Osmanlı Piyadesi 1914-1918 [1 ed.] 9786053605775


105 87 8MB

Turkish Pages 64 [67] Year 2012

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Table of contents :
OP_page0001
OP_page0002
OP_page0003
OP_page0004
OP_page0005
OP_page0006
OP_page0007
OP_page0008
OP_page0009
OP_page0010
OP_page0011
OP_page0012
OP_page0013
OP_page0014
OP_page0015
OP_page0016
OP_page0017
OP_page0018
OP_page0019
OP_page0020
OP_page0021
OP_page0022
OP_page0023
OP_page0024
OP_page0025
OP_page0026
OP_page0027
OP_page0028
OP_page0029
OP_page0030
OP_page0031
OP_page0032
OP_page0033
OP_page0034
OP_page0035
OP_page0036
OP_page0037
OP_page0038
OP_page0039
OP_page0040
OP_page0041
OP_page0042
OP_page0043
OP_page0044
OP_page0045
OP_page0046
OP_page0047
OP_page0048
OP_page0049
OP_page0050
OP_page0051
OP_page0052
OP_page0053
OP_page0054
OP_page0055
OP_page0056
OP_page0057
OP_page0065
OP_page0064
OP_page0063
OP_page0062
OP_page0061
OP_page0058
OP_page0059
OP_page0060
Recommend Papers

Osmanlı Piyadesi 1914-1918 [1 ed.]
 9786053605775

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

DAV1D NICOLLE ı944'te doğan ve tllüstratör Pat Nicolle'un oğlu olan David Nicolle BBC'ninArapça Servisi'nde bir süre çalıştıktan sonra Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Çalışmaları bölümünden master ve Edinburgh Üniversitesi' nden doktora derecesi aldı. Bir süre Ürdün Yarmuk Üniversitesi'nde de İslam sanatı ve mimarlık tarihi üzerine dersler veren Nicolle halen İngiltere'de yaşamaktadır. Ortaçağ ve İslam dünyasındaki savaşları konu alan çok sayıda kitap ve makale yazmıştır, Osprey askeri tarih dizileri içinde de birçok çalışması yayınlanmıştır. CHRISTA HOOK Osprey'in en tanınmış tllüstratörlerinden biri olan Christa Hook, bir tarihçinin ayrıntılara gösterdiği dikkat ile bir sanatçının sahne ve atmosfer duygusunu bir arada yansıtan çalışmalarıyla haklı bir ün kazandı. Yapıtlarının bir bölümü, �ooo yılında Laing Land and Seascape Fuarı'nda ve llewellyn Alexander Galeri'deki Not the RoyalAcademy Sergtsi'nde sergilendi.

David Nicolle İllüstrasyonlar: Christa Hook

OSMANLI PİYADESİ 1914-18

Çeviren: Osman Çakmakçı

$

TÜRKiYE

BANKASI

Kültür Yayınları

OSPREY ASK ERİ TARİH DİZS İ İ DAVD I NICOLL E CHRJSTA HOO K OSMANLI PİYADESİ 1914-18 ÖZGONADI OTIO MANINFANTRY MAN1914-18 WARRIOR-145 O SPR EY PUBLISHING, 2010 COPYRIGHT

©

OSPREY PUBLISHING LTD :Z.OIO ÇEVİREN

OSMAN ÇAKMAKÇI © 'J'ORICİYE İŞ BANKASI KÜLTOR YAYINLARI, :Z.OIO

Senifıka No: 11213 EDİTÖR

ALIBERKTAY SON OKUMA

HALUK ORAL GÖRSEL YÖNETMEN

BİRO L BAYRAM REDAKSİYON

KERİ M BACRJAÇI K DÜZELTi • DiZiN

ERKANIRMA K GRAFiK TASARIM UYGULAMA

TORKİYE lŞBANKASI KOLTOR YAYINLARI I. BASIM: MAYIS :Z.OI:Z.

ISBN978-605-360-577-5 Genel Yayın No: 2515 BASKI GOLDEN M EDYA MATBAACILIK VE 11CARET A.Ş. IOO. YIL MH. MAS-SIT I. CAD. NO: 88 BA�CILAR ISTANBUL (0212) 629 00 24 Sertifika No: 12358 Bu kita bın tüın yayın hakları saklıdır. Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında gerek metin , gerek görsel malzeme hiçbir yolla yayınevinden izin alınmadan çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz. TÜRKİY E İŞ BANKASI KOLTOR YAYINLARI İSTİKLAL CADDESi, MEŞELiK SOKAK, NO: :z./ 4 B EYOÖLU 34433 ISTANBUL Tel: (0212) 252 39 91 Fax: (0212) 252 39 95 www.iskultur.com.tr

İÇİNDEKİLER

G/RlŞ ................................................................................................

.................................................. . 5 ..... 7

KRONOLOJi ............................................................................. .

ASKEREALMA ............................................................................. ....... ...................................... .................................. 11

TALIM ..................................................................................................................................................................................... 17 GÜNLÜKYAŞAM ............................................................................................................................................................ �4 KIYAFEl'VE SIIAHIAR ........................................................................................................................................... 30 INANÇVEAIDIYEr .................................................................................................................... ............................... 36 SEFERDE YAŞAM .................................................... .................................................................................................... 41 MUHAREBEDEASKER ..........................................

.......................................................................... 51

MÜZELER, CANIANDIRMAIAR VEKOLEKSIYONIAR ................................................................. 60 .................................... 63

KAYNAKÇ4 ...........................................................................................................

DIZIN...................................................................................................................................................................................... 64

� � � ,ou,oou 000U

ı,ı.,.y

181 C8I ,....,. IQ.Ul

� 0 [Q) ...., ""''""""

cgJ ,_.

C8I

1:8:1 '"''"

""'"'



,NWS(J'r

TUGAY

..,...,,,,. OZEL

r h1l 1 j 1 1 ffiı ııtııi 1�11i !ıH !,· ı h !I ı ıl'ıl1 ;ıt 1

11

j ljJ

!!

l!t ı.ı

(



! ,_

M l

J!

1 1

t

!

1

H

WIIIID D D ID��II tO I-' ırı

1 a:

u

"z"'ı· lr

GİRİŞ

G

eleneksel müttefiki İngtltere'ye karşı Al­ manya ve diğer İttifak devletleriyle birlikte hareket eden Osmanlı İmparatorluğu'nun 1. Dünya Savaşı'na girişinin kökeni 1908 tarihli "Jön Türk" Devrimi'ne kadar geri götürülebilir. Bu devrim iktidara çoğunlukla subaylardan oluşan bir grup ateş­ li vatanseveri getirmişti ve bu subaylar İngiltere'den bekledikleri desteği almayı başaramayınca yüzlerini Almanya'ya ve müttefiklerine çevirmişti. Osmanlı ordusunun 1. Dünya Savaşı'nda göze çarpan toparlanması da Jön Türk Devrimi'ne kadar geri götürülebilir. Bu olayı izleyen siyasi ve toplumsal değişimlerin Osmanlı ordusu üzerinde büyük etkisi olmuştur. Genel askerlik hizmeti yasalaşırken, aynı zamanda Osmanlı askeri sistemini bütün yönleriyle modernleştirmek üzere tasarlanmış yeni askeri yasalar çıkarılmıştı. Islahat kesinlikle gerekliydi, zira Os­ manlı İmparatorluğu bir dizi korkutucu tehditle karşı karşıyaydı: bu tehditler yalnızca Rusya gibi gelenek­ sel düşmanlarından değil, İngiltere ve Fransa gibi eski dostlardan da geliyordu. Yeni Osmanlı hüküme­ ti, ordunun modernleştirilmesi ve güçlendirilmesi için zaman kazanmak amacıyla bütün komşularıyla iyi ilişkiler kurmaya çabaladı, ama Büyük Güçler Os­ manlı devletini "nüfuz bölgeleri"ne ayırmak konu­ sunda aralarında anlaşmışlardı. 1907'de yapılan bir İngiliz-Rus antlaşması üzerine, Osmanlılar sürekli bir tehdit unsuru olan Ruslara karşı geleneksel müt­ tefikleri Büyük Britanya'nın yardımına artık güvenemeyeceklerinden korkmaya başladılar. Bütün bu gelişmeler, ı883'ten bu yana zaten askeri danışmanlar gönderen ve yardımlarda bu lunan Almanya ile daha yakın ilişkiler kurulmasını isteyenlerin elini güçlendirdi. Beş yıl sonra Almanya Bagdat'a yeni bir demiıyolu (Berlin-Bağdat Demir-

yolu) inşa etme imtiyazını da al.mıştı; bu demiıyolu hiçbir zaman tamamlanmasa da İngiltere'nin Hin­ distan ve Hint Okyanusu'ndaki hakimiyetine karşı stratejik bir tehdit olarak görülecekti. Jön Türk Devrimi bir siyasi karışıklık dönemi­ ne yol açmıştı, ama diğer yandan Osmanlı devletini

Mezun olduktan sonra yeni ııtanmıt subaylar, muhtemelen 1914 (yazıınn koleksiyonu, M. Youden'den alınmıttır).

5

---------OSMANLI PlYADESl 1914-18--------nihai yıkımdan kurtarmaya yönelik son bir umutsuz çaba içinde, bir dızı reformu da teşvik etti. İtalya'nın ve daha sonra Balk.an devletlerinin işgalleri bu reform programında gecikmelere yol açtı, ama yeni bir mec­ lis seçildi. Meclis-i Mebusan'ın ille oturumu I. Dün­ ya Savaşı patlak vermeden birkaç ay önce toplandı. Hemen hemen tüm Balk.an vilayetleri yitirilmiş olsa da, seçilen mebuslar Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitliliğini yansıtıyordu: ı4�'si Türk, 69 'u Arap, di­ ğerleri ise Ermeni, Rum ya da Yahudiydi. Büyük bir çoğunluk elbette ki Müslümandı, ama 36 üye başka dinlerdendi; zaten dinsel hoşgörü, kuruluşundan bu yana Osmanlı devletinin ayırıcı özelliğiydi. 1. Dünya Savaşı'nın arifesinde bile anlaşmazlıkların nedeni din değil, yakın dönemde ithal edilen Batılı milliyet­ çilik kavramıydı; bütün gruplar, Türkler, Ermeniler, Rumlar ve belli bir ölçtiye kadar Araplarla Kürtler bu kavramdan etkilenmişlerdi.

6

Bununla beraber, bu milliyetçi gerilimlerin çoğu zaman dinsel boyutları da oluyor ve şiddetle sonuç­ lanabiliyordu. Günümüzde bile, bu olaylar taraflı bir şekilde ele alınmaktadır. Hıristiyanlar Hıristıyan­ ların çektiklerine, Müslümanlar da Müslümanların çektiklerine odaklanmıştır. Tarihçi G. Dyer'ın ortaya koyduğu gibi, Batı dünyasında, "Hırtstiyanların Müs­ lümanlar tarafından katliama uğratılması iğrenç ve asla bağışlanamaz bir zorbalık iken, Müslümanların Hıristiyanlar tarafından katliama uğratılması anlaşı labilir ve bağışlanabilir olaylar şeklinde görülmekte­ dir."

ÖNEMLİ OLAYLARIN KRONOLOJİSİ 1914

6Aralık Osmanlılar Ruslara karşı taarruza geçtiler, ancak taarruz Os­ manlı ordusunun yenilgisi ve ağır zaytatıyla sonuçlandı.

3Ağustos İngiltere, Osmanlı donanması için yapılmakta olan iki savaş ge­ misine el koydu.

8Aralık İngiliz-Hint kuvvetleri Irak'ta Şattülarap'ı ele geçirdiler.

2Ağustos Osmanlı-Alman ittifakı imzalandı.

10-11 Ağustos Alman savaş gemıleri Goeben (Yavuz) ile Breslau (Midilli) Os­ manlı sularına gtrdi. Eylül Rus kuvvetleri tarafsız lran'm Osmanlı sınırındaki bir kısmını işgal etti. 28-29 Ekim Osmanlı donanması Rusya'mn Karadentz'deki limanlarını bombaladı. 1Kasım İngılızler İzmir yakınlarında bir Osmanlı gemisini batırdı, Rus kuvvetleri Kafkasya sınırını geçip ÜÇUnCU Ordu'ya taarruz etti. 2Kasım Rusya Osmanlı İmparatorlıığu'na savaş ilan etti, İngiliz donan­ masıAkabe'yi bombaladı. 3Kasım Çanakkale Boğazı İngiliz ve Fransız kuvvetleri tarafından bom­ balandı: İngiltere ve Fransa Osmanlı İmparatorlıığu'na savaş ilan etti. 11Kasım Osmanlı sultanı ve şeyhülislam, Rusya ve müttefiklerine karşı clhad ilan etti. 22Kasım İngtltz-Hint kuvvetleri Basra'yı işgal etti: Osmanlı önderli­ ğindeki Bedevi gönüllü kuvvetleri Mısır'da el-Artş bölgesinin kontrolünü ele geçirdi.

Aralık-Ocak İtilaf kuvvetleri kAğıt üzerinde Yunan ve Osmanlı adaları olan Limnt, İmroz ve Bozcaada'yı işgal ettiler.

1915

150cak Osmanlı ordusu Mısır'ı işgal etmek için Filisttn'deki Btrüssebı'den yola çıktı: aynı zamanda Güney lrak'taki Osman­ lı kuvvetleri tarafsız lran'm güneybatısındaki petrol bölgesi Ahvaz'ı işgal etmeye çabaladılar ve Osmanlı-Yemen gönüllü birlilderi İngtltzAden sımnna baskın düzenlediler. 2-3 Şubat Osmanlı ordusu I. KanalHarekAtı'nda yenildi. 19 Şubat İtilaf filoları Çanakkale tabyalarım bombalamaya başladı. Şubat-Mart Osmanlıların Çanakkale Boğazı savunması yeniden düzenlendi. 4Mart İngiliz deniz piyadesi Gelibolu Yarımadası'na kısa süreli bir çı­ karma yaptı. 18 Mart Çanakkale Boğazı'ru geçmeye çalışan İtilaf donanması püskür­ tüldü, Mart ayı boyunca Rus donanması Türk sahillerini birkaç kez bombaladı, İstanbul Boğazı 'm savunmak amacıyla Osmanlı Altıncı Ordusu kuruldu, Yemen'deki Osmanlı kuvvetleri İngiliz Aden Protektorası'mn sınırım kontrolü altına aldı. 25 Nisan İngilizler Gelibolu Yarımadası'na, Fransızlar ise Kumkale'ye çıktı: Nisan ayında Ermeni asiler Van'ı ele geçirdi: Nisan son7

---------OSMANLI PlYADESl 1914-18--------lannda Osmanlı sultanı Osmanlı ordusunda bulunan bütün Er­ meni askerlerin silahsızlandırılmasını emretti.

15 Şubat Ruslar Kafkas cephesinde Erzıırum'u işgal etti.

Mayıs Çanakkale cephesinde muharebeler devam etti; Ruslar Kafkas cephesine ve Doğu Anadolu'ya yeniden taarruz etti; Ruslar Os­ manlıları tarafsıı İran'dakl Urmiye Gölü'nden geri püskürttü­ ler.

Nisan

Haziran Çanakkale cephesindeki muharebeler kati sonuca ulaşmadı.

29Nlsan

Temmuz Çanakkale cephesindeki sonuç vermeyen savaş devam etti; Osmanlılar Kafkas cephesinde Van Gölü'nün kuzeyinde küçuk kazanımlar elde etti; Osmanlı kuvvetleri Lahic'i ele geçirdi, bir İngiliı destek kuvvetini yenipAden'i kuşattı.

6 Mayıs Osmanlılar İzmir Körfeıt'ndeki UzunAda'yı geri aldı.

6AOustos Gelibolu Yanmadası'na çıkan yeni İngı.ltz kuvvetleri cepheyi ya­ ramadı. Conkbayın muharebeleri Türklerin ıafertyle sonuçlandı. Ağustos ayında Osmanlılar Van'ı Ruslar ve Ermenllerdengeri aldı. Eylül İngiliıler Dicle ve Fırat boyunca ilerledi, Kutülaınare'yt ele ge­ çirdi. Kasım İngiliıler lrak'ta ilerlemeye devam etti. 22-25 Kasım Osmanlılar Bağdat'ın güneyinde Selmanipak (Ktesiphon) Sav aşı 'nda İngiliıleri yendi. 7 Aralık Osmanlılar geri çekilen İngiliı kuvvetlerini Kutülamare'de ku­ şattı. 19-20 Aralık İtilaf devletleri Gelibolu Yanmadası'nı tahliye etmeye başladı­ lar.

1916 8-90cak

En son İtilaf askeri de Gelibolu Yanmadası'nı terk etti.

140cak

Ruslar Kafkas cephesine yeniden taarruı etti; İngiliıler Ocak ayından Nisan ayına kadar Kutülamare kuşatmasını yarmaya çalıştılar, ama başarılı olamadılar.

8

Rus deniı kuvvetleri Karadeniı kıyılarına çıkarak Trabıon'u işgal etti; Osmanlı Oçuncu Ordusu Enincan'ın batısına çekil­ di; Osmanlı İkinci Ordusu Kafkas cephesine doğru ilerlemeye başladı (bu ilerleme Ağustos sonuna kadar tamamlanamadı). İngiliıler Kutülamare'de teslim oldu.

Mayıs-Haziran Osmanlılar karşı taarruıa geçerek Trabzon'a yakın bölgeleri yeniden ele geçirdi; Irak'ta bulunan Osmanlı birlikleri Altıncı Ordu adı altında yeniden teşkil edildi ve aynı zamanda bu ordu Batı İran'da da Kirmanşah bölgesini yeniden ele geçirdi. 27 Haziran Mekke Şerifi bağımsızlığını ilan etti (Arap Ayaklanması'nın başlangıcı). Temmuz Yeniden taarruıa geçen Rus kuvvetleri Bayburt ve Erıtncan'ı işgal etti; Osmanlı kuvvetleri Mısır'ın Sina Yarımadası'nı ele geçirdi; Osmanlı XY. Kolordusu Rus cephesindeki Galiçya'ya Avustuıya-Macartstan ve Alman kuvvetlertnı desteklemeye göndertldı. 4AOustos Osmanlıların Sina Yarımadası'ndaki ilerleyişi Romani'de durduruldu; Ağustos boyunca Osmanlılar geçici olarak Van Gölü'nün batısındaki bölgeyi geri aldı; İkinci Ordu Diyarbakır çevresine yerleşti, ama kış gelmeden Oçuncu Ordu'nun yardı­ mına koşmak için artık çok geç kalınmıştı. 27 AOustos Romanya İtilaf devletlerinin safında savaşa girdi, Osmanlılar üç tümeni daha Galıçya'ya, iki tümeni de Rumenlere karşı Bulgar­ ları savunmaya gönderdi. 18 Eylül Osmanlı birlikleriAyvalık yakınlarındakiAlibeyAdası'nı (Cun­ da) ellerinde tutan Yunan "korsanları"na saldırdı. 3Kasım Osmanlı birlikleriAkdeniı açıklarındaki Kekova Adası 'nı elin­ de tutan "korsanlar"a saldırdı; Osmanlılar Struma Irınağı'nın

------------KRONOLOJİ -----------öteki yakasındaki İngılizlertn karşısında bulunan Bulgarlan desteklemek için bir tümen gönderd.i.

