C. Gökalp'de Doğrusal Ervim ve Harsi Millet, 47. IV V VI. VII.

GÖKALP'DE BİLİNÇ ANLAYlŞI, 48 A. Toplumsal Bilinç, 48; B. Ekonomik Öğe ve UlusaJplık, 49. ..

GÖKALP'DE FARS VE MEDENİYET AYRlMI, 52 A. Aynmın İlkeleri, 52; B. Türk Toplumu Hakkındaki Teşhis ve Önerileri, 55. GÖKALP'DE TEKNOLOJİ VE İDEOLOJİ ETKİLEŞİMİ, 60 DEGERLENDİRME, 64 Seçilmiş Kaynakça, 71.

PRENS SABAHATTİN (Ali Erkul) 75-144

Yaşam Öyküsü, 77 I.

II.

GİRİŞ, 85 PRENS SABAHATTİN'İN ÖRGÜTSEL ETKİNLİKLERİ, 86 A. Jön Türk Hareketi İçinde Sabahattin Bey, 86; B. Terakki ve İttihat Cemiyet ve Saba5

hattin Bey, 93; C. Sabahattin Bey'in Düşünceleri Doğrultusunda Kurulan Örgütler, 96; D. İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Sabahattin Bey Arasındaki İlişki, 97. III.

LE PLAY OKULU YE PRENS SABAHATTİN BEY, ıo2 A. Le Play Okulunun Temel Görüşleri ve Yöntembilim Anlayışı, ıo2; B. Sabahattin Bey'in Le Play Okulu ile Olan İlişkileri, 107.

IV.

TÜRKİYE GERÇEGİ YE SABAHATTİN BEY, l l 1 A. Toplumsal Yapı Hakkındaki Görüşleri, l l l; B. Osmanlı Toplum Yapısına Getirmek İstedikleri, ı ı9; C. Yeni Toplumsal Yapıya Geçişte İzlenecek Yeni Doğrultu, ı23; D. Özel Hayatın Düzenlenmesi, ı28.

V

TOPLUMSAL DEGİŞME YAKLAŞlMI AÇlSINDAN PRENS SABAHATTİN BEY, ı3o

YI.

DEGERLENDİRME, ı35 Seçilmiş Kaynakça, ı44.

HİLMİ ZİY A ÜLKEN

(Hamza Uygun - İnan Özer) ı45-204 Yaşam Öyküsü, ı47 I.

GİRİŞ, ı 50

II.

ÜLKEN'E GÖRE TOPLUMBİLİMİN YERİ, ı5ı A. Genel Bilim Anlayışı, ı5ı; B. Bilimi Bir Felsefi Temele Dayandırma Gereği, 153; C. Toplumbilimin Gelişimi, ı 55; D. Felsefe-Toplumbilim İlişkisi, ı 58; E. Psikoloji -Toplumbilim İiişkisi, ı59.

III.

ÜLKEN'E GÖRE TOPLUMBİLİMİN KONUSU YE NİTELİKLERİ, ı 62 A. Toplumbilimin Konusu, ı62; B. Toplumbilimsel Kavramlar ve Aralarındaki İlişki, ı66.

IV.

ÜLKEN'DE TOPLUMBİLİMİN YÖNTEMİ YE ARAŞTIRMA TEKNİKLERİ, ı78 A. Bilimsel İncelemenin Önkoşullan, ı78; B. Bilimsel Sürecin Aşamalan, ı 79; C. "İçti­ mai Metodoloji": Toplumsal Olguların İncelenmesinde Kullandığı Yaklaşımlar, ı80.

V

ÜLKEN'DE TOPLUMSAL DEGİŞME, ı83 A. Psiko-sosyal İlişki Modeli, ı83; B. İş Organizasyonu Modeli, ı 86.

YI.

ÜLKEN'DE BA TILILAŞMA YE TARİHSEL MADDECİLİK, ı90 A. Batılılaşma, 190; B. Tarihsel Maddecil ik, ı94.

VII.

DEGERLENDİRME, ı95 Seçilmiş Kaynakça, ı97.

İBRAHm-ı'YASA

(Sezgin Tüzün) 205-235 Yaşam Öyküsü, 207 I. Il. III. IV. V. YI.

GİRİŞ, 2ıo ARAŞTIRMA YÖNTEMİ YE TEKNİKLER, 212 _ AİLE YAPISI YE BİÇİMLERİ, 2ı6 TOPLUM YE TOPLUMSAL YAPI, 223 TOPLUMSAL DEGİŞME, 227 DEGERLENDİRME, 23 ı Seçilmiş Kaynakça, 233.

6

NİYAZİ BERKES (İnan Özer) 237-278

Yaşam Öyküsü, 239 I. II.

GİRİŞ, 241 SERKES'İN TOPLUMBİLİME İLİŞKİN GÖRÜŞ VE DÜŞÜNCELERİ, 243 A. Toplumbilimin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi, 243; B. Toplumbilimin Gelişiminde Bi­ limsel Araştırmanın Rolü, 245; C. Berkes'e Göre Toplumsal Bilimler İçinde Toplumbi­ limin Yeri, 248; D. Bir Saha Çalışması: Bazı Ankara Köyleri Üzerinde Bir Araştırma, 249.

III.

TOPLUMSAL DEGİŞME AÇlSINDAN SERKES'İN YAKLAŞlMI: ÇAGDAŞLAŞ­ MA, 253 A. Çağdaştaşma Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, 256; B. Osmanlı Toplum Yapısının Özellikleri, 267.

IV.

BERKES'E GÖRE TÜRK DÜŞÜNÜNDE BATI ETKİSİ, 271

V VI.

İSLAMLIK, ULUSÇULUK VE SOSYALİZM SORUNLARI, 273 DEGERLENDİRME, 275 Seçilmiş Kaynakça, 277.

NURETTiN ŞAZİ KÖSEMİHAL (Vahap Sağ) 279-336

Yaşam Öyküsü, 281 I. II.

GİRİŞ, 283 KÖSEMİHAL'İN YÖNTEM ANLA YIŞI, 284

III.

DURKHEIM'DE TOPLUMBİLİMSEL YÖNTEM VE KÖSEMİHAL, 290

IV

KÖSEMİHAL'DE YÖNTEM-TEKNİK KARIŞIKLIGI, 293

V

KÖSEMİHAL'İN ÇOGULCU YÖNTEM YAKLAŞlMI, 296

VI.

VII. VIII.

KÖSEMİHAL'DE TOPLUM KA VRAMI, 302 A. Somut Toplum ve Fizik Doğa İlişkileri, 306; B. Somut Top!Qm ve Biyoloji İlişkileri, 307; C. Somut Toplum ve İnsan ilişkileri, 309; D. Durkheim'de Toplum Bilinci ve Kö­ semihal, 312 KÖSEMİHAL'İN TOPLUMSAL DEGİŞME YAKLAŞlMI, 318 DEGERLENDİRME, 324 Seçilmiş Kaynakça, 334.

CAHİT TANYOL

(Hamza Uygun) 337-374 Yaşam Öyküsü, 339 I. II.

GİRİŞ, 341 TANYOL'UN TOPLUM MODELİ, 342 A. Toplumsal Kavramlar Aralanndaki İlişki, 342; B. Toplumlann Gelişme Yönleri, 350.

III.

KAPİTALİST VE SOSYALİST EKONOMİK SİSTEMLERİN DEGERLENDİRİL­ MESİ, 353 A. Kapitali2.m ve Nesnel Koşulları, 353; B. Sosyalizm ve Nesnel Koşullan, 358. 7

IV

V

OSMANLI İMPARATORLUÖU VE GÜNÜMÜZ TÜRKİYE'SİNİN TOPLUMSAL Y APlSININ DEÖERLENDİRİLMESİ, 363 A. Osmanlı Toplum Yapısı ve Batı Toplumlarından Ayrılan Özellikleri, 363, B. Batıcı­ lığın Yanlışlığı, 365; C. Türkiye'nin Toplumsal Yapısı, 366. DEÖERLENDİRME, 369 Seçilmiş Kaynakça, 372.

CAVİT ORHAN TÜTENGİL (İbrahim Cılga) 375-4 ı 9

Yaşam Öyküsü, 377 I. Il.

GİRİŞ, 38ı TÜTENGİL'İN YÖNTEMBİLİM KONUSUNA İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ, 382 A. Tütengil'in Yöntembilim Tanımı, 382; B. Yöntem Sorunu Üzerine, 382.

III.

TÜTENGİL'İN TOPLUMSAL DEÖİŞME YAKLAŞlMI, 387 A. Temel Kavramlar, 387; B. Toplum Modeli, 39ı; C. Toplumsal Değişme Yaklaşımı, 397.

IV.

DEÖERLENDİRME, 402 Seçilmiş Kaynakça, 4 ı 5.

MÜBECCEL BELİK KIRA Y (Emre Kongar) 42ı-447

Yaşam Öyküsü, 423 I. II.

GİRİŞ, 426 KIRA Y'IN ASYA ÜRETİM TİPİ ANLAYIŞINA KARŞI TUTUMU, 428

III.

KIRA Y'DA DEÖİŞME KAVRAMI, 43ı

IV

KIRAY'DA TAMPON KURUM KAVRAMI, 438

V VI.

KIRAY' DA AİLE KAVRAMI, 440 DEÖERLENDİRME, 443 Seçilmiş Kaynakça, 446.

8

SUNUŞ

Bilimsel üretim bir birikim işidir. Bilim yapmak için yalnız birey ola­ rak bilim adamının birikimi değil, kuşaklar ara sı ve toplumlar a rası bir birikim de gereklidir. Türkiye, bu birikimi, kuşaklar a rasında yapmakta oldukça başarısız kalmıştır. Aynı kuşaktaki bilim adamlarının, çeşitli nedenlerle birbirleri­ ne karşı takındıkları olumsuz tavırları, kuşaklar arasında da görüyoruz. Genç kuşak, yaşlı kuşağa, yaşlı kuşak da, genç kuşağa kuşku ile bakar her nedense . Oysa, yaşlı kuşak biraz saygı, genç kuşak ise biraz tanınma ister bir­ birinden. Fakat azgelişmişliğin kapanına sıkışmış olan toplumumuzda, her iki kuşak da, bunları vermekte oldukça cimri davranır. Kuşaklar arası davra nış, g�nellikle, olumsuz eleştiriye dayalıdır. Genç kuşak, kendisini , kendinden önceki kuşağı yadsıyarak , kanıtlamaya çalışır. Yaşlı ku şak da gençlerin kendilerine ortak olmasını pek istemez. Aynı kuşaktaki kişiler ise; belki de azgeli şmişliğin büyük ölçüde sınırtadığı ve kısıtladığı kay­ nakların paylaşılmasındaki kavgadan dolayı, birbirlerine pek olumlu göz­ le bakmazlar. Böylece, Türkiye'de bir «yalnız bilim adamı» tipi g elişir. Toplumda pek anlaşılınayan ve kendi meslektaşları arasında d a kuşku duyulan bir tiptir bu. Bilim ada mının bu dramının zarannı da hiç kuşkusuz, bilim ve toplum çeker. İşte biz, bir grup genç arkadaşım ile b irlikte bu anlayışa karşı çıkmak istedik. Her şeyden önce, bilimin bir «ortak çaba» gerektirdiği anlayışı ile işe koyulduk. Böylece bugüne dek, Türkiye'de pek örneği görülmeyen bir «grup ürünü» ortaya koymak istedik Ayrıca, bizden önceki kuşağı, olabil­ diğimizce nesnel ve bilimsel olarak, bizim kuşağa ve bizden sonraki kuşa­ ğa tanıtmak istedik. Grubumuzun çekirdeğini , doktora çalışmalarını benimle yapan arka­ daşlarım oluşturmaktadır. Mezuniyet sonrası çalışmalarını benimle yapan bu arkadaşlara, bizden önceki kuşaktaki bilim adamlarının incelenmesini önerdiğim zaman, onların konularına bu denli şevkle sarılacaklarını doğ­ rusu pek de tahmin etmemiştim. Gerek incelenecek kişilerin seçiminde, ge­ rek inceleme yöntemini n saptanmasında tam bir özgürlük içinde davran­ dık. Tartışmalarımiz benim egemenliğimde değil, meslektaşlar ara. s ı tar­ tışma kurallarının verimli havasında geçti. incelenmek üzere seçilen kişileri, belli bir anlayışa, ya da ölçüte göre 9

saptamadık. Yalnızca toplumbilimci olmalarını ve bizden önceki kuşakta bulunmalarını göz önünde tuttuk. Bunun dışında, her arkadaşım, kendi eği­ limlerine ve ilgi alanlarına göre inceleyeceği ki şileri seçti. Herkes kendi inceleyeceği k i şiyi saptadıktan sonra ortak toplant�larda inceleme yöntemini saptadık. Burada vardığımız karar, her k i şinin önce yönlemi açısından ele alınması, sonra kullandığı ana kavram ve terimie­ rin a ç ıklanmas ı , daha sonra toplumsal değişmeyi nasıl açıklamak istediği­ nin irdelenmesi ve en sonun- d a da nesnel olarak katkılarının ve yazdıkla­ rının değerlendirilmesi idi. Her kişi için yapılan ö n çalışmalar yine b irlikte tartışıldı. Eleştiriler yapıldı. Arkadaşlarım bu eleştiriler çerçevesinde metinlerini yeniden ka­ leme aldılar. Sonuç, benim beklediğimden çok daha başarılı olunca, bu çalışmaları ortak bir kitaba dönüştürme düşüncesi artık hepimizin ortak malı durumu­ na geldi. Bunun üzerine, ben de daha önce üzeri nde çalışmış olduğum Gö­ kalp ve Kıray'ı genişleterek bu ortak ürüne, yol göstericilikten de öte, eşit koşullarla katılmaya karar verdi m. Ayrıca Vahap Sağ arkadaşımız d a gönüllü olarak bize katılmak istedi . İki genç arkadaşımız ayrıca Ülken'i d e incelemek istediler. Onların çalış­ malarını da ilk metinlerio ilkelerine göre yönlendirdik. Böylece elinizdeki kitap ortaya çıkmış oldu. Ayrıca gerek k itabı basacak yayınevinin isteği , gerekse arkadaşlarımın arzusu ile , ben e k olarak bir «tar ihsel-yöntemsel» «Özet-deneme» yazdım. Yaptığımız incelemelerde ve değerlendirmelerde pek çok eksiğimiz, hatta yanlışımız olacağı doğaldır . Bunların sorumluluğunu, çalışmaları yönlendiren kişi olarak ben üstleniyorum. Genç arkadaşlarım benim tüm önerilerimi dikkate almış yazarlar olarak, metinler ini mükemmelleştirmek için hiçbir ek çalışmadan kaçınmadılar. Bu nedenlerle, ürettiklerinin onu­ ru onların, yanlış ve eksiklerio sorumluluğu ise benimdir. Yaptığımız ortak çalışma bize o denli heyecan verdi ki, hemen ikin­ ci kitap için çalışmalara koyulduk. Yine bireysel ilgi ve yönelimierimize göre saptadığımız kişiler arasında Mehmet İ zzet, Mehmet Ali Şevki, Müm­ t az Turhan, Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu gibi toplumbilimcilerimiz de var. İkinci cilt için, Zafer Toprak arkadaşımız da, toplumbilimin Osmanlı döne­ mindeki durumu konuwnda bir giriş yazmaya söz verdi. Böylece, bu or­ tak çabamızı sürdürerek, eksiklerimizi t amamlamayı umut ediyoruz . Ocak 1981 Emre KONGAR Sosyal Çalı ş m a ve Sosyal Hizmetler Bölümü Beytepe - Ankara

lO

Giriş TÜRKİYE'DE TOPLUMBİLİMİN GELİŞMESİ VE YÖNTEM SORUNU Hazırlayan

Emre KONGAR

I.

TÜRKİYE'DE TOPLU MBiLiMiN GELİŞMESİ

Tarihsel süreç içinde Türk toplumbiliminin gelişmesi büyük ölçüde si­ ya sal dalgalanmalara bağlı olmuştur. Çok kaba bir sınıflama i le, bu ge­ l işmeyi, 1923-1938 dönemi , 1938-1950 dönemi, 1950-1960 dönemi, 1960 sonrası dönem, 1971 dönemi ve günümüzdeki durum diye k abaca altı aşamaya ayı­ rabiliriz.

A.

