Oryantalistik Hadis Araştırmaları [2 ed.]
 9786057596529

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Gautier Herald A. JUY NBOLL

Hollandalı alim G. H. A. Juynboll, hadis üzerine çalışmış önemli bir oryantalistin ailesindendir. Juynboll'un, hadisle ilgili bir çok eseri ve makalesi vardır. Yazılarından hareketle, onun, önyargılı bir or­ yantalist olmadığını, bilakis imkan nisbetinde anlamaya çalışan araştırmacı bir bilgin olduğunu söyleyebiliriz . O, hadisleri daha çok isnadlar üzerinde yoğunlaşan ve çok kıymetli değerlendirmeler ya­ pıp teoriler üreten birisidir. Junyboll'un belli başlı iki temel eseri vardır. Bunlardan ilki, The Aut­ henticity of the tradition literature'dir ki bu eser Modern MlSlr'da Hadis Tartışmaları adlı eserdir. Bu eser, onun doktora tezidir. Diğeri ise, yazarın hadis incelemelerine temel katkısı sayılabilecek olan Muslim Tradition'dır. Bu da Hadis Tarihinin Yeniden İnşası adıyla çevrilmiştir. Bu iki eser dışında yazarın, hadis incelemeleri açısın­ dan ufuk açıcı olan birçok makalesi, ansiklopedi maddesi vs . vardır. Mustafa ERTÜRK

25. 04. 1964 yılında Kayseri'nin Yeşilhisar ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kayseri'de yaptı . 1980 senesinde Kayseri Lise­ si'.nden, 1987 yılında Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. 1989 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde "Hadis Bilim Dalı"nda yüksek lisansını tamamladı . 1995 yılında Sahfh-i Buhô.rf'deki Bazı Fiten Hadislerinin Metin Ten­ kidi Prensipleri Açısından Değerlendirilmesi isimli teziyle doktora­ sını tamamladı. İstanbul'da özel Ortadoğu Lisesi'nde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği yaptı. Yine İslam Araştırmaları Mer­ kezi'nde (İSAM) araştırmacı olarak görev yaptı . 1990-1991'de hem araştırma yapmak hem dil eğitimi için İngiltere'de (Londra ve Exe­ ter) bulundu . 1998-1999'da Türkmenistan Magtimkulu Devlet Üni­ versitesi İlahiyat Fakültesi'nde öğretim görevliliği yaptı. Daha sonra Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi'nde çalıştı . 26. 12. 2006 tarihinden itibaren İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde Ha­ dis Anabilim Dalı'na öğretim üyesi olarak atandı. Ertürk, evli ve iki çocuk babası olup İngilizce ve Arapça bilmektedir. Çalışmaları: 6 adet yayımlanmış bilimsel kitabı; hakemli dergilerde yayımlanmış uluslararası ve ulusal makaleleri; uluslararası ve ulu­ sal bilimsel sempozyumlarda sunduğu bildirileri, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi'nde yayımlanmış maddeleri vardır. e-mail: [email protected]; [email protected] . tr

Ankara Okulu Yayınları: 31

©Ankara Okulu Basım Yay. San. ve Tic. Ltd. Şti. Oryantalist Klasikler: 7

Baskı ve Cilt Vadi Grafik Tasarım ve Reklamcılık Ltd. İvedik Org. San. 1420. Cad.

No: 58/1

Şti.

Yenimahalle/ANKARA• Tel: O 312 395 85 71

Sertifıka

No: 47479

Editör: Mehmet Azimli Dizgi ve kapak: Ankara Dizgi Evi Birinci baskı: Mart 20 0 1 ikinci baskı: Temmuz 2020

ISBN: 9 78-60 5-7596-52-9

Ankara Okulu Yayınları

Şehit Mehmet Baydar Sokak 2/A Maltepe/Ankara Tel: (0312) 34 1 0 6 90 GSM: 0 5 42 382 74 12 web: www.ankaraokulu.com e-mail: [email protected] [email protected]

Oryantalistik Hadis Araştırmaları

G. H. A.

JUYNBOLL

Derleyen ve Çeviren

Mustafa Ertürk

Ankara Okulu Yayınları Ankara 2 0 2 0

İÇİNDEKİLER

EDİTÖRDEN ÖNSÖZ

..........................................................................................................

7

......................................................................................................................

9

SON DÖNEM ORYANTALİST ANLAY IŞIN MODERN ÇEHRESİ: Y UMUŞA(T)MA VE DİYALOG POLİTİKASI

15 15

...........................................

Oryantalistteki Bilimsel Bağnazlığın İflası! Sünnet Konusunda Oryantalist Anlayışta Strateji Değişikliğin Arka Yüzü Hadis/Sünnet Hakkında Oryantalist Araştırmalara Kısa Bakış G. H. A. Juynboll'un Çalışmaları

......................................

19

..............................................................

25 30

.........................................................................

.............................................................

İSLAM ULEMASI İLE ORYANTALİSTLERİN İSLAMİ KONULARA YAKLAŞIM FARKLILIGI ......................................37 İSLAM'DA İLK BÜY ÜK SİYASİ FİTNENİN TARİHİ...

51

..........................

FİTNE VE BİD�T KAVRAMLARININ TARİHLENMESİNE DAİR

77

...............................................................................

İLK DEVİR İSLAM TOPLUMUNUN İSNAD KULLANMA YÖNTEMLERİ

93 95 105 115 122 133 141 150

............................................................

Bazı Teknik Terimlerin Açıklanması Kussasın Rolü Kıssa ve İlk Tefsir Aile İsnadları Kolektif İsnad ve "Sonuncu Müşterek Ravi" Kolektif İsnadın Diğer Varyantları Özet ve Sonuçlar

...................................................

.............................................................................................

.

.....................................................................................

..............................................................................................

.................................

....................................................

.......................................................................................

iSNADLARIN İLK ŞEKİLLENMESİNDE MUAMMERUNUN ROLÜ

.............................................................................

DİZİN

.

.

.............................................................. ....................... .............................

155 183

EDİTÖRDEN

Ankara Okulu Yayınları " O ryantalist-Klasikleri" proj esi üst başlığı kapsamında yayımlanan serinin yedinci kitabı olarak, G. H . A. Juynboll'un, Oryan ta/istik Hadis Araştırma­ ları adıyla tercüme edilen eseri, hadis tarihinin önemli ko­ nuları hakkında ilginç bilgiler sunuyor. Kitabın hadisçiler açısından sünnet, müşterek ravi, ilk fitne, isnad, muammerun gibi önemli konularda ileri sür­ düğü yeni tezler, sağlam delillendirmeler içeriyor ve hadis usulü açısından yeniden okumalar yapmayı gerekli kılıyor. Bu anlamda hadisçiler açısından kayda değer bir çalışma olarak karşı mızdadır. İlk iki asırdaki hadis yazarlığının serüvenini gözümü­ zün önüne seren JUYN B O LL'un eseriyle sizleri baş başa bı rakıyoruz . . . Hayırlara vesile olması dileğiyle . . . M ehmet Azimli* Çorum- 2 0 1 9

*

Hitit Ü ni. İlahiyat Fak.

ÖN Söz•



Batı ilim dünyasında Ignaz Goldziher ( 1 8 5 0 - 1 9 2 1 ) ve Joseph Schacht'tan ( 1 9 0 2 - 1 9 69) sonra hadis ve sünnet sahasında çağımızın en önemli müsteşriklerinden biri de H ollandalı Gualtherus Hendrik Albert Juynboll'dur ( 1 9 3 5 2 0 1 0 ) . G . H . A . Juynboll, Theodoros Willem Johannes J uyn­ boll ( 1 80 2 - 1 8 6 1) ile başlayan, aralarında A. W. Th. Juynboll ( 1 8 3 3 - 1 887), Th. W. Juynboll ( 1 8 6 6 - 1 948) ve Th. Willen'in kızı W. M . C. Juynboll ( 1 8 9 8 - 1 9 8 2 ) gibi şarkiyat araştırma­ larıyla Batı dünyasına nam salmış köklü Juynboll ailesinin son üyesidir.1 Hadis ve sünnet konusuyla ilgilenip Batı ilim dünyasındaki hadis/sünnet hakkında yapılan çalışmalara az da olsa muttali olan akademisyenlerin ma'IUmu olduğu üzere 2 0 1 0 senesinde vefat eden ilim adamı G. H. A. J uyn­ boll'un hadis/sünnetle alakalı çok sayıda makale ve kitap çalışmaları bulunmaktadır.2 Ancak Juynboll'un düşünce ve fikirleri Türkiye'deki ilahiyat camiasınca görebildiğim kadarıyla pek fazla tanınmamaktadır. Belki duygusal bir yaklaşımla onun da selefl eri gibi meselelere ön yargılı yak­ laştığını ve dolayısıyla onun yazdıklarının dikkate alınma­ ması ve boşa zaman harcanmaması gerektiğini düşünen­ ler olabilir. Ne var ki, böyle bir tavrın ilim zenginliğine ve bilimsel canlılığa pek katkı sağlamayacağı, tartışmaların kısır döngü içerisinde hep içe kapalı olarak devam edeceği

1

2

Bu kitabın 2001 senesinde yayımlanan Birinci baskısına kısmen; Ö n­ söz ile tarafımızdan yazılan ilk makaleye bazı ilavelerde bulunulmuş, diğer tercüme makalerde sehven yapılan hatalar düzeltilmeye çalışıl­ mış ve açıklanması gereken ufak bilgiler de dipnotta (çev.) remziyle belirtilmiştir. Juynboll ailesi ile aileye ait yazma eserler kütüphanesi hakkında bilgi için bk. Witkam, Jan Just, "The Oriental Manuscripts in the Juynboll Family Library in Leiden" ]ournal of lslamic Man uscripts, 3 (2012) 20102. Bk. Bu kitap, "G. H. A. Juynboll'un Çalışmaları" bölümü.

10

Oryan talistik Hadis Araştırma ları

aşikardır. Biz de bu sebeple Türkiye' de fikirleri ve yaklaşım tarzı pek bilinmeyen bu oryantalistin (şimdilik) birkaç ma­ kalesinden3 oluşan bir derlemeyi ilim camJasında sünnet ve hadis konusunda daha da canlandırıcı bir ortam oluş­ masına katkı sağlamak amacıyla yayınlamayı düşündük.4 Kitabın b �şlığındaki "oryantalistik" kavramıyla İslami­ yet sahasında çalışan ama müslüman olmayan dolayıs ıyla da müslüma'n ilim adamının geleneks el yaklaşım tarzın­ dan tamamen ayrı ve farkl ı düşünen Batılı bir ilim ada­ m m m metot. ve çalışma tarzma vurgu yapmak için işaret edilmiştir. Elbette farklı din ve kültüre mensup olan bir ilim adamının başka din ve kültüre sahip bir ilim adamı gibi meselelere yaklaşamayacağı ya da yaklaşmasının zor olacağı, her zaman şüpheci ve sürekli sorgulayıcı bir yak­ laşım içerisinde bulunacağı aşikardır. Bu davranışın tabii olduğunu kabul etmekteyiz, ancak "anlama ve değerlen­ dirme" noktasında, mesela müslüman bir ilim adamının anladığı gibi anlaması mümkün olmakla beraber çok güç olduğunu ve bu sebeple her zaman obj ekti f olamayacağı­ nı, ancak düşündürme ve sorgulama açısından müslüman bir ilim ada ıp.ının hiç olmazsa bazı yönlerden göremediği hususlara değinerek zihninde bilimsel anlamda b azı soru işaretlerini bırakacağını düşünüyoruz. Bununla beraber bir müslüman ilim adamının kendi iç bünyesine yönelik 3

Tamamına yakını da Türkçeye çevrilen diğer makaleleri için bk. Kızıl, Fatma, "Juynboll, Gualtherus Hendrik Albert", D İA, Ek 1 , İstanbul 2 0 1 6, s. 694-695 "Eserleri" Başlığı. Nitekim Mehmet Emin Özafşar, Juynboll'un yaklaşımları üzerine he­ nüz kapsamlı bir değerlendirme yapılmadığını ve onun tetkiklerinin iç edilme sürecini yaşadığını belirtirken de ( Orya n talist Yaklaşıma İti­ razlar, Ankara, 1 999, s. 28-29) biz bu iç edilme sürecinin gün yüzüne çıkmasını temenni gayesiyle böyle bir girişimi başlatmış bulunuyoruz. (2000'1i yıllardan itibaren Juynboll, eserlerinin Türkçeye çevrilme­ sinden başka hadis/sünnet konusundaki fikirlerinin ele alındığı çok sayıda makale, yüksek lisans ve doktora tezi yapılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bk. Kızıl, Fatma, "Juynboll, Gualtherus Hendrik Albert", DİA, Ek-1, İstanbul 2 0 1 6, s. 694-695 "Eserleri" Başlığı. -

4

Önsöz

11

bakış açısının, bazı tabulara dokunamama psikoloj isi içe­ risinde olacağı için onun da ilmi obj ektifliğe her zaman ulaşamayacağını belirtmek yerinde olur. Bu sebeple kita­ bın başlığındaki "oryantalistik" ifadesi müslüman olmayan Batılı bir ilim adamının İslami konulara yaklaşım tarzı ve bakış açısının, (Batılı ya da D oğulu) müslüman ilim adamı­ nın tavır ve yaklaşımından kahır ekseriyetle ayrı olduğunu ve olmaya da devam edeceği ni belirtmek için konulmuştur. Bu kitap altı makaleden teşekkül etmektedir. Bunlardan birincisi Son Dönem Orya·n talist Anlayışm Modern Çehre­ si: Yumuşa(t)ma ve Diyalog Politikası başlıklı bir yazı olup tarafımızdan kaleme alınmıştır. Bu yazıda "oryantalistteki bilimsel bağnazlığın iflası (!)" başlığı altında özellikle bi­ limde ev�enselliğin olduğu ancak gerek psikolojik gerekse sosyo-psikolojik açıdan ön yargıların kırılamadığına dikkat çekilerek son dönemde bu bağnazlığın birtakım sebeplerle kırılmaya çalışıldığı ifade edilmeye çalışılmıştır. Ardından son dönemdeki oryantalist anlayışın değişmesinde muhte­ mel etkenler üzerinde, özellikle G. H. A. Juynboll'un bizzat üzerinde durduğu stratej i değişikliğinin arka planı değer­ lendirilmeye çalışılmıştır. Bu yazının sonunda sünnet/hadis sahasında Batıda yapılan çalışmalara kısaca değinilmiş ve ardından Juynboll'un neşrettiği kitap ve m;:ıkalelerin listesi verilmiştir. Diğer makalelerin tamamı ise Juynboll'un değişik tarih­ lerde yazdığı çalışmalara aittir. Bu kitabın ikinci makalesi " İ slam Uleması ile O ryantalistlerin İslami Konulara Yakla­ şım Farklılığı" başlığını taşımakta olup müslüman araştır­ macılar ile Batılı ilim adamlarının İslami konulara yakla­ şım tarzlarına dairdir. Juynboll bu makalesinde özellikle Batı dünyasının İslam ülkeleriyle olan ilişkilerinde İslam ulemasının özellikle devletin siyasi yapılanmasında önem­ li bir etkinliğe sahip olduğunu, Batılı ülkelerin İslam ülke­ leriyle olan ilişkilerinin zedelenmemesi için de Batılı ilim

12

Oryan talistik Hadis Araştı rma ları

adamlarının İslami hususlardaki bilimsel araştırmalarını n üslubunda ulemanın nefretini ortadan kaldıracak b i r deği­ şikl iğe gitmeleri gerektiğine işaret etmekte ve bazı tavsiye­ lerde bulunmaktadır. Üçüncü makale hadis ilminde isnad uygulamasının resmi anlamda başlangıcı kabul edilen ilk fitnenin tarihiyle ilgilidir. "İslam' da İlk Büyük Siyasi Fitne'nin Tarihi" başlıklı bu makalede yazar gerek Batılı ilim adamlarının gerekse müslüman ilim adamlarının iddialarının aksine İ slam'da ilk büyük siyasi fitnenin tarihi hakkında farklı değerlen­ dirmeler yapmaktadır. Dördüncü makale ise Juynboll'un, ]erusalem Studies in Arabic and lslam, sy. 5, 1 9 84, s. 2 6 3 - 3 1 1 'de " Muslim's I nt­ roduction to his Sahih", adıyla İmam Müslim'in Sahih'inin başındaki " Mukaddime"nin İngilizce çevirisinin sonunda yer alan fitn e ve bid'at kavramlarının tarihlenmesine dair ilave bir yazısıdır. Biz de bu ilave yazıyı (agm., s. 3 0 3 - 3 1 1) derlemedeki üçüncü makalenin bir devamı ve ek bilgiyi de ihtiva etmesi sebebiyle buraya almayı uygun gördük. Beşinci makale "İlk Devir İslam Toplumunun İsnad Kul­ lanma Yöntemleri" başlığı altında oldukça uzun bir çalış­ madan oluşmaktadır. Bu makalede yazar isnaddaki raviler vasıtasıyla metnin kimler tarafından söylendiğine dair ol­ dukça ilginç hipotezler ileri sürmektedir. Altıncı ve son makale ise " İsnadların İlk ş ekillenmesin­ de Mu'ammerunun Rolü" ismini taşımaktadır. Bu yazıda Juynboll hadis literatüründeki metinlerin ve hadis koleksi­ yonlarının şekillenmesinde çok uzun süre yaşadıkları için kendilerine muammerun denilen kimselere başkaları ta­ rafından nasıl bir rol biçildiğinden bahsetmektedir. Juynboll'a ait makaleler, ilki hariç, başlık ve muhteva­ sından da tahmin edileceği üzere bütünüyle hadis tekni­ ğiyle ilgilidir. Juynboll çalışmalarının hemen tamamında

Önsöz

13

isnadın güvenilir olup olmadığı üzerine yoğunlaşmakta ve mesaisini bu yöne teksif etmektedir. B ilhassa İ slam'da ilk büyük siyasi fitnenin tarihiyle ilgili çalışması isnadın resmi anlamda başlangıç tarihini tespit amacı taşımaktadır. Do­ layısıyla zannedildiği gibi bazı müsteşrikler nazarında -en azından Juynboll açısından- isnad önemini henüz kaybet­ memiştir. Zira ona göre isnaddan hareket ederek İslam toplumunun sosyal yapısını tespit etmek ve hadis metinle­ rinin kimler tarafından ortaya çıkarıldığını bulmak müm­ kün gözükmektedir. Bu açıdan bakıldığında yine ona göre isnad üzerindeki çalışmalara dikkatli ve titiz bir şekilde ve analitik olarak ısrarla devam edilmelidir. O bu çalışmala­ rında daha ziyade Schacht'tan esinlendiği ve geliştirerek devam ettirdiği "müşterek ravi" (common link) dediği tezi veya hipotezi üzerinde çok durmaktadır. Çünkü onun iddi­ · asına göre, isnadların geriye doğru yans ıtılarak genişletil­ mesinden ve metinlerin şekillenmesinden en fazla sorum­ lu olan kiş i veya kişiler bu müşterek ravilerdir. Dolayısıyla Juynboll bir rivayetin bütün isnadlarının bir araya getirilip müşterek ravifleri tespit edilmeli ve hayatları derinleme­ sine incelenmelidir görüşünü sık sık savunmaktadır. M akaleler hakkında bu kısa bilgilendirmeden sonra şunu söylemek gereki r: Bu derlemede yazara ait fikir ve görüşlerle ilgili düşüncelerimizi gerek dipnotta gerekse ayrı bölüm içerisinde okuyucuyu yönlendirmemek ama­ cıyla belirtmeyi şimdilik pek uygun görmeyip onu bir baş­ ka çalışmaya bırakmayı düşündük. Zira bu ileri sürülecek tezler veya hipotezler için yapılacak bir çalışmanın çok dikkatli ve titiz olması gerekmektedir. Juynboll'un pek çok . makalesinin olduğu, ve -l isteden de görüleceği gibi- bun­ ların her birinin genel bir değerlendirmesini yapmanın kitap hacminde olacak bir çalış mayı zorunlu kılacağı aşi­ kard ır. Çalışmaların tamamını göz önünde bulundurarak bir değerlendirme yapmak daha bilimsel gözükmektedir.

14

Orya n talistik Hadis Araştırma ları

Nitekim bu konuda tez ve makale düzeyinde çalışmalar ya­ pılmaktadır. Tercümede katı bir lafzi tercümeyi esas almadık. Yaza­ rın düşünce yapısını mümkün mertebe yansıtmaya çalıştık. Ancak makal elerin konularının ağırlık noktasını teknik bil­ giler oluşturduğu için bazı yerlerde zorluklar görülmekte­ dir. Ayrıca Juynboll'un H ollandalı olması, İ ngilizce yazdığı makalelerde bir paragraf diyebileceğimiz kadar uzun cüm­ lelerin çok sık olması, haliyle bizi de sıkı ntıya sokmuştur. Okuyucunun yazıları okurken Juynboll'a ait bu özelliği de dikkate almasını ve tercümede bazı yerlerde geçen kısmen ağı r ve uzun ifadelerin anlayışla karşılanmasını ve okunur­ ken çok dikkatli takip edilmesini temenni etmekteyiz. Bu kitab ın ilk baskısında katkıları olan herkese, özellik­ le bu çal ışmanın büyük bir kısmını okuyarak tashihte bu­ lunan ve manevi desteğini hiç esirgemeyen gerçek dostum Prof. Dr. Ali Köse'ye, bu çalışmanın yayınlanmasına vesile olan Sayın Prof. Dr. M . Emin Özafşar'a ve ikinci baskısı için yeniden okuyarak katkılarını sunan Sayın Prof. Dr. M ehmet Azimli ile Lütfi Sever Beylere teşekkür eder, bu mütevazı çalışmanın hadis ve sünnet sahasında Türkiye' de daha et­ kili ve faydalı çalışmalara vesile olmasını Cenab-ı Allah'tan dilerim. M ustafa E RTÜ RK Fatih 2 0 1 9

SON DÖNEM ORYANTALİST ANLAYIŞIN MODERN ÇEHRESİ: YUMUŞA{T)MA VE DİYALOG POLİTİKASI [Hadis/Sünnet Oryantalisti G. H. A. Juynboll (1935-

2010) Örneği] Mustafa Ertürk•

-IOryantalistteki Bilimsel Bağnazlığın İflası!

Bir meseleye her zaman farkl ı yönlerden bakmak ilmi anlayışın değişmez temel şartıdır. Bilginin ve anlayışın farklı boyutlarla daima değişebileceğine inanmak ve sa­ vunma psikoloj isine girmemek insanın kendine olan öz güveninden kaynaklanmaktadır. Buna karşılık tek taraflı ve ö n yargılı bir yaklaşım, farklıl ığı ve değişimi içine sin­ dirememe veya otoriteyi kaybetme psikoloj isinin eseridir. Gerçek kabul edilebilen bilgi veya belgenin herhangi bir araştı rıcı tarafından başkalarına sunulmasında esasen birtakım hissi sebepler yüzünden re ddedilmesi ilmi ah­ laka aykı rı olsa gerekti r. B u sebeple kimden gelirse gel­ sin ilim veya bilginin her zaman kabul edilmesi gerekir. Ancak hiç kimsenin itiraz etmeyebileceği bu ilmi gerçeğe rağmen, "bizden" veya "bizden değil" parolas ının da ne yazık ki sosyal bir vakıa olarak karş ımıza her zaman çık­ tığını görmekteyiz. " B izden"i her zaman kabul etme veya eleştirmemek ise fe rt ve toplumların gelişmemelerinde ya da geri kalmalarında en önemli faktö rlerdendir. Biz­ den olmayan birilerinin sadece bizimle al�kalı gözüken ama gerçekte evrensel değeri haiz bir ko nu hakkında fikir

Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis ABD Öğretim Üyesi (Bu çalışma ilk olarak o zamanki adıyla Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi (Yrd. Doç. Dr.) Hadis ABD Öğretim Üyesi iken yapıl­ mıştır).

16

Oryan talistik Hadis Araştırmaları

beyan etmeleri toplumsal bir gerçek olarak pek hoş kar­ şılanmaz. Özellikle bir toplumun kuts iyet atfettiği (dini veya dini olmayan) bir konu hakkında o toplumun dışında olan, yabanc;ı kabul edilen birilerinin görüş beyan etme­ lerinin pek kabulle nilmemesi de sosyal-psikoloj i açıdan makul gözükmektedir. H assaten tarih boyunca bir top ­ lumun vazgeçilmez hayat unsuru olan "din" meseles inde ise böylesi bir yaklaşım kendini daha fazla açığa çıkart­ maktadır. "�zden olmama" şeklindeki bir anlayış ve yak­ laşım karşıs1nda ileri sürülebilecek her iddia (bilgi veya belge) daim ıı şüpheyle karşılanmaktadır. İleri sürülen ya da sürülece!f savlar ve bunların sah ipleri sürekli risk al­ tı ndadırlar. Bu risk, bazen aşırı diyebileceğimiz tenkitlerle ve o fikir sa�iplerini sindirme politikalarıyla kendini gös­ terebilir. H a�ta bu tepki devletin değişik kademelerinde bulunan s iyasilere kadar etki eder ve bu süreç devletler/ topluluklar arası ilişkilerin zedelenmesine veya kop ması­ na kadar gidebilir. N itekim bunun en bariz ve uç örneğini Th e Satan ic Verses (Şeyta n Ayetleri) adlı kitabıyla İslam dünyasının büyük tepkisini alan ve hakkı nda ölüm cezası bile verilen Salman Rüşdi olayında görebiliriz. Zikrettiği­ miz bu misal İslam toplumunun vazgeçilmez değer atfet­ tiği kutsal kitabı Kur'an ile onu tebliğ eden peygamberi Hz. Muhammed hakkında ileri sürülen farklı ama (roman fo rmuna giydirilmiş) hakaret dolu sözlerin1 toplumlar ve devletler üzerinde ne denli menfi tesi rler icra ettiğini gös­ termektedir. Elbette ki ö rneğini verdiğimiz u ç noktadaki bu tür yaklaşımla rın devletler ve milletlerarası ilişkilerde sağlıklı bir dayanışmayı sağlayamadığına dikkat çekmek

1

Gerçi Salman Rüşdi ne İslam dinine ne de onun kitabı ve Peygamber'i­ ne hakaret ettiğini, bilakis Hz. Peygamber'in büyüklüğünü kabul etti­ ğini söylese de İslam dünyasında ve müslümanlar arasında kendisine karşı büyük tepki gösterilmesine engel olamamıştır. Daha geniş bilgi için Salman Rüşdi'nin yayınladığı 22 sayfalık kitapçığa bakılabilir. Sal­ man Rüshdie, Salman Rushdie in Good Faith, Granta Press, 1990.

Son Dönem Oryantalist Anlayışın Modern Çehresi

17

gerekir. D olayısıyla bir dine mensup ola n insanlar başka din ve görüşe mensup kişiler tarafından kendi aleyhlerine olabilecek her türlü fiki r ve görüşe -ilk anda- daima karşı çıkmışlardır. Hatta karşı fikirden olctnların iddiaları ister "gerçek bilimsel" anlamda, ister "bilimsel kılı f" içerisinde olsa bile asla kabul görmemekte ve derhal reddedilme yo­ luna gidilmektedir. Eğer o karş ı görüş sahipleri fiki r ve dü­ şüncelerini hakarete vardırmayan ve çok fazla katı olma­ yan bilimsel ama yumuşak üslup ve tarzda yapmış olsalar idi, muhtemelen bu kadar tepki toplamayacak, ilk planda duygusal açıdan karş ı çıkılsa bile daha sonra en azından bir kısmı kabul edilebilecektir. İ şte kısaca izah etm eye çalıştığımız bu üslup ve tavır sanatı nın da (il m - i s iyasetin) günümüz dünyasında artık vazgeçilmez bir unsur olduğu kabul edilmektedir. Şöyl e ki, bu ilm-i siyas et, bir başka ifadeyle yumuşak üslup ve davranış sayesinde uzun yıllardır düşmanlık ve nefre­ ti n had safhasına ulaştığı noktalarda fikir ve görüşlerin en azından karşılıklı olarak "dinleme" seviyesine i ndiği gözlemlenmektedir. N iteki m modern çağda devletl era­ ras ı siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel antlaşmaların ve alışverişlerin temel esasını bu usül ve üslup bilgisi oluş­ turmaktadır. B ilhassa karş ıl ıklı kültür alışverişlerinde bu yumuşak üslubun benimsenmesi içerden-dışarıdan bakış açılarının da kabul görme şansını artı rmaktadır. Konu din olunca durum daha da hassasiyet arz etmektedir. Buna ka rşılık toplum içerisinde aynı değerlere yönelik bizden birileri tarafından ileri sürülen farklı değerlendirmelerin ve görüşlerin kabul derecesi ile farklı dine ve topluluğa mensup birilerinin aynı to nda ve üslupta değerlendir­ mesinin kabul derecesi arasında sosyo- psikoloj ik açıdan farklılık arz edeceğini de hemen belirtmek gerekir. Yani ten kit ve eleştiril erin dozaj ında üslup açısından farklılık ol masa bile "başkaları benim değerlerim hakkında benim

18

Oryan talistik Hadis Araştı rmaları

adıma karar verme yetkisine sahip değildir, velev ki doğ­ ru ols a dahi" şeklinde şüpheci bir anlayışa sahip olacak­ lard ı r. H ele bir de fa rklı kişi ve anlayışların tarihten gelen kötü niyeti tescil edilmiş olursa hiç kuş ku yok ki bu şüphe daha da arta caktı r. Ekonomik, siyasi ve kültürel açıdan yeniden yapılan­ ma içerisinde olan şu yeni dünya düzeninde çatışmaktan ziyade, diyaloga önem verilmesine dair böylesi bir tespit bilim dünyasında da yeni stratej ilerin geliştirilmesine im­ kan verecektir. Nitekim İslam dini hakkında araştırmalar yapan İslamolog, müsteşrik ya da oryantalist dediğimiz Batılı araştırmacılar da önceden nefret ve düşmanlığa se­ bep olan Goldziher, Lammens, Schacht gibi s eleflerinden kaynaklanan İslam alimleri üzerindeki ön yargıyı bir yan­ dan bertaraf etmek, öte yandan kendi fikir ve görüşlerinin onlar nazarında kabul veya değer bulması için, yeni stra­ tej iler geliştirmekten kendilerini kurtaramayacaklardır.2 D olayısıyla oıyantalistteki bilimsel bağnazlık iflas etme yoluna girmiş midir ve yerini bili msel yumuşa(t) maya mı terk etmiş gözükmektedir? Buna karşılık İslam alimi de müsteşrikten gelen fikirleri ve tezleri külliyen reddetme bağnazlığından kurtularak geçmişin verdiği tecrübeden hareketle şimdili k kendini beklemeye mi almıştı r? Yoksa bunun verilerini dikkatle takip mi etmektedir? Bu ve ben­ zeri soruların cevabı hiç şüphesiz iddia sahiplerinin, yani yumuşama politikasını teklif eden veya zihninde yerleşti­ ren oıyantalist(ler) in yayı nlanan makale ve kitaplarını ön yargısız bir şekilde araştırmak ve değerlendirmekle ortaya çıkacaktır. Şimdi bu verilerden bir örneği sunmaya çalışa­ lım.

2

Bilhassa bu konuda G. H. A. Juynboll Tel-Aviv'de yaptığı bir konferansta bizzat bunu dile getirmektedir. Bk. "The Ulama ve Western Scholars­ hip, /srae/ Orienta/ Studies, 1 0, 1 980, s. 1 76-180.

