İnsan ve Hayvanlarda Beden Dili [1 ed.]

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

t*’"'-"'

"W

'W&; '■'■’//’"■

CHARLES DARWIN

İNSAN VE HAYVANLARDA

BEDEN DİLİ

CHARLES DARWIN

İNSAN VE HAYVANLARDA DUYGULARIN İFADESİ

© Bu kitabın çeviri hakkı GÜN YAYINCILIK Limited Şirketi’ne aittir.

Baskı : Eren Ofset Dizgi : GÜN Yayıncılık Ltd. Şti. Cilt : Engin Mücellit Kapak : GÜN Yayıncılık Ltd. Şti. Kapak Baskı: Tatlıdil Ofset

GÜN YAYINCILIK Limited Şirketi Cemal Nadir Sokak Eser İş Hanı No: 44 Tel: (212) 511 81 89 - 512 73 01 - 513 80 20 Fax: 526 94 39 [email protected] Cağaloğlu! İSTANBUL

CHARLES DARWIN

İNSAN VE HAYVANLARDA DUYGULARIN İRADESİ Çevirmen:

Orhan lYıncay Giriş, Sonuç ve Yorum bölümleri; Paul Ekman Çizim ve fotoğraflar; Phıllıp Podger tarafindan yapılmıştır.

GÜN YAYINCILIK LIMITED ŞİRKETİ İSTANBUL/2001

İÇİNDEKİLER însan ve hayvanlarda duyguların ifadesi - Değerlendirmeler................ 7 Teşekkürler............................................................................................ 11 Resimler ve şekiller................................................................................ 13 Üçüncü baskı için önsöz - Paul Ekman.................................................. 15 İkinci baskı için önsöz........................................................................... 21 Üçüncü baskıya giriş - Paul Ekman ....................................................... 22 İçindekiler ve ilk baskıya önsöz........................................................... 39 Charles Darwin - ilk baskıya önsöz......................................................... 42 Bölüm: I - İfadenin genel ilkeleri........................................................ 67 Bölüm: II - İfadenin genel ilkeleri- devam ediyor............................. 88 Bölüm: III - İfadenin genel ilkeleri - sonuç..................................... 101 Bölüm: IV - Hayvanlarda ifade yolları............................................ 120 Bölüm: V - Hayvanlarda özel ifadeler............................................... 147 Bölüm: VI - İnsanlarda özel ifadeler - acı çekmek ve ağlamak......... 175 Bölüm: VII - Keyifsizlik, endişe, üzüntü, neşesizlik, ümitsizlik ... 204 Bölüm: VIII - Sevinç, keyif alma, sevgi, ince duygular, bağlılık .. 222 Bölüm: IX - Düşünme, düşünceye dalmak, kötü durum, küskünlük, azim................................................................................... 245 Bölüm: X - Nefret ve kızgınlık.......................................................... 259 Bölüm: XI - Hor görmek, küçümsemek, iğrenmek, suçluluk, gurur, vs, çaresizlik, sabır, onaylamak ve olumsuzlamak...............274 Bölüm: XII - Hayret, şaşkınlık, korku, dehşet................................. 301 Bölüm: XIII - Kendine dikkat göstermek, utanç, çekingenlik, alçak gönüllülük: yüz kızarması......................................................... 332 Bölüm: XIV - Son cümleler ve özet.................................................. 366 Sonuç - Duygusal ifadeler evrensel midir? Tartışmanın kişisel tarihi - Paul Ekman................................................................................ 382 Ek: I - Charles Darvvin’in arkasından - T. H. Hıvdey.......................... 414 Ek: II - Kitaba değişiklikler - Paul Ekman......................................... 417 Ek: III - Fotoğrafçılık ve duyguların ifadesi - Phillip Prodger....... 419 Ek: IV - Baskıların yönleri üzerine notlar - Phillip Prodger ve Paul Ekman ............................................................................................ 433

5

Ek IV için referanslar........................................................................... 438 Ek: V - Resimlerin karşılaştırması - Phillip Prodger...........................439 Ek: VI - İlk baskı indeksinden ana kelimeler listesi.........................447 Notlar..................................................................................................... 454 İndeks.................................................................................................... 482

6

İNSAN VE HAYVANLARDA DUYGULARIN İFADESİ (DEĞERLENDİRMELER) CHARLES DARWİN 1809 yılında, Shrewsbury şehrinde bir doktor çocuğu olarak dünyaya geldi. Aynı zamanda Erasmus Danvin ve endüstrici Josiah Wedgwood’un da torunuydu. 1825 yılında Edinburgh Üniversitesi’ne girdi. 1827 yılında Christ College Cambridge okuluna geçiş yapana kadar burada tıp okudu. 1831 yılında, Danvin Beagle araştırma gemisiyle Güney Amerika’ya gitti. 1836 yılında geri döndü ve 1839 yılında Journal of Researches into the Geology and Nattıral History of Vario us Countries Visited by H.M.S. Beagle adlı eserini yayınladı. 24 Kasım 1859 yılında ise On the Origin ofSpecies by Means of Natural Selection adlı büyük eseri yayımladı. Başarı anında geldi. 1250 adetlik ilk baskı gününde tükendi. The Descent of Men, and Selection in Relation to Sex (1871), adlı eserinde Danvin, sekse bağlı seçim üzerine kurduğu, insanların daha yüksek atalardan gelmiş olduklarına ait kuramını ortaya koydu. Bir yıl sonra The Expression of the Emotions in Man and Animals yayımlandı. 1881 ’de bu­ nu The Effects of Cross and self Ferli lization pf Vegetable Mou İd Through the Action ofWorms izledi. Bir kalp krizi sonucu 1882 de öl­ dü ve Westminster Abbey’e gömüldü.

PAUL EKMAN San Fransisko’da University of California’da Psiko­ loji profesörlüğü görevini yürütmektedir. Darwin and Facial Expression ve The Nature of Emotion adlı kitapların editörü ve Telling lies: Clues to Deceit in the Marketplace, Politics and Marriage adlı kitabın yazarıdır. Değerlendirmelerden birkaçı daha • ‘İlginç ve tutkulu... Uzun zamandır, ifade biçimlerinin neden belli bir formda oluştuğunu araştıran tek bilim adamı, çünkü bu sorusunun daha kapsamlı gelişim kuramları ile ilişkisi var. Bu yüzden hayvanların duygusal dünyası üzerine zaman ayırması ve bunu muhteşem ve kolay okunabilir bir tarzda kaleme almasının nedenleri de aynı. Bu unutulmuş eserin yayımlanması kışkırtıcı bir biçimde önemli, şaşırtıcı ve taptaze/ CARL MACDOUGALL, Scotland on Sunday

7

‘Anlaşılır bir yazı, modern bilim tarafından güçlüklerle geliştirilebi­ len gözlem ve sentezlerin açık bir yazını biçimi... Örneğin Danvin bir ka­ bus esnasında gözleri kamaşarak uyanıyor, ve bunu niye yaptığını düşünü­ yor... bu önemli yapıtında daha önemli bir iş yapmakta, etrafımızı çevre­ leyen dünyayı anladığımızı sandığımız temel taşları yerli yerine koyuyor. Olan ilişkileri anlatıyor ve her birimizin derinlerde düşünülebilecek en ge­ niş biçimde atalarımızın izlerini taşıdığını gösteriyor.’ DAVID ROBINSON^cor^ıaz?

‘Bir şaheser’ Evening Standard

‘Bu Darvvin’in büyüleyici gözlemler, kışkırtıcı kuramlar ve önemli fotoğraflarla dolu en kolay okunabilir eseri. Bu muhteşem yeni baskı, değerini yitirmemiş ve ilk yayımından 125 yıl sonra hala geçerli olan Danvin’in şaheserine yeni nesil okuyucular kazandıracak.’ OLİVER SACKS ‘Danvin’in gözlemlerin gücü üzerinde bir gezintisi, eserinde de­ ğişik renklerin karışımını veriyor. Edebi ve kendi çocuklarının eğlen­ celi suç anıları kendi notlarına göre yeniden gözden geçirilmiş. Olağa­ nüstü güzel bir kitap.’ Guardian, The List

'İfade etme kavramı Freud’a kadar uzanır ve Freud’un yaklaşım­ larının eski değerini kaybetmesinden sonra bile bu hala insan psikolo­ jisini aydınlatan önemli kavramlardan birisidir.’ RICHARD DAWK1NS ‘Bu Danvin’in eserinin muhteşem bir düzenlemesi ve ana metin içerisinde açıklayıcı paragraflar içeriyor. Bu paragraflar Danvin’in tar­ tıştığı konular hakkında bilimsel düşünceleri özetliyor... Duygu ve düşüncelerindeki deha, onun konularla ilgili doğru sonuçlara varması­ nı sağlıyor. The Expression of the Emotions adlı kitabında, biyoloji öğ­ retirken, yüz kızarması, göz gülümsemesi, parlayan göz ve çatılmış kaş üzerinde nasıl düşünülmesi gerektiğini anlatıyor. Böylece onun gelişim kuramı güzelliğin derinliklerine gizleniyor.’ GALEN STRAWSON, Financial Times

8

‘Paul Ekman’ın katkıları kitaba kendi özellikleri olan yeni bir ya­ pı kazandırıyor. Hemen her sayfaya dağılmış olan yorumlan, araştırma sonuçlarının bugüne kadar getirilmiş olan kayıtlarını ortaya koyuyor.’ IAN HACKING,TLS ‘Oldukça özgün... Darvvin’in yazım gücü tüm eserde parıltı saçı­ yor, her tür duygusal ifadeyi açıklama çabası da takdire değer: neden yüz kızarması utangaçlıkla ilişkilidir? Konsantre olurken neden du­ daklarımızı sıkarız? Fakat Darvvin’in özgün açıklamaları bugünün çağdaş bilimsel çerçevesine oturtulmaktadır. Yorumlar metin içersine daraltılmış paragraflarda yapılmaktadır ve bu Darvvin ve modern bilim arasında geçen bir diyalogun etkisini yaratmaktadır...ateşli Darvvin uz­ manlan için gerekli bir kitap.’ SIMON BARON-COHEN, Nature

‘Keyifli’

MICHAEL WHITE, Mail on Sunday ‘Dehşet verici fotoğraflar, etkileyici. Phillip Podger’in bilimsel fotoğrafçılığın başlangıcı ile ilgili muhteşem yazısı da dahil olmak üzere, ekler de muhteşem... Ekman, Darwin’in bu kitabı için uygun bir mirasçı.’ STEVEN PİNKER, Science ‘Darvvin’in büyük ve öncü araştırması...muhteşem’ TOM LUBBOCK, Erening Standard ‘Evrensellik üzerine muhteşem bir eser... aynı zamanda Philip Prodger’in yakın araştırmalara dayalı, kitap fotoğrafları üzerine tartış­ maları... çok yararlı yorumlar. Bence bu kitabın esas büyüsü insanı kavrama yönteminde ortaya çıkıyor. Adının doğal seçilim kavramı ile özdeşleştirildiği devirlerde, Darvvin’in gözlemci bilim adamı özelliği kolaylıkla unutulmuştu.’ LAURENCE HURST, New Scientist ‘Düzenli ve güçlü sonuçları ile Expression güzel bir kitap.’ MAGGIE GEE, Telegraph

9

‘Tartışmasız ilk popüler bilim kitabı ve içinde fotoğraflar olan ilk kitap... bir baş yapıt’ Venue ‘Şaheser bir çalışma... bir çok gözlem, büyük bir kitap’ PETER EVANS, Science Now, Radio 4

10

TEŞEKKÜRLER Bu kitabın yeni baskısı için bir önsöz yazmamı öneren ve eser onun zihninde ilk olduğu biçimden daha başka boyutlara geliştikçe hiç heyecanını kaybetmeyen HarperCollins Editötü Philip Gwyn Jones’e müteşekkirim. HaıperCollins’deki diğer editörüm olan Toby Mundy’e sabrı ve bu projeye olan aşın bağlılığı nedeniyle müteşekkirim. Lond­ ra’da 1995 baharında çalışmamın ilk aşamalannda, London School of Economics’den Helena Cronin’e, cesaret verme, kışkırtma, Darwin uzmanlarına tanıştınlmam ve diğer birçok kaynaklara ulaşmam konu­ larında yardımlarından dolayı borcum büyüktür. Bana yardımcı olan Kaliforniya Üniversitesi’ne ve 40 yıldan beri çalışmalanyla bir numa­ ra olan US National Institute of Mental Health’e (Research Scientiest Award MH06092) Teşekkür ederim. Cambridge Üniversitesi Kütüphanesi El Yazmalan Bölümü’nde çalışan görevliler bana çok yardım etti. Özellikle sabırlı ve yardımse­ ver bölüm yöneticisi Godfrey Waller ve Danvin Yazılan projesinden Joy Harvey çok yardımcı oldular. Projenin eski yöneticisi Jon Topham, bana önemli ip uçlan verdi. İncelemek istediğim Danvin arşiv­ lerinin hemen hepsinin onun tarafından incelenmiş olduğunu anladı­ ğımda, Philip Prodgerle tanışma şansını yakaladım. Expression ile il­ gili resimlerin başka birisi tarafından da incelenmesi beni şaşırttı. Bir çok konularda Phillip’in bana yardımı oldu. Eklerde bu kitap için yazdıklarını okuduğunuzda onun değeri anlaşılacaktır. Cambridge seyahatlerimde St. John’s Yüksekokulumda beni misafir eden ve ki­ tap hakkında motive edici konuşmalarıyla bana eşlik eden Robert Hinde’ye teşekkür ederim. Bana bu proje için verdikleri cesaretten dolayı John Maynard Smith, W. John Smith ve Don Symons’a da te­ şekkür ederim. Bir çok Darwin uzmanı, giriş ve sonuç bölümleriyle yorumları okuyacaklarını belirttiler: Janet Browne, Michael Ghiselin ve Richard Burkhardt. William Invin, Harriet Oster, Kari Heider ve Paul Kaufman anlam açıklayıcı bir çok önerilerde bulundular. Nancy Etcoff ve Hele­ na Cronin yazılarımı iki kere okuma ilgi ve inceliğini gösterdiler ve ileride bir kere daha seçilmiş bölümleri okuyacaklarını söylediler. Eşim Mary Ann Mason yazdıklarımı defalarca okudu ve sonuç bölü­ münde anlatılan hikayenin daha fazlasını dinlemek isteyerek beni yü­ 11

reklendirdi. Oxford’daki editörüm Joan Bossert’e yazım şeklimi geliş­ tirmemde etkili olan fikirleri için teşekkür ederim. Yirmi yıldır sekreterim olan Wanda Matsubayashi, yine çalışma­ mın tamamlanmasında önemli bir rol oynadı: Danvin yazımının düzel­ tilmesi, yeni materyallerin konulması, resim ve dipnotların yerleştiril­ mesi önemli bir görevdi. Harriet Oster’e ve Veronique Haynal’a Fransızca’dan çeviriler için; Peder Moses ve M. Nagy’e de Latince’den çeviriler için teşekkür ederim. PAUL EKMAN San Francisco Ekim 1996

12

RESİMLER VE ŞEKİLLER 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32

Yüz kasları çizimi, Sir C.Bell................................................ 63 Yüz kaslan çizimi, Henle....................................................... 64 Yüz kasları çizimi, Henle....................................................... 64 Küçük köpek masadaki kediyi izliyor................................. 81 Bir köpek diğerine saldırganamaçla yaklaşıyor....................90 Zihnin aynı anda alçak gönüllü ve sevgi dolu durumu...... 90 Yarı safkan çoban köpeği....................................................... 91 Aynı köpek sahibini seviyor.................................................. 92 Kedi, vahşi ve savaşa hazır....................................................94 Kedi, sevgi dolu bir durumda............................................... 94 Kirpinin ses üreten kuyruk titreşimle! ı............................... 130 Bir köpeği yavrularından uzaklaştırmaya çalışan bir tavuk... 133 Davetsiz misafirden uzaklaşan bir kuğu.............................134 Hırlayan bir köpeğin başı..................................................... 148 Köpekten korkan bir kedi..................................................... 158 Cynopithecus niger» sakin bir konumda..............................165 Aynısı, sevilmekten hoşnut bir halde.................................. 165 Huzursuz ve somurtkan bir şempanze.............................. 169 Duchenne(yeni)..................................................................... 181 Duchenne(yeni).....................................................................182 Hogarth(yeni)....................................................................... 264 Alaycı kadın......................................................................... 270 Darwin ve oğlu William, 1842 (yeni)................................286 Duchenne(yeni)....................................................................302 Şaşırmış insan...................................................................... 309 Deli kadın............................................................................. 318 26 numaralı şeklin yapıldığı fotoğraf(yen i)...................... 320 Korku....................................................................................323 Şekil 28’in yapıldığı 61 numaralı Duchenne resmi (yeni)... 324 Daha önce VII numaralı resimdeydi.................................. 325 Dehşet ve ıstırap..................................................... 329 Şekil 3 Tin yapıldığı 65 numaralı Duchenne resmi(yeni).... 329

13

BASKILAR BASKI I S. 178 BASKI 11 S. 208-9 BASKI m S. 226-27 BASKI IV S. 253 BASKI V S. 267 BASKI VI S. 277 BASKI VII S. 287-88 İlk baskıda fotoğrafların altında aşağıdaki not yer almaktaydı: P.S. Bu yedi baskı, orijinal negatifler yerine fotoğraflardan üretil­ miştir. Bunun sonucu olarak çok net olmayabilirler. Yine de sadık kop­ yalardır ve bu nedenle çok dikkatle de yapılsa, yerlerine geçebilecek çizimlere göre olan üstünlükleri açıktır. Ek 5, Resimlerin karşılaştırması, her resmin ilk baskıda nerede geçtiği hakkında ve resimlerin yönelişleri, yapımcısı ve yapılış biçimi konusunda açıklamalar getirmektedir.

14

ÜÇÜNCÜ BASKI İÇtN

ÖNSÖZ PAUL EKMAN Bu baskı Expression of the Emotions in Man and Animals adlı kitabın şimdiye kadar baskısı yapılan en geniş sürümüdür. İlk orijinal baskı 1872 de gerçekleşmişti. Expression' un ikinci baskısı (Darwin gibi ben de kitabın adını kısaltarak kullanaca­ ğım) oğlu Francis tarafından gerçekleştirildi. Kitapta Charles’in ikinci baskıda görmeyi isteyeceği değişiklikler ve yeni bilgiler vardı. Ancak yayımcı John Murray ilk baskının tüm kopyalan tükenene kadar ikinci baskıyı yapmadı. îlk 4 ayda ilk baskı 4000 adet gibi inanılmaz bir satış miktarına ulaştı. Ancak sonra, yazışmalarından da görülebileceği gibi, ne Danvin’in ne de ya­ yımcısının anlayabildiği bir biçimde satışlar düştü. Bana göre İngiltere’de bu kitaba sahip olmak isteyen herkes, bu sürede bir kopya satın almıştı. Bu kitap hem iyi tanıtılmış, hem de popüler bir konuda kaleme alınmıştı. Üstelik Descent of Man gibi önemli bir kitabı yazan popüler bir yazarın bu kitabından bir yıl sonra yayımlanıyordu. ' * İkinci baskı 1889 da Charles Danvin öldükten yedi yıl son­ ra piyasaya sürüldü. Bundan sonra kitabın İngilizce ve diğer dil­ lerde birçok yeni baskısı yapıldı. İkinci baskının önsözünde

Francis Danvin kitabın babasının istediği değişiklikleri içerdiği­ ni açık bir şekilde belirtmesine rağmen, bu baskıların hepsi de ilk baskının tekrarlarıydı. ** Böylece ikinci baskı, Danvin yayın­ * Teknik kapsamlı veya kaynak gösteren dip notlar kitabın arkasında yer almaktadırlar. Bunlar numara sırası takip etmektedir. Bunun gibi, okuyucunun anında ilgisini çekecek olan açıklamalar sayfa altında yapılmaktadır. ** İngilizce bulunabilecek yegane baskı 1965 yılında Chicago Üniver­ sitesi tarafından yayımlanmıştır. Bu bir kopya olup ilk yayımın orijinali değildi. Darvvin’in orijinal Amerikan yayınevi D. Appleton and Company ilk baskısı yeniden düzenlediler ve bu 1897 ikinci baskı Appleton sürümünün kopyası oldu?

15

lan listesi içerisinde olmasına rağmen, çok az tanındı2. (Barret ve Freeman’m, Pickering and Chatto: Works of Danvin baskı­ sında bu eserin ikinci versiyonu yer almakla birlikte, bu eser çok pahalıdır). Bu baskıda, ilk baskıdan yayıncı tarafından seçi­ len, Darvin’e ait olmayan bilgiler vardır. Bu üçüncü kitap en belirleyici olanı olarak kabul edilebilir, çünkü Darvvin’in istediği ancak oğlunun ikinci baskıya koyma­ dığı değişiklikleri içermektedir. Daha önceki baskılara göre da­ ha çok Darvvin yazımlan ve resimler içermektedir. Darvin’in yayımcısı ve başkaları ile yaptığı yazışmalara ve Cambridge Üniversitesi Kütüphanesi El Yazmaları bölümü arşivlerinde bu­ lunan kitaptaki kendi notlanna bağlı olarak söyleyebilirim ki, bu baskı Darvvin’in arzuladığı biçimdedir. Baskı sonrası bazı kritiklere bağlı olarak bazı bölümleri yenilemiştir. Aynca yaz­ dıklar hakkında başkalarının da bilgilerini bu kitaba dahil et­ mek isteğindedir. Expressionfin Darvvin’e ait orijinal kopyası incelendiğinde Francis Darvvin’in yayımlattığı baskıya göre ikinci baskıda yapmayı istediği tüm değişiklikler görülebilir. Bulgularıma göre Francis babasının istediği bazı değişiklikleri atlamıştı. Onları yeniden düzenledim. Çok önemli olmamaları­ na rağmen, Charles Darvvin’in isteklerini tam yerine getirmek istedim. (Ek 2, Eserde ilk ve ikinci baskı arasında var olan deği­ şiklikleri yansıtmaktadır.) İkinci baskıda, Francis Danvin yeni bilgileri dip not olarak yayımlamış ve ilk baskının dip notlanndan ayn tutmak için de paranteze almıştır. Genellikle bunlar babasının arzu ettiği deği­ şikliklerdir, ancak Francis az da olsa kendi isteği ile bazı bilgiler eklemiştir ve bunları babasının arzu ettiklerinden ayırmamıştır. Bunlan ayırabilmemin tek yolu notlarla tarihlerin bazen yan ya­ na yazılması ile olabilmiştir. Charles Danvin’in ölüm tarihi olan 1882 den sonra tutulan notlar ona ait olamayacaktır. İkinci baskıda sayfa altları oldukça dağınıktır, çünkü bura­ da hem ilk baskının hem de ikinci baskının dip notlan yer al­ maktadır. Bunlann çoğu okuyuculann Darvvin’i okurken bak­ 1A

mak istemeyecekleri, yüzyıl eskiye dayanan bilgileri referans olarak almaktadır. Referans bilgilerini her iki baskıdan toparla­ yarak kitabın arkasına koydum. İkinci baskı referanstan tırnak içersinde verilmiştir. İkinci baskıda bazı yazım hatalanna rastla­ dım. Bazıları ilk baskıdan tekrarlanmıştı, bazıları ise yeniydi. Ümit ederim ki şimdi hepsi düzelmiştir.4 Bu kitaba ait olabilecek diğer bilgileri de yayımlamakta kendimi özgür buldum. Örneğin, Bölüm XI de Danvin oğlunun

yüzündeki suçluluk ifadesinden bahseder ve iki yıl yedi ay son­ ra bu küçük suç ortaya çıkar, (s. 285) Danvin bu suçun ne oldu­ ğundan, hatta çocuğunun cinsiyetinden bahsetmez. Bence bun­ ları ortaya çıkarmak sadece ilgi çekici değil aynı zamanda önemli de. Olayı daha yakından öğrenecek olan okurlar, hangi dürtülerin çocuğu bu duygu hali içine soktuğunu daha iyi anla­ yabileceklerdir. Şanslıydım. Danvin çocuklarını gözlemlerken notlar almıştı. İlk çocuğu William ile ilgili bu notlara bakarken O zaman işlenen suçun tam ve ilginç açıklamasını yakaladım. Bunu Bölüm XV de bulabilirsiniz, (s. 285)5 Expression’da yer alan bir çok gözlem ve açıklamalar çağ­ daş bilim tarafından da doğru olarak kabul edilmektedir. Bazıla­ rının artık yanlış olduğunu biliyoruz, diğerleri üzerinde de bilim adamlarının tartışmaları devam etmektedir. Sonuç bölümünde Danvin tarafından incelenen önemli konulardan birisinin çağdaş yorumundan bahis açtım- yüz hareketlerinin evrensel olması konusu. Darwin’in kitabına bağlı olan bazı özel konulan okurun kitabın sonuna kadar beklemek istemeyeceğini düşünerek, yorumlanmı ilgili sayfalarda yaparken, bana ait olduğunu açıkça göstermek amacı ile bunlan yazıdan ayırdım. Darvvin’in örneği­ ni izleyerek, yorumlanmın içerisine Darvvin’in konulan üzerin­ de çalışan bilim adamlarının görüşlerini de kattım. Linda Camaras, Suzanne Chevalier-Skolnikoff, Roger Crumley, R. Andrew Cuthbertson, Richard Davidson, Daniel G. Freedman, David Heiden Jerome Kağan, Dacher Keltner, Eric Klinghammer, Robert Levenson, William Mason, Harriet Oster, Sue Parker, Step-

17

han Proges, Phillip Podger, Willibald Ruch, Klaus Scherer, Amotz Zahavi, ve Philip Zimbardo. Bazen bana yazdıkları ma­ teryali olduğu gibi aldım. Diğerlerini yeniden şekillendirdim. Charles Danvin’in ardından Thomas Huxley tarafından ele alı­ nan ve Journal ofNature için yazılmış olan muhteşem makaleyi de Expression’un ekleri arasına aldım (Eki). Danvin, kitabını resimlerle süsleyen ilk bilim adamların­ dan. Kitabın sonunda İngiliz sanat tarihi bilimcisi Phillip Prodger tarafından ele alınmış ve Danvin’in resimleri kullanış tarzı­ na ait mükemmel bir yazı var (Ek3).6 Bu baskı, resimler açısın­ dan da diğer baskılara göre daha çok tamamlanmış. İlk ve ikinci

baskılarda bir çok fotoğraf olmasına rağmen, üç kez fotoğraf yerine, esinlenerek yapılmış baskılara rastladım. Nedenini Darvvin’in yazışmalarından öğrendim. 10 Mayıs 1871 de Danvin yayımcısına şöyle yazmıştı: ‘Fo­ toğraflar ve baskılan yayımlamak konusunda kararsızım. Fotoğraflann daha uygun olacağını düşünüyorum.’ Bir kaç hafta son­ ra şöyle yazıyordu: ‘... bazı arkadaşlarım fotoğrafların kopya baskılara göre daha iyi olacağını söylüyorlar, çünkü anlatılmak isteneni tam olarak ancak fotoğraflar gösterebilir. Fakat Ağustos ayında yayıncı yanıt yazısında baskıların kullanılacağını, çünkü fotoğraflann pahalı olacağını söylüyordu.7 Orijinal fotoğraflan Cambridge Üniversitesi Kütüphanesinde arşiv materyali olarak buldum ve iki tanesini kitaba aldım ki bunlar baskılara göre çok farklı şeyler ifade etmekteydiler. Baskılardan bir tanesinde (Şekil 26) alna yerleştirilmiş olan çizgisel ifadeler, orijinal fotoğrafta yer almamaktaydı. Şekil 27 deki orijinal fotoğrafta alında çizgiler görülmemektedir. Şekil 28 deki baskıda fotoğrafta bulunan bazı ayrıntılar (şekil 29) yok edilmiştir. Bu baskılarda Danvin’in neden değişiklikler yaptığı üzerine benim fikrim şu şekildedir: Danvin maliyet düşünnek amacı ile ilk ve ikinci baskılarda yer almayan fotoğraflan sorun etmemiştir. Ben bunlan buldum ve ekledim. Baskı IV’de yer alan, şekil 19, 20 ve 2, Danvin’in

18

Duchenne’den aldığı fotoğraflardır ve bunları 180 ve 253 numa­ ralı sayfalarda tartışmıştır. 21 numaralı şekil büyük bir ihtimalle Hogarth’a ait bir baskıdır ve Darwîh bundan 229 numaralı say­ fada bahsetmektedir. İlk kez okuyucular bu dört resmi bir arada görebilmektedirler. İlk baskının değişik yerlerinde fotoğrafların sağ ya da sol yönlendirilmeleri farklı yönlerde oluşmuştur. Chiago Üniversi­

tesi Matbaası 1965 yılı baskısında bir kaç istisna dışında yön­ lendirmeleri düzeltmiştir. Ek IV’de Prodger ve ben Darwin’in sağ sol yönlendirmelerine nasıl karar verdiğine ait fikirlerimizi açıklamaktayız. Okuyucu için kolay olan ancak yayımcı için pahalı bir yön­ tem, fotoğrafların açıklamalann yapıldığı paragraflarda yer al­ masıdır. Bu ilk ve ikinci baskılarda yapılmamıştır. Görebildiğim sonraki baskılarda da bu böyledir. Bunun yerine bir çok fotoğraf tek bir sayfaya toplanmıştır. Okuyucu okuduğu sayfadan bir çok sayfa ileriye veya geriye doğru giderek resimlere bakmak zo­ runda kalmıştır. Bu baskıda ise fotoğraflar ilgili paragrafların bulunduğu sayfalarda yayımlanmıştır. Bu yüzden bazı figür ve fotoğraflar yeniden numaralandırıldı ve kitabın başında yayım­ lanan resimler listesinde bu yeni numaralar belirtildi. Ek V, Resimlerin karşılaştırması; bu baskıda yer alan re­ simlerle ile daha önceki en popüler baskıda yer alan aynı resim­ leri karşılaştırmaktadır. Ek VI ilk baskıya indeks olarak yer alan kelimeleri listelemektedir. P. E. San Francisco, 1996

19

‘Hızlı bir algılama gücü veya yüksek zekaya sahip değilim... uzun ve tamamen soyut bir dü­ şünce dizgesini sürekli takip edebilme yeteneğim de kısıtlı., .(ama) insanlık koşusu esnasında kişile­ rin kolayca dikkatinden kaçabilen olguların farkı­ na varmakta ve onları dikkatlice izlemekte mü­ kemmelim. ’ CHARLES DARWIN

20

İKİNCİ BASKI İÇİN

ÖNSÖZ Babamın yaşam süresi boyunca kitabın ilk baskısı tüketilemedi. Böylece topladığı yeni materyal ışığında yayımlanacak olan ikinci baskıyı görmek şansına sahip olamadı. Bu baskı, ta­ rafımdan kullanılmaya çalışılan yeni materyal bir çok mektup, özetler, kitaba referanslar, broşürler ve değerlendirmeleri içeri­ yor. İlk baskıdan bugüne kadar, tüm yazılardan okuyamamış ol­ sam da, konu ile ilgili bütün yazılanlardan faydalanmaya çalış­ tım. Yazı ile ilgili bazı düzeltmeler yapıldı. Bunu yaparken ba­ bamın kopyasındaki el yazılanndan faydalandım. Yeni ekleme­ ler dip not olarak verildi ve farkın belli olması için tırnak içersi­ ne alındı. FRANCIS DARWIN Cambridge 2 Eylül, 1889

Ne yazık ki, Francis Darwin eklenen yeni bilgilerin hangilerinin kendi isteği ile hangilerinin babasının arzu­ su ile eklendiğini açıklamıyor. Tüm yeni bilgiler ilgili sayfalarda dip not olarak ve tırnak içersinde veriliyor. Charles Darwin’in kendi kopyasına bakarak (bu kopya istediği değişiklikleri içeriyor) ve diğer kaynaklara da­ yanarak tırnak içine alınmış materyalin çoğunluğunun Charles Darwin tarafından seçilmiş veya yazılmış oldu­ ğunu söyleyebilirim.

21

ÜÇÜNCÜ BASKIYA GÎRÎŞ PAUL EKMAN

İnsan ve hayvan davranış biçimleri üzerine yapılmış olan, muhteşem gözlemlerin zenginliğini içeren bu kitabın yazımı­ nın yüz yıl sonrası olan bugün bile bir benzeri yok. Darwin sa­ dece bizim ifade biçimlerimizi aydınlatmıyor, fakat kediler, köpekler, atlar ve bir çok diğer hayvan için de bu çalışmayı yapıyor. Darwin bir şeye konsantre olurken ya da hatırlamaya çalışırken ne kadar çok dudaklarımızı buruşturduğumuzu; kı­ zınca nasıl gözümüzün etrafındaki kasları gerdiğimizi ve azı dişlerimizi gösterdiğimizi; dikkatlice dinlerken nasıl ağzımızı açtığımızı fark ediyor. Sevdiklerimize yüzümüzle dokunmak istiyoruz; sevgiyle ısırabiliriz- bunları sadece insanlar yapmı­ yor kedi ve köpekler de yapıyor. Keyif alma evcil hayvanları­ mızca değişik şekillerde ifade edilebiliyor. Danvin hatırlatıyor: kediler mırıldanır ve bize sürtünürler, köpekler ise bizi yalar ve kuyruklarını sallarlar. Kızgınlık esnasında kedi, köpek ve at kuyruğunun hareket biçimleri farklıdır. Her bölümde Darvvin’in anlattığı değişik büyüleyici gözlemlerden sadece bir kaçından bahsettim. Danvin, yakın ve dikkatli bir gözlemci olmanın ötesinde, iyi bir anlatımcıdır. Her bir ifade biçimi için, Danvin, neden başka bir tür hareket yerine o tür bir hareketin oluştuğuna dair soru sorup, yanıt verir. Konsantre olurken neden dudaklarımızı sıkmak yerine büzeriz? Duygusal ahlarımızda neden yalamak yerine ısırmayı tercih ederiz? Keder duyduğumuzda neden kaşlarımızın tümü yerine iç kısımlarını kaldırdığımızı anlatı­ yor. Utanınca neden derimizin solgun bir renk almayıp kızar­ dığını anlatıyor. Bu utanma duygusu için Darwin, ifade biçimi açıklamasının daha ötesinde bir açıklama getiriyor. Duygu ile ilgili derinlemesine bir analiz yapıyor. Kendi ba­

22

şımıza utanç duyabilir miyiz, yoksa bu sadece bir sosyal duygu mudur? Bütün duygular sosyal midir? Kızgınlık, korku, hüzün ve hoşlanmak gibi duygularımızı hem yalnızken, hem de başka­ larıyla birlikteyken duyumsayabilir miyiz? Darvvin’in bu kitabında sadece ilgi çekici somlara yanıt ve­ rilmiyor, aynı zamanda çok daha müthiş olanlarla karşılaşıyor­ sunuz. Temel bir soru şu: kızınca, üzgün veya mutlu olunca or­ taya koyduğumuz ifadeleri öğreniyor muyuz, yoksa bu bilgi bi­ ze doğuşumuzla birlikte içsel olarak mı geliyor? İfadelerimiz,

kullandığımız dilimiz gibi her kültürde farklı mı, yoksa kim olursak olalım, hangi kültürde yetişirsek yetişelim ve hangi dili kullanırsak kullanalım, ifade biçimimiz hep aynı mı? Evet ve hayır derken yaptığımız kafa sallama biçimlerine, ya da bilmi­ yorum ifademize ne demeli? Bunlar genel ilkeler mi, yoksa her dil grubu içerisinde değişen beden dilleri mi? Darvin duygusal ifade biçimlerinin evrensel ve evrimin bir sonucu olduğu savını ortaya koyuyor, (yani içsel, sonradan öğrenilen değil). Ne duy­ gularımız ne de ifade tarzlarımız sadece bize has değil; diğer hayvanlann da bazı duygulan bize benziyor ve bizim de bazı hayvanların ifade tarzlarını anımsatan ifadelerimiz var. Duygusal ifade ve jest arasındaki fark, sözsüz konuşma üzeri­ ne yapılan çalışmada ele alınıyor. Jestler hemen her şeyi ima edebi­ lir- düşünceler, planlar, aksiyonlar, arzular, fanteziler vs. - ifadeler sadece duygularla bağıntılıdır. İfadeler tipik olarak yüz hareketi ve ses içerirken, daha az beden hareketi ve duruş pozisyonu şeklinde belirirler. Darwin başka ifadeleri de incelemekle beraber daha çok yüz ifadelerine önem vermiştir. * Jestler genellikle el hareketleridir, çok az yüz hareketiyle ortaya çıkarlar. Darwin jestlerin genel geçer olmadığını, ama kültürel anlaşmalarla öğrenildiğini ve dil gibi bir yerden ötekine değiştiğini anlamıştır. Bir kaç istisnayı da göstermiş­ * Darvin’den bu güne kadar ifade analizleri, ses üzerinde değil, yüz üze­ rinde odaklanmıştır. Son zamanlarda araştırmacılar duygunun sese bağlı ifade analizlerinde de gelişmeler elde ettiler. Bunun için en önemli çalışma Alman psikolog Klaus Scherer’in çalışmasıdır’

23

tir: Omuz silkmek her kültürde geçerli değildir, ama o kadar çok yerde kullanılmaktadır ki, bunu bir evrimin sonucu olmadığını dü­ şünmek güçtür. Bu yaklaşık genel geçer jestler için Darvvin bir açıklama getiımiştir. Darwin’in duygusal ifade üzerine yazdıklarından bir asır sonrasına kadar yaklaşımları ya kabul görmedi ya da önemsen­ medi. Entelektüel ve bilimsel dünyadaki genel düşünce, davranış biçimlerinin kültür tarafından etkilendiği şeklindeydi. Önemli bir

antropolog olan Margaret Mead2, lisanda, geleneklerde, yaklaşım ve değerlerde olduğu gibi, yüz ifadelerinde de kültürler arası farklılıklar olduğunu öne sürmüştür: hepimiz aynı yüz kaslarına sahip olabiliriz, fakat bu kaslar her kültürde duygusal ifade göste­ rirken değişik kombinasyonlar içerisinde hareket ederler. Mead gibi kültüre bağlı açıklama yapan bilim adamları, aynı ifadenin değişik kültürlerde değişik duyguların ifadesi olduğunu ve bir kültür için özel olabilecek bir ifadenin diğer kültürlerin hiç birin­ de görünmeyebileceğim söylerler. Gülümseme bir kültürde kız­ gınlığı ifade ederken, diğerinde mutluluğu, bir diğerinde hüznü ifade edebilir. Başka bir kültürde gülümseme ifadesi hiç olmaya­ bilir. Her dilde mutluluğun karşılığının farklı olduğu gibi, ifade biçimleri de farklı olacaktır. Bir kısım bilim adamları, duygu kavramının batı kültürünün bir icadı olduğunu söyleyecek kadar ileri gittiler. Onlara göre duygular yapaydı. Bazı kültürlerde ifade tarzı için açıklayıcı bir araç olan duyguların, biyolojik ve psiko­ lojik gerçeklilikle hiçbir bağlantısı yoktu. Danvin’in duygusal ifade yaklaşımına karşı çıkanların hep­ si, (kültür önemlidir, insan doğası değil diyenler) iddialarını de­ ğişik bir kültürden, kültür dışı gözlemci tarafından alman örnek ve gözlem raporlanna bağlı olarak ortaya koyuyorlardı. Bu du­ rumda ön yargılar nedeni ile kolayca yanılmak söz konusuydu. Bir bilim adamının yabancı bir kültürde çalıştığında karşılaşabi­ leceği zorluklara sonuç bölümünde daha fazla yer verdim. Bu benim Papua Yeni Gine’de çalışırken elde ettiğim tecrübeleri de içeriyor. 24

Darwin zamanının büyük bir kısmını anlatımları dinleyerek geçirmesine rağmen, evrensellik konusunda daha sistematik bulgu­ lar elde etmek için çaba göstermiştir. Değişik kültürlere seyahat eden ve değişik kültürlerde yaşayan insanlarla, özellikle İngiliz kolo­ nicilerle yazışmıştır. Onlara belli duygular karşısında belli ifadelere rastlayıp rastlamadıkların sormuştur. İngiltere’de ifade fotoğrafları­ nı göstererek, bu ifadelere ait duygular konusunda fikir birliğini test etmiştir. Bu fotoğrafların bir kısmını da kitabına almıştır. Böylece okuyucularının da deneyine katılmasına olanak sağlamaktadır. Her bir resimden algıladığımız mesaj ile ona bil­ gi veren kişilerin algıladıkları mesajların aynı olup olmadığını böylece görebiliriz. Bu ruh çerçevesinde, ben de, dünyadan uzak taş devrini yaşayan Papua Yeni Gine insanlarına ait 30 yıl önce çektiğim fotoğrafları sonuç bölümüne koydum. Okuyucu­ lar, kendi kültürlerinden çok farklı olan insanların ifadelerini anlayıp anlayamadıkları konusunda kendilerini yargılayabilirler. Son otuz yıldır yeni ölçüm araçlarını kullanan sistematik araştırma yöntemleri ile Darvvin’in yaklaşımının evrenselliği test ediliyor. Ben bu testleri yapan ilk kişilerdenim ve test sonucunda Darvvin’in yanıldığının ortaya çıkmasını bekliyordum. Bulgula­ rım, benim ve bir çok diğer davranış bilimcisinin fikirlerini de­ ğiştirdi. Bugün evrensellik, bir çok bilim adamı tarafından kabul görmesine rağmen, hala bazı kişiler duygusal ifadenin, dil gibi kültüre bağlı olduğunu, ya da hiç var olmadığını ileri sürüyorlar. Sonuç bölümünde bu tartışmanın tarihinden bahsettim, neden he­ yecanın devam ettiğini anlattım ve Darvvin’in konularının bugün bile canlı ve geçerli olduğunun delillerini gösterdim. Darvvin, o günden bu yana çok az bilim adamının duygusal ifade ile ilgili olarak sordukları soruları sordu. Bir çok bilim adamı duygusal ifadeyi incelerken “Hangi?”, “Nasıl?” ve “Ne zaman?” sorularını sordular. Her duygu karşılığı olan hangi ifa­ delerdir? Bunlar nasıl oluşur? Bu ne zaman oluşur? Darwin bu sorularla da ilgilendi, ama “neden” sorusunu soran ilk bilim adamıydı. Neden ifadeler belirli bir formda oluşur?

25

Darwin’in neden sorusuna yanıt bulduğu üç ilkenin geçerlili­ ği üzerinde hala tartışmalar vardır; yani ‘Neden belli ifadeler belli duygularla ilişkilidir?’sorusu. İlk ilkesi: ‘kullanılabilir alışkanlık­ lar’. Bununla hareketlerimizde oluşan bazı ifadelerin etnoloji uz­ manlarının da söylediği gibi ‘amaçsal hareketler’ olduğunu belir­ tiyor. İkinci ilkesi ise ‘antitez’. Buna göre bazı ifadeler zıt amaçlı kullanılan ifadelerin zıttı olduğu için seçiliyor. Ümitsiz olunca omuzlarımızı silkeriz. Bu davranış biçimi kızdığımızda ellerimizi ve kollarımızı kullanış biçimimizin tam tersidir. Darwin’in haklı olup olmadığı bilinmez, ama bu akıllı bir açıklama ve bu ifademi­ zin nedenini açıklayan daha iyi bir teze de rastlamadım. Üçüncü ilkesi ‘sinir sisteminin doğrudan hareketi’ ise biraz açık

değil. Zaten duygularla bağıntılı beyin hareketlerinin nasıl olduğu da pek bilinmiyordu. Bu ilke hakkında çok net açıklamalar yapmadığı şeklinde onu eleştiren bir eleştirmene yanıt yazdığı mektupta, Darwin eleştiriyi haklı buluyor, (bkz. Yorumlar s. 119). Bu ilkeyi anlatan Bö­ lüm III, duygu, ifade ve insan doğası ile ilgili ilgi çekici gözlemlerle dolu. Örneğin Darwin, bilinçli davranışlarımız üzerindeki kısıtlama­ ların bizi acı duygusundan nasıl uzaklaştırdığını belirtiyor; bazı yüz hareketlerimiz bilinçli kontrolümüz dışında oluşuyor ve onları gizle­ meye çalışmak gerçek duygularımıza ihanet ediyor; Darwin, üzüntü aşamalarının şaşırtıcı biçimde açık ve tam bir tanımını yapıyor. Danvin, onun daha önemli bir yaklaşımı olan evrim kura­ mındaki merkezi konularından birisiyle olan ilişkisi nedeni ile ‘neden’ sorusuna dikkatini yoğunlaştırıyor: Türlerin gelişimi. Amacı, ifadeyi inceleyerek insanların tanrısal, tekil bireyler ol­ madığını ortaya koymak. 1806 yılında, ifade konusunun önemli otoritelerinden Sir Charles Bell, aksini iddia eden etkili bir kitap * yazdı. Bir İngiliz tarihçisi ve Darvvin’in en yakın tarihteki bi* Bell şöyle diyor *... insan yüzündeki en önemli kas olan corrugator supercilii kaşlarımızı gizemli bir biçimde birbirine bağlar ki, bu irademiz dı­ şında ve kaçınılmaz bir şekilde zihnin ifadesini yansıtır, (s. 139). Darvvin, ken­ disinde bulunan Bell ‘in kitabında bu kısmın altını çizmiş ve şu notu yazmış­ tır: ‘ya maymun?... bunun maymunlarda da geliştiğini gördüm.... Korkarım maymunları yakından incelememiş”

26

yografıcisi olan Janet Browne4 Bell için şöyle yazıyordu: ‘...sa­ dece insan duygularının ifadesi için yaratıcı tarafından tasarlan­ mış, hayvanlar aleminde hiç bulunmayan kasların, insan yüzün­ de yer aldığı konusunda ısrarlı. * Darwin’in kitabı, ne ifadeleri­ mizin, ne de yüz yapımızın tekil olmadığını ispat edecektir. Bunlar hem evrimimizin hem de iç psikolojimizin ürünleridir.5 Onun, insan ifadelerinin asıl nedenlerini anlattığı ana ilkelerduygusal bir ifadede yüzümüzü neden öyle değil de böyle hareket ettiririz- ve diğer hayvanlardaki yüz hareketlerinin, çıkan seslerin ve beden hareketlerinin nedenlerini anlattığı ana ilkeler aynıydı. Eğer bizi tüm temel ifadelerde aynı ilkelerin geçerli olduğuna ikna edebi­ lirse, bu durumda türlerin devamlılığını ra kabul etmek durumunda olacağız ki, bu türlerin kökenleri ile ilgili devrimci açıklamasının te­ mel taşlarından birisi olacak. Amerika’lı tarihçi Sandra Herbert şöy­ le diyor: ‘Eğer insanlar ve en azından bazı hayvani arın aynı sistem çerçevesinde duygusal ifade gösterdiklerini gösterebilirse, o zaman insan ve hayvanların zihinsel yapıları arasında evrimsel bir ilişki olabileceğine dair iddiaları da dayanak bulabilecektir.’6 Türlerin devamlılığı tüm biyologlar ve hemen her bilim adamı tarafından kabul edilmektedir- ama tüm kamuoyu tarafın­ dan değil. A.B.D.’de düzenlenen yeni bir kamuoyu yoklaması bu soruyu gündeme getirdi: Size üç cümle okuyacağım, lütfen bana insanlığın doğuşu ve gelişmesi üzerine fikirlerinize en uygun olanını belirtiniz: *

*

10 000 yıl önce Tann bir kerede ve insanları bugün olduklan biçimde yarattı. (%46) İnsan milyonlarca yıllık bir süreçte daha ilkel bir durumdan

bugünkü durumuna gelişti. Tann’nın bu gelişimde bir katkısı yoktur (%9) * İnsan milyonlarca yıllık bir süreçte daha ilkel bir durumdan

*

bugünkü durumuna gelişti. Tanrı bu gelişimi ve insanın var oluşunu organize etti (%40) Bir fikrim yok (%5)7

27

Darvin’den yüz yıl sonra, soruya yanıt verenlerin neredey­ se yarısı evrim kuramını tamamen reddediyorlar. Bunu sadece insanlığın doğuşunun ve gelişmesinin tek nedeni olarak kabul edenler ise %9. Onun zamanında sadece kamuoyu değil, aynı zamanda bilim adamlarının büyük bir bölümü de yaradılışı sa­ vunuyorlardı. 1859 da Expression’dan 13 yıl önce yayımlanan Origin ofSpecies'm genel geçer düşüncelere doğrudan bir saldın olduğunun Darwin de farkındaydı. Büyük bir tartışma ortamı oluşmuştu, Ortadoks din bilimciler bu fikri reddetmişlerdi, Dar­ vin’in şaşkınlığına rağmen taraftar okuyucuları da çoktu ve bi­ lim çevrelerince de saldınya uğramıştı.s Expression ile ilgili son büyük tartışma; insanların tek bir türden mi (monogenist), yoksa değişik coğrafi bölgelerdeki de­ ğişik türlerden mi (polygenist) evrimleştiği sorusu üzerinde ol­ du. Avrupalılar’ı Afrikalılar’a göre üstün ırk kabul eden ırkçılar ikinci tür yaklaşımı kabul ederler. Başlangıç türlerinin bir grubu daha az gelişmiş, diğeri daha çok gelişmiştir. Darvin bizim za­ manla evrimleşerek geliştiğimiz tek bir türü savunmaktadır. Eğer ifadeler evrenselse, herkes için aynı ilkelerle açıklanabiliyorsa, bu da başlangıçta tek bir türün olduğunun kanıtıdır. Ev­ rensellik ilkesini Darvin türlerin başlangıcı için bir kanıt olarak kabul ediyorsa da bu aksi bir sav için de kullanılabilir. Eğer he­ pimiz Adem’den gelmişsek, hepimizin aynı duygusal ifadeleri göstermemiz gayet doğaldır. İfade yaklaşımcılarının, yaratılış taraftarlanna karşı olarak ortaya süreceği sav onun evrenselliği ile ilgili olamaz, ancak ifadelerin sadece insana has olmayan ev­ rensel ilkeler olduğunu ortaya koyarak ve insanlann dışındaki türlerin de aynı ilkelere tabi olduğunu göstererek anlamlı bir sa­ vunma ortaya konulabilir. Descent of Man (1871 ’de yayımlandı) adlı kitabının ilk kopya­ larını düzelttikten iki gün sonra Darvin, Expression'u yazmaya başladı ve Origin ofSpecies'm altıncı ve sonuncu baskısını düzen­ lemeden önce dört ay gibi kısa bir sürede bitirdi. Ama Expression ile ilgili fikirlerini Origin daha yayımlanmadan çok önceleri geliş­

28

tirmişti. ‘İlk çocuğum 27 Aralık 1839’da doğmuştu, ifadelerinin ilk belirtileri ile ilgili çeşitli notlar almaya başladım. Bu ilk günlerde bile ifadenin en karmaşık ve mükemmel yansımalarının gelişen ve doğal bir kaynağı olduğunu gördüm.’9 İfadeyi açıklayan üç ana ilkeyi nasıl geliştirdiği konusunda Darwin çok açık olmayabilir. Amerikalı psikolog Honvard Gruber, Darwin için şöyle yazmış: kendisini endüktif bilimin kabul edilmiş silahlarıyla uyum içersinde tarif ediyor ve göz­ lemleriyle kanıtlayana kadar kafasındaki önemli tezleri kendisi­ ne saklıyor: (Darwin yazıyor) “Aslında bu üç ilkeye gözlemleri­ min sonucunda ulaştım.” (Expression Kısım I sf. 33) Aslında hepsi 1838-39 da yazılan M ve N notlarında ortaya çıktı. (Danvin savunuyor) sonuçlarına (sabırlı bir biçimde üzeri­ ne inşa edildiği daha zor kabul edilebilir gerçeklilik yerine), po­ püler olmamasına rağmen reddedilemez bir çok kanıtla, ama ba­ kış açısında büyük aşamalar kaydettikten sonra, ulaştığını söy­ lüyor.10 Herbert’te benzer yaklaşımda: '... 1803’de kabul etmiş olduğu bilimsel pozisyon bir kuramcı yaklaşımı değildi. 1830 yılından sonra ortaya çıkan kuramcı Darwin, kendini olduğun­ dan dalıa fazla bir bilim uygulamacısı gibi göstererek, amaçlannı saklamaya çalıştı.11 Darwin’den önce yüz ifadeleri, (yüzün durağan biçiminin, şek­ linin, kıvrımlarının ve oranlarının kişilik karakterini yansıttığını be­ lirten) psigonomistlerin ana konusuydu. * 12 Darwin, ifadenin anato­ misi ile ilgilenen ve duygu üzerine yoğunlaşan, çağdaş üç hekimin yazdıklarından çok yararlandı. Halbuki bu bilim adamları, psigonomi ile kişiliği anlamak gibi bir olasılığı kabul etmiyorlardı. * Bu tür fikirler günümüzün popüler kitaplarında hala yer almaktadır. 13 Bunun hala geçerli olma nedeninin bir parça gerçeği içermesi olduğuna inanı­ yorum. Kişilikle ilgili bazı doğru izlenimleri, durağan özelliklerden değil de, yüz ifadesinden elde edebiliriz. Sürekli hüzün, sevinç veya kızgınlık ifadesini kişinin sürekli melankolik, coşkulu ya da düşmanca bir yaklaşımda olduğuna yorabiliriz. Yanlış izlenim de elde edebiliriz; örneğin, dudaklar kızgınlık anın­ da büzülür, böylece ince dudaklı kişiler genellikle düşman, kötü niyetli ve ar­ kadaş canlısı olmayan bir kişilikte kabul edilirler.M

29

Bir Fransız nörolog olan Duchenne de Boulogne, 1862’de15 öncü eserini Expression’ûan on yıl önce yayımladı. Kitabında yüz ifadelerini oluşturmak için hangi kasların hareket ettiğini ya­ zıyordu. Darwin Expression'da Duchenne’nin bazı fotoğraflarına yer verdi ve aynı zamanda bunları insanlara göstererek onların yorumlarını da aldı. Fransız anatomici Gratiolet’in ifade ile ilgili ders notları 1865’de yayımlandı. 1806’da Bell’in ifadeyi de kap­ sayan kas sistemi üzerine çalışmaları yayımlandı. Daha önce de açıkladığım gibi Darwin yüz ifadelerinin kökeni konusunda Bell’den ayrılıyor. Buna rağmen Bell’in açıklamalarını kullanmış ve onun gözlemlerinden övgü ile bahsetmiştir. Gratiolet, Bell veya Duchenne’ye pek önem veren kalmadı. Bugün hemen herkes yüz ifadeleri ile ilgili olarak yaptıkları araştırmalara Darvvin’in Expression adlı yapıtını başlangıç çalış­ ması olarak kabul ediyorlar. Fakat açıklanması gereken bir bil­ mece var. Expression her zaman kabul görmedi; hatta yakın bir zamana kadar yok kabul edildi. İngiltere’de 1872’de yayımlan­ dığında ise en iyi satan kitaplar arasındaydı. İlk dört ayda dokuz bin kopyası satıldı. Yeni yüzyıla girilince Amerika Birleşik Devletleri, Hollanda, Fransa, Almanya, İtalya ve Rusya’da da yayımlandı. Danvin’in zamanında eğitimli her birey onun çahşmalannı ve devrimci kuramını biliyordu. Expression yayımlan­ dığında, ‘... evrimci olmayan önemli bir biyolog kalmamıştı.”6 Bugün bilim adamları ve onun gibi düşünen insanlar Danvin’i tanıyorlar, ama ifadeler üzerine kaleme almış olduğu kitabı tanı­ mıyorlar. Bir çok biyologun bu kitaptan haberi bile yok; Psiko­ loji, Sosyoloji ve Antropoloji’de, yayımlandıktan yüz yıl sonra bile Expression fazlaca referans olarak kullanılmıyor. Bilmece şu: ‘Nasıl olur da dünyaca ünlü bir yazar tarafın­ dan kaleme alınan ve zamanının en iyi satan kitapları arasında yer alan bir kitap doksan yıldır sanki unutuluyor? Neden kayıp? Nasıl yeniden keşfedilecek? Böyle ilgi çekici bir konuda kışkır­ tıcı bir başlıkla- İnsan ve hayvanlarda duyguların ifadesi - bir kitap yazan, renkli bir yazar bu duruma nasıl düşer? Bu bilme­

30

ceyi açıklayabilecek beş faktör olduğuna inanıyorum/ * Expression bir çok bilim adamı tarafından eleştirildi, çünkü onlara göre Darwin anthropomorphism - İnsanların duygu ve düşüncelerini hayvanlarınkilerle özdeşleştinnek- suçu işliyordu. Sadece diğer hayvanlar tarafından ifade edilen ifadeleri açıkla­ mıyor, onlann duygularından da bahsediyordu. Örneğin, may­ munlarda zevk alma, üzüntü, tedirginlik, kıskançlık gibi duygu­ ların olduğunu açıklıyordu. Amerikalı zoolog Michael Gishelin, Darwin’in hayvanların duygularından bahsederken, bakış açısı­ nın anlaşılabilmesi amacı ile özel bir üslup kullandığına inanı­ yordu.17 Fakat daha fazlası vardı; Darwin duyguların ve ifadele­ rin sadece insanlara ait olmadığına hem kendi inanmıştı, hem de okuyucularını inandırmaya çalışıyordu. Çok yakın zamana kadar bazı çağdaş hayvan davranış bilimci­ leri hayvan davranışlarını duygulara bağlı olarak açıklamaktan nef­ ret etmekteydiler. Bu bilimsel değildi. Bunun yerine sadece hayva­ nın davranışlannı tanımlıyor ve bunun duygularla ilişkisi konusun­ da ise sessiz kalıyorlardı. Psikolojide oluşan davranışçı yaklaşımın kaynaklandığı aynı düşünce tarzı burada da ortaya çıkıyordu. Bu yaklaşıma göre bilim adamları doğrudan gözlemleyemedikleri kav­ ramlarla ilgilenmezlerdi. Düşünme, planlama ve duyumsama bilim­ sel çalışmadan aforoz edilmişti. Ghiselin şunu söyleyen bir bilim adamından bahsediyor: ‘Darwin sahibinin bacaklarına sürtünen bir kediyi tarif ederken duygusal bir konum içerisinde oluşundan değil, ama karşı konulmaz bir çekimle bu işlevi yerine getirdiğinden bah­ setmeliydi/18 Bu tür davranışçı bir yaklaşım artık çok kan kaybet­ mektedir. Düşünme, yeniden bilimsel araştırma için kabul edilir bir yaklaşım olmuştur. Duygular üzerine araştırmalar da psikolojinin en etkin yaklaşımlarından birisidir. * Kitabın sonunda yer alan ekte, Darwin’in resimleri kullanmasına açık­ lamalar getirerek, bu kitaba katkıda bulunan İngiliz sanat tarihçisi Phillip Prodger altıncı bir faktörden bahsediyor. Kitabın popülerliğinin kaybolma ne­ deni fotoğrafların yayımlandığı yüzyıla ait olmaları. Doğru olabilir, ama ben modern olmayan bu fotoğrafların okuyucunun daha çok ilgisini çektiğine ina­ nıyorum.

31

Hayvan davranışlarını inceleyenler arasında ifadelerin duygu­ lar sonucu mu oluştuğu, yoksa içsel psikolojik değişimlere mi bağlı olduğu konusunda anlaşmazlık var. Bazıları ifadeyi sadece bir ileti­ şim sinyali olarak kabul etmenin daha doğru olacağını düşünüyorlar ve bir çok çalışma sadece hayvanların ne yaptığını anlatarak, bu yaklaşımla yapılıyor. (Kitabın Son Sözünde bunun neden yanlış bir yaklaşım olduğunun açıkladım. Bir ifadenin duygusal mı olduğunu, yoksa bir iletişim sinyali mi olduğunu seçmemize gerek yok, çünkü her ikisi de.) Başka bilim adamları işaretin kabul edilmesinin Dar­ vin’i haklı çıkaracağını, çünkü bunların duyguların işaretleri oldu­ ğunu belirtiyorlar. Amerikalı primatolog Suzanne Chevalier- Skolnikoff şöyle yazıyor: ‘Davranışsal süreçlerin incelenmesi ve davra­ nışın çalışma biçiminin anlaşılması sonucu, primatologlar insan ol­ mayan varlıklardaki yüz ifadelerinin duygusal yapıda yorumlanma­ sının doğru olduğu konusunda emin olmuşlardır.’19 Hayvanların duygulan olduğu konusunda fikir birliğine va­ ranlar, bu duygulann çeşitleri konusunda ise fikir birliğinde de­ ğiller; bu konuda insan duygularını da inceleyenler bir fikir bir­ liğine ulaşmış değiller. Bir çoğu, insanlann en az farklı beş duy­ guyu ifade ettiklerini belirtiyorlar: Kızgınlık, korku, hüzün, iğrenme ve mutluluk. Tartışma, bunların dışında neler olabileceği konusunda. Hayvan davranış­ larını inceleyen bir çok kişi farelerden maymunlara kadar türler­ deki korkuyu tanımladılar; oyun (mutluluk?) ve saldırganlık (kızgınlık?) da bir çok hayvanda genellikle tanımlandı. Bu, daha başka hayvanlarda nasıl olur, nasıl yaşanır; ifade ve korku vs. gibi duygusal psikoloji, bir türden diğerine nasıl değişir henüz açıklığa kavuşamadı. Hayvanlarda duyguların varlığını kabul edenler arasında, hayvanların bu duyguları algılayıp algılamadığı konusunda henüz bir fikir birliği yok. Hayvanlar - insanlardan farklı olarak- ne duyduklarının farkındalar mı? duymak istediklerini düşünebilir­ ler veya yaşamayı bekleyebilirler mi? Duygusallık, bu tür faikın­ da olmak ve onunla ilgili olmak kelimelerini gerektirir mi? 20

32

Bu soyut ya da akademik bir soru değildir. Bunun, ateşli ve çağdaş ahlaki tanışmaların üzerinde doğrudan etkisi vardır. Darwin’in türlerin devamlılığı üzerindeki tezi ve özellikle hayvan­ ların duygularının olduğunu ifade etmesi hayvan hakları koru­ yucularına bir taban sağlamaktadır. Hayvanlann acı öncesi kor­ ku duyduklarını, yakınlarından ayrıldıklarında hüzün ve ıstırap duyduklarını ve sadece bu duygulan duymadıkları aynı zaman­ da farkında da olduklarını kabul edersek, o zaman hayvanlar üzerinde deney yapmamızın kabul görmesi, onları hayvanat bahçelerinde kafes içerisinde tutmamız, şu anda kullandığımız bazı kesim yöntemlerini uygulamaya devam etmemiz oldukça güçleşecektir. Hatta bazdan, hayvanlan yemenin doğru olup ol­ madığını düşüneceklerdir. Expression'ın hakettiği etkiyi gösterememesi ile ilgili ikinci neden ise, Darwin’in kitabını sistemli bir bilgi yerine söyleşilere dayandırmasına bağlıdır. Darwin’in anthropomorphism yaklaşı­ mı içersinde olduğu hususu tartışma götürür, ama anlatıma da­ yalı bir bilginin bilimselliği kuşkuludur. En iyimserce kuşkulu­ dur, açıklamak amacı ile iyi olabilir, ama bir gözlem testi için kabul edilemez. İzlenen davranış miktarı çok azdır, içerisinde oluştuğu ortam ile ilgili fazla bir bilgi yoktur, ve gözlem yapan kişinin düşebileceği kişisel yanılgılar hiçbir biçimde test edil­ memiştir. Darwin anlatımlara bağlı bilgide var olan problemlerin farkındadır, ve davranışların oluştuğu ortamı tam anlatan bir rapora daha çok önem vermektedir. Fakat o da, başkalarının verdiği bilgilerle sınırlıdır, çünkü hastalığı nedeni ile kırk iki yıllık yaşamının son yıllarında, temel kitaplarını yazdığı dö­ nemlerde eve bağımlı kalmıştır. Yazıştığı bir çok kişiden bilgi almıştır. Üzerinde çalıştığı bazı fotoğrafları satın almış, diğer­ lerini elde etmiştir. (Janet Browne bana şöyle yazdı: ‘Sanırım sağlığı yerinde olsaydı da bu toplama yöntemini kullanırdı. Bu onun tercih ettiği bir araştırma yöntemiydi’.) Bazen yanıltıcı veri ile uğraşmasına rağmen, onun gücü, kuramını test etmek

33

için çok fazla veri kullanmasında yatıyor. Değişik kültürlerde yaşayan kişilerle, çocuklarla, delilerle, körlerle ve bir çok hay­ vanla ilgili başkalarından veriler topladı. Bugüne kadar duygu­ sal ifade üzerine yazı yazan hiç kimse bu kadar değişik kayna­ ğı kullanmadı. Bu kitabın ilgi görmemesinin üçüncü olası nedeni, Dar­ vin'in ifadelerin kökenini açıklarken bunu zamanının genel dü­ şüncelerine bağlı olarak yapmasıydı. Ancak bugün, insanların ömürleri boyunca elde ettikleri tüm özelliklerini miras yolu ile aldıkları fikri geçerli olarak kabul edilmiyor. Elde edilmiş özel­ liklerin miras yolu ile geldiği düşüncesinin en önemli savunuculanndan olan Fransız bilim adamı Jean Baptiste de Lamarck, bi­ yoloji terimini ilk kullanan kişidir. Hayvanın pozisyonunu geliş­ tirme çabası sonucu evrim oluşur. Zoological Philosophy (1809) adlı kitabında bunu açıklayan iki yasadan bahsediyor. Organlar sürekli kullanım sonucunda gelişirler ve aksi durumda geriler­ ler. Böylece gelişim veya önemini kaybetme oluşumu miras ola­ rak gelecek nesle aktarılır. Bu elde edilmiş özelliklerin kalıtımı veya kullanımın kalıtımı olarak bilinir. Elde edilmiş özelliklerin kalıtımı konusunu, Danvin’in ne kadar kabul ettiği Danvin uzmanlannca tartışılmaktadır,21 ancak şüphe yoktur ki bir çok ifade kökenini açıklarken bu ilkeyi esas almıştır. Örneğin şöyle yazmaktadır: ve kalıtımdan bildiği­ miz kadanyla, aktarılan bir alışkanlığın, dölde, ebeveynlerinin ifade ettiği yaştan daha önce ortaya konması olasıdır.’ (s. 82) Ve yine: ‘Bu tür alışkanlıklar sıkça veya genellikle miras olarak ge­ lir’ (s. 90) Danvin kalıtımın nasıl işlediği konusunu bir türlü an­ layamamıştır. Amerikan tarihçisi Cari Degler şöyle yazıyor: ‘Gregor Mendel’in müthiş çalışması, Origin of Species’den hemen sonra yayımlanmış olmasına rağmen, ondokuzuncu yüzyılın bir çok doğa bilimcisi gibi, Danvin de Mendel genetiğinin ilkelerinin farkında değildi. (Mendel’in genetiğin temel ilkeleri üzerine ya­ zılmış olan kitabımn hiç açılmamış bir kopyası Darvin’in ölü­ 34

münden sonra kütüphanesinde bulundu.) * Kullanımın kalıtımı­ nın yanlış olduğunun bilimsel olarak kanıtlanması ilk kez Al­ man embriyoloji uzmanı ve bir Darwin hayranı olan August Weisman’ın çalışmasında yer aldı. Darvvin’in ölümünden yedi yıl sonra Weisman şunu açıkladı: ‘Hayvanın bünyesinde veya davranışlarında hayatı boyunca meydana gelen değişiklikler... bebekliğinde görülmüyor.’23 Expression'\x\ önemini yitirmesinin dördüncü nedeni ise, Danvin’in duygusal ifadelerin kökenini iletişimse! önemi açı­ sından ele almamasıydı. Bugün daha çok duyguların neden ve nasıl iletildiği üzerinde duruluyor. İletişim üzerinde durmadığı

için, Danvin’in yaklaşımları çağdaş yaklaşımlarla ilişkisiz görü­ nüyor. Böylece bir çok kimse, çalışmalann içersinde bulunan iletişimle doğrudan ilgili bilgileri gözden kaçırıyor. İletişimin nasıl gelişip saklandığını rahatlıkça açıklayabilirdi, çünkü evrim sürecinde türün bir üyesi diğerinden ifade yoluyla ortaya konan duyguyu izleyerek bilgi alabiliyor, hatta bu türler arası için de geçerli. Danvin bu açıklamayı yapmadı. Kitabının sonuna kadar ifadelerin nasıl bilgi ilettiği konusuna değinmedi. Son bölümde yazdığı bir paragrafta ifadenin iletişimsel bir değeri olduğundan bahsediyor, ama bunun evrimle ilişkisini kurmuyor. Darwin neden sürekli olarak ifadenin iletişim değerinden uzak kaldı? Bunu düşünmüş ve bu yolu seçmemeye karar vermiş olmalı. Düşünebiliriz ki, eğer Darwin iletişim ile ilgilenirse, yaratılışçılara karşı olan savaşım gücünün zayıflayabileceğim hesaba kattı. Sir Charles Bell’in, ifadelerin insana yaratıcı tarafından iç­ sel duyguların iletilmesi amacı ile verildiğine dair açıklamasını hatırlayın. Darvvin iletişimle hiç ilgilenmeyerek, Bell ile daha ko­ lay başa çıkabileceğine inanmış olabilir. Amerikan tarihçisi Ric* Darwin’in evini ziyaret ettiğim zaman Kari Marx’ın özel ithaf edilmiş olab Das Kapital'inin doksanıncı sayfasından sonrasının açılmamış olduğunu gördüm. Marx’ın, Darvin’in yazım şekliyle fazla ilgilenmemiş olması şaşırtı­ cı. Marx bir mektubunda şöyle diyor: ‘Danvin’in kitabı çok önemli ve tarihsel sınıf mücadelesine doğal bilimler açısından ışık tuttuğu için de bana uygun geliyor. Tabii ki kaba İngiliz tarzı anlatımına dayanmak gerekiyor.’22

35

hard Burkhardt Jr. şöyle yazıyor: "... Yaratıcı tarafından insanda sözsüz iletişim için bazı özel yapılaşmanın sağlandığı fikrine kar­ şı çıkmak amacı ile, Darwin sanki çok fazla tepki gösteriyor../24 Expression’ın dikkate alınmamasında en sonuncu, belki de en önemli neden ise, bunun hem öneminin devam etmesinin ve aynı zamanda unutulmuş olmasının da nedeni. Bu, Danvin’in kanıtlarının ifadenin içsel olduğunu göstermeleridir. Böylece evrimin bu işaretleri bizim evrimimizin bir ürünü ve bizim do­ ğamızın bir parçası oluyor. Bu doğmalar dünyası ile tamamen çelişkili. Davranış Psikolojisinin kurucusu olan Watson, sosyal davranışlarımızın açıklanmasında kalıtımın rolünü reddediyor. İnsanı anlamamız için sadece öğrenilene bakmalıyız. Ona göre öğrenmek psikolojinin odak noktasıdır. Watson’un fikirlerinin popüler olması demokratik Zeitgeist le uyumlu olmasına bağlı olabilir- eğer insanlann eşit şekilde yardımsever bir çevresi ol­ saydı, insanlar o zaman eşit olurlardı. Eşit şans, her yönüyle ay­ nı olan kadın ve erkekler yaratacaktı. Ghiselin Şöyle Yazıyor: ‘Bu demokratik coşkuya sempatiyle bakmak çok kolay, ama gerçeği gizleyen zararlı etkilerini göz ardı edemeyiz... Metafizik nedenlerle kalıtımı reddetmek sadece psikolojinin gelişimini en­ geller. Aynca üzüntülü bir şekilde izliyorum ki demokratik top­ luluklar her parçalan ile bir tür doğmaya yatkınlar ve böylece Sovyetler Birliği Mendel kalıtımını kabul etmiyor ve Lysenkoculuk kucaklanıyor. Zira ikinci görüş, Watsonist görüş gibi süre­ gelen yaklaşıma uyum gösteriyor. * 25 * Trofim Dcnisowich Lysenko (1898-1976). Stalin devrinde önem ka­ zanmış Ukranya’lı biyoloji uzmanı ve bitki psikologudur. Mendel’in genetik üzerine koyduğu ve Sovyetler Birliği dışında kabul gören ilkelerin oldukça yanlış olduğunu belirtmiştir. Mendel’in fikirlerini kabul edecek bilim adamla­ rının itibar kaybedeceklerini bildirmiştir. Bu ilkelerin yerine, bir nesilde elde edilebilecek tüm değişikliklerin diğer nesle aktarılabileceğini iddia etmiştir. Kalıtımın kullanımı olan, neo- Lamarkist bu düşünce, genetik kısıtlamalar ol­ madan toplumun insanı tamamen yeniden şekillendirebileceğine dair Sovyet rüyası ile uyumluydu. Sovyet Rusya ancak 1964 yılında, Khruschev dönemi­ nin sonunda, Mendel genetiğinin, öğrenilmiş davranışın genetik yolu ile aktarılamayacağı yaklaşımına dönerek, tüm dünya gibi düşünmeye başladı.

36

Antropoloji, davranışçılık ile ilgili kendi paralelliğine sa­ hip: çiftleşme, doğum öncesi ve çocuk yetiştirme gibi sosyal yaşamın en temel öğelerinin kültür tarafından tanımlanması ve bölgeden bölgeye değişmesi konuları üzerinde duruyor. Bir çok antropoloji bilimcisi, ifadeye içsel hiçbir neden gösterile­ meyeceğini ve kültürler arası evrensellik olamayacağını ifade ediyorlar. Hala Antropoloji evrensellikten çok görecelilik üze­ rine kurulu26 Bugün, bilim adamlarının çoğu bu kadar kesin bir göreceli­ ğe karşılar: Hem doğa, hem de kültür insan davranışlarını etki­ lemektedir. Duygular, hem insan evriminin (özellikle psikoloji ve ifade), öğrendiklerimizin (özellikle duygularımızı düzenleme çabalarımız gibi), duygularla ilgili yaklaşımlarımızın ve bunlan sözlü ifademizin toplamıdır. Kültürel Görececiler veya Sosyal Yapısalcılar hala aynı fikirde değiller, ama fikirleri bilimsel çev­ relerce fazla geçerli kabul edilmiyor. Düşünsel hava değişti; bu­ gün Danvin’in Expression'\ daha çok ilgi görüyor. Birbiri ardısıra gelen bir çok etken birleşerek bu değişimi yarattı. 1960 yıllarının sonunda ve 1970 yıllarının başında ifa­ denin evrensel olduğuna ait bir çok yayın yapıldı. Davranışçılı­ ğın kısıtlı çerçevesi hayal kırıklığı yaratırken, düşünce ve fikir­ lerin incelenebilirliği yeniden kabul edilerek bilim bu yönde kendini organize etti. İzlenemeyen kavramlann da bilimsel çer­

çevede incelenebileceği kabul görünce, duyguların da incelene­ bilmesi bunun bir adım ötesi oldu. Davranışsal genetiğin hızlı gelişimi ve insan doğası ile ilgili çalışmaların sonuçlan, insan doğasını da önemle incelenecek bir faktör durumuna getirdi. Beyinle ilgili olarak elde edilen yeni bilgiler ve böylece bir­ biri ardına gelen bir çok psikolojik özelliği anlama başansı da diğer faktördür. İnsanın genetik yapısının anlaşılması ve genetik açıdan insanlann nasıl birbirlerinden ayrıldıklannın çözülmeye başlaması ile düşünsel ve bilimsel hava değişti. Kültür sadece önemini yitirmedi, aynı zamanda insan davranışını şekillendiren tek etmen olarak da düşünülmez oldu.

37

Geçen beş yılda, Darwin ilgisinde bir yeniden doğuş yaşan­ dı. Üç biyografisi yayımlandı. Sade vatandaş için evrim kuramı­ nı açıklayan, birçok kitap yayımlandı. Danvin fikrini temel alan yeni bir evrim psikolojisi alanı ortaya çıktı. Şimdi Expression okuma ve insan ve hayvanlardaki duygulan kavramak için on­ dan yararlanmanın zamanı. Şimdi Darwin’den hayatımızın en içsel ve özel yönlerini öğrenme zamanı- duygulanmızı ve onun dışa açılımı olan ifadelerimizi.

38

İÇİNDEKİLER VE İLK BASKIYA ÖNSÖZ BÖLÜM I İfadenin genel ilkeleri Belirtilen üç ana ilke - İlk ilke - Kullanışlı hareketler, zihnin bazı durumlarıyla beraberce, alışkanlık oluyorlar ve herhangi bir durumda yararına bakılmaksızın kullanılıyorlar - Alışkanlığın gücü - Kalıtım İnsanda, birleşik davranış hareketleri - Refleks hareketleri - Refleks hareketlerine dönüşen alışkanlık hareketleri - Alt seviyeli hayvanlar­ da, Birleşik davranış hareketleri - Son sözler

BÖLÜM II İfadenin genel ilkeleri - devam ediyor Antitez ilkesi - Kedi ve Köpekten örnekler - İlkenin kökeni Geleneksel işaretler - Antitez ilkesi, zıt dürtüler altında bilinçli olarak ortaya konulan hareketlerden kaynaklanmamıştır BÖLÜM III İfadenin genel ilkeleri - sonuç İstekten bağımsız ve alışkanlığın bir parçası olarak, bedendeki uyarılmış sinir sisteminin, doğrudan hareket ilkesi - Saçta renk değişi­ mi - Kasların titremesi - Değişen salgılar - Terlemek - Aşın derecede acı ifadesi - Kızgınlık, büyük sevinç ve korku üzerine - İfade hareket­ lerine neden olan ve olmayan duygular arasındaki zıtlık - Zihnin he­ yecanlı ve durgun durumları - Özet y’’

BÖLÜM IV Hayvanlarda ifadenin yolları Seslerin yayılması - Dokunaklı sesler - Diğer şekilde üretilen sesler - Kızgınlık ve korku duyguları altında, deri uzantılarının, kılla­ rın, tüylerin vs. dikileşmesi - Kızgınlık ve kavga hazırlığı ifadeleri olarak, kulakların geri çekilmesi - Dikkat işareti olarak, kafanın kaldı­ rılması ve kulakların dikilmesi 39

BÖLÜM V Hayvanlarda özel ifadeler Köpek, çeşitli ifade hareketleri - Kediler - Atlar - Geviş getiren­ ler - Maymunlar, sevinç ve sevgi ifadeleri - Acı ile ilgili - Kızgınlık Şaşkınlık ve korku BÖLÜM VI İnsanlarda özel ifadeler: acı çekmek ve ağlamak Çocukların bağırmaları ve ağlamaları - Yüz ifadelerinin şekilleri -Ağlamanın başladığı yaş - Ağlama üzerindeki alışkanlık kısıtlamala­ rının etkisi - Hıçkırmak - Haykırma sürecinde, göz etrafındaki kasla­ rın büzülmesinin nedenleri - Gözyaşı akmasının nedenleri

BÖLÜM VII Keyifsizlik, endişe, üzüntü, neşesizlik, ümitsizlik Üzüntünün, sistem üzerindeki genel etkisi - Acı altında kaşların eğimi - kaşların eğiminin nedeni üzerine - Ağzın kenarlarındaki bü­ zülme üzerine • BÖLÜM VIII Sevinç, Keyif alma, sevgi, ince duygular, bağlılık Kahkaha, temel sevinç ifadesi - Komik fikirler - Kahkaha esnasın­ da, yüz ifadelerinin hareketleri - Üretilen sesin doğası - Yüksek kahka­ ha esnasında gözyaşlarının akması - Yüksek kahkahadan nazik bir gü­ lümsemeye geçiş - Keyif alma - Sevgi ifadesi - İnce duygular - Bağlılık BÖLÜM IX Düşünme - Düşünceye dalmak - Kötü durum Asık surat - Azim Kaş çatma eylemi - Zor veya kabul edilmez bir şeyin algılanma­ sında, veya gayretle düşünmek - Dalgın düşünceye dalmak - Kötü du­ rum - Suratsızlık - Dik başlılık - Surat asmak ve somurtmak - Karar­ lılık veya azim - Ağzın sıkıca kapalı olması BÖLÜM X Nefret ve kızgınlık Nefret - Öfke, sistem üzerinde etkileri - Diş göstermek - Delide

40

öfke - Kızgınlık ve gazap - İnsanların çeşitli ırkları tarafından ifade edildiği şekilde - Dudak bükmek ve meydan okumak - Yüzün bir tara­ fındaki köpek dişini göstermek

BÖLÜM XI Hor görmek - Küçümsemek - İğrenmek - Suçluluk - Gurur vs. Çaresizlik - Sabır - Onaylamak ve Ohımsuzlamak Küçümsemek, burun kıvırmak ve hor görmek, çeşitli ifade biçim­ leri - Alaylı gülümseme - Küçümseme ifade eden hareketler - İğren­ mek - Suçluluk, hile, gurur vs. - Çaresizlik veya yetersizlik - Sabır Dik başlılık - Bir çok insan ırkı için geçerli olan, omuz silkmesi - on­ ay ve olumsuzlama işaretleri BÖLÜM XII Hayret - Şaşkınlık - Korku - Dehşet Hayret, şaşkınlık - Kaşların kalkması - Ağzın açılması - Dudak­ ların ileri çıkması - Şaşkınlıkla beraber yapılan hareketler - Beğenmek - Korku - Dehşet - Saçların dikilmesi - kas gerilmesi - göz bebekleri­ nin açılması - Aşırı korku - Sonuç

BÖLÜM XIII Kendine dikkat göstermek - Utanç - Çekingenlik Alçak gönüllülük: yüz kızarması Yüz kızarmasının doğası - Kalıtım - Bedenin en çok etkilenen bölümleri - İnsanın çeşitli ırklarında yüz kızarması - Beraberindeki hareketler - Akıl karışıklığı - Yüz kızarmasının nedenleri - Kendine dikkat göstermek, temel unsur - Çekingenlik - Geleneksel ilkelerin ve ahlaki yasaların delinmesi sonucu utanç - Alçak gönüllülük - Yüz kı­ zarma kuramı - Özet BÖLÜM XIV Son cümleler ve özet İfadenin temel hareketlerini oluşturan üç önemli ilke - Kalıtım Değişik ifadelerin elde edilmesinde, istek ve niyetin oynadığı rol üze­ rine - İfadenin içgüdüsel kabulü - Konumuzun, insanlığın atalarının özel birliği üzerindeki önemi - İnsanlığın atalarının, ardışık olarak çe­ şitli ifadeleri elde etmesi üzerine - İfadenin önemi - Sonuç

41

CHARLES DARWIN

İLK BASKIYA ÖNSÖZ İfade1 üzerine bir çok çalışma yapıldı, ama daha fazlası psigonomi üzerine - yani, özelliklerin sürekli formlannın incelen­ mesi ile yapının anlaşılması. Bu ikinci konuyla neden ilgilen­ medim? Göz attığım eski incelemelerin2 bana bir yardımı olma­ dı. 1667 yılında yayımlanan ressam Le Brun’un, ünlü Conferences’ı\ bilinen en eski eserdir ve bazı iyi fikirler içermektedir. Discours’te 1774- 82 yıllarında, ünlü HollandalI anatomici olan Camper’ tarafından yayımlanan başka bir eski eserdir ve konu üzerinde belirgin bir gelişme sağladığı düşünülemez. Şu eserler ise, aksine, yakın dikkat gerektirmektedir. Fizyoloji konusundaki buluşlarıyla dikkat çeken. Sir Charles Bell, Anatomy and Philosophy of Expression adlı kitabının ilk bas­ kısını 1806, üçüncü baskısını da 1844 yılında yayımladı.5 Adil bir şekilde, sadece, bir bilim dalı olarak konunun temellerini ortaya koymadığı, fakat aynı zamanda değerli bir yapı kurduğu da söyle­ nebilir. Çalışması her yönüyle derin bir biçimde ilgi çekiciydi ve değerli bir biçimde sunulan, çeşitli duyguların grafik açıklamaları vardı. Çalışmalarının özellikle, solunum sistemi ve ifade hareketle­ ri arasındaki yakın ilişki üzerine olduğu kabul edilir. Başta önem­ siz görünse de, en önemli noktalardan birisi, zor nefes alma du­ rumlarında, bu nazik organları kan basıncından korumak amacıyla, göz etrafındaki kasların istem dışı gerilmelerdir. Bu, Utrecht’ten Profesör Donders’in yardımlarıyla, benim derinlemesine inceledi­ ğim bir konudur ve bundan sonra da göreceğimiz gibi, insan yüzü­ nün bazı en önemli ifadelerine ışık tutacaktır. Sir C. Bell’in çalışmasının özellikleri yeteri kadar değerlen­ dirilememiştir. Bazı yabancı yazarlar tarafından gözardı edil­ mekle beraber, M. Lemoine gibi başkaları tarafından şu sözlerle tamamen kabul edilmiştir: ‘Le livre de Ch. Bell devrait etre me-

42

dite par quiconque essaye de faire parler le visage de l’homme, par les philosophes aussi bien que par les artistes, car, sous une apparence plus legere et sous le pretexte de l’esthetique, c’est un des plus beaux monuments de la Science des rapports du physique et du moral ’6 (‘Charles Bell’in kitabı, insan yüzüne ses getirmeye çalışan bütün filozoflar ve sanatçılar tarafından incelenmelidir; çünkü yapay görünüm altındaki ve estetik nedenlerle bu kitap, fiziksel ve ahlaki alanların ilişkileri açısından, bilimsel çalışmanın en etkili eserlerinden biridir.’) Darwin, Bell’in bu kitabı, bazı yüz kaslarımızın tanrı tarafından insan duygularının ifadesi amacıyla ve­ rildiği savını eleştirmek için yazdığını söylememekte­ dir. 1867 yılı Mart ayında, Alfred Russel Wallace’ye yazdığı bir mektupta, Darwin şöyle demektedir: ‘Yine de Sir C. Bell’in... bazı kasların insana, yalnızca diğer­ lerine duygularını açıklamak üzere verilmiş olduğuna dair bakış açısını yıkmak istiyorum.’el Darwin, otobi­ yografisini yazarken, kelimelerini daha dikkatli seçti, ‘Gelen yılın yazında, 1840, Sir C. Bell’in ifade üzerin­ deki övgüye değer eserini okudum ve bu benim konuya duyduğum ilgiyi arttırdı, yine de bazı kasların sadece ifade amacı ile yaratıldığı inancına katılmıyorum.’clb Bu konu ile ilgili olarak, Janet Browne şöyle yazıyor: ‘Eğer Darwin, yüz kasları ile ilgili olarak, bizi açık bir şekilde doğaya bağlayan başka daha pratik bir amaç • gösterebilseydi, Bell ve diğer teologların savlarını zayıf düşürebilirdi ve evrimin bir ürünü olarak ifadeyi güçlendirebilirdi.’c2 (Bunu giriş bölümünde ortaya koymuş­ tum) Darwin, daha sonra Expression9Ğa> Bell’in bazı belirli savları ile ilgili olarak nasıl fikir birliğinde olma­ dığını açıkladı: Örneğin, hayvanların, insanlara göre da­ ha kısıtlı ifadeleri olması (s. 182), hangi kasların istem içi kontrol altında oldukları (s. 252) ve kaş çatma kası­ nın insana özel olduğu (s. 255) gibi.

43

Şimdi anlatılacak olan nedenlerle, Sir C. Bell, görüşlerini geliştirilmesi gerektiği yere kadar götürmedi. Değişik kasların, değişik duygular altında, neden harekete geçtiğini açıklamaya çalışmadı; örneğin, neden, endişe veya üzüntü duyduğumuzda, kaşlarımızın iç uçları kalkar ve dudaklarımızın köşeleri büzülür. Bell gibi, bu soruyu sormayan Darwin, neredeyse bütün yüz ifadesi ile ilgili çalışmalarda, aynı eleştiriyi yapabilirdi. Darwin neden sorusunu soran tek bilim ada­ mıdır- bu duygu için neden bu özel yüz ifadesi de, başka bir ifade değil.

1807 yılında, M. Moreau Lavater’in psigonomi üzerinde bir baskısının editörlüğünü üstlendi. * Buraya, çok değerli fikir­ lerle birlikte, yüz kaslarının mükemmel tanımlarını içeren bazı makalelerini koymuştu. Yine de konunun felsefesi üzerine çok az ışık tutmaktadır. Örneğin, M. Moreau, kaş çatılması eylemini anlatırken, yani, Fransız yazarlar tarafından sourcilier (Corrugator supercilii) olarak adlandırılan kas gerilmesi, şu gerçeği * L’Art de connaitre les Hommes, vs., J. L. Lavater. On ciltlik 1820 yılı baskısında, 1807 yılında yayımlandığı söylenen, bu çalışmanın ilk baskısının, M. Moreau’nun izlenimlerini içerdiğinden bahsediliyordu; ve benim bunun doğruluğundan şüphem yok. çünkü cildin başındaki, ‘Notice sur Lavater’ 13 Nisan 1806 tarihini taşıyordu. Bazı bibliyografik çalışmalarda ise, 1805- 9 ta­ rihi verilmekledir; fakat 1805 tarihinin doğruluğu olanaksız görünüyor. Dr. Duchenne şöyle diyor: (Micanisme de la Physionomie Humaine, 8 c., 1862 s. 5 ve Archives Gentiales Medetine, Jan. Et Fev., 1862, M. Moreau’nun 'a composi pour son ouvrage un article important’, vs., 1805 yılında; baskının, 12 Aralık 1805 ve 5 Ocak 1806 ve yukarda bahsi geçen 5 Ocak 1806 tarihleri­ ni içeren bölümleri olan, 1820 yılı ilk cildini buldum. Böylece 1805 yılında düzenlenen bu bazı bölümlerin sonucunda, Dr. Duchenne, gördüğümüz gibi, eseri 1906 yılında yayımlanan M. Moreau’ya, Sir C. Bell’e göre öncelik tanı­ yor. Bu bilimsel çalışmaların önceliğine karar vermek için çok alışılmış bir yöntem değil; fakat bu tür sorular göreli değerlerini karşılaştırmak açısından önem taşımıyorlar. M. Moreau ve Le Brun’a ait olan, yukarıdaki bölümler, bu­ rada ve diğer durumlarda Lavater’in 1820 yılı baskısından alınmışlardır, c. iv s. 228 ve c. ix s.279.

44

belirtiyor: ‘Cette action des sourciliers est un des symptömes les plus tranches de l’expression des affections penibles ou concentrees. ‘(‘Kaşın bu hareketi, yoğun veya acı olan duygularının en belirgin işaretlerinden birisidir.’) Sonra, bu kaslann bağımlı­ lık ve pozisyonlan açısından, ‘â resserrer, â concentrer les pıincipaux traits de la/ace, comme il convient dans toutes ces passions vraiment opressives ou profondes, dans totes ces passions vraiment oppressives ou profandes, dans ces affections dont le sentiment semble porter l’organisation â revenir sur elle- meme, â se contracter et â s’anıoindrir, comme pour ofrir moins de prise et de surface â des impressions redoub.ables ou importunes. ‘(‘Gerçekten baskıcı veya derin olan tür. ihtiraslann unsurlan gibi, yüzün temel özelliklerini bir araya t jplayarak odaklanmak; daha az hakimiyet sağlar gibi, organizmayı durgun hale getiren duygulann, korkutucu ve rahatsız edici izlenimlerine dar bir yü­ zey sağlamak için, kasılmak ve büzüşmek.9) Bu tür fikirlerin, değişik ifadelerin anlam veya kökenlerine ışık tutacağını düşü­ nerek, konuya, benim bakış açımdan farklı bakmaktadır.

Lavater’in, yüzün şekil ve büyüklük özelliklerin­ den, kişiliğin ortaya çıkartılabileceği iddiası, Darvvin’den 50 yıl öncesinden beri popülerdi ve neredeyse Darwin’in kariyerine mal oluyordu. Geminin kaptanı Robert Fitz-Roy, Lavater’in düşüncelerini Darwin’in yüzüne uygulayarak, uzun bir deniz yolculuğu için uy­ gun olmadığını düşünmüştü ve bu neredeyse onun Beagle yolculuğuna katılma şansına engel oluyordu. Darwin bunu Autobiography ‘de anlatır: ‘... Fritz- Roy ile arkadaş olunca, burnumun şekli nedeniyle, reddedil­ mekten son anda döndüğümü duydum! Laveter’in ateşli bir takipçisiydi ve bir insanın dış görünüşünden, kişisel özelliklerinin değerlendirilebileceğine ikna olmuştu; be­ nim burnuma sahip herhangi bir kişinin, bu yolculuk için yeterli enerji ve azim sahibi olabileceğinden şüphe­ liydi. Sonra burnumun yanlış izlenim yarattığına ikna olmuştu.03

45

Eğer Fritz-Roy, Genç Danvin’in beraber gelmesini kabul etmeseydi, ne olacağını kestirmek çok güç. Darin * win yolculuğu anlatımına giriş kısmında, Leonard Engel şöyle yazıyor: ‘Modern insanın dünyaya bakış açısı üzerindeki etkisiyle, Kolomb’un gezisinden bugü­ ne kadar hiçbir gezi, bu kitapta anlatılanlara uymamış­ tır.. Beagle yolculuğu esnasında, Danvin’in izlediği ve onu The Origin of Species yoluna götüren, yaşayan ve yok olanların, geniş ve değişen bir panaromasıydı.’c4

Yukarıdaki bölümde, konunun felsefesinde ve ressam Le Brun’un 1667 yılında korku ifadesini anlatırken söylediğinin ötesinde az bir gelişme var: ‘Le sourcilier qui est abaisse d’un cöte et ele ve de l’autre, fait voir que la partie elevee semble le vouloir joindre au cerveau pour le garantir du mal que l’âme aperçoit, et le cöte qui est abaisse et qui paraît enfld, nous fait trouver dans cet etat par les esprits qui viennent du cerveau en abondance, comme pour couvrir l’âme et la defendre du mal qu’elle craint; la bouche fort ouverte fait voir le saisissement du coeur, par le sang qui se retire vers lui, ce qui l’oblige, voulant respirer, â faire un effort qui est cause que la bouche s’ouvre extremement, et qui, lorsqu’il passe par les organes de la voix, forme un son qui n’est point articule; que si les museles et les veines paraissent enfles, ce n’est que par les esprits que le cer­ veau envoie en ces parties-lâ. ‘(‘Bir yönde aşağı düşmüş, diğer tarafta yukan kalkmış olan kaşlarda, yukan kalkmış kısım, ru­ hun algıladığı kötülükten kendini korumak için, beyne tutun­ mak ister gibi bir görüntü veriyor; aşağı dönmüş ve şişmiş görü­ nen kısım, beynimizden dışarıya akan hayaller tarafından oraya yerleştirilmiş gibi ve sanki ruhu kaplayarak korktuğu kötülük­ lerden korumaya çalışıyor; geniş bir biçimde açılmış olan ağız, kalbe doğru hızla akan kanın, soluk alabilmek için onu daha fazla çalıştırarak oluşturduğu şoku sergiliyor; böylece ağız ge­ niş bir biçimde açılıyor ve soluk gırtlak ve ses tellerinden geçer­ ken anlaşılmaz bir ses çıkartıyor; Çünkü, eğer kaslar ve damar­

46

lar şişmiş gibi görünüyorsa, bu sadece beynin dışarıya çıkardığı hayallerin sonucu olabilir’.) Yukarıdaki cümleleri, bu konu ile olarak yazılmış şaşırtıcı saçma örnekler olarak, buraya alınmaya değer buluyorum/5 Dr. Brugess, The Physiology or Mechanism ofBlushing ad­ lı kitabı 1839 yılında yayımladı ve bu kitaba 13. bölümde sık olarak deyineceğim. Dr. Duchenne, Mechanisme de la Physionomie Humaine adlı kitabı 1862 yılında iki değişik formda yayımladı. Bu kitap­ ta, yüz kaslannın hareketleri elektrik yoluyla analiz ediliyor ve büyük fotoğraflarla gösteriliyordu. Bir çok fotoğrafını, arzu etti­ ğim şekilde kopyalayabilmem için cömert bir şekilde izin verdi. Vatandaşları çalışmalan üzerine ya az konuştular, ya da hiç de­ ğinmediler. Henle’nin anatomik çizimlerinden7 de görülebilece­ ği gibi, - benim şimdiye kadar yayımladıklarımın en iyisi- kaslann yakın ilişkili bağlantılanna bakarak, ayn hareket ettikleri­ ne inanmak mümkün olamayacağı için, Duchenne, ifade verme konusunda, tek bir kasın önemini abartmış olabilir. Yine de Dr. Duchenne’nin bu ve diğer hata kaynaklarının farkında olduğu ortada ve elektrik yardımıyla, el kaslannın fizyolojisinin belir­ lenmesi konusunda açıkça başarılı ve büyük bir olasılıkla yüz kaslan ile ilgili olarak da genellikle doğru yolda. Bana göre, Duchenne yaklaşım tarzıyla, konuyu çok geliştirmiş. Her bir ka­ sın gerilmesini ve böylece deride beliren izleri, kimse, ondan dikkatli bir şekilde inceleyemedi. Çok önemli bir hizmet olan, hangi kaslann, en azından bağımsız olarak istem içi hareket et­ tiklerini de gösterdi. Kuramsal düşüncelere fazla yer vermedi ve bazı duygular altında neden bazı kaslar etkilenirken, diğerleri­ nin gerilmediğini çok fazla anlatmadı. Darwin’in burada ve kitabında, Duchanne’ye ver­ diği öneme rağmen, Duchanne’nin kitabı kısa bir sürede yayımdan kaldırıldı; İngilizce’ye çevrilmedi ve 1982 yı­ lına kadar, yüz ifadeleri ile ilgili olarak ortaya koyduğu öncü buluşlar bütün bilim adamlannca gözardı edildi/6

47

Şimdi, Duchenne’nin kitabının, çağdaş duygu araştırma­ ları ve plastik yüz cerrahisi ile ilgili olarak önemini an­ latan ek bölümleriyle birlikte, İngilizce bir çevirisi var.c7 FriesencS ile beraber olan çalışmalarım, yüz kaslarının hareketlerini ölçmek ve tanımlamak için geniş bir yön­ tem sağlayan, Duchenne’nin gözlemleri üzerine kurul­ du. Yeni yapılan bir düzineden çok araştırma, Duchen­ ne’nin, istem dışı ve içi gülümsemenin, nasıl birbirlerin­ den ayrılabileceği konusundaki fikirlerini destekliyorlar. Örneğin, insanların gerçekten mi hoşnut olduklarını, yoksa rol mü yaptıklarını ayırt etmenin olanak içi oldu­ ğunu gösterdiler/9 Ayrıca benim 8. bölümdeki, 235. ve 238. sayfalardaki, Duchenne ve gülümsemeyle ilgili olan eleştirilerime de bakınız. Önemli bir Fransız anatomici olan, Pierre Gratiolet, Sor-

bon’da ifade ile ilgili olarak dersler verdi ve notlan, ölümünden sonra, 1865 yılında, De La Physionomie et des Mouvements d’Expression başlığı altında yayımlandı. Bu çok ilgi çekici bir çalışmaydı ve gözlemlerle doluydu. Basit bir cümlede anlatıla­ bilecek, oldukça karmaşık olan kuramını şöyle ifade ediyordu: ‘II resulte, de tous les faits que j’ai rappeles que les sens, l’imagination et la pensee elle-meme, si elevee, si abstraite qu’on la suppose, ne peuvent s’exercer sans eveiller un sentiment corrdlatif, et que ce sentiment se traduit directement, sympathiquement, symboliquement ou metaphorquement, dans toutes les spheres des organes exterieurs, qui le racontent tous, suivant leur mode d’action prope, comme si chacun d’eux ere directe­ ment affectt. ‘(‘Bahsettiğim tüm olguların sonucu olarak, duy­ gular, zihinde canlandırma ve düşüncenin kendisi,- düşündüğü­ müz gibi yükseltilmiş ve soyut biçimiyle- ilgili duygu etkilen­ meden işlem göremezler; duygu, doğrudan, sembolik olarak, sempati veya metafor yoluyla, herbiri sanki doğrudan etkilen­ miş gibi kendine has bir biçimde ifade gösteren bütün dış or­ ganlarımıza gönderilir/)

48

Gratriolet, kalıtımla gelen alışkanlıkları, hatta bir dereceye kadar bireydeki alışkanlıktan unutmuş görünüyor; böylece, ba­ na göre, bir çok hareket ve ifadelerle ilgili olarak, doğru olan veya herhangi bir açıklama yapma konusunda yanılıyor. Örnek olarak, sembolik hareketler dediği, M. Chevreul’dan alman ve bilardo oynayan adamla ilgili, (s. 37) fikirlerini yazıyorum: ‘Si une bille devie legerement de la direction que je joueur pretend lui imprimer, ne l’avez- vous pas vu çent fois la pousser du regard, de la tete et meme des epaules, comme si ces mouvements, purement symboliques, pouvaient rectifier son trajet? Des mouvements non moins signifıcatifs se produisent quand le bille manque d’une impulsion suffısante. Et, chez les joueurs novices, ils sont quelquefois accuses au point d’eveiller le sourire sur les tevres des spectateurs. ‘(‘Eğer bir bilardo topu, oyun­ cunun yönelttiği yönden hafif saparsa, sanki sembolik hareket­ ler yolu düzeltecekmiş gibi, bilardocunun, bakıştan, başı, hatta omuzlanyla topu itmeye çalıştığını hiç görmediniz mi? Top ye­ terli hızı alamadığında da benzer hareketler takip edecektir. Ba­ zı tecrübesiz oyuncularda bu hareketler o kadar açık olur ki, se­ yircilerin dudaklannda bir gülümseme yaratır.’) Bana göre bu hareketler sadece alışkanlığa bağlanabilirler. Genellikle insanın bir cismi kenara koymak istediğinde, o tarafa koyması; öne it­ mek istediğinde, öne itmesi ve yakalamak istediğinde, geri çek­ mesi gibi. Böylece, bir insan topun yanlış yöne yöneldiğini gö­ rünce ve yoğun bir biçimde diğer yöne gitmesini istiyorsa, uzun alışkanlıklar sonucunda, bilinçsiz olarak diğer durumlarda etkili bulduğu hareketleri yapmaktan kaçınamaz. Gratiolet sempatik hareketleri 212. sayfada şöyle anlatmak­ tadır: ‘Un jeune chien â oreilles droites, auquel son maître pr6sente de loin quelque viande appetissante, fıxe avec ardeur ses yeux sur cet object dont il süit tous les mouvenments, et pendant que les yeux regerdant, les deux oreilles se porteni en avant comme si cet object pouvait etre entendu’. (‘Sahibinin ona uzaktan iştah açıcı bir parça eti gösterdiği, dik kulaklı genç bir

49

köpek, parçanın hareketlerini gözleriyle, istekli bir biçimde izler ve gözler bakarken, sanki nesne duyulabilecekmiş gibi, iki ku­ lak öne doğru eğilirler’.) Burada kulak ve göz arasındaki sem­ patik ilişkiden söz etmek yerine, bir çok nesilden bu yana, köpe­ ğin bir nesneye istekle bakarken, ses duymak için kulaklarını yönelttiğine inanmak daha kolay geliyor; ve aksi biçimde, belki de dinledikleri bir sese dikkatle baktıkları için, bu organların ha­ reketleri, uzun süreli alışkanlıkla birbirleriyle birleşik oluyorlar. Dr Piderit, 1859 yılında, benim görmediğim ama birçok bakış açılarında, Gratiolet’ten öne geçtiği, ifade ile ilgili bir makale ya­ yımladı. 1867 yılında, Wissenschaftliches System der Mimik und Physiogonomik yayımlandı. Birkaç cümleyle, fikirlerinin açık bir anlatımını vermek çok zor; belki şu iki cümle bir çok şeyi özetleye­ bilir: ‘İfadenin kas hareketi bir parça hayali nesnelere ve bir parça da hayali duygusal algılamalara bağlıdır. Bu önerme, tüm ifadesel kas hareketlerinin anlaşılması için bir anahtardır, ‘(s. 25) Tekrar: ‘İfadesel hareketler, esas olarak kendilerini, çeşitli ve hareketli yüz kaslarıyla gösterirler; çünkü, kısmen, onları harekete geçiren sinir­ ler, zihin organının çok yakınından kaynaklanmaktadırlar, fakat kıs­ men de bu kaslar, duyu organlarını desteklemektedirler, ‘(s. 26) Eğer Dr. Piderit, Sir. C. Bell’in çalışmasını okumuş olsaydı, aşırı gülmenin, beraberinde gelen acı nedeniyle, kaş çatılmasına (s. 101) veya çocuklarda (s. 103) gözyaşının, gözü tahriş ederek etraftaki kasların gerilmesine neden olacağını söylemezdi. Daha sonra bah­ sedeceğim. bir çok güzel fikir bu kitaba dağılmış bulunmaktadır. İfade ile ilgili olarak, burada üstünde durulması gereksiz olan, bir çok kısa çalışma var. Bay Bain, yine de, iki çalışma­ sında konuya derinlemesine eğilmiş. * Şöyle diyor8: ‘İfadeye * (Darwin’in İfadesiyle ilgili olarak Bain’in eleştirisi: Senses and Intellect'e dip not olarak, 1873 yılında vc sayfa 698 de yazar şöyle diyor: ‘Bay Darwin, benim (yayılma) ilkesi olarak anlattığımdan bahsetmiş ve şöyle demiş ‘ bazı özel ifadelere ışık tutabilmek, bana çok genel görünüyor."; ki bu oldukça doğru; yine de. kendisi bu amaçla, benim çok açık olduğuna inanmadığım bir ifade biçi­ mi kullanmış.'Charles Darwin bu eleştirilerde bir haklılık görmüş olsa gerek, çünkü kendi kopyasının dip notunu kalemle çizmiş olduğunu gördüm.)

50

duygunun bir parçası olarak bakıyorum. Onun, durgun duygu­ lar ve bilinçle birlikte, zihnin genel bir ilkesi ve bedenin ele­ manları üzerinde içe doğru yayılan bir eylem veya heyecan ol­ duğuna inanıyorum.’ Başka bir yerde şöyle ekliyor: ‘Bir çok önemli unsur bu ilke altında toplanabilir: yani, zevk alma du­ rumu, bütün veya bazı yaşamsal unsurların artması ve acı duy­ gusu da azalması ile ilişkilidir. ‘Fakat, bu duyguların yayılma eylemi ilkesi, bazı özel ifadeleri açıklayamayacak kadar genel görünmektedir. Herbert Spencer, Principles of Psychology'de (1855) duy­ guları incelerken, şunları söylüyor: ‘Güçlü korku, kendisini çığlıklar, kaçma veya saklanma çabaları, çarpıntı ve titremeler­ le ifade eder; bunlar korkulan gerçek kötülükle beraber ola­ cakların, sadece ortaya konuş biçimidir: Kas sisteminin genel gerilimiyle, diş gıcırdaması, pençenin ileri çıkması, büyüyen gözler ve burun delikleri ve homurdanmalarla yıkıcı duygular gösterilir; bunlar kurbanın ölümüyle sonuçlanacak zayıf ey­ lemlerdir.’ Burada, benim inancıma göre, bir çok ifadenin ger­ çek hikayesi var; fakat konunun esas ilgi çekici yönü ve prob­ lemi, şimdi gelecek olan muhteşem karmaşık sonuçlarda yatı­ yor. Bir kişinin, (kim olduğuna emin değilim) Sir C. Bell’in söylediklerine çok yakın fikirler ileri sürdüğünü hatırlıyorum.9 ‘Duyguların dış işaretleri diye adlandırdıklarımızın, sadece ya­ pıların gerekli olduğunu kabul ettiği istem içi hareketlerin ta­ mamlayıcısı olarak ortaya çıktığı iddia edildi.’ Bay Spencer de, içinde, ‘belli bir dereceden geçen duyguların, alışkanlıkla bedensel eyleme olarak ortaya çıktığı genel ilkesi’ konusunda ısrar ettiği, kahkahanın fizyolojisi * üzerine değerli bir eser ya­ yımladı; ayrıca şöyle diyordu: ‘herhangi bir duygu ile yönlen­ dirilmemiş bir sinir gücünün taşması, öncelikle alışılmış yol­ lardan geçer; bu y ‘-erli olmazsa, gelecek taşma daha az olan * Essays, Scientific, Political and Specıılative, 2. seri, 1863, s. 111. ma­ kalenin ilk serisinde, bana çok zayıf gelen, kahkaha üzerine bir tartışma yer alıyordu.

51

alışkanlıkları seçer.’ Bu ilke konumuza ışık tutabilmesi açısın­ dan çok önemliydi. * Bay Spencer- evrim kuramının büyük açıklayıcısı- haricinde, ifade üzerine yazan bütün yazarlar, insan da dahil olmak üzere, bütün türlerin, bugünkü durumları ile yaratılmış olduklarına ina­ nıyorlardı. Sir C. Bell, böylece inanmış olarak, bir çok yüz kası­ mızın ‘ifade konusunda sadece yardımcı’ olduklarını söylüyordu; veya ‘tek bu amaç için’ özel olarak sağlanmışlardı.10 İnsana ben­ zer maymunların, bizim sahip olduğumuz aynı kaslara sahip ol­ ** ması, bu kasların bizim durumumuzda sadece ifade için kulla­ nılmalarını olanaksızlaştırıyor; sanırım, hiç kimse maymunların sadece surat asmak için özel kaslara sahip olduğuna inanma eğili­ minde değildir. *** İfade dışındaki farklı kullanımlar da, büyük bir olasılıkla tüm yüz kaslarıyla gerçekleşir. Sir C. Bell insan ve alt seviyedeki hayvanlar arasında, olası en geniş farklılığı çizmeye çalışıyor; ve sonunda söyle diyor: ‘alt seviyedeki hayvanlarda ifade yoktur, ancak bunlar, az veya çok basit bir biçimde irade içi veya içgüdüsel hareketler diye adlandırılabilirler. ’ Ayrıca onların yüzlerinin ‘temel olarak vah­ şet ve korkuyu ifade edebileceğini’ iddia ediyor.11 Ama insan, * Bahsedilen makalenin yayımından bu güne kadar, bay Spencer, Forthnightly Review’de, 1 Nisan 1871 tarihinde, 426. sayfada, ‘Ahlak ve Ahlaki Duygular‘adlı yazısını yayımladı. Principles of Psychology'nin ikinci cilt, ikinci baskısında da, 1872, s. 539, şimdi son fikirlerini yayımlıyor. Benim du­ rumumda, eğer Bay Spencer’in sahasına girdiğim için suçlanmazsam, yeni cildinin bir kısmını bitirdiğim, Descent of Man adlı kitabımda, ifade ile ilgili ilk el yazılarımın 1838 yılı tarihini taşıdıklarını belirttim. ** Profesör Öven, (Proc. Zoolog. Soc., 1830, s. 28) bunun orangutanla ilgili olduğunu ve insanın duygularını ifade etmesi yönüyle çok iyi tanınan bü­ tün önemli kasları belirttiğini açıkça söylüyor. Ayrıca Prof. Macalister’in, şempanzedeki bazı yüz kasları ile ilgili açıklamalarını anlatan, Annals and Magazine ofNarural History, cilt vii, Mayıs 1871 s.2’yi okuyun. ***(llk baskıda, yüz buruşturmalar, ‘iğrenç’ol arak tanımlanmıştı. Yazar bu sıfatı, ‘kırışıklıkların iğrençliğinin, güzellikle ilişkisiz bir soru ile ne alakası olduğunu bilmiyor ‘diyerek, Atthenaeum, 9 Kasım, 1872 s.591 tarihli eleştiriye karşılık verebilmek için kullanmıştı.)