1917

&Ocak Osmanlı topçusu İngiliz deniz uçaklannı taşıyan bir gemiyi Meis'te (Kastelorizo) batırdı; Ocak ayı boyunca Osmanlı kuv­ vetleri Gazze ile Birüssebi arasında bir savunma battı oluşturdu; İngiliz kuvvetleri Irak'ta ilerlemeye devam etti.

16Kasım İngtlizler Yafa'yı ele geçlrdı. 25Kasım Osmanlı karşı taarruzu İngılizlerin Filistin kıyısı boyunca ger­ çekleştirdiği ilerlemeyi durdurdu. 7 Aralık Ruslar Osmanlılara ateşkes teklıf etti.

25Şubat İngılizler Irak'ta Kutülamare 'yi geri aldı.

8Aralık Kudüs İngilizlere teslim oldu.

10-11Mart İngilizler Bağdat'ı işgal etti.

18Aralık Osmanlı ordusuyla yeni kurulmuş Mavera-i Kafkas Cumhuriye­ ti arasında mütareke ilan edildi.

16-27Mart Osmanlılar Birinci Gazze Mubarebesi'nde İngilizleri mağlup etti; Mart ayında Kafkas cephesindeki Rus taamızlan Bolşevik Devrlml nedeniyle sona erdi. 17-19 Nisan Osmanlılar İkinci Gazze Muharebesi'nde İngtllz taarruzunu kırdılar; Osmanlılar Rusların geri çekilmelerlnln ardından ilerlemelerine devam ettiler, Osmanlılann daha önceden plan­ ladı.klan bahar taarruzuna gerek kalmadı. Ağustos Bazı Osmanlı kuvvetleri İngilizleri Irak'tan çıkarmak için önce­ den planlanmış Yıldınm Ordular Grubu'nun Harekatı çerçeve­ sinde hazırlıklar yapmak üzere Avrupa ve Balkan cephelerinden geri çekildi. &Eylül İstanbul'da meydana gelen muazzam bir patlama sonucunda Yıldınm Ordular Grubu Harekatı'nda kullanılmak üzere de­ polanmış ikmal malzemeleri ve mühimmatın büyük bir kısmı yok oldu; Eylül sonuna doğru Yıldınm Ordular Grubu'nun asıl harekat planından vazgeçildi ve Yıldınm Ordular Grubu'nun büyük bir kısmı Filistin'e göndertldi. 17Eklm Alman İmparatoru (Kaiser) il. Wllhelm, Gelıbolu Yanmada­ sı'ndaki muharebe alanını ziyaret etti. 29Eklm Yıldınm Ordular Grubu KarargAhı Kudüs'e yerleşti. 31Ekim İngılizler Üçüncü Gazze Mubarebesi'nde Osmanlıları yenilgiyıe uğrattı.

28Aralık Osmanlı-RusAteşkesAntlaşması Brest-Litovsk'ta imzalandı.

1918

Ocak-Nisan Osmanlı kuvvetleri Kafkaslar'da ı878'de kaybedilen bölgeleri yeniden ele geçirdi. 19 Şubat Liman von Sanders Filistın Cephesi'nde Yıldınm Ordular Gru­ bu komutanlığına getlrtldi. 21 Şubat İngtlizler Ertha'yı aldı. 9Mart İngilizler yeniden Filistin' e taarruz etti. 26-31Mart İngilizler Şeria Nehrt'ni geçtiler, amaAmman'daki muharebe­ nin ardından geri çekilmeye wrlandılar. 26Nisan Osmanlılar Kafkas cephesinde Kars'ı geri aldı. 30Nlsan İngilizler yeniden Şeria Nehrt'nı geçip es-Salt'ı aldı. 3Mayıs Osmanlılar es-Salt'ı geri aldı; Mavera-i Kafkas Cumhuriyeti, Mayıs ve Haziran boyunca Gürcistan, Ermenistan veAzerbaycan devletlerine bölündü.

9

---------OSMANLI PlYADESl 1914-18--------28 Haziran Osmanlı Sultanı V. Mehmed (Reşad) öldü ve yerine Vl. Mehmed (Vahdeddin) geçti. 14Temmuz Osm.anlılann Fıiıstin ve Şeria'daki karşı taamızlan sonucunda sınırlı bir haşan elde edildi. Ağustos İngiliz kuvvetleri Doğu Kafkasya'daki Bakıl petrol yataklarına ulaştı. 14Eyl01 İngiliz kuvvetleri yeni kurulmuş Azerbaycan devletini des­ teklemekte olan Osmanlı blrlilderi tarafından Bakıl'den atıl­ dı; Osmanlılar Azerbaycan'ın ve yeni kurulmuş Ermenistan Cumhuriyeti 'nin bir kısmının kontrolünü savaşın sonuna kadar elinde tuttu. 17Eylül Arap Ayaklanması Filistin ve Şam'daki Osmanlı kuvvetleri ara­ sındaki l.rtlbatı kesti. 19Eylül Büyük hır İngiliz saldırısı Fıiıstin'deki Osmanlı cephesinin çökmesine neden oldu. 1EkJm Şam, Arap isyancıların eline geçti. 2EkJm Avustralya blrlilderi Beyrut ve Şam' a girdi.

10

25 EkJm İtilaf kuvvetleri Kuzey Suriye' de Halep'1 ele geçirdi. 30Eklm Çanakkale Boğazı'ndan İtilaf donanmalannın geçmesini sag­ layan Mondros Mütarekesi Osmanlı ve İtilaf devletleri temsil­ cileri tarafından lmzalandı, buna göre İtilaf kuvvetleri stratejik bölgeleri işgal edecek, işgal edilen topraklardaki Osmanlı kuv­ vetleri teslim olacak, birçok bölgedeki Osmanlı kuvvetleri ter­ his edilecekti. 3Kasım İngilizler Musul'a girdi. 10Kasım Osmanlılar Musul'u terk etti. 17Kasım İngilizler Kafkasya'da Bakıl'yü yeniden işgal etti.

1919

Ocak Medine'deki Osmanlı garnızonu Mekke Şertfl'nin ordusuna teslim oldu (Arap Ayaklanması). Nisan Erıurum'daki XV. Kolordu yabancı lflgal kuvvetlerine karşı di­ renişe geçtt. 19 Mayıs Mustafa Kemal Samsun'a çıktı. Kurtuluş Savaşı başladı.

AS KE R1E ALMA

S

ultan il. Abd.ülhamid (1876-1909) askeri re­ form çabalarının bir parçası olarak mecburi askerliği Os;manlı İmparatorluğu sınırları içindeki bütün Müslümanlara yaymaya çalıştı; ne var ki İstanbul, Arnavuıtluk, Necid, Hicaz, Trablusgarp. Bingazi ve her haltııkarda Osmanlı denetiminin dı şında bulunan Ortaıdoğu göçebe kabilelerinin asker­ likten muafiyeti koınınuyordu. Yüksek okul ve med­ rese öğrencileri de benzer şekilde askerlikten muaftı. Bu sırada Osmanlı İımparatorluğu'nun kaybettiği böl­ gelerden gelen Müslüman muhacir akını da oldukça istekli, önemli bir asker kaynağını oluşturuyordu. Bununla beraber 1908'de Jön Türk hükümeti gay­ rimüslim Osmanlı vatandaşlarının da askere alın­ masını öngören yas;alar çıkardı. Bu durum Osmanlı Hanedanı'nın day:uıdığı varsayılan şeriata aykırıydı ve ilk kez gayrimüslJlmlerin de ulusun savunulmasın da eşit yük taşımaları gerekiyordu. Yalnızca bir avuç özel muafiyet kalmJ.ştı; 191.fte askere çağrılan genç bir Ermeni olan B,edros Sharian'ın anılannda bu muafiyetlerin birinden söz ediliyordu, "Savaşın baş­ langıcında diplomalı öğretmenlerle vaizler askerlik görevinden muaftı." Nitekim Sharian,, seferberlik ilanından sonra öğ­ retmen olarak iş bulmayı becerebildiği için asker ka­ çağı olarak tutuklaruınıştı (Pye, 1938, s. 33). Normal askerlik yaşı �o idi, ama 18 yaşındaki gençler de eğer aileleri izin vermışse gönüllü olarak orduya katılabiliyorllardı. Orduya yazılma dönemi ge­ nellıkle yaz sonlanydı ve 1914 yılında Osmanlıların tarafsız kaldığı o kı:sa dönem içinde gerçekleşmişti. Bu genç erkekler aıskerlik görevlerini tamamladık­ larında, gerektiğindle yeniden askere alınmak üzere ihtiyat sınıfına ayrılıyor ve sivil hayata dönüyorlardı. I. Dünya Savaşı'nda ,askere alınanlar savaş sona erene

kadar terhis edilmediler, bu arada ihtiyatlar da ge­ rektikçe askere alınıyorlardı. En yaşlı asker grubuna müstahfız deniyor ve bunlar, mecburi askerliğin ye­ dinci yılını tamamlamJŞ kişilerden oluşuyordu. Bununla birlikte Osmanlı seferberliği yavaştı ve olaylann gerisinden gı.dıyordu. Osmanlı yüksek ko­ mutası I. Balkan Savaşı'nda yok edilmiş tümen ve ordu karargahlarını yeniden kurarken, Osmanlı or­ dusunun da birliklerin yeniden yapılandırılma süre­ cinin tam ortasında olması, yaşanan sorunları iyice ağırlaştırıyordu. Bu zorluklar karşısında hükümetın yaklaşık iki ay süren tarafsız kalma kararı orduyu büyük oranda rahatlatmış olmalıydı ve o zaman bile Osmanlı seferberliği Kasım başlarına kadar tamam­ lanmamıştı.

Ownanlı lrnperator1uou ı. DOnya Sevııfı'na glrdlOI aınıda bir eıker kayıt w Bııpldar clnNI ya da kültürel aidiyetin blıtncll g6slırgeılydl ve foto6nıtlıı, kalpeldarta fNleıtn ..,ncıa glD çarpın f6tr flll)ka ve � Ownanlı devlellnln çoıc�rıo ksak1erlnl yıınııtıyor (yazım kolelcslyonu).

11

---------OSMANLI PİYADESİ 1914-18--------Erkekler bölgesel ordu müfettişliklerinde top­ landılar ve o sırada nerede iseler orada askere yazıl­ dılar. Ancak bu sistem Osmanlı Ordular Grupları' nın belirgin bir yerel kimlik edinmesiyle sonuçlandı. Birinci Ordu Müfettişliği esas olarak Türkçe konuşan Batı Anadolu'dan ve Rumeli'den asker toplamıştı; İkinci Ordu Müfettişliği ise Anadolu'nun diğer ke­ simlerinden, çoğunlukla Türkler, Kürtler ve Erme­ nilerden asker toplamıştı; Üçüncü Ordu Müfettişliği Araplar, Kürtler, Türkler ve Ermenilerden; Dördün­ cü Ordu Müfettişliği ise Dicle Vadisi'nde ve lrak'ta yerleşik Arap ve Kürt nüfusundan asker toplamıştı. Çok geçmeden Osmanlı lmparatorluğu'nun hem insan hem de malzeme kaynaklarını dikkatli kullan­ madığı takdirde uzun sürecek bir savaşa dayanama­ yacağı açıkça belli olmuştu. Ne yazık ki, Osmanlı or­ dusunun tatmin.kar bir ihtiyat kuvvet sistemi yoktu ve müttefiklerinin aksine, Osmanlılar ihtiyat tümenle­ rinden oluşturulmuş ihtiyat kolordularını hızla mu harebe alanına süremiyorlardı. Bunun yerine, daha fazla muvazzaf piyadeye ihtiyaç duyduklarında, daha

çok nizami tümen teşkiliyle yetiniyorlardı. Elbette bazı istisnalar vardı ve daimi ordu teşkilatının dışın­ da kalan çeşitli karma kuvvetlere müretteb deniyordu. Aslında, birçok Osmanlı askeri kendini karışık ve tuhaf yapıları olan birliklerin içinde buldu; örneğin bunlardan biri, 1914-15 kışında birdenbire geri çe­ kilen Rusları kovalayarak Kuzeybatı İran'da Tebrız'i kuşatan Türk gönüllüleri ile düzensiz Kürt gruplar­ dan oluşan küçüle bir kuvvetti. Kazandıkları bu başa rı daha sonra, sınır muhafızları ve çoğu bölgeyi çok iyi tanıyan Jandarmalar tarafından takviye edilen 36. Alay tarafından kullanılmıştı. Osmanlı lmparatorluğu'nun yarı askeri gücü olan Jandarma seçkin bir kuvvetti. Osmanlı İmparatorluğu'nun 1878'de Ruslar tarafından yenil­ giye uğratılmasından sonra kurulan bu milis gücünü Fransızlar eğitmiş ve yapılandırmıştı. Jandarmanın asıl tşleVi iç güvenliği ve sınır denetimini sağlamak olsa da, her vilayetin seyyar bir jandarma taburu, büyüle kentlerin ise seyyar Jandarma alayları vardı. ı�.ooo sınır muhafızını ve 6.000 katırlı piyadeyi de

Kadln tarikatına baOlı gOnüllü askerler latanbul'da aakarf bir binanın 6nünde (Harb Mtıcmunı, 1915, latanbul),

12

-------------ASKERE ALMA-------------

Sonbahar 1914'te Taberlye (Cellle) yakınlannda clhad için g6nQIIQ olanlar kaydedlllyor. Flllatlnlller Oamanlı lmparatortu§u'ndakl Arap nQfuaun en aadık olanlan araaında yer alıyordu (Llbrary of Congreu).

kapsayan bu ağır silahlı, iyi eğitimli ve seyyar kuvvete bağlı asker sayısı 25.000 civarındaydı. Aynca yan askeri İtfaiye teşkilatı vardı, her biri yaklaşık 700 kişilik birkaç taburdan oluşuyordu, it­ faiyecilik görevlerine ek olarak piyade askeri gibi silahlanmış ve eğitilmişlerdi. Seferberlik sırasında taburların sayısında bir artış olduğu gözleniyor: ikisi Irak cephesine,.dördü ise Çanakkale Seferi'nin son­ raki safhasında Çanakkale Boğazı'na gönderilmişti. Osmanlı hükümetinin Rusya ve mütteftldertne karşı ilan ettiği cihadın başarısız olduğu değerlendirmesi ya pılsa da, Osmanlı devleti içindeki gönüllüleri cesaret­ lendirdi. Kürtler ve bazı Araplar bundan etkilendi, ama bu etki kısa sürdü. Bir başka ve belki de daha güçlü bi­ çimde motive olmuş gönüllü grubu "fedailer" olarak bi­ liniyordu. İlk olarak Balkan Savaşı sırasında gayrtnızami kuvvetler olarak hizmet eden bu fedailerin 1. Dünya Savaşı'nda orduya yazılanlarının çoğu Balkan muha­ cirleriydi, bunlar Hırısttyan zulmünden intikam almak

için yanıp tutuşuyorlardı. Birkaç bini Kafkas cephesine ve Kuzeybatı İran'a gönderilirken, birkaç yüzünün de 1914 sonlarında Surtye'de oldukları bildı.rilmişti. Ne var ki, bu ikinciler kendine özgü başlıklarıyla tanınan Mevlevi gönüllülerden oluşmuş askeri birlikle karıştı nlmış olabilir. Bütün bu gönüllüler, uzun süredir mevcut olan, ama yine de ilkel gönüllü sisteminin bir parçası ola­ bilırlerd.1; insanları toplu olarak askere yazılm aya teşvik eden bu sistem, ortaya İngtliz "Pals (Ahbap) Taburları"yla kıyaslanabilecek birlikler çıkarıyordu. Osmanlı çabalarına askeri fabrikalarda çalışarak yar­ dımda bulunan kadınlar savaşın son umutsuz yılında askeri üniforma giydiler, ilk kadın amele taburu Şu­ bat 1918'de Kadınlan Çalıştırma Cemtyet-i İslami­ yest tarafından oluşturulmuştu (Emin, 1930, s. 236). Bırtncı Ordu'ya bağlı olan bu taburun ilk subayları erkekti, ama yeterli sayıda kadın subay eğitilince on­ ların yerini alacakları düşünülmüştü. 13

---------OSMANLI PİYADESi 1914-18--------Doğu Anadolu'daki Kürt aşiretler1nin merkezi hüküınetin denetimine direnmek gthi eski bir gele­ nekleri olsa da, hala gerçek "ulusal" kimlik duygu­ sundan yoksundular ve Ermenilerle giriştikleri çetin rekabet de daha çok Ruslar tarafından körUklenen oldukça yeni bir etkendi. 1. Dünya Savaşı boyunca çok sayıda kentli Kürt Osmanlı ordusunda görev ya­ parken, birkaç aşiret de yığınlar halinde gayr1nizamI asker olarak orduya yazıldı. Diğer aşiretler sadece yağmalama fırsatlarım kolladı; özellikle de Rus yan­ lısı olarak gördükleri Ermenileri yağmaladılar. Bazı durumlarda da Kürt aşiretleri Rus olsun Osmanlı ol­ sun, yenilmiş b1tl11dere saldınp onları yağmaladılar. Osmanlı lmparatorluğu'nun uzak kuzeydoğu kö­ şesinde savaş sırasında tüm güçleriyle çarpıştıklan söylenen Lazlar yaşıyordu - dilleri Gürcüceye yakın olan bu Müslümanlar kendilerini özellikle Rus iler­ lemesinin tehdidi altında hissediyorlardı. Kafkasya kökenli bir başka halk da Çerketlerdi, bunlann bü­ yük çoğunluğu 19. yüzyılda Rus egemenliğinden ka­ çıp Osmanlı lmparatorluğu'na sığınmıştı. Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli bölgelerine dağılmış olan bu halk özellikle askeri bakımdan Suriye ve Ürdün'de önemli bir konuma sahipti; 48. Fırka'ya bağlı yerel Çerkez gönüllü süvarilerinden oluşan bir birlik Mart ı918'de Amman'ı ele geçirme girişiminde bulunan İngilizlerin püskürtülmesine yardımcı olmuşlardı. Daha büyük askeri öneme sahip diğer bir grup ise Osmanlı lmparatorluğu'nunArapça konuşan halkla­ nydı, ne var ki 1. Dünya Savaşı'ndan bu yana Osmanlı ordusu saflannda gözden düşmüşler, hatta karalan­ mışlardı. Liman von Sanders bile OsmanlıArap bir-