Son Dönem Oryantalist Anlayışın Modern Çehresi

-

11

19

-

Sünnet Konusunda Oryantalist Anlayışta Strateji Değişikliğin Arka Yüzü

"İslam'ın Mekke'de en basit biçimiyle başlayıp bugün 2 5 0 milyona• ulaşan müntesibiyle bir dünya dini olarak gelişmesiyle birlikte İslam kültürünün bir vahdet oluştur­ ması en hayret verici meselelerden birini arz etmektedir. Kadim kültürü ve dinlerin etkilerinin devam etmesine ve yerli alışkanlıkların, uygulamaların ve davranışların mevcut olmasıyla neticelenen muhtelif bölge ve coğrafi farklılıklara rağmen bu vahdet geniş İslam dünyasında nasıl bir kültür haline geldi? Homoj en bir yap ıya sahip olan bu İslami kül­ tür farklı zaman ve formlarda; bazen müslüman askerlerin fethiyle, bazen barış antlaşmalarıyla veya kasten tebliğ faa­ liyetleriyle ya da müslüman tacirlerin daha alt kültüre sahip bölgelerde kasıtsız tesirleriyle İslamlaşmanın etkisinde kal­ mış yerlerde kendisini tesis etmede nasıl başarılı oldu? Bu sorulara sadece ortak bir inanç olduğunu belirterek cevap verilemez; bu kültürün vahdeti itikat benzerliğiyle de sınırlı değildi. Bunun da ötesinde müşterek bir zihin, şahsiyeti ve resmi varlığı her yöne sirayet eden ortak bir hayat tarzın­ da kendini ifade etmekte, böylece Batıda anlaşıldığı şekliyle "Onun dini" sınırların ötesine ulaşmaktadır. Hatta ilk planda Kur'an'a bile bu başarıda bir pay çıkarılamaz. Zira onun tef­ sir tarihi Allah Kelamı'nın bile zamanın ruhunun (zeitgeist) baskın gelmesiyle ve çevrenin etkisiyle ne derece geniş bir şekilde yorumlandığını açıkça göstermektedir. Daha çok Peygamber'in örnekliği, yani yüzyıllardır mü'minlerin haya­ tında devamlı etkisini gösteren onun sünneti İslam kültür birliğinin oluşmasında en temel faktördü. Onun sünneti İs­ lam'ın çehresine bizzat damgasını vurmuş ve bugün İslam dünyasında gördüğümüz hususiyetleri kazandırmıştır (s. 99-100). Sünnetin ilk iki asrın bir icadı olduğu ve sadece

[2 0 1 8 yılı verilerine göre yaklaşık 1.8 Milyar (çev.)]

20

Oryan talistik Hadis Araştı rmaları

daha sonraki nesillerin Peygamber ve ashabı hakkındaki tasavvurlarını göstermektedir diyen bazı oryantalistlerin görüşü Muhammed'in şahsiyetinin ashabı üzerindeki bü­ yük etkisini ciddi bir şekilde küçümsemektedirler. Muham­ med'in sünnetindeki tarihi bütün izleri reddetme teşeb­ büsü, Tanrı'nın varlığını kabul etmediği halde, Kur'an'daki binlerce numuneyi, etkilerini ve tavsiyelerini dikkate alan materyalistik bir tarih anlayışından kaynaklanmaktadır. Her iki durumda da içerisinde gizli bir bağlantı olmayan farklı orij inlere sahip sayısız küçük taşların bir araya geldi­ ği bir mozaik idi. Böyle bir görüşten hareketle ve "aslında her hukuki sünnetin ispatlanana kadar uydurma olduğunun düşünülmesi gerektiği" talebine sevk eden bir araştırma ise sınır tanımayan heva ve hevese dayanan bir şüpheciliği bes­ lemektedir (s. 1 1 1) . 3 Son yüzyılın İslamologlarından J. Fück'ün makalesin­ den bağlamından koparılmadan özetle yaptığımız bu alıntı Schacht'a kadar ö nceki oryantalist yaklaşımlarla muka­ yese yapıldığında bu dönemdeki bir o ryantalistin İslam'a ve özellikle sünnete bakış tarzının en azından üslup nok­ tasında ne derece değiştiği ne dair bize kısmen bir fikir vermektedir. Böylesi bir değişimi sadece J. Fück de değil, Harald Motzki,4 M . M . B ravmann,5 G. H. A. Juynboll ve diğer bazı oryantalistlerde de bulmak mümkündür. Bunlardan hadis/sünnet sahasında yaptığı kesif araştırmalarla dikkat çeken en önemli müsteşrik G. H. A. Juynboll örneği üzerin­ de duracağız. Ancak bu konuya geçmeden önce, görünüş­ teki bu değişimin arka planını irdelemek gerekmektedir. 3

4 S

J. Fück, "The Role of Traditionalism in Islam", Studies on Islam (edit. Merlin L. Swartz), New York 1981, s. 99- 1 2 2 . "The Musannaf of "Abd al Razzaq al-San'ani As a source of Authentic Ahadith of the First Century AH.", ]ournal of Near Eastern Studies, 50(1). 1991, s. 1 - 2 1 . The Spiritual Background of Early Jslam, Studies in Ancien t Arap Con ­ cepts, Leiden 1972.

Son Dönem Oryantalist Anlayışın Modern Çehresi

21

Hadis ve sünnet konusunda gerek kaynak değerlen­ dirmesinde gerekse üslup açısından son dönem o ryan­ talistler6 aras ında görüldüğü ileri sürülen yumuşamayı tamamen müspet bir gelişme olarak mı değerlendirmek gerekecektir? Yoksa bunun ardında yatan başka sebepler de var mıdır? Kanaatimizce bu üslup yumuşamasının tek sebebinin sadece bilimsel kaygı olduğunu düşünmek bi­ raz safdillik olur. Zira her değişimin arkasında birden faz­ la gerekçeler aramak gerekir. N itekim, içerisinde yaşadığı­ mız ş u dünyada bilgi ve iletişim noktasında teknoloj ik ge­ lişmeler vesilesiyle ülkeler aras ı mesafenin gittikçe azal­ dığını, farklı kültür ve medeniyetlerin birbirleriyle lan ilişkilerinin siyasi, askeri, ekonomik ve birtakım bağlantı ­ larla yakınlaştığını v e bu ilişkilerde artık p ragmatizmin ve çoğulculuğu n ön plana çıktığını dikkate aldığımız zaman bu düşüncemizin hiç te yadırganmaması gerektiğini söy­ leyebiliriz. Özellikle kapitalist sistemin hakim olduğu şu yeni dünya düzeninde ekonomik ilişkilerin bozulmaması yö nüne çok vurgu yapıldığı ve bu yüzden de İ slam ülke­ leri nde hassas ko numda bulunan din-inanç konularında başkaları adına karar ve rmekten kaçınıldığı bir yaklaş ım sergilenmektedir. J . Fück'ün İslam ve sün net hakkında (en azından bu makale çerçevesinde) böylesine yumuşak bir üslupla fikirleri serdetmesinin arka planında bu pragma­ tist yaklaşımın olduğunu elbette emin bir şekilde söyle­ me imkanına sahip değiliz. Ancak bu tür yaklaşımların olduğunu da -en azından bu derlemede çoğunluğu onun makales inden oluşan- G. H . A. Juynboll'un "The Ulama and Western Scholarship" isimli yazısında açıkça görmek mümkündür. 6

Genel manada oryantalistlerin akademik hadis araştırmalarındaki ana eğilimleri, yerleşik kabulleri ve temel iddialarına dair oldukça anali­ tik bir çalışma için bk. Kızıl, Fatma, "Oryantalistlerin Akademik Hadis Araştırmaları: Ana Eğilimler, Yerleşik Kabuller ve Temel İddialar", Ha­ dis ve Siyer Araştırmaları, V / 1 , 2 0 19, s. 1 5 5 - 2 4 5 .

22

Orya n talistik Hadis Araştı rma ları

Öte yandan bu ilişkilerde farklı kutuplarda yer alan kültür ve medeniyetlere mensup insanları n bu pragmatist yaklaşımın neticesinde birbirlerinin tarihini, kültürünü ve sosyal yapılarını tanıyarak birbirlerini daha iyi anlayabil­ m eleri için yaklaşım tarzlarında "anlama ve kabullenme" ö n şartının olması gerektiği sonucuna vararak müspet yö n­ de bir değişikliğin olabileceğini de düşünmek mümkündür. Ne var ki, bu yumuşak üslubun arka planında bilimsel kay­ gılar yanında ülkeler arası ilişkilerde ekonominin ön plan­ da olduğu bir anlayışın sonucu olabileceğini tekrar hatır­ dan çıkarmamak gerekir. Böylesine bir düşünceye sahip olmamızı elbette ön yargılı olduğumuz anlamında değil, ihtiyatlı olunmasında aramak icap eder. Nitekim Juynboll yukarıda adı geçen makalesinde şöyle demektedir: "Bu yazımızda, Batılı araştı rmacıların Batı ile İslam ül­ keleri arasındaki yeni ilişkilerin köklü olması ve aynı za­ manda bilhassa İslam dünyasında en önemli halk sınıfı olan ulemanın gereksiz yere tahrik edilmemesi yönünde uygun bir atmosfer ortamını temini için nas ıl katkıda bu­ lunabilecekleri ne işaret edilmektedir." Bunun için de J uyn­ boll Batılı ilim adamlarının İslam hakkında bir araştırmayı ilk kez yayınlayacaklarında ne yapmaları gerektiğine dair bazı tavs iyelerde bulunur ve şöyle der: "Bu sebeple bir Ba­ tılı araştırmacının İ slami bir mesele hakkında ulemanın ve aynı konuda yayınlanmış herhangi bir eserin onayını al­ madan bir şeyi ilk kez yayınlamas ının reddedilme ihtima­ li ve böylece o araştırmacı hakkı ndaki düşüncelerin tabu haline gelme riski taşıdığını belirtmemiz gerekir." 1 9 8 0 yılında söylediği bu fiki rlerine sadık kaldığı izlenimini ver­ mektedir. Zira o 1 9 8 3 yılında yayı nlanan Muslim Tradition adlı eserinde gerek Goldziher'i gerekse Schacht'ı referans almakla birlikte onların kullandığı üslubu ve yaklaşım tar­ zını göstermeyeceğini dile getirmekle (age., s. 4) orta yolu takip ettiği görüntüsünü vermektedir. N itekim Talmon bir

Son Dönem Oryantalist Anlayışın M odern Çehresi

23

Schacht'ın teorisi i l e ilgili yazdığı bir makalede Schacht ve Juynboll'un takip ettikleri m etotların mukayesesini yapa­ rak ilk dönem hadis kaynaklarının güvenilirliği konusun­ da Juynboll'un Schacht'a göre daha az şüpheci ve dikkatli bir tavır sergilediğini de söylemektedir.7 Fakat Juynboll'un Mus/im Tradition 'ın t�nıtımını yapan aynı Rafeal Talmon ilk dönemdeki hadis literatürünün menşei hakkındaki de­ ğerlendirmesinin onun doğulu ve B atılı ilim adamları ara­ sı nda orta yolu takip ettiğini iddia etmesinin kitabındaki en zayıf nokta olduğuna işaret etmekte ve Juynboll'un bu konudaki iddialarını tenkit etmektedir.8 Juynboll'un lsrael Orien tal Studies adlı dergide yayın­ ladığı konferans tebliğinde Batılı ilim adamlarına verdi­ ği stratej ilere acaba kendisinin ne derece uyduğu bizzat 1 9 8 0 sonrası çalışmalarının tetkik edilmesiyle mümkün olacaktır. Şu kadarını söylemek gerekirse üslup açısından seleflerinden ayrılmakta ancak İslami kaynaklara yakla­ şım metodunda fazla bir değişikliğin olmadığı görülmek­ te, iddialarını kendi ifadesiyle "tez"den ziyade, hip otezlere dayandırmaktadır. En azından bu kitaptaki makal elerinde, okuyucunun da fark edeceği üzere, bu durum açıkça görül­ mektedir. Bununla birlikte uzun bir listesini vereceğimiz çalışmalarının ayrı ntısıyla yapılacak değerlendirmenin daha sağlıklı olacağını da tekrar belirtelim. Batılı ilim adamlarının İslam hakkında fikir beyan eder­ ken düşüncelerindeki yumuşak üslup ve yaklaşım tarzının arkasında birtakım ekonomik ve siyasi sebeplerin olabi­ leceğine dair ileri sürdüğümüz bütün bu ihtiyati fikirlere rağmen şunu da itiraf etmemek mümkün değildir; hangi sebeple olursa olsun araştırma zihniyeti ve düşünce yapı­ sı yönüyle bakıldığı zaman günümüz İslam alimlerini en 7 8

"Schacht's Theory in the Light of Recent Discoveries concerning and the Origins of Arabic Grammar". Studia lslamica, c. 65, 1987, s. 38-40. ]SAi, XI, 1 9 88, s. 248-2 5 7 .

24

Orya n talistik Hadis Araştırmaları

azından fikri planda harekete geçiren yine bu müsteşrikler dediğimiz Batılı araştırmacılar olmuştur. Psikoloj ik açıdan değerlendirecek olursak onlar farklı kültürden olmaları sebebiyle tarihimizdeki her bir bilgi ve belgeyi çekinme­ den sorgulamaktadırlar ve bilimsel diyebileceğimiz bir­ takım şüpheleri ortaya koymaktadırlar. Bazen, müslüman ilim adamları tarihten gelen bir önkabul şartlanmasından dolayı bir kısım hususları görememekte ya da ince ayrın­ tılara fazla dikkat çekmemektedirler. Meseleye bu yönden yaklaşıldığında elbetteki Batılı ilim adamları tarafından farklı düşünceler, tezler ya da hipotezler rahatlıkla orta­ ya konacaktır. İleri sürülen bu tez ya da hipotezler İslam alimleri tarafından bazen duygusallığın hakim olduğu sa­ vunma psikolojisiyle reddedilmekte bazen de bilimsel açı­ lardan tekrar tetkik edilerek değerlendirmeye tabi tutul­ maktadırlar. Bilim dünyas ında bunun kazanımları olduğu gibi kaybedilen yönlerinin de bulunab ileceği söylenebilir. Ancak olaylara, tez ve hipotezlere bilimsel ve önyargısız yaklaşıldığı zaman kazanımların daha çok olduğunu söyle­ yebili riz. Nitekim bunun örneklerini mesela elli yıl önceki İslam alimlerinin yaptıkları bilimsel çalışmalarla muka­ yese yaptığımız zaman görmemiz mümkündür. Bu konu­ da samimi bir itirafı dile getiren Prof. Dr. İsmail L. Çakan Anahatlarıyla Hadis isimli eserinde şunları söylemektedir: "Bir kere daha beli rtelim ki son bir asırdır gerçekleştirilen hadisle ilgili araştırmalara ve özellikle üniversitelerde yü­ rütülen tez çalışmalarına "müsteşriklere cevap teşkil eden çalışmalar" nazarıyla bakmak mümkündür. Çünkü hadis neşriyatındaki canlılığa müsteşriklerin sünnete yönelttik­ leri ithamlar sebep olmuş gözükmektedir."9 Tü rkiye'de de Batılı ilim adamlarının özellikle İslam/ hadis-sünnet sahas ındaki oryantalist yaklaşımlarına kıs­ men dikkat çekildiği makale ve kitaplar yazılmaya baş9

İstanbul

1999,

s.

1 5 9 - 1 60.

Son Dönem Oryantalist Anlayışın Modern Çehresi

25

lanmış v e onların çalışmaları d a tercüme edilmeye devam edilmektedir.10 Bu eserlerde dikkat çekilen nokta esas iti­ bariyle Batılı ilim adamlarının farklı bir kültür ortamında bulunmaları sebebiyle İ slam dünyasının kendi kaynağı olan hadislere bakış açılarının elbette obj ektif olamayaca­ ğı şeklindedir. His ağırlıklı böyle bir hüküm şüphesiz müs­ teşriklerin yaptıkları çalışmalara da güvensiz bakılmasını getirecektir. Şurası kanaatimizce unutulmamalıdır ki ilim adamlığı hissiyatın bir kenara bırakılıp kimden gelirse gel­ sin ilmin herkes tarafından alınacağı şeklinde olmalıdır. Şimdi bizim İslam kültürünün ayrılmaz parçası olan Kur'an' dan so nra bir değer ve inanç sisteminin temeli ola­ rak kabul edilen hadis ve sünnet hususunda, bizden olma­ yan, ama bizim gibi de düşünmeyen B atılı ya da oryanta­ listlerin yaptıkları çalışmalara kısaca göz atalım.

-111-

Hadis/Sünnet Hakkında Oryantalist Araştırmalara Kısa Bakış*

İslam dünyasında gerek Kur'an gerek hadis/sünnet sa­ hasında öteden beri oryantalistlerin yaptığı çalışmalara bilimsel amaçlı olarak konferanslar, kitaplar ve makaleler hazırlanmış, gerek "savunma" psikoloj isi gerekse "bilgilen­ dirme" açısından reddiyeler hazırlanmıştır. Bu çalışmalarda bir yandan bizden olmayanların bizim değerlerimizi değer10

Mesela M. Mustafa el-Azami, İslam Fıkhı ve Sünnet Oryantalist]. Scha­ cht'a Eleştiri (çev. Mustafa Ertürk), İstanbul 1 996, 2 0 1 0 ; Ali Osman Ateş, Oryantalistlerin Hz. Peygamber'le İlgili İddialarına Cevaplar, İs­ tanbul 1 996; Oryantalist Yaklaşıma İtirazlar, Bir Sünnet Savunusu Ya da Sünnete İçerden Bakış, (der. M ehmet Emin Özafşar), Ankara 1 999; Ali Dere, Oryantalistlerin Hadise Yaklaşımları - Eleştirel Bir İnceleme, İlahiyat Yayınları, Ankara, 2 0 0 6. Bu bölümün bir kısmı M. Mustafa el-Azami, İslam Fıkhı ve Sünnet isimli eserin "Çevirenin Önsözü" kısmında yayımlanmıştır.

26

Oryan talistik Hadis Araştırmaları

lendirirken bilimsel ya da bilimsel olmayan yargılarının al­ datıcı ve tahrip amacını taşıdıkları, bilinçaltında yerleşmiş "din düşmanlığının" değişik şekillerde tezahür ettiğini orta­ ya çıkarmıştır. Öte yandan "saldırı" olarak nitelenen değer­ lerin yeniden bizden olanlar tarafından tetkik edilmelerine imkan hazırlamıştır. İslam dünyasında yazılıp çizilen bu çalışmalardan Türkiye de nasibini almış ve özellikle akade­ mik camianın bilgisine sunulmuştur. Biz bu çalışmalardan Kur'an, Hz. Muhammed ve İslam ile ilgili yazılıp çizilenleri burada zikredecek değiliz.11 Batı dünyasında XVI I. yüzyılın sonlarında diğer İslami ilimlerin yanında sünnet ve hadis hakkında da araştırmalar yapılmaya başlanmıştı. Bu çer­ çevede Batı dilinde hadis ve sünnet hakkındaki ilk bilgile­ ri 169 7'de Paris'te neşredilen Barthelemey d'Herbelot'un ( 1 6 2 5 - 1 695) Bibliotheque Orientale ... adlı eserinde bulu­ yoruz (l, 4 1 6-827).12 Ayrıca yine aynı eserin 1 7 77-1 779 ile 1 78 1 - 1 78 3 tarihlerinde yayınlanan il., I I I . ve V. ciltlerinde de hadis ve sünnet konusundaki bilgilere rastlanmaktadır.13 Yaklaşık bir buçuk asırlık bir aradan sonra XIX. yüzyı­ lın başlarında Arnold N . M atthews (?) 1 8 0 9 - 1 8 1 0 tarih­ leri arasında Mişkô.tü'l-Mesô.bfh'in İ ngilizce tercümesini,14 Joseph von Hammer-Purgstall, (?) da Sah fh -i Buhô.rrnin muhtevasını sunan bir liste ile M üslim'in Sahfh'inden bazı hadislerin tercümelerini yayınlamıştır.15 Alois Sprenger 11 Oryantalistlerin Kur'an ve Kur'an'la ilgili yaklaşım ve çalışmaları hak­ kında geniş bir çalışma için mesela bk. Selahattin Sönmezsoy, Kur'dn ve Oryantalistler, Fecr Yayınevi, Ankara 1998. 12 Ahmad Von Denffer, Literature on Hadith in European Languages, s. 12. 13 Herbelot, Barthelemey d'. Bibliotheque Orientale .. , il, 167-8, III, 352, La Haye, 1777-79; age., III, 69-71, V. 398-99, Paris, Moutard, 1781-83. 14 Matthews, Arnold N., Mishca t ul Masabih, or, A Collection of the most authen tic Traditions, 2 vols, Calcutta, T. Hubbard, 1809-1910. 15 Hammer-Purstall's Morgenlaendische Handschriften XXII. Theologie B. Ueberlieferungskunde (al-jami al-Kabir- Table de Bouhari), Wiener Jahrbuecher, Anzeigeblatt, say. 75 (1836), s. 2-24, 76 (1836), s. 1-15; 77 (1837), s. 44-50; 78 (1837), s. 1-16; 79 (1837), s. 1-16. Aynı müelli­ fin yaptığı diğer çalışmalar için bk., Ahmad von Denffer, age., s. 48-49 . .

-

-

Son Dönem Oryantalist Anlayışın Modern Çehresi

27

(18 1 3-1893) 1 8 5 6 senesinde İslam öncesi ve İ slam' ın ilk devrinde mevcut olan yazılı kaynaklar hakkında derledi­ ği malzemeyi Arapça asıllarıyla birlikte On the Origin and Progress of Writing Down Historical Facts among Musul­ mans adlı çalışmasıyla neş retti.16 Batıda sünnet ve hadis konusunda yapılan ve etkisini uzun süre devam ettiren en temel çalışma 1 8 9 0 senesinde yayınlanan Ignaz Gold­ ziher'in ( 1 8 5 0 -19 21) Muhammadanisch e Studien (Muslim Studies) adlı eserin ikinci cildi idi. Bu eser B atı ilim dün­ yasında yaklaşık 60 yıl boyunca hadis konusunda başlıca ana kaynak olarak kaldı. Bu kitabın haricinde Batı dünya­ sında hadis ve sünnetle ilgili kendisinden söz ettirebilecek tarzda bazı kitap ve makaleler de yayınlanmıştı. M esela bunlardan biri A. Guillaume'in ( 1 888- 1 9 6 2 ) 1 9 24 sene­ sinde yayınlanan The Traditions of lslam isimli kitabının, sadece Goldziher'den büyük ölçüde etkilenilerek yazıldı­ ğı ve orij inal hiçbir değeri olmadığı ifade edilmektedir.17 Daha sonra Joseph Schacht ( 1 9 0 2 - 1 9 6 9) fıkhi hadislerin menşe'ini araştırmaya koyulmuş ve Origins of Muham ­ madan jurisprudence adlı eserini ilk defa 1 9 5 0 senesinde ilim dünyasına sunmuştu. James Robson ( d. 1 890) da Miş­ kdtü '/-Mesabih 'i İngilizceye tercüme etmiş18 ve hadis ilmi­ nin teknik konularında çok değerli makaleler yazmıştır.19 Bu makalelerden bir kısmı Türkçeye çevrilmiştir.20 16 ]ournal of the Asiatic Society of Pakistan, 25, 1856, s. 303-81.; Hatiboğ­ lu, M. Said, "Batıdaki Hadis Çalışmaları Üzerine", Is/dm Araştırmaları,6 (2), 1992, s.107 . 17 el-Azami, M.M., Studies in Early Hadith Literature, lntroduction, XVJI. 18 Mishkatü 'l-Mesabih, 1-IV, Lahore 1963. 19 Makalelerin listesi için bk. Von Denffer, Literature on Hadith in Europe­ an Languages, s.71-72. 20 J. Robson'un makalelerinden bazıları Talat Koçyiğit tarafından tercü­ me edilerek Ankara Üniv. İlahiyat Fak. De ry isi nde değişik tarihlerde yayınlanmıştır. Mesela; "Hasen Hadislerin Çeşitleri", A. Ü.İ.F.D., Anka­ ra,1963, XI, 109-118; "lbn Ishak'ın İsnad Kullanışı", Ankara, 1963, X. 117-126; Sahih-i Müslim Nüshalarının Rivayeti", Ankara, 1957, iV (34), 8-20; "Sünen-i Ebu Davud Nüshalarının Rivayeti", Ankara 1958, V (1-4), 173-182. '

28

Oryan talistik Hadis Araştı rmaları

Batılı ilim adamlarının ilim dünyasına sundukları belki en büyük hizmetlerden birisi de Amsterdam Kraliyet Aka­ demisinin maddi desteği ve 40 kadar uzmanın çalışmala­ rıyla ve Wensinck'in (1882-1 9 3 9) editörlüğünde yayınla­ nan, kısaca 'Concordance' dediğimiz dokuz hadis kitabının fihristi olan Concordance et lndices de la Tradition. Musul­ mane (el-M ucemü'l-müfehres li elfazı'l-hadisi'n-N ebevi) adlı çalışmadır.21 Elbette, hadis sahasında Batı'da yapılan çalışmaların hepsini burada zikredecek değiliz. Bu konudaki çal ışma­ ları öğrenmek isteyenler, Tayyib Okiç'in ( 1 9 0 2 - 1 9 7 7) Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tetkikler22 isimli eserine, Ahmad vo n Denffer'in Batı dillerinde hadis ve sünnet sahasında yapılan ilmi çalışmalar (makale ve kitaplar) ın bibliyog­ rafyasını sunduğu Literature on Hadith in European Lan ­ guages23 adlı kıymetli çalışmasına müracaat edebilir. 94 sayfadan oluşan bu kitapçık, gerek müsteş riklerin gerekse müslümanların hadis ve sünnet ko nusunda yabancı dilde yazdıkları 559 civarındaki kitap ve makalelerin listesini sunmaktadır. Ayrıca Munawar Ahmad Anees ve Alia N. At­ har'ın Guide to Sira and Hadith Literature in Western Lan­ guages24 adlı çalışmadan da aynı şekilde yararlanılabilir. Bu arada Quarterly lndex lslam icus isimli dergiden de Batı dillerinde hadis ve sünnet sahasında yapılan makale ve ki­ tapların isimlerini öğrenmek mümkündür. Müsteşriklerin bu çalışmalarından bazıları gerek Ba­ tı'da gerek İslam dünyasında tenkit edilmiş ve tartışma­ ya sunulmuştur. Ancak Batı dünyasında hadis sahasında yapılan çalışmalardan etkisini uzun süre devam ettiren Ignaz Goldziher'in Muhammadanishe Studien'i ile Joseph 21 22 23 24

Leiden, E.J. Brill, 1936, 1-Vll. İstanbul, 1959. The Islamic Foundation, Leicester, 1981. Mansell Publishing Limited, London, 1986.

Son Dönem Oryantalist Anlayışın

Modern Çehresi

29

Schacht'n Origins of Muhammadan ]urisprudence adlı eser­ leridir. Goldziher'in söz konusu eserine veya bu eserdeki görüşlerine hem İslam dünyasında hem de Türkiye'de25 makale türünden reddiyeler yazılmıştır.

Early Hadith Literature26 adlı çalışmasıyla doktorasını tamamlayan, Batı ilim dünyasını tanıyan ve müsteşrikle­ rin çoğu eserlerine muttali olan, İslami ilimlere, özellikle Hadis ilmine büyük katkıda bulunan Muhammed Musta­ fa el-Azami, Schacht' ın Origins of Muhammadan ]urispru­ dence'ına bir reddiye yazmıştır. On Schach t's Origins of Muhammadan ]urisprudence27 adıyla neşredilen bu eserde el-Azami, Schacht'ın hadis ve sünnet konusundaki iddia­ larının ilmi usul çerçevesinde ama polemik bir tarzda çü­ rütmeye çalışmıştır. Ayrıca bu kitaptan başka Schacht'ın kitabına hem makale olarak28 hem de Ahmet H asan'ın The Early Development of lslamic ]urispruden ce, (İslamabad 1988)29 isimli kitap gibi başka reddiyeler de yazılmıştır.30 25 Mesela, Koçyiğit, Talat, "Ignaz Goldziher'in Hadisle İlgili Bazı Görüşle­ rinin Tahlil ve Tenkidi", A. Ü. İ.F.D., XV, 1968, s. 43-55. 26 Indianapolis, Indiana, 1978. 27 İslam Fıkhı ve Sünnet (çev. Mustafa Ertürk), İstanbul 1996, 2010. Azami ayrıca bu kitabın bir özeti olarak "el-Müsteşrik Schacht ve es-Sünne en-Nebeviyye" adıyla Menahicü 'l-müsteşrikfn, Riyad 1 985, 1, s. 631 lO'da yayınlamıştır. Bu makale M. Emin Özafşar tarafından Türkçeye çevrilmiştir "Müsteşrik Schacht ve Nebevi Sünnet", Oryan talist Yaklaşı­ ma İtirazlar, Ankara 1999, s. 3 1 -79. 28 Mesela, el-Ensari, Zafer Ishaq, "Nakdu menheci Joseph Schacht fi dira­ seti'l-hadis", ed-Dirasetü'l-Islamiyye, 25 (2), 1 990, 57-70. 29 Bu kitabın bazı bölümleri Türkçeye çevrilmiştir. "İlk Fıkıh Mezheple­ rinin Kaynakları", (çev. Selahaddin Eroğlu), A. Ü.İ.F.D., XXIX, s. 3 1 3 -328; "Sünnet İlk Muhtevası ve Gelişimi", "İlk İçtihad Modelleri", (çev. M. Emin Özafşar), Oryantalist Yaklaşıma İtirazlar, Ankara 1 999, s. 8 1 - 1 38. 30 Emin el-Mısri 1958'de Doktora çalışması için gittigi Londra Üniver­ sitesi'nde Prof. Anderson adlı müsteşrike Schacht'ın "Origins" isimli eserine bir reddiye yazmak ve bunu doktora tezi olarak takdim etmek istedigini söyleyince, Anderson da bu teklifi reddetmiş. el-Misri Lond­ ra Üniversitesinden ümidini kesince Cambridge Üniversitesi'ne kayıt yaptırmış, aynı doktora konusunu teklif etmiş ama bu üniversite de kabul etmemiş ve el-Mısri'ye açıkça şunu söylemişler "Eğer doktora derecesini almak istiyorsan Schacht'ı kesinlikle tenkid etmemelisin:

30

Oryan talistik Hadis Araştırma ları

Bununla beraber hadis ve sünnetle alakalı müsteşriklerin ve bunlara cevap veren müslüman ilim adamlarının gerek bilinçaltı gerekse bilinçüstü amaç ve gayelerini değerlen­ dirmek amacıyla bazı çalışmalar yapılmıştır.31 -

IV

-

G. H. A. Juynboll'un Çalışmaları Kitapları

Th e Authen ticity of the Tradition Literature, Discussions in Modern Egypt, Leiden 1 9 69.32 Muslim Tradition, Studies in Chronology, Provenance and A u thorsh ip of Early Hadith, Cambridge, 1 9 8 3 , 1 9 8 5 .33 Studies on the Origins and Uses oflslam ic Hadfth (Aldershot 1996). Encyclopedia ofCanonical lfadfth (Leiden 2 0 0 7) . My Days in the Oriental Re'ading Room, Leiden, 2 0 0 7, 2 0 1 1 .

