Tanrının Varoluşunun Tanıtları Üzerine Dersler [1 ed.]
 9789753971928

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

G.W.F. Hegel Tanrının .Varoluşunun Tanıtları Uzerine Dersler Vorlesungen über die Beweise vom Dasein Gottes

Çeviren Aziz Yardımlı

.

.

idea• Istanbul

İdea Yayınevi Şarap İskelesi Sk. 2/106-7 34425 Karaköy, Beyoğlu - İstanbul www.ideayayınevi.com / iletisim@ideayayine\�.com Bu çeviri için© AZİZ YARDIMLI 201 6

Tannnın Varolusunun Tanıt/an Üzerine Dersler Vorlesungen über die Beweise vom Dasein Gottes ( 1 829) G. W. F. Hegel Türkçe-Almanca Birinci baskı 2016

Tüm Jıaklan saklıdır. Bu yayımın hiçbir bölümü İdea Yayınevinin ön izni olmaksızın yeniden üretilemez.

Baskı: Umut Matbaacılık Fatih Cad. Yüksek Sok. No 1 1, Merter- İstanbul Printed in Türkiye

ISBN 978-975-397-192-8

içindekiler

BİRİNCİ DERS 7 İKİNCİ DERS I7 ÜÇÜNCÜ DERS 26 DÖRDÜNCÜ DERS 32 39 BEŞİNCİ DERS 47 ALTINCI DERS YEDİNCİ DERS 53 SEKİZİNCİ DERS 62 DOKUZUNCU DERS 70 ONUNCU DERS 76 ON BİRİNCİ DERS 85 ON İKİNCİ DERS 93 ON ÜÇÜNCÜ DERS 98 ON DÖRDÜNCÜ DERS 108 ON BEŞİNCİ DERS 1 19 ON ALTINCI DERS I 26 -

-

-

-

-

-

-

-

-

-

-

-

-

-

ARA EK [Kant'ın kozmolojik ıa.nıu eleştirisi]

141 TELEOLOJİK TANITIN GENİŞLETİLMESİ 1 67 TELEOLOJİK VE ONTOLOJİK TANITlAR.IN GENİŞLETİLMESİ ONTOLOJİK TANITIN GENİŞLETİLMESİ 195 -

-

-

Arkasöz / Aziz Yardımlı - 203 Dizin - 213

-

184

Tanrının Varoluşunun Tanıdan

VORLESUNGEN ÜBER DIE BEV.'EISE VOM DASEIN GOTIES

Üzerine Dersler

ERSTE VORLESUNG

BİRİNCİ DERS

Diese Vorlesungen sind der Bet.rach­

Bu Dersler Tanrının varoluşunun tanıtla­ rının irdelemesine ayrılmıştır. Bunun için dışsal gerekçe bu yaz yarı-yılında yalnızca bilimin bir bütün alanı [Mantık] üzerine dersler vermeye karar vermek zorunda kal­ mış olmamdır; ama daha sonra hiç olmazsa başka bir bilimsel konu üzerine ikinci bir dersler dizisi eklemeyi istedim. Bu nedenle Mantık üzerine verdiğim başka dersler ile bağıntılı olan ve onlar için içerik değil ama biçim açısından bir tür bütünleyici oluşturan bir konuyu seçtim, çünkü bu konu Mantı­ ğın temel belirlenimlerinin yalnızca kendine özgü bir şekildir. Bu nedenle bu dersler baş­ lıca dinleyicilerim arasında öteki derslere katılanlar için amaçlanmıştır ve özellikle onlar için daha anla5ılır olacaktır. Ama görevimiz Tannnın varoluşunun tanıt­ lannı irdelemek olduğuna göre, öyle görü­ nür ki yalnızca bir yan, yani tanıtlamanın doğası Mantığın içine düşecek, öteki yan, Tann olan içerik ise bir başka alana, dine ve onun düşünsel irdelemesine, Din Felsefesine ait olacaktır. Gerçekte bu derslerde kendi uğruna vurgulanması ve ele alınması gere­ ken yan bu son bilimin bir bölümüdür. İzle­ yen sayfalarda bu bölümün din öğretisinin bütünü ile nasıl bir ilişki içinde durduğu daha yakından görülecektir. Yine, bilimsel bir öğreti olduğu düzeye dek bu öğretinin

tung der Beweise vom Dasein Goues bestimmt; die 3.uBere Veranlassung liegı darin, daO ich in diesem Som­ mcrscmcstcr nur cine Vorlesung über ein Ganzes von Wissenschaft zu hallen mich enıschlieOen muOıe und denn doch cine zweite, wcnigstens fiber einen einzelnen wissenschaftli­ chen Gegenstand hinzufügen wollte. leh habe dabei damı einen solchen gew3hlt, welcher mit der anderen Vorlesung, die ich halıe, über die Logik, in Verbindung sıehe und eine Art von Erg:inzung zu dieser, nicht dem lnhalıe, sondern der Form nach, ausmachc, indem derselbe nur cine eigentU.mliche Gestalt von den Grundbestimmungcn der Logik ist; sie sind daher vomchmlich meinen Herren Zuhörem, dic anjener ande­ ren teilnehmen, bestimmt, so ,...;e sie denselben auch am vcrst.3.ndlichsten sein werden. lndem aber unsere Aufgabe ist,

die Beıurise vom Dasein Goltes zu

be­

trachtcn, so scheint von derselben nur cine Seite in die Logik zu fallen, n5.mlich die Natur des

Bewei.sens: die

andcre aber, der Jnhalt. welcher Gotl ist, gehörte einer anderen Sph;ire, der Religion und der denkenden Betrachıung derselben, der Re/igi­ onsphilosoplıie an. in der Taı ist es ein Teil diescr Wissenschart, der in dic­ sen Vorlesungen für sich herausge­ hoben und abgehandelt werdcn soll; im Verfolg wird es sich niher hervor­ hebcn, welches Verh3lmis derselbe zum Ganzcn der Religionslehre hat, sowie dann auch, dall diese Lchrc, insofcrn sie cine wissenschaftliche

7

8

TANITLAR ÜZERİNE DERSLER

ve mantıksal olanın amacımızın ilk bildiri­ mine göre sanılabileceği gibi birbiri dışına düşmediği, mantıksal olanın yalnızca biçim­ sel yanı oluşturmadığı, ama gerçekte içeriğin özeğinde durduğu da görülecektir. Yine de, tasanmızı yerine getirmek için bir başlangıç yapmayı isterken karşılaştığımız ilk şey zamanımızın kültürel önyargılarının genel ve o tasar açısından itici bakış açısıdır. Eğer nesne, Tann, salt adının kendisi yoluyla bile hemen tinimizi yükseltebiliyorsa, eğer yüreğimizin en iç derinliklerinde ilgi uyan­ dırabiliyorsa, ele almak üzere olduğumuz şeyin Tannnın varoluşunun tanıtlan oldu­ ğunu düşünür düşünmez bu gerilim yine eşit hızla sönebilir, çünkü Tanrının varolu­ şunun tanıtlan öylesine gözden düşmüştür ki, eski metafiziğe ait antikalar olarak görü­ lürler; onun çorak çölünden dirimli inanca geri dönmüş, onun kuru anlağından bir kez daha dinin sıcak duygusuna yükselmişizdir. Bir Tanrının olduğu yolundaki kanımızın tanıtlar yerine geçen o çürük desteklerini keskin bir anlağın yeni uygulamaları ve aygıtları yoluyla yenilemeye, ya da saldırılar ve karşı-tanıtlamalar yoluyla zayıflamış yer­ leri iyileştirmeye yönelik girişim kendi için salt iyi niyeti yoluyla hiçbir onay kazanama­ yacaktır. Çünkü ağırlığını yitiren şey şu ya da bu tanıtlama, onun şu ya da bu biçimi ve konumu değildir; tersine, genel olarak din­ sel gerçekliğin tanıtlanması çağın düşünme yolunda tüm güvenilirliğini öylesine yitirmiş­ tir ki, böyle tanıtlamanın olanaksız olduğu daha şimdiden genel bir önyargıdır. Daha da ötesi, böyle bilgiye güven duymak ve bu yolla Tann ve doğası üzerine ya da yalnızca varlığı üzerine bir kanıya ulaşmayı istemek bile dinsizlik sayılmaktadır. Bu tanıtlama işi bu nedenle öylesine günü geçmiş göıülür ki, tanıtlar şurada burada yalnızca tarihsel ola­ rak tanınır, giderek tanrıbilimcilerin kendi­ leri için, e.d. dinsel gerçeklikler ile bilimsel

ist, und das Logische nicht so ausei­ nanderfallen, wic es nach dem ersten Scheine unscres Zwcckes das Ausse­ hcn haı. daB das Logischc nichı bloB die formelle Seitc ausmachı, sonden1 in der Tat damit zugleich im Miuel­ punkıe des !nhalıs sıehı. Das erste aber, was uns begeg­ net, indem wir auf unser Vorhaben Uberhaupt uns einzulassen anfangen wollten, ist die allgemeinc, dem­ selben abgcneigıe Ansichı der Bil­ dungsvorurteile der Zeit. Wenn der Gcgensıand. Gou, fi"ır sich fiihig isı, sogleich durch seinen Namen unse­ ren Geist zu erhebcn, unser Gemfü aufs innigste zu intercssicrcn, so mag diese Spannung cbenso schnell wic­ der nachlassen, wenn wir bedenken, daB es die