1923-1938 DÖN&Mİ

Bu d öneminin belirgin özelliği, yeni bir toplum yaratma çaba l arından büyük ölçüde etkilenmiş olmasıdır. Başta Ziya Gökalp olmak üzere o dö­ nem düşünütleri hem çevreye toplumbilimi tanıtmak hem de yeni bir top­ lumun bilimsel temelleri n i atmak görevını yilklenmiş gözüküyorlardı. Hiç kuşkusuz döneme damgasını basmış olan toplumbilimci Ziya Gökalp 'tir. Gökalp'i n açtığı toplumbilim ve ulusçuluk yolunda yürüyenieri n sayısı hiç de az değildir. Hele Gökalp'i n İstanbul Darülfununu'nda toplumbilim kürsüsünü kurduğu düşünülürse, onun izleyicilerinin etkisi daha i y i anlaşı­ labilir. Günümüzde hiç kuşkusuz, hakkında en çok araştırma ve monografi yayımıanmış olan toplumbilimci Ziya Gökalp'tir. Gökalp'i n önemli bir niteliği de sürekli olarak çevresinde bir grup genç ile birlikte çalışmış olmasıdır. Bu nedenle, ölümünden sonra da izleyici­ leri yoluyla ,etkisini geniş ölçüde sürdürmüştür. Halim Sabit, Mustafa Şe­ ref, Teki n Alp (Moiz Kohe n), Necmettin Sadak ve özellikle Fuad Köprülü, hep Ziya Gökalp'ten etkilenmiş yazar ve düşünürlerdi. Gö.kalp çizgisinde ulusçuluk , önemli ölçüde pozitivizm, dayanışmacılık ve e vrimcilik ile birlikte getirilen ve «içtimaiyat» denilen bir bilime dayalı olarak sunulan bir gerçekti. Hiç k uşkusuz, toplumbilim İmparatorluğun kurtuluşu için kull anılacak bir düşünce aracı olarak görenler yalnızca Zi­ Ya Gökalp ve yandaşları ile izleyicileri nden ibaret değildi. Aslında temelde Gökalp okuluyla birlikte «milliyetçilik» ideolojisinin önemine ve anlamına i nanan bir başka grup Dergiih dergisi çevresinde toplanmıştı. Çoğulcu, determinist olmayan ve oldukça bireyci bir görüşü savunan bu grup i ç inde Mustafa Şekip Tunç, İ smail Hakkı Baltacıoğlu gi13

bi düşünürler öncü rol oynarken, Yakup Kadri'den Mehmet E min Erişir­ gil'e dek , birçok yazar ve düşünür de aynı ç izgide birleşmişlerdi"'. Daha sonraları Mustafa Şekip ta rafından sürdürülen Bergsonculuk, İs­ mail Hakkı Baltacıoğlu kanalıyla , eğitim ve sanat alanında Ziya Gökalp ile uzlaşıcı bir ya pıya bürünmüştü. Böylece, Mustafa Şekip ile İsmail Hak­ kı, ayrı ayrı çizgilerde , kimi zaman Gökalp okuluna yanaşan, kimi zaman onu şiddetle yadsıyan, kendilerine özgü düşünceleri ve uygulamalarıyla, Atatürk dönemine da mgalarını basan düşünürler arasına girmişlerdi. Yine aynı dönemde, örneğin, Mahmut Esat Bozkurt g ibi ,resmi ideolo­ jiyi sergileyenleri de görüyoruz. 1923-1938 döneminin önemli niteliklerinden biri, politikacı-bürokrat pek çok kiş inin, yetenekleri çerçevesinde «fikri­ ya b> ile uğraşmalarıdır. Mahmut Esat Bozkurt'un yapıtı, tipik bir «Ata­ türk'çü» kitaptır. Laik, cumhuriyetçi bir devrim sa vunulur bu kitapta. Aslında bu dönemde yeni bir toplumun yaratılması için çeşitli kişiler tarafından çeşitli biçimlerdeki çabalar büyük bir hızla sürdürülüyordu. Bu arada Akçuraoğlu Yusuf, Ağaoğlu Ahmet gibi düşünürler de yeni bir top­ lumun biçimlenmesine «'l'ü rkçülük» ana ekseni çevresinde katkılarda bu­ lunmaya çalışıyorlardı . 1�23-1938 döneminin önemli akımlarından biri hiç kuşkusuz Kadro Der­ gisi çevresinde toplanmış olan düşünürlerin topluma bakış biçimiydi. Şev­ ket Süreyya, Vedat Nedim, İsmail Hüsrev , Burhan Asaf, Şevki Yazman ve Yakup K adri'den oluşan bu kişilerin genel amaçları Kemalist devrimin kuramını yapmaktır. Günümüzde Arghiri E manuel, Samir Amin, Immanuel Wallerstein gibi düşünürlerin geliştirdikleri «merkez-çe vre» kuramının te· mellerini daha 1930' larda atan Kadro'cular ne yazık ki bir süre sonra Ya­ kup Kadr i 'nin Tiran'a atanmasıyla y ayım yaşa mıarına son verdiler. Kadro akımı, sonr adan da belli değişi kliklerle Türk siyasal yaşamında « Y ön-Devı·im» çizgisi olarak kendini gösterdi. Bu dönemin toplumbilim açısından belirgin özelliği , konuların daha çok kuramsal düzeyde ele alınması ve toplumbilimin siyaset, felsefe, egı­ tim, ideoloji gibi değiş ik alan ve konularla iç içe geçmiş bir biçimde tar­ tışılmasıydı. Bu nedenle, 1923-1938 döneminde toplumbilimin gelişmesinden çok , Türk düşüncesinin gelişmesinden söz etmek dah a doğru olur.

(*) Bu a rada Şefik Hüsnü'nün yönlendirdiği Aydınlık dcligisiııi de unutmamak ge· rck. Enıis Batur, 1980 yılmda Hacettepe Ü n i vers itesinde yapılan Balkan Ülkeleri Felsefe Seminerinde verdiği «Türkiye'de Felsefe n i n Düııü ve Bugünü,. adlı bildi•ride Dergalı, Aydın/ıle, ikilisinin izlerinin günüm üzde ki düşünsel siyasal ortamda bile izlenebildiğini söylüyor.

14

B.

1938-1950

DÖNEMİ

Türkiye'de her düşünce döne mi, ölçü ele etkilenmiştir. B u etkilenme o ceki dönemin getirdiği birikime karş ı redeyse her dönemin vazgeçil mez bir

kendinden önceki dönemden önemli düzeye ulaş mıştır ki, kendinden ön­ çıkmak, ya d a tepki g östermek, ne­ özelliği olmuştur.

1938 -1950 dönemi de kendinden önceki dönemin özellikleriyle birlikte, o özelliklere tepkileri de getirir. 1933 y ılında Ü ni versitenin de kurulmasıyla, «akademik» ve «bilimsellik» yolunda önemli bir yol almış görünen _toplum­ sal bili mler 1 1940'ların ortalarında iyice serpilip gelişmeye başarlar. _ İşin i lginç yanı, toplumsal bilimlerin hem mikro hem de makro düzey� de etkinliklerini sürdür mesidir. Bir başka deyişle, toplumsal bilimler bir yandan bütün şiddetiyle sürüp g iden İ kinci Dünya Sava ş ı içinde siyasal ba­ kımdan ülkede etkin olmakta, öte yandan da kendi alanlarında saha araş­ tır malarına yönelmekte ydi. Türkiye'de toplumbilimin gelişme aşamaları ne yazık ki siyasal karar­ larla saptanmıştır büyük ölçüde. İkinci D ünya Sa vaşı s ırasındaki tarafsız­ lık politikası, uzun bir süre yurt içinde de belli düşünce dengesini koru­ muşsa da, sonradan ortaya çıkan g elişmeler , siyasal baskılar açısından, Türk toplumbil i mc ilerinin durumunu da gündeme getir mişti. Aslında ı 923-1938 dönemi, ister toplumbilimci olsun, isterse başka bir a landa düşünce adamı kimliğine sahip olsun, tüm yazan ve tartışan k işiler için «yeni bir toplum», «yeni bir toplumsal kimlik» arama ve üretme ,d ö­ nemiydi. B u nedenle, ister maddeci, ister idealist olsun, ister toplumbilim,. ister siyaset, isterse eğitim alanında olsun, pek çok yenilik o dönemin «de vrimcilik» r uhu çerçe vesinde tartışma konusu olmuştu. Atatürk, güçlü kişiliği ile katı İslamcı ve komünist akımları durdurmuş, fakat onların çe­ ş itlemelerine bir ölçüde izin v er mişti. İşte 1938-1950 dönemine sarkan bu göreli özgürlük üretimleri, gerek bazı derg i ler, gerekse bazı kurumlar çevresinde daha yoğun olarak g örü­ lüyorlardı. Pek doğal olarak örgütlerin başında üni versiteler geliyordu: Dü­ şüncenin üretildiğ i ve özgürlük i çinde yeni arayışların yapıldığı üni versi­ teler. Dergi ler de- pe k doğal olarak çe1iitli düşüncelerin tartışıldığı ve sa­ vunulduğu yerlerdi. İkinci Dünya Sa vaşı, Demokrasilerin faşizme karşı kesin zaferi ile so­ nuçlan ınca, Türkiye 'de de gerek demokratik gerekse so le u akımlar, güç­ lendi. Aslında dış dünyadaki değişmelere karşı Türkiye hep duyarlı - bir ül­ k e olagelmiştir. İkinci Dünya Sa vaşı da bir istisna değildi. Oysa, İsmet Paşa artık i ki partili demokrasiye geçişe karar vermişti. Bu nedenle bir yandan «sadık bir muhalefet» yaratmak, öte yandan da «za­ rarlı d üşünceleri» bu muhalefetle bile birleşemeyecek biçimde bastırmak gerekiyordu.. Rejiı;1i çok partili düzene hazırlarken yapılan yasal özgürleş ıs

meler yanında, uygulamalı baskılar da, durumu dengelemek için kulla­ nıldı. Bütün bu değişme ve gelişmelerin sonucu, ne yazık ki, pek çok ödün ile birlikte, uluslararası düz� yde sesini duyuran bir avuç toplumbilimcinin s esinin kısılması oldu. 1945 yılları, aslında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde gerçekten ge­ rek tüm olarak toplumsal bili mlerin, gerekse tek başına toplumbilimin ge­ lişmesi bakımından önemli ve anlamlı yıllardı. 1938·1950 döneminde bugün tüm toplumbilim dünyasının tanıdığı birta­ kım isimler, yurt dışına göç etmeye zorlandı. Sonuç, Türk Toplumbilimi­ nin on beş . - yirmi yıl duraklaması oldu. Buna karşılık Muzaffer Şerif gibi, Niyazi Berkes gibi, yurt dışına gidenler, evrensel bilime katkılarda bulun­ dular. Bir başka deyişle, Türkiye'nin yitirdiğini belki insanlık buldu, a ma, bu Türk toplumbiliminin duraklamasına engel olamadı. 1940 'ların toplumbilime getirdiği en önemli katkı, saha araştırması yo­ luyla, somut gerçeğin saptanmasına dönük araştırmalara ağırlık verilme­ siydi. Yapılan tasfiyeden sonra, Türkiye, somut saha araştırmalarına (ara­ daki tek tük istisnalar sayılmazsa) ancak yirmi yıl sonra, 1965 'lerde tü­ müyle dönebildL

C.

1950-1960 DÖNEMi

1950-1960 dönemi, hemen hemen tam bir kısırlık dönemidir. Genel si­ yaset olarak, muhalefet döneminde ö zgürlükçü bir izienim veren Dem ok­ rat Parti, iktidarı sırasında , tam tersine, baskıcı bir yönetimin uygulayı­ cısı oldu. Bu baskıcılığın, basın ve bilim alanına yansımaması olanaksızdı. Belki de özellikle bu alanların denetim altına alınmak istenmesinden do­ layı baskıcılık, bu dönemin belirgin özelliği oldu. O zamanki iktidarın, Osman Okyar gibi iktisatçılara ve Turhan Fey­ zioğlu gibi hukukçulara bile tahammül edemediği düşünülürse, düşünce özgürlüğü konusundaki hoşgörüsüzlüğü ortaya çıkar. Öğrencilerine «nabza göre şerbet vermeyin» diyen bir profesörü bile görevinden alan bir anla­ yış döneminde, gerek üniversite içinde, gerekse üniversite dışında bilim­ sel bilgi üretme olanağının bulunmadığı açıktır. Bu sıradaki araştırma ve incelemeler son derece sınırlıdır. Türk top­ lumbilimi tam bir duraklama, hatta gerileme dönemi yaşa maktadır deni­ lebilir 1950-1960 dönemi için. İlginç olan nokta, bu dönem içinde yerli bilim ada mlarımızm saha araştırmaları son derece sınırlı iken, Paul Stirling gibi İngilizlerin, George Helling gibi Amerikalı ların kırsal alan araştırmaları yaptığına ve sonuç­ ları yayımladığına tanık olmamızdır. Her dönemin kendi nden bir önceki dönemden etkilendiği düşünülürse, 16

1950-1960 döneminin de kendinden önceki olumsuz havanın ve baskı ön­ lemlerinin sürdürülmesi açısından çok farklı olmadığı görülür. Demokrat Parti iktidarının şon yıllarında, iktidar partisi ile aydınların arasının açılması, bir hükümet-üniversite sü rtüşmesine de dönünce, döne­ min kısırlığı, aşılamaz bir duvar niteliği kazandı. Yine de 1940 'lardan sonra filiz vermeye başlayan çalışmaların yayım olanağına kavuşmasa da, 1950-1960 döneminde bile sürdüğünü b il iyoruz. Üstelik , bu dönemde kuramsal da olsa birtakım çalışmalar yayımlanmış­ tır. Örneğin, Hilmi Ziya Sosyoloji'niıı Problemleri'ni 1955'de yayımlar.

D.

1960 SONRASI DÖNEM

Demokrat Parti yönetimine siyasal planda gösterilen tepki hiç kuşku­ suz, düşünce alanına da yansıdı. Batının en sağcı, en liberal düşüncelerini b i le «komünizm» umacısına sığınar ak yasaklayan v e bastıran bir rejim yıkılınca, bunun sonuçları yalnız Türk düşünce yaşamında değil, toplum­ sal bilimler ve özellikle toplumbilim alanında da görülmeye baş la dı. İstanbul'd a Edebiyat Fakültesinde Cahit Tanyol, İktisat Fakültesinde Cavit Or han Tütengil, Ankara'da Siyasal Bilgiler Fakültesinde İbra him Yasa, Orta Doğu Teknik Ü niversitesinde Mübeccel B. Kıray, gerek ku­ ramsal gerekse veri derleyici ve kurarnları irdeleyici çalışmalarda öncü­ lük etmeye başladılar. Bütün bu ç abalar içinde 'Türk toplumbili mine en büyük hizmetlerden biri 19GO ' lar ın ortalarında kurulan Türk Sosyal B i li mler Derneği tarafın­ dan yapılmıştır. B u dernek bir yandan İzmir kentinde ortak bir kentsel kesit araştırması düzenlerken, öte y andan da toplumsal bilimlerde temel giriş kitapları yayı:nladı. İzmir araştırmasının eşgüdümünü derneğin kurucularından ve o za­ manki başkanı olan Şerif Mardin yürütüyordu. Araştırmaların genel ista­ tistik ve teknik eşgüdümü, büyük ölçüde Şefi k Uysal tarafından yapılmış­ tı. Genel hatları ile bir görüş v e düşünce alışverişini ve veri toplamada birörnekliği sağlamaya yönelik bu işbirliği çerçevesinde Şerif Mardin, Mü­ beccel Ku·ay,, Ruşen Keleş, Cevat Geray, Oğuz Arı, Ergun Özbudun, De­ niz Baykal, Mete Tunçay, Şefik Uysal, Çiğdem Kağıtçıbaşı tek tek ya da ortak araştı rma projeleriyle b u geniş kapsamlı girişime katıldılar. Bir bölümü çeŞ'itli nedenlerle bitirilemeyen araştırmalar arasında, Mar­ din'in Din ve İd eoloji si Kağıtçıbaşı'mn Sosyal Değişmenin Psikolojik Bo­ yutları, Arı 'nın İzmir'de Kitle Haberleşmesi, Kıray'ın Örgütleşemeyen Kent'i, Keleş ' i n İzmir Mahalleleri, Kongar'ın izmir'de Kentsel A ile'si, yal­ nız sonuca ulaşınakla kalmayıp, Türk Sosyal Bilimler Derneği tarafından da yayımlanan çalışmalar olarak ortaya çıktı. 1966-1968 yılları arasında saha a raştırmaları bölümü biten «İzmir pro'

TT 2

.