"Bunun üzerine el-Mısri Muhaddislere Göre Hadis Tenkidi Prensipleri (An In troduction to the Study ofthe Traditional Criteria Used in the Cri­ ticism of the Hadith) adlı doktora tezini alarak başarılı olmuştur. Bk. es-Sibai, Mustafa, es-Sünnetü ve mekdnetühd fi't-teşri'il-İsldm, Beyrut, 1985, s. 17-18. Dolayısıyla Schacht'ın kitabına ilk reddiye yazmak el-A­ zami'ye nasip olmuş. 31 Hadis/sünnet konusunda oryantalistlerin yaptığı çalışmalarla ilgili genel ya da ayrıntılı bazı değerlendirme için mesela bk. Mehmet Said Hatiboğlu, "Batıdaki Hadis Çalışmaları Üzerine", İslam Araştırmala­ rı,6 (2), 1992; M. Mustafa el-Azami, İslam Fıkh ı ve Sünnet, Oryan talist ]. Sch ach t'a Eleştiri, (çev. Mustafa Ertürk), (Çevirenin Ö nsözü), İstan­ bul 1996; Oryantalist yaklaşım ve ona karşı savunma konumdaki bi­ linçaltı anlayışının tetkik edildiği bir başka çalışma için bk. Mehmet Emin Özafşar, "Batı Bilinçaltı ve Oryantalist Mesai", Oryan talist Yak­ laşım a İtirazlar, (der. M. Emin Özafşar), Araştırma Yayınları, Anka­ ra 1999, s. 11-29; Ali Osman Ateş, Oryan talistlerin Hz. Peygamber'le İlgili İddialarına Cevaplar, İstanbul 1996; Ali Dere, Oryan talistlerin Hadise Yaklaşımları- Eleştirel Bir Yaklaşım, İlahiyat Yayınları, Ankara, 2006). 32 Modern Mısırda Hadis Tartışmaları (çev. Salih Özer), Ankara, 2000. 33 Hadis Tarihinin Yeniden İnşdsı (çev. Salih Özer), Ankara, 2002.

Son Dönem Oryantalist Anlayışın Modern Çehresi

31

Makaleleri

"The Hadith in the Discussion on Birth Control", Actas iV Congresso de Estudos Arabes e Islamicos (Coim b­ ra-Lisbon 1 968), Leiden 1 9 7 1 . S. 3 7 3 - 3 79. "Ahmad M uhammad Shakir ( 1 8 9 2 - 1 9 5 8 ) and his edition of lbn Hanbal's Musnad", Der lslam, 49 (2), 1 9 7 2 , s. 2 2 1-247. "The Date o f the Great Fitna", Arabica, XX, 1 9 7 3 , s. 1 4 2 - 1 5 9 . "The Qurra' in the Early Islamic H isto ry '', fournal of the Eco­ nomic and Social History of the Orien t (JESHO), 1 6 (23 ), s. 1 1 3 - 1 2 9 . "The Position of Qur'an Recitation in Early Islam", ]ournal of Semitic Studies USS), 1 9 (2), 1 9 74, s. 240-2 5 1 . "The Qur'an Reciter on the Battlefıeld and Concominant Issues'', Zeitschrift der Deu tschen Morgen landischen Gesellscaft (ZDMG), 1 2 5 ( 1), 1 9 7 5, s. 1 1 - 2 7 . "Review of Asad b. M usa, Kitab az-zuhd'', e d . R . G. Khoury, Wiesbaden 1 9 76, Bibliotheca orien talis, XXXVI, 1 9 79, s. 243 vd. "al- Khawlani, Abu i dris", E/2. "al-Mızzi", E/2. "Munkar", E/2. "The Ulama and Western Scholarship'', Israel Orien tal Stu ­ dies (IOS), X, Tel-Aviv 1 9 80, s. 1 7 3 - 1 8 1 . " O n the Origins of Arabic prose. Reflections o n authenticity", Papers on Islamic History. Studies on the First Cen tury of Jslamic Society, ed. By. G. H . A. Juynboll, Southern Illinois Univ. Press, Carbondale 1982, s. 1 6 1 - 1 75. "M uslim's introduction to his Sahih translated and annota­ ted with an excursus on the chronology of fıtna and bid'a", ferusalem Studies on Arabic and Jslam, V, 1 984, s. 2 6 3 - 3 1 1 .

32

Oryan talistik Hadis Araştırma ları

"Some new ideas on the development of Sunna as a tech­ nical term in early l slam : Jerusalem Studies in Arabic and lslam, 1 0, 1 9 8 7, s.97- 1 1 1 . '

"Some isnad-analytical methods illustrated on the hasis of several Woman-demeaning sayings from hadtth lite­ rature", al-Qa n tara, 1 0 (2), ( 1 989), s. 3 4 3 - 3 8 4. The Role of Mu'ammarun in the Early Development of the lsnad", Wiener Zeitschrift Kunde des Morgenlandes (WZKM),8 1 ( 1 9 9 1) , s. 1 5 4- 1 7 5 . "Some notes on the earliest fuqaha' of Islam distilled from hadith literature", Arabica, 39 ( 1 992), s. 2 8 7 - 3 14. "Early Islamic Society As Reflected in Its Use of Isnads", Le Museon, 107 / 1 -2, Louvain 1 994, s. 1 5 1 - 1 94. 'J\nalysing isnads in akhbar literature", History and histo­ . riography in early lslam ic times: studies and perspe­ ctives, (edit. L. 1. C O N RAD), Princeton N.J. : Princeton University Press, 1 9 94. "Nafi', the mawla of lbn "Umar and his position in M us­ lim hadith literature", Der Jslam: ]o urnal of the His­ tory and Culture of the Middle East 70 (2) : 2 0 7-244 (1993). - " O n the origins of the poetry from M uslim tradition litera­ ture", Wolfhart Heinrichs and Gregor Schoeler (eds.) Festschrift Ewald Wagner zum 6 5 . Geburtstag, Band 2: Studien zur arabischen D ichtung, Beiruter Texte und Studien,Band 5 4, Beirut 1 9 9 4 (in Kommission bei Franz Steiner Verlag, Stuttgart), pp. 1 8 2 - 2 0 7 .

Son Dönem Oryantalist Anlayışın Modern Çehresi

33

BİBLİYOGRAFYA Anees, Munawar Ahmad - Athar, Alia N. Guide to Sira and Ha­ dith Literature in Western Languages, Mansell Publishing Limited, London 1986. Ateş, Ali Osman, Oryan talistlerin Hz. Peygamber'le İlgili İddia/a­

rma Cevaplar, İstanbul 1996. el-Azami, M . Mustafa, On Schach t's Origins of Muhammadan .Ju­ risprudence, (İslam Fıkhı ve Sünnet, Oryan talist ]. Scha­ ch t'a Eleştiri (çev. Mustafa Ertürk), İstanbul 1 9 9 6 . Studies in Early Hadith Literature, Indianapolis, I ndiana 1 9 78, (İlk Devir Hadis Edebiyatı (çev. Hulusi Yavuz), İs­ tanbul 1 9 9 3 ) . "el - Müsteşrik Schacht ve es-Sünne en-N ebeviyye", Menii­ hicü 'l-m üsteşrikfn, Riyad 1985, I, s. 6 3 - 1 1 0 . "Müsteşrik Schacht ve Nebevi Sünnet", (çev. M . Emin Özafşar), Oryan­ talist Yaklaşıma İtirazlar, Ankara 1999, s. 3 1 - 79 . Bravmann, M. M . , The Spiritual Background of Early lslam, Stu­ dies in Ancien t Arap Concepts, Leiden 1 9 7 2 . Concordance et lndices d e l a Tradition. Musulmane (el-Muce­ mü'l-müfehres li elfazı ' l - hadisi'n-Nebevi) (edit. Wensin­ ck), Leiden, E.J. Brill 1 9 3 6, 1-VI I . Çakan, İ smail Lütfi, A n a ha tlarıyla Hadis, İstanbul 1 999, s. 1 5 9 160. Dere, Ali, Oryan talistlerin Hadise Yaklaşımları -Eleştirel Bir Yak­ laşım, İlahiyat Yayınları, Ankara, 2 0 0 6 . el-Ensari, Zafer I shaq, " Nakdu menheci Joseph Schacht fi dira­ seti'l-hadis", ed-Diriisetü '/-/sldmiyye, 2 5 (2), 1990, 5 7 - 7 0 . Fück, J., "The Role of Traditionalism in Islam", Studies on lslam (edit. Merlin L. Swartz ) , New York 1 9 8 1, s. 99- 1 2 2 . Goldziher, Ignaz, Muham madische Studien (Muslim Studies) il, (trans. S. M. Stern), London 1 9 7 1 . Guillaume, Alfred. The Traditions of ls/am, A n I ntroduction to the study of the Hadith Literature, Oxford, The Clarendon Press, 1924 _ Beirut 1 9 6 6, Lahore 1 9 78, New York 1 98 0 . Hammer, Purstall, Morgenlaendische Handschriften XXll. The­ ologie B. Ueberlieferungskunde (a/-jam i al-Kabir- Table de Bouhari), Wiener Jahrbuecher, Anzeigeblatt, say. 7 5

34

Oryan talistik Hadis Araştı rmaları

( 1 8 3 6), s. 2 - 24, 76 ( 1 8 3 6), s. 1 - 1 5 ; 77 ( 1 8 3 7), s. 44- 5 0 ; 7 8 ( 1 8 3 7), s. 1 - 1 6; 7 9 ( 1 8 3 7) , s. 1 - 1 6. Hasan, Ahmed, "İlk Fıkıh Mezheplerinin Kaynakları", (çev. Sela­ haddin Eroğlu), A. Ü.İ. F.D., XXIX, s. 3 1 3 - 3 2 8; "Sünnet İlk M uhtevası ve Gelişimi", ve "İlk İ çtihad Model­ leri", (çev. M . Emin Özafşar), Oryan talist Yaklaşıma İtiraz­ lar, Ankara 1 9 9 9, s. 8 1 - 1 3 8 . Hatiboğlu, M . Said, "Batıdaki Hadis Çalışmaları Üzerine", İslam A raştırmaları, 6 (2), 1 9 9 2 , s . 1 0 7 . Herbelot, Barthelemey d ', . Bibliotheque Orien tale .. . , i l , 1 6 7-8, I I I, 6 9 - 7 1 , 3 5 2, V, 3 9 8 - 3 99, La Haye, 1 7 7 7 - 79, Paris, Moutard, 1 781- 8 3 . Juynboll, G. H . A . "The Ulama v e Western Scholarship", lsrae/ Orien tal Studies, X, 1 9 8 0, s. 1 7 6 - 1 8 0 . Kızıl, Fatma, "Juynboll, Gualtherus Hendrik Albert", DİA, EK- 1 , İ s ­ tanbul, 2 0 1 6, s. 694- 6 9 5 . "Oryantalistlerin Akademik Hadis Araştırmaları : Ana Eği­ limler, Yerleşik Kabuller ve Temel İ ddialar", Hadis ve Siyer Araştırmaları, V/ 1 , 2 0 19, s. 1 5 5 - 2 4 5 . Koçyiğit, Talat, " l gnaz Goldziher'in Hadisle İlgili B a z ı Görüşleri­ nin Tahlil ve Tenkidi", A. Ü.İ.F.D., XV, 1 968, s . 4 3 - 5 5 . Matthews, Arnold N . , Mishcat- ul - Masabih, o r, A Col/ection of the most authentic Traditions, 2 vols, Calcutta, T. Hubbard, 1 8 09 - 1 9 1 0 . M otzki, Herald, "The Musannaf o f 'Abd al Razzaq al-San'ani As a source of Authentic Ahadith of the First Century A.H .", journal ofNear Eastern Studies, 5 0 (1), 1 9 9 1, s . 1 - 2 1 . Okiç, Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tetkikler, İstanbul 1959. Özafşar, Mehmet E m i n , "Batı Bilinçaltı v e O ryantalist M esai", Or­ yan talist Yaklaşıma İtirazlar, (der. M . Emin Özafşar), Araş­ tırma Yayınları, Ankara 1999, s. 1 1 - 2 9 . Robson, J . , Mish katü 'l-Mesabih, 1 - IV, Lahore 1 9 6 3 . "Hasen Hadislerin Çeşitleri" (çev. Talat Koçyiğit), A. Ü.İ. F.D., Ankara 1 9 6 3 , XI, 1 0 9 - 1 18; "İbn İshak'ın İsnad Kullanışı" (çev. Talat Koçyiğit), A. Ü.İ. F.D., Ankara 1 9 6 3 , X. 1 1 7 - 1 2 6;

Son Dönem Oryantalist Anlayışın Modern Çehresi

35

"Sahih-i Müslim Nüshalarının Rivayeti" (çev. Talat Koçyi­ ğit), A. Ü. İ. F.D., Ankara 1 9 5 7, iV (3 -4), 8-2 0; "Sünen-i Ebı1 Davud Nüshalarının Rivayeti" (çev. Talat Koçyiğit), A. Ü.İ.F.D., Ankara 1 9 5 8, V (1 -4), 1 7 3 - 1 8 2 . Schacht, Joseph, Origins of Muhammadan ]urisprudence, Oxford 1950. An ln troduction to Islamic Law, Oxford 1 9 64. Sibai, M ustafa, es-Sünnetü ve mekanetühô. fi 't-teşrf'il-İsldm, Bey­ rut 1985, s. 1 7 - 1 8 . Sönmezsoy, Selahattin, Kur'an ve Oryan talistler, Fecr Yayınevi, Ankara 1998. Sprenger, Alois, "On the Origin and Progress of Writing Down H istorical Facts among Musulmans", ]ournal of the Asiatic Society of Pakistan, 25, 1 8 5 6, s. 3 0 3 - 8 1 . Talmon, Rafeal, "Schacht's Theory in the Light of Recent Disco­ veries concerning and the Origins of Arabi c Grammar", Studia lslamica, c. 65, 1987, s . 3 8-40. "Review", ]SAI, XI, 1 9 88, s. 248-2 5 7 . Van Denffer, Ahmad, Literature on Hadith i n European Langua­ ges, The Islamic Foundation, Leicester 1 9 8 1 . Witkam, J a n Just, "The Oriental Manuscripts in the Juynboll Fa­ mily Library in Leiden" journal of lslam ic Man uscripts, 3 (2 0 1 2) 2 0 - 1 0 2 .

İSLAM ULEMASI İLE ORYANTALİSTLERİN İSLAMİ KONULARA YAKLAŞIM FARKLILIGI *

İslam' da din ve devlet konulu bir tartışmanın detaylı bir tarihi analizini yapmak yerine, günümüzün şartları dikka­ te alınarak incelenmesi gerektiği genel kabul görmektedir. Ancak bana öyle geliyor ki günümüze dikkat çekmeden önce, kısaca tarihi ön b ilgi vermek bu makalede işaret edi­ lecek belirli noktaları açıklığa kavuşturmada yardımcı ola­ caktır. Bu yüzyıla kadar müslüman nüfusun yoğun olduğu ül­ kelerde iktidarlar az ya da çok İslami değerlerden daima etkilenegelmişlerdir. Bununla birlikte H ristiyan dünya­ sı denilen ülkelerdeki pek çok iktidar da H ristiyanlıktan mülhem ahlaki değerlerin tesiri altında· kalmışlardır. Se­ külerizmin Batı' da devlet politikalarına yavaş yavaş nüfuz etmesiyle birlikte benzer seküler fikirle r O rta Doğu'daki siyasilerin düşüncelerinde de yer etmeye başlamıştır. 1 9 . yüzyılın başlarına kadar Batılı ve Orta Doğulu devletler aras ındaki zihniyet farklılıkları ile kilise ve ulema sınıfı­ nın her birinin temel aldığı, geliştirdiği ve ilan ettiği ahlaki prensipler arasındaki farklılıklar giderek azalmıştı r. Batı­ lının siyasi düşüncesinde günden güne artan sekülerizm şimdiye kadar birkaç İslam ülkesi tarafından kademe ka­ deme ve sınırlı oranda uygulamaya konulmuştur. Aslında Türkiye, Atatürk'ün gerçekleştirdiği devrimlerle devlet po­ litikasında baskın bir seküler düşünceyi bütünüyle benim­ semeye çalışan ilk müslüman ülke olarak değerlendirilebi­ lir. Aralarında Tunus ve Mısır'ın yer aldığı önceden Fransız ve İ ngiliz sömürgesinde kalmış bazı İslam ülkeleri de seG. H . A. )uynboll, "The Ulama and Western Studies, X, Tel-Aviv, 1980, s. 173-181.

Scholarship", lsrael Oriental

[1 73]

38

Orya n talistik Hadis Araştırmaları

külerizmi daha az oranda uygulayarak sekülerizmin beli rli bir seviyeye ulaşmasında belki en başarılıları olmuşlardır. Geçmiş asırlarda Orta D oğu ile Batı'nın s iyasi ilişkilerin­ deki karşılıklı anlayış ve düşüncelerinde oluşan in işli çıkış­ lı çalkantıların nasıl meydana geldiğini burada izah etme­ nin mevcut tartışmayla ilgisi olmadığı belki düşünüleb ilir. Ancak O rta D oğu ile Batı arasındaki özellikle İslam'ın etki alanında oluşan mevcut siyasi ilişkilerin bir değerlendir­ mesini yapmak bu noktada daha uygun gelmektedir.

1 9 . asır ile 2 0 . asrın başlarında Arap milliyetçiliğinin İs­ lami düşüncelerle kısmen yaygınlaştığı yerlerde, daha son­ ra bu yüzyılda meydana gelen birtakım gelişmelerle dini değerlerin etkisi hızla artmıştır. Ayrıca değişik ülkelerde de farklı yaklaşımlarla ortaya çıkan siyasi faaliyetlerde bu dini değerlerin etkisi açıkça gö rülebilmektedir. M esela Cezayir bu duruma örnek gösterilebilir. Fran­ sa'ya karşı sürdürdüğü bağımsızlık savaşı boyunca Ce­ zayirli inkılapçılar oldukça rasyonel, liberal -veya sekü[1 74] ler- eğilimdeydiler. Ancak yönetimi bizzat ele geçirdikten hemen sonra Bin B ella yönetimi bu eğilimden süratli bir şekilde vazgeçmeye başlamış ve H . Bumedyen'le bi rlikte süreç tamamlanmıştır. B öylece sekülerleşme faaliyetinin sahası bir kez daha İslam adına kontrol altına alınmıştır.1 Bir başka örnek de Fas ve Tunus'tur. Bu iki ülke modern seküler anayasa girişimlerinde gelenekçi ve muhafazakar dini çevrelerin karşı çıkmasıyla sınırlı oranda başarılı ol­ muşlardır.2 Bir diğer misal ise Libya'dır. Kral İ dris iktidardan uzak­ laştırıldığı zaman M uammer el-Kaddafi yönetimindeki 1

2

David C. Gordon, Women ofAlgeria. An essay on change, Cambridge (Mass.), 1968; F. M'rabet, L a /emme algerien ne, Paris 1965. A. Gaudio, La revolution des femmes en lslam, Paris 1957; H. De Mon­ tety, Femmes de Tunisie, Paris/Haye 1958; A. Demeerseman, Lafamille tunisienne et /es temps nouveaux, Tunis 1967. Bk.

İslam Uleması ile Oryantalistlerin Konulara Yaklaşımı

39

devrim konseyi ilk bakışta İ slami tesirlerin açıkça görül­ düğü bir düşün � e tarzını sergilemesine rağmen, günü­ müzde bu düşünce şekli farklı bir çizgide seyretmektedir. Öyle görünüyor ki, Libya hükumeti artık iyice belirginleşen yaygın söylentiye göre Kur'an'da zikredilen had cezalarını kanunlaştırmak gibi bir düşünceye sahip olmaktadır. Öte yandan diğer ülkeler gibi Pakistan'ın da sanki dünyanın öteki yüzüne istihzat bir tavırla "Bize ait bir şeyi yap ma­ mıza gelin de engel olun bakalım ! " dercesine had cezala­ rını yeniden gündeme getirme düşüncesine inanmamak oldukça zordur. Mısır'daki İslami gelişme de burada ayrıntılı bir bilgiyi gerektirmeyecek kadar nettir. M erhum M ısır D evlet Başka­ nı Nasır yönetiminde sindirilen İhvani M üslimin'in tarihi ile bugünün tekfir hareketinde ortaya çıkan benzer düşün­ c eler genellikle çok iyi bilinmektedirler. Fakat bu noktada üzerinde durulması gereken husus şudur: Tekfir hareke­ ti önceden ortaya çıkmış hareketlerden daha fazla sertlik yanlısı -veya daha muhafazakar- İ slami bir tavrı sergile­ mektedir. Şimdiki Mısır hükumeti bu hareketleri durdura­ masa bile en azından kontrol altına alacak önemli adımları atmış ve meydanı yavaş yavaş ele geçirmiş gözükmektedir. Lübnan'daki karışıklıklar dini temayülün ve kargaşanın ve müsamahasızlığın en ümit kırıcı ve en yüksek noktas ın­ da seyretmektedir. Suudi Arabistan ulemanın hala sıkı kontrolü altındadır. Zira Arabistan yönetimi onların halk kitlesi üzerindeki et­ kilerini sürdürmelerine kendileri açısından herhangi bir zarar teşkil etmediği için izin vermekte ve bu s ebeple de ulema kraliyet ailesinin ağırlıklı olarak desteğini almakta­ dırlar. Pakistan da son zamanlarda İslam'daki gelenekselciliğe ve muhafazakarlığa doğru hızlı bir şekilde meyletmektedir.

40

Oryan talistik Hadis Araştı rmaları

Afganistan ve l rak'ta yönetimdeki din karşıtı ve komü­ nizm yanlısı hükumetleri düşürmek isteyen geniş halk ha­ reketleri gittikçe büyümektedir. Son olarak, adından fazlaca söz edilen, son birkaç yıl içerisinde Orta Doğu'da dini değerleri başarıya ulaşmış ama pratikte kabul görmeyen bir ülke olan İ ran'la ilgili [1 75] şuna işaret etmek gerekmektedir: İ ran şimdiye kadar pet­ rol ihracatının yüksek seviyede olması s ebebiyle bir tehdit unsuru oluşturan ve Batı dünyasındaki müşterileriyle hep problem yaşayan bir ülkedir. Bu arada hemen şunu kaydedelim ki İslam ülkelerinden bazılarının adlarından eşit derecede söz edilmemesi ge­ rektiği doğrudur. Ancak durum öyle olsa bile, önceki zikre­ dilen ülkeler dikkate alındığında bunlardaki mevcut devlet mekanizmasının işleyiş tarzı kısaca şöyledir: İslam dünya­ sı siyasi düşüncede geleneksel dini kavramlara daha fazla yer vermek için sekülerleştirici her harekete engel olan bir geçiş döneminde gözükmektedir. Bu noktada aynı şekilde dikkatimizi çeken bir başka husus da şudur: Demokratik prensiplere bağlı olduğunu belirtsin ya da belirtmesin -görünüşte muhalefet mücade­ lesinin devam ettiği farklı ses getirici küçük azınlık olma­ sına rağmen- nihayetinde her bir ülkenin kendine ait bir hükumeti olduğu için Batıdan başkalarının istedikleri gibi değil, oldukları gibi kabul edilmelerini talep etmektedirler.

Şu halde biz, günümüz Orta Doğu politikalarmda İs­ lam 'm günden güne kuwetlendiği gerçeğin i kabul edersek, son zamanlarda yen i kurulan İslam i devletlerle olan yen i ilişkilerin kopacağma v e mevcut bağlan tı/an korumak için ne yapılması gerektiğine dair bir pkış yolu üzerinde biraz düşünmemiz gerekecektir. Bu yazım ızda, Batıll araşt1rmacılarm Batı ile İslam ülke­ leri arasmdaki yen i ilişkilerin sağllklı ve aym zamanda bil-

İslam Uleması ile Oryantalistlerin Konulara Yaklaşımı

41

hassa İslam dünyasmda en önemli halk sımft olan ulemamn gereksiz yere tahrik edilm emesi yönünde uygun bir atm os­ fer ortammı temini için nasıl katkıda bulunabileceklerine işaret edilmektedir. Her İ slami devlet ulemaya güçlü bir mevki tanımak­ tadır. Aşırı derecede muhafazakar olan ulema sınıfının devletin isteklerine uygun olan belirli bir modernleşme­ ye karşı faaliyet gösterdiği bazen hissedilse bile, hiçbir İslami hükumet birçok olayda onun desteği olmadan son sözü söylemeyi hayal bile etmemektedir. Daha fazla sekü­ lerleştirme hareketine girişen O rta Doğu'daki hükumetler halktan destek görmeyen bazı politikaları halka benimset­ mek amacıyla yine zaman zaman ulemanın desteğine baş­ vurmaktadırlar. Bunun en canlı örneği M ısır'dır. M ıs ır'da doğum kontrolü ulema ile köy imamlarının desteklediği kampanyalarla yaygı nlaşmıştır. Devlet de Evkaf ve Sosyal İşler Bakanlığı aracılığıyla bu işin eğitimini üstlenmiştir.3 Çoğunluğunu müslümanların oluşturduğu her ülkede bir halk sınıfı olan ulemanın dikkate alındığı inkar edilemez bir gerçektir. Bu durum Batıdaki birçok araştırmacının [1 76] gözlemlediği ve gözlemlemeye devam ettiği çok iyi bilinen bir hakikattir. İşte buna dair birkaç örnek. •

.

Frants Buhl ilk defa Danimarkaca yayınlanan ve daha sonra Almancaya çevrilen M uhammed'in hayatını bir hay­ li övdüğü eserinde (Leipzig 1 9 3 0) bazen kendi görüşleri­ ni müslümanların kesinlikle hoşlanmayacakları bir ifade tarzıyla açıklamıştır. B uhl, M uhammed'i kendisini desteğe ihtiyaç hissettiği zaman vahyin yardımını isteyen bir çeşit oportünist ve sihirbaz olarak tasvir eder. O, aynı zamanda M uhammed'in sara hastalığına tutulmuş olabileceğini de ima eder. Müslüman ülkelerde ne Almanca ne de Danimar­ kaca eserler okunduğu için Buhl'ün Muhammed hakkında 3

Bk. G. H. A. Juynboll, "The hadith in the discussion on birth control", Leiden 1971, s. 373-379.

Actas iV congress d'estudos arabes e islamicos,

42

Oryan talistik Hadis Araştırmaları

yazdığı biyografi uzun süre dikkatten kaçmıştır. Fakat ben, Mısır' da bu eseri bilen ve bundan dolayı da öfkeli olan bir­ kaç alim ile karşılaştım. Halbuki bu kitap biraz dikkatli ve farklı bir gözle okunsa, Muhammed'i kötülemek yerine, onu överek ve ona hayran kalarak Buhl'ün bu kitabı yaz­ mış olduğu fark edilecektir. Wensinck, Muhammed ile yahudilerin Medine'deki ilişkilerine dair daha önceki yıllarda yazdığı ve 1 9 0 8'de Almanca olarak yayımlanan çalışmasında yaptığı sert ten­ kitleri, daha sonra yazdığı oldukça beğenilen Muslim Creed isimli eserinde yap mamıştı. Fakat önceden Almanca ya­ yınlanan kitap Wolfgang Behn tarafından (Freiburg 1 9 7 5 ) İ ngilizceye çevrildiği için kolayca okunacak v e Wensinck de ulema nazarındaki iyi şöhretini muhtemelen kaybede­ cekti. Bunun nedeni de Wensinck'in, tezini kendinden yaşlı olan vatandaşı Snouck Hurgronj e'nin üslubunu kullanarak yazmasıdır. Hatta birkaç eseri İngilizceye çevrilmesine rağmen bu ilim adamının yazdıklarının şu ana kadar İslam dünyasındaki ulemanın dikkatlerinden kaçmış olmasını bir mucize kabul edebili riz.4 Peygamber'in hayatını bir yönüyle ele alan başka bir çalışma da Wendell' in Muslim World'de ( 1 9 7 2 , s. 1 2 -4 1 ) yayınlanan makalesidir. Bu çalışma tamamen tenkitlerle dolu olup, Buhl'ün daha önce yapmış olduğu çalış maları sonradan fark edip önceki üslubundan vazgeçen Wensinck gibi bir oryantalisti n dahi tasvip etmeyeceği bir tarzla ya­ zılmıştır. Bu sebeple bir Batılı araştırmacın ın İslam i bir mesele hakkında ulemanın ve aym kon uda yayımlanmış herhangi bir eserin onayım almadan bir şeyi ilk kez ya­ ymlamasm m reddedilme ih timali ve böylece o araştırmacı 4

Mesela Mohammedanism, Lectures on its ori9in, its reli9ious and poli­ tical 9rowth, and its present state, New York/London 1916; Selected Works (ed. G. H. Bousquet and J. Schacht, in English and in French), Leiden 1957.

İslam Uleması ile Oryantalistlerin Konulara Yaklaşımı

43

hakkındaki düşüncelerin tabu halin e gelm e riski taşıdığım belirtmemiz gerekir. Burada bahsedilebilecek bir başka örnek de 1 9 7 7'de yayı mlanan Wansbrough'un Quranic Studies adlı çalışma­ sıdır. Bu kitap kanaati me göre oldukça karmaşık bir meseleyi ele almaktadır. Wansbrough'un Kur'an' ın birçok ayet­ lerini Peygamber'e ait özel bir logia (söz veya yazı)5 olarak değerlendirmesi onun hatası değildi r. Gerçi onun stili öy­ lesine muğlakdır ki yazdığı bölümler tekrar tekrar okun- [1 771 masına rağmen müellifin en azından dolaylı olarak müs­ lüman okuyucuları açıkça gücendirme niyeti taşımadığı belki söylenebilir; Kur'an'ın Allah'm kelamı olduğuna dair müslüman dogmasını tamamen tastik edici söylemiyle6 o, kendi kitabının oldukça anlaşılır olduğunu düşünen Batılı okuyucularının kaşlarını biraz çatmasından .bile kaçınmış olabilir. Ne var ki, onun İslam'ın herhangi bir orij inalites inin olmadığı, sadece diğer iki tek tanrılı dinlerden ödünç alındığı ya da olduğu gibi kopya edilerek ilk gelişimini ta­ mamladığı tarzındaki düşüncesinde ısrar etmesi, nihaye­ tinde bu kitab ı sonuna kadar okuyacak olan çok az sayıdaki müslümanın bile tahammül sınırını aşabilir. Bu kitabı gözden geçirdiğimde, üzerinde durulan meselenin Batılı oku­ yucuların abartacağı, O rta Doğulu okuyucuların da tahammül edemeyeceği kadar gereğinden fazla büyütüldüğünü gördüm. Wansbrough'un çalışmasına benzeyen, aslında onun bilgisinden çok istifade edilmiş ve İslam dünyasında kötü şöhrete ulaşmış bir başka eser de onun öğrencileri olan Patrica Crone ile M i cheal Cook'un birlikte yazdıkları kitaptır. Onların Hagarism: The making of the lslam ic World (CUP, 1 9 7 7) isimli en son çıkan eseri, diğer çağdaş oryantalistlerin sık sık ele aldıkları gibi İslam'ın teşekkül döneminden bahsetmeyi hedef edinmektedir. Bu kitap da 5

6

Mesela, bk. s. 50 vd. Bk. age., "Preface"', s. IX.