Heweise uom Dasein Gotle.s

sind, die wir abzuhandeln gehen; dic

Beweise dcs

Daseins Goues sind

so schr in Vernır gekommen, dall sie flır etwas AnLiquierles, der vorınali­ gen Mcıaphysik Angehôrigcs gelten, aus deren dllrrcn Öden wir uns zum lcbencligen

Gl11ııben

zuritckgeretteL,

aus deren trockcncm Vcrstandc wir zum

tuannen Gefühle

der Religion

uns wieder erhoben haben. Ein Un­ ternehmen,jcne morschen Stihzcn unserer Übcrzeugung da\'on, daB cin Gott isl, welche fllr Beweise gahen, durch neue \Vendungen und KunsLStücke cines scharfsinni­ gen Verstandes aufzufrischen, die durch Einwürfc und Gegenbeweise schwach gewordenen Stellcn auszu­ bcsscm, würde sich selhst durch seinc gute Absichl keinc Gunsl erwerben können; denn nicht dicscr oder je­ ner Bcweis, diese oder jene Form und Stelle dessclben hat ihr Gclo,.iclu verloren, sondcrn das Beweisen reli­ giöser \Vahrheil als solches isl in der Dcnkwcisc der Zcil so sehr um ailen Kredit gekommen, daB die Unmög­ lichkeit solchen Beweisens bereits ein allgcmeines Vorurteil ist, und noch mehr, dall es selbst ffır irreligi­ ös gilt, solcher Erkcnnmis Zntrauen zu schenken und auf ihrcm \\7egc Überzeugung von Gou und seiner Nauır odcr auch nur \•on scinem Sein zu suchen. Dieses Beweiscn ist dahcr auch so sehr au6er Kurs ge­ scızt, dall die Beweise kaum hiCr und da nur historisch bekannt, ja selbst Theologcn, d. i. solchen, welchc \'011 den religiösen Wahrheiten eine

l. DERS wissenschafLliche Bekanntschafl ha­ bcn wollen, unbekannı sein kônnen. Die Beweisc vom Dasein Gottcs sind aus dem

die \lenmnft

Bediirfni.sse, das Denken, befrietligen, hervorge­

ı.11

gangen; abcr dicses Bedfırfnis hat in der ncuercn Bildung cine ganz ande­ re Stelhıng erhalten, als es vormals haue, und die Suındpunkte sind zu­ n3.chsı zu cnvahnen, dic sic:h in dieser RücksichL ergcben haben. Doch da sie im allgemeinen bckannt sind und sie in ihre Grundlagcn zu vcrfolgen hicr nicht der On ist, so ist nur an sic zu erinnern, und zwar indem wir uns auf ihre Gesı.alt, wie sie innerhalb des Bodens dcs Chıistemums sich macht, beschr3.nken. Auf diesem n3mlich kommt erst der Gegensatz zwischcn Glauben und Vernunft inncrhalb des Mcnschen selbst zu stehen, uiu der

Zweifel in seinen Geisı und

kann

zu der furchcbaren Höhe gelangen. um ihm alle Ruhe zu rauben. An die fruheren [.dic] Phantasic-Rcligioncn, wic wir sie kurz bezeichnen können, muBte freilich auch das Denken koınmen, es muBte unmittelbar sich gegen deren sinnlichc Bildungen und weiteren Gehalt mit seinem Ge­ gensal.7.e kehren; dic Widerspriıche, Feindschafıen und Feindseligkeiıen, die daraus entsprangen, gibt die au­ Berliche Geschichıe der Philosophie an. Aber die Kollisioncn gediehen injenem Kreise nur zur Feindschaft, nicht zum innercn Zweispah dcs Geistes und Gemfııs in sich selbst wie innerhalb des Christcntums, wo die bciden Scitcn, die in Widcrspruch kommen, die Tiefe des Geistes als ihre cine und daınİl gemeinschaft­ liche \Vurzel gewinnen und in die­ ser Stelle, in ihreın Widerspruche zusammengebunden. diesc Stelle selbst, den Geist, in scincm lnncrs­ tcn zu zenıitten vcnnögen. Schon der Ausdnıck

G/aube isı dem chrisılichen

\'orbehaltcn; man spricht nicht \'OD griechischem, :igyptischem usw. Glau­ bcn oder vom Glauben an den Zeus, an den Apis usf. Der Glaubc drückı ir es vollbriichten, [sondern] ist die Natur und das Tun dieser Be� stimmungen an ihnen selbst, da sie in ei.ner Beslimmung vereinigt sind. Auch diese beiden Momente der Notwendigkeiı,

i11

ihrVenniuhmg

mit Anderem zu sein und diesc Vennittlung aufzuheben und sich als sich selbst zu seızen, eben um ihrer Einheit willen, sind nichl ge­ sondene Akte. Sie bezieht in der Vennittlung mit Anderroı sich

siclı se/hst,

auf

d. i. das Andcre, durch

das sic sich mit sich vermiuelt, ist sie selbsL. Sa ist es als Anderes

n�

giert; sie ist sich selbst das Andere, abcr nur

ınomentan - momentan,

ohne die Bestimmung der Zeit da­ bei in den Begriffhereinzubaingen, die erst in dem Dasein des Begriffes hereintriu. - Dies Anderssein ist wesenllich als aufgehobenes; im Dasein erscheint es cbenraııs als cin reel/es Anderes. Aber die abso­ lute Notwendigkeit ist dic. welche ihreın Begriffe gemaB isı.

ON İKİNCİ DERS

ZWÖLITE VORLESUNG

in der vorigen Vorlcsung ist der BegritT der absoluten Notwendig­ keit cxponicrl wordcn, - der

solule1l; absolut

alr

hei6L sehr hclufig

nichts wcitcr als

abstraht,

und es

gilı ebensoorı daffır, daB mit dem Worı des Absoluten alles gesagı

sci und dann keine Bestimmung angegeben werden könne noch soJle. in der T.,t abcr ise es um soJ­ che Bestimmung alicin zu tun. Die absolute Nonvendigkeiı ist eben insofern absırakı, das schlechLhin

Absuakte, als sie das Beruhen in sich selbst, das Bestehen nicht in

oder aus oder durch ein Andercs

ist. Aber wir haben geschen, dall sie

nicht nur ihrem BegritT als irgend­ cincm gemafi, so da8 wir denselben

und ihr 3.uOeres Dasein verglichen,

sondern

dieses Gemii.jJsein selbsl

ist, daB, was als die auBere Seite

gcnommen werdcn kann, in ihr selbst enthalten ist, daB eben das

Beruhen aur sich selbsı, die Jden­

ıiıaı oder Beziehung auf sich ist,

welche die Vereinzelung der Din·

ge ausmacht, wodurch sie

zujlillige

sind, cine Selbstandigkeit, welche \ielmehr Unselbsı.iindigkeiı isı. Die

Mögliclıkeit ist dasselbe Absıraktum;

möglich soll sein, was sich nicht 1vi· derspricht, d. i. was nur identisch

m i t sich, in dem keine Idenlit.3.t mit einem Anderen scattfınde,

noch es innerhalb seiner selbst das

Andcre seiner w3.re. Zuffi.lligkeit und Möglichkeiı sind nur dadurch

unıerschieden, daB dem Zullilligen

ein Dasein zukommt, das Mögliche

aber nur die Möglichkeit hat cin

Dasein ıu haben. Aber das Zullil­ lige hat sclbst eben nur cin solches Dasein. das ganz n u r den Wert

der Möglichkcit hat; es

ebensogut ist es auch

isi, aber nidıt. in der

Zuffilligkeiı isı das Dasein oder die

Existenz so weit, wie gesagt worden

Ö nceki derste saltık zorunluk kavramı açım­ landı - saltık zorunluk kavramı. Saltık sık sık soyuttan daha çoğu demek değildir ve yine sık sık saltık sözcüğü ile herşeyin söylenmiş olduğu ve daha öte hiçbir belirlenimin verilemeyeceği ve verilmemesi gerektiği düşünülür. Oysa ger­ çekte özellikle ilgilenilmesi gereken belirle­ nim budur. Saltık zorunluk soyut, baştan sona soyut olan, çünkü kendi üzerine dayanan ve bir başkasında ya da ondan ya da onun yoluyla olmayandır. Ama gördüğümüz gibi, yalnızca kavramı ne olursa olsun ona uygun olmakla kalmaz - öyle ki kavramı ve dışsal varoluşunu karşılaştırabiliriz -, ama o denli de bu uygun­ luğun kendisidir. Böylece dışsal yan olarak alı­ nabilen öyle bir yolda kendi içinde kapsanır ki, tam olarak bu kendi üzerine dayanma, kendi ile özdeşlik ya da bağıntı şeylerin yalıtıl­ masını oluşturur, onun yoluyla olumsaldırlar; bir bağımsızlıktır ki gerçekte bağımsızlığın yokluğudur. Olanak aynı soyutlamadır. Kendi ile çelişmeyenin, e.d. yalnızca kendi ile özdeş olanın olanaklı olması gerekir; onda bir baş­ kası ile hiçbir özdeşlik yer almaz, ne de kendi içerisinde kendi başkası vardır. Olumsallık ve olanak yalnızca olumsal olana bir varoluşun ait olması yoluyla ayrılır; olanaklı olan ise yal­ nızca bir varoluşunun olması olanağını taşır. Oysa olumsalın kendisinin tam olarak öyle bir varoluşu vardır ki, yalnızca ve yalnızca olanağın değerini taşır; vardır, ama o denli de yoktur. Olumsallıkta belirli-varlık ya da varoluş [ das Dasein oder die Existenz] , söylendiği gibi, öyle 93