14

liklerinin kullanılmasında, onlann Çanakkale ı.afe­ rinde oynadığı önemli rolü kişisel olarak bilmesine rağmen isteksiz davramyordu. Aralık 1917 tarihli bir raporunda, "Eğer askerlik hizmetlerinin başından itibaren sert ve adaletli davranılırsaArapların büyük bir kısmı iyi ve yararlı askerler olabilirler," diye ya­ zıyordu. Gerçekten de Suriyeli birlikler çok geçmeden cephe hattındaydı; Mıs1r'ın Sina Yarımadası üzerin­ den stratejik açıdan yaşamsal öneme sahip Süveyş Kanalı'na dikkat çekecek kadar iddialı, ama sonunda başarısız olan iki taarruz yapan Osmanlı kuvvetinin çoğunluğu onlardan oluşuyordu. Bunlann büyük bir kısmı daha sonra Gelıholu'ya asker çıkaran düşma­ na karş ı gönderilmişti. Diğer birlikler ise Irak. ve Güneydoğu Anadolu'ya gönderildi. Osmanlı devle­ tinin başka bölgelerinde görev yapan Arap birlik­ leri hakkında pek bir şey yazılmamıştır, ne var ki Irak'ta Kutülamınare'de yerleşmiş İngtltz ordusunu geri püskürten fırkalardan en az ikisi büyük ölÇUde Araplardan oluşuyordu. Bazı yerlerde yerel Osmanlı komutanlanmn savaş sırasında yörelerinden asker toplamaktan başka seçenekleri yoktu. Örneğin Arap Ayaklanması patlak verdikten sonra, Yemen'deki VII. Kolordu tecrit edilmiş halde kalmıştı ve öyle görünü­ yor ki nereden bulabilirlerse oradan asker topluyor­ lardı. Ermenilerin Osmanlı ordusu içindeki konumla­ n ise giderek zor ve karmaşık bir hal alıyordu, çünkü yetkililer tarafından şöyle ya da böyle kuşku kayna­ ğı olarak görülen üç kiliseye bağlıydılar. Katolik ve Protestan Ermeniler genellikle fitne unsurları olarak

-------------ASKERE ALMA-------------

Bir Anadolu kaebaında ıeferberllk ilanı Dnrtne toplenmıt erkekler (Ôt'Ns ve ÔZ9ellk kolekalyonu).

görülmezken. Ortodoks Ermeniler öyle görülüyorlar­ dı. 1914 tarihli bir istihbarat raporuna göre Osmanlı Ermenileri, Taşnak "teröristleri" ve Rus sınırının öte yanından gelen Ermeni delegeleri Erzurum'da bir toplantı yapmışlardı. Rapora göre, bu toplantıda, Ermenilerin bir savaş ilanına kadar Osmanlı dev­ letine bağlılıklarını koruyacaklarına, ama bu arada hazırlanıp silahlanacaklarına dair bir Rus-Ermeni antlaşması kabul edilmişti. Savaş ilan edildiğinde Osmanlı ordusu başarılı olursa Osmanlı Ermeni as­ kerleri bağhlıklarını koruyacak, ama Osmanlılar geri çekilırse ordudan kaçıp gerilla grupları oluşturacak­ lardı. Bu istihbarat raporunun şaşırtıcı ölçttde doğru olduğu Üçttncü Ordu'nun neredeyse bütün Ermeni askerlerinin ve subaylarının Ruslara katılmasıyla ka nıtlandı. Bu nedenle, Osmanlı ordusunun Kafkas cephe­ sindeki geri kalan bütün Ermeni asker ve jandar­ mayı silahsızlandırıp, onlardan hizmet ve nakliye birlikleri kurması hiç de şaşırtıcı değildi. Ocak ı9ı6'daki Köprüköy Muharebesi'ni takiben bütün Ermeniler Anadolu'da cephede bulunan birlik-

lerden çıkarıldı. Bu Osmanlı Üçüncü Ordu'sunda büyük problemlere neden oldu, çünkü kuşkulu bağlılıklarına karşın Ermeniler geri hizmetlerde karargah işlerinin büyük bir bölümünü yapıyor­ lardı. Osmanlı ordusunda bulunan diğer Hıristtyanlar arasında Güneydoğu Anadolu ve Kuzey lrak'tan Nesturiler de vardı. Ne var kı, çok sayıda Nesturinin Nisan ve Mayıs ı9ı5'te Osmanlı devletine karşı Van bölgesinde ayaklanan Ermenilere katılmasından sonra, onlar da aynı kuşkuyla karşılandılar ve yerel Kürtlerin şiddetli misillemelerine maruz kaldılar. Aynı zamanda Karadeniz kıyılarında yaşayan Rum Ortodoks nüfus da kendilerini ı9ı6'da yükselen bir kuşku ve baskı altında buldular. Gerçi bölgede ko­ nuşlanmış Osmanlı Beşinci Ordu'sunun birlikleri­ nin herhangi bir Rum karşıtı eylemde bulunmaları yasaklanmıştı. En büyük Rum Ortodoks topluluklar ise Batı Anadolu'nun kıyı bölgelerinde bulunuyordu. Felaket daha sonra gelecekti başlarına, ama I. Dünya Savaşı boyunca bu Rum Ortodokslar çok az etkilendi­ ler ve Yunan yönetimindeki adalardan gelen korsan15

---------OSMANLI PlYADESl 1914-18--------lara ve kaçakçılara yardım eden kıyılardaki bir avuç Rum hariç, genel olarak pek faal değildiler. Yahudi cemaati ise Osmanlı lmparatorluğu'nda uzun zaman ayrıcalıklı bir konumdaydı. Birçoğu Ya­ hudi karşıtlığı geleneğine sahip olmayan komşularla çevrili olarak, büyük kentlerde yaşadılar. Birçok Ya­ hudi genci, sulta.nın tebaası olan diğer gayrimüslim lede birlikte, çalışma taburlarında görevlendirilse de, Osmanlı devletinin Yahudileri I. Dünya Savaşı boyunca pek ortalıkta görünmediler. Buna karşılık, Filistın'deki yeni Siyonist yerleşimcilerin birçoğu İngilizler karşısında kaderleriyle baş başa bırakıl mıştı. Osmanlı İmparatorluğu'nun giderek artan ciddi asker açığı, kendi sınırlarının ötesinden genellikle başarısız olan çok sayıda asker toplama girişimine neden oldu. Örneğin Bulgar, Alman ve Avustur­ ya-Macaristan birliklerinin işgal ettiği Makedonya ve Arnavutluk'taki, savaştan pek de etkilenmemiş Müslüman nüfustan asker toplama çabası ne yazık ki hayal kırıklığı yarattı. Çoğunlukla Türkçe konuşan Müslüman birlikler Kafkaslar'da, özellikle de Rus Devrtıni'nın ardından bu bölgenin büyük bir kısmının Osmanlı egemenliğine girmesinden sonra

16

kolayca bulunabiliyordu. Burada 1917-ıS'de kurulan "İslam Ordusu" Osmanlı olmayan Müslümanlardan oluşuyordu, ne var ki bunların çoğu Osmanlı gönül­ lülerinin komutasında Kafkasya'da bağımsız bir İs­ lam devleti kurulması için savaşan gruplardı. Daha 1916'da Osmanlı ordusu -ne yazık ki Al­ manlarla Osmanlılar arasında kemikleşmiş bir ihti­ laf konusu haline gelen- bir Gürcü Lejyonu oluştur­ mak istemişti. Giresun'da bulunan ve sözde Osmanlı Üçüncü Ordu'suna bağlı olan tabur gücündeki bu Gürcü Lejyonu, en sonunda 1917'de hiçbir muhare­ beye girmeden lağvedildi. Osmanlı ordusu İran'dan topladığı askerler konusunda da şanssızdı; 1916 yı­ lında Batı lran'ın Osmanlılar tarafından ikinci kez işgal edilmesi sırasında, İran milliyetçi gönüllülerin­ den oluşan küçük bir kuvvet de mevcuttu. Osmanlılar daha sonra asker sayısını birkaç "han taburu" oluş­ turarak artırdılar, ama bu askerler korktukları Ruslar ortaya çıkar çıkmaz derhal firar ettiler. Aynı durum 1917 yılında Fransız Kuzey Afrika'sından getirilip lran'daki Osmanlı XIII. Kolordu'suna bağlanan üç tabur eski savaş esiri için de geçerliydı.

TALİM

S

ultan il. Abdülhamid'in istibdadı altında özel­ lilde gelecek vaat eden subaylara şüpheli gö­ züyle bakılıyordu. Askeri bir darbeyi kolaylaş­ tıracağı endişesiyle, yıllarca kapsamlı manevralar ya­ pılmamıştı. Sultanın bu korkusunun yersiz olmadığı anlaşıldı, zira 1908 Jön Türk Devrimi'ni izleyen kısa bir Meşrutiyet döneminin ve başarısız bir karşı -dev­ rim girişiminin ardından, Abdülhamid uysal karde­ şi V. Mehmed (Reşad) lehine tahttan feragat etmeye zorlandı. Ne var ki, Osmanlı ordusu iyi bir eğitimden ve yeni hükümetin ı 909 yılında meclisten geçen yeni askeri yasalara uygun olarak hazırladığı modernleş­ tirme programını uygulayabılecek yetenekli kıdemli subaylardan haU yoksundu. Bu arada, ihtiyatlar ye­ niden düzenlenmiş ve daha fazla eğitime tabi tutul­ muştu, ordunun sıhhiye ve veterinerlik hizmetleri de benzer şekilde iyileştirildi. Piyade konusunda, Osmanlı ordusunun tak­ tik ilkeleri, zaten yıllardır Osmanlı ordusuna askeri danışmanlar veren Almanlannkine yaklaştı. Aynı durum karargah usulleri, yürüyüş düzeni, taarruz ya da savunma anında cephe genişliği ve bütün birlik­ lere verilen taktik talimatlar için de geçerliydi. Hatta, Osmanlı ordusunun kuralları ve yönetmeliği büyük oranda kelimesi kelimesine Almancadan çevrilmişti. Böyleyken bile, dış gözlemciler güçlü Alman nüfuzu­ nun -en azından felaketle sonuçlanan 1. Balkan Sava­ şı sonrasına kadar- Asya'dan çok Avrupa'da görüldü­ ğünü rapor ediyorlardı. 1. Dünya Savaşı'ndaki Osmanlı ordusu üzerine yapılan yakın tarihli çalışmalar ordunun en güçlü yönlerinin hiyerarşinin en üst ve en alt kademeleri olduğunu gösterdi. Başka bir deyişle çok iyi eğitimli olan kurmay subaylar gibi, yetkin ve savaşçı erat da Osmanlı tarihinin tamamında olduğu gibi dayanık­ lı ve inatçıydı. Buna karşılık, ara kademeler en za­ yıf halkaydı. Hepsinden önemlisi, dayanıklı birçok Avrupa ordusunun aksine Osmanlılarda muvazzaf bir astsubay sınıfı yoktu. Bu durum, barış zamanın-

da silah altına alınan askerlerin hızla eğitilmelerine engel oluyor, savaş zamanında ise, eğer cephedeki subay şehit düşerse, birliklerde komutayı ele alacak liderlik deneyimi olan yeterli astsubay bulunmaması anlamına geliyordu. Bu nedenle I. Dünya Savaşı'nın ayırt edici özelliği olarak cephedeki orta rütbeli su­ baylar arasında görülen yüksek ölüm oranı, Osmanlı ordusunu özellikle ağır bir şekilde etkilemişti. Yeni Osmanlı hükümeti askeri tatbikatın acil bir ihtiyaç olduğunu derhal fark etti. Ama aniden içine düştükleri çatışmalar yüzünden, 1914'e gelindiğinde 191o'dan beri hala manevra yapılamamıştı. Bölük ve tabur seviyesinde talimlerin yapıldığı yerlerde bile, yabancı gözlemciler komutanlara ve birlildere gerçek kapasitelerini test edecek hareket serbestliği ver­ mekten çok. bu tatbikatların aşın derecede denet­ lendiğini ve belki de bir senaryoya dayandırıldığını kaydediyorlardı.

Yemen'de tallm yapan C>amanlı ukertert; muhtemelen ı. DOnya Savetı ııraaınde Yemen'de yet19tlrllen acemi erler. 1918 yılının ortaıında Osmanlı lmparator1u§u'yla baOlanbıı kopan bu kuvveti• yine de Aden'dekl lnglllz garnizonunu kllf8bnlf1ı (Or.e. ve ôzçeılk kolekalyonu).

17

---------OSMANU PlYADESI 1914-18---------

Gelibolu b61gnlne açılan ana irtibat hencleOl 16. TOmen tarafından ıavunuluyordu. BQyQk b610m0 kayalara açılmıt, ılkzaklar çizen bu derin hendeOe ihtiyaç duyuluyordu, çOnkO itilaf devtetlennln karada ve denizde muazzam bir topçu OstünlQOO vardı (Fotoğraf: Kannengleıaer).

İtalya ile kısa süre önce yapılan ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Libya kıyıları ile On İlci Ada'yı kaybetmesine neden olan savaşın (ı911-ı�) tecrübe­ si, çok geçmeden Osmanlı ordusu tarafından avanta­ ja dönüştürüldü; kıyıları savunma kapasitesi 19ı5'te Gelibolu'da kendisini göstermişti. Çanakkale Boğazı, aslında, beş Müstahkem Mevki Komutanlığı'ndan biriydi, diğerleri ise Edirne, Çatalca, İstanbul Boğazı ve doğuda Erıurum'daydı; buralarda sabit savunma mevzileri beton ve taş müstahkem mevkilerden ve siperlerden meydana geliyordu. Çatalca'daki Beşinci Müstahkem Mevki Komutanlığı, başkent İstanbul'un birkaç kilometre batısındaydı ve Balkan Savaşları sırasında inşa edilmişti, ancak büyük oranda toprak tahkimat ve siperlerden oluşmuş bu alan I. Dünya Sa­ vaşı sırasında atıl kalmıştı. Deniz kuvvetlerinin Çanakkale Boğazı'ndan geçe­ bileceğinin tamamen farkında olan Osmanlı ordusu, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı'nın tüm Avru­ pa yakasını gizli olarak mevzilenmiş çok sayıda topçu bataryasıyla bu tehlikeye karşı koruması için Birinci Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders'i görev­ lendirdi. Ayrıca tam mevcutlu bir kolordu da herhangi 18

bir taarruza karşı hazır bekletiliyordu. Benzer savun ma önlemleri Asya kıyılarının büyük bir kısmında da alınmıştı. Düşmanın denizden çıkarma yapma teh­ likesi baş gösterdiğinde Gelibolu Yanmadası'ndaki komutanlar hazırlıklarını yaptılar. Örneğin, Suvla Koyu'ndaki Alman subayı karaya çıkılmasını önle­ meye yetmeyecek kadar az sayıda askeri olduğunu fark ederek askerlerini hiçbir koşulda irtibatı kopar­ mamaları konusunda uyardı ve düşmanın iç bölgeye doğru ilerlemesini geciktirmek üzerine yoğunlaştı. Çok az sayıda makineli tüfek vardı ve dikenli tel he­ men hiç yoktu; bu nedenle sahil, müsademeli mayın ve tökezleme teliyle savunulmuştu. Kara mayını ol maması, kıyı savunma kuvvetlerinin çoğunun bunlar yerine torpil başlığı kullanması anlamına geliyordu, bu arada dikenli tel yokluğu bölüklerin çiftlikler­ den alınan bahçe tellerini germelerine neden oldu; bunları yürüyerek karaya çıkmak isteyecek olan düş­ manı tuzağa düşürmek ya da kafalarını karıştırmak amacıyla denizin altına gerdiler. Bütün bu yapılanlar açıktaki düşman gemilerinden görülebilirdi, bu ne­ denle bütün siper kazma ve birlik kaydırma faaliyeti­ nin geceleri yapılması gerekiyordu. İngiliz ve Fransız kuvvetleri karaya çıktıktan sonra da Osmanlılar terk edilmiş ya da tahrip edilmiş köylerden işe yarar ahşap veya demir parçalar toplamayı sürdürdüler. Bir Alman subayı olan Hans Kannengiesser, kendisinin ve subay arkadaşlarının Osmanlı pi­ yadelerine uygun siperler kazdırmakta ne büyük

Mevlevi g6n011üler 1916'da ön eğitim aıruında. (Hart, 111«:munı, 1917, lstanbul).

---------------TALİM---------------

Güney Flllıtln'de bulunan BlrOuebl dıtında eOltlm yapan Osmanlı birlikleri. Yatarak mevzllenmlt avcı zincirinin arkaıında, bir süvari hattı tarafından desteklenen ve ayn ayn savunma çukurtanndan olufturuımu, savunma hattı bulunuyor (Llbrary of Congreaa).

güçlük çektiklerini hatırlıyor: "Aslında Türklere kendilerini korumaları için gerekli olan şeyleri yaptırmak neredeyse günlük bir savaştı... 'Eğer İngilizler gelirse derhal onların icabına bakabili­ riz. Bütün bu kaygı ve baskı da neyin nesi?' Böy­ le düşünüyor ve sık sık bu düşüncelerini açıkça ifade ediyorlardı" (Kannengiesser, 19�7. s. 145). Mülazım-ı sanı (Teğmen) Mehmed Fasih benzer şekilde kendisinin ve askerlerinin yeterli koruma­ dan nasıl yoksun olduklarını hatırlıyor ve günlü­ ğünün 3ı Ekim 1915 tarihli sayfasına şöyle yazıyor­ du: HGünlerce ağaç ve çimento ile kesilen kerpiç ile Alayın, Taburun karargahları yapılıyor. Hatta zabitan bile açıkta. Bakılacak işi görecek efrad sefil ve perişan." Bunun aksine Irak'taki Osmanlı piyadesi ise ol­ dukça zorlu coğrafi koşullarda siper kazma konu­ sunda İngiliz düşmanlarından çok daha uzmandılar.