52

sevdiği sahibiyle karşılaşan bir köpeğin yaptığı, kulaklannı eğ­ mek, dilini sarkıtmak, bedenini kıvırmak ve kuyruğunu salla­ mak gibi, dış işaretlerle, sevgi ve boyun eğme hislerini, sade bir şekilde ifade edemez. Aynca köpekteki bu hareketler, eski bir arkadaşla karşılaşan bir adamın gülümseyen yüzü ve panldayan gözlerinden daha farklı olarak, irade veya gerekli içgüdüler ile de açıklanamazlar. Eğer Sir C. Bell köpekteki sevgi ifadesini sorgulayabilseydi, hiç şüphesiz bu hayvanın, onu insana uyumlu hale getiren, özel içgüdülerle yaratıldığını söyleyecekti ve konu ile ilgili daha fazla bir araştırmayı gereksiz görecekti. Gratiolet özellikle herhangi bir kasın yalnızca ifade amaçlı ol­ duğunu inkar12 etmesine rağmen, hiç evrim ilkesi üzerine düşün­ müş gibi görünmüyor. Açıkça, her türe ayn bir yaradılış ürünü ola­ rak bakıyor. Bu da ifade konusunda yazan diğer yazarlar gibi. Ör­ neğin, Duchanne, organların hareketleri üzerinde konuştuktan son­ ra, yüze ifade verenlerden bahsederek şöyle diyor:13 ‘Le creatur n’a done pas eu â se preoccuper ici des besoins de la mecanique; il a pu, selon sa sagesse, ou- que l’on me pardonne cette maniere de parler- par une divine fantaisie, mettre en aetion tel ou tel muscle, un seul ou plusieurs museles â la fois, lorsqu’il a voulu que les signes caractöristiques des passions, meme les plus fugaces, fussent Ğcrits passagerement sur la face de l’homme. Ce langage de la physionomie une fois cree, il lui a süfli, pour le rendre universal et immuable, de donner â tout etre humain la faculte instinetive d’exprimer toujours ses sentiments par la contraction des memes museles. ‘(Yaratıcı, burada, mekanik ihtiyaçlarla ilgilenmemiştir; insan, aklıyla veya - ifade tarzıma izin verirseniz- kutsal arzuyla, ne kadar hızlı da olsa, insanın yüzünde geçici olarak yazılmış bir biçimde, duygularının özgün belirtisi olarak istediğinde, bir veya diğer kasım hareket ettirebilir veya bir veya birkaç kasını aynı an­ da hareket ettirebilir. Bu psigonomi örneğinin oluşması, hareketi evrensel ve değişmez yapmak ve her zaman aynı kası hareket etti­ rerek duygularım ifade etmesini sağlayan içgüdüsel yeteneği her insana vermek için yeterli olacaktır.’)

53

Bir çok yazar, ifade kavramını bütün olarak anlaşılamaz ka­ bul etmişlerdir. Önemli bir fizyolog olan Müller şöyle demekte­ dir:14 ‘Değişik duygulardaki, tamamen farklı olan ifade özellik­ leri, etkilenen duyguya bağlı olarak, yüz sinirlerinin farklı grup­ larının harekete geçtiğini göstermektedir. Bunun nedenini ise bilmiyoruz.’ İnsan ve bütün diğer hayvanlar bağımsız varlıklar olarak

kabul edildikçe, hiç şüphe yokki, ifadenin nedenlerini olanak içerisinde araştırma isteğimize, etkili bir nokta konulmaktadır. Bu doktrinle, her şey ve herhangi bir şey, aynı şekilde mükem­ mellikte açıklanabilir; ve doğal tarihin diğer her kolu için oldu­ ğu gibi, bunun ifade açısından ölümcül olduğu ispatlanmıştır. İnsanlıktaki, aşın korku altında saçın dikleşmesi veya kontrol edilemez öfkede dişlerin dışarıya çıkartılması gibi bazı ifadeler, insanın bir zamanlar alt seviyedeki hayvanlar gibi yaşadığı ka­ bul edilmezse, çok zor anlaşılabilir. Bazı maymunların ve insan­ ların gülerken yüzlerindeki aynı kaslann oynaması gibi, uzak, fakat akraba olan türlerdeki bazı ifadeler topluluğu, onların or­ tak bir atadan geldiklerini kabul ettiğimizde daha anlaşılabilir olacaklardır. Genel olarak, bütün hayvanların yapı ve alışkanlık­ larının aşamalarla geliştiğini kabul eden bir kimse, ifade konu­ suna yeni ve ilgi çekici bir ışıkla bakacaktır. İfadenin çalışılması, hareketlerin genellikle çok hafif ve ge­

çici özellikte olmaları nedeniyle güçtür. Bir farklılık açıkça algı­ lanabilir, yine de, benim öyle bulduğum gibi, farklılığın ne oldu­ ğu ifade edilemeyebilir. Çok derin bir duyguya şahit olduğumuz­ da, sempati duygularımız çok etkilenir ve yakın bir gözlem unu­ tulur veya olanaksız duruma gelir; bu durumlarla ilgili bir çok kanıtım var. hayal gücümüz de diğer ve en önemli hata unsuru­ dur, çünkü koşulların yapısı gereği bir ifade bekliyorsak, onu gördüğümüzü sanabiliriz. Dr. Duchanne’nin büyük deneyimine karşı koymayarak, onun söylediği gibi, uzun zaman bazı duygu­ lar altında bir çok kasın hareket ettiğini düşünmüş, ama sonunda hareketin tek bir kasa bağlı olduğuna kendisini ikna etmiştir.

54

Olanak dahilinde en iyi temeli elde etmek ve genel inanış dı­ şında, yüz ifadelerinin belli hareketlerinin ve jestlerin zihnin bazı koşullarını nereye kadar ifade ettiğinden emin olabilmek için, şu yolları çok faydalı buldum. Öncelikle, Sir C. Bell’in dediği gibi: ‘olağanüstü bir güçle’, bir çok duyguları ifade ettikleri için, ço­ cukları gözlemlemek; öte yandan zamanla, bazı ifadelerimiz ‘ço­ cuklukta doğdukları, basit ve saf kaynağı bırakıyorlar.’15 Darwin, burada genellikle kabul edilmiş olan bir inanca dayanmış olsa da- çocuklar saf ifadeler gösterir­ ler, çünkü henüz duygularını kontrol etmeyi öğrenme­ mişlerdir-, göremediği bir karışıklık vardır. Çocukluk çağlarında, duyguların yüzdeki ifadesi, hayatın ileri aşa­ malarındaki kadar farklılaşmamıştır ve eğer doğruysa, çocukluk, Danvin’in sandığı gibi, saf ifadelerin gözlem­ leneceği faydalı bir dönem değildir. Aslında, yanıltıcı bile olabilir. Bilim adamları, bugün, yetişkin türü yüz ifadelerinin, çocuklukta olup olmadığı veya bunların ile­ ri bebeklikte mi, yoksa erken çocuklukta mı ortaya çık­ tığı konularında anlaşamamışlardır. * 10

İkinci olarak, daha kuvvetli duygular taşıdıkları ve kontrol olmadan dışarıya vurdukları için, delilerin incelenmesi gerekti­ ğini düşündüm. Benim, bunu yapmaya olanağım yoktu, Dr. Maudsley’e başvurdum ve onun yardımıyla, Wakefield yakın­ larındaki büyük bir akıl hastanesinin başı olan ve halihazırda bu konuyla ilgili olduğunun farkına vardığım, Dr. J. Crichton Brovvne ile tanışma fırsatını yakaladım. Bu olağanüstü gözlem­ ci, bitmeyen inceliğiyle, bana, konularımla ilgili çeşitli öneriler içeren, bir çok not ve açıklama gönderdi; onun yardımlarını çok değerli buluyorum. Sussex Akıl Hastanesinden, nazik, Mr. Patrick Nicol’un da bir iki konuya ait ilgi çekici fikirlerine çok şey borçluyum. Üçüncü olarak, gördüğümüz gibi, Dr. Duchenne, derisi çok az duyarlı olan, yaşlı bir adamın yüzündeki bazı kaslara elektrik

55

verdi ve büyük boyutta fotoğraf!adığı değişik ifadeler üretti. Hiçbir açıklama yapmadan, en güzel birkaç baskısını, yirmiden fazla değişik yaşlarda ve her iki cinsiyetten, eğitimli kişilere gösterebilmem büyük bir şanstı. Her seferinde, yaşlı adamın hangi duygu ile etkilendiğini sordum; ve onların yanıtlarını, kendi kullandıkları kelimelerle kaydettim. Bazı duygular, her­ kes tarafından, aynı kelimelerle olmasalar da, anında tanımlan­ dı; ve bence, bunlara, gerçekler olarak dayanılabilir ve bundan sonra da anlatılacaklar. Öte yandan bazıları ile ilgili olarak çok farklı değerlendirmeler yapıldı. Bu gösterinin başka bir yararlı yönü ise, hayal gücümüzün bizi ne kadar kolay yanıltabileceği­ ne dair inancımı arttırması oldu; çünkü Dr. Duchenne’nin fotoğraflanna ilk baktığımda ve aynı zamanda da yazıyı okuyarak amacın ne olduğunu öğrenirken, birkaç istisna dışında, hepsinin gerçekliği karşısında beğeniyle çarpıldım. Yine de, eğer onları bir açıklama olmadan inceleseydim, şüphesiz, bazı durumlarda, ben de diğerleri gibi şaşırırdım.

İfade ile hangi bilginin ifade edildiğini ortaya çı­ kartmak için, Darwin, burada kendi kullandığı yöntemi açıklıyor: ifadenin olduğu durumla ilgili hiçbir bilgi ver­ meden, insanlardan, fotoğrafta gösterilen duyguyu de­ ğerlendirmelerini istiyor ve onların aynı fikirde olup ol­ madıklarına karar veriyor. Darwin ilk defa kendisinin kullandığını belirtmesine rağmen, bu, yüz ifadelerinin incelenmesinde kullanılan en genel yöntemdir. Dördüncü olarak, yakın gözlemciler olan resim ve heykel ustalarının yardımlarını almayı umdum. Bir çok ünlü çalışma­ nın baskı ve fotoğraflarına baktım; fakat az bir istisna dışında yararlanamadım. Şüphesiz, neden, sanat eserlerinde, güzelliğin ana unsur olmasıydı; ve güçlü bir biçimde16 gerilmiş olan kas­ lar, güzelliği bozmaktaydılar. Kompozisyonun hikayesi, genel­ likle ustaca eklenenlerle, muhteşem bir güç ve gerçekle veril­ mekteydi.

56

Beşinci olarak, çok fazla kanıta dayanmadan, bütün insan­ lık ırkı için geçerliliği var sayılan ve özellikle Avrupa ile çok il­ gili olmayanların sergiledikleri, aynı ifade ve hareketler konu­ sunda emin olunması, bence çok önemli. Ne zaman aynı yüz ve­ ya beden görünüşlerinin hareketleri, değişik insan ırklarında ay­ nı duyguları ifade ederlerse, büyük bir olasılıkla, bunlara gerçek olanlar diyebiliriz- yani, içsel veya içgüdüsel. Gençlik yıllarında elde edilen, geleneksel ifadeler veya jestlerin değişik ırklarda, dillerde olduğu gibi, farklılık göstermesi olasıdır. Böylece, 1867 yılının başlannda, hafızaya değil, ama gerçek izlenimlere bağlı kalarak yanıtlandı almasını istediğim ve tamamen yanıtım aldı­ ğım aşağıdaki sorulan dağıttım. Bu sorular, dikkatimin dağılabi­ leceği önemli bir zaman aralığından sonra yazıldı ve şimdi bunlann daha da geliştirilebileceğini görüyorum. Sonraki bazı kop­ yalarda, birkaç ek düşüncemi, el yazımla ekledim.

(1) Hayret, ağız ve gözlerin açılması ve kaşların kaldırılması ile mi ifade edilir? (2) Eğer deri, rengi görünür yapıyorsa, suçluluk kızarmayla sonuçlanır mı? ve özellikle beden üzerindeki kızarma ne kadar devam eder? (3) İnsan küstah veya kızgınsa, kaşlarını çatar, bedenini ve kafasını dik tutar, omuzlarını kaldırır ve yumruklarını sıkar mı? (4) Bir konu üzerinde derin düşünürken veya bir bilmeceyi anlamaya ça­ lışırken, kaşlar çatılır ve alt göz kapaklarının altındaki deri kırışır mı? (5) Keyifsizken, ağzın köşeleri büzülür ve kaşların iç köşeleri, Fran­ sızların ‘üzüntü kası’ dedikleri, kas yardımıyla kalkar mı? Bu du­ rumda kaş hafifçe eğim alır ve iç kısım biraz şişer; ve alın, kaşla­ rın hayretle kalktığı zaman olduğu gibi, çaprazlamasına, ama boydan boya olmayacak bir biçimde kırışır mı? (6) Keyifliyken, etrafındaki ve altındaki deri hafif kırışmış olarak gözler parlar ve ağız köşelerden hafifçe bükülür mü ? (7) İnsanlar birbirleriyle kaba konuşur ve birbirlerini küçümserken, konuşulan kişiye bakan taraftaki, köpek dişinin köşesindeki üst dudak kaldırılır mı? (8) Temel olarak sıkıca kapanmış bir ağız, alçalmış bir kaş ve hafif bir kaş çatma ile gösterilen, inatçı ve dik kafalı bir ifade, anlaşılabilir mi?

57

(9) Hor görme, dudakların hafifçe dışarıya çıkmasıyla, burnun yuka­ rıya kalkmasıyla ve hafif bir nefes veriş ile mi ifade edilir? (10) İğrenme, alt dudağın aşağı çevrilmesi, üst dudağın hafifçe kalk­ ması ve ani bir nefes verme ile, sanki yeni kusmaya başlıyormuş gibi veya ağızdan bir şey tükürüyormuş gibi mi gösterilir. (11) Aşırı korku. AvrupalIların genellikle yaptıkları gibi mi ifade edilir? (12) Aşırı kahkaha, gözlerde yaşa neden olur mu? (13) İnsan, yapılan bir şeyi engelleyemediğini veya kendisinin bir şeyi yapamadığını göstermek isterse, omuzlarını silker, dirseklerini içe çevirir, ellerini uzatarak avuçlarını açar ve kaşlarını kaldırır mı? (14) Küsen bir çocuk, surat asar veya genellikle dudaklarını ileriye doğru çıkartır mı? (15) Suçluluk, kurnazlık veya kıskançlık ifadeleri anlaşılabilir mi? Ben bunların nasıl tanımlanabileceklerini bilmiyorum. (16) Onaylarken, baş dik olarak ve ret ederken iki yana doğru mu sal­ lanır? AvrupalIlarla çok az iletişimi olan yerlilerin izlenmesinin değeri büyük olacaktır ve yerliler üzerinde yapılmış herhangi bir çalışma benim için çok ilgi çekicidir. İfade ile ilgili genel an­ latımların çok az değeri var; ve hafıza o kadar yanıltıcı ki, sami­ mi bir şekilde güvenilmemesi gerektiğine inanıyorum. Oluştuğu koşulların anlatılmasıyla birlikte, herhangi bir duygu veya dü­ şünce yapılanmasındaki yüzün açık tanımı, çok fazla değer taşı­ yacaktır.

Darvvin’in bilgi aldığı kişilere gönderdiği talimatın sonunda bir cümle daha vardı: ‘Bu sorulardan tek bir ta­ nesine altı veya sekiz ay ve hatta bir yıl içersinde verilen bir yanıt, şükranla kabul edilecektir. ‘Listede başka bir soru daha vardı: ‘Sessiz durulmasını sağlayacak bir işa­ ret olarak, nazik bir tıslama çıkartılır mı?’ Darwin, bunu gönderdiği bazı listelere koymamış olabilir, ama Camb­ ridge Üniversitesi arşivlerindeki orijinalde bu var. Belki de, diğerlerinden farklı olarak, jestler ve ifadelerle iliş­ kisi olmadığı için, Darvvin bu soruyu hiç tartışmadı/' *

58

Bu sorulara, değişik gözlemcilerden 36 adet yanıt aldım; bazıları yerel halkın koruyucuları veya misyonerlerdi; hepsine de çektikleri büyük sıkıntı ve böylece elde ettiğim değerli yar­ dımlar için minnettarım. Şu anki çalışmamı bölmemek için, on­ ların isimlerini vs., bu bölümün sonuna doğru belirteceğim. Ya­ nıtlar insanlığın en uzak ve vahşi ırkları ile ilgili. Bir çok kez, her ifadenin izlendiği koşullar kaydedilmiş ve ifade tanımlan­ mış. Bu durumlarda, yanıtlar oldukça güvenilir oluyor. Yanıtla­ rın sadece evet veya hayır şeklinde olmaları durumunda, onlan dikkatle karşıladım. Bu şekilde elde edilen bilgi, bütün dünyada aynı zihin durumlarının aynı şekilde ifade edildiklerini, ciddi bir şekilde, ortaya koyuyordu; bu gerçek, in anlığın bütün ırkları­ nın bedensel yapılarının ve zihinlerinin a dığı durumlardaki ya­ kın benzerliğin kanıtı olarak, kendi içersinde ilgi çekiciydi. Altıncı ve son olarak, bilinen hayvanlardaki duygulann ifa­ deleriyle, çok yakından ilgilenmeye çalıştım; sadece bazı zihin­ sel durumlan ne kadar yansıttıklarına karar verme konusunda değil, fakat aynı zamanda, ifadenin çeşitli hareketlerinin kay­ naklan veya nedenlerini genellemek amacıyla sağlam bir temel oluşturmak için, insandaki bazı ifadelerin çok önemli olduğuna inanıyorum. Hayvanları izlerken, hayal gücümüzün yanılma olasılığı çok az; ve onlann ifadelerinin geleneksel olmadıkların­ dan emin olabiliriz. Bazı ifadelerin çabuk gelip geçmesi (ifade­ lerdeki değişimlerin çok hafif olması); güçlü bir duygu altınday­ ken, sempatimizin kolaylıkla artması ve böylece dikkatimizin dağılması; kesin yüz değişimlerini çok azımız bilmesine rağ­ men, ne bekleyebileceğimizden bulanık bir biçimde emin oldu­ ğumuz için, hayal gücümüzün bizi yanıltması ve son olarak, ko­ nu ile uzun zamandır ilgili olsak da- bütün bu nedenlerin birleş­ mesiyle- bazı noktaları gözlemlemelerini istediğim insanların kısa zamanda durumun farkına varmaları nedenleriyle, ifadele­ rin izlenmesinin hiç de kolay olmadığı ortaya çıktı. Böylece, zihnin bazı durumlarını ortak bir şekilde yansıtan beden hare­ ketleri ve özelliklerine karar vermek, kesinlikle çok zor. Yine 59

de, ümit ettiğim gibi, bazı şüphe ve zorluklar, çocukların- deli­ lerin- farklı ırklann- sanat eserlerinin ve son olarak Dr. Duchanne’nin yaptığı şekilde, elektrik altında yüz ifadelerinin izlenme­ si sonunda açıklığa kavuşacaklardır. Bazı ifadelerin neden ve kaynaklarını anlama ve herhangi bir kuramsal açıklamanın güvenilirliği konularında hala büyük zorluklar var. Bunun yanında, birkaç açıklamandan hangisinin tatmin edici olup, hangisinin olamayacağı konusunda hiçbir ku­ raldan yardım almadan, kişisel değerlendirmenin, sonuçlarımızı test etmenin bir yolu olduğunu görüyorum. Bu, görüldüğü şekil­ de, açıklanan bir ifade ilkesinin, benzer durumlara da uygulana­ bileceğini ve özellikle aynı genel ilkelerin başanlı sonuçlarla, insanlar ve alt seviyedeki hayvanlarda da geçerli olduğunu göz­ lemlemektir. Bu son yaklaşımın, çok yararlı olduğuna inanıyo­ rum. Bir kuramsal açıklamanın gerçekliğini değerlendirmekteki ve onu uzak bir araştınna yoluyla test etmekteki güçlükler, he­ yecan yaratmaya çok uygun olan bu çalışmadan soğumak için en önemli unsurlardır. Son olarak, 1838 yılında başlayan kendi gözlemlerim açı­ sından, bugüne kadar konuya bazen zaman ayırdım. Yukarıdaki tarihte, evrim kuramına veya türlerin daha düşük formlardan geldiği konusuna inanmaya başlamıştım. Bunun sonunda, insa­ nın belli duygularını ifade edebilmesi için uyumlu olan bazı kaslarla yaratılmış olduğunu yazan, Sir C. Bell’in büyük eserini okudum ve bana doyurucu gelmedi. Bazı hareketlerle duygularımızı ifade etme alışkanlığımı­ zın, içsel olmasına rağmen, aşamalı olarak elde edilmiş olabilir­ ler. Fakat bu alışkanlıklann nasıl elde edildiklerini ortaya çıkart­ mak, oldukça karışık bir işlem. Bütün konu yeni bir bakış açı­ sıyla ele alınmalı ve her ifade akılsal bir açıklamayla ortaya konmalı. Bu düşünce beni, ne kadar tam olmasa da, şimdi yaptı­ ğım çalışmama yöneltti. Daha önce de söylediğim gibi, insanların çeşitli ırkları tara­ fından sergilenen ifadelerle ilgili olarak verdikleri bilgiler nede­

60

ni ile minnettar olduğum centilmenlerin isimlerini vereceğim ve her durumda gözlemlerin yapıldığı bazı koşullan belirteceğim. Hayes Place, Kent’ten Bay Wilson’un büyük inceliği ve gücüne bağlı olarak, Avustralya’dan 13 setten aşağı olmamak üzere, so­ mlanma yanıt aldım. Avustralya yerlileri (aboriginler) insanlı­ ğın en farklı türü olarak sınıflandınldığı için, özellikle çok şans­ lıydım. Gözlemlerin özellikle güneyde, Viktorya kolonisinin dış kesimlerinde yapıldığı görülecektir; fakat bazı güzel yanıtlar da kuzeyden geldiler. Bay Dyson Lacey, Queensland’ın birkaç mil içersinde yapılan bazı değerli bilgileri, bana ayrıntılı olarak verdi. Melbourne’den Bay R. Brough Symth’e kendi gözlemleri ve gönderdiği şu mek­ tupları için çok şey borçluyum: Yerliler hakkında çok tecrübeli, Gippsland, Victoria’da bir misyoner olan, Lake Wellington’dan Bay Hagenuer. Langerenong, Wimmera, Victoria’da yaşayan ve toprak sahibi olan Bay Samuel Wilson. Port Macleay’daki yerel endüstri kuruluşunun yöneticisi olan George Taplin. Koloninin her tarafından toplanan, genç ve yaşlı yerlilere bir okulda öğretmenlik yapan, Coranderik. Victoria’dan Bay Archibald G. Lang. Hapisha­ ne ve polis müdürü olan ve gözlemlerine çok inandığım, Belfast, Victoria’dan Bay H. B. Lane. İstasyonu Victoria kolonisinin sını­ rında olduğu için, beyaz insanlarla az bir ilişkisi olan yerlileri göz­ lemleme şansına sahip olan, Echuca’dan Bay Templeton Bunnett. Yakında uzun süredir oturan iki centilmenin gözlemleri ile kendininkileri karşılaştırmış. Ayrıca, Gippsland Victoria’nın uzak bir bölgesinde misyoner olan Bay J. Bulmer. Viktcria’da, önemli bir botanikçi olan Dr. Frrdinand Müller’e de, kendi yaptığı ve Mrs. Green ve başkaları tarafından yapılan gözlemler ile ilgili olarak gönderdikleri nedeniyle borçluyum. Maoris, Yeni Zelanda’dan J. W. Stack, sadece birkaç soru­ mu yanıtlamış; fakat yanıtlar, gözlemlerin yapıldığı koşullar açısından tam, açık ve belirgindi. Raca Brooke, Bomeolu yerlilerle (Dyak) ilgili olarak bazı bilgiler verdi. 61

Malayalılarla ilgili olarak çok başarılı oldum; çünkü. Bay F. Geach, (Bay Wallace tarafından tanıştırıldım) Malaka’nın iç kesimlerinde maden mühendisi olarak çalışırken, daha önceleri beyazlarla ilişkisi hiç olmayan bir çok yerliyi gözlemlemiş. Onlann ifadeleri ile ilgili olarak değerli ve ayrıntılı bilgiler içeren iki mektup yolladı. Aynı zamanda Malaya takımadalarındaki Çinli göçmenleri de gözlemlemiş. Ünlü doğacı H. M. konsolosu, Bay Swinhoe, benim için, kendi ülkelerindeki Çinlileri gözlemledi ve güvenebileceği baş­ ka kişilere sorular sordu. Bay H. Erskine, Hindistan’da Bompay, Ahmednugur bölge­ sindeki ofisinde çalışırken, yerlilerin ifadelerine dikkat etti, ama AvrupalIların önünde geleneksel olarak duygularını gizlemeleri nedeni ile, güvenli sonuçlara ulaşmakta güçlük çekti. Ayrıca be­ nim için, Canara hakimi Bay West ten * de bilgi aldı ve bazı ko­ nular üzerinde bilgili yerli centilmenlerle görüştü. Botanik bah­ çeler müdürü olan. Kalküta’dan Bay J. Scott uzun bir süre orada iş gören çeşitli insan gruplarını izledi ve kimsenin göndermedi­ ği kadar değerli ve aynntılı bilgiler yolladı. Botanik çalışmaları sonunda elde ettiği doğru gözlemleme alışkanlığı konumuz üze­ rinde çok etkili oldu. Seylan için, S. O. Glenie’nin sorularıma gönderdiği yanıtlara çok şey borçluyum. Afrika’ya dönersek, Bay Winwood Reade gücü doğrultusun­ da yardımcı olmaya çalışmasına rağmen, zenciler konusunda şanssızdım. Amerika’daki zenci esirler hakkında bilgi almak ko­ laydı; fakat uzun süredir beyazlarla ilişkili olduklarından, bu göz­ lemler çok fazla bir değer taşımayacaklardı. Kıtanın güney bö­ lümlerinde, Bay Barber Kafir ve Fingoları gözlemledi ve bana bir çok değişik yanıt gönderdi. Bay J. P. Mansel Weale de yerliler üzerinde gözlemler yaptı ve bana ilgi çekici dokümanlar yolladı, örneğin, Şef Sandilli’nin erkek kardeşi olan Christian Gaika’nın, vatandaşlarının ifadeleri üzerine İngilizce yazılı fikirleri. Afri­

ka’nın kuzey bölgelerinde, Habeşlilerle uzun süre yaşamış olan Kaptan Speedy, sorularımı kısmen hafızasından, kısmen, o za­ 62

manlar patronu olan Kral Theodore’nin oğlu üzerindeki gözlemle­ rinden yanıtladı. Profesör ve bayan Asa Gray, NiFde seyahat eder­ ken izledikleri yerlilerin ifadelerindeki bazı konularla ilgilendiler. Büyük Amerika kıtasında, Feguenlerle yaşayan bir öğret­ men olan Bay Bridges, ifadeler ile ilgili olarak, yıllar önce yol­ lanan bazı sorulan yanıtladı. Kıtanın kuzey bölümünde, Kuzey Batı Amerika’da Dr. Rothrock, Nasse nehrinde yaşayan vahşi Atnah ve Espyox kabilelerinin ifadeleri ile ilgilendi. Birleşik Devletler ordusunda yardımcı operatör olan, Bay Washington Matthevvs, büyük bir dikkatle (Smithsonian Reporfte benim so­ rulanını gördükten sonra) Birleşik Devletlerin batı bölgelerinde­ ki vahşi kabileleri gözlemledi; bunlar: Tetonlar, Grosventerler, Mandalılar ve Assinabonielerdi; ve yanıtlar çok değerliydi. Son olarak, bu özel bilgi kaynakları yanında, gezi kitaplannda verilen bazı verileri de topladım.

Şekil: 1 Yüz Kaslarının Çizimi - Sir. C. Bell 63

Şekil: 2 Yüz Şekli - Henle

Şekil: 3 Henle’den bir çizim.

64

A. Occipito-frontalis veya alın kası. B. Corrugator supercilii veya buruşturma kası. C. Orbicularis palpebrarum veya gözlerin küresel kasları. D. Pyramidalis nasi veya burnun depressor anguli oris. Pi­ ramitse! kası. E. Levator labii superioris alaeque nasi. M. Risorius, Platysma F. Levator labii proprius myoidesin parçası. G. Zygomatic. H. Malaris. I. Küçük zygomatic K. Tringularis oris veya L. Quadratus menti. M. Risorius, Platysma

Özellikle bu cildin sonraki bölümlerinde sıkça insan yüzü­ nün kaslarına deyindiğim gibi, burada da, Sir C. Bell’in çalış­ malarından kopya edilip küçültülmüş bir şekil (şekil 1) ve daha düzgün ayrıntıları olan Henle’nin çok iyi bilinen, Handbuch der systematischen Anatomie des Menschen adlı eserinden iki adet şekil (şekil 2 ve 3) aldım. Üç şekilde de aynı harfler, aynı kasla­ ra karşılık geliyorlar, ama sadece üzerinde konuşacağım önem­ lilerinin isimleri verildi. Yüz kaslan birbirlerine çok girmişler­ dir ve öğrendiğime göre, iyi incelenen bir yüzde bile, burada ol­ duğu şekilde görülmeleri çok zordur. Bazı yazarlar bu kaslann 19 çift ve bir tek adetten meydana geldiklerini söylüyorlar;17 fa­ kat Moreau’ya göre başkalan sayıyı 55 rakamına çıkartacak ka­ dar fazla buluyorlar. Konuyu yazan her birleşik kesin kabul etti­ ği gibi, yapısal olarak çok değişkenler; ve Moreau’nun söyledi­ ğine göre, yarım düzine örnekte bile birbirlerine benzemiyor­ lar.18 İşlevsel olarak da farklılar. Böylece, bir taraftaki köpek di­

şinin gösterilme gücü, insandan insana değişiyor. Dr. Pinderit’e1’ göre, burun deliklerini açma gücü de önemli ölçüde deği­ şiyor ve benzer başka örnekler de verilebilir.

65

Anatomik incelemeler, yüz kaslarının büyüklüğü konusunda farklılık ortaya çıkardılar ve birkaç kasın varlığını bile sorguladılar. Yine de, bazı insanların yüz hareketlerini yapma isteklerinin, belli bir kasın yokluğu­ na bağlı olmadığına inanıyorum, çünkü bilerek bir kas hareketi yapamayan insanların, duygusal olarak ve ani bir şekilde bunu yaptıklarını sıkça gözlemledim. Ayrıca, daha zor hareketleri yapmak için yeterli zaman ayıran bir kişi, (örneğin her seferinde bir taraftaki kaşı kaldır­ mak) sonunda başarır.

Son olarak, çeşitli ifade ve jestlerin fotoğraflarını çekme zahmetine katlanan, Bay Rejlander’e teşekkürlerimi ifade et­ mek zevkini elde ediyorum. Hamburg’dan Bay Kindennann’a, ağlayan çocuklarla ilgili mükemmel negatifleri ödünç verdiği ve Dr. Wallich’e, gülen tfir kızın tatlı bir fotoğrafı için minnettarım.

Bana cömertçe büyük bir çok fotoğrafını kopya edip küçültmem için müsaade eden, Dr. Duchanne için duygularımı daha önce belirtmiştim. Bütün bu fotoğraflar heliotip baskıyla basılmışlar­ dır ve kopyanın doğruluğu garanti edilmiştir. Bu baskılan Ro­ men sayılan ile belirttim. Bay T. W. Wood’a da çeşitli hayvanlann hayattan alınmış ifadelerini çizerken, çektiği sıkıntıdan dolayı minnettarım. Önemli bir sanatçı olan, Şay Riviere, bana iki köpek çizimi ver­ me nezaketinde bulundu- birisi düşmanca ve öbürü dostça ve yumuşak bir zihin yapısı içersindeydiler. Bay A. May’de benzer iki adet köpek çizimi verdi. Bay Cooper parçaları keserken çok özen gösterdi. Bazı fotoğraf ve çizimler, örneğin, Bay May’in ve Bay Wolf’un Cynopithecusa ait olan fotoğrafları, ilk kez Bay Cooper tarafından, tahta üzerinde fotoğraf tekniğiyle yeniden hazırlanarak, baskılan yapıldı; böylece orijinale sadık kalındı.

66

BÖLÜM: I

İFADENİN GENEL İLKELERİ Belirtilen üç ana ilke- İlk ilke- Kullanışlı hareketler zih­ nin bazı durumlarıyla beraberce alışkanlık oluyorlar ve herhangi bir durumda yararına bakılmaksızın kullanılı­ yorlar- Alışkanlığın gücü- Kalıtım- İnsanda birleşik dav­ ranış hareketleri- Refleks hareketleri- Refleks hareketle­ rine dönüşen alışkanlık hareketleri- Alt seviyedeki hay­ vanlarda birleşik alışkanlık hareketleri- Son sözler.

İnsan ve düşük seviyedeki hayvanlar arasında, çeşitli duygu ve heyecanların etkisiyle, istem dışı olarak kullanılan bir çok ifade ve jest ile ilgili olarak, açıklayıcı olabileceğini düşündüğüm üç ilkeyi anlatarak başlamak istiyorum. * Bu ilkelere, gözlemlerimin sonunda ulaştım. Bu ve gelecek iki bölümde genel anlamda anlatılacaklar. Burada, hem insanlar, hem de alt seviyeli hayvanlarla ilgili gözlem­ ler kullanılacak; ama ikinci veriler daha çok tercih edilmeli, çünkü bizi daha az yanıltıyorlar. Dördüncü ve beşinci bölümlerde, bazı alt seviyeli hayvanların özel ifadelerini ve sonrakilerde de insanlannkini anlatacağım. Benim üç ilkemin, konunun kuramı üzerine ne ka­ dar ışık tuttuğu hususunda, böylece, herkes kendi değerlendirmesini yapabilecek. Bana, şu ana kadar bir çok ifade, çok doyurucu bir bi­ çimde açıklanmış gibi geliyor ve bundan sonra da aynı veya benzer başlıklar altında tanışılacaklar. Bedenin herhangi bir yerindeki de­ ğişim veya hareketlerin- köpeğin kuyruğunu sallaması, atın kulak­ larını geri çekmesi, insanın omuzlarını silkmesi veya derideki kılcal damarların genişlemesi gibi- aynı zamanda ifade olarak da kullanıl­ dığım açıklamakta zorlanacağım. Üç ilke şunlar: * Bay Herbert Spencer (Makaleler, ikinci seri, 1863, s. 138) duygu ve heye­ can arasında açık bir çizgi çekmiştir ve İkincisi ‘bedensel yapımız içerisinde oluş­ maktadır'. Duygu dünyasını, duygular ve heyecanlar olarak sınıflandırmaktadır.

67

1 .Birleşmiş faydalı alışkanlıklar ilkesi. Bazı karmaşık ey­ lemler, bazı duygu ve istekleri yerine getirmek, tatmin etmek vs. için, zihnin belirli durumlarının doğrudan ya da dolaylı etki­ si altındadırlar; ve ne zaman, aynı zihinsel durum uyarılırsa, az da olsa, bir alışkanlık gücü ile, en ufak faydası olmasa bile, aynı hareketlerin eylemi için bir birleşme eğilimi oluşur. Bazı zihin­ sel durumlarda, normal olarak alışkanlık altında birleşen eylem­ ler, istem içi olarak kısmen bastırılabilirler, ve bu durumlarda, istemden uzak olarak en az etkilenen kaslar, hala harekete en hazır olanlardır ve açık bir şekilde görülen hareketler sergilerler. Başka bazı durumlarda, bir alışkanlık hareketinin kontrol edil­ mesi, başka hafif hareketleri gerektirir; bunlarda belirgindirler. 2 .Antitez ilkesi. Birinci ilkemizde olduğu gibi, bazı zihinsel durumlar, yararlı bazı alışkanlık eylemlerine yol açarlar. Şimdi tam tersine, bir zihinsel durum uyarılırsa, bunun bir yararı ol­ mamasına rağmen, ters yapıdaki hareketlerin eylemi için kuv­ vetli ve istem dışı bir eğilim oluşur ve bazı durumlarda bu hare­ ketler çok belirgindir. 3 .Önce istemden ve bir dereceye kadar alışkanlıklardan ba­

ğımsız olarak, sinir sisteminin yapısı nedeniyle oluşan hareket­ ler ilkesi. Sinir sistemi kuvvetli bir şekilde etkilenince, sinir gü­ cü fazla oluşur ve sinir hücrelerinin bağlantılarına göre ve kıs­ men alışkanlıkla, belirli yönlere aktarılır; veya göründüğü gibi, sinir gücünün karşılanması kesintiye uğrar. Bu şekilde üretilen etkiler de belirgindirler. Üçüncü ilke, kısa olmak amacıyla, sinir

sistemi üzerinde doğrusal hareket diye adlandırılabilir. İlk ilkemize göre, alışkanlık gücünün ne kadar güçlü oldu­ ğunu gördük. En karmaşık ve zor hareketler, zamanla, en ufak çaba veya bilinç olmadan eyleme dönüşürler. Alışkanlıkların, karmaşık hareketlerin yapılmasını nasıl kolaylaştırdığı bilinme­ mektedir; fakat fizyologlar ‘sinir tellerinin yönetim gücünün, heyecanlanmalarının sıklığına oranla arttığını’ kabul etmekte­ dirler.1 Bu, duyu ve hareket sinirlerinde olduğu gibi, düşünmey­ le ilgili olanlar için de geçerlidir. Alışkanlıkla kullanılan sinir

68

hücrelerinde veya sinirlerde fiziksel bir değişimin oluştuğu şüp­ he götürmez, aksi halde, bazı elde edilmiş hareketlerin nasıl ka­ lıtımsallaştığını anlayamayız. Bazı atlann geçiş yürüyüşlerinde görüldüğü gibi, eşkin bir şekilde, onlar için doğal olmayan bir biçimde kalıtımsal laşmışlardır- pointer ve seterlerin hareketle­ rinde olduğu gibi- bazı tür güvercinlerin uçuş davranışları gibi vs. İnsanlarda da, şimdi anlatacağımız biçimde, alışılmamış jest ve davranışların kalıtımsallaşması aynı durumdur. Türlerin aşa­ malı evrimini kabul edenler için, en zor içgüdüsel hareketlerin iletildiği mükemmelliğin en çarpıcı örneği, sinek kuşu pervane­ si (Macroglossa) tarafından sergilenmektedir; bu pervane, koza­ sından çıktıktan kısa bir süre sonra, büzüşmemiş kabuklannm açılmasıyla, uzun kıl şeklinde kıvrılmamış hortumuyla ve çiçek­ lerin ufak deliklerine girmiş olarak, havada dengede dururken görülebilir; ve hiç kimse pervaneyi, hatasızca hedef bularak yaptığı bu zor işi öğrenirken görmemiştir. Darvvin’in gözlemi- sinir hücrelerinde oluşan fizik­ sel değişimin alışkanlığa dönüşmesi- doğrulandı. Merzenich/12 bir motor yeteneğin elde edilmesinin, değişik parmakların motor korteksdeki referanslarını değiştirdi­ ğini gösterdi. Kami ve arkadaşları/13 parmakların kulla­ nımında beceri gerektiğinde, motor kortekse akışın arttı­ ğını buldular. Darwin, daha sonra kalıtımla elde edilen bu tür beyin değişikliklerinin, kullanım- kalıtımı örnek­ leri olduğunu söylemiştir, ki şimdi bunun yanlış olduğu­ nu biliyoruz. Böyle bir kalıtım için bu kanıt, (yani avı gösteren av köpekleri) öğrenilen özelliğin kalıtımsallaş­ masında değil, fakat yetiştirilen hayvanların özel bir ye­ teneği geliştirme özelliğine sahip olanlar arasından seçilmesindeydi. Bir eylemin gerçekleşmesi için, kalıtımsal veya içgüdüsel bir eğilim olursa veya bazı tür yiyecekler için kalıtımsal bir beğeni var­ sa, bireyde bir miktar alışkanlık da genellikle gereklidir. Atın yürü­

69

yüşünde ve bir dereceye kadar köpeklerin işaret etmesinde, bunu gö­ rüyoruz; yine de bazı genç köpekler, kötü koku alma ve görme yete­ neklerinde tam bir kalıtım sahibi olmalarına rağmen, ilk dışarı çıktık­ larında mükemmel bir şekilde avı gösterirler. Eğer bir buzağı annesi­ ni bir kere emerse, onun, daha sonra elde yetiştirilmesinin çok zor olduğunu duydum. * Bir tür ağacın yaprakları ile beslenen tırtıllar, doğa şartları altında2 kendilerine uygun besini sağlamasına rağmen, başka bir ağacın yaprağını yemektense yok olmayı tercih ederler. Birleşmenin gücü herkes tarafından kabul ediliyor. Bay Bain şöyle diyor: ‘eylemler, duyular ve duyguların durumunun be­ raberce veya kısa sürelerde ardışık oluşumu, hep beraber geliş­ mesi veya birisi zihne getirildiğinde, diğerlerinin de fikir olarak gelmesi şeklinde birleşme eğilimindedir.’** Bizim amacımız için, eylemlerin diğer eylemlerle veya zihnin çeşitli durumlarıy­ la birleşmeye hazır olduğunu anlamak çok önemlidir; önce in­ sanla, sonra da alt seviyeli hayvanlarla ilgili olarak bu konu ile ilgili bir çok örnek verebiliriz. Bazı durumlar çok önemsiz bir yapıdadırlar, ama bizim amacı­ mız için daha önemli alışkanlıklar kadar uygundurlar. Tekrarlar ol­ madan, daha önce yapılmamış biçimde, kol ve bacakları ters yönde hareket ettirmenin ne kadar zor, hatta olanaksız olduğu herkes tara­ fından bilinir. İki çapraz parmağın uçlarının altında yuvarlanan bir

misketin, iki misket gibi algılandığı bilinen deneyde olduğu gibi, benzer durumlar duyularımızda da olur. Herkes yere düşerken, ken­ dini ellerini uzatarak korur ve Profesör Alison’un anlattığına göre, * Hipokrat ve ünlü Harvey çok önceleri benzer bir söz söylemişlerdi; çünkü her ikisi de eğer genç bir hayvan ilk birkaç günde emme yöntemini unutursa, bir daha elde etmesinin çok zor olacağına emindiler. Bu fikirleri Dr. Darwin’in bilgisine bağlı olarak veriyorum, Zoonomia, 1974 cilt i, s. 140 (Stanley Haynes tarafından yazara gönderilen bir mektupta onaylanmıştır.) ** The Senses and the Intellect, 2. bas. 1864 s. 332. profesör Huxley şöyle diyor: (Elementary Lessons in Physiology, 54. bas., 1872, s. 306.) ‘Şöy­ le bir ilke konulabilir: eğer iki zihin durumu, gerekli sıklık ve canlılıkla, bera­ berce veya ardışık olarak hatırlanıyorsa, birinin yeterli Üretimi, istesek de iste­ mesek de, diğerinin hatırlanmasını sağlayacaktır.’

70

bilerek yumuşak yatağa düşen insanların çok azı bundan kaçınabil­ mişler. Dışarıya çıkan bir adam bilinçsizce eldivenlerini takar; ve bu çok basit bir işlem gibi görünebilir, fakat çocuğuna eldiven giy­ mesini öğretmeye çalışan bir kişi bunun zorluğunu bilir. Zihinlerimiz çok etkilenince, bedenimizin hareketleri de öyle olurlar; fakat, burada, alışkanlığın yanında başka bir ilke, yani, sinir-gücünün yönlendirilmemiş taşması, kısmen sahne alır. Norfolk, Kardinal Wolsey’e söyle diyor: ‘Bir garip karışıklık Onun beyninde: dudaklannı ısırır ve başlar; Birden durur, yere bakar, Sonra elini şakaklanna koyar; dik; Hızlı bir yürüyüş için fırlar; sonra yine durur, Göğsüne hızlıca vurur; ve hemen çevirir Gözlerini aya doğru: en garip durumda Kendini tuttuğunu görmüştük.’ Hen. VIII iii, 2

Kaba bir adam, zihni karışınca genellikle kafasını kaşır; ve bana göre bunu, bedeninde hafif bir rahatsızlık duymuş gibi, ya­ ni onu etkileyecek bir biçimde kafası kaşındığında, böylece ra­ hatlayacakmış gibi, alışkanlıkla yapar. Başka birisi aynı durum­ da gözlerini ovuşturur veya utanınca hafifçe öksürür ve her iki durumda da sanki nefes borusu veya gözlerinde hafif bir rahat­ sızlık vannış gibi davranır. * Gözlerin sürekli kullanımından, bu organlar, zihnin değişik durumları altında, açıkça görülecek bir şey olmasa da, genellikle beraberce hareket etme eğilimindedirler. Gratiolet’e göre, bir fikri şiddetle reddeden bir adam, büyük olasılıkla gözlerini kapatacak veya yüzünü çevirecek, ama fikri kabul ederse, olumlu anlamda başını sallayacak ve gözlerini açacaktır. İkinci durumda,' adam * Gratriolet (De La Physionomie, s. 324) bu konu ile ilgili tartışmaların­ da, benzer bir çok Örnekler vermiştir. Gözlerin açılma ve kapanmaları ile ilgili olarak, bkz. s. 42. Engel (s. 323) insanın düşünceleri değişlikçe, yürüyüşünün değiştiğinde bahsetmiştir.

71

sanki durumu açıkça görmüş ve ilk durumda da görmemiş veya görmeyecek gibi davranacaktır. Korku dolu bir anı anlatan insan­ ların, genellikle sıkıca ve anlık olarak gözlerini kapattıklarını ve­ ya hoşlanmadıkları bir şeyi uzaklaştırmak ister gibi kafalarını sal­ ladıklarını gördüm; ve kendimi, korkunç bir olayın karanlığını dü­ şünürken, gözlerimi sıkıca kapamış bir durumda yakaladım. Bir nesneye aniden veya etrafa bakan herkes kaşlarını kaldırır, böyle­ ce gözler hızlı bir şekilde açılır; Duchenne3, bir olayı hatırlamaya çalışan insan, sanki onu görecekmiş gibi, genellikle kaşlarını kal­ dırır diye söylüyor. Bir Hindu centilmeni, vatandaşına ve Bay Erskin’e karşı aynı davranışta bulunur. Bir ressamın adını gayretli bir şekilde hatırlamaya çalışan genç bir bayanı fark ettim, önce ta­ vanın bir köşesine baktı, sonra öbür köşesine ve bir kaşını o yöne doğru kaldırdı; tabii ki orada görülebilecek bir şey yoktu.

Darvvin’in gözlemiyle uyumlu olarak,cW Batı kültü­ rü almış olan insanlar, utanç duydukları zaman, sanki görüş açısından saklanmak isterlermiş gibi, bakışlarını kaçırır ve başlarını çevirirler. Bunun evrensele015 olduğu­ nu gösteren bir şekilde, Yeni Gine’deki cahil insanları incelerken de bunu izledim. Utanırken çeşitli şekillerde duygularını göstermelerini istedim, hepsi bakışlarını ka­ çırarak, yüzlerini çevirdiler. Bu çalışmayı 1967-1968 yıllarında yaptığımda, incelediğim bir çok kişi bunu Ba­ tı kültüründen öğrenme şansını elde etmemişlerdi: ya­ bancılarla ya ilişkileri yoktu, ya da çok azdı, televizyon, film ve fotoğraf görmemişlerdi. Klinik gözlemler de Darwin’i destekliyordu. Örneğin, psikiyatrik bir hasta­ nın, kuvvetli bir duyguyu sergilerken, bir şey görmek is­ temediğini belirtircesine, uzunca süre gözlerini kapadı­ ğını gördüm. Darwin’e göre, görme gibi bir duyu meka­ nizmasının biyolojik olarak işlemesinin, duyu mekaniz­ masının fiziksel işlevi ile ilgili geniş anlamlarla metafor olarak birlestirilebilmesi, sadece görme olayına değil, ama aynı zamanda, genel olarak duyma ve tatma gibi di­ ğer duygu mekanizmalarına da uygulanmalıdır. 72

Bir çok duıumda, birleşmiş hareketlerin, alışkanlık yoluyla nasıl elde edildiklerini anlıyoruz; fakat bazı bireylerde, bazı jest ve davranışlar, anlaşılamaz nedenlere bağlı olarak, zihnin durum­ ları ile ortaya çıkıyorlar ve şüphesiz kalıtımsal oluyorlar. Göz­ lemlediğim, zevkli duygular içeren, babadan kıza iletilen olağan dışı ve karmaşık bir jestle ve diğer benzer olaylarla ilgili olarak her yerde örnekler veriyorum. * Bir nesneyi alma konusunda, baş­ ka bir garip kalıtımsal hareket örneği de bu ciltte verilecek. Alışkanlıktan bağımsız olarak, bazı koşullar altında genel olarak yapılan başka hareketler de vardır ve bunlar taklit veya sempatiye dayanırlar. Böylece, makasla bir nesneyi kesen kişi, çenesini makasın işlediği yönde oynatır. Yazı yazmayı öğrenen çocuklar, ellerini hareket ettirdikçe, komik bir biçimde dillerini bükerler. Halk şarkıcısının sesi aniden kısılırsa, eminim sizlerin de bir çok kereler gördüğünüz ve güvenebileceğim kişilerin an­ lattığı gibi, boğazını temizler; fakat, hepimiz aynı duıumda bo­ ğazımızı temizlersek, alışkanlık ortaya çıkar. * The Variation ofAnimals and Plants under Donıesfîcation, cilt ii s. 6. Alış­ kanlık jestlerinin kalıtımı bizim için çok önemlidir. Şimdi anlatacağım konu ile ilgili olarak, Bay F. Galton'un kendi kelimelerini kullanma iznini aldığım için, büyük bir memnuniyetle bunları kullanıyorum: Üç ardışık nesil boyunca insanlarda görülen ve şimdi anlatacağım alışkanlık, oldukça ilgi çekici, çünkü sadece derin uykuda oluyor, böylece taklit edilemez ve doğal olmalı. Olanlar tamamen güvenilir, çünkü derinine inceledim ve bol ve bağımsız delil topladım. İyi bir pozisyon sahibi olan bir adamın karısı, yatakta sırt üstü yatarken, onun garip bir adetini fark ediyor. Adam sağ elini yavaşça yüzünün önüne, sonra alnına doğru kaldırıyor, sonra ani bir hareketle bırakı­ yor ve bileği ağır bir şekilde burun kemiğinin üzerine düşüyor. Bu her akşam olmu­ yor, fakat bazen ve bir nedene bağlı kalmaksızın oluyor. Bazen bir saatten fazla sürü­ yor. Adamın burnu çıkıntılı ve aldığı darbeler nedeni ile burnu genellikle şişiyor. Bir seferinde, şişliğin ilk oluşumundan sonra, olayın üst üste tekrarlanmasıyla, uzun bir iyileşme dönemi gerektiren kötü bir şişlik oluşuyor. Eşi. çizikler meydana getirdiği için, geceliğinin kol düğmesini çıkartıyor ve elini durdurmak için bazı yollar deniyor. Adamın ölümünden yıllar sonra, oğlu bu durumu bilmeyen bir hanımla evleniyor. O da kocasında aynı özelliği gözlemliyor; fakat, burnu çok çıkık ol­ madığı için, darbelerden acı çekmiyor. (Bu ilk yazıldığında olay olmuştu. Kol­ lu sandalyesinde, yorucu bir günün sonunda uykuya dalıyor ve uyandığında tırnağıyla burnunu oldukça zedelediğini fark ediyor.) Örneğin sandalyede yarı

73

Atlama yarışlarında, yanşçı tam sıçrarken, seyircilerden ge­ nellikle erkek çocuklar ve erkeklerin ayaklarını hareket ettirdik­ lerini duydum; burada yine alışkanlık * rol oynuyor, çünkü ka­ dınların bu şekilde davranacaklan şüphe kaldırır. Refleks hareketleri. Kelimenin tam manasıyla, refleks hare­ ketleri dış hareketleri kontrol eden sinirin uyanlarak, etkiyi di­ ğer sinir hücrelerine iletmesine bağlıdır ve bu da bazı kas ve bezleri harekete geçirir; Bu genellikle beraberce oluşmasına rağmen, bir duyumsama veya bilinçli algılama olmadan ortaya çıkar. Refleks hareketleri ifadesel oldukları için burada biraz üzerinde konuşulacaktır. Ayrıca alışkanlıkla ortaya çıkan hare­ ketlere dönüştükleri ve birbirlerinden zor ayrıldıklarını da göre­ ** ceğiz. Öksürmek ve aksırmak refleks hareketlerin örnekleri­ dir. Bir çok kasın eş güdümsel hareketini gerektirmesine rağ­ men, çocuklarda hapşırmak nefes almanın ilk aşamasıdır. uykulu otururken olmuyor, ama uykuya dalar dalmaz başlamaya eğilimli olu­ yor. Babasında olduğu gibi aralıklarla oluşuyor; bazen bir çok gece hiç olmu­ yor, başka gecelerde sıkça oluşuyor. Babası gibi, sağ elini kullanıyor. Kız olan bir çocuğu da aynı alışkanlığı alıyor. O da sağ elini, fakat biraz farklı bir biçimde, kullanıyor; elini kaldırdıktan sonra, bileğini burun kemiği­ ne düşürmüyor, fakat yan kapalı avucu burnun üzerine ve yanına düşüyor ve hızlı bir biçimde vuruyor. Bu çocukta da aralıklarla oluşuyor, bazen aylarca kesiliyor ve bazen de çok sık oluyor. (Bay R. Lydekker, göz kapaklarının düşmesi ile sonuçlanan, ilginç bir kalıtımsal özelliği anlatıyor. Özellik, bir felçle veya daha açık olarak tarator palpebrae kasının olmamasıyla ilgili. Önce kendisini Bayan A. da gösteriyor; birisinin adı B olan, üç çocuğu var ve özelliği almış. B’nin dört çocuğu var ve hepsi de bu özelliği almışlar; bunlardan kız olan bir tanesi evleniyor ve iki ço­ cuğu oluyor; çocuklardan sadece bir tanesi, bu özelliğe sadece bir gözünde sa­ hip oluyor.) * (Amerikalı bir doktor yazara gönderdiği bir mektubunda, bazı kadın has­ talarını muayene ederken bazen kendini onların kas hareketlerini taklit ederken fark ettiğini yazmış. Bu önemli bir örnek, çünkü alışkanlığı içermiyor.) ** Profesör Huxley omuriliğe uygun olarak yapılan refleks hareketlerin doğal olduğunu belirtiyor (Elementary Physiology, 5. baskı s. 305); fakat bey­ nin yardımıyla, yani alışkanlıkla, sonsuz yapay hareketler elde edilmiş olabilir. Virchow bazı refleks hareketlerin iç güdülerden çok zor ayırt edilebilecekleri­ ni Kabul ediyor (‘Sammlung Wissenschaft. Vortage* vs., Ueber das Rücken-

74

Solunun kısmen istem içidir, ama temel olarak bir reflekstir ve en doğal ve mükemmel biçimde oluşması isteği içermez. Bir çok kannaşık hareket reflekstir. Başı kesilen ve duygulan olma­ dığı için herhangi bir hareketi bilinçli olarak ortaya koyamaya­ cak olan bir kurbağayla ilgili olarak sıkça verilen ömek bu ko­ nuyu iyi açıklayabilir. Bu durumdaki kurbağanın uyluğunun al­ tına bir damla asit damlatıhrsa, kurbağa aynı ayağın üst bölümü ile asidi silmeye çalışır. Eğer ayak kesilmişse, bu hareketi yapa­ maz. Birkaç sonuçsuz çabadan sonra, bu şekildeki hareketi bıra­ kır ve rahatsız bir biçimde, Pflüger’in anlattığı gibi, başka bir yol arar ve en azından diğer ayağını kullanarak asidi siler. Dikkat edilirse bu sadece kasların kasılması değildir ama belli bir amaç için sıralı olarak uyumlu ve birleşik bir kasılma vardır. Bu hare­ ketler, bilinç ve istekleri ortadan kaldırılmış bir organın, hayva­ nın isteğinden etkilenmiş ve bilinci ile yönlendirilmiş gibi bir görünümüdür/ Çok genç bazı çocuklarda refleks ve istem içi hareketlerin farkını görebiliyoruz. Sir Henry Holland’ın anlattığına göre, ço­ cuklar hapşırmak ve öksürmeye benzer bazı hareketleri yapamıyorlarmış. Yani, burunlarından üfleyemiyorlar (buruna hava doldurarak, şiddetli bir şekilde üflemek) ve boğazlarındaki bal­ gamı temizleyemiyorlar. Bu hareketleri biz yapabiliyoruz ama mark, 1871, s. 24, 31); ve bazı iç güdülerin kalıtımlarmış alışkanlıklardan da ayırt edilemeyeceğini ekliyor. (Bir eleştirmen, eğer doğru kayda alınırsa, bu deneye göre ortaya çıkan iradeli bir harekettir ve refleks hareketi değildir di­ yor, başkası ise deneyin güvenilirliğini kabul etmeyerek, zorluğu aşıyor. Dr. Michael Foster bir kurbağanın hareketlerini anlatırken, (The Book of Physiology, 2. bas., 1878, s. 473) ‘ilk önce bilinçli bir seçim gibi göründü’ diyor. Kuşkusuz bir seçimdi; kurbağanın omuriliği tarafından ortaya konulan benzer seçim örnekleri ve bilinçli irade gibi farklı özdevinı örnekleri oldukça, seçi­ min bilinçli olduğu konusunda haklılığımız kanıtlanacaktır. Ancak öte yandan, omurilik protoplazmasındaki direnme hatlarının başka bir hareket tarzı için ör­ gütlenmiş olabileceği kabul edilebilir; ve beyinsiz bir kurbağada seçim hare­ ketlerinin ne kadar az ve basil ve bunların ne kadar kendiliğinden olmaktan uzak veya kurbağanın omuriliğinin düzensiz özdevimi oldukları gözlemlenin­ ce, bu bakış açısı olası görünüyor.

75

onlar biraz daha büyüyünce bunları refleks hareketler kadar ko­ laylıkla öğrenecekler. Hapşırmak ve öksürmek bir miktar istem içi olabilir veya olmayabilir, ama burundan hava üflemek ve balgam temizlemek tamamen bize bağlıdır. Burnumuzda veya nefes borumuzda bizi rahatsız eden bir parçacığı fark edersek- yani, hapşırmak ve öksürmek durumun­ da olduğumuzda etkilenen aynı duyu sinirleri etkilenirse- istem dışında, bu geçitlerden hava üfleyerek parçayı çıkmaya zorlaya­ biliriz; fakat bunu refleks hareketlerimizin gücü, hızı ve mü­ kemmelliği ile yapamayız. Bu ikinci durumda, duyu sinir hücre­ leri, beynin ilgili yarısı ile- bilinç ve iradenin yerleştiği yer - ile­ tişim kurarak güç kaybetmeden açık bir şekilde hareket sinir hücrelerini etkilerler. Her durumda, istem içi olan ve refleks ha­ reketlerini meydana getiren güç ve onları etkileyen mekanizma arasında derin bir zıtlık sezmek olasıdır. Claude Bemard’ın söy­ lediği gibi, ‘L’influence du cerveau tend done â entraver les mouvements reflexes â limiter leur force et leur etendue’. (‘Böyle­ ce beynin etkisi refleks hareketleri engellemeye, onların gücünü ve kapsamını sınırlamaya çalışır/)5 Uygun duyu sinirleri uyarılmasına rağmen, refleks bir hareketi yapmaya hazır olan bilinçli istek, bazen işlemi durdurur veya ara verir. Örneğin yıllar önce, hepsi de hapşırdıklarını söyleyen bir dü­ zine centilmenle enfiye koklayınca hapşırmayacakları üzerine bah­ se girmiştim; sırayla hepsi bir tutam aldılar ve başarı isteğiyle hiç biri hapşırmadı ama gözleri yaşlandı ve hepsi de bahsi kaybettiler. Sir Holland, yutmanın doğru hareketlerine dikkat edilirse, bazı in­ sanların bir hap yutmayı zor bulabileceklerini söylüyor.6 Refleks hareketin çok bilinen bir örneği de göze dokunul­ duğunda göz kapaklarının istem dışı kapanmasıdır. Benzer bir göz kırpması da, yüze doğru bir hareket yöneldiğinde oluşur; Fakat bu alışkanlıktır ve tam bir refleks hareketi değildir, çünkü dürtü dış duyu sinirlerince değil, zihin tarafından algılanır. Bü­ tün beden ve kafa aynı anda ani olarak geriye çekilir. Eğer algı­ lama yakın bir tehlike görmemişse, bu sonraki hareketler önle­

76

nebilir; ama aklımız bir tehlike olmamasının yeterli olmadığını söyler. Buna örnek olarak önemsiz ve o zaman beni şaşırtan bir olayı anlatabilirim. Hayvanın bana doğru atlaması durumunda geri çekilmemeye kararlı olarak, hayvanat bahçesindeki şişen yılanın önündeki kalın cama yüzümü yaklaştırdım; ama hayvan hareketi yaptığı zaman kararlılığım yok oldu ve beklenmedik bir hızla geriye doğru sıçradım. Hiç denenmemiş bir tehlikenin hayaline karşı istek ve mantığım güçsüz kalmışlardı.

Amerikalı psikolog Susan Minekacl6 insanların yı­ lan şekillerine korku ile yaklaşmaya biyolojik olarak ha­ zır olduklarını buldu. Belki de Darwin :n deney yaptığı hayvan yılan olmasaydı, geri çekilme konusunda daha başarılı olabilirdi. İrkilmenin şiddeti kısmen hayal gücünün canlılığına, kıs­

men de sinir sisteminin sürekli veya geçici durumuna bağlıdır. Yorgun ve acemi olan atını irkilmesine dikkat eden bir kişi, her­ hangi bir varlığın göze çarpmasıyla, zihinde tehlikeli olabileceği bir an için düşünüldüğünde, hayvanın istem içi olarak etrafta hızla dolaşmayacağı şiddet ve hızlı bir sıçramayla tepki verdiği­ ni görecektir. Acemi ve iyi beslenmiş atın sinir sistemi emri ha­ reket sistemine çok çabuk gönderir ve böylece tehlikenin gerçek olup olmayacağına karar vermek için zaman kalmaz. Şiddetli bir irkilme sonucunda, kan beyinde rahatça akınca, tekrar irkil­ me eğilimi vardır; ve ben bunu bir çok gençte gördüm. Gelen paragrafta, Darvvin, göz kırpmayı ‘irkilme tepkimesi’ nin bir parçası olarak görmekte haklıydı. İr­ kilme sırasında oluşan birkaç yüz hareketi daha vardır/17 Gençlerin irkilme tepkimesinde göz kırpmasının olma­ dığını söyleyen Darwin’in bu açıklaması konusunda araştırma olup olmadığını bilmiyorum. İrkilme hareketi­ nin diğer unsurlarının da olup olmadığını bilmek ilgi çe­ kici olurdu.

77

Ani bir sesle irkilmeyle birlikte, dürtü işitme organlarınca algı­ landığında, yetişmiş insanlar her zaman gözlerini kırparlar. * İki haf­ talıktan daha küçük yaşlarda olan çocuklarımın ani seslerden irkilirken gözlerini kırpmadıklarını izledim ve hiçbir zaman kırptıklarını da sanmıyorum. Daha yetişkin bir gencin irkilmesi, düşen bir şeyin yakalanması çabasını anımsatır. 114 günlükken çocuklarımdan biri­ sinin gözleri önünde mukavva bir kutuyu salladım ve hiç gözünü kırpmadı; ama içersine birkaç şekerleme koyarak aynı pozisyonda sallayınca, her seferinde çocuk gözlerini şiddetle kırpıştırdı ve biraz irkildi. İyi bakılan bir çocuğun, gözleri önünde oluşan bir sesin ona tehlike yaratabileceğini deneyim ile öğrenmiş olduğunu düşünmek olanaksız. Fakat bu deneyim, nesiller boyunca daha ileri yaşta de­ neyimle elde edilebilir; ve kalıtımdan bildiğimiz kadarıyla, aktarı­ lan bir alışkanlığın, dölde, ebeveynlerinin ifade ettiği yaştan daha önce ortaya konması olasıdır.

Bu, değerini kaybetmiş olan, elde edilmiş özellikle­ rin kalıtımı ile ilgili yaklaşımın Danvin tarafından tama­ men kabul edilişinin açık bir örneğidir. Ebeveynler tara­ fından öğrenilen alışkanlıklar kalıtımla döle geçmezler. Sürdürülen tartışmalardan, önceleri bilinçli olarak yapılan bazı hareketlerin, alışkanlık ve buna bağlı refleks hareketine dö­ nüşmeleri ve sonra derin bir biçimde kalıtımsallaşmalan ve hiç­ bir yaran olmasa da, ** aynı nedenin ortaya çıkışında olduğu gi­ bi, istem içi olarak da onlann ilk etkilendiği biçimde kullanılmalan olası görünüyor.

Çağdaş terimlerle, otomatikleşen iyi öğrenilmiş davranış veya alışkanlıklardan bahsediyoruz. * Müller irkilmenin, her zaman gözlerin kapanması ile birlikte olacağını söylüyor. (Elements ofPhysiology, tng. Tere. Cilt. iis. 1311) ** Dr. Mudsley, ‘faydalı bir amaca hizmet eden refleks hareketler, hasta­ lığın değişen koşullarında şiddetli acı ve kötü Ölümlere neden olacak kadar za­ rarlı olurlar’ diyor (Body and Mind s. 10).

78

Bu durumlarda, duyu siniri hücreleri, bilinç ve irademizin bağlı olduğu hücrelerle iletişim kurmadan hareket hücrelerini etkiler. Aksırma ve öksürme, ilk olarak duyarlı hava geçişle­ rindeki rahatsız edici bir maddeden kurtulmak için şiddetli bir biçimde ortaya konan alışkanlıkla elde edilmiş olabilir. Zama­ nı düşünecek olursak, bu alışkanlıkların içsel olmaları veya refleks hareketlere dönüşebilmeleri için yeteri kadar zaman var; çünkü bunlar bir çok yüksek seviyeli dört ellilerde ortak olarak var ve böylece ilk olarak çok eski devirlerde elde edil­ miş olmalılar. Neden boğaz temizlemek bir refleks hareket de­ ğil ve çocuklarımız tarafından öğrenilmeli, bunu bilemiyorum; ama burnun mendile sümkürülmesin neden öğrenilmesi gerek­ tiğini biliyoruz. Oyluklanndaki asidi silmeye çalışan başı kesik bir kurbağa­ nın, belli bir amaç için mükemmel eş güdümlü olan hareketleri­ nin önceden istem içi olmamalan ve sonra sanki uzun bir alış­ kanlık sonucuymuş gibi bilinçsiz olarak veya beynin ilgili böl­ gelerinden bağımsız olarak ortaya konmaları kabul edilemez. Böylece, duyularımız uyardığı zaman, irkilmenin ilk önce tehlikeden mümkün olan en hızlı bir biçimde kaçma alışkanlığı ile oluştuğu düşünülebilir. Gördüğümüz gibi, irkilme, sanki bir şeyden korunuyormuş gibi bedenin en duyarlı ve narin organları olan gözlerin kapanmasıyla beraber ortaya çıkıyor; ve bana göre bu her zaman, şiddetli bir harekete hazırlık olan ani ve etkili bir esinlenme ile beraber oluyor. Ama bir insan veya at irkilince, kalbi hızla çarpar ve işte bu gerçekten irade ile kontrol edileme­ yen ve bedenin genel refleks hareketlerine katılan bir organdır. Bu konuya ilerde tekrar deyineceğim. Retina bir ışık tarafından uyanldığında irisin küçülmesi, önce istem içi olan ve sonra alış­ kanlıkla sabitlenen bir hareket gibi görünmüyor; Çünkü irisin, hayvanlarda bilinçli istemin kontrolü altında olduğu biliniyor. * * (Dr. Baxter (8 Temmuz 1874 tarihli mektup) Virchovv’un Gedachtnissrede über Johannes Müller' deki Müller’in irisini kontrol etliğine dair bir cümle­ sine dikkat çekiyor. Lewis ( Physical Basis ofMind, 1877 s. 377) Bonn’dan

79

bu durumlarda alışkanlık dışında bir açıklama bulunması gere­ kiyor. Retinadaki parlak ışığın hapşırmaya neden olması gibi, sinir gücünün aşın derecede etkilenmiş sinir hücrelerinden diğer bağlı hücrelere yayılması, bazı refleks hareketlerin oluşumunu anlamamıza yardımcı olabilir. Bu tür bir sinir gücü yayılması, retinanın küçülerek ışık girmesini engellemeye çalıştığı gibi, ilk rahatsızlığı azaltmaya eğilimliyse, sonradan bu amaçla avantaj sağlamak için değişebilir. Her durumda, beden yapıları ve içgüdüler gibi refleks ha­ reketlerinin de küçük değişimlere uğrayabileceği unutulma­ malı; yararlı ve yeterli önemde olan her değişim korunma ve kalıtımsallaşma eğiliminde olacaktır. Böylece bir amaç için edinilen refleks hareketler, zamanla istem veya alışkanlık dışı olarak daha uzak bir amaca yönelik olarak değişebilirler. İç

güdülerle oluşan bir çok durumla, bu durumlar arasında çok zaman paralellik olduğuna inanmak için her türlü neden var; çünkü bazı içgüdüler sadece uzun süreli kullanılan ve kalıtım­ sallaşan alışkanlıklardır, diğer daha karmaşık olanlar, önceleri var olan içgüdülerin saklanmasıyla gelişmişlerdir. - Yani Do­ ğal Seçilimle. Darwin, bu bölümde ifade biçimlerini, sıkça yaptı­ ğı gibi elde edilmiş özelliklerin kalıtımsallaşması kavra­ mına bağlı olarak değil, doğal seçilimle nasıl anlatabile­ ceğini gösteriyor. Refleks hareketlerinin elde edilmesi konusunu biraz tartış­ mama rağmen, bunun çok düzgün bir şekilde olmadığının far­ kındayım, çünkü sıklıkla duygularımızın ifadesine bağlı hare­ ketlerle ilişkili olarak ortaya konuldular; en azından bazılarının ilk başta bir arzuyu yerine getirmek veya istenmeyen bir duygu­ dan kurtulmak isteği ile elde edildiklerini göstermek gerekiyor. Profesör Bcer’in istem içi olarak göz bebeklerini küçültüp büyültebildiğini söy­ lüyor. ‘Burada fikirler hareket yerine geçiyorlar. Karanlık bir yeri düşününce göz bebekleri büyüyor, aydınlık bir yeri düşününce de küçü İtiyorlar.’)

80

Alt seviyeli hayvanlarda birleşik davranış hareketleri. İn­ sanda değişik zihin ve beden durumlarıyla birleşik olarak ortaya çıkan, bir zamanlar amacı olan ve şimdi bir amaç taşımayan, fa­ kat hala bazı durumlarda kullanılan çeşitli hareketlerden örnek­ ler verdim. Bu konu bizim için çok önemli olduğundan, bir ço­ ğu önemsiz olmasına rağmen, hayvanlara ait bir çok benzer ör­ nek vereceğim. Amacım bazı hareketlerin ilk önce belirli bir amaca yönelik olduklarını ve zamanla aynı koşullar altında en ufak bir yararı olmasa da alışkanlıkla, ısrarla kullanıldıklarını göstermektir. Anlatılan durumların çoğunda eğilim kalıtımsal­ dır. Aynı türün genç veya yaşlı tüm bireylerinde bu hareketlerin aynı şekilde ortaya konulmasından bunu çıkartabiliriz. Bunların çok çeşitli, dolambaçlı ve bazen hatalı birleşimlerle etkilendik­ lerini de göreceğiz. Bir halı ya da sert bir yüzey üzerinde uyumak isteyen kö­ pekler, şüphesiz ormanda veya açık çimenliklerde yaşayan ebeveynlerinin yaptığı gibi sanki çimeni kazarak çukur aça­ cakmış gibi, genellikle dönerek ön ayaklarıyla anlamsız bir şe-

Şekil: 4 Masadaki kediyi seyreden bir köpek. Bay Rejlander tarafından çekilen bir fotoğraf. 81

kilde yeri tırmalarlar. * Hayvanat bahçesindeki çakallar, tilkiler ve diğer benzer hayvanlar, samana aynı şeyi yaparlar; fakat kurtları uzun süre izledikten sonra bakıcıların, onların böyle davranmadıklarını görmeleri gariptir. Bir arkadaşım, yarı aptal bir köpeği- bu durumdaki bir hayvan anlamsız bir alışkanlığı izleyebilir- uyumadan önce halının üzerinde 13 kez dönerken gözlemlemiş. Avına atlamaya veya koşmaya hazırlanan bir çok et obur hayvan, kendilerini saklamak ister gibi ve kısmen koşmaya ha­ zırlık için, ilerlerken başlarını eğer ve çömelirler; ve bu alışkan­ lık pointer ve seterlerde abartılı bir kalıtım oluşturmuştur. İki

yabancı köpeğin açık bir yolda karşılaştıkları bir çok zamanı ha­ tırlıyorum; bir iki yüz yarda uzak da olsa, diğerini ilk gören kö­ pek, yol açık ve mesafe uzak olmasına rağmen, sanki bir atlayış ya da kovalamaya karşı hazırlanmak veya kendini saklamak için uygun bir pozisyon alıyormuş gibi, her zaman başını eğer, biraz eğilir ve hatta yere yatar; Yine avlarını dikkatle gözleyen veya ona yavaşça yaklaşan bütün köpekler, ön ayaklarından birisini, sonraki dikkatli bir adım için uzun müddet kıvrık tutarlar; bu pointerin belirleyici bir özelliğidir. Fakat dikkatin gerektiği baş­ ka durumlarda da alışkanlıkla aynı şekilde davranırlar (Şekil 4). Yüksek bir duvann dibindeki, diğer taraftan gelen sesi dikkatle dinleyen ve bir kulağı kıvrılmış olan bir köpek gördüm; bu du­ rumda dikkatli bir yaklaşım için aç gözlülük göstenniyordu. Kediler gibi köpekler de, dışkı bıraktıktan sonra, bulunduk­ ları yer beton da olsa, pisliği toprakla kapatmak amacıyla genel­ likle dört ayaklarıyla geriye doğru kazıma hareketi yaparlar. Hay­ vanat bahçesindeki kurtlar ve çakallar da aynı şekilde davranırlar, ama bakıcıların söylediklerine göre, çakallar, kurtlar ve tilkiler olanakları olduğu zaman pisliklerini kapatmak için köpeklerden * (Bassel’in Polaris keşif gezisi ile ilgili olarak, H. N. Moseley’in bir eleştirisinde, (Nature, 1881, s. 196) Eskimo köpeklerinin yatmadan önce dön­ medikleri anlaşılıyor ve bu yukarıdaki açıklamayla uyumlu, çünkü nesiller bo­ yu Eskimo köpekleri çimenlik bir alanda yatma yeri kazma olanağına sahip olamamışlardır.)

82

daha fazla çaba harcamayacaklardır. * Böylece bahsedilen kedi türü alışkanlığın anlamını doğru kavrarsak, belli bir amaç için şüphesiz, köpek cinsinin uzak atalarının uyguladıkları ve uzun bir süreçte saklanan bir alışkanlığın amaçsız kalıntısını görürüz. Fazla yiyeceğin gömülmesi de başka bir alışkanlıktır.* ** Köpekler ve çakallar7 boyunlarını ve sırtlarını leşe sürtmek­ ten ve üzerinde yuvarlanmaktan zevk alırlar. Sanki, onlar için ko­ ku güzeldir, aslında köpekler (iyi beslenmiş köpekler) leş yemez­ ler. Bay Bartlett benim için kurtları gözlemledi ve onlara leş verdi ama onların üzerinde yuvarlandıklarını görmedi. Büyük bir olası­ lıkla kurtlardan türeyen büyük köpeklerin, çakallardan türemeleri olası olan küçük köpeklerin aksine, leşin üzerinde yuvarlanmadık­ larını duydum ve bunun doğru olduğuna inanıyorum. Aç olmayan teriyerime bir ufak bisküvi sunduğumda (benzer durumları da işit­ tim), onu başka bir av veya fare gibi sarsıp ısırıyordu; sonra bir leş parçası gibi üzerinde yuvarlanıyor ve sonunda yiyordu. Sanki tatsız parçaya hayali bir tat veriliyordu; ve bunun böyle olmadığı­ nı bizden daha iyi bilmelerine rağmen, bu amaçla köpekler de alışkanlıkla bisküvi canlı bir hayvanmış veya leş gibi kokuyormuş gibi davranırlar. Küçük bir kuş veya fareyi öldürdüğü zaman, bu teriyeri aynı davranışı sergilerken gördüm. Köpekler kendilerini hızlı bir şekilde arka ayaklarıyla kaşır­ lar; arkalarını bir sopa ile kaşırsanız, kuvvetli olan bu alışkanlı­ ğa bağlı olarak, yararsız ve komik bir biçimde aniden havayı veya yeri tırmalamaktan kendilerini alamazlar. Terrier de anla­ tıldığı gibi, bir sopa ile kaşınırsa, bazen başka bir zevk alma alışkanlığı sergiler, yani havayı sanki elim gibi yalar. *** ♦ Bu cümle ikinci baskıda eklenmiştir. (ilk ve ikinci baskılar arasındaki farklar için, Bkz. Ek 2) ** Birinci baskıda kullanılmayan cümle için, Bkz. S. 431 ♦** (Farnborough, Kent’ten Bay Turner, boynuzlu sığırların kuyrukları ‘kökünün hemen altından’ okşandığı zaman kesinlikle bedenlerini çeviriyorlar, boyunlarını sürtüyorlar ve dudaklarını yalıyorlar diyor. (Letter, 2 Ekim, 1875) Bundan da anlaşılacağı gibi, havayı yalayan köpeğin, sahibinin elini yala­ ması ile bir ilişkisi yok- çünkü yukarıdaki açıklama sığır için geçerli olamaz.)

83

Atlar bedenlerinin dişleri ile uzanabildikleri bölgelerini ke­ mirerek kaşırlar; ama genellikle bir at diğerine neresinin kaşın­ ması gerektiğini gösterir ve böylece birbirlerini dişleriyle kaşır­ lar. Konuya dikkatini çektiğim bir arkadaşım bir atın boynunu kaşıdığında, hayvanın başını ileriye uzattığını, dişini gösterdiği­ ni ve hiçbir zaman kendi boynunu kaşıyamayacağı için, başka bir atın boynunu kaşıyormuş gibi çenesini oynattığını gözlemle­ miş. Eğer at kaşağı ile taranırken çok gıdıklanırsa, bazen bir şey ısırma isteği o kadar yoğun olur ki, dişlerini takırdatır ve hafif bir biçimde seyisini ısırır. Aynı zamanda alışkanlıkla, sanki kav­ ga ettiği başka bir at tarafından ısırılmaktan korumak istiyormuş gibi kulaklarını indirir. Yolculuğa çıkmaya hevesli olan bir at, yola çıkma alışkan­ lığına en yakın hareket olan ayağını yere sürtme işlemini ger­ * çekleştirir. Ahırdaki atlar mısır istiyorlarsa ve tam beslenme zamanları gelmişse, ayaklarıyla yerdeki samanı kazırlar. Benim iki atım, arkadaşlarına mısır verildiğini görünce böyle davrandı­ lar. Fakat burada gerçek ifadeler var, çünkü yerin ayaklarla ka­ zınması genel bir isteklilik ifadesi ohnaktadır. Kediler iki tür dışkılarını da toprakla kapatırlar; ve de­ ** dem bir kedi yavrusunun yere dökülmüş bir kaşık dolusu te­ miz suyu küllerle kapatmaya çalıştığını görmüş; böylece alış­ kanlık içgüdüsü, daha önce bir hareket veya koku olmadan, sa­ dece görüntü ile yanlış bir biçimde etkilenmiş oluyor. Belki de kuru bir ülke olan Mısır’dan geldikleri için kedilerin ayaklarını ıslatmaktan hoşlanmadıkları bilinir; ve ayaklan ıslanınca şiddet­ li bir şekilde sallarlar. Kızım bir kedi yavrusunun başına yakın bir yerde bir bardağa su doldurdu; ve kedi alışılmış bir biçimde aniden ayağını salladı, çünkü alışkanlık hareketi deyme duyusu yerine ilgili sesten yanlış bir şekilde etkilenmişti. * (Ilugh Elliot (mektup, tarihsiz) bir köpeğin nehirde yüzüyormuş gibi pandomim yaptığını anlatıyor. ♦* Dr. Darwin, Zoonomia, 1974 cilt I, s. 160. Kedilerin mutlu oldukla­ rında ayaklarını ileriye doğru uzattıklarını Zoonomia'nvh aynı cildinde de 151. sayfada buldum.

84

Küçük kedi, köpek ve domuzlar ve belki de bir çok diğer hayvanlar, sütün rahatça çıkmasını ve akmasını sağlamak için ön ayaklarını annelerinin göğüslerine sürterler. Genellikle genç kediler, sıradan ve İran kedilerinin (bazı doğacıların özellikle uzak olduklarını düşündükleri) yaşlı olanlan da sıklıkla, sıcak bir atkı veya yumuşak bir zemin üzerine yattıkları zaman ön ayaklan ile sürekli ve sessiz bir biçimde yere vururlar; sanki an­ nelerini emiyorlarmış gibi ayaklan açılır ve pençeleri hafifçe çı­ kar. Ağızlanna bir parça şal alıp emdikleri zaman da genellikle açıkça aynı hareketi gösterirler; gözlerini kapar ve mutlulukla mırıldanırlar. Bu ilginç hareket, yumuşak ve sıcak bir yüzeyle temas olunca ortaya çıkmaktadır; fakat ben, arkası kaşındığı za­ man hoşlandığı için aynı şekilde ayağıyla havayı vuran bir yaşh kedi gördüm; böylece bu hareket hoşa giden bir duygunun ifa­ desi şeklini alıyor. Emme hareketine dönersek, bu karmaşık hareketin ön aya­ ğın ileri çıkması ile birlikte refleks hareketleri olduğunu ekleye­ bilirim; çünkü beyninin ön kısmı çıkartılmış olan bir kedi yav­ rusunun ağzına süte batırılmış bir parmak sokulursa, aynı hare­ ketler ortaya çıkar.8 Fransa’da son zamanlarda, emme hareketinin sadece koku­ dan etkilendiği belirtilmektedir, böylece bir köpek yavrusunun koku alma sinirleri yok edilirse hiçbir zaman emmeyecektir. Yu­ murtadan çıktıktan birkaç saat sonra civcivin küçük besin parçacıklannı toplamak için elde ettiği mükemmel güç, duyu organ­ ları ile harekete geçmiş gibi görünmektedir; çünkü, iyi bir izle­ yici yapay sıcaklıkla yumurtadan çıkan civcivler için şöyle di­ yor: ‘tırnağımla bir kartonu anne tavuk gibi tıkırdattığım zaman, civcivler besini gagalamayı öğreniyorlar.” Amaçlı olarak alışkanlıkla yapılan hareketlere son bir örnek vereceğim. Hanım ördeği (Tornado) gelgitten artakalan kumlar­ dan beslenir ve bir solucan yuvasına rastlarsa, ‘sanki yuvanın üzerinde dans eder gibi toprağa ayağıyla vurmaya başlar’ ve böylece solucan yüzeye çıkar. Bay St. John bu evcil ördekler

85

"yiyecek istemek için geldiklerinde, ayaklarıyla toprağa sabırsız ve hızlı bir biçimde vuruyorlar’ diye anlatıyor.10 Bu onlann aç­ lıklarının ifadesi olarak kabul edilebilir. Bay Bartlett flamingo ve kagunun (Rhinochetus jubatus) yemek için endişeli olduklan zaman toprağa aynı garip biçimde vurduklarını anlatmaktadır. Yine yalıçapkınlan * balık yakaladıkları zaman, ona öldürene kadar vururlar; hayvanat bahçelerinde de yutmadan önce aynı şekilde bazen beslendikleri çiğ ete vururlar. Darwin açık bir biçimde, türlerin diğer üyelerine bilgi sağlayıcı uyumsal değeri nedeniyle, bu ifade bi­ çimlerinin doğal seçilimle korunma ve değişmesini göz ardı etmiştir. Burkhardt Danvin’in neden ‘Darwinci’ bir açıklama getirmediği konusuna iki yanıt vermiştir: her şeyin uyumsal değer ile açıklanamayacağını göstermek istemiştir; ve yaratılışçılarm karşısında olduğu için ileti­ şim konusundan kaçınmaya çalışmıştır, çünkü onlar tan­ rının bu ifade biçimlerini iletişim için verdiğini savun­ maktadırlar. c,s

Şu ana kadar ilk ilkemizin geçerliliğini yeterince göstermiş olduk, yani herhangi bir duygu, istek, istememek vs. uzun nesil­ ler süresince bazı istem içi hareketlere neden oluyorlar, sonra zayıf bile olsa, benzer veya birleşik bir duyu vs algılandığında benzer hareketleri yapma eğilimi kesinlikle yaşanıyor ve burada hareketin bir işe yaramamasının önemi olmuyor. Bu tür alışkan­ lıklar sıkça veya genellikle miras olarak geliyor ve böylece ref­ leks hareketlerden biraz farklılaşıyorlar. İnsanların özel ifade bi­

çimlerini ele alırsak, bu bölümün başında anlatılan ilkemizin ikinci kısmının geçerli olduğu görülecektir; yani, bazı zihin du­ rumlarında alışkanlıkla birleşen hareketler, kısmen istem içi ola­ rak bastın! abilmelerine rağmen, tamamen istem dışı olan kaslar ve istemin ayn bir kontrolü altında olan kaslar yine de harekete * (Yalıçapkınlarınm hep böyle davrandıklarını söylemek doğru olmaya­ caktır. Bkz. Bay C. C. Abbott, Nature, 13 mart, 1873 ve 11 Ocak, 1875)

86

hazırdırlar ve hareketleri çok belirgindir. Aksi şekilde, istek ge­ çici veya sürekli olarak zayıflarsa, istem içi kaslar, istem dışı olanlardan daha önce devre dışı olurlar. Patalojistler için bilinen bu konu için Sir C. Bell şöyle diyor:11 ‘beyin rahatsızlığından ortaya çıkan yorgunluk sonucu, en çok doğal durumunda olan ve kontrol altında, istem içi kullanılan kaslar etkilenir. ‘Gelecek bölümlerde de ilk ilkemizin içerdiği başka bir konuyu inceleye­ ceğiz; yani, alışkanlıkla ilgili bir davranışın kontrol edilmesi ba­ zen başka ufak hareketleri gerektirebilir ve bu İkincisi ifade bi­ çiminde ortaya çıkar. Darvvin’in yararlı alışkanlıklar ilkesi, Lamarkçı yo­ rumundan sıyrılmış bir biçimde, bilinçli hareketlerimiz­ den işaretlerin nasıl geliştiği ve bu işaretlerin nasıl adet haline gelip yapıya uygun bir biçim aldıkları konusunun temellerinin sağlandığı etolojik (Ç.N.: gruplann kişilik­ lerini ve özellikleri araştıran bilim dalı) açıklamalarla uyum içersindedir/19

87

BÖLÜM: II

İFADENİN GENEL İLKELERİ DEVAM EDİYOR Antitez ilkesi - Kedi ve Köpekten örnekler - İlkenin kö­ keni - Geleneksel işaretler - Antitez ilkesi, zıt dürtüler altında bilinçli olarak ortaya konulan hareketlerden kay­ naklanmamıştır

Şimdi ikinci ilkemiz olan antitez' üzerinde konuşacağız. Geçen bölümde de gördüğümüz gibi bazı zihinsel durumlar, halen veya bir zamanlar yararlı olan bazı alışkanlık hareketle­ rini yönlendiriyorlar; eğer ters yönde bir zihinsel durum olu­ şursa, yararlı olmayacak tam tersi hareketlerin oluşması için güçlü ve istem dışı bir eğilim oluşur. İnsanların özel ifade bi­

çimlerini incelerken, antitezin çarpıcı bir kaç örneği verilecek­ tir; ama bu durumlarda olduğu gibi, içsel veya evrensel olan, geleneksel veya yapay jestleri ve ifadeleri ve tek başlarına ger­ çek ifadeler diye sınıflandırabileceğimiz durumları karıştırma­ ya eğilimliyiz. Bu bölümde çoğunlukla alt seviyeli hayvanlar­ dan bahsedeceğim. Bir köpek, yabancı bir köpeğe veya insana vahşi ve düş­ manca bir tavırla yaklaşırken, doğrudan ve dik bir şekilde yürür; kafası hafifçe kalkmıştır veya çok aşağıda değildir; kuyruğu diktir ve katıdır; özellikle boynundaki ve arkasındaki tüylerini kabartır; dikilmiş kulaklan öne doğru yönlenir ve bakışlar sabit­ lenir (5. ve 6. şekillere bakın). Köpek düşmanına saldırmak * (Antitez ilkesinin eleştirisi olarak (çok Kabul görmemiş olan) bkz. Wundt, Essays, 1885, s. 230; yine aynı yazar bkz. Physiologische Psychologie, 3. baskı; ayrıca eleştiriler için, bkz. Sully, Sensation and Institıaion, 1874, s. 29. Mantegazza (La Physionomie, 1885, s. 76) ve L. Dumont (Thâorie scientifigııe de la Sensibilite, 2. baskı, 1877, s. 236)

88

amacındayken izlenen ve büyük ölçüde anlaşılabilir olan bu tür hareketler bundan sonra açıklanacaklar. Vahşi bir hırlama ile düşmanına atlamaya hazırlanırken, köpek dişini gösterir ve ku­ laklarını kafasından geriye doğru birbirlerine yaklaştırır; fakat bu son hareketler bizi ilgilendirmiyor. Şimdi yaklaşmakta olan insanın yabancı olmadığını ama sahibi olduğunu köpeğin birden anladığını kabul edelim: böylece nasıl bütünüyle ve aniden du­ rumunun ters yöne değiştiğini görürüz. Dik yürümek yerine, be­ den alçalır hatta sürünebilir ve kıvamlı hareketler yapar; kuyru­ ğunu dik ve sert tutmak yerine, düşürür ve sallanmaya başlar, tüyleri aniden yumuşar; kulaklan düşer ve başa yakın olmaya­ cak bir biçimde geriye çekilir ve dudaktan rahatça sarkar. Göz­ lerin geri çekilmesiyle, göz kapaklan uzar, gözler yuvarlak ve dikkatli bakan durumunu kaybeder. Hayvanın bu durumlarda heyecanlı ve sevinçli olduğu da eklenmelidir ve harekete dönü­ şecek olan fazladan bir sinir gücü oluşur. Bu hareketlerin hiç bi­ ri açıkça sevgi ifadesi değildir veya hayvana doğrudan bir yaran yoktur. Gördüğüm kadan ile köpeğin kavgaya hazırlanacağını gösteren koşullardan oluşan ve sonucunda kızgınlık ifade eden açık davranış ve hareketlere antitez veya tamamen ters durumda oldukları açıktır. Bu iki zihin durumun etkisindeki köpeğin gö­ rünümünün canlı bir şekilde hatırlanabilmesi için sırayla veril­ miş olan ilgili dört çizime okuyucunun bakmasını istiyorum, sa­ hibini severken ve kuyruğunu sallarken, köpekteki sevgi ifade­ sini görmek zor olmayacaktır, çünkü ifadenin temeli sürekli kıv­ rak hareketlerde yatmaktadır.

Amerikalı etolog Erich Klinghammer, Darwin’in köpek tanımlamaları üzerindeki fikirlerini söylüyor: ‘Danvin’in, köpeğin davranışları ile ilgili tanımlamalan mükemmel olmasına rağmen, bu her zaman saldırı ile sonuçlanmaz ve koşullara bağlı olur; yani, hayvan taraf­ sız bir bölgede mi yoksa köpeklerden birisinin evinin bölgesinde mi? Bunu tehdit edici bir davranış olarak ka­ bul ediyorum ve genellikle bir saldın ile sonuçlanmaz. 89

Şekil: 5 Bir köpek diğerine düşmanca yaklaşıyor. Bay Riviere

Şekil: 6 Aynı köpek saygılı ve sevgi dolu. Bay Riviere

90

Klinghammer ayrıca Danvin’in köpeğin davranış­ larını, başka bir köpeğin karşısında olmaktan çok, başka bir insanla karşı karşıya gibi anlattığını söylüyor. Darwin’in, tehdit edici veya itaatkar davranışın hayvana ya­ rarı olamayacağı fikrine de katılmıyor: ‘Dostça davranı­ şın sadece tehdit eden davranışların antitezi olduğunu söylemek yeterli bir açıklama değildir, çünkü bu dostça davranış sahibinin veya diğer köpeğin üzerinde hemen etkili olacaktır. ’ Amerikalı etolog ve davranış genetikçisi olan Daniel G. Freedman da Danvin’in köpekle ilgili tartışmala­ rı hakkındaki fikirlerini söylüyor: ‘Danvin itaat edici davranışın farkında, ama örneğin kurtların bir aşamalı düzen oluşturdukları (hierarchy) doğ 1 yaklaşım eksik. Bugün hayvanlan gözlemlerken, olı şturdukları sosyal düzen ana kavramlardan birisidir ve Danvin’in bir çok antitez örneğine bu açıdan bakılması gerekir.

Şekil: 7 Şekil: 5’deki durumda olan yarı safkan çoban köpeği. Bay A. May 91

Şimdi de kediye dönelim. Bu hayvan bir köpek tarafından tehdit edilince, şaşırtıcı bir biçimde sırtını kamburlaştırır, tüyle­ rini diker ağzını açar ve tükürür. Fakat burada çok iyi bilinen, korku ve kızgınlık ifade eden bu davranışı ile ilgilenmiyoruz; sadece kızgınlık veya öfke bizi ilgilendiriyor. Bu genellikle gö­ rülmeyebilir, ama iki kedi kavga ederken izlenebilir; bunun bir oğlan tarafından rahatsız edilen vahşi bir kedi tarafından çok iyi bir şekilde ortaya konduğunu gördüm. Davranış biçimi tam rahatsız edilmiş ve yiyeceğinin üzerinde hırlayan bir kaplanınkine benzer ve bu hayvanat bahçelerinde herkes tarafından göz­ lemlenebilir. Hayvan bedenini uzatarak çömelir gibi yapar; bü-

Şekil: 8 Aynı köpek sahibini seviyor. Bay A. May 92

tün kuyruk veya sadece ucu havayı kamçılar veya bir yönden öbürüne doğru kıvrılır. Tüyü kalkmıştır. Şimdiye kadar saydığı­ mız davranış ve hareketler, kedi avının üzerine atlamaya hazır­ lanırken ve şüphesiz vahşi bir durumdayken sergileyeceklerinin aynısıdır. Fakat dövüşe hazırlanırken bir fark ortaya çıkmakta­ dır: kulaklar birbirine yakın olarak geriye atılırlar; ağız yarım açıktır ve dişler görünmektedir; ön ayak bazen çıkmış pençeler­ le sabitlenir; hayvan bazen vahşi bir hırlama çıkartır. (Şekil 9 ve 10). Bütün bu hareketler veya bir çoğu (bundan sonra açık­ lanacağı gibi) düşmanına hücum etme davranış ve amacını ta­ kip edeceklerdir. Şimdi kediye tam ters bir düşünüş tarzıyla, sevgi dolu bir şekilde sahibine sürtünürken bakalım; ve davranışının her ba­ kımdan tam tersi olduğuna dikkat edin. Hafifçe sırtını kambur­ laştırarak dikilecektir ve tüyleri daha sert olacaktır ama dikleşmeyeceklerdir; kuyruğu uzayarak havayı dövmek yerine, daha yumuşak bir şekilde havaya dikilecektir; kulaklar dik ve sivri­ dir, ağız kapanmıştır; sahibine sürtünürken hınkı yerine mmltı çıkartır. Sevgi dolu bir kedinin aynı durumdaki bir köpekten ne kadar farklı olduklannı izleyelim. Köpek, bedeni esnek ve çömelmiş bir durumdayken, kuyruk düşerek sallanmaya başlar, kulakları düşer ve sahibine sürtünür. Bu iki et oburun, aynı zevkli ve sevgi dolu düşünüş tarzlanndaki yaklaşım ve hareket­ lerindeki zıtlık, bana göre, doğal olarak hayvanların kendilerini vahşi bir durumda duyduklan ve ya dövüşe ya da av yakalama­ ya hazırlandıktan hareketlere tamamen antitez olan hareketle­ riyle açıklanabilir.

Friedman şöyle diyor: ‘Darwin tarafından kullanıl­ mayan başka bir kavram da bölgesellik, yani köpeklerin idrar işaretleri ve erkek kedi kokusu saçmalan ile örnek­ lenebilir. Köpekler dünya üzerinde yasak bölgelere gi­ ren yabancıları uyarmak için kullanılırlar. Kediler böl­ gelerinde yalnızdırlar ve sadece diğer kedileri istemez­ ler, ancak köpekler kolaylıkla insanlara da havlarlar.’ 93

Şekil: 9 Kedi, vahşi ve dövüşe hazırlanıyor. Bay Wood gerçek hayyattan çizdi.

Şekil: 10 Zihnin sevgi dolu bir durumu. Bay Wood

94

Kedi ve köpeği ele alırsak, düşmanca ve dostça yapılan bü­ tün hareketlerin içsel veya kalıtımsal olduklarına inanmamız için her türlü neden var; çünkü değişik ırk ve türlerde ve genç veya yaşlı aynı ırkın bütün bireylerinde bunlar neredeyse aynı. Şimdi ifade de antitez ile ilgili başka bir örnek daha verece­ ğim. Eskiden büyük bir köpeğim vardı, bütün diğer köpekler gi­ bi dolaşmayı çok severdi. Önümde yüksek adımlarla ağırbaşlı

bir biçimde, kafası dik biraz dikilmiş kulaklar ve yumuşak bir şekilde havaya dikilmiş kuyruğuyla yürüyerek mutluluğunu gösterirdi. Evimizden çok uzak olmayan bir yerde, genellikle deney bitkilerime bakmak için birkaç dakika için ziyaret ettiğim limonluğa doğru, yol sağa ayrılıyordu. Bu her zaman köpeğim için büyük bir hayal kırıklığı oluyordu, çünkü yürüyüşe devam edip etmeyeceğimi bilemiyordu; o yola yönelmemle birlikte bü­ tün bedenindeki ani değişim (bazen bunu deney olarak da uygu­ ladım) çok komikti. Neşesiz hali bütün aile bireyleri tarafından biliniyordu ve buna limonluk suratı adını takmışlardı. Bu du­ rumda kafa düşüyor, bedeni alçalıyor ve hareketsiz kalıyordu; kulaklar ve kuyruk aniden düşüyordu ama kuyruk yine de salla­ nıyordu. Kulaklarının düşmesiyle, gözlerinin bakışı çok farklıla­ şıyordu ve daha az parlak olduklannı hatırlıyorum. Ümitsiz ve neşesiz bir durumda acınacak bir hal alıyordu; ve dediğim gibi bu çok komikti, çünkü nedeni çok basitti. Yaklaşımındaki her ayrıntı, önceki sevinçli ve gururlu yapısının tam tersine oluş­ muştu; ve bu bana göre ancak antitez ilkesiyle açıklanabilirdi. Eğer değişim bu kadar ani olmasaydı, bunu, insandaki gibi, si­ nir sistemi ve kan dolaşımını, bunun sonunda da tüm kas yapısı­ nın niteliğini etkileyen keyifsizliğe bağlayabilirdim; zaten yap­ tıkları kısmen buna da bağlı olabilirdi. Bunun bir antitez örneği olduğuna inanmıyorum. Bu neşesizlik, ya da Darwin’in dediği gibi ‘keyifsizlik’ ile daha iyi açıklanabilir. Çok çabuk ve bu bakış açısıyla olay çok önemsiz olduğu için bunu açıklamanın bütünü olarak kabul etmiyor.

95

Şimdi, ifadede antitez ilkesinin nasıl ortay çıktığını tartışaca­ ğız. Sosyal hayvanlarda, aynı toplumun bireyleri arasındaki iç iletişim gücü - ve diğer türlerdeki karşı cinsiyettekilerle ve genç­ le yaşlı arasında olan- onlar için çok önemlidir. Bu genellikle ses­ le yapılır, ama ifadeler ve hareketler de bir dereceye kadar karşı­ lıklı anlatılabilirler. İnsan sadece anlaşılmaz çığlıklar atmaz, ha­ reketler yapmaz ve ifadeler göstermez, eğer sayısız adımlarla ve yarı bilinçli bir biçimde tamamlanan bir süreç buluş terimiyle ta­ nımlanabilirse, anlaşılabilir bir dil bulmuştur. Maymunları izle­ yen bir kişi, onların birbirlerini ifade ve hareketlerle anladıklarını açık bir biçimde görecektir ve Rengger in belirttiği gibi1, bu ge­ niş bir biçimde insan için de geçerlidir. Diğerine saldıracak olan veya ondan korkan bir hayvan, genellikle tüylerini kabartarak ve bedenini büyüterek, dişlerini göstererek, boynuzlarını savurarak ve vahşi sesler çıkartarak görünüşünü korkunç yapar. İç iletişim bir çok hayvana yararlı olduğu için, sergilen­

mekte olan duyguların tam tersi olan hareketlerin, ters bir duygu altında önce istem içi olarak ortaya konabilmeleri için bir a priori olanaksızlık yoktur. Jestler içsel olunca, onların önce istem içi olduklarına karşı olan bir sav geçerliliğini kaybediyor; çünkü nesiller boyunca uygulanırsa, sonunda kahtımsallaşabilirler. Öte yandan, şimdi göreceğimiz ve bu şekilde ortaya çıkan olayların, antitez başlığımız altına gireceği şüphelidir. Darwin iç iletişimin önemini kabul ediyor. Bu tür bir düşünceyi izlerse, ters yöndeki hareketlerin işaret değerle­ ri nedeni ile seçildiklerini kabul etmek mantıki olacaktır. Bu durumda gülümsemeyi, örneğin, evrim sürecinde ileti­ şim amacı ile seçilmiş olarak açıklayabilir, çünkü bu hare­ ket, yüz kaslarının bütün olumsuz duygu ifade biçimlerin­ den farklıdır- kızgınlık, korku, iğrenmek veya hüzün. An­ titez bir duygu olarak gülümseme diğer tüm duygularla zıttır ve bu bizce de böyledir. Olumsuz beş ifadeye karşı­ lık, tek olumlu yüz ifadesidir (korku, kızgınlık, iğrenme, hüzün ve küçümseme). Yüz metre uzaklıktan, diğer olum­

96

suz yüz ifadelerine göre insan gülümsemeyi daha çabuk algılar/20 İfadeler saniyenin bir bölümü kadar olan sürede bile ortaya çıkarlarsa, gülümseme, olumsuz olanlara göre daha açık bir şekilde algılanacaktır. İngiliz filozof Helen Cronin, gülümsemeyi kolay algılanmanın, onun antitez bir ifade olmasına bağlı ol­ mayabileceğini ama beynimizin gülümsemeyi öncelikle algılayacak bir yapıda olabileceğini söylüyor. Eğer böyleyse, beyindeki özel hücreleri araştıran bilim adamları gülümsemeye özel hücreler bulmalılar. Bildiğim kada­ rıyla bu güne kadar bu gerçekleşmiş değil.

Vahşi ve sağırların kullandıktan türden, içsel olmayan gele­ neksel işaretlerle, zıtlık veya antitez ilkesi kısmen ortaya çıkı­ yor. Sisteryen rahipleri konuşmayı günah kabul ederler ve ileti­ şimden kaçınamayacakları için de bir hareket dili kurmuşlardır ve burada zıtlık, ilkesi var gibi görünmektedir.2 Exeter Sağır ve Dilsiz Kurumundan Dr. Scott, bana şöyle yazdı: ‘Sağır ve dil­ sizleri eğitirken, onların canlı olarak algdadıklan zıtlıklar çok kullanılır.’ Öte yandan ne kadar az açık örnek verilebileceği ko­ nusu da beni şaşırttı. Bu kısmen genellikle işaretlerin.doğal bir kökeni olmasına, kısmen de sağır, dilsiz ve vahşilerin hızlılık amacıyla işaretlerini çok kısaltmalanna bağlı. * Böylece, anlaşı­ labilir lisanımızda olduğu gibi, onlann da doğal kaynağı veya kökeni genellikle şüphe kaldırıyor veya tamamen kayboluyor. Dahası, birbirlerine açıkça zıt olan bir çok işaret, köken ola­ rak her iki tarafta da önem kazanmaktadır. Bu sağır ve dilsizlerin karanlık ve aydınlık, güç ve zayıflık vs. için kullandıkları işaret­ lerde geçerlidir. Kabul ve ret jestlerinin, yani kafayı dik olarak ve­ ya iki yöne doğru sallamanın, doğal bir başlangıcı olabileceğini * Bu konuda Dr. W. R. Scott’un ilgi çekici eserine bakınız, The Deaf and the Dumb, 2. bas., 1870, s. 1. Şöyle diyor: ‘Doğal jestlerin, doğal ifadelerin gerektirdiğinden daha kısa bir hale getirilmesi sağır ve dilsizler arasında çok yaygındır. Kısaltılmış jest sıklıkla o kadar kısadır ki, kökeni ile benzerliği ta­ mamen ortadan kalkmıştır, fakat onu kullanan sağır ve dilsizler üzerinde hala ilk ifadenin etkisini yaratır.

97

gelecek bir bölümde göstermeye çalışacağım. Bazı vahşilerce olumsuz olan, eli sağdan sola doğru sallamak, belki de aynı şekil­ de olan baş hareketinin bir taklidi olabilir; ama kabul anlamında eli yüzden ileriye doğru düz bir biçimde sallamanın antitez yoluy­ la mı yoksa uzak bir nedenle mi ortaya çıktığı şüphelidir. Antitez başlığı altında olan, aynı türün bütün bireyleri için içsel ve ortak olan jestlere dönersek, herhangi birinin ilk seferinde fai kın­ da olarak ortaya çıktığı ve bilinçli olarak uygulandığı şüphelidir. Doğal olarak zıt bir düşünce biçimi kabul edilen omuz silkmek, in­ sanların diğer hareketlerine ters yönde olan en güzel bir jest örneği­ dir. Bu acizlik ve özür ifade eder- yapılamayacak veya kaçınılamayacak bir şeye karşı. Bu jest bazen bilinçli ve istem içi yapılabilir, fakat başta bir amaçla ortaya çıktığı ve sonra alışkanlıkla sabitlendiği şüphelidir; bu zihinsel durumda olan çocuklar sadece omuzlarını silkmezler, ama gelecek bölümde de gösterileceği gibi, bu hareket, konuya özel dikkat göstermediği zaman binlerce insandan birinin bile farkında olmadığı bazı ikincil hareketlerle beraber yapılır. Köpekler yabancı bir köpeğe yaklaşırken, hareketleriyle dost olduklarını göstermeyi yararlı bulabilirler ve kavga etmek isteme­ yebilirler. Oynayan iki yavru köpek birbirlerinin bacak ve yüzünü ısırır ve havlarlarken, birbirlerinin tavır ve davranışlarını anladık­ ları açıktır. Yine de küçük köpek ve kedi yavrularında içgüdüsel bir bilgi var gibi görünmektedir, çünkü oyunlarında keskin diş ve pençelerini kontrol etmektedirler aksi halde gözlerine zarar vere­ bilirler, ama bunun olduğu bazen ciyaklama ile ortaya çıkar. Teriyerim, onunla oynarken ve genellikle hırlıyorsa elimi sert olarak ısırdığında, yavaşça yavaşça derim ve ısırmaya devam ederken bana kuyruk sallayarak yanıt verir, sanki bana "önemli değil, eğle­ niyoruz’ demektedir. Köpekler, diğer köpeklere ve insanlara dost olduklarını ifade edebilirler ve bir çoğu bunu arzularlar, ama ku­ laklarını dik tutmak yerine düşürerek geri çekmemeyi düşünmele­ ri inanılmazdır- dik ve sert bir biçimde yukarıda tutmak yerine, kuyruklarını alçaltıp sallamaları vs. Çünkü bu hareketlerin ters ve vahşi bir bakış açısının tam zıttı olduğunu bilirler.

98

Yine kedi veya eski bir atası, sevgi doluysa önce sırtını kamburlaştırır, kuyruğunu dik olarak kaldınr ve kulaklarını di­ ker. Avına atlamak veya dövüşmek için hazırlanırken yaptığı çömelme, kulaklarını alçaltma ve kuyruğunu bir taraftan öbürü­ ne sallama hareketlerin tam tersi bir bakış açısında olduğunu bi­ linçli bir biçimde göstermeye çalıştığına inanabilir misiniz? Kö­ peğimin hüzünlü bir havadayken, önceki neşeli tavrına ve bütün yapısına zıt olan limonluk yüzü takınmasının da istem içi olabi­ leceğine inanmıyorum. İfadesini anlayabileceğimi ve böylece li­ monluğa gitmemek için kalbimi yumuşatabileceğim bildiğini sanmıyorum. Böylece konu başlığı altındaki hareketlerin gelişmesi için, istek ve bilinçten uzak bir ilkenin işe karışması gerekiyor. Bu, hayatımız boyunca istem içi olarak yaptığımız her hareketin ba­ zı kasların işlemlerini gerektirmesi ilkesi olabilir; ve tam aksi bir hareket yaparsak, alışkanlıkla ters kaslar harekete geçiyorsağa ve sola dönerken, bir nesneyi kendimize çekerken veya kendimizden iterken ve bir ağırlığı indirip kaldınrken olduğu gibi. Yaklaşım ve hareketlerimiz o kadar güçlü olarak birbirleri­ ne bağlanmışlar ki, eğer bir nesnenin belirli bir yöne hareket et­ mesini kuvvetle istersek, bunun herhangi bir etkisinin olmaya­ cağını çok iyi bilmemize rağmen bedenimizi o yöne hareket et­ tirmekten alamayız. Bunun güzel bir örneği giriş bölümünde ve­ rilmişti, yani topu izlerken hevesli ve genç bir bilardo oyuncu­ sunun yaptığı garip hareketlerinde. Heyecanlı bir adam veya ço­ cuk, eğer birisine bağırarak gitmesini söylerse, bağırdığı kişi ya­ kınında değilse bile ve bu amacın jestle açıklanmasına hiçbir gerek olmamasına rağmen, genellikle ellerini itmek için kulla­ nırlar. Öte yandan, birisinin bize yaklaşmasını çok istiyorsak,

onu bize çekiyormuş gibi davranırız; ve bir çok durumda da böyle davranınz. İstekle yapılan, ters yöndeki alışılagelmiş hareketler, bizde

ve alt seviyeli hayvanlarda alışkanlık haline gelirler ve bir tür hareket herhangi bir duyu veya duyguyla birleşirse, yararı olma­

99

yan zıt hareketler de doğrudan zıt duyu ve duyguların etkisiyle, alışkanlık ve birleşme ile kullanılacaklar gibi görünmektedir. Sadece bu ilke ile, antitez başlığı altına gelen jest ve hareketle­ rin nasıl oluştuklarını anlıyorum. Eğer bunlar, anlaşılabilir ses­ ler ve dil yoluyla insan ve bir çok hayvan için yararlıysalar, aynı şekilde istem içi kullanılırlar ve böylece alışkanlık kuvvetlenir. Ama iletişim için yaralı olup olmamalarına bağlı olmadan, zıt duyu ve duyguların etkisiyle zıt hareketler yapma eğilimi, ben­ zetme yaparsak, uzun kullanımlar sonunda kalıtımsal olurlar; ve antitez ilkesine göre bazı ifadesel hareketlerin kalıtımsal olaca­ ğından şüphe edemeyiz. Klinghammer söyle diyor: ‘Lorenz ve Tinbergen daha sonra, niyet hareketlerinin, doğal seçilimle keskin­ leşen işaretler için ham maddeyi sağladığını gösterdiler. Danvinin bunu beklemiş olması şaşırtıcı değil. îlk yak­ laşımların nesiller boyu uygulanması sonucunda kalı­ tımsallaşması fikri Lamarkçı bir yorumdur ve onun ev­ rimci davranış ve morfolojik (şekle ait) özelliklere her zamanki yaklaşımı değildir.