44

Orya n talistik Hadis Araştırmaları

tıpkı Wansbrough'un eseri gibi, yazarlarının da ifade ettik­ leri şekliyle, anlaşılması oldukça zor uzun cümlelerle do­ ludur. Yine bu çalışmada İslam'ın herhangi bir orij inalitesi olmayan ya da bağımsız bir inkişaftan uzak bir din olarak tasvir edildiğini görüyoruz. Aynı şekilde Wansbrough'un kitabındaki gibi, Arapça kaynaklar çok az kullanılmış ya da o kaynaklar (H agarism kitabını yazan) yazarların ken­ di amaçları doğrultusunda yorumlanmış, ama hiç olmaz­ sa İslami olmayan belirli değer ve kavramların köklerine işaret edilmektedir. Bu iki kitaba benzer eserler bazı Batılı tarihçiler arasında ne kadar revaçta olursa olsun, Doğu'da­ ki ulemada kin ve nefretin gittikçe artmasına muhtemelen imkan hazırlayacaklardır. Dolayıs ıyla bu kötü niyet, şimdi­ ye kadar mevcut olan iyi niyeti zayıflatıp tamamen ortadan kaldıracaktır. (Bazı Batılı araştırmacıların) tasvip edilmeyen eleşti­ rileri yüzünden mesela, Ahmed Muhammed Şakir'in (ö . 1 9 5 8) İbn Kuteyb e'nin Kitô.b ü 'ş-şi'r ve 'ş-şu 'arô. isimli ese­ rin başında zikrettiği bir özetteki öfke işaretleri bu iyi ni­ yetin azaldığını göstermektedir. Bu tartışmaya ilk dönem Arapça metinleri neşretmekle meşhur olmuş Ahmed Sakr da katılmıştır. O, 1 9 04'de Kitô.bü'ş-şi'r'in neşrini gerçekleş­ tiren M . J. De Goej e'yi kusurlu gören Ahmed Muhammed Şakir'i tenkitlerinde aşırı gitmekle ve bu konuda haksız ol­ makla suçlamıştır. Ahmed Sakr, De Goej e'nin başarısını Ba­ tı' daki alimlerin gerçekleştirdiği neşirlerin en mükemmeli olarak zikretmekte ve ona övgüler yağdırmaktadır. O, İbn Kuteybe'nin eserinin uzun süre uygun bir neşrinin yapıl­ madığını, İslam dünyasının bu Leiden neşrini kullanmak zorunda kaldığını ve bunun inkar edilemeyeceğini vurgu­ lamaktadır. Ahmed Sakr, Ahmed Muhammed Şakir'in De Goej e'nin istifade ettiği farklı malzemeleri kasten görmez­ den geldiğini gösteren birçok örneğe dikkat çekmektedir. Ne var ki Ahmed M uhammed Şakir Batılı araştırmacıların

İslam Uleması ile Oryantalistlerin Konulara Yaklaşımı

45

hangi konuda olursa olsun bütün faaliyetlerine yönelik gittikçe artan hoşnutsuzluğunu yıllarca sinesine çekmiş [1 7 8] ve Ahmed Sakr'ın haklı olarak ileri sürdüğü eleştirilere sadece kulak tıkamıştır.7 Ahmed Muhammed Şakir, Batılı ilim adamlarının yaptığı her şeye kesinlikle güvenmeyen bu ulem anın belki en iyi örneğini temsil etmektedir. D ola­ yısıyla o bu tavrıyla, Peygamberi hadislerin gayri sahihliği ve kronoloj isi hakkında Batıda şekillenmiş düşüncelere kapalı olduğu için, o çevreden kendi kutsal dinine yapılan saldırılarla ilgili herhangi bir fikirden veya teoriden habersiz olmuştur.8 M esela İslam'a yapılan saldırılara yönelik fikir veya teoriyle ilgili verilecek en güzel örnek hiç şüphesiz Goldziher'in Muhammedanische Studien adlı eserin i l . cildidir. Bu kitap Mısır' da uzun bir serüvenle v e dolaylı bir şekilde okunmuştur. Birçok ulema Goldziher'i n bu eserine " Batılı ilim adamlarının "kutsal kitabı (ayetleri)" gözüyle baktıkları için bu dolambaçlı yolun biraz daha izah edilmesi gerekmektedir.

1890 senesinde Almanya'da (Halle) neşredilen Goldzi­ her'in bu kitabının muhtevası ancak 2 0 - 3 0 yıl sonra Mı­ sır'da tan ınmaya başlandı. Bu serüven iki farklı yolda ivme kazandı. Birinci yol, p rofesyonel amaçtan başka bir gayesi olmayan bir İ ngiliz misyonerin bu kitabın bir özetini pe­ riyodik olarak neşredilen Muslim World ( 1 9 1 5) adlı bir dergide yayınlamasıydı.9 Bu özet zaman zaman Arapçaya 7

8

9

Bk. İbn Kuteybe, eş-Şi'r ve 'ş-şu 'ara (nşr. Ahined Muhammed Şakir), I, Darülmaarif 1966, s. 7-30. Şakir'in Sakr'a karşı bir değer ifade etme­ yen cevabı için bk. s. 3 1 -36. Ayrıca Şakir; neşrettiği Tirmizi'nin kita­ bının 1. cildinin önsözünde Batılı ilim adamlarının çalışmalarını nasıl küçük gördüğünden bahsetmektedir. Geniş bilgi bilgi için bk., Kahire 1937, s. 37. Onu önceden tanıyan farklı kişilerin şahsi bağlantıları da vardır. Aynı şekilde bk. G. H. A. Juynboll, "Ahmad Muhammed Shakir (1892-1 958) and his edition of lbn Hanbal's Musnad", Der Jslam, XLIX, 1972, s. 2 2 1 247, bilhassa s . 241 vd. W. H. T. Gairdner, "Mohammedan tradition and gospel record", MW, V, 1915, s. 349-3 74.

46

Orya n talistik Hadis Araştırmaları

çevrilmiş ve daha sonraki yıllarda eş-Şark ve 'l-Garb adın­ daki misyoner amaçlı bir dergide yayınlanmıştı.10 Yayınla­ nan bu özet M uhammed Reşid Rıza'nın dikkatini çekmiş ve o da el-Mentı.r dergisinde bu yazıdaki fikirlere çok sert eleştiriler getirmişti.11 Muhammedanische Studien 'in kötü şöhrete ulaştığı ikinci yol ise doktora öğrenimi için Alman­ ya'ya gönderilen Ezher Üniversitesi mezunu bir öğrencinin bu kitabı özel olarak Arapçaya çevirmesiyle olmuştur. Ez­ herli öğrenci M ısır'a döndüğü zaman Ezher Üniversitesi'n­ de, bizzat kendi yaptığı bu tercümeyi de esas alarak, hadis­ lerin menşei hakkında ders vermek üzere görevlendirildi. Girdiği sınıflarda çok büyük zıt fiki rlerin ortaya çıkmasına vesile oldu. Ama daha sonra bu fikirlere derslerinde yer vermekten vazgeçti ve bu kitap hakkında geniş bir reddiye yazacağına dair söz verdi, ancak bu vaadini yerine getire­ medi.12 Bütün bunların neticesinde Goldziher'in bulgula­ rından hareket ederek Batılı ilim adamlarının yaptığı her şeyi küçük gören ve öğrencileri arasında da onların ça[ 1 79) lışmalarını küçümsemeyi dini bir telakki kabul eden pek çok Mısırlı ulemaya bugün bile rastlamak mümkündür. Schacht'ın The Ori9ins of Muhammadan ]urisprudence (Ox­ fo rd 1 9 5 0) adlı eserinin Mısır' da uzun süre tanınmaması­ nın muhtemel nedeni de bu olsa gerektir. Batılıların adlarının kötüye çıkmasının muhtemel se­ beplerinden birinin İslam'a saldırmalarından kaynaklan­ dığı da bu yazıda belki gözardı edilmiş olabilir. Bu konuda-

1 0 İngilizce başlığı:

Orient and occident. A monthly moral and religious magazine establisched 1 905, published by American Christian Litera­

ture Society for Moslems ? printed at the Nile Mission Press, Kahire, '(editors W. H. T. Gairdner, R F., McNeile), bk. MW, 1, s. 350 ve G. H. A. Juynboll, The Authen ticity of the Tradition Literature. Discussions in modern Egypt, Leiden 1969, s. 30. 11 el-Menıir, XIX, s. 25-50, 97-109. 1 2 Bk. G. H. A. Juynboll, The Authen ticity of the Tradition Literature. Dis­ cussions in modern Egypt, Leiden 1969, s. 35 vd. ve ]AL, III, 1972, s. 5 6 vd.

İslam Uleması ile Oryantalistlerin Konulara Yaklaşımı

47

ki ilk tepkilerin görüldüğü yer büyük bir ihtimalle I rak'tı.13 Bu ulemanın yazılarında kaba ve çirkin bir üslupla Goldzi­ her'in14 ve Schacht'ın yahudi olduklarından s ıkça söz edil­ mektedir.15 D iğer taraftan Goldziher'in İslam hakkındaki özel düşüncelerini iyi bilen birisi tarafından son zaman­ larda yayınlanan Tagebuch isimli günlükte belirtildiğine göre16 Goldziher'in teorileri misyonerlik faaliyetinin ilham kaynağı olarak yaygın bir şekilde öğretilmekteymiş. Ule­ manın önyargılı davranması kadar bazı Batılı ilim adamla­ rının da peşin hükümlü oldukları görülmekte ancak bun­ ların ortadan kalkması genellikle uzun zaman almaktadır. Bu arada şunu da belirtelim ki herhangi bir bilgi veya teo­ rinin ortaya çıkmasına imkan verilmemesi de aynı şekilde bir nevi önyargıdır. Önyargının ortadan kalkması ve yeni peşin hükümlerin kökleş memesi için muhtemel bir çözüm de, karşılıklı anlayış ve saygı ortamının yeniden oluşturul­ masında yatmaktadır. Eski önyargılar Ahmed Muhammed Şakir gibi insanların vefatıyla belki yok olabilir, ancak yeni önyargılar ondan etkilenen ve onun gibi düşünen öğrenci­ lerinin zihinlerinde, yukarıda zikredilen kitapların son za­ manlarda neşredilmesiyle, daima tazeliğini ko ruyacaktır. Netice itibarıyla Batılı ilim adamlarının iki temel nokta­ ya dikkat etmeleri gerekmektedir:

1 . İslam hakkında Batı'da yapılan çalışmalarda takip edilen üslup, Orta Doğu'daki alimlerin en son başvura­ cakları çok önem arz eden bir üsluptur. Mesela üslubu umumiyetle zor anlaşılabilen Schacht'ın Origins'ine ben13 Bk. Bağdat'ta yayınlanan el-Akilim, Mecelletü 'l-fikriyyetü 'l-limme, 1965, 1 , no. S'de "Mezahirü ta'tiri ilmi'l-hadis fi ilmi't-te'rih inde'l-müslimin" adlı makalenin, s. 22-41'de Schacht'ın kitabına sık sık referans yapıl­ maktadır. 14 Bk. Mustafa es-Sibai, es-Sünne ve meklinetühlifi't-teşrf'i'l-İslami, Kahire 1961. ı s Age., s. 24. 16 Ignaz Goldziher, Ta9ebuch (nşr. Alexander Scheiber), Leiden 1978, s. 55-73, ve özellikle s. 6 1 .

48

Oryantalistik Hadis Araştırma ları

zer eleştiriler, küstahca olmasa bile,17 zaman zaman İs­ lam alimleri arasında da görülebilmektedir. Bir kimsenin Wansbrough'un ve öğrencilerinin kitaplarını hemen aklına getirerek düşündüğü "küstah olma" sıfatı Batılı ilim adam­ ları ile ulema arasındaki çatışmanın birinci sebebi olma­ makla birlikte, verdiğimiz ilk örnekte olduğu gibi, Batılıla­ rın müslüman okuyucularını Orta Doğu ile Batı arasındaki iyi ilişkilere hiç de yardımcı olmayan, büyük bir olasılıkla kısa zamanda gücenme, darılma ve düşmanlık gibi duygu­ ların yerleşmesine zemin hazırlayacak bir şaşkınlığa sevk etmeleri muhtemeldi r.

2 . Batılı ilim adamlarının araştırma yaptıkları beli rli ko­ nular pek çok müslüman okuyucunun hassas olduğu mese­ lelerdir. Kur'an ve hadis bu konulara en güzel örneklerdi r. Ancak Taha Hüseyin'in kendi zararına olduğunu sonradan fark ettiği gibi İslam öncesi şiir de müslüman okuyucunun [ 1 80] hassas olduğu meselelerden biridir. Elbette, bir kimsenin yaptığı araştırmadan dolayı kendisini bu sahalardan birine kaydırması, vardığı sonuç ve yaptığı katkıların, önceden de tahmin edileceği üzere, müslüman okuyucuların gözünde reddedilebilecek türd en olmaları daima mümkündür. Bu­ rada bir hususun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir: Şu anda sunduğumuz bu yazı, belirli bir neticeye ulaşılm ış teorilerin m üslüman okuyucularm incitilm emesi için h iç yaymlanmaması gerektiği şeklindeki bir düşün ceyi savu n ­ mamaktadır. Ne var ki, bu teorilerin takdim ediliş tarzını, araştırmasında aynı veya benzer teorilere ulaşacak müs­ lüman bir ilim adamının benimseyebileceği bir üslupta şekillendirmek mümkündür. Batılı meslektaşlara yardımcı olmak için müslüman bir bilim adamının kabul edebilece­ ği tarzda örnek bir yazı sunmak mümkün olabilir. Sapıklık veya küfürle itham edilmeyi istemeyen bir araştırmacı bil­ hassa ilk dönemdeki İslami kaynaklar hakkındaki, oldukça 17 Şahsi hislerle elde edilen bilgiyi kastediyoruz.

İslam Uleması ile Oryantalistlerin Konulara Yaklaşımı

49

insani olan, delilleri temel alıp almadığından sadece so­ rumlu tutulur ve o araştırmacının etkilenip etkilenmediği hiç önemli olmayan Batıdaki orij inal yazılara az referans göstermesi de mümkündür. Bütün bunlardan sonra Batılı araştırmacı müslüman okuyucu kitlesine kendini inandır­ mada şayet başarılı olursa bilhassa Arapça kaynaklardan elde ettiği delili belirtmesi gerekecektir. Aksi taktirde, Ba­ tılı kaynaklara yapılacak herhangi bir referans müslüman­ lar nazarında kendiliğinden geçersiz kabul edilerek veya en kötüsü, müslümanın kullandığı materyalden çıkarıla­ cak delilin geçersizliğini zayıflatan bir yol şeklinde, yani bir Batılının İslam'a saldırısı gibi yorumlanacaktır. Bu çok problemli meseleyle bizzat mücadele ettiğimi burada belirtmek isterim. Mesela Peygamber'in ölümün­ den yaklaşık 1 5 0 yıl sonra ortaya çıkmış ancak Peygam­ ber'e atfedilen mütevatir kabul edilen bir hadisin18 krono­ loj isi hakkındaki teorilerimi neticede nasıl takdim edeyim diye düşünmekteyim. Bu teorinin kabul edilmesi demek, İslam'ın en saygın ve değerli kurumlarından biri olan is­ nadın ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Zira "isnad ilmi dinin bir parçasıdır. Öyle ise dininizi kimden aldığınıza dikkat edi n ! " sözü Muhammed b. Sirin'e (ö. 1 1 0) atfedilen meşhur bir söz olup19 (müslümanlar arasında da böyle bir anlayış hakim olmuştur) . H e r ne kadar bu konuda tespit ettiklerimi neşretmekten beni hiçbir şey alıkoymamakla birlikte, birçok Batılı araştırmacının başına gelen müslü­ manın nezdinde düşmanlık ve nefret kokan aynı dipsiz kuyuya düşme riski içinde olduğumun da çok iyi farkında­ yım. Nihayetinde böyle bir psikoloj i içerisinde bulunmak bile bir şeyi açıklama özgürlüğümüze ciddi ş ekilde engel

18 Bu, "Men kezebe aleyye müte'ammiden fel yetebevve' mek'adehu mi­ ne'n-nar" hadisidir. [Juynboll bu hadisle ilgili çalışmasını 1 983'de ya­ yınlanan Muslim Tradition isimli eserinde teferruatlı bir şekilde açık­ lamaktadır. Bk. Muslim Tradition, s. 96-133. (Çev.)] 19 Mesela bk. Müslim, Sahih, "Mukaddime".

50

Oryan talistik Hadis Araştırmaları

olacaktı r, ancak her bir Batılı ilim adamının dikkatinde, m evcut olan sağlıklı ilişkiyi mümkün olduğu kadar tehlike­ ye düşürmeme gayreti olmalıdır. Aksi taktirde muhalefet­ leri ve karşı çıkışları ile çok etkili olan din alimleri sınıfının hışmından dolayı, bir Batılı ve İslam devleti arasında çatış­ ma süreci başlayacak, yahut en azından İslami değerlere bir hayli önem veren politikacılar üzerinde derin tesirler bırakacaktır. Öte yandan yeni (ilmi) bulgular İslami çev­ relerde dargınlığın o rtaya çıkmadığı veya öfkelenmemesi asla mümkün olmayan bazı insanlar olmakla birlikte çok [1 8 1 ] az s eviyede kaldığı bir tarzda söyleni rse, o zaman Batılı araştırmacılar kendilerini, bilhassa aralarında siyasilerin olduğu müslümanlara hem kendi kültürel tarihlerine ve kaynaklarına hem de siyasi ilişkilerde faydalı bir etki bıra­ kacağı beklenen bir özgürlüğe aracı olarak düşünebilirler.

İSLAM'DA iLK BÜYÜK SİYASI FiTNENİN TARİHİ°

Joseph Schacht, The Ori9ins of Muhamm adan jurispru­ dence adlı eserini 1 9 5 0 senesinde neşrettiği zaman kısa zamanda kabule mazhar oldu. Fakat şu ana kadar hiçbir ilim adamı eserin içindeki geniş materyali ayrıntısıyla ten­ kide tabi tutmaya teşebbüs etmedi. Sadece N. J. Coulson, J. W. Fück ve A. Guillaume bir veya birkaç meselede tenkidle­ rini yaptılar.1 Kitap içerisindeki sayısız atıflarla ve notlarla öylesine müşkildi ki eseri tanıtanlar çok sathi değerlendir­ melerin ötesinde fazla bir şey yazamadılar.2 Schacht'ın ile­ ri sürdüğü asla çürütülememiş ancak genel kabul görmüş teorilerden biri de el-fitne diye isimlendirilen s iyasi hadi­ senin tarihi ile ilgilidir. Şchacht'ın kitabının acilen ihtiyaç duyulan değerlendirilmesine bir katkıda bulunmayı umut ederek bu teo riyi ileriki sahifelerde tetkik etmek istiyo­ rum. İlim adamları fitne denilince genellikle halife Osman'ın 3 5 / 6 5 6 tarihinde öldürülmesiyle ortaya çıkan olaylarla bağlantı kurmuşlardı r. İ slam geleneği bu sebeple Osman'ın öldüğü günü İslam dünyasında fitne tarihinin başlangıcı kabul eder. Batılı ilim adamları da bu tarihi tetkik etmek­ sizin her zaman kabul etmişlerdir. Mesela, Wellhausen Das

1

2

G. H. A. Juynboll, "The Date of The Great Fitna", A rabica, 1973, s. 142159. N. J. Coulson, A History of Islam ic Law, Edinburg 1 964, s. 64-70; J. W. Fück'ün The Origins hakkındaki değerlendirmesi için bk. Bibliotheca Orien talis, 1953, s. 196- 199; A. Guillaume'in değerlendirmesi için bk. BSOAS, 1954, s. 1 76 ve devamı; Schacht'ın Coulson'a Cevabı MES, ı, s. 388-400 ve Coulson'un Schacht'a Cevabı için bk. MES, 1 11, s. 195-203. A. Jeffery, ME], V, 392 ve devamı; J. Robson, MW, XLll, s. 6 1 ve devamı; W. M. Watt, ]RAS, 195 2,s. 9 1 ; H. Ritter, Oriens, iV, s. 308-3 1 2 ; J. N. D. Anderson, WI, 1953, s. 1 36; S. D. F. Goitein, Hamizrah Hehedas, 1952, s. 4 1 2 ve devamı; G. Ryckmans, Museon, 1952, s. 3 1 4 ve devamı.

[1 4 2]

52

Orya n talistik Hadis Araştırmaları

arabische Reich und sein Sturtz3 adlı kitabında ilk kez fitne kelimesinden bahsederken Arapça bir kaynaktan dahi söz etmemiştir. Daha sonraki çalışmalarda bu fitnenin tarihi­ nin tamamen doğru olmadığına işaret edebilecek hiçbir bilgiye de rastlayamıyoruz.4 Sadece Schacht İ slam' da ilk büyük s iyasi fitnenin Emevi H alifesi Velid b. Yezid b. Abdilmelik' in 1 2 6/744 senesinde öldürülmesiyle, bir başka ifadeyle Batılı ilim adamları gibi İ slam alimlerinin de umumiyetle kabul ettiği tarihten 88 yıl sonra başladığını ileri sürerek yeni bir teori ortaya attı.

[1 43)

Schacht isnadın başlangıç tarihini tartışırken kitabının 3 6 . ve devam eden sayfalarında şunları söyler: Tabi' İ b n Sirin vasıtasıyla gelen bir rivayette, hadis rivayetinde isnad sorulmasının dahili kargaşanın (fitne) zuhuruyla başla­ dığı, zira insanlara bu dönemde artık güvenilemeyeceği ifade edilmektedir. Emevi hanedanın sonuna doğru Emevi halifesi Velid b. Yezid'in (h. 1 26) öldürülmesiyle başlayan fitne dönemi (iç savaş), Peygamber sünnetinin hala etkisini sürdürdüğü al­ tın çağ dönemin bitimini gösteren alelade bir dönemdi; yaygın kanaate göre İbn Sirin'in ölüm tarihi hicri 110 kabul edildiği taktirde, ona izafe edilen bu rivayetin uydurma olduğu neti­ cesine varmamız gerekir. Her halükarda düzenli isnad uygula­ masının hicri il. yüzyılın başlangıcından daha erken olduğunu gösterecek hiçbir gerekçe bulunmamaktadır.

Böylece Schacht, isnad kullanımının hicri 1 . asrın son çey­ reğinde başladığı görüşünde olan Horovitz'in tezini de5 çü­ rütmüştür. Schacht'ın bu ifadeleri nden anladığım kadarıyla o şunu demek istemektedir: Fitne adını alan İ slam'daki ilk büyük karışıklık Velid b. Yezid'in öldürülmesi s onucu ortaya çık-

3 4 5

Bertin, 1902, s. 32. E. Ladewing Petersen, 'Ali and Mu 'aviya in Early Arabic Tradition, Co­ penhagen 1964, s. 9. ) Horovitz, ''Alter und Ursprung des Isnad", Der lslam, VIII, s. 39-47. .

İslam'da İlk Büyük Siyasi Fitnenin Tarihi

53

m ı ş v e Osman'ın öldürülmesiyle zuhur e d e n dahili karışık­ lık ve ikinci ağırlıktaki olaylar ve hadiseler kendi zamanla­ rında fitne olarak isimlendirilmemişlerdir.

The Origins adlı kitaptan yapılan bir başka iktibas da Schacht'ın Velid'in öldürülmesinden sonra ortaya çıkan kaosun İslam'daki ilk büyük fitne diye adlandırılmasının bir başka delilidir. Schacht s. 71 ve devamında şunları söy­ lemektedir: Evzai ( ... ) Ömer, Osman ve diğer halifelerin yönetimindeki müslümanların kesintisiz uygulamasının iç savaşa ve Emevi halifesi Velid b. Yezid'in (h. 1 2 6) öldürülmesine kadar devam ettiğini iddia etmektedir.

Schacht Evzai'den gelen rivayetleri aktarmaya devam eder: " Evzai der ki : ... daha sonra müslümanlar Velid b. Yezid'in öldürülmesiyle patlak veren fitneye kadar bu uygulamaya asla devam etmediler."6 İkincisi: "Evzai der ki : Önceleri İslam alimleri Velid' in öldürülmesiyle ortaya çıkan fitneye kadar ... (belli bir uygulamayı takip ederlerdi) ."7

Evzai'ye ve Muhammed b. Sirin' e atfedilen rivayetleri mukayese ettiğimiz zaman öncelikle bunların tarihi mev­ sukiyetin i incelememiz gerekmektedir. Biraz önce kay­ dettiğimiz iktibaslardan da anlaşılacağı üzere Schacht Evzai'nin ifadelerini güvenilir kabul ederken, yine onun beyanlarını esas alarak İbn Sirin'e atfedilen rivayetleri ka­ bul etmemektedir. Aslında Evzai'nin sözleri de bir başkası tarafından sonradan uydurularak yayıl mış olabilir. Bunun­ la birlikte açıkça tarih belirtil mesi ya otantiktir ve dolayı­ sıyla 1 2 6/ 7 44 senesi de tarihi açıdan sab ittir ya da otantik değildir ve muhtemelen çok daha sonradır. Bizi burada ilgilendiren mesele fitne adını alan ilk dahili karışıklığın

6 7

Taberi'de, Das Konstantinopler Fragment des Kitab ihtilaf al-fuqaha, herausgegeben von J.Schacht, Leiden, 1933, s. 1 2 9. Age., s. 8 1 ve devamı.

54

Oryan talistik Hadis Araştırmaları

1 2 6/744 senesinde mi yoksa İslam tarihinin daha önce­ ki bir döneminde mi başladığıdır. Evzal' nin rivayetlerinde zikredilen tarih asıl konumuzun dışındadır. [1 44)

Schacht'ın İbn Sirin'e izafe edilen haberin uydurma olduğu tarzındaki iddiasının doğru olduğunu farz etsek bile şu soruyu sormamız gerekmektedir: İbn Sirin'in rivayetini uyduran kişinin böyle yap maktaki amacı ne idi? Yoksa o, çok sıkı bir .isnad uygulamasının tam olarak "dahili kar­ gaşa"dan (bu kontekste tam olarak hangi manaya gelirse gelsin) hemen sonra başladığına dair iddiayı lehine delil olarak göstermeye m i çalışıyordu? Schacht hadis literatürünün tekamülünde hadislerin menşeinin kademe kademe geriye doğru yansıtılmasında kuvvetli bir eğilimin olduğuna işaret etmektedir.8 Bu eği­ limin hadis tenkitçiliği ölçüsünün ortaya çıktığı tarihlere tesadüf etmesi de benim görüşümdür. İ snad kullanımı da böyle bir kriterdir. M esela İslam alimleri bir isnaddaki ravilerin güvenilirli­ ğinin -peygamber sahabileri bütün şüphelerden ari olarak bundan müstesnadır- fitnenin başlangıcı olarak kabul edi­ len 3 5/ 6 5 6 tarihinden hemen sonra ihdas edilmiş bir kıs­ tas olduğunda ittifak etmişlerdir. Ne var ki İbn Kuteybe (ö. 2 7 6/884) gibi bir alimin sahabilerin tamamının güvenilir olduğuna dair ölçüden haberi olmadığı da tespit edilebil­ mektedir.9 M üslim b. el-Haccac (ö. 2 6 1/875) bile Sahfh'ine yazdığı uzunca mukaddimesinde bu prensipten söz etme­ mektedir. Sahabenin hepsinin güvenilir olduğu meselesini

8 9

Schacht, Origins, s. 138. G. H. A. Juynboll, The A u then ticity of the Tradition Literature; Discussi­ ons in Modern Egypt, Leiden 1 969, s. 77 vd. Sahabenin tam olarak kim olup olmadığı hakkında yapılan tarifin daha sonraki tarihlerde ortaya çıktığını burada zikretmek gerekir. Sahabi hakkında yapılan ilk tarifler aynı zamanda çok istisnadır. Yapılan tariflerin bir listesi için bk. Mu­ hammed Accac el-Hatib, es-Sünne kable't-tedvfn, Kahire, 1963, s. 387391.

İslam' da ilk Büyük Siyasi Fitnenin Tarihi

55

ele a l a n i lk kaynak Velid b. Yezid'in öldürülmesinden 194 yıl ve Osman'ın katledilmesinden 2 8 2 yıl sonra 327 /938 senesinde vefat eden İbn Ebu Hatim er- Razi'nin el-Cerh ve 't-ta 'dil adlı eseridir. Bir başka ifadeyle, hadis tenkidinde (1 45] kullanıldığı iddia edilen belli bir kriter yüzyıllar sonra ko­ nuyla ilgili yazılan bir kitapta ilk defa kaydedilmiştir. Bu aşamada aşağıdaki şu sorunun sorulması gerekmek­ tedir: Hem Evzfü'nin hem de İbn Sirin'in rivayetl erinde geçen fitne kelimesi "dahili harb" veya "kargaşa" şeklinde yorumlanacak olursa ki bu aynı manada kullanılmaktadır; öyleyse fitne kelimesi daima bu anlamları mı içermektedir ve İb.n Sirin'in rivayetinde hangi dahili harb kastedilmiştir?

Fitne kelimesi Kur'an'da 34 defa geçmekte ve "keder, sıkı ntı, günaha teşvik veya inançsızlık, zenginlik, çocuklar, eziyet, işkence, zulüm, ceza ve öldürme gibi farklı yollarla imtihan anlamlarına gelmektedir. Buna göre başlangıçta fitne kelimesi " İ slam'ın ilk döneminde patlak veren dahili harb" anlamını içermemiş, fakat oldukça geç bir dönemde bu anlamı kazanmıştır. Fitn e kelimesinin XI I I . yüzyılda ya­ zılan Lisa n ü 'l-arab'da bile, özellikle Os man'ın ölümünden sonraki kargaşa için isim olarak, bahsedilmemesi oldukça ilginçtir. " Dahili harb"e en yakın anlamlar sözlükte şöyle­ ce sıralanmıştır; "ma yekau beyne'n-nas mine'l-kıtal=in­ sanlar arasında meydana gelen savaş" "el-kati ve'l-hurub ve'l-ihtilaf ellezi yekunü beyne flraqı'l-müslimin iza tehaz­ zebu=hiziblere ayrıldıkları zaman müslüman fırkalar ara­ sındaki öldürmeler, savaşlar ve ihtilaf."10 Şimdi, mevcut ilk dönem kaynaklardan hareketle Os­ man'ın ölümünden s onra ortaya çıkan kargaşa ve henga-

1 0 İbn Manzur, Lisı'inü 'l-arab, "Fitne" md. Kur'an'da ve çoğunlukla hadis koleksiyonlarında geçtiği üzere fitne kelimesine verilen nüansların gelişimini incelemek için bk. Jean-Claude Vadet, "Quelques remarques sur la racine FTN dans la Coran et la plus ancienne litterature'', RE/, 1969, xxxvıı. s a 1 - 1 o ı . .•

56

Oryan talistik Hadis Araştırmaları

meyi anlatan rivayetlerde zikredilmiş fitne kelimesinin ta­ rihi gelişimini izah etmeye çalışalım. Burada bahsedilecek eserler yazarlarının ölüm tarihlerine göre ele alınacaktır. Bu bütünüyle sağlam ve etkili gerekçelerden dolayı yapıl­ maktadır. Çoğu hallerde bir rivayetin tarihini tespit etmek imkansızdır. Böylesine bir rivayetin bize vereceği tek delil, kitabında bu rivayeti zikreden yazarın ölüm tarihinden ke­ si nlikle daha sonra olmadığıdır. Osman'ın ölümüyle ilgili, neşredilmiş mevcut en eski kaynak İbn Sa'd'ın (ö. 2 3 0/845) et Tabaka tü l kü bra 'sıdır. İbn Sa'd, Osman'ın öldürülmesiyle ata.kalı, içerisinde fitne kelimesinin geçtiği iki haberi nakleder: -

'

-

(1) Ve kane husaletün mine'n-nas kad davvfi ileyhim kad me­ zecet 'uhfidühüm ve emanatühüm meftfinfine ve kane as­ habü'n-nebi (sa.) ellezine hazelfihu kerihfi el-fıtnete ve zan­ nfi enne'l-emra la yebluğu katlehu. İnsanlardan [kötü] bir grup, onlarla [Osman'ın evini kuşatan­ larla] ahde vefa göstermedikleri ve sadakatten ayrılıp entrika çıkardıkları için alay ediyorlardı. Osman'ı terk eden Peygam­ ber sahabileri fitneyi kerih gördüler ve bu işin onun öldürül­ mesi noktasına kadar gelmemesi gerektiğini düşündüler.11

[1 46]

Bu paragrafta fitne kelimesinin "Osman'ın ölümünden sonraki dahili harb" manasına gelmediği gayet açıktır. Çün­ kü sözü edilen olayın Osman'ın ölümünden önce meydana geldiği rivayetin bağlamından açıkça anlaşılmaktadır. Ke­ limenin diğer farklı yorumlarını yapmak da mümkündür, fakat bu anlamlardan birisinin bu bağlama en uygun ol­ duğunu iddia etmek zordur. Bu rivayetin hadis formuyla gelen başka bir varyantını Ebu Davud'un (ö. 2 7 5/888) Sü ­ nen'inde görmek mümkündür.12

11 İbn Sa'd, Kitabu 't-Tabaka tü 'l-Kübra (nşı: E. Sachau), Leiden, 1905 - 1 7, III, s. 49. Son üç satır. 1 2 Ebu Davud, Sünen (nşr. M. Muhyiddin Abdulhamid), Kahire, 1935, iV, s. 123 vd.

lsliim'da ilk Büyük Siyasi Fitnenin Tarihi

57

İ çerisinde fitne kelimesinin geçtiği İbn Sa' d'dan gelen ikinci rivayet ise şöyledir: (il) Allahümme ahsıhim adeden vaktülhüm bededen ve ıa tübkı minhüm ehaden. Kale Mücahid: Fe katelallahu minhüm men katele fi'l-fıtneti. [Osman kuşatma sırasında şöyle beddua ediyordu) : ''Allahım! Onların hepsini say, teker teker onları kahret ve onlardan hiçbirini (sağ) bırakma". Mücahid dedi ki : ''Allah fitne esna­ sında öldürenlerin hepsini öldürdü.13

Bu rivayetteki fitne kelimesi "Osman'dan sonraki da­ hili harb" anlamına gelebilir. Bu haber, Taberi'de geçtiği üzere, Vakıdi'nin (ö. 2 0 7 / 8 2 3 ) tedvin ettiği söylenen bir başka rivayetin kısaltılmış şeklidir. Rivayete göre, Osman'ı muhasara edenler ona isyan edip onun hilafetten vazgeç­ mesini istemelerinin haklı gerekçelerini göstererek cevap verirler.14 M ezkur rivayette yine fitne kelimesi geçmekte­ dir. (Ayrıntılı bilgi için aşağıdaki XV nolu rivayete bk.) . Her iki rivayet Abbasi döneminde ortaya çıkmış olabilir. Bu se­ beple, -Taberi' deki bir varyantta açıkça işaret edildiği üze­ re- Emeviler idaresinde yazılan veya derlenen kayıtlarda Os man'ın katillerinin, yaptıklarından dolayı, haklı gösteril­ miş olmaları mümkün değildir. Dolayısıyla fitne kelimesi burada "dahili harb" anlamına gelse bile bu haber muhte­ melen Emevilerin 1 3 2 / 7 5 0'de yıkılmasından sonra ortaya çıkmıştır. Vuzuha kavuşturulması gereken bir başka husus da, İbn Sa'd'ın rivayetindeki isnadda zikredilen (Amr b. Asım el- Kilabi- Hafs b. Ebu B ekir- H ayya' b. Seri- M ücahid-) ikinci ve üçüncü ravil erin tabakat kitaplarında yer alma­ maları meselesidir. Mus'ab b. Abdullah b. M us'ab ez-Zübeyri'nin (ö. 2 3 6/ 8 5 1 ) Kitô.bü Nesebi Kureyş adlı eserinde geçen aşağıdaki

13 İbn Sa'd, age., III, s. 47, 6-8. satırlar. 14 Taberi, Ahbciru 'r-rusıll ve'l-mülılk (nşr. M.J. DeGoeje), Leiden, 18791901, I, s. 3023 vd.