17

jesi>me ek ol arak Türk Sosyal Bilimler Derneği, bir de «Sosyal Bilimiere Giriş» dizisi yayımladı. Gü venç'in İnsan ve Kültür, Heper 'ln Modernleşme ve Bürokrasi, Kağıtçıbaşı 'nın İnsan ve İnsanlar, Keleş'in Kentbilim İlke­ leri, Kongar''ın Sosyal Çalışmaya Giriş, Mardin'in İdeoloji, Öncü'nün Ör­ güt Sosyolojisi, Özbudun'un Siyasal Partiler adlı kitapları bu seriden çı­ kan kuramsal giriş yapıtlarıdır. Görüldüğü gibi, toplumsal bilimler alanı oldukça geniş tutulmuş ve pek çok, çağdaş ve yeni yaklaşıma yer veril­ miştir . 1960 sonrası dönemin doruk noktasını vurgulayan olay, Türk Sosyal Bi­ li mler Derneği ile Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü'nün ortaklaşa dü­ zenledikleri ve sonradan kitap olarak yayımlanan «Türkiye'de Sosyal Araş­ tırmaların Gelişmesi» semineriydi. Bu seminerde ele alınan konular, top­ lumsal değişme, toplumbilim ve sosyal-psikoloj i 'de araştırmalar, siyasal bili mlerde araştırmalar, toplumsal ve kültürel antropolojide araştırmalar, alan araştırmalarında yöntembilim, kurarn ve kavram ilişkileri, araştır­ ma teknikleri, araştırma sonuçlarının k ullanılması ve Türkiye'de araştır­ ma sorunlarıydı. Bu sorunları ele alan bildiri sahipleri a rasında, Kıray' dan Kösemi hal'e, Saran'dan Arı 'ya ve Mardin'e, Tunaya'dan Payaslıoğlu' na dek Türkiye'nin hemen hemen bütün ün i versitelerinden temsilciler vardı. İşin daha ilginci, seminer, bir de b ildiri yayı mladı. Bildiride şöyle de­ n i liyordu: «1. Ü lkemizin sosyal sorunlarının ve bunların nedenlerinin ortaya çı­ karılması için sosyal bilim araştırmalarına büyük önem verilmelidir. «2. Yapılacak araştırmalar Türkiye'ye özgü koşullar içinde değerlen­ dirilmelidir. «3. Ü lkemizin sosyo-ekonomik yapısı jle ilgili konulara öncelik veril­ melidir. «4. Toplumsal yapının dinamiğinden doğan sorunlar, zaman boyutu içinde ve sosyal değişme açısından ele alınmalıdır. «5. Toplumumuzun kalkınmasına yard ı mcı mek, araştırıcılar arası sini desteklemek üzere kurulması gereklidir».

sosyal sorunl arının çözümlenmesine ve ülkemizin olacak sosyal bilim araştırmalarına öncelik ver­ işbirliğini sağlamak ve araştırmaların yürütülme­ Devletçe özerk bir Sosyal Araştırmalar K urumu

Bu bildiri, aslında kalkınma planlarında önerilen ve TÜBİTAK' a ko­ şut olarak düşünülen toplumsal araş tırmalar kurumunun kurulmasını bir kez daha bili msel ve siyasal kamuoyunun dikkatine sunuyordu. Fakat, ka­ nımca bildirinin önemi , öne sürdüğü özerk araştırma kurumu düşüncesi n­ den çok, Türk toplumsal b ilimcilerinin ortak bir yaklaşımını yansıtmakta oluşudur. Bir başka deyişle, Türkiye 'de ilk kez, hemen hemen önemli bir 18

temsil gücü olan birçok toplumsal bilimci bir araya gelerek, belli bir ko­ nuda ortak görüş saptayabilmekte ve bunu kamuoyuna duyurmaktadır. Üstelik, serninerin kitabına bakıldığında, bu toplumsal bili mcilerin , b i r arada, ç o k önemli birçok konuyu, oldukça verimli b i r biçi mde tartıştıkları görülecektir. 23-25 Şubat 1970 yılında yapılan bu seminerden sonra ne yazık k i , Türk toplumbilimi bir darbe daha yedi. Bu darbeden önc e, 1960 döneminin baş­ ka bir başat özell iğini görel im : 1961 Anayasasının getirdiği batı türü top­ lum anlayışının içi nde bulunan özgürlükler, toplumbilim alanındaki araş­ tırma ve çalışmala rın, ü n iversite dış ında da serpilip gelişmesine yol açtı. 1960 sonrası toplumsal bili mlerdeki gelişmenin bir nedeni de, Türkiye' nin önündeki seçenekler in yapısal açıdan tartışılma olanağının da elde edilmiş olmasıydı. Nitekim, Demokrat Parti döneminin baskısını ve uygun­ suz havasını üzerinden atamamış olan akademik çevreler henüz anlamlı düzeyde üretime' geçe meden, üni versite dışında ilginç araştırma ve incele­ meler yayımlanmaya başladı. Bunların en tipik örnekle ri , D oğan Avcıoğ­ lu'nun ve İsmail Cem'in yapıtlarıd ır. Böylece 1960 sonrası dönem gerek üniversite içi , gerekse üniversite dışı toplumbilim çalışmalarının gelişmesi ile simgelendi. Dönemin öne mli niteliklerinden bir i , Yasa gibi, Abadan - Unat gibi, Saran gibi toplumbilim­ cilerin, k uramsal çalışmalar yanında , anlamlı saha a raştırmalarına yö­ nelmeleri oldu. Bu arada, De vlet Planlama Teşkilatı 'nın kurulmuş olması ve toplad�ğı verilerin araşüncılarm -yararma sunulmast da, özellikle mak­ ro düzeydeki araştırmalar bakı mından çok destek sağladı.

E.

1970 SONRASI DÖNEM

Bugüne dek, toplumbili mdeki hemen her serpilişin ardından bir s ınır­ lama gelmiştir. Henüz emekleme çağında olan Türk toplumbilimi bu dal­ galanmalardan son derece etkilenmiş ve geliş mesi önemli ölçüde durdu­ rulmuştur. Aslında, her serpilmenin ardından bir sınırlamanın gelmesi, toplumbilimin henüz gelişmemiş olmasına da yakından bağlıdır. Bir avuç bilim adamı tarafından yürütülen bir bili msel çaba : elbette, siyasal dal­ galanmaların etkilerine açık olacaktı. 1970'den sonraki dönem de böyle oldu. Henüz çocukluk çağını yaşayan Türk toplumbilimi hir kez daha, hiç de sorumlu olmadığı halde, 1971 yı­ lında Türkiye'deki siyasal karışıklığın kurbanı oldu. Fakat artık gerek toplumbilimcilerin, gerekse toplumbilimin önemini ve gereğini kavrayan eğitim kurumlarının sayısı, kritik noktayı aşmıştı. Bu nedenle , 1947 Dil ve Tarih-Coğrafya tasfiyesinden sonraki kuraklık gö­ r ü lmedi. Bunun bir nedeni de, hemen iki yıl gibi kısa bir zaman sonra, si­ yasal düzenin «normal»e dönmesiydi hiç kuşkusuz. 19

Yine de 1971 olayının etkileri Türk toplumbiliminde duyuldu. Örneğin, Ankara 'daki toplumbilimcilerin önemli bir bölümü ya dışarı, ya da İstan­ bul'a göçtü. Böylece, İstanbul 'da yeni bir toplumbilini merkezi doğdu : Bo­ ğaziçi Ü ni versitesi, Siyasal Bilgiler'den ve Orta Doğu Teknik Ü ni versite­ sinden ayrılanların bir araya geldikleri önemli ve etkin bir kurum oldu. , 1980'lere doğru giden toplumdaki önemli bir gelişme de yüksek öğre­ nim kurumları açısından A kademilerin getirdiği yenilik oldu. Gerek İstan­ bul'daki gerekse Ankara ve Eskişehir'deki İktisadi ve Ticari İli mler Aka­ demileri genç ve dinamik yöneticilerin elinde, hem toplumbilim açısından hem de yen i gelişmekte olan toplumsal bilim dalları açısından önemli ge­ lişmeler gösterdi l er. Bilylec�, bir y andan yeni yeni toplumbilim okutulan kurumlar çoğalırken, öte yandan toplumbilimcilere duyulan sayısal gerek­ sinme arttı. Bu durumun kaçınılmaz sonucu, üretimin de yükselmesiydi. 1971-1980 a rasındaki dönemin ilk bölümü her ne kadar sınırlama ve kı­ sıtlama ile geçmişse de, ikinci bölüm, Türk Toplumbiliminin kendi kendini besleyen aşa masına tanık olmaktadır.

F.

BUGÜNKÜ DURUM

Günümüzde toplumbilim artık gerek eğiti mde, gerek toplumsal yaşam­ da gerekse bilirnde yadsınamaz bir yer ve işlev sahibi olmuştur. Bu ne­ denle de siyasal dalgalanmalara karşı daha korunmalı bir düzeye eriş­ miı;tir. Toplumbilimin eriştiği bu düzeyle, kuramsal ve uygulamalı üretimi bi­ ribirini destekleyici niteliktedir. Üretim arttıkça, toplumbilimin yeri sağ­ lamlaşır. Yer . sağlamlaştıkça, üretimi artar. Günümüz toplumbiliminin özelliklerinden biri de, artık kesinlikle üni­ versitelerin içinde hapsolmaktan kurtulmuş olmasıdır. Aslında bu özgür­ leşme iki türlü ortaya çıkmaktadır. Birinci olarak, ün i versite dışındaki saygın araştırmacılar d a «bili msel» araştırmalar yapmakta ve yayınla­ maktadırlar. İkinci ola rak da üni versitelerimiz hem bu araştırmaları eği­ timde kullanmakta, hem de kendi yaptıkları araştırmaları, üni versite dı­ şında da yayınlamaktadırlar. Bir başka deyişle, Türk toplumbilimi , lini­ ver siteler in toplumla bütünleşmesi oranında, akadem i k duvarların dışına çı�maktadır. Hiç kuŞkusuz, Türk toplumbilimi iı,.1n son derece sağlıklı bir gelişme çizgisidir bu. Günüm üzde toplumbilimin de bir parçası olduğu toplumsal bilimlerin eriştiği aşamanın bir göstergesi olarak, Birinci Sosyal Bili mler Ulusal Kongresi örnek olarak gösterilebilir. Türk Sosyal Bili mler Derneği ile Or­ ta Doğu Teknik Ü ni versitesi 'nin işbirliği ile 6-8 Haziran 1980 'de Ankara'da yapılan kongrede elli dokuz bildiri tartışmaya sunulmuştur. Metodoloji, kent sosyolojisi, bürokrasi, siyaset sosyolojisi, tıp sosyolojisi, tarih, psiko20

loji ve sosyal psikoloji, antropoloji , ekonomi ve toplum, kır sosyolojisi, bölüm l erine ayrılmış olan kongrede görüldüğü gib i , toplumbilim konuları artık alt alanlar biçiminde �le alınmış ve özel uzmanlık düzeyinde tartışıl­ mıştır. Bu durumun, Türkiye'de toplumbilimin eriştiği gelişme bakımından evrensel ölçütlere göre b ile oldukça ileri bulunduğu açıktır. Günümüzde toplumbi limin bir başka özelliği, İstanbul , Ankara, İzmir gibi büyük kentler dışına da taşmakta oluşudur. Örneğin, Erzurum, Eski­ şehir, artık toplumbilimin genel ve özel alanlarında kendilerinden söz et­ tiren merkezler durumuna gelmiştir. Yine günümüzde toplumbilimin eriştiği düzeyi gösteren bir başka olay, kağıt maliyetlerinin son derece arttığı ve kitap basımının ve alı mının ne· redeyse olanaksızlaştığı bir ortamda en çok basılan ve satılan kitapların. toplumbilimsel kitaplar olmasıdır. Gerek makro, gerekse mikro alanda ku­ ramsal ve uygulamalı araştırmalar, hemen hemen sürekli olarak en çok satan kitaplar arasında yer almaktadır. Günümüzde toplumbilimin eriştiği gelişmişlik aşa masında rolü olan ve bu aşamanın bir anlamdaki göstergesi de sayılabilecek bir başka olay, toplumdaki ödülle rdir. Artık, yazın ve sanat alanında ödül veren kurum­ lar, örneğin Türk Dil Kurumu, Sedat Simavi Vakfı g ibi kuruluşlar, bir d e toplumsal bilimler alanında ödül vermektedir. Ayrıca başta büyük gaze­ teler olmak üzere, bankal arın ve gerek özel, gerekse kamu kuruluşlarının açtıkları ar aş !.ırma yarışmaları , T ürk toplumbilimine hern kaynak olarak kullanılabilecek değerli yapıtlar hem de değerli araştırıcılar kazandır­ mıştır. Özet olarak, günümüzdeki toplumbilimin üni versitelerin dışına da taş­ mış o!d)lğunu ve bunun Türk toplumbilimi bakımından olumlu bir aşama olduğunu söyleyebiliriz. Toplumdaki tüm olumsuz dalg alanmalara karşın , toplumbilimin Tür­ kiye'deki gelişimi, büyük ölçüde, Atatürk döneminin getirdiği pozitivist dü­ şünceye dayalı gözükmektedir. Burada, pozitivizmi, öteki düşünce akım­ larının rakibi ve başka okulları bastıran bir akım olarak değil, teolojik ve metafizik karşıtı olarak ele aldığımı belirtmeliyim. Bir başka deyişle pozitivizmi, kendi baskısını kuran bir düşünce biçimi olarak değil, düşün­ ceyi dinsel ve metafizik dogmalardan kurtaran bi r yaklaşım olarak işlev sahibi görüyorum. Nitekim, Türkiye'de gerek genel plarak toplumsal bilimlerin, gerekse özel olarak toplumbilimin gelişmesi, büyük ölçüde belli tabuların yıkılma­ s ı sonunda gerçekleşmiştir. Özellikle dinsel tabuların ortadan kalkması, çağdaş İslam düşüncesi yanında laik bir çağdaş Türk düşüncesinin de doğmasına yol açmış, böylece, günü müzdeki Türk-İslam bireşimini doğu­ ran gelişmeler ortaya çıkmıştır. Bütün bu gelişme süreci içinde, Hasan Ali Yücel zamanında başlanılan dünya klasiklerinden çeviriler dizisi, son derece olumlu bir rol oynamıştır. 21

Türk okuru, Comte'u, Spencer'i, Bergson'u, İbni Haldun'u, Mercimek Ahmet'i birin­ ci kaynak olarak bu çevirilerden okuma olanağına kavuşmuş bir okurdur. Günümüzde de gerek özel yayınevleri, gerekse Kültür Bakanlığı Osipov' dan C . Wright Mills'e, hemen hemen tüm çağdaş toplum bilimcilerin yapıtlarını Türkçe oku­ ma olanağını topluma vermektedirler. Bu arada,

Kadro dergisinin tıpkıbasımı, Ziya Gökalp'ın tüm yapıtlarının yeni

Türkçe ile yeniden basılması gibi çabalar da hiç kuşkusuz yalnız toplumbilimin eriş­ tiği düzeyi belirlemek bakımından değil, pazar ekonomisine dayalı bir düzende, top­ lumbilimin okuyucusu ve izleyicisi açısından belli bir birikime ulaştığını göstermesi yönünden de ilginç olaylardır.

II.

TÜRK İ YE'DE YÖNTEMBiLi M (METODOLOJİ) SORUNU

Türkiye 'de gerek toplumsal b i l imlerin gerekse toplumbilimi n yöntem sorunu son derece karmaşık bir biçimde ele alınmıştır. B u kitapta top­ lanan toplumbilimcilerin incelenmesinde de görüleceği g ibi, diyalektik mo­ delden, anket formu doldurulmasına dek hemen her düşünsel ve b ilgi top­ layıcı etkinlik «yöntem» sorunu adı altında tartışılmıştır. Oysa toplumbilimin gelişmesi açısından en azından, yöntem konusun­ da bir düşünce birliği, bir kavram ve terim uzlaşması gerekmektedir. Aslında her düşünsel etkinlik, her bilgi toplama çabası ister istemez b i r yöntem seçi mine bağ lıdır. Hangi konunun araştırılacağı, hatta, hangi alan­ da düşünce üretileceği bile bir ölçüde yöntembilimin ilgilendiği alan­ l ardır. Yöntembilim konusu, gerek yerli gerekse yabancı bilim adamlarının il­ g isini de çok çekmiştir. Hemen her yazar. ya araştırmasının, ya da ku­ ramsal düşüncelerinin başına, bir «yöntem» ya da bir «yöntembilim» bö­ lümü eklemeden edemez. Buna karşılık, bütün bu bölümler, işi daha faz­ la karıştırmaktan ileri gitmez. Bu kargaşalığın altında yatan temel öge, bir dünya g örüşü sorunudur. Çok uzun süre, siyasal ve ideolojik baskıya konu olmuş bulunan Türk top­ lumbi limi ve Türk toplumbilimcile ri. yöntem sorununun, model ve kurarn seçmeye i lişk i n özgürlüklerinden yararlanamadılar. Böylece, makro düzey­ de yöntem sorunu adeta bir tabu oldu. Bu durumun tepkisi, he� en hemen bütün yöntem tartışmalarının mik­ ro düzeye taşınma s ı biçiminde ortaya çıktı. Böylece , «anket yöntemi», «is­ tatistik yöntem» gibi, toplumbilim terminoloji s i açısından hem e�sik hem de yanlış birtakım kavram ve terimler gelişti. Şimdi serinka nh bir biçimde konuya eğilerek belli kavram ve terim­ leri yerlerine oturtmaya çalışalım.

A.

BİLİMSEL YÖNTEM

Bilgi üretimine dönük yöntem, bilimsel yöntem tektir : Pozitif bilim­ lerin deneysel yöntemi. Toplumbilim de pozitif bir bilim olduğuna g öre, o da, bilgi üretmek için, g özlem, varsayım, deney, genelleme aşamaların­ dan geçen bu tümevarımcı yöntemi kullanır. Kullanmak zorundadır da . 23

Fakat konunun, salt deneysel yöntem içinde mekanik bir anlayışla ele alınması, insanı hemen yaniışiara götürür. B u nedenle , olayı mekanik yo­ rumdan çıkarıp, toplumbilimin kendi gerçeğine indirgemek gerekir. Bir toplumbilimci, ister saha araştlllması yapsın, ister salt zihinsel düzeyde düşünce üretsin, iki aşamada yöntembilim sorunlarıyla karşılaşa­ caktır. Birinci aşama, kurarn ve model aşaması, bir başka deyişle makro aşa­ madır. Hangi konuların araştırılacağı, ya da hangi konularda düşünce ü re­ tileceği kararı bile, bu aşamadaki yöntem sorununa g irer. Buna karşılık getek saha araştır malarında toplanan bilgilerin, gerekse, üretilen düşün­ celerin , hangi çerçe vede çözümleneceği, bir başka deyişle, hangilerinin bağımlı, hangilerinin bağımsız değişken olarak ele alınacağı, ya da değiş­ kenler arasındaki ilişkinin gerekirci mi, nedensel mi, tek yönlü mü, çok yönlü mü >irdeleneceği hep mikro düzeyde yöntembilimsel sorunlardır. Bpylece, bilim adamı, ikinci aşamad a , mikro yöntembilim sorunlarıyla karşılaş maktadır. Bu aşamanın başlangıcında, özellikle va rsayım sapta­ maları yapılırken, tümdengelim ve a noloji gibi yöntemler de, bilim ada­ mının sezgileriyle birlikte, işle vsel olarak kullanılır. Hiç kuşkusuz, makro aşa madaki seçimler, mikro aşamadaki yöntem kullanılışını büyük ölçüde etkiler.

B.

YÖNTEM- TEKNİK AY RIMI

Bu iki aşa manın çözümlemesine ve türnevarım çerçe vesı ıçıne konan deneysel yöntemle olan ilişkilerine geçmeden önce, yöntem ile teknik ara­ sında bir ayrım yapmak gereklidir. Belli bir modele uygun varsayımlar koymak, bağımlı ve bağımsız de­ ğişkenleri sapta mak, çeşitli değişkenler arasındaki ilişkilerin nitelikleri üzerinde irdelemeler yapmak hep yöntembilim (metodoloji) sorunlarıdır. Buna karşılık, her türlü verilerin toplanması ve öunla rın çözümlerneye hazır duruma getirilmesi için yapılan çalışmalar hep «teknik» olarak nite­ lenir. Örneğin, istatistik, anket , mülakat ve benzeri terimler hep teknik­ leri yansıtırlar.