94

TANITLAR ÜZERİNE DERSLER

bir düzeyde kesilip çıkarılır ki, aynı zamanda kendinde bir hiçlik olarak belirlenir ve böylece kendi başkasına, zorunluğa geçiş onun kendi içinde anlatılır. Soyut özdeşlik, o salt kendi ile bağıntı durumunda da yine aynı şey olur; bir olanak olarak bilinir. Birşeyin olanaklı olması henüz hiçbirşeyin olmamasıdır; onunla henüz hiçbirşey gösterilmez. Özdeşlik gerçekten olduğu gibi belirlenir - bir kısırlık olarak. Bu belirlenimde eksik olan şey, gördü­ ğümüz gibi, ona karşıt belirlenim yoluyla tamamlanır. Zorunluk soyut saltık değil ama gerçek saltıktır, çünkü kendi içinde başkası ile bağlantıyı kapsar; kendi içinde ayrımlaş­ madır, ama ortadan kaldırılmış, ideal bir ayrımlaşma olarak. Böylece genel olarak zorunluğa ait olanı kapsar, ama kendini bu sonuncudan ayırdeder çünkü bu dışsal ve sonludur, öyle birşeydir ki varolan birşey olarak kalan ve sayılan bir başkası ile bağıntılı ve böylece yalnızca bağımlılıktır. Dolaylılığın genel olarak zorunluğa özsel olması ölçü­ sünde, zorunluk adını da alır. Ama onun baş­ kasının onu oluşturan bir başkası ile bağıntısı uçlarında desteklenmez; saltık zorunluk baş­ kası ile böyle ilişkiyi kendi ile ilişkiye çevirir ve böylece kendi ile iç uyumu üretir. Tin kendini olumsallığın ve dış zorunlu­ ğun üzerine yükseltir, çünkü bu düşünceler kendilerinde yetersizdir ve doyum vermez­ ler. Tin saltık zorunluk düşüncesinde doyum bulur' çünkü bu zorunluk kendi ile barıştır. .. . Ama sonucu, sonuç olarak, vardır; oyle dır - saltık olarak zorunlu. Böylece bir başkası " ·· } · em, çaba, ıste ugruna tum OZ k yıter; çun kÜ onda başkası yiuniştir. Onda hiçbir sonluluk yoktur, kendisinde bütünüyle tamdır, kendi içinde sonsuzdur ve kendi içinde bulunur; dışında hiçbirşey yoktur. Onda hiçbir sınır yoktur, çünkü doğası kendi kendisinde olmaktır. Doyum verici olan şey Tinin yük· tarafınse 1,ışının ' ' ken d'ısı· değı"ld'ır; tersıne, tın dan ulaşıldığı düzeye dek hedeftir. ·

·

..

isı, herauspr.iparicrı, dall es zugleich nun als ein an sich Niclıtiğr!S beslimmt ist und da.mit der Übcrgang zu seinem Anderen, dem Notwendigen in ihm sclbst ausgesprochen ist. Dasselbe ist es, \\"35 darin mit der abstrakten Jden­ tit.aı,jener blollen Beziehung aufsich geschiehı; sie wird als Môglichkeiı gc· wuOt. DaB es mil dieser noch nichts ist, daB etwas möglich isı, damit ist noch nichts ausgerichtet; die Jden­ titiit ist, was sie wahrhaft ist, als cine Dürlügkeiı bestimmL Das Dürftige diescr Bestimmung hat sich, wie wir geschen durch die ihr entgegengesetzte erg3.n7.t. Die Non\.·endigkeit ist nur dadurch nicht die abstrakte, sondem wahrhaft abso-­ lllle, daB sie den Zusammenhang mit Anderem in ihr selbst enthilt, das Unterscheiden in sich ist, aber als cin aufgehobenes, ideellcs. Sie enıhalt damit das, was der Notwendigkeit lıberhaupt zukommt. aber sie unter­ scheidet sich von dieser als 3.uBerli­ cher, endlicher, deren Zusammen­ hang nur hinausgeht ı:u Anderem, das als Seiendcs bleibı und gilt und so nur Abhiingigkeiı isı. Sie heillı auch Nocwendigkeit, insofern der Notwen­ digkeil die Vermiıılung überhaupı wesentlich ist. Der Zusammenhang ihres Anderen mit Andercm, der sie ausmacht, ist aber an seinen Enden ununtcrsttitzt; die absolute Nonven­ digkeiı biegı solches Verhahen zu An· derem in ein Verhaltcn zu sich sclbst um und bıingt damit eben die innere Übereinstimmung mit sich hervor. Der Geist erhebt sich aus der Zu­ fillligkeiı und ii.uBeren Noıwendigkeiı darum also, weil diese Gedanken an ihnen scJbst sich in sich ungenlıgend und unbefriedigend sind; er fındeı Befriedigu11g in dem Gedanken der

absoluten Notwendigkeit, weil diese der Friede miı sich selbsı isL Ihr Resulıaı, aber als Resulıaı, isı: Es ist so, schlechthin notwendig; so ist aile Sehnsuch � Sıreben, Verlangen nach

-

einem Anderen versunken; denn in ihr isı das Andere vergangen. Es isı keine Endlichkeit in ihr, sie ist ganz fertig in ihr, unendlich in Hır selbsı und gcgenwı'i.rıig, es isı nichıs auller ihr; es ist keine Schranke an ihr, denn sie isl dies, bei sich selbsı zu sein. Nichı das Erheben selbst des Geisıes zu ihr als

solches ist es, welches das Befriedigcnde ist , sondern das Ziel, insofern bci ihm angekommen worden isı.

12. DERS Bleiben ıvir einen Augeııblick bei diescr subjektiven Befriedigung sle­ hen, so erinnert sie uns an diejenige,

95

Eğer bir an için bu öznel doyumda durup kalırsak, Yunanlıların zorunluğa boyun

welche die Griechen in der Untenver­

eğmede ne bulduklarını anımsayabiliriz.

fung unLer die Notwendigkeit fanden.

Kaçınılmaz yazgıya teslim olmak bilgelerin

Dem unabwendbaren Verh.ringnis nachzugcbcn, dazu ermahnten die

öğüdü, özellikle trajik koronun anlatuğı ger­

Weisen, besondcrs die WahrheiL des

çeklik idi, ve kahramanlarının, bu eğilmez

u11gischen Chors, und wir bewundem die Ruhe ihrer Heroen. mit der sie, ungebeugren Gei.ues, frei das Los enı­ gegennahmen, wclches das Schicksal ihnen bcschied. Diese Nonvendigkeit und die dadurch ven1ichtetcn Zwecke ihrcs Willens, die zwingende Gewalt solchen Schicksals und die Freiheiı scheincn das Widerstreitende zu

tinlerin yazgının onlar adına karar verdiği şeyleri özgürce kabul etmede gösterdikleri dinginliğe hayranlık duyarız. Bu zorunluk ve istençlerinin onun tarafından yok edilen erekleri, böyle yazgının zorlayıcı gücü ve özgürlük - bunlar hiçbir uzlaşmaya, hiç­

sein und keine Versöhnung, nicht

bir bir doyuma izin vermeyen karşıt öğeler

einmal cine Befriedigung zuzulassen.

olarak görünür. Gerçekte bu antik zorun­

in der Tat ist das Walten diescr an ti­ ken Nouvcndigkcit mil eincr Traucı·

luğun işleri bir hüzne bürülüdür ki, karşı

verh3.ngt, die nicht durch Trotz oder

koyma ya da öfke yoluyla kaldırılamaz, ne de

ErhiLterung abgewiesen noch verh5.fi.. lichl wird, deren Klagen aber mchr

tiksindirici olur; ve tüm yakınmalar yüreğin

durch Schweigcn cntfernt als durch

iyileşmesi sonucunda yarıştırılmaktan çok

Hcilung des Genuits bcschwichtigt

sessizlik yoluyla bastırılır. Tinin zorunluk

werden. Das Befriedigende, das der GeisL in dem Gedanken der Not­

düşüncesinde bulduğu doywn yalnızca tinin

wendigkeiL fand, isL allein darin zu

zorunluğun o soyut sonucunda, "Böyledir"

suchen, daB derselbe sich an eben jenes abstrakte Resulrac der Nocwcn­

anlatımında durmasında aranacaktır - bir

digkcit "Es istso" halt, - ein Resulıat,

sonuç ki, tin tarafından kendi içinde başa­

das der Geisı in sich selbst vollbringt.