100

BÖLÜM: III

İFADENİN GENEL İLKELERİ SONUÇ İstekten bağımsız ve alışkanlığın bir parçası olarak, be­ dendeki uyarılmış sinir sisteminin, doğrudan hareket il­ kesi - Saçta renk değişimi - Kasların titremesi - Deği­ şen salgılar - Terlemek - Aşın derecede acı ifadesi Kızgınlık, büyük sevinç ve korku üzerine - İfade hare­ ketlerine neden olan ve olmayan duygular arasındaki zıtlık - Zihnin heyecanlı ve durgun durumlan - Özet

Şimdi üçüncü ilkemize geliyoruz, yani, zihnin bazı yakla­ şım biçimlerinin ifadesi olarak algıladığımız bazı hareketler, sinir sistemi yapısının doğrudan sonucudur ve öncelikle isteği­ mizden, sonra da büyük ölçüde alışkanlıklardan bağımsızdır­ lar. Sinir sistemi güçlü bir şekilde etkilenince, fazladan bir si­ nir gücü oluşur ve sinir sisteminin bağlantılarıyla çeşitli yönle­ re aktarılır ve kas sistemi açısından da alışkanlığa bağlı olarak yapılan hareketlerin özelliklerine göre aktarılır. Ya da, görül­ düğü şekilde, sinir gücü sunumu kesintiye uğrayabilir. Tabii ki yaptığımız her hareket sinir sistemi yapılanması ile belirleni­ yor; fakat isteyerek, alışkanlıkla veya antitez ilkesi aracılığıyla yaptığımız hareketler, burada olanak dahilinde dışarıda tutul­ muşlardır. Yeni konumuz çok zor, fakat önemli olduğu için, belli bir boyutta tartışılması ve bilgisizliğimizin göz önünde tutulması gerekiyor. Sinir sisteminin doğrudan hareketine bağlanabilecek, sık rastlanmayan, garip ve çarpıcı bir durum, şiddetli etkilenmeler­ deki saç renginin kaybıdır ve aşırı koni veya üzüntü sonucunda ortaya çıkabilir. Otantik bir örnek, Hindistan’da idama giden bir

101

adamda ortaya çıkmıştır ve renk değişimi gözle izlenebilecek kadar hızlı olmuştur. *

Amerikalı psikofizikçi (Ç.N.: akıl ile beden arasın­ daki ilişkileri inceleyen bilim dalı) Stephen Porges şöyle diyor: ‘Darwin sinir sistemini, duygusal ifade ve deneyi­ min sınırlarını kısıtlayan rastlantısal bir düzen olarak vurguluyor. Sinir sistemi ve alışkanlık arasındaki ilişkiyi göz önüne alarak, sadece belirli etkilenme durumlarının ifadesi için değil aynı zamanda belirli birleşimleri öğ­ renmek amacıyla çağdaş türler kavramına veya gelişim hazırlığına bir geçmiş sağlıyor. Bir çok alt seviyeli hayvan ve insanlar için diğer iyi bir örnek de kas titremesidir. Titremenin bir yaran olmadığı gibi, çoğu za­ man da zararlıdır ve ilk önce istem içi olarak elde edilip, sonradan herhangi bir duyguyla birlikte alışkanlığa dönüşmemiştir. Güve­ nilir bir otoriteden edindiğim bilgiye göre çocuklar titremiyorlar, ama yetişkinlerin ileri derecede titreyecekleri durumlarda, onlar­ da katılma gözleniyor. Titreme değişik kişilerde, değişik derece­ lerde ve çok çeşitli nedenlerle oluşuyor- sonradan beden ısısı çok yükselmesine rağmen, ateş öncesi yüzeydeki soğukluk; kan zehir­ lenmeleri, içki alışkanlığı ve diğer hastalıklar; ileri yaşta genel güçsüzlük; yorgunluk sonrası bitkinlik; yanık gibi yaralanmalarla bölgesel olarak; ve özel bir biçimde sonda kullanıldığında. Bütün duygularımız içersinde titremeye en yatkın olanı korku, bazen de sevinç ve hiddettir. Bir keresinde ilk kez bir çulluğu kanadından * M. G. Pouchet tarafından Revue des Deux Mondest ı, Ocak, 1872, s. 79 da toplanan ilgi çekici olaylara bakınız. Belfast British Association tarafından birkaç yıl önce bir örnek ortaya konulmuştu. (Lange, fiber Genıüthsbewegungenf Hollanda dilinden Kuralla tarafından çevrilmiştir, Leipzig: 1887, s. 85) kafesteki bir ölüm kalım mücadelesi sonrası, saçının rengi bir gecede değişen bir aslan terbiyecisi ile ilgili olarak Mantegazza’dan bir alıntı yapıyor. Benzer bir örnek, evinin çökmesi sonucunda büyük korku geçiren bir kadının birkaç gün sonra kaşları da dahil olmak üzere bedenindeki bütün tüylerini kaybetme­ si ile ilgili olarak veriliyor.)

102

vuran bir çocuğu gördüğümü hatırlıyorum, zevkten elleri o kadar çok titriyordu ki, bir süre silahını tekrar dolduramadı; * tamamen aynı olan bir hikayeyi kendisine silah verilen bir Avustralya yerli­ si ile ilgili olarak dinledim. Güzel müziğin belirsiz duygulan etki­ lemesiyle, bazı insanların sırtı ürperir. Titremeye neden olan yukandaki fizyolojik nedenler ve duygularda çok az ortak yönler var; yukarıdaki cümlelerden bir çoğunu borçlu olduğum Sir J. Paget, konunun çok zor anlaşılabilir olduğunu söyledi. Titreme ba­ zen, bitkinlik gelmeden önce, hiddet sonucunda, bazen de sevinç­ le birlikte oluşabileceği için, sinir düzenindeki herhangi güçlü bir etkilenmenin sinir gücünün kaslara düzgün akışını kesintiye uğra­ tacağı görülüyor. ** Beslenme kanalının ve bazı bezlerin salgılannın- karaciğer, böbrekler, göğüsler gibi- güçlü duygulardan etkilenmesi de, si­ nir sisteminin bu organlar üzerindeki, istekten ve yararlı bir bir­ leşik alışkanlıktan bağımsız olarak doğrudan işleminin güzel bir örneğidir. İnsanlann bu şekilde etkilenen organlan ve etkilenme dereceleri büyük değişiklik gösterirler. Gece gündüz durmadan muhteşem bir biçimde atan kalp de bu dış dürtülere çok duyarlıdır. Ünlü fizyolog Claude Bernard,1 duyarlı bir sinirin en ufak etkilenmesinin bile kalp üze­ rinde nasıl etkili olduğunu göstermiştir; acı vermeyecek bir bi­ çimde, deney altındaki bir hayvanın sinirine hafif bir dokunuş kalbi etkilemektedir. Böylece zihin güçlü bir biçimde heyecan­ lanırsa, bunun doğrudan kalbi etkilemesini bekleyebiliriz ve bu dünyada bilinen ve kabul edilen bir konudur. Claude Bemard, kalbin etkilendiğinde beyne tepki vermesi ve bu durumdaki beynin de pünomogastrik (Ç.N.: akciğerler ve mideye ait) sinir ile kalbe tepki vermesi üzerinde durarak, özel önem gösteril* (Anlatılan aslında Darwin’in kendisiydi. Bkz Life and Leners of Char­ les Darwin c. 1. S. 34) ** Müller, duygular çok yoğun olursa, ‘bütün omurilik sinirlerinin lam olmayan bir felç gibi etkileneceklerini veya bütün bedenin heyecanla sarsıla­ cağını’ söylüyor. (Elements of Physiology, İng. çev. c. ii, s. 934)

103

meşini istiyor; böylece, herhangi bir heyecrn altında bedenin bu en önemli iki organı arasında önemli bir karşılıklı etki ve tepki oluşacaktır. * Küçük damarların çaplarını düzenleyen vasomotor düzen, utanan bir kişinin kızardığında gördüğümüz gibi, doğrudan sinir sistemine Kağlı olarak çalışır; fakat bu durumda bana göre, yüz­ deki damarlara kontrollü sinir gücü aktarımı, ilginç bir biçimde kısmen alışkanlıkla açıklanabilir. Korku ve Hddet duygularıyla istem dışı saç dikleşmesine de az bir ışık tutabileceğiz. Şüphe­ siz, gözyaşı akması belirli sinir hücrelerinin birbirleri ile olan ilişkilerine bağlıdır; ama yine burada bazı duygular altında alış­ kanlığa dönüşen sinir gücünün gerekli kanallardan akışının bir­ kaç aşamasını zleyebiliriz. Porges şöyle diyor: ‘Darwin, otonom sinir sistemi aracılığıyla, beyin ve iç organlar arasında oluşan iki yönlü ilişkinin önemini kabul ediyordu. Onun bu yakla­ şımları, fizyolog ve psikologlar tarafından yüz yıldır fazla önemsenmese de, pünömogastirik sinir (yani vagus) aracılığı ile iki yönlü iletişim, bu gün çağdaş araş­ tırmalar ve duygu ve sağlık kuramları açısından önem * Duyguların beyindeki kan dolaşımı üzerindeki etkileri için. bkz. Mosso (La Peur s. 46). Kafatası yaralanmalarına bağlı olarak, beyindeki atışın izlenebildiği ilgi çekici örnekler veriyor. Mosso'nun aynı çalışmasında, duyguların dolaşım sistemi üzerindeki etkilerine ait ilgi çekici gözlemler var. Pletsmografını (Ç.N.: Kan dolaşı­ mının etkilerini izlemek için kulianılır) kullanarak, duyguların etkisiyle elin vs. hac­ minde küçülme olduğunu açıkladı; ve denge yoluyla, ufak bir dürtü sonucu kanın beyne aktığını gösterdi- örneğin, odas .ıda uyuyan hastayı uyandırmayacak kadar hafif bir ses gibi. Mosso. duyguların vasomotor sistemi üzerindeki etkisini uyuma açık olarak kabul etti. Korku altındaki, kalbin şiddetli etkilenmesini, bedenin daha büyük hareketlere hazırlığı olarak açıkladı. Aynı şekilde korku solgunluğunu da şöyle açıkladı (ibid s. 73): ’Quand nous somme menacös dun pdril quand nous ressentons une frayeur. une Emotion, el que l’organisme doit rassambler ses forces, une contraclion des vaisseaux sanguins sc produit automatiquerr.ent, et cette contraction rend plus aetif le mouvcment du sang vers les centres nerveux. ‘ Bir risk bi­ zi tehdit ederse, korku duyarsak ve organizmanın güç toplaması gerekirse, kan da­ marları kendiliğinden büzülür vc bu sinir merkezlerine olan kan akışını hızlandırır. ’

104

kazanmıştır. Danvin’in otonom sinir sisteminin duygu­ sal düzenlemeye katkısı üzerindeki düşünceleri, Cannon ve James’e kadar uzanır ve merkezi sistemle çevre­ si arasındaki dinamik geri besleme için daha gerçekçi bir model ortaya koyar. Omurilikten ve sempatik sinir sisteminden bağımsız olarak kalpten içeriye, beyne doğru bir geri beslemeyi vurguladığı için ve duyguların ifadesinde vagusun düzenleyici rolünü açıkladığı için Darwin’in söyledikleri önemlidir. ’ Daha güçlü duyu ve duyguların dışsal işaretlerinin kısa bir incelemesi, az da olsa, bedendeki uyarılmış sinir sisteminin doğrudan hareketini ele alan ilkenin yararlı ve alışkanlıkla bir­ leşmiş hareketler ilkesiyle birlikteliğinin ne kadar karmaşık ol­ duğunu bize gösterme konusunda yardımcı olacaktır. Hayvanlar acıdan çok çekiyorlarsa ürkütücü bir biçimde debelenirler; ve alışkanlıkla vahşi çığlıklar atar ve homurdanır­ lar. Bedendeki hemen her kas hareketlidir. İnsanlar ağızlarını sı­ kıca kaparlar veya genellikle dudaklar geri çekilirler ve dişler sıkılır. Buna cehennemde ‘dişler gıcırdıyor’ denir; akut bağırsak iltihaplanması olan bir ineğin öğütücü dişlerini gıcırdattığını açıkça duydum. Hayvanat bahçesindeki dişi su aygın çocuğunu doğururken acı çektiği için, sürekli dolaşıyor, çenesini açıp ka­ pıyor dişlerini birbirine vuruyor ve iki yönde yuvarlanıyordu. 2 Korkulu bir şaşkınlık içinde olan bir kişi gözlerini iyice açar ve­ ya kaşları büzülür. Bedenini ter kaplar ve damlalar yüzünden akmaya başlarlar. Kan dolaşımı * ve solunum ** çok etkilenirler. Böylece burun delikleri genellikle açılır ve titrer; veya yüz mo­ * (Mantegazza’ya göre: Azionedel Dolore sulla Calorifıcazione, Milan 1866, tavşandaki hafif ve geçici acılar, kalp atışını arttırıyor; fakat bunu acının kendisinden çok, acıyla birlikte oluşan kas çekilmelerine bağlıyor. Çok ve sü­ rekli olan acılar ise kalp atışında aşın azamaya neden olur ve bu uzunca bir süre devam eder.) ** (Mantegazzaya göre, yüksek seviyeli hayvanlarda acı solunumu hızlı ve düzensiz yapar ve sonra yavaşlatabilir. Gazzetta medica Italiana Lombardia, c. 5, Milan, 1866 içersindeki yazısına bkz.)

105

rarana kadar nefes tutulur. Eğer dehşet önemli ve uzun süreliyse, bu işaretlerin hjepsi değişirler; bayılma ve kasılmalarla bir­ likte ileri derecede halsizlik başlar. Duyarlı bir hücre rahatsız edilince, heyecanın şiddetine göre az veya çok bir şekilde, sinir hücresine bu etkileri nere­ den geliyorsa iletir; bu da etkiyi önce bedenin ters tarafındaki buna karşılık olan hücreye, sonra da beyin- omurilik kolonu boyunca aşağı ve yukarıya doğru diğer sinir hücrelerine iletir ve böylece bütün sinir sistemi etkilenmiş olur.3 Bu istem dışı sinir gücü iletimi bilinçli veya bilinçsiz olabilir. Bir sinir hüc­ resinin rahatsız edilmesinin, neden sinir gücünü yarattığı veya özgür bıraktığı bilinmemektedir; fakat bu, Müller, Virchow, Bemard vs. * gibi bütün önemli fizyologların vardıkları bir so­ nuç gibi görünmektedir. Bay Herbert Spencer’in dediği gibi: ‘her an, duygular diye adlandırdığımız durumu anlaşılmaz bir biçimde üreten, özgür sinir gücü miktarının kendisini bir yön­ de genişletmesi- bir yerde eşit bir güç gösterisi yaratacaktır şeklindeki sorgulanamaz bir gerçek ‘olarak kabul edilebilir; böylece beyin- omurilik sistemi çok etkilenince ve sinir gücü fazla özgür kalınca, yoğun duygulara, etken düşünceye ve sert hareketlere veya bezlerin artan hareketliliğine genişleyebilir.4 Bay Spencer ayrıca şöyle diyor: ‘sinir gücünün, bir dürtüyle yönlendirilmemiş aşırı akımı, özgürce en alışılagelmiş yolları seçer; ve bu yeterli gelmezse, sonra daha az alışılmış yollara girer. ‘Sonunda, en çok kullanılan yüz ve solunum kasları ilk harekete geçmeye eğilimli olanlardır, sonra üst uçlar, alt uçlar5 ve sonunda bütün beden harekete geçer. ** * Müller (Elements of Physiology, İng. çev. c. ii s. 932) sinirlerden bah­ sederken şöyle diyor: ‘Herhangi bir ani koşul değişimi, sinirlilik ilkesini hare­ kete geçirir. ‘Bu konu için, son dipnotumda çalışmalarından verilen alıntılara bağlı olarak, Virchovv ve Bernard’a bakınız. ** Sir H. Holand, (Medical Notes and Rreflexions, 1839, p. 328) bedenin huzursuzluk diye adlandırılan bu garip durumundan bahsederken, bunun ‘rahat kalması için kas hareketi gerektiren bir rahatsızlık nedeninin birikmesine’ bağ­ lı olabileceğini söylüyor.

106

Bir duygu çok güçlü olabilir, ama, eğer rahatlama veya memnuniyet için genellikle istem içi bir işleme dönüşmezse, herhangi bir hareketi etkilemek için çok az eğilimi olacaktır; ve hareketler etkilendiklerinde, yapıları büyük bir ölçüde aynı duy­ gu altında belli bir amaç için istem içi olarak ve sıkça yapılanlar tarafından belirlenir. Bütün hayvanlar nesiller boyunca aşın acı sonucunda çok şiddetli ve farklı davranışlarla acının nedeninden uzaklaşmaya çalışmışlardır. Bedenin bir uzantısı veya farklı bir parçası bile yaralansa, bu açıkça olanak dışı da olsa, sanki ne­ denden kurtulmak istermiş gibi, onu sallama eğilimini görürüz. Böylece, büyük acı duyulduğunda, bütün kaslan büyük güçle kullanma alışkanlığı oluşur. Göğüs ve ses kasları alışkanlıkla en çok kullanıldıktan için, en çok bunlar harekete geçeceklerdir ve yüksek, acı çığlıklar veya bağırmalar duyulacaktır. Fakat bu çığ­ lıkların avantajı önemli bir biçimde ortaya çıkmaktadır; ıstıraplı ve tehlikedeki bir çok genç hayvan, aynı topluluğun bireylerinin karşılıklı yardımlaşma için yaptıkları gibi, ebeveynlerini yüksek sesle yardıma çağırırlar.

Darwin’in bu paragrafın ilk satırlarında yazdıkları, çağdaş bir duygu kuramcısı olan ve her duygu için ey­ lem planlarının rolünün önemini gösteren Hollandah psikolog Nico Frijdac21 ile çok uyumluydu. Sonradan, Danvin, her duygunun düzenli olarak birleşik olduğu belirli bir hareket olmadığını ve bu duyguların yüz ifa­ delerinin de olmadığını söyledi (bkz. eleştiriler, s. 112) Başka bir ilke, yani, sinir sisteminin gücünün veya kapasi­ tesinin sınırlı olduğuna ait iç bilinç, aşın acı altında şiddet hare­ ketlerine olan eğilimi az bir derecede güçlendirecektir. Bir insan çok derin düşünürken kas gücünü sonuna kadar kullanamaz. Hipokraf ın çok eskiden gözlemlediği gibi, iki acı eğer aynı anda duyulursa, aşın olanı diğerini bastınr. Bir amaç uğruna savaşan­ lar, dinsel coşkunun etkisi ile, genellikle en kötü işkencelerden bile etkilenmiyor görünmektedirler. Kamçılanacak olan denizci­

107

ler, acıya katlanmak amacıyla büyük bir güçle ısırmak için ağızlanna bir kurşun parçası alırlar. Doğurmak üzere olan kadınlar, acılarını azaltmak amacıyla, kaslarını en güçlü bir şekilde kul­ lanmak için hazırlanırlar. Böylece, ilk etkilendikleri sinir hücrelerinden çıkarken, si­ nir gücünün yönlendirilmemiş bir yayılmasını görüyoruz- acı­ nın nedenlerinden kurtulmak için uzun süren mücadeleye baş vurma alışkanlığı- ve istem içi kas kullanımının acıyı azalttığı­ nın bilincinde olmak, ileri derecede ıstırap altında, en şiddetli ve kasılmalarla gelen hareketlere yönlenme eğilimi yaratacaktır; ses organlarınınkiler de dahil olmak üzere, bu hareketlerin bu du­ rumu iyi ifade ettikleri bütün dünyada kabul edilmişlerdir.

Bunların ikisi de ilgi çekici açıklamalardır, ama Danvin’in bunları neden üçüncü ilkesi için örnek aldığı­ nı anlayamadım: yani sinir sisteminin doğrudan hareke­ ti. Istırabın kaynağından uzaklaşmak için acı anında ve­ rilen şiddetli mücadele, rahatsız edici duyguyu azaltmak için yapılan hareketlerin örneğidir; bu hareketler aynı zamanda bunun duyumsandığına dair birbirlerine işaret­ ler gönderirler. Başka güçlü bir duyuyu isteyerek yarat­ mak yoluyla hoş olmayan bir duyuyu engellemek- kam­ çılanacak olan denizcinin bir parça kurşunu ısırmasıtatsız duygularla baş edebilmek amacıyla, bu sefer du­ yuları engelleyerek, yapılan belirli hareketler için başka bir örnektir. Fakat Danvin’in de belirttiği gibi, bu isteye­ rek yapılan hareket, acıdan kıvranırken, rahatlamaya yardımcı olmasa da, acının kaynağından uzaklaşmak için otomatik olarak verilen bir çabadır. Duyarlı bir sinire sadece dokunmak, kalp üzerinde doğru­ dan etkili olduğuna göre, aşırı derecedeki acı da, daha enerjik bir biçimde kalp üzerinde aynı şekilde etkili olacaktır. Yine de, bu durumda bile, öfke işaretlerini incelerken göreceğimiz alışkanlığın kalp üzerindeki dolaylı etkilerini göz ardı etme­ meliyiz.

108

Bir kişi acıyla kıvranırken, genellikle ter damlaları yüzün­ den akar; bir operatör veterinerin bana söylediğine göre, acı çektikleri zaman atların karınlarından ve sığırların bedenlerin­ den akıp bacak aralanna doğru giden ter damlacıklarına sık ola­ rak rastlıyormuş. Terleme yaratacak herhangi bir mücadele ol­ madığı zamanlarda da bunu izlemiş. Daha önce bahsedilen su aygınnın bütün bedeni, doğum öncesi kırmızı ter damlacıkları ile kaplanmış. Aşın korkuyla ilgili olarak da, Bay Bartlett’in su aygınndaki tespiti gibi, aynı veteriner bu nedenle terleyen bir çok at görmüş ve bu insanlar için de çok iyi bilinen bir belirti. Bu durumlarda ortaya çıkan terlemenin nedeni açık değil; fakat bazı fizyologlar bunu zihinden çok etkilene ı kılcal damar dola­ şımının bozukluğuna bağlıyorlar; ve biliy iniz ki kılcal damar dolaşımını düzenleyen vaso motor sistemi de zihinden çok etki­ leniyor. Çok acı ve diğer duygular altındaki bazı yüz kaslarının hareketlerini anlamak için insan ve alt seviyeli hayvanların özel ifadelerini konu etmek gerekiyor. Duygunun en yaygın ölçümü el terlemesidir. Darwin’in aşağıda açıkladığı kalp atışı, duyguyla oluşan fiz­ yolojik değişimin başka çok kullanılan bir ölçümüdür.

Şimdi öfkenin kendine özel belirtilerine bakacağız. Bu güç­ lü duygu altında kalbin hızı * çok artar veya ritmi bozulur. Yüz kızarır veya kanın dönüşü engellendiği için morarır veya ölüm solukluğuna döner. Nefes sıklaşır, göğüs kabarır ve şişen burun delikleri titrer. Bütün beden genellikle titrer. Ses etkilenir. Diş sıkılır ve kas sistemi çılgınca bir şiddete doğru yönelir. Bu du­ rumdaki bir kişinin hareketleri acı çeken birisinin amaçsız kıv­ ranma ve mücadelesinden genellikle farklıdır; çünkü az çok bir düşmanla mücadele etme hareketlerini açıkça sergilemektedir. * M. Lorain’in, hiddetli bir kadının nabız ölçümlerinin verildiği, kalp atışı üzerindeki çalışmaları konusunda beni bilgilendirdiği için Bay A. H. Garrod’a müteşekkirim; ve bu aynı kadının normal durumda bulunduğundan fark­ lı olan atış hızlarını ve diğer durumları ortaya koyuyordu.

109

Bütün bu kızgınlık işaretleri bütünüyle, bazılan da kısmen sinir sisteminin doğrudan hareketine bağlıdır. Fakat bütün hay­ vanlar ve ataları düşmanları tarafından hücuma uğrar veya teh­ dit edilirlerse, savaşmak ve kendilerini korumak için bütün güç­ lerini kullanırlar. Bir hayvan böyle yapmaz veya buna istekli ol­ mazsa veya en azından düşmanına hücum etmeyi istemezse, tam anlamıyla kızgın sayılmaz. Kas kullanımının kalıtımsal bir alışılmış kızgınlıkla birlikte elde edilir; bu da bedenin çok acı çektiği zaman olduğu gibi, doğrudan veya dolaylı olarak çeşitli organları etkiler. Kalp de şüphesiz aynı biçimde doğrudan etkilenir; ama ay­ nı zamanda alışkanlıkla da etkilenecektir; ve istem dışı olduğu için de daha çok etkilenecektir. İstem içi olarak kullandığımız herhangi büyük bir gücün, burada tartışılması gereksiz olan me­ kanik ve diğer başka ilkelerle kalbi etkilediğini biliyoruz; ve ilk bölümde sinir gücünün alışkanlıkla kullanılan kanallardan he­ men aktığı gösterilmişti- istem içi, istem dışı hareket ve duyu si­ nirlerinden. Böylece çok az miktarda bir güç kalp üzerinde etki­ li olmaya başlarsa bile, bir çok örneği verilen birleşme ilkesine göre, aşın acı veya kızgınlık halindeki bir duyu veya duygunun, bir kas kullanımı olmasa da, alışkanlıkla daha çok kas hareketi­ ne neden olacağına, anında sinir gücünün kalbe akışını sağlaya­ cağına emin olabiliriz. Yakın zamana kadar çoğu psikolog, Otonom Sinir Sistemi(OSS) tarafından yönetilen, kalp atış hızı, terle­ me, solunum, ele ve ayağa doğru kan akımı vs. gibi be­ den organlarında meydana gelen değişiklikler açısından duyguların farklı olmadıklarına inanıyorlardı. Farklı fiz­ yolojik değişimler ve ifadelerin değil, kişinin düşüncesi ve olayları yorumlamasının bir duyguyu diğerinden ayırdığı söyleniyordu. ‘Böylece bir duyguya sahip oldu­ ğumu düşünüyorum ve hangi duyguya sahip olduğum ne düşündüğüme bağlı.' sözleri, geçen otuz yıl boyunca çok etkili olan bu çalışmanın sloganı olabilirdi. Yeni

110

*^araştırmalar 2 tersine kanıt buldu: sadece kızgınlık, kor­ ku, hüzün ve iğrenme gibi farklı ifadeler değil, ama aynı zamanda her bir ifade için değişik bedensel değişim mo­ delleri. Meslektaşım olan Amerikalı psikolog Robert Lawson’la yürüttüğümüz araştırma, bir çok duyguya özel OSS harekelini ortaya çıkarttı. Evrimsel tarih süre­ cinde bizi hareketlere yönelmeye hazırlayan özel deği­ şimlerin, en uyumlular olduğuna inanıyoruz. Örneğin, hem kızgınlık, hem de korkuda kalp atışının hızlandığını bulduk. Darwin’in söylediği şekilde, kızgınlıkta kanın ellere (vurmaya hazırlık) ve korkuda uzantılara (kaçma­ ya hazırlık) gitmesi gibi, bu kişiyi büyük güç kullanma­ ya hazırlıyor.

Söylediğim gibi, kalp, isteğin kontrolü altında olmadığı için en çok alışkanlık birleşimlerinden etkilenir. Az, hatta çok kızan bir insan beden hareketlerini kontrol edebilir, ama kalbi­ nin hızla çarpmasını engelleyemez. Göğsü belki biraz kabarır ve burun delikleri titrer, çünkü solunum hareketleri kısmen istem içidir. Aynı şekilde isteğe en az bağlı olan yüz kaslan da bazen tek başlanna hafif ve geçici bir duyguya ihanet ederler. Bezler de tamamen istekten bağımsızdırlar ve üzülen bir insan özellik­ lerini kontrol edebilir, ama her zaman gözlerinden akan yaşı en­ gelleyemez. Aç bir adamın önüne iştah açıcı bir yiyecek konu­ lursa, dışsal bir hareketle açlığını göstermeyebilir, ama salya ak­ masını önleyemez. Sevinçte ve büyük keyif içersinde coşmada, çeşitli amaçsız hareketler yapmak ve çeşitli sesler çıkartmak eğilimi vardır. Bu­ nu çocuklarımızın yüksek kahkahalarında, el çırpmalarında ve sevinçle zıplamalarında; sahibiyle gezmeye giden köpeğin hav­ lama ve yola çıkışında; açık bir alana çıkan atın sıçrayışında gö­ * rebiliriz. Sevinç dolaşımı hızlandırır ve beyni canlandırır ve bütün bedeni etkiler. Bu yukarıdaki amaçsız hareketler ve artan * (Bay Bain, Darwin’in ifadeler adlı kitabını gözden geçirirken, bu bölü­ mü eleştiriyor: Senses and Intellect’e, dip not olarak, 1873, s. 699.)

111

kalp hareketleri, kısmen sinir sisteminin etkilenmesine, * ve Bay Herbert Spencer’in ısrar ettiği gibi, bunun sonunda oluşan sinir gücünün yönlendirilmemiş aşırı akımına bağlıdır. Bunun asıl zevk değil, temelde bedenin amaçsız ve aşın hareketlerine ve çeşitli sesler çıkartmasına yönelen bir zevk alma beklentisi ol­ duğuna dikkat çekerim. Elde ettiklerinde belirgin bir memnuni­ yet işareti göstermeyen, hatta kuyruklarını sallamayan, ama bü­ yük zevk veya iyi davranış beklentisinde olan çocuklanmızda ve bir tabak yiyeceği gören köpeğin zıplamasında bunu görürüz. Bütün hayvan türlerinde, sıcaklık ve dinlenme dışında, her tür zevkin elde edilmesi, uzun zamandan beri, avlanma veya besin arama ve kur yapmada olduğu gibi etkin hareketlerle birliktedir. Uzun bir dinlenme veya kısıtlılık sonrası, bizim için ve hayvan­ ların hareketlerinden gördüğümüz gibi, kasların sadece kullanıl­ ması bile bir zevktir. Böylece yalnızca bu sonraki ilkede bile canlı bir zevk duygusunun kas hareketleri olarak kendisini gös­ termesini bekleyebiliriz. Nature dergisinin Kasım 1873 tarihli sayısında Ba­ in’in ifade ile ilgili değerlendirmelerini çürütmek üzere hazırlanmış imzasız bir yazı yayımladı. Yazı şöyle di­ yordu: *Darwin sevinçli bir ifade örneği olarak, bir atın açık sahaya çıktığında zıplamasını gösteriyor; bu konu ile ilgili olarak, (Bain)” bunun tamamen kendiliğinden * Çok güçlü sevincin beyni nasıl etkilediği ve beynin bedene nasıl tepki gösterdiği, fiziksel sarhoşluğun az görülen durumlarında iyi bir şekilde izlene­ bilir. Dr. J. Crichton Browne (Medical Mirror, 1865), kendisine büyük bir mi­ ras kaldığını telgrafla öğrenen, genç bir adamın, önce sararan, sonra keyifli ve sonra çok mutlu, fakat kızarmış ve huzursuz durumdaki sinirsel durumlarını kaydediyor. Sonra bir arkadaşı ile sakinleşmek için yürüyüşe çıkıyor, ama, gü­ rültüyle gülerek ve rahatsız bir durumda, sürekli konuşarak ve sokaklarda yüksek sesle şarkı söyleyerek, gezintiden sersemlemiş bir halde dönüyor. Her­ kes onu sarhoş sanmasına rağmen, alkollü bir içkiye dokunmamış olduğu ke­ sin. Bir zaman sonra kusup, midesindeki yarı hazmedilmiş yemekler incele­ nince, en ufak bir alkol damlasına bile rastlanmıyor. Sonra ağır bir şekilde uyuyor ve uyandığında, baş ağrısı, mide bulantısı ve halsizlik dışında kendini iyi hissediyor. *

112

olduğu ve sevinç ifade etmesi gerekmediği” söyleniyor. Çok ilginç! Böyle özel bir ışık altında genel şeyler göre­ bilmesi için insanın psikolog olması gerekir. (Bain psi­ kologdu). ‘(Ayrıca bkz. eleştiriler s. 119) İngiliz tarihçi Janet Browne bunun William Hugh Spottisvvoode tara­ fından yazıldığına inanıyor. İngiliz sanat tarihçisi Phillip Prodger, Spottiswoode,nin bu zamanlarda British Association for the Advancement of Science ve Royal Institution’da çok faal olduğundan bahsediyor.

Bütün veya bir çok alt seviyeli hayvanlarda, hatta kuşlarda, korku, beden titremesine neden olur. Deri soluklaşır, terleme başlar ve saçlar dikilir. Beslenme kanalı ve böbrek salgıları artar ve sfınkter kaslarının * gevşemesi ile istem dışı boşalma olur. Bu durum insanlarda görüldüğü gibi, sığır, köpek, kedi ve may­ munlarda da olduğunu gördüm. Nefes sıklaşır. Kalp hızlı vahşi ve şiddetli bir biçimde atar; ama kanı bedene daha verimli bir biçimde pompaladığı şüphelidir, çünkü yüzey kansız gibi gö­ rünmektedir ve kas gücü sonunda yok olacaktır. Korkmuş bir atın semerinden, kalp atışlarını sayacak kadar yakından hissede­ biliyordum. Zihinsel yetenekler bozulur. Aşırı halsizlik, hatta bayılma olabilir. Korkmuş olan bir kanarya sadece titremiyordu, ama aynı zamanda kağıt gibi beyaz olmuştu ve bayılmak üze­ reydi6 ve bir seferinde odada, tamamen bayılacak olan bir ardıç kuşu yakaladım ve bir süre öldüğünü sandım. Bu belirtilerin bir çoğu alışkanlıktan bağımsız oluşan sinir sisteminin rahatsızlığının doğrudan sonuçlan olabilir; fakat tü­ mü için böyle düşünülmesi gerektiği konusu ise şüphelidir. * (Kopenhag’da Eczacılık profesörü olan Dr. Lange, bunun sfinkter gev­ şemesine bağlı olmadığını, fakat iç organların kasılmasına bağlı olduğunu söylüyor. Bkz., Almanca’ya Kuralla tarafından çevrilen Gemüthsbewegungent Leipzig, 1887, s. 85, bu konu ile ilgili olarak önceki yazılarına referanslar ve­ rilmişti. Mosso da aynı bakış açısını kabul ediyor: bkz. La Peur, s. 137, Pallacani ve kendisine ait olan bir yazıdan bahsediyor, ‘Sur les Fonctions de la Vessie’ (Archives Italiennes de Biologie, 1882). Ayrıca bkz. Tuke, İnfluence of the Mind on the Body\ s. 273).

113

Alarma geçmiş olan bir hayvan, duyularını toparlamak, tehlike­ nin derecesini anlayabilmek ve göze çarpmamak için bir müd­ det hareketsiz kalır. Ama, mücadele için bir güç ayırmadan te­ laşlı bir kaçış bunu takip eder ve tehlike devam ettiği sürece, aşırı yorgunluk sonucu, kas titremesi ve çok terleme ile birlikte solunum ve dolaşım sistemlerinin ileri derecede bozulması so­ nucunda kaçma olanağı bitene kadar kaçar. Böylece, birleşmiş alışkanlıklar ilkesinin kısmen, ya da en azından ek olarak yuka­ rıda anlatılan aşın korkunun özel belirtilerine neden olması ola­ nak dışı görünmüyor. Süregelen güçlü duyu ve duyguların ifade hareketlerine neden olması konusunda, birleşmiş alışkanlıklar ilkesinin önemli bir yer almasına, önce, onların rahatlaması veya zevkli hale gelmesi için bir istem içi hareket gerektirmeyen bazı di­ ğer güçlü duygular, sonra da zihnin canlı ve içe kapanık du­ rumları arasındaki yapıda ortaya çıkan zıtlık düşünülerek karar verilebileceğini sanıyorum. Hiçbir duygu annelik sevgisinden güçlü değildir; anne güçsüz çocuğu için derin sevgi duyabilir, ama yine de hiçbir dış işaret göstermeyebilir veya yumuşak bir gülümsemeyle şefkatli bakışlarla sadece hafifçe sevebilir. Ama eğer birisi bilinçli olarak çocuğuna zarar vermeye kalkarsa, değişikliği görün! Tehdit edici bir yaklaşıma nasıl geçtiğini, gözlerinin ateş saçtığını, yüzünün kızardığını ve göğsünün ka­ bardığını, burun deliklerinin genişlediğini ve kalbinin attığını görürsünüz, çünkü alışkanlıkla hareket yaratan, annelik sevgisi değil kızgınlıktır. Karşılıklı cinsiyetler arasındaki ilişki annelik sevgisinden farklıdır; aşıklar karşılaşınca, kalplerinin hızla at­ tığını, nefeslerinin sıklaştığını ve yüzlerinin kızardığını biliyo­ ruz, çünkü bu annenin çocuğuna duyduğu gibi etken olmayan bir sevgi değildir. Bir insanın kalbi en koyu nefret veya şüphe ile dolu veya kıskançlıkla aşınmış olabilir; fakat bu duygular anında hareke­ te dönüşmedikleri ve bir müddet devam ettikleri için, insanın çok neşeli ve keyifli olmaması dışında, dış işaretlerle kendile-

114

riııi belli etmezler. Eğer bu duygular açık hareketlere dönüşür­ *lerse kızgınlık onların yerini alır ve açıkça sergilenin Ressam­ lar, şüphe, kıskançlık ve imrenmeyi, hikayeyi anlatan aksesu­ arlar olmadan çok zor resmedebilirler; şairler 'yeşil gözlü kıs­ kançlık' gibi kapalı ve hayal ürünü ifadeler kullanırlar. Spenser kıskançlığı şöyle tarif ediyor: (Kirli, çirkin ve gaddar kaş­ larının altından beğenmeyerek bakan ‘vs., Shakespeare imren­ me için ‘iğrendirici doğallıktaki verimsiz yüz’ diyor Başka bir yerde de ‘Hiçbir karanlık imrenme benim mezarım olamaz/ diyor. Yine/ soluk imrenmenin ürkütücülüğünün ulaşamayaca­ ğı yerde’ diyor.

Darvvin, anne sevgisi, romantik aşk, nefret, kıs­ kançlık veya imrenme için bir ifade biçimi yok derken doğruyu söylüyor. Bu, deneyimlerin ne zaman olacağını söyleyemeyeceğimiz anlamına gelmiyor; yalnızca bu doygulara özel yüz ifadeleri ve sesleri yok * Her durum­ da bu duygular çok güçlü olmasına rağmen, bunları duygular olarak kabul etmeyerek Darwin'den ayrılıyo­ rum/21 Duygular kısadır ve bağımsız olaylara bağlıdır­ lar, böylece birkaç .saniye veya dakika sürerler Anne sevgisi, romantik aşk, nefret, imrenme veya kıskançlık çok dalıa uzun sürerler aylar, yıllar, bir ömür boyu aşk veya nefret, saatler veya günler boyu süren imrenme ve­ ya kıskançlık. Her birinde güçlü bir bağlılık, önemli bir bağlanma (nefret, kıskançlık ve imrenmede olumsuz olan) vardır * Bunlar ayrıca ilgili oldukları tanımlamalar açısından da duygulardan farklıdırlar. Kızgınlık ifadesi kimin hedef olduğunu açıklamaz ve bu ifadeden neyin sebep olduğu da anlaşılmaz. Bu deneyimlerin bir çoğun­ da, döl, anne sevgisinin, arzulanan seks nesnesi roman­ tik aşkın, bir şeye sahip olan bireyden başkası tarafından istenen nesne, imrenmenin konulan değillerdir. Seksüel kıskançlıkta iki kişi vardır: kişinin romantik aşk duydu­ ğu sevgili ve sevilen kişiye sevgi besleyen rakip.

115

Duygular ve duyular genellikle heyecan verici veya durgun olarak sınıflandırılırlar. Beden ve zihnin bütün organları- istem içi ve dışı hareketlerin, algılamanın, duyuların, düşüncenin vs. - işlem­ lerini alışılmıştan daha enerjik ve hızlı olarak görürlerse, bir insan veya hayvan heyecanlanmış ve tam tersi durumda ise durgun olarak kabul edilir. Kızgınlık ve sevinç ilk heyecanlanan duygulardır ve daha çok birincisi olmak üzere, enerjik hareketlere neden olurlar ve bu da kalpte ve sonra beyinde etkili olur. Bir zamanlar bir fizikçi, çok yorgun olan bir insanın bazen kendisine karşı oluşan hayali teh­ ditler yaratması halinde canlı olabilmek için kendisini bilinçsiz ola­ rak heyecanlı bir duruma sokabilmesinin, kızgınlığın heyecan verici olmasının kanıtı olduğunu söylemişti; bunu ben de duyumsadığım için, bazen bunun doğruluğunu fark ettim. Diğer zihin durumları da önce heyecanlı gibi görünebilirler, fa­ kat zamanla ileri derecede durgun olabilirler. Çocuğunu aniden kay­ beden bir anne, bazen üzüntüden çılgın gibidir ve heyecanlı bir du­ rumda kabul edilebilir; çılgınca etrafta dolaşır, saçını başım yolar, ellerini ovuşturur. Çaresizlik ve hiçbir şey yapılamayacağının orta­ ya çıkışı ile, sonraki hareketi antitez ilkesine bağlı olacaktır. Diğer vahşi ve şiddetli hareketler, kısmen kas hareketleri ile elde edilebi­ lecek olan rahatlama yoluyla ve kısmen de etkilenmiş olan sinir sis­ teminden gelen sinir gücünün yönlendirilmemiş aşırı akımı ile açık­ lanabilirler. Ama sevilen bir kişinin ani kaybı ile ilk akla gelen, da­ ha fazla bir şeyler yapılmış olsaydı, kaybın önlenebileceği olasılığı­ dır. Mükemmel bir gözlemci,7 babasının ani ölümü karşısında bir kızın davranışlarını anlatırken, şöyle diyor: ‘ellerini ovuşturarak * çılgın bir yaratık gibi evde dolaştı ve “o kadının hatasıydı, onu bı­ * (Bir mektup yazan şöyle yazıyor: ‘Dün üç kişiye bilinen bu deyimin anlamını sordum. A. sol elini sağ eliyle tuttu ve İkincisini birincisinin etrafında çevirdi. B. parmakları birbirine geçene kadar ellerini birleştirdi ve onları sıktı. C. anlamını bilmiyordu. Bunun, elleri birbirleriyle omuz hizasında birleştirmek olduğunu ama bu hareketi hiç görmediğimi söyledim; B ise bir hanını yaparken, bunu defalarca izlediğini söyledi.’)

116

rakmamalıydım, hep onunla kalmalıydım” diye söylendi. ‘Bu canlı düşünceler zihnindeyken, birleşik alışkanlıklar ilkesi ile, enerjik ha­ reketlere bir tür eğilim ortaya çıkar. Acı çeken kişi hiçbir şey yapılamayacağının tam bilincine var­ dığında, çılgın üzüntünün yerini aşırı keder veya ümitsizlik alır. Acı çeken hareketsiz bir biçimde oturur, yavaşça öne ve arkaya sallanır, dolaşım yavaşlar solunum neredeyse unutulur ve derin iç çekmeler * duyulur. Bütün bunlar beyni etkiler, ve düşen kaslar ve donuk ba­ kışlarla yorgunluk çöker. Birleşik bir alışkanlık artık acı çeken kişi­ yi herhangi bir harekete yönlendirmez, sessiz ve hareketsiz bir üzüntü içersine düşmemesi amacıyla, arkadaşları tarafından istem içi hareketlere yönlendirilir. Gayret göstermesi kalbi canlandırır ve bu da beyni etkiler ve beyin bu ağır yükü böylece kaldırabilir. Acı eğer derinse, ileri derecede durgunluk ** veya yorgun­ luk ortaya çıkar; ama öncelikle bir uyarıcıdır ve atı kamçıladığı­ mızda veya yabancı ülkelerde yorulmuş kağnı öküzlerini gayre­ te getirmek için yapılan kötü işkencelerde gördüğümüz gibi, ha­ reket yaratır. Korku da bütün duygulan durgunlaştım ve bu tür çabalar gösterilmemesine rağmen, en şiddetli ve uzun süreli korkudan kaçma gayretleri ile birlikte oluşmuş veya onların so­ nucuymuş gibi, kısa zamanda yüksek ve çaresiz bir yorgunluk yaratır. Yine de ileri derecede bir korku da önce uyarıcı olabilir. Korku ile ümitsizliğe düşen bir insan veya hayvan, muhteşem bir güce sahip olur ve ileri derecede tehlikelidir. * (Henle, Anthropologishe Vorlrâge, 1876, c. i, s. 43.) ‘İç Çekmenin Do­ ğal Tarihi’ için yazıyor. Duyguları heyecanlı ve durgun olarak sınıflandırıyor. Durgun olanlar, iğrenme, korku, dehşet kaslarda kasılma oluştururlarken, sevinç ve kızgınlık gibi heyecanlı olanlar onları hareketsiz bırakırlar. Endişe veya sinir­ lilik gibi durgun bir zihin yapısı, küçük nefes borusu kasını kasarak, göğse sanki bir cisim baskı yaparak nefes almayı engelliyormuş gibi, tatsız bir duygu uyandı­ rır. Diyafram solunumunun bu yetersizliği, dikkatimizi kendisine yöneltir ve is­ tem içi kaslarımızı kullanarak derin bir nefes alır veya iç çekeriz.) ** (Mantegazza, ‘Azione del Dolare sulla calorifıcazione’, Gazetfa tnedica Italiana Lombardia, c. 5, Milan, 1866, acının ‘sürekli ve ciddi* bir ısı düşmesine neden olduğunu gösteriyor. Bazı hayvanlarda, korkunun benzer et­ kiler yaratması da ilgi çekici.)

117

Genelde, sinir sisteminin yapısına bağlı ve önce istekten bağımsız olarak, sinir sistemimin bedendeki doğrudan hareketi ilkesinin bir çok ifadeye karar verilmesinde çok etkili olduğu sonucuna varabiliriz. Çeşitli duyu ve duygular altında oluşan kas titremesi, deri terlemesi bezlerdeki ve sindirim borusundaki salgılardaki değişiklikler uygun örneklerdir. Fakat bu tür hare­ ketler ilk ilkemize göre, çeşitli zihinsel durumlarda doğrudan veya dolaylı biçimde yararlı olarak bazı duyuları memnun eden veya rahatlatan ve hala benzer durumlarda, bir yararı olmaması­ na rağmen sadece alışkanlıkla ortaya çıkan, başkalarıyla genel­ likle birleşirler. Bu tür birleşimler, en azından kısmen, öfkenin çılgın hareketlerinde ve aşırı acının kıvranmalarında ve belki de kalbin ve solunum organlannın artan çalışmasında vardır. Bu ve diğer tür duygular hafif bir biçimde de ortaya çıksalar, uzun sü­ reli birleşmiş alışkanlıklara bağlı olarak, aynı hareketler için benzer bir eğilim olacaktır; ve en fazla istem dışı olan hareketler de en çok saklanacaklardır. Benzer bir şekilde, ikinci ilkemiz olan antitez de bazen devreye girer. Porges söyle diyor: ‘Duygusal durumlarda iç or­ ganların sinirsel düzenlemelerine ışık tutmasına rağ­ men, yüz ifadelerinin altında yatan mekanizmaların Darwin tarafından kavraması çok etkileyici ve açıklayı­ cı değil. Bu gün yüz ifadelerinin, kafa sinirlerinin evri­ mi ile sıkı ilişkisi olduğunu biliyoruz. Yüz ifadelerini düzenleyen kafa sinirleri, kafa solungaçlarından evrimleşmiştir (yani, sudan oksijen sağlayan eski solungaç­ lardan) ve bu sinirleri düzenleyen beyin kökü bölgeleri hayvanlar ve insanların evrim süreçlerinde, iç organları düzenleyebilecek belli li ve tanımlanabilir yollarla birle­ şik hale geldiler.

Son olarak, şimdiye kadar tartıştığımız üç ilke ile, bir çok ifadesel hareketlerin açıklanabileceğini bu kitapta gördüğümüze inanıyorum ve bundan sonra her şeyin bu şekilde veya yakın bi­

118

çimlerde başka benzer ilkelerle de açıklanabileceğini ümit ede­ biliriz. Ancak her özel durumda, üç ilkemiz açısından ne kadar ağırlık konması gerektiğine karar vermek olanaksız; ve ifade kuramındaki birçok nokta hala açıklanamaz durumdadır. Darwin, Expression ile ilgili olarak olumsuz bir eleştiri yapan, psikolog Bain’e şöyle yazdı yazdı: ‘Eleş­ tirileriniz adil bir ruhla iyi bir şekilde ele alınmış, zaten sizi ve çalışmalarınızı bilen bir kişi de aksini beklemez­ di. Sinir sisteminin doğrudan hareketinin açık olmaması konusundaki eleştirilerinizde haklısınız. O zamanlar ve sonraları öyle düşünmüştüm... Edin. (Edinburgh Review) den son yazıyı okudunuz mu? Beni ve başkalarını aşırı bir şekilde aşağılıyordu. ’

119

BÖLÜM: IV

HAYVANLARDA İFADE YOLLARI Seslerin yayılması - Dokunaklı sesler - Diğer şekilde üretilen sesler - Kızgınlık ve korku duyguları altında, deri uzantılarının, kılların, tüylerin vs. dikilmesi - Kız­ gınlık ve kavga hazırlığı ifadeleri olarak, kulakların geri çekilmesi - Dikkat işareti olarak, kafanın kaldırılması ve kulakların dikilmesi

Bu ve sonraki bölümde, konuyu ortaya koyabilmek için, bazı iyi tanınan hayvanlann değişik zihinsel durumlar altında ifadesel hareketlerini yeterli ayrıntıda açıklayacağım. Fakat bunlara sırayla geçmeden önce, onlarda ortak olan bir çok ifade­ lerin belirli yollarını tartışmak bizi tekrarlardan kurtaracaktır. Seslerin yayılması. İnsan dahil, bir çok hayvanda ifade için ses organları çok etkilidirler. Geçen bölümde sinir sisteminin * güçlü bir biçimde etkilenmesi halinde, beden kaslarının nasıl şiddetli bir hareket içersine atıldıklarını ve bundan sonra, hay­ vanlar’genelde sakin olsalar ve çıkardıkları sesler bir işe yaramasalar da, yüksek sesle bağırdıklarını gördük. Örneğin, bana göre, yabani tavşanlar * ve tavşanlar, yaralı bir yabani tavşanın avcı tarafından öldürüldüğü veya bir tavşanın kakım tarafından yakalandığında olduğu gibi, çok acı çekmiyorlarsa, hiç seslerini kullanmazlar. Sığır ve atlar büyük acıyı sessizce çekerler; ama bu çok fazla ve özellikle korkuyla birlikteyse, korkunç sesler çı­ kartırlar. Pampalar üzerindeyken, boyun veya ayak kemendiyle yakalanan bir sığınn ölümcül bağırışını çok uzaktan fark edebi­ * (Bay J. Brander Dunbar, Charles Darwin’e yazdığı bir mektupta, yaban tavşanlarının gençlerine bağırdıklarını ve bu sesin annesini onu bıraktığı yeri gencin terk etmesine neden olduğunu anlatmış. Bu çığlık, yakalanan bir yaban tavşanının çıkardığı sesten çok farklıymış.)

120

lirdim. Kurtların hücumuna uğrayan atların, ıstırapla yüksek ve özel sesler çıkarttıkları anlatılır. * Yukarıda anlatıldığı biçimde göğüs borusu ve göğüs kasla­ rının istem dışı ve amaçsız kasılmaları, önce ses çıkartılmasına neden olabilir. Fakat şimdi sesler bir çok hayvan tarafından çe­ şitli amaçlarla kullanılıyor; ve başka durumlarda ses kullanıl­ masında alışkanlık önemli bir rol oynuyor. Benim de inandığım gibi, doğacılar, iç iletişim için ses organlarını kullanan sosyal hayvanların, başka zamanlarda bu organlarını diğer hayvanlara göre daha kolay kullanabildiklerini söylüyorlar. Fakat bu kural için, örneğin tavşanda önemli istisnalar var. Gücünde yaygınlık gösteren birleşme ilkesi de, aynı şekilde kendi rolünü oynuyor. Böylece alışkanlıkla, acı, mutluluk, şiddet, vs. duyulan bazı ko­ şullarda yararlı olarak kullanılan ses, değişik veya benzer ko­ şullarda da, aynı duyu veya duygu ne zaman etkilenirse tekrar kullanılıyor. Bir çok hayvan seksleri üreme mevsiminde sürekli birbirle­ rini çağınrlar; ve bir çok durumda, erkek bunu dişiyi etkilemek veya heyecanlandırmak için yapar. Descent of Man’de göster­ meye çalıştığım gibi, bu aslında sesin ilkel kullanımı ve gelişme yöntemi olarak görünüyor. Böylece ses organlarının kullanımı, algılama yeteneğine sahip hayvanlann en büyük zevk beklenti­ leriyle birleşiyor. Grup halinde yaşayan hayvanlar, uzak olduklannda genellikle birbirlerine seslenirler ve karşılaştıklannda, atın kişneyerek çağırdığı arkadaşının dönüşünde açıkça gördü­ ğümüz gibi, sevinç duyarlar. Anne kayıp gençler için sürekli bağınr; örneğin inek buzağıyı ve bir çok hayvanın yavrulan da an­ nelerini çağlarlar. Bir koyun sürüsü yayıldığında, dişiler, kuzular için sürekli ve beraberce olmaları halinde de mutlulukla melerler. Yavru­ * (Bir hanım bağıran bir atla ilgili şunları anlatıyor: ‘Londra’da kalaba­ lıkta bir at düşüp arabanın tekerleği altında kaldı; şimdiye kadar duyduğum şiddetli ıstırap ifade eden bu en etkileyici ses dört gün boyunca kulaklarımdan gitmedi.)

121

nun ıstıraplı çığlıklarını annenin uzaktan duyması durumunda, dalıa büyük ve vahşi dört ayaklıların yavrularıyla ilgilenen in­ sanın başı derde girer. Kızgınlık kasların ve sesin aşırı kullanı­ mına yol açar; ve aslanın gürleyerek, köpeğin hırlayarak yaptı­ ğı gibi, bazı hayvanlar kızdıkları zaman, sesin gücü ve keskin­ liği ile düşmanlarında korku yaratırlar. Amaçlarının korku ya­ ratmak olduğunu düşünüyorum, çünkü aslan aynı zamanda ye­ lesini ve köpek sırtındaki tüyleri kabartır ve böylece kendilerini olası en büyük ve ürkütücü bir biçime sokarlar. Rakip erkekler birbirleriyle yarışırken seslerini kullanırlar ve bu ölümcül ola­ bilir. Böylece sesin çıkışı nasıl olursa olsun, kızgınlık duygu­ suyla birleşiyor. Öfkede olduğu gibi yoğun acıda da vahşi çığ­ lıklar atılır ve bagınnak biraz rahatlık sağlar; böylece bazı ses­ lerin kullanımı her türlü acı duygusuyla birliktedir. İnsan sesinin duyguları nasıl ifade ettiği konusunda uzman oıan Alman psikolog Klaus Scherer, şöyle söylü­ yor: ‘Danvin’in seslerle ilgili tartışmasının güçlü bir yö­ nü, aynı akustik değişkenler, ton ve yoğunluğun türlerde aynı olduğu noktasındadır. Bu aslında, hayvan seslerini çalışan kişilerce deneysel olarak ortaya konulmuş ve ye­ ni yazdığım bir bölümde yer almıştı024 Özellikle, moti­ vasyona bağlı yapısal benzerlik savı çok iyi bir biçimde ortaya konmuş.’

Farklı duyu ve duygular altında değişik seslerin ortaya çık­ ma koşulları açık olmayan bir konudur. Açık bir farklılıkda bile kural geçerli olmayabilir. Örneğin, ayırt edilebilmelerine rağ­ men, köpeğin sevinç veya kızgınlık havlamalan farklı değildir. Değişik zihin durumları altında ortaya çıkan her özel sesin ne­ denini tam olarak açıklamak olası değildir. Bazı hayvanlann evcilleştirildikten sonra, onlar için doğal olmayan sesleri çıkartmaya başladıklannı biliyoruz.1 Evcilleşti­ rilmiş köpekler, hatta ehlileştirilmiş çakallar, zaten havladığı bi­ linen Kuzey Amerika’dan Canis Latrans dışında, bu cinsin hiç­

122

bir türüne uygun olmayan bir biçimde havlarlar. Yetiştirilen bazı evcil güvercinler yeni ve özel bir biçimde öterler. Çeşitli duygulann etkisinde olan insan sesinin özelliği, Bay Herbert Spencer tarafından müzik üzerine yaptığı çalışmada tartışılmıştı. Sesin değişik koşullarda açıkça kalınlık ve nitelik olarak farklılaştığını gösterilmişti; yani, rezonans, renk, perde ve aralık olarak farklılaşıyordu. Hiç kimsenin, yetenekli bir ha­ tip veya din adamını, başkasına hiddetle bağıran birisini veya şaşkınlık ifade eden başkasını, Bay Spencer’in söyledikleri ger­ çekleri akılda tutmadan dinlemesi olası değil. Ses tonunun ya­ şamda çok erken olarak ifade edici bir ş< kil alması şaşırtıcı. İki yaşının altında olan çocuklanmdan birisindeki, değişik ses to­ nuyla ifade edilen tereddütlü kabullennıe isteği ve inatçı olum­ suz kararlığını ifade eden özel bir sızlanma açıkça anlaşılabiliyordu. Bay Spencer ayrıca duygusal konuşmanın, yukarıdaki bütün bakış açılarıyla, sesle söylenene ve sonra da enstrümantal müziğe benzediğini belirtiyor; ve her ikisinin de niteliksel özel­ liklerini fizyolojik temelle açıklamaya çalışıyor- yani, ‘duygu­ nun kas hareketi için bir uyancı olduğunu açıklayan genel ku­ ralla’. Sesin bu kuralla etkilendiği kabul edilebilir; fakat açıkla­ ma, normal ve duygusal ses ve şarkı söylerken oluşan yüksek ses farkı dışında, bana çok genel ve çeşitli farklılıkları aydınlata­ bilmesi açısından da anlaşılamaz geliyor. Sherer söyle diyor: ‘Helmholtz’un da söylediği gibi, Darwin müziği konuşma kuramının başlangıcı olarak üretmiş. Bunu kabul ediyorum/25 Dil dışındaki seslerdeki duygusal değişimler veya boşalmaların beraberce veya sırayla müziğin kökeninde bulunmaları olasıdır. Fakat, konuşmanın kökeni ile ilgili kuramlar çok tartışma götü­ rür ve tartışılmaları sıkça engellenmiştir. Bunun hala önemli bir konu olduğuna ve hayvan seslerinin, değişik dillerdeki nida ve katılmalarının ve diğer görünümlerin, müziksel seslerin duygusal yönleriyle birlikte karşılaştır­ malı çalışmalarıyla ele alınması gerektiğine inanıyorum.

123

Güçlü duyguların etkisi altında konuşurken çeşitli nitelikte­ ki seslerin ortaya çıkması ve bu niteliklerin sonra sesle ifade edilen müziğe dönüşmesi konusunda ne düşünürsek düşünelim, bu düşünce tarzı güzel. Müzik sesleri çıkartmanın, insanın ilkel ataları tarafından ilk önce kur yapma ile başladığına ve sonra birleşebilecekleri en güçlü duygularla birleştiklerine inanıyo­ rum- yani, ateşli aşk, rekabet ve zafer. Her gün öten kuşlarda ol­ duğu gibi, hayvanların çıkardıkları müzik sesleri herkes tarafın­ dan bilinir. Gibon cinsinden olan maymunlann, yarım tonlama ile alçalan ve yükselen ölçekte tam oktavlık müzik sesi çıkart­ maları çok dikkat çekicidir; ve bu maymun ‘şarkı söyleyen tek memeli hayvandır.’* Bu gerçek ve diğer hayvanlarla yapılan benzetmelerle, insan atalarının anlaşılır bir konuşma sesi çıkart­ ma gücüne sahip olmadan önce, müzik sesinin tonlannı çıkar­ dıklarına karar verdim; ve bunun sonucunda, ses güçlü bir duy­ gu altında kullanılırsa, birleşme ilkesi yoluyla bir müzik özelliği yükleniyor. Bazı düşük seviyeli hayvanlarda, erkeklerin dişileri memnun etmek için seslerini kullandıklarını ve kendi seslerin­ den de memnun kaldıklarını açıkça görüyoruz; fakat neden belli seslerin çıkartıldığı ve zevk verdiği konusu bu gün açıklanamamaktadır. Ses perdesinin belirli duygu durumları ile olan ilişkisi tole­ rans dahilinde açıktır. Kötü davranıştan veya hafif sıkıntıdan ki­ bar bir şekilde şikayet eden birisi, her zaman yüksek perdeden konuşur. Biraz sabırsız olan köpekler, burunlarından önce bize yakınma izlenimi veren bir ıslık sesi çıkartırlar;3 fakat sesin ger­ çekten yakınma mı ifade ettiğini, yoksa, tecrübeyle öğrendiği­ miz gibi, bu durumda öyle mi göründüğünü anlamak çok zor! Renngger Paraguay’da tuttuğu maymunlann (Cebus azare), yan hırlamayla hafif bir ıslık çıkartarak şaşkınlık; derin bir homur♦ The Descent of Man. 1870, c. ii, s. 332. Cümle Profesör Owen’e aittir. Son zamanlarda bazı dört ayaklıların, örneğin kemirgenlerin doğru müzik ton­ ları üretmek konusunda maymunlardan daha aşağı bir seviyede oldukları gös­ terildi; bkz. şarkı söyleyen hesperomlar, American Naturalist, c. v. Aralık 1871, s. 61.

124

danmayla ve sürekli hu hu sesiyle kızgınlık ve sabırsızlık; tiz çığlıklarla da acı çektiklerinin belirtisini gösterdiklerini söylü­ yor.4 Öte yandan insanlarda derin inlemeler ve yüksek delici

çığlıklar da aynı şekilde acı çekilmesini ifade ederler. Kahkaha­ lar yüksek veya alçak olabilirler; Haller’in çok önceleri söyledi­ ği şekilde,5 yetişkin insanda olduğu gibi, sesli harf O ve A özel­ liğini alır (Almanca’da olduğu gibi); bu kadın ve çocuklarda da­ ha çok E ve I olacaktır; ve Helmholtz’un gösterdiği gibi, bu sonraki sesli harfler doğal olarak öncekilere göre daha yüksek perdedendir; yine de iki tondaki kahkahalar da aynı şekilde eğ­ lenmeyi ve hoşlanmayı ifade ederler. Scherer’le olan çalışmamda, yalan söyleyen in­ sanlarda perdenin daha yüksek olduğunu bulduk/26 Scherer’e göre kas gerginliğindeki artış perdeyi yük­ seltiyordu. İşaret değerinin küçük çocuğun yardım çağ­ rısı veya boyun eğmeye eş değer olduğuna inanıyordu. Diğer çalışmalarda, ben ve meslektaşlarım, düşük per­ denin hükmetme işareti olarak algılandığını bulduk/27 İsrailli Zoolog Zahavi, hayvanlardaki bir çok ses işa­ retlerini tartıştı/2’ Clutton-Brock ve Albeon, güçlü bir geyiğin, güçsüz olana göre daha yüksek ve sık bir sesle gürleyeceğini ve kazanma gücü ile gürleme modeli arasında ilişki olacağını söylediler/29 Morton * 30, ses per­ desinin kazanma potansiyeli ile ilişkili olduğunu, çün­ kü büyük hayvanların düşük sesler yaydığını söyledi. Scherer, genellikle büyük hayvanlarda daha derin bir perde yaratan büyük ses organları olduğunu kabul etti. . Davies ve Halliday/31 kurbağalarda tehdit sinyali veren ses perdesinin, kazanma potansiyelleri ile ilişkili oldu­ ğunu gösterdiler. İnsan sesindeki düşük perdenin daha büyük boyut veya güçle olan ilişkisini ve mücadele ka­ zanma şansını bilmiyorum.

Ses çıkartmanın ifade etme durumunu düşününce, doğal olarak müzikte ‘ifade’ diye adlandırdığımız nedeni soruşturma­

125

ya yöneliyoruz. Müzik konusuna uzun zamandır yönelmiş olan Bay Litchfield. bize nazik bir şekilde şunları söyledi: “müzik­ sel” ifadenin gereği nedir sorusu, bu güne kadar farkında oldu­ ğum çözülmemiş bilmecelerin bir çok karanlık noktasını içeri­ yor. Bir noktaya kadar, yine de, duygulann basit seslerle ifade­ sinin, şarkıda daha gelişmiş bir ifade biçimine yaklaşması ge­ rektiğini kabul eden bir kural, bütün müziklerin temel biçimi olarak ele alınabilir. Şarkının duygusal etkisi büyük ölçüde, şar­ kının üretildiği hareketin özelliğine bağlıdır. Örneğin ateşli bir

tutku ifade eden şarkılarda etki, genellikle özelliği olan bir iki bölümün çaba sarf edilen bir sesle söylenmesine bağlıdır; ve özelliği olan bölümleri çok çaba sarf etmeden, yeterli güçteki sesle ve aralıkta söylenen bu özellikte bir şarkının istenen etki­ sinin başarısız olduğu sıkça görülür. Şarkıda bir anahtardan öbürüne geçme sonucunda oluşan etki kaybının sim da şüphe­ siz budur. Böylece etki sadece asıl seslere değil, ama kısmen bu sesleri üreten hareketin yapısına bağlıdır. Aslında bir şarkının “ifadesinin”, ne zaman hareketin hızlılığına ve yavaşlığına bağlı olduğunu anlasak- akışın yumuşaklığına, sesin yüksekliğine vs., kas hareketlerini genel olarak açıkladığımız biçimde bu sesi üreten kas hareketlerini yorumladığımız açıktır. Fakat bu, şarkı­ nın müziksel ifadesi diye adlandırdığımız daha ustaca ve özel et­ kiyi açıklamasız bırakıyor- melodiden ve hatta melodiyi meyda­ na getiren değişik seslerden alınan haz. Bu etki dilde tanımlana­ maz- bildiğim kadarıyla bu güne kadar kimse analiz edemedi ve müziğin kökeni ile ilgili olarak Bay Herbert Spencer ‘in akıllı spekülasyonları da buna bir açıklama getiremedi. Bir seri sesin melodik etkisinin, yumuşaklığına veya yüksekliğine veya mut­ lak perdesine bağlı olmadığı kesindir. Bir adam veya çocuk ta­ rafından, trombon veya flütle, ezgi, yumuşak veya yüksek söy­ lense de, akort hep aynı akorttur. Sesin an müziksel etkisi tek­ nik olarak “müzik gamı” diye adlandırılan yerindedir; bir veya birkaç başka şarkı ile duyulmasına bağlı olarak, aynı ses kulakta tamamen farklı etkiler yaratabilir.

126

‘“Müziksel ifade” başlığı altında toplanan bütün temel özellikteki etkilen seslerin bu göreceli birlikteliğine dayanır. Fa­ kat bazı ses birleşimlerinin neden şu veya bu şekilde etkileri ol­ duğu konusu, çözüm gerektiren bir problemdir. Aslında, bu etki­ ler müzik gamını meydana getiren seslerin titreşim oranları ara­ sındaki iyi bilinen aritmetik ilişkilerle bir şekilde bağlanmış ol­ malıdırlar. Sadece bir tahmin olarak, insanın gırtlak düzeninin bir titreme durumundan öbürüne geçtiği az veya çok mekanik düzenek, sesin çeşitli aşamalarında üretilen az veya çok zevkin temel nedeni olabilir.’ Bu karmaşık soruyu bir yana bırakarak kendimizi daha ba­ sit seslerle sınırlandınrsak, en azından, belirli zihin durumların­ da bazı seslerin birleşmesi için bazı nedenler görebiliriz. Örne­ ğin genç bir hayvan veya topluluğun bir üyesi tarafından yardım için koparılan çığlık, doğal olarak mesafe aşabilmesi için, yük­ sek, uzun ve kuvvetli olacaktır. Çünkü Helmholtz insan kulağı­ nın iç boşluğuna ve bunun sonucunda oluşan rezonans gücüne bağlı olarak, yüksek notalann güçlü etkiler ürettiğini göstenniş* tir. Erkek hayvanlar dişilerini memnun etmek için ses çıkardık­ larında, türlerinin kulaklarına tatlı gelecek olanları kullanırlar; bizim kuş seslerini algılamamız ve hatta bazı ağaç kurbağaları­ nın seslerinin bize zevk vermesi gibi, sinir sistemlerinin benzer yapılarına bağlı olarak, aynı sesler genellikle çok farklı hayvan­ ların hoşuna gidiyor gibi görünmektedir. Öte yandan düşmanda

korku yaratmak için çıkartılan sesler, doğal olarak acı ve tatsız olacaklardır. Tahmin edilebileceği gibi, antitez ilkesinin sesler için ge­ çerli olabilmesi şüphelidir. Mutlu oldukları zaman insan ve bazı maymunlar tarafından çıkartılan kesik gülme veya kıkırdama sesleri, ıstırap içersinde bağıran hayvanların uzun seslerinden çok farklıdırlar. Domuzun, besininden memnun olduğunda çı*Theorie Physiologique de la Musiquet Paris, 1868, s. 146. Helmholtz da değerli eserinde, ağzın iç boşluğunun sesli harf üretimi ile olan ilişkisini geniş bir biçimde tartışmıştır.

127

kardığı, tatmin olmanın derin homurdanma sesi, onun acı veya korku karşısında attığı acı çığlıktan çok farklıdır. Fakat köpekte, daha önce de belirtildiği gibi, sevinç ve kızgınlık havlamaları, birbirlerine zıt olan sesler değildir; ve bazı başka durumlarda da bu böyledir. Başka açık olmayan bir konu daha var, yani, çeşitli zihin durumlarında üretilen sesler ağzı şekillendiriyor mu, yoksa, şe­ kil bağımsız bir nedenle değişmiyor ve ses böylece mi değişi­ yor. Küçük çocuklar ağlarken ağızlanın geniş bir biçimde açar­ lar ve bu şüphesiz sesi yüksek bir şekilde akıtabilmek için ge­ reklidir; fakat çok uzak bir nedenle, bundan sonra açıklanacağı şekilde, göz kapaklannm sıkıca kapanmasına ve böylece üst du­ dağın kalkmasına bağlı olarak, ağız sonradan adeta bir kare şe­ kil alır. Ağzın kare olma biçiminin, ağlama veya hıçkırma sesini ne kadar değiştireceğini söylemeye hazır değilim; Fakat Helmholtz’un ve başkalannın araştırmalarından ağız boşluğu ve dilin, üretilen sesli harflerin perde ve yapısını belirlediğini biliyoruz.

Scherer ve ben, ağzımın etrafındaki çeşitli kasların gerilimini değiştirerek ve sürekli ses çıkartmaya gayret ederek bir ön çalışma yaptık. Scherer’in çıkarttığım ses­ lerle ilgili olarak yaptığı analiz, ağzı çevreleyen değişik kasların (orbicularis oris) gerilmesinin, güç spektrumunda önemli bir etkisi olduğunu gösterdi. Ne yazık ki, o çalışmaya devam etmedik ve yayınlamadık. Hor görme ve iğrenme duyguları altında, anlaşılabilir neden­ lerle, ağzı ve burnu üfleme yönünde bir eğilim olacağı ve pooh ve­ ya pish seslerinin çıkarılacağı gelecek bölümde gösterilecektir. Bir kişi ürker veya aniden şaşırırsa, yine anlaşılabilir bir nedenle, sanki hızlı ve derin bir nefes almaya hazırmış gibi ağzı geniş bir biçimde açma yönünde ani bir eğilim uzun süreli olarak oluşma eğilimi gös­ terecektir. Tam nefes verme oluşunca, ağız hafifçe kapanır ve bun­ dan sonra tartışacağımız nedenlerle, dudaklar bir şekilde dışarıya doğru uzarlar; eğer herhangi bir ses çıkartılırsa, Hemholtz’a göre 128

ağzın bu şekli sesli O harfi sesini üretir. Uzun ve derin bir Oh\ sesi, hayret uyandırıcı bir olayı izleyen bütün bir topluluk tarafından anında çıkarılabilir. Eğer şaşkınlık acı ile birlikte duyuluyorsa, yüzdekiler de dahil olmak üzere bedendeki bütün kasların kasılma eği­ limi olacaktır ve dudaklar geri çekilecektir; bu sesi yükseltecek ve çıkan ses Ah veya Ach biçiminde olacaktır. Korku, bütün beden kaslarının titremesine neden olacağı için, ses doğal olarak titrek ve tükürük bezlerinin çalışmaması sonucunda ağzın kuruması nedeni ile de kuru olur. Neden insan kahkahası ve maymun kıkırdamasının hızlı bir biçimde tekrarlanan bir ses olduğu açıklanamamıştır. Bu sesler çıkartılırken, ağız çapraz bir biçimde köşelerden öne ve arka­ ya doğru uzar; ve bu konunun açıklamasına sonraki bölümlerde deyineceğiz. Fakat değişik zihin durumlarında çıkartılan değişik ses­ ler konusu açık değildir ve ben de konuya fazla ışık tutamadım; or­ taya koyduğum fikirlerin de önemi çok az. Darwin gelecek birkaç satırda, tavşanların ayak vurmalarını açıklıyor. İnsanlar da bazen kızınca ayakla­ rını vururlar. Kızım, kızdığımda veya şiddetle tartıştı­ ğımda ayağımı vurduğumu söyledi. Bunun hiç farkında olmadım, ama başkalarının yaptığını gördüm. Şimdiye kadar konuşulan bütün sesler solunum organlarına bağlıydılar; fakat tamamen başka yollarla üretilen sesler de aynı şe­ kilde ifade edicidirler. Tavşanlar arkadaşlarına işaret göndermek için ayaklarını hızla toprağa vururlar; eğer bir insan bunun nasıl ya­ pılacağını biliyorsa, sessiz bir günde etraftaki tavşanların ona yanıt verdiklerini duyacaktır. Bunlar ve başka hayvanlar kızdıkları zaman da ayaklarını yere vururlar. Kirpiler kızdıkları zaman dikenlerini ta­ kırdatır ve kuyruklarım titretirler; ve bir tanesi canlı bir yılan kafe­ sinin içine yerleştirilince, böyle davrandı. Kuyruk dikenleri, bedendekilerden çok farklıdırlar; daha kısa, çukur, kaz tüyü gibi ince ve sanki açık gibi uçları enine kesiktir; uzun, ince ve elastik bir sap ta­ rafından taşınırlar. Eğer kuyruk hızlıca sallanırsa, bu çukur dikenler birbirlerine çarparlar ve Bay Bartlef in de olduğu bir yerde duydu­

129

ğum gibi, değişik ve devamlı bir ses çıkartırlar. Böylece, kirpilerin, bu özel ses çıkartma olanağı için neden korunma organlarında deği­ şim geçirdikleri anlaşılabilir. Bunlar gece hayvanlarıdır ve eğer sin­ sice dolaşan bir av hayvanının kokusunu duyar veya sesini işitirler­ se, karanlıkta düşmanlarına ne olduklarını ve tehlikeli dikenlerle donatıldıklarını belirterek uyarmaları için büyük avantaj sağlarlar. Böylece saldırıdan kaçabilirler. Silahlarının gücünün tamamen far­ kında olduklarını ekleyebilirim ve kızdıkları zaman dikenlerini kal­ dırarak sırtlarını dönerler. Kur mevsiminde bir çok kuş, özel olarak uyumlu olan tüyleri ile çeşitli sesler çıkartırlar. Leylekler heyecanlandıkları zaman, ga­ galarını takırdatarak yüksek bir ses çıkartırlar. Bazı yılanlar sürtme veya takırdama sesi çıkartırlar. Bir çok böcek özel olarak yapılanmış olan sert kabuklarını birbirine sür­ terek cırlama sesi çıkartırlar. Bu cırlama genellikle cinsel bir çeki­ cilik veya çağırma anlamına gelir; fakat aynı şekilde, değişik duygu­ ların ifadesi için de kullanılır. * Arılarla ilgilenen herkes, kızdıkla­ rı zaman vızıldamalarının değişti­ ğini bilir; bu sokulma tehlikesine karşı bir uyandır. Bu konuda bir­ kaç fikrimi söyledim, çünkü bazı yazarlar, sanki ifade için özel uyum sağlamışlar gibi ses ve solu­ num organlanna çok fazla önem veriyorlar, ancak başka şekillerde üretilen seslerin de aynı amaca Şekil: 11 mükemmel bir şekilde hizmet Kirpinin kuyruğundaki edebileceğini göstermek istedim. ses çıkartan dikenler ★Descent of Man' da, 2. bas. c. i, s. 434, 468 konu ile ilgili ayrıntılar ver­ dim.

130

Deri uzantılarının dikleşmesi. Saçın, tüylerin ve diğer deri uzantılarının istem dışı dikleşmesi kadar genel başka bir ifade tarzı yoktur çünkü bu üç büyük omurgalı sınıfta ortak olan bir ifade biçimidir. * Korku ve kızgınlık duyguları altında ve özellikle bu duygu­ lar beraber olurlarsa veya hızla birbirlerini- takip ederlerse, bu uzantılar dikleşirler. Hayvanı rakiplerine veya düşmanlarına karşı daha büyük göstermek için bu yapılır ve genellikle bu işe uygun çeşitli istem içi hareketlerle ve vahşi seslerin çıkartılma­ sıyla birleştirilir. Çeşitli hayvanlarla ilgili olarak deneyim sahibi olan Bay Barlett, bunu böyle olduğundan şüphe etmiyor; fakat dikleştirme gücünün sadece bu özel amaç için elde edilip edil­ mediği ise başka bir sorudur. İnsanlarla ilgili olarak söyleyeceklerimi gelecek bölüme bı­ rakarak, öncelikle memelilerde, kuşlarda ve sürüngenlerde bu hareketin ne kadar genel olduğuna dair geniş bir veri sağlayaca­ ğım. Hayvanat bahçesinin akıllı bakıcısı Bay Sutton orangutan ve şempanzeleri benim için dikkatli bir şekilde izledi ve gök gü­ rültüsünden ani bir şekilde ürkerlerse veya rahatsız edildiklerin­ de kızarlarsa, tüylerinin dikleştiğini söyledi. Siyah kömür kaldı­ rıcısının görüntüsüyle rahatsız olan bir şempanze gördüm ve be­ denindeki bütün tüyler dikleşti; bakıcının söylediğine göre böy­ le bir niyeti olmamasına rağmen, korkutma amacıyla sanki biri­ sine hücum edecekmiş gibi öne doğru hareketler yaptı. Bay Ford6 kızgın bir gorili şöyle anlatıyor: ‘kıllarının tepsi öne doğ­ ru dikilmiş, burun delikleri açılmış ve alt dudağı aşağı düşmüş; aym zamanda düşmanlarını korkutmak için özel bir çığlık atı­ * (S. J. Whitmee (Proc. Zool. Soc., 1878 b. i s. 132) balıkların makat ve sırt yüzgeçlerinin kızgınlık ve korku sırasında dikildiğini anlatıyor. Kılçıkların dikilmesinin et obur balıklara karşı bir korunma olduğunu belirtiyor ve bu böyle olunca, bir takım hareketlerin duygularla birleşik olduğunu anlamanın zor olmadığını söylüyor. Bay F. Day (Proc. Zool. Soc., 1878 b. i s. 219) Whitmee’nin vardığı sonuçları eleştiriyor, ama Whitemee‘nin kılçıklarını dikleşti­ ren bir balığın diğer büyük bir balığın boğazına takılmasını anlatması sonu­ cunda, kılçıkların yararlı olduğunu kabul ediyor.)

131

yor. ‘Kızgın bir Habeş maymununda, kızınca tüylerin boyunda ve boyundan sırta kadar olan bölümde dikleştiklerini ama geri­ sindeki ve bedenin diğer bölgelerindeki kıllara bir şey olmadığı­ nı gördüm. Maymun kafesine bir yılan götürdüm ve bazı türle­ rin tüylerinin hemen dikildiğini gördüm; özellikle Cercopithecııs nictitansda kuyruk tüyleri dikleşti. Brelim, Midas Oedipuyun (Amerikan cinsi) heyecanlanınca, kendisini korkunç göste­ rebilmek için yelesini dikleştirdiğini söylüyor.7 Et oburlarda tüylerin dikleşmesi neredeyse geneldir ve genel­ likle, diş göstermek ve vahşi sesler çıkartmak gibi tehdit edici ha­ reketlerle birliktedir. Herpesteler’de, kuyruk dahil bütün bedendeki kılların kalktığını gördüm; Hyanea ve Proteles tarafından sırtın te­ pesi ilginç bir biçimde dikilir. Köpeğin boynunun etrafındaki ve ar­ kasındaki, kedinin bütün bedenindeki ve özellikle kuyruğundaki tüylerin dikilmesi herkesçe bilinir. Kedide bu açıkça, korku, kö­ pekte kızgınlık ve korku altında oluşur; ama en çok bir bakıcı tara­ fından dövüleceği zamanki gibi aşağılayıcı bir korku etkiler. Bazen köpek dövüşürken de tüyler dikilir. Genellikle köpek, alacakaran­ lıkta bir cisim fark ettiğinde, yarı kızgın ve yan korkmuş durum­ dayken de tüylerinin kalkmaya hazır olduğunu gördüm. Bir operatör veteriner, ameliyat ettiği ve tekrar ameliyat edeceği, at ve sığırda tüylerin dikleştiğini gördüğünü söyledi. Doldurulmuş bir yılanı bir tayassuya gösterdiğim zaman, tüyler sırtının etrafında muhteşem bir şekilde kabardı; bu yabani do­ muz için de aynı oldu. Bir adamı delerek öldüren Birleşik Dev­ letlerdeki bir Kanada geyiği, önce boynuzlarını savuruyor, öf­ keyle cıyaklıyor ve ayağını toprağa vuruyor; ‘tüyleri oldukça yükselmişti ve en tepede duruyorlardı. ’ sonra saplamak için öne doğru hücum ediyor.8 Kazlarda ve Bay Blyth’den duyduğuma göre bazı Hindistan antiloplarında da tüyler aynı şekilde kalkar. Tüylü bir karınca yiyende ve kemirgenlerden Agutide’de bunu gördüm. Yavrularını güvenli bir biçimde büyüten bir dişi bir ya­ rasa9, bir kimse kafesine baktığı zaman, ‘sırtındaki tüyleri ka­ bartır ve rahatsız eden parmakları çılgınca ısınr.

132

Şekil: 12 Köpeği civcivlerden uzaklaştıran tavuk. Bay Wood gerçek hayattan çizdi. Bütün ana takımlara bağlı olan kuşlar kızınca veya korkun­ ca tüylerini kabartırlar. Herkes dövüşe hazırlanan, boyun tüyleri kabarmış iki horoz, hatta genç kuş görmüştür, bu kabaran tüyler korunma amaçlı değildir, ama horoz dövüştürenler, deneyimle bunun onlara güzel bir görüntü üstünlüğü sağladığını bulmuş­ lardır. Erkek dövüşken kuş (nıachates pugnax), benzer şekilde, kavga ederken boyun tüylerini kabartır. Bir köpek civcivleri ile beraber olan bir tavuğa yaklaşırsa, tavuk kanatlarını açar, kuy­ ruğunu kaldırır ve tüylerini kabartır ve en vahşi biçimde baka­ rak köpeğe doğru koşar. Kuyruğu hep aynı pozisyonda tutmaz; bazen o kadar diktir ki, çekmede olduğu gibi ortadaki tüyler ne­ redeyse arkaya değerler. Kuğular da kızdıklarında, aynı şekilde kuyruk ve kanatlarını kaldırırlar. Gagalarını açarlar ve suyun kenarına yaklaşan kişiye karşı öne doğru kısa hareketler yapar-

133

Şekil: 13 Rahatsız eden kişiden uzaklaşan bir kuğu. Bay Wood gerçek hayattan çizdi. lar. Tropik kuşlar10 yuvalarında rahatsız edildiklerinde kaçmaz­ lar, sadece ‘tüylerini kabartarak bağırırlar? Peçeli baykuşa yak­ laşılırsa ‘hemen tüylerini kabartır, kuyruk ve kanatlarını açar, tıslar ve çenesini güçlü ve çabuk bir şekilde takırdatır.’* Diğer baykuşlar da böyle yaparlar. Bay Jenner’in anlattığına göre aynı şartlar altında, şahinlerde tüylerini kabartırlar, kuyruk ve kanatlannı açarlar. Bazı papağan türleri tüylerini dikerler; bunu ka­ rınca yiyenden ürkmüş olan bir tepeli deve kuşunda da gördüm. Yuvadaki genç guguk kuşlan, korkunç görünmek için tüylerini dikerler, ağızlanın geniş olarak açarlar. * Strix flammeate, Audubon, Ornithological Biography, 1864, c. ii, s. 407, hayvanat bahçelerinde benzer durumlar izledim.

134

Çeşitli ispinozlar, kiraz kuşlan ve ötleğen kuşları gibi kü­ çük kuşların kızdıklan zaman bütün veya sadece boyunlarındaki tüylerini kabarttıklarını veya kanatlarını ve kuyruk tüylerini aç­ tıklarını Bay Weir söyledi. Bu durumdaki tüyleriyle, açık gaga­ lan ve tehdit edici hareketleriyle birbirlerine saldınyorlar. Dene­ yimli Bay Weir, bu tüylerin dikilmesinin korkudan çok kızgın­ lıkla oluştuğunu anlattı. Bakıcısının çok yaklaştığını gören si­ nirli melez bir saka kuşunun, tüylerini kabartarak top gibi oldu­ ğunu söyledi. Kuşlann korktuğunda, genel kural olarak, tüyleri­ ni birbirlerine yapıştırdıklanna inandığını ve bunun sonucu ola­ rak ortaya çıkan boyut küçülmesinin insanı hayrete düşürdüğü­ nü anlattı. Korkudan veya şaşkınlıktan kurtulur kurtulmaz, ilk yaptıkları şey tüylerini sallamak oluyormuş. Bay Weir tüylerin korkuyla birbirine yapışması ve bedenin açıkça küçülmesinin en iyi örneklerini bıldırcın ve çayır kuşunda da gördüğünü söyledi.11 Bu alışkanlık anlaşılabiliyor, çünkü kuşlar tehlikede olduklan zaman, farkedilmekten uzaklaşmak istermiş gibi ya yere çömelirler ya da bir dalda hareketsiz kalırlar. Kuşlarda kızgınlık tüylerin dikilmesi için en genel neden olsa da, yuvasının içine bakılan bir guguk kuşu yavrusu veya yavrularına köpek yakla­ şan bir tavuk korku duyar. Bay Tegetmeier, dövüş horozlarının kafalarındaki tüylerin dikilmesinin uzun süreden beri dövüş alanlarında korkaklık işareti olarak fark edildiğini söyledi. Bazı kertenkelelerin erkekleri kur yapma döneminde birbir­ leri ile kavga ederlerken, boğazlarını ve boyun tüylerini genişle­ tiyorlar ve sırtlarının tepesini kaldırıyorlar. * Fakat Dr. Gunther bel kemiklerini veya kabuklarını ayrıca kaldırabileceklerine inanmadığını söyledi. Böylece, genel olarak yüksek seviyeli iki omurgalı sınıfın­ da ve bazı sürüngenlerde, kızgınlık ve korku altında deri uzantı­ larının nasıl dikleştiklerini gördük. Kölliker’in ilginç buluşun­ dan bildiğimiz şekilde, hareket, genellikle arrectores pili diye * Anolis ve draco ile ilgili olarak benim verdiği açıklamaya bakınız (Descent of Man, 2. bas. , c. ii. s. 36)

135

adlandırılan ve saçların, tüylerin vs. kapsüllerine bağlı olan kü­ çük, çizgisiz, istem dışı kasların kasılmasından etkileniyor. * Köpekte gördüğümüz gibi bu kasların kasılmasıyla tüyler anın­ da dikleşiyor ve yuvalarından biraz dışarıya çıkıyor ve sonra hızla yerlerine giriyorlar. Tüylü bir dört ayaklıda bulunan küçük kasların sayısı hayret vericidir. Bazı durumlarda, örneğin insan­ da saçın başta dikleşmesi, panniculus carnosus adlı çizgili ve istem içi kaslarla olur. Bu sonraki kaslann hareketiyle, kirpi di­ kenlerini kaldırır. Leydig’in12 ve başkalannın araştı analarından, çizgili liflerin fanniculustan, bazı dört ayaklılarda, vibrissae gi­ bi daha büyük tüylere uzandığı anlaşılmaktadır. Arrectores pilli sadece yukarıdaki duygularla kasılmaz, fakat yüzeye soğuk uy­ gulanmasından da etkilenir. Daha alçak ve sıcak bir ülkeden ge­ tirilen katır ve köpeklerim soğuk Cordilerra’da bir gece geçir­ dikten sonra, sanki büyük bir korku altındaymışlar gibi, beden­ lerindeki bütün tüyler dikildi. Aynı durumu ateşlenmeden önce tüyleri dikilen soğuk bedenimizde görebiliriz. Bay Lister, aynca derinin yakın bir kısmının gıdıklanmasının, kıllarda dikleşme ve ileriye doğru çıkma yarattığını buldu.1’ Bunlardan da anlaşılacağı gibi, deri uzantılarının dikleşme­ si istem dışı bir refleks harekettir; bu harekete, korku ve kızgın­ lığın etkisi altındayken, üstünlük sağlayacak bir güç olarak de­ ğil, ama etkilenen sinir sisteminin büyük ölçüde benzer bir so­ nucu olarak bakmalıyız. Sonuç rastlantısal olmadığı için, acı çe­ kerken veya korkarken oluşan terleme haline benzeyebilir. Yine de, oynayan iki köpekte olduğu gibi, küçücük bir etkilenmenin, tüyleri dikmesi dikkat çekicidir. Uzak sınıflara ait bir çok hay­ vanda, kıl veya tüylerin dikilmesinin bazı istem içi hareketlerle beraberce oluştuklarını görüyoruz- tehdit edici hareketler, ağzın açılması, dişlerin gösterilmesi, kuşlarda kuyruk ve kanatların açılması ve vahşi çığlıklann atılması; ve bu istem dışı hareketle­ rin amacı açıktır. Böylece deri uzantılannın, hayvanın rakipleri * Bu kaslar iyi bilinen çalışmalarında açıklanmıştır. Aynı konu ile ilgili olarak bana mektupla bilgi veren bu önemli gözlemciye şükran borçluyum.

136

ve düşmanları karşısında daha büyük görünmesini sağlayan eşgüdümlü bir şekilde dikilmesi, sinir sisteminin etkilenmesi sonucunda ortaya çıkan rastlantısal ve amaçsız bir sonuç ola­ maz. Kiıpinin dikenlerini veya bir çok kuşun kur esnasında süs­ lü tüylerini kaldırmasının amaçsız oldukları düşünülemez. Burada büyük bir güçlükle karşılaşıyoruz. Çizgisiz ve istem dışı arrectores pilli kaslarının kasılması ile aynı özel amaca yö­ nelmiş olan çeşitli istem içi kaslarının eşgüdümü nasıl olacak­ tır? Eğer arrectores başlangıçta istem içiyken ve çizgileri yok olarak isem dışı olduysa, nedenin anlaşılması kolay olacaktır. Yüksek seviyeli hayvanların embriyolarında ve bazı kabuklula­ rın larvalarında istem içi kaslar çizgisiz oklukları için, bu deği­ şimin anlaşılması büyük bir zorluk gerektirmemesine rağmen, bu bakış açısını destekleyecek bir kanıt bilmiyorum. Dahası, ye­ tişkin kuşların derilerinin derin tabakalarında, Leyding’e14 göre, kas yapısı bir geçiş dönemindedir ve lifler sadece ters bir çizgi sırasının belirtilerini göstermektedirler. Başka bir açıklama olası görünüyor. İlk önceleri, sinir siste­ minin korku ve hiddet altında rahatsız edilmesiyle, arrectores pil­ linin hafif bir biçimde doğrudan hareket ettiğini kabul edebiliriz; ve bu, yüksek ateş öncesi tüyleri kalkan derimizin durumuna uy­ maktadır. Hayvanlar nesiller boyunca kızgınlık ve korkudan etki­ lenmişler ve sinir sisteminin deri uzantıları üzerindeki etkileri, ke­ sinlikle alışkanlıkla ve sinir gücünün halihazırda kullanılan kanal­ lardan geçme eğilimiyle artmıştır. Bu alışkanlık gücü bakış açısı­ nın kesin olarak onaylandığını, sürekli korku ve heyecan duyan delilerin saçlarının olağan dışı bir şekilde etkilendiğinin gösteril­ diği gelecek bölümde göreceğiz. Hayvanlarda dikilme gücü böy­ lece kuvvet kazanıp artınca, kızgın ve rakip erkeklerde sık olarak tüylerin ve kılların kabardıkları ve bedenlerinin büyüdüğü görüle­ cektir. Bu durumda, onlar da istem içi tehdit edici bir durum ala­ rak ve vahşi çığlıklar atarak, kendilerini düşmanlarından daha bü­ yük ve ürkütücü bir biçime sokmak isteyeceklerdir; bu bağırışlar ve yaklaşımlar zamanla alışkanlık içgüdüsü halini alacaktır. Bu

137

durumda istem içi kasların kasılmasıyla oluşan hareketler aynı amaç için etkilenmiş olan istem dışı kaslarla birleşeceklerdir. Hay­ vanlar heyecanlanıp tüylerindeki değişikliğin hafif bir şekilde far­ kına vardıklarında, sürekli dikkat göstermeleri ve istekleri sonucu olarak bunun üzerinde etkili olabilirler; çünkü, bağırsak ve mesa­ ne hareketleri esnasında olduğu gibi isteğin açık olmayan bir bi­ çimde bazı çizgisiz istem dışı kaslarım etkileyeceğine inanmak için her türlü nedenimiz var. Doğal Seçilim’in oynadığı rolü de gözden kaçırmamalıyız; çünkü rakipleri veya düşmanları karşısın­ da kendilerini en ürkütücü görünüme sokabilen erkekler, çok güç­ lü olmasalar da, diğer erkeklere göre ortalamada kalıtım yoluyla, bunlar her neyse ve nasıl elde edilmişlerse, özelliklerini taşıyacak daha çok döl bırakırlar. * Bedenin genişletilmesi ve düşmanda Korku yaratacak diğer yollar. Dikleştirecek kabukları veya onları dikleştirecek kasları olmayan bazı Amfibiyanlar (deniz hayvanları) ve sürüngenler, ra­ hatsız olduklarında içlerine hava çekerek büyürler. Bu kara kurba­ ğalarda ve kurbağalarda iyi bilinen bir husustur. Aesop'un deyi­ miyle İkincisi ‘öküz ve kurbağadan’ yapılmıştır, kibir ve kıskanç­ lıkla patlayana kadar şişer. Bu hareket çok eski çağlardan beri iz­ lenmiş olmalı ve Bay Hensleigh Wedgwood’a15 göre kara kurba­ ğasının karşılığı olan toad kelimesi bazı Avrupa dillerinde kabar­ mak anlamına geliyor. Hayvanat bahçesindeki bazı egzotik türler­ de bu izlendi ve Dr. Gunther bunun bütün grupta genel olduğuna inanıyor. Bir analoji yaparsak, asıl amaç düşman karşısında bede­ ni olanak dahilinde büyük ve korkutucu bir hale getirmek olmalı; fakat daha önemli ikinci bir üstünlük elde ediliyor. Kurbağalar baş düşmanları olan yılanlar tarafından yakalanınca, muhteşem bir bi­ çimde genişlerler; eğer yılan küçükse, Dr. Gunther’in bana söyle­ diğine göre, kurbağayı yutamaz ve kurbağa yenmekten kurtulur. * (Dr. T. Clay Shawe, Journal of Mental Science. Nisan 1873, sayısında tüylerin dikilmesinin arrectoresden çok panniculus carnosusa bağlı olduğun­ dan şüphe ediyor. Fakat kızgınlık veya korku sonucunda kedinin kuyruğunda­ ki tüyler dikiliyor; ve Profesör Macalistcrin söylediğine göre etki arreetorese bağlı olmalı, çünkü panniculus yok.)

138

Bukalemungiller ve diğer sürüngenler kızdıkları zaman kendilerini şişirirler. Oregon’da yaşayan bir tür, Tapaya Doııglassi yavaş hareket eder ve ısırmaz, fakat korkutucu bir yönü vardır; ‘rahatsız olunca, ona yönelmiş olan herhangi bir şeye tehdit edici bir şekilde sıçrar, aynı zamanda ağzını geniş bir bi­ çimde açarak, bedenini şişirdikten sonra duyulacak bir biçimde tıslar ve başka tür kızgınlık işaretleri gösterir.”6 Bir çok yılan da rahatsız olunca bu şekilde şişerler; fakat bu hayvanları dikkatlice inceledikten sonra, büyük görünmek için böy­ le hareket etmediklerine, ama sadece yüksek, sert ve sürekli bir tıs­ lama sesi için yeteri kadar hava aldıklarına inanıyorum. Rahatsız olduklan zaman kobralar biraz genişlerler ve hafifçe tıslarlar; fakat aynı zamanda başlarını dik tutar ve boynun iki yanındaki deriyi düz büyük bir disk halinde büyüten uzamış kukuleta diye adlandırılan ön kaburgalar yoluyla genişlerler. Geniş bir biçimde açılmış ağızla­ rıyla, korkunç bir görüntüleri vardır. Böylece şişerek düşmanlarına veya avlarına saldırmalan için elde edilen fayda, biraz yavaş olma özelliğiyle karşılaştırınca (yine de çok fazla değildir) önemli ol­ maktadır; bu, geniş ve ince bir sopanın, havada küçük ve yuvarlak bir sopa kadar kolay hareket ettirilemeyeceği ilkesi ile uyumludur. Zararsız bir yılan olan Tropidonatus macrophthalmus Hindistan’da yaşar ve o da rahatsız olunca boynunu şişirir; ve genellikle ölümcül kobrayla karıştırılır.17 Bu benzerlik Tropidonatus için bir korunma sağlar. Başka bir zararsız yılan da Güney Afrika’dan, şişen boynunu yayan tıslayarak düşmanına atlayan Dasypeltis’dir.18 Bir çok yılan bu durumda tıslar. Aynı zamanda dışarı çıkardıkları dillerini hızla titretirler ve bu da korkunç görüntülerini arttırır. Yılanın tıslama dışında da ses üretme yolları vardır. Güney Amerika’da yıllar önce zehirli Trigonocephalus’un rahatsız olunca, kuyruk ucunu hızlı bir şekilde kuru otlara ve sürgünlere sürterek tit­ rettiğini izledim, böylece çıkan ses altı fit uzaklıktan işitilebiliyor* du. Hindistan’dan ölümcül ve korkunç Echis carinata değişik bir * Journal of Researches during the Voyage of the Beagle, 1845, s. 96. Burada çıngıraklı yılanın çıkardığı sesi karşılaştırdım.

139

yolla garip, uzun, tıslama benzeri bir ses çıkartır, yani, ‘bedeninin kıvrımlarını birbirine sürterek’, bu arada başı sabit durmaktadır. Başka yerde bulunmayan, sadece iki tarafta olan kabuklar, güçlü bir omurga oluşturmuşlardır ve testere gibi dişlidirler ve kıvrılan hay­ van iki yanını birbirine sürtünce rende sesi çıkartırlar.19 Son olarak en çok bilinen çıngıraklı yılan vardır. Ölü bir yılanı sallayan kişi,

canlı yılandan çıkan sesle ilgili bir fikir edinemez. Profesör Shaler bu sesin, aynı bölgede yaşayan büyük ağustos böceği (homopter bir böcek) erkeğinin sesinden ayırt edilemeyeceğini söylüyor. * Hayva­ nat bahçesindeki çıngıraklı yılan ve şişen engerek aynı zamanda he­ yecanlanınca, çıkan seslerin benzerliği beni şaşırttı; çıngıraklı yıla­ nın tıslaması daha yüksek ve tiz olmasına rağmen, aynı uzaklıktan ikisini ayırmakta zorluk çektim. İki tür tarafından çıkartılan sesin nedeni her neyse, diğer türlerde aynı amaç için kullanıldıklarını dü­ şünüyorum; ve bir çok yılan tarafından aynı zamanda yapılan tehdit edici hareketlerden, tıslamanın- çıngıraklı yılanın ve Trigonocephalus’un kuyruğundan çıkan çıngırak sesinin- echisin kabuklarından çıkan sürtünme sesinin- kobranın boynunun şişmesinin- aynı amaca hizmet ettiklerine inanıyorum, yani, düşmanları karşısında korkunç ** görünmek. * The American Naturalisf, Ocak 1872, s. 32. Profesör Shaler’in, çıngı­ raklı yılanın doğal seçilim yoluyla sesler çıkartarak, kuşları kendisi için avla­ mak amacıyla etkilemek üzere geliştiğine dair fikrine katılmıyorum. Yine de ikincil amaç olarak seslerin bu yönde kullanıldıklarına inanıyorum. Fakat daha önce ulaştığım sonuç olan, sesin av için bir uyarı olması, bana daha olası gö­ rünüyor, çünkü değişik sınıflardaki verileri birleştiriyor. Yılan çıngıraklarını ve ses çıkartma alışkanlığını avını çekmek için geliştirmişse, rahatsız olduğu ve kızdığı zaman da kullanması olası görünmemektedir. Profesör Shaler de çıngırağın gelişmesine, bana yakın bir bakış açısıyla bakıyor; ve Güney Ame­ rika’da Trigonocephalusu izledikten sonra böyle düşünüyorum. ** Güney Afrika yılanlarının alışkanlıkları hakkında bayan Barber tara­ fından geniş bir biçimde toplanarak, Journal of the Linnean Sociefy’de verilen bilgilerden ve BayLawson gibi bazı yazarların Kuzey Amerika yılanlarıyla il­ gili bilgilerinden- yılanların korkunç görüntüleri ve çıkardıkları seslerin, kü­ çük hayvanları felç ederek veya bazen söylendiği gibi büyüleyerek aynı za­ manda av için kullanılması olası görünüyor.

140

Anlatılan şekilde, zehirli yılanların zehirli dişleriyle iyi ko­ rundukları ve düşmanlarının onlara saldırmayacağı ve fazladan bir korku yaratmalarına da gerek kalmadığı ilk başta olası gibi görünüyor. Fakat bu gerçekten çok uzak, çünkü dünyanın dört bir yanında çeşitli hayvanlar tarafından avlanılıyorlar. Birleşik Devletler’de, bölgeleri çıngıraklı yılanlardan temizlemek için en etkili olarak domuzlann kullanıldığı bilinir. * İngiltere’de kir­ pi, engerek yılanını yakalayarak yutar. Dr. Jerdon’dan duyduğu­ ma göre, Hindistan’da ve Güney Afrika’da bazı şahinler ve bir memeli olan herpest, kobrayı ve diğer zehirli türleri öldürüyor** larmış. Böylece zehirli yılanlann çıkaracağı sesler ve yapaca­ ğı işaretler, anında korkunç görünmelerini sağlayarak, saldırı es­ nasında zarar görmemek için bir şey yap unayan zararsız yılan­ lara göre daha faydalı olacaktır. Yılanlarla ilgili olarak bu kadar çok Konuştuktan sonra, çın­ gıraklı yılanın çıngırağının nasıl gelişmiş olabileceğine dair bir­ kaç söz söylemek istiyorum. Kertenkeleler de dahil olmak üzere bir çok hayvan, heyecanlandıkları zaman kuyruklarını kıvırır veya titretirler. *** Hayvanat bahçesinden, zararsız bir tür olan Coronella sayı, kuyruğunu adeta görünmez hale gelecek bir hız­ la titretebilmektedir. Daha önce de bahsettiğimiz Trigonocephalus da aynı alışkanlığa sahiptir; ve kuyruk uzantısı biraz geniş­ * Dr. R Brown’un bilgilerine bkz. froc. Zool. Soc. 1871, s. 39. Bir do­ muz yılan görür görmez üzerine atlar, yılan da domuzu görünce hemen kaçar diyor. **Dr. Günther ,(Reptiles of British India, s. 430) kobraların firavun fare­ si veya herpes ve genç kobraların yaban tavuğu tarafından yok edilmesini an­ latıyor. Tavus kuşunun da yılanları iştahla öldürdüğü bilinir. *** Profesör Cope, Amerikan Felsefe Topluluğu önünde 15 Aralık, 1871 yılında okunan Method of Creafion of Organic Types adlı eserinde, birkaç çe­ şit gösterirken, yılanların çıkardığı sesler ve yaptıkları hareketlerle ilgili olarak benimle aynı yaklaşımdaydı. Bu konuya Origin of Species’in son baskısında kısaca deyinmiştim. Yukarıdaki çalışmaların bölümleri yayınlandığı için, BayHanderson’un da (The American Naturalist, Mayıs, 1872, s. 260) çıngırak kullanımı ile ilgili olarak benimle aynı fikirde olmasından çok memnun ol­ dum, yani ‘yapılan bir saldırıyı önlemek amacıyla.’

141

tir, boncuk şeklindedir veya boncuk gibi biter. Çıngıraklı yılana çok yakın ve aynı cinsten Linnaeus altında olan Lachesis’de, kuyruk sivri bir kıvrım ve pulla son bulmaktadır Profesör Shaler’in söylediği gibi, bazı yılanların derisi ‘bedenin diğer bö­ lümlerine göre, kuyruk bölgesinde daha zor bir biçimde aynhyor.’ Bazı eski Amerikan türlerinde kuyruk sonunun genişlediği­ ni ve büyük tek bir pulla kaplandığım kabul edersek, pul arka arkaya gelen deri değişimlerinde çok zor atılacaktır. Bu durum­ da sürekli tutulacaktır ve yılanın her genişlemesinde, daha geniş bir pul, eskisinin üzerinde oluşacaktır ve bu da bünyede tutula­ caktır. Çıngırağın oluşum temelleri böylece ortaya konulmuş ol­ du; ve bir çok diğerlerinin yaptığı gibi, türlerin, rahatsız olduk­ larında kuyruklarını titretmesi alışkanlıkla kullanılmış olacaktır. Çıngırağın, özellikle etkili bir ses üretme aleti olarak geliştiği konusu şüphe kaldırmaz, çünkü kuyruk ucunda bulunan omur­ galar şekil değişimine uğrayarak birleşmişlerdir. Fakat bazı ya­ pıların, örneğin - çıngıraklı yılanın çıngırağı - echisin yanlarda bulunan kabuklan- kobranın kaburga kemikleriyle beraber olan boynu -ve şişen engereğin tüm bedeni, uyarı ve düşmanları kor­ kutma amaçlı olarak değişmiş olması olasıdır ve bu yılan avla­ yan şahin (Gypogeranus) gibi bir kuşun zarar görmeden yılan avlayabilmesi için bütün yapısının değişim göstermesi kadar da olasıdır. Daha önce gördüğümüz gibi, bir kuşun ne zaman bir yılana saldırıyorsa tüylerini kabartmasından; herpestlerin bir yı­ lana saldırırken bedenlerindeki bütün, özellikle kuyruklanndaki tüyleri dikleştirmesinden de,:o bu olası görünmektedir. Bazı kirpilerin kızdıkları veya bir yılan görerek harekete hazırlandıktan zaman, hızla kuyruklannı salladıklannı ve çukur olan dikenlerini birbirlerine sürtüp özel bir ses çıkardıklannı gördük. Böylece hem saldıranlar, hem de saldınya uğrayanlar kendilerini olduğunca korkunç gösterebilmeye çalışıyorlar; ve bu nedenle iki tarafın da sahip olduğu ve bazen garip bir biçim­ de tamamen aynı olan özellikler var. Son olarak, düşmanlarını en iyi korkutabilen bu yılanlann, yem olmaktan en iyi şekilde

142

kaçabildiklerini; ve öte yandan zehirli yılardan öldürerek bes­ lenmek gibi tehlikeli bir iş gönneye en iyi uyumlu olan bu bü­ yük miktarlardaki yılan düşmanlarının yaşayabildiklerini görebiliyorsak: o zaman her iki durumda da, konuşulan özelliklerin değişeceği varsayımıyla, faydalı değişimler genellikle en iyi uyum sağlayanın yaşamasıyla korunacaklardır. Kulakların geri çekilmesi ve kafaya yapışması. Kulak hare­ ketleri bir çok hayvanda yüksek derecede anlamlıdır; Fakat, insan, yüksek seviyeli maymunlar ve bir çok geviş getirenlerde böyle ol­ maz. Köpekte günlük olarak görebileceğimiz gibi, pozisyondaki ufak bir değişim açık bir şekilde düşünce tarzını ifade eder; ancak biz burada sadece kulakların geri çekilmesini ve kafaya yapıştırıl­ masını inceliyoruz. Bu sadece dişleriyle savaşan hayvanlarda vah­ şi bir düşünce tarzını gösterir; ve bu durum, düşmanlar tarafından kulağın ısırılmasını engellemek amaçlı olarak açıklanabilir. So­ nunda, alışkanlık ve birleşmeyle, ne zaman kendilerini biraz vahşi bulsalar veya oyunlarında vahşi olmaları gerekse, kulakları geri çekilir. Bu açıklamanın doğruluğu hayvanların kavgaları ve bu es­ nada kulaklarının aldığı durumun ilişkisinden çıkarılabilir. Bütün et oburlar köpek dişleriyle savaşırlar ve görebildiğim kadarıyla, kendilerini vahşi buldukları zaman kulaklarını geri çe­ kerler. Bu ciddi bir biçimde kavga eden köpeklerde de, oynaşan kö­ pek yavrularında da görülebilir. Sahibi tarafından sevilen ve bundan hoşnut olan bir köpekte, kulakların düşmesi ve hafifçe geriye çekil­ mesi farklıdır. Kulakların geri çekilmesi oynayan kedi yavrularında veya daha önce şekil 9 (s. 94) de gösterildiği gibi gerçekten kavga eden büyük kedilerde de görülebilir. Kulaklar bu şekilde korunma­ sına rağmen yine de yaşlı erkek kediler çok zarar görürler. Bu hare­ ketler, hayvanat bahçesinde yiyecekleri için gürleyen kaplanlarda, leoparlarda vs. çok dikkat çekicidir. Vaşağın oldukça uzun kulakları vardır ve kafesine bir hayvan yaklaştığında, geri çekilmesi çok be­ lirgindir ve vahşi durumunu açıkça gösterir. Küçük kulakları olan foklar bile, Otaria pusilla, bakıcısının ayaklarına doğru vahşi bir bi­ çimde atlarken, kulaklarını geri çekerler.

143

Atlar birbirleriyle kavga ederlerken, ısırmak için kullandıkları ön dişleri, ve arkaya doğru tekme atmak için kullandıkları arka ayaklarından daha fazla, tekme atmak için ön ayaklarını kullanırlar. Damızlık aygırlar özgür kalıp birbirleriyle kavga ettikleri zaman bu gözlenmektedir ve üzerlerinde oluşan yaraların tül lerinden de bu çı­ karılabilir. Herkes, geri çekilen kulakların ata nasıl hırçın bir ifade verdiğini bilir. Hareketleri, arkadan gelen bir ses dinleyişinden fark­ lıdır. Eğer ahırdaki kızgın bir at geriye doğru vurmak isterse, ısırma niyeti olmasa da alışkanlıkla kulaklarını geri çeker. Fakat eğer açık alana giren bir at oyun oynarken veya kamçıyla hafif dokunuldu­ ğunda arka ayaklarıyla çifte atarsa, genellikle kulaklarını geriye çekmez, çünkü kendini vahşi bulmamıştır. Guanakolar dişleriyle vahşice savaşırlar; bunu çok sık yapıyor olsalar gerek, çünkü Patagonya’da vurduklarım arasında derilerinde derin yara izleri olanlara rastladım. Develerde de böyle; ve her iki hayvan da vahşi oldukla­ rında iki kulaklarını birbirlerine yaklaştırarak geriye çekerler Fark ettiğim gibi, guanakolar eğer ısırmak istemiyorlar, fakat sadece ra­ hatsız oldukları kişiye tükürüyorlarsa bile kulaklarını geri çekiyor­ lar. Su aygırı bile, bir başkasını tehdit ederek kocaman ağzını açar­ ken, bir at gibi küçük kulaklarını geriye çeker. Şimdi bu tür hayvanlarla, dövüşürken hiç dişlerini kullanma­ yan ve kızdıkları zaman kulaklarını hiç geri çekmeyen sığırlar, ko­ yunlar veya kazlar arasında ne büyük bir zıtlık var! * Koyun ve kaz sakin hayvan gibi görünmelerine rağmen, erkekler genellikle vahşi mücadelelere girerler. Geyiğin dişiyle kavga ettiğini hiç görmedi­ ğim için, yakın bir aileden olan Kanada Moose geyiği ile ilgili ola­ rak verilen bilgiler beni şaşırttı. ‘Eğer iki erkek geyik karşılaşırsa, kulaklarını arkaya düşürerek ve dişlerini gıcırdatarak, büyük bir kızgınlıkla birbirlerine doğru koşarlar.’21 Fakat Bay Bartlett bana bazı geyik türlerinin dişleriyle vahşice dövüştüklerini anlattı, böyle­ ce moosenin kulaklarını geri çekmesi kuralımızla uyumlu oluyor. * (Aşağıdaki Charles Darvvin’in kendi el yazısıdır ve ilk defterlerinden birisine ait gibi görünmektedir: ‘Zürafa ön ayaklarıyla ve kafasının arkasıyla vurur ve kulaklarını hiç indirmez. Atlarla iyi bir zıtlık.’)