[1 47]

58

Orya n talistik Hadis Araştırmaları

metinde fitne kelimesinin çoğulu fiten kelimesinin zikre­ dildiğini görüyoruz: (I II) Kame Ebu Hüreyre. Fe kale eşhedü le semi'tü Resı1lellah (sa.) yekı1lü: Tekunü ba'di fitenün ve ehdas ev umur ev ehdas ... kulna fe eyne'l-menca minha ya Resulellah ! Kale: ile'l-emin ve hizbihi, ve eşare ila Usman. Ebu Hureyre kalktı ve dedi ki: Şehadet ederim ki Allah Resu­ lünün şöyle buyurduğunu işittim: "Benden sonra fitneler (fı­ ten) ve yenilikler veya (farklı bir okunuşta) işler ve yenilikler çıkacaktır." ... Biz dedik ki: " Ey Allah'ın Resı1lü! Onlardan kaç­ mak için nereye sığınabiliriz?" Hz. Peygamber Osman'a işaret ederek "Güvenilir birisine ve onun takipçilerine" dedi.15

Um ur şeklinde gelen tarik fiten kelimesinin büyük ihti­ malle "rahatsız edici hadiseler" olarak yorumlandığını gös­ termektedir. Peygamber'in bu sözü onun vefatından sonra halk aras ında yayılmış kehanetlerin meşhur türlerinden biridir. Müracaat ettiğim ikinci kaynak 240/854 senesinde ve­ fat eden Halife b. Hayyat'ın Tarlh'i idi. Halife b. Hayyat'ın Osman'ın öldürülmesiyle ilgili ifadesinde fitne kelimesi bulunmamaktadır.16 Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde fitne kelimesi Osman'la ilgili yerde birkaç defa geçmektedir. M esela; (iV) Kutile Osman senete hams ve selasine fe kaneti'l-fitnetü hamse sinin minha erba'atü eşhur li'l-Hasen. Osman 3 5 senesinde öldürüldü, daha sonra fitne beş yıl de­ vam etti. Bu beş yılın 4 ayı Hasan döneminde idi.17

1 5 Mus'ab b. Abdullah b. Mus'ab ez-Zübeyri, Kitiibü Nesebi Kureys (nşr. E. Levi-Provençal), Cairo, 1953, s. 103. 1 6 Halife b. Hayyat, Tarih (nşr. Ekrem Ziya el-Umeri), ı, s. 145-56, (1-11), Necef, 1967; 35 Senesi başlığı altında fitne kelimesi parantez içerisin­ de yan başlık olarak geçer. Mukaddimesi verilerek tahkiki yapılan bu eser yazma nüshasıyla mukayese edildiği zaman parantezler arası ve­ rilen yan başlıkların tahkik eden tarafından ilave edildiğini görüyoruz. 17 Ahmed b. Hanbel, Müsned (nşr. A.Muhammed Şakir), no: 550, Kahire 1949-56.

lsl&m'da ilk Büyük Siyasi Fitnenin Tarihi

59

Müsned'i neşreden Ahmed M uhammed Şakir bu riva­ yetin isnadının munkatı' olduğuna işaret eder. Zira is­ naddaki en yaşlı ravi Abdullah b. Muhammed b. Akil Os­ man' ı n öldürüldüğüne şahid olamayacak kadar çok sonra vefat etmiştir (hicri 1 4 0 veya daha sonra) . B öylesine bir isbatın herhangi bir değeri olup olmadığı şüphelidir. Bu rivayetin isnadı ya sah ihtir ya da uydurmadır. B irinci ih­ timalin olması halinde isnad sağlam değildir. Çünkü, bu ravi bir ş eyden dolayı, İbn H acer'in de kaydettiği gibi hıfzı çok zayı ftır.18 İkind ihtimalin olması durumunda, esas (1 4 8] muhtevası da şüpheli dir. Ahmed Muhammed Şakir dört ay rakamının altı ay olması gerektiğine dikkat çekmek­ tedir. (V) Kale Sa'd b. Ehi Vakkas inde fitneti Osman b . Affa n : Eşhedü enne ResUl ellah (sa.) kal e : inneha seteku nü fitnetün el-kfü­ dü fiha hayrun mine'l-kfümi ve'l-kfümü hayrun mine'l-maşl Sa'd b . Ebu Vakkas Osman b. Ebu Affan'ın fitnesi döneminde dedi ki : "Allah ResUiünün şöyle buyurduğuna şehadet ede­ rim: Şüphesiz ki fitne olacak; o fitnede oturan ayakta duran­ dan, ayakta duran yürüyenden ... hayırlı olur.19

Bu hadis de tarihin daha sonraki bir döneminde siyasi sebeplerden dolayı Peygamber adına çok sayıda uydurul­ muş geleceğe ait haberlerden biridir.

2 5 5/868 tarihinde vefat eden Cahız, el- Osmaniyye adlı eserinde fitneye birkaç sayfa tahsis eder: (VI) Kale'n-nebiyyü (sa.) : Setekunü fitnetün haza fiha yevmeizin 'ale'l-hakkı ve evme'e ila racülin mukanna'in. Fe keşefe 'an re'sihi fe iza hüve Osman. N ebi (sa.) : "İleride fitne olacak. Şu (kimse) o fitnede hakk üzere olacak" buyurdu ve sonra yüzü örtülü bir adama işa-

18 İbn Hacer, Tehzfbü 't-Tehzib, Haydarabad 1325-7, VI, s . 13 vd. 19 Ahmed b. Hanbel, Müsned, no: 1 609; varyant no: 1446.

60

Oryan talistik Hadis Araştırma ları

ret etti. O kimse az sonra başından örtüyü kaldırdı ve yüzünü açtı. O adam Osman idi.20

Önceki hadis gibi bu hadis de istikbale yönelik haber­ lerden birisi olup büyük bir ihtimalle uydurmadır. (VI I) Kale Sa'id b. Zeyd b. �mr b. Nüfeyl : Fitnetü 'umya yahbitu ehleha. Sa'id b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl dedi ki: " Kör fitne insanları tö­ kezletir.

Bu metin fitnenin hangi anlama geldiğini gösteremeye­ cek kadar çok kısadır. Bu rivayet Concordance et lndices de la tradition m usulmane'de yer almamaktadır. Haberi sa­ dece Cahız'ın vermesi gerçeği de şüphe uyandırmaktadır. Cahız bu haberin senedini de vermemiştir. Ebu Davud ve İbn Han bel' de istikbale yönelik haber türünde fitne amya ifadesinin geçtiği hadisler mevcuttur. (VI II) ve ze'ame İbn Sirin ve'ş-Şa'bi ennehüma kala: veka'ati'l-fit­ netü bi'l-Medineti ... fe semmeya harbe Ali ve Talha ve'z-Zü­ beyr ve Sıffine fitneten.

[1 49]

İbn Sirin ve Şa'bi şöyle söylediklerini iddia ettiler: Fitne Medine' de oldu ... ve Ali'nin Talha ve Zübeyr'e karşı açtı­ ğı savaşa ve Sıffin harbine fitne adını verdiler.21 Ravilerin "şöyle s öylediklerini iddia ettiler" diyen Cahız bile bu haberden sanki kendisi de emin değildir. O, ri­ vayetin senedini de zikretmez. İbn Sirin ve Amir b. Şerahil eş-Şa'bi'nin (ö. 1 0 5 / 7 2 3 ?) her ikisi d e sika raviler olarak bilinir. Yukarıdaki bu haber İbn Sirin' in is nadların kul­ lanımından bahs ettiği haberle ilgili bir rivayet "muhit" i­ nin parçası olabilir. "Muhit"ten maksadım, aşağı yukarı belagatl ı terimlerle söyleyecek olursak bir hadis veya bir haberde açıklanan genel fikri destekleyici rivayetlerden

20

Cahız, e/-Osmaniyye (nşr.

hire 1955. 21

Cahız, a9e.,

s. 175.

Abdusselam Muhammed

Harfin),

s. 173, Ka­

İslam' da ilk Büyük Siyasi Fitnenin Tarihi

61

oluşan gruplardır. M e sela, Peygamber' i n bir mucizesini açıklayan bir hadisin, o olayda hazır olanlar; şahidler ara­ sında reaks iyon gösterenler; bazı önemli s ahabilerin şah­ si s özleri ... gibi en ince ayrıntısına kadar izah eden çok sayıda hadisler ve haberler tarzında gelen bir "muhit"i vardır. B ütün bu hadislerin ve haberlerin temel olaya daha fazla güvenilirlik sağlamak amacıyla söylendikleri tartışılabilir İbn A'sem (ö. 2 5 2 /866'dan s onra) 22 Ali'nin arkadaşları­ na söylediği şöyle bir sözü nakleder: (IX) . . . ve inne'I-fıtnete ke'n-nari. Küllema es'arat ezdadet. Fitne ateş gibidir. Her ne zaman tutuşturulursa gittikçe bü­ yür.23

Bu metnin bir varyantı Taberi'nin Annales'inde görüle­ bilir. 24 Bu eserde fitn e kelimesi harfi tarifsiz (elif-lamsız) kullanılmaktadır. Gerçekte burada kaydedilen kelimenin metafizik bir anlamı ihtiva ettiği anlaşılmaktadır. (X) İza nahiıü baya'na Aliyyen fe hasbüna nehafu mine'l-fıten.

*

Ebu Hasen mimma

Bizler Ali'ye bey' at ettiğimiz zaman korktuğumuz fıtenin üs­ tesinden gelmekte Ebu Hasan bize kafidir.

Bu cümlede fiten kelimesi "musibetler ve belalar"25 ma­ nasında şiirsel anlatımda sarih olarak kullanılmaktadır.

2 2 İbn A'sem Abbasi Halifesi el-Musta'in (248/862-252/866) dönemin­ den sonra vefat etmiş olmalıdır. Çünkü, Kitdbü 'l-futrlh daha sonra öl­ düğüne dair malumatı verir. A ÜDTCF, Vll, s. 277; Safedi İbn A'sem'ın el-Muktedir (295/908-320/932) döneminde vefat ettiğini savunur. G. Gabrieli, indice alfabetico di tutti le bio9rafte con ten u tenel Wdfi bi 1-wafaydt di al-Sa/adi, Rome, 19 1 6, s. 146; Seben'in İbn A'sem'ın, el-Me­ da'ini (ö. 22 5/839) ile karşılaşmış olması gerektiğine dair iddiası ile nasıl uzlaştırılması gerektiği sorusu hala zihinlerdedir. Bk. Seben'in delili için, El, "lbn A'tham al-Kiifi" mad. 23 Ahmed b. A'sam el-Kiifi, Kitdbü 'l-fütüh, i l, Haydarabad 1969, s. 272. 24 Taberi, 1 , s. 3089. 25 İbn A'sem, il. s. 275; fitne kelimesinin geçtiği bir başka şiir için bk. s . . 286.

62

11 501

Oryan talistik Hadis Araştı rm a la rı

Ahmed b. H anbel'den sonra, ikinci büyük hadis musannifı olan ve 2 5 6/870 senesinde vefat eden Muhammed b. İsmail el-Buhari'nin Sahfh'inde kaydettiği hadisler ele alı­ nacaktır. Buhari'nin Sah fh'inde Osman'la alakalı meselede fitne kelimesinin kullanıldığı sayısız örneklere rastlıyoruz. (XI) Kale el-Leys 'an Yahya [b. Sa'id] 'an Sa'id b el-Müseyyeb: Vaka'ati'l-fitnetü'l-iila ya'ni maktele Osman. Fe lem tebka min ashabi Bedr ehaden. Sümme vaka'ati'l-fitnetü's-saniye ya'ni el-H arre ... sümme vaka'ati's-salisetü ... el-Leys- Yahya [b. Said] - Sa'id b. el-Müseyyeb: İlk fitne, yani Osman'ın öldürülmesi hadisesi ortaya çıkmıştı. O fitnede Be­ dir savaşına katılanlardan hiç kimse kalmamıştı. Daha sonra ikinci fitne, yani Harre savaşı oldu.26 Sonra üçüncü fitne zu­ hur etti . .27 •••

.

Bu bağlamda fitne kelimesinin "dahili harb" anlamın­ da kullanıldığı gayet sarihtir. Bu haber meşhur tabi Sa'id b. el-Müseyyeb'in Peygamber'in B edir esirlerinden söz ettiği bir hadise ilavede bulunduğu iddiasına dikkat çek­ mekte olup28 açıkça uydurulmuş bir rivayettir. Sayısız uy­ durma isnadlar içerisinde sadece Sa'd b. Ebu Vakkas'ın (ö. 9 3 /7 1 2 - 1 00/7 1 8?) bulunması asılsız olduğu gibi,29 aynı zamanda rivayette geçen ifadenin muhtevası bile asılsız­ dır.30 Osman'ın öldürüldüğü tarihte meşhur birkaç sahabi hala yaşıyordu. Aynı zamanda, Ali, Sa'd b. Ebu Vakkas ve

26 Abdullah b. Hanzale taraftarlarının 1. Yezid tarafından 63/683 tarihin­ de gönderilen bir orduyla Medine yakınlarında savaştıkları bir yerdir. [Makalede "Abdullah b. Zübeyr taraftarlarının" diye zikredilmektedir. (çev.)] 27 Buhari'nin Sahlh'ini şerheden Kastallani'ye göre, bu fitne'den mak­ sat ya Ezarika'nın başlattığı bir kargaşa veya hicri 1 3 0'da Ebu Hamza el-Harici'nin isyanı ya da hicri 74'de Haccac'ın Abdullah b. Zübeyr'i öldürmesiyle ortaya çıkan hadiselerdir. Bk. Kastallani, İrşddü 's-siirl li şerhi Sahih el-Buhiirl, Bulak 1 2 88, VI, s. 307. 28 Sahih, (nşr. Mustafa el-Babi el-Halebi), Kahire 1 345, V, 1 1 0. 29 Schacht, Origins, s. 245. 30 Muhaddislerin, böylesine bir zorluğu nasıl gidermeye çalıştıklarına bir örnek için bk. Kastallani, VI, 307.

63

İslam' da ilk Büyük Siyasi Fitnenin Tarihi

Zübeyr gibi Bedir savaşında bulunan sahabtlerden de ha­ yatta olanlar vardı. Bu rivayetin belki de bazı kimselerin muayyen şartlar sebebiyle veya gelecekte olduğu gibi geç­ mişteki belirli dönemlerde hala yaşadıklarını ya da öldük­ lerini ayrıntılarıyla veren büyük çapta uydurulmuş hadis­ lerin ve haberlerin bir parçası olarak düşi).nülmesi gerekir. Müracaat ettiğim diğer kaynaklar çoğunlukla tarihi metinlerdir. İbn Kuteybe (ö. 2 7 0/884) Kitabü 'l-mearif adh eserinde Osman'ın öldürülmesinden bahsederken fitne kelimesini hiç zikretmez. Ayrıca, İbn Kuteybe'nin ne Uyu ­ n u 'l-ahba r'ında ne de Te 'vilu m uh telifi'l hadfs'inde bu an­ lamda fitne kelimesi yer alır. -

Belazuri ['nin (ö. 2 79/892) Kitabü ensabi'l-eşraf isimli [1 51 ] eseri n] de fiten kelimesinin geçtiği bir rivayet vardır: (XI I) Lemma kutile Osman kale Ebu Musa hazihi haysıbetün min haysıbati'l-fıten. Osman öldürüldüğü zaman Ebu Musa [el-Eş'ari] dedi ki: Bu olay fıten fırtınalarından bir fırtınadır.31

Buradaki fıten kelimesi hayali anlamda kullanılmakta­ dır. "Dahili harb" olarak da izah edilebilir, ama kelimenin çoğul halinde kullanılması bu yorumu imkansız kılmakta­ dır. "Musibetler, belalar" anlamı bu bağlama en uygun ola­ nıdır. Dineveri (ö. 2 8 2 /895) Ali'den bahsederken fitne keli­ mesini bir defa kullanır: (XI II) Kale Muaviye innehu maıee 'ala katli Osman ve ezha­ ra'l-fıtne. Muaviye dedi ki: Osman'ın öldürülmesine ve fitnenin zuhu­ runa o sebep oldu.32

31 Betıl.züri, Kitlibü Enslibi'l-eşrlif(nşr, S. D. F. GOITEI NV), J eru s alem 1936, s. 96. 32 Dineveri, Kitlibü Ahbliri 't-tivlil (nşr.V. GUIRGASS), Leiden 1888, s. 1 68.

64

Oryan talistik Hadis Araştı rma/an

Diğer müelliflerden ziyade, bu müellifin naklettiği riva­ yetlerin tarihi olduğunu kesin olarak iddia etmek her za­ man güçtür. Dineveri'nin kaynaklarını seçerek kullanması ve isnadları ihmal etmesi (eğer herhangi bir farklılığı or­ taya çıkaracaksa) eserini tarihi kaynak olma özelliğinden ziyade, daha çok edebiyat mahsulü haline getiriyor.33 Bun­ dan başka Ali hakkında Muaviye'ye izafe edilen sözlere he­ men hemen hiç itimat edilemez. Ya'kO.bi (ö. 2 84/897), Tdrfh'inde Osman'ın öldürül me­ siyle ilgili ifadesinde fitne kelimesinden hiç söz etmez. Taberi ise (ö. 3 1 0/ 9 2 3 ) iki rivayetinde bu kelimeyi kul­ lanır: (XIV) . . . ve havveftühüm bi'l-fitneti ve a'Iemtühüm enne fi katlihi ihtilafen . . . . ve ben [Muhammed b. Mesleme (ö. 46/666?)] onları [Os­ man'ın evini kuşatanları] fitne ile korkuttum ve Osman'ın öldürülmesinin ihtilafa neden olacağını kendilerine bildir­ dim. 34

Bu bağlamda fitne "dahili harb" anlamında olamaz. Çünkü Osman henüz öldürülmemişti. Şayet.fitne ile "dahili harb" kastedilseydi, rivayet istikbale yönelik haberlerden birisi olur ve böylece güvenilir ve sağlam olmazdı. (XV) İ n nahnü katelnake mine'l-beia'i fe i nnehu ıa yenbeği terkü ikameti'l-hakkı 'aleyke mehafete'l-fitneti ammen kabilen. Eğer biz [yani Osman'a isyan edenler] seni imtihan (musibet) için35 öldürürsek, daha sonraki yıl fitne korkusuyla sana ya­ pılması gereken ş eyi yine terk etmememiz gerekir.36

33 bk. El, (B. Lewin). 34 Vakidi ile gelen bir rivayetle bk. Taberi, 1, 2991. 35 Bu bağlamda bela kelimesinin hangi anlama geldiğini ayırdetmek ol­ dukça güçtür. Onlar Osman'ı ya problemlerine haklı bir çözüm getire­ bilmek gayesiyle öldürürler veya Allah Osman'ın ölümünü insanlara bir felaket olarak gönderdiği için öldürürler. Burada Osman'! öldüren­ ler Allah'ın Yardımcılan rolündedirler. 36 Vakidi vasıtasıyla gelen bir rivayetle bk. Taberi, 1, 3024 vd.

İslam' da İlk Büyük Siyasi Fitnenin Tarihi

65

Fitn e kelimesi tekrar burada Osman'ın ölümünden ön- [1 521 ceki bir olay için kullanılmaktadır. Bu rivayetin daha fazla değerlendirmesi için yukarıda zikredilen 1 1 .nolu rivayete bakınız. Şimdi ilk dönemde yaşamış iki hıristiyan tarihçinin ifadelerine göz atalı m : Birincisi Eutychius Said b. Bıtrik (ö. 3 2 8/ 9 3 9) , diğeri 3 5 0/ 9 6 1 'de ölen Agapius Mahbub el-M enbid. N e birinci kaynakta ne de ikinci kaynakta Os­ man'ın öldürülmesi bağlamında fitne kelimesinden bahse­ dilmektedir. Aşağı yukarı ilk iki tarihçinin yaşadığı dönem­ de yaşayan İslam tarihçisi el-M es'O.di de (ö. 3 4 5 / 9 5 6) bu kelimeyi kullanmamıştır. "Osman'ın ölümünden sonraki dahili harb" yorumu daha sonraki çalışmalarda devamlı olarak fitne kelime­ sine hamledilmektedir,37 fakat bir başka iki hıristiyan ta­ rihçi el-M ekin (ö. 6 7 2 / 1 2 7 3 ) ile Butrus b. er-Rahib' in (ö. 6 8 1 / 1 2 8 2 ) eserlerinde de bu kelime geçmemekted ir.

Fitn e kelimesiyle ilgili buraya kadar zikredilen rivayet­ leri değerlendirme neticesinde şunu rahatl ıkla söyleyebi­ liri m : Bu haberlerden birisi bile kayn akların telkin ettiği o tarihte ortaya çıkmamış, aksine hepsi de bu eserleri yazanların ölüm tarihlerine çok yakın zamanlarda zuhur etmiştir. H albuki hıristiyan kaynaklarda fitn e kelimesi (tartış masını yaptığımız ko nunun) bağlamında geçme­ mektedir. Bunun şu anlama geldiğini kesinlikle iddia ede­ bilirim: Fitne kelimesinin "Osman' ı n ölümünden doğan dahili harb" manasına hamledilmesi hicri i l . yüzyılın son yarısından daha önce başlamamıştır. B uraya kadar zikre­ tiğimiz hemen her bir rivayetten hareketle, mantıklı ve 37

Şehristani (ö. 548/ 1 1 5 3 ) , el-Milel ve'n-nihal (nşr W. CURETON), 1, 14; İbnu'l-Esir (ö. 6 3 0/ 1 2 3 3), el-Kami/ft't-tllrfh (nşr. C. J. TORNBERG), Le­ iden 1 8 6 7-76, 111, s. 138; Ebü'l-Fida (ö. 7 3 2 / 1 3 3 1), Annales Muslemici (nşr.J. J. REISKE), Copenhagen 1 789, J, 2 78; İbn Kesir (ö. 774/ 1 373), el-Bidllye ve'n-nihdye, Kahire 1 3 5 1 -58, s. 1 9 2 .

66

Oryan talistik Hadis Araştırmaları

m akul bir şekilde ve şüpheye mahal bı rakmaksızın şunu s öyleyebiliriz: Fitn e kelimesine yukarıdaki anlamın (da­ hili harb) yüklenmesi Abbasilerin iktidara gelmesinden s o n ra o rtaya çıkmıştır. "Osman'ın öldürülmesinden sonraki dahili harb" an­ lamına gelen fitn e kelimesinin oluşumu ile neşirleri hala mevcut olan ilk dönem kaynaklarında kullanılan fitne ke­ limesinin farklı anlam ve bağlamlardaki oluşumu arasında bir mukayesenin yapılması bu safhada ilginç olabilir. İslam tarihinde daha çok fitne adıyla anılan ilk siyasi olayın Ab­ dullah b. Zübeyr'in Emevi halifelerine karşı başlattığı isya­ nın olduğunu düşünüyorum.38 Fakat daha sonraki dönem­ lerde olduğu üzere, ilk dönemlerde de diğer kargaşalara fitne denildiği gibi, bu kelimenin ortaya çıkışını, ayrıntısıy­ la gösteren bir listeyi vermeyi de amaçlamaktayım.

[1 53]

Başvurduğum ilk kaynak Abdülhamid el- Katib'in (ö. 1 3 2 / 7 5 0) Risale adlı eseri idi. Abdülhamid bu kelimeyi iki anlamı teyit eden bir bağlamda kullanır.39 Fitne kelimesin­ den ya ed-Dahhak b. Kays'ın 1 2 7 /745 'teki isyanı kastedil­ miştir ki, bu Velid b. Yezid'in fitnesini ima etmekte veya genel manada zikredilen "isyan" anlamında kullanılmıştır. Bu kaynak hicri 1 2 9 tarihinde yazılmıştır. İbnü'l-Mukaffa (ö. 1 3 9/ 7 5 6) "günaha teşvik edici şey­ ler" anlamında fitne kelimesinin çoğulu olan fiteni kulla­ nır,40 ancak fitneye ayaklanmalar veya buna benzer isyan­ lar, anlamlarını vermemektedir. Ebu Davud et-Tayalisi (ö. 2 0 3 / 8 1 8) ise Müsned'inde bundan söz etmemiştir.

38 Bu fikri zaten ). Robson şu makalesinde teklif etmektedir: "The Isnad in Muslim Tradition", Glasgow University Orien tal Society, Transactions, XV, s. 1 5-26. Ancak Robson burada neticeye götürücü bir delil getirme­ mektedir. 39 "Risaletü Abdulhamid el-Katib ", Rest'iilu 'l-bulegt'i içerisinde, (nşr. Mu­ hammed Kürd Ali), 4. baskı, Kahire 1945, s. 1 73. 40 "el-Edebü's-sagir", Rest'iilu 'l-bulegt'i içerisinde, s.30.

İslam' da ilk Büyük Siyasi Fitnenin Tarihi

67

İ b n Sa'd "Velid b . Yezid Fitnesi" deyimini iki defa kul­ lanır.41 Hiçbir isyan veya kargaşaya fitne adını vermez. Hatta İbnü'z-Zübeyr'in adı İbn Sa'd'ın naklettiği paragraf­ ta bile geçmez. İbn Sa'd İbnü'z-Zübeyr'e karşı düşmanlık eğiliminde olmuş olabilir, buna karşılık, İbnü'z-Zübeyr'in bütün kardeşlerini aşırı derecede övmektedir. Hiçbir yer­ de onun bu hareketine fitne adıyla atıfta bulunulmamakta, fakat devamlı eyyam veya zaman olarak zikredilmektedir. M us'ab ez-Zübeyri şöyle bir şiir nakleder: İ nni era fıtneten tağli meracilüha * Fe'l- M elikü ba'de Ebi Ley­ la li men ğaleba. Fitne kazanlarının kaynadığını görüyorum. * Ebu Leyla'dan [yani Muaviye il, 64/683] sonra saltanat, ona galip gelen kimsenindir. 42

Bu fitne İbnü'z-Zübeyr'in isyanında ikinci safhayı temsil etmektedir. İbn Sa'd gibi Mus'ab d;;ı "Velid b. Yezid Fitnesi" terimini dönemin alelade normal bir alameti olarak kulla­ nır.43 Osman'ın öldürülmesinden söz ettiği yerde fitne keli­ mesini kullanmayan Halife b. Hayyat da Velid b. Yezid'in son günlerinden bahsederken zamanın normal bir alameti olarak fitne kelimesini kullanır. H icri 1 2 7 yılında cereyan etmiş hadiselerle ilgili bölümde şu alt başlık yer alır: Fiha vaka'ati'l-fıtnetü (Bu yılda fitne oldu) .44

Fakat Halife b. H ayyat fitne kelimesini daha önceki bir hadise için kullanır. Abdurrahman b. Ezine el-Abdi, 1 . Yezid idaresinde Basra kadisı idi ve "... fitne patlak verinceye kadar görevde kal-

41 EbO. DavO.d et-Tayalisi, Müsned, Vl, 2 1 7, 2 2 7. 42 Kitabü Nesebi Kureyş, s. 128. ·43 Aoe., s. 192. 44 Halife b. Hayyat, Tarih, s. 391; 378, 385 ve 389.