rılır. Bu an "dir"de bundan böyle hiçbir içe­

in diesem reinen '"Ist" ise kein Inhalt mehr; aile Zwecke, aile ln tcressen,

rik yoktur; onda tüm erekler, tüm çıkarlar,

Wünsche, selbst das konkreıe Gel\ihl

dilekler, giderek somut yaşam duygusu bile

des Lebens ist darin entfern l und ver­ schwunden. Der Geist bringt dies ab­ strnkte Resultat in sich hervor, indem er selbst ebenjenen lnhalt seines Wol­ Iens den GehalL seines Lebens selbsı aufgegeben, ailem enısagı hat. Die Gewalt, die ihm durch das Verhling­ nis geschieht, verkehrt er so in Frei­ heit. Denn die Gewalt kann ihn nur

yitip gitmiştir. Tin bu soyut sonucu kendi içinde üretir, çünkü tam olarak istemesinin o soyut içeriğinden, yaşamının iç değerin­ den vazgeçmiş, herşeyden çekilmiştir. Böy­ lece yazgının onun üzerinde uyguladığı şid­ deti özgürlüğe dönüştürür. Çünkü bu şiddet

so fassen, daB sie diejenigen Seiten

onu ancak onun somut varoluşunda bir iç ve

ergreift, die in seiner konkreten Exis­

bir dış belirli-varlık taşıyan yanlarından tuta­

tenz ein innercs und 3.uBeres Dasein haben. Am 3.uBeren Dasein stehı der

rak yakalayabilir. Dışsal belirli-varlıkta insan

Mensch unıer auBcrlicher Gew-.ı.lt, es

başka insanlar, koşullar vb. şeklindeki dışsal

sei anderer Menschen, der Umstandc usf., aber das Uu8ere Dasein hat seine

güç altında durur; ama dışsal belirli-varlık

Wurzeln im Innern, in seinen Trie­

kökünü içsel olanda, insanın itkilerinde,

ben, Intercssen, Zwecken; sie sind

çıkarlarında, ereklerinde bulur; bunlar

dic Bande - berechtigte und siu1ich gcbotene oder unberechtigte -, welche ihn der Gewalt untcn\'erfen. Aber die Wurzeln sind scines Innern, sind sein; er kann sich dicsclben aus dem Herzen reillen; scin Wille, seine

bağlardır - aklanmış ve törel olarak buyrul­ muş, ya da aklanmamış -, ki insanı gücün altına düşürürler. Ama kökler onun içidir, onundur; onları yüreğinden söküp atabilir;

96

TANITLAR ÜZERİNE DERSLER

istenci, özgürlüğü soyutlamanın gücüdür ki, onunla yürek kendini yüreğin mezarı yapa­ bilir. Böylece yürek kendi içinde kendinden vazgeçtiği zaman, zora geriye yakalayabileceği hiçbirşey bırakmaz. Zorun ezdiği yüreksiz bir belirli-varlık, bir dışsallıktır ki, onda zor bundan böyle insanın kendisi ile karşılaşmaz. İnsan zorun vurabileceği yerin dışındadır. Daha önce söylendiği gibi, "Böyle dir " sonucu zorunluğun sonucudur ki, insan ona sıkı sıkıya sarılır. İnsan ona sonuç olarak, e.d. bu soyut varlığı üretenin onun kendisi olması anlamında sarılır. Bu zorunluğun öteki kıpı­ sıdır - başkalığın olumsuzlanması yoluyla dolaylılık. Bu başkası genel olarak belirli olandır ki, onu iç belirli-varlık olarak gördük, - somut ereklerden, çıkarlardan vazgeçiş. Çünkü bunlar yalnızca insanları dışsallığa bağlayan ve böylece onun altına düşüren bağlar olmakla kalmaz, ama kendileri tikel öğedirler ve en iç olana, kendini düşünen arı evrenselliğe, özgürlüğün kendi ile yalın bağıntısına dışsaldırlar. Kendi dışında olan o tikeli böyle soyut bir yolda kendi içinde kap­ sayan ve kendi içine koyan ve böylece bun­ dan böyle onu onda rahatsız edilmeyeceği dışsal birşey yapan şey bu özgürlüğün gücü­ dür. Biz insanları mutsuz ya da doyumsuz ya da giderek yalnızca hırçın yapan şey içimiz­ deki bölünme, e.d. çelişkidir - bu itkilerin, ereklerin, çıkarların ya da giderek yalnızca bu istemlerin, dileklerin ve derin-düşünce­ lerin bizde olması, ve aynı zamanda belirli­ varlığımızda onların başkalannın, karşıtları­ nın bulunması. Bizdeki bu bölünme ya da uyumsuzluk iki yolda çözülebilir. Birincisi, dışsal varoluşumuz, durumumuz, bizi etkile­ yen ve bizi ilgilendiren koşullar bizdeki ilgile­ rinin kökleri ile uyum içine getirilebilir - bir uyum ki, mutluluk ve doyum olarak duyum­ sanır. İkincisi, ikisi arasında bir bölünmenin olması ve böylece doyum yerine mutsuzluğun ortaya çıkması durumunda yüreğin doğal bir

Freiheiı isı die Sıirke der Absırak­ ı..io n, das Herz zum Grabe des Her­ zens selbst zu machen. So, indem das Herz in sich selbsı enısagı. liiOı es der Gewalt nichrs übrig, an dem sie d�elbe fassen könnte; das, was sie zertrümmerl, ist ein herzloses Dasein, eine Aullerlichkeit, in wel­ cher sie den Menschen selbst nicht mehr trifft; er ist da heraus, wo sie hinschliigı. Es ist vorhin gcsagt wordcn, daB es das Resuhat "Es

ist so" der

Nonvendigkei t ist, an welchem der Mensch fesıhiilı. als

&su/tal,

d. i .

dall e r dies absırakıe Sein hervorge­ bracht. Dies isı. das andere Moment der Notwendigkeit, die Vcrmiuhıng durch die Negation des Andersseins. Dies Andere ist das Bcstimmtc Uber­ haupt, das wir als das in nere Dascin gesehen haben, - das Aufgcben der konkreten Zwecke, lntcrcssen; denn sie sind nicht nur die Bande, die ihn an die AuBerlichkeit knüp­ fen und damit dersclben u ntcr­ werfen, sondern sie sind selbst das Besondere und dem lnnersten, der sich denkendcn reincn Allgemein­ heit, der cinfachen Beziehung der Freiheit auf sich, iu8erlich. Es ist die Stirke dieser Frciheit, so ab­ strakt in sich zusammenzuhalten und darin jenes Besondere auBer ihr zu setzen, es sich so zu einem A.u8erlichen zu machen, in wel­ chem sie nicht mehr beriıhrt wird. Wodurch wir Menschen unglfıck­ lich o der unzufrieden wcrden oder auch nur verdrieBlich sind, ist die Enızwciung in uns, d. i. der \Viderspruch, daB i n uns diese Triebc, Zwecke, lnteressen oder auch nur diese Anfordcrungen, Wünsche und Reflexionen sind und zugleich in unserem Dascin das Andmı derselben. ihr Gegenıeil ist. Dicser Zwiespah oder Unfriedc in uns kann auf die gedoppelıe \\'eise aufgelöst wcrden: das eine Mal, daB unser 3.uBercs Dasein, unser Zustand, die Umst3.nde, die uns berühren, ff.ır die wir uns Uber­ haupt in teressieren, mic den Wur­ zeln ihrcr lnteressen in uns sich in Einklang setzen - cinen Einklang, der als Glfıck und Refriedigııng cmpfundcn \vird; das anderc Mal aber, daB im Faile des Zwicspahs bcider, somiı des Unghick.s, stau der

12. DERS Befriedigung eine natiirliche Ruhe dcs Gemlıts oder, bei tieferer VerleLZung cines energischen Willens und seiner berecluigten Ansprüche, zugleich die heroische St3rke desselben cine Zu­ friedenheit hcr\'orbringt durch das Vorliebnehmcn mit dem gegebenen Zustand, das Sichfügcn in das, was da İsl, - ein Nachgcbcn, welches nichı einseitig das A.u13erlichc, die Umst3n­ de, den Zusıand wohl fahrenliiBt, wcil sie bezwnngen, fıbcnv31tigt sind, son­ dcrn wclches durch scinen Willcn die innerliche Bestimmtheit aufbribt, aus sich enllfifü. Diese Freihcit der Abs­ traktion ist nicht ohne Schmcrz, abcr dieser ist zum Naturschmerz herab­ gescızt, ohne den Schmerz der Reue, der Enıpönmg des UnrcchlS, wic ohnc Trost und Hoffnung; abcr sie ist des Trostcs auch nicht bcdürftig, denn der Trostsetzt eincn Anspnıch voraus, der noch bchahen und behatıpleL isL und mır, in einer \ı\'eise nichı bcfriecligı, auf eine anderc cinen Ersatz \.'erlangt, in der Hoffnung noch ein Vcrlangcn sich zuri'ıckbelıalten hat. Aber darin licgt zugleich das er­ wfıhnte Moment der Tr.ıuer, das lıber dicse Verklarung der Nonvcndigkeit zıır Frciheit verbreitet ist. Die Freiheit ist das Resullat der Vcımiulung durch dic Negaıion der Endlichkeiıcn; als das absırakLc Sei!' die Befricdigung ist die leere Bezichung auf sich selbst, die inhaltslosc Einsamkeiı dcs Selbsı­ bewuBıseins mit sich. Dieser Mangel liegt in der