C.

MAKRO DÜZEYDE YÖNTEMBiLiM S ORUNU

Yaklaşım, kurarn ve model açısından ortaya çıkan makro yöntembilim sorunu, aslında bilimsel olduğu kadar, yaşam görüşü, yani ideoloji ile de ilgili bir sorundur. Bilim adamı, ne de nli önyargısız olursa olsun, tüm de­ ğer yargılarını ne denli bilimsel çalış malarının dışında bırakırsa bırak­ sm, sonunda o da bir insandır. Belli bir toplumda ve belli bir za manda 24

yaşayan insan. Bu nedenle, toplumbilimci ,ilgi alanlarının belirlenmesin­ den, seçtiği araştırma konularına, bu konuları ele alış biçimlerine kadar, «kendi zamanının» ve «kendi toplumunun» bilinçli ya da bilinçsiz koşul­ lanmalarını yansıtır. Örneğin, çalışan kadınların sorunları, değişen aile yapısı, işçilerin top­ lumsal bilinci, suçlu çocuklar gibi araştırma konularının seçilmesi bile as­ lında bir yaklaşımı ve bunun ardındaki belli bir dünya görüşünü yansıtır. Seçtiğimiz konudaki değişkenleri ne biçi mde saptadığımız , bir başka deyişle, neden ve sonuç ilişkisini, ya da karşılıklı etkileşim olayını h angi ögeler arasında arayacağımız da, makro düzeyde yaptığımız, yaklaşım, kurarn ya da model seçimine bağlıdır. En geniş ve ge vşek b i r terim olan «yaklaşım»dan, daha belirgin savları yapısında taşıyan «kuram» ve iyice 1 belirginleşmiş ögeler arasındaki ilişki ve etkileşimleri ortaya koyan «mo­ del» seçimi, aslında, araştırılan konuda üzerinde odaklaşılacak değişken­ Ierin seçimini de belli bir ölçüde içerir. Makro düzeydek i yöntembilim sorunu, gizli ya da açık, «yaklaşım», «kuram» ve «model» seçimiyle çözülür. Kimi zaman araştırıcı, seçtiği yak­ laşımı, kuramı, modeli açıkça belirtir. Kimi zaman da açıkça belirtmez. Yalnızca varsayımlarını ortaya koyar. Fakat ister açıkça belirlenmiş ol­ sun, isterse yalnız belli varsayımları ortaya koysun, her araştırıcı, ele al­ dığı konuyu belli bir yaklaşıma , kurama ya da modele dayar.

D.

MİKRO DÜZEYDE :XÖNTEMBİLİM SORUNU

Bundan sonra yöntembilimin ikinci aşa ması, mikro aşaması gündeme gelir. Mikro aşa mada, artık, hangi değişkenler (ögeler) arasında ne tür ilişkilerin hangi formüllerle araştırılacağı belirlenir. Örneğin, hangi ista­ tistik testleri yapılacak, anlamlılık denetimleri hangi düzeylerde uygula­ nacaktır? Regrasyon hesapları, eldeki verilere göre uygulanabilir mi? Çö­ zümlemelerimiz tek ögeli bir determinizm içinde mi, yoksa, çok ögeli ne­ densellik içinde mi yapılacaktır? Bütün bu sorular aslında, en kalın ç i zgilerle belirtilen yüzde dağılım· lara bakılarak da görülmeye çalışılabilir. Bir başka deyişle , belli bir a lan­ da, örneğin belli bir köyün incelenmesinde, nüfusun özellikleri, kaba yüz­ de dağılımları görülerek bile ortaya konulabilir. Kanımca toplumbilim araştırmalarında en kaba, fakat en sağlam dağılım, yüzde dağılımlarıdır. Daha sonra çeşitli çapraz tablolar yardımıyla irdelenen, «değişkenler arası ilişkiler» ortaya çıkar. Artık, örn eğin, hangi partiyi tutanlar, aylık kaç para kazanca sahip ailelerden çıkıyor gibi, «ikili» ya da «üçlü» ilişki­ ler söz konusu olabilir. İşte bu çözümlemelerde· , ögeler arasındaki ilişki­ lerin rastlantıya mı bağlı olduğunu, yoksa, gerçekten farklı dağılımların m ı söz konusu olduğu çeşitli istatistik tekniklerle denetlenebilir. 25

DeğişkPn, yani incelenen öge sayısı arttıkça, kullanılan istatistik for­ müller daha karmaşık durum alabilir. Ya da iki değişken arasındaki iliş­ kinin çok ince ve duyarlı bir biçi mde saptanması isteniyorsa, yine ista­ tistik formüller karmaşıklaşabilir.

E.

TEKNİKLERİN Y ANILTICILIGI VE YARARI

Yalnız burada çok önemli bir noktayı belirtmek istiyorum : Hiçbir is­ tatistik teknik, ne denli mükemmel olursa olsun, içinde kullanılmakta ol­ duğu yöntemden daha iyi sonuçlar ve remez. Bir başka deyişle, yanlış var­ sayımıara dayalı bir araştırma içinde ne denli ince ve duyarlı hesapla­ malar yaparsak yapalım, doğru sonuçlara ulaşamayız. Üstelik de çok in­ ce denklemler kullandığımız için kendi kendimizi de, başkalarını da yanıl­ tabiliriz. Yine de doğru tekniklerin, ince ve duyarlı tekniklerin kullanılmasının, yöntembilime bir yararı olacaktır : Tekniklerimiz işe yarar ise, biz e, yön­ temi saptarken belirlediğimiz varsayımların, benimsediğimiz modele göre saptadığımız değişkenler arasındaki ilişkilerin anlamsız olduğunu göstere­ bilir. Bir başka deyişle, istatistik teknikler, içinde kullanıldıkları toplum­ bilimsel yöntemden daha doğru sonuçlar veremezler a ma, baştaki hare­ ket noktamızın sonuç verip vermeyeceğini bize gösterebilirler. Kurduğu­ mu.z varsayımların anlamlı sonuçlar ortava koyup kayamayacağını bize bildirirler. Böylece, yöntembili msel uygulamanın ikinci aşamasında (mikro aşa­ masında) kullanılan istatistik çözümleme teknikleri, bize birinci aşama (makro aşama) hakkında da geriye dönme ve düzeltme yapma olanağı ve· rebilirler. «Verirler» değil, «verebilirler» diyorum, çünkü, şimdiye dek, tüm bir araştırma bittikten sonra, anlamlı sonuçlar çık mıyor d i ye, o araş­ tırınayı yeniden yapan toplumbilimci pek yoktur. Olsa olsa yapılan iş, dürüst bir biçimde, seçilen değişkenierin ve aranan ilişkilerin geçerli olmadığını bildirerek araştırınayı öylece bırakmak oluyor. Pek doğal ola­ rak, ilerdeki a raştırmalara ışık tutması dileği ile .

26

Ziya Gökalp (23 Mart 1 876 - 25 Ekim 1 924) Hazırlayan

Emre KONGAR

YAŞAM ÖYKÜSÜ

Ziya Gökalp, 23 Mart 1876'da Diyarbakır' da doğdu2• Gökalp'in babası, edebiyatı seven, Arapça ve Farsça dillerini bilen , doğu edebiyatını bir in­ cil kaynaklardan okqyan, d ivan edebiyatı ile uğraşan, özgür düşüneeli bir halk adamı olan Tevfik Efendidir. Tevfik Efendi, babası Sıtkı Efendi gibi çalışma yaşamına «tnemur»lukla başladı. Memurluğu, «katip»lik, «mü mey­ yiz»lik, «idare m eelisi azalığı» ve en sonunda da Diyarbakır valiliğinin resmi yayını olan Diyarbakır Gazetesi «başyazar»lığı izlemiştir. Tevfik Efendinin bu nitelikleri, Ziya Gökalp'in yetişmesinde ve yönlendirilmesin­ de etkili olmuştur. Gökalp, ilk öğrenimini «Merci mek Örtmesi» adlı okulda yapmıştır. Da­ ha sonra ise «Askeri Rüştiye»ye g ir miştir. B u dönemde okul müdürü ve hocası olan İsmail Hakkı Ziya Gökalp'i yönlendirmiş, Fransızca öğreni­ mine yardımcı olmuştur. Bu yıllarda Gökalp, matematiğe ve özellikle şiir ve edebiyata ilgi duymuş, okuma sevgisi gelişmiştir. Babası Tevfik Efen­ di, Gökalp'in kitap okumasına destek olmuş. Namık Kemal doğrultusunda onu yönlendirmiş ve Gökalp'ın öğrenimini, Avrup a 'ya gitmeden ya pması­ nı öğütlemiştir. Ziya Gökalp'in yetişmesinde babası Tevfik Efendiden sonra, «Mülkiye İdadisb>ndeki tabiiye hocası «Doktor Yorgi>min de büyük etkisi olmuştur. Hocası, Gökalp'in okumasında , düşüncelerinin gelişmesinde olduğu kadar, k i ş i liğinin belirlenmesinde, bireysel sorunlarının çözümünde de yardı mcı olmuş, ona bir arkadaş gibi davranmıştır. Gökalp, bu yıllarda, ilerleyen düşünce yapısı ile yaşını çoktan aşmış, toplumsal sorunları irdelemeye, o devrin gidişini değerlendirmeye yönel­ miştir. Gökalp, o günlerin var olan yaşayışı dışında, yepyeni bir düzene yeni b i r yaşama özlem duymaya başlamıştır. Okudukları ile yaşadığı ko­ şullar arasındaki çelişki onu, ilk tepkilerini vermeye götürmüştür, Gö( 1 ) Ziya Gökalp'in Yaşam Öyküsünün hazırlanmasında, büyük ölçüde Gökalp'ın damadı, Ali Nüzhet Göksel' in, >na girmiştir. Gökalp, bu yıllarda var olan toplumsal dü­ zene k arşı olan, özgürlükçü hareketlerle ilişkilerini güçlendirmiştir. Fran­ sız ihtilaline ilişkin okumalarına ağırlık vermiştir. Okulda Fransızca ki­ taplar okuması, Ayasofya camiinde bildiri dağıtırken yakalanıp göz altı­ na alınması, okuila ilişkisinin kesilmesine yol açmıştır. Bu arada 1900 yı­ lında tutuklanmış ve on ay hapiste kalmıştır. Hapiste «Naim Bey» adlı bir ' inkılapçı ile ka,rşılaşmış ve düşüncelerinden yararlanmıştır. Hapishaneden çıktıktan sonra, Gökalp, Diyarbakır'a sürülmüştür. Fakat orada da göz altına alınmıştır. B u dönemde Gökalp, öğrenimi bırakmış v e amcasının kızı «Vecihe Hanım»la evlenmiştir. Diyarbakır'da evlilik sonrasında Gökalp, bir dönem okuma uğraşına yönelmi ştir. B u dö­ nem uzun sürmemiş, tekrar «İstibdat»a karşı s i yasal çalışmalara başla­ mıştır. Yurt içinde ve yurt dışındaki gizli derneklerle ilişkiler kurmuş, düş�ncelerini mektuplaşarak yaymıştır. Gökalp, bir ara «Askeri Rüştiye» de Farsça öğretmenliği de yapmış, fakat kısa bir süre sonra öğretmen­ likle ilişkisi kesilmiştir. Diyarbakır'a o ara gelen Vali «Hasan Fehmi Bey» Ziya Gökalp'in değerini anlayıp, onu «katip» olarak görevlendirmiştir. Va­ linin değişmesiyle görevden ayrılan Gökalp, Diyarbakır'da yaşadığı bu dönem içinde olumlu bir çevre edinmiş ve güven kazanmıştır. Ülkenin içinde bulunduğu sorunları da yakından izleyen Gökalp, Di.yarbakır Des­ tanı adlı kitabında o günün sorunlarını dile getirmeye çalışmıştır . Gökalp, Abdülhamid döneminde, Diyarbakır'da İbrahim Paşanın sü­ rülmesi için halkı harekete geçirmiş ve Padişah tarafından, Paşanıri sü­ rülmesine kadar, ü ç gün süre He eylemi sürdürmüştür. Gökalp, 1908'den sonra Diyarbakır'da «İttihat v e Terakki Cemiyeti>>ni 30

kurmuştur. Peyman Gazetesini bu dönemde çıkarmıştır. 31 Mart olayla­ rıyla gazete kapanmış, Gökalp İstanbul ' a gelmiştir. Daha sonra, Diyar­ bakır' a «Öğretim müfettişi» olarak atanmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti, şubelerden örgütün özgürlük hıareketi ko­ nusundaki görevlerine ilişkin rapor isteyince, . Gökalp'in gönderdiği rapor merkezce beğenilmiş, böylece, Gökalp, Merkez Yönetim Kuruluna üye se­ çilmiştir. Gökalp Selanik'te, yoğun bir siyasal çalışmaya girmiştir. Aynca kül­ türel etkinliklere de yönelmiş, konferanslar vermiş, kütüphane oluşturmuş, İttihat ve Terakki Okulunu kurmuş, bu okulda ilk kez «Toplumbilim» der­ sini programa koymuş ve ders vermiştir. Gökalp; bunların yanında Sela­ nik 'te, Genç Kalemler Mecmuası'nda ve Yeni Felsefe Mecmuası nda yazı­ lar yazmıştır. Bu dönemde değişik adlar ile yazı yazmış, Ziya Gökalp adı­ nı ise 1910 'dan sonra kullanmaya başlamıştır. B u etkinliklerin yer aldığı süreç içinde, düşünsel çalışmaları yoğunlaşmış ; Türk tarihi, u l us al ede­ biyat, bilim ve felsefe anlayışı, toplumbilim araştır maları, bilimsel yön­ temlerle toplumsal yapının incelenmesi sorunu, sistemli düşünce, iş bölü­ mü v e çalışma organizasyonu gibi konulardaki görüşlerinin temellerini at­ mış ve çevresine yaymıştır. Bu arada ülkede bilim adamlarının yetişme­ sine önem vermiş, gençleri yönlendirip, desteklemiştir. Balkan Savaşı sıralarında Gökalp, İ stanbul'a gelmiş, Selanik'te baş­ lattığı çalışmalarını burada geliştirmiştir. İttihat ve Terakki 'cilerin hükü­ met olmaları dönem inde, eğitimin duzenlenmesi çalışma)arına agır)ık ver­ miş, «Darülfünun»un Edebiyat Fakültesi 'nin, yeniden düzenlenmesine ça­ lışmış, ilkokul, orta ve liselerin üniversite program ve kadrolarına göre yeniden düzenlenmesi için çaba göstermiştir. Bu arada, Tanin Gazetesin­ de, Türk Yurdu Dergisinde, Genç Kalemler Mecmuası'nda yazılar yayın­ lamıştır. Bunun yanında, «Milli Tetebbular Mecmuası»nda yer alan yazı­ ları ve diğer çalışmalarıyla, Gökalp bu dönemde, Türkoloji konusunda, ekonomi, toplumbilim alanlarında bilinen ürünlerini vermiştir. M ustafa Şe­ kip Tunç 'un, Yahya Kemal'in, Ahmet Ağaoğlu'nı,ın Edebiyat Fakültesine gi rmesini sağlamış, Fuat Köprülü ve Necmettin Sadak'ı yetiştirmiştir. Ede­ biyat Fakültesinde «Sosyoloji Kürsüsü»nü kurmuş ve eğitimini gerçekleş­ tirmişti!". Gökalp, I. Dünya Savaşı yıllarında Yeni Mecmua'yı çıkarmış, düşün­ celerini burada dile getirmiştir. 30 Ocak 1919'da Gökalp İstanbul'u işgal eden İngilizler tarafından tu­ tuklanmıştır. Gökalp, önce, bir süre «Limni» adasında hapsedilmi ş , sonra da Malta 'ya sürülmüştür. İki buçuk yıl süren sürgün yaşamında, yoksul­ luk içinde olmasına karşılık, çalışmalarını sürdürmüştür; Malta esirlerinin serbest bırakılmasıyla Gökalp 1921 yılında vatana döndü. �ir süre Ankara'da k aldı, sonra Diyarbakır'a gitmeye karar verdi. Gökalp Diyarbakır'da Küçük M ecmua'yı çıkardı. Gökalp bu ve ben'