68

Oryan talistik Hadis Araştırmaları

dı."45 Bir başka yerde46 bu katlinin 89 / 7 0 8'de öldüğü bildi[1 54 ] rilmektedir. Fakat İbn H acer onun ölümünü 75/694 veya 9 5 / 7 1 4'den kısa bir süre önce olduğunu haber vermekte­ dir.47 Burada fitne kelimesinin hangi olaya işaret ettiği açık değildir. Ya İbnü'z-Zübeyr'in isyanı ya da çok uzak ihtimal­ le Abdurrahman b. M uhammed b. el-Eş'as'ın önderliğin­ de 8 5 / 7 04'de çıkan isyan olabilir. İbn Hacer'in bize haber verdiğine göre yukarıda sözü geçen katli, ölümüne kadar görevde kalmıştır. Cahız fitne kelimesini özellikle konuyla ilgili bir bağlamda zikrederek şöyle söyler: Ve kane Mürre yekfilü lemma kutile. Usman hamidtü'llahe ella ekO.ne dehaltü fi şey'in min katlihi fe salleytü mi'ete rek'atin felemma vaka'a el-Cemelü ve Sıffin hamidtü'llahe ella ekO.ne dehaltü fi şey'in min tilke'l-hurO.b ve zidtü mi'ete rek'atin fe­ lemma kanet en-Nehrevan hamidtü'llahe iz lem eşhedha ve zidtü mi' ete rek'atin felemma kanet fitnetü İbn Zübeyr hami­ dtü'llahe ... Mürre48 şöyle derdi: Osman öldürüldüğünde, onun katliyle hiç ilgim olmadığı için Allah'a hamd ettim. Bundan dolayı da 1 0 0 rekat namaz kıldım. Cemel ve Sıffin savaşları49 olduğu za­ man bu savaşlarla da hiç alakam olmadığından dolayı Allah'a hamd ettim ve 1 0 0 rekat daha kıldım. Nehrevan savaşı oldu­ ğunda da50 bu savaşta bulunmadığım için yine Allah'a hamd ettim ve 100 rekat daha namaz kıldım. İbnü'z-Zübeyr'in fit­ nesi çıktığı zaman Allah'a hamd ettim ... 51

Her ne kadar bu rivayeti n güvenilir olup olmadığını söy­ lemek zor ise de, bu ifadeden Osman'ın öldürülmesinden

45 46 47 48 49 50 51

Age., s. Age., s .

251. 306. İbn Hacer, Tehzfbü 't-Tehzfb, Vl, s. 135. Mürre el-Hemdani (ö. 76/695) dindar bir kişi idi. Yaklaşık 36/656 ve 37 /657 tarihlerinde. 38/658 tarihinde. Cahız, el-Beyan ve't-tebyfn (nşr. Abdusselam Muhammed Harun), Kahi­ re. 1948-50, III, 1 2 9 vd.

lslam'da ilk Büyük Siyasi Fitnenin Tarihi

69

27 yıl sonra 64/683 s enesinde Abdullah b. Zübeyr tarafın­ dan tekrar başlatılan bir isyana fitne adının verildiği açıkça anlaşılmaktadır. Cahız aynı şekilde İbnü'l-Eş'as'ın ayaklan­ masına da fitne ismini vermektedir.52 M uhaddisler İbnü'z-Zübeyr'in fitnesinden zaman zaman bahsederler. Malik b. Enes (ö. 1 79/795) Osman hakkında bilgi verdiği yerdefitne kelimesini zikretmez, ancak M uvatta şarihi Zürkani'nin de işaret ettiği gibi, o, İbnü'z-Zübeyr'den bahsederken fitne kelimesini kullanır.53 Buhari'nin Sahfh'in- [1 55] de bu fitneyi gösteren bir rivayete rasthyoruz.54 İçerisinde İbnü'z-Zübeyr'in fitnesinin geçtiği bu rivayet Zübeyr b. Bekkar (ö. 2 5 6/870) tarafından kaydedilmiştir.55 İbn Kuteybe'nin Kitabü 'l-Mearifinde fitne kelimesi, Velid'in halefi Yezid'e hitaben söylendiği iddia edilen bir söz içerisinde kullanılır: Ve kanet velayetüke rahmeten ve vefütüke fıtneten. Yönetimin rahmet, ölümün bir fıtnedir.56

İbnü'z-Zübeyr fitnesine ait referanslar çok olup57 İb­ nü'l-Eş'as fitnesinden de bahsedilmektedir.58 Dineveri'nin el-Ahbaru 't-tıval'ında fitne kelimesi Velid'in ölümünden bahsedildiği yerde geçmemektedir. Belazüri'nin Ensabu 'l-eşrafının bu dönemle ilgili bölümü henüz neşredilmedi. Dineveri, Amr b. el-As'ın durumunu zikrederken şöyle söyler: Kad i'tezele el-fıtnete. O, fitneden i'tizal etti.59 52 53 54 55 56 57 58 59

Cahız, age., ı, s. 3 8 5 . Şerlİ u 'z-Zürkanf 'a/U Muvatta ' el-imam Malik, Kahire 1 954, il, 2 9 3 ; iV, 2 2 0. Buhari, Sahih, VI, s. 3 2 . Zübeyr b. Bekkar, Cemheretü nesebi Kureyş ve ahbdruhu (nşr. Mahmud Muhammed Şakir), Kahire 1 38 1 , 1, 243. İbn Kuteybe, Kitabü'l-Mearif (nşr. Servet Ukase), Kahire 1 960, s. 3 6 7 . Age., s. 1 2 3, 3 5 1, 3 5 6, 4 1 5 ve 4 1 6. Age., s. 4 1 4. Dineveri, el-Ahbdru 't-tıval, s. 3 2 .

·

70

Oryan talistik Hadis Araştırma ları

Wellhausen' in daha önceden ileri sürdüğü60 "çıkmaz, ikilem (dilemma) " anlamı, "dahili harb" gibi bu bağlama uygun bir kelimedir. Dineveri, bunun da ötesinde, Muhtar (66/685) ve İbnü'l-Eş'as'ın fitnesinden de61 söz eder. Fitne kelimesi belki sadece "kargaşa" anlamının uygulanabildi­ ği bağlamda bir defa kullanılmıştır.62 Dineveri'nin içinde bu kelimeyi kaydettiği son derece uygun bir başka cümle vardır. O, kitabının mukaddimesinde malumatını vereceği tarihi olayların bir özetini sunarken şunu söyler: ... ve zikrü'l-eimmeti ve'l-huleffü ve'l-hurO.billeti kanet mis­ le yevmi'l-kadisiyyeti ve fütO.hi'l-lrak ve'n-sırami'l-'acem ve harbi'l-Cemel ve Sıffin ve yevmi Nehrevan ve makteli el-Hü­ seyin b. Ali aleyhimesseıam ve fıtneti İbni'z-Zübeyr ve hurO.­ ci'l-Ezarika ...

[1 56)

ve imamların ve halifelerin bahsi, mesela, Kadısıyye Günü ( 1 6 / 3 7) , l rak'ın fethi, İran devletinin yıkılması, Cemel ve Sıffin savaşları, N ehrevan savaşı günü, Hüseyin b. Ali'nin­ sal atü selam onların üzerine olsun- katledilmesi, İbnü'z-Zü­ beyr'in fitnesi ve Ezarika'nın isyanı gibi vaki' olmuş harbler bahsi . . . 63 ...

Büyük siyasi olayların listesinden sadece İbnü'z-Zü­ beyr'in isyanına .fitne denilmiştir. Belazüri, İbnü'z-Zübeyr'in fitnesinden bahseder64 ve Medfüni'den (ö. 2 3 5 / 8 5 0) Abdullah b. Ömer'e izafe edilen "... Hicazlılar fitneye en çok meyilli olan insanlardır" cümle­ sini nakleder.65 Bu ifade fedailin karşıtı olan metalib (kara­ lama) türüne yönelik haberin bir kısmıdır. İ ddia edildiğine göre bu türden haberler çoğunlukla uydurmadır.66 60 61 62 63 64 65 66

Wellhausen, Das Arabische Reich und sein Sturtz, s. 3 2 . Dineveri, age., s. 3 2 7. Age., s. 240. Age.; s. 2 . Belazüri, Ensabu 'l-eşraf. v, 1 88. Age., V, s. 3 78 . El, "Fadile" mad. (R. Sellheim).

lsHim'da ilk Büyük Siyasi Fitnenin Tarihi

71

Ya'kO.bi'nin Tdrfh'inde Velid' den sonraki döneme ait bir tasvire rastlıyoruz. ve kanetvelayetühu hamsete eşhur ve'l-fitnetü fi cemi'i'd-dün­ ya ammeten. Onun dönemi beş ay sürdü; bu süre içerisinde fitne bütün dünyayı sardı.67

Fakat Ya'kO.bi daha önceki hadiselere de fitneler adını verir. M esela, Ali'nin ölümünden sonraki kısa süren fitne68 İbn ü 'z-Zübeyr'in fitnesi, 69 Amr b. Sa'id'in 69 /689'daki fitne­ si70 ve Kuteybe b. M üslim'in 9 6 / 7 1 5'deki fitnesi.71 Ya'kubi fitne kelimesini harfi ta'rif olmadan "kargaşa" anlamında müphem olarak iki defa kaydeder.72 Taberi, Velid'in halefi JI I . Yezid' den bahsederken zikrettiği rivayetler arasında kendi yorumunu zikrederek der ki : ve fi hazihi's-sene . . . haceti'l-fitne. Bu tarihte [hicri 1 2 6] ... fitne ortaya çıktı.73

Taberi bir sonraki satırlarda "dahili harb" anlamını te- [1 57] yid edici bir bağlamda kelimenin çoğulunu (fiten) kullanır. Zikrü'l-haber amma hadese fiha mine'l -fiten. Bu yılda meydana gelen fitnelerle ilgili haberler bahsi.

Taberi'nin bahsettiği ilk fitneler İbnü'z-Zübeyr'in ve İbnü'l-Eş'as'ın fitneleridir.''74 Taberi' deki bir başka rivayet de şöyledir : ... neferan hulikı1 li'l-fitneti. ... fitne için yaratılmış insanlar. 75 67 68 69 70 71 72 73 74 75

Ya'kO.bi, Tdrfh (nşr. M. Age., 11,2 5 5 . Age., il, 3 2 0 . A9e., ll, 3 2 7. A9e., il, 355. Age., il, 2 6 3 ve 267. Age., il, 1 8 2 5 . Age., il, 83 1 ve 1 1 5 2 . Age., 1 , 2 9 0 9 .

Th. Houtsma), Leiden

1883, il, 402.

72

Oryan talistik Hadis Araşt1rma ları

M es'udi fitne kelimesini özel bir bağlamda kullanır: Felemma ekserO. min zalike ve hafü el-fitnete ve heyceha sa'ı­ de Ravh b. Zinba' el-Cüzami 'ata minberi Resfi.lillah ... [Medine'deki İbnü'z-Zübeyr] taraftarları [düşmanlıklarını] artırınca ü bnü'z-Zübeyr'e karşı ordu gönderen] Suriyeliler fitne ve karışıklıktan korktular. Ravh b . Zinba'el-Cüzami [Su­ riye ordusunda olan Abdülmelik'in amcası] Hz. Peygamber'in minberi üzerine çıktı ... 76

Bu hadise İbnü'z-Zübeyr'in fitnesi içerisinde bir fitne (isyan, başkaldırma) idi. Mes'udi aynı şekilde Muham­ med'e izafe edilen istikbale yönelik uydurma bir haberden bahseder: "Bir fitne olacak ..."77 Son olarak iki hıristiyan tarihçi Eutychius ve Agapius'un, fitne kavramını Osman'ın ölümünden sonra uzun süren olaylarla bağlantılı yerde kullandıklarını kaydedelim. Eut­ ychius İbnü'z-Zübeyr'in isyanına "bir fitnenin başlangıcı" adını verir.78 O aynı şekilde bu kelimeyi "isyan" veya "kar­ gaşa ve güçlükler" anlamında kullanır. Ve sayyera harace Mısr defeat fen min fitnetin.

fi

külli Cum'atin def'aten hav­

O [Abdülmelik idaresindeki Mısır valisi Abdülaziz b. Mervan] toprak vergisini koyduğunda, bir fitne çıkmaması için her Cu­ ma'yı ayrı bir vergi ödeme günü tahsis etti.79

Velid'in ölümü hakkında Eutychius şöyle söyler: "Fitne [1 58) ortaya çıktı ve Suriye karışıklık içerisinde idi:'00 Agapius da M uhtar'ın siyasi arenada görünmesiyle bağlantılı olarak "Fitn e ortaya çıktı"81 ve Velid'in öldürüldüğü zamandan

76

Paris 1861-77, V. s. 1 9 1 vd. 77 Age. V, 2 2 1 . 7 8 Eutychii patriarchae Alexandrini Annales, i l , nşr. L . Cheikho, Beirut/Paris 1909, s. 3 8 79 Age., il, 41. 80 Age., il, 46. 8 1 Agapius episcopus Mabbugensis, Historia un iversalis, (nşr. L. Cheikho), Beirut/Paris 1 9 1 2, s. 3 5 3 . Les prairies d'or, nşr. C Barbier De Meynard ve Pavet De Courteille, .

.

lslam'da İlk Büyük Siyasi Fitnenin Tarihi

73

bahsederken de " fitneler ve belalar zuhur etti" ifadelerini kullanarak dikkati çekmektedir.82 ...

Yukarıda verilen bütün bu örneklerden anlaşıldığına göre fitne kelimesi Kur' ani "günaha teşvik edici şey (tempta­ tion)" ve "kandırma, ayartma (enticement) " anlamlarından, "kaos, anarşi" anlamına kadar geniş bir alana uzanan çok sa­ yıdaki farklı mana ve kavramlara sahip bir kelimedir. Daha sonraları fitne kelimesinin "isyan" anlamı kullanıma girmiş­ tir. İbnü'z-Zübeyr'in isyanı ise genellikle fitneye izafe edilen ilk olay olma özelliğini taşımaktadır. Fitne kelimesinin an­ lamlarının inkişafını, şematik olarak şu şekilde verebiliriz: Günaha teşvik edici şey (temptation) + İki grup arasın­ da zor bir seçim tarzındaki günaha teşvik edici şey (temp­ tati on in the way of a diffıcult choice between two parties) + İki grup arasında zor tercihin çevresinde karışıklık ve hengame (tumult around the diffıcult choice between the two parties) + Tam bir karışıklık ve kargaşa (tumult) + Baş­ kaldırı ve kavga (upheaval) + Ayaklanma (rebellion) + is­ yan (revolt) + İç savaş (civil war) + Anarşi (anarchy) . Schacht'ın ileri sürdüğü şekliyle Muhammed b. Sirin'e izafe edilen söze tekrar bir göz atmak bu yönde ilginç ola­ bilir. Metnin tamamı şöyledir: Lem yekunu yes'elüne 'ani'l- isnadi felemma vaka'at'il-fitne­ tü kalü semmü lena rica.Jeküm fe yunzaru ila ehli's-sünne fe yu'hazü hadisühum ve yunzaru ila ehli'l-bida'i fe ıa yu'hazü hadisühum. Hadis rivayet edenlerden isnad sorulmazdı. Fakat ne zaman ki fitne o rtaya çıktı " Bize, kendilerinden hadis rivayet ettiğin kimselerin isimlerini söyl e (yin) " dediler. Bu nedenle, eğer bunlar ehl-i sünnetten iseler hadisleri alınırdı, şayet bid'at ehli kimselerden iseler, hadisleri ahnmazdı.83

82 Age.,s. 362. 83 Müslim, Sahih (nşr. Muhammed Fuad Abdulbaki), Kahire 1955-56, 1 , s. 15; Tirmizi, Sahih bi şerh İbni'l-Arabf, Kahire 1350-52, XIİI, s. 307; Darimi. Sü­ nen (nşr. Muhammed Abdurreşid el-Keşmir!), Cawnpore 1293, s. 60.

74

Oryan talistik Hadis Araştırmaları

Fitne keli ı:n esinin aynı zamanda harfi tarifle de (el-fiten) zikredildiği i�in bu bağlamda "dahili harb" veya en azından "büyük isyan, kargaşa" anlamına sahip olduğu gayet açıktır. Bu konunun incelenmesi uğruna İbn Sirin'in 1 1 0/72 8'de öldüğünü ve· bu ifadenin de gerçek olduğunu varsayarsak, bu sözün, İslam alimlerinin İbn Sirin'in sözlerine her zaman verdikleri anlamı, yani Osman'ın ölümünden sonra başla­ yan iç savaşı değil de, büyük bir ihtimalle İbnü'z-Zübeyr'in ayaklanmasından bahsettiği sonucuna varırız. Bu makale­ de ileri sürülen delilden hareketle şu hipotez savunulabilir görünmektedir: Osman'ın öldürülmesi neticesinde zuhur eden iç savaş için kullanılan fitne terimi ancak daha sonraki bir tarihte, belki de İbn Sirin'in vefat ettiği yıl olan 1 1 0/728 [1 59) tarihinden birkaç on yıl sonra kullanılmaya başlanmıştır. Bir başka ifadeyle, İbn Sirin fitne terimini kullanırken Osman'ın ölümünden muhtemelen bahsetmiyordur. İbn Sirin' in sözlerinin yine tarihi (gerçek, doğru) oldu­ ğunu farz ederek şu birkaç fikrin üzerinde düşünülmesi gerekmektedir: 1 . Hadisleri, senedlerini suni bir şekilde geriye doğru yansıtarak, söylendiği tarihten öncesine dayandırma eğili­ mi, önceden de söylendiği gibi, hadis tenkitçiliğine yönelik kriter geliştirme düşüncesi de olabilir. B öylesi bir eğilim İbn Sirin'in haberindeki fitne kelimesinin yanlış yorumlan­ masına sebep olmuş olabilir. B u hususta şimdi olduğu gibi, geçmiş dönemlerde de İslam alimlerinin hadis literatürü­ nün konumunu hadisin en önemli hususiyetlerinden birisi olan isnadların kullanılmasının, bilhassa -İbn Sirin'e isnad edilen rivayet gibi- tarihi bir kaynağın önerdiğinden daha önceki bir dönemde başladığını iddia etmek suretiyle ha­ dis literatürünün mevkiini yükseltmeleri amacını taşıma­ ları hiç de şaşılacak bir şey değildir. 2 . Yukarıda da bahsedildiği üzere, J. H orovitz İslam'da isnad kullanımının hicri 1. asrın son çeyreğinin başlan-

İ slam' da İlk Büyük Siyasi Fitnenin Tarihi

75

gıcında ortaya çıktığına da ir bir teori ileri sürmüştü. Bu teo riyi Nabia Abbott ve Fuat Sezgin de desteklemişlerdir. Halbuki İbn Sirin'in rivayetindeki fitne kelimesini Abdul­ lah b. Zübeyr'in başlattığı isyana hamlederek yorumlamak bu teoriyi çürütmektedir.

3 . İbn Sirin'in rivayetindeki metni harfiyen ele alacak olursak, bu rivayetten isnadın ilk dönemde nasıl tanzim edildiğini gösteren bazı delilleri bulabiliriz. Ehl-i sünnete sarılan ve bid'atçı fikirlerin propagandasına müsamaha gös­ termeyenler arasında sika raviler bulunabilir. Söylenenler sadece bundan ibaret olduğu için, bu elemenin ( ravileri göz­ den geçirmenin) hadis ravilerine uygulanan cerh ve ta' dilin akabinde tek prosedürü oluşturduğunu farz edebiliriz. A is­ mindeki bir ravinin B ismindeki raviyle gerçekte karşılaşıp karşılaşmadığını öğrenmek gibi uygulanan usüllerin de çok sonraları başlamış olduğunu tahmin edebiliriz. Schacht İbn Sirin' in sözlerinin uydurma olduğunu vur­ gulamakta haklı olabilir. Ancak, eserinin ileriki sayfala­ rında öne sürdüğü teo riler kabul edildiği takdirde, onun savunduğu delillerin de artık uzun süre müdafaa edileme­ yeceği ortaya çıkmaktadır.

FİTNE VE BİD'J\T KAVRAMLARININ TARİHLENMESİNE DAİR*

-

1

-

"The Date of the Great Fitna" (Arabica, XX, 1 9 73, s. 1 4 2 1 5 9) başlıklı makalemde İ b n Sirin'e izafe edilen rivayette­ ki fitne terimiyle Abdullah b. Zübeyr'in H icaz'da kontrolü ele geçirmesinin akabinde ortaya çıkan siyasi isyanın kas­ tedilmiş olabileceğini, dolayısıyla halife karşıtı bu isyanın Abdülmelik b. Mervan tarafından Mekke'ye gönderilen Haccac b. Yusuf'un başarılı askeri harekatıyla 73/692 'de sona erdiğini ispatlamaya çalışm ıştım� 1 Bu hipotez üzeri­ ne, kabul edildiği takti rde, bir başka hipoteze ait ikna edici bir olayı inşa etmeye teşebbüs ettim ki bu hip otez de isnad sisteminin geçici kronolojisi ile ilgilidir. Buna göre isnad sistemi Abbasi döneminden itibaren gelen kaynaklarda, iddia edildiği üzere 3 5 / 6 5 6 tarihinde Osman'ın öldürül­ mesinin hemen ardındaki tarihten ziyade, 1 /VI I asrın 70'li senelerinin ilk başlarında ortaya çıkmıştır. Yukarıda adı geçen makalenin yayınlanmasının ardın­ dan ilk bakışta teorimi geçersiz kıldığı izlenimini uyandı­ rabilecek bir karşı fikir ileri sürüldü. Arabica, XXI, 197 4, s. 2 0 - 5 2'de J. Van Ess imzasıyla H asan b. M uhammed b. el-Hanefiyye'ye izafe edilen irca' doktrini hakkında ilk dö­ neme (muhtemelen 1 0 0 / 7 1 9 senesine) ait bir risale ya­ yınlandı. Bu risalede fitne kelimesi Ebu Bekir ve Ömer' den hemen sonraki dönemi tanıtıcı bir paragrafta geçmektedir. Hasan'ın görüşüne göre, Ömer'den sonra İslam toplumu

G. H. A. Juynboll, "Muslim's Introduction to His Sahih", ]erusalem Stu­ sy. 5, 1 984, ("Excursus: On the chronolgy of the Concepts fıtna and bid'a"), s. 303-3 1 1 . İbn Hacer, Tehzib, VI, 423; ve kaneti'l-fıtnetü min yevmi mil.te Muil.viye­ tübnü Yezid ilil. 'ani's-tekil.me'n-nıı.s li Abdilmelik tis'a sinin.

dies in Arabic and Islam, 1

[303]

78

Orya n talistik Hadis Araştı rmaları

Allah'ın vaadinin gerçekleştiği fitne dönemine girmiş­ ti (Van Ess : Anfechting) . Bu dönemdeki ilk fırkalar (Van Ess : die erste protagonistender Spaltung) "geçmişle ilgili bağları koparıp yenilerine sarılan" insanlar olarak tasvir edilmektedirler. Van Ess daha sonra Arabica, XXI I, 1 9 7 5 , s . 49'da, bu risale l/VI I . asra a i t sahih bir e s e r olarak kabul edildiği taktirde, iki yıl öncesinde Arabica dergisinde su­ nulan o tezimin artık savunulamayacağını ifade etmiştir. Aslında fitne teriminin Osman'ın öldürülmesinin akabinde çıkan dahili harb anlamında ilk defa kullanan kaynakların, esasında daha sonraki bir dönemde muhtemelen Emevi­ lerden sonraki bir tarihte ortaya çıktığını destekleyici bir delildir. Van Ess'in ileri sürdüğü delilin methedilecek çok yönü [304] olmasına rağm en Kitô.bü '/-İrcô.'daki bölümün benim ilk hi­ potezimi çürütmeyecek bir tarzda ele alınabileceği kanaa­ tindeyim. Tartışmanın yapıldığı bölümde geçen fitne kelimesi Ömer b. el-Hattab'ın hilafetinin hemen so nrasındaki döne­ me racidir. Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, Osman devri başlangıcından itibaren fitne dönemi olarak nitelen­ dirilmektedir. Bu kullanımı aynı şekilde bazen karşımıza çıkan şu ifadede görebiliriz: "Fi'l-fitne fi zamani Osman."2 Bu dönemin daha fazla tasviri "yufüriku ricalün aleyhi ri­ dHen ve yuvali rical ün aleyhi ricalen [İ nsanlar eski bağları koparıyorlar ve yeni dostluklar ediniyorlar]" cümlesinde geçmektedir. Bu tasvir, bana göre bizzat Osman'ın hilafe­ ti dönemine (2 3 - 3 5/644- 6 5 6) ait olup, Van Ess'in verdi­ ği anlam olan, Ömer'in ölümünden 12 yıl sonra Osman'ın öldürülmesinin akab inde başlayan döneme aittir, şeklinde değildir. "İ nsanlar eski bağları koparıyorlar ve yeni dost­ luklar ediniyorlar" cümlesinin Osman'ın hilafetinden son2

Ve ki", Ahbdru 'l-kuddt (nşr. Abdülaziz Mustafa el-Meraği), Kahire 194 71950, s. 1 2 1 .

79

Fitne ve Bid'at Kavramlarının Tarihlenmesine Dair

ra değil, hilafeti süresince devlet içerisinde ortaya çıkan hiziplere atfedilmesi gerekir. Bu fırkaların ortaya çıkışla­ rını ve birbirleriyle bir yandan ilişkide olup, diğer yandan birbirlerinin aleyhine çalıştıklarına dair M. Hinds'in maka­ lesindeki analizden daha iyi bir analiz, bildiğim kadarıyla, yoktur.3 Bana göre bu bağlamdaki fitne kelimesinin kul­ lanımı dahili harb anlamından ziyade, yaygın olan Kur'a­ ni kullanımı, yani "bela, musibet ve karışıklık" anlamına gelmektedir. Şurası kesindir ki Osman'ın hilafeti süresin­ ce dahili harbin olduğunu bildiren hiçbir rivayet yoktur, aksine Osman'dan sonra iç savaş olmuştur. Eğer Hasan b. Muhammed b. el-Hanefıyye fitne kelimesini kullanırken Os man'ın öldürülmesinden kaynaklanan iç savaşı düşünü­ yor olsaydı, Ebu Bekir ve Ömer' den sonraki sırada üçüncü isim olarak Osman'ın adını kesinlikle zikretmesi gerekirdi. Aynı şekilde akla şunun da gelmesi gerekir ki şayet bu ri­ salenin müellifi fitne kelimesiyle Osman'ın öldürülmesini takip eden dönemi kastetseydi, hatta dedesini Osman'ın ölümünden ve onun peşi sıra gelen ciddi kargaşa döne­ minden kısmen sorumlu olarak, sarahaten işaret etmese bile, dedesi Ali'yi, cereyan eden hadisede rol oynayan ele­ başlarından biri olarak kaydederdi. Bana göre, Ali gibi Osman'ın da bahsedilmediğini bir tarafa bırakacak olursak, Van Ess kendisinin İslam'ın ilk dönemindeki gelişmesine ait tarihi tasavvuru (geschichts­ bild) 1 3 /644 senesinde Ömer'in hilafetinin sona erdi.ği ta­ rihten itibaren (daha kötüye doğru) ilk büyük değişikliğe maruz kaldığına işaret eder. Van Ess'in (Arabica, XXI, s. 2 9) : "Die Reihe dieser ersten Protogonisten aber beginnt mit 'Uthman und Ali; mit ihnen erklört sich der Autor schan nicht mehr solidarisch" Osman'dan bahsettiği yerde onun görüşüne katılıyorum. Ama Ali'yle ilgili değerlendirmesin-

3

Martin Hinds, "The Murder of the Caliph 'Uthman", /]MES, 450-469.

III,

1972, s.

80

Oryan talistik Hadis Araştı rma ları

de ise onunla aynı fikirde olmakta mütereddidim. H asan kendi öz dedesinin ismini hiç ihmal eder miydi? Van Ess daha sonra Hasan'ın Ali hakkı nda düşünmüş olabileceği tesanütün biraz daha esrarengiz olanını anlamaya çahş[305] maktadır. Bununla birlikte Van Ess'in son iktibas ın akabin­ de devam ettiği şu cümleye karşı çıkmaktayım : "Die Spal­ tung beginnt also spatestens mit der E rmordung Utmans ... (Dolayısıyla bu ihtilaf en geç Osman'ın öldürülmesiyle başlamıştır ... ) . Ayrıca onun cümlede kullandığı "also" ke­ limesi, bana göre hiçbir sonuca götürmez.

-

il

-

Arabica dergisindeki makalemi yayınladığımdan beri bu meseleyle ilgili yeni materyal elde ettim. Öncelikle, ilk dönem Arapça kaynaklarda fitne kelimesiyle Abdullah b. Zübeyr'in halifeye karşı isyanıyla başlayan iç savaşın kas­ tedildiğini ileri sürdüğüm ilk görüşümü destekleyici çok önemli bir delile dikkat çekmek istiyorum. Bu delil, Arabica isimli dergiye yazacağım makale için araştırma yaptığım sı­ rada gözümden kaçmayan fakat bir zaman sonra rastladı­ ğım varyantta, terimlerinde açıkça tezatliğı (contradictio in termenis) ihtiva eden evail türü bir rivayette derinlemesine sağlamlaştı. Bu nedenle bu tezatlığı ortadan kaldırmaya yö­ nelik müzakereye koyuldum. Konuyla ilgili rivayet şöyledir: Vaka'atil'fitnetü'l-Ula ya'ni maktele Usmane fe lem tubki min ashabi Bedrin ehaden sümme vaka'ati'l-fitnetü's-saniyetü ya'ni el-Harre ... 4 İlk fitne, yani Osman'ın öldürülmesi hadisesi ortaya çıkmıştı. O fitnede Bedir savaşına katılanlardan hiç kimse kalmamıştı. Daha sonra ikinci fitne, yani H arre savaşı oldu . . .

35/656 tarihinde Osman öldürüldüğü zaman, araların­ da Ali, Talha, Zübeyr, Sa'd b. Ebu Vakkas ve diğerlerinin de 4

Buhari, Sahih, Kahire 1 345, V, 1 1 0.

Fitne ve Bid'at Kavramlarının Tarihlenmesine Dair

81

bulunduğu B edir'de savaşanlardan bazılarının hala yaş ı­ yor olması sebebiyle bu rivayetin uydurma olarak düşü­ nülmesi gerektiğine dikkat çekmiştim. Yukarıdaki rivayetin arasında zikredilmiş açıklayıcı bir kelime olan "ya' ni" kelimesinin dışında, kelimesi kelimesi­ ne aynı olan bu rivayetin daha erken tarihli bir kaynakta açıkça ortaya çıkmış olması benim şanslı tespitimdir. Bana öyle geliyor ki bu açıklayıcı ilaveler olmadan haber daha iyi anlaşılır durumdadır. Zira, bu rivayette zaten bir te­ zatlık vardır. Şöyle ki, gerçekten 35 senesinden daha sonra vefat eden sahabilerin mesela Ali, Talha, Zübeyr, Sa'd b. Ebu Vakkas ve diğerlerinin bu tarihten önce vefat ettikleri hatalı bir şekilde iddia edilmektedir. Bu ilaveleri bir tarafa bıra­ kacak olursak "Bedir ashabından hiçbir kimse kalmamıştı" ifadesi gerçek anlamda ilk fitnenin tam olarak tarihlenmesi­ ni vermektedir. Aslında, İbn Sa'd'a göre5 5 5/675 tarihinde, yani Osman'ın öldürülmesinden yaklaşık 2 0 yıl so nra vefat eden sahabi Sa'd b. Ebu Vakkas ilk kaynaklarda6 son Bedir ashabı olarak zikredilmektedir. Yine İbn Sa'd'ın kitabında7 Bedir gazvesine iştirak eden Cabir b. Atik el-Ensari'nin ölüm tarihinin İbnü'z-Zübeyr'in isyanından çok kısa bir süre önce 6 1/681 olarak verildiğini görüyoruz. Vefat eden son Bedir ashabından bir başkası da ölüm tarihi 60/680 olarak veri­ len Ebu Useyd es-Sa'idi idi.8 Öyle sanıyorum ki doğru olmayan ve bu sebeple de yanıltıcı olan idracın, 'ya'ni maktele Usman' ilavesinin hadis mu- [306] sanniflerinden, ilk eski kaynak olan Abdürrezzak b. Hem­ mam (ö. 2 1 1/82 7)9 ile daha sonraki kaynak olan Buhari'nin (ö. 2 5 6/870) ölüm tarihleri arasındaki bir zamanda -aşağı

5 6 7

8 9

İbn Sa'd, III/1, s. 105. Nuaym b. Hammad, Kitqbü'l-Fiten, British Museum, no:9449, 36. İbn Sa'd, IIl/2, s. 38. İbn Sa'd, III/2, s. 103, satır: 13. Abdürrezzak, el-Musannef, Xl, s. 3 58, hadis no: 20739.