Örneğin, Eylül 1915'te, el-Sin'deki savunma tedbir­ leri sulama ya da drenaj kanalları ile mevcut batak­ lık alanları birbirlerine bağlamayı. sulama kanalları arasındaki kurak alanlar boyunca hendekler kazmayı, dikenli tellerden engeller yapmayı ve müsademeli mayınlar ve keskin kazıklarla döşedikleri bir dizi avcı çukuru kazmayı içeriyordu. Burada, Osmanlı siperle­ ri İngilizlerin kazdıklarından hem daha derindi hem de üstleri hatırı sayılır derecede kaplıydı. İngilizler bu siperleri ele geçirdiklerinde şunu fark ettiler: Si­ perler boyunca düzenli aralıklarla sayısız büyük içme suyu kabı yerleştirilmişti. Osmanlı askerlerinin hol miktarda kaliteli içme suyu bulundurma ısrarı hem dostlarının hem de düşmanlarının dikkatini hep çekmiştir. El-Sin'deki siperlerinden çekilmek zorunda ka­ lan Osmanlı piyadeleri, birkaç hafta sonra Selmanipak (Ktesiphon) Savaşı'nda bu olayın intikamını 19

---------OSMANLI PİYADESi 1914-18---------

aldılar. Su tabakasının yüzeye çok yakın olduğu bu ta mamen düz araziyi savunmak zorunda kalan Osman­ lılar aynı zamanda, makineli tüfekleri için engel teş­ kil edebilecek her şeyi ortadan kaldırmışlardı; buna kendi siperlerinden çıkardıkları toprak da dahildi. Aynı zamanda ne kadar küçük olursa olsun gözetle­ me yapabilecekleri bütün noktalardan çok iyi yarar­ lanmışlardı. Düceyil yakınlarında, Arap askerlerinin bölgeyi yakından tanıması sayesinde, savunmadakiler su basmayan � metre derinlikte siperler kazmışlardı İngiliz istilacıların en büyük sorunlarından birisi ise kazdıklan siperleri su basmasıydı. Bölge hakkında bilgi sahibi olmak ayn, genel eği­ tim düzeyi ayn bir şeydi. Bunlar yalnızca subaylar ile erler arasında farklılık göstermekle kalmıyor, Os­ manlı subayları içinde, kent ve köy kökenli olanlar

Oımanlı piyade aubaylan Alman gaz maakelertyle; muhtemelen Gallçya'da Rua cepMSlnde (ÔrMS ve ôzçeılk kolelıalyonu). 20

ve geniş bir coğrafyaya yayılan Osmanlı devletinin farklı bölgelerinden gelenler arasında da farklılık yaşanıyordu. Amerikalı diplomat Einstein, vatanse­ ver ve savaşmaya hazır olmalarına rağmen, bazı seç­ kin Osmanlı ailelerinin, oğullarına yaptınlan talimi kabul edilemez bulduklarını gözlemlemişti. 9 Ha­ ziran 1915'te günlüğüne şu notu düşmüştü, "S. Bey oğlunun harp okulundaki eğitimi sırasında maruz kaldığı muameleye öfkeleniyor ve onu oradan almak için ne gerekiyorsa yapmaya hazır olduğunu ifade ediyordu. Çocuk su ya da yeterli yiyeceğin bulun madığı pis yerlerde barındınl ıyor, kabadayılık eden çavuşlardan emir alıyor." Bazı Osmanlı subaylarının gelişmiş Batı Avrupa kültürüyle yoğrulmuş oldukları gerçeği, Mehmed Fasih'in Gelibolu günlüğünde de açıkça görülüyor. Mehmed Fasih günlüğünde yeraltı sığınağında çok sevdiği 18. yüzyıl Fransız romanla­ rından Manan Lescault'yu okuduğundan söz ediyor­ du. Antoine François Prevost tarafından yazılan bu skandal kitap birçok operaya konu olmuştu. Belki de bunların en ünlüsü Puccini'nin operasıdır. Mehmed Fasih gibi adamların dünyası, Batı propagandasının bayıldığı kana susamış Türklerden ve çılgına dönmüş yobazlardan kesinlikle farklıydı. Bununla birlikte bu, bütün Osmanlı subaylarının yeterince talimli ya da eğitimli oldukları anlamına gelmiyordu. 1915'te esir düşen bir asker, kendisi­ ni sorguya çeken İngilizlere, "Subaylar kışlalarında günde altı buçuk saat eğitim görüyorlar" şeklinde bilgi vermişti. Kimi Alman subaylar çok daha eleş­ tireldi, Hans Kannengtesser Çanakkale Seferi anı larını yazarken kendi ırkçı önyargılarını saklamayı beceremiyordu: "Gerçekten herhangi bir okula git­ memiş çok sayıda asker ve okuması yazması olmayan, dolayısıyla gerçekten Efendi sayılamayacak bölük komutanları vardı ... Aynca siyahi bölük komutan­ larına rastladım. Haritaları doğru okuyabilen subay

---------------TALİM--------------sayısı çok azdı." Kannengı.esser Osmanlı subaylarını başka nedenlerle de eleştiriyordu, bunların arasında inisiyatif alamamaları da vardı. Bunun nedenini üst rütbeli subayların (albay, yarbay, binbaşı) astlarına tepeden bakmalarına ve onlara çok az yetki vermele­ rine bağlıyordu. Bununla birlikte Kannengiesser'in de kabul ettiği gibi durum her zaman böyle değildi: "Bütün subayların böyle olduğunu söylemek istemi­ yorum. Bağımsız bir kişiliği olup öyle davranan ve hem inisiyatif hem de fikir açısından güçlü, çok sayı­ da subay vardı" (Kannengiesser, 19�7. s. 86). Almanların ayrıca acemi askerlerin memleketle­ rinden uzakta eğitim görmesine ilişkin Osmanlı ge­ leneği hakkında tereddütleri vardı. İmkanları genel­ likle kısıtlı olsa da piyade erleri ve astsubayların eği­ timi için çok sayıda yeni sınıf okulu açılmıştı. Ayrıca farklı cephelerdeki eğitim standartları arasında mu -

azzam farklar vardı. Genel olarak, normal askerlerin temel eğitimi oldukça sıkı bir disipline tabiydi, önce bireysel yeteneklerin geliştirilmesine, daha sonra da küçük birlikler halinde eğitime dayanıyordu. Cephane sınırlı olduğu için her askere yılda �o3o atım hafif silah mühimmatı dağıtılıyordu. Bu­ nun sonucu olarak, birçok asker cepheye çok az ta lim yapmış olarak geliyordu. Hans Kannengiesser' e göre, hayati önemdeki Çanakkale harekatına katılan tümenlerden birinde, "sözde eğitilmiş 3.071 kişi", buna ek olarak 440 eğitimli ve �.734 eğitimsiz acemi asker bulunuyordu. Kannengı.esser, ihtiyat alayla rında askerlerin uygun bir şekilde eğitilmeleri için bol zaman olduğunu da ekleyerek durumdan şık.ayet ediyordu. Bu ihtiyat alayları eğitimdeki ilerlemeye ilişkin her gün tümen karargfilılarına rapor veriyor­ lardı ve Kannengıesser' e göre bu raporlar kimi za -

Yunan Makadonya'ıındakl Stı'lmon cephesinde do,man uçaldanna atef tallml yapan Oımanlı piyadesi, 1917. Alman pllotlar Osmanlı kuvvetlerinin dost ya da dOtman bOtOn uçaklara atet ettlAlnl kaydetmltlerdl ( SDdcı.utachtı Ze/tungı.

21

---------OSMANLI PlYADESl 1914-18--------man "inanılmaz saçmalıklar" içeriyordu. Örneğin, bir tabur günlük raporunda şunu bildirmişti, Bir gün nişangah düzeltme ve süngü talimi. bir başka gün ise "hazırol" ve dönüş eğitimi yapıldığı rapor ediliyordu. Liman von Sanders, komutası altındaki askerle­ rin, özellikle de kısa süre sonra Çanakkale'de İngiliz­ Fransız birliklerinin taarruzlanyla karşı karşıya ka­ lacak olanlann eğitim standartlarını yükseltti. Onlar ve İstanbul Boğazı'na yönelik Rus taarruzu bekleyen birlikler düzenli yürüyüş, savaş ve alarm tatbikat­ lan yaptı. Bizzat Sanders'in ifadesine göre, Ağustos 1916'dan sonra eğitilmesi gereken acemi asker sayısı öyle artmıştı ki Gelibolu'da edinilen eğitim Osman­ lı piyade talimine dahil edılmiş olsa bıle bölük ya da daha üst seviyede taktik eğitime zaman ve fırsat kal­ mıyordu. İngilizlerin Osmanlı piyadesine ılişkin değer­ lendirmesi, onların iyi eğitılmiş ve istikrarlı olduğu, ama özellikle taarruz esnasında yavaş hareket ettiği,

keşif görevlerinde çok az kullanıldığı şeklindeydi. Bu askerler, denildiğine göre, genellikle vasat ya da kötü nişancıydılar; buna karşın İngilizler, Osmanlı keskin nişancılarının Çanakkale harekatı sırasında çok "etkili" olduklarını kabul ettiler. Diğer İngiliz ve Fransız kaynaklan, Osmanlı nişancılığının genelde itilaf askerlerinden, özellikle de "Kitchener'in Ordu­ su" denilen acemi İngiliz erlerinden üstün olduğunu öne sürmüşlerdi. Hans Kannengiesser 1915 yazında bir kez daha özel ayrıntılı bilgiler veriyor, "Ayrıca nişangahlar hazırlanmıştı ve bize, üzerine bir Prus­ ya askerinin kafasının yerleştirildiği yuvarlak Alman nişangahları verildi. Sonuçlar korkunçtu! Bir Alman nişancısının bu sonuçlar karşısında gülmekten karnı ağrırdı, ama Türkler giderek iyi nişan almaya başladılar. Hedef tahtasının tam ı�'den vurulduğu rapor edildiğinde, bunun doğruluğunu bizzat teyit ettim." Çanakkale harekatı sırasında kullanılan cesur, ama yaratıcılıktan uzak Osmanlı taktiklerinin aksine,

SOLDA

Oımanlı plyadNI Gallçya'da alet albnda Nldın eOltlml yapıyor. O aırada, Çanalckııle'de oıc:ıuouncıan clalıa açık fomıuyonda taarruza geçme tallmlne ııOırlık verlllyontu (ônes ve Ozç.ilk kolekalyonu).

SA�DA

Kaflıaaya'dakl uı.ı.m Ordusu", Osmanlı uıc.rıe,ıncıen ve y..ı MOalOman g6n01101erden okıfuyordu; bu ordunun uker1erl 1918'de bir havan topunu a19fl8rbn gOrQIOyor (Aalıerf MOııe FotoOraf Arflvl, lstıınbut).

22

--------------TALiM-------------ı. DOnya Savııtı ııraıında iç Anadotu'da çift h6rg0çl0 develerden olutan Osmanlı ukeri ikmal kervanı. Uçak ise bir Albatrou CIII, muhtemelen Kayserl'cle konutlanmıt 8. 8610k'ten havalanmıt (Fotojlraf: De Nogales).

Irak harekatının başlarında İngilizlerle karşı karşıya gelen ve çoğunluğu Araplardan oluşan kuvvetler geleneksel taktiklerin yanı sıra gerilla taktikleri de kullanmıştı. Bu gayrinizami harp taktikleri, özellikle Güneybatı lran'daki petrol boru hattını kesince, İn­ gilizlerin başına bir süre için büyük sorunlar açtılar. Bu operasyonlar, İngtlizlerin mümkün olan en hızlı şekilde ilerleyerek Bağdat'ı ele geçirmek ve oranın bir gayrinizami ha rp merkezi olmasını önlemek ka­ rarlılığını güçlendirdi. Sonuçta, İngilizlerin giriş­ tikleri zamansız harekat, Osmanlı birliklerinin kısa oyalama muharebeleri ve ulaştırma hatlarını kes­ meleri nedeniyle önlendi. Osmanlılar bundan sonra İngilizleri Selmanipak (Ktesiphon) Muharebesi'nde mağlup ettiler ve bunu binlerce İngiliz askerinin tes­ lim olmasıyla sonuçlanacak olan dört aylık Kutüla­ mare kuşatması takip etti. Doğal olarak, Osmanlı piyade taktikleri, diğer savaşan devletlerde olduğu gibi, savaş sürecinde de­ ğişikliğe uğradı. İlk başlarda taarruzda topluca iler­ liyor, kimi zaman lrak'taki Sabis (Düceyil) Muba­ rebesi'ndeki başarılı karşı taarruzda görüldüğü gibi el bombalarıyla hücum ediyorlardı. Aynı taktikler Çanakkale harekatı sırasında, belki de kaçınılmaz olarak ağır zayiat verme pahasına, k:ıı))amlmıştı. Bu­ nunla beraber 1915 sonunda Bulgartstan'ın savaşa girmesi, Osmanlı İmparatorluğu ile müttefikleri olan İttifak devletleri arasında doğrudan bir ulaşım hattı kurulmasının yolunu açtı; hunun sonucunda yeni si­ lahlarla birlikte, değişiklik yapılmış piyade taktikleri de geldi. Gelibolu Yarımadası'nda İngilizlere karşı yeni ve büyük bir karşı taarruz planlanmıştı. Alman uzmanlar geldi ve Osmanlı ordusu hücum taburla-

rını teşkil edecek seçilmiş erleri eğitti: Bu taburlar Almanların fırtına birliklerinden esinlenmişti. Ama İngilizlerin geri çekilmesi, bu iddialı taarruza artık gerek kalmadığı anlamına geliyordu. Osmanlı pi­ yade taktiklerinde görülen hu değişiklikler cepheye ve talim fotoğraflarına da yansımıştı; hu fotoğraflar, Geliholu'da önceden bitişik nizam halinde ileri doğ­ ru fırlayan grupların yerini hu kez kademeli ve ayn ayn ilerlemenin aldığını gösteriyordu. Bu açıdan de­ ğerlendirildiğinde Osmanlılar da diğer savaşan dev­ letlerin yaptığını yapıyordu. 1917 sonbaharında Osmanlı İmparatorluğu ile Almanya arasındaki askeri ilişkilerde meydana gelen değişiklik de bütün eğitimi Osmanlı subay­ larının üstlenmesi anlamına geliyordu; artık Al­ man gözetimi en az düzeye inmişti. Bu değişikliğin hangi boyutlarda hayata geçtiği bellı değildir, ama yeni Askeri Islah Heyeti Antlaşması çerçevesinde çok sayıda Osinanlı subayının eğitim almak için Almanya'ya gönderildiği bilinmektedir. Bu arada, Liman von Sanders tarafından verilen bir rapora göre, Aralık ı917'ye gelindiğinde Osmanlı devle­ tinde askeri durum o kadar umutsuz bir haldeydi ki ordunun büyük bir bölümüne temel eğitim ver­ mek için bile zaman yoktu: "Ordunun büyük bir kısmında etkinliğin azalmasının esas nedeni Türk Genelkurmayı'nın yanlışlarına bağlıdır. Yaklaşık iki yıldır askerlerin büyük kısmına eğitim için ye­ terli süre ayrılmamaktadır. Küçük ve büyük birlikler uyumlu bir şekilde bir arada teşkil edilmeden dağı­ tılmaktadırlar" (Sanders, 19�0. s. 191-9�). Gerçek­ te, Osmanlı ordusunun bütün çabası kaybedilmekte olan bir ölüm kalım savaşına odaklanmıştı. 23

GÜNLÜK YAŞAM

H

em dostlar hem de düşman bütün kaynaklar, sıradan bir Osmanlı askerinin günlük yaşamı­ nın 1. Dünya Savaşı'na katılan diğer devletle­ rin askerlerine göre çok daha zor olduğu konusunda aynı görüştedirler. Kendisine verilmiş sevgı. adlandırmasıyla "Mehmetçik" - İngilizlerin askerlerine "Tommy Atkins" ya da Amerikalıların "Doughboy" demeleri gibi- çağının en dayanıklı askerlerinden­ di. Neredeyse her zaman kötü gtytmliydi ve kötü besleniyordu. Filisttn'de ya da Irak'ta görev yapmak için donatılmış askerler kışın birdenbire Kafkasya cephesine gönderilebiliyordu. Nakliye ve muhabere problemleri yüzünden zaten kısıtlı olan standart is­ tihkakın sadece üçte biri dağıtılabiltyordu. Cephede, açık arazide kalma, açlıktan ve hastalıktan meydana gelen ölümler dehşet vericiydi. Ortadoğu'da bile, özellikle de Suriye'de, aylarca yarım istihkakla yaşı­ yorlardı; zaten yemek bulamaç ve sudan ibaretti ki bu durum dayanıklı Osmanlı piyadesinin midesini bile nihayetinde isyan ettirdi. Cephe gerisindeki durum da daha iyi olmadığından, yiyecekler genellikle ikmal

Çanakkale Savatı'nın en hareketti günlerinde, Ekim 1915'te Palamutluk yakınlanndakl 25. Piyade Alayı'nın kerpiç kulübeleri (FotoOraf: Kannengleaaer).