31

zeri çabalarıyla, Anadolu'da kurtuluş hareketi süreemın gelişmesine d ü ­ şünsel yönden b ü y ü k katkılar yapmıştır. Ankara'da «Telif ve Tercüme En­ cümeni>>ne başkan olarak atanınca, der-ginin çıkışı durmuştur. Bu dönem­ d e de, Gökalp, klasiklerden çevir iler yapılmasına yöneldi. Kendisi de, Türk Töresi ile Türkçülüğun Esaslanı nı yayınladı. Eğitim sisteminde bazı yeniliklerin yapılmasına ön ayak oldu. B u arada, 1923 yılı seçimlerinde Diyarbakır'dan milletvekili seçildi. Daha sonra, Yeni Türkiye adında bir gazete kurdu. Mecliste de «Anayasa>>nın hazırlanması için çaba gösteri­ yordu. Ayrıca, ni, yazıyordu. Yoğun çalışmaları yü­ zünden hastalandı. 1923'de Halk Partisinin ilkelerini Doğru Yol adlı broşü­ rüyle bilimsel açıdan destekledi. Yeni Gün ve Hakimiyeti Milliye Gazete­ sinde demokrasinin ülkede yerleşmesine yönelik yazılar yazdı. Tekrar has­ talandı. Hastalığı sırasında d a çalışmalarını sürdürdü. Fakat, hastalığına kesin bir teşhis konulamadı. Atatü rk'ün yurt dışında tedavi ettirme önerisi gerçekleşerneden 25 Ekim 1924 'de yaşamdan ayrıldı. Ziya Gökalp, kendine özgü bir insandı. Eskilerin deyimiyle ve «merbutiyeb> kavramlarının bu ögeleri karşıladığı ve bu açıdan, tanı mın, özellikle o günkü bilgiler çerçevesinde bilimsel bir ni telik taşıdığı söyle­ nebilir5. Gökalp daha sonra toplumsal olayların ikinci bölümünü oluşturduğunu öne sürdüğü kurum kavramını da tanımlıyor :• «Müessese bu zümreler in kendi ferdleri �e tav'an yahut cebren kabul ettirdiği idrak yahut amel tarz­ larıdır: Dini itikad ve ayinler, hukuk ve ahlaki düsturlar , lisani ve bedii kaideler, i ktisadi tarzlar, fenni usuller gibi. İhtiva ettikleri zümreler ve müesseseler itibarıyle birbirine benzeyen kavimler, hayvan ve nebat alem­ lerinde olduğu gibi, cinslere ve nev'ilere irca edilebilir. Bir şe'niyete men­ sub ferdler cinslere ve nev'ilere yani umumi eudfızeclere irca edilmediği surette o şe'niyete müstenid olarak bir ilim teşekkül edemez>>6• Ziya Gökalp'de toplumsal kurum kavramına bugünkü Türkçe ile baka­ lım : Kurum, bu grupların kendi bireylerine isteyerek ya da zorla kabul ettirdikleri algılama ya da davranış biçimleridir. Görüldüğü gibi bu ta­ nım, hemen hemen bütünüyle, çağdaş toplumbilimi etkilemiş olan, Durkheim:ın toplumsal kurum kavramından alın mıştır7• Bilindiği gib� çağ­ daş toplumbilirnde kurum kavramı, bireylere, belli biçi mlerde düşünme ve davranmaları için toplumun verdiği kalıplardır8• Gökalp daha sonra bu kurumları da sayıyor : Din, hukuk, a hlak, dil, estetik, iktisat, teknik. Görüldüğü gibi, burada, toplumsal yaşamın hemen hemen her cephesi ele alınmış. Açıklamanın son bölümü çok ilginç. Bu bölüm, gerçek bir bili msel yak­ laşımı sergiliyor. Nesnel ölçütlere göre sınıflanamayan olaylara dayalı bir bilim dali ' olamayacağını söylüyor Gökalp. Böylece «bili msel bilgi karşılaştırmalı bilgidir» sözünü daha o zaman topluma sunuyor. ' Böylece, toplumbilimin konusunu saptamış olan Gökalp, daha sonra, incelemelerini artık, bu yeni bilim dalının ilkelerine göre yapıyor. Bir ala­ nın yeni bir bilim dalı olması i ç i n öne sürdüğü koşullar aslında b i z i Gö­ kalp'in yöntem anlayışına götürmektedir . (4) (5) yınevi,

(6) (7) (S)

s. 8-9. Emre Kongar, Toplumsal Değişme Kuranıları ve Türkiye Gerçeği, Bilgi ·YaAnkara, 1979, ss. 2 1 9·220. Gökalp, a.g.e., s. 9. Kongar, a.g.e., ss. 108- l ! J . y.a.g.e., s. 32. y .a.g.e .

.

35

Il.

GÖKALP'IN YÖNTEM ANLAYIŞI

Gökalp, bilim hakkındaki açıklamalarına, bilimden beklenen sonuçla­ rın niteliklerini belirleyerek başlıyor. İlk olarak belirlediği nokta, bilimin aceleci olmad�ğını ve doğrudan uygulamalı sonuçlara yönelmek zorunda bulunmadığıdır. «İlim, yaptığı tedkikleri arneli bir netice endişesiyle icra etmez. Çünkü arneli bir gaye takib eden içtimai bir san'at, ıslahat i hti­ yaçla .ının müstaceliyeti dolayısıyle alelacele hükümler vermek mecburi­ yetindedir. ilim, hakikati arneli i htiyaçlara feda etmeyeceğinden, bu gibi isticalkar arnillerden tevakki ederek hür v e sabur bir surette çalışınakla mükelleftir»9• Aslında yukardaki sözler, yalnızca bir yöntem sorununa değil, bir a h­ lak sor ununa da değiniyor. Gökalp'ın zaman ögesini öne sürerek, bilimi, ivedi gereksimnelere çabuk yanıtlar arayan bir niteliğin dışında tutması, bir anlamda gerçeğe ulaşılmasını, y alnız zamana değil, aynı zamanda öz­ gürlüğe ve nesnelliğe de bağlama çabasınur bir sonucudur. İtti hat ve Te­ rakki'nin «akıl hocalığını» yapmış bir düşünürün, bu yaklaşımı, en azın­ dan onun, bilim haysiyetini, siyasal i htiraslarının üzerinde tuttuğunu gös­ termesi bakımından i lginçtir. Aslında Gökalp, her ne olursa olsun, bilimsel araştırmalar sonunda va­ rılan sonuçların, bir anlamda uygulamayı etkileyeceğini bilmektedir. Fa­ kat bu etkinin gücünün de ancak titizlikle korunan bir bilimselliğe dayah olduğunun farkındadı r : «Vakıa ilmi tedkiklerden çıkacak neticelerin içti­ mai san'atlar tarafından derhal arneli gayelere tatbik olunacağını, bu tedkikleri yapanlar bilirler. Hatta bu müteharrirleri sa'ylerinde mukdim yapan manevi müşevvik de, bugün arneli endişelerden ari olan tedkikle­ rin, yarın behemahal kendi kavmi yahut insaniyet için nafi tatbiklerle te­ tevvüç edeceğini bilmeleridir»10• Bu satırlardan sonra Gökalp, bilim adamının bilim yapmasına yol açan inançlara ve psikolojik dürtülere giriyor : «Ruhunda böyle bir mefkürevi bir duygu mevcud olmadıkça, alim, hayatını bu kadar suubetli bir işe vak­ fedemez. Bununla beraber bu arneli tatbiklerin , ilmin gayesi olmayıp za­ ruri bir neticesi olduğunu d a hiç bir zaman nazarından dür tutamaz»11• Bu satırlada Gökalp kısaca diyor ki, bilim adamı, çalışmalarının so(9)

Gökalp, a.g.e., s. 3.

( 1 O)

y .a.g.e., s. 3.

{ l l)

y.a.g.e. , s. 3.

36

nuçlarının er ya da geç, tDpluma yararlı biçimlerde kullanılacağını bilir. Zaten bu bi lgi ve bu sonucun arzulanmasıdır ki, onu, böyle zor bir işe so­ kar. Bu noktadan sonra , Göka lp, oldukça tartışmalı bir yaklaşım uygula­ maya başlıyor. Sanatı ve bilimi toplumdan soyutlarmış gibi bir tutum içi­ ne giriyor : «Bedii san 'atın gay esi mü nhasıran san'at olduğu gibi, ilmin de gayesi ancak ilimdir. «Şair yalnız 'güzelliği' duymaya çalıştığı gibi alim de 'hakikat'i bul­ maya uğraşır. Cemiyet için en faideli san'at, içtimai faideleri düşün me­ yen bedii san'!it olduğu gibi, en çok a rneli neticeler doğuran bilgi de arneli endişelerden mücerred olan 'Müsbit ilim'dir»12• Biraz yukarda, «kavmine nafi>> o lmak, yani ulusuna yararlı olmaktan söz eden Gökalp, hemen iki satır aşağıda, nasıl bu denli toplumdan kopuk, bu denli soyut olabilir? Bu sorunun yanıtı çok basit ve açıktır ; Gerek bilimde, gerek sanatta, ön yargılı olmaktan , koşullanmış bir biçimde işe başlamaktan korkmakta­ dır Ziya Gökalp. Ayrıca, en toplumsal sanatın, gerçek sanat olduğunu, top­ luma en yararlı bilimin ise, nesnel ö lçütlere en uygun bilim olduğunu bil­ mektedir. İşte bu nedenlerle, o karışık Osmanlı ortarnı içinde , elinden gel­ diğince bilimadamını ve sanatçıyı, önyargısız olmaya çağırıyor. Yoksa a macı onları toplumdan soyutlamak değil. GökalıYın bu çabasını anlamamak ola naklı değil. Bırakınız, 1900'lerin başında tam bir dönüşüm içinde olan Osmanl ı'yı, bugün daha durmuş otur­ muş gözüken Türkiye'nıizde bile bir sürü saygın kurarn adına, bağnazca tutum içinde sanatın ve bilimin katıedilmesine tanık olmuyor muyuz? Üs­ tel ik, o dönemin Osmanlı'sı sürekli kökten çözüm arayışları içindedir. Zi­ ya Gökalp da, bu arayışların tam ortasındadır. Hem de siyasal bir parti ile çok yakın i lişkilerini sürdürerek. İşte, bütün bu nedenlerledir ki, daha etkili olabilmek için, bilimin nesnelliğine sığınıyor. Bir anlamda, yukar­ daki sözleri, kendisinin neden daha dikkatle dinlenmesi gerektiğinin açık­ laması olarak alınabilir. Şimdi şu satırıara bakalım v e benim yaptığım yorumun doğru olup ol­ madığını görelim: Mamafih bir kav min tedkikinde tamamiyle ilmi hare­ ket etmek için yalnız arneli endişelerden tecerrüd etmek kafi değildir. Kavmimiz kendisine gayet şedid duygularla merbüt bulunduğumuz muaz­ zez bir mevcudiyettir. Kendi kavmimize, ya hut dindaş, ırkdaş ve mütte­ fik kavimlere tarafgir ve düşmanımız bulunan kavimlere karşı da aleyh­ tar olmamak yed-i ihtiyarımııda bulunamaz. Bil hassa kendi kav mimize karşı büsbütün bitaraf duygulara malik olmamız gayet güçtür. Halbuki kavmimize karşı en büyük vazifemiz, onu olduğu gibi bilmektir. Kav mi­ nıizde birtakım hastalıklar varsa , tedavisi i çin, bunları teş his etmemiz ( 1 2)

y .a.g.e . , ss. 3-4.

37

lazımdır. Hakiki muhabbet, naklseleri görmemek suretinde tecelli etme­ melidir. O halde kavmimizi ilmi bir surette tedkik edebilmek için yalnız arneli endişelerden değil, vicdanımızdaki muazzez duygulardan da tecer­ rüd etmemiz iktiza eder. Fakat, şu kadar var ki tecerrüd edilecek duygu­ lar da tevakki edilmelidir. Vakıa .milli terbiye gören ekseriyet, kavmine karşı nikbindi r; fakat gayri milli terbiye ile yetişmiş olan bazı kimseler d e haksız olarak, kavimlerine karşı bedbinane duygular taşırlar»13• Bilim ve ideoloji ilişkisi bundan daha iyi anlatılabilir mi bilmem? GD­ rüldüğü gibi Gökalp'ın bütün kaygısı, nesnelliği, önyargısızlığı sağlamak­ tır. Şimdi onun akıl ve duygu konusunda, toplumbilim konusunda son de­ rece ca hil olan bir okuyucuya nasıl seslendiğini göreli m : «Hisse tabiiyet ister nikbinane , ister bedbinane olsun, her iki surette de ilmi tedkikler içi n ' tehlikelidir. ilmi tedkikler yapmak isteyen bir mü­ teharri, bütün hislerden tecerrüd ederek saf bir akıl haline gel melidir». İlginç olan nokta, Gökalp'ırı bu satırla�dan sonra bir bir çıkma ya­ parak, düşüncelerini daha açık bir biçimde belirtmek için, bireysel duy­ gularla, ulusal duygular arasında karşılaştırmalarda bulunmuş olmasıdır: «Milli mes'eleler, umumiyetle hissi mes'eleler olduğu halde 'Kavmimizin tedkiki esnasında hislerden tecerrüd etmek lazımdır' deyişimiz ilk nazar­ da garip görülebilir. Fakat dikkat edince anlaşılır ki, biz yalnız mütehar­ riyi hislerden tecrit etmek istiyoruz. Yoksa , tedkikin mevzuu olan hadise­ lerin gayri hissi olduğunu iddia etmiyoruz. Milli hadiseler milletin heye­ canlı bir suretde idrak ettiği mefhumlar demektir. Tasvip ettiğimiz usüle göre, müteharri, milletin n e gibi duygulara, heyecanlara, ihtisaslara ma­ lik olduğunu aramalı, fakat hiçbir v akit bu umumi hislere kendi hususi ve şahsi duygularını karıştırmamalıdır»14• Görüldüğü gibi, Ziya Gökalp, bir yandan bilimsel araştırıcının duy­ gulardan arınmış olmasını önermekte, öte yandan da bu önerisinin yan­ lış anlaşılmasından korkarak, «ama , bu demek değildir ki, araştırıcı ulu­ sal duyguları araştırmasın» diye hemen bir dipnot geliştirmektedir. Bu. satırlarda, topluma, toplum hakkında y e n i bir bilimi sunan bir bilim ada­ mının, hem bilimsel olma gereksinmesinin, hem de yanlış anlaşılına kor­ kusunun egemen olduğunu görmemek olanaklı değildir. Ü stelik Ziya Gökalp, hem bilimsel bilgisiyle, hem de sezgileriyle, yöntem olarak., doğru · yolu bulmuş gözükmektedir. İçinde bulunduğu öz­ nel v e özgül koşulların kendisini zorladığı ödünleri vermemekte, tam ter­ sine, dinleyiciyi, okuyucuyu, kısaca, tüm toplumu, kendisinin doğruluğu­ na inandığı düşüncelere göre eğitmek zorunluluğunu duymaktadır. yi gösteriyor. Ziya Gökalp'ın belirlediği ik inci ulus tipi «Teşrii J\II i lletler»dir (Nations U�gislatives ) . Bu türü uluslarda, ilkel kentler, derebeylerinin egemenli­ ğinden çıkmıştır. Belediye meclisleri yoluyla kendini yönetmeye başla­ yan bu kentler, hükümdarın gücüy l e de derebeylerine karşı ittifak yap­ mışlardır. Bu niteliği kazanan kentlere Gökalp Karye (Commune) diyor, Kent uygarlığının köyleri de etkileyerek , özel mülkiyetİn ve bireysel öz­ gürlüklerin. köylere dek yayıldığını söylüyor.

\ Kentlerin bir anlamda kendi kendilerini yönetmeye başlaması sonun­ da dinsel kamuoyunun dışında siyasal bir kamuoyunun da oluştuğunu söylüyor. Böylece yasama erkinin toplumda ayrıştığını ve ya ulusça, ya d a hükümdarca kullanılmaya başlandığını belirtiyor. Bu süreç sonunda laiklik ortaya çıkmış oluyor. Hükümet artık dine değil , ulusal egemenliğe dayalıdır. Gökalp bu tür uluslara ) kurumlarının daha ön­ ce birlikte yaşadığı başka toplumların kurumlariyla ortak nitelikler taşı­ dığını söylüyor. Kurumları ortak özelliklere sahip olan bu toplumların, bir uygarlık grubu oluşturduğunu işaret ediyor. Kendi deyimiyle, «mües­ seseleri arasında iştirak bulunan bu gibi kavimlerin mecmuuna 'Medeni­ yet Zümresi : Groııpe de Civilization' denilir» diyor22• Gökalp'e göre il�el kaviml erle, i mami ve teşrii milletierin birer ulusal ve bağımsız uygarlı­ ğı yoktur. Bunlar beynelmilel ve ortak bir uygarlığın ortak yaşamı için­ de var olurlar. Gökalp'a göre «Her ne kadar bu kavimlerin d e kendile­ rine mahsus müstakil bir lisanla hususi adetleri var ise de bu milli mües­ seseler beynelmilel müesseselere kendi r enklerini henüz vermiş değil­ lerdinP. Gökalp, bir «kavi m>>, uluslararası uygarlığın kurumlarına kendi dil ve vicdanının rengini vermeye başladığı, onları kendi ruhuna uydurmaya başladığı zaman artık bağımsız ve ulusal bir uygarlığa yani «Hars>>a ma­ lik olmaya başlar diyor. Bir ulusun Lam v e bağımsız bir ulus niteliği ka­ zanmasını Gökalp, ancak böyle bağımsız bir «hars>>ın ortaya çıkması koşu­ luna bağlıyor. Hars, kaynakları başka başka olan uluslararası kurumlar arasında samimi bir uyum oluşturacak ve onları bir organizmanın organ­ ları arasındaki dayanışmaya benzer bir yaşama kavuşturacaktır. 1 3.

(22)

y.a. g . e . , s.

(23)

y.a.g.e., s. 1 3 .

44

Gökalp, Harsi milletierin özelliklerini betimlemeyi özenle sürdürüyor. Ona göre, «Teşrii milletlerde>> nasıl, cinsel otoriteden başka bir de siyasal otorite varsa, «harsl milletlerde>> de dinsel ve siyasal otoriteden bağımsız bir «harsi>> otorite vardır. Gökalp'e göre «harsi velayetler a hlak, iktisad, bediiyyat, lisan, ilim ve fen dairelerinde muktedabih tanılan büyük şa hsi­ yetlerdir. Harsa ait içtihadlar bu velayetlerden sadır olduğu zaman herkes tarafından tav'an kabul edilir. Çünkü bunlar bariz olan mümtaziyetleriyle mutehassıs oldukları şubede umumun itimad-ı tamamını kazanmışlardır»24• Görüldüğü gibi Gökalp, «harsi>> ulusları, uygarlığın ya da kültürün belli alanlarında kendini kabul ettirmiş olan otoritelerin varlığına bağlı­ yor. Gökalp'de ulusal bilinç, çok önemlidir. Durkheim'deki toplumsal bilinç ve toplumsal vicdan kavramları, onda, ulusal bilinç niteliğine bürünür25• İşte, ulusları sınıflamasında da aynı kavramı kullanarak şöyle diyor: «Mil­ let İmami cemiyetlerde kendini imamda, teşrii cemiyetlerde kendini kuv­ ve-i teşriiyede mütecelli görüyordu. Harsi cemiyetlerde ise kendini harsı­ nın mümessilleri tarafından temsil edilmiş görür. Çünkü hars milli vicda­ nın muhtelif müesseseler suretinde tezahür etmiş mütaayin şeklinden iba­ rettir>>. Bu sözlerden sonra, Gökalp, son derece ilginç bir görüş ortaya atarak, sonradan faşist devletin temelini oluşturan korporatİf bir yapı öneriyor: l, Kültür. Bakan lığı Yayınları, Ankara, 1 977, ss. 54-55.