144

Hayvanat bahçesinde tutulan bazı kanguru çeşitleri ön ayaklarını sürterken, arka ayaklarıyla teperler; fakat bunlar birbirlerini hiç ısır­ mazlar ve bakıcıları da kızdıklarında kulaklarını geri çektiklerini hiç görmemişler. Tavşanlar temel olarak tırmalayarak ve vurarak kavga ederler, ama aynı zamanda birbirlerini ısırırlar; ve ben düş­ manının kuyruğunun yarısını ısıran bir tanesini biliyorum. Mücade­ lenin başında, kulaklarını geri çekerler ve sonra sıçrayarak birbirle­ rine vurmaya başlayınca, kulakları dikilir veya oynar. Bay Bartlett dişisiyle vahşice kavga eden bir yaban domu­ zunu izlemiş; her ikisinin de ağızlan açık ve kulakları geridey­ miş.22 Fakat bu, evcil domuzlann kavga esnasında genel hareke­ ti değil. Yaban domuzlan sivri dişleriyle yukarıya doğru vurarak dövüşürler; ve Bay Bartlett kulaklannı geri çektiklerinden emin değil. Filler de benzer şekilde dişleriyle kavga ederler ve kulaklannı geri çekmezler, fakat aksine, birbirlerine veya bir düşma­ na hücum ederken kulaklannı dikerler. Hayvanat bahçesindeki gergedanlar, burun boynuzları ile kavga ederler ve oyun dışında birbirlerini ısırmaya çalıştıkları görülmemiş­ tir: ve bakıcılar, atlar ve köpekler gibi vahşi oldukları zaman kulakla­ rını geri çekmediklerine emindirler. Sir S. Baker'in aşağıdaki cümle­ si bu nedenle anlaşılabilir değildir, yani, Kuzey Afrika'da vurduğu gergedanların ‘kulaklan yoktu; yakın bir türle kavga ederlerken ka­ faya yakın bir yerden ısıtılmışlardı; ve bu yaralama sıkça oluyordu.' Son olarak, maymunlara dönelim. Hareket edebilen kulak­ ları olan ve dişleriyle kavga eden bazı cinsler- örneğin Ceropithecus ruber- rahatsız olunca köpekler gibi kulaklannı geri çe­ ker; ve sonra çok hain bir görünümü olur. Innus ecaudafus gibi diğer türler, böyle hareket etmez. Yine başka cinsler- diğer bir çok hayvanla karşılaştırılınca, bu büyük bir gariplik oluyor- se­ vilmekten hoşlanınca, kulaklarını geri çekerler, dişlerini göste­ rirler ve anlaşılmaz bir şekilde ses çıkartırlar. Bunu macacusun bir iki türünde ve Cynopithecus nigerde gördüm. Köpeklerden alışık olduğumuz bu ifade, maymunları tanımayanlar tarafından mutluluk ve sevinç ile ilgili olarak algılanmayacaktır.

145

Kulakların kalkması. Bu hareket fazla dikkat gerektirmez. Kulaklarını özgürce oynatma gücü olan bütün hayvanlar, irkil­ dikleri veya bir nesneyi yakından izledikleri zaman, oradan ge­ lebilecek bir sesi duyabilmek için kulaklarını baktıkları noktaya dikerler. Aynı zamanda genellikle başlarını kaldırırlar, çünkü duyu organları orada yerleşmiştir ve bazı küçük hayvanlar arka ayaklarını kaldırırlar. Yere çömelen veya tehlikeden hemen ka­ çan hayvanlar bile, tehlikenin kaynağını ve cinsini anlayabilmek için genelde kısa olarak böyle davranırlar. Baş yukarıdayken, havadaki kulaklar ve ileri yönelmiş gözler, herhangi bir hayvana karşı olan yakın dikkatin ifadesini kesinlikle verir.

146

BÖLÜM: V

HAYVANLARDA ÖZEL İFADELER Köpek, çeşitli ifade hareketleri - Kediler - Atlar - Geviş getirenler - Maymunlar, sevinç ve sevgi ifadeleri - Acı ile ilgili - Kızgınlık - Şaşkınlık ve korku

Köpek. Bir köpeğin diğerine düşmanca duygularla nasıl yaklaştığını anlatmıştım (şekil 5 ve 7), yani, kalkmış kulaklar, dikkatle ileriye yönelmiş gözler, boyun ve arkada kabarmış tüy­ ler, kalkık ve sert bir kuyrukla dik bir yürüyüş. Bu görünüş bi­ zim için çok olağandır ve kızgın bir adam için ‘arkası kalkmış’ deriz. Bu noktalardan, dik yürüyüş ve dik kuyruk tek başlarına daha fazla tartışma gerektiriyorlar. Sir C. Bell, kaplan veya kur­ da bakıcısı tarafından vurulur ve birden vahşileşirlerse, ‘geril­ miş her kas ve uzantılar hareket için zorlanıyorlarmış gibi, sıç­ ramaya hazırlanır’ diyor.' Bu kasların gerginliği ve sonucunda oluşan dik yürüyüş, birleşmiş alışkanlıklar ilkesi ile açıklanabi­ lir, çünkü kızgınlık vahşi mücadelelere neden olacak ve bunun sonunda bedenin bütün kaslan şiddetli bir güç sarf edeceklerdir. Mücadeleye girmeden önce, kas sistemine kısa bir hazırlık ve bir derece cesaret gerektiği şüphe götürmez. Benim duygularım böyle bir sonuç çıkartıyor; fakat bunun fizyologlar tarafından kabul edilen bir sonuç olduğunu bulamadım. Sir J. Paget, örne­ ğin bir adamın aniden kaymasında olduğu gibi, kasların hazır­ lıksız olarak, büyük bir güçle aniden kasıldıklan zaman, kopma­ ya eğilimli olduklarını söyledi; fakat hareket amaçlı olarak yapı­ lırsa, ne kadar sert de olsa, bu kolayca oluşmaz.

Klinghammer, Darvvin’in birleşmiş alışkanlıklarla ilgili açıklamasını sorguluyor. Bunun yerine, ‘hayvan-

147

lardaki sosyal çerçevede iyi bir biçimde oluşmuş olan tehdit davranışı, dış uyarılarla (öğrenilmişse) veya özgür bırakılmayla (içselse) ortaya çıkar. Başka bir şey söyle­ meye gerek yoktur/ diyor. Kuyruğun yukarı doğru olan pozisyonu, kaldıraç kasların bastırma eğilimli olanlardan daha güçlü olmalarına bağlı gibi görünüyor (bunun böyle olup olmadığını bilmiyorum), ve böy­ lece bedenin arkasındaki bütün kaslar gerilim içersinde olunca kuyruk kalkıyor. Neşeli olan ve sahibinin önünde yüksek yumu­ şak adımlarla yürüyen bir köpek genellikle kuyruğunu, kızgın olduğu zamanki gibi sert olmayan bir biçimde yukanda tutar. At açık alana ilk çıktığında, başı ve kuyruğu yukanda tutulurken, yumuşak adımlarla yürürken görülebilir. Mutlulukla oynayan inekler bile, kuyruklarını komik bir şe­ kilde yukarı doğru atarlar. Bu hayvanat bahçesindeki bir çok hayvan için de böyledir. fakat bazı durumlarda, kuyruğun pozis­ yonunu özel koşullar belirler; böylece tam hızla koşmaya başla-

Şekil: 14 Hırlayan bir köpek başı Bay Wood tarafından hayattan alınmıştır. 148

yan bir at, her zaman kuyruğunu alçaltır ve böylece havanın en­ gellemesini azaltmaya çalışır. * Bir köpek, düşmanının üzerine atlamak üzereyken, vahşice hırlar; kulaklar sıkıca geriye bastırılmışlardır ve üst dudak (Şe­ kil 14) özellikle köpek dişinin önünden geri çekilmiştir. Bu kö­ peklerde ve yavrularında oyun sırasında da görülebilir. Eğer kö­ pek oyun sırasında iyice vahşileşirse, ifadesi hemen değişir. Bu dudak ve kulakların daha fazla bir güçle geriye çekilmesinin so­ nucudur. Bir köpek diğerine sadece hırlarsa, dudağı sadece bir tarafta geriye çekilmiştir, yani düşmanına doğru. Bir köpeğin sahibine sevgi gösterdiği hareketler ikinci bö­ lümde açıklanmıştı (Şekil 6 ve 8). Bu, başın ve bütün bedenin alçalması ve kuyruğun uzayarak iki yana sallanması ile birlikte kıvrak hareketlerin oluşmasıdır. Kulaklar düşer ve göz kapakla­ rını uzatacak bir şekilde geriye çekilir ve yüzün bütün görünü­ mü değişir. Dudaklar gevşek bir biçimde sarkar ve tüyler yumu­ şak kalır. Bütün bu hareketler, bana göre, tam zıt bir zihin duru­ munda olan vahşi bir köpeğin bulunduğu durumun antitez kura­ lı ile anlaşılabilir. Bir kişi köpeği fark eder veya konuşmaya başlarsa, bedende başka bir hareket olmadan ve kulaklar bile aşağı indirilmeden, bu hareketlerin son izlerini kuyruğun hafif sallanmasında görebiliriz. Köpekler sevgilerini, sahiplerine sür­ tünme isteği ve kendilerinin sevilme isteği ile de gösterirler. Gratiolet yukarıdaki sevgi hareketlerini şöyle açıklıyor: ve okuyucu bu açıklamaların tatmin edici olup olmadıklanna karar verebilir. Köpekler dahil, hayvanlarda diyor:2 ‘C’est toujours le partie la plus sensible de leurs corps qui recherche les caresses ou les donne. Lorsque toute la longueur des flancs et du corps est sensible, 1 ’animal serpente et rampe sous les caresses; et ces ondulations se propageant le long des muscles analogues des segments jusqu’aux extremites de la colonne vertebrale, la qu* (Bay \Vallace başka bir açıklama öneriyor. (Quarterly Journal Science, Ocak, 1873, s. 116) ‘Mevcut sinir enerjisi bütün olarak harekete dönüşürken, bütün kas kasılmaları hareketin durmasını engeller.’)

149

eue ploie et s’agite. ‘(‘Hep bedenin en duyarlı bölgeleri sevdiril­ mek istenir. Böğrün iki yanı ve beden duyarhyken, hayvanlar sevilince kıvrılır ve sürünürler ve bu dalgalanmalar kaslar ve eklemler yoluyla omurganın sonuna ulaşır, kuyruk kıvrılarak sallanır.’) Dahası, sevgi dolu olan köpekler, seslerden uzaklaş­ mak ve bütün dikkatlerini sahiplerinin okşamasına yöneltmek için kulaklarını indirirler. Köpeklerin sevgilerini göstermek için çarpıcı daha başka bir yollan vardır, yani sahiplerinin elini ve yüzünü yalarlar. Ba­ zen diğer köpekleri ve sonra çenelerini yalarlar. Dost olduklan kedileri yalayan köpekler gördüm. Bu alışkanlık yavrularını- en çok sevdikleri şey- temizlemek için dikkatlice yalayan dişiler­ den geçmiş olmalı. Sevgileri nedeni ile, kısa bir yok olmadan sonra yavrulannı aceleyle birkaç kere yalarlar. Böylece alışkan­ lık isteği, sonradan ortaya çıkabilecek olan sevgi duygusuyla birleşir. Şimdi iki cinse de geçecek kadar kalıtımsallaşıp içsel olmuştur. Terrierimin yakın zamanda yavrulan ölmüştü ve her zaman sevgi dolu bir yaratık olmasına rağmen, içgüdüsel anne sevgisini benim üzerinde tatmin edebilmek için ortaya koyduğu davranışlar beni şaşırtıyordu; ve ellerimi yalama isteği bitmez bir duyguydu. *

Klinghammer, Danvin’in yalamanın kökeni ile ilgi­ li açıklamasını kabul ediyor, fakat bunu ‘sevgi’ olarak adlandırmayı sorguluyor. Yavrularına bakmaktan çok uzak bir biçimde ve sevgi do­ luyken, köpeklerin sahiplerine sürtünmeyi ve onlar tarafından okşanmayı sevmelerini, aynı ilke, belki de sevilen bir nesneye dokunmanın zihinlerindeki sevgi duygusu ile sıkıca ilişkili ol­ ması ile açıklıyor. * (M. Baudry bir mektupta, Râmâyana’dan bir parça, ölmüş oğlunu bu­ lan bir anneyi anlatıyordu. ‘Löche avec sa languc le visage du mort en gdmissant commc une vachc privde de son veau. *(‘ÖİÜ çocuğun yüzünü diliyle ya­ ladı, ve buzağısını kaybeden inek gibi böğürdü.’)

150

Klinghammer, sahibine sürtünmenin büyük bir ola­ sılıkla kokuyla tetiklendiğini ve ‘koku yuvarlanması’ ifade ettiğini söylüyor. Köpeğin sahibine karşı duyduğu sevgi ve güçlü boyun eğ­ me duygularının birleşimi korkuya yakındır. Böylece sahibine yaklaşan köpekler sadece bedenlerini alçaltıp biraz sürünmez­ ler, bazen kendilerini sırt üstü toprağa atarlar. Bu direniş hare­ ketinin tam tersidir. Bir zamanlar diğer köpeklerle kavga et­ mekten korkmayan büyük bir köpeğim vardı; fakat köpeğim kadar ürkütücü ve güçlü olmayan komşunun kurt görünüşlü çoban köpeğinin, köpeğim üzerinde garip bir etkisi vardı. Yol­ da karşılaştıkları zaman, köpeğim, kuyruğu kısmen bacakları arasında kıstırılmış olarak ve tüylerini kabartmadan onunla bu­ luşmak için koşardı; sonra yere sırt üstü yatardı. Bu hareketle çok açık bir şekilde, kelimeler kullanmadan şöyle diyordu: ‘Bak senin kölenim.’ Sevgiyle birleşmiş, zevkli ve heyecanlı bir'zihinsel bir du­ rum bazı köpekler tarafından özel bir biçimde ortaya konulur, yani sırıtırken dişlerini göstererek. * Bu çok önceleri Somerville tarafından fark edildi ve şöyle dedi:

‘Ve bir kur gülüşüyle yaltaklanan köpek, Çömelerek seni selamlıyor, burun delikleri açık Kıvrılıyor yukarıya, ve o büyük erik rengi gözleri, Çekicilik ve saygılı bir sevinç içersinde erimiş. The Chase, Kitap i. Sir W. Scott’un ünlü İskoç tazısı Maida, bu alışkanlığa sa­ * (Postaneden mektup yollayan bir kişi (mektup Şubat, 1875) sığırın di­ şini göstermesinin seks içgüdüsüyle ilişkisi olduğunu yazıyor. ‘Bir boğa satın alıyordum ve dişlerini incelemek istedim, fakat izin vermedi; yerliler bir ine­ ğin getirilmesi gerektiğini söylediler. Böylece boğa boynunu uzatıp ağzını açarak dişlerini gösterdi.’ Boğanın ağzını açması için inek getirilmesinin Hin­ distan’da bilinen bir yöntem olduğunu söylüyor.)

151

hipti ve terrierler arasında da bu yaygındı. Bunu bir pomeranya köpeğinde, bir de çoban köpeğinde izledim. Bu ifadeyle özel­ likle ilgilenen Bay Riviere, bunun nadiren düzgün bir biçimde ortaya konulduğunu, ama daha az bir derecede çok yaygın ol­ duğunu anlattı. Sırıtma esnasında, hırlamada olduğu gibi üst dudak geri çekiliyor ve köpek dişleri görünüyor ve kulaklar da geri çekiliyor; fakat hayvanın genel görünümü kızgın olmadığı­ nı gösteriyor. Sir C. Bell3 şöyle diyor: ‘Sevgilerini gösteren kö­ pekler, hafifçe dudaklarını kıvırırlar ve sanki gülermiş gibi, sıç­ rayışlar arasında sırıtarak havayı koklarlar. ‘Bazıları dişlerini göstererek sırıtmayı gülümseme olarak kabul ederler, ama ger­ çekten bir gülümseme olsaydı, o zaman, köpekler sevinçle hav­ larken dudak ve kulakların benzer, hatta daha uzun hareketleri­ ni görmemiz gerekirdi; fakat, sevinçle havlamak genellikle sı­ rıtmayı takip etse de durum böyle olmamaktadır. Öte yandan, arkadaşları ve sahipleriyle oynayan köpekler, birbirlerini ısırır gibi yaparlar; sonra, çok enerjik olmasa da, dudak ve kulakları­ nı geri çekerler. Böylece sevgiyle birleşmiş bir mutluluk duy­ dukları zaman, birbirlerini veya sahiplerinin elini oyun olarak ısırırken yaptıkları gibi, bazı köpeklerde alışkanlık ve birleşme yoluyla, aynı kaslarda hareket etme eğilimi olduğundan şüphe­ leniyorum. İkinci bölümde, neşeli olan bir köpeğin yürüyüş ve görünü­ münü; ve neşesiz ve hayal kırıklığına uğramış bir durumdayken de başı, bedeni, kuyruğu, düşük çene ve donuk gözlerle sergile­ nen belirgin antitezi anlatmıştım. Herhangi büyük bir zevk bek­ lentisi altında, köpekler aşın bir biçimde hoplayıp zıplarlar ve sevinçle havlarlar. Bu zihinsel durumdaki havlama eğilimi kalı­ tımsaldır veya yetiştirilme sırasında gelişir; tazılar çok az hav­ larlar, pomeranya köpekleri sahipleriyle yürürken, rahatsızlık verecek kadar sürekli havlarlar. Köpeklerde ve aynı şekilde bir çok hayvanda acı çekmek aynı biçimde ifade edilir, yani, inleyerek, kıvranarak ve bütün bedenin bükt leşiyle.

152

Baş kalkarak, kulaklar dikilerek izlenen bölge veya nesne­ ye doğru gözler çevrilerek dikkat gösterilir. Eğer bir sesin kay­ nağı bilinmiyorsa, açıkça sesin tam çıktığı noktayı bulabilmek amacıyla baş sağa ve sola doğru ciddi bir biçimde döndürülür. Fakat duyduğu yeni bir sesle çok şaşırmış ve kaynağını tespit etmiş olmasına rağmen alışkanlıkla kafasını sağa ve sola çevi­ ren bir köpek gördüm. Daha önceden de söylediğim gibi köpek­ lerin dikkatleri bir şekilde kabarırsa, nesneye bakarlarken veya bir sese dikkat kesilmişlerse, genellikle patilerinden birini kaldı­ rırlar (Şekil 4) ve sinsi ve yavaş bir hareket yapacaklarmış gibi bükerler. Çok korkan bir köpek, kendini yere atar, inler ve dışkı çı­ kartır; fakat tüyler, gerçek bir tehlike duyuluncaya kadar dikleş­ mez. Evin dışında yüksek sesle çalan bandodan çok korkan bir köpek görmüştüm, bir insan gibi, bütün beden kaslan titriyordu ve kalbi o kadar hızlı ve güçlü atıyordu ki, atışlar sayılabiliyor­ du ve sonuna kadar açık ağzıyla nefes almaya çalışıyordu. Yine de köpek bir güç harcamadı, sadece odada yavaş ve huzursuz bir biçimde dolaştı ve o gün çok soğuk bir gündü. Ufak bir korkuyla, hemen kuyruk bacaklar arasında * kıstı­ ** rılır. Kuyruk kıstırılması, kulakların geriye çekilmesi ile be­ raber olur; ama hırlama esnasındaki kadar kafaya yakın olarak bastırılmaz ve mutlu ve sevgi doluyken olduğu kadar da alçal­ tılmaz. İki yavru köpek oyunda birbirlerini kovalarken, kaçan sürekli kuyruğunu içe doğru tutar. Böylece mutlu olan bir kö­ * (5000 yıllık bir çivi yazısında Tufan anlatılıyor ve tanrıların fırtınadaki öfkeleri açıklanıyor, ‘tanrılar köpekler gibi, gizlenmiş kuyruklarıyla çömeldiler. ‘Bu, Charles Darwin tarafından, kesilmiş, tarih ve başlığı olmayan bir ga­ zete parçasından alınmıştır.) ** (Görünmemek amacıyla yüzeyin olası en ufak şekle sokulması çaba­ sının bir parçası olarak, kuyruk kıstırılması, korunması amaçlı gibi görünme­ mektedir. (çömelen hyaenalarla karşılaştırın). Bir mektup yazarı, bunu oyunun arkadaşları tarafından oynanırken sporcunun hareketsiz olarak çökmesiyle karşılaştırıyor. Eğer M. Baudry (bkz. b. xi, s. 203) bu hareketin, kafanın kü­ çültülme harekeliyle birleştirilmesi konusunda haklıysa, bu omuz silkmeye benzeyecektir.)

153

pek, sahibinin etrafında deli gibi daireler veya sekiz çizer. Sonra da başka bir köpek onu kovalıyormuş gibi davranır. Kö­ peklerle ilgilenen herkesin bileceği bu ilgi çekici davranış, ge­ nellikle sahibi alacakaranlıkta birden üstüne atladığı zaman, hayvanın biraz irkildikten veya korktuktan sonraki heyecan­ lanması ile ilgilidir. Bu durumda ve iki yavru köpeğin birbirle­ rini oynayarak kovalaması halinde, kaçan sanki diğeri onu kuyruğundan yakalayacakmış gibi davranmaktadır; fakat bildi­ ğim kadarıyla, bu durumda köpekler birbirlerini çok az yakalı­ yorlar. Hayatı boyunca av köpeklerine bakan bir beyefendiye, tilki yakalayan bir av köpeği görüp görmediğini sordum ve o da bunu diğer avcılara iletti; fakat hiçbiri görmemişti. Öyle

görünüyor ki, bir köpek kovalandığında, arkadan vurulmak tehlikesi içersindeyken veya üzerine bir şey düşüyorsa, bu du­ rumda arka kısmını olası en hızlı bir biçimde çekmeye çalışır ve kaslar arasındaki bir sempati veya ilişki nedeniyle de kuy­ ruk hızla içeriye çekilir. Arka kısım ve kuyruk arasındaki benzer bir birleşik hare­ ket hyaneada da görülür. Bay Bartlet, bu iki hayvanın birbirleriyle kavga ederlerken, birbirlerinin pençelerinin muhteşem güçlerinin farkında olduklarını ve çok dikkatli davrandıklarını anlattı. Her ikisi de eğer ayaklarından birisi yakalanırsa, kemi­ ğin atomlara ayrılacağını biliyorlardı; böylece birbirlerine be­ denleri kıvrılmış ve bacakları içeriye çekilmiş bir biçimde sanki açıkta bir nokta bırakmayacakmış gibi, çömelerek yak­ laşıyorlar; kuyruk da bacaklar arasına kıstırılıyordu. Bu du­ rumda birbirlerine yandan, hatta biraz arkadan yaklaşıyorlardı. Yine bazı vahşi geyik türleri de kavga ederlerken kuyruklarını kıstırırlar. Açık alanda oynayan bir at, arkadaşının arka kısmı­ nı ısırmaya çalışırsa veya kötü bir çocuk eşeğe arkadan vurur­ sa, bu kuyruğu yaralanmadan kurtaracak gibi görünmese de, arka taraf ve kuyruk içeri çekilir. Bu hareketlerin tersini de görürüz; hayvan yumuşak adımlarla ilerlerken, kuyruk nere­ deyse yukarıdadır.

154

Kovalandığı için kaçarken, bir köpeğin kulaklarını,açık bir şekilde arkaya yönlendirdiğini anlatmıştım; ve bu açıkça onu ta­ kip edenin ayak seslerini duymak için yapılmaktaydı. Alışkan­ lıkla kulaklar aynı durumda tutulur ve tehlike tam öndeyse kuy­ ruk kıstırılır. Önünde olan, tanıdığı ve incelemesini gerektirme­ yen bir şeyden korktuğu zaman, küçük terriyerimin genellikle uzun süre nesneye rahatsız bir biçimde bakarak, kulak ve kuyru­ ğunu bu şekilde tuttuğunu defalarca gördüm. Korku olmadan oluşan rahatsızlık, benzer şekilde ifade ediliyor: dışanya çıktı­ ğım bir gün, yemeğini bekleyen köpeğimde oluşan durum gibi. Onu çağırmadım, fakat benimle gelmek istedi ve aynı zamanda yemeğini de çok istiyordu; ve orada bir oya bir buraya bakına­ rak durdu, kafa karışıklığıyla gelen açık bir rahatsızlık sergile­ yerek kuyruğunu kıstırdı ve kulakları geriye çekildi. Sevinçle sırıtmak haricinde, şu ana kadar anlatılan bütün ifade hareketleri içsel veya içgüdüseldir çünkü genç veya yaşlı bütün tür­ lerin bireyleri için geçerlidirler. Bazıları, köpeğin aborijin (Ç.N.: bir bölgeye özel olan) ebeveynleri olan çakallar için, bazıları da aynı gurubun diğer türleri için geçerlidir * Evcilleştirilmiş kurtlar ve ça­ kallar, sahipleri tarafından sevilirken, sevinçle zıplarlar, kuyruklarını sallarlar, kulaklarını indirirler, sahiplerinin ellerini yalarlar, yere çömelirler hatta kendilerini sırt üstü toprağa atarlar. ** Gabon’da, se­ vildiği zaman kulaklarını büzen kurda benzeyen bir Afrika çakalı gördüm. Kurtlar ve çakallar korktukları zaman kesinlikle kuyrukla­ rını sıkıştırırlar; ve ehlileştirilmiş çakallar, kıstınlmış kuyruklarıyla, köpekler gibi sahiplerinin etrafında dönerek sekiz çizerler. * (Bay Arthur Nicols, The Coııntry, 31 Aralık, 1874 s. 588 de, iki yıl bo­ yunca saf kan dingolarla (vahşi yavrulardan yetiştirilen) ile ilgili ‘yakın bilgi­ si’ olduğunu ve bu süre boyunca yabancı bir köpeğe yaklaşırken, kuyruğunu salladığını veya dik tuttuğunu hiç görmediğini belirtiyor.) ** Gueldenstâdt, Nov. Comm.Aced. Sc. inip. Petrop. 1775, c. xx. S. 449, çakala ait bir çok örnek veriyor. Hayvanın davranış ve oyunları ile ilgili diğer bir başarılı eser olarak bkz. Land and Water, Ekim, 1869. Birmingham’dan Teğmen Annesley, K. O., çakallara ait bazı özellikler anlattı. Hayvanat bahçe­ sinde çakal ve kurtlarla ilgili araştırmalar yaptım ve onları kendim de izledim.

155

Tilkiler ehlileştirilmiş olsalar da, yukarıdaki ifade harekele­ rini hiç göstermedikleri söyleniyor;4 bu tam doğru değil. Yıllar önce hayvanat bahçesinde çok ehlileşmiş bir İngiliz tilkisinin bakıcısı tarafından okşandığında, kuyruğunu salladığını, kulak­ larını büzdüğünü ve kendini sırt üstü toprağa attığını izleyip kaydettim. Kuzey Amerika siyah tilkisi de aynı şekilde kulaklanm az olarak büzüyor. Ama tilkilerin, hiçbir zaman sahiplerinin ellerini yalamadıklarına inanıyorum, * ve korkunca hiçbir zaman kuyruklarını kıstırmadıklanna da inandım. Eğer köpeklerin sev­ gi ifadeleri ile ilgili olarak anlattıklanm kabul edilirse, o zaman hiç evcilleşmemiş hayvanlar- yani, kurtlar, çakallar, hatta tilki­ ler- yine de antitez ilkesiyle, bazı ifade tarzları edineceklerdir; çünkü kafeslerde kapalı olan bu hayvanlar bunu köpekleri taklit ederek öğrenmezler.

Kurtlar üzerine uzman olan Klinghamıner, Darwin’in gözlemlerini onaylıyor, fakat hükmetme ve tesli­ miyetin veya saldın ve kaçışın, bölünmez bir bütünün uç noktaları olduğunu söylüyor. Kediler. Kedilerin korkmadıklan ama vahşi olduklan za­ man yaptıklan hareketlerini açıkladım (Şekil 9). Çömelirmiş gi­ bi davranarak, bazen ön ayaklannı, pençeleri vurmaya hazır bir şekilde ileri çıkartırlar. Kuyruk kıvrılmış veya bir uçtan öbürüne havayı döver bir biçimde uzar. Tüyler dikilmemiştir- en azından benim izlediğim birkaç durumda böyleydi. Kulaklar yakın bir şekilde geriye çekilir ve diş gösterilir. Alçak vahşi hırlamalar duyulur. Bir kedinin diğeriyle kavgaya hazırlandığı zaman veya çok rahatsız olduğundaki yaklaşımının, düşmanca başka bir kö­ peğe yaklaşan bir köpeğin hareketlerinden neden farklı olduğu­ nu anlayabiliriz; çünkü kedi vurmak için ön ayağını kullandığı için, çömelme pozisyonu uygun veya gerekli olmaktadır. Aynca gizli kalarak avının üzerine aniden atlamaya, köpeğe göre daha * (Birmingham’dan Bay R. M. Lloyd, (mektup, 14 Haziran, 1881) evcil bir tilkinin efendisinin elleri ve yüzünü yaladığını anlatıyor.)

156

alışıktır. Kuyruğun kıvrılması veya sağa ve sola hareket etmesi­ nin nedeni açık değildir. Bu alışkanlık bir çok başka hayvanda da vardır- örneğin atlamaya hazırlayan pumada;5 fakat Mr. St. John’un yaban tavşanını yakalamak için pusuya yatıp bekleyen tilki ile ilgili olarak anlattığından bildiğim gibi, bu köpek ve til­ kilerde yaygın değildir. Bazı kertenkeleler ve yılanların, heye­ canlandıkları zaman kuyruklarının ucunu hızla titrettiklerini gördük. Aynı güçlü heyecan altında, etkilenen sinir sisteminden özgür bırakılan sinir gücü nedeniyle, bir hareket için kontrol edilemez bir istek var gibidir; kuyruk özgür kalınca ve hareket­ ler bedenin genel durumunu rahatsız etmeyince, kuyruk kıvrılır veya savrulur. Sevgi dolu olan bir kedinin bütün bu hareketleri, anlatılanlann bütünüyle antitezidir. Şimdi dik durur, hafifçe sırtını kam­ burlaştırır, kuyruk dik olarak kalkar ve kulaklar dikilir; yüzünü ve bedenini sahibine sürter. Bu durumdaki kedilerde sürtünme arzusu çok yüksektir, bu nedenle masa ve sandalye ayaklarına veya kapılara sürtünürken görülürler. Köpeklerde olduğu gibi, sevgi gösterme biçimlerinin kökeni, annenin yavrusunu koruma ve sevme duygularıyla birleşmiştir; ve belki de gençlerin birbir­ lerini sevme ve birbirleriyle oynamaları alışkanlığından gelmek­ tedir. Memnuniyet gösteren diğer ve çok farklı bir davranış da, yaşlı ve genç kedilerde anlatıldığı gibi, ilgi çekici bir şekilde, hoşnut olan kedinin açılmış parmaklarla sanki annesinin göğüs­ lerine yaslanarak emiyormuş gibi ön ayağını uzatmasıdır. Bir şeye sürtünme alışkanlığına çok benzemektedir ve her ikisinin de anne bakımındaki hareketlerden geliştikleri açıktır. Köpekler de sahiplerine dokunmaktan hoşlanmalarına rağmen, neden kediler sevgi duyduklarında, köpeklerden daha fazla sür­ tünmek isterler ve neden köpekler her zaman arkadaşlarının el­ lerini yaladıkları halde, kediler bunu sık yapmazlar, bilemiyo­ rum. Kediler kendilerini, köpeklerden daha fazla yalayarak te­ mizlerler. Öte yandan, köpeklerin uzun ve esnek dillerine göre,

kedi dili bu işi yapmaya daha az uygundur.

157

Kediler korkunca yükselirler ve sırtlarını bilinen komik şe­ kilde kamburlaştırırlar. Tükürürler, tıslarlar ve hırlarlar. Bütün bedendeki, özellikle de kuyruktaki tüyler dikleşir. Benim gördü­ ğüm durun »arda kuyruğun alt kısmı yukarıda tutuluyordu ve uç kısım bir tarafa bükülmüştü; fakat bazen (Şekil 15) kuyruk az kalkar ve kökten bir tarafa doğru eğilir. Kulaklar geri çekilir ve diş görünür. İki yavru oynarlarken, birbirlerini bu şekilde kor­ kutmaya çalışırlar. Daha önceki bölümlerde gördüklerimize bağlı olarak, sırtın kamburlaştırılması dışında, bu davranış bi-

Şekil: 15 Köpekten korkan bir kedi Bay Wood tarafından hayattan alınmıştır.

158

çimleri anlaşılabilir. Bir çok kuşun aynı şekilde, kendilerini iri gösterebilmek için tüylerini kabarttıkları, kanat ve kuyruklarını açtıkları zaman ve kedilerin olduğunca dik durduklarında, sırtlannı kamburlaştırdıklarında, genellikle kuyruğun alt kısmını kal­ dırdıklarında ve tüylerini diktiklerinde, aynı amacı güttüklerine inanıyorum. Brehm tarafından çizildiği gibi, vaşak saldırıya uğ­ radığında sırtını kabartıyor. Fakat hayvanat bahçesindeki bakıcı­ lar, kaplan, aslan vs. gibi, büyük kedi cinsi hayvanlarda bu eği­ limi hiç görmemişler; ve başka bir hayvandan korkmak için az bir nedenleri var. Kediler ifade tarzı olarak seslerini kullanırlar ve değişik duygu ve arzular altında en az altı yedi ses mırıldanırlar. Nefes alır ve verirken çıkartılan tatmin olma mırıldanması çok ilgi çe­ kicidir. Puma, çıta, oselot da mırıldanırlar; fakat zevk alan bir kaplan ‘gözlerini sıkıca kapatarak, bir tür özel burun çekme sesi çıkartır. ’6 Kaplan, leopar ve jaguann mırıldanmadığı söylenir.

Friedman şöyle diyor: ‘mırıldanmak, başkasının önünde iyi olduğunu gösterme işaretidir genellikle aynı türe ait (conspecific) ve sosyal yakınlığın kolaylaştırıl­ masının evrimi sürecinde oluşmuş olabilir. ‘Kedilerin yalnızken mırıldanıp mırıldanmadıklarını bilmek ilgi çe­ kici olurdu. Atlar. Atlar vahşi oldukları zaman, kulaklarını yakın bir şe­ kilde geri çekerler, başlarını ileri çıkartırlar, ön dişlerini kısmen gösterirler ve ısırmaya hazır olurlar. Arkadan vurmaya eğilimli oldukları zaman, alışkanlıkla kulaklarını geriye çekerler ve göz­ leri özel bir biçimde geriye döner. * Ahıra sevdikleri bir yiyecek getirildiğinde memnun olduklannda, başlarını kaldırarak çeker­ ler, kulaklarını kaldırtırlar ve arkadaşlarına genellikle kişneye­ rek bakarlar. Sabırsızlıklarını yeri eşeleyerek gösterirler. ♦ Sir C. Bell, Anatomy of Expression, 3. b. s. 123. Geniş burunlarına bağlı olarak, atların ağızlarından nefes almamaları ile ilgili olarak, aynca bkz. s. 126.

159

İrkilen bir atın hareketi çok belirgindir. Bir gün atım, katranlı muşambayla kaplanmış ve açık alanda duran bir delme aletinden çok korkmuştu. Başını o kadar kaldırdı ki, boynu neredeyse dik ol­ du; bunu alışkanlıkla yaptı çünkü makine bir yokuşun altındaydı ve kafa kaldırılınca açık bir şekilde görülemezdi; ayrıca daha iyi bir şekilde duyulacak herhangi bir ses de çıkartmıyordu. Gözler ve ku­ laklar dikkatli bir biçimde öne çevrildi; ve eyerin altından kalp atış­ larını duydum. Açılmış, kırmızı burun delikleriyle sert bir biçimde horuldadı ve eğer tutmasaydım, etrafında dönerek son hızla fırlaya­ caktı. Burun deliklerinin açılması koku almak için değildi, çünkü bir at rahatsız olmadığı bir nesneyi koklarken burun deliklerini aç­ maz. Boğazda bulunan bir sübap nedeniyle, hızla nefes alan bir at açık ağzını kullanmaz, burun deliklerinden nefes alır; bu da büyük bir genişleme gücü sağlar. Burun deliklerinin genişlemesi, horulda­ ma ve hızlı kalp atışları, uzun nesiller boyunca, korku karşısında birleşen duygulardır; çünkü korku, atın alışkanlıkla var gücüyle teh­ likenin nedeninden kaçmasına yol açar. Geviş getirenler. Sığır ve koyun, aşırı acı dışında, duyu ve duygularını çok az göstermeleri açısından göze çarparlar. Kızan bir boğa, bunu açılmış burun delikleriyle sadece başını eğerek ve böğürerek gösterir. Genellikle yere de vurur; fakat bu sabırsız bir atın vuruşundan çok farklıdır, çünkü eğer toprak sert değilse toz çıkartır. Sinekler tarafından rahatsız olan bir boğanın da, onları kovmak için böyle yaptığına inanıyorum. Koyun ve dağ keçisinin daha vahşi tür­ leri, irkilince yere vururlar ve burunlarından ıslık Çıkartırlar; bu ar­

kadaşları için bir tehlike işaretidir. Kutup bölgelerinin misk sığırı, kavga ederken, aynı şekilde yere vurur.7 Bu vurma hareketinin nasıl oluştuğunu bilemiyorum; yaptığım araştırmalar sonucunda bu hay­ vanların ön ayaklarıyla kavga ettiklerini sanmıyorum. * * (Hail Grcen’den Bay G. Hookham, bir mektubunda koyunundan bah­ sediyor: ‘kötü bir biçimde küçük bir köpeğin ayağına vurdu. ‘Fakat BayHookham’ın söylediği gibi, bunun, kızgın koyunda yere vurmayla sonuçlanması şüpheli. Korkarak kaçan veya irkilen bir koyunun çıkardığı sese olan benzerliğin­ den de anlaşılacağı gibi, yere vurmak sadece bir işaret olabilir mi?)

160

Bazı geyik türleri, vahşi olduklarında sığır, koyun ve keçi­ den daha fazla canlıdırlar, çünkü anlattığımız gibi, kulaklarını çekerler, dişlerini gıcırdatırlar, kıllarını dikerler, bağınrlar, yere vururlar ve boynuzlarını savururlar. Bir gün hayvanat bahçesin­ de, Formasan geyiği (Cervus pseudaxis) başı yukarıda ve boy­ nuzlan boynuna değerek, bana dikkatli bir biçimde yaklaştı; ka­ fa eğik bir biçimdeydi. Gözlerinin bakışından vahşi bir durumda olduğunu anladım; demir parmaklıklara kadar yavaşça yaklaştı, bana tos vurmak için başını eğmedi, ama aniden öne gelip par­ maklıklara vurdu. Bay Bartlett, diğer geyik türlerinin de kızdıklannda aynı şekilde davrandıklarını anlattı. Maymunlar. Maymunlann çeşitli tür ve cinsleri duygulannı değişik biçimlerde ifade ederler; bu, insan ırkı olarak adlandınlanlann, uzak türler mi yoksa çeşitler mi olarak tanımlanması konusu ile ilgili olduğu için, ilgi çekicidir; çünkü gelecek bö­ lümlerde de göreceğimiz gibi, dünya üzerindeki değişik insan ırkları duygu ve duyularını ciddi bir içimde, aynı şekilde ifade etmektedirler. Darwin zamanında Kafkasyahlann üstün ırk olduk­ larına inananlar, değişik ırkların tek bir atadan değil, bir çok atadan türediğini söylüyorlardı- KafkasyalIların da siyah ırka göre daha ileri bir ırktan geldiğini. Darvvin’in ifade tarzlarının bütün insanlar için aynı olduğu bakış açısı ise tam tersi bir yorum için kanıt getirmektedir- ya­ ni, tüm insanların ortak atası olduğu- ve ırkların üstün­ lüğü düşüncesini sarsmaktadır. Yine de, Amerikan tarih­ çisi Frederick Burkhardt Danvin’in Descent of Man'te ‘yüksek’ ve ‘alçak’ ırklardan söz açtığını söylüyor. Maymunlann bazı ifade tarzları başka bir açıdan da ilgi çe­ kicidir, yani, insanmkilere çok benzer.

Amerikalı primatalog Sue Parker ‘benzer’ terimi yeri­ ne/... insan ve insan olmayan primatlarda (memeli takımı)

161

benzerlikleri tarif etmek için, çağdaş biyologlar, bunun “homolog” veya “paylaşılarak türetilmiş” özellikler olarak ortak bir ataya bağlı olduğunu söylüyorlar’ diyor. Gurubun herhangi bir türünü her türlü koşul altında izleme şansım olmadığı için, çeşitli fikirlerim en iyi bir biçimde deği­ şik zihin durumları altında düzenlendi. Zevk almak, sevinç ve sevgi.8 En azından benim sahip oldu­ ğum kadar bir deneyime sahip olmadan, maymunlarda zevk al­ ma ve sevinç ifadelerini, sevgi ifadesinden ayırmak olası değil­ dir. Genç şempanzeler, sevdikleri birisinden karşılık alınca bir tür havlama sesi çıkartırlar. Bakıcılann kahkaha dedikleri bu ses çıkartılırken dudaklar ileridedir; fakat bu değişik başka duygu­ larda da böyle olur. Yine de, mutlu olduklan zaman dudakları­ nın aldığı şekil, kızgın olduklan zamandan biraz farklıdır. Eğer genç şempanze gıdıklanırsa- çocuklanmızda olduğu gibi, koltuk altları gıdıklanmaya çok duyarlıdırlar- daha kararlı bir kıkırda­ ma veya gülme sesi çıkar: bazen de gülme sessiz olabilir. Ağzın köşeleri büzülür ve bu alt göz kapaklarının hafifçe buruşmasına neden olabilir. Fakat, bizim gülmemizin özelliği olan kınşma, bazı diğer maymunlarda daha açık bir biçimde görülür. İnsan­

lardan farklı olarak, üst çenedeki dişler kahkaha sırasında ortaya çıkmazlar. Fakat, onların ifade tarzlarını inceleyen Bay W. L. Martin’in’ söylediği gibi, gözler ışıldar ve daha parlak olurlar. Gıdıklandıklarında genç orangutanlar da aynı şekilde sırıtarak kıkırdama sesi çıkartırlar; ve Bay Martin’in söylediğine göre gözleri daha parlak olur. Kahkahanın kesilmesi ile birlikte, Bay Wallace’nin söylediğine göre yüzlerinden gülümsemeye benzer bir ifade gelip ge­ çer. Benzer durumu şempanzede de gördüm. Dr. Duchenne- daha iyi bir otorite bilmiyorum- bir yıl boyunca çok evcilleşmiş bir maymunu evinde beslediğini söyledi; ve yemek zamanlarında seçilmiş güzel bir şey verdiğinde, ağız kenarlarının hafifçe kalktığını izlemiş; böylece, insan yüzündekine benzeyen gelişmekte olan bir gülümsemeye eşlik eden bir tatmin ifadesi, hayvanın yüzünde açıkça görülebiliyordu.

162

Parker şöyle diyor: ‘Darwin, sınırlı örneğiyle, ba­ zen başka çeşitli türlerde de kullanıldığını belirtmeden, belli bir türe ait hareketleri açıklamış. Gıdıklanınca orta­ ya konulan gülme türü tepki, gorillerde, şempanzelerde ve orangutanlarda vardır/ Parker aynı zamanda Darwin’in maymun terimini hem maymunlar ‘monkeys’, hem de kuyruksuz veya kı­ sa kuyruklu olanlar ‘apes’ için kullandığını söylüyor ve şunu yapmadığını belirtiyor: *... büyük kuyruksuz may­ munların yakın akrabaları olan Eski Dünya Maymunları ve Yeni Dünya maymunlarını ayırmak. Bazı tür isimleri ve cinsler arkaiktirler (eski devirlere ait). Örneğin, Cebus azare= cebus appella veya Cebus olivaceous.’

Cebus azare * sevdiği birisini görmekten hoşnut olunca, özel bir kıkırdama (kichernderi) sesi çıkartır. Ağız kenarlarını büzerek, ses çıkartmadan onay duygusu da vermektedir. Rengger bunu kah­ kaha olarak adlandırıyor, fakat gülümseme demek daha uygun ola­ caktır. Acı ve korku ifadesi altındaki ağzın şekli farklıdır ve yüksek çığlıklar atılır. Hayvanat bahçesindeki başka bir Cebus türü (C. hypoleucus), zevk aldığı zaman sürekli tiz bir nota çıkartmaktadır ve açıkça bizim gerdiğimiz kasları kullanarak, ağız kenarlarını bü­ zer. Barbary ape de (Jnnus ecaudatus), aşın derecede böyle davra­ nır; ve bu maymunda alt göz kapak derisinin çok buruştuğunu gör­ düm. Aynı zamanda alt çene veya dilini kasılıyormuş gibi hızla oy­ natır ve dişleri açıktadır; fakat çıkartılan ses, bazen sessiz gülme diye adlandırdığımız durumdan çok uzak değildir. İki bakıcı da bu yavaş sesin hayvanın gülüşü olduğunu onayladılar ve bu konuda tereddüt gösterince (o zaman çok deneyimsizdim), aynı kafesteki nefret ettiği bir Entellus maymununa saldırmasını, daha doğrusu tehdit etmesini sağladılar. Innusun yüzündeki bütün ifade tarzı anında değişti; ağız daha geniş olarak açıldı, köpek dişi tamamen göründü ve köpek havlaması gibi bir ses çıktı. * Rengger (Sâugethıere von Paraguay, 1830 s. 46), bu maymunları ken­ di ülkeleri olan Paraguay’da yedi yıl kapalı tuttu.

163

Habeş maymunu (Cynocephalus anubis), bakıcısı tarafın­ dan tahrik edilerek kızgın bir hale sokulduktan sonra, kolay bir şekilde arkadaş oldu ve el sıkıştı. Anlaşma sağlandıktan sonra, hayvan memnun bir biçimde hızla çenesini ve dudaklarını hare­ ket ettirdi. Kalpten gülersek, çenemizde az veya çok benzer bir hareket veya titreme görülür; fakat insanın göğüs kaslan daha düzenli hareket ederken, Habeş maymunu ve diğerlerinde çene ve dudak kaslan kasıhyormuş gibi etkilenirler. Macacus ve CynopUhecus nigerin iki veya üç türünün, zevk aldıklarında veya okşandıklannda, kulaklarını geri çekerek hafif ve anlaşılmaz bir ses çıkarttıklarını daha önce söyleme olana­ ğım olmuştu. Cynopithecusda (Şekil 17), ağzın köşeleri aynı za­ manda geriye ve yukanya doğru büzülür ve dişler görünür. Böy­ lece bu ifade tarzı bir yabancı tarafından zevk ifadesi olarak al­ gılanmaz. Amerikalı primatalog William Mason, Darwin’in Şekil 17 ile ilgili olarak yanıldığım söylüyor, ‘çeşitli ko­ şullarda, maymunlar farklı ses ve yüz ifadeleri göster­ melerine rağmen, bu davranışların insan duygu ve ifade­ leriyle olan ilişkisi hafiftir. Bazı durumlarda, Niger macaquenin Şekil 17’de mutluluk ifade ettiğinin söylendiği gibi, form benzerlikleri yanıltıcı bile olabilir. Bu ifade tarzı bir çok macaque türünde vardır ve bu gün korku veya gerilim ifadesi olarak kabul edilmektedir. Benzer bir ifade tarzının daha güçlü bir biçimi şempanzeler için anlat ılabi lir.’ Alındaki uzun kılların tepesi yassılaşmış ve açıkça bütün kafa derisi geriye çekilmiş. Kaşlar biraz kalkmış ve gözler biraz kırışmış ama kırışma yüzdeki çapraz çizgiler nedeniyle çok açık değil. Acı veren duyu ve duygular. Maymunlarda ufak bir acı ifa­ desi veya üzüntü, sinirlilik, kıskançlık vs., basit bir kızgınlıktan ayırt edilemez; ve bu zihin durumları çok hızlı bir şekilde bir-

164

Şekil: 16 Cynopithecus niger, sakin durumda. Bay Wolf tarafından hayattan alınmıştır.

Şekil: 17 Aynı maymun, okşandığı zaman. (İlk basımda, şekil 17 klişe baskısıydı. Bu, klişe baskısının esas alındığı, daha önce basılmamış olan bir çizimdir.) 165

birlerine değişebilirler. Bazı türlerde ise üzüntü ağlama olarak ifade edilir. Bomeo’dan geldiğine inandığı maymununu (Macacus maurus veya Gray’ın inornatusu) Zooloji Topluluğu’na sa­ tan bir kadın sıkça ağladığını söyledi; Bay Bartlett ve Bay Sutton çok üzgün veya acınacak durumda iken bir çok kereler dam­ lalar yanaklarından süzülecek kadar çok ağladığını görmüşler. Fakat, bu durumla ilgili garip bir şey var; hayvanat bahçe­ sinde daha sonra tutulan ve aynı türden olduğuna inanılan iki örnek, çok üzgün olup yüksek sesle haykırırken, ben ve bakıcı çok dikkatle izlememize rağmen ağladıklarını hiç görmedik. Rengger, çok istediği bir nesneyi alması engellendiği veya çok korktuğu zaman Cebus azarenin gözlerinin taşmayacak kadar yaşlarla dolduğunu söylüyor.10 Humboldt da callithrix scureusun ‘korkuya tutulduğunda, gözünün hemen yaşlarla dolduğunu’ söylüyor; fakat bu tatlı küçük maymun, hayvanat bahçesinde yüksek sesle bağırıncaya kadar rahatsız edilmesine rağmen bu olmadı. Yine de Humboldt’un cümlesinin doğruluğundan en ufak bir şüphem bile yok.

Mason, maymunlarda ağlamanın ve surat asmanın yaygın olmadığını söylüyor. Hasta olan genç şempanze ve orangutanlann neşesiz görü­ nümü, çocuklarımızda olduğu gibi çok açık ve duygu doludur. Zihnin ve bedenin içinde bulunduğu durum, neşesiz hareketler­ le, sarkmış bir çehreyle, donuk gözlerle ve değişen tenle belli olur. Kızgınlık. Bu duygu bir çok maymun tarafından, ve Bay Martin’in söylediği gibi", çeşitli biçimlerde ifade edilir, ‘Bazı türler rahatsız olduklarında, dudaklarını çıkartırlar, sabit ve vah­ şi bir bakışla düşmanlanna bakarlar, sanki öne doğru atlayacak­ mış gibi hareketler yaparlar ve aynı zamanda içten ve gırtlaktan gelen sesler çıkartırlar. Aniden başlayan haşin hareketlerle ve aynı zamanda ağızlannı açarak, dişlerini gösterir gibi dillerini

166

yukarı kaldırarak ve vahşi bir meydan okuyuş gibi gözlerini düşmana cesaretle dikerek, bir çoğu kızgınlığını gösterir. Bazı­ ları, özellikle de uzun kuyruklu olanlar, veya guenolar yine diş­ lerini gösterirler, kötü sırıtmalarını, keskin, haşin ve tekrarlanan bir çığlıkla birleştirirler.’ Bay Sutton bazı türlerin kızdıkları za­ man dişlerini gösterdiklerini, diğerlerinin ise dudaklarını uzata­ rak sakladıklarını ve bazılarının da kulaklarını çektiklerini söy­ lüyor. Bahsi geçen Cynopithecus niger de böyle hareket ediyor ve aynı zamanda alnındaki kılların tepesini bastırıyor ve dişini gösteriyor; böylece kızgınlık hareketleri, memnuniyet hareketle­ rine çok benziyor; ve bu iki hareket ancak hayvanı çok iyi tanı­ yanlar tarafından ayırt edilebiliyor. Habeş maymunları, duygulannı ifade ve düşmanlarını teh­ dit ederken genellikle çok garip davranırlar, yani ağızlarını es­ nermiş gibi geniş bir biçimde açarlar. İki Habeş maymunu aynı bölüme ilk yerleştirildiklerinde, Bay Bartlett, birbirlerinin karşı­ sına oturduklarını ve sırayla ağızlarını açtıklarını görmüş; ve bu sonunda gerçek bir esnemeye dönüşmüş. Bay Bartlett her iki hayvanın da birbirlerine korkunç dişleri olduğunu göstermeye çalıştıklarına inanıyor ve bu şüphesiz doğru. * Bu esneme hare­ ketinin gerçek olduğuna çok inanmadığım için, Bay Bartlett bir Habeş maymununu rahatsız ederek, vahşi bir duruma getirdi; ve maymun aynen böyle davrandı. Macus ve Cercopithecusun12 ba­ zı türleri de aynı şekilde davranırlar. Habeş maymunları da kızgmlıklannı böyle gösterirler; Brehm tarafından Habeşistan’da canlı olarak tutulanlar değişik davranmışlar, yani,’ kızgın bir adamın yumruğuyla masaya vurması gibi, ‘bir elleri ile toprağa vunnuşlar’. Bu hareketi hayvanat bahçesindeki Habeş maymun­ larında gördüm; ama sanki saman yığını arasında bir taş veya diğer bir nesne aramaya benziyordu. * (‘Habeş maymunu tehdit etmek amacıyla ağzını bilinçli olarak açıyor., çünkü BayBartlett köpek dişleri olmayan maymunların böyle davranmadıkla­ rını söyledi; arkadaşlarına güçsüz olduklarını göstermek istemiyorlardı.’- Note by C. Darwin, 14 Kasım 1873.)

167

Parker, Habeş maymununun yere elinin tersiyle vurduğunu ve bunun diğer Eski Dünya maymunları için de geçerli olduğunu söylüyor. Bay Sutton, Macacus rhesusun çok kızınca yüzünün genel­ likle kırmızıya dönüştüğünü izliyor. Bunu bana söylediğinde başka bir maymun rhesusa saldırdı ve hiddetli bir adam gibi yü­ zünün kızardığını açıkça gördüm. Mücadeleden birkaç dakika sonra, maymunun yüzü doğal rengini aldı. Yüzü kızarırken, ge­ risindeki kırmızı olan açık bölge sanki daha da kızardı; ama bu konuda emin değilim. Mandril bir şekilde heyecanlanırsa, deri­ sinin çıplak bölümlerindeki parlak renklerin daha canlı renklere dönüştüğü söyleniyor. Habeş maymunlarının bazı türlerinde, alnın çatısı göze doğ­ ru çıkıntı yapmıştır ve bizim kaşlarımızın yerine geçen birkaç uzun kıl vardır. Bu hayvanlar devamlı etraflarına bakarlar ve yu­ karı bakmak için kaşlarını kaldırırlar. Bu nedenle, sık olarak kaş­ larını kaldırma alışkanlığı edinmişler gibi görünmektedir. Bu na­ sıl olursa olsun, bir çok maymun, özellikle Habeş maymunları, kızdıkları veya bir şekilde heyecanlandıkları zaman, kaşlarını ve ahularının kıllı derisini hızlı ve sürekli bir biçimde aşağı ve yuka­ rı oynatırlar. * Bu durumda, belirli zihin yaklaşımlarında insanın kaşlarını indirmesini ve kaldırmasını maymunların sürekli olan bu hareketleriyle karşılaştırırsak, bu onlara anlamsız bir ifade ve­ recektir. Bir zamanlar belli bir duyguya bağlı olmadan sürekli kaşlarını kaldıran bir adam görmüştüm ve bu ona aptalca bir gö­ rünüş veriyordu; şaşırmamış veya memnun kalmamış olmalarına rağmen, ağız köşesini, gülümseme başlangıcı gibi biraz içeri ve yukarı büzen insanlarda da bu böyledir.

Darvvin’in yanlışlıkla iki kavramı birleştirdiğine inanıyorum. Birincisi yüz tiki, kendiliğinden ve kişinin duygularından ve söylediklerinden bağımsız olarak olu­ * Brehm, (Thierleben s. 68) Innus ecudatus kızdığı zaman kaşlarının sık­ ça aşağı ve yukarı oynadığını söylüyor.

168

şan bir harekettir. En yaygın yüz tiki ise, göz çukuru ka­ sının gerginleşmesi, orbicularis oculi ve göz kırpma gibi bir hareket oluşturmasıdır. Bazen baskı altındaki insan­ larda sık görülen kaş kaldırma ve indirme ve bazı dudak hareketleri de tik olabilirler. Bazı psikoterapistler tikin psikojenik bir temeli olduğuna inanıyorlar, ama psikote­ rapi ile tiklerin iyileştirildiğine rastlamadım. Yüz hare­ ketinin ikinci farklı şekli ise, belli bir duygunun hisse­ dilmesini beklenmesi gibi, kısmi alışkanlık ifadesi gibi görünmektedir. Gülümseme veya kaş kaldırmak gibi ifa­ deler çok sık kullanılabilirler veya uzun zamanla hafif bir hareketle alışkanlık haline gelebilirler.

Şekil: 18 Canı sıkılmış ve üzülmüş bir şempanze Bay Wood gerçek hayattan çizdi 169

Bakıcısı başka bir maymunla ilgilendiği için, kıskanan bir genç orangutan, hafifçe dişlerini gösteriyor tish- shisht şeklinde huysuz bir ses çıkartıyor ve sırtını ona dönüyor. Biraz daha faz­ la kızan orangutan ve şempanzeler, dudaklannı iyice ileri çıkar­ tırlar ve kaba bir havlama sesi duyulur. Hiddetli olan genç bir dişi şempanze, aynı durumdaki bir çocuğun ilginç durumunu sergiler. Ağzını geniş bir biçimde açarak bağırır ve dudaklar çe­ kilerek dişler tamamen gösterilir. Ellerini çılgınca sallar ve ba­ zen başına vurur. Bazen sırt üstü, bazen yüzü koyun olarak yer­ de yuvarlanır ve yakınındaki her şeyi ısırır. Genç bir Habeş maymunu (Hylobates syndactylus) duygulu bir anında aynı şe­ kilde anlatılıyor.13 Genç orangutanların ve şempanzelerin dudakları, bazı du­ rumlarda mükemmel bir biçimde ileri çıkar. Böylece sadece biraz kızgın, küskün veya canı sıkılmış durumda değil, ama herhangi bir şeyden etkilenince- bir keresinde bir kaplumbağanın görüntü­ sünden14 ve memnun olunca da böyle davranırlar. Fakat, bana gö­ re her durumda, ne dışarı çıkış derecesi ne de ağzın şekli aynıdır; ve böylece çıkan sesler de farklı olur. Şeklimizde, önce ona veri­ len ve sonradan alınan bir orangutan nedeniyle küsmüş olan bir şempanze var. Dudakların benzer bir şekilde, daha az uzatılma veya sarkıtılması küskün bir çocukta izlenebilir.

Mason, dudakların sarkıtıldığı asık bir surat ‘... hem yetişkin hem de genç şempanzelerde sesli ifade için hazırlık olarak ortaya çıkabilir. Yetişkinlerde, asık surat ayrıntılı bir tehdit ifadesidir ve uzun sürecek bir sesli ifade içerir. Genç hayvanlarda, genellikle korku veya hayal kırıklığıyla ortaya çıkan bir ıstırap nedeniyle olu­ şacak olan kişneme ve çığlıkların başlangıcıdır’ diyor.

Birkaç yıl önce, hayvanat bahçesinde iki genç orangutanın arasına, bildiğim kadarıyla daha önce görmedikleri, bir ayna koymuştum. Önce görünümlerine sürekli bir şaşkınlıkla baktılar ve sık olarak bakış açılanın değiştirdiler. Daha birkaç gün önce 170

aynı odaya ilk yerleştirildiğinde birbirlerine yaptıkları gibi, yak­ laşarak, öpecek biçimde dudaklarını görüntülerine doğru uzattı­ lar. Sonra yüzlerini ekşittiler ve ayna önünde değişik tavırlar al­ dılar; yüzeye değerek sürttüler; ellerini, arkasında değişik uzak­ lıklara koydular; arkasına baktılar; sonunda korkmuş gibi gö­ ründüler, biraz irkildiler, küstüler ve bakmayı reddettiler.

Parker, Darwin’in orangutanın aynadaki aksine karşı oluşan tepkisi ile ilgili olarak anlattıklarının, çağ­ daş tanımlamalara uyduğunu belirtiyor, '... fakat Darwin bazı orangutan, şempanze ve gorillerin, görüntüye ken­ dilerine aitmiş gibi tepki göstermiş olduklarını ve may­ munların böyle davranmadığını söylemiyor.’

Dikkat gerektiren ve zor olan küçük bir hareketi yapmaya çalıştığımızda, örneğin, iğneye iplik geçirirken, genellikle du­ daklarımızı sıkıca kapatırız, bana göre bunu, herhalde nefes ala­ rak hareketlerimizi bozmamak için yapanz; aynı hareketi genç bir orangutanda da fark ettim. Zavallı küçük hayvan hastaydı ve pencere camındaki sinekleri parmaklarıyla öldürmeye çalışarak vakit geçiriyordu; bu zor bir işti ve sinekler uçuşurken, her de­ nemede sıkıca dudaklarını kapatıyordu ve biraz dışarıya çıkarı­ yordu. Orangutan ve şempanzelerin yüz ifadeleri ve özellikle hare­ ketleri bazı açılardan çok belirgin olmalarına rağmen, genel ola­ rak diğer maymunların ifadeleri kadar belirgin olduklarından şüpheliyim. Bu kısmen kulaklarının hareketsiz olmasına ve kıs­ men de kaşlarının çıplak olmasına bağlı olabilir ve böylece ha­ reketleri daha az belirgin olurlar. Kaşlarını kaldırdıkları zaman, alınlan bizim gibi çaprazlamasına kırışır. Temelde herhangi bir zihinsel durum altında kaş çatmadıkları için, insanlarla karşılaş­ tırılınca yüzleri ifadesizdir- yani, izleyebildiğim kadan ile ve bu konuya verdiğim önem oranında. İnsanın bütün ifadeleri arasın­ da en önemli olan kaş çatma, kaşların bir araya getirilip alçaltıldığı corrugator kaslarının geri çekilmesine bağlıdır, böylece

171

alında dikey izler oluşur. Orangutanın ve şempanzenin bu kasla­ ra sahip olduğu söylenmektedir, * ama bunu belirgin bir biçimde kullanmazlar. Ellerimle bir tür kafes yaptım ve içine çekici bazı meyvele­ ri genç bir orangutan ve şempanzenin gayret sarf ederek ulaşa­ bilecekleri bir biçimde yerleştirdim; fakat sıkıntıyla elde etme­ lerine rağmen, kaş çatmanın izini göremedim. Kızdıkları zaman da kaş çatmadılar. İki kere iki şempanzeyi, bizim kesinlikle kaş çatacağımız bir biçimde karanlık bir odadan ani bir şekilde par­ lak ışığa çıkarttım; gözlerini kırpıştırdılar ve sadece bir keresin­ de hafifçe kaşları çatıldı. Başka bir sefer, bir şempanzenin bur­ nunu samanla gıdıkladım, yüzünü buruştururken kaşları arasın­ da hafif dikey çizgiler belirdi. Bir orangutanın alnında hiç kaşın çatıldığını görmedim. Kızdığı zaman gorilin kıllarının tepesini dikleştirdiği, alt dudağını düşürdüğü, burun deliklerini genişlettiği ve vahşi çığ­ lıklar attığı söylenir. Savage ve Wyman,15 kafa derisinin rahatça öne ve arkaya oynayabildiğini ve hayvan çok heyecanlanınca büzüldüğünü söylüyorlar; fakat bana göre bu ikinci ifadeleri ile alçaltıldığını söylemek istiyorlar; çünkü bağıran genç bir şem­ panzeden şöyle bahsediyorlar: ‘kaşları sıkıca gerilmişti.’ Gori­ lin, Habeş maymununun ve diğer maymunların kafa derisinin oynamasındaki büyük güç, bazı insanlardaki alın derilerini is­ tem içi sürekli veya arada bir oynatmaları gücüyle olan ilişkisi açısından dikkat gerektiriyor.16 Şaşkınlık ve korku. İsteğim üzerine yaşayan bir tatlı su kap­ lumbağası maymunların kaldığı bölmeye konuldu; sınırsız şaş­ kınlık ve korku gösterdiler. Bunu, hareketsiz kalarak, açılmış gözlerle dikkatlice bakarak ve kaşlarını aşağı yukarı oynatarak yaptılar. Yüzleri sanki uzamış gibiydi. Bazen daha iyi görebil* Orangutanlarla ilgili olarak, Profesör Owen, Proc. Zool. Soc. ,1830 s. 28. şempanzelerle ilgili olarak, profesör Macalister, Annals and Mag. of Nat. Hist. , c. vii, 1871 s. 342, corrugator supercillimn, orbicıdaris palpebrarumdan ayrılamaz olduğunu söylüyor.

172

inek için arka ayakları üzerinde kalktılar. Sık olarak birkaç fit geri çekildiler, sonra başlarını omuzları üzerinden çevirerek, tekrar dikkatle baktılar. Daha önce bölmelerine koyduğum yıla­ na göre, kaplumbağadan daha az korkmalarını izlemek çok ilgi çekiciydi,17 çünkü birkaç dakika içinde bazı maymunlar yaklaşa­ rak, kaplumbağaya dokunmaya cesaret etti. Öte yandan bazı bü­ yük Habeş maymunları çok korktular ve çığlık atacaklarmış gibi sırıttılar. Küçük elbiseli bebeğimi Cynopithecus nigere gösterdi­ ğim zaman, hareketsiz kaldı, dikkatle açılmış gözlerle baktı ve kulaklarını biraz ileriye uzattı. Fakat bölmesine kaplumbağa ko­ nunca, bu maymun dudaklarını da garip, hızlı ve anlaşılmaz bir biçimde oynattı; bakıcıya göre bu hareke , kaplumbağanın gön­ lünü almak veya onu memnun etmek içiı yapılmıştı. Şaşırmış maymunlann kaşlarının sürekli kalkık olduklarını hiçbir zaman açıkça göremedim; ama aşağı yukarı oynuyorlardı. Şaşkınlığı takip eden dikkat, insan tarafından hafif bir kaş kaldı­ rışıyla ifade edilir; Dr. Duchanne’nin anlattığına göre, daha ön­ ce bahsi geçen yeni tür yiyecekleri bir maymuna verince, kaşla­ rını biraz kaldırmış ve dikkatli olma görünüşü almış. Sonra ye­ meği elleriyle tutmuş ve indirilmiş veya tek hat olmuş kaşlarla, kazımış, koklamış ve incelemiş- bir düşünme ifadesi böylece ortaya konmuş. Bazen biraz başını arkaya atıp, sonra aniden kalkan kaşlarla yemeği tekrar incelemiş ve tatmış. Maymunlar, şaşırdıklarında hiçbir zaman ağızlarını açık tutmuyorlar. Bay Sutton genç bir şempanze ve orangutanı be­ nim için uzun süre izledi; ve ne kadar hayrete düşseler de veya dikkatle yabancı bir sesi dinlerlerken, ağızlarını açık tutmuyor­ lar. Sonuç şaşırtıcı, çünkü insanlarda şaşkınlık altında ağzın açık kalması kadar genel olan başka bir ifade tarzı yok. Benim izle­ yebildiğim kadar, insanlara göre maymunlar burun deliklerin­ den daha rahat nefes alabiliyorlar; bu da şaşkınlık anında ağızla­ rını açmamalarının nedeni olabilir; gelecek bölümde göreceği­ miz gibi, insan irkilince, önce tam bir nefes almak ve sonra ses­ sizce nefes alabilmek için böyle davranıyor.

173

Bir çok maymun korkuyu tiz çığlıklarla ifade ederler; du­ daklar geri çekilir ve dişler gösterilir. Biraz kızgınlık hissedildi­ ğinde olduğu gibi kıllar dikilir. Bay Sutton, macacus rhesusun yüzünün korkudan solduğunu açıkça görmüş. Maymunlar kor­ kudan titrerler de; ve bazen dışkı çıkartırlar. Yakalandığında aşı­ rı korkudan bayılmak üzere olan bir tanesini gördüm. Bir çok hayvanın ifade tarzı için yeterli veri yok. Sir C. Bell ‘hayvanların yüzleri temel olarak kızgınlık ve korku ifade edebilecek yetenekte görünüyor’; ve yine bütün ifadeler ‘az ve­ ya çok açık bir biçimde irade hareketleri veya gerekli içgüdüler­ dir?’ dediği18 zaman aynı fikirde olmak olanaksız. Başka bir kö­ pek veya insana saldırmaya hazırlanan veya sahibine sürtünen köpeği, rahatsız edildiğinde maymunun yüz ifadesini veya may­ munun sahibi tarafından sevilmesini izleyen bir kişi, yapılarının hareketleri ve jestlerinin insanınkiler kadar açık olduğunu kabul etmeye zorlanacaktır. Alt seviyeli hayvanlardaki bazı ifadeler için açıklama getirilememesine rağmen, bir çoğu ilk bölümün başında verdiğim üç prensiple anlaşılabilir.

Amerikalı primatolog Suzanne Chevalier- Skolnikoff, Darwin’in bu bölümü yazdığı yüz yılda, insan olmayan pri­ matlarla ilgili araştırmayı değerlendiriyor. Şöyle diyor: ‘Dar­ vin’in temel hipotezi,- yani, insanların ve insan olmayan primatların yüz ifadeleri aynıdır- insanların yüz ifadeleri on­ ların insan olmayan atalarından evrimleşmiştir kuramını güçlü bir şekilde destekleyerek, çarpıcı bir biçimde onayla­ nıyor. ‘İnsan olmayan primatlardaki ifadelerle ilgili bilgileri değerlendiren Amerikalı primatalog William Redican, korku/şaşkınlık, kızgınlık, mutluluk ve hüzün için benzer ifade­ lere sahip olduğumuzu söylüyor. Özel ifadelerle ilgili olarak en duyarlı karşılaştırma, gülümseme ile ilgili olarak yapıl­ mış. Alman primatolog Signe Preuschoft, maymunların nasıl insanlar gibi ifade tarzlarına sahip olduklarını doküman hali­ ne getirmiş, fakat, Darwin gibi (Bkz. b. VII) gülümsemenin, gülen bir yüzün yok olmaya yüz tutmuş bir biçimi olduğunu kabul etmiyor ve onu farklı bir ifade olarak tanımlıyor.'32 174

BÖLÜM: VI

İNSANLARDA ÖZEL İFADELER ACI ÇEKMEK VE AĞLAMAK Çocukların bağırmaları ve ağlamaları - Yüz ifadelerinin şekilleri - Ağlamanın başladığı yaş - Ağlama üzerindeki alışkanlık kısıtlamalarının etkisi - Hıçkırmak - Haykır­ ma sürecinde, göz etrafındaki kasların büzülmesinin ne­ denleri - Gözyaşı akmasının nedenleri

Bu ve gelecek bölümlerde, gücümün yettiği kadar değişik zihin durumları altındaki insanın ifadeleri tanımlanacak ve açık­ lanacaktır. Gözlemlerim en uygun bulduğum sırada verilecektir; ve bu da zıt duyu ve duyguların birbirini takip etmelerine yol açacaktır. Beden ve zihnin acı çekmesi: ağlamak. Çığlıklar, inlemeler, bütün bedenin kıvranması ve dişlerin sıkılması biçiminde göste­ rilen aşın acının işaretlerini üçüncü bölümde yeteri kadar ayrın­ tılı olarak anlattım. Bu işaretleri genellikle aşın terleme, solgun­ luk, titreme, aşın halsizlik ve bayılma izler. Hiçbir acı çekme, aşın korku ve dehşetten daha etkili değildir, ama burada hep in­ celeyeceğimiz farklı bir duygu ortaya çıkar. Özellikle zihinsel

olan, uzayan acı, keyifsizliğe, üzüntüye, neşesizliğe ve ümitsiz­ liğe dönüşür ve bunların tümü gelecek bölümün konularıdır. Burada kendimi daha çok çocuklann ağlama ve sızlamalan ile sınırlandıracağım. Çocuklar ufak bir acıdan veya huzursuzluktan bile rahatsız olsalar, uzun ve şiddetli çığlıklar atarlar. Bağınrken gözleri sıkı­ ca kapalıdır, etrafındaki deri kırışmış ve kaşlar çatılmıştır. Dudaklann özel bir biçimde geri çekilmesiyle ağız geniş bir biçim­ de açılır ve kare biçimi alır: diş ve etler az çok görünürler. Ne­

175

fes neredeyse kasılmalarla alınmaktadır. Bağıran çocukları izle­ mek kolaydır; fakat gözlem için en iyi yol olan, anında çekilmiş fotoğraflar buldum ve bunlar, üzerinde yorum yapabilmek için yararlı olacaklar. Çoğu özellikle benim için yapılan 12 adet top­ ladım; hepsi de aynı genel özelliği sergiliyor. Bu nedenle altısı­ * (Baskı I) heliotip olarak çoğalttım. nı

Şekil 1, baskı I için Phillip Prodger şöyle yazıyor: “Ginx’in çocuğu” adlı popüler bir romandan alınmış ve basında yayınlanmış popüler bir fotoğrafın büyütülmüş bir şekli. Toplamda Rejlander (Expression'd&i bir çok fotoğrafı çeken bir fotoğrafçı) yaklaşık (300 000 bas­ kı)... satmış. “Ginx’in çocuğu”, Viktoryen İngiltere’de bu kadar geniş dağıtılan ilk “anlık” fotoğraflardan biri olarak kabul ediliyor. Rejlander, beden ve yüz kasları etkin bir güç içersindeyken, çocuğun görüntüsünü ya­ kalamak konusunda başarılı görünüyor. Bu o zamanın fotoğrafçılığı için çok olağan değil ve bir eleştirmenin, daha önceki duygunun sanatsal portrelerinin “ Merhum O. G. Rejlander’in mükemmel fotoğraflarıyla sonunda rüzgarla uçuştuğu” sözlerine yol açıyor ve özellikle de Dr. Darwin’in Expression'unda kullanılan fotoğrafları belirtiyor ve örnek olarak ”Ginx’in çocuğu” veriliyor. ”Ginx’in çocuğu” ile ilgili olarak fotoğraf kalitesini beğenenler, onun tam anlamıyla bir fotoğraf olmadığı­ nı öğrendiklerinde şaşıracaklardır. Orijinal bir fotoğraf­ tan yapılan bir çizim fotoğrafıdır... Fotoğrafı çizime uyarlayarak, Rejlander, Darwin’in ifade etmek istediği görüntü elemanlarının ortaya çıkartılması konusunda özgür olmuştur... Çizilen kopyada, Rejlander, orijinal fotoğrafta görünmeyen, yastıktı belirgin bir sandalye­ nin üzerindeki çocuğu tünemiş olarak göstermiştir. Sandalye çocuk için doğal olmayan bir biçimde küçük * Koleksiyonumun en iyi fotoğrafları BayRejlander, Victoria cad, Lond­ ra ve BayKindermann, Hamburg tarafından çekilenlerdir. 1, 2, 3 ve 6 no. lu şekiller birinci; 2 ve 5 nolular ikinci centilmene aittirler. 6 nolu şekil ileri yaşta bir çocuğun hafif ağlamasını göstermektedir.

176

görünmekte ve çocuğu gerçek görüntüsünden büyük göstermektedir. Böylece Darvvin’in izleyicileri tarafın­ dan kolayca fark edilebilecek bir evcil ortam çocuğa sağlanmıştır. Bu, görüntüyü makul bir biçime sokmuş ve orijinal fotoğrafta olmayan kişisel yakınlığı sağla­ mıştır. Rejlander, resmin çizilmiş olan uyarlamasına bir sandalye ekleyerek, Darwin okuyucuları için ikna edici olacak bir görüntü yalamıştır: Okuyucuların sempatiy­ le algılayıp, zihinsel olarak onaylayabileceği, günlük hayattan anlaşılabilir bir örnek gibi görünmektedir. Darwin kitabında,”Ginx’in çocuğu”’ndan bir fotoğraf olarak deyinmiştir, ama aslında çizilmiş ve değiştiril­ miş bir fotoğraf kopyası olduğunu söylememiştir. Rej­ lander’in bu fotoğrafı değiştirdiğini kesinlikle biliyor­ du, çünkü Expression'un basımından önce her iki ver­ siyonu da elindeydi...’03 Dalıa sonra açıklayacağım şekilde, 19,20 ve 21 nu­ maralı şekillerde de görüntünün doğruluğu ile ilgili ola­ rak, Darvvin özgür davranmıştır.

Göz kapaklarının sıkıca kapanması ve buna bağlı olarak göz küresi üzerindeki baskı,- ve bu çeşitli ifadelerde en önemli elemandır- gözün çok fazla kanla dolmasını engeller ve bu ayrıntılı olarak anlatılacaktır. Gözü sıkıca bastırmak için çeşitli kasların gerilme sırası için, Southampton’dan Dr. Langstaff’a, o zamandan beri tekrarladığım gözlemler nedeniyle şükran borçluyum. Bu sırayı izlemenin en iyi planı, kişinin önce kaş­ larını kaldırmasını sağlamaktır, bu da alında çapraz kırışmala­ ra neden olur; sonra aşamalı olarak göz etrafındaki kaslar ola­ bilecek en büyük güçle gerilmelidir. Yüz anatomisini bileme­ yen bir okuyucunun 63-64 arası sayfalara ve l’den 3’e kadar olan baskılara bakması gerekecektir. Kaş kasları (corrugotores supercilii) ilk gerilen kaslar olmalıdırlar; bu da kaşları aşağı ve içe, burnun altına doğru çeker ve dik çizgiler yaratarak kaşlar arasında oluşan kaş çatılmasını ortaya çıkartır; aynı zamanda da alındaki çapraz kırışıklıklar yok olur. 177

BASKI: I

178

Orbicular kaslar, corrugatorlarla aynı anda gerilirler ve göz etrafında kırışmalara neden olurlar; corrugatorların gerilmesi onlara destek verince de daha güçlü bir biçimde geriliyor gibi­ dirler. En son burnun piramit biçimindeki kasları gerilir ve bu kaşlarla alın derisini daha da aşağıya çekerek, burnun alt kıs­ mında çapraz buruşmalara neden olur. * Kısa olsun diye, bu kas­ lara genellikle orbiculars veya gözün etrafındaki kaslar denir. Bu kaslar güçlü bir biçimde gerilince, üst dudağa ** gidenler de aynı şekilde gerilerek üst dudağı yukarıya kaldırırlar. Bu en azından malarisin orbicularisle olan bağlantısından beklenebilir. Gözlerinin etrafındaki kasları aşamalı olarak geren bir kişi, gücü arttırdıkça üst dudağının ve burun kanatlarının (kısmen aynı kaslarla harekete ge­ çer) her zaman biraz kalktığını duyumsayacaktır. Eğer gözlerinin etrafındaki kasları gererken, ağzını sıkıca kapalı tutarsa ve sonra aniden dudaklarını bırakırsa, göz üzerindeki baskının anında arttığı­ nı hisseder. Yine bir kişi parlak ve açık bir günde uzak bir nesneye bakmak isterse, kısmen göz kapaklarını kısmaya zorlanacaktır ve üst dudak sanki kalkık gibi duracaktır. Alışkanlıkla gözlerini kısan, kısa görüşlü insanların dudakları bu ifade nedeniyle yıpranır.

Ağlarken hangi kasın üst dudağı kaldıracağı konu­ sunda Danvin’le aynı fikirdeyim, fakat bunun her sefe­ rinde orbicularis oculi kasının gerilmesine bağlı olduğu savında yanılıyor. Eğer sadece bu kas güçlü bir biçimde gerilirse, üst dudağı sadece hafif bir şekilde kaldıracak­ tır ama bu ağız-burun bölgesi bükülmesini derinleştir­ mez. Bahsettiği diğer kasların da hareketini gerektirir. * Henle (Handbuch d. Syst. Anat., 1858, c. i. s. 139), bu gerilmenin pryamidalis nasi ile ilgili olduğu konusunda Duchenne ile anlaşıyor. ** Bunlar, levator labii superioris alaeque nasi, levator labii proprius, malaris ve zygomaticus minör veya küçük zygomatikîir. Bu ikinci kas büyük zygomatiğe paralel olarak ve üzerinde hareket eder ve üst dudağın dış kısmına bağlıdır. Şekil 2 s. 64 te gösterilmiştir ama şekil 1 ve 3 de yoktur. Dr Duchenne, önce bu kasın ge­ rilmesinin önemini, ağlama görüntülerindeki şeklinde göstermiştir {Mecanisme de la Physionomie Humaine, Albüm, 1862, s. 39). Henle yukarıda anlatılan kasları (malaris hariç) quadratus labii superiorusun alt kasları olarak kabul ediyor.

Üst dudakların, yanakların üst bölümüne doğru, yukarıya kaldırılması, burun delikleri kanatlarının yanından, ağız köşele­ rine ve alta doğru her yanakta belirgin bir büzülme - ağız-burun bölgesi bükülmesi- yaratır. Bu bükülme veya izler bütün fotoğ­ raflarda görülebilir ve benzer bir bükülme gülme ve gülümseme sırasında da olmasına rağmen, ağlayan bir çocuğun tipik ifade * biçimidir. Bağırma sırasında üst dudak açıklandığı biçimde çok çekil­ diği için, ağzın köşelerindeki çekici kaslar (bkz. tahta baskılar K 1 ve 2 (s. 24)) güçlü bir biçimde gerilerek ağzı geniş bir biçim­ de açık tutarlar ve böylece ses bütün gücüyle çıkar. Daha önce (eleştiri, s. 179), orbicıdaris ocıdi kası­ nın yüzün alt kısmın görünümüne etkisi konusunda Darwin’le aynı fikirde olmadığımı söylemiştim. Bu kas ge­ rildiğinde, ağzın açılması için depressor anguli orisin gerilmesi gerektiği hususunda da aynı fikirde değilim.

♦ Dr Duchenne, ağlama esnasında değişik kasların gerilmesini ve böy­ lece yüzde oluşan izleri dikkatle incelemesine rağmen, burada eksik olan bir şeyler var; ama bunun ne olduğunu söyleyemeyeceğim. Uygun kaslara elekt­ rik verilerek yüzün yarısı gösterilmiş olan bir şekil sağlıyor (Şekil 19); öbür yarısı da aynı şekilde ağlama başlangıcında verilmiş. Yüzün gülümseyen ta­ rafını gösterdiğim hemen herkes (yani, 21 kişiden 19 adedi) anında ifadeyi fark etti; fakat diğer tarafla ilgili olarak, 21 adetten sadece 6 adedi algılaya­ bilirken- yani, ‘üzüntü’, ‘sefalet’, ‘sıkıntı’ gibi terimleri doğru olarak kabul edersek- 15 adedi komik bir şekilde yanıldılar; bazıları yüzün ‘eğlence’, ‘tat­ min*, ‘kurnazlık’, ‘iğrenme’ vs. ifade ettiğini söylediler. Bundan, ifade ile il­ gili yanlış bir şey olabileceğini çıkartabiliriz. Yine de 15 kişiden bazıları, yaşlı bir kişinin ağlamayacağını düşünerek ve yaş akmaması nedeniyle ya­ nıldılar. Ağlamaya başlayacak olan bir adamı göstermek için yüzün yarısının kaslarına elektrik verilmiş olan Dr. Duchenne ile ilgili başka bir şekilde (şekil 20), sefaletin ifadesi olan, kaş eğilmesi vardır ve ifade bir çok kişi tarafından fark edilmiştir. 23 kişiden 14 adedi doğru yanıt olarak ‘keder’, ‘ıstırap’, ‘üzün­ tü*, ‘ağlamak üzere*, ‘acıya dayanma’, vs. yi vermiştir. Öte yandan 9 kişi yanıl verememişler veya ‘kurnaz bakış’, ‘neşe’, ‘parlak ışığa bakış’, ‘uzak bir nes­ neye bakış’ vs. şeklinde tamamen yanlış yanıt vermişlerdir.

180

Şekil: 19 Şekil 19. (Ekman şöyle diyor: Darwin, Duchenne’nin bir çok fotoğrafını, kitabın 7. 8. ve bölümlerine ve Duchenne’nin fotoğraflarından yapılan klişe baskıları da 12. bölüme almış. Orijinal dip notta tartıştığı fotoğrafları niye almadığını bilmi­ yorum; belki maliyet neden olmuştur. Duchenne’nin, yüzün sağ tarafında harekete geçirdiği kas olan zygomatic minorm ağlamanın başında gerildiği ama harekete geçen lek kas olma­ dığına dair sözlerinin doğru olduğunu, araştırmalarım ortaya çıkartıyor. Darvvin tarafından yüzün bir tarafı izleyicilere gös­ terildiği zaman, ifadenin neden anlaşılmaz olduğu böylece açıklanabilir.) Bu ters kasların aşağı ve yukarı olan hareketi, fotoğraflar­ dan da görüleceği gibi, ağza köşeli, kare gibi bir ifade verir. Beslenirken ağlayan bir bebeği tarif eden İyi bir gözlemci1 şöyle der: ‘ağzını kare yapar ve lapayı dört köşeden püskürtür. 181

Şekil: 20 Şekil 20. (Ekman şöyle diyor: burada Duchenne,//w7ta//\ kasının iç kısmının, kaşın iç köşesini yukarıda tutarak ve alnın ortasında çizgiler yaratarak gerilmesini de eklemiş. Bu Dar­ vvin’in de bulduğu gibi, hüzün veya ıstırabın çok açık bir işa­ retidir.)

İlerde bu konuya döneceğiz ama, ağzın köşelerindeki aşağı çe­ ken kasların, bitiştiren kaslara göre daha az istem içi oldukları­ na inanıyorum; böylece eğer genç bir çocuk sadece ağlama eği­ limi gösterirse, ilk bu kas gerilecektir ve en son gerilmeyi de bu bırakacaktır. Daha ileri yaştaki çocuklar ağlamaya başlayınca, üst dudağı kaldıran kaslar, genellikle ilk olarak kasılırlar; bu belki de daha ileri yaştaki çocukların çok yüksek sesle bağırma ve bunun sonucu olarak ağzı geniş olarak açma eğiliminde olmamalarındandır; böylece yukarıda adı geçen, aşağıda tutan kaslar güçlü olarak harekete geçmezler. 182

Kanıtımız/34 dudak köşelerini alta çeken kası, bir çok kişinin istem içi olarak geremeyeceği ile ilgili olan, Danvin’in önsezisini destekliyor. Ama göz­ lemlerime göre, ağlamayı takip eden sadece bu kas değil, ama üst dudağı hafifçe kaldıran çenedeki mentalis kasının hafif bir gerilmesidir. Sekiz yaşında ve biraz daha sonra, çocuklarımdan birisinde, bağırmanın ilk işaretini, yavaş bir biçimde geliştiğinde, kaşların ctfr/ugato/lannm gerilmesine bağlı olarak, genellikle küçük bir kaş çatılması şeklinde izledim; çıplak başın ve yüzün kılcal da­ marları aynı anda kanla kızarır. Haykırma başlar başlamaz, gö­ zün etrafındaki kaslar güçlü bir biçimde gerilirler ve ağız yuka­ rıda anlatıldığı şekilde açılır; böylece ilk baştaki görünüm geliş­ miş olan aşamadakinin aynısıdır. Dr. Piderit,2 ağlamanın açık bir göstergesi olan, burnu aşağı çeken ve burun deliklerini daraltan kasların gerilmelerine çok önem vermiştir. Depressors anguli oris, gördüğümüz gibi, genel­ likle aynı zamanda gerilir ve Dr. Duchenne’ye göre, burun üze­ rinde etkili olacak biçimde, dolaylı olarak aynı şekilde hareket eder. Çocuklar soğuk aldıklarında, bana Dr. Langstaff tarafından söylendiğine göre, kısmen sürekli burun çekmeye ve bunun so­ nucunda iki tarafta oluşan basınca bağlı olarak burun üzerinde bir küçülme seçilebilir. Soğuk algınlığı geçiren veya ağlayan çocuk­ larının burun deliklerinin küçülmesi, sümük ve yaşların geri ak­ masının kontrolü ve bu akıntıların üst dudağa yayılmasının en­ gellenmesi amacıyla oluşuyor gibi görünmektedir. Uzun ve şiddetli bir hıçkırma nöbetinden sonra, sert solu­ num çabalan nedeniyle, kanın baştan geri dönmesinin engellen­ mesi sonucunda kafa derisi, yüz ve gözler kızarır; fakat uyanlmış gözlerin kızarıklığı temelde çok gözyaşı akıtılmasına bağlı­ dır. Yüzün güçlü bir biçimde gerilmiş olan çeşitli kaslan hala biraz seğirmektedir ve ağzın köşeleri biraz büzülmüş bir şekil­ de, üst dudak hafifçe yukarı çekilir veya tersine döner.3 Diğer

183

gelişkin insanlarda izlediğim ve duyumsadığım gibi, duygusal bir hikayenin okunmasında olduğu gibi eğer yaşlar güçlükle en­ gelleniyorsa, küçük çocuklarda haykırma nöbeti sırasında dev­ reye giren bazı kasların hafif seğirmesini veya titremesini engel­ lemek olanaksızdır. Hemşireler ve doktorların da bildiği gibi, gençler küçükken gözyaşı dökmez veya ağlamazlar. * Bu durum tamamen henüz gözyaşı üretemeyen gözyaşı bezleri ile ilgili değildir. Çocukla­ rımdan birisinin açık gözüne yanlışlıkla ceketimin kolunun ucu deydiğinde, bu durumu ilk kez fark ettim. 77 günlüktü, bir gözü yaşlandı ve şiddetli bir biçimde haykırmasına rağmen, diğer gözü kuru kaldı veya gözü biraz yaşla kızardı. On gün önce, haykırma krizi esnasmda benzeri hafif bir yaşlanma oluştu. 122 günlük bu çocuk kötü bir biçimde haykırırken, yaşlar göz kapağı üzerinden akmadı ve yanaklardan dökülmedi. Bu ilk kez 17 gün sonra, 139 günlükken oldu. Birkaç başka çocuğu da izledim ve rahatça ağla­ ma zamanları çok değişkendi. Bir keresinde çocuk 20, diğerinde 62 günlükken gözler hafifçe sulandı. Diğer iki çocuk 84 ve 110 günlüklerken gözyaşları yanaklarından akmadı; fakat üçüncü bir çocukta yaşlar 104 günlükken aktı. Bir seferinde, 42 gün gibi er­ ken bir yaşta, yaşların aktığından eminim. ** Gözyaşı bezlerinin rahatça hareketi için, çeşitli kalıtımsal bilinçli hareketlerin uyar­ dığı içgüdüsel hareketler ve uyumların sabitlenip mükemmelleşmeden önce çalışılmasının gerektiği gibi, bunun da biraz çalış­ ması gerekiyor gibi görünüyor. İnsanın Homo (insan familyası)

cinsi ortak atasından ve ağlamayan antromorf (insan şeklindeki) maymunlardan dallanarak ayrıldığı zamandan beri elde edilmiş olan ağlama alışkanlığı için de, bu az çok böyledir. * (Maffei ve Rösch’e göre, Untersuchungen über den Cretinismus, Erlangen, 1844, c. ii, s. 110, ve F. W. Hagen’in aktarmasına göre,Psychologische Untersuchungen, Brunswick, 1847, s. 16, kretenler hiç gözyaşı dökmüyor­ lar, fakat normal olarak gözyaşı dökülecek olan durumlarda sadece uluyarak bağırıyorlar.) ** (Bir eleştirmen (Lancet, 14 Aralık, 1872, s. 852), bir aylık yaşın altın­ daki bir çocuğun yanaklarından yaş aktığını gördüğünü söylüyor.

184

Çocuklardaki yüz ifadelerinin çalışılması üzerine uzmanlaşmış olan Amerikalı psikolog Harriet Oster, Danvin’in, ilk iki üç ayda çocukların gözyaşı dökmedik­ lerine ait gözlemlerini doğruluyor.

Acı veya zihinsel bir duygu nedeniyle erken yaşta gözyaşı dökülmüyor olması dikkate değer, çünkü hayatın ileri aşamala­ rında ağlamaktan daha genel veya göze çarpan başka bir ifade yok. Alışkanlık çocuk tarafından bir kere elde edildi mi, korku ve kızgınlık gibi diğer duygularla beraber de oluşsalar, açık bir şe­ kilde bedensel ve zihinsel bütün acı çekme biçimlerini ifade edi­ yor. Yine de ağlamanın yapısı çok erken bir yaşta değişiyor, ço­ cuklarımdan fark ettiğim gibi- duygulu bir ağlama, üzüntüden farklı oluyor. Bir hanımefendi, çocuğunun dokuz yaşında duygu­ lu bir biçimde yüksek sesle haykırdığını ama gözyaşı dökmediği­ ni anlattı; ancak sandalyesi masaya geri çevrilerek cezalandırıldı­ ğında gözünden yaşlar dökülmüş. Üzüntü hariç bir çok durumda

da ileri yaşlarda hemen göreceğimiz gibi, farklılığı, ağlamanın engellenmesine ve bu engellemenin etkisinin ilk denendiği yaş­ lardan daha erken bir çağa aktarılmasına bağlayabiliriz. Özellikle erkek yetişkinlerde, bedensel acı nedeniyle veya onu ifade etmek amacıyla ağlama sonunda kesilir. Bu, hem bar­ bar, hem de çağdaş toplumlarda, acıyı belirgin bir işaretle sergi­ lemenin belki erkekler tarafından zayıflık veya insana yakışmaz olarak nitelendirilmesi nedeniyledir. Vahşilerin basit sebeplerle çok fazla ağlamalarının farklılığı ile birlikte, Sir J. Lubbock,4 bir çok örnek toplamıştır. Yeni Zelandah bir kabile reisi ‘denizciler pelerinine un dö­ kerek kirlettikleri için, çocuk gibi ağlıyordu’. Terra del Fuegolu erkek kardeşini yeni kaybetmiş bir yerlinin, isterik bir şekilde ağlarken, aynı zamanda hoşuna giden bir şeye de gülebildiğini izledim. Avrupa’nın uygar ülkeleri arasında ağlama sıklığı açı­ sından farklılıklar vardır. İngilizler aşın üzüntü baskısı dışında

çok ağlamazlar, öte yandan kıtanın başka bölümlerinde, erkek­ ler çok çabuk ve rahat bir biçimde ağlarlar. 185

Deliler tüm duygularını açık bir biçimde rahatça veya az bir kısıtlama ile sergilerler; ve erkeklerde bile nedensiz olarak veya hafif bir nedenle ağlamak için, basit bir melankolinin ne kadar et­ kili olduğunu Dr. J. Crichton Browne tarafından öğrendim. Ger­ çek bir üzüntü oluştuğunda da aşırı ağlıyorlar. Bazı hastaların ağ­ lama süreleri ve ağlama miktarları hayret verici. Melankolik bir kız, bütün gün boyunca ağladı ve sonra Dr Brovvne’ye bir zaman­ lar uzamaları için kaşlarını kestiğini hatırlayarak ağladığını açık­ ladı. Hastanedeki bir çok hasta, kendilerini öne ve arkaya sallaya­ rak uzunca bir süre oturuyorlar, ‘ve sanki kendilerine bir şey söy­ lenmiş gibi, hareketlerini kesiyorlar, gözlerini büzerek kaldırıyor­ lar, ağız köşelerini bastırarak, ağlamaya başlıyorlar.’ Bu durum­ larda, bazıları için konuşmak veya kibarca selamlamak, herhangi hüzünlü bir fikirden bağımsız olarak keder veya kapris anlamına geliyor. Akut manya hastaları da benzer şekilde anlamsız sözler arasında ağlama ve hıçkırma nöbetleri geçiriyorlar. Fakat, kısıtla­ ma olmaması nedeniyle delilerin bol gözyaşı akıtmasına çok önem vermemeliyiz; çünkü kısmi felç, hafıza kaybı ve bunaklık gibi bazı hastalıklarda ağlamaya neden olacak eğilimler ortaya çıkmaktadır. Belirli bir delilik seviyesine ulaşılmış ve konuşma yeteneği kaybolmuş olsa bile, ağlama deliler arasında yaygındır. Geri zekalı doğanlar da aynı şekilde ağlarlar;5 fakat bunun kretinlerde böyle olmadığı söylenmektedir (bkz. dip not s. 192). Aşın korku dışında bedensel olarak veya zihinsel hastalık sonucunda, herhangi bir acıyı çeken çocuklarda gördüğümüz şe­ kilde, ağlamak esas ve doğal bir ifade biçimi gibi görünmekte­ dir. Fakat gerçekler ve genel deneyime göre, belli zihin durumlanna bağlı olarak, ağlamayı engellemek için sık harcanan çaba­ lar, alışkanlığın kontrolünde çok etkilidir. Öte yandan, ağlama gücü alışkanlıkla artırılabilir gibi görünüyor; böylece uzun bir süre Yeni Zelanda’da yaşayan R. Taylor,6 kadınların istem içi olarak çok fazla ağlayabildiklerini söylüyor; ölünün arkasından matem tutmak amacıyla kadınlar bir araya gelirler ve ‘en etkin biçimde’ ağlayabildikleri için gurur duyarlar.

186

Gözyaşı bezlerini durdurmak için yapılan tek bir gayret çok etkili olmaz ve tam tersi bir sonuç yaratabilir. Eski ve deneyimli bir doktor, danışmaya gelen ve bazen oluşan acı hıçkınklanndan kaçınmak isteyen hanımlara, bunu kontrol edebilmelerini amacıyla, bol ve uzun bir ağlamadan başka hiçbir şeyin onlan rahatlatamayacağını söyleyerek, böyle yapmamalan için ısrar ettiğini anlattı. Çocukların hıçkırıkları, uzun nefes vermeler ve kısa hızlı, adeta katılma halindeki, nefes almalardan oluşur ve bunu daha ileri bir yaşta iç çekmeler takip eder. Gratiolet’e7 göre, nefes borusu tam olarak iç çelme sırasında etkilen­ mektedir. ‘Nefes almanın, nefes bon sunun ağzının direnci­ ni kırdığı ve havanın göğse dolduğu an’ ses duyulur. Ama bütün nefes alma işlemi, aynı biçimde, sert ve kasılmalıdır. Genellikle aynı zamanda omuzlar yükseltilir ve böylece ne­ fes alma kolaylaştırılır. Çocuklarımdan birisi 77 günlükken, nefes alışları o kadar hızlı ve güçlüydü ki, iç çekme şekline dönüşmüşlerdi ve bunu kötü bir ağlama krizi izledi. Solu­ num hareketleri kısmen istem içi, kısmen istem dışıdır ve iç çekmenin en azından, kısmen küçük yaşlardan sonra çocu­ ğun çığlıklarını kesmek için ses organları üzerinde bir kont­ rol gücüne sahip olmasına, fakat solunum kaslarını fazla kontrol edememesine ve bunların şiddetli bir hareketten sonra bir süre kasılmalarla veya istem dışı hareket etmeleri­ ne bağlı olduğunu anladım. İç çekmek insan türüne özel gi­

bi görünüyor; çünkü hayvanat bahçesi bakıcıları, kovalanıp yakalandıklarında yüksek çığlıklar atmalarına ve nefes ne­ fese kalmalarına rağmen, hiçbir cins maymunun iç çekme­ diğini söylediler. Böylece iç çekme ve rahat ağlama arasın­ da yakın bir benzerlik görüyoruz; çünkü çocuklarda iç çek­ me erken yaşlarda başlamıyor, sonra aniden geliyor ve yaş ilerleyip alışkanlık kontrol edilinceye kadar da bunu kötü bir ağlama krizi takip ediyor.

187

Mason bir şey gördüğünü söyledi *... genç şempan­ zelerde, aşın derecede korku ve huysuzluk nöbeti esna­ sında oluşan ve iç çekmeyi anımsatan bir şey. Darwin’in dediği gibi davranış kesinlikle istem dışı ve kasılma ha­ linde.’

Haykırma sürecinde, göz etrafındaki kasların büzülmesi­ nin nedenleri üzerine. Bebekler ve genç çocukların haykırır­ larken, göz etrafındaki kaslann gerilmesiyle kesinlikle gözleri­ ni kapadıklarını ve etraftaki derinin kırıştığını gördük. Büyük çocuklarda, hatta yetişkinlerde kötü ve kesilmeyen bir ağlama oluştuğunda, aynı kasların gerilmesi yönünde bir eğilim gözle­ nebilir; ama bu genellikle görüşe etkili olmaması için kontrol edilir. Sir C. Bell, bu hareketi şöyle açıklıyor:8 ‘İsterse candan bir kahkaha, ağlama, öksürme, hapşırma olsun, her şiddetli nefes verişte, göz orbicularis lifleri tarafından sıkıca bastınlır; ve bu, o zaman damarlardaki kana gönderilen ters yöndeki bir uyanya karşı, iç gözün damar sistemini desteklemek veya korumak için alınan bir önlemdir. Göğsümüzü kasarak havayı bırakırsak, kan boyun ve kafa damarlanna geri döner; ve daha güçlü bir nefes­ te, kan sadece damarlara yayılmaz, ama aynı zamanda en ufak dallara bile geri teper. Bu anda göz iyice kapalı değilse ve şoka direnç varsa, duyarlı göz içi yapısına onarılamayacak hasarlar verilebilir. Aynca şöyle diyor: ‘eğer çocuğun gözünü incelemek için, ağlayıp şiddetli bir biçimde mücadele ederken, göz kapak­ larını ayınrsak, gözün damar sistemi desteğini ve onun hemen oluşacak bir kan hücumundan korunmasını ortadan kaldırarak, kapak zarının aniden kanla dolmasına ve göz kapağının ters dönmesine neden oluruz.’ Sir C. Bell’in söylediği ve benim de genellikle gözlediğim gibi, haykınna, yüksek sesle gülme, öksürme ve hapşırma esna­ sında sadece göz etrafındaki kaslar güçlü bir biçimde gerilmi­ yor, fakat benzer diğer hareketlerde de böyle oluyor. Hızla bur­

188

nundan hava üfleyen bir insan bu damarı kasar. İki çocuğumdan birine olabildiğince yüksek sesle bağırmasını söyledim ve baş­ lar başlamaz, orbicular kaslan gerildi; bunu hep izledim ve ona neden her seferinde gözlerini sıkıca kapadığını sorduğumda, bu­ nun farkında olmadığını anladım: içgüdüsel veya bilinçsiz ola­ rak hareket ediyordu. * Bu kaslann gerilmesi için havanın göğüsten dışan çıkartıl­ ması gerekli değildir; göğüs ve karın kaslannın büyük bir güçle kasılması yeterlidir ve nefes borusunun kapalı olmasıyla hava dışan çıkmaz. Şiddetli kusma veya öğürmede diyafram göğüs tarafından havayla dolarak aşağı iner, 'aynı zamanda kendi lifle­ rinin de kasılmasıyla’9, nefes borusunun ağzı kapatılarak bu du­ rumda tutulur. Kann kaslan şimdi kann üzerinde güçlü bir şe­ kilde gerilir, uygun kasların da aynı şekilde kasılmasıyla içerde­ ki maddeler atılır. Her kusma hareketinde ‘beyne kan hücum ederek, yüz kırmızı ve şişmiş bir hal alır, yüzün ve şakağın bü­ yük damarlan açıkça şişerler.’ Gözlemlerimden bildiğim şekilde aynı zamanda, göz etrafındaki kaslar da şiddetle gerilirler. Kann kaslan alışılmadık bir güçle aşağı doğru hareket ettikleri ve ba­ ğırsak kanalının içinde bulunanları attıkları zaman da aynısı olur. Akciğerlerdeki hava dışarıya çıkartılıp veya sıkıştırılarak göğüs kaslan devreye girmezse, beden kaslarının büyük bir güçle kullanımı göz etrafındaki kaslan harekete geçirmez. Çocuklanm beden çalışmalan yaparken, elleri ile bedenlerini hava­ da tutmalannı, ağır bedenlerini yerden kaldırmalannı ve harca­ dıktan büyük gücü izledim ama göz etrafındaki kaslarda bir ge­ rilme yoktu. * Chaucer, horoz ötüşünü tarif ederken şöyle yazıyor: ‘Bu horoz ayakları üzerinde dikiliyor, Boynunu uzatarak, gözlerini kapatıyor, Ve rahipler için dövüş yerine gidiyor? Nonnes Rahipleri hikayesi. Sir W. Gull, yazarın ilgisini bu parçaya yönlendirmiştir.

189

Gelen birkaç satırda, Danvin, gelecek bölümde ge­ liştireceği, üzüntü veya hüzün belirtisi olarak ortaya çı­ kan kaş hareketlerinin açıklanması için, Orbicıılaris ocıdinin gözü korumaktaki rolünün can alıcı olduğunu belirtiyor. Bu nedenle, Bell’in doğruluğu konusunda bi­ raz derine inilmiş. Bundan sonra göreceğimiz gibi, şiddetli nefes verme esna­ sında gözlerin korunması için bu kasların gerilmesinin birkaç önemli ifademizdeki dolaylı temel unsur olması nedeniyle, Sir. C. Bell’in bakış açısının ne kadar geçerli olabileceğine emin ola­ bilmek için sabırsızlanıyorum. Avrupa’da görme ve göz yapısı üzerine iyi tanınan bir otorite olan Utrech’ten Profesör Don* ders, nazik bir şekilde modern bilimin bir çok olağanüstü yön­ temleriyle bana yardım etti ve sonuçlan yayınladı.10 Şiddetli ne­ fes verme esnasında, gözün dış, iç ve arka damarlarının iki yönlü olarak etkilendiklerini gösterdi, yani, atar damarlardaki kan ba­ sıncının artması ve engellenen damarlara kanın geri dönmesi. Böylece, şiddetli nefes verme esnasında, atar damarlar ve göz damarlarının az çok şişmeleri kesinleşmiş oluyor. Ayrıntılı bilgiler Profesör Donders’in değerli raporundan öğre­ nilebilir. Başta bulunan bu damarların etkilerini, öksürerek nefessiz kalan bir insanın moraran yüzünde ve göze çarpmasında görüyoruz. Aynı otoriteye dayanarak, her şiddetli nefes verişte gözün biraz ileri çıktığını söyleyebilirim. Bu arka damarların şişmesi nedeniyledir ve gözle beynin yakın ilişkisinden bu beklenebilir, çünkü kafatası kal­ dırılınca ve bebeklerin yumuşak olan kafa yapılarından, beynin so­ lunumla kalkıp indiği gözlenmiştir. Bence, bu nedenle boğazlanan bir adamın gözleri yuvalarından fırlıyor gibi görünür. ** * Beni Profesör Donders’le tanıştırdığı ve bu büyük fizyoloji uzmanını bahsi geçen konudaki araştırmada yardımcı olmaya ikna ettiği için Bay Bowman’a müteşekkirim. Ayrıca Bay Bowman’a nazik bir biçimde bir çok konuda beni bilgilendirdiği için de müteşekkirim. *♦ (Filedelfiya’dan Dr. Keen tarihsiz bir mektubunda, Med. And Surg. History of the War of the Rebellion (Surgical Part), c. i, s. 206-7 içinde yer olan bu konu ile ilgili bir çalışmasına dikkat çekiyor. Bir tabanca kurşunuyla

190

Şiddetli nefes verme esnasındaki çabaların göz üzerindeki etkilerinden korunma ile ilgili olarak, Profesör Donders, çeşitli gözlemleri sonunda bu harekelin kesinlikle damarlann şişmesini azalttığına veya tamamen yok ettiğine karar veriyor. * Bu du­ rumlarda, sanki göz bebeğini daha iyi koruyacak ve destekleye­ cek gibi, elin istem dışı olarak göz bebekleri üzerine konulduğu­ nu sıkça görebiliriz diye ekliyor. Yine de şu anda, şiddetli nefes venne esnasında gözün destek ihtiyacı nedeniyle zarar gördüğüne dair çok fazla kanıt yok; fakat birkaç tane var. ‘Aşrı öksürme veya kusmada ve özellikle öksürme­ de oluşan güçlü nefes verme gayretleri, bazen gözün dış kılcal da­ marlarında çatlamalara neden olabilir.,n Dr. Gunning, şiddetli öksü­ rük sonucunda, iç damarlara bağlı olarak göz fırlaması tespit etmiş ve ona göre bu iç damarların şişmesi sonunda oluşmuş; ve başka benzer bir durumu da kaydetmiş. Fakat, sadece bir rahatsızlık duy­ gusu bile, etraftaki kasların gerilerek gözün korunması için bir bir­ leşik alışkanlık yaratacaktır. İnsanın yüzüne çok yaklaşan bir nesne

yüzünden gözünü kırpması olayında olduğu gibi, sadece bir yara­ lanma beklentisi veya olasılığı bile yeterli olacaktır. Böylece Sir C. Bellin gözlemlerinden ve daha çok da Profesör Donders’in dikkatli araştırmalarından, çocuğun haykırması esnasında, göz kapaklarının kapanmasının anlamı ve gerçek bir yararı olduğuna emin olabiliriz. kafatasının bir kısmını kaybeden bir hasta, kafa derisinin 1 inç içeriye girdiği bir çukur ile iyileşiyor. Normal solunum çukuru etkilemiyor, ama en ufak bir öksürmede, küçük bir koni çıkıntı yapıyor ve ciudi bir öksürme olursa, çukur yüzün üzerinde yükselerek tümsekli bir durum alıyor.) * Profesör Donders şöyle diyor (ibid, s. 28): ‘Ameliyat sonrası göz zarar görmüşse veya bazı iç iltihaplanma durumlarında, kapalı gözlerin düzenli deste­ ği çok önemlidir ve bunu bir çok durumda bant kullanarak arttırırız. Her iki du­ rumda da, zararı bilinen nefes verme baskısını azaltmaya çalışırız. ‘Bay Bowman, çocuklarda uzun süreli göz iltihabı ile birlikte oluşan aşırı foto fobide (çn. ışıktan rahatsız olma), günler ve aylar boyu ışık acı verdiği için, göz kapakları sıkıca kapatılarak bundan kaçınıldığı durumlarda, göz kapakları açıldığında gö­ zün soluk görünümü ile hayrete düştüğünü anlatıyor- normal olmayan bir soluk­ luk değil ama genellikle iltihaplı bir yüzeyde beklenecek olan kırmızılığın ol­ maması; ve bu solukluk gözün sıkıca kapalı olmasına bağlı oluyor.

191

Sonra gelen bazı yazarlar,03 Darwin’in yüz ifade­ leri ile ilgili olarak, orbicularis oculinin gerilmesinin göz damarlarının şişmesini engellediği ifadesini şüp­ heyle karşılıyorlarsa da, çağdaş araştırmalar Danvin’i desteklemektedir. Amerikalı optalmolojist (Ç.N.: göz uzmanı) David Heiden, Darwin’in söyledikleri ile ilgili olarak bana şöyle yazdı: ‘... anlamlı görünüyor ve güç­ lü öksürmeler, kusmalar sonunda, bazen hastalarda önemsiz göz içi kanamalarına rastlarız.’ AvustralyalI göz araştırmacısı R. Andrew Cuthbertson şöyle diyor: ‘Beirin, orbicularis oculinin, valsalva hareketi gibi, aşın güç harcandığı zaman gerilmesi üzerindeki açıkla­ maları yeterli görünüyor.’ (Valsalva hareketi nefes bo­ rusu tıkandığı zaman, ciğerlerden hava çıkartmak için verilen çabadır.) Göz içi etrafındaki ani basınç artışıy­ la, gözün içersindeki kan damarlarının yüksek basınç değişimlerinden oldukça korunması, yeterince ilginçtir. Gözün dışında ve göz kapağı zarı altında bulunan da­ marlar veya göz çukurunda olanlar daha duyarlıdırlar ve şiddetli öksürme, kusma iş görme vs. halinde şişebi­ lirler. ‘(Holandah) Francisco Cornlius Donders (18181889), Avrupanın en ünlü optalmolojistlerinden biriy­ di... En kalıcı katkıları, kırılma optiği bilimi üzerine ol­ muştur.’