Bestiın111lheil des Resuhats

wie dcs Ausgangspmıkts; sic ist in bei­ den dieselbe, sie ist mimlich eben die Unbestimmıheit des Seins. Derselbc Mangcl, der an der Gestalt des Proze.. ses der Notwendigkeit, wi.e er in der \ı\1illensregion dcs subjektiven Geistes existiert, bemerklich gemacht worden ist, wird sich auch an demselben, \VİC er cin gegenst&;ndlicher lnhalt fiır das dcnkendc Bewulltscin is� finden. Aber der Mangel liegt nicht in der Nauır dcs Prozesscs selbst, und dersclbe isı mm in der theoretischen Gestah, die unsere eigentiimliche Aufgabe ist, zu betrachten.

97

dinginliği vardır; ya da daha derin incinme enerjik istenci ve onun haklı istemlerini etkilediği zaman, istencin kahramanca gücü verili durumu hoş karşılayarak ve var olanı kabullenerek bir hoşnutluk sağlar, bir uyumluluk ki, onda dışsal şeyler, koşul­ lar, durum yenildiği ve üstesinden gelindiği için tek-yanlı olarak bir yana bırakılmaz; ter­ sine, istenç yoluyla iç belirlilikten vazgeçilir ve yürek onu terk eder. Soyutlamanın bu özgürlüğü acısız değildir, ama acı doğal acı düzeyine indirilir, pişmanlığın ve haksızlığa başkaldırının acısı değildir ve onun için bir avunma ve umut yoktur. Ama avunca gerek­ sinimi de yoktur çünkü avunç henüz sürdü­ rülen ve ileri sürülen bir istemi varsayar bir istem ki, bir yolda doyum bulmuşken bir başka yolda bir kar.Şıiık bekler, ve umutta henüz bir isteğin saklı tutulması sürer. Ama burada aynı zamanda yukarıda sözü edilen hüzün kıpısı da yatar ki, zorunluğun özgürlüğe dönüşümünün ötesine genişler. Bu özgürlük sonluluklann olumsuzlanması yoluyla dolaylılığın sonucudur. Soyut var­ lık olarak doyum bu kendi ile boş bağıntı, özbilincin kendi ile içeriksiz yalnızlığıdır. Bu eksiklik sonucun olduğu gibi başlangıç noktasının da belirliliğindeyatar; ikisinde de aynıdır tam olarak varlığın belirlenimsiz­ liği. Öznel tinin istenç bölgesinde varolan zorunluk sürecinin şeklinde bulunduğu belirtilen aynı eksiklik, süreç düşünen bilinç için nesnel bir içerik olduğu zaman, o süreçte de bulunacaktır. Ama eksiklik sürecin kendisinin doğasında yatmaz, ve şimdi o süreci kuramsal şekli içinde irdele­ meliyiz. Bu kendine özgü yanları olan bir görevdir. -

ON ÜÇÜNCÜ DERS

Sürecin genel biçimi kendi ile dolaylılık ola­ rak verildi. Bu kendi ile dolaylılık başkası ile dolaylılık kıpısını öyle bir yolda kapsar ki, başkası olumsuzlanmış birşey olarak, ideal birşey olarak koyulur. Benzer olarak bu süreç insanda Tanrıya yükselişin dinsel yolu olarak daha ayrıntılı kıpıları içinde ortaya koyuldu. Şimdi tinin kendini Tanrıya yükseltişinin verilen yorumunu bir tanıtlama denilen biçimsel anlatımda bulunan şey ile karşılaştırmamız gerekecektir. Aynın küçük görünür, ama önemlidir ve böyle tanıtın yetersiz olarak görülmesinin ve genel olarak terk edilmesinin nedenini oluşturur. Evren olumsal olduğuna göre, öyleyse saltık olarak zorunlu bir Öz vardır; bağlantının yapısının yalın kipi budur. Burada bir öze değinildiği ve yalnızca saltık zorunluktan söz etmiş olduğumuz için, bu zorunluk böyle bir yolda somut olarak alı­ nabilir; ama öz henüz belirsizdir, özne ya da dirimli birşey değildir, tin ise hiç değildir. Gene de genel olarak özde burada henüz ilgiye değebilecek bir belirlenimin yatması ölçüsünde bunu daha sonra tartışacağız. Birincil önemi olan şey o önermede veri­ len ili,şkidir: Deği,l mi ki bir olan, olumsal olan vardır, öyleyse başkası, Saltık-olarak-zorunlu olan [ das Absolut-Notwendige] vardır. Burada bağlantı - bir varlığın bir başka varlık ile bağlantısı - içinde iki varolan şey bulunur ve bu bağlantıyı dış zorunluk olarak gördük. Ama tam olarak bu dış zorunluk dolaysızca 98

DREIZEHNTE VORLESUNG

Die allgemeine Form des Prozesses wurde als die Vermittlung mit sich selbsr, die das Moment der Vermiu­ lung mit Anderem so enth3lt, da6 das Andere als ein Negiertes, Ideelles gesetzı isı, angegeben. Gleichfalls isı derselbe, wie er als der religiöse Gang der Erhebung zu Goıı im Menschen vorhanden ist, in seinen nahcren Momenten vorgestellt worden. Wir haben nun mil der gegebenen Ausle­ gung von dem Sicherheben des Geis­ tes zu Gou diejenige zu vergleichen, die in dem förmlichen Ausdrucke. welcher ein Beıvei.s heiOt, vorhanden ist. Der Unterschied erscheint als ge­ ring, ist aber bedeutend und macht den Gnmd aus, ''"-arum solches Bcwei­ sen als unzul3nglich vorgeslelll und im allgemeinen aufgegeben worden isı. Weil das Welıliche zuflillig isı,

so

ist ein absolut nol\vendiges Wesen; dies ist die einfache Weise, wie der Zusammenhang beschaffen isl. Wenn hierbei ein Wesen genannl İsl und wir nur von absoluter Notwen­ digkeiı gesprochen haben, so mag diese auf solche Weise hyposıasierl werden, aber das Wesen isL noch das unbesıimmıe, das nichı Subjekı oder Lebendiges, noch viel weniger Geist ist; inwiefern aber im Wesen als sol­ chcm cine Bestimmung liegt, welche hier doch von lnceresse sein kann, da­ van soll nachher gesprochen werden. Das zun3chu \.Vichtige ist das

Verhiiltnis, das in jenem Satze ange­ geben isı: weil das Eine, das Zuflilli· ge, existiert, ist, so ist das A ndere, das Absolut-Notwendige. Hier sind :.rvei Seiende im Zusammcnhange - ein

Sein mit einem anderen Sein -. ein Zusammenhang, den wir als dic iiu­ jJere Notwendigkeit gesehen haben. Diese iiullere Nonvendigkeit aber

13. DERS ist es eben, die u nmittelbar als Ab­ hangigkeit, in welcher das Resulıaı von seinem Ausg-.ı.ngspunkte steht, überhaupı aber der Zuffilligkeit ver­ fallend, für unbefriedigend erkannt worden isl. Sie ist es daher, gegen welche die Protestationen gerichtel sind. die gegen diese Beweisführung eingelegt werden. Sie enth3lt ncimlich die Bezie­ hung, daB die eine Bestimmung, die des absolut notwendigen Seins, vemıitlelt isl durch die andere, durCh die Best.immung des zuffilligen Seins, wodurch jcnes als abhingig im Vcr­ hcl.ltnis und zwar eines Bedingten ge-. gen seine Bcdingung gestelh wird. Dies ist es vornehmlich, was ]acobi überhaupı gegen das Erkennen Goı­ ıes vorgebrachı hat, daO Erkennen, Begreifen nur hei8e, "cine Sache aus ihren n3.chsten Ursachen herleiten oder ihre unmiuelbaren Bcdingun­

(Briefe ii.berdie LelırcdesSpinoza, S. 419); 'das

gen der Reihe nach einsehen"

Unbedingte begrcifen, hieOe also, es zu einem Bedingtcn odcr zu einer Wirkung zu machen'. Die lelzlere Kalegoıie, das Absolut-Notwendige als