47

IV.

A.

GÖKALP'DE B İLİNÇ ANLAYISI

TOPLUMSAL BİLİNÇ

Gökalp bütün çözümlemelerinde, gerek Durkheim'ın etkisiyle, gerekse kendi içinde yaşadığı çağın ve toplumun koşullarından etkilenerek, top­ lumsal bilinç kavramına özel bir önem vermiştir. Bu konuda Hilmi Ziya, çok doğru olan ş u saptarnalarda bulunmuştur : - «Gökalp kendi içtimai fel­ sefesinde ,Fransız içtimaiyatçısının ' ma'şeri vicdan' telakkİsine büyük bir mevki verir. Fakat bu mefhumu hususileştirerek maksadına göre ' milli v icdan' şeklinde kullanır. Mesleki tesanütlerin birliğinden doğan bir nevi Cooperatisme müdafaası demek olan Durkheim'ın 'ma 'şeri v icdan' telak­ kisi Fransa'ya nazaran muhafazakar bir felsefedir. Fakat Türkiye'yi feo­ dal istihsalin bütün bakiyelerinden kurtarmak, muasırlaştırmak ve sana­ yileştirmek isteyen Ziya Gökalp'ta 'Milli vicdan' telakkisi çok ileri bir ha­ rekettir. Bundan dolayı, sırf ilmi bakımdan tamamen Durkheim'ci gibi gö­ rünen Türk mütefekkirini cemiyette oynadığı rol bakımından ondan ileri görmek lazımdır»29• Gökalp'ın kendi yaşadığı dönemdeki Osmanlı toplumunun içindeki ye­ rini ilerde daha ayrıntılı göreceğiz. Şimdilik, yalnızca, Hilmi Ziya'nın, top­ lumsal vicdan , ulusal v icdan konusunda söylediklerinin, Gökalp'ın genel yaklaşımını doğru yansıttığını belirtmeliyim. Durkheim'den aldığı toplum­ sal bilinç ya da toplumsal vicdan kavramı, kendi evrim anlayışı ve «harsi devlet» modeli ile birleşince, hemen, «ulusal bilinç>> kavramına dönüşüyor ve Gökalp'ın düşünce sistemi iç inde anlamlı bir işlev görüyordu. Gökalp için «ulusal bilinç>> insan toplumlarının evriminde önemli bir aşamayı belirler : «Fakat, m illiyet devresi nihayet diğer Avrupa kavimler için de hullıl etti. Hollandalılar, Fransızlar ilah . . . Kendi kendini idare eden birer m illet halini almaya başladılar. Tarih, umumi bir kaide olarak gös­ teriyor ki, her nereye milliyet ruhu girdiyse, orada büyük bir terakki ve tekamül cereyanı doğdu. Siyasi, dini, a hlaki , hukuki bedi i, i lmi, felsefi, iktisadi, lisani hayatların hepsinde gençlik, samimilik ve taravet geldi. Her şey yükselrneğe başladı. Fakat, bütün bu terakkilerin fevkinde olarak yeni bir seeiyenin husul bulduğunu da yine bize mukayeseli tarih haber ve-

(29)

Ü lken, a.g.e.,

ss. 28-29.

48

riyor. Milli vicdan nerede teşekkül etmişse , artık orası müstemleke olmak tehlikesinden ebediyen kurtulmuştur»30• Ziya Gökalp'ın bütün bu düşünsel plandaki yargıları, aslında içinde bu­ lunduğu toplumsal gerçeğin yorumlanmasına yöneliktir. Bir başka deyişle, Gökalp, önce kuramsal ilkeleri koymakta, sonra bunları uygulamaya ak­ tarmakta ve kendi toplumu için birtakım sonuçlara varmaya çalışmakta­ dır. Yukardaki kuramsal ilkeleri akılda tutarak, şimdi kendi toplumsal ger­ çeğine yönelik olan şu satırlara bakalı m : «Halbuki, milli vicdanı uyan­ mış bir ülkeye kocaman ordular gönderilse bile, orada en küçük bir nüfuz kazanmak mümkün değildir. İngilizler, Trakya ile İzmir'i Yunanlılar'ın, Adana ve havalisini Fransızlar'ın, Antalya'yı İtalyanlar'ın mandası altına vermesi ,' İstanbul'u kendi eline geçirmek içindi. Bütün bu devletler, Ana­ dolu'da milli vicdanın uyandığını, Yunan ordularının milli kıyam karşı­ sında buz gibi eridiğini görünce, bu ham sevdalardan vazgeçrneğe başla­ dılar. İngilizler'le Fransızlar Arabistan'ı aralarında taksim etmekte hiçbir ma hzur görmediler. Çünkü, bütün a ş i retleri cemia hayatı yaşayan şehir­ leri henüz cemiyet devresine gelmemiş olan Arabistan'da milli vicdanın henüz uyanma mış olduğunu biliyorlardı»31• Yukardaki s atırlada Gökalp'ın belirlediği nokta, bütünüyle , bir Türk ulusunun varlığına dayanan çözümlemelerdir. Öyle anlaşılıyor ki Gökalp içinde yaş adığı, İ mparatorluğun yıkılma sürecini, kendi «içtimaiyat» bili­ mi çerçevesinde çözümlemekte ve bu çözümleme sonunda eriştiği sonuç­ ları, hemen uygulamada yoruma aktarmaktadır. Durkhei m'daki «toplum­ sal bilinç» kavramı bu ara da, Gökalp'de «ulusal bilinç» kavramına dönüş­ mektedir. Gökalp'de evrim,iktisat ve kültüre dayalı bir süreç olarak ortaya çık­ maktadır.

B.

EKONOMİK ÖGE VE ULUSALCILIK

Gökalp bütün ciddi toplumbilimciler gibi ekonominin önemini görmüş­ tür. Toplumsal değişme içinde ekonomik ögelerin yerini özellikle vurgula­ mıştır. Örneğin, bir ülkede evrimin gerçekleşmesi, O'nun deyişiyle «harsi millet»in kuruluşu için gereken ileriemeler in olması ancak ekonomik öge­ ye bağlı idi : «İkti sadi hayatın yükselmesi, yalnız mütehassısların yüksel­ mesi için lazım değildir. Diğer içtimai faaliyetlerin yaşa ması da, her biri­ nin zengin bir bütçeye malik olmasına bağlıdır. «Bir memlekette iktisadi hayat yüksek değilse ne ilim, ne san'at ne felsefe, hatta n e ahlak ve din yüksek tecellilerini gösteremez»32• (30) {3 ı ) (32) TT 4

Ziya wkalp, Makaleler IV, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, ı977, y .a.g.e., s. 58.

Ülken, a.g.e.,

s.

ı 46.

49

s.

58.

Gökalp, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde, bir toplumun temel yapısındaki ekonomik ögenin önemin i böylece belirttikten sonra, Marxizmi kendince yorumlayarak, 'aşırı' bulduğu bu yaklaşımı şöyle eleştiriyor : «Bu hakikat (yukarda verdiği yargılar E.K.) , yalnız bu derecede kalsay­ dı, hiçbir k imse, onu kabul etmekten çek inmezdi. Fakat, Karl Marx ile ta­ raftarları, bundan müfrit bir mezhep çıkardılar. Tarihi maddecilik namı alan bu içtimai mezhebe göre, içtimai hadiseler arasında şe'niyet olan yal­ nız iktisadi hadiselerdir. İlmi felsefi , bedii, a hlaki, hukuki, s iy asi, lisani, dini hadiseler 'gölge-hadiseler'den ibarettir. (Gölge hadiseler, insanın f iil­ Ierine hiç tesiri olmayan kendi gölgesi g ibi, tesirden , kuvvet ve nüfuzdan ari boş görünüşler demektir.) Yine bu mezhebe göre, i çtimai arniller ma­ hiyetini haiz yalnız iktisadi hadiselerdir. Diğer içtimai hadiseler yalnız ne­ tice olabilirler. Fakat asla sebep olamazlar»33• Yukardaki satırlardan da açıkça görüldüğü g ibi, Gökalp, aslında Marxizmi k endine göre yorumlamaktadır. Bu yorum, Marxizmin altyapı -üstyapı etkileşimini dışarda bırakan, öznel bir yorumdur. Bir başka de­ Y işle, Gökalp, Maxizmi bir ölçüde de olsa, saptır arak algılıyor. Okuyu­ cuya da böyle aktarıyor. Nitekim hemen aşağıda, ekonomik ögenin öne­ mini kabul ederek, yalnızca, bütün ağırlığın bu ögeye verilmesine karşı çıktığını söylüyor : «Görülüyor ki, tarihi maddeciliğin esası, iktisadi hadi­ selerin ehemmiyetini gösteren sade, basit bir hakikattir. Fakat, bu haki­ kat mübalağalı bir şekle sakulunca hakikatliğini kaybetti. Çünkü, evvela içtimai hadiselerin her nevi bir içtimai şe'niyettir. Saniyen bu hadiselerin her nev'i diğerlerine ve bunlar arasında iktisadi hadiselere müessir v e se­ bep olabilirler. Mesela sihir dinden doğduğu gibi, iktisadi tekniklerden bir­ çoğu da sihirden doğmuştur. Ahlaki, hukuki , s iyasi, bedii, felsefi, Hsani, f enni hadiselerin iktisadi hadiseler üzerindeki müessirlikleri, sebeplilikleri de hiçbir suretle inkar olunamaz»34• Görüldüğü gibi Gökalp'ın büyük bir önemle üzerinde durduğu sü reç «etkileşim»dir. Etkileşim olayını bozduğu oranda, tek ögeli açıklamalara karşı çıkmaktadır. Bu arada, Marxizmi de, (çok iyi bilmediği için) bu et­ k ileşimi yadsıdığı gerekçesiyle eleştirmektedir. Aslında çağdaş bilim tar­ tışmalarında da Marxizme (kimi zaman kasıtlı olarak) yöneltilen bu eleş­ t ir i, hiç kuşkusuz, Gökalp'ın o dönemde pozitivist düşünceyi savunmaktan gelen işlevselliğine hiç de gölge düşürmez. Dikkat edilirse, çok dar bir bö­ lümde bile birkaç kez, 'hars'ı oluşturan d il, din , ahlak ve benzeri etkinlik alanlarından söz etmesi, aslında, Marxizme karşı en büyük korkusunun, kendisinin özenle belirlediği kültür etkinliği alanlarının önemsizleştirilmesinden geldiği anlaşılabilir. Gökalp'ın, Marx'a ve ekonomik ögenin tekliğine karşı çıkmasının bir ·

(33) (34)

y .n.g.e., y . a.g.e ..

s. ss.

1 46. 146- 147. so

başka nedeni de, aslında ideolojik ögeye ağırlık ver mesinde aranmalıdır. Uluslaşma sürecini yalnız, ulusal bilincin oluşmasına, bunu ise, kendisinin belirlediği kültürel alanlardaki etkinliklerin geliş mesine bağlıyor. Bir baş­ k a deyişe, teknoloji-ideoloji etkileşimi içinde, teknolojinin önemini yadsıma­ ınakla birlikte, asıl ağırlığı ideolojik ögeye veriyor. ilerde, değerlendirme bölümünde üzerinde duracağım bu noktayı şimdilik yalnızca işaret etmekle yetiniyorum. Gökalp 'in ekonomik ögeye karşı tutumu, genel evrim ve toplumsal ya­ pı anlayışından da kaynaklanmaktadır. Ona göre «içtimai zümreler başlıca üç kısma ayrılır. Ailevi zümreler, siyasi zümreler , mesleki zümreler. Bun­ lar arasında en ehemmiyetli olan, siyasi zümrelerdir. Çünkü siyasi bir züm­ re, kendi başına yaşayan müstakil, ya hut yarım bir heyettir. Ailevi züm­ relerle, mesleki zümrelerse, bu heyetierin cüzüleri, kısımları mahiyetinde­ dir. Yani siyasi zümreler birer içtimai uzviyettir; ailevi zümreler, bu uz­ viyetin hücreleri, mesleki zümreler de uzuvları mesabesindedir. Bundan. dolayıdır ki ailevi ve mesleki zümrelere (tali zümreler) adı verilir»33• Bu sözlerden de açıkça anlaşıldığı gibi, Gökalp'in «içtimai _şe'niyeb> dediği, toplumsal gerçek, ona göre, esas olarak siyasal bir olgudur. Nite­ kim, evrim anlayışını da kendi deyi miyle, «siyasi zümrelerin» deği'ş mesi olayına bağlıyor : «Siyasi zümreler de başlıca üçe ayrılır 1. Cemia, 2. Ca­ mia, 3. Cemiyet». Gökalp'e göre, «Cemia bir kavmin yalnız küçük bir kıs­ mının siyasi bir heyet halini almasıyla oluşur. Örneğin, bağımsız a şiretler­ den oluşan bir toplum içinde her aşiret bir cemiadır. Farklı topluml_ara ve diniere mensup cemiaların bir araya gelmesiyle Camialar oluşur. Bütün İmparatorluklar, bu anlamda birer camiadır. Gökalp, bir süre sonra, a r­ tık, camiaların da değişmeye uğrayacağını, bunların içinde aynı dil ve kül­ türe sa hip insanların aynı amaçlar etrafında toplanarak ulusları oluştura­ cağını söylüyor: «İşte, ancak bu mütecanis, müttehit ve müstakil heyete (cemiyet) adı verilebilir. Bu cemiyetlere aynı zamanda (millet) adı da verilir. Demek ki hakiki cemiyetler ancak milletlerdir»36• Bu yaklaşımdan da açıkça görüldüğü gibi, Gökalp'ın gerek toplumsal yapı gerekse toplumsal evrim kavramları, ekonomiü ögelerden çok siyasal ögelere dayalıdır. Yıkılan bir İmparatorluğun bir düşünürü için d e bu tu­ tum oldukça olağan karşılanmalıdır.

(35) (36)

Gökalp, Makaleler, IV, s.

54.

y . a .g.e., ss. 54-55.



V.

GÖKALP'DE HARS YE MEDENiYET AYRlMI

Gökalp'ın Türk toplumbilimine en büyük katkılarından biri hiç kuşku­ suz «medeniyet» - ten «Devleb>e doğru bir geçişi be­ lirttiğini anlıyoruz. Buna karşılık, coğrafya koşulları ile toplumsal yapılar arasında kur­ duğu bağlantıda kullandığı coğrafya terimlerinin bir tanesi siyasal bir özel­ liği belirtmektedir. B u bakımdan sınıflama mantıksal ve bilimsel niteli­ ğini önemli ölçüde yitirmektedir : «Çit'lerden hııkanlıklar nasıl doğardı?» sorusuna yanıt ararken şöyle diyor : «Hakanlıklar da, çete'lerden yahut çit'lerden doğardı. Çin, Hind, İran, Rus, Finova, Macar, Ulah, Bulgar gibi, T ürk serhaddinde bulunup d a , Türk hakimiyeti altına girmeye kabiliyetli olan milletiere 'Çit Milletleri' yahut 'Çete Milletleri' unvanıarı verilirdi. İşte hakanlıklar, Türk serhadlerindeki bu gibi me'kel (sömürge) milletlerden doğardd9• (37)

Ziya Gökalp, Türk Medeniye/i Tarilıi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,

ı 976, ss. .] 9-20.

(38) (39)

y .a.g.e., y.a.g.e.,

s.

St.

s.

31. 53

Şimdi, sınıflamaya yeniden baktığımızda, ırmaklar, dağlar, vahalar, çöl denizi gibi coğrafya koşullarıyla, çitler v e serhadların bir arada aynı gruplamada ölçüt olarak kullanılmasının yanlışlığı açıkça ortaya çıkmak­ tadır. Biraz a şağıda g ör eceğimiz gibi, aynı tür tutarsızlıklar onun hars ve medeniyet ayrımında da bir ölçüde v ardır. Hars ile medeniyet ayrımını açıklamayı sürdüren G ökalp, bunların iz­ lenmeleri ve gözlenmeleri açısından da bazı farkların ortaya çıktığını be­ lirtiyor. Gökalp'e göre «hars ' ı teşkil eden duygular, derfıni ve samimi ol­ dukları için görülmeleri ve tedkik edilmeleri pek güçtür. Medeniyetse, ha­ ricte, tebellür etmiş mefhumlardan, kaidelerden, hülasa, bir sürü mües­ seselerden . mürekkep olduğu v e m üesseseler harici bir gözle şey'i bir su­ r ette tedkik olunabildikleri için, hars'a nisbetle daha kolay tedkik oluna­ bilirler»40• Görüldüğü gibi, Gökalp, hars'ı daha saklı, medeniyeti ise açık özellik­ lere bağlıyor. Bu nedenle de uygarlıkların incelenmelerinin daha nesnel (şey'i) olduğunu belirterek, kapalı bir biçimde de olsa kültürlerin incelen­ melerinin daha öznel (sübjektif) olacağını söylüyor. Bu ifadeleri günümüz toplumbiliminin terimlerine çevirirsek, Gökalp'ın uygarlığı daha çok ku­ rumlara, kültürü ise daha çok değerlere bağladığı ortaya çıkar. Hiç kuş­ kusuz bu ayrım, bize Weber'in «kültürel yapı» - «sosyal yapı» ayrımını anımsatmaktadır.