24

hattında görevli askerler tarafından yeniyordu. 1917 yılının sonlarında yazılmış ve Suriye'den gönderilmiş bir rapor durumu şöyle özetliyordu: "Dördüncü Ordu'nun yiyecek stoku o kadar korkunç bir durumda ki asker başına yalnızca 350 gram un, hayvan başına da �.5 kilogram yem verilebiliyor. Eğer nakliye im.kanları iyileştirilemezse bu duruma daha ne kadar dayanabileceğimiz kuşkulu" (Hüseyın Hüsnü Emir'den alıntılayan Emin, 1930, s. �5051). Cephedeki subaylar normal olarak askerlerin­ den biraz daha iyi yaşıyorlardı, bu arada Mehmed Fasih'in Çanakkale günlüğüne �ı Ekim 1915'te düştüğü notta görüldüğü gibi, nadiren ziyafetler de oluyordu; "Suriye heyet-i edebiyesi Alaya gelmiş ve zabitana Şam baklavası göndermişler. Birer dilim yedik." Askerler normal olarak yanlarında iki ya da ge­ rekiyorsa üç günlük kumanya taşıyorlardı, ama Ocak 1915'te Sina Yarımadası'na düzenlenen Osman­ lı saldırısı sırasında her asker beş günlük kumanya taşımıştı. Osmanlı lmparatorluğu'nda gıda üretimi

------------GÜNLÜK YAŞAM------------

1914'te büyük bir darbe yedi, çünkü seferberlik ilanı hasadın büyük bölümünün toplanamaması anlamına gelmişti. Çok geçmeden açlık baş gösterdi ve İngiliz Ordusu istihbaratı hazırladığı Handbook ofthe Turkish Anny'de (Türk Ordu.su Hakkında Elkttabı) yer alan bir notta şöyle bir gözlemde bulunuyordu: "Savaşta aske­ rin çok az yiyeceği bulunuyor; tayın, 680 gr ekmek ile sebze veya pirinçten oluşuyor. Nadiren et veriliyor, maaş ise nadiren ödeniyor." I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusunda görev yapan yabancı subaylar askerlerin beslenme düzeni karşısında sık sık dehşete düşüyorlardı. Örneğin Kannengiesser, beslenme düzenini "dai­ mi olarak bulgur ya da bakla ya da fasulye" diye tanımlıyordu. Bu Alman subayı, sırtlarına maşrapalar ya da eski petrol kutuları yüklenmiş küçük eşeklerin cepheye nasıl yiyecek taşıdıklarını anlatıyordu; her kabın üstüne, içindeki yemek dökülmesin diye örtü konmuştu. Yiyecek ise korkunç bir şekilde eski araba yağı kokuyordu, ama askerler yine de durumlarından memnun görünüyorlardı. "Bu gerçek bir savaş değil," diye şakalaşıyorlardı birbirleriyle, "her gün yemek çıkıyor." Bir şikayetleri olup olmadığı sorulduğunda ya tek tek ya da toplu olarak "Eji Uyiyiz] Bey" ya da "Eji [İyiyiz] Paşa!" diye bağırarak cevap veriyorlardı. Bunu kendi Osmanlı subay veya astsubaylarının görüş alanı içindeyken mi söyledikleri belirtilmiyor. Hans .Kannengtesser daha sonra komutası altındaki asker­ lerin sekizer kişilik gruplar halinde bir sini etrafında oturup yemeklerini yediklerini anlatıyor: "Her biri çorb aya bir parça ekmek atıyor, sakin ve vakur bir

ed ayla, hiç telaş etmeden, kaşığıyla ekmeği alıp yi­ yordu. Açlık ne denli büyük olursa olsun kimsenin bir başkasının lokmasına göz koyduğunu görmedim" (.Kannengiesser, 19�7. s. 148-49) . İyi ikmal edilen cephelerde hile yiyeceğin ka­ litesi kötü olmakla birlikte, kimi Batılı gözlem­ ciler tarafından yapılan yorumlar temelde sağlıklı olan Türk-Ortadoğu beslenme düzenine karşı bir önyargıyı da yansıtıyor. Çanakkale harekatının büyük bir kısmı boyunca İstanbul'da bulunan Ein­ stein, 16 Temmuz 1916'da kentin kuzeyindeki Yeniköy'e çoğunluğu Araplardan oluşan birlikler yerleştirildiğini yazıyordu: "O kadar acemiydiler ki, siperlerde mevzilenecek duruma gelmeleri için bile çok uzun zaman gerekiyordu. Öğleleri kalaylanmış demir kazanlar içinde onlara pilav taşıyorduk - bu pilavı bizim köpeklerimiz bile yemezdi. ama bu onların tek yiyeceğiydı." Her tümenin kendine ait mutfağı vardı ve çok miktarda ekmek pişirmek için fırınlar inşa ediyor­ lardı. Çanakka)e'de ve Galiçya'da bunların yerini di­ ğer birçok orduda da kullanılan sahra mutfakları al­ ınıştı. Bu arada, asıl cephelerden uzakta, sakin bölge­ lerde mevzilenmiş birliklerin tamamen unutulduğu oluyordu. Örneğin Manisa, BatıAnadolu'nun verimli tarım alanlarının ortasında yer alıyordu ve demir­ yolunun üzerindeydi. Buna rağmen yine de savaşın sonlarına doğru buradaki garnizon gerçek anlamda açlıktan kınlıyordu (Toynbee, 19�3. s. 14�). Osmanlı askerlerinin yoksun kalamadıkları tek şey bol miktarda iyi, temiz içme suyuydu. Bereket

25

----------OSMANLI PİYADESİ 1914-18---------

Do0ıı Anııdokinun karlı ..ı.ınde bir Alman clııO topçu betaryMına yırdım eden Oeınınlı .ı.te,t (On. w ôzıçeılk Kolıkslyonu).

versin ki Gelibolu Yanmadası'nı savunanlann bu­ lunduklan mevziler bu açıdan istilacılara oranla çok daha iyiydi. Neredeyse daima hakim arazilerde olan bu mevziler, Türkiye'nin bu nispeten verimli kısnu­ nı yazın en sıcak günlerinde bile susuz bırakmayan kaynaklan kontrolleri altında tutuyordu. Görünen o ki, bu, Osmanlılann gözünde diğer askerler için ol­ duğundan daha önemliydi, çünkü Kannengıesser'in dediği gibi: Bir Türk yalnızca çok su içmekle kalmaz, aynı zamanda suyu bilir ve tıpkı bizim şarap rurleri­ ni ayırt etmemiz gibi o da su türlerini ayırt edebilir."

Saj)dan ikinci subay hartç ilnlfonnalanna bakıklıQında bir piyade alayından olcluklan anlatılan bir helyograf takımı (Aakerf Milze fotoOraf Arflvl,

latanbul).

26

Osmanlılar için suyun mıktan kadar kalitesinin de önemini özetleyen .Kannengtesser, "Türk"ün bir as­ ker olarak susuz kalmasının imkansız olduğunu ileri sürer: "Eğer suyumuzu tankerlerle Gelibolu'ya getir­ mek ve eşek sırtında yukanya, siperlere taşımak zo­ runda kalsaydık, Türk askerlerinin direnci keşinlikle tamamen kırılırdı" (.Kannengıesser, 19�7. s. 17�). Osmanlı askeri için, temiz su ve tüfeği için gerek­ li cephane dışında, bir diğer hayati ihtiyaç tütündü: "Kimi zaman Mareşal'den [Liman von Sanders] sa­ dece cephe hattında dağıtılmak üzere kolilerce siga­ ra geliyordu. Siperlerde gözetleme noktalanna yer­ leşmiş her askere, 'Sol elini arkanda tut' demekten ayrı bir zevk alıyordum. Eline her zaman iki sigara tutuşturuyor ve çok nadir olarak 'Teşekkür ederim' sözlerini duyuyordum, ama onlann, bu cesur asker­ lerin ne kadar müteşekkir olduğunu hissediyordum" (.Kannengıesser, 19�7. s. 15�-53). Osmanlı askerinin yatacak yer bulma beklentisi çok daha sınırlıydı, büyük çoğunluğu yoksul kırsal bölgelerden geliyordu ve yerde uyumaya alışkındı: "En alışık olduklan şey, gece yüklükten çıkarılıp yere serilen halılar ve minderlerdı" (.Kannengiesser, 19�7. s. 1 48-49). Mehmed Fasıh'in sık sık düşman uçaklanndan söz etmesi, İtilaf devletlerinin hava hakimiyetinin Çanakkale cephesindeki Osmanlı eğitim kamplan üzerindeki etkisi konusunda Batılı askeri tarihçilerin ortaya attığı iddialarla çelişmektedir. Bir hava bom­ bardımanı sırasında bir un deposunun yerle bir edil-

------------GÜNLÜK YAŞAM------------

Bir Osmanlı piyade blrllOI Irak cephnlne nakledlllyor. Subayın arkasında en az bir davulcusu olan mızıka takımı bulunuyor (Askeri MOze FotoOrat Al'flVI, İstanbul).

mesinin tayınların aniden kısıtlanmasına neden ol­ duğu düşünülür, bu arada Fransız uçağı Çanakkale'nın Asya yakasındaki Kumkale'de bulunan depolara yö­ nelmiştir. Savaştan sonra General Billy Mıtchell ta­ rafından yönetilen bir Amerikan soruşturmasında, böyle bir hava bombardımanının etkisi konusunda yöneltilen soruya verilen cevapta, bir Türk binbaşı İtilaf devletlerinin hava üstünlüğünden dolayı Ge­ libolu'daki bütün ikmal maddelerinin ve birliklerin gece intikal ettirildiğini söylemiştir. Gündüzleri ya­ pılan bütün intikal ve hareketler hem havadan hem de denizden yapılan bombardımanla engelleniyordu; bunun sonucunda konvoylar dağılıyor, at arabaları harap oluyor, yük hayvanları ölüyor ve uzun gecikme­ ler meydana geliyordu. Üstelik, Fransız uçağı sık sık Soğanlıdere'deki dinlenme kampına saldırıyordu; bu nedenle beyaz Osmanlı çadırlarının kamufle edilme­ si gerekmişti. Sonuç olarak, bu kamptaki -ya da baş­ ka herhangi bir yerdeki- askerler tepenin yamacına kazılan yeraltı sığınaklarında barınıyorlardı. Ama ne var ki bu onları hava bombardımanından çok, kışın soğuğundan korumaya yönelik bir tedbirdi.

Osmanlı askeri, gözüpek ve korkusuz olmasına rağmen, müttefikleri ve düşmanları gibi o da hastalıklara karşı savunmasızdı - özellikle de yeter­ siz beslenmeden dolayı zayıf düştüğünde. Osmanlı ordusunun sıhhiye hizmetleri merkezi olarak düzenlenmişti ve aniden meydana çıkan sorunlarla başa çıkamadıkları anlaşılmıştı. Ordunun boyutları göz önünde bulundurulduğunda, vasıflı sıhhiye per­ soneli sayısı çok azdı ve Osmanlı kayıtlarına göre ı.�o� doktorun ezici bir çoğunluğu Müslümandı, aynca 9 Rum, 17 Ermeni ve 3 Yahudi doktor mevcuttu. ı.353 ihtiyat cerrah daha fazla çeşitlilik gösteriyordu: 5�8 Müslüman, 331 Rum, ��9 Ermeni, 116 Yahudi ve 79 Katolik Maruni. Sekiz kişiden en az biri hastalıktan ya da savaştan ölecekti (Emin, 1930, s. �5�). 1. Dünya Savaşı'na katılan Osmanlı ordusuyla il­ gili olarak hala bunca ayrıntılı bilgi ortaya çıkmasının bir nedeni, Osmanlı'nın boğucu bürokrasiSi, birçok Alman danışmanı çileden çıkaran kırtasiyecilik tut­ kusudur. Osmanlı İmparatorluğu ile müttefikleri arasındaki sürtüşme yıllar geçtikçe daha da arttı ve Osmanlı askerlerinin siperlerinde, Queen Elizabeth 27

---------OSMANLI PiYADESİ 1914-18---------

adlı İngiliz savaş gemisi Gelibolu Yanmadası'nın önünde battığında yaptıklan gibi, "Allah büyük. Almanya büyük" diye bağırdıklan anlar seyreliyordu. Kimi Almanların da kabul ettiği üzere, İttifak devletlerinin çoğu danışmanı Osmanlıların ya da Müslümanların iş yapma usullerini anlamakta güçlük çektiği için, işbirliği yapmak iyice güçleşiyordu. Daha da kötüsü, imparatorluğun İslami mirasına pek saygı göstermiyorlardı ve birçok Alman subayı kendilerini hem Türk hem de Arap subaylardan ve insanlardan üstün gördüklerini açıkça belli ediyorlardı. öte yan dan, Türk milliyetçiliği duygularına sahip olan daha genç Osmanlı subaylan kendi ordularında ikinci sınıf asker muamelesi görmeye içerliyorlardı. Gerginlik,

191 7 yılında Yıldınm Ordular Grubu'nun kurulması ile birlikte doruk noktasına çıktı. Esas olarak lrak'ın istilacı İngilizlerden geri alınması için kurulmuş olan Ordular Grubu, Alman subaylannın sadece üst rüt­ belerdeki kadrolarda bulunacaklan, tamamen Türk askerlerden oluşan bir kuvvet olarak düşünüldü. Ne var ki, böyle bir komuta yapısı Osmanlılann itirazıyla karşılaştı ve harekat ertelendi. Filistin cephesi İngilizler tarafından yanlınca, artık büyıik ölçüde Türkler tarafından komuta edilen Yıldınm Ordular Grubu, kaderi önceden belli bir durumu kurtarmak üzere o cepheye sevk edildi.

Çanakkale ıeferlnde bir dlnlenme alanındaki barınaklar. Kısmen kum tortııılanyla doldurulmut olan bu bannaklar uzun menzllll topçu atetlnden korunmak amacıyla tepelerin gerisine yapılmı,ıardı (Ôrsea ve ôzçellk Kolekslyonu).

d�işimlere de tanıklık edildi; 19. yOzyıl sonlarında başlayan ve savaş sona erdikten sonra zorla dayatılan "Batılılaşma· ve "liberalleşme• �ilimlerinin devamı da bu �işimlerin içindeydi. Bunlar, �itimli seçkin sınıfa mensup bazı kadınların giyimlerine de yansıyordu. Ama buna karşılık, geleneksel ba!jlılıklar özellikle de saraya yakın çevrelerde derinlere kök salmıştı. Bu resimde görOlen yaralı binbaşının Ozerindeki tarzda, savaşın sonuna do!jru sahadaki subaylar tarafından giyilen kaba Oniformaıar ile sultanın Muhafız Alayı'nda görev yapan yOzbaşının mOkemmel gôriinümlü üniforması arasındaki tezat bu noktayı yansıtıyor.

/

\·-I

KIYAFET VE SİLAHLAR

O

smanlı İmparatorluğu'nun savaşa Almanya' nın müttefiki olarak girmesi, İttihat ve Terakki hü­ kümetinin kimi üyelerini sevindirmiş olsa da, Enver Paşa bile ordunun özellikle ikmal bakımından na­ sıhayıfolduğunu biliyordu. 6Ağustos 19ı4'te yeni müt­ tefiklerine Osmanlı ordusunun �00.000 tüfek, 500.000 top mermisi, aynca çeşitli başka teçhizata gereksinim duyduğtınıı anlattı. Bu talep Llınan von Sanders tarafın­ dan onaylandı ve bunu daha sonra mayın, obüs, kamyon,

Surtye cephNlndı genç ilk' ınoıazım..t ..... ıcı ıı.,çavı,, muavini. Bu rNlrndııldlır muhlıımılıın Şım wya Adına Yllayııllııdıocl, ıaıdıceıc.llye...._Anpaıkarleı1yle•nırtıclıOldl(ôrwve Ozçeııc Kolıkılyonu).

30

elektrik donanımı, üniforma, bot, battaniye ve konserve yiyecek gibi talepler takip etti. Bunlann çok azı Osmanlılar savaşa girmeden önce temin edilebildi, batta savaş sırasında bile bazı ikmal maddelerinin kıtlığı had safhadaydı. Osmanlı İm paratorhığu da bu duruma bir çözüm bulamıyordu, çünkü kendi sanayi temeli çok zayıftı. Kimi karmaşık askeri malzemeler söz konusu olduğunda, impara­ torluk tamamen İttifak devletlerine bağımlı kalıyor, bunlan düşmandan ele geçirilmiş her tür malzemeyle tamamlıyordu. Bir tarihçinin söylediği gibi: "Mükem mel muharip askerler olabilirler, ama kahramanların bile mermilere, silahlara ve botlara ihtiyacı vardır" (McCarthy, �ooı, s. 103). Liman von Sanders bu sorunları ilk elden görüyordu ve daha sonra Kasım 1916'da Kafkasya cephesinde sava­ şan bir tümen komutanı tarafından yazılan bir rapordan şu kısmı alıntıladı: "Yiyecek ve kalın giyecek yokluğun­ dan dolayı büyük kayıplar verildi. BirçOk Türk askeri ince yazlık kıyafetler giyiyordu, ne kaputlan ne de botlan vardı. Ayaklar çaputlarla sanlmış. parmaklan dışarı fır­ lamıştı... Böyle bir durumda tam mevcutlu müfrezelerin kar fırtınasını ya da diğer ağır hava koşullarını takiben, mağaralarda açlıktan ve soğuktan ölmüş halde bulunma­ ları hiç de şaşırtıcı değildi" (Sanders, 19�0. s. ı3ı). Başka yerde, Sanders, Galiçya cephesine gönderilen Osmanlı kolordusunun, müttefikleri etkilemek isteğiyle. farklı bir standartta donatıldığını not ediyordu. Bu XV. Kolordu'nun makineli tüfekler konusundaki kaçınılmaz zayıflığı. bile, ele geçirilen Rus silahlarınınAlmanlar ta­ rafından Türklere devredilmesiyle Çôzüınlendi, bu du­ rum Galiçya harekatı devam ettikçe sürdü. Osmanlı ordusu. kısa bir süre önce geleneksel laci­ vert üniforma yerine haki üniformaya geçmiş olmasına karşın. I. Dünya Savaşı'na katılan ordular arasında en düzensiz üniformaya sahip orduydu. Kapsamlı bir teni el kitabı bile hazırlanmıştı, bu kılavuzda yeni haki üni­ formalann nasıl olması gerektiğini gösteren bir de resim vardı. Savaşın başlangıcında cephedeki çoğu Osmanlı

----------KIYAFET VE SİLAHLAR----------

Anıp Ayaldanmuı'nın ardından baflayan va çok uzun ıilran Medine kuptmuı Sll'Qlnda, kant dlflndald aavunma mevzllarlnl teftlf eden Fikri PBf8 (Şehltler MOZNI, Amman).

askeri bu talimatlara göre giymiyordu,ama savaş uzadık­ ça, renkte, kesimde, cep sayısı ve yerlerinde vb. artan bir çeşitlilik baş gösterdi. Cephe gertsinde ise Osmanblar ı9ı4,'te silah altına alındığında btle çok çeşitli ünifor­ malar boy göstermişti; bunların arasında kırmızı şeritli, koyu kahverengi eski redif ünifornı.ası, mavi pamuklu eski yazlık üniformalar ve daha açık ucuz haki üniforma­ lar vardı. Bazen askerler silah altına alındıktan haftalarca sonra bile hala basit ıpamuklu köylü elbisesi giyiyor, sa­ dece kafalarındaki askeri başlık ya da sırtlarındaki kaput onlann asker olduklarını gösteriyordu. Kannengtesser'ını "kahverengi-grt renklı" diye tarif ettiği0smanlı ünifonnası,onagöre"Gel.1bolu'nunçamur rengi"yle büyUk bir uıyum içindeydi. Ama bu cephedeki bütün askerler bu uygun üniformalar içinde değillerdi, Einstein5 Mayıs ı9ı5)e şöyle bir yorumda bulunuyordu: "Askerler çok genç dleğillerdi ve eski tan üniformaları da yırtık pı.rtıktı." İki ay sonra, İstanbul'u savunmak için başkentte kalanlar arasında bile her şey daha da kötüleş­ mişti: "insanın sokaklarda görm eye alıştığı ı.abıtalar bile cepheye göndertlmişıti ve onlann yerini fitilli kadifeden üniformalarıyla yaşlı muhafızlar almıştı." Kışın yaklaş­ ması, Çanakka)e'de uavaşan askerlere gartp bir tasnife tabi tutulmuş sözde kalın elbiselerin gönderilmesi an­ lamına geliyordu, bu elbiseleri başkentin hayırsever in­ sanlan bağışlıyorlardı. Ne yazık ki bu gtystlerin arasında modaya uygun ama pratik ol.mayan çamaşırlar ve ayalc­ kabılar vardı. Diğer laynalclar. İtilaf askerleri Gel.1bolu Yanmadası'm terk ettikten sonra, Osmanlı askerlerinin istilacılardan geri ka1an her şeyi tam anlamıyla yağmala­ dıklannı kaydediyordu, bunun sonucunda üniformalar daha da tuhaf bir çeşiıtlilik kaz.anmıştı.