Wirkung anzunehmen,

fiil l t je­

doch wohl sogleich hinweg; dies Ver­ h:iltnis widerspıicht zu unmittelbar der Beslimmung. um die es sich hicr handeli, dem Absoluı-Noıwendigen. Aber das Verhiilınis der

Bedingung,

auch des Grundes. ist auBerlicher. kann sich leichter einschleichen. Dassclbe isı allerdings in dem Saıze vorhanden: weil Zuffilliges ist, so ist das Absolut-Noıwendige. lndem dieser Mangel zugegc­ ben werden muO, so ffillt dagegen sogleich dies auf, daO solchem Verhalınisse der Bedingıheiı und Abhiingigkeiı keine

objekliı>e Bedeu­

ıung gegeben wird. Dies Verhiilınis ist ganz nur im

subjekliven Sinne

vorhanden; der Satz drfıckt nicht aus und

soll nicht ausdrfıcken, daB

das Absoluı-Notwendige Bedin­ gungen habe, und zwar durch die zııfii l lige Welt bedingı sei, - im Gegenıeil. Sondem der ganze Gang des Zusaınmenhangcs isl nur im Beweiscn; nur unser Erkenncn dcs absolut notwendigcn Seins İsl be­ dingı durchjenen Ausgangspunkı; nicht das Absolut-Notwendige

ist

dadurch, dail es sich erhôbe aus der \Veli der Zuffi.lligkeit und dieser zum Ausgangspunkt und Voraussetzung

99

bağımlılık olarak kabul edilen şeydir ki, onda sonuç başlangıç noktası üzerine dayanır; ama bütününde olumsalhğa bozulmakla, doyu­ rucu olmayan birşey olarak kabul edilir. Buna göre, bu tanıtlama yoluna karşı getirilen pro­ testolar bu dış zorunluğa yöneliktir. Başka bir deyişle, tanıtlama bir belirleni­ min, saluk olarak zorunlu varlığın belirleni­ minin öteki belirlenim, olumsal varlığın belir­ lenimi ile dolaylı kılınması bağınusını kapsar. Bu yolla birincisi bağımlı olarak alınır ve bir ilişki içine, dahası bir koşullunun koşulu ile ilişkisi içine getirilir. Bu başhca jacobi'nin genel olarak Tanrının bilgisine yönelik kar­ şıçıkışıdır: Bilmek, kavramak yalnızca "bir şeyi en yakın nedenlerinden türetmek ya da dolaysız koşullannı bir dizi olarak görmektir" ( Briefe über die Lehre des Spinoza, 419) ; öyleyse "koşulsuz olanı kavramak onu bir koşullu ya da bir etki yapmaktır" [ 424-6] . Ama bu son kategori, Saltık-olarak-zorunlu olanın etki olarak alınması, açıkça geçersizdir; çünkü bu ilişki burada önemli olan belirlenim ile, Saluk-olarak-zorunlu olan ile çok fazla dolay­ sızca çelişir. Ama koşulun ilişkisi, ki zeminin de ilişkisidir, daha dışsaldır ve kendini daha kolay kabul ettirebilir. Herşeye karşın şu öner­ mede bulunur: Değil mi ki olumsal olan var­ dır, öyleyse Saluk-olarak-zorunlu olan vardır. Bu eksikliğin kabul edilmesi gerekse de, öte yandan böyle bir koşullanmışlık ve bağımlı­ lık ilişkisine hiçbir nesnel imlemin verilme­ diği açıktır. Bu ilişki ancak bütünüyle öznel bir anlamda bulunur. Önerme Saluk-olarak­ zorunlu olanın koşullarının olduğunu, ve dahası olumsal evren yoluyla koşullu oldu­ ğunu anlatmaz ve anlatmaması gerekir- tam tersine. Bağlantının bütün süreci yalnızca tanıtlamada yatar. Yalnızca Saltık-olarak­ zorunlu olana ilişkin bilgimiz o başlangıç nok­ tası ile koşulludur. Saluk-olarak-zorunlu olan kendini olumsallık evreninden yükselterek ve bu evreni başlangıç noktası ve varsayım olarak

100

TANITLAR ÜZERİNE DERSLER

gerektirerek ve böylece varlığına ilkin ondan erişerek varolmaz. Başkası yoluyla dolaylı kılın­ mış olarak, bağım!\ ve koşullu birşey olarak düşünülmesi gereken Saltık-olarak-zorunlu olan değildir, Tanrı değildir. Yalnızca biçimde görülebilir olan eksikliği düzelten şey tanıtın kendisinin içeriğidir. Ama böylece önümüzde biçimin içeriğin doğasından bir ayrılması ya da sapması bulunur, ve biçim daha büyük bir kesinlikle eksikli olan yandır, çünkü içerik Saltık-olarak-zorunlu olandır. Bu içeriğin ken­ disi, belirleniminde gördüğümüz gibi, kendi içinde biçimsiz değildir; onun kendi biçimi, gerçek olanın biçimi olarak, kendisi gerçektir; ondan sapan ise buna göre gerçek olmayandır. Genel olarak biçim demiş olduğumuz şeyi daha somut imlemi içinde, yani bilgi, olarak alırsak, kendimizi tanıdık ve sevilen o sonlu bilgi kategorilerinin ortasında buluruz ki, bu bilgi öznel olmakla bütününde sonlu olarak ve izlediği bilme deviminin süreci ise sonlu bir etkinlik olarak belirlenir. Buna göre yine aynı uygunsuzluk, ama bu kez bir başka şekilde kendini gösterir. Bilme sonlu bir edimdir, ve böyle edim Saltık-olarak-zorunlu olanın, sonsuz olanın kavranması olamaz. Bilme genel olarak içeriği kendi içinde taşımayı ve onu izlemeyi ister. Saltık olarak zorunlu, son­ suz içeriği taşıyan bilme kendisi saltık olarak zorunlu ve sonsuz olmalıdır. Böylece kendi­ mizi gerçekte ilk Derslerde dolaysız bilme, inanma, duyumsama vb. yoluyla olumlu yar­ dımını gördüğümüz o karşıtlık ile bir kez daha çarpışmak için en iyi durumda buluruz. Biçimin bu yapısını bu nedenle burada bir yana bırakacağız; ama daha sonra onun kate­ gorileri üzerine bir gözlemde buhinmamız gerekecektir. Şimdi biçimi burada konumuz olan tanıtlarda bulduğumuz daha yakın bir kipte irdelemeliyiz. Eğer daha önce· belirtilen biçimsel tasımı anımsarsak, birinci önermenin bir bölümü (büyük öncül) Şun'u bildirir: "Eğer olumsal

bedürfte, um von ihr aus erst zu sei­ nem Sein zu gclangen. Es isL nicht das Absolut-Nonvendige, es isL nichl Gou, der als ein Venniuehes durch Anderes. als ein Abhangiges und Bcdingıes gcdachı wcrden solle. Es isl der /nlıall des Beweises selbsı,

welcher den Mangel kc;>nigierL, der allein an der Fonn sichtbar wird. So haben wir aber eine Verschieden­ heit, cin Abwcichen der Form von der Nallır des lnhaltcs vor uns, und dic Form isı das Mangelhafıc be­ stimmter darum, weil der Inhalt das Absolu t-Nonvcndige ist. Dieser In­ halt ist selbst nicht formlos in sich. was wir auch in der Bestimmung dcssclben geschcn; scine cigene Form. als die Form des Wahrhafıcn, isı selbsı wahrhafı, die von ihm ab­ weichende dahcr das Unwahrharıe. Nehmcn wir, was wir FM71ı Uber­ haupl geheiBen haben, in seiner konkretcren Bedeumng, 113.mlich als Erhennen, sa befinden wir uns mitten in der bckanntcn uncl bc­ liebtcn Katcgoric dcs cndlichcn Erkennens, das als subjektives iiberhaııpt endlich und der Gang seiner wisscnden Bewcgung als cin endliches Tun bestimmt ist. Damit tut sich diesclbe U nangemessen­ heit, nur in anderer Gesıalt auf. Das Erkennen ist endliches Tun, und solches Tun kann nicht Erfassen des Absoluı-Noıwendigen, dcs Un­ endlichen sein. Erkennen erfordert fıberhaupı. den lnhalı in sich zıı ha­ ben, ihm zu folgen; das Erkennen, das den absolut nocwendigen, un­ endlichen lnhalı haı, miillıe selbst absolııt noıwendig und unendlich sein. So beffinden wir uns auf dem besten Wcgc, uns wieder mit dem Gegensatze herumzuschlagen, dcssen affirmative einschleichen durch vielmehr unmittelbares Wis­ sen, Glaubcn, Fühlen usf. wir in den ersıen Vorlesungcn vorgenommcn haıten. Wir haben diese Gesıalı der Fonn schon deswegen hicr beiseite zu lasscn; aber es isı noch spiterhin cine Reflexion auf die Kategorien dcrselben zu machen. Die Form ist hier na.her in der Weisc zu be­ i.rachten, wie sie in deın Beweise, den wir zum Gegensrande hallen, vorhanden ist. Erinnern wir uns des vorgctra­ gcnen förmlichen Schlusses, so hei6t der eine Tcil des einen Satzes