Gökalp'e göre hars'ın belidendiği alanlar din, ahlak, hukuk, estetik ve g ü zel sanatlar (bediiyye) , dil, iktisat, fen olarak önce yedidir41• Daha son­ ra bunlara «Akli» yaşamı da ekleyerek sekize çıkarıyor42• Aslında, kendisi )*_ Buna karşılık, aynı düşünceler o dönemde ikti dar er­ kini ele geçiren 'İttihat v e Terakki' partisi taraftarlarınca, özellikle 'mer­ kezdışçılık' düşüncesi siyasi bağımsızlık şeklinde ele alınmış v e şiddetle karşı çıkılmıştı_ Azınlık gruplarının (Rum; Ermeni, Arnavut, Arap_ .. ) Prens'in bu düşüncelerini desteklemeleri nedeniyle; İttihat ve Terakkiciler bir noktada haksız d a değillerdi. Her ne kadar Prens bu düşüncesi ile birliği devam ettirmeyi a maçlamışsa da, azınlık grubu bunu istismar ede­ rek ulusçuluk eylemlerinde kullanmaya çalışıyorlardı_ İşte bu noktada, Te­ rakkiciler eleştirilerini yoğunlaştırıyorlardı_ . Prens'in 1908 tari hinde çıkan 'Birinci izah' adlı broşürü, merkezdış­ çılıktan bağımsızlığı değil de, yönetim açısından bir merkezdışçılığ ı; bun­ dan da valilere fazla yetki vermeyi, il kurulları açmayı, halkı verdikleri verginin nerelere nasıl harcandığını kontrole alıştırmayı anlatmak istedi­ ğini söyler. Prens'in siyasal alanda en büyük etkisi, bu 'yerinden yönetim' ( ademi merkeziyet) ilkesi ile ol muştur. B u ilke daha sonraları (Cumhu­ riyet Türkiyesinde) haklılık kazanmış ve yerel yönetim örgütünün kurul­ masında ve çalışmalarında önemini göstermiştir. Prens Sabahattin «Osmanlı İmparatorluğu çağında siyasi teorisinin uy­ gulanması fırsat ve i mkanına kavuşm amıştır. Aslında Sabahattin'in, bir sos­ yolog ve nazariyeci olarak ortaya attığı tezin a macı, çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğunun devamını sağlayacak çözüm yolunu ara maktan i baret­ tin}4'. Gerçekten Prens Sabahattin, siyasal düşüncelerini uygulayacak bir ortam bulamamıştır. Abadan'a göre ademi merkeziyet, «devletle idare ya­ pı ve mekanizmanın kuruluşu ve -işleyişi ilkesi ile sıkı sıkıya ilgili bir uy­ gulama sisteminden başka bir şey değ ildin142• Siyasetin içinde olmasına karşın, birkaç kez konuşmalarında siyasetle uğraşmadığını ve herhangi bir siyasi akım içerisinde yer almadığını belirt­ mesi, ilk bakıştan çelişkili görülüyor. Bu çelişkili durumu şu sözlerinde daha açıkça görmek olas ı ; « . . . kimbilir k açıncı defa tekrar ed iyorum, biz ne İttihat ve Terakkiye, ne başka bir fırka ya, hiçbir kuvvete, hiçbir kim­ seye rakip v e y a düşman olmadık ve olamayız. Hafi v e aleni hiçbir heyeti siyasiyeye d e mensup değiliz. Biliriz k i rical ve siyasi fırkaların hedefleri, ister meşru, ister gayri meşru icra kuvvetlerine sa hip olmaktır. Biz ise ( * J Kufay, a.g.e., s. 1 29. ( 1 4 1 ) Yavuz Ab adanı, uAdemi Merkeziyet Problemi>>, Ankara, 1 965, s. 40. ( 1 42 l y n g e s. 37. .

.

.

.,

1 37

SBF. Dergisi,

Cilt 20, No. 4 ,

öteden ber şa hsi istikbal ve milli iktidarı, hususi ha yatımızı m addeten v e m a n e n kazançlı b i r y o l a getirmesini bekliyoruz»143 d e r k e n , çelişki d a h a d a belirgin olarak görülüyor. Fakat, Prens'in y a ş amı ve düşüncelerine derin­ lemesine baktığımızda, yukarıda görülen çelişkili durum bir başka anlam kazanır. Şöyle ki, Prens Sabahattin yaşamı boyunca devlet memurluğu yapmamış v e aydınların da, memurluk yapmalarına ş i ddetle karşı çıkmış­ tır. Memurluğun, bütüncü toplum y apılarında egemen olduğunu belirttik­ ten sonra, bu toplum yapısı içinde memurların ister istemez siyasal ikti­ dara bağımlı ve onun istekleri doğrultusunda hareket etme zorunlulukla­ rının olduğu noktasını vurgulamaktadır. Bu nedenle aydınların siyasal ik­ tidarın, bağımlı üyeleri olma malarını ve top_luma üretici k i şiler yetiştirme­ lerini önerir. Pren s'e göre, . bütüncü toplum yapısına sahip olan Osmanlı İ mparatorl uğu, yapısı gereği bir m emur devletidir. Memur d evleti görü­ nümünde olması, yenileşme ve değişme gibi eylemiere karşı çıkmasına ne­ den ülınaktadır. Aydınların devlet memurluğu y apması halinde, siyasal ik­ tidara bağımlı olacaklarını ileri süren Prens , bu durumda, yenileş menin de gelişmenin öncüllüğünü yapacak kişi lerin (bağı mlı o lmaları nedeniyle) yok olacağı görüşündedir. Aydınların, toplum yapısının değişti ril mesinde önemli yerler i nin olduğunu gören S aba hattin Bey, onların siyasal iktidarın bağımlı üyeleri ol m asını i ste miyor. Onl ardan istediği, siyasal çekişmeler­ den uzak durarak, toplumsal yapı değiş mesinde etken o lacak üretici birey­ ler yetiştirmeleridir. Bir başka deyi şle, siyasal iktidar ( o günkü anlamda hükümet) var olan düzenin deva mını sağlamayı a maçl adığından, karnını doyurduğu memurdan d a aynı doğrultuda hareket etmesini ve kurulu dü­ zeni korumada kendisine yardımcı olmasını isteyecektir. O zaman bütün­ cü yapıdan, bireyci yapıya nasıl geçilecektir sorusuna Prens 'in verdiği ya­ nıt, yukarıdaki çelişkili durumu ortaya ç ıkarmış oluyor. Yani, bir yandan siyasetin içinde olmayacaksın, diğer yandan var olan bütüncü yapıdan bireyci yapıya geçeceksin. Temel de, Prens'in bu söyledikleri ile uygula­ mada gizli veya açık bul unduğu eyle mler d e çelişi r. Bir ya ndan I. ve II. Jön Türk Kongrelerini düzenleyerek, siyasal iktidarı yıkmayı a m aç la, di­ ğer yandan İttihat ve Terakki iktidara geçince, bu düşünceleri n i siyasal eylemiere katılınadığın şeklinde yorumla. Prens Sabahatti n'in bu görüşü v e düşüncesi ya bir oyundu veya da ideal bir temelden öteye git miyordu. Çünkü, toplumsal yapı değişimini gerçekleştirmenin temel inde, diğer ko­ şullar ne ol ursa olsun, siyasal iktidarı başkalarının el inde olunca ve ileti sürülen toplumsal değişme biçimine de, siyasal iktidarı elinde bulunduran grup karşı ç ıkınca, bu durumda istenilen değişme n asıl olacaktır sorusuna yanıt vere memiş ol ması Prens'in eleştirilecek noktalarından biridir. Sonuç olarak, Sabahattin Beyin I. Jön Türk Kongresinde ileri sürdü( 1 43)

Dergisi,

Ca h i t Tan yol, '' İçtimai Monogı afi Hazırl ı kları (Prens Saba h a ttin), Susyoluii

s a y ı : 4-5, İstanbul, 1 947-1949, s. 1 47 .

138

ğü 'müdahalecilik' ilkesi onun siyasal düşüncelerindeki o lumsuz yansıma­ lardan biri ola rak kabul edilirken, 'yerinden yöneti m ' i lkesi olumlu ve ya­ rarlı etkilerden sayılır. Ayrıca, Prens Sabahattin'in düşünceleri, İkinci Meşrutiyetin ilanından sunra bazı siyasal akımların ideolojik te melinin ha­ zırlanmasında ağırlıklı bir paya sahiptir. Hatta bu etki, günümüz siyasal yaşamının da temeli olmuştur. B. Ekonomik Düşünceleri: Cumhuriyet Türkiyesinde bütün d eğerler gibi, mesleklerin tabakalandırılması da alt üst olmuştur. Osmanlı dönemi­ ne oranla Cumhuriyetin ilk yılları, Cumhuriyetin ilk yıllarına oranla 1 950' ler ve bugünkü görüşlerde, yaşantıda ve ekono m ik aktivitede büyük değiş­ meler olmuştur. İ mparatorluğun çöküşüne değin, yüzyıllar boyunca Türk­ ler hep devlet yönetiminde ( memurluk) görev almaya özenmiştir. Buna karşın ticaretle, ekonomiyle i lgili işleri ise azınlıklara bırakmışlardır. Ge­ lişen ve değişen toplum yapısı içinde bugün memurluk gözden düşen bir meslek iken, serbest meslekler gittikçe değer kazanmaktadır. Elbette görüşl erin, değerlerin ve ya�antının değişmesi tek bir nedene bağlı değildir. I3irçok et menin rol oynadığı yadsınamaz bir gerçektir. Tür­ kiy e'deki geliş meler ve değiş meler incelenirken Prens Sabahattin'in düşün­ celerinin de bilinmesi gerekir. O , tüketici, bağımlı ve kişisel girişkenliği olmayan 'memur'lara karşıydı. Bunun yerine etkin bir üretici, 'Sınıftan y a ­ nadır. Bu nedenle memur sınıfı sürekli Pren s'e karşı o lmuştur. «Prens' e karşı yönelen en acı hükümler şüphesi z. kolayca elde edilmiş mevkilerini kendilerini temin eden tüplum niza m ının, halkı kesin o l arak bir 'idare eden­ ler ' ve 'idare edilenler' zümresine ayıran sistemin yerine Anglo-Saxon memleketlerinde hakim olan hayat müca delesinin kaim olmasıyla rahatla­ rını kaybedeceklerini sezen kimselerden gelmiştinH•. Prens ekonomik alanda tama men kapitalist bir düzeni savunmuştur. Feodal yapı kalıntılarının egem en olduğu bir toplumda bu düşünceleri sa­ vunma:,ı , o denem i çin oldukça i leri bir adımdır. Ayrıca, devlet işlerinin yürütülmesinde ve halkın devletle olan ilişkilerinde görülen bürokratik çıkmazları eleştirmesi, yine i lerici bir harekettir. Bireyci bir toplum )'apı­ sının egemen olmasını iste mesi, ekonomik düşüncelerine de etki yapmıştır. Prens'in a macı, Osmanlının bütüncü toplum yapısını bireyci toplum yapı­ s ına dönüştürmektir. Bunun içinde bireyci toplum yapısının egemen olduğu toplumların özelliklerini, Osmanlı toplumunda da yaratmak gerektiği görü­ şündedir. Toprakların bireylere özel mülkiyet olarak dağıtılınasını ister. Ayrıca, yeni toplumsal yapıya geçmeyi kolaylaştıracak ve bu yapıyı ycışa­ tacak bir 'burjuva s ınıf ' ın oluşturulmasını önermektedir. O güne değin ; ticaret ve endüstrinin azınlıklara bırakılmış olması, mülkiyet haklarının Padişahın irade ve iznine bağlı olması, mülk sahipleri ve iş ada mlarının ( 1 44 )

M:.ı r d iıı. a.g.c . .

s.

2 1 9. 139

toplumsal yapı içindeki ani değişiklikler karşısında güvencelerinin bulunma­ yışı, Osmanlıda anamal birikiminin ve burjuva sınıfının doğmasını engel­ lemiştir. Öte yandan, yabancılara 'kapitülasyon'larla tanınmış olan ola­ nakların son dönemlerde daha da artmış olması, içerideki yerli sanayi­ leşmeyi v e ticareti olumsuz yönde etkilediğinden, imparatorluk iç inde Prens'in i leri sürdüğü özel girişkenliğe dayanan bir sanayileşme ve ticaret . olanağını bütünüyle ortadan kaldırmıştır. «Gerek tarihsel bakımdan tarım alanında uygulanan sistem v e gerekse çok s ınırlı olan ticaret v e endüstri olanaklarının dağılımı yönünden yoğun bir ' devletçilik'in hakim olduğu Osmanlı İ mparatorluğu'nda ; Prens Sabahattin'in özel girişkenliğe daya­ nan bir sınıf yetiştirmeye çalışması, tarihsel sürece v e sosyal koşullara aykırı bir tutum sayılabilir»145• Prens'in bireyci bir toplum yapısına geçmek için gelişmesini istediği burjuva sınıfının Osmanlı'da bulunmayı ş ı (yukarıdaki nedenlerder� dolayı) Prens için bir dezavantajdı. Fakat Prens'in bu düşünceleri, Cumhuriyet döneminde büyük etkinlik kazanmış v e s iyasal partiler programlarında bu düşüncelere geniş bir yer verdiği gibi, devletin düzeni de bilindiği gibi ka­ pitalizm olmuştur. Prens 'in kapitalist bir toplum yaratma yolunda ileri sürdüğü görüşler, gün geçtikçe (düzenin d e devam etmesi sonucu) önem kazanmış ve çeşitli s iyasal partilere rehberlik etmiştir. Prens'in Osmanlı toplum yapısını değiştir mek v e bireyci bir toplum yapısı oluşturmak için ileri sürdüğü ekünomik görüşlerinde bazı yanılgılara düştüğü de gözden kaçmıyor. Bu yanılgılarının başında ; batı burjuva top­ lumları ile Türkiye'nin toplumsal yapısı hakklildaki çözümlemelerinde k ul­ landığı .ölçütlerin yetersizliği gelmektedir. Ayrıca, sermaye birikimi ve teknolojik gelişmenin olmadığı bir t oplumda, yalnız eğitim yoluyla birey­ sel girişkenliğe sahip bir burjuva sınıfı nasıl yaratılacaktır sorusuna ver­ diği yanıtlar yetersiz ve temelsiz kalmaktadır. Bir toplumsal yapıdaki öge­ lerin birbirinden soyutlanması olası olmadığına g öre, bir yapısal öge ile toplumsal yapı değişikliği nasıl gerçekleşecektir. İşte bu noktalar, Prens' in eleştirildiği noktalar olmaktadır . . C. Toplumbilimsel Düşünceleri: Onun bu konudaki düşüncelerinin olumlu ve olumsuz birçok yanı v ardır. Kendisi Le Play Okulunun düşünce­ leri doğrultusunda hareket etmiş ve Türkiye'deki ilk temsilcisi olmuştur. Le Play Okulu denilince akla .ilk gelen 'monografiler' olmasına karşın, Prens, monografilerden hiç yararlanmamıştır. Osmanlı toplum yapısını irdelerken bile k ura msal düzeyde kalmıştır. Monografik çalışmalar ancak, Prens'in ard ılları olan Mehmet Ali Şevki v e Selahattin De mirkan tarafın­ dan kullanılmıştır. B u konuda daha sonraları birçok toplumbilimci çalışına yapmıştır., Prens'in monografilerden y ararlanama masının bir nedeni de, ( 145)

Prens Sabahattin. Türkiye Nasıl Kurtarılabilir, s. 29. 140

yaşamının büyük bir kısmını ülke dışında geçirme zorunda kalması ile açıklamak Dlasıdır. Doğal olarak bu açıklama şekli, Prens'i eleştirlierden kurtarmayacaktır. Sabahattin Beyin 'Türkiye Nasıl K urtarılabilir' adlı yapıtında yer alan siyasal, ekonomik, yöneti msel ve toplumsal düşüncelerinin temeli Le Play okulunun düşüncelerinden kaynaklanmaktadır. Bir başka deyişle, bu yapıtı Prens'in siyasal eylemlerinin ideolojisini y ansıt ır. Kıray'ın bu kitap hak­ kındaki görüşleri şöyledi r : «. . bu kitapçık İngiliz sosyal felsefesinin, Spen­ cer ve ekolünün etkisinde İngiltere 'nin siyasal düzenine beğeni ile bakan, vakıa1ara dönük olmayan bir eserdir. Daha çok Prens Sabahattin'in poli­ tik hareketl erinin ideolojisi diye alınabilin}46• Prens Sabahattin, yönetim biçimi olarak her ne kadar İngiliz yönetim biçimin örnek olarak almışsa da, bli msel o larak örnek aldığı düşünce Le Play ve yandaşlarının düşün­ celeridir. Prens'in Türk toplumbilimine olumlu birçok katkıları olmuşt4r. Bu kat­ kıları şu şekilde sıralamak olasıdır : a) Toplumsal yapı araştırmalarını getirmiş olması ve bu çalışmalar­ d a bili msel yöntemin kullanılmasını önermesi, b) Eğitim alanında, okullarda kız v e erkek ayrımı gözetmeksizin, dev­ let ya d a aile koltuk değneklerine dayanan tüketici memur tipi yetiştirmek yerine, kişisel girişkenliğe dayanan ü retici bireyler yetiştirecek aydınların yetiştirilmesi öner isi. Prens'in .bu konudaki etkisini meydana gelen dev­ r i mde ve köy enstitülerinin eğitim progra mlarında görmekteyiz. c) Saha çalışmalarına olumlu etkileri olmuştur. Le Play okuluna gö­ re bir araştırma, gözlem tekniğine dayandığı sürece geçerlidir. Her ne ka­ dar Prens bu ilkeyi göz önünde bulundurma mışsa da, Prens'in ardılları bu ilkeyi çalışmalarının dayanak noktası olarak görmüşlerdir. d) Bugü nkü araştırmacılara bilgi ve kolaylık sağlamış olması açısın­ dan (yetersiz de ols a ) , Osmanlı toplum yapısını belirlemiş olması nedeniy­ le Türk toplumbilimine olumlu katkıları arasında saymak gerekir. Türk taplumbilimine olumlu katkılarını bu şekilde özeUediğimiz Prens' in eleştirilecek toplumbili msel görüşleri d e - v ardır. Bunlar, a) Topulmsal yapı araştırmalarında kuramsal düzeyde kalmış olması, b) Monografik yöntemi savunduğu ha lde kullanmamış olması, ç:) Toplumları çok genel düzeyde ele alıp 'bütüncü' ve 'bireyci' diye ikiye ayır ması. B u ayırırnda insanları büyük yanılgılara götürecek ölçüt­ ler kullanmış olması, d ) Toplumsal değişme karizmasını somut ögelerle (alt yapı öge l eri) değil, soyut (üst yapı öğeleri) bir öge olan eğitim ile açıklaması, e) Halktan kopuk birisi olmasına karşın, halk adına k onuşması ve de.