O dönemden kalan fotoğraflar ve yazılı evraklar. sırt çantaları ve diğer benzeri donammm bulunduğu yerler­ de durumun çok da kötü olmadığını gösteriyor. Bunların içinde yeşil su geçirmez branda bezinden sırt çantası, kahverengi palaska, çift kütüklük., su matarası, kuman­ ya torbası, diğer askerlerle paylaşılan çadırın bir kısmı ve bir kaput vardı. Her 12 kişiden biri kazma, üç kişiden biri kürek, on kişiden hırt bakır tencere taşı yordu. Sırt çantasına bir askerin bütün teçhizatı sığıyordu; bunla­ nn içinde bir çift yedek postal da bulunacağı varsayılırdı ama aslın­ da bu lükse çok az asker sahipti. Askerler, sırt çantalarının ağırlı­ ğını ön tarafta taşıdıkları kütük­ lülelerle dengeliyorlardı. Aynca sırt çantasının kapağının altında da 3o atımlık yedek cephanenin

MauNrtOfeOlyletam ı.çtılzatlı bit Oamanlı plyadnl. Gerçekte Oamanlı ontuaunun yalnızca bir kısmı -6zelllkle de UV8Jın eonuna doQru- bu ,ekllde iyi donalımlıydı (Askeı'I MQze Foto0raf Arflvl, latanbul).

31

---------OSMANLI PlYADESl 1914-18---------

Kuzııybııtı lran'da bir lıanıgltwı dekore edllmlf glıtfl. Oemanlı orcıı.u burada v-'11 niiMı.rı des1ıejilnl kııraıımak amııcıylıı aıkerf llf'ltııaa gıleııılcaıl iııamıtırzı 6ne çılcarmıp (Or.e V9 � Kolıkılyonu).

konduğu bir cep bulunuyordu; İng:ı.liz gözlemcilere göre bu cebe ancak başka bir askerin yardımıyla ulaşılabilir­ di. Keçe kaplı bir matara sırt çantasının kapağına açılmış il.ığe lastikli bir çengelle tutturulmuştu, ama bu matara­ lann tapon mal olduğu söyleniyordu. Dert kütüklt.ılcler kemere asılıyor ve kolayca takılıp çıkarılabiliyordu. Her biri beş atımlık dört fişek bağı alan altı cepten oluşuyordu. Böylece bir asker kemerinde ı �o. sırt çantasında da 3o fişek taşıyordu. Ne var ki, o dö­ nemden bugüne kalan hem fotoğraflar ve hem de yazılı evraklar I. Dünya Savaşı sırasında birbirinden çok farklı fişek taşıma yöntemleri olduğunu gösteriyor; bunların içinde sık sık bele sarılan veya göğse çaprazlama asılan eski moda fişek şeritleri de bulunuyordu.

Çadır küÇUk deliklı kahverengi branda kumaştan olu­ şuyordu, aynca parçalara aynlarak sırt çantasında taşına­ bilen kazıklar ve direkler vardı. Her iki ucu kapalı bir ça­ dır normal olarak dört parçadan oluşuyordu, öte yandan daha fazla parça kullanılarak daha büyük bir çadır da elde edilebilirdi. Siper kazma aleti süııgüııün altında deriden bir ilmeğe tutturulmuştu, ama bu alet, İngilizlerin değer­ lendimıesine göre küÇUk ve haftfti, bu nedenle yumuşak toprak dışında neredeyse hiçbir şeyde işe yaramıyordu. Osmanlı ordusunu mütteftklerınden ya da dtiş­ manlanndan ayıran en önemli unsur başlıktı. Osmanlı İmparatorluğı.ı'nun özgün başlığı, 19. yüzyılın ortala­ nndan Atatürk'ün iktidara yükseldiği 19�o'lere kadar, lacivert ya da siyah püsküllü kırmızı festi. 19. yüzyılın sonlarında Türk tam kalpak Osmanlı ordusundaki atlı birlıkler ve subaylar tarafından giyilmeye başlandı; bu, altın sırma şeritlerle süslenmiş, üst kısmı kırmızı ku­ maşla kaplı, genellikle kuzu postundan yapılmış, siyah ya da koyu kahverengi bir başlıktı. Ne var ki, Osmanlı Har­ biye Nazın Enver Paşa I. Dünya Savaşı'nda kuUanılan en gartp başiıklardan birini giyiyordu. Bu, genellikle erwe­ rı� diye bilinen ve uzaktan kolonyal şapkayı andıran bir tür kabalaktı ve yaygın olarak kuJJanılan koyun derisin­ den kabalağın yertnı almak üzere tasarlanmıştı -ama bu her yerde gerçekleşmedi. Bu arada Arap kökenli birlilder normal olarak kefiye diye bilinen geleneksel başörtüsü kullanıyorlardı. Erwerı� bir kasnağın çevresinde zıt yön­ lerde bağlanmış iki haki kumaş şeridinden oluşuyordu. Bu şeritler, başlık muhafazalı olsun ve kulakları sıcak tutsun diye kısmen çözük olabiliyordu. Elbette ki, Osmanlı ordusu bütünüyle müttefikleri­ ne bağımlı durumda değildi, yine de yerel üretim büyük oranda üniforma imalatına yönelmişti. Savaştan önce, pamuklu kumaş üretimi yılda ortalama 1.000 tondu, buna yeni fabrikalarda yapılan üretim de dahildi. Buna rağmen, 50 kat fazlasının ithal edilmesi gerekiyordu.

••• 1 -·· 30 -. 31 .9 �.• ',_/ . �

32 •

.

33

� ',�24

. · � · 20 .,( 1 , \ ' �� \ . ;oıı,. � . ·. r. / -�--�-. �· � 21 . • -� 1.· � /jj34 35 36 37 - -. ı ı ı·

�,-

:ı � .,

22 �

23



.

;,_ .. ;. ; .

10

'

l

,



-'l! rJ ·

.

,.

k••' ·:.· ,.• ·'.-

• �. _,.,,

,.\:

....

1.1 5

,

�.

�=:]2s

c... . ..

� ''21

@§.�\5

]2a

c:ı ı:i:ı § �Dc!J �

ı

2 @�� 9

mimi lrTIJI Bı�ıı 40

41

44

47

48

---------OSMANLI PlYADESl 1914-18---------

1. Balkan Savaşı'nda kaybedilen Rumeli topraklan bu bakımdan çok önemliydi, çüııkü devletin sınırlı sınai üretiminin çoğu bu bölgelerde yapılıyordu. Bu nedenle, 1914'e gelindiğinde Osmanlı fabrikalarının neredeyse tamamı İstanbul'la sınırlı kaldı, birkaçı da Batı.Anadolu ve Karadeniz kıyısındaydı. Geleneksel Osmanlı ayakkabıcılık zanaatı 19. yüzyıl boyuncaAvnıpa veAmerika'dan yapılanithalat karşısm­ da çöktüyse de, kısa bir süre önce bu sektörde önemli bir canlanma gözlenmişti. Bu nedenle, 1914'te savaş patla­ dığında -moda pazan dışında- çok az ayakkabı ithalatı yapılıyordu (Quataert, 1994, s. 9o3-o4,). ôte yandanye­ rel üretimin kalitesi, özellikle de postallarda, büyük bir hayal kırıklığıydı. Kahverengi deriden yapılması gereken postallar haki tozluklarla birlikte giyiliyordu, ancak ihti­ yat askerlerin kimi zaman tozluklu geleneksel yemeniler giydikleri görülüyordu ve 1917 yazma gelindiğinde bazı subayların bile giyecek doğru dUzgün postalı yoktu.

Gallçya'da Oemanlı ıııçaı lfbe9ındll. Tepeleıtn ters Yffldekl yamaçwını kullınanık nlıpelırl gOvenlf tıamııklır yıpma y6nlıımlne Çanılckale'de de raallımıfllk (Aıkeıf MO:ııe Foıoonıt Aı1M, İılanbul).

34

Osmanlı ordusu, müttefikleri tarafından üretilen ünifonnaları da ithal etmek zorunda kaldı, ama bu zo­ runluluk Osmanlı askerlerinin göıiinümünde beklen­ medik sonuçlara yol açtı. Örneğin Ermeni askeri Bedros Sharian 1917'de Filistin'de hıgilizlere teslim olmaya ça­ baladığında, teslim alanlar onun ne Osmanlı askeri ne de Hı.ristiyan olduğuna inanmayı reddettiler, çüııkü ünifor­ mas1Almanya'da yapılınıştı (Pye, 1938, s. ı3ı-,ı.3). Silahlar neredeyse bütünüyle Alman tasarımı ve Al­ man kökenliydi; Mehmetçik genellikle en temel mal­ zeme olan Mauser tüfekler, Alman modeli süngüler ve kılıçlarla donanmıştı. Çoğu subay beylik silahını kendisi satın alıyordu, bunlar genellikle ticari tasarım Avrupa ta­ bancalarıydı, bazılarında da Mauser otomatik tabancaları vardı. 1915'te silah kıtlığı zaten çok belirgindi, Einstein askerlerde doğru düz.gün silah ve teçhizat kalmadığını not ediyordu. Bu sorunlar giderek daha ciddi bir boyut kazandı. Liman von Sanders, 14 Mart 1916'da Osmanlı Harbiye Nezareti'ne çektiği bir telgrafta, yakın zamanda teftiş ettiği bir alayda 8.000 asker için sadece 1.050 tüfek bulunduğundan şikayet ediyordu. Daha da ötesi, bu tüfek­ ler değişik modelleııieydi. fişek bağlan yoktu ve tüfeği olan bırçokaskerin de tabancası ya da süngüsü bulunmuyordu. İngtl1z istihbaratına göre, savaş patlak verdiği sırada Osmanlı ordusunun 7.65 mm çapmda yaklaşık 500.ooo, buna ilaveten 9.5 mm çapında :zoo.ooo civarında Ma­ user tüfeği bulunuyoııiu. Buna ek olarak, muhtemelen çoğu 18ı7-78 savaşından kalma 500.000 Martini-Henıy ve Martini-Peabody tüfek vardı. Ayrıca modası geçmiş Remıngton ve Winchester tüfeklerinden oluşan yedek stok bulunuyordu; gerçi bunların da cephanesi azdı. Sonuç olarak Surtye'de ve diğer iç bölgeleııie bulunan çok sayıdaki birliğin, Mauser ile aynı kalibrede cepha­ ne kullanacak şekilde tadil edilmiş Martini'lerin yanı sıra, Martini-Henıy'lertn, Martini-Peabody'lerin ve Remıngton'ların da içinde olduğu fevkalade çeşitli silah­ larla donatılmış olmasında şaşılacak bir şey yoktu. Kimi yerlerde askerlerin tüfekleri bile yoktu ve tabancalarla idare etınek zorunda kalıyorlardı (Anon, 1916, s. 10-11).

-----------KIYAFET VE SiLAHLAR---------Suhaylann normal olarak kılıç ve toplu tabanca­ lan vardı. Venezuelalı paralı asker De Nogales Mau­ ser tabancalardan, özellikle de Doğu Anadolu'da Van kuşatması sırasında Ermeni isyancıların kullandık­ larından etkilenmişti: "Bu silahlar, lasa mesafeden ateşlendiğinde korkunç; onların etkisi ancak maki­ nelı tüfeklerle kıyaslanabilir, tetiğe bir dokunuşta hedefe bir yerine dürt ya da beş mermi yağdırabili­ yorlar" (De Nogales, 1926. s. 68). I. Dünya Savaşı'nın son ilci yılında cephe:deki Osmanlı piyade birliklerine ve özellikle de subaylara, mükerrer ateşli parabellum tabancalar (luger) verilmişti. Savaş sırasında en çok makineli tüfek eksikliği çekiliyordu. Balkan Savaşlarında kaybedilen bü­ yük miktarda malzemeden sonra, ı914'te Osmanlı ordusunda çok az sayıda Alman Maxim ve Fransız Hotchkiss makineli tüfek kalmıştı. 1. Dünya Savaşı boyunca Osmanlı ordusu, aralarında "ticari" model 1909 makineli tüfellderle Alman ordusu tarafından kullanılan MGo8 makineli tüfeklerin de bulunduğu çok sayıda Alman Maxim tüfeği de almıştı, ama bu hiçbir zaman yeterli. olmadı. El bombaları konusun­ da da benzer bir sılontı vardı, bu bombaların çoğu Osmanlıların mütt·efikleri tarafından sağlanıyor, bir bölümü de lstanbul'da üretiliyordu. Hepsi mu­ harebede kullanılmadı, Mülazım-ı sanı Mehmed Fasih'in 3 Kasım 1915 tarihinde günlüğüne not etti­ ği gibi, "Kapalıda, "emkorlarda?" kullanılmak üze­ re iki tane bombad:an lamba yaptım. Türk zabitliği böyledir. Yok ise yaıratacak ... Bu bombanın nihayeti bir tüfek bombası. Kapsülü ile tıkayıverdim. Patladı ama bir kaza olmadı.." Standart süngülere ek olarak, birçok Osmanlı piyadesi yakın muharebede eline ne geçerse veya ne imal edebilirse onunla savaşıyordu. Çanakkale harekatı sırasında ıdost düşman herkes, Osmanlı­ ların siper savaşlal'.lnda kullanmak üzere postalla­ rına ya da palaskalarına sıkıştırdıkları hançerleri kullandıklarını gö:demledıler. Zayıf tahkimatlar ve siper kazma alet edevatının azlığı, Osmanlı pi­ yadesinin bunları düşmandan ele geçirmeye istekli olduğu anlamına ge:liyordu. Terk edilen malzeme­ ler arasında İngiliz gaz maskeleri de vardı; Alman danışmanlar Osma .nlı askerlerinin ele geçirilen bu maskelerle nasıl eğlendiklerini hatırlıyor. Os­ manlı piyadesinin böylesi bir korunma yöntemine gerçekten başvurduığunun kayıt altına alınmış tek örneği Galiçya'da ı�az saldırısına uğradıkları du­ rumdu.

� ınıldılH tııırtılyılırlııdın blrlndın 1d aılcıııf eo,..,ı:t ve I*' 0enwıh ..ıı.rt, Şam'dıı l*'tııraırrwı ılıfwrlf edlyortar (&ad Uluıııl KOlilphınNI, Şam).

...oıncıı

Üniformalar ve el bombalarından başka öteki askeri malzemelerin küçük bir kısmı da Osmanlı lmparatorluğu'nda üretiliyor, lstanbul'da ve çev­ resinde en az üç cephane fabrikası bulunuyordu. En azından 1915'te bunların gece gündüz çalıştığı ve 4.000 kişi istihdam ettiği söyleniyordu. Bununla birlikte, günde 300 ton kömür kullanmak zorunda olmaları stratejik bir zaaf­ tı. Bu yakıt Zonguldak'taki madenlerden geliyor ve bu güzergah Rus donanması tarafından kesilmeden önce gemilerle taşınıyordu. O zamandan sonra kömür yalnızca mavnalarla ya da dağlardan yük hayvanları nın sırtında taşınarak getirilebildi.

Bit kıamı ç6z01m0t enverfy9 pplıUıyla bir subay (ônes ve ôzçeılk Kolekslyonu).

35

İNANÇ VE AİDİYET

B

ütün askerler gibi, Osmanlı piyadesinin de sa­ vaşta en dolaysız motivasyonu arkadaşlanna duyduğu sadakatti. Bunun arkasında, kimi ta­ rihçilerin iddıalanna göre, ara sıra çatışan çeşitli mil­ liyetçi duygular vardı; bunların en kuvvetlisi Türk mil­ liyetçiliğiydi. Gerçekte, İttihat ve Terakki hüküınetinin Batı ve OrtaAsya'da büyük.bir Türk ya da "Turan" dev­ leti yaratma anlayışı olsa da, bu tip düşünceler Osmanlı subaylarının çoğu açısından fazla bir önem taşımıyor­ du, içinde birçok Türk olmayan unsur da barındıran erat bakımından ise hiçbir kıymet-i harbiyeleri yoktu. Bir geçit töreni sırasında ya da bir zafer kutlawrken Türk kökenlıier tarafından geleneksel olarak ,.Padi-. şahım çok yaşa!" çığlığı atılırdı, ama bir Amerikalı ta­ rihçinin kısa süre önce belirttiği gibi: "Osmanlı ordusu 'Yaşasın milletimiz' ya da 'Türküz sonsuza kadar' diye değil, kendinden önceki Müslüman orduları gibi 'Alla.­ hu Ekber' diye bağırırdı" (McCarthy�ooı, s. 76). 1. Dünya Savaşı'nın ilk ilci yılı hoyıınca en önemli itici güç İslam'dı. Ne var ki, 1917 ve 1918 yıllarında, Osmanlı hükümeti doğrudan İslamcı etkiyi sınır­ landırmaya çalıştı. Bunun subaylar arasında belirli bir tesiri oldu, ama erat seviyesine kadar inmedi. 1.