13. DERS (des Obersaızes): "Wenn das Zu­ fiillige isi", und dies wird direkıer im anderen Satze ausgedrückt: "es

ut eine zufiillige Welı", indem in jenem Satze die Bestimmung der Zufiilligkeiı nur wesentlich in ih­ rem Zusamınenlıange mit dem Abso­ lut-Noıweııdigen gesetzı isı, jedoch gleichfalls als ...iendes Zuralliges. Der zweitc Satı odcr diese Bestim­ mung des Seienden auch im ersten isl es, in welchem der Mangel liegt, und zwar so, dan er unmittelbar an ihm selbst widersprechend ist, an ihm selbst sich als eine umvahre Einseiıigkeiı zeigı. Das Zullillige, Endliche wird als ein Seiendes aus­ gesprochen, aber die Beslimmımg desselben ist vielmehr, ein Ende zu haben, zu /ailen, ein Sein zu sein, das nur den \.Yerı einer Möglichkeit hat, cbcnsoguı isi als niclıt i.sl. Dieser Grundfehler fındet sich in der Form des Zusammenhangs, die ein gewöhnlicher Sclılujl isı. Ein solcher hat cin stehendes Un­ mittclbares in scinen Pr.3.missen überhaupı, Voraussctzungen, die als Erstes nicht nur. sondern als

seiendes, bleibendes Ersles ausge­ sprochen sind, womit das Andere als Folge el\va, Bedingıes usf., ı)berhaupt so zusammcnh3ngt, dall die beiden zusamınengehang­ ten Bestimmungen ein dujerliche.s, endliciles Verhilmis zueinander bilden - in welchem jede der beiden Seiten in Bez.iehung mit der anderen ist, was eine Bestimmung derselben ausmacht -, aber.zu­ gleich auch für sich aııjler ihrer Beziehung Bestehen haben. Die in sich schlechthin eine Bestimmung, welche in jenem Satze die beiden Unterschiedenen zusammen aus­ machen, ist das Ahsolut-Notıuendige, dessen Namen sogleich es als das

I!"inz.ige, was wahrhaft ist, aJs die eiıı­ Uge Wirklichkeit aussprichı; dessen Begriff haben ıvir gesehcn, daB er die in sich zurfıckgehende Vennitt­ lung, die Vermittlung nur mit Jic/ı durch das Aııdeno, von ihm Umcr­ schiedenc. das eben in dem l�nen, dem Absolut-Non\'endigen, aufgc­ hoben, als Seiendes negiert, nur als ldeelles auCbewahrt ist. AuBer dieser absolutcn Einheit mit sich sind aber in der An des Schhısscs

a-uclı aujlerhalb voneinander die

101

birşey varsa "; ve bu bir başka önermede daha doğrudan anlanlır: "Olumsal bir evren vardır. " Birinci önermede olumsallık belirlenimi yal­ nızca özsel olarak Saltık-olarak-zorunlu ile bağlantısı içinde koyulsa da, aynı zamanda varolan olumsallık olarak koyulmuştur. İkinci önerme, ya da varolanın bu belirleniminin birincide olduğu gibi koyulması, eksikliğin yattığı yerdir, çünkü kendinde dolaysızca çelişkilidir ve kendini kendinde gerçeklikten yoksun bir tek-yanlılık olarak gösterir. Olum­ sal olandan, sonlu olandan varolan birşey ola­ rak söz edilir, ama belirlenimi bir sonunun olması, düşmesi [zu fallen] , yalnızca bir olana­ ğın değerini taşıyan, olduğu denli de olmaya­ bilen bir varlık olmasıdır. Bu temel yanlışlık bağlantının sıradan bir tasım olan biçiminde bulunur. Böyle bir tasım genel olarak öncüllerinde kalıcı, dolaysız bir­ şey kapsar; varsayımlar üzerine dayanır ki, bunlardan yalnızca 'ilk' olarak değil, ama varolan, kalıcı 'ilk' olarak söz edilir ve başkası bir sonuç olarak, koşullu birşey vb. olarak onunla öyle bir yolda bağlantılıdır ki, bağla­ nan iki belirlenim birbiri ile dışsal, sonlu bir ilişki oluşturur. Bunda iki yandan her biri öteki ile bağıntı içindedir ve ikisinin tek bir belirlenimini oluşnıran şey bu bağınndır. Ama aynı zamanda bunların kendileri için bağınu­ lannın dışında da bir kalıcılıktan da vardır. O önermede iki ayn yanın birlikte oluşturduğu ve kendi içinde yalnızca bir olan belirlenim Saltık-olarak-zorunlu olandır. Adı hemen onu tek olarak, gerçekten var olan olarak, biricik edimsellik olarak bildirir. Kavramı, gördüğü­ müz gibi, kendi içine geri dönen dolaylılık, başkası yoluyla yalnızca kendi ile dolaylılıktır, öyle ki ondan ayrı birşey olan bu başkası tam olarak Birde, Saltık-olarak-zorunlu olanda orta­ dan kaldırılır, varolan birşey olarak olumsuzla­ nır, yalnızca ideal birşey olarak saklanır. Ama kendi ile bu saltık birliğin dışında, bağıntının iki yanı bu tasım türünde varolan şeyler olarak

102

TANITLAR ÜZERİNE DERSLER

birbiri dışında tutulur; Olumsal olan vardır. Bu önerme kendi içinde çelişkili olduğu gibi sonuç ile, yalnızca bir yana koyulmayan, ama bütün varlık olan saltık zorunluk ile de çelişkilidir. Öyleyse eğer olumsal olandan başlanırsa, ondan ilerlemede varlıf;ını sürdüreceği bir yolda deği,şmeden kalması gereken birşey ola­ rak yola çıkılmayacaktır. Bu onun tek-yanlı belirliliğidir. Tersine, tam belirlenimi ile koyulması gerekir, öyle ki eşit ölçüde yokluk da ona ait olacak ve böylece yiten birşey ola­ rak sonuca girecektir. Olumsal var olduğu için değil, ama aslında bir yokluk, yalnızca görüngü olduğu için, varlığı gerçek edimsellik olmadığı için saltık zorunluk vardır; bu sonun­ cusu onun varlığı ve gerçekliğidir. Bu olumsuzluk kıpısı anlak-tasımının biçi­ minde bulunmaz, ve bu nedenle tinin dirimli usunun bu bölgesinde eksiklidir - bir bölge ki, orada saltık zorunluğun kendisi gerçek sonuç olarak, kendini hiç kuşkusuz başkası ile, ama onun ortadan kaldırılması yoluyla kendi ile dolaylı kılan birşey olarak geçerlidir. Böylece zorunluğun o bilgisinin süreci zorun­ luk olan süreçten ayrıdır. Böyle bir süreç bu nedenle saltık olarak zorunlu, gerçek devim olarak değil, ama sonlu etkinlik olarak alına­ caktır, sonsuz bilgi değildir, sonsuzu - bu yalnızca olumsuzun olumsuzlaması yoluyla kendi ile bu dolaylılıktır - içeriği ve edimi olarak almaz. Bu çıkarsama biçiminde gösterilen eksiklik, belirtildiği gibi, Tanrının varoluşunun onun tarafından oluşturulan tamunda tinin Tan­ rıya yükselişinin doğru olarak açımlanmadığı anlamına gelir. Eğer ikisini karşılaştırırsak, bu yükselme hiç kuşkusuz dünyasal varoluşun ötesine olduğu gibi yalnızca zamansal, değiş­ ken, geçici olanın da ötesine geçiştir. Dünya­ sal olan gerçekten de varoluş olarak bildirilir ve başlangıç ondan yapılır; ama, söylendiği gibi, zamansal, olumsal, değişken ve geçici

zwei Seiten der Beziehung als Seiende aulbehalten; rlas Zııfiilligr isi. Dieser Satz widerspricht sich in sich selbsl wie dem ResuhaLe, der absoluten Noıwendigkeit, welche nicht auf eine Seite nur gestellt, sondern das

ganze Sein isL Wenn also von dem Zu11illigen an­ gefangen wird. so isl von demsclben nicht als von einem, das /esıbleiben soll, auszugehen, so daB es im Fort­ gange als seiend belassen wird - dies ist seine einseitige Bestimmtheit -, sondern es ist mit seiner vollst3.ndi­ gen Bestimmung zu setzen, da8 ihm ebensosehr das