82

Oryan talistik Hadis Araştırmaları

yukarı- tarihlenebileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. İslam' da ilk fitnenin Osman'ın öldürülmesiyle neticelenen siyasi kar­ gaşa ile bir tutulduğunu gösteren ve Abdürrezzak'ın el-Mu­ sannefinde de liste halinde verilen pek çok rivayetin olduğu da bir gerçektir. Ancak asıl gerçek, İbnü'z-Zübeyr'in isyanını ilk fitne olarak gösteren bir rivayetin her ne şekilde olursa olsun bize kadar ulaşmış olması beni şu kanaate sevk et­ mektedir: Muhtemelen 1/VI I . asır ile 1 1/VI I I . asrın ilk çey­ reğinde yaşayan müslümanların hiç olmazsa bunun böyle olduğunu düşünmeleri gerçeğin ta kendisidir. Bir başka delil Wilkinson'ın yazdığı bir makaleden elde edilebilir.10 Wilkinson bu makalesinde ".. . resmi olarak havaricin ortaya çıkmasına ve ... İbadiliğin doğmasına" ze­ min hazırlayan bir olay olarak İbnü'z-Zübeyr'in fitnesine atıfta bulunur. Havaric ilk dönem İslam tarihinde diktatör bir görünüşe sahip olarak düşünülse bile, -ki onlar neti­ ce itibarıyla genellikle daha sonra İslam'ın ilk fitnesi diye isimlend irild iği bir ortamda ortaya çıkmışlardır- bu görüş öyle zannediyorum ki bu bağlamda onunla beraber yete­ rince ilgi çekicidir. Buna ilaveten İbnü'z-Zübeyr'in halifeye karşı başlattığı isyanla birlikte H icaz'daki durumun şaşırtıcı bir değerlen­ dirmesi ve can alıcı noktalar ilk · Nasturi tarih kaynağın­ dan tespit edilebilir. 690'lı yıllarda görev yapan Phenekli John, Yezid'in ahlaksızlığını İbnü'z-Zübeyr'in "günahkar Batılılara11" karşı yürüttüğü bağnazlıkla mukayese eder. O, İbnü'z-Zübeyr'in ölümünü "... etkileyici biçimde Arap ha­ ki miyetinin çöküşü olduğunu, o zamandan beri Arapların hakimiyeti nin artık uzun süre tesis edilemediği" şeklinde

10 J. C. Wilkinson, "The Early Development of the lbadi movement in Bas­ ra", in: papers on Islamic History, V. Studies in thefirst cen tury ofIslamic society (edit. and introduction G. H. A. Juynboll), s. 1 3 1 . 1 1 Batılılardan kasıt; kuzey batıdan Mekke üzerine gelen Şam ordusu ol­ malıdır (Ed.).

Fitne ve Bid'at Kavramlarının Tarihlenmesine Dair

83

değerlendirir. Bu ifadeyi B rock'un yazdığı bir makaleden aktardım.12 Son olarak evail türü bir başka rivayet daha buldum. Bu rivayette İbnü'z-Zübeyr'in halifeye karşı başlattığı isyanı İslam'ın o vakte kadar elinde bulundurduğu otoritesinin kaybolduğunun bir işareti olarak düşünülebilir.13 ... sareti'r-rı1m ve kavı1 ale'l-müslimine. Fe saleha Abdülme­ lik b . M ervan melike'r-Rı1m 'ala en yü'eddiye ileyhi fi külli Cum'atin elfe dinarin havfen minhu 'ale'l-müslimine ... (ve hüve kane) evvelü vehnin dehale 'ale'l-islami ve ma zake illa lihtilafı'l-kelime ve li kevni'l-vakti fihi halifetani yetenazeani el-emra ve ma şa'allahu kane: Yani İslam'ın otoritesindeki ilk zayıflık iki halifenin birbirle­ riyle olan rekabeti idi.

-111-

M. M. Azami Studies in early hadith literature isimli ça­ lışmasında şu görüşü ileri sürer: "İbn Sirin'in rivayetindeki fitne kelimesiyle, Os man'ın öldürülmesinin ardından orta­ ya çıkan karışıklık kastedilmiştir (s. 2 1 6) . Azami bu fikrini gramere yönelik mülahazalarla doğrulamaya çalışır ve İbn Sirin'in aslında bu açıklamayı yapmazdan çok uzun süre önce meydana gelmiş bir olaya açıkça atıfta bulunduğuna işaret eder. Böyle bir görüşe katılmamız kesinlikl e mümkün değil­ dir. Bana göre İbn Sirin henüz çocuk olduğu zaman meyda-

1 2 S. G. Brock, "Syriac views of emergent lslam", age., s. 17. 13 Ylifıi, Mir'ôtü 'l-cenôn, 1, s. 145. * ("Rumlar (müslümanlardan intikam almak için Şam'a doğru ) güçlü bir orduyla müslümanlara karşı harekete geçtiler. Bunun üzerine Abdül­ melik b. Mervan Rum Meliki ile Müslümanlara saldırmaması için her Cuma bin dinar vermek üzere antlaştı. işte bu İslam'ın ilk zlifiyeti idi. Bütün bunlar sadece bir kelime (yani el-Emr/iktidar) içindi. Ve o vakit iki halife iktidar çekişmesi içerisindeydiler ve Allah'ın dilediği de ger­ çekleşmişti!. (çev.)]

(307]

84

Oryan talistik Hadis Araştırma ları

na gelen bir olaydan ziyade, yetişkinlik çağı dönemi süre­ since cereyan eden bir hadiseye açıkça temas etmektedir ki bu tezimi kuvvetlendirici bir delilim bulunmaktadır. Ben bir başka yerde, o dönemde yaşayan çok sayıdaki muhaddisin o devrin şartlarına göre inanılmaz bir şekilde epeyce ileri yaşlarda olduklarını ve bu nedenle özellikle çok yaşlı insanların çok iddialı doğum tarihlerine, muhte­ melen suni bir şekilde geçmişe doğru yansıtılmış bir tarz­ da oldukları için, güvenmemekte haklı olduğumuzu kanıt­ lamaya çalışmıştım.14 İbn Sirin'in biyografisini yazanlara göre, -o günlerde- gerçekte 7 7 yaşında olan İbn Sirin için de aynı düşüncem bir dereceye kadar geçerlidir. Bu şu de­ mektir: İbn Sirin'in Osman'ın öldürülmesinden 2 yıl önce doğduğu iddia edilmesine rağmen, aslında onun doğumu­ nun o tarihten birkaç yıl sonra olduğunu söyleyebiliriz. Her ne olursa olsun, İbn Sirin'in naklettiği rivayetin bir başka varyantını esas alarak makul ve emin bir şekil­ de şunu söyleyebiliriz: İbn Sirin doğmadan önce meyda­ na gelmiş ya da çocuk yaşlarındaki bir zamanda olmuş bir hadiseden kesinl ikle bahsetmiyordu. B ilakis o, ömrünün yetişkinlik dönemi süresinde vukua gelmiş bir hadiseye işaret etmekteydi. İ çerisinde "felemma vaka'ati'l-fıtnetü" cümlesinin "hatta vaka'ati'l-fıtnetü" cümlesiyle yer değişti­ ği farkl ı bir rivayete sahip olmamız ve bu sonuncu varyan­ tın elde ettiğimiz "hatta kane bi eharate (ev bi uhrate )"15 varyantıyla paralellik arz etmesinden dolayı gerçekten şanslıyız. Hem gerçek fitneden hem de rivayetlerin sağ­ lamlığını kontrol edici yeni bir vasıta olan isnadın da tam ortaya çıkış zamanına işaret ettiği tahmin edilen bu son ifadeyi şöyle açıklamak mümkündür: "... onlar son zaman-

14 Bk. "On the Origins of Arabic prose. Reflections on authenticity", in: Pa­ pers on lslam ic History, V. Studies in the first cen tury of lslamic society, edit. And introd. G. H. A. Juynboll, s. 170. ıs Hatib el-Bağdadi, el-Kifaye fi 'ilmi'r-rivaye, s. 1 2 2 .

Fitne ve Bid'at Kavramlarının Tarihlenmesine Dair

85

lara kadar isnaddan sonra araştırma yapmıyorlardı." "Bi ehara veya bi uhrate" kelimesi zahiren nadir olan bir şeyi ifade etmek için kullanılmaktadır. Ancak bunu teyit edici çok sayıda delil bulamadım. Bununla birlikte bu kelime veya kelimeler yakın geçmişte olan bir çeşit müphem za­ man göstergesini ima etmektedirler. Bunun süresi ise uzak geçmişi ifade etmekten öte, yakın geçmişi göstermektedir. Bununla ilgili olarak mazi kavramıyla ilgili bilgileri, Lane, s. v. ile Th. Nöldeke'in Belegwöterbuch zur klassichen arabis­ chen sprache, (bearbeitet von Jörg Kraemer, Berlin, 1 9 5 2 , s. v.) isimli eserlerinde açıkça görmek mümkündür. Bir başka ifadeyle, İbn Sirin'in kendisi bizzat şunu söylemek istemektedir: Muhaddis arkadaşları fitne patlak verinceye kadar, yani kısa bir süre öncesine kadar isnadları araştır­ maya meyyal değildiler. Bu benzerlikten hareketle İbn Sirin'in ifadesindeki fit- [30 8] ne kelimesini İbnü'z-Zübeyr'in isyanından başka bir olaya hamlederek yorumlamak, kanaatimizce, hiç mümkün de­ ğildir.

-iV-

Fitne kavramı ve onun tarihi gelişimiyle ilgili bu tetkik­ ten sonra, İbn Sirin'e izafe edilen isnad müessesesiyle ilgili rivayette geçen başka önemli bir terim olan bid'at kavra­ mına geçelim. Onun kronolojisinin de önceki kısımlarda dikkat çekilen fitne kavramının tarihi gelişimini muhteme­ len destekleyip desteklemediğini görelim. Nevevi'nin Şafıi'den naklederek zikrettiği bid'atla ilgi­ li görüşleri önceden (yani "Muslim's Introduction", ]SAi, 5, 1 9 84, s. 2 7 1, dn. 1 5) kaydetmiştim: "Oradaki görüşe göre bid'at bilhassa sapık düşünce anlamında ele alınmıştır ki İs­ lam'ın daha ileriki dönemlerinde hep bu anlamda kullanıl­ mıştır. Ancak, büyük bir ihtimalle 1/7. yüzyılın ikinci yarısı-

86

Oryan talistik Hadis Araştırmaları

nın ortasına kadar uzanan bir tarihte söylenmiş bir ifadede geçen bid'at kavramı, öyle zannediyorum ki, Nevevi hatta Şafıi'nin görüşünden tamamen farklı bir yaklaşımı sergi­ lemektedir. Bu terimin muhtemelen en erken dönemdeki dayanağının gelişimini ayrıntısıyla açıklamaya çalışacağım. Ayrıca İbn Sirin'e izafe edilen rivayetle ilgili düşüncelerimi teyit eden yeni bulgularımı da izah etmeye gayret edeceğim. Rutin olan bir şeyi engelleyen her yeni görüşe veya eyle­ me bid'at denilmektedir. Arapların kullandıkları genellikle toplumun yerleşik geleneksel davranışı olan sünnetin ca­ hiliyye döneminde zaten yaygın bir kullanımı vardı. Nite­ kim M. M. B ravmann bunun böyle olduğunu da ispatlamış­ tır.16 Bid'at kavramı aynı şekilde İslam öncesi dönemde de mevcuttu. İslam henüz gelmeden önce cahiliyye dönemin­ de iyice yerleşmiş bir geleneğin yeni bir fikirle, bir bid'atla riske gireceğine inanıldığını düşünmek de mümkündür. Her ne olursa olsun, İslam tarihinin ilk döneminde sünnetin karşıtı bid'at bir vakıa idi. " İbtede'a" kelimesi Kur'an'da sadece bir yerde geçmektedir (Kur'an, 5 7 / 2 7 ) . Bid'at teriminin biri dini diğeri sosyo-politik olmak üzere adeta (sanki) birbirine karıştırılan iki kullanımının oldu­ ğunu gördüm. Kanaatime göre, İslam tarihinin ilk dönemi çoğu kere sosyo-politik ve dini düşünceler içerisinde ce­ reyan etmiş bir dönemden ibarettir. Pratikte bütün dini düşüncelerin sosyo-politik bir altyapısı olup yine pratikte sosyal ya da politik hadiseyle alakalı bütün dikkatler dini [30 9] düşünce içerisinde yankılanmıştır. Bana göre birini diğe­ rinden ayrı düşünmek yanlıştır.17 Bu süre içerisinde bi d'at düşüncesi hemen kabul edil­ meyince, İslam'ı temelde Tanrı'nın insanın bütün fiillerini

16 The Spiritual background ofearly lslam ... , s. 1 60. 17 İslam'ın ilk dönemindeki bid'at'larla ilgili bir çalışma için bk. T. Nagel, Rechtleitung und Kalifa t , Bonn 1975. Fakat Nagel ilk fitnenin tarihini Osman'la başladığı görüşünü savunur. Bk. age., s. 2 62, 266. ...

Fitne ve Bid'at Kavramlarının Tarihlenmesine Dair

87

kontrol eden manevi bir hayat tarzı olarak görenlerin gö­ zünde "sapık düşünce" anlamında değerlendirildi. İslam'ı devlet dini olarak görenler açısından bu aynı fikir tama­ men ihtilaflı siyasi bir mesele olarak da düşünülmüş ola­ bilir. Önceden de belirttiğim gibi, bazı bid'atlar sünnetle­ rin olduğu zamanda asla bir din dışılığa ve/veya siyasi bir meseleye işaret etmemiştir. Zaman zaman norm kazandığı dönem olmuştur, bir başka ifadeyle yeni bir şeyle zengin­ leştirilmiştir. Böylesi bir bid'ata en güzel örnek aşağıda Ya'kubi'nin Tdrfh'inde (edit. M . Th. Houtsma, il, 1 5 9) kısa­ ca bahsedilmektedir: Ve fi hazihi's-sene senne Ömer b . el-H attab kıyame şehri ramazane ve ketebe bi zalike ile'l-büldan ve emera Übey b, Ka'b ve Temim ed-Dari en yusalliye bi'n-nas. Fe kiyle lehu fi zalike inne Resfilellah (sa.) lem yef'alhu ve inne Eba Bekr lem yef'alhu fe kale: in tekü n bid'aten fema ahsene min bid'a. (Bu yılda Ömer b . el-Hattab Ramazan ayı namazını [teravihin cemaatle kılınmasını] başlattı ve bunu beldelere yazdı. Übey b. Ka'b ile Temim ed-Dari'ye yazdığı mektupta bu namazı insanlara kıldırmalarını emretti. Bunun üzerine kendisine: "Bunu ne Allah'ın Resfilü ne de Ebu Bekir yaptı" denilince, o da: "Eğer bu bir bid'at ise ne güzel bir bid'attır" dedi) .

Aynı şekilde Osman'ın hilafeti döneminde çağdaşlarını oldukça eleştirel yorumlara sevk eden birkaç bid'at orta­ ya çıkmıştı.18 Şunu kesinlikle s öyleyebiliriz ki Osman'dan sonraki halifelerin yönetimi süresince pek çok bid'at tar­ tışma konusu olmuştur. İşte bundan sonra birdenbire, me­ sela İbn Sirin'e izafe edilen örnekte olduğu gibi, ilk dönem kaynaklarda ehlü's-sünnenin karşıtı ehlü'l-bid'a terimiyle karşı karşıya geliyoruz. "Ehi" kelimesinin sünne ve bid'at kelimeleriyle bir ara­ ya getirilerek kullanılması şunu akla getirmektedir: İbn

18 Ayrıca bk. İbn A'sem, 2937.

Kitilbü 'l-fütüh,

il, 189, 191; Taberi, Annales,

1,

s.

88

Oryan talistik Hadis Araştırmaları

Sirin -aslında bunu izafet olarak kullananlar da- nasıl tarif edilirse edilsin iki farklı gruba hamletmektedir. İlk dönem İslam tarihiyle ilgilenen her öğrenci, kaynaklarda zikre­ dilen belirli (gruba ait) kişileri devamlı bir şekilde kate­ gorize etmekten dolayı sürekli sıkılmaktadır. Bu türden kategorize etme eğilimi sanki "şu şu ehi, bu bu da ashab" şeklinde isimlendirmeyi ve sınıflandırmayı hızlandırmak­ tadır. Aslında kaynaklar ilk dönem İslam toplumunun fa­ aliyeti ve sosyal statüsü açısından karakterize edilmiş ve umumiyetle de görüş ya da başka pek çok özellikleri bu­ lunduran 'insan grupları'ndan oluştuğunu bütünüyle nak[ 31 0] letme eğilimindedirler. M esela ehlü'l-ilm, ehlü'l-Kur'an, eh­ lü's-suffe, ehlü'l-kura, ehlü'l-beyt, ehlü'l-kitab, ehlü' n-nar, ehlü'l-küfr, ehlü'ş-şeref, ehlü's-sabika ehlü'l-baranis ya da ashabu'r-rey, ashabu'l-ehva, ashabu sureti'l-Bakara veya İbnü's-Sebil, mine'l-'ulUc, mine'l-ubbad, mine'l-'ab­ da.I ... Bu fenomen kanaatime göre çok derinlemesine bir araştırmayı gerekli kılmaktadır, ancak şu an durum buna müsait değildir. Bununla beraber, öyle zannediyorum ki bu sahada çalışan pek çok kişinin de tespit edeceği üzere, bu sınıflandırma eğilim i/temayülü mesela bid'at ehlinin, vaktiyle herhangi bir amaçla yenilik düşüncesine sahip görüşleri destekleyen ayrı ayrı kişilerden oluşan her çeşit insanın yer aldığı topluluk gibi nitelendirilmesini ortadan kaldıracaktır/engelleyecektir. Bu bağlamda İbn Sirin'in zihninde benzer düşüncelere sahip olan belirli bir veya bi rkaç grubun olduğundan kesinlikle eminim. İbn Sirin'in ehlü'l-bid'aya karşı ehlü's-sünneyi zikretmesi hemen akla şunu getirmektedir: Biz buradan, onun, yaşadığı günler­ de İslam toplumunun kutuplara ayrıldığı görüşüne sahip olduğunu anlıyoruz. Ehlü'l-bid'a kamuoyunda bir veya birkaç farkl ı bid'atlere kesi nlikle sahip olabilen ve bun­ dan dolayı da İbn Sirin tarafından toplum için bir tehlike olarak düşünülmüş bir fırka olabilir. Bir kimse İ slam'ın ilk

Fitne ve Bid'at Kavramlarının Tarihlenmesine Dair

89

dönemlerinde tek tük ortaya çıkan bid'atçıların ekseriyetle mühtedi olarak adlandırıldığını görecektir.19 İbn Sirin'in rivayetinde ifade edilen ehlü'l-bid'a'nın yay­ dığı bid'atların neler olduğunu ve kimlerden teşekkül etti­ ği ne dair şu tahminleri ileri sürebiliriz: Kanaatime göre İbn Sirin kendi dönemi süresince ortaya çıkan bu siyasi-dini bid'atçıları ima etmiş olabilir. Bu fırka­ ların (Kaderiler, Hariciler ve Rafıziler) hangileri olduğunu keyfi bir biçimde değil, aksine bu fırkaların da zikredildiği Hatib el-Bağdadi'nin el-Kifô.ye fi ilm i'r-rivô.ye isimli eserin­ deki "ehlü'l-bid'a ve'-ehva" (s. 1 2 0) başlığı altındaki bilgi­ den tespit edilmiştir. Bu tam olarak şu anlama gelmektedir: Kaderilerin, daha erken olmasa da en azından Haricilerle muasır olmaları dikkate alınmalıdır. Bundan çıkan sonuca göre burada kastedilen Hariciler, İslam'ın ilk döneminde Muaviye'nin bir hakem tayini hususunda ileri sürdüğü teklifi Ali'nin kabul etmesini protesto amacıyla Ali'nin ordu­ sundan ayrılan Hariciler değildir.20 Ayrıca bu ehlü'l-bid'anın organize olmuş bir grup olarak telakki edildiği bir döneme işaret etmesi de mümkün gözükmektedir. Bu tahminleri destekleyen bir başka delil, Ebu'l-Kasım el-Belhi'nin Kabu- [31 1 1 lü 'l-ahbô.r ve ma 'rifetü 'r-ricô./ isimli eserinde "ehlü'l-bid'a ve ehlü'l-ehva"ya (s. 2 1 1 - 2 1 8) tahsis ettiği özel bir bölümden elde edilebilir. Bu bölümde ekseriyeti Kaderiler bir kısmı

19 Ayrıca bk. İbn Hişam, es-Sfre (edit. F. Wüstenfeld), s. 2 1 8; İbn Sa'd, I I I / 1 , s. 1 2 9, satır 24. 20 Fakat daha sonraki kaynaklarda ilk dönem Haricilerin bid'atları yayan ilk grup olduğuna, tahmin edildiği üzere, işaret edilmektedir. İbn Tey­ miye'nin eserinde eva'il türü bir rivayetine de ayrıca bakılabilir: "Ev­ velü iftiraki'l-müslimine ve ibtidaihim (kane) maktale Usmane ... hay­ sü enkera'l-havaricü et-tahkime ve kalO. la hükme illa billah ve farakıl cema'ate'l-müslimine ve's-tehallıl dimaehüm ve katelıl İbn Hahhah". Bk. Mecma'u fetavô, XI I I, 208 vd. Bu rivayet el-Atiyye, el-Bid'a, s. 62'de zikredilmiştir. O olayda "La hükme illa lillah"ı söyleyen ilk kişi Urve b. Udeyye'dir. Bk. İbn Hazın, Cemheretü ensôbi'l- 'arab, s. 2 1 2 (Bu son kaynağa dikkatimi çeken Ella Landau-Tasseron'a teşekkür ederim).

90

Orya n talistik Hadis Araştırmaları

Haridler/İbadiler, bazısı Mürcie'den, birisi M uhtar b. EbO Ubeyd taraftarı, biri de Zeydi olan isimleri zikredilmiş pek çok kişi İbn Sirin' den çok çok daha gençtirler; en azından sadece çağdaş olduklarını düşünmek mümkündür. Bu bilgi mesela Kaderi görüşlerini yayan ilk kişinin Ma'bed el-Cü­ heni hakkında bildiklerimizle açık ve net bir şekilde örtüş­ mektedir. KabO.lü 'l-ahbô.r ve ma 'rifetü 'r-ricô.l'deki bölümde Kaderiler arasında hiç ismi geçmeyen bu adam seksenli yıllarda idam edilmişti. O zaman Ma'bed'in yaşı en fazla elli idi ya da muhtemelen daha gençti.21 Bir başka ifadeyle İbn Sirtn'in rivayetindeki ehlü'l-bid'adan Osman'ın hilafeti dö­ neminin son yıllarında fikir ve görüşlerini yaymakta olan bid'atçılar kastedilmiş olsaydı, o taktirde KabO.lü 'l-ahbô.r ve ma 'rifetü 'r-ricô.l isimli eserin "ehlü'l-bid'a ve ashabü'l-ehva" bölümünde zikredilen isimlerin tamamını yok saymak gere. kirdi ki bunun izahı mümkün değildir. Yine bu bölümde zikredilen diğer bid'atçılardan Mürcie hakkında şunu biliyoruz ki, irca' görüşleri yayan ilk kişi Ha­ san b. Muhammed el-Hanefiyye (ö. 1 0 0 / 7 19) idi. Van Ess'in iddiasına göre o en erken 1/7. Asrın 70'li yıllarındaki bir tarihte ortaya çıkan irca' meselesinde risale yazmış bir ki­ şidir. Yani, İbn Sirin' in ifadesinde zikredilen olay tahmin ettiğimiz zamanın en erken dönemidir. Ayrıca ehlü'l-ehva diye isimlendirdiği bölümde Hatib el-Bağdadi en yaşlı Ha­ rici'nin sadece hayatının sonlarına doğru (ö. 84/ 7 0 3 ) Ha­ rici olan İmran b. H ıtran olduğunu zikretmektedir.22 Ehlü'l-bid'a veya ehl (ashab) 'ü'l-ehvanın kimliğini ve dönemini belirlemek amacıyla şu ana kadar ortaya konan

21 İbn Hacer, Tehzfb, X, s. 2 2 5'de onun Huzeyfe b. el-Yeman'dan (ö. 36/657) naklettiği rivayetlere mürsel denilmiştir. Bu şu anlama ge­ lir: Huzeyfe öldüğü zaman o, olsa olsa en fazla çocuk yaşta idi. Hatta Ma'bed'in memleketlisi Basralı İmran b. Hüseyin'den (ö.52/673) nak­ lettiği rivayetlerine de mürsel denilmiştir. Bu ise şunu ispatlar: Her türlü ihtimalde Ma'bed İbn Sirin'den daha gençti. 22 e/-Kifliye fi ilmi'r-rivliye, s. 128; İbn Hacer, Tehzfb, VIII, s. 1 2 7 vd.

Fitne ve Bid'at Kavramlarının Tarihlenmesine Dair

91

bütün deliller, öyle zannediyorum ki, en fazla İbn Sirin'in çağdaşları olan (ekseriyeti) Kaderiyye mensuplarına bir kısmı da Harici/İbadi, Mürcie, Rafızi ve diğer fırkaların en erken dönemdeki taraftarlarına işaret etmektedir. Bu arada kaynaklarda isimleri verilen kişilerin büyük bir kıs­ mı İbn Sirin'den daha sonraki bir dönemde yaşamışlardı. Bu kesinlikle şu anlama gelmektedir: İbn Sirin'in rivayeti isnad müessesesinin, fitne sürecindeki bir zamanda orta­ ya çıktığına işaret etmektedir. Bu bağlamdaki fitne ve eh­ lü'l-bid'a terimlerinin tarihiyle ilgili isbat İbnü'z-Zübeyr'in fitnesi manasında alınması gerektiğini göstermektedir. İ şte o dönemde inançlarına ve/veya bir ya da daha fazla benzeri yeni fikirlerin propagandasını yapanlar şeklinde tamamen sınıflandırmaların yapıldığı ilk fırkalar ortaya çıkmıştı.

İ LK DEVİR İSLAM TOPLUMUNUN İSNAD KULLANMA YÖNTEMLERi * -••

GİRİŞ

İslam'ın ilk dönemlerine ait bazı edebi metinlerde, Batı ­ lı ilim adamlarının zaman zaman "hadis metodu fenomeni" ismini verdikleri isnadlar kullanılmıştır. Son zamanlarda isnadlarla ilgili çeşitli araştırmalar yapılmakta, ancak daha yakından incelendiğinde bunların çok net iddialar içer­ medikleri görülmektedir. Ravilerin metinleri uydurmaları, nakletmeleri, ilave ve kısaltma yapmaları veya senedleri kuvvetlendirmek için takviyeli metinleri ihdas etmeleri gibi roller üstlendikleri çok iyi tetkik edilmediği müddetçe sade­ ce isnadları art arda sıralamanın meseleyi daha da karma­ şık hale getirmekten başka bir işe yaramayacağı ortadadır. Bütün bunlara rağmen ilk dönem İslami metinler üzerine araştırma yapan ilim adamlarının ekseriyeti, isnadların gü­ venilirliği konusunda ihtiyatlı davranmakla birlikte bunu kanıtlamak için gerekli gayret ve titizliği göstermemişlerdir. İ snadların öneminin yeterince değerlendirilememesi iyi bir analizle ortaya çıkabilecek tarihi bilgilerin gizli kala­ cağı anlamına da gelmektedir. İslam düşüncesinin oluşum sürecinde (1/7-2/8. yy) · meydana gelen olayları yeniden incelemeye yönelik herhangi bir teşebbüs ancak isnadla-

G. H. A. Juynboll, "Early Islamic Society As Reflected in lts Use of Isna­ ds", Le Museon, 107 / 1-2, Louvain, 1994, s. 1 5 1 - 1 94. [Çev.: Bu makale Juyboll'un değişik yerlerde yayımladığı 1 1 makalenin derlendiği Stu­ dies on the Origins and Uses Of lslamic Studies, (Variorum, Hampshire 1996), isimli kitapta XI nolu çalışma olarak yeniden yayımlanmıştır.] Bu makale L. 1. Condrad'ın editörlüğünü yaptığı ve yayınlanacak olan History and historiography in early Islamic times: studies and perspec­ tives, Princeton [1994).çev.] isimli eserde "Analysing isnads in akhbar

literatüre" başlıklı makalemizin genişletilmiş halidir. Peri Bearman'a çok değerli katkılarından dolayı teşekkür ederim.

[1 51 ]

94

Oryan talistik Hadis Araştı rmaları

rın ayrıntılı olarak tetkik edilmesiyle başarıya ulaşacaktı r. Toplu ve ferdi ibadetlerin, bir hükmün ve onun uygulan­ masının, bir ahlaki prensibin ve bütün bunların zeminini hazırlayan unsurların tarihi arka planının araştırılmasında is nadları kullanan ve/veya onları tedvin eden insanların uyguladıkları farklı metotlar dikkatlice araştırıldığı takdir­ de ilk dönemlerdeki İslam toplumu daha iyi anlaşılacaktır. Biraz sonra, aşağıdaki hadis koleksiyonları ile genellik­ le ahbô.r literatürü denilen ilk dönem İslami metinlerde yer almış isnadların hem tahlili hem de onları mukayese edebi­ leceğimiz tarzda bir araya getirip bunların ayrı kategorileri oluşturup oluşturmadığı, eğer böyle bir durum varsa bunla­ rın nerede çakıştıkları ve aralarında hangi temel farklılıkla[1 52] rın bulunduğunu gösteren bir çalışma yapılacaktır. Böyle bir tahlil, bizi bazı somut neticelere götürecektir. Bu sayede me­ sela hukuki bir hükmü ya da tarihi bir rivayeti nakleden kişi tespit edilebilecektir. Eğer araştırıcının şansı varsa, hukuki bir prensibin sosyal arka planı yeniden teşekkül ettirilecek veya bir haberin muhtevası tarihi açıdan yeniden değerlen­ dirilecektir. Örneğin meşhur İfk Hadisi'nin isnadını inceledi­ ğimizde, hem rivayet(ler) i nakleden kişiyi tam olarak tayin etmemiz mümkün olacak hem de yapılan suçlamanın ger­ çekliğine dair sürekli olarak sorulan bir soruya cevap verme cesaretine ulaşacağız. Ayrıca İfk hadisesinin farklı tasvirle­ rini ortaya koyan örnekler ya belirli hukuki kaideleri gün yüzüne çıkarmakta ya da belirli hadislerin ve haberlerin ilk İslam toplumunda yaygın bir kaynağı olduğunu, birkaç kez ispatlayarak, görünüşte ilgisi olmayan diğer bilinmeyen hu­ kuki kuralların da menşeini ortaya çıkaracaktır. Aşağıda zikredilecek hadis koleksiyo nları Kütübü Sitte kadar hem önemli hem de tasnif dönemi öncesinde telif edilmiş temel kaynaklardan oluşmaktadır. Rivayetleri kay­ dedilecek tarihçiler ise İbn İ shak, Vakıdi, Ebu Mihnef ve Seyf b. Ömer'dir. Daha önce de bi rkaç ilim adamı mesai-

İlk Devir İslam Toplumunun İ snad Kullanma Yöntemleri

95

terini bu tarihçilerin kullandığı ahbar isnadlarına yönelik meselelere harcamışlardır. M esela J. Robson'ın İbn İshak'ın es-Sfre isimli eserinde isnadları kullanmasıyla ilgili maka­ lesi1 ile J. M. B. Jones'ın Vakıdi' nin Megazf adlı eserinin neş­ rine yazdığı girişte onun isnadlarından bahsetmesi2 zikre­ dilebilir. Ayrıca Ursula Sezgin'in Ebu M ihnef'in3 ve Martin H inds'in d e Seyf b. Ömer'in isnadları hakkındaki4 araştır­ maları bulunmaktadır. Yaptığımız bu çalışma ise sözü edi­ len çalışmalardaki delilleri geliştirmeyi hedeflememekte birlikte, aşağıda da görüleceği üzere, bütünüyle farkl ı bir yaklaşım üzerine bina edilmektedir. Bazı Teknik Terimlerin Açıklanması

Hadis müdevvinleri ile tarihçilerin kullandıkları isnadları tetkik etmeden önce bu noktada birkaç teknik terimi ayrıntıya girmeksizin açıklamak gerekecektir. Şekil l'de (1 53] ileri sürdüğümüz teoriyle alakalı bir isnad kümesi ile he­ men onun altında belirli bazı teknik terimleri açıklayan bir şema çizilmiştir. Bu şema yardımıyla çalışmada zikredilen belirli teknik terimlerin hangi anlamı ifade ettiği gösteril­ meye çalışılmıştır. Burada kaydedilmesi gereken birinci ve en önemli p rensip şudur: İ ster kendisine isterse daha öteye uzansın, bir ravide ne kadar çok rivayet çizgisi birleşiyorsa, bu ı;-avi ile rivayetinin tarihen geçerliliği de o derece fazladır.