{ 1 46 ) Türkiye"de Sosyal Araştı·rmaların Gelişimi, Mübeccel Kıray, «Sosyal Araş­ tırmalann Gelişimi», H.U. Yayı.nları, Ankara, 1 9 7 1 , s. 9.

141

ğerlençlirmelere girmesi . . . gibi noktalarda Prens' in ileri sürdüğü düşün­ celeri e leştirilmektedir. Sonuç olarak Prens Sabahattin, za manında anlaşılmamış ve birçok if­ tira ve tehl ike ile karşı karşıya kalmasına karşın, gerçek bir bilim adamı olarak düşüncelerin isavunmaktan çeki n memiştir. Yaşadığı d önem göz önün. de bulundurulursa savunduğu ekonomik, siyasal, toplumsal v e yönetimsel konulara ilişkin görüşleri daha da anlamlı görülecektir. Şöyle ki, yaşamı­ nın büyük bir kısmını, başlangıçta dayısı Padişah Abdülhamit ile baba­ sının çekişmeleri sonucu, daha sonra İttihat ve Terakki iktidarının bas­ kısı ve son olarak da Osmanlı hanedanını yurt dışına çıkaran yasa ge­ reği yurt dışında geçirmek zorunda kalmış olmasına karşın, yurt dışında boş durmamştır. İlk dönemler, yurt dışında dağınık halde bulunan Genç Türkleri bir araya getirmek için çalış malara katılmış ve bunda da, bir ölçüde başarı sağlamıştır. Abdülhamit'in yöneti m şekline karşı a m�nsız savaşırnlara girmiştir. B u savaşımiarı daha sonraları, İttihatçılara karşı sürdürmüştür. Bir Osmanlıcı olması nedeniyle, İ mparatorluğun dağılma­ sını durdurmak için elinden gelen her yola başvurmuştur. Fakat, karşıt­ ları tarafından halka ta mamen ters bir biçimde anlatılmıştır. Onun tara­ f ından birleştirici öge olarak ileri sürülen 'yerinden y�netim ', yine kar­ ş ıtlarınca 'dağıtıcı' olarak değerlendirilmiştir. Yaşamı boyunca, 'özel girişim'in v e 'yerinden yönetim'in egemen oldu­ ğu bir toplumu d üşlemiştir. Tüm çalışma ve savaşırnlarını bu iki ilke üze­ rinde yoğunlaştırmıştır. Gerek Osmanlının ve gerekse Cumhuriyet Türki­ ye'sinin kurtuluşunu bu yönde gör müştür. Ya ni, kapitalist bir sınıf yara· tacak ekonomik, toplumsal, yönetimsel ve siyasal bir yapı değişikliğini öngörmüştür. Özel girişimciliğin üretimi" artıracağını ve bağımsız kiş iliğe sahip bireyler yetiştireceğini ileri sürerken, yer inden yönetimin de sorun­ lara bilinçli ve ucuz çözüm bulacağını ve bürokratik engelleri kaldıraca­ ğım v e de bireysel girişimin gelişmesini hızlandıracağını önemle belirtiyor. Prens Sabahattin'in değerlend i rmesini yaparken, Osmanlının içinde bu­ lunduğu çıkınazın 'bir yapı sorunu' olduğu noktasını yakalamış o lması açı­ sindan önemini unutmamak gerekir. Getirdiği önlemler ve çözüm model­ Ieti eleştirilebilir. Fakat bugün olduğu gibi , o gün de toplumun içinde bu­ lunduğu çıkmazların temel nedeninin 'yapı sorun' olduğu gerçeği hiçbir zaman yadsınamaz olsa gerek. Yine ' mer keziyetçi bir yönetim' yerine so­ r unla r ı - daha yakından bilen ve yöreyi daha ya kından tanıyan bireylerin oluşturacağı bir 'yerinden yönetim' önerisi bugün bile önemini korumakta­ dır. Çağdaş toplumların birçoğu bugün 'mer kezden yöneti m' ilkesi yerine 'yerinden yönetim' ilkesini benimsemiş ve uygulamaya koymuşlardır. Ye­ r inden yönet imin, merkez yönet i mden k opma sorunu olmad ığı sürece sa­ yısız yararları olduğu bilinen bir ger çektir. Prens'in zaman zaman düşün adamı rolü ile iktidara kar ş ı yürütülen eylemlerde taşıdığı r ol ü birbirine karıştırdığı gözden kaçmıyor. Bunu da1 42

ha önce de belirttiğimiz gibi ke ndi ifadelerinde de görmek olasıdır. Bir yandan bir bilim adamı görünümünde iken, diğer bir y andan bir siyasal hareketin liderliğini yapmaktadır. Buna karşın ke ndisi, bunları (siyasal liderliği) yadsıma yoluna gitmektedir. Gerçekte ise, Prens'in siyasal etkin­ likleri, bi limsel etkinliklerinden daha fazla görünmektedir. Ortaya çıkış nedeni de bu savımızı doğrular niteliktedi r . Yani, Osmanlı imparatorlu­ ğunu içinde bulunduğu ekonomik, toplumsal, kültürel, siyasal ve yönetim­ sel bunalımlardan kurtarmak ereği i le yola ç ıktığından, siyasal etkinliği­ nin diğer etkinliklere başat olduğu sonucuna ulaşma mıza neden olmaktadır. Prens'e bugünkü koşullar ve düşünceler çerçevesinde bakmak yerine, kendi yaşadığ ı dönemin koşulları ve düşünceleri çerçevesinde baktığımız­ d a ; ilerici v e bir leştirici görüşlere sahip olduğunu görürüz. B u ilerici ve birleştirici görüş ve düşünceleri, büyük haksızlıklara v e eleştirilere uğra­ dığından değeri geç anlaşılmıştır. Ve bir bilim adamı için çok a c ı olan anlaşılmamanın yanında, yoksulluk içinde yaşamını ülke dışında nokta­ la m ıştır. Prens Sabahattin'den bizlere kalan yalnız, birçok 'mektup', 'iza h', 'beyanname' v e 'Türkiye N asıl Kurtarıla bilir' adlı yapıtı olma mıştır. On­ dan bize kalan en büyük şey, bundan yetmiş yıl önce yanıtını aradığı so­ rundur. Yani, Osmanlının 1 900'lerde içinde bulunduğu duruma Prens, 'Tür­ kiye Nasıl Kurtarılabilir' adını vermiş ve bu yolda çalışmalarda bulunmuş olmasına karşın, bugün aynı sorun üzerinde bir çalı ş m a yapacak olsak, sanırım çalışmamıza aynı ismi vermek zorunda olacağız. Kısacası, ara­ dan yüzyıla yakın bir süre geçmiş olmasına karşın, aynı soruya bizim de yanıt aramakta oluşumuz biraz düşü ndürücü olsa gerekir.

1 43

SEÇiLMiŞ KA Y NAKÇA

A.

KiTA P L A R

Türkiye Nasıl Kurtarıla bilir?, ( S adeleştiren: Muzaffer Sencer ) , Elif Yayınları, İs­

tanbul,

1 965.

Tcşebbüs-ii Şahsi ve Tevsi-i Mezuniyet Hakkında B i r tzah, Dcrsaadet Matbaası,

Kütüphaneyi Cihan, İstanbul, 1908. Teşebbüs-ii Şahsi ıttihat

ve

ve

Adem-i Merkeziyet Hakkında tkinci Bir tzah, İstanbul, 1 908.

Terakld Cemiyetine Açık Mektuplar, Mesleğimiz Hakkında Üçüncü ve

Son Bir tzah, Mahmut Bey Matbaası, istanbul, 1 9 10.

13 .

M AKALELER

Türklerin Medeniyet Ale minde Kaydettikleri Tcrakkiler, La Revue Dergisi (Fran­ sızca) , Paris, 1905. Hnistiyanlar Vatanımızda Müslümanlar

Adem-i

Merkeziyetİn

Merkeziyetten

Mailkumu

Müstcfit

Oluyorlar,

Olageldikleri

Terakki

Dergisi*,

Halde Paris,

1 0 . 1 1 . 1906. Almanya İmparatorlu.�unun Türkiye Hakkındaki Planları, Terakki Dergisi, Paris, 1 907.

S ark Meselesinin Esaslı Bir Hal Sureti, Times Gazetesi ( ingilizce ) , 2 . 1 . 1 90 7 . · Bir Tavsiye, Terakki Dergisi, Paris, 1 90 7 . İttihat v e Terakkiye A ç ı k Mektuplar, Beşinci Mektup, İstanbul, 1 9 1 0 . ilm-i içtima'ın Büyük B i r Keşfi, Altıncı Mektup, Paris, 1 9 1 1 . Meslek-i tçtimaimiz Nasl Tatbik Edilebilir? Türkiye'de Yeni Bir Medeniyet, Ye­ dinci Mektup, Pais, 1 9 1 1 . Meslek-i 1çtimaimiı: v e Terbiyevi Islahat, Sekizinci Mektup, Paris, 1 9 1 1 . Beyanname, Meşrutiyet Mecmuası, İstanbul, Ağustos, 1 9 1 3 .

( * ) Terakki Dergisi. Sabahattin Bey tarafından 1 906'da Paris'te yayınlanan Türkçe aylık derginıiil adıdır.

144

Hilmi Ziya Ülken ( 1 90 ı

-

5 Haziran ı 974)

Hazırlayanlar

Hamza UYGUN

-

İnan ÖZER

YAŞAM Ö YK Ü S Ü

Kendisinin kaleme aldığı yaşam öyküsünde1 Ülken, b a b a v e ana tara­ fından gele n · atalarından gururla sözeder. Aralarında Sadrazaını eleştirdiği için Yanya'ya sürüle n ; Rus Çarlığına askerlik etme�ek için vatan deği§.­ tiren ; Osman lı ordusunda paşalığa yükselen kişilerin bulunduğu ailesine layık bir torun olmanın sorumluluğunu üstlendiğini açıkça göstermektedir. Gerçekten de yaşamı boyunca tıp ile siyasal bilimler, coğrafya ile felsefe, toplumbilimle psikoloji, edebiyatla resim ve müzik arasında değişen ilgile­ rınİ hırsla sürdürürken, arkasında sayılamayacak kadar yapıt bırakarak dedelerinden geri kalınadığını kanıtlamıştır. 3 Ekim 1901 'de htanbul'da doğan Hilmi Ziya Ülken (kızının anlatı­ mıyla)3 ilk akade mik ilgi eğilimlerini aile dostları İbn-ül Emin Mahmut Kemal Beyin söyleşilerinde pekiştirmiş, fakat babasının ısrarıyla felsefe çalışma isteğinden vazgeçerek 1918 'de tıp fakültesine girmiştir. Bununla birlikte, babasının ısrar ı, kendisini orta öğreniminde etkileyen matema­ tik öğretmeni Bedi Bey ve tarih öğretmeni E min Ali Beylerin öğretilerine yenik düşmüş, araya kronik bronşit ve astım hastalıkları da girince genç Hilmi Ziya, yine öğretmeni Harnit Ongunsu'nun danışmanlığıyla Siyasal Bilgiler Fakültesine başlamıştır. İlk gençliğinin Anadoluculuk düşünceleri ve örgütçülüğe dönük başkaldırısı, 1919'larda arkadaşı Reşat Kayı ile bir­ likte çıkardığı A nado:ıu Dergisi yanında, çevresinde ilgi görüp okunan ilk kitabı Anadolu'nun Bugünkü Vazifeleri adlı çalışmalarına dönüşür. 1921 'de Siyasal Bilgiler Fakültesini başarı ile bitiren Htl fJ!i Ziya Ül­ ken, eğilim alanını coğrafya ve felsefeye kaydırdı. İstanbul Edebiyat Fa­ kültesi Beşeri Coğrafya Kürsüsü asistanlığı yanı sıra aynı fakültede Fel­ sefe Tarihi ve Ahlak-Sosyoloji öğrenciliğini yürüterek b u konularda serti­ fika aldı. Daha sonra sırasıyla Bursa Lisesi Coğrafya (şubat 1924 ) , Anka­ ra Lisesi Sosyoloji ve Felsefe ( eylül 1924 ) , Ankara Erkek Öğretmen Oku­ lu Tarih, Coğrafya öğretmenlikleri y aptı ve Milli Eğitim Bakanlığında İ s­ tatistik Şubesi ve Sicil Dairesinde, Talim Terbiye Çeviri Bürosunda bazı bürokratik görevler üstlendi. Ülken'in üniversitedeki araştırmalarını bırakarak orta öğretimde çalış­ mayı kabul etmesinin en önemli nedeni, kendi deyimiyle «Anadolu'nun Ha( 1 ) Yeni Miilkiye Tariizi ve Mülkiyeliler, C il! I V , Mars Mat baası, Ankara, 1 968· 1 969, s. 1 678- 1 68 1 . (2) G ü lseren Artunkal, «Hayatı ve Eserleriyle Baıbam Ülken», Sosyoloji Koııfe­ ransları, XVI J . Kitap, i.ü. Sosyoloji Enstitüsü Yayını, İstanbul, l 979, s. l - 1 1 .

147

yali»ne karşı duyduğu suçlul uk ve kendini bağışlattırma isteğidir. Daha si· yasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi iken (Mülkiye Mektebi, Yıldız, 1.918) ka­ rasında ve kalbinde k endisinden görevler bekleyen bir Anadolu imgesi ya­ şatmaktayd ı . Bu imge kendisi g i bi «İstanbul Çocukları»nı devamlı olarak suçluyor ve yargılıyordu: «- Çünkü, dedi, vazifeni yapmıyorsun. Anadolu'nun çektiği sefa­ leti duyuyor ve söylemiyorsun. Çünkü faziletli değilsin. Ölüme sürüklediğİn aç ve çıplak bir kafilenin ortasında, göğsünü parçalamıyor ve güna hını bağır mıyorsun. "Sizi bu hale koyan benim, t aşlayın beni, vurun beni" demiyorsun»3• Bu denli yoğun duygusallığın parlak bir zekaya ne denli yardımcı ola­ bileceği ve onu ne ölçüde kısıtlayabileceği Hilmi Ziya Ü lken'in bütün ya­ pıtlarında kolaylıkla görülebilir. Ona yöneltilen bütün eleştiriler de bu nok­ tada odaklaşmış, toplumbilimci ve ressam Hilmi Ziya Ü lken'in « . . . daha iyi­ ye varmak için kullandığı son renklerin ve f ırça darbelerinin onu tutarlı­ lık ve mükemmellikten uzaklaştırıp uzaklaştırmadığı»4 tartışma konusu olmuştur. 1928-29'da askerlik görevi sırasında kitle psikolojisi üzerinde çalışan Ü lken, 1930-1933 yıllarında İstanbul'da çeşitli liselerde tarih, felsefe, sos­ yoloji ve psikoloji konularında öğretmenliğini sürdürmüştür. Bu arada sü­ rekli okuyan, araştıran ve yazan Ü lken, Umumi İçtimaiyyat (1931) ve Türk Tejekkürü (1933) adlı kitapları ile Atatürk 'ün dikkatini çekerek M illi Eği­ tim Bakanlığı hesabına incelemeler yapmak için Almanya'ya gönderilmiş­ tir. Dönüşünde E debiyat Fakültesi Türk Tefekkür Tarihi doçentliğine ve 1936'da İçtimai Doktrinler Tarihi öğretim üyeliğine atanmıştır. 1940'da -Prof. Von Aster'in önerisiyle- Felsefe Profesörlüğüne seçilen Ülken, 1942'de Sosyoloji Profesörlüğüne, 1 944'de Yüksek Mühendis Mektebi (İst. Tek. Üniversitesi) Mi marlık Bölümü Sanat Tarihi Profesörlüğüne getiril­ miştir. 1945-49 yılları arasında öğrettiği dersler arasında Değerler Naza­ riyesi, Bilgi Nazariyesi ve Mantık Tarihi bulunmaktadır. Ahlak-Umumi Felsefe Kürsüsü başkanlığını da yapan Ülken, 1957 yılında İstanbul Ede­ biyat Fakültesinde Ordinaryüs Profesör olmuş, öncelikle Sosyoloji ve Fel­ sefe okutmuştur. 1960 sonrası Üniversitedeki görevlerinden uzaklaştırılan 147'ler arasın­ da Hilmi Ziya Ülken de bulunmaktaydı. Daha sonraki yasa değişikliğine karşın İstanbul. Üniversitesine dönmeyi reddetmiş ve Ankara ilahiyat Fa­ kültesindeki görevini sürdürmüş