Göz kaslarının gerilmesinin, üst dudağın kalkmasına ne­ den olduğunu ve bunun sonucu olarak, eğer ağız geniş bir bi­ çimde açıksa, aşağı çeken kaslarla köşeleri aşağı çektiğini gör­ müştük. Yanaklardaki burun -ağız bölgesi bükülmesi, üst du­ dağın çekilmesini takip ediyordu. Böylece ağlama esnasında oluşan bütün temel yüz ifade ve hareketleri, göz etrafındaki kasların gerilmesiyle oluşmaktadır. Ayrıca gözyaşı akmasının da, aynı kasların gerilmesine bağlı olduğunu veya en azından bir ilişkisi bulunduğunu da bulacağız.

192

Verilen örneklerde, özellikle öksürme ve hapşırmada, göz kaslarının gerilmesi ayrıca gözü aşın titreme veya sarsıntıdan da koruyabilir. Böyle düşünüyorum, çünkü, sert kemikleri kemiren kedi ve köpekler, hep gözlerini kaparlar ve bunu bazen hapşırır­ ken de yaparlar, ama köpekler bunu güçlü bir şekilde bağırırken yapmazlar. Bay Sutton benim için genç bir orangutan ve şem­ panzeyi dikkatlice inceledi ve her ikisinin de öksürür veya hap­ şırırken gözlerini kapattıklarını, ama şiddetli bir şekilde haykı­ rırken bunu yapmadıklarını gözledi. Amerikan gurubundan, Cebusa bir tutam enfiye koklattım ve hapşınrken gözlerini kapattı; ama sonra yüksek sesle ağlarken bunu yapmadı. Gözyaşı akmasının nedenleri * Etkilenen bir zihin nedeniy­ le, gözyaşlarının akması herhangi bir kuramda ele alınırken, göz önünde bulundurulması gereken önemli bir nokta şudur: kan da­ marlarına kompres yaparak gözleri korumak amacıyla, göz etra­ fındaki kaslar ne zaman güçlü bir biçimde ve istem dışı olarak gerilirlerse, genellikle yanaklardan aşağı akacak kadar gözyaşı üretilir. Bu en zıt duygular altında veya duygu olmadan oluşur. Kasların güçlü ve istem dışı kasılmalan ile gözyaşı üretmenin ilişkisi ile ilgili tek istisna, aynca sadece kısmen olarak, küçük bebekler gözleri kapalı olarak güçlü bir biçimde haykırırlarken genellikle iki üç aylık olana kadar ağlamamalandır. Ama gözleri daha erken yaşlarda yaşlanır. Daha önce de söylediğim gibi, bu, * (Henle, Anthropologische Vortrâge, 1876 c. i, s. 66, duyguların çeşitli beden hareketleri üzerindeki etkilerini tartışıyor ve ister kas gerilmelerine, is­ ter kan dolaşımı farklılıklarına, ister bez salgılarına bakalım, duygusal duru­ mun belirtilerinin başa yakın olarak başlayıp, aşağı doğru yayılma eğilimi var­ dır. Bu kuralın salgılara uygulamasının örneği olarak, korku anında terlemenin ilk alında başladığını göstermektedir. Aynı şekilde, güçlü bir duyguda önce gözyaşı, sonra tükürük üretilir ve daha şiddetli zihinsel durumlarda karaciğer . ve diğer midesel organlar etkilenir. Henle tamamen anatomiye dayanıyor ve şöyle diyor: ‘ Eğer kötü şans eseri, tükürük bezini harekete geçiren sinir uçlan beyin yarım küresine gözyaşı sinir uçlarından daha yakın olsaydı, şairler gözyaşı yerine tükürüğe övgü yazarlardı.’ Bu genelleme değişik duyguların özel hareketlerini açıklamasız bırakı­ yor- neden korkmak yerine üzüntü ile terlemiyoruz?)

193

deneme eksikliği veya başka bir nedenle gözyaşı bezlerinin ya­ şamın başlarında harekete geçmemesinden oluşuyor gibi görün­ mektedir. Daha ileri yaştaki çocuklarda ağlamak veya ıstırapla feryat etmek, her seferinde gözyaşıyla beraber olur ve böylece ağlamak ve gözyaşı dökmek aynı anlama gelirler. *

Cuthbertson şöyle yazıyor: ‘... orbicıdaris oculinin gerilmesi esnasında gözyaşının döküldüğü açıklaması da geçerli görünüyor. Kas, bezin arkasında ve göz çuku­ ru içersinde yer aldığı için, orbicıdaris oculinin valsava hareketi esnasındaki gerilmesi ana gözyaşı bezine ve ka­ nalına baskı yapacaktır. Dahası, artan göz çukuru baskı­ sı ve orbicıdaris oculinin gerilmesi, gözyaşı kesesinden yaşlan dışarıya doğru iterek yanaklardan akmasını sağ­ layacaktır.’ Tersi duygular olan sevinç ve eğlencede, eğer aşın gülme yoksa, gözün etrafındaki kaslar kolaylıkla gerilmezler ve kaş çat­ ması oluşmaz; fakat yüksek kahkahalar hızlı ve şiddetli spazm biçimindeki nefes verişlerle ardı ardına gelince, yüzden aşağı doğru gözyaşları akar. Kahkaha krizinden sonra, bir kişinin yüzü­ ne defalarca baktım, göz kaslarıyla üst dudağa gitmekte olanlar hala kısmen gerilmişlerdi ve yaş damlaları süzülen yanaklarla birlikte yüzün üst bölümünün, üzüntüden yüzü şişmiş bir çocu­ ğun görünümünden farkı yoktu. Daha sonraki bölümde de göre­ ceğimiz gibi, aşırı kahkaha esnasında yüzden akan yaşlar bütün insan ırkları için geçerlidir. Özellikle bir kişi nefessiz kalmışsa, aşırı kahkahada yüz morarır, damarlar şişer ve göz kasları şiddetle gerilir ve yaşlar gözlerden aşağı dökülür. Normal bir öksürük nöbetinden sonra bile, herkes gözünü siler. Şiddetli kusma ve öğürme durumunda hem kendimde, hem de başkalarında göz kaslannın şiddetle ge­ * Bay Hensleigh Wedgwood (Dict. Of Englislı Etnymology, 1859, c. i s. 410), şöyle diyor: ‘Ağlamak terimi “wccp”, Anglo Sakson “wop” teriminden türemiştir ve anlamı çığlıktır.

194

rildiğini ve bazen yaşların yanaklardan rahatça aktığını gözlem­ ledim. Bunun, buruna giren rahatsız edici bir nesne nedeniyle yapılan refleks hareket sonucunda gözyaşı üremesi olabileceği bana söylendi. Operatör olan ve bu bilgiyi veren kişilerden biri­ sine, mideden bir şey çıkmadan oluşan öğürmenin etkilerine dikkat etmesini söyledim; ve garip bir rastlantıyla, ertesi gün kendisi bir öğürme krizine girdi ve üç gün boyunca da bu du­ rumdaki bir hanımı izledi ve mideden hiçbir şey çıkmadığına emin oldu; yine de göz kasları güçlü bir biçimde gerildi ve yaş­ lar rahatça aktı. Göz etrafındaki bu kasların enerji dolu gerilme­ leri ve rastlantısal olmayan, rahatça yaş üretiminin, karın kasla­ rının olağanüstü güçle aşağı bağırsak kanallarına doğru hareke­ tinin üzerindeki olumlu etkilerini de anlatabilirim. Esnemek, derin bir nefes alışla başlar ve bunu uzun güçlü bir nefes veriş izler; bu esnada gözün çevresindekiler de dahil olmak üzere, bedenin hemen her kası güçlü bir biçimde gerilir. Bu durumda genellikle yaş akar ve ben bunun yanaklardan aşa­ ğı da süzüldüğünü gördüm. İnsanlann bir noktayı dikkatsizce kaşırlarken, gözlerini kapadıklannı sıkça izledim; ama sanırım önce derin bir nefes alıp, sonra güçlü bir biçimde bırakmıyorlardı; ve gözlerinin sonradan yaşlarla dolduğunu da görmedim; ama bunun kesin böyle oldu­ ğunu söylemeye hazır değilim. Gözlerin canlı bir biçimde ka­ panması, belki de genel bir hareket olan, bedenin bütün kaslannın aynı anda kasılmasının sadece bir bölümüdür. Gatriolet’in söylediği gibi,12 güzel bir koku koklamak, güzel bir yemek tat­ makla genellikle beraber oluşan hafif bir göz kapanmasından farklıdır ve gözle rahatsız edici bir görüntüyü izlememe isteğin­ den kaynaklanması olasıdır. Profesör Donders şu etki üzerinde bana yazdı: ‘Ufak bir do­ kunma (attouchment) sonrası bazı çok ilgi çekici duygulanma durumları izledim, örneğin, yara veya bere oluşturmayan bir ce­ ket sürtmesi sonucunda, bol gözyaşlanyla birlikte göz kaslannda bir saat süren kasılma oluşması. Arkasından, birkaç hafta 195

sonra aynı kasların şiddetli kasılmaları, gözyaşları ve gözün bi­ rinci veya ikinci derece kızarması ile birlikte tekrar ortaya çıkı­ yor.’ Bay Bowman, çok benzer durumları izlediğini anlattı ve bunların bazılarında göz kızarması veya iltihaplanma yoktu. Alt seviyeli hayvanlarda, şiddetli nefes verme esnasında göz kaslarının gerilmesi ile gözyaşı üretimi arasında bir ilişkinin olduğu konusunda kaygılıyım; fakat bu kasın uzun bir süre gerildiği ve yaşın aktığı birkaç hayvan var. Hayvanat bahçesinde daha önce bolca ağlayan Macacus maurus izlemek için iyi bir örnekti; fakat şimdi orada olan ve aynı türe ait olduklan kabul edilen iki maymun ağlamıyorlardı. Yine Bay Bartlett ve ben de onları dikkatle izledik. Yüksek sesle haykınrlarken, bu kaslar geriliyor gibiydi; fakat kafeste o kadar hızlı hareket ediyorlardı ki, bunu kesinlikle tespit edemedik. Bildiğim kadanyla, başka hiçbir maymun haykırırken göz kaslannı germiyor. Hindistan filinin de bazen ağladığı bilinir. Sir E. Tennent Seylan’da yakalayıp kapattıklan fillerden bahsederken şöyle di­ yor: ‘Gözlerinden çıkarak sürekli akan yaşlar dışında bir acı ifa­ desi göstermeden hareketsizce yatıyorlardı.’ Başka bir fil için de şöyle diyor: ‘Güçlü ve hızlı bir biçimde oluşan üzüntüsü çok et­ kileyiciydi; şiddeti teslim olmaya dönüşüyor, boğuk çığlıklarla yere uzanıyor ve yaşlar yanaklarından akıyordu.’* hayvanat bahçesindeki Hindistan filleri bakıcısı, genç olan filin kafesten ayrılmasıyla ıstırap duyan, yaşlı bir dişinin yanaklarından birkaç kere yaş aktığını gördüğünü söyledi. * Seylan, 3. b. c. ii. S. 374,376. Seylan’da fillerin ağlaması ile ilgili daha fazla bilgi alabilmek için BayThwaites’e baş vurdum; ve bunun sonunda, yeni yakalanmış bir fil sürüsünü arkadaşlarıyla benim için nazik bir biçimde izle­ yen BayGlenie’den bir mektup aldım. Bunlar rahatsız olduklarında şiddetle haykırıyorlardı; fakat bu durumda göz kaslarının hiç gcrilmemesi ilgi çekiciy­ di. Gözlerinden yaş da gelmiyordu ve yerli avcılar ağladıklarını hiç görmedik­ lerini söylediler. Yine de, Sir E. Tennent’in onların ağladıklarına dair ayrıntılı açıklamalarından şüphelenmek olanak dışı, çünkü bunun böyle olduğu hayva­ nat bahçesi bakıcısı tarafından da doğrulandı. Hayvanat bahçesindeki iki fil yüksek sesle boru sesi çıkartırlarken, kesinlikle göz kaslarını geriyorlar. Bu iki açıklama arasında ancak şu şekilde uyuşma sağlayabilirim: Seylan’da yeni ya­

196

Böylece, insandaki göz kaslan ve gözyaşı akması arasında ilişkinin, fillerin haykırdıkları veya boru sesi çıkardıklannda, bu kasları gerecekleri biçiminde genişletilebileceği konusunda en­ dişeliyim. Bay Bartlett’in isteği üzerine bakıcı genç ve yaşlı fil­ lere boru sesi çıkartmalannı söyledi ve iki hayvanın da ses çık­ masıyla birlikte, göz kaslannın, özellikle da alt kısımdakilerin, belirgin bir biçimde gerildiklerini sürekli olarak gördük. Sonra bakıcı yaşlı olanın daha yüksek bir biçimde boru sesi çıkartma­ sını sağlayınca, üst ve alt göz kaslan açık olarak aynı derecede gerildi. Afrika filinin Hindistan türlerinden çok farklı olması ve bazı doğacılar tarafından uzak bir alt- cins içersine konması ne­ deniyle, iki kez yüksek sesle borazan sesi çıkartmalanna karşı­ lık, göz kaslannda gerilme iziyle karşılaşılmaması ise özel bir durumdur. İnsanlarla ilgili verilmiş olan bazı örneklerden, şiddetli ne­ fes verirken veya genişlemiş olan göğüs zorla bastınlmışsa, gö­ zün etrafındaki kasların gerilmesinin, gözden yaş gelmesi ile bir şekilde olan ilişkisi bence şüphe kaldırmaz. Bu, çok geniş duy­ gular altında ve duygudan bağımsız olarak doğrudur. Bu tabii ki, hiçbir kas gerilmeden gözyaşı salgılanmayacağı anlamına gelmiyor; çünkü genellikle gözyaşlarının gözler açıkken ve kaş­ lar kıvnlmamışken rahatça aktığı görülmüştür. Öksürme nöbe­

tinde olduğu gibi gerilme istem dışı ve uzun veya hapşırmadaki gibi enerjik olmalıdır. Göz kapaklarının daha fazla istem dışı olarak kırpılması, sürekli olsa da, gözden yaş akıtmaz. Çevrede­ ki bazı kaslann istem dışı ve sürekli gerilmeleri de yeterli değil­ kalanmış olan filler, korku veya kızgınlık nedeniyle onları yakalayanları izle­ mek istiyorlardı ve bunun sonucu olarak, görüntüyü engellememek amacıyla göz kasları gerilmiyordu. Sir E. Tennant tarafından izlenenler yere yatmışlar ve kendilerini ümitsizliğe bırakmışlardı. Hayvanat bahçesinde boru sesi çıkar­ tan filler ne rahatsız olmuşlardı ne de kızgınlardı. (Gordon Cumming (The Lion Hunter of South Africa, 856, s. 227), kötü bir şekilde tüfek kurşunuyla yaralanmış bir Afrika filinin davranışlarını anla­ tırken şöyle diyor: ‘yavaşça açılıp kapanan gözlerinden büyük yaş dam lalan akıyordu.’ Bay W. G. Walker yazarın bu konuya dikkatini çekiyor.)

197

dir. Çocukların gözyaşı bezleri kolaylıkla etkilendiği için, çocuklanmı ve değişik yaşlarda başka çocukları bu kaşlannı bü­ yük güçle germeleri ve yapabildikleri kadar uzun süre devam etmeleri için ikna ettim: fakat bu bir sonuç vermedi. Bezlerde zaten salgılanmış olan yaşlann dışarı çıkmasıyla bazen gözlerde az bir nem göründü. Gözün etrafındaki kaslann istem dışı ve enerjik gerilmele­ riyle, gözyaşı salgılamasının arasındaki ilişki kesin bir biçimde ortaya konamaz, fakat olasılık göz önünde bulundurulabilir. Bir miktar sümükle birlikte gözyaşı salgılanmasının temel görevi göz yüzeyinin ıslak tutulmasıdır; ve bazılannın inandığına göre ikincil amaç burun deliklerini ıslak tutarak içe çekilen havanın nemli olmasını sağlamak13 ve böylece koklama gücünü arttır­ maktır. Fakat gözyaşlarının yine çok önemli başka bir görevi gözümüze girebilecek olan toz parçacıktan veya diğer ufak nes­ neleri yıkayarak atmaktır. Korneanın iltihaplanma sonucunda donuklaştığı, gözün ve göz bebeğinin hareketsiz kaldığı ve göze giren tozun anlamaması durumlarında bunun öneminin büyük olduğu açıktır.14 Gözün yabancı bir cisim nedeniyle yaş salgıla­ ması refleks hareketidir- yani, cisim çevresel bir siniri rahatsız ederek bazı duyu siniri hücrelerine bilgi gitmesini sağlar; bunlar da etkiyi diğer hücrelere ve bunlar da gözyaşı bezlerine iletirler. Bezlere iletilen bu etkinin kılcal damarların kas kaplamalarını özgür bırakacağına inanmak için iyi nedenler var; bu da bez do­ kularına daha fazla kan gelmesini sağlayacaktır ve böylece gözyaşları rahatlıkla akacaktır. Retinanınkiler de dahil olmak üzere, yüzün kılcal damadan farklı koşullar altında özgür kalın­ ca, örneğin aşın yüz kızarmasında, gözyaşı bezleri bazen aynı şekilde etkilenir ve gözler yaşlarla dolar. Ne kadar çok refleks hareketin ortaya çıktığını tahmin et­ mek çok zor, ama gözyaşı bezlerinin göze giren rahatsız edici bir cisim nedeniyle etkilenmesini ele aldığımız durumumuzda, ilkel form, ahşkanlıklannda yan karasal duruma dönüştüğünde gözüne gelen parçacıktan çıkarma olanağı varsa, bunlan çıkar-

198

tamaması durumunda daha çok rahatsız olacaktır; ve sinir gücü­ nün komşu sinir hücrelerine yayılması ilkesiyle gözyaşı bezleri salgı için uyarılacaktır. Bu sıklıkla olacağı ve sinir gücü uygun kanallardan zaten geçtiği için, ufak bir rahatsızlık, gözyaşlannın rahatça salgılanmasını sağlayacaktır. Bu veya başka bir yolla, böyle yapıda bir refleks hareket olu­ şup, kolay hale gelince, göz yüzeyini etkileyen diğer dürtüler- so­ ğuk rüzgar, yavaş gelişen bir iltihap veya göze gelen bir darbe gi­ bi- bildiğimiz şekilde, bol gözyaşı akmasına neden olacaklardır. Bezler, komşu kısımların rahatsız olmasından etkilenerek hareke­ te geçeceklerdir. Böylece burun delikleri acı veren buhardan ra­ hatsız olunca, göz kapakları sıkıca kapalı da olsa, bol gözyaşı salgılanacaktır; aynı şey uzaktan boks eldiveniyle burna atılan bir darbe ile de oluşacaktır. Gördüğüm kadarıyla, yüze batan bir dal parçası da aynı etkiyi yaratmaktadır. Son durumda, gözyaşı akma­ sı rastlantısal bir sonuçtur ve doğrudan bir yararı yoktur. Gözyaşı bezleri de dahil olmak üzere, yüzün bütün bu bölümleri aynı sinir dallarıyla donatılmışlardır; yani beşinci, herhangi bir dalın etki­ lenmesinin sonuçlarının sinir hücrelerine veya diğer dalların kök­ lerine dağılacağı bir dereceye kadar anlaşılabilir. Belirli durumlarda gözün iç bölümleri de, gözyaşı bezleri üze­ rinde aynı şekilde refleks hareketi olarak işlem görür. Somaki fikir­ ler bana Bay Bowman tarafından aktarılmıştır; fakat, gözün bütün parçaları sıkı bir biçimde birbirleriy le ilişkili ve çeşitli dürtülere du­ yarlı olduğu için konu çok karışıktır. Normal bir durumdayken, reti­ na üzerindeki güçlü bir ışığın gözyaşı oluşabilme yönünde çok az etkisi olur; fakat eski kornea ülserleri olan küçük çocuklarda, retina ışığa çok duyarlı bir hale gelir, gün ışığı bile göz kapaklarını sürekli kapanmaya zorlar ve bol gözyaşı akar. Dışbükey gözlük takmak zo­ runda kalanların, uyum sağlayabilme çabası sıklıkla aşın gözyaşına neden olur ve retina da ışığa karşı duyarlı olur. Genellikle göz yüze­ yindeki ve uyum sağlamaya da yardımcı olan kirpiksi bölgelerde oluşan hastalıklı etkiler aşırı gözyaşı akmasına neden olma eğili­ mindedir. İltihaplanmaya dönüşmeyen ama dışarıya çıkan sıvılar

199

arasında bir denge ihtiyacı gösteren ve yeniden göz içi damarlar ta­ rafından düzenlenen göz sertliği, genellikle gözyaşına neden olmaz. Denge diğer taraftaysa ve göz çok yumuşaksa gözyaşı eğilimi daha fazla olacaktır. Son olarak, gözyaşının akmadığı veya az aktığı, gö­ zün bir çok hastalıklı durumu ve yapısal değişimleri hatta kötü ilti­ haplanmalar vardır. Konumuzla dolaylı ilişkisi olmakla birlikte, gözyaşı bezleriy­ le ilgili olanların dışında, gözün komşu kısımlarının bir çok ref­ leks ve beraberinde olan hareketler, duyular ve hareketlerin etki­ sinde olduğu da unutulmamalıdır. Retinaya sadece parlak bir ışık vurursa, göz bebeği küçülür, fakat diğer göz bebeği kısa bir süre sonra harekete geçer. Aynı şekilde, iki göz birbirine yaklaştırılırsa, iris yakın veya uzak bir görüşe uyum sağlamak için hareket eder.' * Güçlü bir ışık altında kaşların nasıl kaçınılmaz bir biçimde indiril­ diğini herkes bilir. Yakında bir nesne hareket ederse veya ani bir ses duyulursa gözler istem dışı kırpılır. Çok iyi bilinen bir şekilde, parlak ışığın bazı insanları hapşırtması da ilgi çekicidir; çünkü bu­ rada sinir gücü, retina ile ilişkili bazı sinir hücrelerinden burnun duyu sinir hücrelerine yayılmakta ve onun gıdıklanmasına neden olmaktadır; buradan da havayı özel bir biçimde sadece burundan dışarı çıkartan bazı solunum kaslarını kontrol eden hücrelere (göz kasları da dahil) yayılmaktadır. Konumuza dönersek; haykırma nöbetinde veya diğer şiddetli nefes vermelerde neden gözyaşı salgılanır? Göze gelecek hafif bir darbe, bol gözyaşına neden olur; en azından göz kapaklarını kasa­ rak ve göz bebeğine sıkıca bastırarak, bir salgı elde edebiliriz. Bu olabilir, ama aynı kasların istem içi gerilmesi bir sonuç yaratmaya­ caktır. Bir insanın istem içi öksürme ve hapşırmasının, kendiliğin­ den olduğu kadar güçlü olmadığını biliyoruz; bu göz kaslarının ge­ rilmesi için de böyledir: Sir C. Bell bu konuda deneyler yapmış ve göz kapaklarının karanlıkta zorla ani bir biçimde kapatılmasında, göze parmakla hafif vurulduğu zaman olduğu gibi ışık parıltıları görülmüş; ‘fakat hapşınrken basınç hem daha hızlı, hem de daha güçlü olduğu için görülen parıltılar daha parlaktır.’

200

Bu parıltıların göz kapaklarının gerilmesine bağlı olduğu açık, çünkü ‘hapşırırken açık oluyorlar ve bir ışık algılanmıyor’. Profesör Donders ve Bay Browman tarafından anlatılan ilginç durumlarda, gözün hafifçe incinmesinden birkaç hafta sonra, göz kapaklan kasılıyor ve bunu bol gözyaşı takip ediyor. Esne­ me halinde akan yaşlar, gözün etrafındaki kasların kasılmasıyla oluşuyor. Son durumları göz önüne almadan, gelip geçici ve is­ tem içi yapılana göre daha güçlü olan, göz kapaklannm göz yü­ zeyi üzerindeki baskısının, şiddetli nefes verme çabalan süre­ sindeki bir çok durumda, gözyaşı için gerekli refleks hareket olarak yetebileceği düşüncesi çok geçerli görünmemektedir. Başka bir neden birleşik olarak ortaya çıkabilir. Bazı du­ rumlarda gözün iç bölümünün gözyaşı bezleri üzerinde refleks olarak hareket ettiğini gördük. Şiddetli nefes verme durumlannda göz damarlardaki atar damar kanının basıncının arttığını ve toplar damar kanının geri dönüşünün engellendiğini biliyoruz. Böylece engellenen göz damarlarının şişmesi ve bunun yansı­ mayla gözyaşı bezlerini etkilemesi olası görünüyor- göz kapak­ larının göz yüzeyi üzerinde aralıklarla oluşan baskısının artması ile etki oluşuyor. Bu görüşün nereye kadar olabileceği düşünülürse, nesiller boyunca ağladıkları zaman, çocukların gözlerinin bu şekilde iki misli hareket gösterdiklerini akılda tutmalıyız; ve sinir gücünün alışılmış kanallardan rahatça geçebileceği ilkesi ile, göz bebek­ lerinde veya göz damarlarında oluşacak hafif bir baskı, alışkan­ lıkla gözyaşı bezlerini harekete geçirecektir. Benzer bir durum, hafif bir ağlama krizinde bile, damarlarda bir engelleme yokken ve gözleri rahatsız edecek bir durum oluşmamışken, göz kasla­ rının her zaman hafif bir şekilde kasılmasında görülebilir. Dahası, karmaşık iş veya hareketler uzun süredir sıkı bir beraberlik içinde yapılıyorlarsa ve herhangi bir nedenle önce is­ tem içi olarak sonra alışkanlıklarla kontrol ediliyorlarsa, uygun etkilenme oluşunca, isteğin en ufak kontrolü altında olan bir ha­ reket veya işin parçası genellikle istem dışı olarak yapılacaktır.

201

Bezin salgılaması açık bir biçimde isteğin etkisinden uzak ola­ caktır; böylece ileri yaşlarda veya ırkın gelişen kültüründe, ağ­ lama veya haykırma isteği engellenecektir ve göz damarlarında şişme oluşmayacaktır, ama hala gözyaşı salgılanıyor olabilir. Yeni bahsettiğimiz gibi, duygulu bir hikaye okuyan bir kişinin gözünün etrafındaki kaslar zor fark edilir bir biçimde seğirecek veya kıpırdayacaktır. Bu durumda haykırma ve kan damarları­ nın şişmesi yoktur, yine de bazı sinir hücreleri, göz etrafındaki kaslan kontrol eden hücrelere alışkanlıkla az bir miktar sinir gü­ cü yollarlar; ve onlar da benzer biçimde, gözyaşı bezini kontrol eden hücrelere yollarlar ve böylece gözyaşlarla ıslanır. Eğer göz etrafındaki kaslann seğirmesi ve gözyaşı dökülmesi tamamen engellenirse, yine de sinir gücünü aynı noktalara gönderme eği­ limi olacağı kesindir; ve gözyaşı bezleri isteğin kontrolünde ol­ madığı için ihanet ederek, dış işaretler olmasa da, zihinden ge­ çen duygusal düşüncelere göre hala işlem görebileceklerdir. Bu bakış açısını geliştirmek için verilecek başka bir örnek: her türlü alışkanlığın oluştuğu hayatın başlangıcında, bebekler, ıstırapla haykırma nöbetine girdikleri kadar sık ve sürekli ola­ rak yüksek sesle, mutlu oldukları zaman gülmeye alışıktırlar (bu esnada göz damarları şişer), böylece zamanla, bir veya di­ ğer şekilde bulunulan zihin durumlarında yaşların bol ve dü­ zenli bir biçimde akması olasıdır. Hafif gülme, gülümseme ve­ ya geçen bir düşünce, hafif gözyaşı için yeterli olacaktır, gele­ cek bölümde göreceğimiz gibi, ince duygularımızı incelediği­ mizde, bu yönde açık bir kanıt vardır. Freycinete göre,16 Sand­ viç Adalılarda, gözyaşı mutluluk işareti olarak kabul edilmekte­ dir; fakat bu konuda oradan geçen bir gezginin verebileceğin­ den daha fazla kanıta gereksinimimiz var. Yine nesiller sürecin­ de çocuklarımız ve her biri birkaç yıl boyunca, uzun öksürük nöbetlerinden etkilenmişlerdir ve göz damarları şişerek gözyaş­ ları akmıştır, öyleyse daha sonraları, zihinde bir ıstırap yokken, sadece öksünne düşüncesi ile gözlere yaş gelmesi birleşik alış­ kanlıkla oluşabilir. 202

Bu bölümü özetlersek, ağlama bir kaç zincirleme olayın so­ nucunda oluşabilir. Beslenmek isteyen veya bir şekilde ıstırap çeken çocuklar, diğer bir çok genç hayvan gibi, kısmen annele­ rinden yardım almak için ve kısmen rahatlamak amacıyla yük­ sek sesle ağlarlar. Uzun süreli ağlamak, kaçınılmaz olarak göz damarlarının şişmesine neden olur; bu de bilinçli veya en azın­ dan alışkanlık olarak göz etrafındaki kasların koruma amaçlı ge­ rilmesine neden olur. Aynı zamanda göz yüzeyinde oluşan kasıl­ malar ve göz damarlarının şişmesi, herhangi bilinçli bir duygu­ ya neden olmadan gözyaşı bezlerini refleks hareketle etkileye­ cektir. Son olarak, alışılmış kanallardan geçen ve gücü çok ge­ nişlemiş olan, sinir gücünün üç ilkesiyle- ve bazı hareketlerin, diğerlerine göre isteğin daha fazla kontrolü altında olmasıylabaşka bir hareket oluşmasına gerek kalmadan, çekilen acı göz­ yaşı salgılanması için yeterli olacaktır. Göze gelen darbede oluşan yaşların amaçsız oluşu ve reti­ nanın ışıktan etkilenmesiyle hapşırmak gibi durumlarda ağlama­ ya rastlantısal olarak bakmamız gerekmesine rağmen, yine de gözyaşı akıtmanın rahatlama amacıyla oluştuğunu anlamakta zorluk çekmiyoruz. Ağlama ne kadar güçlü veya isterik olursa, rahatlama da o kadar çok olur- aynı ilkeye göre bütün bedenin kıvranması, dişin gıcırdatılması ve açı çığlıklar atılması, acı çekmek durumunda rahatlık sağlayacaktır.

203

BÖLÜM: VII

KEYİFSİZLİK, ENDİŞE, ÜZÜNTÜ, NEŞESİZLİK, ÜMİTSİZLİK Üzüntünün, sistem üzerindeki genel etkisi - Acı al­

tında kaşların eğimi - kaşların eğiminin nedeni üzerine - Ağzın kenarlarındaki büzülme üzerine

Ağır üzüntü nöbeti çektikten sonra ve nedeni hala devam ediyorsa, zihin keyifsiz bir duruma düşer veya çok canı sıkkın ve neşesiz bir hal alır. Uzayan beden acısı, eğer şiddetli bir ıstı­ raba dönüşmüyorsa, genellikle aynı zihinsel durum oluşur. Eğer acı çekmeyi bekliyorsak, endişeli oluruz; rahatlama ümidimiz yoksa, ümitsizlik duyarız. Yaklaşık duygular için seçilen terimler akıl karıştırı­ yor olabilir. Bir sonraki paragrafta Darwin üzüntü terimi­ ni (sözlük karşılığı, bir kayıp karşısında duyulan keder veya acı) daha özel iki duygu için kullanıyor: ıstırap ve hüzün. Bizc36 ıstırap kelimesini, Darwin’in üzüntünün şiddetli ve adeta çılgınca ifadesinin karşılığı olarak kulla­ nılmasını öneriyoruz. Hüzün terimini de ıstırabı takip eden hal için saklayacağız, yani, Darwin’in kişiyi, başka bir şey yapmak istemeyen ve edilgen bir biçimde üzüntü­ ye boğulan birisi olarak gözlemlediği zaman.

Önceki bölümde de anlattığımız gibi, aşırı derecede üzün­

tü çeken insanlar rahatlamayı genellikle şiddetli ve neredeyse çılgın hareketlerde ararlar; acıları biraz hafiflemiş ama devam ediyorsa, hareket etmek istemezler, hareketsiz ve edilgen kalır­ lar veya bazen öne ve arkaya sallanırlar. Kan dolaşımı yavaş­

204

lar; yüz soluklaşır; kaslar gevşer; göz kapakları düşer; baş ka­ sılmış göğsün üzerinde asılı kalır; dudaklar, yanaklar ve alt çe­ ne kendi ağırlıklarıyla aşağı çökerler. Böylece bütün yüz özel­ likleri uzar ve kötü bir haber duyan kişi için yüzü asılmış de­ nir. Tierra del Fuego’da bir grup yerli yanaklarını elleriyle çe­ kerek, keyifsiz durumdaki fok balığı avlama gemisi kaptanı olan arkadaşlarının sanki yüzünü uzattığını anlatmaya çalıştı­ lar. Bay Bunnet, AvustralyalI aborijinlerin keyifsiz oldukların­ da yüzlerinden düşen bin parça olacak biçimde bir ifade takın­ dıklarını anlattı. Uzun süreli acıdan sonra gözler donuklaşır, ifadesini kaybeder ve genellikle hafifçe yaşla dolarlar. Genel­ likle uç içlerinin kalkmasıyla kaşlar eği' ır. Bu, basit bir kaş ça­ tılmasından farklı olan türdeki kırışık ıklan alında oluşturur; ama bazı durumlarda sadece kaş çatılması da oluşabilir. Keyif­ sizliğin genel ifadesi olan ve adeta ata sözü haline gelen bir bi­ çimde ağız köşeleri büzülür. Solunum yavaş ve zayıf bir duruma gelir ve derin iç çek­ melerle kesilir. Gratiolet, dikkatimiz uzun süre bir nesne üzerin­ de yoğunlaşırsa, nefes almayı unuturuz ve derin bir ilhamla canlanınz;1 fakat, yavaş nefes alma ve kan dolaşımına bağlı olarak, kederli bir insanın iç çekişleri çok belirgin bir ifade tarzıdır di­ yor.2 Bu durumdaki bir insanın üzüntüsü bazen tekrarlayarak, nöbet haline dönüşürse, kasılmalar solunum kaşlannı etkileye­ cek ve globus hystericus, adeta boğazında yükselecektir. Bu ka­ sılmalar çocuğun ağlayarak iç çekmelerinde olduğu gibidirler ve aşın üzüntüden boğulacakmış gibi olan bir kişinin geçirdiği daha şiddetli kasılmalann kalıntılarıdırlar? Kaşların eğimli oluşu. Yukarıdaki açıklamada iki nokta ay­ rıca daha fazla inceleme gerektiriyor ve bunlar çok ilgi çekici noktalar; yani, kaşın uç içlerinin kalkması ve ağız köşelerinin büzülmesi. Derin neşesizlik veya endişe duyan insanlarda kaş­ lar bazen eğimli bir hal alır; örneğin, hasta oğlunu anlatan bir annede bu hareketi izledim; bazen gerçek veya taklit sıkıntılar da önemsiz veya anlık nedenlerden etkilenir. Alın kası merkezi

205

bağ dokusunun güçlü hareketiyle kısmen kontrol edilen bazı kasların gerilmesiyle, kaşlar bu durumu alır (yani, orbiculars, corrugators ve burnun piramitsel kasları beraberce kaşı aşağı eğer ve kasarlar). Bu sonraki bağ dokusunun gerilmesi ile sade­ ce kaşın uç içleri kalkar; ve aynı zamanda corrugatoıiarın kaş­ ları beraberce çekmesiyle, iç uçlar katlanmış veya topak olarak büzülür. Bu katlanma, eğimli hale gelen kaşlara özel bir görün­ tüdür ve baskı II, Şekil 2 ve 5 de görülebilir. Kılların ileri çık­ masıyla kaşlar sert bir tavır alır. Dr. J. Crichton Browne melan­ kolik hastalarının kaşlarını sürekli eğimli tuttuklarını izlemiş ve ‘üst göz kapağının garip bir biçimde aşırı kabarıyor.’ diyor. Bu, fotoğraftaki adamın sağ ve sol göz kapaklarından izlenebilir (Şekil 2, baskı II); çünkü her iki kaşında da aynı hareketi ger­ çekleştirememiş. Bu ayrıca alnın iki yanındaki eşit olmayan çizgilerde de görünüyor. Göz kapaklarının aşırı kabarması, ba­ na göre, sadece kaşların uç içlerinin yükselmesine bağlı; böyle­ ce bütün kaş yükselince ve kabarınca, üst göz kapağı da hafifçe aynı hareketi izler. Baskı II, Şekil 2 ve 5’de oluşan görüntüler için ge­ rekli kas hareketlerini yukarıda tanımlayan Darwin’in yanıldığına inanıyorum. Corrugator ve frontalisin iç kısmının beraberce hareketi kaşın eğimli durumunu meydana getirir; orbicularis oculi ve pyramidalsın işin içinde olmaları gerekmez.

Yukarıda adı geçen kasların zıt gerilmelerinin en göze çar­ pan sonucu, alında oluşan çizgilerle ortaya çıkmasıdır. Komşu olup, zıt hareket eden bu kaslara, kısaca üzüntü kaslan diyebili­ riz. Bir kişi bütün alın kaslarını gererek kaşlarını kaldınnca, alnı boyunca çapraz kırışıklar oluşur; fakat bu durumda sadece orta bağ dokusu gerilir; bunun sonucu olarak, alnın orta kıs­ mında çapraz çizgiler oluşur. İki kaşın dış bölümlerindeki deri de, göz kaslarının dış kısımlarının gerilmesiyle aynı zamanda aşağı çekilerek düzelir. Corrugatorların aynı andaki gerilmesi 206

sonucunda kaşlar da aynı şekilde bir araya gelirler, * ve bu alın derisinin dış ve alt bölümlerini, orta ve yükselmiş kısımdan ayıran dik çizgilere neden olur. Bu dik ve merkezi çapraz çizgi­ lerin birleşimi (bkz. Şekil 2 ve 3) alında nal biçiminde bir işaret oluşturur; fakat çizgiler keskin bir biçimde bir dörtgenin üç kö­ şesini oluştururlar. Kaşlar eğimli olunca, genellikle yetişkin ve­ ya yarı yetişkinlerin alınlarmda çok belirgindirler; fakat derile­ rinin kolay kırışmaması nedeniyle genç çocuklarda çok az gö­ rülebilirler veya sadece hafif izleri gözlenebilir. At nalı herkeste görülmeyecektir. Alnın ortasındaki kırışma her zaman açıkça görülebilir, ama bazı kişilerde çizgi aşağıya iner ve açık bir at nalı şekli oluşmaz.

Bu özel çizgiler en iyi Şekil 3, baskı IFde, gerekli kaslar üzerinde ileri derecede istem içi güç harcayan genç bir hanımın alnında görülebilir. Fotoğrafı çekilirken bu durumda tutulduğu için, ifadesi tam üzüntüyü yansıtmamaktadır; bu nedenle sadece * Kaşın eğimli hale gelmesi üzerindeki tartışmalarda, yukarıda adı geçen kaslar hakkmdaki çalışmalarına baş vurduğum veya konuştuğum bütün anatomicilerin genel fikri gibi görünen bir yaklaşımı izledim. Böylece, bu çalışma süresinde, corrugator supercilii, orbicularis, pyramidalis nasi ve frontalis kaslarının çalışmaları ile ilgili olarak aynı hareket biçimini seçeceğim. Vardığı her sonuç ciddi bir dikkat gerektiren, Dr. Duchanne ise, göz kasının üst ve alt kısmına ve pyramidalis nasiye zıt olan sourcilier diye adlandırdığı corrugato­ run, kaşların köşe içlerini kaldırdığına inanıyor. ( bkz. Mecanisme de la Phys. Humanie, 1862, folyo, çiz. v, yazı ve şekiller 19- 29: oktav b. 1862, s. 43 ya­ zı). Yine de, burnun altının üstünde dik çizgilere veya çatıklığa neden olarak, corrugatorun kaşları bir araya topladığını kabul ediyor. Kaşın dış üçte ikisine doğru, corrugatorun üst göz kasıyla birlikte işlem gördüğüne de inanıyor.; bu­ rada her ikisi de alın kasma zıt bir dürümdalar. Henle’nin çizimlerini inceleye­ rek (tahta baskı, şekil 3), Duchenne’nin anlattığı şekilde corrugatorun nasıl ha­ reket ettiğini anlayabiliyorum. Bu konuda Profesör Donders’in fikirlerine ba­ kın (Archives of Medicine, 1870, c. v. S. 34.). İnsan bedenindeki kaslarla ilgi­ li dikkatli çalışmalarıyla bilinen Bay J. Wood, corugatorun hareketi ile ilgili anlattıklarımın doğru olduğunu söyledi. Fakat bu, kaşların eğimiyle oluşan ifade için ve oluşum kuramı ile ilgili olarak önemli değil.

207

alından bahsettim. Dr. Duchenne’nin çalışmasından * kopya edilmiş olan aynı baskıdaki şekil 1, genç bir aktörün doğal du­ rumdaki yüzünün küçültülmüş boyutudur. 2. şekilde üzüntü rolü yapmaktadır, ama daha önce de söylediğim gibi iki kaşı aynı an­ da hareket etmemiştir. Amacın ne olduğuna dair en ufak bir ip ucu vermeden asıl fotoğrafı gösterdiğim 15 kişiden, 14 adedinin hemen ‘ümitsizliğin kederi’, ‘acı çekme’, ‘melankoli’ vs. gibi yanıtlar vermelerinden ifadenin doğru olduğu çıkarılabilir. 5. şeklin hikayesi oldukça ilginçtir. Fotoğrafı bir vitrinde gördüm ve bunu kimin çektiğini bulmak için fotoğrafı Bay Rejlander’e götürdüm ve ifadenin ne kadar duygusal olduğunu söyledim. Yanıtı şuydu: ‘Tabii ki duygusal olacak, fotoğrafı ben çektim ve çocuk birkaç dakika sonra yaşlara gömüldü.’ Sonra aynı çocu­ ğun sakin durumdaki bir fotoğrafını gösterdi ve ben de bunu ye­ niden bastım (Şekil 7). 6. Şekilde kaşlarda bir eğim izi seçilebi­ lir; fakat bu ve şekil 7, şimdi anlatacağım ağız kenarlarındaki büzülmeyi göstermek için verilmişlerdir. BASKI: II

2 ♦ Bu iki fotoğrafı (şekil 1 ve 2) folyodan heliotip baskıyla yeniden üret­ meme izin verdiği için Dr. Duchenne’ye müteşekkirim. Kaşlar eğilince oluşan deri çizgileri ilgili olarak süren birçok tartışma, onun konuyla ilgili mükemmel fikirlerinden alınmıştır.

208

3

4

5

6

7

(Şekil 3© Phillip Prodger ve Daniel Hillman tarafından dijital olarak yeniden üretilmiştir)

209

İnsanlar, aktör gibi, bilinçli olarak bir kas hareketi yaptıkları zaman, hafif ve fark edilmez olmasına rağmen, bunun, yüzün bir tarafında genellikle daha güçlü olduğu­ nu bulduk."7 Tam tersine, kendiliğinden oluşan bir çok duygusal yüz hareketleri ise simetrik oluyor. Simetrik ol­ mama koşulunu yüz hareketlerinin bilinçli olan ve duy­ gusal olmayan şekillerde oluşması için bir ölçü olarak kullanınca, farkın inceliği nedeniyle bir çok kişinin bunu konuşma esnasında ayırt edemeyeceğini sanıyorum. İn­ sanların bilinçli ve istem dışı yapılan ifadeleri ayırabile­ cekleri ve fark edebilecekleri - morfoloji (şekilde) ve za­ manlamada- dalıa az ince olan işaretler de var.c3t Çalışma yapmadan, ancak birkaç kişi istem içi olarak üzüntü kaslarıyla oynayabilirler; fakat denemelerden sonra birkaç kişi ba­ şarısız olurken, bir çoğu bunu yapabilir. Bilinçsiz veya istem içi olsun, kaşların eğim derecesi değişik insanlarda farklıdır. Üçgen

kasları güçlü olanlarda, merkezi bağ dokusu ve alın kasının kasıl­ ması başın dikdörtgen çizgilerinden de görülebileceği gibi, enerji dolu da olsalar, kaşın uç içlerini kaldırmazlar, ama aksi halde bek­ lenenin tersine fazla aşağı inmelerini engellerler. İzleyebildiğim kadarıyla, üzüntü kasları çocuklar ve kadınlar tarafından, erkekle­ re göre daha fazla harekete geçirilebiliyor. Yetişkinlerde en azın­ dan bedensel acı nedeniyle bazen ve zihinsel acı nedeniyle de her zaman harekete geçiyorlar. Biraz çalışmadan sonra, iki kişi üzüntü kaslarını hareket ettirmede başarılı oldular, eğimli kaşlarla aynaya baktıklarında, her ikisi de bilinçsiz olarak ağız köşelerini büzdüler ve ifade doğal olarak yapıldığında genellikle bu böyle olur. Üzüntü kaslarını rahatça harekete geçirme gücü, çoğu diğer in­

san yeteneği gibi kalıtımsal gibi görünüyor. Bir çok oyuncular çı­ kartan ve bu ifadeyi ‘eşsiz bir incelikle’ verebilen önemli bir aile­ den gelen bir hanımefendi, Dr. Crichton’a bütün ailesinin önemli ölçüde bu güce sahip olduklarını söylemiş. Dr. Brovvne’den aynı şe­ kilde duyduğum gibi, bu kalıtımsal eğilimin, Sir Walter Scott’un ‘Kırmızı Eldiven’ adlı eserini ünlü kılan ailenin son ferdine kadar

210

uzayabildiği söyleniyor; fakat kahramaıun, her hangi güçlü bir duy­ gu karşısında alnını at nalı şekli verecek biçimde gerdiği anlatılıyor. O anda duyulan bir duygudan bağımsız olarak, alnı neredeyse alış­ kanlıkla bu şekilde gelilen genç bir kadın gördüm.

Henüz yayınlanmamış bir eserimde, Darwin’in, üzüntü kaslarının istem içi hareket yeteneğinin kalıtım­ sal olduğu düşüncesini onaylıyorum. Eğer bir tek yu­ murta ikizi bunu yapabiliyorsa, diğerinin de yapabildiği­ ni buldum, ama bu çift yumurta ikizleri için çok geçerli değildi. Bütün bu ikizler küçüklüklerinden beri ayn ye­ tiştirilmişlerdi. Üzüntü kasları çok kullanılmazlar ve hareket, anlık olduğu için rahatlıkla gözden kaçabilir. İzlendiği zaman, İfade, üzüntü

ve endişe gibi geneldirler ve hemen anlaşılabilirler ama yine de bu konuyu çalışmamış bin kişiden birisi bile, kişinin yüzünde oluşan değişiklikleri tam olarak söyleyemez. Böylece, görebil­ diğim kadarıyla bu ifade, ‘Kırmızı Eldiven’ ve başka biri hariç hiçbir romanda söz konusu olmamış; bildiğim kadarıyla İkinci­ sinin yazan da bahsi geçen ünlü aktör ailesinden ve konuya ilgi­ si bu nedenle çekilmiş olabilir. Eski yunan heykeltıraşları, Lacoon ve Arrentinonun heykel­ lerinde gösterdikleri şekilde bu ifadeyi biliyorlardı; ama Duchenne’nin söylediği gibi, bütün alın boyunca çapraz çizgiler vardı ve bu bir anatomik hataydı; bu bazı modem heykellerde de böyledir. Belki de bu mükemmel izlenimciler güzellik uğru­ na gerçeği bilinçli olarak gözden çıkarmışlar ve böylece bu ha­ tayı yapmışlardı; çünkü alındaki karesel çizgiler heykelde iyi bir görünüm yaratmayacaklardı. Tam gelişmiş durumundaki ifade, bulabildiğim kadanyla, şüphesiz aynı nedenle eski ustaların re­ simlerinde genellikle gösterilmemiş; fakat bu ifadeyi çok iyi ta­ nıyan bir hanım, Fra Angeliko’nun Floransa’daki ‘Çarmıhtan İndin liş ’ eserinde, sağ taraftaki figürlerden birinde bunun açıkça görüldüğünü söyledi; ve başka birkaç Örnek de verebilirim. 211

Dr. J. Crichton Brovvne, benim isteğim üzerine, West Riding Akıl Hastanesi’nde, kendi kontrolü altındaki hastalarda bu ifadeyi dikkatli bir biçimde inceledi; ve Duchanne’nin üzüntü kaslannı hareketleri ile ilgili fotoğraflarım biliyordu. Melankoli ve özellikle kuruntu durumlarında çok enerjik göründüklerini söyledi; alışkanlık gerilmeleri sonucunda oluşan sürekli çizgiler, bu iki sınıf hastanın dış görünüm özelliklerindendir. Dr. Browne, benim için üzüntü kasları sürekli gergin olan üç tür karam­ sarlık hastasını uzunca bir süre inceledi. Bunlardan birisi olan 51 yaşındaki bir dul bütün iç organlannı kaybettiğini ve içinin boş olduğunu hayal ediyordu. Büyük bir ıstırap ifadesi taşıyor­ du ve bir saat boyunca yan kapalı ellerini ritmik bir şekilde bir­ birine vurdu. Üzüntü kasları sürekli gergindi ve üst göz kapak­

lan kabarmıştı. Bu durum dört ay devam etti, sonra kendine gel­ di ve çehresi doğal ifadesini aldı. İkinci bir durumda benzer özellikler gösterdi ve buna ek olarak dudak kenarlan büzüldü. Bay Patrick Nicol’un Sussex Akıl Hastanesi’nde benim için bir çok vaka izlemesi sonucunda, kim olduklan açıklanması ge­ reksiz olan üç tanesi ile ilgili olarak tam bana aynntı verdi. Me­ lankolik hastalan ile ilgili olarak yaptığı gözlemler sonucunda Bay Nicol, az veya çok açık bir biçimde alında oluşan kınşıklıklarla birlikte kaşlann uç içlerinin az veya çok kalktığını söy­ lüyor. Bir genç kadında, bu kınşıkhklar sürekli hafif bir hareket içindeymişler. Bazı durumlarda ağzın köşeleri genellikle hafif bir biçimde büzülüyor. Bazı melankoli hastalarında ifadedeki farklılıklar her zaman izlenebilir. Göz kapaklan genellikle sar­ kar ve dış köşe ve altlanndaki deri kınşır. Burun deliklerinin kanatlanndan ağzın köşelerine kadar yayılan ve ağlayan çocuklar­ da çok belirgin olan ağız-burun bölgesi bükülmesi bu hastalarda da açık bir biçimde görülür. Akıl hastalannda üzüntü kaslan sürekli hareket etmelerine rağmen, yine de normal durumlarda, komik olacak kadar hafif nedenlerle bilinçsiz olarak harekete geçer. Bir centilmen, bir ha­ nımefendiye çok ufak bir hediye vermişti, hanımefendi alınmış 212

gibi göründü ve bunu yüzüne vurmak istiyordu, kaşları çok faz­ la eğim gösterdi ve alm kırıştı. Keyifli olan başka bir hanım ve çocuk birbirleriyle büyük bir hızla konuşuyorlardı ve hanım ge­ ride kalıp yeteri kadar-hızlı konuşamayınca, kaşlan yukanya doğru eğim alıyordu ve alnında dikdörtgen biçiminde çizgiler oluşuyordu. Böylece her seferinde ıstırap işareti veriyordu ve bunu birkaç dakikada bir düzine kadar yaptı. Bu konu ile ilgili bir şey söylemeden, daha sonra üzüntü kaslannı hareket ettir­ mesini söyledim; orada olan başka bir genç kız istenenin ne ol­ duğunu gösterebilmek için istem içi olarak bu hareketleri sergi­ ledi. O da bir çok kereler denedi fakat başaramadı; halbuki hızlı konuşamamanm yarattığı hafif bir ıstırap bu kaslan üstüste enerji dolu bir hareket içine sokmuştu. Üzüntü kaslannın kasılması sonucunda oluşan üzüntü ifa­ desi, sadece AvrupalIlara has değildir, fakat bütün insan ırkı için evrensel gibi görünmektedir. Hindular, Dengarlar, (Hindistan’ın aborijin kabilelerindendirler ve Hindulara göre çok uzak bir ırkı oluştururlar) Malahlar, Zenciler ve AvustralyalIlar için güvenilir bilgiler aldım. Sonrakilerle ilgili olarak, iki gözlemci sorulanına olumu yanıt verdiler, ama ayrıntılı bilgi alamadım. Bay Taplin, açıklamalı sözlerime ‘tam böyle’ şeklinde yanıt verdi. Zencilere gelince, bana Fra Angelico’nun resmini anlatan hanım, Nil’de bot yüzdüren bir zenci gördüğünü söyledi. Bir engelle karşılaş­ tığı zaman, üzüntü kaslarının hareketlenmesi ile almnm ortası­ nın kınşmasını görmüş. Bay Geach, Malaka’da Malalı bir ada­ mı ağız kenarlan çok büzülmüş, kaşlan eğik ve alnında kısa de­ rin izlerle görmüş. Bu ifade çok kısa bir müddet sürmüş; ve Bay Geach şöyle söylüyor: ‘sanki bir kayıp nedeniyle ağlayacakmış gibi yapılan garip bir şeydi’. Hindistan’da Bay H. Erskine yerlilerin bu ifadeyi bildikle­ rini ortaya çıkardı; Kalküta botanik bahçesinden Bay J. Scott, yardımsever bir biçimde iki olay tanımlaması gönderdi. Görün­ meden, bahçıvanlardan birisinin kansı olan Nagpor’dan genç bir Dangar’ı kadınını, ölmekte olan çocuğuna bakarken izlemiş;

213

ve köşe içlerinde kaşlarının kalktığını, göz kapaklannın düştü­ ğünü, alnın ortasından kırıştığını, ağzın hafifçe açıldığını ve kö­ şelerin büzüldüğünü açık bir biçimde görmüş. Sonra bitkilerin arkasından çıkarak, bu zavallı kadınla konuşmuş, kadın da göz­ yaşları içinde ondan çocuğu için yardım istemiş. İkinci olay yoksulluk ve hastalık nedeniyle çok sevdiği keçisini satmak zo­ runda kalan Hindistanlı bir adamla ilgili. Parayı aldıktan sonra, sonra keçisi dönecekmiş gibi, sürekli bir elindeki paraya, bir ke­ çiye bakmış. Bağlı ve götürülmek için hazır olan keçisine git­ miş ve hayvan kalkarak ellerini yalamış. Gözleri bir taraftan öbür tarafa titremiş; ‘ağzı yan kapalıyken köşeler kesin bir bi­ çimde büzülmüş.’ Sonunda keçisini vermek zorunda olduğunu kabullenmiş ve sonra Bay Scott’un gördüğüne göre, kaşları bu­ ruşmuş ve yükselmiş uç içleriyle biraz eğilmiş, ama alındaki kınşıklıklar yokmuş. Adam bir dakika böyle durmuş, sonra derin bir nefes alarak, yaşlara gömülmüş, iki elini kaldırmış, keçiyi kutsamış, dönmüş ve bir daha bakmadan çekip gitmiş. Acı çekme altında kaşların eğilme nedenleri üzerine. Uzun yıllar boyunca hiçbir ifade biçimini, şu anda incelediğimiz kadar şaşırtıcı bulmadım. Üzüntü veya endişe niye sadece alın kası merkezi bağ dokusunun, göz etrafı kaslarıyla birlikte gerilmeleri­ ne neden oluyordu? Burada sadece üzüntüyü ifade etmek için karmaşık bir hareket ortaya çıkıyor; ve bu yine de sık olmayan ve gözden kaçan bir ifade. Bana göre açıklanması ilk göründüğü ka­ dar zor değil. Dr. Duchenne daha önce bahsedilen genç adamın, güçlü bir biçimde ışıklanmış yukarıdaki bir nesneye bakıp abartı­ lı bir biçimde üzüntü kaslarını gererken çekilmiş bir fotoğrafını vermişti. Bu fotoğrafı tamamen unutmuştum. Güneşli bir günde ve güneş arkamdayken, ve at üzerindeyken, bana bakarken kaşla­ rı eğilen, almnda uygun çizgiler oluşmuş bir kızla karşılaştım. Daha sonra aynı durumda aynı hareketleri defalarca gözlemle­ dim. Eve dönünce, amacımla ilgili en ufak bir bilgi vermeden, üç çocuğumdan çok parlak bir gökyüzüne uzanan bir ağacın tepesi­ ne uzun ve dikkatli bir biçimde bakmalarını istedim. Üçünde de,

214

orbicular corrugator ve pryamidial kaslar retinanın etkilenmesiy­ le ve refleks hareketle, gözü parlak ışıktan korumak için enerjik bir biçimde gerildi. Fakat yukarı bakmak için büyük gayret gös­ terdiler, böylece kasılmalı tiklerle garip bir mücadele alnın bütün veya ön kısmında ve kaşları indiren ve gözü kapayan bazı kaslar­ da gözlenebiliyordu. Pryamidahn istem dışı gerilmesi, burnun alt kısımlarında çapraz ve derin kırışmalara neden oldu. Üç çocu­ ğumdan birisinde, gözü saran kaslar ve alın kasının sıralı geril­ mesi ile, kaşlar aşağı ve yukarı hareket ediyordu; böylece bütün alnı boydan boya buruşup düzeliyordu. Diğer iki çocuğumda alın sadece orta kısımda kırıştı ve böylece kare biçiminde çizgiler oluştu; ve kaşlar uç içleri kalkıp kabararak eğildi- birisinde hafif­ çe, diğerinde şiddetli bir biçimde. Kaşların eğimindeki farklılık açıkça genel hareketliliklerindeki farklılığa ve pryamidal kasın gücüne bağlıydı. Her iki durumda da, kaşlar ve alın güçlü bir ışı­ ğın etkisiyle, sanki üzüntü ve endişe altındaymış gibi, aynı ayrın­ tılı özelliklerde ve aynı biçimde hareket etmişlerdi. Duchanne, burnun pryamidal kasının, göz etrafındaki kas­ lara göre daha kontrol dışı olduğunu söylüyor. Üzüntü kaslan ve bir çok yüz kası üzerinde kolay kontrol sağlayabilen genç adam, pryamidal kaslannı gerememiş.4 Şüphesiz bu güç insan­ dan insana değişiyor. Pryamidal kas kaşlann arasındaki alm de­ risinin iç uçlarla birlikte aşağıya çekilmesini sağlıyor. Alnın iç bağ doku merkezi pramidalın zıttı olur; ve İkincisinin hareketi özellikle kontrol edilirse, merkezi bağ dokusu gerilir. Böylece güçlü pryamidal kası olanlarda, güçlü bir ışık altında kaşlan in­ dirmeme yönünde bilinçsiz bir istek belirirse, merkezi bağ do­ kusu ve alın kası işe karışırlar; gerilmeleri corrugator ve orbicu­ lar kaslarıyla birlikte, pryamidal kaslarını yenecek kadar güç­ lüyse, açıklanan biçimde kaşlar ve alın üzerinde etkili olurlar. * * (Dr. Keen, bir suçlu asılarak idam edildikten hemen sonra, kaslarına elektrik akımı verme şansına sahip olmuş. Deneyleri pryamidalis nasinin ‘merkezi arka- alın kısmının doğrudan zıttı olduğu ve aksinin de geçerli oldu­ ğu’ sonucunu doğruluyor.5)

215

Çocuklar haykırdıkları veya ağladıkları zaman, bildiğimiz gibi, gözü bastırmak ve kanla şişmesini engellemek amacıyla ve ikincil neden olarak alışkanlıkla, orbicular, corrugator ve pryamidal kaslan kasılırlar. Gelen ağlama krizini engellemeye veya ağlamayı durdurmaya çalışan çocuklarda, parlak ışığa bakmaya çalışırken yaptıklan gibi yukanda adı geçen kasları kontrol ede­ ceklerini bulmayı umuyorum; ve bunun sonunda merkezi bağ dokusu ve alın kası genellikle harekete geçecektir. Böylece bazen çocuklan izlemeye başladım ve bazı dok­ torlar da dahil olmak üzere aynısını yapmalarını başkalarından istedim. Yetişkinlerdeki gibi alınları çok net bir biçimde kınşmadığı için çocuklarda bu kasların özel zıt hareketleri çok açık değildi ve çok dikkatli incelenmesi gerekiyordu. Fakat bu du­ rumlarda da üzüntü kaslarının açıkça sık olarak hareket ettikle­ rini buldum. Bütün izlediğim olaylan anlatmak gereksiz ola­ caktır; bu nedenle bir kaçından bahsedeceğim. Bir buçuk yaşın­ daki küçük bir kız, başka çocuklar tarafından rahatsız edilmişti ve ağlamadan önce kaşlan eğimli hale geldiler. Daha büyük bir kızda bu eğim, kaşın uç içlerinin açıkça kırışmasıyla birlikte ortaya çıktı; aynı zamanda ağız köşeleri aşağıya doğru çekildi. Gözyaşı boşalır boşalmaz, özellikler değişti ve bu özel durum kayboldu. Yine, küçük bir çocuk onda haykırma ve şiddetle ağ­ lamaya neden olan aşısını olduktan sonra, doktor ona bu amaç­ la getirilmiş olan bir portakal verdi ve bu çocuğu çok memnun etti; ve ağlamayı durdururken, alnın ortasında oluşan kare biçi­ mindeki kınşıklıklar da dahil olmak üzere, bütün özel hareket­ ler izlenebildi. Son olarak, köpekten korkmuş olan iki veya üç yaşında bir kız çocuğuyla yolda karşılaştım, ve ona ne olduğu­ nu sordum, sızlanarak durdu ve kaşları aniden ileri derecede eğimli bir duruma girdi. Burada, neden alın kasının merkezi bağ dokusunun ve göz etrafındaki kasların üzüntü etkisi altında zıt olarak gerildiklerine ait, yine temel bir problemimiz olduğundan şüphem yok- geril­ me ister melankolik hastalardaki gibi uzun veya basit bir ıstırap

216

nedeniyle anlık olsun. Hepimiz bebekken sürekli olarak, haykı­ rırken gözlerimizi korumak için orbicular, corrugator ve pryamidal kaslarımızı gerdik; bizden önceki atalarımız da nesiller boyu böyle yaptılar; ve geçen yıllarda, ıstırap duyduğumuzda, çığlık atmayı rahatlıkla engelleyebildik, ama uzun alışkanlıkla yukarıda adı geçen kasların en hafif bir gerilmesini bile engelleyemiyoruz; kendimiz de bu gerilmeyi izleyemiyoruz veya az bi­ le olsa durdurmayı denemiyoruz. Fakat pryamidal kaslar, diğer ilgili kaslara göre daha az kontrol edilebilir gibi görünüyorlar; eğer iyi gelişmişlerse, gerilmeleri sadece alın kasının merkezi bağ dokusunun zıt gerilmesi ile kontrol edilebilir. Bu bağ doku­ su enerjik bir biçimde gerilmişse, bunu kaşların yukarı doğru eğimi, uç içlerinin kıvrılması ve alın ortasında kare şeklinde çiz­ gilerin oluşması takip eder. Çocuk ve kadınlar erkeklere göre daha özgürce ağladıklan için ve iki cinsin de yetişkinleri zihin­ sel rahatsızlıklar dışında az ağladıklanndan, neden üzüntü kas­ larının sıklıkla hareket durumunda olduklarını anlayabiliriz ve bunun kadın ve çocuklarda, erkeklere göre ve her iki cinsin ye­ tişkinliklerinde de zihinsel hastalıklarda daha geçerli olduğuna inanıyorum. Zavallı Dangarlı kadın ve Hindistanlı adam gibi, daha önce söylenen bazı durumlarda, üzüntü kaslarının hareke­ tini acı bir ağlama takip ediyor. Az veya çok, bütün ıstırap du­ rumlarında, uzun alışkanlıkla sanki haykırma noktasındaki be­ beklermişiz gibi beynimiz bazı kaslara gerilme emri yollar; fa­ kat isteğin muhteşem gücü ve alışkanlıkla bu emre ancak kıs­ men karşı koyabiliriz ve karşı koyma yolları göz önüne alındı­ ğında bu bilinçsiz olarak gerçekleşir.

Bu akıllıca bir açıklama, ama bana göre yanlış. Darwin üzüntü kaşlarının - Darwin’in pyramidals diye adlan­ dırdığı ile frontalisin iç kısımlannın beraber hareketleriy­ le, kaşların eğimli bir şekil alması- ağlamanın durduğu (ıstırabın azaldığı) ama mutsuzluk ve hüznün devam etti­ ği erken yaşlarda oluştuğu konusunda haklı. Fakat, bu aşamada birleşik yüz hareketleri, Danvin’in iddia ettiği

217

gibi, ağlamayı durdurmaya çalışan amaçlı alışkanlık ha­ reketlerinden kaynaklanmıyor. Bunun olasılık dışı olma­ sının biı- nedeni, bir çok kişinin bu hareketi isteyerek ya­ pamamasıdır. Frontalis kasının iç kısmını istem içi gere­ bilmek en zor hareketlerden birisidir/39 Darwin’in fikri ile ilgili ikinci şüphe, bu ifadenin erken bebeklikte ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır. Eğer Darwin haklı ol­ saydı, üzüntü kasının hareketini, bebek ağlamasını kont­ rol etmeyi öğrenene kadar görmeyecektik, ama bu çok daha erken görülmektedir. Erken yaşamdaki ifadeler üze­ rine bir uzman olan Camras, üzüntü kaşını dört haftalık hayatta görmüş. Yeni doğanlar üzerine uzman olan Oster bunu ilk günlerde izlemiş. Yeni doğanların bilinçli olarak ağlamalarını kontrol edecekleri düşünülemez. Oster, üzüntü kaşının ‘bir tür kendini düzenleme mekanizması­ nın’ göstergesi olduğunu söylüyor; bu anlamda Oster Darwin’in açıklamalarıyla uyuşuyor. Ağız kenarlarının büzülmesi üzerine. Bu hareket depressores anguli oris tarafından etkilenir (Bkz K, şekil 1 ve 2 (s. 63-64). Bu kasların lifleri birbirlerinden aşağı doğru uzaklaşırlar ve üstte­ ki uçlar ağız köşeleri etrafında birbirlerine bağlıdırlar ve alt du­ dak köşesinde de bu çok az bir biçimdedir.6 Bazı lifler büyük zygomatik kasma ve diğerleri de üst dudağın dış köşelerine giden kaslara zıttır. Bu kasın gerilmesi, üst dudağın dış kısmı ve hatta az bir derecede burun kanatları da dahil olmak üzere ağzın köşe­ lerini aşağı ve yukarı doğru çeker. Bu kas çalışırken ağız kapalıy­ sa, iki dudağın birleşme çizgisi aşağı doğru içbükey bir eğim ya­ par,7 ve dudaklar, özellikle de alt dudak, bir biçimde dışarıya doğru çıkarlar. Bu durumdaki ağız, Bay Rejlander tarafından iki fotoğrafta çok iyi gösterilmiş (Baskı II, Şekiller 6 ve 7). Yukarı­ daki çocuk, başka bir çocuktan tokat yedikten sonra (Şekil 6) ağ­ lamayı henüz yeni kesmiş; ve bu fotoğraf için en uygun an. Bu kasın gerilmesine bağlı olarak, keyifsizlik, üzüntü veya neşesizliğin ifadesi, bu konuda yazan herkes tarafından fark edi­ lebilir. Bir kişinin ‘ağzının aşağıda’ olduğunu söylemek onun

218

keyifsiz olduğu anlamını taşır. Otoriteler Dr. Crichton Brovvne ve Bay Nicol tarafından melankolik hastalarla ilgili olarak belir­ tildiği ve ikinci centilmenin bana gönderdiği bazı fotoğraflarda­ ki yüksek intihar eğilimi olan hastalarda görüldüğü gibi, kenar­ larda genellikle büzülme olur. Çeşitli ırkların insanlarında bu iz­ lenebilir, örneğin Hindularda, Hindistan’ın esmer dağ kabilele­ rinde, Matahlarda ve Bay Hagenauer’in bildirdiğine göre, AvustralyalI aborijinlerde. Çocuklar ağladıkları zaman gözlerinin etrafındaki kasları sıkıca gererler ve bu da üst dudağı kaldırır; ve ağızlarını genişçe açmalan gerektiğinden, köşelerdeki derressor kaslar da hareke­ te geçer. Bu genellikle, ama kesinlikle değil, üst dudağın iki ya­ nında, ağzın köşelerine doğru hafif 1 ir açısal eğilmeye neden olur. Alt ve üst dudağın hareketleriyle, ağız karemsi bir biçim alır. Şiddetli olarak ağlamayan çocuklarda, özellikle tam başla­ mak üzereyken veya bitirdikleri zaman da, depressor kasının gerilmesi görülebilir. Altı haftalıktan iki üç aylığa kadar kendi çocuklarımda da izlediğim gibi, küçük yüzler acınacak bir ifade taşır. Bazen ağlama krizine karşı mücadele ederlerken, ağız bi­ çimi o kadar abartılı bir biçim alır ki at nalına benzer ve böylece sefalet ifadesi komik bir karikatüre dönüşür. Keyifsizlik veya neşesizliğin etkisi altında bu kasın geril­ mesinin açıklamasının, kaşların eğilimi ile ilgili genel ilkeleri izleyeceği açıktır. Dr Duchenne uzun süren gözlemlerinden, bu­ nun en az kontrol altında olan yüz kaslarından biri olduğu sonu­ cuna vardığını bildirdi. Bu şüphe götürmeden ağlamaya başla­ yacakları belli olan veya ağlamayı durdurma çabasındaki be­ beklerle ilgili anlattıklarımızdan çıkarılabilir; çünkü ağız köşe­ lerindeki depressor kaslarına göre, diğer yüz kaslarını genellikle daha etkili bir biçimde kontrol edebiliyorlar. Bu konuda kuramlan olmayan, birisi cerrah, iki iyi gözlemci benim için, zaman içinde gözyaşı dökmek durumuna ulaşmışken bunu engellemek için mücadele veren büyük çocukları ve kadınlan dikkatle izle­ diler; her iki gözlemci de depressor kaslannın diğerlerinden ön­

219

ce harekete başladıklarından emin. Bir çok nesil boyunca be­ beklerde depressorlar sürekli olarak güçlü bir biçimde hareket edince, uzun süreli birleşik alışkanlıklar ilkesine göre, daha son­ ra ne zaman en ufak bir ıstırap duyulsa, bu kaslara ve diğer bazı yüz kaslarına sinir gücü akar. Ama diğer bir çok kasa göre depresorlar daha az kontrolümüz altında oldukları için, onların ha­ fifçe gerilmelerini ve diğerlerinin hareketsiz kalmalarını bekle­ yebiliriz. Ağız köşelerindeki ufak bir büzülmenin, çehreye ke­ yifsizlik veya neşesizlik ifadesi veriyor olması çok dikkat çekici ve bu kaslann çok az bir gerilimi bu zihin durumunu ortaya koymak için yeterli. Konuyu toparlamama yardımcı olacağı için burada önemsiz bir gözlemimi anlatabilirim. Rahat ama dalgın ifadeli bir kadın tren vagonunda tam karşımda oturuyordu. Ona bakarken, depressors anguli orisin hafifçe ama kesin olarak gerildiğini gör­ düm; fakat çehresi aynı sakin durumda olduğu için bu gerilme­ nin ne kadar anlamsız olduğunu ve insanın nasıl yanılabileceğini düşündüm. Bu düşünce kafamdan geçer geçmez, gözleri su­ landı ve neredeyse yaşlar akmak üzereydi ve bütün yüzü asıldı. Belki de kaybedilmiş bir çocuğa ait olan, acılı bir düşüncenin zihninden geçtiği şüphesizdi. Sinir sistemi böylece etkilenince, uzun alışkanlıkla bazı sinir hücreleri anında bütün solunum kaslanna ve ağzın etrafındakilere bir emir ileterek, bir ağlama kri­ zine hazırlık yaptılar. Ama bu emre istek gücüyle veya daha sonra edinilen alışkanlıkla karşı konuldu ve depressors anguli orisin hafif hareketi haricinde kaslar buna uydular. Ağız açılma­ dı bile; solunum hızlanmadı ve ağız köşelerini aşağıya çeken kaslar dışındakiler etkilenmedi. Bu hanımın ağzı bilinçsiz ve istem dışı olarak ağlama krizi için uygun bir duruma girince, uzun sürede alışmış olan kanal­ lardan, çeşitli solunum kaslanna, gözün etrafındakilere ve göz­ yaşı bezlerine gönderilen kan miktarını kontrol eden vasomotor merkezine bir sinir etkisinin iletileceğinden emin olabiliriz. Son duruma ait açık kanıt gözlerinin sulanmasıyla ortaya çıkmıştı;

220

bunu, gözyaşı bezinin, diğer yüz kaslarından daha az kontrol al­ tında olmasından anlayabiliriz. Aynı anda göz etrafındaki kasla­ rın da, gözün kanla dolmasını engellemek için gerileceğinden şüphe yoktur, fakat bu gerilme tamamen kontrol altında olduğu için kaşlar hareket etmedi. Bir çok insanda olduğu gibi pyramidal corrugator ve orbicular kaslar biraz kontrol edilebildikleri için, hafifçe hareket edeceklerdir; ve sonra alın kasının merkezi bağ dokusu zıt yönde gerilecek, kaşlar eğimli olacak ve alında dikdörtgen çizgiler oluşacaktır. Böylece yüzü, neşesiz veya üzüntülü bir ifade tarzına göre daha sakin bir durumda olacaktır. Melankolik bir düşünce zihinden geçer geçmez, ağzın köşe­ lerinde izlenebilir bir aşağı çekilmenin, kaşın uç içlerinin hafifçe kalkmasının veya her iki hareketin beraberce olmasının ve hemen sonra biraz göz nemlenmesinin nasıl oluştuğunu bu aşamalarla anlayabiliyoruz. Bir sinir gücü duygusu bazı alışkanlık kanalla­ rından iletilir ve isteğin uzun alışkanlık sonucu çok fazla eylem gücüne sahip olmadığı her hangi bir noktada bir etki üretir. Yuka­ rıdaki hareketler, bebeklikte çok sık ve uzun olan ağlama krizinin ilk izleri olarak kabul edilebilir. Bu durumda ve bir çok başkasın­ da, insan çehresindeki çeşitli ifadeleri ortaya çıkartan sebep ve sonuçları bağlayan ilişkiler mükemmeldir; ve zihnimizden bir an­ lık duygu geçtiğinde, istem dışı ve bilinçsiz olarak yaptığımız ba­ zı hareketlerin anlamlarını bunlar bize açıklarlar.

221

BÖLÜM: VIII

SEVİNÇ, KEYİF ALMA, SEVGİ, İNCE DUYGULAR BAĞLILIK Kahkaha, temel sevinç ifadesi - Komik fikirler - Kah­ kaha esnasında, yüz ifadelerinin hareketleri - Üretilen sesin doğası - Yüksek kahkaha esnasında, gözyaşlarının akması - Yüksek kahkahadan nazik bir gülümsemeye geçiş - Keyif alma - Sevgi ifadesi - İnce duygular Bağlılık

Sevinç yoğun olduğu zaman çeşitli amaçsız hareketlere yol açar- etrafta dansetmeye, elleri çırpmaya, ayak vurmaya vs. ve yüksek sesle gülmeye. Gülmek sadece sevinç ve mutluluğun ifadesi gibi görünmektedir. Bunu oynarken sürekli gülen çocuk­ larda açıkça görebiliriz. Gençler keyifliyken hep anlamsız kah­ kahalar atarlar. Tanrıların kahkahaları Homer tarafından şöyle anlatılıyor: ‘günlük ziyafetleri sonrası, kutsal sevinçlerinin taş­ kınlığı.’ Yolda arkadaşına rastlayan bir kişi, bir parfümü kokla­ mak gibi basit bir zevk aldığında yaptığı gibi gülümser1 ve daha sonra göreceğimiz gibi gülümseme kahkahaya gelişir-. Kör ve dilsiz olan Laura Bridgman, her hangi bir ifadeyi taklitle edinmemişti, yine de sevdiği birisinden gelen bir mektup hareket di­ liyle ona iletildiğinde, ‘gülüyor ve ellerini çırpıyordu ve yüzüne renk geliyordu’. Diğer zamanlarda sevinçle ayağını vuruyordu.2 İdiyot ve embesil kimselerin de benzer gayretleri, gülme ve

gülümsemenin temel olarak sadece mutluluk ve sevinç ifadesi olduğunun kanıtıdır. Geniş deneyimleri nedeniyle müteşekkir olduğum Dr. J. Crichton Browne, idiyotlarda gülmenin bütün duygusal ifade biçimleri arasında yaygın ve sık olduğunu anlat­ tı. Bir çok idiyot somurtkandır, heyecanlıdır, huzursuzdur, acı

222

doludurlar ve son derece vurdum duymazdırlar ve hiç gülmez­ ler. Diğerleri de sıkça anlamsız bir biçimde gülerler. Konuşama­ yan bir idiyot çocuk, Dr. Brovvne’ye işaretlerle hastanedeki baş­ ka bir çocuğu, gözünü morarttığı için şikayet ediyor; ve bu ‘kahkaha patlamalan ve yüzün geniş bir gülümsemeyle kaplan­ masıyla’ beraber oluyordu, başka bir sınıf idiyot da neşeli ve şefkatlidir ve sürekli güler veya gülümserler.3 Yüz ifadeleri ge­ nellikle basma kalıp bir gülümseme sergiler. Önlerine besin ko­ nunca, okşandıklarında, parlak renkler gösterilince veya müzik dinlediklerinde, sevinçleri artar ve sırıtırlar, kıkırdarlar veya kendi kendilerine gülerler. Etrafta yürüdükleri veya kas çalışma­ sı yaptıkları zaman, bazıları olağan dışı gülerler. Dr. Browne’ye göre bu idiyotların bir çoğunun sevinçleri açık bir fikirle birleş­ tirilemez; sadece zevk duyarlar ve bunu gülümseme veya gülme ile ifade ederler. İleri derecede embesillerde, kişisel kibir genel bir kahkaha nedenidir ve bunun yanında, bu davranış biçimle­ rinden dolayı zevk alırlar. Yetişkinler, çocukluklarında yeterli olanlar dışındaki neden­ lerle gülerler; fakat bu gülümseme için çok geçerli değildir. Bu anlamda gülmek, yetişkinlerde zihinsel ıstırapla kısıtlı kalan, ama çocuklarda bedensel veya herhangi bir acı, aynı zamanda korku ve kızgınlıkla ortaya çıkan ağlamaya benzer. Yetişkin kimselerin gülme nedenleri üzerine bir çok ilgi çekici tartışmalar yazılmıştır. Konu çok karmaşıktır. Aykırı veya anlatılamaz bir şey, heyecan­ landırıcı bir sürpriz ve kahkahada bir üstünlük duygusu, mutlu bir bakış açısı genel nedenler gibi görünmektedir.4 Şartlar anlık olmamalıdır: kendisine büyük bir piyango çıktığını bir anda öğre­ nen bir fakir kişi gülmez veya gülümsemez. Eğer zihin zevkli duygularla güçlü bir şekilde heyecanlanmışsa, en ufak beklenme­ dik bir olay veya düşüncenin ortaya çıkması ile, Bay Herbert’e göre,5 ‘eşit miktarda yeni ve gelişmekte olan düşünce ve duygu­ lar üretmesi için kendisini kullanmasına izin verilecek yerde, bü­ yük miktarda sinir enerjisinin akışı aniden kontrol edilir’... ‘Bu fazlalık kendini başka bir yöne doğru boşaltmalıdır ve bu, kahka-

223

ha dediğimiz yarı titreme hareketleriyle, hareket sinirlerinden çe­ şitli sınıflara ait kaslara doğru bir akışla sonuçlanır.’ Benimle ya­ zışan bir kişi tarafından, bu konuyla ilgili bir gözlem yakında meydana gelen Paris kuşatması sırasında yapılmıştı, yani, büyük tehlike karşısında kalarak çok heyecanlanan Alman askerleri, en ufak bir şaka karşısında kahkahalarla gülüyorlardı. Küçük çocuk­ lar da ağlamaya başlarlarken, beklenmedik bir olay ağlamalarını ani bir gülmeye çevirebilir, bunun da aşın sinir enerjisinin kulla­ nılmasına yardımcı olacağı açıktır. * Espri ve ifadenin incelenmesi üzerine bir uzman olan Alman psikolog William Ruch, bu güne kadar gü­ lümsemenin değil, gülmenin nedenlerinin yaşla değişti­ ğine dair Darwin’in fikirlerini kimsenin doğrulamadığı­ nı söyledi. Ruch, yetişkinleri değil de çocukları güldüre­ cek kadar komik olan şakaları kabul ediyor, fakat gülme ve gülümsemenin farkını, sıklıkla duygunun yoğunluğu belirler diyor. Preuschoft (fikrinden daha önceki bir yo­ rumumda bahsetmiştim, s. 174) ters bir durum alıyor; gülümseme, gülmenin yok olmuş bir formu değildir di­ yor. Preuschoft incelediği maymunlar ve Ruch inceledi­ ği insanlar nedeniyle doğru olabilir.

Hayal gücünün bazen komik bir düşünceyle gıdıklandığı söylenir; ve zihnin gıdıklanması bedeninkine çok benzer. Her­ kes gıdıklandıkları zaman çocukların nasıl çılgınca güldüklerini ve bedenlerinin sarsıldığını bilir. İnsana benzeyen maymunlar da özellikle koltuk altlanndan gıdıklandıklannda, gördüğümüz gibi, aynı şekilde bizim kahkahamıza benzer tekrar eden bir ses çıkartırlar. Sadece yedi yaşındayken bir kağıt parçasıyla çocuk­ larımdan birinin ayak tabanına dokundum, aniden ayağını çekti ve daha büyük bir çocukta olduğu gibi ayaklan kıvnldı. Bu ha­ reketler ve gıdıklanma sonucunda gülmek, refleks hareketleri * (San Francisco’dan Bay C. Hinton (mektup, 15 haziran, 1873), Golden Gate’deki uçurumda yalnız ve büyük tehlike altındayken, kendisini hem güler, hem de ağlarken anlatıyor.)

224

gösterir; Bu da aynı şekilde, bedendeki değişik kılları kaldıran, gıdıklanan yüzeyin yakınında gerilen ufak çizgisiz kaslar tara­ fından gösterilir.6 Yine de komik bir fikir nedeniyle gülmek, is­ tem dışı da olsa tam anlamıyla refleks bir hareket olarak adlandınlamaz Bu durumda ve gıdıklanma sonucu ortaya çıkan kah­ kahada, zihin zevkli bir durumda olmalıdır; yabancı bir adam tarafından gıdıklanan bir çocuk korkuyla bağıracaktır. Dokunma hafif olmalıdır ve komik olan fikir veya olay ciddi anlamlı ol­ mamalıdır. Bedenin en kolay gıdıklanan bölümleri, genellikle koltuk altlan, ayak parmağı aralan veya ayak tabanı bölgeleri gibi çok dokunulmayan kısımlarıdır; fakat oturduğumuz bölüm buna bir istisna oluşturur. Gratiolet’e göre,7 bazı sinirler diğerle­ rine göre daha fazla duyarlıdırlar. Bir çocuk kendisini gıdıklayamamasmdan ve biraz de başkası tarafından gıdıklanmasından, tam dokunulacak noktanın neresi olduğu bilinmiyor gibi görün­ mektedir; böylece beklenmeyen bir şey- alışılmış düşünce akışı­ nın ortasında oluşan aykırı bir hikaye veya fikir- zillinde komik olmak için güçlü bir neden oluşturur. * Ruth şöyle diyor: ‘Heckef40 (Darwin tarafından 2. baskıda bahsedilen, bkz dip not) ve Wundf a011 göre gı­ dıklamak, şakalar dışında, gülmeyi ortaya çıkartan en geçerli nedendir. Gıdıklandıklarında veya gıdıklanmayı beklediklerinde şempanzeler, insan gülmesiyle karşılaş­ tırılabilecek yüz görünümleri, solunum yapısı ve sesler çıkartırlar. Hail ve Allin,0,2 gülme üzerindeki araştırmalannda çocukların en çok gıdıklandıkları bölgeleri şöyle sıralıyorlar: ayak tabanları, kol altlan, boyun, çene altı, bel ve kaburgalar ve yanaklar.’

* (L. Dumont (Thtorie Scientifique de la Sensibilitt, 2. b., 1877 s. 202) gıdıklanmanın, dokunmanın yapısındaki beklenmedik değişimlere bağlı oldu­ ğunu göstermeye çalışıyor; o da gıdıklanmayı komik yapan beklenilmeme ola­ yının gülme nedeni olduğuna inanıyor. Hecker (Physiologie und Psychologie des Lachens, 1872) başka bir bakış açısından, gıdıklanma ile komik olmayı gülme nedeni olarak birbirlerine bağlamıştır.)

225

Gülme sesi, derin bir nefes almayı takip eden kısa, sürekli göğüs ve özellikle diyafram kasılmaları ile üretilir.8 Böylece ‘gülme iki tarafını da tuttu’ diye işitiriz. Bedenin sarsılmasın­ dan, baş öne ve arkaya doğru sallanır. Bazı Habeş maymunu türlerinde de zevk aldıklan zaman olduğu gibi, alt çene genel­ likle aşağı ve yukarı doğru titrer.

Ruch şöyle diyor: ‘Coşku yoğunluğundaki artan sevi­ yelerle, solunum yapısında değişimler oluşur... bu da “haha” sesi için alt yapıyı sağlar... Gülmedeki solunumun en belirgin özelliği nefes vermektir. Gülme esnasındaki solu­ num sadece normal düzey seviyesini aşmaz, fakat istem içi solunumun en üst seviyesine ulaşır hatta bazen de geçer. ’ Gülme sırasında köşeler aşağıya ve biraz yukarıya çekilmiş bir biçimde, az veya çok geniş olarak ağız açılır; ve üst dudak kalkmış gibi durur. Köşelerin geri çekilmesi, en iyi hafif bir gül­ mede ve özellikle geniş bir gülümsemede görülebilir- sonraki ifade ağzın ne kadar geniş açıldığını belirtiyor. Baskı III, şekil­ ler 1-3, değişik hafif gülme ve gülümseme biçimlerinin fotoğ­ raflarıdır. Şapkalı küçük kız figürü Dr. Wallich’e aittir ve ifade biçimi gerçektir; diğer ikisi de Bay Rejlander’e aittir.

226

Dr. Duchanne, sevinç duygusu altında, ağzın temel olarak, köşeleri yukarı ve aşağı doğru çeken büyük zygomatik kaslarla hareket ettiği konusunda sürekli ısrar etmektedir;9 fakat üst diş­ lerin gülerken ve geniş bir biçimde gülümserken hep ortaya çık­ tığı göz önüne alınınca ve kişisel'algılamalarıma göre, üst duda­ ğa giden bazı kasların da hafif bir şekilde hareket ettiğinden şüphem yok. Aynı zamanda üst ve alt orbicular kaslar da az ve­ ya çok gerilirler; ve bu bölümde anlatıldığı gibi, ağlama sırasın­

227

da, özellikle alt orbicularlarla üst dudağa giden kaslar arasında yakın bir ilişki vardır. Henle’nin bu konudaki fikrine göre,10 eğer bir kişi bir gözünü sıkıca kapatırsa, o taraftaki üst dudağın çekilmesini engelleyemez; bunun tam tersi olarak, eğer bir kişi elini göz kapağının altına koyarsa ve sonra üst kesici dişlerini olabildiğince ortaya çıkartırsa, üst dudağı güçlü bir biçimde yu­ karıya doğru çekilirken, göz kapağı alt kaslarının gerildiğini hissedecektir. Tahta baskıda verilen Henle’nin çiziminde, şekil 2 (s. 64), üst dudağı hareket ettiren muscularis malaris (H), alt orbicular kasın neredeyse ayrılmaz bir parçasıdır.

Anatomik bir bakış açısıyla, paragrafta önerdiği yüz hareketleri ile ilgili olarak Darvvin’le aynı fikirde değilim. Güçlü bir gülme esnasında neden üst dudağın sıkça kalktığı konusunda Duchenne’nin doğru, Darwin’in hatalı olduğuna inanıyorum. Araştırmalarım, hoşlanma için, zygomatic ma­ jör kasının alt yüze ait temel ve belki de alt yüzde tek hare­ ketli kas olduğu yönündedir. Darwin tarafından bahsedilen, dişin ortaya çıkması ve üst dudağın kalkması, sadece zygo­ matic majorm güçlü bir hareketiyle oluşabilir ve Darwin’in söylediği gibi ikindi bir kasın hareketini gerektir­ mez. Zygomatic kasın güçlü bir hareketi üst dudağı kaldırır ve bir çok kişide dudak hafifçe kalkar. Eğer dudak daha da kalkacaksa başka kaslar da devreye girebilirler, fakat bu hoşlanma gülümsemesi için gerekli değildir. Bence Darwin, Henle’nin göz kapanmasının üst dudağı kaldıracağına ait fikrini kabul ederek de yanılıyor. Özellikle dış uçlarda üst dudak genellikle hafifçe kalkar, fakat bu alt yüzdeki başka bir kasın değil, sadece deriyi geren ve üst dudaktaki bu ha­ rekete neden olan orbicularis oculinin hareketidir. Şekil 4, 5 ve 6 da ve daha sonraki örneklerde görü­ nen adam için Duchanne şöyle yazmış: ‘deneylerim için seçtiğim temel nesne... ince yüzlü, görünüşü tamamen çirkin olmayan ve önemsiz görünen, yüz ifadesi saldır­ gan olmayan ve kısıtlı zeka durumuyla uyumlu, dişsiz, yaşlı bir adamdı... Böyle bir deneye katılacak çok az kişi

228

olabilir, çünkü çok acı çekmese bile, yüz kaslarına elekt­ rik verilmesi, genellikle yüz görünümünde bükülmelere neden olan istem dışı hareketleri ortaya çıkartıyordu. Bu adamın duyuları çok düşüktü. Yüzüyle ilgili karmaşık biı- duyu sorunu vardı (acı duymuyordu). Hala rahatsız olabilecek bir kadavranın üzerinde çalışır gibi bir dikkat ve duyarlılıkla, kaslarını uyaracak biçimde fazla acı ver­ meden, yüzünde deney yapabildim. *c-’3

Dr. Duchenne yaşlı bir adamın normal edilgen halde büyük bir fotoğrafını göstermiş (baskı III, Şekil 4, küçülmüş şekilde) ve aynı adama ait doğal gülümsemesiyle de bir başkasını gös­ termiş (Şekil 5). Doğal bir biçimde olan İkincisi, gösterilen her­ kes tarafından anlaşıldı. Büyük zygomatik kasların elektriklen­ mesi ile ağız köşelerinin güçlü bir biçimde gerilemesiyle, doğal olmayan veya sahte bir gülümseme ifadesi veren, aynı adama ait başka bir fotoğraf örneğini de (Şekil 6) vermiş. Bu ifadenin doğal olmadığı o kadar açık ki, gösterdiğim 24 kişiden 3 adedi ne olduğunu bile tanımlayamadılar, diğerleri ise bir tür gülüm­ seme olduğunu anlamalarına rağmen, ‘kötü bir şaka’, ‘gülmeye , * çalışıyor ‘sırıtarak gülümseme , * ‘yarı şaşkın gülüş * vs. gibi te­ rimlerle açıkladılar. Dr. Duchenne ifadenin doğal olmamasını, sadece alt kapakların orbicular kaslarınca yeterince gerilmemiş olmasına bağlıyor; çünkü sevinç ifadesinde onların gerilmeleri­ ne büyük önem veriyor. Bu bakış açısında büyük doğruluk payı olduğu şüphesiz, fa­ kat bana göre bütün gerçek bu değil. Alt orbicularların gerilmesi, gördüğümüz gibi, her zaman üst dudağın yukarıya çekilmesiyle beraber oluyor. Şekil 6’da gösterildiği gibi, üst dudak bu şekilde hafifçe bile oynuyorsa, eğilmesi daha yumuşak, ağız burun böl­ gesi çizgisi biraz farklı ve, bana göre, alt kapakların daha güçlü gerilmesinin daha belirgin etkisinden bağımsız olarak, bütün ifa­ de daha doğal olacaktı. Dahası corrugator kası, Şekil 6, çatılma oluşturacak kadar çok gerilmiştir; ve bu kas, şiddetli kahkaha ve­ ya güçlü ifade edilen bir sevinç dışında asla gerilmez.

229

Duchanne’nin, orbicıdaris oculi varken ve olma­ dan oluşan gülümsemenin farkı, benzetilmiş bir gülüm­ seme ile doğal bir gülümsemenin farkıdır, şeklindeki dü­ şüncesinin sağlamlığı kanıtlanmıştır. Örneğin, 5 aylık bebekler, anneleri yaklaşınca göz kası gülümsemesi, ya­ bancı birisi yaklaşınca ise göz kası olmayan bir gülüm­ seme ifadesi gösterirler.044 Göz kası gülümsemesi varsa, beyin gerçek olarak hoşlanmaktadır, fakat yalnızca gü­ lümseme bu hoşlanmanın olmadığı anlamına gelir/45 Mutlu evli çiftler, günün sonunda karşılaştıklarında göz kası gülümsemesi sergilerlerken, mutsuz çiftler birbirle­ rine gülümserlerken göz kası hareketi yoktur.046 Bu buluş nedeniyle Duchenne’ye pay çıkartabilmek için, zygomatic majör ve orbicıdaris oculi kaslarının hareketini aynı anda gerektiren gülümseme biçimine Duchenne gülüm­ semesi veya kısaca D- gülümsemesi adını öneriyorum/47 Büyük zygomatik kaslarının gerilmesiyle, ağzın köşelerini geri ve yukarı doğru çekilerek ve üst dudakları kaldırarak, yanak­ lar yukarıya doğru çekilir. Böylece göz altlarında kırışıklıklar oluşur ve bu yaşlılarda dış uçlara kadar gider; bu gülme veya gü­ lümsemenin tipik görünümüdür. Hafif bir gülümseme, daha güç­ lü bir biçime veya kahkahaya dönüştüğünde, insan kendi duygu­ larına dikkat etmek için bir aynaya bakınca, üst dudağının kalktı­ ğını ve alt orbicularlarm kasıldığını, alt göz kapaklarında kırış­ malar oluştuğunu ve göz atındakilerin ise güçlendiğini veya arttı­ ğını görecektir veya bunu duyumsayacaktır. Sürekli gözlemledi­ ğim gibi, üst ve alt orbicularlarm bir dereceye kadar gerildiklerini gösterir bir biçimde, bu hareket duyularımız açısından gözden kaçmasına rağmen, aynı zamanda kaşlar biraz aşağı ineceklerdir. Sakin bir yüz ifadesi olan yaşlı adamın asıl fotoğrafı (Şekil 4), doğal olarak gülümsediği fotoğrafıyla (Şekil 5) karşılaştırılırsa, İkincisinde kaşların daha aşağıda olduğu görülebilir. Bunun uzun süreli alışkanlık gücü nedeniyle, üst dudağın kalkması ile birlik­ te, gerilen alt orbicularlarla bir dereceye kadar üst orbicularlarm beraber harekete itilmesine bağlı olduğuna inanıyorum.

230

Darvvin, hoşlanmanın gerçek gülüş izinin, kaşın dış bölümünün alçaltılması olduğunu doğru bir biçimde vurgulamış (Duchenne gülüşü). İnce bir değişim, (kaş ve üst kapak arasındaki derinin aşağı çekilmesiyle bir­ likte- göz- kapağının kıvrılması) orbiculars oculinin dış kısımlarının gerilmesi ve hoşlanmanın oluşması için ye­ terli bir işarettir. Göz etrafındaki kırışmalar' ve göz altı derisinin sarkması sadece zygomatic majör ile oluşur ve orbicularis oculinin bir katkısı olmaz. Alt göz kapağının gerilmesi veya kalkması, orbicularis oculinin iç kısmı­ nın sıkışması ile ortaya çıkar- pals pelpebralis- ve bunu gerçek bir hoşlanma işareti olduğunu kabul etmiyoruz/18

Zevkli duygular altında zygomatik kasların gerilme eğili­ mi, deliliğin genel fiziksel durumundan" rahatsız olan hastalar­ la ilgili olarak Dr. Browne tarafından bana aktarılan ilginç bir olayda kendisini gösteriyor. ‘Bu hastada sabit bir iyimserlik zenginlik, rütbe, ihtişam hayalleri-, delicesine bir sevinç, cö­ mertlik, para harcama isteği vardı ve bunun en erken fizyolojik belirtileri ağız kenarındaki ve gözün dış kenarlarındaki titreme­ lerdi. Bu çok açık görülebiliyordu. Alt palpebral ve büyük zygomatik kasların sürekli titremelerle uyarılması genel fizik­ sel tutulmanın ilk aşamalarının nedenidir. Yüz, mutlu ve şefkat­ li bir ifade içindedir. Hastalık arttıkça diğer kaslarda devreye girer, ancak tam ahmaklık oluşuncaya kadar, yüz zayıf bir şef­ kat ifadesi gösterir.’ Gülmede olduğu gibi, geniş gülümsemede de yanaklar ve üst dudak iyice yükselir, burun kısalmış gibi görünür, köprüdeki deri çapraz ve yanlardaki diğer eğimli boylamasına çizgilerle belirgin bir şekilde kınşır. Üst ön dişler genellikle görünür. Her

bir burun deliğinin kanadından ağzın köşesine doğru giden be­ lirgin bir ağız-burun bölgesi bükülmesi meydana gelir; ve bu yaşlılarda genellikle iki kat oluşur. Parlak ve ışık saçan bir göz mutlu ve eğlenceli bir zihin du­ rumunu yansıtır ve ağzın ve üst dudağın kenarındaki geri çekil­

231

me ile birlikte kırışıklıklar oluşur. Çok geri zekalı olup, hiç ko­ nuşma öğrenememiş olan ufak kafalı idiyotlarda bile, zevk al­ dıklarında göz hafif parıldar.12 Aşın gülünce de göz ışıldayacak kadar yaşlarla dolar; hafif gülme veya gülümseme sırasında bezlerden çıkan nem gözlere parlaklık vermesine rağmen, bu­ nun fazla bir önemi yoktur, çünkü nemli olmalarına karşılık üzüntü nedeniyle donukturlar. Orbicular kasların gerilmesi ve kalkan yanaklar nedeniyle parlamalan temelde duyarlı olmaları­ na bağlıdır.13 Başka yazarlara göre bu konuyu en fazla tartışmış olan Dr. Piderit’e göre,14 zevk alma sonucunda kan dolaşımının hızlanması nedeniyle, duyarlılık daha çok göz bebeklerinin kan ve diğer sıvılarla dolmasına bağlıdır. Hızlı bir kan dolaşımı es­ nasında veremli bir hastanın ve bedenindeki bütün kanı çekilen bir kolera hastasının gözlerinde görülen zıtlığı anlatmaktadır. Kan dolaşımını azaltan her neden gözü donuklaştınr. Sıcak bir günde yorucu ve uzun bir çalışma sonunda yere uzanmış bir adam görmüştüm ve gözleri onu seyreden bir kişinin gözlerine göre haşlanmış balık gözü gibiydiler. Kahkaha esnasında çıkartılan seslere geri dönelim. Çıkar­ tılan herhangi bir sesin, doğal olarak zihnin zevkli bir duru­ muyla birleşmesinin nasıl olduğunu çok açık göremiyoruz; çünkü hayvanlar aleminin büyük bir bölümünde doğrudan ve­ ya enstrümanla çıkartılan sesler, bir cinsin diğerini etkilemesi veya çağırması için kullanılır. Ayrıca ebeveyn ve döl veya aynı sosyal topluluğun üyeleri arasındaki sevinçli bir beraberliğin belirtisi olarak da kullanılır. Ama insanın zevk aldığı zaman çıkardığı seslerin neden sürekli birbirini takip eden bir gülme sesi yapısında olduğu bilinmemektedir. Yine de bunun doğal olarak ıstırap ağlamaları ve çığlıklarından oldukça uzak olduk­ larını görüyoruz; ve İkincisinin üretilmesinde, nefes verme uzun ve sürekli olduğu için, kısa ve kesik nefes almalarla bir­ likte, sevinç nedeniyle çıkartılan seslerde nefes vermelerin kı­ sa ve uzayan nefes almalarla birlikte kesik olması beklenebilir; ve durum da budur.

232

Aynı şekilde açık olmayan bir konu da, normal bir gülme esnasında, neden ağız kenarlarının geri çekilip, üst dudağın yu­ karıya kalktığıdır. Ağız sonuna kadar açılmıyor olmalıdır, çünkü eğer bu aşırı gülme nöbetinde olursa, ses çıkmaz veya tonunu değiştirerek sanki boğazın derinliklerinden geliyonnuş gibi olur. Solunum kasları, hatta uzantılanmızm kaslan ayı anda hızlı bir sarsılma içersine girerler. Alt çene genellikle bu harekete katılır ve ağzın geniş bir biçimde açılmasını önler. Fakat yüksek bir ses çıkması gerektiği için, ağız ucu geniş olmalıdır ve belki de bu amaçla köşeler çekilirken üst dudak kalkmaktadır. Ne göz altın­ da oluşan kınşıklıklara, ne gülmenin özel ve sürekli olan sesine, ne de çenenin titremesine, gülme esnasındaki ağzın biçiminin neden olduğunu kolaylıkla söyleyemememize rağmen, yine de bu etkilerin bir ortak nedeni olduğunu çıkartabiliriz. Çünkü bunların hepsi çeşitli maymunlarda belirgin özelliktedir ve zih­ nin zevk durumunu yansıtırlar. Gelişen bir seri, yüksekten yavaş kahkahaya, geniş bir gülüm­ semeye ya da sadece neşeli bir görünüme doğru izlenebilir. Kahka­ ha sırasında genellikle bütün beden geriye doğru bükülür ve titrer veya neredeyse kıvranır; solunum bozulmuştur; kafa ve gözler kan­ la dolar ve damarlar şişer; göz kaslan düzensiz kasılmalarla gözü korumaya çalışırlar. Yaşlar özgülce akar. Daht önce de söylediği­ miz, bir kahkaha nöbetinden sonra yüzü yaşlarla dolan bir insanın yüzünü, ağlama nöbeti sonrası oluşan bir insanın yüzünden ayıra­ bilmek çok zordur. * Bu çok farklı duygular altında oluşan kasılma hareketlerinin benzerliği nedeniyle, belki de isteri nöbeti geçiren hastalar aynı zamanda şiddetli bir biçimde hem ağlayıp hem de gül­ mektedirler ve küçük çocuklar bazen bir durumdan ötekine kolay­ lıkla geçebilmektedir. Bay Swinhoe, çok üzülen Çinlilerin genellik­ le isterik bir kahkaha nöbeti içersine düştüklerini izlemiş. * Sir J. Reynolds şöyle diyor (Discourses, xii, p. 100): ‘Zıt duygu uçları­ nın, çok az farklılıklarla aynı hareketle ifade edilmesi gerçeğinin izlenmesi çok ilgi çekici.* Bakante *nin çılgın sevincini ve M'iry Magdelena’nın üzüntü­ sünü örnek olarak veriyor.

233

Değişik insan ırklarında aşırı kahkaha sırasında gözyaşlarının rahatça akıp akmadığını öğrenmek için sabırsızlanıyorum ve bana yazanlar bunun böyle olduğunu söylüyorlar. Bu Hindularda bir kere izlenmiş ve onlar da bunun böyle olduğunu söylüyorlar. Çinlilerde de bu böyle. Malaka yarımadalarında, Mala’da vahşi bir kabilenin kadınları, çok güldüklerinde bazen gözyaşı döküyorlarmış, ama bu çok sık olmuyormuş. Bomeo’daki Dyaklar’da, bu en azından kadın­ lar için çok geçerliymiş, çünkü Raca C. Broke’den duyduğuma göre ‘gülmekten neredeyse ağlıyorduk' ifadesi onlarda çok yaygınmış. AvustralyalI aborijinler duygularını özgür bir biçimde ifade ederler ve bana yazanlar onları sevinç içinde zıplar ve ellerini çırparken ve sık olarak gürleyerek gülerken görmüşler. En az dört gözlemci onla­ rın gülerken gözlerinin yaşlandığını izlemişler; ve bir keresinde ya­ naklardan aşağı yaşlar akmış. Viktorya’nın uzak bir bölgesinde mis­ yoner olan Bay J. Bulmer şöyle diyor: ‘onların keskin bir maskara­ lık duygulan ve olağanüstü mimikleri var, içlerinden birisi orada ol­ mayan bir kabile elemanının özelliklerini taklit etmeyi başarırsa, kampın kahkahalarla çınladığını duymak zor olmayacaktır.’ Avrupa­ lIlarda gülmeyi mimikler kadar kolay etkileyen başka bir şey yok­ tur; ve aynı durumu dünyanın en özel ırklarından birisini oluşturan vahşi AvustralyalIlarda bulmak ilgi çekici. Güney Afrika’daki iki Kafir kabilesinde gülerken özellikle kadınların gözleri yaşlarla doluyor. Şef Sandilli’nin kardeşi Ga­ ika, bu konudaki sorumu şöyle yanıtladı: ‘evet bu onlann genel­ likle yaptıkları bir şeydir.’ Sir Andrew Smith, bir Hotenhot kadı­ nının, kahkaha krizinden sonra yaşlarla dolu olarak resme aktanlan yüzünü görmüş. Kuzey Afrika’daki Habeşlerde de aynı du­ rumda gözyaşlan akıyor. Son olarak, Kuzey Amerika’da aynı durum oldukça vahşi ve yalnız bir kabilede, ama daha çok ka­ dınlarda gözlenmiş; başka bir kabile de ise bir kez gözlenmiş. * * (Bay B. E Hartshorne (Fortnightly Review, Mart 1876, s. 410) en ciddi bir biçimde Seylan’daki Vcddaların hiç gülmediğini söylüyor. Gülmeyi sağla­ yacak her dürtü boş yere denenmiş. Hiç gülüp gülmediklerini sorduğunda, al­ dığı yanıt: ‘Hayır, gülünecek bir şey var mı?’ olmuş.)

234

Daha önce de belirtildiği gibi aşın kahkaha» daha hafif bir gülmeye dönüşür- Bu durumda göz etrafındaki kaslar daha az ger­ gindir veya az bir kaş çatılması vardır ya da hiç yoktur. Nazik bir gülme ile, geniş bir gülümseme arasında fark yoktur, sadece, gü­ lümsemenin başında genellikle işitilebilecek güçlü tek bir ifade veya hafif bir ses- gelişmemiş bir gülme - dışında gülümsemede ses çıkmaz, hafif bir gülümseme ifadesinde, üst göz kaslarının ge­ rilmesi, hafif bir kaş indirilmesi ile hala izlenebilir. Aşağı orbicular ve palpebral kaslarının gerilmesi daha açıktır ve alt göz kapak­ larıyla altındaki derinin kırışması ve üst dudağın hafifçe kalkma­ sıyla belli olur. Geniş bir gülümsemeden iyi adımlarla nazik olanı­ na geçeriz. Bu ikinci durumda, yüz öğeleri çok az hareket eder ve ağız kapalı kalır. Ağız - burun bölgesi çizgisi eğimi iki durumda da birbirinden farklıdır. Böylece en şiddetli kahkaha ve en hafif bir gülümseme arasında tutarsız bir sınır göremiyoruz. * Böylece gülümseme, gülmenin ilk aşaması olarak kabul edilebilir. Ama daha başka ve olasılığı yüksek bir bakış açısı or­ taya konulabilir; yani, zevk duygusu nedeniyle yüksek ve sürek­ li sesler çıkartma alışkanlığı, önce ağzın köşelerinde, üst dudak­ ta geri ve göz kaslarında çekilmeye neden olur; ve uzun süreli alışkanlıkla birleşerek, daha güçlü olması halinde bizi güldüre­ cek olan bir nedenle heyecanlandığımızda aynı kaslar hafif bir biçimde harekete geçerler ve sonuç gülümsemedir. ** Gülmeye gülümsemenin tam gelişmiş bir şekli olarak veya da­ ha olası bir biçimde, hafif bir gülümsemeye» sevinçli olduğumuzda, nesiller boyunca iyice sabitlenmiş gülme alışkanlığının izi olarak da baksak, çocuklarımızda, birinden öbürüne geçiş aşamalarını izleye­ biliriz. Küçük bebeklere bakanlar için, belirli ağız hareketlerinin gerçek ifadelerini ortaya çıkartmak oldukça zordur; yani ne zaman güldüklerini anlamak. Ben de bebeklerimi dikkatlice izledim. Birisi * Dr. Piderit de aynı sonuca varıyor, ıbid., s. 99. ** (Yazarın el yazılarından, son düşüncesi, hafif gülme ve gülümseme­ deki orbicular gerilmesi tamamen ‘yüksek gülme esnasındaki gerilmenin izi, çünkü gülümsemede alt orhicul arların temel olarak kasılmasını açıklamıyor’ şeklinde anlaşdamaz gibi görünüyor)

235

45 günlüktü ve mutlu bir ruh hali içinde gülümsedi; yani ağız ke­ narları geri çekildi ve aynı anda gözleri belirgin bir biçimde parladı. Aynısını ertesi gün de izledim; ama üçüncü gün çocuk iyi değildi, bir gülümseme izi görülmüyordu ve bu önceki gülümsemelerin ger­ çek olduğu anlamına geliyordu. Sonraki 8 gün ve gelen hafta bo­ yunca, her gülüşünde gözlerinin parlaması dikkat çekiciydi ve bur­ nu da çapraz bir biçimde kırışıyordu. Şimdi bununla birlikte, belki gülme yerine geçen hafif bir meleme sesi çıkıyordu. 113 günlük olunca, nefes verirken çıkarttığı bu küçük seslerin yapısı biraz de­ ğişti ve hıçkırık gibi daha kırık ve kesik bir hal aldı; bu kesinlikle gelişmemiş bir gülmeydi. Tondaki değişim, bana gülümseme geniş­ lerken, ağzın daha fazla yana açılmasına bağlı gibi geldi. İkinci bebeğimde gerçek gülümsemeyi aynı yaşta izledim, yani 45 günlükken; üçüncü de ise daha erken izledim. İkincisi

65 günlükken, birincisinin aynı yaşta davranmasına göre daha geniş ve açık bir biçimde gülümsedi; hatta bu yaşta gülme ben­ zeri sesler çıkarttı. Çocuklardaki, bu gülme alışkanlığı ile ilgili aşamalı gelişme ağlamaya benziyor. Bedenin, yürüme gibi nor­ mal hareketleri çalışma gerektirdiğine göre, bu gülme ve ağla­ ma için de geçerli olmalıdır. Öte yandan haykırma yeteneği, be­

beklere yararlı olduğu için, ilk günlerde gelişir. Keyif ve neşe. Keyifli olup gülümsemeyen bir kişide, genellik­ le ağız köşelerinde geri çekilme eğilimi görülür. Zevk almanın ver­ diği heyecanla, kan dolaşımı hızlanır, gözler parlar ve yüz rengi ar­ tar. Kan dolaşımı artışından etkilenen beyin, zihinsel yetenekleri et­ kiler; canlı fikirler daha çabuk akıldan geçer ve sevgi duygulan ısı­ nır. Dört yaşının biraz altında olan bir çocuğa keyifli olmak sorul­ duğunda şöyle yanıt vermiş: ‘Gülmek, konuşmak ve öpmektir.’ Da­ ha gerçekçi ve pratik bir tanım vermek oldukça zor. Böyle bir du­ rumda olan bir kişi bedenini dik tutar, kafası yukarıdadır ve gözleri açıktır. Görünümünde bir sarkma ve kaşlarda gerilme yoktur. Tam tersine, Moreau’nun gözlemlediği şekilde15, alın kası hafifçe gerilir ve bu kaşları düzleyerek göz kapaklarım kaldırır. Latince exponigerefrontem- kaşı düzlemek-neşeli veya şen anlamına gelir. Keyifli 236

bir insanın bütün ifadeleri, kederden sıkıntı duyan bir insanın ifade­ lerinin tam tersi biçiminde ortaya çıkmaktadır. Sir C. Bell’e göre, ‘bütün coşkulu duygularda, kaşlar, göz ka­ pakları, burun delikleri ve ağız köşeleri yükselir. Sıkıntılı durum­ larda ise tersi olur.’ İkinci durumun etkisi altındayken kaşlar ağır­ laşır, göz kapakları, yanaklar, ağız ve bütün baş gevşer; gözler do­ nuklaşır; çehre solgunlaşır ve solunum yavaşlar. Sevinçle yüz ge­ nişler, üzüntüyle uzar. Belirttiğimiz ve yeteri kadar açık olan doğ­ rudan nedenlerin yardımıyla, bu zıt ifadelerin üretilmesinde anti­ tez ilkesinin etkili olup olmadığını söyleyemeyeceğim. Bütün insan ırklarında keyif ifadesi aynı gibi görünmekte­ dir ve kolayca algılanabilir. Eski ve yeni dünyanın çeşitli yerle­ rinden bana bilgiler veren kişiler, bu kcnudaki sorularıma des­ tekleyici yanıtlar verdiler, Hindular, Mr lalılar ve Yeni Zelanda­ lIlarla ilgili örnekler anlattılar. AvustralyalIların gözlerindeki parlaklık gözlemcileri şaşırtmış ve aynı durum Hindular, Yeni ZelandalIlar ve Bomeo’hı Dyaklarda gözlenmiş. Vahşiler bazen tatmin olduklarını yalnızca gülümseyerek de­ ğil, fakat yemek nedeniyle zevk aldıkları hareketlerle de gösterir­ ler. Mr. Wedgewood16 Petherik’ten, onlara boncuk gösterdiği za­ man, Üst Nil’deki zencilerin genel bir göbek ovma hareketi yap­

tıklarını aktarıyor; Leichardt, AvustralyalIların atlarım ve öküzle­ rini ve özellikle kanguru köpeklerini gördükleri zaman ağızlarını şapırdattıklarını ve dişlerini takırdattıklannı anlatıyor. Grönlandlılar, ‘bir şeyi zevkle kabul ettiklerinde, belli bir sesle havayı içleri­ ne çekerler ; * 17 ve bu lezzetli bir yemek yemenin taklidi olabilir. Ağzın orbicular kasının sıkıca gerilmesiyle, büyük zygomatik ve diğer kasların dudakları öne ve arkaya oynatması engelle­ nerek, gülme bastırılır. Alt dudak bazen dişle tutulur ve kör ve sağır Laura Bridgman18 gibi yüze yaramaz bir ifade verir. Büyük zygomatik kas bazen bu açıdan değişkendir ve gülmesini bastı­ rırken, depressors anguli orisin güçlü bir şekilde hareket ettiği genç bir hanım gördüm; fakat gözlerinin parlaklığı nedeniyle, bu ona melankolik bir ifade venniyordu.