Dünya Savaşı'nın patlak vermesinden kısa bir süre sonra yapılan cihad çağrısı, Osmanlı İmparatorluğu dışındaki Müslümanlar arasında hiç etkili olmazken, devlet içinde çok etkili oldu. Halife sıfatıyla sultan ve şeyhülislam tarafından imzalanan bu çağrıda şöyle deniyordu: "Milel (milletler) ve akvam (kavimler) için mevahib-i subhaniyeden (Tanrı'nınihsanı olan) niam-ı (nimetler) istiklali imhayı çalışarak beşeri­ yeti taht-ı esarete almak isteyen ve asırlardan heri saadet-i beşertyenin gaddar bir düşman-ı hiamanı olan Moskof hükümetinin Şark-i karıp ve haid'de hudusuna sebebiyet verdiği mesaibden (musibetler­ den) bu defa merkezi Avrupa da azada kalmayarak ... " 1917'de dağıttığı bir broşürde İslam ülkelerini yö­ neten kafirlerin öldürülmesinin kutsal hır görev ha­ line geldiğini iddia eden Osmanlı Müdafaa-i Milliye Cemiyeti'nin bu tavrı ise aslında daha az ayrımcıydı (Einstein, 1917, günlük, ı ı Mayıs). Arapları askere almak için İslam'a bağlılığı kullananların talihsizliği, Arapların kendi memleketlerinden uzakta savaşmaya pek istekli olmamasıydı. Einstein 8 Ağustos 1915'te günlüğüne şunları not ediyordu: "İstanbul Boğazı'na yerleştirilen Arap askerlerle daha büyük sorunlar

---------OSMANLI PİYADESİ 1914-18--------çıktı. Araplar, hırka-i şerifin açıldığı iddiasıyla, ki bu bütün kafirlerle savaş anlamına geliyordu, buraya ge­ tirilı:nişlerdi. Oysa ki sadece cihadın -bazı kafirlerle savaşmak- söz konusu olduğunu anlayınca az daha isyan çıkaracaklardı." Osmanlı ordusuna katılan Alman subaylar İslam'ın öneminin farkındaydılar; İslam sadece itici bir güç olarak değil, aynı zamanda köylü askerlerin siper savaşlarının korkunçluğuna dayanabilmesini sağlayan bir metanet kaynağı olarak da önemliydi. Özellikle subaylarının emirlerine kayıtsız şartsız itaat eden Anadolu Türkleri için bu geçerliydi. Çok dindar olan bu askerler Kannengıesser'in de değindiği gibi, bu hayatı daha iyi bir hayatın ilk adımı olarak göıii­ yorlardı: "Asker en ağır yaraya bile büyük bir meta­ netle dayanıyordu. Ağızlarından 'Aman, aman' diye küçük bir inleme dışında başka bir ses çıkmazdı" (Kannengtesser, 19�7. s. 145-46).

Cephede savaşan Mülazım-ı sani Mehmed Fa­ sih de ordunun din adamlarından etkilenmişti; �8 Ekim ı9ı5'te günlüğüne şunları yazıyordu: "Akşam vakti İstanbul' dan gelen bir hoca efrada bir hita be verdi. Güzel ve muvafık. Bu içtima esnasında seken bir kurşunla bir nefer anında hafifçe yara­ landı." Ertesi gün şöyle yazıyordu: "Dünkü vaaz ve nasihat eden hoca, Fatih Dersiamlığı'ndan [Fatih Medresesi'nın müderrislerinden] Hüseyin Mahir Efendi'yi teşci ettik." Dinin önemi o kadar büyüktü ki yüksek komu­ ta kademesi zaman zaman bu yüzden mantık dışı kararlar alabiliyordu. Arap isyancıların Mekke'yi kontrolleri altına almalarının ve böylece Suriye ile Yemen'deki Osmanlı garnizonları arasındaki irtiba­ tı kesmelerinin ardından, İslam'ın Hicaz'daki ikinci kutsal mekanı olan Medine stratejik açıdan değerini yitirmişti. Yine de Osmanlılar çölde savunmasız bir

SOLDA

amanlı ordu9Unda uygulanan dl•lplln cezalan yQzyıllar boyunca pek deOltınemlftlr. Bu aakerter GOııeydotu Anadolu'dan geçen bir Alman daO topçu bataryuına .,ıık edlyortardı (O,... ve Ozçeıık Kolekalyonu).

SACDA

Bir amanlı alayının bıyraktan veya uncalıtan. FotoOraf uvq bittikten aonra, Çanalclcale'de, Kıınlıatıt'ta çıkllml,Ur. Adamlııl'dan en az birinin enV91'1ye yerine unk takmuı, yanmedayı uvunan TOrk ve Arap akerlerden olutmut alaylardan birinin a6z konuau olduOunu g6nıı1yor (Hartı ıı.cmuuı, 1915, ı.tanbul).

38

-----------İNAN Ç VE AİDİYET----------

ileri karakol haline gelen bu şehri terk etmeyi red­ detti. Medine'nin dinsel ve psikolojik önemi çok büyüktü; bu nedenle küçük bir Osmanlı garnizonu savaşın sonuna kadar orada kuşatma altında kaldı; Fahrettin Paşa ancak ı9ı9'da teslim olmayı kabul etti. Daha sonra kılıcını Hz. Muhammed'in mezarı­ nın üzerine bıraktı ve dindar Müslüman Türklerin kahramanı haline geldi. 1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İslam yaşa yışımn daha az bilinen yönlerinden biri çeşitli sufi grupların oynadığı roldür. Osmanlı İmparatorluğu içinde çeşitli tarikatlar gelişmişti, ama bunların savaşa ilişkin tutumlarında önemli farklar vardı. Ör­ neğin Kadiri tarikatı, cihad konusunda hevesli olan, ama bunun sadece nefs-i müdafaa biçimine inanan disiplinli Süıını müritlerden oluşuyordu. Beyaz keçe başlıkların üzerine küçük yeşil sarıklar bağlayan Kadiri birlikleri, 1. Dünya Savaşı'nın başlangıcında İstanbul'da fotoğraflanmışlardı. Daha sonra Şam'da da görüldüler, ama burada daha çok Vali Cemal Paşa'ya yakından bağlı gibiydiler. Yine de Osmanlı askerlerinin bağnaz Müslüman­ lar olduğunu düşünmek yanlış olacaktır. Mehmed Fasih'in 4 Aralık 1915 tarihli günlüğüne yazdığı sa­ tırlar Osmanlı ordusundaki genç askerlerin de diğer ordulardaki genç askerlerle aynı umut ve korkulara sahip olduğunu açıkça gösteriyor."Ati [gelecek] hak­ kında tahayyülat ve mülahazata daldım. Alaaddin sev­ diği ve arzu ettiği bir kadınla nişanlandı. Acaba ben,

BOyQk oluılıkla Batı Anadolu'dald bir Osmanlı blrtl§lnln bayrak t6renl. B0y0t0lm0t aynntıcıı kutsama t6renlnda MOalOman din adamlannın yanı aıra Hırtatıyan ve Yahudi din adamlannın da hazır bulundı,Ou g6r010yor (Ôrsea ve ÔZÇ.llk Kolekalyonu).

bana yar olabilecek bir kadına nail olabilecek miyim? Ey yerleri, gökleri ve üzerindeki mevcudatı yaratan Tanrım! Sen bugünü ve bu saadeti bana göster. Yoksa daima hüzün ile geçmiş ömrüm bütün bütün hazin ve gamnak [gamlı] olacak." Osmanlı İmparatorluğu içindeki Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki gerilimler bir yana, aynı za­ manda Sünniler ve Şiiler arasında da gerilimler var­ dı. Temkinli dinlenmesi gereken bir hikayeye göre, İstanbul İtfaiye Teşkilatı'nın bir taburu 1914'te ace39

---------0SMANU PiYADESİ 1914-18--------leyle Irak cephesine gönderılm1ştı ve bu taburdaki askerler, Basra'nın düşmesinden sonra kandırılarak kendilerinden küçük bir İngiliz kuvvetine teslim olan birliklerin arasındaydı. Çoğunlukla Sünnilerden olu şan bu grubun, Şii olan yerel Arap nüfusundan kork­ tuğu söyleniyordu. Müslüman-Hırıstıyan gerilimi, elbette, çok daha ciddi ve nihayetinde daha amansızdı. Bundan en çok Ermeniler çekse de, tek kurban onlar değil­ di. Savaşın ilk ayları boyunca Ermeni asker kaçağı çeteleri Osmanlı hatlarının gerisinde faaliyette bu lunuyorlardı ve cepheden memleketine dönmekte olan hasta ya da yaralı Osmanlı askerleri birçok kez bunların baskınına uğrayarak öldürülmüştü (Sonyel, �ooo, s. ı oı). Savaş sırasında katliam ve karşı -katliam öyle bir noktaya ulaştı ki, Türkler daha sonra Ermenilere soykırım uygulamakla suç­ landılar. Ne var ki, mezalim yalnızca tek bir tarafa mal edilemezdi ve Nisan 19ı8'deki Osmanlı karşı taarruzu sırasında askerler yerle bir edilmiş köy­ lerle ve hAli enkazın altında yatan, kolsuz bacaksız Müslüman cesetleriyle karşılaşmışlardı. Savaş döneminin yükselen ideolojisi "Türk­ çülük"ün en ilginç yönlerinden biri, şiddetlenen Arap karşıtlığıydı. Bu arada Arap vil ayetlerinde, Osmanlı yönetiminden duyulan memnuniyetsizlik giderek yayılıyordu; özellikle de Suriye Valisi Ce­ mal Paşa'nın ülkenin büyük bölümünü Türkleştir­ me girişimi hatırı sayılır bir hoşnutsuzluğa neden oldu. Yine de bu durum önemli bir kargaşaya ya da Osmanlı ordusundaki Arap birlikleri arasında bir itaatsizliğe yol açmadı. I. Dünya Savaşı sırasındaki

40

rolleri, o dönemdeki İtilaf propagandası ve çeşit­ li milliyetçi propagandalarla gölgelendi. Suriyeli askerler Sina ve Süveyş seferlerinin yanı sıra, Fi­ listin savunmasının büyük bir bölümünde de öncü rolü oynadılar. Benzer şekilde, Çanakkale seferi sırasında Arap birliklerinin yüksek morali hem Türk hem de İngi­ liz askeri tarihçiler tarafından yazılmıştır. Mehmed Fasih'in Gelibolu günlüğünde çoğunluğu Araplardan oluşan 47. Alay'ın moralinin ağır kayıplar ve cephe hattında çok uzun süre kalınması yüzünden bozul­ duğuna değinilirken, Suriyeli piyade subayları da sık sık ön plana çıkmaktadır. Mustafa Kemal'in �5 Nisan ı9ı5'tek1 taarruzdan önce Türk askerlerine yaptığı konuşma elbette ünlüdür: "Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar geçebilir." Savaştan sonra bizzat Mustafa Kemal, Ge­ libolu Yarımadas,ı'nda işgalcilere karşı kazanılan Os­ manlı zaferi hakkında şunları söylüyordu: "En büyük anıt bizzat Mehmetçik'tir." Arapların Türkleri bugün bile İngilizlerden daha iyi askerler olarak gördüklerini belirtmekte yarar var; Türkler Ebu. Şecaat ("Yiğitliğin Babası"), İngtlızler ise Ebu. ELf Mt.dfa'dır ("Bin Topun Babası"). �3 Ekim ı9ı8'de Halep'in teslim olmasını isteyen İngilizlere Mustafa Kemal'ın kurmay başkanının verdiği cevap, Türk kuvvetlerinin savaşın sonuna gelindiğinde bile korudukları gururlu ruh halini özetliyordu, "Halep Türk Garnizon Komutanı notanııa cevap vermeyi ge­ rekli görmemiştir." Kent üç gün sonra düştü.

SEFERI)E YAŞAM

B

ir Osmanlı piyadesinin sefer esnasındaki yaşam deneyım.i kaçınılmaz hır şekilde bağlı olduğu birliği ve gönderildiği cepheyi yansıtlyordu, Bununla birlikte biır kez ordu seferber olunca, onun Nizamiye (Muvazzair) ordusunun, İhtiyat ordusunun ya da Müstahfız bö�;esel ihtiyat kuvvetinin bir parçası olması pek fark etmiyordu; yalnızca yaşını ve cephe­ ye gönderilip gönde:rilmeme olasılığını yansıtıyordu; ama savaşın sonuna ıdoğru genç yaşlı herkes aynı şekil­ de savaşa katılıyord\iı. Savaşın b aşında Osmanlı ordusu otuz altı tümenden oluşuyordu, seferbeırlik halinde bunlara dokuz tüm.en daha eklenebilıyordıtı; ama yavaş ve hantal seferberlik sistemi btrliklertn çı:>k fazla hareketini gerektiriyordu. Kuzey Suriye'de Halep yakınlarına konuşlanmış VI. Kolordu'nun askerle:ri, çok geçmeden Birinci Ordu'ya katılmak üzere İstanbul'a hareket etti. Önceleri büyük bir kuvvet olan lkinc:i Ordu da İstanbul Boğazı'nınAna­ dolu yakasında tertiplenirken, Üçüncü Ordu beklenen Rus saldırısına karşı aceleyle Erzurum Civarında mev­ zilendirildi. Dördünıcü Ordu ancak çatışmalar başla dıktan sonra teşkil edildi, daha sonra karargahı Şam'da olmak üzere Suriye ve Filistin'de konuşlandırıldı. Altıdan dokuza kadar numaralandırılmış diğer ordular l. Dünya Sa:vaşı sürerken teşkil edilmişlerdi, ancak bazıları karargah personeli ve birkaç birlikten oluşan, sadece kağıt üstünde mevcut kuvvetlerdi. Bu kadar çok ordu olması Almanlar tarafından eleştiri­ liyordu, bu ordulanın teşkilinde kullanılan karargah subaylarının ve lojis:tiğin başka yerlerde daha çok işe yarayacaklanını ilerii sürüyorlardı. Birliklerin hare­ ketleri aynı zamanda daimi ordu yapısı içinde yer al­ mayan maretteb (karma) tümenlerin teşkil edilmesiy­ le sonuçlanıyordu. 1femmuz 1918 gibi geç bir tarihte bile Harbiye Nazın Enver Paşa "İslam Ordusu" olarak bilinen bütünüyle y,eni bir ordu kurdu. İyi teçhizatlı birkaç Osmanlı birliği çevresinde meydana getirilen bu ordunun amacı, :Kafkasya bölgesindeki Müslüman halklardan asker topılamaktı. Bu arada, Enver'in ajan­ lan (ı979'da devrile:n) en son İran şahının babası ve

ülkenin gerçekten tek etkili askeri birliği olan İran Kazak-Tugayı'nın komutanı olan Rıza Şah Pehlevi'nin ailesiyle ilişki kurmaya çalışıyordu. Gerçekler her zaman teoriyle örtüşmüyordu ve birliklerin büyüklükleri söz konusu olduğunda buna sık sık rastlanıyordu. Örneğin bir piyade bölüğü­ nün, bir yiizbaşı. bir mülazım-ı evvel (üsteğmen), iki mülazım-ı sanı (teğmen), bir başçavuş, bir başçavuş muavini, altı çavuş, bir tüfek bölüğü çavuşu, bir am­ bulans ve dört sedyeci, on sekiz onbaşı, bir bölük de­ pocusu, üç emir eri, dört borazancı, bir ayakkabıcı, bir terzi, bir saka, bir aşçı ve �16 erden oluşması bek­ lenirdi. Gerçekte ise, bazı piyade bölüklertnde sadece yirmi asker bulunuyordu. Her piyade tümeninin, her biri üç tabur ve hır makineli tüfek bölüğünden oluşan üç alay, aynca iki bölüklük bir sahra topçu alayı, bir sü­ vari grubu, bir istihkam bölüğü ve bir sıhhiye bölüğü, yani toplam ıo-ı�.ooo erden oluşması bekleniyordu. Einstein makineli tüfek bölüğü de olan iyi donanımlı

Bir hutııne ıu,ouıuncıa yaralı Osmanlı askerleri (Asken MOze Fot«ırat Arflvl, latıınbul).

41

---------OSMANLI PiYADESi 1914-18--------İngilizler Bağdat'ı ancak bir buçuk yıl sonra alabildiler. Savaşa daha geç giren ve Çanakkale ile Batı Anadolu'yu yeni düşman saldırılarına karşı koruması beklenen Beşinci Ordu silah gücü bakımından zayıfti, gerekli topçu kuvvetinin üçte birine sahipti, taşıtı ve neredeyse hiç makineli tüfeği yoktu, bazı askerlerin tüfeği bile yoktu. Neyse ki İtilaf devletleri Çanakkale tecrübesini tekrarlamak istemedi ve bu yüzden Beşinci Ordu sadece asker kaçaklarıyla, eşkıyayla ve kıyı bo­ yundaki Rum korsanlarla savaştı. Kafkas cephesinde, Üçüncü Ordu ı9ı6'nın başla­ rında felaket bir haldeydi, tükenmiş, morali bozulmuş ve teçhizatının çoğunu yitirmişti. Çanakkale'de daha yeni zafer kazanmış olan Mustafa Kemal, ordudan arta kalanı yeniden toparlamaya çabaladı ama durum 1917 yaz başında o kadar ciddiydi ki. Enver Paşa'ya açık açık şöyle bir muhtıra yazdı: "Eğer savaş daha uzun sürer­ se her yanı çökmüş durumdaki hükumet ve hanedan yapısının tamamı aniden parçalanabilir ... Ordumuz çok güçsüz. Birliklerimizin çoğu kadro mevcutlarının b eşte birine düşmüş durumda" (Emin, 1930, s. �6�. Daha yakın bir zamanda yayımlanmış olan belgeler 1918'de listelenen birliklerin çoğunun kağıt üzerinde var olduğunu ya da yaşlan 16 'ya kadar düşen acemi as­ kerlerden oluştuğunu, geri kalan subayların büyük bir kısmının başka bir iş yapamayacak kadar bu çocukla­ rın eğitimleriyle meşgul olduğunu gösteriyor. 1. Dünya Savaşı boyunca Osmanlı askeri, özellik­ le de piyadeler dezavantajlı bir durumda savaştılar. Neredeyse her zaman sayıca azdılar ve İngilizler ya da Fransızlar karşısında teçhizat, eğitim ve talim bakı­ mından önemli oranda gerideydiler. Subaylara na­ diren izin veriliyor, astsubaylara ve erlere ise hiç izin verilmiyordu. Ordu posta hizmeti gerçek anlamda sa­ dece batı bölgelerinde ve Galiçya'ya ya da Balkanlar'a gönderilen askerler için çalışıyordu. Sonuç olarak

Aralanncta, kollanndakl "hllal-1 ahmer'' pazuben11erlyle ayırt edilen aıhhlye penonellnln de bulunduOu, bir Oamanlı piyade alayı 1918'de Batum tren lıtaıyonunda toplanmıt (ôrıeı ve Özçellk Kolelcılyonu).

bir piyade alayının Çanakkale cephesine gitmek üzere yoldan geçtiği �4 Mayıs 19ı5'te bile güıılüğüne şunları not ediyordu: "Her zamanki gibi subayları azdı. �oo kişilik bir bölüğe ikiden fazla subay düşmüyordu ve o subaylar da bu birliklere uygun gözükmüyordu." Resmi Osmanlı kayı tlan savaş sırasında Osmanlı lmparatorluğu'nun �.873.ooo askeri seferber ettiği­ ni, jandarma ve donanmanın da bu rakama dahıl ol­ duğunu gösteriyor. Bu rakam oldukça yüksekti ama. Osmanlı birlikleri çoğunlukla büyük bir alana seyrek bir düzenle dağılıyorlardı. Düşmanları, bir ordunun imha edilmesinin emniyetli bir şekilde ilerlenebile­ ceği anlamına geldiğini varsayıyorlardı. İngilizler bu hatayı Irak'ta yaptılar ve sözüm ona tamamen dağılmış durumdaki 50.000 mevcutlu Osmanlı ordusu kendi­ sinden on kat daha büyük bir işgal gücünü durdurdu:

·

·,

.nda.