1

J. Robson, "Ibn Ishaq's use of Isnad", Bul/etin of the fohn Rylands Lib­ 38 (1955-1956), s. 449-465. Sadece isnadlara hasredilmeyen bir başka çalışma da S. M. al-Samuk'un Die Historischen Überlieferungen nach lbn lshaq; eine synoptische Untersuchung, Frankfurt a.M .. 1978 isimli doktora tezidir. Oxford 1966, 1, s. 29 vd Bk. Ursula Sezgin, Abu Mihnaf Ein Beitrag zur Historiographie der Umaiyadischen Zeit, Leiden 1971, s. 34. M. Hinds, Say[ b. Umar's sources on Arabia in Studies in the history of Arabia, cilt 1 : Sources for the history of Arabia, part 2 , Riyad 1979, s. 3-16. rary,

2

3 4

.

96

Orya n talistik Hadis Araştırmaları



Müşterek R

1 � ""1 F

n

Son Müşterek Ra



ikinci Müşterek Ravi: IKMR

1

(IK)MR

F ülAn

Tek Sened

1

ŞEKİL 1

Her birinin belirli bir hadisi tevsik ettiği (doğruladığı) anlamına gelen yüzlerce isnad kümesi bu araştırmada tet­ kik edilmektedir. Onların hemen tamamı hiç beklenmedik ama gayet net anlaşılır bir hususiyeti paylaşmaktadırlar: [1 54 ] Peygamber'den ikinci/sekizinci asrın başlangıcına kadar uzanan her bir isnad kümesi gerçekte tek ravili bir rivayet zincirinden meydana gelmiştir. Bu zinciri, isnad kümesinde "ilk müşterek ravi (imr) "/ (common link( el) * şeklinde isim­ lendirdiğimiz belirli bir şahsın oluşturduğu göz önünde bu­ lundurulmalıdır. Dolayısıyla diğer isnad zincirleri de o ilk müşterek ravinin bulunduğu yerden itibaren farklı yönlere doğru açılmaktadırlar. Yani Peygamber'in bir sözünü, sa­ dece bir sahabi kendisinden sonraki nesilden bir tabiine, o da daha sonraki nesil olan tebauttabiinden bir kişiye, o da bir sonraki nesilden birisine ve öylece devam eden bir usulde nakletmektedir ki bu hakikaten anlaşılamaz ve id-

İlk Devir İ slam Toplumunun l snad Kullanma Yöntemleri

97

rak edilemez bir şeydir (şemada "d" olarak işaretlenen bu isnad halkaları üzerinde şimdilik durulmayacaktır) . Orta­ çağ'daki bütün İslam kaynaklarında iddia edildiği gibi ikin­ ci/sekizinci asır İslam dünyasının yüzlerce ayrı ayrı rivayet ve haberlerin bir kişiden bir b�şkasına ve ondan bir diğe­ rine, ondan da başka birisine naklederek hadis rivayetini gerçekleştirecek bir seviyede olduğunu tahayyül etmek de benzer şekilde anlaşılmazdır. Hatta ferd hadisleri de içine alan isnad tarikleri meşhur sahih hadis ( canonical) koleksi­ yonlarında ve diğer hadis eserlerinde çokça yer alsa bile, bu tariklerin tarihen gerçek olduğu garantisini vermez. Bilakis tarihi geçerliliği olmadığını gösterir. Esasında tek ravili bir isnad tarikini -ki hiçbir ravisi, rivayeti birden çok öğrenciye nakleden kişi olarak senedde yer almamaktadır- halkadaki ya en genç ravi ya da muhtemelen onun hocası tanzim ettiği için daha fazla güvenilir değildir. Bunların haricinde, içeri­ sinde hadislerin ve/veya haberlerin bulunduğu bir sahife­ nin müdevvininin o sahifeyi tedvin ettiği ilk birkaç on yıl boyunca kendisinden sonraki birisine onun da üçüncü bir raviye naklederek rivayet etmesini tahayyül etmek müm­ kün gözükmektedir; ancak tek raviyle gelen yüzbinlerce tarikin mevcudiyetini böylesine istisnai bir durumla izah etmek pek uygun olmasa gerektir. Şekil l'deki isnad kümesi ilk bakışta biraz karmaşık veya çözülemez gözüks e bile, öncelikle şu hususun vur­ gulanması gerekir; bu şema bütün meşhur sahih ve diğer hadis kaynaklarında karş ılaşacağımız "Peygamberi hadis­ leri" takviye eden çok sayıdaki isnad kümesini her yönüy­ le gösterecek tipik bir örnektir. İsnad gruplarını bir ara­ ya getirerek onları yeniden teşekkül ettirme konusunda Mizzi'nin Tuhfetü 'l-eşrô.f bi ma 'rifeti'l-etrô.f adlı eserinden başka Arapça bir kaynak uygun değildir.5 Bu eser böylesi-

5

Nşr. Abdüssamed Şerefüddin, 14 cilt, Bombay 1965-1982, ayrıca bk. G. H. A. juynboll, "Mizzi", E/2 (İngilizce edisyonu).

98

Orya n talistik Hadis Araştırma ları

ne isnad kümeleriyle dolu olup, yukarıda zikredildiği gibi, tek tarikle gelmiş binlerce isnad zincirinin var olduğunu en açık ve anlaşılır bir şekilde ortaya koymaktadır.

[1 55]

Şimdi Şekil l 'deki isnad kümesinin altından başlayacak olursak Peygamber'e isnad edilen bir sözü veya yaptığı bir işi bir(!} sahabinin kendisinden sonra gelen bir(!) tabiine, onun da kendisinden sonra gelen bir kişiye naklettiğini gö­ rürüz. Şemada bir tab iinin parantez içerisinde gösterilme­ si bir çok isnad kümesinde Peygamber'le ilk müşterek ravi arasındaki tek isnad zincirinde iki veya daha fazla tabiinin de yer aldığını belirtmek amacıyladır. İlk müşterek ravi, isnad kümesindeki yeri itibarıyla, Pey­ gamber' den başlayıp sahabi vasıtas ıyla bir veya iki tabiine nakledilen tek ravili isnad zincirinde tabiinden sonra gelen ve bulunduğu yerden itibaren de halkanın kollara ayrıldığı kişidir. Dolayısıyla altı rivayet tarikinin ortaya çıktığı isnad kümesindeki 'düğümde' yer alan raviye "ilk müşterek ravi" denilmiştir. İ lk defa Schacht'ın Origins of Muhammadan ju ­ risprudence (19 5 0) adlı eserinde zikrettiği ve daha sonra bazı ilim adamları tarafından da zaman zaman kullanılan bu terim (common link) son dönemlerde tekrar genel ka­ bule mazhar olmuştur.6 İlk müşterek ravi sadece senedin Peygamber'e kadar ulaşmasından değil, aynı zamanda rivayetin ya da hadis metninin ziyadeleşmesinden veya her halükarda ilk söy­ lenişinin rivayetinden de bütünüyle sorumlu tutulmalıdır. İlk müşterek ravi nin, nazari olarak buradaki gibi böylesine açık bir biçimde, bütün isnad kümelerinde görünmediği gayet aşikardır. Ancak diğer taraftan, on beş ya da daha fazla bağlantıyla tek bir düğümden ileriye doğru açılan,

6

Bk. G. H. A. Juynboll, Muslim Tradition. Studies in chronolo9y, provenan­ ce and authorship of early hadith (bundan sonra (zaman zaman) MT. olarak zikredilecektir), Cambridge 1983, bölüm V.

İlk Devir İslam Toplumunun l snad Kullanma Yöntemleri

99

oldukça olağanüstü özelliğe sahip kümelerin yer aldığı is­ nadlarla takviye edilmiş pek çok meşhur hadis de vardır. Birinci basamaktan veya ilk müşterek raviden yukarıya doğru hareket ettiğimiz zaman altı ravi ve fülanlardan te­ şekkül etmiş bir başka müşterek ravilerle karşılaşırız. Bu­ rada zikredilen "ikinci müşterek ravi (ikmr) "/ (partial com­ mon link(pcl) bir ya da birden fazla hocanın bir haberi bir veya daha fazla öğrenciye aktardığı ravi (ler) dir. Belirli bir isnad kümesinde bir ravi bir haberi ne kadar çok öğrenciye rivayet ederse hoca ile talebe arasındaki ilişkinin tarihi geçerliliği de o derece fazladır. Aslında bu ilişki diğer hadis metinlerini takviye eden başka isnad kümelerinde daha çok teyit edilmektedir. Bunun yanında isnad kümesinde daha fazla ikinci müşterek ravi (ler) bulunmaktadır. Değişik koleksiyonlarda isnadıyla birlikte zikredilen bir hadisin farklı tariklerinin bir araya getirilip mukayese edilmesi, ilk varyantta ne gibi değişikliğin olduğuna ve ikinci müşterek raviye itimat edilip edilmeyeceğine dair araştırıcıya belirli neticelere ulaşma imkanı verecektir. Bu değişiklikler haberin ya kısaltılmasıyla bir vecizeye dönüşecek ya da süsleme ve ilavelerle bir genişleyecek; dolayısıyla ilk varyantta ila­ veler veya kısaltmalar olacaktır. Ayrıca tarihi bir anekdotun fıkhi bir kurala ya da hukuki bir görüşe, etik bir hükme veya ahlaki bir vecizeye dönüştüğü üzerinde yoğunlaşılarak ikinci müşterek raviler defalarca dikkatle gözlemlenebilecektir. Kısacası, ilk müşterek ravilerin hemen yakınındaki ikinci [1 56 ] müşterek ravilerin, şu anda bildiğimiz hadis ve ahbar kolek­ siyonlarının şekillenmesinde çok önemli rolleri olmuştur. Bundan başka burada zikredilen fülanlar, isnadın bir yerinde, güya, bir haberi bir hocadan alıp onu sadece bir öğrenci raviye nakleden ravileri temsil etmektedirler. Se­ nedin bir yerinde fülan, bir başka yerinde ikinci müşterek ravi konumunda gözüken ravilerin, bu esastan hareketle, az da olsa tarihen gerçek olduğu iddiasında bulunulabilir.

100

Oryan talistik Hadis Araştırma ları

Ancak böylesine farklı ko numda yer alan fülanları sadece tarihi şahsiyetlere ya da onların bir hocadan bir öğrenci raviye naklettikleri rivayeti gerçek hoca-öğrenci-öğrenci ilişkisiyle denk tutmak riskli olur. Şayet bir fülan bir başka isnadda müşterek ravi ko numunda ortaya çıkmazsa, o ravi ya hiç kimsenin söylemediği en küçük bir rivayeti ellerinde bulunduran oldukça az sayıdaki raviler kategorisine dahil­ dir ya da onun rivayet ettiği iddia edilen haber uydurmadır veya hadisçilerin meçh ul terimiyle ifade ettikleri bizatihi hayali bir kimsedir. Kısacası, fülanların anlaşılması olduk­ ça zor olup onların rivayetlerinin ve şahsiyetlerinin tarihi olduklarına dair hükümlere ve ifadelere ihtiyatla yaklaşıl­ ması gerekmektedir. Öte yandan eğer biz belirli bir isnad kümesi üzerinde çalışıyor ve tek bir isnad zincirinde bir fülana rastlıyorsak ve onu da kendisinden itibaren yuka­ rıya doğru yayılan birkaç rivayetin olduğu başka isnadlar­ da genellikle ilk müşterek ravi veya ikinci müşterek ravi konumunda yer alan meşhur bir kişi olarak tanıyorsak o zaman, bilinen ve hatta eserinde bu tek isnadı kaydeden musannif o raviyi güvenilir kabul etse bile, bu tek isnadın uydurma olduğunu iddia etme hakkına sahip oluruz. Bu tablonun nihayetinde yer alan raviler "sonuncu müşterek raviler (smr) "dir/ (inverted partial common link(ipcl) . Teorik açıdan ş ekil l'de görüldüğü üzere, so­ nuncu müşterek raviler çoğunlukla bir isnad kümesinin en son bağlantısında ortaya çıkarlar. O nlar bir rivayeti bir­ den fazla hocadan almış ve bir (ya da daha fazla) öğren­ ciye nakletmiş gözüken ravilerdir. Hakikatte tüm sonuncu müşterek raviler diğer isnad zincirlerindeki olağan ikinci müşterek raviler gib i görünürler. Belirli bir hocanın belirli sayıdaki rivayetle hakikaten meşgul olmuş bir o kadar da öğrencisi olduğunu sabırla ve dikkatle ispatlayabilmek için ilk döneme ait kullanabilece-

İ lk Devir İ slam Toplumunun İ snad Kullanma Yöntemleri

101

ğimiz kaynak sayısı oldukça sınırlıdır.7 Rical eserlerindeki herhangi bir terceme-i halin başında belirli bir ravinin ho­ caları ve talebeleri hakkında verilen bilgi ise rical sözlüğü müellifinin istifade ettiği kaynaklardaki bütün isnadlardan detaylı ama tenkit yapılmaksızın bir araya getirilmiş ho­ ca-öğrenci ilişkilerinin süzülmesiyle yapılacak bir araştır­ mayla ortaya çıkar.8 Bununla birlikte, yine de çoğu zaman [1 57] bu rivayet bağlantıları gerçek değildir. Esasında pek çok durumda bu raviler de tarihi şahsiyetler olmayabilir. Bu bağlantılar kendilerine kadar ulaştığı tahmin edilen belirli rivayetlerin tarik sayısını sadece artırmak amacıyla yeni isnadlar ihdas eden daha sonraki hadis müdevvin­ lerinin uydurmalarından başka bir şey değildir. Şayet bir hoca-öğrenci ilişkisi zaman zaman çok sayıdaki farklı isnad kümelerinde bilhassa tamamıyla fülan-fülan olarak değil de, daha ziyade ikmr-ikmr veya ikmr-smr yahut ik­ mr-fülan tarzındaki bağlantıyla ortaya çıkarsa, bu ilişkinin tarihi olarak gerçekleştiğini ve geniş çaplı tarik uydurma eğiliminde olan daha sonraki bir hadis müdevvininin icadı olmadığını sağlam bir temele dayanarak iddia edebiliriz. Şekil 1, İslam'ın ilk döneminde en mükemmel isnad tari­ kini uyduranların gerçek yüzünü teorik, ama bariz bir şekil­ de kanıtlayarak ortaya koymaktadır. Muhtelif hoca-öğrenci

7

8

İbn Hacer'in Tehzfb'i ve Ahmed b. Hanbel'in Kitdbü'l-İlel ve ma 'rife­ ti'r-ricdl adlı eseri -ki ikinci cildinin neşredilmesini son yirmi beş yıl­ dan beri bekliyoruz- gibi kaynaklarda muhafaza edilen ilk dönem rical alimlerinin verdiği bazı kırpıntı bilgileri kullanmayı düşünüyorum. İbn Hacer'in Tehzfb adlı eseri böyledir. Bu eser temelde Kütübü Sit­ te ve diğer küçük çaptaki kaynaklardaki eserleri esas almıştır. Mesela Lisanü 'l-Mfzdn isimli eseri telif ederken kendi yaptığı çalışmasından büyük oranda istifade etmiştir. Fakat bu eserlerin çokluğuna rağmen öyle görünmektedir ki İbn Hacer gerçekten de adımlarını çok dikkat­ li bir biçimde atmıştır. Onun selefi ve Tehzfbü 'l-Kemdl jf esmdi'r-rical (nşr. Beşşar Avvad Ma'ruf), Beyrut 1980-1992, isimli eserin sahibi Mizzi (ö.742/1341) haddinden fazla bilgi toplamıştır; Mizzi'nin her tercemede zikrettiği bir hayli fazla ravi isimleriyle mukayese edildi­ ği zaman İbn Hacer'in kaydettikleri hakikaten basit kalmaktadır. Bk., "Mizzi" mad., E/2.

102

Oryan talistik Hadis Araştırmaları

ilişkilerini göstermek amacıyla, tarihi açıdan ister mümkün olsun isterse uydurulsun, şekil l'deki müdevvin X'in meş­ hur Ahmed b. Hanbel (ö.2 4 1 / 8 5 5) olması düşünülmüştür. Ancak Buhari, Müslim veya Nesai gibi çok sayıdaki diğer meşhur müdevvinlerden herhangi birisi de aynı şekilde aşağıda zikredilecek eylemi gerçekleştirebilirdi.

Müsned'i gözden geçirirken Ahmed b. Hanbel'in şekil l'de ikmr-ikmr- veya ikmr-smr adını verdiğimiz bağlantı­ larla bir hocadan rivayet ettiklerini iddia eden ravilerden belirli bir hadisi nasıl naklettiği sık sık izlenebilmektedir: A. . .imr - ikmr 1 - ikmr 3 - smr 1; B .. .imr - ikmr 2 - ikmr 3 - smr 1 . C .. .imr - ikmr 2 - ikmr 4 - s m r 1 ; ve D . . imr - ikmr 2 - ikmr 4 - smr 2 . .

Yukarıda formüle edilen ölçüye göre h e r b i r tarikteki hoca-öğrenci ilişkisinin tarihi gerçekliği en iyi bu dörtlü grupla savunulabilir. Fakat müdevvin X/İbn Hanbel bu ha­ beri aynı zamanda başka tariklerden de aldığını iddia et­ mektedir. Bu tarikler şunlardır: E .. .imr - ikmr 1 - fülan 5 - smr 1. F. . .imr - ikmr 2 - fülan 4 - smr 2.

[1 58]

Şimdi bu iki tarikte fülanlar yer aldığı için bunları Ahmed b. Hanbel uydurmuş olmalıdır. Fakat birisi çıkıp smr 1 ile smr 2 'yi de uydurmacılar olarak kabul edebilir. Bizim gördüğümüz ikmr-ikm r ile ikmr-fülan bağlantılarının çok ve ikmr-smr ilişkilerinin ise az ol duğudur; bu üç kategori tarihi gerçeklik açısından kısmen kabul edilebilirse de bil­ hassa müdevvin X/İbn Hanbel buraya kadar belirtilen is­ nad zincirinden yeterince memnun olmamış ve bu sebeple kendisinin ürettiği bir sened zincirini ilave etmiştir: G .. .imr - fülan 2 - fil/an - fülan.

İlk Devir İ slam Toplumunun İsnad Kullanma Yöntemleri

103

Daha sonra o, tek bir senedle imryi değil de, ikmr 4'ü güven ilir kabul etmektedir, ancak kendisinin altındaki se­ viyeye yani tabiine atlayarak senedi zikretmektedir: H ... Tabiin - fülan - fülan 3 - ikmr 4 - smr 1 veya smr 2 .9 Birisi şöyle bir soru yöneltebilir: B u (son) s ened zinci­ rini ikmr 4'ün sonradan ihdas etmediğini nasıl bileceğiz? Bunun cevabı "Bilemeyiz" olacaktır. Ancak eğer ikmr 4'ün ölüm tarihini mesela 180/800 civarında olduğunu farz eders ek, bu durumda Şekil 1'de d harfiyle işaret edilen henüz ilk dönemde birisi tarafından tatbik edilmiş imrnin bir alt seviyesine "dalış veya atlama (diving) ''* dediğimiz fenomeni kabul etmemiz gerekir. Şimdiye kadar yaptığı­ mız yoğun isnad ağı analizinde şöyle bir durum gözlem­ lenmektedir: İmrnin alt seviyesine doğru kaymaların çoğu her nasılsa 1 80'li yıllardan daha sonra ve nisbeten daha geç dönemde ortaya çıkmıştır. Bu ve benzeri isnad şekliyle ilgili daha kesin tarihlerin verilmesi ise herhangi bir standardı tehlikeye düşürür. Her halükarda üçüncü/dokuzuncu asırdan itibaren hadis mü­ devvinleri bir yandan imrnin üzerindeki ağır yükü hafif­ letirken öte yandan muhtemelen de bazı o rij i nal (uydur­ ma) senedleri üretme teşebbüsüyle i m rnin yanından teğet geçecek yeni halkalar icat ederek "imrnin alt seviyesine dalışı" uygulamaya soktular. En erken m üdaheleler tek se­ nedde adı geçen ravilerde imrnin hemen altında yer alan tabi unda sona ermektedir. Bir sonraki dalışlar sahabilerde hedeflenmektedir. B öylece müdevvin X/İbn H anbel sened zincirini şöyle sıralamaktadır: I...Sahabi - fülan 6 - fülan - fülan - fülan - fülan. Besbelli ki ortaya çıkacak en son dalışlar ise doğrudan Peygamber'e yönelik olanların en az kısmını teşkil etmiş-

9 *

İbn Hanbel Müsned'inde ikmr l'i genellikle ikmr 2 olarak sahabenin zikredildiği bölümün farklı yerlerinde ayrıca kaydeder. Bunun hakkında daha detaylı bilgi için bk. 1 0 ve 2 5 nolu dipnotlar.

1 04

Oryan talistik Hadis Araştırma la rı

tir. Zaten Peygamber'e kadar ulaşan böyle bir dalış ise şe­ mada yoktur.

[1 5 9)

İ leride yapılacak analiz hakkında son olarak şuna işaret etmek gerekmektedir. Bir isnad kümesinin tetkik edilmesi diğerlerinin analizini de daima gerekli kılar. Çünkü ilk is­ nad kümesinde gördüğümüz bir fülan diğer isnad kümele­ rinde ikmr veya smr olarak aniden karşımıza çıkmaktadır. Ayn ı şekilde şimdiye kadar neşredilmemiş bir kaynağın birden ortaya çıkması (meçhul kabul edilen) bir ravinin sadece fülan olmasından ziyade, ikmr veya smr olduğu­ nu kanıtlayabilir ki, bu durum bir tarihçi ya da devamlı müsbet so nuçlara gözünü dikmiş bir isnad analisti için iyi bir haberdir. Bu tezimizi destekleyecek ilk dönem hadis koleksiyonlarına, maalesef asla olmayacak, sahip değiliz. Ancak, halen geçerliliğini sürdüren mevcut literatürün in­ sanı motive edici tahminlere sevk edecek çoklukta olduğu kanaati, ilk bakışta tasarlanmış yeni terminoloj i görün­ tüsünü vermekle birlikte, araştırmanın bu safhasının de­ vam ettirilmesine imkan hazırlamaktadır. Şimdiye kadar analizi yap ılan sağlam ve güvenilir yüzlerce isnad kümesi birçok imrnin ve çok sayıdaki ikmr ile sm rnin kimliklerini her yönüyle ortaya çıkarmada yardımcı olmuşlardır. Şayet bir isnad kümesinde belirli bir ravinin durumu net değil­ se, aynı ravinin diğer isnad kümelerinde de yer alması, ki bu takdirde onun tarihi bir şahsiyet olduğunu görünüşte savunmaya sevk eder, araştırıcıya o ravinin birinci isnad­ daki konumunun daha az net olduğuna dair müsbet so­ nuçlara ulaşmasına imkan hazırlayab ilir. Bir senedde smr konumundaki ravilerin başka senedlerde sadece ikmrlere, böyl ece nisbeten bütünüyl e yaygm bir tipe dönüştüğü sık sık kaydedilird i: İkmrler bir rivayeti birden fazla hocadan işitip birden fazla öğrenciye naklettiğini iddia eden ravi­ lerdir. Biz onlara sadece ikmrler diyoruz. Şekil l 'de ikmr 5 böyle bir raviye örnektir.

ilk Devir İslam Toplumunun İsnad Kullanma Yöntemleri

105

Kussasın Rolü

İlk dönem İslam toplumunda isnadların nasıl genişletil­ diğini görmek için ahbar ve hadis literatüründeki isnadların karşılaştırılması pratik bir hareket noktasıdır. İlk önce İbn İshak'ın es-Sfre adlı eserindeki bir habere göz atalım. İbn İ shak 80/70 0'li yıllarda Medine'de doğmuş ve daha sonra oradan ayrılmış veya terk etmek zorunda kalmıştır. Bir süre dolaştıktan sonra Bağdat'a yerleş miştir. M edine'yi terk etmesinin sebebi, başka şeyler yanında, genç çağdaşı Malik b. Enes'in ilmi tartışmalar veya hadisle ilgili mese­ lelerle ilgili olarak kendisine yalancı, deccal demesinden, ona karşı hasmane tutumundan kaynaklanmış olabilir. İbn İshak'ın ş öhreti, çağdaşı olan Basralı Şu'be'nin kendisine "emirü'l-mü'minin fı'l-hadis" unvanını verinceye ve İb­ nü'l-Medini'nin de (ö. 2 3 4/849) onu, "anahtar figürler" ya- (1 6 0] hut "eksenler, yörüngeler, mihverler" olarak tercüme ede­ bileceğimiz medar dedikleri altı kişinin eserini taşıyan on iki büyük hadis ravisi arasında zikrettiği anlaşılıncaya kadar daima tartışma konusu olmuştur.10 M alik'le İbn İshak arasında geçen aşırı ihtilafla ilgili İbn Seyyidü'n-Nas'ın11 geniş açıklamaları dikkatle incelenecek olursa, şöyle bir netice ortaya çıkmaktadır: Malik, özellikle ilgilendiği saha olan fıkıhla, İbn ishak ise fıkhın yanında tarihi rivayetleri toplayan bir tarihçi olarak da tanınmak istiyordu. İbn İs­ hak'a izafe edilen "Ben M alik'in fıkıhla ilgili eserinin bayta­ rıyım" ifadesi Malik'in hoşuna gitmeyen bir sözdür.12

1 0 Bk. Muslim Tradition, s. 1 64. Aynı şekilde müslümanların kendileri­ nin teknik terimi olan medar (yörünge, mihver) teriminin de uygun görülmesi savunulabilir. Zira biz onu "el" (common link) ilk müşterek ravi (imr) olarak öğrenmiştik. Buna daha sonraki bir çalışmada işaret edebilirim. Şimdilik şu kaynağa bakılabilir: G. H. A. Juynboll, "Nafi', the mawla of Ibn 'Umar and his position in Muslim hadith literature", Der lslam da yayımlanacak. 11 Bk. 'Uyün ü 'l-eser, Beyrut, trs., 1, 16 ve devamı. 12 Sağlık bilgisiyle ilgili bir rivayeti destekleyen isnadda İbn İshak "el" (ilk müşterek ravi)dir. Bk. Mizzi, iV, nr.4664; Aynı şekilde bk. İbn EbO. Şeybe, el-Musannef. 1, 91; İbn Hanbel, el-Müsned, Kahire 13 13, III, 485; '

106

Oryan talistik Hadis Araştı rma ları

İbn İ s hak'ın es-Sfre'si gib i bir tarih kitabı aynı şekil­ de hadis koleksiyo nlarında da farklı suret ve şekilde de olsa ortaya çıkan birçok materyali ihtiva etmektedir. es-Sfre'de tarihi bir anekdot olarak gözüken, ancak hadis koleksiyo nlarında da çift yönlü amaca dö nüştürülüp ge­ nişletilerek ye r alan iyi bir örnek de Peygamber'in hangi şartlar altında ilk vahyi ni aldığını açıklayan kıssadır: Bu kıssa Cebrail'in Muhammed'e ezberden okumasını em­ rettiği, bunun üzerine Muhammed'in d e, genellikle " N e okumalıyım?" y a da "Okuma bilmem" d iye fa rkl ı şekiller­ de yorumlanan -ki bu yorum "ma ene bi kariin" varyan­ tı nın ortaya çıkmasıyla meydana gelmiştir- "ma akrau" demesiyle ilgilidir. B u kıssa daha fazla ön b ilgiyi gerektir­ m eyecek kadar meşhurdur, acaba bu rivayetin ilk ravisini belirleyecek bir yol var mıdır? Bu noktada s ırasıyla es-Sf­ re, hadis ve diğer kaynaklarda bu rivayeti destekleyen is­ nadların analizini yapmak bize bazı muhtemel cevapları temin eder görünmektedir. Bu rivayeti n isnad kü mesi Şe­ kil 2 ' de gösterilm iştir. Bu hikayenin "ma akrau" varyantını İbn İshak'ın es-Sf­ re'sinde13 sonu, eski tarihi kitaplarda kendisine yapılan sayısız atıflarla teyit edilmiş gözüken ve tarihi bir şahsiyet

Darimi, Sünen (nşr. F.A. Zemerli ve H.S. el-'Alemi), Beyrut 1987, 1, 199; Rivayette zikredilen naqO.s, ezan gibi inananları ibadete (veya duaya) çağırmak için biri diğerine çarparak vuran iki tahta parçasından te­ şekkül etmiş olup hıristiyan modelinden örnek alınmıştır. Bk. Mizzt, iV, nr. 5309; İbn İshak, (nşr. F. Wüstenfeld), s. 347, (il, 1 5 5); Darimi, 1, 286 (Malik'te de bu rivayet mevcuttur, ancak elbette senedde İbn İs­ hak yoktur. Bk. Muvatta (nşr. M.F. Abdülbaki), 1, 67). Bir diğer rivayette Peygamber'in kızının önceden putperest olan kocasına İslam'ı kabul ettikten sonra tekrar dönebileceğine dairdir. Bk. Mizzi, V, nr. 6073. Bir başka rivayet ise Yahudi Kurayza ve Nadir oğullarından adam öldürme hadisesine karışanlar hakkında karar vermesi için hakem tayin etme­ siyle ilgilidir. Bk. Mizzi, nr. 6074. Bu liste elbette ki iddiayı ispatlamak için yeterli değildir. ı 3 (Nşr. F. Wüstenfeld), s. ı s ı ve devamı, (nşr., M. es-Seqqa, I, 2 5 2 ve de­ vamı).

İlk Devir İslam Toplumunun lsnad Kullanma Yöntemleri

107

olan tab iin Ubeyd b. Umeyr'le (ö.68/687) ı4 biten takviyeli bir senedle buluyoruz. EZRA K! 1

Oiıılr

Maclhid

G.100-104

Vcbbb.

\ /� Ati b./Ycsir

L'beyd b. u..,. el-K.ls .. ..



ZOHRI Bi• O,..- •

cl-Kis G. 94- 1 04

1

11ıve

Aqe



K::'idb.

1 24



Mubammed b.

\

Ahhid b. Ca'fer

Alimlı:rimiı.dcn biri

Ebu'r-1\eci d-t:uıridt ö. i l ?

[1 61 ]

Ebıl lshlk

,,,. Şey....

Abdulloh b. Ş