237

Gülme, sıkça zorlamalı bir biçimde, diğer ruh hallerini, hat­ ta öfkeyi maskelemek için ortaya konulur. Utanma veya utan­ gaçlıklarını gizlemek için gülen insanları sıklıkla görürüz. Kişi­ yi heyecanlandıracak veya özgürce oluşmasını engelleyecek bir şey olmamasına rağmen, bir kişi sanki gülümsemeyi engelle­ mek ister gibi dudağını büzerse, ciddi ve bilgiç olan yapay bir ifade ortaya çıkar; fakat bu karışık ifadeler için daha fazla ko­ nuşmaya gerek yok. Alaylı bir bakışta, gerçek veya yapay bir gülümseme veya gülme, genellikle küçük görme ifadesiyle karı­ şır ve bu kızgınlıkla küçük görme ve aşağılamaya dönüşebilir. Bu durumlardaki gülme ve gülümseme, kızılan kişiye sadece eğlence nedeni olduğunu gösterir. Aşk, ince duygular vs. Örneğin annenin çocuğuna karşı

duyduğu sevgi zihnin sahip olabileceği en güçlü duygu olması­ na rağmen, bunun belirli ve özel bir ifadesi olduğunu söyleye­ bilmek oldukça zordur; ve bu anlaşılabilir çünkü alışkanlıkla her hangi özel bir davranış biçimi yaratmaz. Aşk da zevk verici bir duygu olmasına rağmen, sadece yumuşak bir gülümseme ve göz parlaması oluşturur. Sevilen kişiye güçlü bir dokunma arzu­ su doğar ve böylece aşk diğer bütün yollardan daha açık bir bi­ çimde ifade edilir. * Çok sevdiğimiz bir kişiyi kucaklamayı arzu­ larız. Bunu büyük bir olasılıkla, çocuklarımızı besleme ve koru­ ma ve aşıkların birbirlerini okşama duygularıyla birleşmiş ola­ rak kalıtımsallaşmış alışkanlıkla yapıyoruz. Aşk için belirgin bir yüz ifadesi olmadığı konusun­ da Darwin’e katılıyorum. Aşk bir hareket gerektirmediği ve ifade hareketlerinin de gelişmesine neden olmadığı için bunun böyle olduğunu söylüyor. Benim açıklamam ise farklı: çünkü aşk bir duygu değildir. Duygular daki­ ka ve saniyelerde gelip giderler. Anne sevgisi veya ro­ mantik aşk bu kadar hızlı geçmezler ve anlık duygular­ * Mr Bain şöyle diyor (Mental and Moral Science, 1868, s. 239): ‘Şefkat ^evkli bir duygudur, çeşitli biçimlerde uyarılır ve insanları birbirlerini kucak’a yönlendirir.’

238

dan açıkça farklıdırlar. Aşk, bir çok duyguyu içeren duy­ gusal bir durumdur. Farklı olan, bir kişiye olan bağlılık, ilgi ve o kişiye karşı duyulan çeşitli güçlü- sadece mut­ luluk değil- duygulardır. (Bu konudaki daha önce yaptı­ ğım tartışmalara bakınız, Bölüm 3, s. 115).‘4’ Alt seviyedeki hayvanlarda da, sevgiyle ilgili olarak, dokun­ madan elde edilen aynı zevk alma ilkesini görüyoruz. Kediler ve köpekler sahiplerine sürtünmekten ve onlar tarafından okşanmak­ tan açıkça zevk alırlar. Hayvanat bahçesi bakıcılarının söyledik­ lerine göre, bir çok maymun cinsi duygusal olarak bağlı oldukları kişiler tarafından okşanmaktan ve birbirlerini okşamaktan haz duyarlar. Bay Bartlett, bana, normal olarak ülkeye getirilenlerden daha yaşlı olan iki şempanzenin, ülkeye ilk getirildikleri zamanki davranışını anlattı. Karşılıklı oturmuşlar ve uzattıkları dudakları ile birbirlerine dokunmuşlar; ve birisi elini öbürsünün omzuna koymuş. Sonra karşılıklı olarak birbirlerini kucaklamışlar. Sonra ikisinin de eli birbirinin omzunda olarak ayağa kalkıp başlarını kaldırmışlar, ağızlarını açıp hazla bağırmışlar. Biz Avrupahlar öpmeyi sevgi işareti olarak kabul etmeye öyle alışmış durumdayız ki, bunu İnsanlık için yaradılıştan ol­ duğu düşünülebilir; fakat durum böyle değil. Steele şöyle söy­ lerken yanılıyor: ‘Onun yazarı doğaydı ve kurla başlamıştı.’ Jimmy Button, Fuji adalarında bunun bilinen bir alışkanlık ol­ madığını söylüyor. Bu aynı şekilde, Yeni ZelandalIlar, Tahitililer, Papualılar, * AvustralyalIlar, Afrika’dan Somalililer ve Eskt** molar tarafından da bilinmiyor. Sevilen bir kimsenin dokunu­ şundan alınan zevkin, açık bir şekilde doğal veya yaradılıştan bir biçimi olmaktan çok uzaktır; Laponyalılar ve Yeni Zelanda­ * (Mantegazza (La Physionomie, s, 198), Papualılar'in arasında Öpüştük­ lerini gören Wyatt Gill'den aktarıyor,) ** Sir J. Lubbock, Prehistoric Times, 2, b. 1869, s. 552, bu cümleler için bütün otoriteleri açıklıyor Steele'den yapılan aktarma bu çalışmadan alınmıştır, (Bay Winwood Reade (Mektup, 5 Kasım, 1872) Doğu Afrika’da öpüşmenin bi­ linmediğini söylüyor.h belki dettim dünyada öpüşme olmayan en büyük bölge.’)

239

lılar tarafından burunların sürtülmesiyle, ellerin, göğsün, mide­ nin sürtülmesi ve vurulmasıyla, veya bir kişinin yüzüne başkası­ nın el ve ayaklanyla vurmasıyla dünyanın değişik bölgelerinde uygulanmaktadır. Belki de bedenin belli bölgelerine sevgi işare­ ti olarak vurmak da aynı ilkeye bağlı olabilir.19 İnce duyguların analizi güçtür; sevgi, sevinç ve sempati altın­ da birleşmiş gibi görünüyorlar. Merhamet duygusu çok derin de­ ğilse veya kötü bir durumdaki insan veya hayvanla ilgili bir bilgi nedeniyle dehşet uyarmamışsa, bu duyguların kendileri zevk veri­ ci bir yapıdadırlar. Gözyaşı salgılanmasına neden olmaya çok ha­ zır oldukları için, bizce çok ilgi çekici bir özellikleri var. Bir çok baba oğul uzun ayrılıktan sonra, özellikle de bu beklenmedikse, buluşunca ağlarlar. Aşırı sevincin gözyaşı bezleri üzerinde etkili olacağı da şüphe götürmez; fakat bu gibi durumlarda, eğer babay­ la çocuk buluşamasalardı ne olurdu düşüncesinin açık olmayan üzüntüsü zihinlerinden geçebilir; ve böylece üzüntü doğal olarak ağlamaya neden olacaktır. Böylece Ulyese’ye dönersek.

‘Telemak Ayağa kalktı, ağlayarak babasının göğsüne sarıldı. Saklı üzüntü orada üzerlerine yağdı, böyle duygulanınca.

Böyle hazinli, kederli huzursuzluğun yasını tuttular, Onların gözyaşlarıyla gün akıp gitti, Fakat sonunda Telemak söyleyecek söz bulabildi.’ Odyssey'in Worsley çevirisi Kitap xvi, kıt. 27

Ve, tekrar, Penelop sonunda kocasının farkına varınca, ‘Sonra gözlerinden hızlı yaşlar başladı Ve yerinden ona doğru koştu, ve sardı Ellerini boynuna, ve sıcak bir çiğ yağmuru Gözyaşlarıyla üzerine döküldü, ve böylece konuştu.’ Kitap xxiii, kıt. 27

240

Eski evimizin veya eski güzel günlerimizin canlı bir şekilde hatırlanması, hemen gözlerimizin yaşla dolmasına neden olur; fakat aynı zamanda bu günlerin hiç geri dönmeyeceği düşüncesi de oluşacaktır. Bu durumlarda, o anki durumumuzu geçmişle karşılaştırarak kendimize sempati duyarız. Başkalarına veya duygusal bir oyundaki ilişkimiz olmayan hayali kahramanın ıs­ tırabına karşı duyulacak sempati, hemen gözyaşlarımızı etkiler. Sevgilimize karşı olduğu gibi başkalarının mutluluğuna duydu­ ğumuz sempati de iyi anlatılmış bir hikayede çok güç deneme­ ler sonucunda uyanır. Sempati ayn ve farklı bir duygu yapısındadır; ve genellikle gözyaşı bezlerini etkilemeye eğilimlidir. Bu, sempati duysak da, duyulsak da aynıdır. Küçük bir incinmede çocuklara gösterdiği­ miz yakınlıkta onların nasıl gözyaşı döktüklerini hepimiz bili­ riz. Dr. J. Crichton Browne’nin bana anlattığına göre, nazik bir söz melankolik hastalan gözyaşına boğabilir. Bir arkadaşımızın üzüntüsü ile ilgili olarak acıma duygumuzu ifade ederken, ge­ nellikle gözlerimiz yaşlanır. Sempati duyulması şu şekilde açık­ lanır: başkası ile ilgili bir acı görmüş veya duymuşsak, acıma fikri bizim de acı çektiğimizi zihnimize getirir. Fakat bu açıkla­ ma yeterli değildir, çünkü sempati ve ilgi arasındaki yakın bera­ berliği göz ardı etmektedir. Şüphesiz, ilgisiz olduğumuz bir ki­ şiye göre, sevdiğimiz bir kişiye daha derin bir sempati duyarız; ve ona duyulan sempati, diğerine duyulana göre daha fazla bir iç rahatlığı sağlar. Tabii ki, yine de, yakınlık duymadığımız kişi­ lere de sempati duyabiliriz. Özellikle acı çektiğimizde neden gözyaşımızm salgılandığı konusu bir önceki bölümde tartışılmıştı. Sevinçle ilgili olarak, doğal ve evrensel olan ifade gülmektir; ve bütün insan ırkların­ da yüksek kahkahalar, ıstırap dışındaki, bütün duygulardan daha fazla rahatça gözyaşı salgılanmasına yol açar. Gülme olmaması­ na rağmen, büyük sevinç altında ortaya çıktığı belli olan gözle­ rin yaşla dolması durumu, bana göre, haykırma yokken üzüntü nedeniyle gözyaşı akması ilkesindeki alışkanlık ve birleşme ile 241

açıklanabilir. Yine de başkalarının ıstırabı karşısındaki sempati­ mizin, kendi ıstırabımıza göre daha çabuk gözyaşına neden ola­ cağı hususu da az dikkat çekici değildir. Bu kesinlikle böyledir. Kendi ıstırabı nedeniyle bir damla gözyaşı dökmeyen bir çok erkek, sevdiği bir arkadaşının ıstırabı için gözyaşı dökebilir. Kendimize ait bir mutlulukta gözlerimiz kuru kalırken, çok sev­ diğimiz kişilerin mutluluğu ve iyi şansına göstereceğimiz sem­ patinin de yukarıdaki sonucu vereceği daha da dikkat çekicidir. Bedensel acı süresince gözyaşlarının akmasını engellemenin uzun süreli alışkanlığı çok güçlü olmasına rağmen, başkalannın acılan ve mutlulukları sırasında gözlerimizde sempatiyle oluşan az miktardaki yaşların engellenmesi için bunun ortaya çıkma­ ması da unutulmamalıdır. Her yerde göstermeye çalıştığım gibi,20 açık olmayan ve be­ lirsiz bir biçimde, eski geçmişte duyulan güçlü duyguların hatır­ lanmasında, eski atalanmızın kendi sesleriyle birbirlerine kur yapmış olabilecekleri müziğin olağanüstü bir gücü vardır. Bazı güçlü duygularımız- üzüntü, büyük sevinç, aşk ve sempati gibigözyaşı salgılanmasına neden olduğu için, özellikle daha ince duygularla duygusal bir durumdayken müziğin gözlerimizin yaşlarla dolmasına neden olması şaşırtıcı değildir. Müzik genel­ likle başka bir özel etki yaratır. Her güçlü duyu, duygu veya he­ yecanın- aşırı derecede acı, kızgınlık, korku, sevinç veya aşk ih­ tirası- her birinin kaslarımızı titretme yönünde özel bir eğilimi­ nin olduğunu biliyoruz; ve müzikten güçlü bir biçimde etkilen­ diklerinde, bir çok kişinin belkemiğinden aşağıya inen hafif bir ürperme veya titreme, güçlü ve gerçek bir duygunun etkisiyle ve müziğin gücüyle gözlerdeki hafif yaşlar gözyaşına dönerken oluşan ve yukarıda bahsedilen beden titremesi ile benzerlik gös­ termektedir. Bağlılık. Temel olarak, korkuyla birleşmiş bir yüceltmeyle ilişkili olmakla beraber, bir derecede de ilgiyle ilişkili olan bağ­ lılık nedeniyle oluşan ruh haline kısaca göz atalım. Eski ve yeni bazı mezheplerde, din ve sevgi garip bir biçimde birleşmiştir; ne

242

kadar acı olsa da, kutsal öpücüğün, bir erkeğin kadına veya bir kadının erkeğe verdiği öpücükten çok az farklı olduğu bile ediliyor.21 Bağlılık temel olarak, yüz göğe çevrilmiş ve göz be­ bekleri dönmüş bir biçimde ifade edilir. Sir C. Bell, uyku bastı­ rınca, bayılma nöbetinde veya ölümde göz bebekleri içeri ve dı­ şarı doğru çekilir diyor; ve ‘bağlılık duygulan bizi sarınca ve dış etkilenmeler gözardı edilince, gözlerin öğrenilmemiş ve elde edilmemiş bir hareketle yükseleceğine’ inanıyor; ve bunun ne­ deni de yukandakilerin aynısıdır.22 Profesör Donders’ten öğren­ diğime göre, uyurken gözlerin yukarıya doğru çevrildiği kesin. Annelerinin göğüslerini emen bebeklerde, göz bebeklerinin bu hareketi, onlan gülünç bir vecde hazzı görünümüne sokar; ve burada uyurken alınan normal pozisyona karşı bir mücadelenin devam ettiği açıkça algılanabilir. Fakat Profesör Donders’ten duyduğuma göre, Sir C. Bell’in, bazı kaslar diğerlerine göre da­ ha çok kontrol altındadır varsayımına dayanarak konuyu açıkla­ ması yanlış. Zihin uyumanın bilinçsizliğine ulaşacak kadar dü­ şüncelere gömülmeden, gözler dua sırasında genellikle yukarıya döndüklerinden, hareket adetlere bağlı olabilir- dua ettiğimiz Kutsal gücün kaynağı olan Allah’ın bizim üzerimizde yer aldı­ ğına dair genel inanış. Uzun alışkanlık nedeniyle bağlılığın uygun ifade biçimi ol­ duğu için, eller yukarıya dönmüş ve avuç içleri birleşmiş biçim­ deki saygılı bir diz çöküş durumunun yaradılıştan geldiği düşü­ nülebilir; fakat Avrupa dışındaki çeşitli insan ırklarında buna ilişkin bir kanıta rastlamadım. Önemli bir klasikçiden duyduğu­

ma göre, Roma tarihinin klasik devresinde, dua sırasında ellerin böyle beraberce tutulmadığı anlaşılıyor. Bay Hensleigh Wedgwood, bu bir Slav yönetimi ifade biçimini andırmasına rağmen, net bir biçimde * gerçek açıklamayı yapıyor. ‘Yakaran kişi diz çöküp, avuçlarını birleştirmiş bir biçimde ellerini kaldınnca, el­ *The Origin of Language, 1866, s. 146. Bay Taylor (Early History of Mankind, 2. b. , 1870, s. 48), dua esnasındaki ellerin aldığı pozisyonla ilgili olarak daha karmaşık bir köken veriyor.

243

lerini efendisine vererek tamamen teslim olduğunu ispat eden bir esiri ifade ediyor. Latin dare manus resmindeki teslimiyetin ifade şekli budur.’ Böylece, bağlılık duyguları altında gözlerin yukarı çevrilmesi veya açık ellerin birleştirilmesinin içsel veya gerçek ifade biçimleri olması olasılığı yoktur; ve bu beklene­ mez, çünkü şimdi bağlılık diye adlandırdığımız bu duyguların, eski çağlarda uygar olmayan toplumlardâki insanların kalplerini etkilediği şüphelidir.

244

BÖLÜM: IX

DÜŞÜNME DÜŞÜNCEYE DALMAK KÖTÜ DURUM - KÜSKÜNLÜK AZÎM Kaş çatma eylemi - Zor veya kabul edilmez bir şeyin al­ gılanmasında, veya gayretle düşünmek - Dalgın düşün­ ceye dalmak - Kötü durum - Suratsızlık - Dik başlılık Surat asmak ve somurtmak - kararlılık veya azim - Ağ­ zın sıkıca kapalı olması

Corrugatorlar gerilerek, kaşları aşağıya çeker ve alında dik çizgiler yaratarak bitiştirirler- bu kaş çatılmasıdır. Sir C. Bell hatalı bir biçimde corrugatorların insanlara özel olduğunu düşü­ nüyor ve şöyle diyor: ‘insan yüzünün en önemli kası. Zihnin an­ latılamaz ama karşı konamaz bir aktarımıyla kaşlan enerjik bir çabayla çatar.’ Ya da şöyle diyor: ‘kaşlar çatıldığmda, zihin enerjisi belirgindir, vahşi ve acımasız bir hayvanın kızgınlığıyla, düşünce ve duygular birbirine karışmıştır.’* * Anatomy of Expression,s. 137, 139. corrugatorların, insana benzer maymunlardan daha çok insanlarda gelişmiş olması şaşırtıcı değil; çünkü in­ san tarafından çeşitli durumlarda ilkel biçimde harekete geçirildi ve kalıtım­ sal kullanım gücü etkileriyle güçlenerek değişti. Şiddetli nefes verme hare­ ketlerinde gözün kanla dolmasını engellemek için orbicularla beraber ne ka­ dar önemli bir rol oynadıklarını gördük. Bir darbeden zarar görmemek için gözler olduğunca hızlı ve sıkı bir biçimde kapanınca, corrugatorlar gerilirler. Başları açık olan vahşiler ve diğer insanlarda, güçlü ışık karşısında gölge yapması amacıyla kaşlar sürekli aşağıda tutulur; ve atalarının başlarını dik tutmaya başlaması ile birlikte, bu insana yararlı olmuştur. Son olarak, Profe­ sör Donders (Archives of Medicine, ed. L. Beale, 1870, c. v,. s. 34), corrugatorların göz bebeğini ilerleterek görüşte yakınlık sağlamak için harekete geç­ tiklerine inanıyor.

245

Bu sözlerdeki gerçek payı büyük, ama gerçeğin hepsi değil­ ler. Dr. Duchanne, corrugatoru, düşünce kası olarak adlandır­ mış;1 fakat bu adlandırma, bazı kısıtlamalar olmadan, tam doğru kabul edilemez. Bir kişi çok derin duygulara gömülebilir ve düşünce dize­ sinde bir engelle karşılaşıncaya veya başka bir şeyle rahatsız oluncaya kadar da kaşları düz kalabilir ve sonra kaşından gölge gibi bir çatılma geçer. Ciddi bir biçimde nasıl yemek bulacağını düşünen yarı aç bir adam, hareketinde veya düşüncesinde bir engelle karşılaşıncaya veya bulduğu yemek iğrenç gelinceye ka­ dar kaşlarım çatmaz. Garip veya kötü bir tat aldıkları zaman ye­ mek yiyen herkesin hemen kaşlarını çattığım izledim. Amacımı açıklamadan bazı insanlardan, yapısını ve kaynağını bildikleri yumuşak bir vurma sesini dinlemelerini istedim ve hiç birisi kaşlarını çatmadı; fakat bize katılan ve derin sessizlikte ne yap­ tığımızı anlayamayan bir adamdan dinlemesini istediğim za­ man, rahatsız olmamasına rağmen kaşlarını çattı ve ne yapmak istediğimiz konusunda en ufak bir fikri bile olmadığını söyledi. Bu konuyla ilgili yayınlan olan Dr. Piderit,2 kekemelerin genel­ likle konuşurken kaşlarını çattıklannı söylüyor; botlarını çek­ mek gibi basit bir hareket yapan insan, eğer o işi zor bulursa kaşlarını çatacaktır diye ekliyor. Bazı insanlar alışkanlıkla kaş çatarlar ve sadece konuşmak bile kaşlarının gerilmesi için bir nedendir. Sorularıma aldığım yanıtlardan çıkarttığım kadanyla, her ırktan insan kafası kanşınca kaşlannı çatar; ama düşünce dal­ gınlığıyla, kanşmış düşünceyi birbirine kanştırarak, onlan kötü bir biçimde düzenledim. Yine de, AvustralyalIlar, Matahlar, Hindular ve Güney Afrikalı Kafirlerin şaşırdıktan zaman kaşlannı çattıktan açık. Dobritzhoffer, Güney Amerikalı Guarinelerin benzer durumda kaşlannı çattıklannı söylüyor? Bu açıklamalardan yola çıkarak, kaş çatılmasının sadece basit bir düşünme veya ne kadar da derin olsa bir dikkat ifadesi olmadığına, fakat zihin veya hareket akışı içinde algılanan zor

246

veya hoş olmayan bir şeyle ilgili olarak oluşan bir ifade olduğu­ na karar verebiliriz, Uzun surede ancak güçlükle sürdürülebile ­ ceği için, derin düşünce genellikle kaş çatılmasıyla beraber ger­ çekleşir. Sir C. Bell’in söylediği gibi, genellikle kaş çatılması yüze zeka enerjisini verir Ama bu etkinin yaratılabilmesi için, gözlerin net ve güçlü bakmaları gerekir veya derin düşüncede olduğu gibi genellikle aşağıya doğru yönelirler Huzursuz veya huysuz bir adam nedeniyle veya uzun süreli acının izleri olan donuk gözler ve gevşemiş bir çeneyle veya yemeğin beğenilme­ mesiyle veya iğneye iplik geçirmek gibi basit bir iş yapılırken zorlanmayla görünüş bozulmamış olmalıdır Bu durumlarda da kaş çatılması görülebilir, ama başka bir ifade biçimiyle beraber oluşacaktır ve bu da yüzün zihinsel enerji veya derin düşünce görünümlerini tamamen engelliyecektir. Şimdi hareket veya düşüncede zor veya kabul edilmez bir şeyin algılanmasıyla kaş çatılmasının nasıl ifade edildiğini ince­ leyelim. Bir organın yapısını tam olarak anlamak için embriyolojik gelişmesini izlenmesi gerektiğine dair doğacıların önerile­ rini kabul ederek, ifade hareketleri için de benzer bir plan izle­ mek yararlı olacaktır. En erken ve bebekliğin ilk günlerinde ve sonra da sıklıkla ortaya konulan, neredeyse tek ifade, yüksek sesle ağlamanın ortaya konulan biçimdir; ve bu şekilde erken veya daha sonraki zamanlarda görülen ağlama, ıstıraplı veya tatsız bir duyu veya duygu nedeniyle olur- açlık, acı, kızgınlık, kıskançlık, korku, vs. Bu zamanlarda gözün etrafındaki kaslar güçlü bir biçimde gerilir; ve bu, bana göre, hayatımızın geri ka­ lan kısmındaki kaş çatılma hareketini büyük ölçüde açıklar. Bir haftalıktan daha küçüklerken başlayarak, iki üç aylık olana ka­ dar sürekli olarak kendi çocuklarımı izledim ve ağlama nöbeti­ nin aşamalarla geldiğini gördüm, ilk işaret hafif bir çatılma ya­ ratan corrugatoriann gerilmesiydi, sonra göz etrafındaki diğer kaslar hızla gerildi. Bebek rahatsızsa veya iyi değilse, küçük ça­ tıklar- notlarımda yazdığım gibi- gölgeler gibi arka arkaya yüz­ den geçerler; bu genellikle, ama her zaman değil, er veya geç

247

bir ağlama krizine dönüşür. Örneğin, bir zamanlar soğuk bir sü­ tü emen ve rahatsız olan yedi veya sekiz haftalık bir bebeği bir süre izledim; küçük düzenli bir çatılma hiç kaybolmadı. Bazen buna çok yaklaşan aşamalar olduysa da, bu gerçek bir ağlama krizine dönüşmedi. Sayısız nesiller boyunca her ağlama veya haykırma krizi başlangıcında bebeklerin kaşlarını germe alışkanlığı, rahatsız eden veya kabul görmeyen en ufak bir olgunun algılanmasıyla sıkı bir biçimde birleşmiştir. Bu, böylece olgunluk çağında da benzer durumlarda devam etme eğiliminde olacak ama bir ağ­ lama krizine dönüşmeyecektir. Haykırmak veya ağlamak yaşa­ mın ilk devirlerinde istem içi olarak kısıtlanmaya başlarken kaş çatılmasının her hangi bir yaşta engellenebilmesi çok zordur. Diğer çocukların kaşlarını çatmalarına neden olabilecek bir dü­ şüncenin zihinlerinden geçmesinin rahatça ağlayabilen çocuk­ ları hemen ağlatabilmesi dikkat çekicidir. Hafif bir zihin gayre­ ti, normal alışkanlıkla kaş çatılmasına neden olması gerekirken, bazı akıl hastaları sınıflarında durdurulamayan bir ağlamaya dönüşür. İnsan ve alt seviyedeki hayvanlarda ilk yaşlarda elde edilen bir çok birleşik alışkanlıkların ileri yaşlarda da devam etmesine göre, bebekliğin ilk çağlarında elde edilmiş olsa bile, rahatsız edici bir durumun ilk algılanmasında kaşları germe alışkanlığının bütün hayatımız boyunca daha fazla saklanacağı konusu çok şaşırtıcı değildir. Örneğin tam gelişmiş kediler,

kendilerini sıcak ve rahat hissettikleri zaman, genellikle ön ayaklarını çıkmış parmaklarıyla sırayla uzatma alışkanlığını sürdürürler ve bu annelerinin memesini emerlerken kesinlikle amaçlı bir alışkanlıktır. Zihin bir nesne üzerinde dikkat gösterip, bir güçlükle kar­ şılaştığında, kaş çatma alışkanlığını güçlendiren başka ve fark­ lı bir neden olması gerekir. Görme duyularımızın en önemlile­ rinden birisidir; ilkel çağlarda av yakalamak ve tehlikeden ka­ çınmak amacıyla uzak nesnelere sürekli olarak dikkat göster­ mek gerekiyordu. Güney Amerika’nın iç bölgelerinde seyahat 248

ederken, Kızılderililer nedeniyle tehlikeli olan tüm araziyi, ya­ rı vahşi Guakoların sürekli ve sanki bilinçsiz bir şekilde gözle­ riyle taramaları nedeniyle nasıl şaşırdığımı hatırlıyorum. Şim­ di başında koruma olmayan bir kişi (insanlara özel bir durum olmalı), geniş güneş ışığı ve özellikle çok parlak gökyüzü al­ tında uzak bir nesneyi görmeye çalışırsa, çok fazla ışık girme­ sini engellemek için kesinlikle kaşlarını gerer; alt göz kapakla­ rı, yanakları ve üst dudakları da aynı anda, sanki gözün girişini daraltmak istercesine kalkar. Amaçlı olarak, genç ve yaşlı bazı kişilere, yukarıdaki koşullar altında uzaktaki nesnelere bakma­ larını söyledim ve sadece görme yeteneklerini test ettiğime on­ ları inandırdım; ve hepsi de anlattığım şekilde hareket ettiler. Bazıları ellerini açık ve düz bir biçimde gözlerinin üzerine ko­ yarak, fazla ışığı engellemeye çalıştılar. * Gratiolet, aynı etkiy­ le ilgili bazı sözler söyledikten sonra ** şöyle diyor, ‘Ce sont lâ des attitudes de Vision difficile.’ (‘Görmek zor olduğunda alı­ nan pozisyon budur.’) Göz etrafındaki kasların kısmen fazla ışığı (bana en önemli amaç olarak görünüyor), ve kısmen de incelenen nesneden doğrudan gelenler dışındaki ışıkların reti­ naya gelmesini engellemek için gerildiklerini söylüyor. Bu ko­ nuyu danıştığım Bay Bowman etraftaki kasların gerilmesinin ayrıca, ‘daha güçlü bir destekle kendi uygun kaslan aracılığıy­ la göz bebeklerinin görüş pozisyonuna getirilmesi ile, kısmen gözün bilinçli hareketlerini durdurmak’ nedeniyle olabileceği­ ni söylüyor. * (Bay Henry Recks (mektup, 3 Mart 1873), şöyle yazıyor: ‘Kalçaları üzerine oturmuş ve uzak bir cismi seçmeye çalışırken iki Ön ayağıyla gözlerini gölgeleyen siyah ayıyı gördüm, U. americanus ve bunun, bu türün sıkça yaptı­ ğı bir alışkanlık olduğunu duydum.’) ** De la Physionomie, s. 15, 144, 146. Bay Herbert Spencer kaş çatılma­ sını tamamen, parlak ışıkta kaşların gerilme alışkanlığına bağlıyor: bkz. Prin­ ciples of Psychology, 2. b., 1872, s. 546. Worcester Koleji müdürü olan H. Blair, kör doğanların corrugator supercilii üzerinde kontrolleri olmadığı ya da çok az olduğunu ve bu nedenle kendilerinden istenildiğinde kaşlarını çalama­ dıklarını söylüyor; yine de istem dışı kaş çatabiliyorlarmış. Ama gülümsemeyi kontrol edebiliyorlar.

249

Bebeklikte çok daha bağımsız bir nedenle- yani ağlarken gözleri korumak- yapılmış olmasına rağmen, parlak ışık altında uzaktaki bir nesneyi rahatlıkla izleme gayretinin zor ve rahatsız edici olduğu ve sayısız nesiller boyunca bu hareket alışkanlıkla kaşların gerilmesiyle birleştiği için, kaş çatma alışkanlığı böylece güçlenmiştir. Yine de zihnin durumu göz önüne alındığında, uzaktaki bir nesneyi dikkatle izlemek, anlaşılmaz bir düşünce dizgesini takip etmek veya problemli ufak bir mekanik iş yapmak arasında daha fazla benzerlik ortaya çıkıyor. Fazla ışıktan korun­ mak için gereksinim yokken, kaşları germe alışkanlığının devam ettiğine dair olan inanç, yararlı bir amaçla benzer durumlarda ay­ nı şekilde daha önce kullanılmaları nedeniyle, kaşların veya göz kapaklarının bazı durumlarda anlamsız olarak hareket ettiklerini daha önce de gösteren örneklerden destek alıyor. Örneğin bir nes­ neyi görmek istemezsek gözlerimizi isteyerek kapatırız ve bir öneriyi reddederken veya kötü bir şeyi düşünürken de sanki onu görmüyor veya görmeyecek gibi, gözlerimizi kapamaya eğilimli oluruz. Etrafımızı hızlı bir şekilde görmek istersek kaşlarımızı kaldırırız ve bir şeyi çok hatırlamayı istediğimizde de, sanki gay­ retle hareket ediyormuş gibi aynısını yaparız. Danvin’in açıklamaları, bebeklerin ışık girmesini engellemek için kaşlarını indirdiklerini var sayıyor. Eğer kör bebekler de böyle davranıyorlarsa, Danvin yanılıyor demektir ve bu hareket öğrenmeye değil, Danvin’in an­ lattığı psikolojik durumlara genetik biçimde bağlı ola­ caktır. Bir önceki sayfadaki ikinci dip not bunun böyle olabileceğini söylüyor, ama yine de bu soruyu yanıtlaya­ bilecek somut bir kanıt yok. Dalgınlık ve derin düşünce. Bir kişi dalgın bir biçimde dü­ şüncelerde kaybolursa veya bazen söylendiği gibi, ‘derin düşün­ celere dalmışsa’, kaşlarını çatmaz, fakat boş gözlerle bakar. Uzak bir cismi seçmeye çalışan miyop gibi, alt göz kapaklan genellikle kalkar ve kırışır ve aynı anda üst orbicular kaslan ha250

fıfçe gerilir. Bay Dyson Lacy, Queensland’daki AvustralyalIlar­ da ve Bay Geach, Malaka’nın iç kısımlarındaki Malaklarda aynı koşullarda alt göz kapaklarının kırıştığını izlemişler. Bu hareke­ tin anlam ve nedeni şu anda açıklanamaz; fakat burada yine zi­ hin durumuna bağlı bir göz hareketi örneği var. Gözlerin boş bakması çok belirgindir ve insanın düşüncele­ re daldığını anında gösterir. Profesör Donders her zamanki ince­ liğiyle bu konuyu benim için araştırdı. Başkalannı bu durumda kendisi ve kendisini de bu durumda Profesör Engelmann izledi. Gözler bir nesnenin, ve böylece benim düşündüğüm gibi, uzak bir nesnenin üzerinde sabitlenmiyor. Hatt iki gözün bakış çiz­ gileri biraz birbirlerinden uzaklaşıyorlar; jğer baş dik tutulursa, yatay bir bakış alanında en fazla 2° ye kadar sapma olabiliyor. Bu, uzaktaki bir cismin çaprazlama çift görüntüsü izlenerek doğrulandı. Düşüncelere dalmış insanlarda, kaslann genel gev­ şemesine bağlı olarak, genellikle baş öne doğru sarkınca eğer bakış alanı hala yataysa, gözlerin biraz yukarı dönmesi gereke­ cektir ve sapma 3°, 3° 5’ a kadar çıkabilir: gözler daha da yukarı dönerse bu 6°, 7° olur. Profesör Donders, tamamen dalgın olan zihin sonucu olan bu sapmayı gözdeki bazı kaslan gevşemesine * bağlıyor. Göz kaslannın hareketli olmaları durumunda ise yak­ laşma olacaktır; Profesör Donders, tam dalgınlık sırasındaki gözlerdeki uzaklaşmayla ilgili olarak, bir göz kör olunca, kısa bir zaman sonra her zaman dışanya sapar diyor: çünkü tam gö­ rüş için kaslar göz bebeğini artık içe doğru itmezler. Kanşık düşünceler genellikle bazı hareket ve jestlerle bera­ ber olurlar. Bu durumlarda genellikle elimizi alnımıza, çenemi­ ze veya ağzımıza yükseltiriz; ama görebildiğim kadanyla derin düşüncede, zorluk yoksa böyle davranmıyoruz. Plato eserlerin­ den birinde kafası karışmış bir adamı şöyle anlatıyor,4 ‘Şimdi * Gratiolet şöyle diyor (De La Phys., s. 35): ‘Quand l’attention est fix6e sur quelque image intSrieure, l’oil regarde dans le vide et s’associe automatiquement â la contemplation de l’esprit. ‘(‘Dikkat bir iç hayale yönelirse, göz­ ler boş bakar ve kendiliğinden ruhun dalgınlığıyla birleşir.’) Fakat bu bakış açısı bir açıklama olmaktan uzak.

251

bak, çenesini elleri üzerinde yükseltmiş.’ Basit ve anlamsız bir jest olan elin yüze yükselmesini bazı vahşilerde görebiliriz. Bay M. Mansel Güney Afrika Kafirlerinde bunu görmüş; ve yerli şef Gaika ‘bazen insanların sakallarını çektiklerini’ söylüyor. Birle­ şik Devletler’in batı bölgelerindeki çok vahşi Kızılderili kabile­ lerini ziyaret eden Bay Washington Matthews, düşüncelerini yoğunlaştınrlarken ‘ellerini ve özellikle baş ve işaret parmaklarını yüzün bir bölümüne, genellikle üst dudağa getirdiklerini’ söylü­ yor. Derin düşünce beyinden geldiği için alnın neden bastırıldı­ ğını veya övüldüğünü anlayabiliriz; ama elin neden ağza veya yüze doğru kaldırıldığı açık değil. Kötü durum. Kaş çatılmasının, ortaya çıkan bir güçlüğün veya düşünce ve harekette kabul edilemez bir şeyle karşılaşma­ nın doğal ifadesi olduğunu gördük ve zihni sıkça ve hemen böy­ le etkilenen bir kişi kötü durumda, biraz kızgın veya aksi ola­ caktır ve bunu genellikle kaşını çatarak gösterecektir. Eğer, alış­ kanlıkla gülümsüyorsa, ağız tatlı bir biçim alacak ve gözler ne­ şeyle bakarken parlayacaktır ve çatılma nedeniyle çapraz bir ifade ortaya çıkabilecektir. Eğer gözler açık ve dikse, ciddi bir düşünce görünümünde olacaktır. Ağız köşelerinin biraz büzül­ mesiyle birlikte kaş çatılması, üzüntü işaretidir ve aksi bir hava verir. Eğer bir çocuk (Bkz. Baskı IV, Şekil 1) * ağlarken kaşları­ nı çok çatarsa, ama orbicular kaslarını normal şekilde germezse, açık bir biçimde kızgınlık, hatta hiddet ve beraberinde sefalet ifadeleri ortaya çıkar. Burnun pyramidal kaslarıyla, burnun altında karşıdan karşı­ ya çapraz kınşıklıklar veya bükülmelerle birlikte çatılan kaş çok aşağıya çekilebilirse, suratsız bir ifade oluşur. Duchenne, bu ka­ sın, kaş çatılmadan gerilmesinin aşın ve kavgacı bir sertlik ifa­ desi verdiğini söylüyor.5 Fakat bunun gerçek veya doğal bir ifa­ de olduğundan şüpheliyim. Duchenne’nin bu kasın elektrikle güçlü bir biçimde gerildiği genç bir adamla ilgili fotoğrafını * Bay Kindermann tarafından çekilen asıl fotoğraf, kaştaki çatılmayı da­ ha net olarak gösterdiği için bu kopyadan daha gerçekçiydi.

252

BASKI: IV

2

(Expression’un birinci ve ikinci baskılarında, Şekil 1 de, Darvvin köpek ve sandalyeyi resimden çıkartmış. Şekil 2, birin­ ci ve ikinci baskılarda yok, ama Darwin’in açıklamalarından, tartıştığı fotoğrafın bu olduğu kesin. 253

(baskı IV, Şekil 2), sanatçılar dahil 11 kişiye gösterdim. Hiç bi­ risi ne amaçlandığı hakkında bir fikir ileri süremedi, sadece bir kız doğru olarak ‘aksi bir kayıtsızlık’ diye yanıt verdi. Neyin amaçlandığını bilerek bu fotoğrafa ilk baktığımda, bana göre gerekli olan şeyi hayal gücüm fotoğrafa ekledi, yani çatık bir kaş; ve bunun sonucu olarak resim bana gerçek ve çok suratsız göründü. Alçalmış ve çatılmış bir kaşla beraber sıkıca kapalı bir ağız, bakışa azimlilik verir, ya da onu inatçı ve ters yapar. Ağzın sıkı­ ca kapalı olmasının nasıl azimli bir ifade görünümü verdiği şim­ di tartışılacak. Bana bilgi verenler tarafından, ters bir inatçılık ifadesi Avustralya’nın 6 değişik bölgesinde açıkça gözlendi. Bay Scott bunun Hindularda da böyle olduğunu belirtti. Malak­ lar, Çinliler, Kafirler, Habeşler ve Dr. Rothrock’a göre göze çar­ pan bir biçimde Kuzey Amerika Kızılderilileri ve Bay D. Forbes’e göre, BolivyalI Aymaralar arasında bu gözlendi. Ben bunu güney Şili’de Arakunolar arasında da izledim. Bay Dyson Lacy, AvustralyalI yerlilerin, bu ruh hali içindeyken, bizim de yaptığı­ mız gibi bazen ellerini göğüslerine çaprazladıklarım belirtti. İnatçılığa kadar varan sıkı bir azim de bazen iki omzun kalkık olarak durmasıyla ifade edilir ve bu jestin anlamı gelecek bö­ lümde açıklanacaktır. Küçük çocuklardaki küskünlük, somurtkanlıkla belli olur ve bu bazen ‘burnu uzamış’ diye adlandırılır.6 Ağız köşeleri çok bü­ zülürse, alt dudak biraz ters döner ve çıkıntı yapar; ve bunu so­ murtma diye adlandırıyoruz. Buradaki oluşan, iki dudağın boru biçiminde ileri çıkması biçimindeki somurtma bazen o kadar ileri gider ki, eğer burun kısaysa, ucuna kadar ulaşır. Somurtkanlık genellikle kaş çatılmasıyla beraber oluşur ve iğrenme sesleri çı­ kartılır. Bu ifade bence, en azından AvrupalIlarda olgunluğa göre çocuklukta daha açık bir biçimde ortaya konan tek ifadedir. Yine de bütün ırkların olgun bireylerinde, büyük kızgınlık altında, du­ dakların ileriye uzatılma eğilimi vardır. Bazı çocuklar utangaç olunca somurturlar ve bu durumda küskün olmazlar.

254

Darwin somurtma için çok güçlü bir dudak uzama­ sı anlatmış, ben daha çok hüzün ve ıstırap başlangıcının işareti gibi, sadece alt dudağın biraz ileri çıkmasını göz­ ledim.

Bazı büyük aileler içinde yaptığım araştırmalardan, somurtma­ nın AvrupalI çocuklarda çok yaygın olmadığı kanısına vardım; fakat bu bir çok gözlemcinin dikkatini çektiği biçimde dünyada ve vahşi ırklarda da geçerli ve belirgin olmalı. Avustralya’nın sekiz değişik bölgesinde bu gözlenmiş; ve bana bilgi verenlerden bir tanesi çocuk­ ların dudaklarını çok fazla uzattıklarını söyledi. İki gözlemci Hindu çocuklarında, üç kişi Güney Afrikalı Kafir ve Fingolarda ve Hotentolarda, iki kişi Kuzey Amerika’nın vahşi Kızılderili çocuklarında somurtma görmüşler. Somurtma ayrıca, Çinliler, Habeşler, Malaka’dan Malalılar, Bomeodan Dyaklar ve sıklıkla Yeni ZelandalIlarda görülür. Bay Mansel Weale, Kafirlerin sadece çocuklarının değil, ay­ nı zamanda gelişkinlerinin her iki cinsinin de küskün olduklarında dudaklarının çok çıkıntı yaptığını anlattı; ve Bay Stack, Yeni Zelan­ da’da bunu bazen erkekler, sıklıkla da kadınlarda görmüş. Bu ifade­ nin izleri bazen AvrupalI yetişkinlerde de yakalanabilir. Böylece dünyanın büyük bir bölümünde, özellikle çocuklarda dudakların ileriye çıkması küskünlüğün özelliğidir. Bu hareket te­ mel olarak gelişme çağı alışkanlığının sürdürülmesi veya bazen ona geri dönülmesinin sonucudur. Genç orangutan ve şempanzeler, da­ ha önceki bir bölümde anlatıldığı gibi, tatmin olmadıkları, kızdıkla­ rı veya somurtkan oldukları zaman ve hatta şaşırdıkları, biraz kork­ tukları ve zevk aldıkları zaman dudaklarını ileri derecede uzatırlar. Değişik zihin durumlarım ortaya koyan sesler çıkartmak için ağız­ lan açıkça ileriye uzar; ve şempanzelerde gördüğüm gibi, zevk ve kızgınlık çığlığı çıkartıldığında ağız şekli çok az farklıdır. Bu hay­ vanlar kızar kızmaz, ağız şekli tamamen değişir ve dişler görünür. Yetişkin orangutan yaralandığı zaman şöyle bir ses çıkarttığı söyle­ nir: ‘önce yüksek notalarla başlayan ve zamanla derin bir gürleme­ ye uzayan tek bir ses. Yüksek notalan verirken dudaklannı boru bi­ çiminde büküyor, ama düşük notalarda ağzım geniş bir biçimde açı255

yor.’7 Gorillerin alt dudaklarının çok uzayabildiği anlatılır. Eğer bi­ zim yarı insan atalarımız somurtkan veya biraz kızgın oldukları za­ man, insana benzeyen maymunlar gibi dudaklarını ileriye çıkartı­ yorlarsa, o zaman, aynı şekilde etkilendiklerinde çocuklarımızda aynı ifadenin izlerinin, bir nevi ses çıkarma eğilimiyle birlikte gö­ rülmesi ilginç olmasına karşılık, çok da doğal. Çünkü ilk gençlik çağlarında, az veya çok bir yakınlıkta, yetişkin atalarına has özellik­ lerin elde edilip sonra kaybolması ve bu özelliklerin uzak türlerde hala korunuyor olması hayvanlarda çok olağan. Vahşi çocuklarının küskün oldukları zaman, Avrupalı uygarla­ rın çocuklarına göre, dudaklarını ileri çıkartmaya çok eğilimli olma­ ları da garip değil; çünkü vahşiliğin temeli ilk çağların koşullarını sürdürmeyi içeriyor gibi görünüyor ve bu bedensel özellikler için de * geçerli. Bu bakış açısına somurtkanlığın kökeni olarak itiraz edile­ bilir, çünkü, bizde bu genellikle küskün bir ruh hali ifadesi olmasma rağmen, insan benzeri maymunlar şaşırdıkları hatta biraz zevk aldık­ ları zaman aynı şekilde dudaklarını ileriye çıkartırlar. Fakat, çok şa­ şırmak veya hayrete düşmek genellikle ağzın geniş bir biçimde açıl­ masıyla gösterilmesine rağmen, sonraki bölümde göreceğimiz gibi, çeşitli ırkların insanları bazen şaşırınca dudaklarını ileriye çıkartır­ lar. Gülümser veya gülerken ağız köşelerimizi geri çektiğimiz için, atalarımız zevklerini böyle ifade etmişlerse bile, zevk aldığımızda dudaklarımızı ileri çıkartma eğilimimiz kaybolmuş. Burada küskün çocuklar tarafından gösterilen bir ifadeye dikkat çekmek istiyorum, yani ‘sırt çevirmek. ** Bana göre omuzların kaldırılmasına göre bu başka bir anlam ifade ediyor. Annesinin kucağında oturan danlmış bir çocuk, yakın omzunu kaldınr ve silkinerek okşanmayı engeller, sonra sanki onu üzen kişiyi itecekmiş gibi omzunu geriye doğru iter. İnsanlardan bi­

raz uzakta oturan bir çocuğun, bir omzunu kaldırarak ve hafifçe geri döndürerek sonra da bütün bedenini çevirdiğini izledim. * İnsanın türeyişi, c. i, b. ii’dc çeşitli örnekler verdim. ** Ç.N.: Bu hareket temelde omuzla yapıldığı için İngilizce konuşma dilinde ‘showing a cold shoulder’ (‘soğuk bir omuz göstermek’) diye ifade ediliyor.

256

Azim veya kararlılık. Ağzın sıkıca kapanması görünüme ka­ rarlı ve azimli bir ifade verir. Azimli bir kişinin ağzını açacağı düşünülemez. Böylece ağzın alışkanlıkla sıkıca kapanmadığını gösterir gibi, alt çenenin zayıf ve küçük olması genellikle karak­ ter zayıflığı olarak algılanır. Bedenin veya zihnin uzayan bir ça­ bası önceki bir kararlılığı ifade eder; ve kas sisteminin sürekli güç kullandığı durumlarda veya bunun öncesinde ağzın sıkıca kapanmasıyla, kararlı bir sonuca varıldığında, birleşme ilkesiyle ağzın genellikle kapalı olacağı gösterilebilir. Şiddetli bir kas gü­ cü harcamaya başlayan bir kişinin, kesinlikle ciğerlerini havayla şişirdiğini ve sonra onu göğüs kaslanyla güçlü bir biçimde bas­ tırdığını bir çok kişi gözlemlemiş; ve bunu yapabilmek için de ağız sıkıca kapatılıyor. Dahası, kişi nefesini bırakmasına rağ­ men göğsünü olduğunca geniş tutmaya devam ediyor. Bu tür hareket tarzı için çeşitli nedenler söyleniyor. Sir C. Bell, göğsün havayla şişirilip, bu durumlarda o şekilde tutulma­ sı, ona bağlı olan kaslara güç vermek içindir diyor.8 Böylece, iki kişi ölümcül bir mücadeleye girdiklerinde, sadece güçlükle çı­ kan boğuk nefeslerle kesilen korkunç bir sessizlik oluşur. Ses­ sizlik vardır, çünkü ses çıkartılınca bırakılacak olan hava ellere giden kasların desteğini gevşetecektir. Karanlıktaki bir mücade­ lede eğer bir çığlık duyulursa, birisinin ümitsizlikle mücadeleyi bıraktığını anlarız. Gratriolet, bir kişi diğeriyle güçlü bir mücadeleye giriyorsa, çok ağırlık taşıyacaksa veya uzun süre güç kullanacaksa ilk ön­ ce derin nefes almasının ve sonra nefesini kesmesinin gereklili­ ğini kabul ediyor;9 fakat Sir. C. Bell’in açıklamasının yanlış ol­ duğunu söylüyor. Tutulan nefesin kan dolaşımını yavaşlattığını, ve bana göre de şüphesiz bir şekilde ve alt seviyeli hayvanların yapılanndan da örnek vererek, bir tarafta sürekli kas kullanımı için yavaşlamış kan dolaşımının gerekli olduğunu, öte yandan da hızlı hareketler için hızlı bir dolaşımın gerektiğini söylüyor. Bu bakış açısına göre çok fazla güç kullanmaya başladığımızda, kan dolaşımını yavaşlatmak için ağzımızı kapatıp nefes almayı

257

keseriz. Gratiolet şöyle özetliyor: ‘C’est lâ la vaire theorie de L’effort continu’ (‘Bu sürekli güç kullanımının gerçek kuramı­ dır.’). Fakat bu kuramın diğer fızyologlarca ne kadar kabul gör­ düğünü bilmiyorum. Dr Piderit, güçlü kas kullanımı esnasında ağzın sıkıca ka­ panmasını, özel bir kullanım için harekete geçirilmesi gerekli diğer kaslara isteğin dağıtılması etkisi ilkesine bağlıyor;10 solu­ num kaslan ve ağzın sık kullanımları nedeniyle, böyle hareket ettiklerini söylüyor. Bana göre bu bakış açısında biraz gerçek payı var, çünkü güç bir hareket yaparken dişlerimizi sıkanz ve göğüs kaslan güçlü bir biçimde kasıhrken bu nefes vermeyi en­ gellemez. Son olarak, bir kişi fazla güç gerektirmeyen zor ve ince bir iş yaparsa, yine de ağzını genellikle kapar ve bir zaman için ne­ fesini tutar; fakat bunu göğsünün hareketinin ellerininkileri boz­ maması için yapar. Örneğin iğneye iplik geçirmeye çalışan bir

insan ya nefes almamak ya da yavaş nefes almak için dudaklannı kapatır. Böylece, daha önce de söylendiği gibi, genç ve hasta şempanze cam çerçevesinde uçan sinekleri parmaklanyla öldü­ rerek vakit geçirir. Güç bir hareket, önemsiz de olsa, bir miktar azim gerektirir. Yukanda ortaya konulan nedenlerin hepsinin bir dereceye kadar, beraberce veya ayn olarak, geçerli olmaması için bir ne­ den yok. Sonuç, iyi oturmuş veya şimdi kalıtımsallaşmış bir alışkanlıkla, zor veya uzun süreli bir hareketin veya ince bir işin başlangıcında ağzın sıkıca kapatılmasıdır. Birleşme ilkesiyle, daha önce güç sarf edilmişse veya buna gerek yoksa zihnin özel bir hareket veya ilişkiye karar vermesiyle birlikte aynı alışkan­ lık için güçlü bir eğilim olacaktır. Böylece, ağzın alışkanlıkla sı­ kıca kapanması kararlı bir yapı sergileyecektir; ve kararlılık he­ men inatçılığa dönüşecektir.

258

BÖLÜM: X

NEFRET VE KIZGINLIK Nefret - Öfke, sistem üzerinde etkileri - Diş göster­ mek - Delide öfke - Kızgınlık ve gazap - İnsanların çeşitli ırkları tarafından ifade edildiği şekilde - Dudak bükmek ve meydan okumak - Yüzün bir tarafındaki köpek dişini göstermek

Eğer acı çekiyorsak veya birisinin davranışı nedeniyle ka­ sıtlı bir incinme bekliyorsak veya birisi bize karşı kırıcıysa, o kişiyi sevmeyiz; ve hoşlanmamak kolaylıkla nefrete dönüşebi­ lir. Eğer bu duygular hafif derecede duyulursa, belki ciddi bir davranış yaklaşımı veya huzursuzluk dışında, beden hareket­ leri veya görünüşle kendilerini açıkça belli etmezler. Fakat çok az kişi, kızgınlık ve öfke duymadan ve göstermeden nef­ ret ettikleri bir kişiyi uzun süre düşünebilirler. Ama kızdıran kişi önemsizse, sadece hor görür ve küçümseriz. Eğer öte yan­ dan çok güçlüyse, kölenin zalim efendisi veya vahşinin kana susamış kötü tanrı için duyduğu biçimde, nefret korkuya dö­ nüşür.1 Bir çok duygularımızın ifade tarzları birbirine çok ya­ kındır ve beden edilgen olursa ortaya zor çıkarlar- ifadenin yapısı, temelde bu özel ruh durumunda alışkanlıkla yapılan hareketlerin yapısına bağlıdır. Örneğin, bir kişi yaşamının bü­ yük tehlikede olduğunu bilebilir ve onu güçlü bir şekilde ko­ rumak isteyebilir ama kızgın bir kalabalık tarafından etrafı sa­ rılan XVI. Luis’in dediği gibi ‘Korkuyor muyum? Nabzıma bakın. ’ da diyebilir. Böylece bir kişi başkasmdan yoğun bir bi­ çimde nefret edebilir, ama beden yapısı etkilenene kadar öfke­ li değildir.

259

Darwin tarafından anlatılan, kişinin kızdığı zaman küçümse veya korkma ifadesi çok öz ve doğru. Yine de, nefretin açıklanması konusunda aynı fikirde değilim. Bu kelime, yoğun bir kızgınlıkla beraber algılansa da, başka kişiye duyulan sürekli bir yaklaşıma daha uygun ve ge­ çici duygulardan ayrı tutulmalı. Nefret etmediğimiz ki­ şilere çok kızabiliriz ve Darvvin, beden etkilenene kadar nefret ettiğiniz bir kişiye karşı öfke (veya bu amaçla kızgınlık) duyamazsınız diye yazarken belki de bunu ima ediyor.

Öfke. Alışkanlıkla birleşmiş hareketler nedeniyle etkilen­ miş sinir sisteminin beden üzerindeki doğrudan etkisini tartışır­ ken üçüncü bölümde bu konuya değinme olanağım oldu. Öfke

kendisini çok değişik biçimlerde gösterir. Kalp ve kan dolaşımı her zaman etkilenir; yüz kızanr veya morarır, boyun ve alın da­ marları şişer. Güney Amerika'nın bakır renkli Kızılderililerinde kızarma görülür,2 hatta bu, zencilerin eski beyaz yara izlerinde bile fark edilebilir. * Maymunlar da heyecanlanınca kızarırlar. Dört aylıktan küçük olan bebeklerinden birinde, heyecanın ilk izlerini çıplak kafa derisinin kızarmasında sürekli olarak izle­ dim. Öte yandan, bazen aşırı öfkeyle kalbin atışı o kadar engel­

lenir ki, çehre kurşuni veya solgun olur,3 ve bu güçlü duygunun etkisiyle bir çok kişi kalp krizi geçirerek ölmüştür. Kalp damar sistemi hastaları üzerindeki çalışmala­ rımız/50 kalp damar sistemi hastalarının kızgınlık yaşa­ masının kalp kriz riski yarattığını ortaya çıkarttı. Solunum da aynı şekilde etkilenir; göğüs yükselir ve geniş­ lemiş olan burun delikleri titrer. ** Tennyson’un yazdığı gibi: * Sir C. Bell, Anatomy of Expression, s. 96. Öte yandan, Dr. Burgess (Physiology of Blushing, 1839, s. 31) bir zencide utanma sonucunda kızaran yaradan bahsediyor. ** Sir C. Bell (Anatomy of Expression s. 91,107) bu konuyu tam olarak tartış­ tı. Moreau (La Physionomie 1820 yılı baskısı, basımcı G. Lavater c. iv. s. 237)

260

‘keskin kızgınlık nefesleri burun deliklerinden taşıyordu.’ Böy­ lece şu tür deyimlerimiz var: ‘öç soluyor’ ve ‘kızgınlıktan tütü­ yor’.* Etkilenen beyin kaslara ve aynı zamanda isteğe güç verir. Ani hareket için beden dik durumdadır, ama bazen kollar ve ba­ caklar katı bir biçimde olarak kızdıran kişiye doğru eğilir. Ağız genellikle azmi ifade eden bir biçimde sıkıca kapalıdır ve dişler sıkılır. Kızdıran kişiyi dövecekmiş gibi kapalı yumrukla yapılan el kaldırma gibi hareketleri de geneldir. Heyecanlı olan ve biri­ sinin gitmesini isteyenler bazen o kişiye sanki şiddetli bir bi­ çimde vuracakmış gibi hareket ederler. Sıklıkla vurma arzusu o kadar güçlü bir durum gelir ki eşyalar vurulur ve yerlere atılır­ lar; fakat hareketler sıklıkla tamamen anlamsız ve çılgınca olur. Şiddetli öfkelenen genç çocuklar, bağırarak, vurarak, tırmıkla­ yarak ve yakındaki her şeyi ısırarak kendilerini yüzü koyun ve­ ya sırt üstü yere atarlar. Bay Scott’tan duyduğum kadarıyla, Hintli çocuklar ve insana benzeyen genç maymunlarda da aynısı görülüyor. Fakat kas sistemi tamamen başka bir biçimde etkilenir; çünkü aşın öfkenin sonucunda sıklıkla titreme oluşur. Tutulmuş olan dil genellikle isteğe uymaz ‘ve ses boğazda düğümlenir ’,** veya yüksek, kaba ve ahenksiz olur. Hızlı ve çok konuşma olu­ yorsa, ağızdan saçma laflar çıkar. Saç bazen dikleşir; fakat bu konuya kızgınlık ve korku duygularının karışmış şekilde ince­ sinde ve Portal'dan aktarma yaparak, burun kanatlarının kaldırıcı kaslarının alış­ kanlıkla gerilmesi sonucunda, astımlı hastaların sürekli geniş burun deliklerine sa­ hip olduklarını söyleyerek onaylıyor. Dr. Pideni (Mimik und Physiogononıik, s. 82), ağız kapalıyken ve dişler kilitliyken burun deliklerinin genişlemesinin. Sir C. Bellin söylediği gibi bütün solunum sistemlerinin sempatisine (alışkanlıkla beraberce hareket etmeleri) bağlı olması doğruyu yansıtmıyor diye açıklıyor. Kızgın bir kişi­ nin ağzı açık olmasına rağmen burun delikleri genişlemiş olarak görülebilir. (Mr. H. Jackson’a göre, Homer, öfkenin burun delikleri üzerindeki etkisinin farkındaydı.) * Bay Wedgwood, On the Origin of Language, 1866, s. 76. Güçlükle nefes alma sesin 'puff, huff, whiff şeklindedir ve hujf ise sıkıntı için çıkartılır’ diyor. ** Sir C. Bell, (Anatomy of Ezpression s. 95), öfkenin ifadesi ile ilgili olarak çok güzel fikirleri var. (İlgi çekici bir olayda öfkeyle geçici konuşamama oluşmuş. Bkz. Tuke, İnflııence of the Mind on the Body, 1872, s. 223)

261

lendiği başka bir bölümde döneceğim. Çoğunlukla belirgin bir biçimde alında kaşlar çatılır; çünkü bu, zihin yoğunlaşmasıyla birlikte zor veya tatsız bir duyguyu takip eder. Fakat bazen ge­ niş bir biçimde açılmış parlayan gözlerle kaşlar çok gergin veya alçak olmayıp yumuşak dururlar. Gözler hep parlar veya Homer’in söylediği gibi, yanan ateş gibidirler.4 Bazen kızarırlar ve yuvalarından fırladıkları söylenir- şüphesiz bu başın kanla dol­ ması sonucu ve damarların şişmesi nedeniyledir. Gratiolet’e gö­ re,5 göz bebekleri öfkeyle gerilir ve Dr. J. Crichton Browne’den duyduğuma göre menenjitin şiddetli hezeyanlarında da bu böyleymiş; fakat irisin değişik duygular altındaki hareketleri çok karışık bir konudur. Shakespeare, öfkenin temel özelliklerini şöyle özetliyor:

‘Barış kadar insanı alçak gönüllü sakin Ve yumuşak başlı yapan bir şey yok; Fakat kulaklarımıza savaş rüzgarları esince, Bir kaplanın hareketlerini taklit et: Savaş gereçlerini güçlendir, kanını canlandır, Sonra gözünüzü kötü bir bakışa çevirin; Şimdi dişleri hazırlayın ve burun deliklerini genişletin, Nefesinizi sıkıca tutun ve tüm ruhunuzu şahlandırın En yükseğe! İleri, ileri siz asil İngilizler. ’ V. Henry, iii, ı Papua Yeni Gine dağlık bölgelerinde yaşayan cahil insanlarla ilgili çalışmamda, insanlara kızdıklarında ve diğer kişiye saldırmak üzere olduklarında nasıl davrana­ caklarını göstermelerini istedim. Dudaklarını birbirine bastırdılar. Bu Darwin,in düşüncesine uyuyor. Bir kadın veya çocuğa kızdıklarında ama saldırmayacaklarsa nasıl davranacaklarını sorunca, açık dörtgen ağızlarını göster­ diler. Amerikalılara sorduğum biraz farklı olmasına rağ­ men tersine bir alışkanlık buldum. Orta sınıf Amerikah-

262

lara kontrolsüz kızgınlığı göstermelerini istediğimde, sanki bağıracakmış gibi kare biçimindeki ağızlarını gös­ terdiler; kontrollü kızgınlıkta dudaklarını birbirlerine bastırdılar. Bana göre, iki gruptaki farklılık kontrol edil­ memiş kızgınlığı neyin takip ettiğine bağlıdır: Yeni Gi­ neliler için bu fiziksel bir saldırı, Amerikalılar için ise bağırmaktın Maymun türü bir hayvandan türememiz hali dışında, bazen öfkeyle dudaklarımızın ileriye çıkmasının anlamı bence açık de­ ğil Örnekler sadece AvrupalIlarda değil ama AvustralyalIlarda^

ve Hintlilerde de gözlenmiş. Dudaklar yine de daha çok geri çe­ kiliyor ve böylece dişlerin gösterilmesi ve kenetlenmesi ortaya çıkıyor Bu, ifade üzerine yazan hemen herkes tarafından görül­ müş? Böyle hareket etme niyeti olmasa da, görüntü, bir düşma­ nı yakalamaya ve parçalamaya hazır bir şekilde dişin gösteril­ mesine benziyor Bay Dyson Lacy, bu sıkma ifadesini Avustral­ yalIlarda münakaşa ederlerken ve Gaika, Güney Afrikalı Kafir­ lerde görmüş? * ** Dickens,6 yeni yakalanan ve kızgın bir kalaba­ lık tarafından sarılmış olan iğrenç bir katilden bahsederken, şöyle diyor:

'insanlar birbirleri üzerinden sıçrıyorlar, dişleri arasından kaba konuşuyorlar ve ona vahşi hayvan gibi davranıyorlar/ * Sir C+ Bell, Atıatomy of Expressİon, s. 177. Gratiolet {De la Phys.t s. 369) şöyle diyor: *les dents s e decouvrent, et imitent symboliquemcnt Taction de dechirer et de mordre. '('dişler ortadadır ve ısırma ve parçalama taklit edil­ mektedir/) gibi açık olmayan bir terim yerine, bu gün goril ve orangutanların yaptıkları gibi, yarı insan atalarımızın birbirleriyle dişlerini kullanarak savaştıkları ilk çağlarda elde edilen alışkanlıkların kalıntısından bahset şeydi, Gratiolet daha açık olurdu. Dr. Piderit (Afi/ntA, vs. s. 82) de öfke sırasında üst dudağın tepkisinden bahsediyor. Hogarth'ın güzel resimlerinden birinin baskısında (Şekil 21) açık ve parlak gözlerle, çatılmış alınla ve görülen sıkılmış dişlerle, heyecan en açık bir biçimde ifade edilmiş. ** (Dr. Comrie (Journal of Anlhropological Instifute, c. vi. S. 108) Yeni Gineli yerlileri kızgınlıkla köpek dişlerini göstererek tükürürlerken anlatıyor.)

263

Şekil: 21 (William Hogarth, Rake’s Progress, Baskı i, 1735 (Fitzwilliam Müzesi). Phillip Prodger bunun, Darvvin’in s. 263’de ilk dip notunda bahsettiği resim olduğuna inanıyor.)

Çocuklarla ilgilenen herkes, heyecanlılarken ısırmayı ne kadar doğal yaptıklarını görmüştür. Bu, yumurtadan çıkar çıkmaz çe­ nelerini açıp kapatan yavru timsahlardaki kadar içgüdüsel gö­ rünüyor. Dişlerin gösterilmesi ve dudakların çıkması bazen beraber­ ce oluşur. İyi bir gözlemci Doğulularda ve bir kere de yaşlı bir İngiliz kadınında bir çok kereler yoğun nefret (öfkeden çok zor ayrılabilir olan, az veya çok ifade edilmiş) örnekleri gördüğünü anlatıyor. Bütün bu durumlarda diş gösteriliyor, kaş çatılması yok- dudaklar uzuyor, yanaklar aşağı düşüyor, gözler yarı kapa­ nıyor ve kaş tamamen sakin kalıyor.7 264

Grin kelimesinin iki anlamı vardır: dudakları geri çekerek dişleri göstermek ve sırıtmak. Eski İngilizce'de ‘grin’, memnuniyet veya memnuniyetsizliğin yüz ifade­ si olarak tanımlanır. Darwin herhalde bunu ilk, dişleri göstermek biçimindeki anlamında kullanıyor ve sırıt­ mayla olan ilgisini kurmuyor.

İnsanların kavgada ne kadar az dişlerini kullandıkları düşü­ nülünce, öfke nöbetlerinde, sanki kızdıran kişiyi ısıracakmış gi­ bi ilgi çekici bir biçimde dudakların geri çekilmesi ve dişlerin gösterilmesinin, heyecanlarını kontrol etmeyen akıl hastalarında da geçerli olup olmadığını Dr. J. Crichton Brovvne’ye sordum. Bunları hem delilerde, hem de idiyotlarda sürekli olarak izledi­ ğini söyledi ve bana şu örnekleri verdi: Benim mektubumu almadan kısa bir süre önce, akıl hastası olan bir kadında kontrolsüz kızgınlık patlaması ve hayali kıs­ kançlık belirtilerine şahit olmuş. Önce kocasına sövmüş ve bu­ nu yaparken ağzı köpürmüş. Sonra ona sıkılmış dudaklarla ve kinci bir çatık kaşla yaklaşmış. Sonra dudaklarını, özellikle de üst dudağının köşelerini geri çekmiş ve dişlerini göstermiş ve aynı zamanda ona doğru kötü bir darbe amaçlamış. İkinci olay ise, tesisin kurallarına uyması istendiğinde bundan hoşnut olma­ yan ve bu duyguları hiddete dönen eski bir askere ait. Genellik­ le Dr. Brovvne’ye ona böyle davrandığı için utanç duyması ge­ rektiğini söylüyonnuş. Sonra küfrediyor, sövüyor, aşağı yukarı yürüyor, ellerini geniş bir biçimde sallıyor ve yanına yaklaşan­ ları tehdit ediyonnuş. Sonunda kızgınlığı biterken, garip yana meyilli bir hareketle, sıkılı yumruğunu sallayarak ve yok etmey­ le tehdit ederek Dr. Brovvne’ye koşuyormuş. Sonra üst dudağı­ nın, özellikle köşelerde kalktığı görülebiliyormuş ve köpek dişi ortaya çıkıyormuş. Bu dişinden dışarı doğru lanetlerini tıslıyormuş ve bütün görünümü aşın bir vahşet sergiliyormuş. Benzer bir tanım başka bir adam için de uygunmuş, yalnız farklı olarak köpükler saçıyor ve tükürüyor, dans edip garip bir biçimde zıp­ lıyor ve yüksek sesle kötü bir çığlık atıyormuş.

265

Dr. Browne ayrıca bana, bağımsız hareket edemeyen ve bü­ tün gün oyuncaklarla oynayan saralı bir idiyota ait bir olay anlattı; fakat somurtkan bir hali varmış ve kolaylıkla şiddete dönüşebiliyormuş. Eğer oyuncaklarına dokunan olursa, başını doğal eğik durumundan yavaşça kaldırıyor ve gözlerini yavaşça ama kızgın ve tehdit eder bir biçimde onu kızdıran kişiye dikiyormuş. Rahat­ sızlığı tekrarlanırsa, kalın dudaklarını geri çekiyor ve kötü görü­ nümlü dikkat çekici azı dişlerini gösteriyormuş (dikkatle görüle­ bilen büyük dişler) ve sonra açık elleriyle onu kızdıran kişiyi ani ve zalim bir biçimde kavrıyormuş. Dr. Browne’nin söylediğine göre, bir ses tarafından etkilenince uyuşuk durumda on beş saniye gibi bir sürede başını bir yerden öbür tarafa çevirmesi düşünüldü­ ğünde, bu hareketin aniliği şaşırtıcıymış. Böylece kızınca, eğer eline bir mendil, kitap veya başka bir nesne verilirse, onu ağzına alıp ısırıyormuş. Bay Nicol aynı şekilde bana, öfke nöbetlerinde dudaklarını geri çeken iki akıl hastasını anlattı. Dr. Maudsley, idiyotlarda bazı garip hayvan davranışlarını ayrıntılarını verdikten sonra, bunun ilkel içgüdülerin tekrar orta­ ya çıkması olup olmadığını soruyor- ‘insanın gelişerek geldiği bir akrabalığa delil olan, çok uzak geçmişin ölgün bir yankısı, ‘însan beyni gelişim aşamasında alt seviyeli omurgalıların geç­ tiği aşamalardan geçmiştir ve bir idiyotun beyni durmuş olduğu için, ‘bazı ilkel işlevlerini yerine getireceğini ve daha gelişmiş­ lerini yürütemeyeceğini’ düşünebiliriz diye ekliyor. Dr. Mauds­ ley, aynı düşüncenin bazı akıl hastalarındaki beynin gelişmemiş durumu için de geçerli olduğunu söylüyor: ve ‘bazı hastalar ta­ rafından sergilenen vahşi hırlama, yıkıcı bakış açısı, açık saçık konuşma, vahşi uluma, saldırgan yaklaşımlar’ nasıl oluşuyor di­ ye soruyor. Akılsız davranan bir kişi, eğer içinde vahşi bir yapı yoksa neden bu kadar vahşi oluyor?8 Görüldüğü gibi bu soruya böyle bir yapı var şeklinde yanıt vermek gerekiyor. Kızgınlık, gazap. Bu ruh halleri öfkeden çok az farklıdırlar ve belirleyici özellikleri açık değildir. Az kızgınlıkta, kalp atışları bi­ raz artar, renk koyulaşır ve gözler parlar. Aynı şekilde solunum bi­

266

raz hızlanır; ve bu amaçla çalışan bütün kaslar beraberce hareket ederler, havanın Özgürce girebilmesi için burun delikleri biraz kal­ kar; ve bunlar gazap duymanın belirtileridir. Ağız hep bastın Imıştır ve kaşlar çatıktır. Aşın kızgınlığın çılgın hareketleri yerine, ga­ zap duyan bir kişi, bilinçsiz olarak, aşağıdan yukarı süzerek mey­ dan okuyan bir tavırla düşmanına saldıracak veya vuracakmış gibi bir duruma gelir. Başını dik ve omuzlarını geniş tutar, ayaklan sı­ kıca yere basmaktadır. Ellerini çeşitli biçimlerde tutabilir, bir veya iki dirseği dik açılıdır veya iki elide katı bir biçimde yanlara sark­ maktadır. AvrupalIlar genellikle yumruklarım sıkarlar. * Baskı V, şekil 1 ve 2, gazabı taklit eden bir insanın güzel birer örneğidir. İnsan hayalinde, eğer canlı bir biçimde hakarete uğradığını düşü­ nür ve kızgın bir sesle buna bir açıklama getirilmesini isterse, ani bir biçimde böyle bir ruh haline girecektir. BASKI: V

* Le Brun, İyi (anman eserinde Confenmce sur L’Ezpression (La Physiûnomie, Lavater tarafından, 1820 baskısı c, ix, s 268), kızgınlığın yumruk sı­ kılması ile ifade edildiğini söylüyor. Aynı şekilde, Husclıkc, Minucs ei P/ıysiogononûces, Fragmentum Physiologicum-t 1824, s. 20. Ayrıca, Sir C. Bell, Anatomy of Expression, s. 219. 267

Öfke, kızgınlık ve gazap dünyanın her tarafında benzer bi­ çimde sergilenirler: ve şimdi yapacağımız açıklamalar ve bahse­ dilen örnekler bunun kanıtlan olarak verilmeye değerler. Yalnız, sadece yumruklanyla dövüşen insanlarla kısıtlı kalmak üzere, yumrukların sıkılması ile ilgili bir istisna vardır. AvustralyalIlar­ da yumruk sıkılmasını, bana bilgi verenlerden sadece bir kişi görmüş. Herkes bedenin dik tutulduğunu kabul ediyor; ve iki is­ tisna dışında herkes kaşlann güçlü bir biçimde gerildiğini söy­ lüyorlar. Bazdan sıkıca kapanmış ağızdan, genişlemiş burun de­ liklerinden ve parlayan gözlerden bahsediyorlar. Bay Taplin’e göre, AvustralyalIlar kızgınlıklarını dudaklarını çıkartarak ve gözlerini genişçe açarak gösteriyorlar; kadınlar da dans ederek tozu dumana katıyorlar. Başka bir gözlemci, kızınca vahşi bir şekilde elini kolunu sallayan bir yerliden bahsediyor. Yumrukların sıkılması dışında, Malaya yarımadasındaki Malaklarla ve Güney Afrikalı Habeşlerle ilgili olarak benzer bilgiler aldım. Bu, Kuzey Amerikalı Dakota Kızılderilileri için de geçerli; ve Bay Matthevvs’e göre, başlannı dik tutuyorlar, kaş çatıyorlar ve genellikle uzun adımlarla yürüyorlar. Bay Bridges, Fugenlerin kızdıklarında sık olarak toprağa ayaklanyla vurduklannı, şaşkın bir biçimde dolaştıklarını, bazen ağlayıp sarardık­ larını belirtiyor. Bay Stack Yeni ZelandalI erkek ve kadınlan münakaşa ederlerken izlemiş ve defterine şunları yazmış: ‘Göz­ ler şişmiş, beden şiddetle ileri geri sallanıyor, baş öne uzanmış, bir arkada, bir hasmın yüzüne doğru kaldırılmış durumda, yum­ ruklar sıkılı. ‘Bay Swinhoe benim anlattıklanmın, onun Çinli­ lerde gördüklerine uygun olduğunu söylüyor; tek farklılık ise kızgın bir adamın genellikle rakibine doğru eğilip bir ağız dolu­ su küfür savurmasıymış. Son olarak, Hindistanlılar için, Bay J. Scott, öfkelendiklerin­ de nasıl hareket ettiklerini ve ifade gösterdiklerini açıklayan bil­ giler göndermiş. İki alt sınıf Bengaldeşli borç yüzünden tartışıyorlarmış. Başlangıçta sakinlermiş, fakat zamanla öfkelenmişler ve birbirlerinin akraba ve atalarına küfürler savurmaya başlamış­

268

lar. Hareketleri AvrupalIlardan çok faiklıymış; göğüsleri genişle­ miş ve omuzlan köşeli hale gelmiş olmasına rağmen, elleri katı bir biçimde iki yanda duruyor ve dirsekler içe dönük vaziyette el­ ler açılıp kapanıyormuş. Omuzlan kalkıp iniyormuş. Alçak ve güçlü bir şekilde kırışmış olan kaşlannın altından birbirlerine sert bakışlar alıyorlarmış ve ileriye doğru çıkmış olan dudaklan sıkı­ ca kapalıymış. Baş ve boyunları ileriye uzamış bir biçimde bir­ birlerine yaklaşıyorlar ve birbirlerini itiyor, tırmıklıyor ve sarsıyorlarmış. Başın ve bedenin ileriye çıkması kızgınlığın genel bir hareket tarzı gibi görünüyor; ve ben bunu sokaklarda şiddetli bir biçimde kavga eden düşük seviyeli İngiliz kadınlarında gördüm. Bu durumda iki tarafta birbirinden darbe beklemiyor. * Botanik bahçesinde görevli bir Bmgaldeşli, Bay Scott’un önünde, yöneticisi tarafından değerli bir bitkiyi çalmakla suçlanıyormuş. Suçlamayı sakin ve alaycı bir biçimde dinlemiş; du­ rumu dik, göğsü geniş, ağzı kapalı, dudaklar çıkmış, bakışlar dik ve etkileyiciymiş. Sonra küstah bir biçimde, kalkmış ve sı­ kılı ellerle, artık öne uzanmış olan kafası, açık gözleri ve kalk­ mış kaşlanyla saflığını korumuş. Bay Scott ayrıca iki Mekhi ve Sikhimi ödeme konusunda münakaşa ederlerken izlemiş. Kısa zamanda kızgın bir duruma girmişler ve sonra öne çıkmış başlarıyla bedenleri daha az dik olmuş, yüzlerini ekşit­ mişler, omuzları kalkmış ve kollan dirsekten katı bir biçimde içeriye bükülmüş ve elleri kasılmalarla açılıp kapanmış, ama tam sıkılmamış. Sürekli birbirlerine yaklaşıp uzaklaşmışlar ve bazen vuracakmış gibi ellerini kaldırmışlar, fakat elleri açıkmış ve vurmamışlar. Bay Scott benzer bir gözlemi, genellikle müna­ kaşa ederlerken gördüğü Lephalarda yapmış ve elleri yan kapalı ama sıkılmamış olarak arkadayken katı bir biçimde kollarım be­ denlerine paralel olarak tuttuklannı gönnüş. * (‘Kızan kişi tarafından başın ve gövdenin hasma doğru uzatılması, saldırıldığında dişin kullanılmasının kalıntıları olamaz mı?- C. Danvin’in notu. H. N. Moseley (J. Anthropolog. Instifute, c. vi, 1876-7), Amiral adasın­ dan bir kişinin ‘şiddetli hiddet’ altındaki durumunu anlatıyor: adamın kafasını ‘alçaltarak sanki dişiyle ısıracakmış gibi hızla öfkelendiği nesneye yöneldi.’)

269

Dudak bükmek ve meydan okumak: köpek dişinin bir tarafta gösterilmesi. Burada anlatacağım ifade tarzı, daha önce anlatılan, dudakların geri çekilerek dişin gösterildiği durumdan biraz farklı. Fark, yüzün sadece bir tarafındaki köpek dişi görülecek bir biçim­ de, dudağın geri çekilmesinde oluşuyor; yüz hafifçe yukarıya dönü­ yor ve kızılan kişiden biraz uzaklaşıyor. Öfkenin diğer işaretlerinin

olması gerekmiyor. Kızgınlık olmamasma rağmen, başkasını kü­ çümseyen veya ona meydan okuyan kişilerde bazen görülen bir ifa­ de tarzı; sanki birisi hatası nedeniyle suçlanıyor ve ‘suçlamayı önemsemiyorum’ diye yanıt veriyormuş gibi düşünülebilir. Çok alı­ şılmış bir ifade değil, fakat başkası tarafından sorgulanan bir hanı­ mefendide bunu açıkça izledim. Parsons 1746 yılı gibi çok eski bir tarihteki bir çizimle köpek dişinin bir tarafta gösterilmesini tanımla­ mış.9 Bay Rejlander, konuya deyinmemden önce, bu ifadeyi fark edip etmediğimi sordu ve bu beni çok şaşırttı. Benim için, bazen bi­ linçsiz, bazen de bilinçli şekilde bir taraftaki köpek dişini belirgin olarak gösteren bir hanımefendinin fotoğrafını çekti (şekil 22).

Şekil: 22 (Bu resim için Darwin’in fotoğrafçısı Rejlander kendi ka­ rısını kullanmış/51 Rejlander de sonraki baskıda ve baskı 7, Şe­ kil 2 ve 3 de yer alıyor.)

270

Kaşın güçlü bir biçimde çatılması, hiddetli gözler ve köpek dişlerinin gösterilmesi halinde, yan alaycı dudak bükme şiddetli öfkeye dönüşür. Bengaldeşli bir çocuk yaptığı bir yanlışlık ne­ deniyle Bay Scott’uıı önünde suçlanmış. Genç öfkesini sözlerle anlatmaya cesaret edememiş, fakat bazen meydan okuyan bir kaş çatılması, bazen de ‘belirgin bir küçümsemeyle’ çehresinde bu açıkça görülüyormuş. Bu durumda, ‘genişlemiş ve ileri çık­ mış olan köpek dişi üzerindeki dudağın köşesi, suçlayan kişi ta­ rafında kalkarken, kaştaki güçlü çatılma devam ediyordu.’ Sir C. Bell aktör Cooke için, ‘gözlerinin eğimli duruşuyla birlikte, üst dudağının dış bölümünü kaldırıyor ve keskin, dik dişini gös­ teriyor’ diyerek, en kararlı nefreti ifade ettiğini belirtiyor. * Köpek dişinin ortaya çıkartılması, iki hareketin sonucudur. Ağ­ zın köşesi biraz geriye çekilir ve aynı zamanda burna paralel ve ya­ kın hareket eden kas üst dudağın dış kısmını yukarıya kaldınr ve yüzün bu tarafındaki köpek dişi görünür. Bu kasın gerilmesi yanak­ ta belirgin bir iz ve gözün altında ve özellikle alt köşesinde kırışık­ lıklar oluşturur. Hırlayan bir köpekte olduğu gibidir ve dövüşecek­ miş gibi görünen bir köpek genellikle sadece düşmanı yönündeki dudağını kaldırır. Sneer (dudak bükmek) terimi, snarl (köpek hırla­ ması) terimine benzemektedir ve köken olarak snar teriminden gel­ mektedir, ‘sadece hareketin devamlılığını belirür.’10 Bu İfadenin izlerinin alaycı veya acı gülümsemede de oldu­ ğundan şüphe ediyorum. Dudaklar kapalı veya neredeyse kapalı dürümdalar, ama ağzın alay edilen kişiye dönük tarafındaki kö­ şesi geri çekilmiş durumda; ve bu köşedeki geri çekilme gerçek bir dudak bükme ifadesi. Bazı insanların yüzlerinin bir tarafı öbürüne göre daha fazla gülmesine rağmen, eğer ifade gerçekse, alaycılıkta gülümsemenin neden tek taraflı olduğunu anlamak kolay değil. Bu durumlarda, üst dudağın dış kısmını çeken kasta hafif bir seğirme hissettim; eğer tamamlanırsa bu hareket köpek dişini açığa çıkartır ve gerçek bir dudak bükme oluşur. ■ * of Expression, s+ 136. Sir C* Bell (s. 131) köpek dişini ortaya çıkartan kasları snarling muscles olarak adlandırıyor.

271

Avustralya’da Gipp’s Land’ın uzak bir bölgesinde misyo­ ner olan Bay Blumer, köpek dişinin bir tarafta ortaya çıkması ile ilgili olan sorulanını yanıtladı, ‘Birbirlerini küçümseyerek ko­ nuşan yerlilerin, dişleri kapalı olarak konuştuklarını, üst duda­ ğın bir tarafta çekildiğini ve yüzlerinde kızgınlık ifadesi olduğu­ nu gördüm; fakat doğrudan konuştukları kişiye bakıyorlardı.’ Avustralya’daki diğer üç, Habeşler arasındaki bir ve Çin’deki bir kişi bu konudaki sorulanını olumlu bir biçimde yanıtladılar; fakat ifade biçimi çok görülmediği için ayrıntı veremediler, on­ lara kesin olarak inanmaya korkuyorum. Yine de bu hayvan türü ifade, uygar insanlara göre vahşilerde daha fazla görülebilir. Bay Geach tamamen güvenilecek bir gözlemcidir ve Malaka’nın içlerinde Malaya’da böyle bir gözlem yapmış. S. O. Glenie şöyle yanıt veriyor: ‘Bu ifadeyi Seylan yerlilerinde gördük, ama çok sık değildi.’ Son olarak, Kuzey Amerika’da Dr. Rothrock, bazı yaşlı Kızılderililerde ve Atnahlara yakın olan bir ka­ bilede bunu gönnüş. Küçümseme veya alay etme durumunda üst dudak bazen kesinlikle bir tarafta kalkmasına rağmen, yüz hafifçe çevrildiği ve hareket anlık olduğu için bunun her zaman yapıldığına emin değilim. Hareketin bir tarafa bağlı olması, bu ifadenin gerekli bir parçası olmayabilir ama uygun kasın bir tarafta hareket ede­ memesin sonucunda oluşabilir. Dört kişiden bu şekilde davran­ malarını istedim; ikisi köpek dişini sadece sol tarafta, birisi sağ tarafta gösterebildi, birisi ise hiç gösteremedi. Yine de bu kişiler gerçekten birisine meydan okusalar, her ne taraftaysa, kızılan kişi yönündeki köpek dişlerini bilinçsiz olarak ortaya çıkarta­ caklardır. Çünkü bazı kişilerin, sıkıntı yaratan, önemsiz de olsa, gerçek nedenler karşısında anında böyle davranmalarına rağ­ men, istem içi olarak kaşlarını eğemediklerini gördük. Böylece, yüzün bir tarafındaki köpek dişinin istem içi gösterilmesi gücü­ nün bazen tamamen yok olması, onun az kullanıldığını ve yok olmak üzere olduğunu gösteriyor. Aslında insanların bu güce sa­ hip olması veya onu kullanma eğilimini ortaya koyması şaşırtıcı

272

bir durum; çünkü Bay Sutton bize yakın türlerde, yani hayvanat bahçesindeki maymunlarda, dudak bükmeye rastlamamış ve bü­ yük köpek dişlerine sahip olmalarına rağmen Habeş maymunla­ rının böyle davranmadıklarından çok emin; sadece vahşi olduk­ ları ve saldıracaktan zaman dişlerini gösteriyorlar. Gelişmiş in­ san benzeri maymunlann dişilerine göre daha büyük köpek dişi olan erkeklerinin dövüşmeye hazırlandıklannda dişlerini göste­ rip göstennedikleri bilinmiyor. Buradaki, ister alaycı bir dudak bükme, ister vahşi bir hırla­ ma olsun, insanlarda oluşan en ilgi çekici ifadedir. Hayvan türe­ yişini açıklamaktadır; çünkü yerde yuvarlanarak düşmanıyla ölümüne savaşan ve onu ısırmaya çalışan bir kişi, köpek dişini diğerlerinden daha fazla kullanmaz. İnsana benzer maymunlara olan yakınlığımızdan, yan insan atalarımızın iri köpek dişlerine sahip olduklarına inanabiliriz ve şimdi de bazen çok büyük kö­ pek dişiyle ve karşılığı olan çenede uygun boşlukla doğan in­ sanlar olabiliyor.” Bizim kendimizi vahşi hissettiğimizde veya birisini küçümserken, meydan okurken, gerçekten dişle bir sal­ dırı amacımız olmamasına rağmen yaptığımız gibi, yan insan atalarımızın dövüşe hazırlanırken köpek dişlerini ortaya çıkart­ tıklarından, benzetmelerden desteğimiz yok diyerek karşı koy­ madan, şüphe edebiliriz.

273

BÖLÜM: XI

HOR GÖRMEK - KÜÇÜMSEMEK İĞRENMEK - SUÇLULUK - GURUR VS. - ÇARESİZLİK - SABIR ONAYLAMAK VE OLUMSUZLAMAK Küçümsemek, burun kıvırmak ve hor görmek, çeşitli ifade biçimleri - Alaylı gülümseme - Küçümseme ifade eden hareketler - İğrenmek - Suçluluk, hile, gurur vs. Çaresizlik veya yetersizlik - Sabır - Dik başlılık - Bir çok insan ırkı için geçerli olan, omuz silkmesi - Onay ve olumsuzlama işaretleri

Tepeden bakma ve hor görme, daha kızgın bir bakış açısı al­ tında olmaları dışında küçümsemeden çok zor ayrılırlar. Ayrıca bir önceki bölümdeki meydan okuma ve dudak bükme terimleri altın­ da tartıştığımız duygulardan da kolayca ayrılmazlar. İğrenmek da­

ha farklı bir duygudur ve gerçek veya hayali bir tat almayla ilgili olarak tiksinerek karşı koymayı içerir; ayrıca koku alma, dokun­ ma ve hatta görme yoluyla aynı şekilde duyulan duyguyu da ifade eder. Aşın küçümseme veya nefret de iğrenmeden çok zor ayrıla­ bilir. Zihnin bu değişik durumları, birbirleriyle ilişkilidirler; her biri değişik biçimlerde ortaya konabilir. Bazı yazarlar bir ifade bi­ çiminde, diğerleri çeşitli biçimlerde ısrar ediyorlar. Bu durumda, M. Lemoine tanımlamalarının güvenilir olmadığını söylüyor.1 Fa­ kat hemen biraz sonra, onların ifadesi için birleşme ilkesiyle hare­ ket eden çeşitli alışkanlıklar gibi, burada tartışılan duyguların farklı şekillerde ifade edilmesinin doğal olduğunu göreceğiz. Tepeden bakmak ve hor görmek kadar, dudak bükmek ve meydan okumak da yüzün bir tarafındaki köpek dişinin göste­ rilmesiyle ifade edilebilir; ve bu hareket gülümseme benzeri bir duruma değişir. Ya da gülümseme veya gülme, alaylı bir biçim­ 274

de olmasına rağmen, gerçek olabilir; bu da kızılan kişinin önemsiz olduğu ve bizi sadece eğlendirdiği anlamına gelir; ama eğlence göstermeliktir, Gatka, sorularımı yanıtlarken kendi vatandaşları olan Kafirler arasında küçümsemenin, gülümseme biçiminde sıkça görüldüğünü söylüyor; ve Raja Brooke, aynı gözlemi Bomeo’lu Dyaklarda yapmış. Gülme sadece sevinç ifadesi olduğu için, bana göre genç çocuklar alaycı bir biçimde gülmezler. Duchenne’ nin * ısrar etliği gibi, göz kapaklanılın yan kapa­ lı olması veya gözlerin veya tüm bedenin dönmesi hareketleri, hor görmenin açık belirtileridir. Hareket, sanki hor görülen kişi­ nin bakmaya deymez veya onun dayanılmaz biri olduğunu göstennek için yapılmaktadır. Sonraki sayfadaki Bay Rejlander ta­ rafından çekilen fotoğraf (Baskı IV, şekil 1), hor görmenin bu biçimini belirlemiş. İstenmeyen bir sevgilinin fotoğrafını yırtan

bir hanımı gösteriyor.** Küçümsemeyi ifade etmenin en çok görülen şekli burun ve dudak hareketleridir; ancak İkincisi güçlü bir şekilde ifade edi­ lirse iğrenmeyi belirtir. Üst dudağın yukarıya dönmesinden son­

ra burun da hafifçe yukarıya dönebilir; ya da hareket kısaca bir * Phystonomîe Humanı e f Albüm, leğende, s, 35. Gratiolet de göz ve be­ denin dönüşünden bahsediyor (De La Phys, , 1865, s. 52). ** (Bay H. Holbeach (St. Paul’s Magazine, Şubat, 1873, s. 202), *baş yukarı ve arkaya doğru kaldırılarak küçümseyen ve küçümsenen arasında, olabilecek en farklı yükseklik mesafesi verilmeye çalışılır, gözler genel hare­ kete katılır ve küçümsenen kişiye yukarıdan bakılır. Profesör Cleland, Ev&lution, Expresi&n and Sensafian, 1881, s. 54, adlı eserinde benzer bir biçimde şöyle diyor: 'Zihinde oluşmuş ve diğerlerine tepe­ den bakan* kişiye ait bir yükseklik duygusunu ima ederek, gururla yukarı kalkmış olan baş, aşağıya doğru olan bakışla bir tür zıtlık yaratır, * Cleland (s. 60), şekil 1, baskı 6 da görülen küçümsemenin tamamen başın dönmesi ile gözlerin bakışı arasındaki zıtlığa dayandığını söylüyor- baş dik tu­ tulurken, gözler aşağı çevrilmiş. Bunun kanıtı için bir deney öneriyor (benim de başarılı bulduğum)- yani, baskı IV deki kadının boynunu, üzerinde sanki baş gevşemiş gibi bir çizim olan bir kağıt parçasıyla kapatmak; böylece küçümseme yok oluyor ve yerini 'ciddi ve sakin1, hatta melankolik bir görünüm alıyor. Bu anlamda gurur ile ilgili olarak söylenenleri karşılaştırın, s. 262)

275

burun kırışması biçiminde oluşabilir. Sanki geçişi kısmen kapatınnış gibi, burun genellikle hafifçe titrer; * ve bunu genellikle hafif bir horuldama veya (burundan) nefes verme izler. Bütün bunlar, rahatsız edici bir koku algıladığımızda, ondan kaçınmak veya ortadan kaldırmak için yaptığımız hareketlerdir. Dr. Piderit’in söylediği gibi, ** uç vakalarda, sanki bir valfla burnumuzu kapatır gibi, iki dudağımızı veya sadece üst dudağımızı ileri çı­ kartarak kaldırırız ve böylece burnumuz da yukarıya kalkar. Yü­ zümüzü çevirerek veya gözümüzü yarım kapatarak bakılmaya değer olmadığını ifade ettiğimize benzer bir biçimde, küçümse­ nen kişiye karşı, kötü koktuğunu söyler gibi bir tavır takını­ *** rız. Ancak bu, küçümseme ifadesini ortaya koyarken böyle düşüncelerin zihnimizden geçtiği anlamına gelmez; ama ne za­ man rahatsız edici bir koku veya görüntü algılasak, bu tür hare­ ketler yapılır, alışkanlıkla sabit hale gelir ve benzer zihin du­ rumlarında uygulanırlar. Bizim araştırmamız,küçümseme ile ilgili olarak, bir dudak köşesinin gerilerek eğim kazandığı daha farklı ve genel bir ifade tarzı ortaya çıkarttı. Başı geriye atarak aşağı bakma da buna ekleniyor, ama her zaman değil. Bunun simetrik olmayan tek yüz ifadesi olması kayda değer. Bu ve sonra gelişen görünümün evrensel olmaya­ cağını bekliyordum, ama kanıtlar öyle olduğunu gösteri­ yor. Darvin’in tanımladığı üst dudağın kaldırılması, kü* Koku duyusu ile ilgili ilgi çekici bir makalesinde Dr. W. Ogle (Medico-Chirıırgical Traıısactions, c. liii, s. 268), dikkatlice koku almak istediğimizde, derin bir burun nefesi almak yerine, ardı ardına çabuk nefesler aldığımızı gösteriyor. Eğer ‘bu işlem sırasında burun delikleri izlenirse, genişlemenin ötesinde, her koklamada ka­ sıldıkları görülecektir. Kasılma bütün ön tarafın açılmasına neden olmaz, sadece ar­ ka kısım açılır.’ Sonra bu hareketin nedenini açıklıyor. Öte yanda kokudan uzaklaş­ mak isterken, bence kasılma, sadece burnun iç kısımlarında etkili oluyor. ** Mimik und Physiognomik, s. 84,93. Gratiolet (ibid, s. 155), küçümse­ me ve iğrenme ile ilgili olarak Dr. Piderit’in görüş açısına yakın düşünüyor. *** Tepeden bakma, küçümsemenin güçlü bir şeklidir, ve Bay Wedgwood’a göre bu kelimenin, *scorn\ köklerinden birisi (Dict. Of English Etymology. c. iii, s. 125), gübre veya pisliktir. Tepeden bakılan kimse pislik gibi görülür.

276

BASKI: VI

277

çümsemeden çok iğrenme ifadesini ama yüzün sadece bir tarafında oluşursa da küçümsemeyi belirtebilir. Amerikalı boğaz hastalıkları uzmanı Roger Crıımsley, Darwin’in, rahatsız edici kokuyu uzaklaştırmak is­ terken yaptıklarımız konusunda yanıldığını söylüyor. Burun deliklerinin kasılması,’... burun deliğinin yan kö­ şesini yana doğru çeken ve nefes almayı kolaylaştıran’ alae nasalis kasının genişlemesiyle beraber oluşuyor. Crumley’e göre burnun kırışması ‘... bir solunum hare­ keti değildir... İki dudağın yukarı doğru kalkmasının bu­ run deliklerini sanki bir “valfla kapatıyormuş gibi” yar­ dımcı olduğu doğru.’

Bazı garip küçük hareketler de küçümseme ifade ederler; örneğin, parmak şaklatma. Bay Taylor’un dediği gibi:2 ‘genel olarak gördüğümüz gibi çok anlaşılabilir değil; fakat aynı işare­ ti, baş ve işaret parmaklan arasında bir nesneyle oynuyor veya fırlatıyor gibi kibar bir biçimde yapılırken görürsek, ufak bir şe­ yi işaret eden olağan ve iyi anlaşılan sağır dilsiz işaretleri gibi, tamamen doğal bir hareketi, asıl nedeninin görünümünü ortadan kaldırarak abartıyor veya alışkanlık haline getiriyor gibi görebi­ liriz.’ Strabo, bu hareketi ilginç bir biçimde açıklıyor. * Bay Washington Matthews’in anlattığına göre, Kuzey Amerikalı Dakota Kızılderililerinde, küçümseme yukarıda açıklandığrgibi sadece yüz hareketleriyle gösterilmez, fakat ‘geleneksel olarak, el kapatılıp göğse yakın tutulur ve sonra kolun ön kısmı hızla * (Chauncey Wright mektubunda (Özel olarak basılmıştır, Cambridge, Mass. , 1878, s. 309), modern Yunan kültürü üzerine otorite ve Harward’da Yunan kültürü profesörü olan Bay Sophocles ile ilgili olarak şöyle yazmış: ‘Onun (Bay Sophocles) hiç refleks dışı olarak kullandığını görmediğim, fakat ar­ tık yaptığını öğrendiğim ve başkalarının da onda gördüğü, Doğululardaki par­ mak şaklatması benzeri bir ifadenin, küçümseme ve daha soyut bir biçimde önemsizliği ve ikinci olarak da hiçliği ifade ettiğini açıkladı- yani, üst ön dişe baş parmak tırnağıyla dokunmak ve bir parça tırnak kopartıyormuş gibi çatır­ datmak. Romeo ve Juliet’teki, i, ı,’ Baş parmağınızı ısırıp bize mi atıyorsunuz?’ ifadesi aynı tür küçümseme hareketini belirtiyor olabilir.)

278

ileriye uzatılırken, el açılarak parmaklar birbirlerinden ayrılır. Eğer hareketin yapıldığı kişi oradaysa, el ona yönelir ve bazen baş ondan öte tarafa doğru çevrilir/ Ani olarak kolun uzayarak elin açılması, belki de değersiz bir nesneyi bırakmayı veya at­ mayı işaret ediyor, İğrenme/ terimi en basit anlamda rahatsız edici bir tadı anlatıyor Bu duygunun kısa zamanda, beklenmedik bir görüntü, koku veya yemek cinsi ile etkileniyor olması ilgi çekici. Tierra del Fuego’da, kampta yediğim dondurulmuş olarak saklanan bir ete dokunan yerli, yumuşaklığı karşısında aşın bir iğrenme ser­ giledi; elleri kirli görünmemesine rağmen, ben de yemeğime çıplak bir vahşinin dokunmasından iğrendim. Çorbanın kendisi iğrenç olmamasına rağmen, bir adamın sakallarındaki çorba ka­ lıntıları iğrençtir Bence bu, yemekle, her nasıl ilişkilendiriiiyorsa, yemek yeme arasındaki ilişkinin zihinde birleştirilmesinin sonucudur. Modem zamanların duygu kuramını geliştiren ilk kuramcılarından birisi olan Amerikalı psikolog ve Darwiı/i faik eden (Plucchik^ de diğeridir) Silvan Tomkins, iğrenmenin temelde tat alma ve ağız tarafındaki hareketlerle ve küçümsemenin koku alma ile ilgili oldu­ ğunu kabul ediyor, Tomkins, kötü koku diye adlandırdı­ ğı küçümsemeyi, kötü tada bağlı olan iğrenmenin zıttı olarak karşılaştırıyor/54

İğrenme duygusu temel olarak yeme ve Utma ile ilgili ol­ duğu için, İfade tarzının ağız etrafındaki hareketlerle oluşması doğaldır. Ama iğrenme, hep rahatsızlığa neden olduğu için ge­ nellikle kaş çatılması ve rahatsız eden nesneyi itecek veya ken­ dini ondan koruyacakmış gibi yapılan hareketler ile beraber olu­ şur. Bay Rejlander iki fotoğrafta (Şekil 2 ve 3, Baskı VI), belli bir başarıyla bu ifadeleri benzetmiş. Hafif iğrenme, yüz kullanı­ larak çeşitli biçimlerde ifade edilir; rahatsız edici bir lokma çı­ kartılacakmış gibi ağız genişçe açılır; tükürülür; ileri çıkmış du­ 279

daklardan hava püskürtülür; veya geniz temizleme sesi çıkartı­ lır. Gırtlaktan gelen bu sesler ach, ugh gibidir; ve bu sesler çı­ karken, bazen eller iki yana sıkıca yapışırken ve omuzlar kor­ kuyla kalkmış gibi olur ve ürperme oluşur.3 aşın iğrenme ağızda kusmaya hazırlanıyormuş gibi hareketlere neden olur. Ağız ge­ niş bir biçimde açılır ve üst dudak, burnun yanlannı buruştura­ rak güçlü bir biçimde geri çekilir ve alt dudak dışan çıkarak, olabildiğince döner. Son hareket ağzın köşelerini aşağıya çeken kaslann gerilmesini gerektirir. *

İğrenmenin anatomisi ve ifade şekli ile ilgili ola­ rak Darvvin’e katılmıyorum. İki tür iğrenme ifadesi vardır. Danvin birisini tanımlıyor, ama bu en iyisi de­ ğil- küçümseme değil de iğrenmenin ifade edilişi ile il­ gili olarak çeşitli kültürlerin fikir birliğinde olduğu bi­ çimde. Diğer iğrenme ifadesinde burun kınşıyor, bu­ run delikleri yükseliyor ve kaşın iç köşeleri alçalıyor. Bu hareketleri temel olarak levator labii superior alaeque nasi kası ürtetiyor. Darwin’in tanımladığı üst du­ dağın kalkıp, alt dudağın alçaldığı ifade biçimi iğren­ meyi işaret ediyor ama, diğer açıklama gibi kültürler arası geçerli değil. Danvin bu ikinci ifadenin burunda kırışmaya da neden olduğunu söylüyor, ama iki hare­ ket birleşmezse bu oluşmaz. Danvin ayrıca alt dudağın aşağıya indiğinde, dudak kenarlarının çekileceği konu­ sunda da yanılıyor. Bu ikisi farklı kaslar tarafından üretilen farklı hareketler (alt dudağı depressor labii çe­ kerken, dudak kenarlarını triangularis etkiliyor). İkin­ ci iğrenme ifadesi biçiminde, alt dudağın aşağıya in­ mesi ile birlikte, bunun da gerçekleşmesi olasılığına rağmen, her zaman dudak kenarlarının aşağıya çekil­ mesi gerekmiyor. * Duchenne, alt dudak ters dönerken, köşelerin depressors anguli oris ta­ rafından aşağıya çekildiğine inanıyor. Henle (Handbuch. D. Anat. Des Menschen, 1858, c. i, s. 151), bunu muscular quadratus menfi kasının yaptığını belir­ tiyor.

280

Besinin içinde kusmaya neden olacak hiçbir şey olmasa da, genellikle yenmeyen bir hayvan eti gibi, alışılmamış bir besin içeren bir fikir karşısında bile insanlann ne kadar kolay ve ça­ buk bir biçimde gerçek öğürme veya kusmaya yöneldikleri çok dikkat çekici. Gerçek bir nedenle refleks olarak kusma - ağır ye­ mek, bozuk et veya kusturucu bir ilaç nedeniyle- hemen oluş­ maz ve aradan bir zaman geçer. Böylece bir düşünce sonucunda böyle çabuk oluşan bir öğürme veya kusmayı görünce, ataları­ mızın onlara dokunacak, veya dokunacağına inandıkları * ye­ mekleri istem içi olarak çıkartabildiklerinden (geviş getiren ve bazı diğer hayvanlar gibi) ve bunun bu gün, istek düşünüldü­ ğünde, yok olduğundan ama zihinden iğrenç bir şey veya isten­ meyen bir yiyecek geçtiği zaman, daha önce iyi bir biçimde oluşmuş alışkanlık sonucunda istem dışı hale geldiğinden şüp­ heleniyorum. Bay Sutton’un hayvanat bahçesindeki maymunla­ rın sağlıklı durumda ve istem içi gibi görünen bir biçimde kusabilmelerini anlatmasıyla, bu düşünce destek kazanıyor. İnsanla­

rın çocuklarına ve diğerlerine yenilmeyecek besinlerle ilgili bil­ giyi aktarabildiğini görüyoruz, böylece istem içi çıkarma yete­ neğine çok fazla ihtiyacı kalmıyor; böylece bu yetenek kullanılmayarak kayboluyor. ** Koku duyusu, tat almayla yakın ilişkili olduğu için, çok kötü kokunun, zihinde canlanan iğrenç bir yemek gibi, bazı insanlarda öğürme ve kusmaya neden olması şaşırtıcı değildir; ve dahası bi­ raz rahatsız eden bir koku da çeşitli iğrenme ifadelerine neden * (Ballymahon îslahevindeki tıp görevlisi (mektup, Ocak, 1873). Patrick Walsh adlı bir idiyotun yediği yemeği midesinden dışarı çıkartabildiğim anlatıyor. Yazar İskoçyalı bir gencin de istem içi olarak yemeği midesinden çıkar­ dığına dair açıkça güvenilecek, başka bilgiler alıyor; harekette bir acı veya zorluk yokmuş. Bay Cupples, dişi köpeklerin belli yaşa gelen yavrulan için genellikle yedikleri besini kustuklarını anlatıyor. ** (Yazarın Dr. Tuke’e ait Influence on Mind on the Body (s. 88) kitabı­ nın işaretlenmiş kopyasında, öğürme alışkanlığı ile ilgili olarak Darwin’in kendini hatalı bulduğu izlenimini görüyoruz. Bunun sadece hayal gücüne bağ­ lı olabileceği konusunda kendisini ikna etmiş görünüyor.)

281

olur. Kötü koku nedeniyle öğürme eğilimi, bir dereceye kadar il­ ginç bir biçimde alışkanlıkla hemen güçlenebilir ve zamanla ra­ hatsızlık kaynağına alışarak veya engellemeyle ortadan kalkabi­ lir. Örneğin, yeteri kadar iyi korunmuş olmayan bir kuş iskeletini temizlemeye çalıştım (bu işte fazla tecrübemiz yoktu) ve koku yardımcımla benim o kadar şiddetle öğürmeme neden oldu ki işi bırakmak zorunda kaldık. Önceki günlerde, daha az kokan iske­ letleri incelemiştim; koku beni hiç etkilememesine rağmen, bun­ dan sonra ne zaman bu iskeletleri incelesem öğürdüm. Bana yazılanlardan anlaşıldığına göre küçümseme ve iğren­ me ifadesi olarak şu ana kadar tanımlanan hareketler dünyanın büyük bir bölümünde geçerli. Örneğin Dr. Rothrock, Kuzey Amerika’nın bazı kabileleri için kararlı bir biçimde bunu onay­ lıyor. Crantz, Grönlandlının, bir şeyi küçümseme ve korkuyla red ederken, burnunu kaldırdığını ve hafif bir ses çıkardığını an­ latıyor.4 Bay Scott, bazen zorla içtiği kunduz yağı karşısındaki genç bir Hintli yüzünün grafik çizimini yollamış. Bay Scott, ay­ nı ifadeyi, kötü bir nesneye yaklaşan üst sınıf yerlilerde görmüş. Bay Bridges, Fugenlerin ‘küçümsemeyi dudaklarını * ileri çıkar­ tıp tıslayarak ve burunlarını çevirerek ifade ettiklerini’ söylüyor, burundan horuldama veya ugh ve ach sesleri çıkartma eğilimleri bazı gözlemciler tarafından izlenmiş. Tükürme, küçümse ve iğrenmenin tüm dünyada geçerli bir işareti gibi görünüyor; tükürme açıkça ağız için rahatsızlık veri­ ci her şeyin reddi anlamına geliyor. Shakespeare, Norfolk Dü­ künü şöyle konuşturuyor: ‘Ona tükürdüm- ona iftiracı korkak ve hain dedim. ‘Sonra yine Falstaff şöyle diyor: ‘Sana ne söyleye­ ceğim Hal- yalan konuşursam yüzüme tükür.’ Leichardt, Avustralyalılann ‘iğrendikleri zaman konuşmalannı tükürerek kestik­ lerini ve pooh! pooh! sesi çıkardıklannı’ söylüyor. Kaptan Burton, ‘İğrendiklerinde yere tüküren bazı zencilerden’5 bahsediyor. * (Dr. Comrie, (Journal of anthropological Institute, c. vi, s. 108), Yeni Gine’de yaşayanların iğrenmeyi yüzlerini ekşitip kusma taklidi yaparak ifade ettiklerini söylüyor.)