-

.

.

.

.

.,

toplana;{ıarın Suriye'd�,'. -� . , •. Yettikleri fotoğraflarla da kanıtlanmıştır. Bu resimde Arabistanlı Lawrence'ın "Arap Ordusu•nun bir baskını görülüyor; bir yüzbaşı bir zabit vekiline ve fedailerin (Müslüman gônOIIOler) başçavuşuna emirler veriyor. Hemen yanında bir tabur imamı, yaralı alay müftüsünü ayakta tutmaya çalışıyor.

---------OSMANLI PlYADESl 1914-18---------

çoğu Osmanlı askeri yıllarca evinden barkından haber alamıyordu. Askerlerin ailelerine verilen destek ilkel­ di; bu yüzden askerlerin çoğu geride bıraktıklarının sefil olacaklan korkusuyla yaşıyordu. Kıdemli subay­ lar cepheyi ziyarete gelince her şey daha da kötüye gi­ diyordu; böylesi ziyaretler genellikle debdebe, lüks ve savurganlık içinde yapıl ıyor, bu da cephe koşullann­ da hizmet eden askerlerin herhalde gücüne gidiyordu (Emin, 1930. s. �61). Teçhizat eksikliği ortak bir sorundu ve subaylar kimi zaman turist rehber kitaplarından alınma haritalara gü­ venmek zorunda kalıyorlardı. Gelibolu'da düşmanın elindeki haritaların kendilerininkinden daha iyi oldu­ ğunu fark ettiler. Destek silahlannın eksikl1ğı neredeyse bütün Osmanlı ptyade birliklerinin karakteristik özel­ liğiydi. Bütün tümenler topçu kuvveti yönünden zayıftı, ama makineli tüfek eksikliği çok daha ciddi bir durum­ du. Kağıt üstünde her piyade alayında 4 makineli tüfek­ ten oluşan bir makineli tüfek bölüğü vardı. Ama fiiliyatta makineli tüfek her zaman bulunmuyordu. Diğer ikmal malı.emelertnde olduğu gibi, cephe başkentten ne ka­ dar uzaksa oraya daha az teçhizat gidiyordu ve I. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Arap cephesindeki Osmanlı birlikleri bilerek destek silahlarından yoksun bırakıldı­ lar, çilnkü silahlar Kafkasya'ya gönderilmişti.

Özel piyade birlikleri Osmanlı ordusunda da mev­ cuttu ama sayıca çok azdılar. Örneğin yalnızca iki katır ve hecin birliği, savaşın patlamasından çok kısa bir süre önce Arabistan'ın geniş topraklanna yerleşti­ rilmişti. Suriye ve Irak'ta sayılan çok daha fazlaydı ve onlan süvari tümeni seviyesine yükseltme konusunda pek çok tartışma yapılmıştı. Aynı zamanda kimi Jan­ darma birliklerinde az sayıda bisikletli bölük ya da kıta bulunuyor ve her piyade taburunda dört bisikletli bölük olması gerekiyordu. Daha da çarpıcısı, Kafkasya cephesinde ve DoğuAnadolu' da muhtemelenAlmanya ve Avustuıya rehberliğinde donatılmış, teşkil edilııiiş ve eğitime tabi tutulmuş -gerçi yıne az sayıda- kayaklı bölükler bulunuyordu. 1917 ve 1918'e gelindiğinde bu birlikler Osmanlı basınında bir şekilde yer aldılar, ama ne kadar etkin olduklan bilinmiyor. Ege ve Doğu Akdeniz'deki ezici lngiliz ve Fransız hakimiyeti göz ö,nüne alındığında, Osmanlılar tara­ fından başanlan küçük çaplı birleşik harekat mıktan oldukça dikkate değer. Bu harekatların çoğu tarafsız Yunanistan'ın gı.rtştiğ1 gayriD.izaım baskınlara karşı yapılıyordu, ama ele geçirilen belgelere göre, bu bas­ kınlann İtilaf devletlerinin istihbarat ajanlan tarafın­ dan yönlendirildığt kesindi. Savaşın başından bu yana yapılan en büyük harekat, savaşın başında İngilizlerin eline geçen İzmir Körfezi'ndeki UzunAda'nın (Kösten

Oamanlılann Slna'ya ilk kez glrlflnclen Once fotoOratlan �len 29. Alay subeylan. Kefiye takmalanna karıın, lzmlr Alayı diye blllnen bir blrllOe dahlldllel', bu da çc,Ounun Bııb Anadolu'da allah albna alındıldannı g6ata,fyor(0r- ve Ozç.ilk Kolelcalyonu).

·-------------SEFERDE YAŞAM------------

1917''de Kalkııa c:ephNlnde lıayıaldı Osmanlı ..klf'lerl. Bu tın kOçOk 6nl blrtmler anl..,lıNI Avuaturyalılar ya da Almanlar tarafından -Oltlllyordu (#Mtıı Macmıası, 1917, lstanbul).

Adası) 6 Mayıs ı9ı6'da römorkör ve takalardan oluşan küçük bir filoyla geri. alınması olmuştu. Bu tarz tali harekatlara az sayıda birlik katılıyor­ du. Piyade birlikleri Kafkasya ve Sina cephelerinde büyük çaplı taarruzlara girişmeSine karşın, Osmanlı ordusunun en büyük harekatları savunmaya dönüktü. Kafkas cephesinde genellikle Türk askerleri bulunur­ ken, Mısır'da İııgıl12: kontrolündeki Süveyş Kanalı ta­ arruzuna çok sayıda Arapça konuşan asker katılmıştı. Taarruz baş ansız olınasına karşın, Sina Çölü boyunca çarpıcı bir ilerleme kaydettiler ve taarruz sonrasında sağ kalanlar da yine düzenli bir şekilde geri çekildiler. Bu geri çekilmeler ısırasında her Osmanlı askerinin 600 gr peksimet, 1510 gr hurma ve 9 gr çaydan oluşan bir istihkakı vardı. Sıııbaylann yanlarında sadece 5 kilo eşya taşımalanna iziın verilmiş ve çadır götürmelerine müsaade edilmemiş1t1, erat yıldızların altında uyuyor­ du. Askerler susuzlulctan çok soğuktan etkilenmişti; bu nedenle yürüyüş kollan gündüz dinlenip gece yürüyor­ lardı. Bunlar, İngilizlerin daha sonra Sma'yı geçerken gereksinim duydukLan modem trok.anlar olmaksızın elde edilen küçük zaferlerdi. Osmanlıların Ruslara karşı giriştiği ilk taarruz da iyi düzenlenmemiştıl. 1914 sonunda şiddetli kış ko­ şullannda başlatılaıll taarruz [Sankamış Seferi] tam bir felaket oldu; ço,k sayıda şehit, büyük miktarda ınalzeme kaybı, hızlı. bir geri çekilme ve telafisi yıllar süren büyük bir mo?'al çöküşüyle sonuçlandı. Çelişki ye bakın ki, bu felaket Osmanlı ordusunun gerçek an­ lamda "yabancı" bir toprağa yaptığı seferle aynı sırada yaş anmıştı - Osmanllılann gözünde İngilizlerin elinde bulunan Mısır, kAğıt üzerinde hAla Osmanlı toprağıy-

dı. Üçüncü Ordu Kafkasya'da bu iyi düşünülmemiş kış taarruzuna girişmişken, çok daha küçük bir Osmanlı birltği ile gayı:ıntzami Kürt askerleri, paniğe kapılmış işgalci Rusları önlerine katarak, komşu lran'm kuzey­ batısındaki Urmtye bölgesini istila ettiler. Çıkan aksi­ liklere karşın Osmanlı birlikleri savaşın sonunda bile İran'da hala harekata devam ediyordu. İran'daki durumdan farklı olarak, Doğu Trakya'nın (Osmanlılmparatorbığu'nunAvrupa'da kalan tek top­ rak parçası) ilerisinde savaşan Osmanlı birlikleri ta mamen müttefilderinin komutası altınd aydılar. Bun lann içinde en önemltsı Galiçya' daki XV. Kolordu'ydu. ı917'ye gelindiğinde bu kolordu topçu bataryaları, is­ tihbarat ve amele müfrezeleri, balon müfrezesi, sahra fırıncı bölüğü ve veteriner hastanesiyle takviye edil­ mişti. XV. Kolordu 'nun kadrosunda bulunan iki piyade tümeni çok gereksinim duyduğu piyade takviyelerini aldı; bu da Alınan Stumıkompanien'lere (fırtına hücum birlikleri) göre düzenlenmiş hücum taburlarının teş­ kiline imkan tanıdı. Osmanlı'nın Makedonya cephesine katkısı daha düŞük düzeydeydi. Burada, XX. Kolordu Ege'den Adrtyatik'e kadar uzanan cephenin sol kanadını tutu­ yordu. Bundan başka, Ege' deki İngiliz donanmasının ezici varlığı XX. Kolordu'nun kıyı boyunca bir piyade taburu görevlendirmesi gerektiği anlamına geltyordu. Bu cephede görev yapmış olanAlman pilot Haupt Hey­ demarck, anılarını topladığı kitabının bir bölümünü "Dostumuz Türkler"e adayarak (Heydemarck, 1930, s. 89-101) Osmanlı piyadelerinin dost veya düşman, her uçağa ateş açına eğtliminde oldukLarını beltrtiyordu. Osmanlı subaylann açıkladığına göre, askerler bütün 45

---------OSMANLI PİYADESİ 1914-18---------

Çanalckale S.Vatı ııruında 57. Piyade Alayı'nın aubıylan çay içmek Ozerı toplenmlf. ikisi hariç hepsi enveı1ye faPblan glymlf olmuına kartın, bunlann teldlnde ve Nnllf tarzında g6zle g6n110r farklılıklar dikkat çelılyor (0- ve ÔZÇ911k Kolekalyonu).

düşman uçaklarının Hsavaş hilesi" olarak haç işareti (Alman ve Bulgar arması) çizdiklerine inanıyorlardı. Bununla birlikte, yakındaki Alınan havaa)anmı koru­ yan Osmanlı askerleri düşman uçaklannın tepelerin ardından sinsice sızmasına karşı erken uyan görevi yapıyorlardı. 1916'daki Arap Ayaklanması, Osmanlı İmparatorh1ğıı'nun geri kalan bölgeleriyle filli irtibatı kesince, Hicaz ve Yemen'de konuşlanmış VII. Kolor­ du her bakımdan "yurtdışı" seferberliği koşullannda kaldı. Çerkez kökenli Ali Said Paşa'mn komuta ettiği kolordu, 1915 il.kbahan boyunca bir taarruza girişmiş ve çoğunlukla Araplardan oluşan kuvvetleri İngiliz garnizonunu Aden limanı çevresindeki küçük ala-

il

na hapsetmişti. Aynca, VII. Kolordu Somali ve Erit­ re'deki İngiliz ve İtalyan karşıtı isyanlann yanı sıra, Etiyopya'da eski bir Osmanlı yöneticisini başa getirme çabasını da desteklemişti. Arabistan Yanmadası'nın -şimdi bağımsız Katar emirliği olarak bilinen- diğer yanında, küçük bir Osmanlı garntzonu 1914'ten 1915 başına kadar Doha Kalesi'ni elinde tuttu; daha sonra da yerel bir şeyhe teslim etti. Ertesi yıl Katar bir İngiliz protektorası oldu. Libya'daki İtalyanlara karşı direnişe Osmanlı'nın verdiği askeri destek İstanbul'da bir Hyurtdışı" hareldt olarak görülmeyecekti, çtinkü Libya Osmanlı lmparatorhığıı'ndan henüz 1911- ı� yıllannda alınmış­ tı. Aslında İtalyanlar ülkenin iç kısımlarını hala kont­ rol altına alamamış ve 1. Dünya Savaşı'nda Libya'yaAl­ man denizaltılanyla gelen bir avuç Osmanlı subayının yönlendirdiği çeşitli direniş gruplan tarafından ince sahil şeridine hapsedilmişlerdi. Bunlar elbette Osmanlı ordusunun yağmur, ça­ mur ve pislikten payına dtişeni aldığı büyük sefer­ lerine oranla daha küçük ve biraz da romantik kü­ çük hareldtlardı. Bununla birlikte, Yarbay Fahretttn Altay'ın Çanakkale cephesinden babasına yazdığı mek­ tupta söylediği gibi, bazen yağmur ve çamur da faydalı oluyordu: "[Sonbahar ve kış] yağmurlan başladığında, her ne kadar siperdekiler ve dehlizdekiler için bu hiç de sevimli bir şey olmasa da, yağışlar İngilizler için çok daha kötü olacak. Çünkü onlar alçak arazideki batak­ lıklara ve çamurlara saplanacaklar; bizim hattımızdan aşağı inen vadilerden akan yağmur ve sel sulan onlan batağa saplayacak" (Liddle, 1976, s. �10-11). Soğuk hava Osmanlı askerleri için ytne de büyük bir sorundu, çünkü elbiseleri bu koşullara uygun değildi. Bu nedenle, siperlerde kullanılmak üzere gönderilmiş kum torbalan kestlıp ilave elbise olarak kullanılıyordu. Çanakkale cephesindeki yaşam üzeri-

---------OSMANLI PlYADESl 1914-18--------ne en kişisel bilgi Mülazım-ı sani Mehmed Fasih'in günlüğündeki anılarda yer alıyor; �ı Ekim sabaha karşı gaz lambasının camını nasıl temizlediğini, na sıl gazyağı doldurduğunu ve siperler arasında dolaş­ maya başlamadan önce piposunu nasıl tüttürdüğünü anlatıyordu. Bazı askerlerini uyurken bulunca onları azarlıyor, ama bundan fazlasını yapmıyor, aksine on­ lan "Ah bu zavallılar" diye tanımlıyordu. Yeraltı sığı­ naklarının çok sıg olduğunu not ediyordu ve düşman Osmanlı savunma hatlarına kolayca el bombası ata­ bildiğinden askerin sığınakların çeVTesinde amaç­ sızca dolaşmaması gerekiyordu. Mehmed r'asih'in yazdığı gibi bu tehlikenin varlığı dört gün öncesinden apaçık belliydi:

Llbya'da O.manlı aubaylan. Burada bir avuç Oamanlı g6n011üa0 Mıaır'da bulunan lnglllzlent tehdh olu,turan ve oraya y.rtefmlf kalyan a6mü,ve g(içlerlnl uvatın sonuna kadar kıyı b61gelerlne aıkıftlran Libyalı lıyarıcılara danıfmanlık yapıyordu (Hıııtı Mecmuuı, 1917, latanbul).

YUKARIDA: Çanakkale'dekl AV8f alanlannda bulunan TOrk el bombalan. Soldaki lng lllz Mille elbombalannın kaba bir taklidi; aııAdakJ lae içi patlayıcıyla doldurulmut oyuk bir demir küreden ibaret (yıızann totc>Qrafı, Gellbolu Savat MiizMI).

AŞACIDA: Cephede AY8f8n Osmanlı plyadelerl ellerine ne geçerse yakın d6v0f allahı olarak kullanıyordu, ııpOıda g6r01en allatılann bir kısmı ..ıında tanm aletlerlydl (yıızann totOOnıtı, Gellbolu Savat MiizMI).

[Düşmanın] Gerilere aıtıgı bir bomba, olurdugum kovugun önünde parladı. Beni görmeye gelen üç nefer karşımda idi. Bunların birisi yaralandı. Bu nefer kar­ şımda idi. O olmasa idi ben vurulacakhm ve hem de mühlik {öldürücü) surette... Kendimin vuruldugunu zan­ nettim. Sonunda yürtıgim bulanmış ve kamım şişmişti. Derakab (hemen) diger arkadaşlann kovuguna gittim. Soyundum. Bir şey yok. Sevindim. Fakat bu bomba ile üç-dört nefer yaralandı... Yaralandıktan sonra, siper hayahnı hemen hemen unuttugum için nısfilleylden (gece yarısı) sonra fevkalade uykum gelirse de siperleri gezerek, kahve ve cigara içerek mukabele ediyor ve tahammül ediyorum ... Bulundugum kovuk küçük [...] üzeri kalaslı bir oda kapısının önüne bomba düştügü için, bir de kapısında tel kafes var. içeride üzeri ol min­ der ve kilimli tahtadan bir yatak ile battaniyem, kristal kandil fenerim ve kahve takımı ile bir teneke mangalım ve bir de bölügün ihtiyat haymanası var. Pek rahahm, elhamdülillah ya Rabi Yanımdaki kovukta posla neferim oturmaktadır. iyi, temiz kalpli ve itaaılcôr bir neferdir.

Daha tecrit edilmiş mevzilerde yaşam yalnızca bık­ tırıcı olmakla kalmıyordu, aynı zamanda Osmanlı or­ dusunun neredeyse unutmuş görtindüğü bazı birlikler

=��:.:;::-

D �,_.....

� =s:=:..�==D --ııı-ıuııı ���:-1 '""""'r D ,o..,.sa.apııo,ı,nca...-ıcııını...

��====ı:

ıw,. (Oıı ,� Ada)ı lfOll ıımrp) 24 Uıyıs 1915'1o. �VAOl-*1918'cla. Y__,29Hmıo 1917'dı-gııdı

lSl _.,._girdi

(128rlııı'dı-lıırı>llanllll)

AKDENiZ Not: Eylül 1918'de 4. Onlu, Yıldrım Onlular Grubu içindeydi.

Tahııne

IRAN

......... _,

___

--1-""911:

ınlli'.I °""'-�-, m·--­ •-­ -"" o ııı

(TIW(Y-'I ____ _

-1t15soııu

•-1111 .eı,ııı,111

----------OSMANLI PlYADESl 1914-18---------

Kafku cephesinde yetersiz donanımlı, az beslenen ve kıyafeti b61geye de mevsime de UY9Un olmayan Mefımetçl§ln katlandı§ı ı8tırap, Tür1< halkının oı1ak hafızasına kazınmıftı. Bu OstO batı d6külen insanlar 1918 �ılıncta g6rünt01enmlftl (ör.es ve ÔZçellk Koleksiyonu).

ek tehlikeler altındaydı. Örneğin 19ı7'de, Surtye'den Hicaz'a uzanan demilıyolunu -Arabistanlı Lawrence'ın yönettiği baskınlanın ünlü hedefi- koruyan bazı btr­ lıl