Niclttsein zukomme verschwindend in

und daB es somit als

das Resultat eintretc. Nicht weil das Zufallige

isl,

sondem vielmehr, weil

es ein Nich1Sein,

nttrErsclıeinung, sein

Sein nichı wahrhafte Wirklichkeiı isı, ist die

absolute Notıunıdigkeil; diese ist

sein Sein und seine \Vahrheit. Dies Moment des

Negativerı

liegı

nicht in der Form des Verstandes­ schlusses, und darum ister in diesem Boden der lebendigen Vernunfı des Geisıes mangelhaft, - in dem Bo­ den, worin selbsL die absolute Not­ wendigkeit als das wahre Resultaı gilı, als dies, daB sie sich wohl durch Anderes, aber durch Aufheben des­ selben sich mit sich selbst vermiuelt. So ist der Gangjenes Erkennens der Notwendigkeit verschieden von dem Prozesse, welcher sie ist; solcher Gang ist darum nichı als schlcchthin not­ wendige, wahrhafte Bewegung, son­ dem als endliche Tatigkeil, isı nichı unendliches Erkennen, hat nicht das Unendliche - dies ist nur als diese Vermiulung mit sich durch die Ne­ gation des Negat.iven - zu seinem lnhalte und zu seinem Tun. Der Mangel, der in dieser Form des SchlieBens aufgczeigt worden, hat, wie angegeben ist, den Sinn, daB in dem Beweise vom Dasein Goues, den er ausmacht, die Erhebung des Geistes zu Gou nicht rich Lig expli­ ziert ist. Vergleichen wir beide, so ist diese Erhebung allerdings gleichfalls das Hinausgehen über das weltliche Dasein als fiber das nur Zeilliche,

Ver.3.nderliche, Vcrg.3.ngliche; das Wellliche ist zwar als

Dasein ausge­

sagl und von ihm angefangen, aber indem es wie gesagt, als das Zeitliche,

Zufiillige, Veranderliche und Ver­

g3ngliche bestimmı ist, ist sein

Scin

13. DERS nicht ein · Befriedigendes, nichl das wahrhaft Affi nnative; es ist als das sich aufhebende, negierende besıimml. Es wird in dessen Be� stimmung,

zu sein,

nicht beharn,

vielmchr ihm nur ein Sein zuge­ schrieben, das mehr nicht als den Wert eines Nichtseins hat, dessen Bestimmung das Nichtsein seiner, das Andere seiner, sornit seinen \Viderspruch, seine Auflösung, Vergehen in sich schlieBt. Wenn es auch scheinen mag oder auch der Fail sein kann, da6 dem Glau­ ben doch dieses zuffillige Sein als eine Gegenwart des Bewu8lSeins

aufder eiTUllı Seite stehenbleibı, der anderen, dem Ewigen, an und flir sich Notwendigen cine Welt,

gegeniiber,

über der

als

der Himmel

ist, so kommr es nicht darauf an, daB eine doppelte Welı vorge­ stcllt wird, sondcrn mic welchem \\'erte; dieser ist aber darin ausge­ drückı, daB die eine die Welı des Scheins, dic andere die \ı\'eh der Wahrheit ist. lndem die erstere verlassen und zu der andcren nur so übergegangen wird, daB jene auch noch diesseits stehenblcibt, so ist doclı im reJigiösen Geisre nicht der Zusammenhang vor­ handen, als ob sie mehr als nur ein Ausgangspunkı, als ob sie als ein

Gnınd festgestellt ware,

dem

ein Sein, Begri'ınden. Bedingen zukiime. Die Befriedigung, aile Begründung jeder Art, findet sich vielmehr in die ewige Well gelegl als in das an und für sich Selbstandige. Wogegen in der Ge­ stalt des Schlusses das

Sein beider

auf gleiche Weise ausgedrückı; sowohl in dem cinen Satze des Zusammenhangs: "Wenn cine zufillige Welt

ist,

so

isl auch ein

Absolut-Notwendiges", als in dem anderen, worin als Voraussetzung ausgesprochcn w:ird, ffillige Welı

is�

dajJ eine zu­

und dann in dem

driıten, dem Schlullsaıze: •Also isi ein Absolut-Notwendiges". Ü ber dicse ausdrücklichen 53.tze können noch etliche Be­ merkungen hinzugefü.gt werden. N3.mlich ersıens: bei dem lctzten Satz mu8 sogleich die Verbin­ dung der zwei emgegengesetzten Bcstimmungen autTallen:

'"Also ist

das Absolut-Notwendige"; "Also" d r ück t d ie

Vermitılınıg d1lrch

103

olarak belirlendiği için, varlığı doyum verici değil, gerçekten olumlu olan değildir; kendini ortadan kaldıran olarak, kendini olumsuzla­ yan olarak belirlenir. Var olma belirleniminde diretmez; gerçekte ona yalnızca bir yokluğun değerinden daha çoğunu taşımayan bir varlık yüklenir ki, belirlenimi yokluğunu, kendi baş­ kasını, böylece çelişkisini, çözülüşünü, yitip gidişini kendi içinde kapsar. Ama öyle görü­ nebilir ki, ya da aslında öyle olabilir ki, inanç için bilincin önünde bulunan birşey olarak bu olumsal varlık öteki varlığa, ilksiz-sonsuz olana, kendinde ve kendi için zorunlu olana karşı, üzerinde göğün durduğu bir dünya ola­ rak bir yanda durup kalabilir; gene de önemli olan şey çifte bir dünyanın tasarımlanması değil, ama hangi değer ile tasarımlandığıdır. Birinin görünüş dünyası, ötekinin gerçeklik dünyası olduğu söylendiği zaman anlaulan şey bu değerdir. Birincisi terk edildiği ve onun bu yanda kalmayı sürdüreceği bir yolda ikinciye geçildiği zaman, gene de dinsel tinde bu bağ­ lanu sanki dünya yalnızca bir başlangıç nokta­ sından daha çoğuymuş gibi, sanki bir zemin ola­ rak saptanmış ve ona bir varlık, temellendirme, koşullandırma aitmiş gibi bulunmaz. Doyum, her türden tüm temellendirme, tersine, ken­ dinde ve kendi için bağımsız olan ilksiz-son­ suz dünyaya bağlanmış olarak bulunur. Buna karşı, tasımın şeklinde ikisinin de varlığı aynı yolda anlaulır: Hem bağlanunın bir önerme­ sinde: "Eğer olumsal bir evren varsa, o zaman Salnk-olarak-zorunlu birşey de vardır"; hem de olumsal bir evrenin var olduğunu bir varsayım olarak bildiren ikincide; ve sonra üçüncüde, " Öyleyse Saltık-olarak-zorunlu birşey vardır" diyen vargı önermesinde. Bu belirtik önermeler üzerine birkaç gözlem eklenebilir. İlk olarak, son önerme durumunda iki karşıt belirlenimin bağ­ lantısı hemen göze çarpmalıdır; " Öyleyse Saluk-olarak- zorunlu olan vardır. " "Öyleyse" başkası yoluyla dolaylılığı anlaurken, "vardır" ise

104

TANITLAR ÜZERİNE DERSLER

dolaysızlığı anlaur ve hemen birinci belirle­ nimi ortadan kaldırır. Bu, belirtildiği gibi, nesnesi olan şey üzerine böyle bilginin kabul edilemez olduğunu bildiren belirlenimdir. Ama başkası yoluyla dolaylılığın ortadan kal­ dırılması yalnızca kendinde bulunur; tasımın betimlemesi aslında belirtik olarak aynı şeyi anlaur. Gerçeklik öyle bir güçtür ki, giderek yanlış olanda bile bulunur ve yanlış olanda gerçek olanı bulmak ya da daha doğrusu görebilmek için yalnızca doğru bir dikkat ya da gözlem gerekir. Gerçek olan burada b�kasının ve b�kası ile dolaylılığın olumsuz­ lanması yoluyla kendi ile dolaylılıktır. Hem başkası yoluyla dolaylılığın hem de soyut dolaylılıksız dolaysızlığın olumsuzlanması o "Öyleyse ... vardır"da bulunur. Dahası, eğer bir önerme "Zorunlu olan vardır, " ve öteki "Kendinde ve kendi için zorunlu olan vardır" ise, bunda özsel olarak olumsalın varlığının kendinde ve kendi için zorunlu varlığın değerinden bütünüyle b�ka bir değer �ıdığı imlenir; gene de varlık iki önermede ortak ve bir belirlenimdir. Buna göre geçiş kendini bir varlıktan bir başka varlığa geçiş olarak değil, ama bir düşünce­ belirleniminden bir başkasına geçiş olarak belirler. Varlık kendini ona uygun olmayan olumsallık yükleminden arındırır. Varlık yalın kendi ile eşitliktir; olumsallık ise kendi içinde saluk olarak eşitsiz olan, kendi ile çeli­ şen varlıkur ki, ancak Saluk-olarak-zorunlu olanda yeniden bu kendi ile eşitliğe geri getirilir. Öyleyse bu yükseliş süreci ya da tanıtın bu yanı sözü edilen başkalarından daha belirli olarak burada ayrılır, çünkü o birinci süreçte tanıtlanacak ya da sonuçla­ nacak olan belirlenim varlılı değildir. Varlık aslında iki yana da ortak olarak kalıcı olandır ve kendini birinciden ikinciye sürdürür. Ö te yandan öteki gidiş yolunda Tanrının kavra­ mından varlığına geçilmesi gerekir. . Bu geçiş genel olarak bir içerik-belirliliğinden, bir

A nderes aus, ise aber die Unmitlel­ barl