282

Kaptan Speedy, Habeşi erde benzer durumları anlattı. Bay Geach, Malayalı Malahlann iğrenme ifadesinin ‘ağızdan tükürerek yanıt vermek' olduğunu söyledi; Bay Bridges’e göre Fugenler'de ‘birisine tükürmek en aşağılayıcı ifade biçimiymiş/ Çocuklarımdan biri beş aylıkken, ilk seferinde soğuk su nede­ niyle ve bir ay sonra ağzına olgun bir kiraz koyulduğunda, yüzünde gördüğüm gibi, iğrenmenin daha açık bir biçimde ifade edildiğini görmedim. Bu, dudakların ve ağzın içindekileri anında dışan çıkar­ tacak bir şekil almasından anlaşılıyordu; ve dil de aynı şekilde dışarı çıkıyordu. Bu hareketler hafif bir ürpermeyle beraber oluşuyorlardı. Hareketler öyle komikti ki, çocuğun gerçel ten iğrendiğinden şüphe­ lendim- gözler ve alın çok fazla hayret ve İği sergiliyordu. Beğenil­ meyen nesneyi atmak için dışan çıkartılar dil, bu hareketin nasıl ge­ nel bir küçümseme ve nefret işareti olduğunu gösteriyordu. * Şimdi, tepeden bakma, hor görme, küçümseme ve iğrenme­ nin, çehre hareketleriyle ve diğer hareketlerin çok çeşitli yollanyla ifade edildiğini gördük. Hepsi de sevmediğimiz veya iğ­ rendiğimiz gerçek bir nesnenin reddi veya yok edilmesine yöne­ lik olan ama kızgınlık veya korku gibi daha güçlü duygular ka­ dar insanları etkilemeyen hareketlerdi; alışkanlık gücü ve ben­ zer hareketlerin birleşmesi sonucunda, zihinde ne zaman benzer bir duygu oluşsa, benzer hareketler yapılıyor. Kıskançlık, imrenmek, hırs, intikam, şüphe, yalancılık, kurnaz­ lık, suçluluk, kibir, kendim beğenme, ihtiras, gurur, alçak gönüllü­ lük itf. Yukarıdaki bir çok zihinsel durumun, yeteri kadar açıklana­ cak veya anlatılacak kadar farklı bir ifade biçimiyle ortaya konduğu şüphelidir, Shakespeare imrenmek için kıraç yüzlü, siyah veya so­ luk ve kıskançlık için 'yeşil gözlü canavar * dediği zaman; ve Spenser şüpheyi 'iğrenç, çirkin ve gaddar * olarak tanımladığında, zor­ lanmış olmalılar. Yine de yukarıdaki duygular- en azından bir çoğugözle algılanabilir; örneğin, kendini beğenme; ama kişi ve ortamla ilgili daha önce bildiklerimiz tarafından daha çok yönlendiriliriz. * Bu Bay Taylor tarafından anlatılan olay olmalı (Early IIisı. Of Mankİnd, 2. b., 1870, s. 52); ve şöyle ekliyor: 'bunun neden böyle olduğu açık değil. *

283

Kıskançlık için bir yüz ifadesi olmadığı konusunda Danvin’e katılıyorum (gelen paragrafa bakın). Onu. kız­ gınlık, korku veya iğrenme gibi temel bir duygu olarak kabul etmiyorum fakat bir duygu bütünü veya alanı ola­ rak kabul ediyorum. Kıskançlığın üç kişiyi ilgilendirdi­ ğini ve her birinin diğeriyle olan ilişkisinin hikayesini biliyoruz. Birisinin kızdığını anladığımız zaman, bu çok fazla bilgi içeriyor; ayrıca kızgınlığın kime yöneldiğini bile anlayamayabiliriz, çünkü kişi havaya kızabilir. Kıskanç­ lıkta kişiler bir veya birkaç temel duygular içindedirler: Yeri alınacak kişi, kayıp için kızgınlık veya üzüntü du­ yabilir; gidecek olan kişi, kıskanç olana karşı kızgınlık, korku veya iğrenme duyabilir ve bu böyle devam eder. Seksüel kıskançlığı en çok düşünürüz, ama seksüel ol­ mayan, kayıp ve rekabet içeren kıskançlık olabilir. Yeni araştırmalar seksüel kıskançlığın erkek ve dişilerde de­ ğişik duygulara neden olduğunu söylüyor.c33

Değişik insan ırkları arasında suçluluk ve yalancılık ifade­ lerinin algılanması konusunda yanıt verenlerin yanıtları olum­ * luydu; ve yanıtlarına güveniyorum, çünkü kıskançlığın bu şe­ kilde algılanabileceğini kabul etmediler. Ayrıntı verilen du­ rumlarda en çok gözlerden bahsedildi. Suçlu, onu suçlayana bakmaktan kaçınıyor veya kaçamak bakışlar atıyordu. ‘Göz ucuyla’ bakılıyor veya ‘gözler sağdan sola oynuyorlar’ veya ‘göz kapakları iniyor ve yarı kapalı oluyor’. Son cümleyi Bay Hagenauer, AvustralyalIlar ve Gaika, Kafirler için söyledi. Onu suçlayanın bakışlarına dayanamayan kişi, yüz kızarmasını incelerken de göreceğimiz gibi, açıkça rahatsız bir biçimde gözlerini oynatacaktır. Bazı çocuklarımda, çok genç yaşta, hiç­ bir korku izi olmadan, suçluluk duygusu ifadesi gördüğümü * (Sir Henry Maine’ye göre, Hindistanlılar şahitlik yaparlarken yüz ifa­ delerini kontrol edebiliyorlar ve doğru mu yoksa yalan mı söylediklerinin bir işareti görülmüyor; ama ayak parmaklarını kontrol edemiyorlar ve burulma hareketi şahidin yalan söylediğini ortaya çıkartıyor.)

284

ekleyebilirim. Bir keresinde iki yıl yedi aylık çocuğumdaki ifade çok açıktı ve küçük suçunun ortaya çıkmasına neden ol­ du. O zaman aldığım notlara göre, bu, gözlerdeki doğal olma­ yan parlaklık ve anlatılması güç garip, sahte bir davranışla or­ taya çıkıyordu.

Darvvin’in çocukları için aldığı notlara bakarken, aksiliğin olduğu yaştaki tanı olarak uygunsuz yüz ifa­ desiyle, Darwin’in oğlu Willyle ilgili olarak aşağıdaki tanımlamasını buldum ve tekrar yayımladım: ‘On beş gün önce, gözleri çok parlak bir şekilde ve garip, sahte bir davranışla yemek odasından çıkarken Williyle kar­ şılaştım, davranışı o kadar galipti ki, dönerek kapının arkasında saklanan birisi mi var diye baktım- Sonra iz­ lerden, daha önce birkaç kere almaması söylenen pudra şekerinden aldığını anladım- Gözden kaçmayan bu ga­ rip yüz ekşitmeler ve ifadeler kesinlikle korku nede­ niyle değildi, çünkü korkmamıştı ama bir tür suçluluk duygusuydu. Bugün onunla yemek odasından çıkarken karşılaştım, önlüğü dikkatli bir biçimde katlanmıştı ve ona bakıyordu-orada ne olduğunu sordum: “birşey yok” derken önlüğünün nasıl katlandığına bakıyordu ve ona yaklaşınca “git”, “Doddy gidecek”, “git” diye bağırdı- bu garip durumundan ne sakladığını anlamaya çalışırken önlüğünü, şeker alırken yaptığı gibi sarı tur­ şu lekesiyle lekelediğini gördüm- Burada doğal davra­ nış ve yalan var.’ Michael Ghiselin Darvvin’in, ‘Bir ço­ cuğun Biyografik Skeci’nde, Mind dergisi No: 7, Tem­ muz 1877, 285-94, bu hikayenin büyük bir bölümünü anlattığına işaret ediyor. O yazıdaki gramer daha düz­ gün, ama olayla ilgili ayrıntı daha az. Daı win, burada kullanılan ‘Doddy’ ifadesinin, oğlunun kendisi için kullandığı takma ad olduğunu belirtiyor. Kurnazlık da, bence, temel olarak göz hareketleriyle ortaya konur; çünkü uzun süreli alışkanlığın gücüyle bunlar, bedene

285

Şekil: 23 (Bu fotoğraf Expression9m daha önceki baskılarında gö­ rünmüyor.) göre daha az kontrol altındadır. Bay Herbert Spencer’in dediği gibi:6 ‘Görüş alanı içinde görülmemesi gereken bir şeyi görmek isterseniz, eğilim, başın göze çarpan hareketini kontrol ederek, sadece gözlerle uygun ayarlama yapmak yönünde olacaktır; ve gözler o yöne kayacaktır. Böylece gözler bir yöne dönünce, yüz aynı yöne dönmediği için, doğal dilde buna sezdirmeden yapma deriz.’* * (Profesör Cleland (Evolution, Expression and Sensation, 1881, s. 55), gizleme veya yalancılığın, gözler yukarıya bakarken, yüzün aşağıya bakmasıy­ la ifade edildiğine işaret ediyor. ‘Sanık kendisini bir yalanla korumaya çalışı­ yor.. . inanmadığı etkiyi görebilmek için yukarı doğru kaçamak bakışlar atar­ ken kafasını sırrıyla beraber eğiyor.’)

286

Yukarıdaki bütün karmaşık duygular arasında, herhalde gurur en açık ifade ediliyor. Gururlu bir insan, diğerleri üzerindeki üs­ tünlüğünü baş ve gövdesini dik tutarak belli eder. Kendini yüksek görür (hant) ve olduğunca genişlemeye çalışır; metaforik olarak gururla şişmiş veya kabarmış deriz. Tavus veya hindi kabarmış tüyleriyle çalımla yürür ve bazen gururun amblemi olduğu söyle­ nir.7 Gururlu bir adam diğerlerine yukardan bakar ve düşük göz kapaklarıyla onları görmeye fazla Önem vermez; veya küçümse­ mesini, daha önce de tanımlandığı gibi, burun deliklerindeki ve dudaklarındaki yavaş hareketlerle gösterir. Alt dudağı böylece ters çeviren kaslar nuıscular superbus diye adlandırılır. Bana De Crichton tarafından gönderilen, gururu sabit fikir haline getirmiş olan hastaların bazı fotoğraflarında, baş ve beden dik ve ağız sıkı­ ca kapalıydı. Kararlılığı gösteren sonraki hareket, bence, gururlu kişinin kendisine duyduğu güvenden kaynaklanmaktadır. Gururun tüm ifade biçimi, alçak gönüllülükle tam antitez meydana getirir; böylece bu durum için söylenebilecek bir şey yok.

BASKI: VH

2

287

Çaresizlik, yetersizlik: omuzları silkmek * Kişi bir şeyi ya­ pamayacağını göstermek veya engellemek isterse, hızlı bir şe­ kilde omuzlarını kaldırır. Eğer hareket tamamlanacaksa, dirsek­ lerini yakın bir biçimde içe kıvırır, ellerini dışa çevirerek, par­ maklan ayrık bir biçimde açar. Baş genellikle hafifçe bir yana atılmıştır; kaşlar yükselmiş ve alında kınşıklıklara neden olmuş­ tur. Ağız genellikle açık durumdadır.

3 Baskı VII (Şekil l vc 2 daha önce, Darvvin’in bu iki ifade­ yi tanımladığı Baskı V, sayfa 267’dc vardı. Sağ ve sol sayfalar­ daki şekillerin karşılaştırması ile ilgili olarak, okuyucuların Dar­ vvin’in 306 sayfadaki tanımlamasını daha iyi takip edebilmeleri için burada tekrar yayımladık. Fotoğrafların yerleştirilmesi bi­ rinci baskıdaki gibidir.) * (Bulvver (Pafhomyotonıia, 1649, s. 85), omuz silkmeyi şöyle tarif edi­ yor: ‘Onlar çaresi olmayan ama sabır gerektiren hiçbir şeyi beğenmezler veya olayı yavaş kabul ederler ve kendilerini sözsüz bir itiraf dışında savunmazlar; onlar yaltaklanır, beğenir, şüphe eder, inkar eder, veya dar görüşlüdürler veya özür dileme havasında, başlarını çekmeyi ve boyunlarını omuzları arasında kasmayı adet edinmişlerdir.)

288

Yüz ifadelerinin bilinçsiz bir biçimue oluştuğunu göstere­ bilmek için, genellikle, ellerimi nasıl yerleştirdiğimi görmek üzere, omuzlarımı amaçlı olarak silkmeme rağmen, aynaya ba­ kana kadar kaşlarımın kalktığının ve ağzımın açıldığının farkın­ da olmadığımı belirtmeliyim; ve bundan sonra başkalarının yi’ zünde aynı hareketleri gördüm. Bay Rejlander baskı VII şekil 3 ve 4 de başarılı bir biçimde omuz silkme hareketini taklit etmiş. îngilizler diğer bir çok Avrupalıya göre daha az oeden hare­ ketleri yaparlar ve îtalyan veya Fransızlara göre omuzlarını da­ ha az ve enerjik olmayan bir şekilde sallarlar. Hareket, tanım­ landığı gibi çok karmaşık bir hareketler topluluğundan, anlık ve iki omzun zor algılanabilir hafifçe kaldırılmasına kadar değişik­ likler gösterebilir; veya kollu bir sandalyede oturan bir hanımda gördüğüm gibi sadece dışarıya doğru uzanmış ve parmakları açılmış koluyla hafifçe dönme biçiminde de olabilir. Genç İngi­

liz çocuklarını omuzlarını silkerlerken hiç görmedim, fakat an­ latılacak olan örnek, iyi bir gözlemci olan mükemmel bir tıp doktorunca izlenmiş ve bana aktanldı. Bu beyin babası Parisli, annesi de İskoç’muş. Eşi ise anne ve baba tarafından İngiliz'miş ve onun omzunu hiç silktiğini görmediğini söyledi. Çocuklar İngiltere’de yetişmişler ve bakıcıları da hiç omuz silkmeyen tam bir İngiliz kadınıymış. Büyük kızı, on altı ve on sekiz aylar ara­ sında omuz silkerken izlenmiş; anne de şöyle söylemiş ‘Bakın küçük Fransız kızı omuz silkiyor!’ Önceleri, başını bir tarafa doğru biraz geriye atarak genellikle böyle davranıyonnuş, ama izlendiği kadarıyla dirseklerini ve ellerini alışılageldiği gibi kullanmıyonnuş. Bu alışkanlık zamanla geçmiş, ve dört yaşının bi­ raz üzerinde olunca da bir daha böyle davranmamış. Babası ba­ zen birisiyle münakaşa ederken omuzlannı silktiğini söylüyor; fakat kızının onu bu kadar erken yaşta taklit etmesi olası değil; çünkü, ona göre, kızının bu hareketi babasında sık görmesi ola­ sılığı yok. Ayrıca, eğer alışkanlık taklitle elde edilmişse, bunun zamanla çocukta kendiliğinden ve şimdi göreceğimiz gibi, baba hala aileyle oturmasına rağmen ikinci çocukta da yok olması

289

beklenemez. Ayrıca bu küçük çocuğun çehresinin Fransız dede­ ye ileri derecede benzediğini ekleyebiliriz. Başka bir ilginç ben­ zerliği daha vardı, yani özel bir huy. Bir şeyi sabırsızlıkla isti­ yorsa, küçük elini tutuyor ve baş parmağını hızlı bir biçimde or­ ta ve işaret parmağına sürtüyordu: bu huy aynı koşullarda dede­ si tarafından da yapılmaktaydı. Bu beyefendinin ikinci kızı on sekiz aylık olmadan önce de omuzlarını silkiyordu ve sonra bu alışkanlığı bıraktı. Büyük kardeşini taklit etmiş olabilirdi; fakat ablası bunu bıraktıktan sonra da devam ettirdi. Aynı yaştayken, ablasına göre Fransız dedesine daha az benziyor gibi görünüyordu, fakat sonra daha çok benzedi. Bu güne kadar da, sabırsız olduğunda baş parmağı ile iki parmağını ovma alışkanlığını devam ettirdi. Daha önceki bölümde de anlattığımız gibi, bu son olay ka­ lıtımsallaşmış huy veya hareketlere güzel bir örnek oluşturuyor; çünkü bu iki çocuğun hiç gemledikleri dedelerinde bulunan bu alışkanlığın sadece rastlantı sonucu çocuklarda oluşabileceğini kimse düşünemez. Omuzlarını silken bu çocuklarla ilgili bütün koşullan göz önüne alınca, kanlarında çeyrek Fransız kanı olmasına ve dede­ nin çok fazla omuz silkmemesine rağmen, bunu Fransız atalanndan kalıtımla aldıklarına şüphe yok. Konu ilgi çekici olması­ na rağmen, çocuklann genç yaşlarda kalıtımla alışkanlık elde etmeleri ve sonra bunu bırakmaları olağan bir durum; çünkü belli özelliklerin bir süre korunarak sonra kaybolması hayvan­ larda çok sık görülür. Beraberindeki hareketlerle birlikte omuz silkme gibi çok karmaşık hareketler bütünün, içsel olması bir zamanlar bana olanaksız gibi görünmüştü, taklit ederek bu alışkanlığı öğrene­ meyecek olan kör ve sağır Laura Bridgman’ın bunu yapıp yap­ madığını merak ediyordum. Dr. Innes’ten, işten çıkardığı bir ka­ dının, omuzlarını silktiğini, dirseklerini çevirdiğini ve aynı du­ lumdaki insanlar gibi kaşlarını kaldırdığını dinledim. Bu alış­ kanlıkların çeşitli insan ırkları ve özellikle Avrupahlarla ilişkisi

290

olmayanlar tarafından ortaya konup konmadıklarım da öğren­ mek için sabırsızlanıyorum. Onlann da böyle davrandıklarını göreceğiz; ama bazen hareket, diğerleri olmadan sadece omuz silkmeye bağlı kalıyor. Bay Scott, örneğin ağır bir yükü kaldıramayacaklarını söy­ lediklerinde, Kalküta botanik bahçesinde işçi olan Bengaldeşli ve Dangaıiarda bu hareketi sık olarak izlemiş (İkincisi uzak bir ırk). Bir Bengladeşliye uzun bir ağaca tırmanmasını söylemiş; ama adam omuz silkip, başını sağa sallayarak hayır demiş. Bay Scott adamın tembel olduğunu bilerek, yapabileceğini düşünmüş ve ısrar etmiş. Adamın yüzü solmuş, elleri iki yana düşmüş, ağız ve gözleri geniş bir biçimde açılmış ve bir yandan ağacı izler­ ken, göz ucuyla Bay Scott’a bakmış, omuzlarını silkmiş, açık el­ lerini uzatmış ve birkaç hızlı yan baş hareketiyle yapamayacağı­ nı açıklamış. Bay H. Erskine, aynı biçimde omuzlarını silken Hindistan yerlilerini görmüş; ama dirsekler bizde olduğu kadar içe dönmüyormuş; bazen omuz silkerlerken çaprazlanmamış olan ellerini göğüslerinin üzerine koyuyorlarmış. * Bay Geach, Malaka’nın içlerinde yaşayan vahşi Malaklarda ve Bugilerde (başka dil konuşan gerçek Malaklar) bu hareketi sıkça görmüş. Omuzlar, eller, kollar ve yüz ile ilgili hareketlerin açıklanması ile ilgili olarak, Bay Geach’in ‘güzel bir biçimde yapılıyor’ sözleri konuyu tamamlıyor. Pasifik Okyanusundaki Caroline takımadalanndaki bazı yerlilerin (Mikronezyahlar) omuz silkmelerine ait, bilimsel bir gezide yazılmış ayrıntılı özet­ leri kaybettim. Kaptan Speedy Habeşlerin omuzlarını silktiğini bildirdi, fakat ayrıntı vermedi. Bay Asa Gray, İskenderiye’de bir

Arap rehberin, rehberlik ettiği yaşlı bir bey işaret ettiği doğru yöne gitmediği zaman aynen sorumda anlatıldığı biçimde hare­ ket ettiğini söylüyor. * Calcutta Englishman’da yazan bir ‘Bengaldeşli’, (Nature, 6, Mart, 1873, s. 351 de aktarılmıştır) omuz silkme hareketini, İngiliz fikir ve alışkan­ lıklarını kabul eden vatandaşlarının yanı sıra, Bengladeş alt tabakasında gör­ düğünü belirtiyor.

291

Bay Washington Matthevvs Birleşik Devletler’in batısındaki vahşi Kızılderili kabileleriyle ilgili olarak şöyle diyor: ‘birkaç kere özür anlamına gelen hafif bir omuz silkmesiyle karşılaştım, ama bah­ settiğiniz diğer hareketlerin hiç birisini görmedim.’ Fritz Müller, Bre­ zilya’daki zencilerin omuzlarını silktiklerini bildiriyor, * fakat bunu Portekizlileri taklit ederek öğrenmiş olabilirler. Bayan Barber. Güney Afrikalı Kafirlerde bu hareketi hiç görmemiş; ve Gaika’nın cevabın­ dan anladığım kadarıyla, ne sorduğumu anlamamış. Bay Swinhoe de. Çinliler konusunda şüpheli; ** fakat bizim omuz silkeceğimiz du­ rumlarda, onların sağ dirseklerini sağ tarafa bastırırken kaşlarını kal­ dırdıklarını. konuştukları kişiye doğru avuç içlerini yöneltecek şekil­ de ellerini kaldırdıklarını ve sağa sola salladıklarını görmüş. Son ola­ rak, AvustralyalIlar için dört kişi olumsuz ve bir kişi olumlu yanıt verdiler. Viktorya kolonisinin sınırlarında iyi gözlemler yapma şansı elde eden Bay Bunnett de, ‘evet’ cevabı verdi, ama ‘uygar toplumlara göre daha yumuşak ve az anlaşılır biçimde olduğunu ekledi. Bu nedenle bana yanıt veren dört kişi hareketi görememiş olabilirler. AvrupalIlar. Hintliler. Hindistan’ın dağ kabileleri, Malaklar, Mikronezyalılar, Kuzey Amerika Kızılderilileri ve açıkça Avust­ ralyalIlarla ilgili açıklamalar,- bu milletlerin bir çoğu AvrupalI­ larla ilişki içersinde değiller- bazı durumlarda uygun diğer hare­ ketlerle birlikte, omuz silkmenin insanlık için doğal bir hareket tarzı olduğunu gösteriyor. Bu hareket, bizim için istenmeden olan, kaçınılmaz veya başka­ sı tarafından yapılmasını engelleyemediğimiz bir olayı anlatıyor. ‘Benim hatam değildi’; ‘bu yardımı yapmam olanaksız’; ‘Yoluna de­ vam etmeli, onu durduramanf gibi cümlelerle birlikte oluşabilir. 0muz silkme aym zamanda sabrı veya karşı koyma niyetinin olmadı­ ğını gösterir. Bir sanatçıdan duyduğum gibi, omuzları kaldıran kaslar bazen ‘sabır kasları’ olarak adlandırılır. Yahudi Shylock, şöyle diyor: * (Bay Winwood Reade, bu hareketi zencilerde de görmüş (mektup, 5 Kasım, 1872).) ** (26 mart 1873 tarihli bir mektupta, bay Svvinhoe, elleri açılmış ve dir­ sekler yanlardan uzak olarak omuz silken hiçbir Çinli görmediğine emin oldu­ ğunu söylüyor.

292

‘Sinyor Antonyo, çoğunlukla ve sıkça Rialto'da bana değer biçtiniz Para ve kağıtlarımla ilgili olarak; Yine de buna sabırlı bir omuz silkmeyle dayanı­ yorum. ’ Venedik Taciri, i,3 Bay C. Bell, önemli bir tehlikeden ürken ve korkuyla bağır­ mak üzere olan bir adamın canlı tanımını veriyor/ Omuzlan ne­ redeyse kulaklarına deyecek kadar kalkmıştı; bu da direnme dü­ şüncesi olmadığını gösteriyordu. Omuz silkmek genellikle ‘Onu veya bunu yapamam’ anlamı­ na geldiği için, ufak bir değişimle, ‘Onu yapmayacağım’ anlamı­ na da gelir. O zaman hareket inatçı bir yapmama kararlılığı göste­ rir. Olmsted, Teksas’ta, kendisine bir gurup insanın Amerikalı de­ ğil de Alman oldukları söylenince, onlarla yapacağı bir şey olma­ dığını anlatırcasma omuzlarını kuvvetle silken bir Kızılderili’yi anlatıyor.9 Küskün ve somurtkan çocukların iki omzu da havaya kalkık görülebilir; fakat burada gerçek omuz silkmeyi takip eden hareketler oluşmaz. İyi bir gözlemci.10 babasının isteklerine bo­

yun eğmek istemeyen bir genci şöyle tanımlıyor: ‘Ellerini cebine sokmuş, omuzlarını kulaklarına doğru kaldırmış ve, yanlış veya doğru, bu taş Jack gider gitmez yerinden uçacak diye uyarıyor; ve konuyla ilgili herhangi bir itiraz boşuna olacak. Çocuk yoluna gider gitmez, omuzları normal pozisyonunu alıyor.' Vazgeçmek bazen, bedenin alt bölümünde birbiri üzerine yerleştirilmiş açık ellerle gösterilir. Dr. W. Ogle, kloroformla ameliyat edilmek üzere olan hastalarında bu durumu iki üç kere görmüş olduğunu söylemeseydi, bu ufak hareketin bahsetmeye değer olduğunu düşünmüyordum. Korku ifadesi göstermiyorlar­ dı ama ellerinin bu biçimiyle, karar verdiklerini ve kaçınılmaz olana kendilerini terk ettiklerini belirtiyorlardı. Şimdi dünyanın her tarafında,- bu duyguyu göstermek iste­ seler de istemeseler de- bir şeyi yapmayacakları veya yapama-

293

yacaklan zaman, veya başkası tarafından yapılan bir şeye dire­ neceklerinde, insanların neden omuz silktiklerini ve aynı za­ manda sıklıkla dirseklerini eğerek açılmış parmaklarla avuç iç­ lerini gösterdiklerini, genellikle başlarını bir tarafa attıklarını, kaşlarını kaldırdıklannı ve ağızlarını açtıklarını artık araştırabiliriz. Bu zihin durumları edilgen olan veya hareket yapılmaya­ cak davranışı gösterir. Bu hareketlerin en ufak bir yararı bile yoktur. Bence, şüphesiz, yanıt bilinçsiz antitez ilkesinde yat­ * maktadır. Bu ilke, vahşi durumda olan ve dövüşmeye hazır bir havaya girerek kendini düşmana korkunç göstermek isteyen bir köpekte açıkça ortaya çıkıyor gibi görünüyor; ama uysal bir du­ ruma döner dönmez, bunun kendisine doğrudan bir yararı olma­ masına rağmen, bütün bedeni tam tersine bir durum alıyor. Çalışmalarımız insanların ‘bi< şeyi yapmayacakla­ rını veya yapamayacaklarım’ açıklarken yaptıkları omuz hareketinin, bunu açıklamak istemezlerken yaptıkların­ dan daha farklı olduğunu gösteriyor.056 Eğer bastırılır ve­ ya kaçınılırsa omuz silkmenin sadece bir parçası ortaya çıkar (bir omuz ve bir el gibi) ve bu genellikle kısa olur. Herkes bu omuz hareketini göstermez, ama gösterildi­ ğinde, saklama çabasını ifade eder. Şimdi haksızlığa uğramamaya çalışan alıngan ve kızgın bir adamın başını nasıl dik tuttuğunu, omuzlanın dikleştirdiğini ve * (M. Baudry, bir mektubunda (4 Aralık 1872) omuz silkmenin antitez il­ kesiyle açıklanamayacağını, bunun bir darbeyi direnmeden kabul eden bir ki­ şinin doğal davranışı olduğunu söylüyor. Ben yine de kulağının üzerine bir yumruk yeme tehdidi altında bulunan çocuğun silkinmesinin, özür dileme sil­ kinmesinden farklı olduğuna inanıyorum. Arkadan bir kriket topu gelirken, bi­ risinin ‘kafaya dikkat!’ diye bağırması sonucunda, beklenmeyen bir tehlike nedeniyle ürkme sonucu oluşan, korunma silkinmesidir. M. Baudry, bunu ka­ fanın boyuna sıkıştırılması olarak tanımlıyor. Benzeri bir hareket de soğuktan etkilenince yapılır. Burada, bedenin ısısını ekonomik olarak kullanacağı var sayılan ve bilinçli olarak yapılan içgüdüsel bir hareketin tekrarı vardır. M. Ba­ udry, kişinin silahlan olmadığını gösterir bir biçimde açık olan ellerinin sa­ vunmasızlığı ifade ettiğini söylüyor.)

294

göğsünü genişlettiğini görelim. Genellikle yumruklarını sıkarak, kaslan katı durumda, bir veya iki elini saldın veya savunma po­ zisyonuna getirecektir. Kaşlarını çatacaktır- yani kaşlannı gere­ rek alçaltacaktır- ve azimli bir biçimde, ağzını kapatacaktır. Ça­ resiz bir kişinin hareket ve davranışlan her yönüyle bunun tam tersidir. IV numaralı baskıda sol tarafta bulunanlardan birisini şöyle konuşurken hayal edebiliriz: 'Bana hakaret ederek ne de­ mek istiyorsun?’, sağdaki ise şöyle yanıt verebilir: 'Buna mani olamıyorum.’ Çaresiz kişi, bilinçsiz olarak alnındaki, çatılma nedenine göre zıt tarafındaki kasları gerer ve böylece kaşları kalkar; aynı zamanda ağız kaslarını bırakır ve alt çene düşer. Sadece yüz hareketlerinde değil, ama uzantıların pozisyonu ve beden biçiminin aldıkları durum nedeniyle, antitez her ayrıntıda tamamdır ve bu Baskı Virde görülebilir. Çaresiz veya özür di­ leyen bir adam, ruh halini genellikle göstermek isteyeceği için, açık ve belirgin bir biçimde hareket eder. Hiddetli oldukları ve düşmana saldırmaya hazırlandıkları zaman, dirseklerin dikleşmesi ve yumrukların sıkılması bütün insanlık ırkları için evrensel davranışlar değildir ve böylece dünyanın bir çok yerinde çaresiz ve özür dileyen bir ruh hali, dirsekleri içeri çevirip elleri açmadan sadece omuzlan silkerek de ifade ediliyor gibi. Dik başlı olan bir adam veya çocuk veya büyük bir talihsizliğe boyun eğmiş bir kişi, iki durumda da her hangi bir yolla direnmeyi düşünmez ve bu zihin durumunu sa­ dece omuzlannı kaldırarak belli eder veya sadece ellerini göğ­ sünde kavuşturur. Onaylama, kabul, olunısüzlama ve red işaretleri. Onaylama ve olumsuzlarca konusunda dünyada işaretlerin ne kadar evren­ sel kullanıldığını merak ediyorum. Gülümseme ve aşağı doğru bir baş işaretiyle çocuğumuzu onayladığımız ve kaş çatılmasıy­ la başımızı iki yana doğru sallarken onaylamadığımız zamanlar­ daki gibi, bu işaretler aslında bir dereceye kadar bizim duygula­ rımızı ifade ediyorlar. Çocuklarda ilk red hareketi yemeği kabul etmemektir; bunu çocuklarımda sürekli olarak başlarını göğüs­

295

ten veya kaşıkla verilen yemekten öte yana doğru çekerlerken gözledim. Yemeği kabul edip ağızlarına almak için başlarım öne doğru eğiyorlar. Bu gözlemleri yaparken, aynı fikrin Charma’nın da aklına geldiğini öğrendim.11 Yemeği kabul eder veya alırken sadece öne doğru hareket edilebilir ve bir baş sallamak onaylama anlamına gelir. Öte, yandan yemeği reddederken, ve özellikle zorla veriliyorsa, elimizi olumsuzlama sırasında salla­ dığımız biçimde çocuklar hızla başlarını bir yandan öte tarafa çevirirler. Dahası, red esnasında, kafa arkaya atılır veya ağız ka­ palıdır ve bu işaretler de olumsuzluk belirtirler. Bay Wedgwood bu konu ile ilgili olarak şöyle diyor:12 ‘kapalı diş ve dudaklarla ses çıkartıldığında, n ve m sesleri çıkar. Böylece ne sesini olum­ suzluk için kullanırız ve Yunanca’da da pi] aynı anlamda kulla­ nılıyor olabilir.’ Kör ve sağır Laura Bridgman’ın ‘evet derken, onaylama ve hayır derken olumsuz anlamında baş sallaması’ nedeniyle, bu işaretlerin içsel veya içgüdüsel olması olasılığı en azından Anglo Saksonlarda yüksek gibi görünüyor. Eğer Bay Lieber tersini söylemeseydi,13 muhteşem dokunma duyusunu ve diğerlerinin hareketlerini değerlendirmesini düşünerek, bu hareketlerin kız tarafından öğrenildiğini veya elde edildiğini düşünebilirdim. Daha fazla yiyecek veya içecek isteyip istemediği sorulduğu za­ man, kafasını ileri çıkartan veya sallayan, konuşamayacak kadar geri olan küçük kafalı idiyotlardan birisini Vogt tanımladı.14 Schmalz, sağır ve dilsizlerin ve idiyotlugun bir derece üzerinde­ ki çocuklann eğitimi üzerindeki tezinde, olumsuzluk ve onayla­ ma işaretlerinin onlar tarafından hem yapılıp, hem de anlaşıldı­ ğını kabul ediyor.15 Yine de insan ırklarına baktığımızda bu işaretlerin bekledi­ ğim kadar evrensel olmadığını görüyoruz; ancak geleneksel ve yapav olarak sınıflandırılabilmek için çok geneller. Bana yanıt verenlere göre, Malalılar, SeylanlIlar, Çinliler, Gine sahilleri Zencileri, ve Gaika’ya göre, Güney Afrika’lı Kafirler her iki işareti de kullanıyorlar, ama bu sonraki insanlarda, Bayan Bar296

ber başı yana sallamayı olumsuzluk işareti olarak hiç görmemiş. AvustralyalIlarla ilgili olarak, yedi gözlemci de öne doğru baş sallamanın olumluluk anlamına geldiğini kabul ettiler; beş kişi olumsuzlamada başı iki yana sallamanın, kelimelerle birlikte veya yalnız olarak, ohımsuzlama anlamına geldiğini kabul etti­ ler; fakat Bay Dyson Lacy ikinci işareti Queensland’da hiç gör­ memiş ve Bay J. Bulmer, Gipp’s Land’da olumsuzlamanın başı biraz geriye atarak ve dili çıkartarak ifade edildiğini söyledi. Adanın kuzey ucunda, Torres Boğazı’nda, yerliler olumsuz ses çıkartırlarken, ‘bununla beraber kafa sallamıyorlar, ama sağ eli yukarda tutarak, hafif çevirerek ve geriye alarak iki üç kere sal­ lıyorlar.’*16 Dil şaklamasıyla ** birlikte başın geriye atılmasının modem Yunan ve Türklerde olumsuzluk anlamına geldiği söyle­ niyor, İkincileri evet işaretini bizim kafamızı salladığımız bi­ çimde yapıyorlar. *** * (II. N. Moseley’e göre, (J. Anthropolog Institute, c. vi, 1876-7), Admirality adalarında yaşayanlar uzattıkları baş parmaklarıyla burunlarının bir tara­ fına vurarak olumsuzlamayı ifade ederler.) ** (Profesör Victor Carus bir mektubunda, bu hareketin Napolili ve Si­ cilyalIlar arasında olağan olumsuzlama işareti olduğunu söylüyor.) *** F. Lieber, On The Vocal Sounds, ete., s. 11. Taylor, ibid., s. 53. (Bu konu biraz karışık. Chauncey Wright, (bkz. mektupları, ed. J. B. Thayer, özel olarak basılmıştır, Cambridge, Mass. , 1878, s. 310) Yunan ve aynı zamanda Harvard Üniversitesi’nde modern ve eski Yunan kültürü öğret­ meni olan Bay Sophocles’den aktarıyor ve Türklerin onaylarken hiçbir zaman kafa sallamadıklarını söylüyor. Bay Sophocles, bir konuyu dinleyen Türkle­ rin, onay ve kabul anlamında ağır bir biçimde başlarını eğdiklerini ve kabul etmedikleri bir şey söylenince de başlarını arkaya attıklarını söylüyor. Vesalius, Bulvver’in Pathomyotia’sındaki, 1649, alıntısında ‘bir çok Kreten’in’ olumsuzluk için başlarını yukarıya doğru salladıklarını anlatıyor. Bay Sophocles, Türkleri ve Doğuluları, çoğunlukla kızgınlık ve aşırı hoşnutsuzlukla başlarını sallarken görmüş. Bu hareket bizim için de geçerli ve Chauncey Wright bunun Incil’de bazı örnekleri olduğunu anlatıyor. Yani: Matt. xxvii, 39, ‘Ve lanetleyerek yanından geçenler, başlarını sallıyorlardı’; ayrıca Psalms xxii, 7 ve cix 25 ile karşılaştırın. Bay Chauncey Wright, İtalya’da, bizim olumsuzluk anlamında kafamızı salladığımız şekilde, kabul anlamında başın sallanıldığını gördüğü için yazıda anlatılanları destekleyen bay James Russell LowelPden alıntı yapıyor.

297

Kaptan Speedy, Habeşlerin olumsuzluk anlamında, hafif bir dil şaklamasıyla ve kapalı ağızla kafalarını sağ omuzlarına doğ­ ru silktiklerini bildirdi; olumlu bir ifade için baş geriye atılıyor ve anlık olarak kaşlar kalkıyormuş. Dr. Adolf Meyer’den duy­ duğuma göre, Filipin takım adalarındaki Luzaon’lu Tagallar, evet dediklerinde, başlarını geriye doğru alıyorlarmış. * Raja Brooke‘ye göre, Bomeolu Dayklar’da olumluluk işareti, kaşla­ rın kalkması ve olumsuzluk işareti de, gözlerdeki özel bir bakış­ la beraber kaşların hafifçe kasılmalarıymış. Profesör Asa Gray’in bildirdiğine göre Nil’deki Araplar olumlu anlamda çok az başlarını eğiyorlar ve olumsuzluk anlamında başlarını hiç sallamıyorlar ve hatta ne anlama geldiğini bilmiyorlarmış. Eskimolarda,17 baş eğmek evet, ve göz kırpmak hayır anlamına geli­ yor. Yeni ZelandalIlar ‘baş eğme kabullenmesi yerine, başlannı ve çenelerini yükseltiyorlar. ’18 Deneyimli AvrupalIlardan ve yerli centilmenlerden öğren­ dikleri sonucunda Bay H. Erskine, Hintlilerin, kabul işaretleri­ nin değiştiğini söylüyor- bazen bizim de yaptığımız gibi, bir baş eğme ve yana doğru baş sallama; fakat olumsuzlama, genellikle başın ani olarak geriye ve biraz da yana doğru atılması ve dil şaklatılması ile ifade ediliyor. Çeşitli insanlarda görülen bu dil şaklamasının anlamının ne olabileceğini bilmiyorum. Yerli bir beyefendi, onaylamanın sıklıkla baş sola atılarak gösterildiğini belirtti. Bay Scott’tan bu konuya özel önem vermesini istedim ve bir çok gözlemden sonra, dikine bir baş eğmenin yerliler ara­ sında, olumlama için çok kullanıldığına inanmadığını, fakat ba­ Bay Chauncey Wright, kabul anlamında baş sallamayla ilgili çelişkili ka­ nıtları birbiriyle uyuşturabilmek için, kafanın düşünceli olduğu bir biçimde, önce bir tarafa sonra da öbür tarafa doğru olan, özel eğimli bir durumuyla ilgi­ li kapsamlı bir kurama kurmaya doğru gidiyor. Yani, bir sanatçının eserini in­ celerken yaptığı gibi. Bu hareketin, başın yatay bir çizgi üzerinde çevrilmesiolumsuzlama işaretimiz- ile karıştırılabilecek, düşünceli bir kabullenme işareti oluştuğuna inanıyor.) * (Mosoley’e göre, (loc. cit.), hem Fijenler, hem de Admirality adasında yaşayanlar kabul işaretini başlarını yukarıya kaldırarak vcriyorlarmış.)

298

şın sağa veya sola doğru geriye atıldığını ve sonra bir kez öne doğru eğilimli olarak ani bir hareket yapıldığını söyledi. Daha dikkatsiz bir gözlemci belki bunu yana doğru bir sallanma ola­ rak tanımlayabilirdi. Ayrıca olumsuzlamada, başın dik tutuldu­ ğunu ve birkaç kere sallandığını belirtti. Bay Bridges, Fügenlerin kafalarını olumlu anlamda dik bi­ çimde eğdiklerini ve red anlamında da yana salladıklarını söyle­ di. Bay Washington Matthevvs’e göre Kuzey Amerika’nın vahşi yerlileri, baş eğme ve sallamayı AvrupalIlardan öğrenmişler ve doğal biçimde uygulamıyorlar. Onaylamayı elin bedenden aşağı ve dışarı doğru eğilmesiyle (işaret parmağı dışındaki bütün par­ maklar eğiliyor), olumsuzlamayı da, avuç içi içe doğru, açık eli dışarıya doğru hareket ettirerek açıklıyorlar. ’ Diğer gözlemciler bu Kızılderililerde, onaylama işaretinin baş parmak kaldırılarak ve sonra indirilip yere doğru çevrilerek veya elin doğrudan yüz­ den sallanmasıyla, olumsuzlama işaretinin de parmak veya bü­ tün elin bir taraftan öbürüne sallanmasıyla yapıldığını bildirdi­ * ler. Bu ikinci hareket her duıumda başın yana doğru sallanması yerine geçiyor olmalı. Biz İngilizlerin bazen yaptığı gibi, İtalyanlar da aynı şekilde, olumsuzlama için kalkan parmaklannı soldan sağa sallıyorlar. Genel olarak, çeşitli insan ırklarında, onaylama ve olum­ suzlama işaretlerinde büyük farklılıklar görüyoruz. Olumsuzla­ ma ile ilgili olarak, eğer parmağın veya elin bir taraftan öbürü­ ne, yana doğru sallanmasını, başın yana sallanmasının semboli­ ze edilmesi olarak ve başın ani biçimde geriye atılmasının, ço­ cukların küçüklüklerinde yemeği reddettiklerinde yaptıkları ha­ reket yerine geçmesi olarak kabul edersek, o zaman dünyada olumsuzlama işaretleri arasında büyük bir benzerlik olacaktır ve bunların nasıl çıktıklarını da görebiliriz. En dikkat çekici istis­ * Lubbock, The Origin of Civilizafion, 1870, s. 277. Taylor, ibid., s. 38. Lieber (ibid, s. 11) İtalyanların olumsuzluk işaretlerini anlatıyor. (Bay. H. P. Lee (mektup 17, Ocak, 1873), işaret parmağının veya bütün elin yana doğru sallanmasının, Japonlarda genel bir olumsuzlama işareti olduğunu söylüyor.)

299

nalar Araplar, Eskimolar bazı Avustralya kabilelerinde ve Dyaklarda görülüyor. Sonuncularda, kaş çatmak bir olumsuzlama işa­ reti ve bu genellikle kafanın yana doğru sallanmasıyla birlikte oluyor. Onaylama anlamındaki başın öne eğilmesine gelince, is­ tisnalar çok fazla; örneğin, Hintliler, Türkler, Habeşler, Dyaklar, Tagallar ve Yeni ZelandalIlar gibi. Kaşlar bazen onaylama ile kalkıyor, çünkü kişi başını öne ve yere eğerken doğal ola­ rak yöneldiği kişiye bakıyor ve böylece kaşları kalkıyor ve bu işaret böylece kısa bir biçim olabilir. Yine Yeni ZelandalIlar, onaylamada çene ve başlarını kaldırırlarken, belki de kısa bir biçimde, aşağı yukarı hareket eden başın en son durumunu ifa­ de ediyorlar.

300

BÖLÜM: XII

HAYRET - ŞAŞKINLIK KORKU - DEHŞET Hayret, şaşkınlık - Kaşların kalkması - Ağzın açılması Dudakların ileri çıkması - Şaşkınlıkla beraber yapılan hare­ ketler - Beğenmek - Korku - Dehşet - Saçların dikilmesi kas gerilmesi - göz bebeklerinin açılması - Aşırı korku Sonuç

Yakın ve ani bir dikkat, hayrete, ha/ret şaşkınlığa ve bu da şaşkınca bir sersemliğe dönüşür. Zihn.n son durumu korkuya çok yakındır. Dikkat, kaşların hafifçe Kaldırılmasıyla gösterilir ve bu durum hayrete dönüştükçe kaşlar daha da kalkar, gözler ve ağız geniş bir biçimde açılır. Gözlerin çabuk ve geniş bir bi­ çimde açılabilmesi için, kaşlann kalkması gerekir ve bu alında çapraz kırışıklıklar oluşturur. Ağız ve gözün ne kadar açılacağı, hayretin derecesine bağlıdır: ama bu hareketler eşgüdümlü ol­ malıdır; çünkü geniş açılmış bir ağız ve az kalkmış bir kaş, Duchenne’nin fotoğraflarından birisinde gösterdiği gibi, anlam­ sız bir yüz ekşimesiyle sonuçlanır.1 Öte yandan bir kişi sadece

kaşlarını kaldırarak hayret ifade edebilir. Dr. Duchenne, frontal kasa verilen elektrikle kaşları iyice kalkmış ve bükülmüş ve ağzı istem içi açılmış, ihtiyar bir ada­ mın fotoğrafını veriyor. (Şekil 24) Bu şekil hayreti gerçek bir biçimde ifade ediyor. Bunu, açıklama yapmadan 24 kişiye gös­ terdim, sadece bir kişi ifadenin ne olduğunu anlayamadı. İkinci­ si korku dedi ki, bu çok uzak bir görüş değildi; bazılan ise, hay­ ret veya şaşkınlık kelimelerine, korku sıfatlannı, kederli, acı çe­ kiyor veya iğreniyor kelimelerini eklediler. Gözler ve ağzın geniş bir biçimde açılmış olması evrensel bir şaşkınlık ifadesidir. Shakespeare söyle söylüyordu: ‘Terzinin

301

Şekil: 24 (Bu şekil önceki baskılarda yer almıyor, ama Darwin’in tanım­ lamalarından, tartıştığı resmin bu olduğu kesin gibi görünüyor.)

haberini yutmaya çalışan, ağzı açık bir demirci gördüm.’ (Kral John, iv, ii) Ve yine, ‘Birbirlerini süzerek, neredeyse göz kapak­ larını yırtacak gibiydiler; dilsizce bir konuşma ve hareketlerle bir anlatım vardı; sanki dünyanın yok olduğunu işitmiş gibi ba­ kıyorlardı.’ (Winter’in hikayesi, v, ii) Bana bilgi verenler, değişik insan ırklarıyla ilgili olarak ko­ nu için aynı bilgileri verdiler; yukarıdaki yüz hareketleri, genel­ likle, şimdi anlatılacak olan bazı hareket ve seslerle birlikte olu­ şuyor. Avustralya’nın değişik bölgelerinde bulunan 12 gözlemci bu konuda fikir birliği içersindeler. Bay Winwood Reade, Gine sahillerindeki zencilerde bu ifa­ deyi görmüş. Şef Gaika ve diğerleri, Güney Afrikalı kafirlerle ilgili soruma evet cevabı verdiler; diğerleri de Habeşler, Seylan­ lIlar, Çinliler, Fugenler, Kuzey Amerika’nın çeşitli kabileleri ve Yeni ZelandalIlar için aynı cevabı verdiler. Bay Stack, sonuncu302

lanla, hepsi de ifadelerini gizlemek istemelerine rağmen, bazı kişilerde ifadenin diğerlerine göre daha açık olduğunu söyledi. Raca Brooke, Bomeo’lu Dyaklann hayretle gözlerini geniş bir biçimde açtıklarım, ellerini genellikle öne ve arkaya salladıklannı ve göğüslerine vurduklannı söyledi. Bay Scott, Kalküta bo­ tanik bahçesinde çalışanların sigara içmelerinin kesinlikle ya­ saklandığım, buna genellikle uymadıklarını ve bunu yaparken hayrete düşerlerse, önce gözlerini ve ağızlanın geniş bir biçim­ de açtıklannı bildirdi. Sonra, yakalanmalannın kaçınılmaz oldu­ ğunu anlayınca hafifçe omuzlannı silkiyorlar veya kaşlannı ça­ tıp, kızarak ayaklarını yere vuruyorlarmış. Şaşkınlıktan kurtulur kurtulmaz, sefil bir korku sanki omuzlanna çöküyor; düşen göz­ leri fır dönüyor ve af dileniyorlarmış. Tanınmış AvustralyalI gezgin Bay Stuart, daha önce at üze­ rinde kimseyi görmemiş olan bir yerlinin, şaşkınca sersemliği ve korkusu ile ilgili bilgi veriyor.2 Bay Stuart görünmeden yak­ laşıyor ve adama yakın bir mesafeden sesleniyor. ‘Geri döndü ve beni gördü. Beni ne zannettiğini bilmiyorum; fakat daha açık bir korku ve şaşkınlık ifadesi görmemiştim. Çivilenmiş gibi ha­ reketsiz kaldı, ağzı açık olarak bana baktı... yanımdaki yerli bir­ kaç yarda yaklaşana kadar hareketsiz kaldı, sonra elindekileri aniden atarak, bir ağacın mümkün olduğunca yükseğine sıçra­ dı.’ Konuşamıyordu ve sorulan somlara yanıt veremiyordu, fa­ kat tepeden tırnağa titriyordu ‘ellerini sallayarak gitmemizi isti­ yordu.’ Son zamanlarda ona bakan bir hanımın bana aktardığı şe­ kilde, Laura Bridgeman’m şaşırdığı zaman kesinlikle böyle davranmasından, kaşların içsel veya içgüdüsel bir dürtü ile kalktığı sonucuna varıyordum. Bilinmeyen veya beklenmeyen bir durum sonucunda hayret oluşunca, doğal olarak irkildiğimiz konuyu bir an önce anlamak isteriz; böylece, görüş açımızı ge­ nişletebilmek ve göz bebeklerimizi her yöne doğru kolayca oy­ natabilmek için gözlerimizi tamamen açarız. Fakat kaşlarımızın çok yükselmesinin ve gözlerimizin vahşi bakışının nedeni bu

303

olamaz. Neden, bence, gözleri çok çabuk açamayacağımız için, sadece üst kapakların kalkmasından kaynaklanmaktadır. Bunu sağlamak için kaşlar enerjik bir biçimde kalkar. Aynanın önün­ de gözlerini hızlı bir biçimde açmak isteyen bir kişi böyle hare­ ket ettiğini görecektir; kaşların enerjik bir biçimde kalkması gözleri o kadar açar ki, beyaz kısım irisin etrafında ortaya çıka­ rak gözler dikili kalır. Dahası, kaşların kalkması yukarı doğru bakarken avantaj sağlar; aşağı inerlerse, bu yöne doğru olan ba­ kışı engellerler. Sir C. Bell,3 kaşların, göz kapaklarını açması konusunda ilgi çekici küçük bir kanıt veriyor. Çok içmiş bir adamda kaslar gevşer ve uyuduğumuz zamanki gibi göz kapak­ ları düşer. Bunu engellemek için sarhoş kaşlarını kaldırır; bu da ona şaşınnış gibi, aptalca bir görünüm verir ve bu Hogarth’ın çizimlerinden birisinde çok iyi bir biçimde gösterilmiştir. Ani bir ses ve fikir de dahil olmak üzere, herhangi bir nedenle şaş­ kınlık oluştuğunda, etrafımızdakileri bir an önce görebilmek için kazandığımız, kaşlarımızı kaldııma alışkanlığımız, birleş­ me gücüyle ortaya çıkacaktır.

Yüze ait sosyal işaretlerin kökeniyle ilgili bir tar­ tışmada,'37 Darwin’in, hayret karşısında kaşların kaldı­ rılmasının kökeni ile ilgili açıklamasını eleştirdim. Bu hareketi tartışan bütün yorumcular, görüş nesnesini netleştirdiğini söylüyorlar. Bazıları daha da belirgin olarak, bu hareketin görüş açısının önemli bir kısmını artırdığını belirtiyorlar. Blurton Jones ve Konner,'55 ço­ cukların, göz araması yaparken veya bir yetişkine ba­ karken 1+2 (derecelendirme sisteminde kaş kaldırması­ nı gösteren sayılar) göstermeleri dışında, bu hareketi diğer durumlarda da yaptıklarını bulmuşlar. Peiper,'39 yeni doğan çocukların başlan eğdikleri zaman, güçlü bir 1+2 hareketinin, gözün açılması ve boynun oynatıl­ ması ile birlikte refleks olarak oluştuğunu belirtiyor. 1+2 hareketi daha geniş bir görüş sahası sağlar, ama 1+2 hareketinin etkisi türlerimizin bütün bireylerinde aynı değildir. 1+2 ile ilgili yarar, gözlerin yuvalarında

304

ne kadar derin yerleşmiş olduklarına, kaş çizgisinin çı­ kıntısına ve kaşların ne kadar kıllı olduğuna bağlıdır. Oster/60 gözleri derinde yerleşmiş olmayan ve kaş kıl­ ları seyrek olan bebeklerde 2+1 yaraıınm fazla olma­ yacağını söylüyor. Açıkça bireysel farklılıklar olmasına rağmen, genelde, erkekler, KafkasyalIlar ve yetişkinler daha fazla yarar sağlayacaktır. Görüntü siniri anatomi­ sinin çağdaş bilgisi tarafından desteklenmeyen, 1+2 ile ilgili olarak diğer bir çok işlev daha açıklanmıştır/61 Darvvin, 1+2 üst göz kapağının çabuk bir biçimde kalk­ masını sağlar ve üst kapağın kalkması da görüşü artırır diye yazıyor. Eğer kişinin, üst kapağa baskı yapacak kadar büyük ve çok gevşek göz kapak üstü yoksa, 1+2 yardımıyla üst kapakların hızının artacağına inanmak için bir nedenimiz yok. Dahası, eğer kişinin uyku ne­ deniyle başı düşmemiş veya orbicularis oculi gerilmemişse, üst kapağın görüşü kapatacak kadar aşağıya gel­ mesi pek oluşmaz. Darwin, bir kişiyi uyku bastırdığın­ da, 1+2 nin, üst kapağın istem dışı rahatlamasını engel­ lemek için kullanılabileceğini belirtiyor. Bu, 1+2 ve görme isteği arasında öğrenilmiş birleşme için bir te­ mel oluşturabilir. Darwin, rahat hareket ederek, daha hızlı dönebilmesi için için, 1+2 nin göz bebeğine yar­ dımcı olabileceğini daha zayıf bir biçimde belirtiyor. (Andrew de tekrarlıyor)

Yetişkinlerde kaşlar kalkınca, bütün alın çapraz çizgilerle kırışır; fakat bu, çocuklarda biraz farklı olur. Kırışıklıklar her kaştan tek merkezli olarak çıkar ve özellikle ortada birleşirler. Hayret veya şaşırma ifadelerinin özelliklerini taşırlar. DuchenıTnin söylediği gibi,’ her kaş, kalkınca eskisine göre daha fazla kemerli olur. Şaşkınlık duyulunca ağzın açılmasının nedeni daha kar­ maşık bir konudur; bu harekete çeşitli nedenlerin açıkça bir­ leşmesi yol açar. Genellikle duymanın böylece daha keskin olacağı belirtilmektedir;5 fakat ben, kaynağını ve yapısını bil­

305

dikleri hafif bir sesi dikkatli bir biçimde dinleyen insanları iz­ ledim ve ağızlarını açmıyorlardı. Böylece, bir keresinde, açık ağzın, östaki borusu (Ç.N.: ortakulakla, yutak arasındaki boru) yoluyla başka bir ses giriş kanalı sağlayarak, üretilen sesin yö­ nünü bulmak için yardımcı olabileceğini düşündüm. Fakat, Dr. W. Ogle,6 östaki borusunun işlevi ile ilgili olarak, uzmanların son çalışmalarını araştırma nezaketini gösterdi; ve bu borunun çok açık olduğu kişilerde, dış seslerle ilgili duyma yeteneğinin hiçbir biçimde gelişmediğini; tam tersine daha belirginleşen solunum sesleriyle duymanın zorlaştığını söyledi. Eğer ağız içine, kenarlara değmeden bir saat yerleştirilirse, dışarıda tu­ tulmasına göre sesi daha zayıf işitilirmiş. Östaki borusu, hasta­

lık veya soğuk algınlığı nedeniyle sürekli veya geçici olarak kapalı olan kişilerde, duyma duyusu zayıflar; fakat bu tüpte toplanan mukozaya ve bu nedenle havanın girememesine bağ­ lıdır. Böylece, birçok sağır insan ağızlarını açık tutmasına rağ­ men, şaşkınlık durumunda, ağzın daha iyi duyabilmek için açılmadığını çıkartabiliriz. Şaşkınlık dahil her ani duygu, kalp atışını ve solunumu hızlandırır. Gratiolet’in dediği gibi,’ ve bence de, burun delik­ lerine göre açık ağızdan daha sessiz nefes alabiliriz. Böylece bir sesi dikkatle dinlemek istersek, ya nefes almayı keseriz ve­ ya ağzımızı açarak ve aynı zamanda bedenimizi hareketsiz tu­ tarak olduğunca sessiz nefes alırız. Normal koşullarda dikkat gerektiren bir ses duyarak, çocuklarımdan birisi gece yarısı uyanmış ve birkaç dakika sonra ağzının geniş bir biçimde açık olduğunu görmüş. Sonra, olduğunca sessiz nefes alabilmek için ağzını açtığını anlamış. Bu bakış açısının, köpeklerde olu­ şan zıt bir durum için geçerli olduğu fikri destek kazanıyor. Çeşitli hareketlerden sonra veya sıcak bir günde nefes nefese kalan bir köpek, sesli bir biçimde nefes alır; ama birden dikka­ tini çeken bir şey olursa, anında dinlemek için kulaklarını di­ ker, ağzını kapatır ve sessizce burun deliklerinden nefes alma­ ya başlar.

306

Bir konu veya nesne üzerindeki dikkat, istekli bir biçimde uzun süre yoğunlaşırsa, bedenin bütün organları unutulur veya farkına varılmaz;a ve herkesin sinir enerjisi miktar olarak sınırlı olduğu için, o anda enerjik bir biçimde harekete geçenler dışın­ da, sistemin herhangi bir parçasına az bir miktarda iletilir. Böy­ lece bir çok kasımız gevşeme eğilimindedir ve çene güç kaybe­ der Bu, şaşkınlıkla sersemleyen bir insanın, belki de daha az et­ kilendiğinde, çenesinin düşmesine ve ağzının açılmasına neden olur. Aynı görünümü, notlanmdan bulabildiğim kadarıyla, az şa­ şırmış genç çocuklarda izledim. Yine de, şaşırdığımız veya ani olarak irkildiğimizde, ağzı­ mızı açan daha etkili bir neden var Burun deliklerimiz yerine ağzımızla daha derin ve tam nefes alabiliriz. Ani bir ses veya görüntüyle irkilince, bedenimizdeki bütün kaslar, bir tehlikeye karşı hazırlıklı olmak veya ondan kaçmak için ani ve istem dışı olarak harekete geçerler ve bunlar beklenmeyene karşı alışkan­ lıkla birleşmiş olan hareketlerdir. Fakat, daha Önce de belirtildi­ ği gibi, önce derin bir nefes alarak ve sonra ağzımızı açarak, her zaman kendimizi büyük güç kullanmamak için istem dışı olarak hazır tutarız. Eğer nefes vermemişsek ve şaşkınlığımız devam ediyorsa, her sesi duyabilmek için bir süre nefes alma­ yız veya hızlıca nefes alırız. Veya yine, dikkat uzun sürmüşse ve istekli bir biçimde içselleştirilmişse, kaslarımız gevşer ve önce ani bir biçimde açılmış olan çene düşer. Böylece, hayret veya şaşkınlık duyulduğunda, aynı hareket için birkaç neden beraberce oluşur. * * (Bay Wallace, (Quârterly Journal of Science., Ocak, 1873, s. 116) vahşi alalan m iz arasında, kendileri ve başkaları için oluşan tehlikelerin, genellikle şaşkınlıkla birleştiğini ve açılmış ağzın, alarm veya cesaret çığlığı gibi bir alış­ kanlığın kalıntısı olabileceğini söylüyor. Ellerin faaliyetinin, 'savunan kişinin yüzünü veya bedenini koruması ve­ ya tehlikedeki kişiye yardın^ etmesi* için uygun hareketler olduğunu açıklıyor. Benzer tür el harekelerinin, 'tehlikedeki birisine yardım etmek için acele ederken, ellerin onu yakalamaya hazır olan biçimi* olduğuna dikkat çekiyor. Fakat bu durumlarda ağız açma eğilimi olmadığı da göz önünde tutulmalı.) 3Q7

Bu paragrafta ve bölümün daha önceki kısımların­ da, sürelerinde çok açık farklılık olmasına rağmen, Darwin, irkilme ve hayreti ayırt edememiş. İrkilme çok da­ ha kısadır, 250 milisaniyeden daha fazla devam etmez ve yüz ifadeleri tamamen farklıdır. İrkilmede göz güçlü bir şekilde kapanır, ağız dik olarak kasılır ve boyundaki platysma kası gerilir. Çalışma arkadaşlarım ve ben irkil­ menin bir duygu değil, refleks olduğunu söylüyoruz/62 ve Tomkinsc6î buna katılmıyor. Böyle etkilenmemize rağmen, ağzımız hafifçe çıkan dili­ mizle birlikte açılır. Bu durum bize şempanze ve orangutanın şaşırdıkları zaman yaptıkları ve daha güçlü olan aynı hareketi hatırlatıyor. Şaşkınlık irkilmesinin ilk duyumuyla beraber olu­ şan derin nefes almayı, güçlü bir nefes verme takip ettiği ve genellikle dudaklar çıkık olduğu için, çıkartılan çeşitli sesler bu duruma yorulabilir. Fakat bazen sadece güçlü bir nefes ver­ me duyulur; böylece Laura Bridgman şaşırdığında, dudaklarını yuvarlaklaştırıp ileriye çıkartıyor, ağzını açarak güçlü bir bi­ çimde nefes alıyor.9 Genel seslerden birisi derin bir oh; Helmholtz tarafından açıklandığı gibi, bunu, ağzın biraz açılması ve dudakların ileri çıkması izliyor. Tahiti’deki küçük bir koyda, sessiz bir gecede, yerlileri eğlendinnek için Beagle’den bazı fişekler atılıyordu; her fişek atıldığında, kesin bir sessizlik olu­ şuyordu, fakat bunu, bütün kıyıda yankılanan derin bir oh sesi izliyordu. Bay Washington Matthews Kuzey Amerika Kızılde­ rililerinin hayretlerini gürleyerek ifade ettiklerini söylüyor; Bay Winwood Reade’ye göre, dudaklarını uzatarak heigh sesi çıkartıyorlar. Dudaklar iyice ileriye çıkmışken eğer ağız çok açılmazsa, üfleme, tıslama veya ıslık biçiminde sesler çıkar. Bay R. Brough'un anlattığına göre, iç kısımlarda yaşayan bir AvustralyalIyı, başını topuklan üzerinde hızla döndüren bir akrobatı seyretmek üzere tiyatroya götürülmüş; ‘çok şaşırmış, ve dudaklarını çıkarta­ rak, sanki bir kibrit söndürüyormuş gibi ses çıkartmış.’ Bay Bu-

308

Şekil: 25 Şaşırmış bir kişi mer’e göre AvustralyalIlar, şaşırdıkları zaman, korki sesi çıkartır­ lar. ‘ve bunu yapmak için, sanki ıslık çalınacakmış gibi, dudak ileriye çıkar.’ Biz AvrupalIlar, şaşkınlıkla genellikle ıslık sesi çı­ kartırız; böylece yeni bir romanda10 şöyle yazıyor, ‘buradaki adam hoşnutsuzluğunu ve şaşkınlığını uzun bir ıslıkla ifade edi­ yor.’* Bay J. Mansel Weale’nin belirttiğine göre, bir Kafir kızı, ‘bir ürünün yüksek fiyatını duyunca, kaşlarını kaldırarak, bir Av­ rupalI gibi ıslık çalmış.’ Bay Wedgwood, bu seslerin whew olarak yazıldığını ve şaşkınlık ünlemi anlamına geldiğini belirtiyor. Diğer üç gözlemciye göre, AvustralyalIlar genellikle şaklat­ ma sesiyle şaşkınlıklarını belirtiyorlar. AvrupalIlar da bazen ha­ fif şaşkınlığı benzeri zayıf bir şaklatma ile ifade ediyorlar. İrki­ lince, ağzımızın hemen açıldığını gördük; eğer dil güçlü bir bi­ çimde damağa bastırılırsa, onun ani bir biçimde çekilişi de, şaş­ kınlık ifade eden, bu tür ses çıkartır. * (Yanıt verenlerden bir kişi, ‘whew’ sesinin iç çekme sonucu oluştuğu­ nu ve ‘uzun ıslığın’, bazı kişilerde alışkanlık haline gelen, bunun bilinçli bir taklidi olduğunu söylüyor.)

309

Beden hareketlerine dönersek. Hayret eden bir kişi genel­ likle açık ellerini başının üzerine kaldırır veya kollarını kırarak, yüz seviyesinde tutar. * Düz avuçlar bu duyguyu uyandıran kişi­ ye çevrilir ve dik parmaklar ayrılır. Bu hareket Bay Rejlander tarafından 25. şekilde gösterilmiştir. Leonardo da Vinci’nin, ‘Son Yemeğinde’, iki Havarinin elleri, açık bir biçimde şaşkın­ lıklarını belirterek yan kalkmıştı. Güvenilir bir gözlemci, yakın zamanda eşini beklenmedik bir durumda karşıladığını anlattı: ‘İrkilmişti, ağzını ve gözlerini geniş bir biçimde açmış ve iki elini de başının üzerine koymuştu.’ Birkaç yıl önce çocuklarımı yerde istekli bir biçimde bir şeyler yaparken görerek şaşırdım; fakat çok uzakta oldukları için ne yaptıklarını soramadım. Böy­ lece ellerim açık olarak kollarımı başıma attım; bunu yapar yap­ maz da farkına vardım. Sonra bir kelime bile söylemeden, ço­ cukların bu hareketi anlayıp anlamadıklannı gönnek için bekle­ dim; ve bana doğru gelirlerken, şöyle bağırdılar: ‘Bizim yüzü­ müzden şaşırdığını gördük.’ Bu hareketin çeşitli insanjrkları için geçerli olup olmadıklarını bilmiyorum, çünkü bu konuda araştırma yapmayı ihmal ettim. Laura Bridgeman’dan bunun iç­ sel veya doğal olduğu anlaşılıyor, çünkü hayret ettiği zaman, ‘kollarını açıyor ve açılmış parmaklarıyla ellerini yukarıya kal­ dırıyor’;11 şaşkınlık duygusunun kısa olduğu düşünülürse, geliş­ miş dokunma duyusuyla bu hareketi öğrenmesi olasılık dışı. Huschke,12 şaşıran bir insanın sergilediği, daha farklı ama yakın bir davranıştan bahsediyor. Daha önce bahsedilen yüz ifa­ deleriyle birlikte dik duruyorlar, ama dik kollar arkaya çevrili­ yor- gerilmiş parmaklar ayrık durumda. Ben bu hareketi hiç görmedim; fakat Huschke doğru söylüyor olmalı; çünkü bir ar­ kadaşım diğerine çok şaşırınca nasıl hareket ettiğini sormuş ve o da bu şekilde anlatmış. * (Bu hareket 1 yıl 9 aylık bir bebekte gözlendi. Yazar şöyle diyor: ‘Cbir kutu oyuncağı getirerek 1 yıl 9 aylık torunlarından birinin önünde açtı. Ço­ cuk hemen iki elini, avuçları Öne doğru ve parmaklar açık bir biçimde yüzü­ nün iki tarafına doğru uzattı ve oh! veya ah! Diye bağırdı.’)

310

Bana göre, bu hareketler, antitez ilkesiyle açıklanabilir. Hiddetli bir kişi başını dik tutar, omuzlarını dikleştirir, dirsekle­ rini çevirir, genellikle yumruklarını sıkar, kaşlarını çatar ve ağ­ zını kapatır; öte yandan, çaresiz bir kişide bütün ayrıntılar bu­ nun aksinedir. Böylece, bir şey yapmayan ve özellikle bir şey düşünmeyen, normal bir ruh hali içersinde olan kişi, genellikle kollarını gevşek bir biçimde iki yanma sarkıtır, elleri gevşek ve parmaklan birbirine yakındır. Böylece, bütün kolu veya kolun ön kısmını aniden kaldırma, avuçları düz olarak açma ve par­ maklan ayırma- ve yine, kolları dikleştirme, ve onları açık par­ maklarla geriye yöneltme hareketleri değişik bir zihin durumu­ nun tamamen antitezidir ve bunun sonucu olarak şaşkınlığa düş­ müş bir kişide ortaya çıkarlar. Aynca genellikle şaşkınlığı belir­ gin bir biçimde ortaya koyma isteği vardır ve yukandaki davra­ nışlar buna çok uyar. Neden sadece şaşınna ve başka birkaç ha­ reketin diğerleri için antitez oluşturduktan sorulabilir. Fakat, korku, büyük sevinç, acı çekmek, veya hiddet gibi, bazı hareket yollanna dönüşen ve bedende belirli etkiler yaratan ve böylece bütün sistemi işgal eden duygularda, bu ilke harekete geçmez; ve böylece bu duygular daha açık olarak ifade edilirler. Şaşkınlığı gösteren ufak bir hareket daha var ve buna bir açıklama getiremiyorum; yani, elin ağza götürülmesi; * doğal bir kökeni olmalı ki, bu bir çok insan ırkında ** görülüyor. Vahşi bir AvustralyalI, onu şaşırtan kağıtlarla dolu bir odaya götürülüyor ve elinin arkasım ağzına koyarak, cluck, cluck, chıck diye bağı­ rıyor. Bayan Barber, Kafir ve Fingolann, şaşkınlığı, ciddi bir * (Viyana’dan Profesör Gomperz, bir mektubunda (25 Ağustos, 1873), sessizliğin gerekli olduğu durumlarda, örneğin vahşi bir hayvan sesiyle vah­ şilerin daha çok şaşkınlığa düştüklerini söylüyor. Böylece elin ağza götürül­ mesi, önceleri bir sessizlik hareketiyken, daha sonra sessizlik gerektirmeyen durumlarda, hatta şaşıran kişi yalnızken de şaşkınlıkla birleşmiş bir duruma gelmiş.) ** (Job, xiii, 5 ile karşılaştırın: ‘Bana dikkat et, ve hayrete düş, ve elini ağzının üzerine koy. ‘Bay H. Holbech tarafından aktarılmıştır, St. Paul's Ma­ gazine, Şubat 1873, s. 211.)

311

bakışla ve sağ ellerini ağızlarına götürerek ve marvo diyerek, ‘muhteşem’ anlamına geliyor, ifade ettiklerini belirtiyor. Bay Winwood Reade’nin gözlemlerine göre, Bushmenler,13 sağ elle­ rini boyunlarına koyarak, başlarını geriye doğru eğiyorlar. Bay Winwood Reade, Doğu Sahilindeki zencilerin şaşırdıkları za­ man ellerini ağızlarına vurarak, ‘ağzım bana yapıştı; yani elleri­ me/ diyorlarmış; ve bu durumlardaki doğal davranışları bu şe­ kildeymiş. Kaptan Speedy, Habeşlerin, avuç dışarıda olarak, sağ ellerini alınlanna götürdüklerini anlatıyor. Son olarak, Bay Washington Matthews, Birleşik Devletler’in batı kısımlarındaki vahşi kabilelerinin geleneksel şaşkınlık işaretlerinin ‘yarı kapalı eli ağza götürmek; ve bunu yaparken genellikle başı öne eğmek ve kelimeler veya alçak gürlemeler çıkartmak’ olduğunu söylü­ yor. Catlin,14 de aynı şeyi söylüyor, fakat Mandan ve diğer Kı­ zılderili kabilelerde elin ağzı sıkıca bastırdığını anlatıyor. Beğenmek. Bu konu ile ilgili olarak birkaç şey söyleyelim. Beğenmek, şaşkınlığın zevk ve onaylama ile birleşmiş şeklidir. Canlı olarak duyulunca, gözler açılır ve kaşlar kalkar; gözler ba­ sit bir şaşınna olayındaki gibi, boş bakmak yerine parlar; ve ağız açılmak yerine gülümser. Korku, dehşet. ‘Korku’ kelimesi ani ve tehlikeli olmaktan;15 dehşet de, seslerin ve bedenin titremesinden gelmiş gibi görünü­ yor. ‘Dehşeti’ aşın korku için kullanıyorum; fakat bazı yazarlar, bunun sadece hayal gücünün kullanıldığı olaylarla sınırlı kalma­ sı gerektiğini düşünüyorlar. Şaşkınlık genellikle korkudan önce gelir; duyma ve görme duyularının geniş olarak ortaya çıkması açısından ise birbirlerine benzerler. Her iki durumda da ağız ve gözler geniş olarak açılır, * ve kaşlar kalkar. Korkan kişi önce heykel gibi, hareketsiz ve nefessiz olarak kalır veya görüş ala­ nından kaçmak için içgüdüsel olarak çömelir. * (Bay A. J. Munby, dehşetin grafik tanımlaması ile ilgili bir mektup verdi (9 aralık, 1872): Cheshire’de Tabley Old Hall’da, mutfaktaki bakıcıdan başka kimsenin yaşamadığı boş bir ortaçağ evi, ama eski mobilyalarla tama­ men dayalı döşeli olarak ve aile tarafından status quo, bir hatıra müzesi şek­ linde korunuyordu. Büyük salonun bir tarafında, savunma silahlarıyla dolu,

312

Kalp öyle hızlı ve şiddetli bir biçimde çarpar ki, çarpıntı yapar veya kaburgalarda duyulur; fakat, bedenin bütün bölümle­ rine daha fazla kan sağlayabilmek için normal durumuna göre daha etkin çalıştığı şüphelidir; çünkü ten, bayılma başlangıcında olduğu gibi hemen solgunlaşır. * Yüzeyin solgunlaşması, büyük bir oranda veya tamamen vasomotor merkezinin, derideki kü­ heybetli bir çıkma pencere vardı; salona tepeden bakan bir balkon, diğer üç köşeyi de dönüyor ve bu balkona ilk kat odaları açılıyordu. Ben antika yatak odası olan bu odalardan birisindeydim. Odanın penceresi arkamda kalacak durumda, yerde ayakta duruyordum, ve önümde, güneş ışığıyla parlayan sa­ londaki çıkıntılı cama, arasından baktığım açık bir kapı vardı. Yaslı olduğum için siyah bir elbise giymiştim- avcı ceketi, golf pantolon, tozluklar ve XI Lui tarzı Mefistofales’in operada giydiği türden siyah bir şapka. Tabii ki arkam­ daki pencereden, beni gören bir kişi için siyah bir siluet oluşturuyordum ve camdaki ışığa dalmış bir vaziyette tamamen hareketsiz olarak duruyordum. Balkona doğru ayak sesleri duyuldu ve yaşlı bir kadın (sanırım bakıcının kız kardeşiydi), kapıda göründü. Kapıyı açık olarak görünce şaşırdı, içeriye baktı ve etrafa bakınırken tarif ettiğim biçimde beni gördü. Anında, elektriklenmiş gibi bir silkinmeyle bana baktı, döndü ve bana paralel olarak durdu; hemen sonra sanki korkutucu durumu algılamamış gibi, tam boyuna yükseldi (daha önce eğiliyordu) ve tam anlamıyla ayak parmaklannın üzerinde durdu ve aynı zamanda her iki kolunu de savurarak, üstteki kolunu bedenine dik açıyla ve diğerini de üstteki koluna dik açıyla yerleştirdi, böylece kolları birbirine dik oldu. Avuçları bana bakan elleri açıktı ve her parmağı sert bir biçimde birbi­ rinden ayrılmıştı. Başı biraz geriye atılmış, gözleri şişmiş ve yuvarlaklaşmış ve ağzı geniş bir biçimde açılmıştı. Şapkası olduğu için saçlarının dikleştiğini göremedim.. Ağzını açarak, ayak parmakları üzerinde durduğu sürede (belki iki veya üç saniye) ve sonra da uzunca devam eden vahşi ve delici bir çığlık attı; bir şekilde kendine gelince, döndü ve hala bağırarak kaçtı. Beni şeytan veya hayalet sanmıştı. Bundan önce ve sonra bu kadar garip bir durumla kar­ şılaşmadığım için, tahmin edebileceğiniz gibi her davranışı canlı olarak beni etkiledi. Ben de yere çakılı bir durumda ona bakakaldım; benim düşünceli durumumdaki tepkim o kadar ani ve görünüşü o kadar acayipti ki, onu ‘tekin olmayan birisi* gibi algıladım ve evin çok eski ve yalnız olması nedeniyle, kendimi gözlerim şişmiş, ağzım açık buldum ama kadın kaçıncaya kadar ses çıkartamadım; sonra durumun garipliğini anlayarak onu sakinleştirmek için arkasından koştum.’ * (Mosso (La Peur, Fransızca çeviri, 1886, s. 8), tavşanlar irkildikleri za­ man, kulaklarında sonradan kızarmaya dönüşen, anlık bir solgunluk oluştuğu­ nu belirtiyor.)

313

çük damarların küçülmesine neden olmasına bağlıdır. Korku du­ yusuyla deri o kadar etkilenir ki, muhteşem ve anlatılamaz bir biçimde anında terleme oluşur. Bu ter çıkışı, yüzeyin soğuk ol­ ması nedeniyle daha da ilgi çekicidir ve bu yüzden buna soğuk terleme deriz; halbuki ter bezleri normal olarak yüzey ısınınca çalışırlar. Derideki kıllar dikleşir ve yüzeydeki kaslar titrer. Kal­ bin bozulan hareketi nedeniyle nefes sıklaşır. Tükürük bezleri normal çalışmaz; ağız kurur * ve genellikle açılıp kapanır. Az korkulunca, esneme eğilimi olduğunu izledim. Açık belirtilerin­ den birisi bedendeki bütün kasların titremesidir; ve bu sıkça du­ daklarda görülür. Bu nedenle ve ağız kuruduğu için, ses boğuk ve anlaşılmaz olur veya hiç çıkmaz. ‘Obstupui, steteruntque comae, et vox faucibus haesit. 4(‘şaşırdım, saçlarım dikleşti ve se­ sim boğazımda tıkandı.’)

Robert Levenson’la yaptığımız bir araştırmada/61 korkuyla ellerin soğuduğunu ve kızgınlıkla da ısındığını bulduk. Kaçmaya hazırlandığımız için kanın korkuyla ayaklara indiğini, ve vurmaya hazırlandığımız için elle­ re çıktığını düşünürüz. Bu duygu yönelimli fizyolojik harekette, cinsiyet farkı olmadığını bulduk.

Belirsiz korku için Job'te iyi bilinen önemli bir tanımlama vardır: ‘Gece görüntülerinden oluşan düşüncelerle, derin uyku bastırınca, korku üzerime düşer ve titreme kemiklerime kadar işler. Sonra gözümün önünden bir hayal geçer; tüylerim dikle­ şir: Önümde hareketsiz durur, ama şeklini ayırt edemem; bir gö­ rüntü gözlerimin önündeydi, sessizlik var ve şöyle bir ses duyu­ yorum: ölümlü, tanrıdan daha mı adil, insan, yaratıcısından da­ ha mı saf?’ (Job, iv, 13.) , * Bay Bain (The Emotions and the Will, 1865, s. 54), adeti şöyle açıklı­ yor: ‘Hindistan’da suçlular pirinç deneyinden geçirilirler. Suçlanan kişinin ağ­ zına bir avuç pirinç konulur ve kısa bir zamanda da bunu çıkartması istenir. Eğer pirinç topağı kuruysa, kişinin suçlu olduğuna karar verilir- suçlu bilinç tükürük bezlerini kurutuyor.

314

Korku, dehşete dönüşünce, şiddetli duygular gibi değişik sonuçlarla karşılaşırız. Kalp hızlı bir biçimde atar veya atışı bo­ zulur ve bayılma gelir; ölümcül bir solgunluk vardır; nefes alma zorlaşır; burun delikleri genişler; ‘nefessiz kalma, dudaklarda kasılma, yanak çukurunda titreme, yutkunma ve boğazın takıl­ ması’ oluşur;16 korumasız ve şiş göz bebekleri korkulan nesneye dikilir; veya rahatsız bir biçimde sağa ve sola dönerler, huc iline volvens oculos totumque pererrat (‘gözlerini bir yandan öbür yana çeviriyordu, tamamen kaybolmuş gibiydi’).1'1 Göz bebekleri büyür. Bedenin bütün kasları sertleşir veya kasılma hareketleri oluşur. Eller ani olarrk açılıp kapanır. Kol­ lar, kötü bir tehlikeden uzaklaşıyormuş gibi ileri uzatılır veya başa doğru hareket ederler. Bay Hagenaner son hareketi korkan bir AvustralyalIda görmüş. Başka durumlarda kaçmak için ani ve dayanılmaz bir istek oluşur; ve bu o kadar güçlüdür ki, ani bir panikle en cesur askerler bile böyle davranabilirler. Korku en yüksek seviyeye ulaşınca, korkunun dehşetli hay­ kırışı duyulur. Deride çok fazla ter oluşur. Bedenin bütün kaslan gevşer. Aşın halsizlik baş gösterir ve zihni yetenekler ortadan kalkar. Bağırsaklar etkilenir. Büzgen kaslar hareket etmezler ve beden içersinde bulunanlar artık tutulamaz. Dr. J. Crichton Browne akıl hastası olan, otuz beş yaşındaki bir kadında oluşan acı dolu, ama açıklanması gereken aşın kor­ kuyu anlattı. Nöbet geldiği zaman, şöyle bağınyormuş: ‘Burası cehennem!’ ‘Siyah bir kadın var!’ ‘Dışarıya çıkamıyorum!’- ve benzer şeyler söylüyormuş. Bağırırken, hareketleri gerilme ve titremeler arasında gidip geliyormuş. Bir an için ellerini kapatı­ yor, ellerini yan esnek bir biçimde önünde tutuyor; sonra da be­ denini öne doğru eğiyor ve hızla öne ve arkaya doğru sallanıyor, ellerini saçlarında dolaştınyor, boğazını sıkıca tutuyor ve elbise­ lerini parçalamaya çalışıyormuş. Stemo-cleido- mastoid kaslar, (başın göğüs üzerinde eğilmesini sağlarlar) sanki yutkunuyor gibi belirgin olarak çıkıyor ve önlerindeki deri kınşıyormuş. Sa­ kinken düz olan başının arkasında kısa kesilmiş olan saçı, dik

315

durumda ve elleriyle oynadığı ön tarafta darmadağınıkmış. Yüz ifadesi büyük bir zihinsel acı gösteriyonnuş. Yüz ve boyun deri­ si, köprücük kemiğine kadar kızarmış ve ahn ve boyun damarla­ rı kalın birer ip gibi duruyorlarmış. Alt dudak gevşemiş ve bir şekilde dönmüş. Alt çene ileri çıkmış vaziyette ağız yarı açıl­ mış, yanaklar çukurlaşmış ve burun deliği kanatlarından ağız köşelerine giden derin eğimli çizgiler oluşmuş. Burun delikleri kalkarak genişlemiş. Gözler geniş olarak açılmış ve alttaki deri şişmiş görünüyormuş; göz bebekleri büyümüş. Alın çapraz ola­ rak bir çok kırışıklıklarla kaplanmış, corrugatorların güçlü ve sürekli gerilmesi sonucunda ayrılan çizgilerle kaşlann iç uçlan çatılmış. Bay Bell de, Torino’da idam yerine götürülen bir katilde izlediği aşırı dehşet ve ümitsizliği anlatıyor.18 ‘Arabanın her iki yanında görevli rahipler ve ortada da katil oturuyorlardı. Bu sefil ümitsizliği dehşet içersinde izlememek olanaksızdı; ve yine de sanki garip bir çılgınlıkla yönelmiş gibi, dehşet do­ lu ve vahşi olan bu nesneye bakmamak olası değildi. Otuz beş yaşlarında görünüyordu; geniş ve yapılıydı; yüzü güçlü ve vahşi bir görünümdeydi; yarı çıplak ölü gibi solgun, dehşete düşmüş, elleri ve ayakları acıyla gerilmiş, elleri kasılmalarla kenetlenmiş, eğimli ve gergin kaşlarından ter akan, sürekli olarak önünde asılı olan bayraktaki Hz. İsa’nın resmini öpen; ama üzüntü ve vahşete düşmüş, sahnede sergilenen hi;bir oyunun onun hakkında en ufak bir fikir bile veremeyeceği bir durumdaydı.’ Sadece, dehşet içerisinde aşın halsiz kalmış olan bir ada­ mın durumunu ekleyeceğim. Kendisini zehirlediğini zannedile­ rek, iki kişinin iğrenç katili olan birisi hastaneye getirilmiş; ve ertesi sabah Dr. W: Ogle, kelepçeleri takılıp polis tarafından gö­ türülürken, onu dikkatlice gözlemiş. Solgunluk ileri derecedey­ miş ve zor giyinebilecek kadar halsizmiş. Terliyormuş; göz ka­ pakları ve baş, gözlerindeki bakış görülmeyecek kadar düşük­ müş. Alt çenesi düşmüş. Kaslarında gerilme yokmuş. Dr. Ogle,

316

saçlarının kalkık olmadığından çok emin, çünkü gizlemek ama­ cıyla boyarlarken yakından incelemiş. * Çeşitli insanların yüzlerinde oluşan korku ifadesi ile ilgili ola­ rak, bana bilgi verenler, işaretlerin AvrupalIlarla aynı olduğunu bil­ dirdiler. Hintlilerde19 ve SeylanlIlarda aşırı bir biçimde sergileniyormuş. Bay Geach, Malalıların dehşetle solduklarını ve titredikle­ rini görmüş; ve Bay Brough Symth, bir AvustralyalI yerli ‘çok kor­ kunca, esmer bir kişide bile görülebilecek şekilde, benzi attı dedi­ ğimiz duruma düşmüş. ** Bay Dyson Lacy, bir AvustralyalIdaki, aşırı korkuyu izlemiş, elleri, ayakları ve dudakları sinirli bir şekilde seğiriyor ve derilerinin üzerinde ter görülüyormuş. Vahşiler, korku işaretlerini AvrupalIlar kadar baskı altında tutmazlar ve genellikle çok titrerler. Garip İngilizce’siyle Gaika’nın söylediğine göre, Ka­ firlerde ‘beden titremesi çok görülüyor ve gözler geniş biçimde açılıyor!’ Korkan köpeklerde ve benim de izlediğim biçimde, may­ munların yakalanmaktan korktukları zaman olduğu gibi, vahşilerin büzgen kaslan genellikle gevşiyor. Saçın dikilmesi. Bazı korku işaretleri daha derin incelemeyi gerektiriyor. Şairler genellikle saçların ayakta olduklarından bah­ sederler; Brutus, Sezar’ın hayaletine şöyle diyor: ‘bu benim kanı­ mı dondurdu ve saçlarımı dikleştirdi’. Gloucester’in öldürülme­ sinden sonra Kardinal Beaufort, şöyle diyor: ‘saçlarını düzeltin; bakın, bakın havaya dikilmiş.’ Yazarlar genellikle hayvanlarda iz­ lediklerini mi, insanlara uyguluyorlar, bundan emin değilim ve Dr. J. Crichton Brovvne’ye akıl hastaları ile ilgili bilgi için yalvar* (Bay H. Jackson, aşağıdaki bölümü Odyssey'den aktarıyor ve Homer’in ‘bilinçli olarak ümitsizlik işaretlerini, halsizlik belirtileri ile tanımladı­ ğını’ söylüyor. Bölüm Telemchus’un (Od. , xviii, 235-42), eğilmiş baş, gevşe­ miş dizlerle ve şimdi Irus’un (iyi bir dayak yiyen) yürüycmeyecck halde ve gevşek ayaklarla, başını sarhoş gibi sallayarak, basımlarının boyun eğdiklerini görmek için dua ettiği sahneyi anlatıyor.) ** (N. von MikluchO-Macley (Natuıırkundig Tijdschrift voor Nederlandsch Indie, xxxiii, 1873), Papua Yeni Ginelilerin korku ve kızgınlıkla sol­ gunlaştıklarını belirtiyor. Normal renklerini koyu kahverengi çikolataya ben­ zetiyor.)

317

Şekil: 26 Saç biçimini göstermek için akıl hastası bir kadının fotoğ­ rafından alınmıştır.

dım. Ani ve aşırı dehşet altındaki hastalarda saçın kalktığını defa­ larca gördüğünü söyledi. Örneğin, acıtmamasına rağmen bunu ür­

kütücü bulan hasta bir kadının derisinin altına, bazen morfin iğne­ si yapmak gerekiyormuş; ama kadın kendisine zehir verildiğine inanıyormuş ve kemikleri gevşeyip, eti toz rengini alıyormuş. Ölü

gibi solgunlaşıyor ve tetanoz spazmı geçirircesine kasları sertleşiyormuş ve saçının önlerindeki kıllar kısmen dikleşiyormuş. Dr. Browne, akıl hastalarında çok sık görülen saç dikleşme­ sinin her zaman dehşetle ilişkili olmadığını belirtiyor. * Yıkıcı dürtüleri olan ve anlamsızca bağıran kronik delilerde belki daha * (St. Petersburlu bir PolonyalI olan M. Henri Stecki, (mektup, Mart, 1874), güçlü bir duygunun etkisi altında kalmadan saçları dikleşen Kafkasyah bir kadını anlatıyor. Kadınla özellikle tatlı konular konuşulurken, saçlarının yavaşça şekil değiştirdiğini görmüş. Kadın, güçlü bir duygudan etkilenince, saçlarının harekete geçerek ‘canlı gibi’ açıldıklarını ve kendisinin debundan korktuğunu anlatmış. Kadın o zaman deli değilmiş, ama M. Stecki, daha sonra delirdiğine inanıyor.)

318

çok görülüyor; ama şiddet nöbetlerinde bu daha açık olarak or­ taya çıkıyor. Korku ve kızgınlığın etkisi altında saçların dikil­ mesi, alt seviyedeki hayvanlarda gördüklerimizle tam uyum sağlıyor. Dr. Browne birkaç olayı kanıt olarak ortaya koyuyor. Hastanedeki bir adamda, her nöbet öncesinde ‘Shetland ponisinin yelesinde olduğu gibi, alnındaki saçlar kalkıyor.’ Nöbet aralarında fotoğraftan çekilmiş iki kadının fotoğraf­ larını yolladı ve kadınlardan birisi ile ilgili olarak, ‘saç durumu­ nun, zihinsel durumuna uygun ve belirgin bir biçim olduğunu’ ekledi. Bu, kopya edilip klişeye alınmış fotoğraflardan birisi, eğer biraz uzaktan bakılırsa, saçın çok kaba ve kıvırcık görünü­ mü dışında orijinalinin sadık bir kopyası görünümünde. Delile­ rin saçlarmdaki olağandışı görünüm sadece dikilmeleriyle ilgili değil, ama aynı zamanda, deri altı bezleri çalışmadığı için, kuru ve kötü görünümlü olmalarına da bağlıdır. Dr. Bucknill, bir deli ‘parmaklannın ucuna kadar delidir’ diyor;20 buna saçlarının ucu­ na kadar sözünü de ekleyebilirdi. Dr. Browne, akıl hastalannda, zihin ve saç durumları arasında­ ki ilişkiyi gösterecek bir deneysel onaylama olarak, kendisi, kocası ve çocuğu için ölümden korkan akut bir melankoli hastasına bakan bir eczacı eşinden bahsediyor. Mektup elime geçmeden önce şöyle söylemiş: ‘Hastanın yakında iyileşeceğini sanıyorum, çünkü saçla­ rı düzeliyor; ve her zaman hastalarımız iyileşmeye başlayınca, saç­ ları kaba ve taranmaz bir hal almaktan çıkıyor.’ Dr. Browne, bir çok hastasının saçlarının sürekli kötü bir durumda olmasını, kısmen kafalarının karışık olmasına, kısmen de alışkanlığa, yani ardı ardına gelen nöbetlerde saçın sık ve güçlü bir biçimde dikilmesine bağlıyor. Saç dikleşmesinin sık olduğu hastalarda, hastalık genellikle sürekli ve ölümcül olmak­ tadır; fakat dikleşmenin az olduğu hastalarda, zihin sağlığa ka­ vuşunca saçlar da düzleşiyor. Önceki bölümde, hayvanlarda tüy kabarmasının, her farklı

bezciğe ulaşan küçük, çizgisiz ve istem dışı kaslann gerilmesiy­ le oluştuğunu görmüştük. Bu harekete ek olarak, Bay J. Wo-

319

Şekil: 27 (Ekman şöyle diyor: Cambridge University’de, Davvin’in malzemeleri arasında klişenin yapıldığı asıl fotoğrafı buldum. Klişede belirgin olan alındaki kırışıklıklar, fotoğrafla yoktu. Kırışıklıkların fotoğrafta olduğunu ve zamanla solduklarını ak­ lıma bile getirmedim, çünkü onların oluşmasına neden olan kas hareketinin (corrugator ve frontalisin iç kısmı) üst göz kapağı­ nı üçgenlere bölmesi gerekiyordu ve bunun izi yoktu. Üzüntü­ lü bir kadına uyduğu için kırışıklıklar klişeye eklenmişti. Diğer bir çok fotoğraf için bu tür talimatlar olmasına rağmen, Darwin’in bu değişiklik için talimat verdiğine dair bir kayıt yok. Darwin farkında olmadan klişeci bunu kendiliğinden yapmış olabilir mi? Belki de Darwin bunu fark etti ama önemsiz buldu, çünkü ifade üzerinde değil saç üzerinde duruyordu. Bu değişik­ liğin nedeni her neyse, Darwin bu klişeyi orijinal bir veri ola­ rak kullanmamış oluyor.)

320

od’un bana bildirdiğine göre, başının önünde öne doğru ve arka­ sında arkaya doğru eğimli saçlan olan insanların saçlarının, occipito- frontalis veya kafa derisi kası tarafından ters yönlere doğru çekildiğini, deneyle ortaya çıkanmış. Bazı alt seviyedeki hayvanların sırtlarındaki omurgaların dikilmesinde önemli rol alan veya yardım eden benzeri penniculus carnosus gibi, bu kas da insan başındaki kılların dikilmesinde etkili gibi görünüyor. Platsma myoides kasının gerilmesi. Bu kas boynun iki ya­ nına dağılmıştır ve köprücük kemiğimin biraz altına iner, ya­ nakların alt kısmına kadar da yükselir. Risorius olarak adlandı­ rılan bir bölüm, tahta baskı Şekil 2 (M) (s. 64)’da görülmekte­ dir. Bu kasın gerilmesi, ağzın köşelerini ve yanağın alt bölüm­ lerini aşağı ve geriye çeker. Aynı zamanda, gençlerin boyunla­ rında ayrık, uzunlamasına, göze çarpan çizgiler ve yaşlı, ince kişilerde, beş çapraz kırışıklık oluşur. Bu kasın bazen istekle kontrol edilemediği söylenir; ama ağzını geriye ve aşağıya doğ­ ru güçlü bir biçimde çekmesi istenen herkes, bunu yapabilir. Öte yandan, boynunun sadece bir tarafını kontrol edebilen bir

adamı duydum. Sir C. Bell21 ve diğerleri bu kasın korkuyla güçlü bir biçim­ de gerildiğini söylüyorlar; ve Duchenne, duygunun bu şekilde ifadesinin önemini vurguluyor ve onu korku kası22 olarak adlandınyor. Öte yandan, geniş açılmış gözler ve ağız olmadan geril­ mesinin, ifadesiz olduğunu kabul ediyor. Aynı ihtiyar adamın, elektrikle kaşlarının güçlü bir biçimde kalktığı, ağzının açıldığı ve platysmanın gerildiği eski bir fotoğrafını veriyor (Şekil 29) (tahta baskıda kopyalanarak küçültülmüş (Şekil 28)). Asıl fotoğ­ raf 24 kişiye gösterildi ve ifadenin ne anlama geldiğine dair bir açıklama yapmadan hepsine teker teker soruldu: 20 adedi he­ men, ‘yoğun korku’ veya ‘dehşet’ dediler; üç kişi acı ve bir kişi rahatsızlık dedi. Dr. Duchenne, aynı yaşlı adamın elektrik veri­ lerek, platysmasmın gerilmiş, gözleri ve ağzı açık ve kaşlarının olduğu başka bir fotoğrafını veriyor. Böylece ortaya çıkan ifade çok çarpıcı (Bkz. Şekil 30); kaşlann eğimi, görüntüye zihinsel

321

bir ıstırap katıyor. Orijinal (şekil 31), 15 kişiye gösterildi; 12 ki­ şi korku ve dehşet dedi ve 3 adedi büyük acı olarak yanıtlandır­ dı. Bu durum, Dr. Duchanne tarafından verilen diğer fotoğrafla­ rın incelenmesi ve tartışılanlar sonucunda, platysmanın gerilme­ sinin korku ifadesine çok katkıda bulunduğundan en ufak bir şüphemiz kalmıyor. Yine de bu kasa korku kası denemez, çünkü gerilmesi her zaman bu zihin durumuna bağlı değil. Aşırı korkan bir insan, ölüm solgunluğu, deriden akan ter dam­ laları, aşın halsizlik ve platysma dahil bütün beden kaslarının gev­ şemesiyle bunu çok açık olarak gösterebilir. Dr. Browne akıl hastalannda bu kası sıkça titrer ve gerilirken görmesine, büyük korku çe­ ken hastaları yakından incelemesine rağmen, bunu onların duygusal koşullarıyla ilişkilendirecek bir yol bulamadı. Öte yandan, Bay Nicol, melankoli etkisinde olan hastalarda, aşın korkuyla beraber ka­ sın az veya çok gerildiği üç olay izledi; fakat bu olayların birisinde, boyun ve baş etrafındaki bazı kaslar da kasıldılar. Dr. W. Ogle, Londra hastanelerinden birisinde, benim için, kloroform etkisi altına girmekte olan 20 hasta gözlemledi. Bir ürperme sergiliyorlar, fakat büyük bir korku yok. Bunların sade­ ce dördünde platysma gözle görülür bir biçimde gerildi; ve has­ talar ağlayıncaya kadar da gerilmedi. Kas her derin nefes alışta geriliyor gibi görünüyor; böylece gerilmesinin korku duygusuna bağlı olduğu şüpheli. Beşinci olayda, kloroform almamış hasta» çok korktu; ve platysma, diğer durumlara göre daha güçlü ve sürekli olarak gerildi. Burada bile şüpheye yer var, çünkü çok fazla hareketli gibi görünen kas, ameliyat bittiği zaman, adam başını yastıktan kaldırdığında sadece Dr. Ogle tarafından geril­ miş olarak görüldü. Boynun yüzey kasının özellikle korku anında gerilmesi beni şaşırtıyor, bana bilgi verenlerden diğer koşullar altında bu kasın gerilmesini araştırmalarını istedim. Aldığım bütün yanıtları yaz­ mam gereksiz olacaktı. Alınan sonuçlara göre, kas, değişik koşul­ lar altında, değişik biçim ve derecelerde hareket ediyordu. Kuduz­ da çok şiddetli olarak, tetanozda da bir dereceye kadar geriliyor­

322

du, gerilme bazen de kloroform baygınlığı sırasında belirgin bir biçimde ortaya çıkıyordu. Dr. W. Ogle nefes alma zorluğu çektik­ leri için nefes borularının açılması gereken iki erkek hastayı izle­ miş ve her ikisinde de platysma güçlü bir biçimde gerilmiş. Adamlardan birisi başında konuşan doktorları duymuş ve konuş­ mayı başararak, korkmadığım söylemiş. Dr. Ogle ve Dr. Langstaff, solunumun güçleştiği ama soluk borusunun açılmadığı diğer durumlarda, platysmanın gerilmediğini izlemişler.

Şekil: 28 Korku. Dr. Duchenne’nin bir fotoğrafından almmıştm (Ekman şöyle diyor: Araştırmalarımız bu korkulu yüz ile ilgili olarak bazı problemler ortaya çıkartıyor. Darwin ve Ducnenne üst göz kapağı­ nın güçlü bir biçimde kalkmasının ve alt kapağın gerilmesinin öne­ mini atlamışlar. Ayrıca şekil 28 de gösterildiği gibi, kaşlar sadece kalkmamış, fakat bir araya gelmiş. Dudaklann görünümü doğru ol­ masına rağmen, ortaya çıkan tanım yanlış. Dudaklarda dikey geril­ me yaratılabilmesi için, platysmaya giden bir kol olan, risorious ka­ sı gerilmelidir. Normal olarak bu platysmayı da işin içine sokar ama risoriousu germeden platysmayı germek olanaksızdır.) 323

Bay J. Wood. çeşitli yayınlarında da görüldüğü gibi, beden kaslarını dikkatli bir biçimde incelemiş ve platysmanın, kusma» bulantı ve iğrenme sırasında gerildiğini görmüş; çocuklar ve ye­ tişkinlerde dehşetin etkisiyle bu oluyormuş- örneğin, münakaşa edip, bağıran bir İrlandalI kadının el hareketleri esnasında. Bu belki de yüksek ve kızgın ses tonuna bağlıdır.

Şekil: 29 (Ekman şöyle diyor: Çizimin yapıldığı asıl fotoğrafı da (Şekil 29) ekledim. Danvin, Şekil 29’da açık bir biçimde görü­ nen elektrodlan, klişecisine çıkarttırmış. Talimatı, ‘elektrik afet­ lerini ve çalışan kişinin ellerini kaldır’ biçimindeydi. Klişecisi­ ne Şekil 31 için de aynı talimatı vermiş. Bunları şekil 30 da ne­ den bıraktığını bilmiyorum. Belki de rahatsız edici olduklarını düşündüğü için, olanak olduğu her keresinde onları kaldırmış (tahta baskılar hazırlanırken), ama bunlar kolayca yok edileme­ yecekleri için fotoğrafta kalmışlar.) 324

Çok iyi müzisyen olan ve yüksek notaları okuyan tanıdığım bir hanımda platysma hep geriliyordu. Flüt çalan bazı genç er­ keklerde de bu oluşuyor. Bay J. Wood, kalın boyunlu ve geniş omuzlu kişilerde, platysmanın gelişmiş olduğunun bulduğunu söyledi; ve bu özelliklere sahip olan ailelerde, kasın gelişmesi, alın derisini hareket ettiren, benzer occipito- frontalis kasının üzerindeki istem içi güç kullanılmasına bağlıdır.

Şekil: 30 (Ekman şöyle diyor: Prodger, Duchenne için şöyle söyle­ miş: ‘İfade durumlarını ortaya koymak amacıyla, elektriksel uyarı sistemleriyle, fotoğrafçılığın birleştirilmesi, Duchenneye, ifadenin çalışılmasında örneği olmayan bir kontrol gücü vermiş. Böylece, elektrikle ifadeyi yaratarak, fotoğrafla sabitlemiş/c65 Prodger, ek 3’e bakın. )

325

Darwin, Duchenne’nin, platysmanın korkulu bir yüz yaratmak için hareket edeceği savıyla problem ya­ şamakta haklıydı. Danvin platysmanın çok değişik ko­ şullarda gerildiğini doğru olarak belirtmişti; korku, kız­ gınlık. acı veya ıstırapla oluşabilir, ama bu ifadelerin hiç biri için gerekli bir hareket değildir. Darwin, risorious kasının ağız korkusu yaratmasındaki öneminden bahset­ memiş. (323. sayfadaki eleştirimde anlatmıştım.)

Anlatılan durumların hiç birisi platysmanın korkunun etki­ siyle gerilmesi konusuna ışık tutmuyor; ama, bence, şimdi anla­ tacağım vakalarda, durum değişik. Daha önce de bahsedilen ve boynunun tek tarafındaki kası istem içi olarak hareket ettirebi­ len beyefendi, irkildiğinde her iki taraftaki kası da hareket edi­ yordu. Hastalık nedeniyle veya bir ameliyat öncesi oluşan ağla­ ma nöbetlerinde nefes almak zorlaşınca, belki de ağzı geniş bir biçimde açmak için bu kasın bazen gerildiğine dair kanıt veril­ mişti. Bir kişi ne zaman ani bir görüntü veya ses nedeniyle irkilirse, hemen nefesini tutar; ve böylece platysmanın gerilmesi­ nin, korku duygusuyla bir ilişkisi olabilir. Fakat bence daha et­ kili bir ilişki var. Korkunun ilk algılanması veya korkunç bir şe­ yin hayali, genellikle tüyleri ürpertir. Acılı bir düşünceye dal­ mışken, istem dışı olarak ürperdiğimi fark ettim ve açıkça platysmanın gerildiğini izledim; ve ürpermeyi her uyarışımda da bu böyle oldu. Başkalarına da bu şekilde hareket etmelerini söyledim; bazılannda gerilme oldu, diğerlerinde olmadı. Oğul­ larımdan birisi yataktan çıkarken soğuktan ürperdi ve elini boy­ nuna götürünce, kasın güçlü bir biçimde gerildiğini anladı. Son­ ra, daha önce de yaptığı gibi istem içi olarak ürperdi, ama platysma etkilenmedi. Bay J. Wood, muayene için soyunduklannda, korkmamalanna rağmen sadece soğuktan titreyen hasta­ larında, bir çok kere bu kasın gerildiğini izlemiş. Ne yazık ki, sıtma nöbetinde olduğu gibi bütün beden titrediğinde, platysmanın gerilip gerilmediğine emin değilim. Ama ürperme esnasında genellikle geriliyor; ve ürpenne ve titreme korkunun ilk duyula­

326

n olduğu için, sanırım, bu durumdaki hareketine bir kanıt bul­ muş oluyoruz. * Yine de gerilmesi korkunun kaçınılmaz bir ta­ mamlayıcısı değil; çünkü halsizliğe neden olan aşın dehşette hiç hareket etmeyebilir. Gözlerin büyümesi. Gatriolet, sürekli olarak, dehşet duru­ munda gözlerin çok büyüyeceğini söylüyor?1 Bu cümlenin doğru olduğundan şüphe etmiyorum, ama, deli bir kadının büyük korku duymadan önceki durumu haricinde doğrulayıcı kanıt elde ede­ ** medim, Roman yazarları gözlerin çok büyüdüğünü söylerler­ ken, sanırım göz bebeklerini kastediyorlar, Munro’nun, ışık mik­ tarından bağımsız olarak, heyecanlanan papağanlarda irisin etki­ lendiğine dair cümlesi14, bu soruyla ilgili gibi görünüyor; fakat Profesör Donders, bizim gözümüzü yaklaşan bir görüntüye uyar­ lamak için hareket ettirdiğimiz biçimde, bu kuşların gözlerinde sıkça gördüğü bu hareketin, uzaklık ayarlaması ile ilgili olabilece­ ğini söylüyor, Gratiolet, büyümüş gözlerin sanki derin bir karanlı­ ğa bakıyor duygusunu verdiğini söylüyor. Şüphesiz, insanların korkulan genellikle karanlıktan etkileniyor; ama sabit ve birleşik bir alışkanlığın, sıklıkla ve sadece, böylece oluştuğu söylenemez. Gratiolefin cümlesini doğru olarak kabul edersek, beynin, korku­ nun güçlü duygusundan doğrudan etkilenerek, göz bebeklerini de etkilemesi daha olası görünüyor; fakat Profesör Donders, bunun çok karmaşık bir konu olduğunu söyledi. Netley Hastanesinden Dr. Fyffe’nin, sıtma nöbetinin soğuk döneminde, iki hastasının göz bebeklerinin açıkça büyüdüğünü izlediğini, konuya ışık tut­ mak amacıyla ekleyebilirim. Profesör Donders de baygınlık baş­ langıcında göz bebeklerinin sıkça büyüdüğünü görmüş. * Duchenne, bu konuyu (ibid s. 45) platyamanın korkuyla (frİssion de la peur) titreme sonucunda gerilme bakış açısıyla ele almışsa da; hareketi, başka her yerde, dört ayaklıların dikilmesine neden olan korku ile karşılaştırıyor; bu­ nu doğru olarak kabul etmek çok zor. ** (Souıhampion’dan bay T. W. Clark, (mektuplar, 25 haziran, 16 Eylül 1875), su spanyeli, av köpeği, tilki teriyeri ve kedide korkuyla büyüyen göz bebeğini anlatıyor. Mosso {La Peıır, s. 95), acının göz bebeğini büyüttüğünü SchifFden aktarıyor.) 327

Dehşet. Bu durumdaki zihin korku yaşamaktadır ve bazen aynı anlamda da kullanılır. Klorofonnun bulunmasından önce insanlar beklenen bir ameliyat düşüncesinden çok dehşet duy­ muş olmalılar. Milton’un da kullandığı gibi, bir kişiden korkan ve nefret eden başka bir kişi için, ondan dehşet duyuyor denir. Birisini, örneğin bir çocuğu ani oluşan bir tehlike içersinde gö­ rünce de dehşet duyanz. İşkence edilen veya edilecek bir kişiyi gören hemen her kişi bu duyguyu ileri derecede duyar. Bizim için çok tehlikeli olmayan durumlarda; hayal ve sempatinin gü­ cüyle kendimizi acı çekenin yerine koyar ve korkuya benzer bir şey duyanz. Sir C. Bell, söyle diyor:25 ‘dehşet enerji doludur; beden gerginliği en üst seviyededir ve cesaret korkuyla kırılmıştır.’ Böylece, dehşet, genellikle kaşların güçlü gerilmesiyle beraber oluşabilir; fakat korku unsurlardan biri olduğu için, corrugatorların zıt hareketinin buna izin verdiği ölçüde, gözler ve ağız açılır ve kaşlar kalkar. Duchanne, yaşlı adamın eskisi gibi göz­ leri bir şekilde dik bakan, kaşları kısmen kalkmış ve güçlü bir biçimde kasılmış, ağzı açılmış, platysma hareketli ve hepsi elektrikten etkilenmiş bir fotoğrafını veriyor6 (Şekil 31). Bu şekilde oluşan ifadenin, kötü acı veya işkence sonucunda olu­ şan dehşeti gösterdiğini düşünüyor. Acılarının gelecek için deh­ şet duymasına izin verdiği kadarıyla, işkence gören kişi dehşeti en ileri biçimde sergileyecektir. Bu fotoğrafın aslını (Şekil 32) değişik yaş ve cinsiyetlerde 23 kişiye gösterdim; 3 adedi he­ men dehşet diye yanıtladılar; 16 kişi de Duchenne’nin düşünce­ sine uygun olarak yanıtladılar. 6 kişi, şüphesiz, açık ağızdaki özelliği gözden kaçırarak, güçlü biçimde gerilmiş olan kaşlar nedeniyle kızgınlık dediler. Birisi iğrenme dedi. Genel olarak korku ve dehşeti iyi bir biçimde ortaya koyduğumuz anlaşılı­ yor. Dalıa önce bahsi geçen fotoğraf (Şekil 30) da dehşeti sergi­ liyor; fakat kaşlardaki eğim büyük bir zihinsel enerji yerine ıs­ tırabı gösteriyor.

328

Dehşet ve Istırap. (Soldaki baskı (Şekil 31) Duchenne’nin yukarıda gösterilen fotoğrafından kopyalanmıştır (Şekil 32, sağ taraf). Elektrotların olmadığı dikkat çekiyor.)

Osford English Dictionary, Darvin’in ‘dehşet’ teri­ mini, aşırı korku ve iğrenmenin beraberce olduğu aynı biçimiyle tanımlıyor. Ama benim verilerime göre şekil 31, Duchenne’nin söylediği gibi dehşeti değil, aşırı kor­ kuyu gösteriyor. Dehşet, genellikle değişik kişilerde farklı olan çeşitli hare­ ketlerle birlikte oluşur. Fotoğraflardan da görüldüğü gibi, bütün beden genellikle tamamen döner veya kasılır; veya eller sanki ürkütücü bir nesneyi itmek istiyormuş gibi ileriye uzanır. Algı­ ladıkları dehşetin sahnelerini canlı olarak göstermeye çalışan aktörlerden çıkarttığım kadarıyla, en çok görülen hareket, iki yana veya göğse sıkıca bastınlmış eğik kollarla birlikte iki om­ zun kaldınlmasıdır. Bu hareketler üşüyünce yaptıklanmıza çok * yakın; genellikle ürperme ve göğsün o anda daralıp açılmasına * (Bu insanlara has bir davranış değil. Yazar maymunların üşüyünce bir­ birlerine sokulduklarını, başlarını çekip omuzlarını kaldırdıklarını belirtiyor.)

329

bağlı olarak, derin nefes alıp verme ile birlikte oluşuyorlar. Bu durumda uh veya ugh sesleri çıkıyor.27 Üşüdüğümüz veya deh­

şete düştüğümüz zaman, kıvrılmış olan ellerimizi neden bedeni­ mize bastırarak, omuzlarımızı kaldırdığımız ve ürperdiğimiz konusu ise açık değil. * Sonuç. Basit bir dikkatten, şaşkınlığa, korku ve dehşete doğru değişen, korkunun değişik ifade biçimlerini açıklamaya çalıştım. Bazı işaretler alışkanlık, birleşme veya kalıtım ilkesiy­ le edinilmiş olabilirler- etrafımızda olanları süratle görebilmek ve kulağımıza gelen her sesi ayırt edebilmek için, kalkan kaşlar­ la birlikte ağzın ve gözlerin geniş bir biçimde açılması gibi. Böylece alışkanlıkla kendimizi, bir tehlikeyi anlamak veya ona karşı koymak için hazırlarız. Korkunun bazı diğer işaretleri için de aynı şekilde, kısmen aynı ilkeler doğrultusunda düşünülebi­ lir. Nesiller boyunca insan, düşmanlarından veya tehlikeden ba­ şı önde kaçmaya çalıştı veya şiddetle onlarla mücadele etti; bu güç kullanımı, kalbin hızlı çarpmasına, nefesin sıklaşmasına, göğsün yükselmesine ve burun deliklerinin genişlemesine ne­ den oldu. Bu mücadeleler en son noktasına kadar verildiğinde, sonuç ileri derecede yorgunluk, solgunluk, terleme, bütün kasla­ rın titremesi veya tamamen gevşemesi şeklinde oldu. Şimdi de ne zaman aşın korku duyulursa, herhangi bir güç kullanımı ol­ masa da, kalıtım ve birleşmenin gücüyle aynı sonuçlar ortaya çıkıyor. Yine de, dehşetin yukarıda anlatılan, kalp atışı, kaslann tit­ remesi, soğuk terleme vs. gibi belirtilerinin çoğu, büyük ölçüde, * (Viyana’dan Profesör Gomperz bir mektubunda (25 ağustos 1873), kıvrılmış ellerin iki tarafa bastırılmasının önceleri, soğuk duygusuna yaralı olabilmek için, soğuğun duyulması ile beraberce oluştuğunu söylüyor. Böyle­ ce, bu hareket soğuktan ürperme ile birlikte oluşuyor. Dehşet nedeniyle ürper­ me oluşunca da, yukarıdaki hareket sadece üşüme duyusunda birleşik’ olduğu için ortaya çıkıyor. Bu bakış açısı ürpermenin nedenini açıklamıyor- ama deh­ şet ifadesinin bir parçası olarak, diğer hareketin nedenini anlamada yardımcı oluyor. Soğukla birlikte ellerin neden hareket ettiğini anlamak zor değil, çün­ kü elleri bükerek ve iki yana bastırarak etkilenen alan daraltılıyor.)

330

zihnin güçlü bir biçimde etkilenmesi sonucunda, beyin-omurilik sisteminden bedenin çeşitli kısımlanna giden sinir gücünün ke­ silmesi veya engellenmesine bağlıdır. Bağırsak sisteminin deği­ şen salgılan ve bazı bezlerin işlevini yitirmesinde olduğu gibi, bu nedene alışkanlık ve birleşmeden bağımsız olarak güveli bir şekilde bakabiliriz. Her nasıl oluştuysa, bazı hayvanların, diğer başka istem içi hareketleriyle birlikte, düşman karşısında kor­ kunç görünmesini sağladığı için, saçın hayvanlarda istem dışı dikilmesi ile ilgili olarak iyi bir nedenimiz var; ve hayvanlarda­ ki bir çok benzer istem içi ve dışı hareketleri insanlannkilerle ilişkili olduğuna göre, insanların kalıtım yoluyla bunların şimdi yararsız olan kalıntılarını taşıdığına inanabiliriz. İnsanın bütün

çıplak bedeni boyunca, üzerinde dağılan kılları dikebilen, küçük çizgisiz kasın, bugüne kadar korunmuş olması ve insanın bağlı olduğu takımdaki alt seviyeli hayvanlarda korku ve kızgınlık duyulduğunda yine tüyleri kaldırması dikkat çekici.

331

BÖLÜM: XIII

KENDİNE DİKKAT GÖSTERMEK UTANÇ - ÇEKİNGENLİK ALÇAK GÖNÜLLÜLÜK: YÜZ KIZARMASI Yüz kızarmasının doğası - Kalıtım - Bedenin en çok etkilenen bölümleri - İnsanın çeşitli ırklarında yüz kı­ zarması - Beraberindeki hareketler - Akıl kanşıklığı Yüz kızarmasının nedenleri - Kendine dikkat göster­ mek, temel unsur - Çekingenlik - Geleneksel ilkelerin ve ahlaki yasaların delinmesi sonucu utanç - Alçak gö­ nüllülük - Yüz kızarma kuramı - Özet

Bütün ifadeler içersinde, yüz pembeleşmesi en özel ve en insana ait olanıdır. Maymunlar heyecanlanınca pembeleşirler ama herhangi bir hayvanın pembeleşeceğine inanabilmemiz için çok fazla kanıt gerekli. Yüzün pembeden kırmızıya dön­ mesinin nedeni, küçük damarların kas kaplamalarının gevşe­ mesine bağlıdır ve böylece kılcal damarlar kanla dolar; ve bu da uygun vasomotor merkezinin etkilenmesine bağlıdır. Eğer aynı zamanda fazla bir zihinsel rahatsızlık varsa, genel kan dolaşımı şüphesiz etkilenecektir; fakat, utanç duygusuyla, yüzdeki küçük damarların kanla dolması kalbin hareketine bağlı değildir. Deriyi gıdıklayarak gülmeye, vurarak ağlamaya veya kaş çatılmasına neden olabiliriz veya korku acısıyla titre­ yebiliriz vs., fakat yüz pembeleşmesi sağlayamayız, Dr. Burgress’in dediği gibi1 bunu fiziksel olarak yapamayız- yani bede­ nin bir hareketiyle. Zihin etkilenmelidir. Yüz kızarması sadece istem dışı değildir; dikkat ederek onu bastırma isteği, eğilimi arttırır.

332

Gençler yaşlılara göre daha rahatça kızarırlar, ama çocuk­ luklarında bu rahat olmaz, * bu bebeklerin heyecanla kızardıkla­ rını bildiğimiz için, bu ilgi çekici. İki üç yaşlarında yüzleri pem­ beleşen iki kız ile ilgili olarak güvenilir bilgi aldım; ve bir yaş daha büyük başka duyarlı bir çocuk, hatası nedeniyle azarlandı­ ğında kızarıyordu. Daha ileri yaştaki bir çok çocuk, belirgin bir biçimde kızarırlar. Kızarmak için, bebeklerin zihinsel yetenekle­ ri tam gelişmemiş gibi görünüyor. Bu nedenle idiyotlar da çok kızarmıyorlar. Dr. Chricton Brovvne, bakımı altında olanları be­ nim için inceledi; neşe dolayısıyla, önlerine yemek konunca ve kızgınlıkla yüzleri kızarmasına rağmen gerçek bir kızarma göre­ medi. Yine de bazıları, tam olmamaktı beraber kızarıyorlardı. Küçük kafalı bir idiyotun 13 yaşında) Ken, mutlu olunca veya neşelenince gözlerinin parladığını ve muayene için soyununca da kızararak öte yana döndüğünü, Dr. Behn açıkladı.2

Amerikalı gelişim psikologu Michael Lewis,f66 Danvin’in kızarmanın başlangıç yaşı ile ilgili olan bilgi­ lerini onaylıyor. Levvis utanmanın ilk önce iki, iki buçuk yaşları arasında görüldüğünü söylüyor. Batı kültürlerin­ de kadınların erkeklerden daha fazla kızardığını da ka­ bul ediyor. Kadınlar erkeklerden daha çok kızarırlar. Yaşlı bir adamı kızarırken görmek olasılığı pek yoktur, ama yaşlı bir kadını gö­ rebilirsiniz. Körlerde kaçamıyor. Bu şekilde doğan ve tamamen sağır olan Laura Bridgman, kızarıyor? Worchester College’de müdür olan R. H. Blair, akıl hastanesinde doğan yedi çocuktan üçünün yüzlerinin çok kızardığını söyledi. Kör olanlar önce iz­ lendiklerini fark etmiyorlar ve Bay Blair’in anlattığına göre, bu izlenimin zihinlerinden çıkmamaları eğitimlerinin en önemli kısmı; ve bu izlenimin elde edilmesiyle ve kişisel dikkatle kı­ zarma eğilimi artıyor. * Dr. Burges, ibid, s. 56. 33. sayfada da, aşağıda belirtildiği gibi, kadın­ ların erkeklerden daha fazla kızardıklarından bahsediyor.

333

Kızarma eğilimi kalıtımsal. Dr. Burgess, anne, baba ve on çocuklu bir aileyi anlatıyor;4 herkes acı verecek dereceye kadar kızanyormuş. Çocuklar büyümüş; ‘ve bazılan bu duyarlı olduk­ ları rahatsızlıktan kurtulabilmeleri için seyahate yollandı, ama hiç yaran olmadı.’ Kızarmanın özellikleri bile kalıtımsal görü­ nüyor. Sir James Paget, bir kızın bel kemiğini incelerken, kızar­ manın özel bir durumuyla karşılaşmış; önce kırmızı büyük bir parça bir yüzünde belirmiş ve sonra çeşitli parçalar yüzüne ve boynuna yayılmış. Sonra, kızın annesine, kızının hep böyle kızanp kızarmadığını sormuş; ve cevap, ‘evet, bana benzedi.’ ol­ muş. Sir J. Paget, bu soruyla annenin de kızardığını görmüş; ve kadın, kızının gösterdiği özellikleri göstermiş. Genellikle, sadece yüz, kulaklar ve boyun kırmızılaşır; fakat bir çok kişi iyice kızarırken, bütün bedenlerinde sıcaklık ve yanma duyarlar: bu bütün yüzeyin bir biçimde etkilendiği­ ni gösteriyor. Kızarmanın bazen alında başladığı söylenir, ama daha çok yanaklarda başlayarak, kulaklara ve boyna yayı­ lır.5 Dr. Burges tarafından incelenen iki Albinoda (Ç.N.: do­ ğuştan beyaz saçlı olanlar), kızarma, yanaklarındaki, kulak al­ tı tükürük bezleri sinir ağının üzerindeki küçük yuvarlak bir noktadan başlıyordu ve büyük bir yuvarlağa dönüşüyordu; her ikisi de aynı anda oluşmasına rağmen, bu kızarma dairesi ile, boyundaki kızarma arasında belirgin bir sınır çizgisi vardı. Albinolarda kırmızı olan retinanın da aynı zamanda kırmızılı­ ğı artıyordu.6 Herkes, ilk kızarmadan sonra, diğerlerinin ne kadar rahatlıkla oluştuklarını fark etmiştir. Kızarma öncesi, deride özel bir duyumsama olur. Dr. Burgess’e göre, cilt kı­ zarmasını, hafif bir sararma izler ve bu kılcal damarların ge­ nişledikten sonra daraldıklarını gösterir. Çok az olarak, yüz kızarmasına neden olacak koşullarda, sararma oluşur. Örne­ ğin, genç bir hanım, büyük ve kalabalık bir partide, geçen bir görevlinin düğmesine saçının sıkıca takıldığını, ve kurtarmak için zaman geçtiğini anlattı; ve arkadaşları ona tamamen sa­ rardığını söylemişler. 334

Beden kızarmasının nereye kadar vardığını öğrenmek isti­ yordum; ve sık olarak gözlem yapma şansı olan Sir J. Paget, iki, üç yıl boyunca benim için bu konuyla ilgilenmek nezaketini gösterdi. Yüzü, kulakları ve ensesi yoğun olarak kızaran kadın­ larda, kızarma genellikle bedenin altına doğru yayılmıyor. Köp­ rücük ve kürek kemiklerine kadar indiğini çok az görüyoruz; ve kendisi kırmızılığın, göğsün üst kısmının altına kadar geldiğini hiç görmemiş. Bazen kırmızılığın aşağıya doğru aşamalı olarak ve hafifçe değil, düzensiz kırmızı lekelerle yok olduğunu gör­ müş. Dr. Langstaff, yüzleri kızarırken, bedenlerinde hiçbir kı­ zarma görülmeyen bazı kadınlan benim için izledi. Kızarma gösteren bazı akıl hastalannda, Dr. J. Crichton, birkaç kere kı­ zarmanın köprücük kemiğine ve iki keresinde de göğüslere ka­ dar indiğini görmüş. Bana, sara hastası olan 27 yaşındaki evli bir kadını anlattı. Kadının hastaneye geldiği sabah, Dr. Browne, asistanlanyla birlikte onu yatağında ziyaret etmiş. Yaklaştığı an­ da yanaklan ve şakaklan kızarmış ve bu hızla kulaklarına yayıl­ mış. Çok rahatsız ve ürkekmiş. Ciğerlerini dinlemek için sabah­ lığını çözmüş; ve parlak bir kızartı, kemerli bir çizgi halinde her göğsünün üçte birlik üst kısmına doğru yayılmış ve göğüsleri arasındaki göğüs kemiğine kadar devam etmiş. Olay ilgi çeki­ ciydi, çünkü kızartı, kendisinin bu bölümüne dikkati çekilme­ den önce, aşağı yayılmamıştı. Muayene devam ettikçe, kendini toparladı ve kızartı yok oldu; ama sonraki bazı muayenelerde de aynı durum oluştu. Anlatılanlar, genel kural olarak, İngiliz kadınlarında, kızar­ manın boynun ve göğsün alt kısmından aşağıya inmediğini gös­ teriyor. Yine de, Sir J. Paget, son zamanlarda güvenebileceği bir bilgi aldığını ve kaba olduğuna inandığı bir durum karşısında şok olan bir genç kızın, bütün kann bölgesinin ve ayaklannın üst bölümlerinin kızardığını bildirdi. Morau,7 istemeyerek mo­ delliğe razı olan bir kızın, ilk kez elbiselerini çıkannca, göğsü­ nün, omuzlarının, kollarının, ve bütün bedeninin kızardığını ün­ lü bir ressama dayanarak, aktarıyor.

335

Bir çok durumda, sadece yüz, kulaklar ve boyun kızanrken, neden bütün beden yüzeyinin genellikle yanarak, sıcaklık du­ yulduğu sorusu çok ilgi çekici. Bu temel olarak, deri yüzeyi ve beraberinde olan kısımların, hava, ışık ve sıcaklık değişiklikleri­ nin etkilerine normal olarak açık olması ve böylece küçük damarlann hemen genişleme ve büzülme alışkanlıklannın olması dışında, aynı zamanda bedenin diğer bölgelerindeki yüzeylere göre çok daha fazla gelişmiş olmasına bağlı.8 Belki de aynı ne­ dene bağlı olarak, M. Moreau ve Dr. Burges’in söyledikleri şe­ kilde, ateş nöbeti, normal ateş, aşın güç kullanımı, kızgınlık, hafif darbe, vs. gibi belirli koşullarda, yüz, kızarmaya çok eği­ limli oluyor; öte yandan, soğuk ve korku nedeniyle soluklaşma ve hamilelikte renksizlik oluşuyor. Çiçek hastalığı, yılancık vs. gibi hastalıklarda da, deri şikayetleri yüzde oluşur. Çıplak dola­ şan bazı insan ırklarının, kollarının, göğüslerinin, hatta belleri­ nin kızarması da bu bakış açısını destekliyor. Dr. J. Crichton Browne’nin anlattığına göre, çok kızaran bir hanım, utanınca veya rahatsız olunca, yüzü, boynu, göğsü ve elleri kızarıyordu, * yani bedeninin açıkta olan bütün kısımları. Yine de. yüzün ve boynun alışkanlıkla açıkta tutulmasının ve bunun sonucu olarak her türlü dürtüye tepki verebilmesinin, İngiliz kadınlannda, di­ ğer yerler yerine bu kısımların kızarması için yeterli neden oluş­ turacağı şüphelidir; çünkü sinir ve küçük damarlara sahip, yüz ve boyun kadar havaya açık olan eller, çok az kızanr. Bedenin başka bir bölümünden çok, daha sık ve istekli olarak yüze yö­ neltilen zihin durumunun daha yeterli bir açıklama getirebilece­ ğini şimdi göreceğiz. Çeşitli insan ırklarında yüz kızarması. Çok koyu ırklarda belirgin bir renk değişimi görülmese de, bütün insan ırklarında, utanç duygulan nedeniyle yüzdeki küçük damarlar kanla dolar. * (Genç bir hanım şöyle yazıyor: ‘Piyano çalarken, birisi gelir ve bana bakarsa, ellerime baktığını düşünerek, daha önce hiç kızarmamalarına rağmen, ellerimin kızarmasından korkanm. Öğretmenim, ellerimin uzun olduğunu ve­ ya geniş olarak açılabileceğini söylediği veya dikkatini oraya yönelttiği zaman elerim kızarıyor.’)

336

Avrupa’nın bütün Ari ırklannda ve bir dereceye kadar Hindis­ tan’da yüz kızarması görülür. Ama Bay Erskine, Hintlilerin bo­ yunlarının kızardığını hiç görmemiş. Sikhimli Laphalar’da, Bay Scott, düşük bir baş ve çökmüş gözlerle birlikte, yanaklarda, ku­ lağın alt kısımlarında, boynun iki yanında oluşan soluk kızar­ malar izlemiş. Onların bir hatasını ortaya çıkardığında veya on­ ları nankörlükle suçladığında, bu durum oluşuyormuş. Bu adamların yüzlerinin solgun oluşu nedeniyle, oluşan kırmızılık, diğer Hintlilere göre daha çok göze çarpıyormuş. Sonrakilerle ilgili olarak, Bay Scott’a göre, utanma ve bir miktara kadar da korku, derideki renk değişiminden çok, başın çevrilmesi ve öne eğilmesi, tereddütlü bir şekilde göz ucuyla bakılması ile daha açık bir biçimde ortaya konuyormuş. Ari ırklara olan benzerliklerinden de çıkartılabileceği şekil­ de, Semetik ırklar da rahatça kızarırlar. Böylece Yahudilerle il­ gili olan Jeremiah’ın kitabında (vi, 15) şöyle deniyor: ‘Hayır, onlar hiç utanmazlar ve kızarmazlar da.’* Bayan Asa Gray, Nil’de kayığını beceriksizce yönetmeye çalışan bir Arap görmüş ve buna arkadaşlarıyla beraber güldükleri zaman, 'boynunun ar­ kası iyice kızarmış.’ Bayan Duff Gordon, ona rastladığında kı­ zaran genç bir Arap’ı anlatıyor. ** Bay Svvinhoe, Çinlilerin kızardıklarını görmüş, ama bunun sık olmadığım düşünüyor; *** yine de ‘utançla kızarmak’ şeklin­ de bir deyimleri var. Bay Geach, Malaya’da bulunan Çinliler ve iç kısımlardaki yerli Malakların kızardıklarını bildirdi. Bu in­ sanların bazılan tamamen çıplak dolaşıyorlarmış ve özellikle kı­ * (Profesör Ro1 son Sınith’e göre, bu kelimeler kızarma anlamına gel­ miyor. Solgunluk da otamaz. Ama Mukaddes Kitapta, xxxiv, 5, geçen haphar kelimesi kızarma anlamına gelebilir.) ** Letters from Egypt, 1865» s. 66. bayan Gordon, Matahlar ve melezle­ rin kızarmaması konusunda yanılıyor. *** (Bay \ee*ye göre, (mektup, 17, Ocak 1873) çocukluklarından başlayarak Avrı ara hizmet etmek amacıyla yetiştirilen zeki Çinliler, ra­ hatça ve bolca kızarıyorlar, örneğin görünüşleri nedeniyle sahiplen onlarla dalga geçince.)

337

zarmanın aşağıya doğru yayıldığını da belirtiyor. Sadece yüzün kızardığı durumları dışarıda bırakarak, Bay Geach, 24 yaşındaki bir Çinli erkeğin, yüzü, kollan ve göğsünün utançla kızardığını izlemiş; ve işini neden iyi yapmadığını sorduğu başka bir Çinli­ nin bütün bedeni aynı biçimde etkilenmiş. İki Malalıda, * yüzün, boynun, göğsün ve kollarm kızardığını görnıüş; üçüncü bir Malalıda da (bir Bugis), kızanklık bele kadar inmiş. PolonyalIlar rahatça kızarırlar. Bay Stack, Yeni ZelandalI­ larda yüzlerce örneğini görmüş. Şimdi, çok koyu renkli ve be­ deni kısmen dövmelerle dolu olan yaşlı bir adamla ilgili bir ör­ nek vereceğim. Toprağını ufak bir yıllık kira karşılığında bir İn­

giliz’e kiraladıktan sonra, son zamanlarda Maorislerde moda ol­ duğu şekilde, bir atlı araba alma hevesine kapılmış. Sonunda ki­ racısından 4 yıllık kirasını toptan almaya karar vermiş ve bunu yapıp yapamayacağını Bay Stack’a sormuş. Adam yaşlı, hantal, fakir ve sefil bir haldeymiş ve gösteriş olsun diye arabaya bine­ ceği düşüncesi Bay Stack’a o kadar komik gelmiş ki, kahkaha­ larını tutamamış; ve sonra ‘yaşlı adam saç diplerine kadar kızar­ mış.’ Forster, Tahiti’de kadınların yanaklannda ‘yayılan bir kı­ zarıklığı kolayca fark edersiniz’ diyor. ** Pasifik’teki diğer takımadalann yerlileri de kızarıyorlar. Bay Washington Matthevvs, Kuzey Amerika’da çeşitli Kı­ zılderili kabilelerine bağlı genç kadınlarda, sıklıkla kızarma gör­ * Kaptan Osborn, (Quedaht s. 199)’da zalimlikleri nedeniyle sitem ettiği Malaklardan bahsederken, adamların kızarmaları onu memnun etmiş. ** J. R. Forster, Observations during a Voyage round the World, 410, 1778, s. 229. Waitz, (Introduction to Anthropology, Ing. Çev. , 1863, c. i, s. 135) Pasifik’teki diğer adalardan bahsediyor. Ayrıca Bkz. Dampier, On the Blushing of the Tunquinese, (c. ii, s. 40); fakat bu çalışmayı görmedim. Waitz, Bergmann’dan Kalmukların kızarmadıklarını aktarıyor, ama Çinlilerle ilgili olarak gördüklerimizden sonra, bu şüphe kaldırır. Ayrıca, Habeşlerin kızarma­ dıklarını söyleyen Roth’u da aktarıyor. Ne yazık ki, Habeşlerle beraber uzun zaman yaşayan Kaptan Speedy, bu başlık altındaki sorumu cevaplandırmamış. Son olarak, Raca Brooke, Bomeolu Dyaklarda en ufak bir kızarma belirtisi görmemiş; aksine, bizde kızarmaya neden olacak koşullarda, ‘kanın yüzlerin­ den çekildiğini’ söylüyorlar.

338

müş. Kıtanın diğer ucunda, Tierra del Fuego’da, Bay Bridges’e göre, yerliler ‘çok kızarıyorlar, ama bu temel olarak kadınlara karşı oluşuyor; yine de, kesinlikle kendi görüntüleri nedeniyle de kızarıyorlar. ‘Bu sonraki cümle, ayakkabılarını boyamasıyla ve kendini başka şekillerde süslemesiyle ilgili olarak soru soru­ lurken kızaran Fugeyen Jemmy Burtonla ilgili olarak hatırladıklanmla uyuşuyor. Bolivya’nın yüksek platolarında yaşayan Aymara Kızılderilileri için, Bay Forbes, derilerinin rengi nedeniy­ le, kızarmalarını beyaz ırklardaki kadar açık bir şekilde görmek olanaksız diyor;9 yine de bizde kızarma yaratan koşullarda, ‘al­ çak gönüllülük ve kafa karışıklığı benzeri ifadeler her zaman görülebilir; ve karanlıkta bile, AvrupalIlarda olduğu gibi, yüzde bir sıcaklık artışı algılanabilir. ’ Kıtanın kuzey ve güney bölgele­ rinde yaşayan ve büyük iklim değişimleriyle uzun zamandır karşılaşan yerliler kadar, güney Amerika’nın, sıcak, ılıman ve nemli kısımlarında yaşayan Kızılderililerde, deri, zihinsel etki­ lenmeye çabuk cevap vermiyor; Humboldt, İspanyol’un küçüm­

semesini protesto etmeden aktarıyor, ‘Bu, kızarmayı bile bilme­ yenlere nasıl güvenilebilir?’10 Von Spix ve Martius, Brezilyalı aborijinlerden bahsederken, onların tam anlamıyla kızarmadıklannı söylüyor; ‘ancak beyazlarla uzun süre beraber olduktan sonra ve eğitim gördükten sonra, zihinlerindeki duyguların ifa­ desi olarak Kızılderililerde renk değişimini görebiliyoruz. ”1 Kı­ zarma gücünün böyle elde ediliyor olması, yine de inanılmaz; ama eğitim ve yeni bir hayat şekli sonucunda oluşan kendine dikkat etme, içsel bir kızarma eğilimini artıracaktır. Güvenilir bir çok gözlemci, bizde aynı durumu etkileyecek koşullarda, derileri abanoz siyahı renginde olmasına rağmen, zencilerin yüzünde kızarmaya benzer bir görünüm izlediklerini söylediler. Bazıları kahverengi kızarma derken, diğerleri siyah­ lığın koyulaştığını ifade ettiler. Derideki kanın artması, bir şe­ kilde renk koyuluğuna neden oluyor gibi görünüyor; böylece deride kızarıklık yapan hastalıkların çoğunda, hastalıktan etkile­ nen yerler, bizdeki gibi kızarmak yerine, zencilerde daha koyu

339

oluyor. Kılcal damarların dolmasıyla belki de daha duyarlı * olan deri, eski durumundan farklı olarak tepki verecektir. Zenci­ lerin yüzlerindeki kılcal damarların, utanç duygusu altında kan­ la dolduğundan, emin olabiliriz; çünkü Buffon tarafından tanım­ lanalı bir albino zencide,12 çıplak kalınca yanaklannda hafif bir kırmızılık görülüyordu. Zencilerde, yara izi uzun süre beyaz ka­ lır ve bu tür yara izlerini zencilerin yüzünde sık olarak görebil­ me şansına sahip olan Dr. Burgess, yara izinin, ‘onunla kötü bir biçimde konuşulunca veya önemsiz bir nedenle suçlanınca ke­ sinlikle kızardığını’ görmüş. ** Kızanna yara izinin etrafından, ortasına doğru yayılırken görülebiliyor, ama merkeze ulaşmıyor. Mulattolar da genellikle çok kızanrlar, yüzlerine kızanna üzeri­ ne kızarma basar. Bu kanıtlar nedeniyle, deride kızarma belirgin olmasa da, zencilerin kızaracağından şüphem yok. Gaika ve Bayan Barber, Güney Afrikalı Kafirlerin hiç kı­ zarmadıklarını söylediler; ama renk değişikliği algılanamıyor olabilir. Gaika, AvrupalIların yüzünü kızartacak durumlarda, va­ tandaşlarının ‘utanmış gibi görünerek, başlarını dik tuttuklarını’ ekliyor. Bana bilgi veren dört kişi, zenciler kadar siyah olan Avust­ ralyalIların hiç kızannadığını söylediler. Beşincisi açık olmayan bir biçimde, aşırı kızarmanın derilerinde kirli bir görünüş aldığı­ nı söyledi. Üç kişi ise kızardıklarını söyledi; *** Bay S. Wilson, deri uzun süreli açıkta kalmaz ve kirlilik nedeniyle çok koyu ol­ mazsa, bunun güçlü bir etkilenmede görülebildiğini ekledi. Bay Lang şöyle cevap verdi: ‘Utanmanın hemen her zaman, sıklıkla boyuna kadar inen bir kızarmayı etkilediğini gördüm.’ Utanma­ * Konuyla ilgili olarak, bkz. Burgess, ibid, s. 32. Yine, Waitz, Introduction to Anthropology, Ing. bas., c. i, s. 135. Moreau, zalim efendisi tarafından göğüslerini göstermeye zorlanınca kızaran bir MadagaskarlI kadın köle ile il­ gili olarak ayrıntılı bir açıklama yapıyor (Lavater, 1820, c. iv, s. 302). ** Burgess, ibid. , s. 31. Melezlerin kızarması ile ilgili olarak, bkz. s. 33. Ben de melezlerle ilgili olarak benzer bilgiler edindim. *** Waitz tarafından aktarıldığı gibi, Barrington, ayrıca New South Wales AvustralyalIlarının kızardıklarını söylüyor, ibid., s. 135. 340

nın, ‘gözlerin bir yandan öteye çevrilmesi’ şeklinde de görüldü­ ğünü ekliyor. Bay Lang bir yerli okulunda hoca olduğu için, da­ ha çok çocukları izlemiş olmalı; ve biz onların yetişkinlerden daha çok kızardıklarını biliyoruz. Bay G. Taplin, orta sınıflann kızardığını görmüş ve aborijinlerin utangaçlıklarını ifade etmek için bir sözcük kullandıklarını söylüyor. AvustralyalIların kızar­ dığını hiç görmemiş kişilerden birisi olan Bay Hagenauer, şöyle söylüyor: ‘utangaçlıkla yere doğru baktıklarını gördüm’; ve misyoner, Bay J. Bulmer, şöyle diyor: ‘yetişkin aborijinlerde utanmaya benzer bir şey göremedim, utanan çocukların, nereye bakacaklannı bilmiyor gibi, bakan gözlerinde huzursuz ve sulu bir görünüm fark ettim.’ Şimdiye kadar anlatılanlar, renk değişimine neden olsa da olmasa da, kızarmanın, bir çok belki de bütün insan ırklan için geçerli olduğunu anlatmaya yeterli. Kızarmayla beraber oluşan hareket ve jestler. Şiddetli bir utanma duygusu altında, gizlenmek için yüksek bir istek oluşur. * Bir anlamda saklama çabasıyla, bütün bedenimizi, özellikle yü­ zümüzü çeviririz. Utanan bir kişi, orada bulunanların bakışlarına kolay dayanamaz ve böylece gözlerini kesinlikle yere çevirir ve­ ya göz ucuyla bakar. Aynı zamanda utanmış görünmekten kaçın­ mak için güçlü bir duygu oluştuğu için, bu duyguyu uyandıran kişiye faydasız bir şekilde doğrudan bakılır; ve bu zıt eğilimler gözlerde çeşitli hareketlere neden olur. Çok eğilimli oldukları bi­ çimde kızardıkları zaman, gözlerini çok hızlı ve garip bir şekilde ardı ardına kırpma alışkanlığı edinmiş iki hanımı fark ettim. Yo­ ğun utanma duygusu, bazen gözlerde hafif gözyaşına neden * Bay Wedgwood (Dict. Of English Etymology, c. iii, 1865, s. 155), utanmanın ‘belki gizlenme fikriyle ortaya çıktığını, belki de alt seviyeli Almanca’daki scheme, shade veya shadow kelimeleri ile açıklandığını’ söylüyor. (Ç.N.: Utanmanın İngilizce’de karşılığı olan shame terimi, buradaki terimleri anımsatıyor; yukarıda verilen kelimeler gölgede kalmak yerine kullanılmışlar.) Gratiolet, (De la Phys. , s. 357-62), utançla beraber oluşan jestlerle ilgili güzel bir tartışma yapıyor; fakat bazı fikirleri bana çok hayali göründü. Ayrıca bkz. Burgess (ibid., s. 69,134).

341

olur, ve bence bu, gözyaşı bezlerinin, retina da dahil olmak üze­ * re, komşu kısımların kılcal damarlarına dolan, artan kan mikta­ rıyla beraber hareket etmesi nedeniyle oluşur. Eski ve yeni bir çok yazar bu hareketleri fark etmişlerdir; ve dünyanın bir çok yerinde yaşayan aborijinlerin, utanma duy­ gularını yere bakarak, kaçamak bakışlarla veya rahatsız göz ha­ reketleriyle ifade ettikleri burada gösterildi. Ezra şöyle bağınyor (ix, 6), ‘Oh Tanrım utanıyorum ve yüzümü sana doğru yükselt­ mek için kızarıyorum, ** Tanrım.’ İsiah’da (16), şu kelimelere rastlıyoruz: ‘Utançla yüzümü saklıyorum’ Seneca şöyle söylü­ yor (Epist. Xi, 5), ‘Romalı oyuncular başlarını eğdiler, gözlerini yere diktiler ve yerde tuttular, ama kızarmayı beceremediler.’ 5. yüzyılda yaşayan Macrobius’a göre (Saturnalia, vii, ii), ‘Utanan bir kişinin elleriyle yüzünü kapatmaya çalışması gibi, doğa fel­ sefecilerinin de belirttikleri gibi, utançla hareket eden doğa, önüne peçe olarak kan yayıyor.’ Shakespeare, Marcus’un yeğe­ nine şöyle söylemesini sağlıyor (Tifüs Andronicus, ii, 5), ‘Ah! yüzünü utançla nasıl çevirdin.’ Bir hanım anlattığına göre, Lock Hastanesi’nde daha önce tanıdığı bir kızı, sefil ve zavallı bir halde görüyor ve yaklaştığında kız geceliğiyle yüzünü gizliyor ve yüzünü açmak için ikna olmuyor. Utangaç olan küçük çocuk­ ların, ayakta durmaya devam ederken, dönerek yüzlerini annele­ rinin elbisesine gizlediğini sıkça görürüz veya kendilerini yüzü­ koyun onun kucağına atarlar.

Darwin, sıkılganlık ve utanmayı birbirinden ayır­ mıyor. Bu bölümün sonunda bu farkı anlatacağım. Be­ nim kızarma ile ilgili anlatacaklarım, utanmadan çok sı­ kılganlık üzerine yapılan araştırmalarla ilgili.

* Burgess, ibid. , s. 181, 182. Boerhaavc de (Gratiolct’in aktardığı şekil­ de, ibid. , s. 361), yoğun utanma duygusu altında gözyaşlarının salgılandığını fark etmiş. Gördüğümüz gibi Bay J. Bulmer, AvustralyalI aborijin çocukların utandıkları zaman oluşan, ‘gözlerindeki yaştan’ bahsediyor. ** (Profesör Robertson Smith’in fikirlerine bakınız, dip not, s. 337)

342

Zihin karışıklığı. Bir çok kişi yoğun bir biçimde kızanrken, zihinleri de karışıktır. Bu, ‘tamamen kafası karıştı' ifadesi ile or­ taya konuyor. Bu dununda olan kişiler serinkanlılıklannı kaybe­ derler, tuhaf ve anlamsız sözler mırıldanırlar. Huzursuzdurlar, kekelerler ve garip hareketler yaparlar veya yüzlerini ekşitirler. Bazı durumlarda yüz kasları istem dışı olarak seğirir. Çok kıza­ ran bir hanım, ne söyleyebileceğini bilmediği zaman kızardığını anlatıyor. Bunun, kızarmasının farkedilebileceği sıkıntısıyla or­ taya çıktığı ona söylendiği zaman, odasındayken de kendisini aptal gibi düşününce yüzünün kızardığı söyleyerek, bunun ge­ çerli olamayacağını bildirdi. Zihnin ileri derecede rahatsız olması ile ilgili olarak, bazı duyarlı erkeklerin karşılaştıkları bir örnek vereceğim. Güvene­ bileceğim bir beyefendi, şu olaya şahit olduğunu anlattı: Çok utangaç olan bir adamın onuruna, ufak bir akşam yemeği verili­ yormuş ve o da ayağa kalkarak teşekkür etmek istemiş, sessiz bir biçimde ezberlediği mesajını tekrarlamış ve hiçbir kelime işitilmemiş; sanki büyük bir gayretle konuşuyor gibi görünüyormuş. Durumu anlayan arkadaşları, hareketlerinden konuşmanın bittiğini algılayarak, hayali konuşmayı güçlü bir biçimde alkış­ lamışlar ve adam bütün konuşma süresince sessiz kaldığım an­ lamamış. Öte yandan, daha sonra arkadaşıma tatmin olmuş bir

biçimde, çok başarılı olduğunu söylemiş. Bir kişi çok utangaç veya çekingen olursa ve ileri derecede kızarırsa, kalbi hızlı atar ve nefes alması düzensizleşir. Bunun beyindeki kan dolaşımını ve belki de zihinsel kapasiteyi etkile­ meyeceği düşünülemez. Korku ve kızgınlığın dolaşım üzerinde­ ki daha güçlü etkisinden yola çıkarak, yoğun bir biçimde kıza­ rırken, bunun karışmış bir zihne yol açacağı şüpheli görünüyor. Robert Levenson, Danvin’in kafa karışması ile ilgi­ li açıklamasının, ‘... fiziksel olarak anlamlı’ olmadığını söylüyor. ‘Başta bulunan toplam kan miktarına oranla, yüze gelen miktar çok azdır. Kalp damar sistemindeki bütün bölgesel ve merkezi denetim sistemleri, diğer bö343

İlimlerden çok, beyne her zaman yeterli kan sağlayacak biçimde uyum sağlamışlardır. Böylece, kafa karışıklığı­ nın kaynağını başka bir yerde aramak gerekecektir, (ör­ neğin, düşüncelerin yapılacak iş yerine, kişide odaklan­ ması gibi).’ Gerçek açıklama, baş ve yüzdeki kılcal damar dolaşımı ile beyindeki dolaşımın yakın etkileşiminde yatıyor. Dr. J. Browne’ye baş vurunca, konuyla ilgili bazı verileri açıkladı. Sempa­ tik sinir, başımızın bir yanına dağılınca, bu taraftaki kılcal da­ marlar gevşeyerek kanla dolarlar, böylece deri kızarır ve sıcak­ laşır ve aynı zamanda kafatasının bu tarafındaki sıcaklığı artar. Beyin zannın ısınması, yüz, kulaklar ve gözlerin kan nedeniyle büyümesiyle sonuçlanır. Saranın ilk aşamasında beyin kasları­ nın kasıldığı düşünülüyor ve ilk görünümde de aşın bir yüz sol­ gunluğu oluşuyor. Baştaki yılancık genellikle, hezeyana neden olur. Deri güçlü bir ilaçla yakılarak aşın baş ağnsı azaltılabilmesine rağmen, bunun aynı ilkeye dayandığına inanıyorum. Dr. Browne, genellikle hastalannı amil nitrat13 buharı ile te­ davi ediyor ve bunun otuz saniyeden altmış saniyeye kadar, yüzde canlı bir renklilik yaratma özelliği var. Bu oluşum, her ayrıntıda kızarmaya benziyor: * yüzün farklı noktalarında başlı­ yor ve başın, boynun ve göğsün ön tarafının tüm yüzeyine dağı­ lana kadar devam ediyor; yalnız bir keresinde karın bölgesine kadar yayılmış. Retinadaki damarlar genişliyor; gözler parlıyor ve bir keresinde gözden hafif yaş gelmiş. Hastalar önce mutlu­ luk duyuyorlar, fakat kızarma arttıkça, kafaları karışıyor ve ser­ semliyorlar. Bu buharın sıklıkla uygulandığı bir kadın, ısınmaya başlayınca sersemlediğini söyledi. Kızarma başlangıcında olan * (Profesör W. Filehne (aktarım, Kosmos, Jahrg. iii, 1879-80 s. 480), amil nitratın yarattığı etkiyle, normal kızarma mekanizması arasında tam bir benzerlik olduğuna inanıyor. Ayrıca Pflüger’s Archive’deki yazısına bakınız (c. ix, 1874, s. 491). Konuyu şöyle tamamlıyor: ‘Belki, amil nitrat ve fiziksel bir nedenin, sinir sisteminin aynı noktasını etkilemesinin aynı sonucu doğura­ cağını söylemek çok acelecilik oluyor.*) 344

kişilerin, parlak gözleri ve canlı hareketlerinden, zihinsel güçle­ rinin bir biçimde etkilendiğini anlarız. Kızarma yoğun olduğu zaman, kafa karışık olacaktır. Böylece, zihinsel güçlerin bağlı olduğu beynin ilgili bölgesinin etkilenmesiyle, hem amil nitrat solunurken ve hem de kızarırken, yüzdeki kılcal damarlar etki­ lenmiş gibi görünmektedir. Aksine, eğer beyin esas olarak etkilenirse, derideki kan do­ laşımının önemi ikinci derecede kalır. Dr. Browne, sık olarak, sara hastalarının göğüslerinde dağılmış olan kırmızı leke ve be­ nekler gördüğünü söyledi. Bu durumda, bir kalem veya başka bir nesneyle boğaz veya karın derisi hafifçe ovulursa, veya daha güçlü belirtileri olan durumlarda sadece pannakla dokunulursa, yüzey yarım dakikadan kısa bir sürede, dokunulan noktadan her yöne doğru belli bir mesafede dağılan ve bir kaç dakika devam eden, parlak kırmızı beneklerle dolacaktır. Bunlar, Trosseau’nun cerebral maculaeleridir, ve Dr. Brovvne’nin belirttiği gibi, deri damar sisteminin çok değişime uğramış bir durumunu gösterir­ ler. Böylece, benim de şüphe etmediğim biçimde, beynin zihin­ sel güçlerimizin bağlı olduğu bölümündeki kılcal damarların dolaşımı ile, yüz derisi arasında yakın bir etkileşim olduğu için, yoğun kızarmaya neden olan ahlaki nedenlerin, kendi bozucu etkilerinden bağımsız olarak, kafada karışıklık yaratmaları şa­ şırtıcı olmamalıdır. Kızarmaya neden olan zihinsel durumlar. Bunlar, çekingenlik, utanma ve alçak gönüllüktür; hepsi de kendine dikkati gerektirir. İlk

olarak kendine dikkat etmenin, başkalarının düşünceleri paralelin­ de, kişisel görünüme yönelmeyi etkilediğine inanmak için bir çok neden öne sürülebilir; birleşmenin gücü yoluyla, ahlaki durum ne­ deniyle insanın kendisine göstereceği dikkatle, aynı etki sonradan da oluşur. Bu sadece kişisel görüntümüzün basit bir yansıması de­ ğildir, fakat başkalarının bizle ilgili olarak ne düşündüklerini düşün­ mek de kızarmayı etkiler. Yalnız olan en duyarlı bir kişi bile, görü­ nümü konusunda kayıtsız olacaktır. Suçlama ve aşağılanmayı, yü­ celtmeden daha keskin bir biçimde duyumsarız; ve böylece, görü­

345

nüş veya davranışlarımızla ilgili küçümseyici ve alay edici cümle­ ler, övgüye göre yüzümüzü daha çok kızartır. Ama yüceltme ve öv­ gü de şüphesiz çok etkilidir: ona küçümseyerek bakmadığını bilme­ sine rağmen, bir erkeğin dikkatli olarak baktığı güzel bir hanım kı­ zarır. Övüldükleri zaman bir çok çocuk, yaşlı ve duyarlı kişiler kı­ zarır. Bundan sonra, başkalarının bizim kişisel görünümümüze dik­ kat ettiklerini farkedince, yüzdeki kılcal damarların nasıl anında kanla doldukları sorusunu tartışacağız.

Çağdaş araştırmacılar kendine dikkat etmenin, kı­ zarma nedeni olduğu konusunda fikir birliği içersindeler. Bunun, sosyal kaçış/67 aşırı övme068 veya yatıştırma çabası069 olduğu konusunda anlaşmazlık vardır. Dacer Keltner’e, utanma ve sıkılganlık konusundaki literatür için yardımlarından dolayı müteşekkirim.

Dikkatin, ahlaki davranışlardan çok kişisel görünüme yö­ neltilmesinin kızarma alışkanlığının edinilmesinde temel unsur olduğunu düşünmemin nedenleri şimdi verilecektir. Ayrı olarak hafif, ama birleştiklerinde ağır bir önemleri var. Kişisel görünü­ müyle ilgili olarak, hafif de olsa yapılacak bir eleştiri kadar, hiç­ bir şey utangaç bir insanın yüzünü kızartmaz. Bir kadının giyi­ minin bile yüzünü ne kadar kızartacağı dikkat çekmemiştir. Bir kişiye dik olarak bakmak, onun yüzünün kızarması için yeterlidir, Coleridge’nin dediği gibi, yüz kızarması-‘onun yapabilecek kişi olduğu anlamına gelir.”4 Dr. Burgess,15 tarafından incelenen iki albinoda, ‘özelliklerini incelemek için ortaya konan en ufak bir gayret’, onlarda kesinlik­ le derin bir kızarmaya neden oluyordu. Kadınlar, kişisel görünüm­ leri bakımından erkeklere göre daha duyarlıdırlar ve bu özellikle yaşlı kadınlarda, yaşlı erkeklere göre daha fazla geçerlidir ve daha rahatça kızarırlar. İki cinsiyetin de gençleri, yaşlılara göre bu ko­ nuda daha duyarlıdırlar ve yaşlılara göre daha sık yüzleri kızarır. Çocukların çok küçük yaşta yüzleri kızarmaz; genellikle kızar­ mayla beraber oluşan ve kendine dikkatle ilgili olan diğer işaretle­

346

ri de sergilemezler; onların en tatlı yanı, başkalarının onlar hak­ kında ne düşündüğünü düşünmemeleridir. Küçük yaşlarda, bir ya­ bancıya, yetişkinlerin taklit edemeyeceği bir biçimde, cansız bir varlık gibi, dik ve kırpılmayan gözlerle bakarlar. Her genç kadın ve erkeğin, kişisel görünümleri ile ilgili ola­ rak birbirlerini görüşlerine karşı ne kadar duyarlı oldukları herkes için çok açıktır; ve karşıt cinsiyet önünde, kendi cinsleri önündekine göre karşılaştırılamayacak kadar fazla kızarırlar. * Çok fazla kızarmayan bir genç erkek, başka konulardaki fikirlerini önemse­ mediği bir kız tarafından görünümüyle ilgili olarak sarf edilecek en ufak alaylı bir cümleyle yoğun bir biç’mde kızarır. Birbirleri­ nin aşk ve beğenilerine dünyadaki her şt yden fazla değer veren, her mutlu ve aşık çift, birbirleriyle flört ederken sıkça kızarırlar. Bay Bridges’e göre, Tierra del Fuego’daki barbarlar bile, ‘kadın­ la ve kesinlikle kendi görünümleri ilgili olarak’ kızarıyorlar. Bedenin bütün bölümleri arasında, doğal haliyle yüz, ifade bi­ çiminin en temel birimi ve sesin kaynağı olarak kabul edilir. Ayrıca güzellik ve çirkinliğin temel olarak oluştuğu ve dünyada en çok süslenen yerdir.16 Böylece yüze, nesiller boyunca, bedenin diğer bö­ lümlerinden daha fazla bir biçimde, istekli ve yakın bir kişisel dik­ kat gösterilmiştir; ve burada geliştirdiğimiz ilkeye bağlı olarak da neden kızarmaya çok eğilimi olduğunu anlıyoruz. Isı değişimlerine açık olmak, vs. , yüz ve komşu bölümlerin kılcal damarlarının ge­ nişleme ve büzülme gücünü çok artırıyor olmasına rağmen, bu, yü­ zün bedenin diğer bölümlerden daha fazla kızarmasını açıklamaz; çünkü ellerin neden az kızardığını açıklayamaz. AvrupalIlarda yüz yoğun olarak kızarınca, bütün beden hafif bir biçimde ürperir; ve çıplak gezen insan ırklarında, kırmızılık bize göre bedene daha faz­ la yayılır. îlkel adamın ve çıplak dolaşan bu günkü ırkların, elbisey­

le gezen ırklara göre sadece yüzleriyle kısıtlı kalmamaları nedeniy­ le, durum bir dereceye kadar anlaşılabilir. *Bay Bain (The Emotions and the Will, 1865, s. 65), ‘diğeri karşısında iyi görünmediği düşüncesiyle, karşılıklı ilgi nedeniyle... cinsiyetler arasında oluşan utangaçlık’ konusundan bahsediyor.

347

Danvin’in kendi mantığına uygun olarak, fakat il­ ginç bir şekilde gözden kaçırdığı, yüzümüzün kişiliği­ mizin temel işareti olduğu konusu var. Ses ve duruş da etkili olmakla beraber, genellikle yüz ifadesi yardımıyla insanları birbirinden ayırırız. Yüzümüzün, kişiliğimizin bir işareti olması, utanıp, sıkıldığımız zaman, dikkat kaynağına dönüşmesine neden olur.

Ahlaki bir suç nedeniyle utanç duyan kişilerin, kişisel görü­ nümleri ile ilgili bir düşünceden bağımsız olarak, dünyanın her tarafında, yüzlerini çevirmeye, eğmeye veya gizlemeye eğilimli olduklarını görüyoruz. Amaç kızarmayı saklamak olamaz, çün­ kü utanmanın gizlenmeye çalışılmadığı durumlarda da, suç ta­ mamen itiraf edilirken veya af dilenirken de, yüz yine bu şekil­ de çevrilir veya gizlenir. İlk çağlarda insan daha az duyarhyken,

kişisel görünümü ile ilgili olarak, en azından karşı cinsle ilgili olarak daha duyarlı olmuş ve görünümüyle ilgili her küçültücü ifadeden de sıkıntı duymuş olmalı; ve bu utanmanın bir biçimi. Yüz bedenin en önemli kısımlarından biri olduğu için, görünü­ şünden utanan bir kişinin yüzünü saklamaya çalışması anlaşıla­ biliyor. Böylece elde edilen alışkanlık, ahlaki nedenlerle duyu­ lan utanç nedeniyle de kullanılıyor; yoksa bu durumlarda, neden yüzümüzü bedenimizin diğer bölümlerinden daha çok saklama­ ya çalıştığımızı anlayamayız. Bütün utanç duyanlar için geçerli olan, dönme, gözleri in­ dirme ve onları rahatsız bir biçimde oynatma alışkanlığı, bakış­ lar bulunanlara yöneltildiğinde onlara önem verdiğini belirtmek ve onlardan kaçmldığında, özellikle de gözlerine bakılmadığın­ da, bu acı veren zorunluluktan kurtulmak için ortaya çıkıyor olabilir. Çekingenlik. Utangaç yüzsüzlük, yalancı utanç veya mauvaise bonte diye adlandırılan, zihnin bu garip durumu, kızarmanın en etkili oluşum nedenlerinden birisidir. Çekingenlik, temel ola­ rak, yüzün kızarması, gözlerin kaçırılması veya yere indirilmesi ve bedenin sinirli rahatsız hareketleriyle göze çarpar. Bir çok ka348

dm, yüzlerce, binlerce kere yaptıkları bir kusur nedeniyle ve ger­ çekten utandıkları için kızarırlar. Çekingenlik, iyi ya da kötü olan ve daha çok da dış görünümle ilgili fikirlere karşı duyarlılığına dayanıyor gibi görünüyor. Yabancılar birbirimizle olan ilişkileri­ mizi ve özelliklerimizi bilmezler ve önemsemezler ama, genellik­ le yaptıkları gibi, görünüşümüzü eleştirirler; böylece çekingen in­ sanlar, yabancılar karşısında çekingen olmaya ve kızarmaya eği­ limlidirler. Giyimde değişik ve hatta yeni bir şeyin farkında ol­ mak veya kişiyle ilgili en ufak aşağılama, özellikle de yüzle ilgi­ liyse- yabancıların ilgisini çekebilecek noktalar- çekingen olanı daha da çekingen yapar. Öte yandan, kişisel ilişki ve görünümün söz konusu olmadığı durumlarda, yabancılara göre, bakış açıları­ na değer verdiğimiz tanıdıkların önünde daha çok çekingen olu­ ruz. Bir doktor, yanında refakatçi doktor olarak seyahat ettiği zengin ve genç bir dükün, ona ücretini öderken bir kız gibi kızar­ dığını anlattı; yine de bu adam ticaret yaptığı kişilere para öder­ ken kızarmıyor ve çekinmiyor olmalı. Bazı insanlar o kadar du­ yanıdırlar ki, herhangi birisiyle sadece konuşmaları bile kendile­ rine karşı olan dikkatlerini artırır ve hafif bir kızarma oluşur. Bu konularla ilgili olan duyarlılığımız nedeniyle, küçümse­ me veya alay etme, yüceltmeye göre daha kolay çekingenlik ve kızarma yaratır, bazı kişilerde İkincisi de çok etkili olur. Kibirli kişiler, çekingen olmazlar, çünkü kendilerini küçümsenemeye­ cek kadar değerli bulurlar. Genellikle görüldüğü gibi, neden gu­ rurlu kişilerin çekingen oldukları açık değil; ama, bütün kişisel güvenlerine rağmen, hor gören bir bakış açısıyla da olsa diğerle­ rinin fikirlerine önem verdikleri bakış açısıyla bunu açıklayabi­ liriz. Çok çekingen olan kişilerin, iyi tanıdıkları, kendilerine sempati duyduğuna ve iyi fikirler beslediğine inandıkları insan­ ların yanında çekingenlikleri azalır; örneğin annesinin yanında­ ki bir kız çocuğu. Yazılı soru kağıdımda, çekingenliğin değişik insan ırklarındaki geçerliliğini sormadım; ama Hintli bir beye­ fendi, Bay Erskine’ye bunun kendi ülkesinde izlenebileceğini belirtmiş.

349

Amerikalı gelişim psikologu Jerome Kağan şöyle di­ yor: ‘Sonraki paragraftaki, korku ve çekingenliğin ilişkili ama farklı olduğuna dair cümlesiyle, kendimi Darwinle bü­ yük bir fikir birliği içersinde buldum. Danvin yine ileri gö­ rüşlü. Çekingen olan iki yaşındaki çocukların, onüç yaşın­ dakiler kadar çekingen olduklarını görüyoruz, ama hayvan­ lardan ve şimşek gibi olaylardan diğer çocuklar kadar kork­ muyorlar. Çekingenlik, sosyal korku ve anlık korku arasın­ daki fark önemli oluyor. Darwin ayrıca, çekingen kişilerin, tanıdıkları çocuklar veya yetişkinlere göre, tanımadıklarıyla daha çekingen olduklarını söylerken de haklı. Çıktığı kelime köküne bağlı olarak,’7 çekingenlik, bir çok dilde korkuyla ilişkilendirilir; ama normal anlamda korkudan farklıdır. Çekingen birisinin yabancıların fikirlerinden ürkeceği şüphe götürmez, ama onlardan korktuğu söylenemez; bir savaş­ ta kahraman olabilir, ama yine de yabancıların önünde önemsiz konularda kendine güveni olmayabilir. Hemen herkes ilk kez topluluğa karşı konuşurken çok rahatsızdır ve bir çok kişi de ha­ yadan boyunca böyle kalırlar; fakat bu, çekinmeden daha çok, diğer birleşik etkileriyle birlikte sistem üzerine gelen gücün (özellikle bize bir şekilde garip gelen) * farkında olmaya bağlı­ ** dır; ürkek ve çekingen bir kişi, yine de böyle bir durumda di­ ğerlerinden daha çok etkilenir. Küçük çocuklarda korku ve çe­ kingenliği ayırmak çok zordur; fakat onlardaki bu ikinci duygu bana, evcil olmayan bir hayvanın vahşiliği gibi geliyor. Çekin­ * (Yukarıdaki eklemeler, yazar tarafından ona mektup yazan kişilerden birisinin şu mektubuyla yapılmıştır: ‘Geçirdiğim en kötü sinir nöbetinde, çe­ kingenliğe yer yoktu. İlk çalışmam sırasında ve Classical Tripos’taydı. Bir bu­ çuk saatte müsveddeyi bitirdim ve yarım saat kadar düzeltmeler yaptım ve sonra elimin yazamayacak kadar titrediğini gördüm. Aslında, küfür ederek ve ellerimi ısırarak, ona yarım saat kadar baktım ve bu süre sonunda zorlukla is­ mimi karalayabildim.) ** Bay Bain (The Emotions and the Will, s. 64), bu durumlardaki ‘utanç verici’ duygulan ve sahneye uyum sağlayamayan aktörlerdeki sahne korkusunu tartışıyor. Bay Bain, bu duygulan açıkça, basit endişe ve ürküntülere bağlıyor. 350

genlik çok küçük yaşta oluşur. İki yaş üç aylıkken, çocuklarım­ dan birisinde, evden sadece bir haftalık uzaklaşma sonrasında, bana doğru yöneltilmiş olan çekingenliğin izlerini gördüm. Bu bir yüz kızarması değildi, ama birkaç dakika için gözlerini ha­ fifçe benden kaçırmıştı. Başka zamanlarda, kızarma gücünü el­ de etmemiş küçük çocuklarda, çekingenlik veya utangaç yüz­ süzlükle, gerçek utanma ifadesini gözlerinde gördüm. Çekingenlik, açıkça kendimize yönelttiğimiz dikkate bağlı ol­ duğu için, çocuktan çekingenlikleri nedeniyle azarlamanın, onlara yarar yerine zarar getireceği düşüncesi çok doğrudur, çünkü bu da­ ha çok kendilerine yönelmelerine neden olur. Şu sav ortaya kon­ maktadır: ‘duyguları ile ilgili olarak sürekli izlenmelerinden, yüz ifadelerinin incelenmesinden ve insafsız bir gözlemci tarafından duyarlılık derecelerinin ölçülmesinden daha fazla hiçbir şey gençle­ ri incitmez. Bu tür incelemeler altında, izlendiklerinin dışında bir şey düşünmezler ve sadece utanç ve sıkılganlık duyarlar.’* Çekingenlik konusunda uzman olan Amerikalı psikolog Philip Zimbardo, şöyle diyor: 'yeni doğanlann % 10-15 ka­ darında ürkeklik ve çekingenliğin işaretleri açıkça görülür, bunu Jerome Kağan (önceki yoruma bakınız), “doğuştan bir dürtü” olarak adlandı rıyor. Benim ve başkalarının araştırmalan, yetişkinlerin % 40 kadarının (dişi ve erkek), kendilerini çekingen olarak kabul ettiklerini gösteriyor; bazıları çocuk­ luktan sonra böyle olmuşlar, diğerleri ise önceden böyleyken, bunu yenmişler. Böylece çekingenliğin hem kalıtımsal, hem de öğrenilen kökleri var. Darvvin, onu, korku, utanma ve kendine olan ilgiyle ilişkilendiriyor. Bu ilişkileri destekleye­ cek veri var. Yine de, çekinmeyi, başkaları tarafından reddedilmenin aşırı düşüncesi biçimindeki sosyal endişeye, değersiz bulunma veya kabul edilemez düşünceler taşımak nedeniyle duyulan utanca ve aşırı derecede kendine yöneltil­ miş bilince bağlamak daha uygun olacaktır. Toplum karşısın­ daki konuşmanın çekingenlik yaratıcı bir ortam olmasından * Essays on Practical Education, Maria ve R. L. Edgeworth, yeni basım, c. ii, 1822, s. 38. Dr. Burgess (ibid. , s. 187) bu konuda ısrar ediyor.

351

bahsederken, Darwin, ‘durumsal çekingenliği’ açıklıyor ve bu toplum önünde bir şey yapacak olan kimselerin etkilendi­ ği bir durumdur, karşı cinsle tanıştırılmadan oluşan beraber­ lik ve guruba zorunlu giriş diğer örneklerdir. Darvin’in dü­ şündüğü gibi, çekingenlik değişik ırklarda görülebilir. Dokuz ülkede yaptığımız araştırmalar, bunun insanlara ve sosyal durumlara karşı oluşan evrensel bir tepki olabileceğini göste­ riyor. En düşük seviyeli çekingenlik oranı bile %30 gibi yük­ sek bir oranda (İsrail); Japonya ve Tayvan’da %60 oranına yükseliyor. Çekingenlik şu unsurların bazılarını veya hepsini kapsar: kavramaya ait (kişisel olumsuz tanımlamalar), duy­ gusal (utanç duygusu, endişe, gerginlik), davranışsal (sus­ kunluk, gözü kaçırmak, gülümsememek) ve fiziksel, psiko­ lojik (yüz kızarması, canlanma, ürperme).’ Ahlaki nedenler: suç. Doğrudan ahlaki nedenlerle yüz kızar­ masına gelince, eskisi gibi, aynı ilke ile karşılaşıyoruz, yani, diğer­ lerinin fikirleri. Kızarmaya neden olan vicdan değil, çünkü insan yalnızken de işlediği ufak bir hata için gerçek pişmanlık duyabilir veya ortaya çıkmamış bir suç için en derin vicdan azabı çekebilir, ama yüzü kızarmaz. Dr. Burgess,18 'Ancak beni suçlayanlar önünde kızarırım’ diyor. Yüzümüzü kızartan suçluluk duygusu değil, ama diğerlerinin bizi suçlu olarak algılayacağı ya da bileceği düşüncesi. Bir kişi hatasının anlatılması nedeniyle, yüzü kızarmadan gerçekten utanabilir; ama sadece yakalandığından şüphelenirse ve özellikle de bu saygı duyduğu biriyse, anında yüzü kızaracaktır. Öte yandan, kişi bütün hareketlerine tanrının şahit olduğu­ na inanabilir, bir hatası nedeniyle vicdan azabı çekerek, bağış­ lanmak için dua edebilir; çok kızaran bir hanımın inandığına göre, bu kızarmayı etkilemeyecektir. Yaptıklarımızın tanrı ve in­ sanlar tarafından biliniyor olması arasındaki fark, ban .öre şöyle oluşuyor; insanlara ahlaksız bir davranışımızdan hoşnut­ suz kalmalan, bizim kişisel görünümümüzü küçümsemelerine yakın görünüyor, ve bu, birleşme ilkesiyle aynı sonuca ulaşıyor; öte yandan Tanrının hoşnutsuzluğunda birleşme oluşmuyor.

352

Suçlanan bir çok kişi, suçsuz da olsalar, yoğun bir biçimde kızaıırlar. Daha önce anlatılan hanımda izlediğim gibi. tamamen yanlış anlaşıldığımızı bilmemize rağmen, başkalarının * nazik ol­ mayan ve aptal bir söz söylediğimizi düşündükleri düşüncesi bi­ le kızarma için yeterli nedendir. Bir hareket övgüye değer veya önemsiz olabilir, ama duyarlı biri insan başkalarının farklı dü­ şündüklerini zannediyorsa * kızaracaktır. Örneğin bir hanım, bir dilenciye yüzü kızarmadan para verebilir, fakat başkalarının önünde, eğer onların bu davranışını onaylamadıklarından veya onun gösteriş meraklısı olduğunu düşündüklerinden şüphe edi­ yorsa kızarır. Yine kötü duruma düşmüş ve daha önceki iyi du­ rumunu bildiği bit hanımın sıkıntısını azaltmak için yardım et­ mek isteyip, davranışının nasıl algılanacağını bilmediği zaman * bir harunnn yüzü kızanr. Fakat bu tür olaylar çekingenlikle karı­ şıyorlar. Görgü kuralfarına uymamak. Görgü kuralları, başkalarının önünde ve başkalarıyla olan ilişkileri anlatır. Ahlak kurallanyla bir bağlantıları olmayabilir ve sıklıkla da anlamsızdırlar. Yine de, fikirlerine önem verdiğimiz eşitlerimizin ve bizden üstün olanların sabitlenmiş adetleri oldukları için * şerefli bir yaşamın kurallan olarak bir centilmen için bağlayıcıdırlar. Bunun sonu­ cunda, görgü kurallarına uyulmaması, yani nazik olmayan bir davranış, beceriksizlik, uygunsuz bir hareket veya uygunsuz bir söz, hata sonucunda da ortaya çıksa, bunu yapan kişide yüz kızannasma neden olacaktır. Yıllar sonra böyle bir durumun hatır­ lanması bile, bütün bedeni ürpertecektir. Bir hanımın anlattığına göre, duyarlı bir insandaki sempati duygusu o kadar güçlüdür ki, onu hiç ilgilendirmediği halde, bir yabancının görgü kuralla­ rına karşı hareket etmesi sonucunda yüzü kızarabilir. Alçak gönüllülük. Bu da yüz kızarmasının önemli nedenle­ rinden birisidir; fakat alçak gönüllülük, değişik zihinsel durum­ ları ifade eder. Yumuşak başlılık anlamına da gelir ve insanlar en ufak bir övgü nedeniyle kızardıklan veya övgüyü kendi ölçü­ lerine göre çok yüksek bularak rahatsız oldukları için bunun

353

böyle olduğunu düşünürüz. Burada da yüz kızarması, diğerleri­ nin fikirlerine değer verme anlamına geliyor. Ama alçak gönül­ lülük sıklıkla uygunsuz hareketlerle ilişkilendirilir; tamamen ve­ ya yan çıplak dolaşan milletlerde gördüğümüz gibi uygunsuz bir hareket bir görgü kuralının yerine getirilmemesi ile ilgilidir. Alçak gönüllü olan ve bu tür olaylarda çabuk yüzü kızaran kişi, bunlar, akıllı ve sıkı bir şekilde ortaya konan görgü kurallannı çiğnemek anlamına geldiği için kızaracaktır. Modest (alçak gö­ nüllü) kelimesinin, davranışın bir standardı veya ölçüsü anlamı­ na gelen modus kökünden gelmesinden bunu görebiliriz. Bu tür alçak gönüllülük nedeniyle oluşan kızarma yoğun olacaktır, çünkü genellikle karşı cinsle ilgilidir; ve her zaman bu durum­ larda ne kadar çok kızardığımızı gördük. Görüldüğü gibi, ‘alçak gönüllü’ kelimesini, kendileri için mütevazı bir şekilde düşü­ nenler veya nazik olmayan bir söz veya davranış karşısında du­ yarlı olanlar için kullandık, çünkü iki durumda da yüz kızannası hemen oluşuyor, bunun dışında da bu iki zihin durumunda ortak bir yön yok. Çekingenlik de bu nedenle alçak gönüllülükle kanştınlıyor. Ani ve rahatsız edici bir hatırlama sonucunda bazı insan­ ların kızardıklarını gördüm. Genel neden, birisine verilen sö­ zün yerine getirilmediğinin hatırlanması olabilir. Bu durumda yarı bilinçsiz olarak şu düşünce zihinden geçiyor olabilir; ‘Hakkımda ne düşünecek?’ ve hafif başlayan kızartı, tam bir kızarmaya dönüşebilir. Fakat bu tür kızarmaların, bir çok du­ rumda kılcal damar dolaşımına bağlı oldukları konusu şüpheli; çünkü ancak, kızgınlık veya büyük sevinç gibi güçlü duygula­ rın, kalp üzerinde etkili olduklarını ve yüzü kırmızılaştırdıkla­ rını hatırlamalıyız. Yüz kızarmasının yalnızlıkta da oluşabileceği görüşü, bura­ da ortaya konulan bakış açısına zıttır, yani, başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüklerini düşündüğümüz için alışkanlığın oluştuğu fikri. Yüzleri kızaran bir çok hanım yalnızlık konusun­ da aynı fikirdeler; ve bazıları karanlıkta da kızardıklarına inanı-

354

* yortar.

Bay Forbes in *

Aymaralarla ilgili olarak söylediklerin­

den ve kendi duygularımdan dolayı, bu ikinci cümlenin doğru olduğundan şüphem yok. Böylece, Shakespeare, Juiiet’i, Ro­

meo için şöyle konuşturduğunda yanılıyor (ii, 2); **

'Gecenin maskesinin yüzümde olduğunu biliyorsun; Yoksa masum bir pembelik yanağımı boyardı, Bu akşam konuştuklarım için. ’ Fakat yüz kızarması yalnızken oluşursa, düşüncelerimiz başka­

sının bizim hakkında ne düşündükleri üzerine yoğunlaşmıştır- onla­

rın önünde yaptığımız veya onların şüphe ettikleri davranışlarımız nedeniyle veya eğer davranışımızı bilmiş olsalardı, diğerleri hakkı­ mızda ne düşünürdü diye düşünerek. Yine de bana bilgi veren bir­

kaç kişi, başkalarıyla ilişkisi olmayan hatalardan dolayı da kızardık­ larını bildirdiler. Böyle olunca, bunu, normal olarak kızarmanın

oluşacağı duruma benzer bir durumda bulunan zihindeki, kökleşmiş alışkanlık ve birleşmenin gücüne bağlamalıyız; bir görgü kuralını

bozduğuna inandığımız ve sempati duyduğumuz bir kişi için de yü­ zümüzün kızarabileceği gibi, bu bizi şaşırtmamalı.

Son olarak, kızarmanın - çekingenlikle- gerçek bir suç için utançla- görgü kurallarına uymama nedeniyle- mütevazı» alçak gönüllülükle- kabalık nedeniyle alçak gönüllülükle- oluşması durumunda, hep aynı ilkeye bağlı olduğunu gördük; bu ilke,

başkalannın, özellikle görünüşümüzle ve yüzümüzle ilgili olan küçümseyici görüşlerine duyarlı olmaktır; ve ikinci olarak, baş­ kalarına karşı davranışlarımızla ilgili düşüncelerinin etkisinin,

alışkanlık ve birleşme gücüyle sürdürülmesidir.

* (îyi bir gözlemci gibi görünen, E W. Hegen, (Psychalogîsche UnierBrunswick, 1847), zıt görüşle. Şöyle diyor: 'Yaptığım bir çok göz­ lem, bu duygunun (yani kızarma) karanlık bir odada oluşmadığını, ama ışık yanar yanmaz ortaya çıktığını gösteriyor.’) ** (Bay Topham (mektup, aralık, 1872), Shakespeare, sadece kızarma görülmüyor demek İstiyor, yoksa kızarmanın olmadığında bahsetmiyor diye düşünüyor.)

355

Darwin, kızarmanın, bizim görünüşümüze, özellik­ le de yüzümüzün durumuna, önem veren kişiler nede­ niyle oluştuğunu söylemesine rağmen, onun iletişim de­ ğerini ortaya koymama konusunda kararlı görünüyor. Kızarma fizyolojisi üzerine yapılan araştırmalar, yüzde­ ki renklenmenin, beden ısısı artmadan önce oluştuğunu gösteriyor. Isı farkı nedeniyle kızardığımızı anlayabildi­ ğimize göre, ‘... biz farkına varmadan başkaları bizim kızardığımızı görüyor’'70 olabilir. Yüz kızarması kuramı. Şimdi başkalarının bizim hakkımızda düşünüyor olmasının neden kılcal damar sistemi dolaşımım etkiledi­ ğini anlamaya çalışalım. Sir. C. Bell, kızarma için, ‘en fazla açıkta kalan yerler olan yüzün, boynun ve göğsün, yüzeyinde genişleyen renkten belli olan ifade öncesi bir hazırlıktır. Elde edilmez; baştan beri vardır’ diye ısrar ediyor.19 Dr. Burgess, ‘ruhun bağımsız bir güce sahip olarak, ahlaki duygularla ilgili çeşitli içsel yansımaları yanak­ larda sergilemesi’ olduğuna ve değerli olan kurallara uymadığımıza dair, kendimizi kontrol etmemiz ve diğerlerine işaret göndermemiz için, bunun yaratıcı tarafından düzenlendiğine inanıyor. Gratiolet sa­ dece şöyle diyor: ‘Or, comme il est dans l’orde de la nature que l’etre social le plus intelligent soit le plus intelligible, cette faculte de rougeur et de pâleur qui distingue 1’homme, est un signe naturel de sa haute perfection.’ (En zeki olanların kendilerini en iyi ifade ede­ bilmeleri onların özelliği olduğuna göre, kızarma ve sararma kapasi­ tesi insanın mükemmelliğini ortaya çıkartan bir işarettir.) Kızarmanın yaratıcı tarafından özel olarak düzenlendiği inancı, şimdiye kadar büyük ölçüde kabul edilen evrim kuramıyla çelişiyor; fakat bu genel soruyu tartışmanın yeri burası değil. Baştan yaratıl­ maya inananlar, çekingenliğin, kızarma için en sık ve etkin bir ne­ den olmasına bir cevap bulmakta zorlanacaklardır, çünkü bu kızara­ nın üzülmesine ve bu durumu seyredenin de rahatsızlık duymasına neden olacaktır ve her iki tarafa da yararı olmayacaktır. Renk değişi­ minin çok zor fark edilebildiği, zenciler ve diğer siyah ırklar için de kızarma konusuna bir cevap getirmekte zorlanacaklardır. 356

Hafif bir pembeliğin, genç bir kızın yüzüne güzellik kataca­ ğı şüphesizdir; ve Sultanın hareminde, kızarabilen Çerkez ka­ dınlan, daha az duyarlı olan kadınlara göre daha çok değerlidir­ ler.20 Seksüel Seçmenin etkinliğine en fazla inananlar için bile, kızarmanın bir seksüel süslenme olabilmesi düşünülemez. Bu bakış açısı görünmez bir biçimde kızaran koyu ırklar tarafından da çürütülmektedir. Başta aceleci gibi görünse de, bana göre en olası hipotez, bedenin bir bölümüne yönelen dikkatin, o bölümün küçük da­ marlarının olağan ve güçlü olarak kasılmalarını etkilemeye eği­ limli olmasıdır. Böylece bu damarlar az veya çok gevşeyerek, kanla dolacaklardır. Eğer nesiller boyunca aynı bölüme hep dik­ kat yöneltilirse, sinir gücünün alışılmış kanallardan akması ve kalıtım gücüyle, bu eğilim daha da güçlenecektir. Başkalarının, kişisel görünümümüzü aşağıladığını veya değerlendirdiğini dü­ şündüğümüz zaman, dikkatimiz canlı bir biçimde bedenimizin dış ve görünen bölümlerine yönelir; ve şüphesiz nesiller boyun­ ca bunların arasında en duyarlı olan yüzümüzdür. Böylece kılcal damarlann sadece yakın dikkatle harekete geçeceğini düşünür­ sek, yüzdekiler de ileri derecede duyarlı olacaklardır. Başkaları­ nın, ne zaman hareket veya özelliklerimizi değerlendirdiklerini veya engellediklerini düşünürsek, birleşmenin gücüyle aynı et­ kiler oluşacaktır. * Kuramın temeli, zihinsel dikkatin, kılcal damar kan dolaşı­ mı üzerinde bir etki yaratacağına dayandığı için, konu ile az ve­ ya çok ilgili olan bazı ayrıntıların verilmesi gerekiyor. Geniş de­ * (Hagen, (Psychologische Untersuchungen, Brunswick, 1847, s. 54-5), benzer bir kuramı destekliyor. Dikkatimiz yüzümüze yöneltildiğinde, ‘doğal olarak duyu sinirlerine yönelir, çünkü bu yolla yüzümüzün durumunu fark edebiliriz. Şimdi, diğer bir çok durumdan da belli olduğu gibi (sinirlerin, da­ marlar üzerindeki refleks etkisi olarak anlaşılabilir; duyu sinirimizin uyarılma­ sı sonucunda o bölgeye kan dolar. Ufak bir acının gözlerde, alında ve yanak­ larda kırmızılık yarattığı yüzde, bu özellikle böyledir.’ Böylece, yüzle ilgili olarak yoğun bir şekilde düşünmenin, duyu sinirleri üzerinde uyarıcı etkisi ya­ pacağı varsayımım ortaya koyuyor.

357

neyimleri ve iyi değerlendirmeci niteliklerine sahip olan bazı * gözlemciler, bedenin herhangi bir bölümünde yoğunlaşmış olan dikkatin veya bilincin (Sir H. Holland ikinci terimi daha açık buluyor), orada doğrudan fiziksel bir etkilenme yaratacağı konusunda bideşiyorlar. Bu, istem dışı kaslann ve istem dışı ha­ reket eden istem içi kaslann hareketlerine- bezlerin salgılannaduyu ve duygulann hareketlerine- ve hatta kısımlann beslenme­ sine bağlıdır. Yakın dikkat yöneltilirse, kalbin istem dışı hareketlerinin etkilendiği bilinmektedir. Gratiolet,21 sürekli nabzını izleyen ve sayan ve sonunda her altı atıştan birinin ara vermesini sağlayan bir adamı anlatıyor. Öte yandan babam bana, kalp hastalığı olup, o nedenle ölen ve kalp atışının uzun süreden beri ileri de­ recede bozuk olduğunu söyleyen iyi bir gözlemciden bahsetti; yine de, şaşırtıcı bir biçimde babam odaya girer girmez atışlar düzeliyormuş. Sir H. Holland, ‘bilincin bir bölge üzerine yönel­ tilmesi ve orada sabitlenmesinin, kan dolaşımı üzerindeki etkisi çok ani ve açıktır?’ diyor.22 Bu yapıdaki olaylara özellikle yönel­ miş olan Profesör Laylock,23 ‘dikkat bedenin bir bölümüne yö­ * Bana göre, Sir H. Holland, İngiltere’de, zihinsel dikkatin bedenin çe­ şitli bölgeleri üzerindeki etkisini ilk düşünenlerdendir. (Medical Notes and Reflections, 1839, s. 64.) Bu deneme genişletilerek, Sir II. Holland tarafın­ dan, Chapters on mental Physiology, 1858, s. 79, adlı eserinin içersinde tek­ rar yayınlandı ve bu çalışmadan hep aktarmalar yaptım. Neredeyse aynı za­ manda ve daha sonraları, Profesör Laycock aynı konuyu tartıştı: bkz. Edinburgh Medical and Surgical Journal, Temmuz, 1839, s. 17-22. Yine, ona ait olan, Treatise on the Nrervous Diseases ofWomen 1840, s. 110; ve Mind and Brain, c. ii, 1860, s. 327. Dr. Carpenter’in mesmerisim (çn. uyutarak tedavi etmek) üzerindeki görüşleri de aynı yaklaşımı taşıyor. Büyük fizyolog Müller, (Eletnents of Physiology, İng. çev., c. ii, s. 937, 1085), dikkatin duygular üzerindeki etkisini inceliyor. Sir J. Paget, zihnin, bedenin çeşitli kısımlarının beslenmesi üzerindeki etkilerini inceliyor. (Lectures on Surgical Pathology, 1853, c. i. s. 39): Profesör Turner tarafından gözden geçirilen 3. baskıdan, 1870, s. 28, aktarma yaptım. Ayrıca Gatriolet’e bakınız, De La Phys. , s. 283-7. (Dr. Tuke (Journal of Mental Science, Ekim, 1872), John Hunter’den aktarıyor: ‘Bir yerimden bir duyum alana kadar, o yere dikkatimi sabi deye­ bileceğimden eminim.’) 358

neltilirse, sinir güçlenmesi ve kan dolaşımı bölgesel olarak etki­ lenir ve o bölümün işlevsel hareketi gelişir.’ diyor. *

Robert Levenson, şöyle söylüyor: ‘Artan kan ba­ sıncı belki de anlamaya yönelik hareketin doğrusal bir etkisi değildir. Bunun yerine, bir bölge üzerinde düşün­ me veya sabitlenme, daha çok oradaki kas kasılmasını artıracaktır (bu hareket için hazırlıktır). Sonra da, artan kan akışı harekete geçen kasların gereksinimini karşıla­ yacaktır. Bağırsakların kıvrılma hareketlerinin, sabit devam eden sü­ reçlerde onların üzerine yöneltilen dikkat nedeniyle etkilendiği­ ne inanılır; ve bu hareketler çizgisiz istem dışı kaslann kasılma­ sıyla oluşur. Sara, kore (Ç.N.: tik yapan bir hastalık), ve isteri durumlarında, istem içi kasların anormal hareketlerinin, kriz beklentisiyle ve aynı durumdaki diğer hastaların görülmesiyle etkilendikleri bilinmektedir.24 Esneme ve gülmenin istem dışı hareketleri için de bu böyledir. Bazı bezler onlan düşündüğünüz zaman veya alışkanlıkla etkilendikleri koşullar altında etkilenirler. Ekşi bir meyveyi zih­ nine getiren herkesin tükürük salgısının arttığı bilinen bir konu­ dur.25 Gayretle ve uzun süreli olarak gözyaşlan bezlerini engel­ leme veya harekete geçinne çabasının etkili olduğunu altıncı bölümde görmüştük. Bazı kadınlarla ilgili olarak, süt bezlerini zihin gücüyle etkileyebildiklerine dair ilginç örnekler var; daha ilgi çekici olanları da idrar hareketleri ile ilgili. **

* (Profesör Victor Carus, (mektup, 20 Ocak 1877), 1843 yılında, bir ar­ kadaşıyla birlikte Tıp Fakültesi tarafından ortaya konan bir ödülü almak için çalışıyorlarmış ve burada ortalama kalp atış hızını belirlemeleri gerekiyormuş, gözlem yapan kişi kendi atışını dinlese bile doğru sonuca varılamayacağını anlamışlar, çünkü dikkat atışa çevrilince oran artıyormuş.) ** Dr. J. Crichton Browne, akıl hastalan üzerindeki gözlemlerinden, dik­ kat bedenin bir bölümü veya organı üzerine uzun süreli çevrildiği zaman, o bö­ lümdeki kılcal damar hareketi ve beslenmenin artabileceğine inanıyor. Bazı ola-

359

Darwin’in burada anlattıkları, meditasyon etkisiyle uyumlu. Amerikalı psikofizyolog olan ve meditasyon uygu­ lamalarını inceleyen Richard Davidson, şöyle diyor: 'bazı meditasyon uygulamaları, örneğin burun tepesindeki bir nokta gibi, bedenin belirli bölgelerine yoğunlaşma gerekti­ rir. Dikkatin böyle sabitlenmesi durumunda, garip duygular fark ederiz şeklindeki bir düşünce tarzı (Danvin’in gözlem­ lediği gibi), meditasyon literatüründeki raporlarla uyum­ lu/7’ Örneğin, öğlenciler bedenin bir bölgesinde acı duyar­ lar ve dikkatlerini buraya yöneltmeyi öğrenirlerse, sıcaklık, titreme, vs. gibi değişik duygularla karşılaştıklarını belirti­ yorlar. Böylece acının bütünsellik kavramı sorgulanıyor.’ Bütün dikkatimizi bir duygumuza yöneltince, duyarlılığı ar­ * tar; ve yakın dikkatin sürekli alışkanlığı ile, körlerin iyi işitmesi ve kör ve sağırların dokunma duyusunun gelişmesi durumunda, ilgili duyu organı gelişme göstermiş gibi görünmektedir. Değişik insan ırklarının kapasitelerine bakarak, etkilerin kalıtımsal olduğuna inan­ mak için nedenimiz var. Normal duyulara dönersek, ilgilenince acı­ nın arttığını biliyoruz; ve Sir B. Brodie, dikkatin iyice yöneltileceği bedenin bir bölümünde acı duyulabileceğini söyleyecek kadar ileri gidiyor.26 Sir H. Holland, yoğunlaştığımız kısmımızın varlığını sa­ dece farketmeyiz, fakat onu. ağırlık, sıcaklık, soğukluk, ürperme veya kaşınma gibi değişik durumlarda duyarız diyor.27 ğandışı örnekler veriyor; burada ayrıntılı olarak anlatılamayacak olanlardan bi­ risi, elli yıl önce evlenmiş olan ve uzun süreli ve ciddi bir hayal görme sonucun­ da hamile olduğuna inanan bir kadınla ilgili. Beklenen zaman gelince, gerçek­ ten doğum yapacakmış gibi davranıyor, anlında terleme oluşacak kadar aşırı acı çekiyormuş gibi görünüyor. Daha önceki altı yıl boyunca olmayan bu durum, üç gün devam ettikten sonra normale dönüyor. Bay Braid, Magic, Hypnotism, vs., 1852, s. 95 ve diğer çalışmalarında benzer durumlardan ve meme bezlerinin, hatta tek memenin, istekle etkilendiği diğer olaylardan bahsediyor. * Dr. Maudsley, (The Physiology and Pathology of Mind, 2. bas. , 1868, s. 105), uzmanlara dayanarak, egzersiz ve yoğunlaşma yardımıyla oluşan, do­ kunma duyusundaki gelişmelere ait ilgi çekici cümleler söylüyor. Bu duyu, bedenin her hangi bir bölgesinde, örneğin parmakta, bu şekilde duyarlı bir du­ ruma getirilirse, bedenin zıt tarafında da aynı şekilde gelişmektedir.

360

Son olarak, bazı fizyologlar, zihnin bedenin bölgelerinin beslenmesini etkileyebileceğine inanıyorlar. Sir J. Paget, zihinle ilgili olmayan ama saçtaki sinir sistemindeki, bu güce ait ilgi çekici bir örnek veriyor. Bir hanım, ‘sinirsel baş ağrısı olarak adlandırılan bir rahatsızlık nedeniyle, her sabah bu krizden son­ ra, saçlarının bir bölümünün, una bulaşmış gibi beyazlaştığını fark ediyor. Değişim karanlıktan etkileniyor ve birkaç gün sonra saçlar kahverengi olan rengine geri dönüyor.’* Böylece yakın dikkatin, tamamen isteğin kontrolü altında olmayan, bedenin bazı kısım ve organlannı etkilediğini gördük. Dikkatin etkilenmesinin ne anlama geldiği hususu- belki de zih­ nin mükemmel güçleri arasında en muhteşem olanı- çok kanşık bir konu. Müller’e göre,28 beynin, duygu hücrelerinin isteyerek karşılık verdiği ve daha yoğun ve belirgin izlenimleri alabilmek için duyarlılık kazandığı bir süreç ve bu, istem içi kaslara sinir gücü göndermek için hareket hücrelerinin etkilenmesine çok benziyor. Duygu ve hareket sinir hücrelerinde bir çok benzer noktalar var; örneğin, bir kasın uzun kullanımında da oluştuğu şekilde, bilindiği gibi bir duyguya yoğun bir biçimde yönelmek yorgunluk yaratır.29 Bedenimizin bir bölgesine istem içi olarak dikkatimizi yoğunlaştınnca, beynin o bölgeden gelen izlenimle­ ri veya duyguları kabul eden hücreleri, bilinmeyen bir biçimde harekete geçebilir. Dikkatimizin yöneltildiği kısımda bir bölge­ sel değişme olmadan, acı veya garip duygulann oluşması veya artması bu nedenle olabilir.

Davidson, şöyle söylüyor: ‘Darwin, burada şaşırtıcı bil' biçimde ileri görüşlü ve çok araştırma yapmayı bek­ liyor. Bedenin belirli bir bölgesine yöneltilen dikkatin, o bölgede fark edilebilir etkiler yaratması fikri, son on se­ ★Lectures on Surgical Pathology, 3. bas. , Profesör Turner tarafından gözden geçirilmiştir, 1870, s. 28, 31. (Dr. W. Ogle, kaşının üzerinde şiddetli bir sinir ağrısı rahatsızlığı olan Londralı bir doktorla ilgili olarak benzer bir ör­ nek veriyor; her krizde kaş kılları ağarıyormuş ve kriz geçince de eski rengini alıyormuş.)

361

nedir deneysel onay almış durumda. Darwin, ayrıca beynin, dikkatin yöneltildiği bölge ile ilgili kısımlarının hareketi için bilinmeyen bir nedenle dürtü aldığını belir­ tiyor. Bu düşünceyle uyumlu olarak, dikkatin sinirsel elemanları ile ilgili çağdaş çalışmalar var.c72 Dahası, bir tür anatomik devrenin, bölgeye ait sinirsel değişimlerle yaratılabileceği ortaya çıkmaya başlıyor.’ Eğer bölge kaslarla donatılmışsa, Dr. Michael Foster’in ba­ na söylediği gibi, ufak bir dürtünün bilinç dışı olarak kaslara gönderilmemiş olduğundan emin olamayız; ve bu, o bölgedeki bilinmeyen duygunun nedeni olabilecektir. Göz ve tükürük bezleri ve bağırsaklar vs. ile ilgili bir çok durumda, dikkatin gücü hareketsiz gibi görünüyor; bu ya temel­ de böyle, ya da bazı fizyologlara göre, tamamen vasomotor sis­ teminin o bölgedeki bölgesel damarlara daha fazla kan gönderil­ mesini sağlayacak şekilde etkilenmesine bağlı. Kılcal damarlann artan hareketleri, bazı durumlarda, sinir sisteminin eş za­ manlı artan hareketleriyle birleşiyor. Zihnin vasomotor sistemini etkileme biçimi şöyle anlaşılabi­ lir. Ekşi bir meyveyi gerçekten tattığımızda, tat alma sinirleri ara­ cılığı ile, bir duyum sinir sistemine gönderilir ve tükürük bezleri­ nin küçük kılcal damarlarının kas kaplamaları gevşer. Böylece, bu bezlere daha fazla kan gider ve bol miktarda tükürük salgılar­ lar. Duyularımız üzerinde isteyerek etkili olduğumuzda, bir du­ yumu gerçekten aldığımız biçimde, sinir sisteminin aynı veya ya­ kın bir bölgesinin harekete geçmesi olasılık dışı bir varsayım de­ ğildir. Ekşi tat üzerinde canlı olarak düşününce, beyindeki aynı hücreler, sanki gerçekten tat alınmış gibi, belki de daha az mik­ tarda etkilenebilir; ve diğer durumda olduğu gibi, bu sefer de, ay­ nı sonuçlarla sinir gücünü vasamotor merkezine gönderebilir. Başka, ve bazı açılardan daha uygun bir örnek daha vere­ lim. Eğer bir kişi sıcak ateşin önünde durursa, yüzü kızarır. Dr. Michael Foster’in bana anlattığına göre, bu, kısmen sıcaklığın bölgesel etkisine, ve kısmen de vasamotor merkezlerden gelen

362

refleks harekete bağlı.30 Bu durumda, sıcaklık yüz sinirlerini et­ kiliyor; bu da, vasomotor merkezi üzerinde etkili olan beynin duyu hücrelerine bir duyum yolluyor ve yüzdeki küçük kılcal damarlar gevşeyerek kanla dolacak şekilde etkileniyor. Sıcaktan etkilenmiş yüzümüzü hatırlamak için gerçekten sürekli bir çaba sarf edersek, gerçek sıcaklığın bilincine varmamızı sağlayan si­ nir sisteminin, bir derece etkilenmesi ve bunun sonucu olarak da bir miktar sinir gücünü vasamotor merkezlere yollayarak yüzde­ ki kılcal damarları gevşetmesi olası görünüyor. Nesiller boyun­ ca büyük bir istekle ve sıklıkla insan dikkatini kişisel görünü­ müne, özellikle de yüzüne yönelttiği için, yüzdeki kılcal damar­ lardaki herhangi böyle bir eğilim başlangıcı, alışkanlık sağlamış kanallardan sinir gücünün akması ve kalıtımsallaşmış alışkanlık yoluyla etkilenerek, zaman içersinde çok güç kazanacaktır. Ben­ ce, anlatılanlar yoluyla, böylece, kızarma eylemi ile ilgili ola­ rak, makul bir açıklama verilmiş oluyor. Özet. Kadınlar ve erkekler, özellikle de gençler, kişisel gö­ rünümlerine çok önem verirler ve aynı şekilde diğerlerinin gö­ rünüşleriyle de ilgilenirler. İnsanlar ilk çağlarda çıplak dolaşma­

larına ve bütün beden dikkat çekmesine rağmen, yüz ilk dikkat edilen kısımdır. Başkalarının fikirleriyle, kendimize yönelttiği­ miz dikkatimiz etkilenir, çünkü yalnız yaşayan bir insan görü­ nüşüyle ilgilenmeyecektir. Herkes övgüden çok yergiden etkile­ nir. Başkalannın, kişisel görünümümüzü küçümsediğini bilir veya öyle zannedersek, ilgimiz güçlü bir biçimde kendimize, özellikle de yüzümüze yönelir. Daha önce de açıklandığı gibi, bunun sonucunda yüzün duyu sinirlerini alan sinir sistemi etki­ lenebilir; bu da vasomotor sistem aracılığıyla, yüzdeki kılcal da­ madan etkiler. Sayısız nesiller boyu, oluşan sık tekrarlarla, bu süreç o kadar alışkanlık haline gelir ki, başkalannın bizi düşün­ düğünü zannedince, onlann küçümsemeleri ile ilgili en ufak bir şüphemiz bile, yüzümüz için bilinçli olarak düşünmeden, kılcal damarların gevşemesine neden olur. Bazı duyarlı insanların, kendi elbiselerine dikkat etmesi bile bunun için yeterlidir. Biri­

363

sinin, sessiz de olsa, hareketlerimizi, düşüncelerimizi veya özel­ liklerimizi suçladığını biliyor veya düşünüyorsak veya çok övülüyorsak, alışkanlık ve birleşmenin gücüyle de kılcal damarları­ mız gevşer. Hala çıplak dolaşan ırklarda bütün yüzey daha fazla etki­ lenmesine rağmen, bu hipotezle, yüzün bedenin diğer bölüm­ lerinden neden daha fazla kızardığını anlayabiliriz. Deride renk değişmesi görülmemekle beraber koyu renkli ırklarda da yüz kızarmasının olması şaşırtıcı değildir. Kalıtım ilkesi nede­ niyle, kör doğanların kızarması da şaşırtıcı değildir. Gençlerin yaşlılardan ve kadınların erkeklerden daha fazla etkilendikleri­ ni ve karşıt cinslerin daha fazla kızannaya neden olduğunu an­ layabiliriz. Kişisel değerlendirmelerin kızannaya yol açtığı ve en önemli nedenin sıkılganlık olduğu açıktır; çünkü sıkılganlık diğerlerinin varlığı ve fikirlerine bağlıdır ve sıkılgan kimseler az çok kendilerine yöneliktirler. Ahlaki suçlarla ilgili olarak gerçek utanmaya gelince, neden suçun değil de, başkalarının bizi suçlu olarak düşünmesinin yanağımızı kızarttığını anlaya­ biliyoruz. Yalnız başına bir suçunu düşünen ve bilinçli olarak bundan etkilenen bir kişi kızannaz; ama başkalarının önünde yaptığı veya başkaları tarafından farkedilen bir hatayı anımsa­ yınca kızarır ve bu kızannanın derecesi, hatayı ortaya çıkartan, gören veya şüphelenen kişiye verilen önemle doğru orantılıdır. Eğer eşitlerimiz veya üstlerimiz tarafından katı bir biçimde or­ taya konmuşsa, görgü kurallarına uymamak, ortaya çıkartılabi­ lecek bir suçtan daha fazla kızarmaya neden olur; eşitlerimiz tarafından kınanmayan gerçek bir suç yanaklarımızda çok zor bir renklenme yaratır. Alçakgönüllülük, diğerlerinin değer yar­ gılarına veya belli adetlerine bağlı olarak canlı bir kızarmaya neden olur. Baş yüzeyinin ve beynin kılcal damar dolaşımı arasındaki yakın ilişki nedeniyle, yoğun bir kızarma oluşunca, zihinde bir kanşıklık oluşur. Bu genellikle garip hareketlerle ve bazen bazı kaslann istem dışı seğirmesiyle beraber olur.

364

Hipotezimize göre, yüz kızarması, önce kişisel görünümü­ müze, özellikle de yüzümüze yönelen dikkatin, dolaylı bir sonu­ cu olduğuna göre, kızarmayla beraber oluşan dünyadaki bu ha­ reketleri anlayabiliriz. Bu, yüzü saklamak, yere veya bir tarafa çevirmek şeklinde olur. Gözler genellikle kaçırılır ve huzursuz­ dur, çünkü bizde çekingenlik veya utanç hissini yaratan kişiye bakmak, anında rahatsızlık verici bir biçimde, onun bakışlarının bize yöneltilmiş olduğu bilincini uyandırır. Başkalarının ahlaki davranışımızı güçlü bir biçimde övdüğünü veya yerdiğini bili­ yor veya düşünüyorsak, birleşmiş alışkanlıklar ilkesi ile göz ve yüzdeki aynı hareketler yapılır ve hatta buncan kaçmılamaz. O zaman kullanılmasına rağmen, Darwin’in sıkıl­ ganlık teriminden bahsetmemesi, şaşırtıcı/73 Çağdaş araştırmacılar sıkılganlığı yüz kızarmasının bir nedeni olarak ortaya koyuyorlar. Sıkılganlığı bugün inceleyen­ lerin çoğu, Darwin’in, kişinin görünümüne yöneltilen dikkatin en fazla kızarmaya neden olacağı bakış açısını uyguluyorlar. Alçak gönüllülük gibi, çekingenlik de bir duygu değil kişisel özellik olarak kabul ediliyor. Bazı yazar ve araştırmacılar sıkılganlık ve utancı aynı temel duygunun çeşitleri olarak kabul ederlerken,"74 diğerleri bunların farklı duygular olduğunu söylüyorlar."75

365

BÖLÜM: XIV

SON CÜMLELER VE ÖZET İfadenin temel hareketlerini oluşturan üç önemli ilke - Kalı­ tım - Değişik ifadelerin elde edilmesinde, istek ve niyetin oynadığı rol üzerine - İfadenin içgüdüsel kabulü - Konu­ muzun, insanlığın atalarının özel birliği üzerindeki önemi İnsanlığın atalarının, ardışık olarak çeşitli ifadeleri elde et­ mesi üzerine - İfadenin önemi - Sonuç

İnsanlardaki ve bazı alt seviyeli hayvanlardaki temel ifade biçimlerini, yeteneğimin elverdiği kadar açıklamaya çalıştım. İlk bölümde verilen üç ilke yoluyla da bu hareketlerin köken ve­ ya gelişmelerini anlatmaya gayret gösterdim. Bu üç ilkenin bi­ rincisi, bir arzuya yararlı olacak veya bir duyguyu rahatlatacak olan hareketlerin, sık tekrarlanmaları durumunda alışkanlık ha­ line gelerek, zayıf bir biçimde de olsa aynı arzu veya duygu or­ taya çıktığı zaman, yararlı olup olmadıklarına bakılmaksızın or­ taya konmasıdır. İkinci ilkemiz antitez ilkesidir. Bütün hayatımız boyunca yaptığımız hareketlerimiz nedeniyle, zıt dürtüler altında, zıt ha­ reketleri yapma alışkanlığı sıkı bir biçimde oluşur. Böylece bazı hareketler düzenli olarak tekrar ediliyorsa, ilk ilkemize göre, belli bir ruh hali durumunda, yararlı olsa da, olmasa da, zıt yön­ de bir zihinsel durumun etkilenmesiyle, tam tersi hareketleri yapmak için istem dışı güçlü bir eğilim oluşacaktır. Üçüncü ilkemiz de, etkilenen sinir sisteminin, istekten ve

büyük ölçüde alışkanlıktan bağımsız olarak hareket etmesidir. Deneyim, beyin- omurilik sistemi etkilendiği zaman, sinir gücü­ nün yaratılarak özgür bırakıldığını gösteriyor. Sinir gücünün iz­ leyeceği yol, kaçınılmaz olarak, sinir hücrelerinin kendileri ve

366

bedenin diğer bölümleri arasındaki bağlarıyla belirleniyor. Sinir gücünün alışılmış kanallardan akması kadar, aynı zamanda alış­ kanlık da yönü etkiliyor. Kızgın bir adamın kontrolsüz ve anlamsız hareketleri, kıs­ men yöneltilemeyen sinir gücüne bağlanabilir, çünkü bunlar tam bir vumıa hareketi değildir. Hiddetli bir kişinin, böyle bir niyeti olmamasına rağmen, bilinçsiz bir biçimde rakibine vurma durumun geçtiği gibi, böylece ilk ilkemizde bahsedilen hareket­ lere geçilir. Alışkanlığın etkisini, heyecan verici diye adlandırdı­ ğımız bütün duygularımızda ve duyulanınızda görüyoruz; çün­ kü, enerjik hareket etme sonucunda alışkanlıkla bu yapı elde ediliyor ve hareket dolaylı bir biçimde, solunum ve dolaşım sis­ temlerini etkiliyor; ve İkincisi de beyni etkiliyor. Bu duyu veya duygular en hafif bir biçimde bile duyulduğunda, büyük bir güç kullanımı gerekmese de, alışkanlık ve birleşmenin gücüyle bü­ tün sistemimiz etkileniyor. Diğer tür duyu ve duygulara ise dur­ gun diyoruz, çünkü, aşın acı, korku ve üzüntü başlangıcı gibi enerjik olarak oluşup, sonra yorgunluğa neden olanlar haricin­ de, alışkanlıkla enerjik bir hareket yaratmıyorlar; sonuç olarak olumsuz işaretler ve halsizlikle ortaya konuluyorlar. Zevk verici bir duygu olan, sevgi de alışılagelmiş zevk işaretlerini ortaya koyar. Öte yandan, sinir sisteminin heyecanlanmasının bir çok et­ kileri, daha önceleri istekle güç kullanımı sonucunda alışkanlık­ la yaratılan kanallardan akan sinir gücünden bağımsız gibi gö­ rünmektedir. Genellikle bu şekilde etkilenen kişinin zihinsel du­ rumunu açığa çıkaran, bu tür etkiler şu anda açıklanamaz; örne­ ğin aşm korku veya üzüntü sonucunda saçın renginin değişme­ si- korkuyla kasların titremesi veya soğuk ter dökmesi- bağır­ saklardaki salgı değişimleri- bazı bezlerin işlevini yitirmesi gibi. Konumuzla ilgili bir çok hususun açıklanamaz olmasına karşı koymayarak, bir çok ifade, hareket ve eylemlerin bir dere­ ceye kadar yukarıdaki ilkelerle ve benzerleriyle açıklanabilece­ ğini bundan sonra görmeyi ümit ediyoruz. 367

Bir zihin durumuyla beraber olan bütün hareketler, açık olarak fark edilirler. Bunlar, köpeğin kuyruğunu sallaması, insa­ nın omzunu silkmesi, saçların dikilmesi, ter akması, kılcal da­ mar dolaşımının durumu, güçleşen nefes alma veya insan sesi ve diğer seslerin kullanılması gibi, bedenin herhangi bir yerinde oluşan hareketler olabilir. Böcekler bile, kızgınlık, korku, kıs­ kançlık ve aşklannı cırlamalanyla ifade ederler. Sadece doğru­ dan değil, büyük ölçüde de dolaylı olarak ifade için, solunum organları insanlarda çok önemlidir. Konumuzla ilgili olarak, bazı ifade hareketlerine yol açan aşırı derecede karmaşık olaylar zincirinden daha ilgi çekici olan çok az nokta vardır. Örneğin, üzüntü veya endişeyle kaşları

eğimli hale gelen birisini ele alın. Bebekler acı ve açlık nede­ niyle yüksek sesle ağladıkları zaman, kan dolaşımı etkilenir ve gözler kanla dolar: bunun sonucu olarak, göz etrafındaki kaslar koruma amacıyla güçlü bir biçimde gerilir: nesiller boyunca, bu hareket alışkanlıkla sabitleşir: ama zamanla ve kültürler nede­ niyle ağlama alışkanlığı kısmen engellenince de, en ufak bir sı­ kıntı duyulunca, göz kasları hala gerilmeye devam eder: bu kas­ lar arasında, burnun pryamidal kasları diğerlerine göre daha az kontrol altındadır ve gerilmesi ancak ön kasın merkezi bağ do­ kusu tarafından kontrol edilebilir; bu bağ dokusu, kaşların iç uç­ larını kaldırır ve alnı özel bir biçimde kırıştınr ve biz bunun üzüntü ve endişe ifadesi olduğunu hemen anlarız. Anlatıldığı gi­ bi, oluşan hafif hareketler veya ağzın kenarlarının aşağı çekil­ mesinin zor fark edilebilir hareketi, güçlü ve anlaşılabilir hare­ ketlerin son kalıntılarıdır. Bunlar ifade açısından bizim için çok önemlidir, çünkü, doğa bilimcisi için, organik varlıklann soy ağaçlan ve sınıflandınlmalanyla ilgili olağan kalıntılardır. İnsan ve alt seviyeli hayvanlardaki temel ifade hareketleri içsel veya kalıtımsaldır- yani, kişi tarafından öğrenilmezlerherkes tarafından kabul görürler. Bazılan için, öğrenme ve takli­ din o kadar az etkisi vardır ki, hayatımızın ilk günlerinden baş­ layarak, sonuna kadar kontrolümüz dışında kalırlar; örneğin yüz

368

kızarması esnasında, derideki damarların gevşemesi ve kızgın­ lıkla kalp hareketlerinin artması gibi. İki üç yaşlarındaki çocuklan, hatta kör doğmuş olanları, utançtan kızarırken görebiliriz; ve bebeklerin çıplak kafa derisi heyecandan kızanı. Bebekler doğum sonrası acıyla ağlarlar, ve sonraki yıllarda da yüz aynı görünümü almaya devam eder. Bu bile bir çok ifadenin öğrenil­ mediğinin gösterilmesi için yeterlidir; fakat içsel olan bazıları­ nın, tam ve mükemmel olarak uygulanmadan önce, kişinin eg­ zersiz yapmasının gerekmesi ilgi çekicidir; örneğin, gülmek ve ağlamak. Bir çok ifade hareketimizin kalıtımsal olması, körlerin de bunu sergileyebilmesini açıklıyor ve R, H. Blair’den duydu­ ğuma göre görme yeteneği olanlar için de bu durumu açıklıyor. Böylece, insan ve hayvanların bir çok değişik ırkların genç ve yaşlıları, aynı hareketlerle aynı İfadeleri sergilerler. Yaşlı ve genç hayvanların duygularını aynı biçimde ifade etmelerine o kadar alışmışız ki, mutlu olan bir köpeğin kuyru­ ğunu sallamasının; yaşlı köpekler gibi, vahşi olduğu zaman ku­ laklarını kısarak, dişlerini göstermesinin; korkan veya kızan bir kedinin, yaşlı bir kedi gibi, sırtını kemerleştirerek, tüylerini dik­ mesinin ne kadar önemli olduğunu al gıl ayamıyoruz. Ama, ya­ pay veya geleneksel olarak alıştığımız ve daha az kullandığımız kendi hareketlerimize dönersek- yetersizlik işareti olarak omzu­ muzu silkmek veya hayret işareti olarak, açık eller ve ayrık par­ maklarla kolumuzu uzatmak gibi- onların içsel olduklarını öğ­ rendiğimiz zaman herhalde çok şaşımız. Bu ve başka hareketlerin kalıtımsal olmasını, çok genç ço­ cuklar tarafından sergilenmesinden, kör olanlardan ve çeşitli in­ san ırkları tarafından kullanılmasından anlıyoruz. Çeşitli zihin durumlarına bağlı olan, yeni ve çok Özel adetlerin bazı kişilerde ortaya çıkabileceğini ve bazı durumlarda bir çok nesiller boyun­ ca sonradan döle aktarılabileceğini akılda tutmalıyız. Bize çok doğal geldiği için içsel olarak düşünebileceğimiz başka hareketlerimiz, dil gibi öğrenilmektedirler. Bu, dua esna­ sında yukarıya kaldırılan ellerin birleştirilip, gözlerin yukarıya

369

çevrilmesi için geçerli gibidir. Sevgi işareti olarak öpmek için de bu böyledir; fakat sevilen insana dokunulması açısından da içseldir. Olumlama ve olumsuzlama işaretleri olarak, başı aşağı eğmenin ve sallamanın kalıtımsal olduğunun delili şüphelidir; çünkü, değişik ırklann bireyleri tarafından bağımsız olarak elde edilmiş gibi çok genel olmalarına rağmen, evrensel değillerdir. Şimdi çeşitli ifade hareketlerinin gelişmesinde bilincin ne kadar rol oynadığını gözden geçireceğiz. Değerlendirebildiğimiz kadarıyla, bu ana kadar konuşulan ifade hareketlerinin çok azı kişi tarafından öğrenilir; yani, yaşamın ilk çağlarında belli amaç doğrultusunda, bilinçli ve istekli olarak ortaya konulma­ sı veya başkalarını taklit ederken, alışkanlığa dönüşmesi gibi. İfade hareketlerinin bir çoğu ve en önemli olanları, gördüğü­ müz gibi, içsel veya kalıtımsaldır; ve kişinin isteğine bağlı ol­ dukları söylenemez. Yine de, ilk ilkemize bağlı olanlar önce, belirli bir amaç için istem içi olarak ortaya konulurlar- yani, bir tehlikeden kaçmak, bir sıkıntıyı azaltmak, bir isteği yerine getirmek gibi. Örneğin, dişleriyle savaşan hayvanların, vahşi olduklarında kulaklarını başlarının gerisine doğru çekme alış­ kanlıklarını, kulaklarının düşmanları tarafından ısırılmasını engellemek için böyle davranan atalarından aldıkları şüphe gö­ türmez; çünkü, dişleriyle dövüşmeyen hayvanlar da vahşi olunca böyle davranmaktadırlar. Hafif bir biçimde, yani ses çı­ kartmadan ağlarken, gözlerimizin etrafındaki kasların gerilme­ si alışkanlığını, özellikle bebeklik çağlarında yüksek sesle ağ­ larken, göz bebeklerinde rahatsızlık duyarak bunu yapan atala­ rımızdan almış olabiliriz. Yine bazı açık hareketlerimiz, diğer duygusal ifadelerimizi kontrol etmek veya engellemek amacı ile ortaya konulur; böylece, kaşların eğimi ve ağız köşelerinin aşağıya doğru çekilmesi, gelen ağlama krizini engellemek ve­ ya oluştuktan sonra kontrol etmeye yöneliktir. Burada önce bi­ linç ve isteğin ortaya konduğu açıktır; bu ve başka durumlarda kasları harekete geçirirken, normal istem içi hareketleri yaptı­ ğımızdan daha fazla bilinçli davranmayız.

370

Antitez ilkesine gör oluşan ifadesel hareketlerimize gelin­ ce, uzak ve dolaylı olmakla birlikte, isteğin işe karıştığı açıktır. Üçüncü ilkemiz altına giren hareketler; alışılmış kanallardan geçen sinir gücünden etkilendikleri derecede, isteğin önceki ve sürekli çabalarıyla belirlenecektir. Bu durum altında dolaylı olarak oluşan etkiler, beyin omurilik sisteminin doğrudan etki­ lenmesiyle, alışkanlığın ve birleşmenin gücü altında genellikle karmaşık bir biçimde birleşirler. Güçlü bir duygu altında kalbin artan hareketi buna örnek olabilir. Hayvan tüylerini dikip, teh­ dit edici bir durum alınca ve düşmanını korkutmak için vahşi sesler çıkartınca, kökeninde istem içi olan hareketlerle, istem dışı olan hareketler ilginç bir biçimde birleşirler. Tüy dikilmesi gibi istem dışı hareketlerin bile isteğin gizemli gücünden etki­ lenmesi olasıdır. Son olarak anlatılan huylar gibi, bazı ifadesel hareketler, zihnin çeşitli durumlarına bağlı olarak kendiliğinden oluşur ve sonradan kalıtımsallaşırlar. Fakat bu bakış açısının doğruluğuy­ la ilgili olarak kanıtım yok. Bir topluluğun üyeleri arasında dil aracılığıyla kurulan ileti­ şimin gücü, insanlığın gelişimi için ileri derecede önemlidir; bu nedenle de dil, beden ve yüz hareketlerinden büyük destek alır. Önemli bir konuyu konuştuğumuz ve yüzü gizlenen bir kişide bunu hemen fark ederiz. Yine de görebildiğim kadarıyla, her­ hangi bir kasın (teel bir ifade için geliştirildiği ve değiştirildiği­ ne inanmak için bir neden yok. Çeşitli ifade seslerini ortaya ko­ yan, ses üreten organlanmız kısmi bir istisna teşkil ediyor gibi görünüyorlar; fakat her yerde bu organların öncelikle, bir cinsen diğerini çağırabilmesi veya çekebilmesi için seksüel amaçla ge­ liştiklerini anlattım. Şimdi ifade amacıyla kullanılan herhangi bir kalıtımsal hareketin, önceleri de istem içi ve bilinçli olarak bu amaçla kullanıldığına inanmak için bir temel de bulamadımsağır ve dilsizlerin kullandıkları bazı hareketler ve parmak dili gibi. Öte yandan, ifadenin her gerçek ve kalıtımsal hareketinin

doğal ve bağımsız bir kökeni var gibi görünüyor. Fakat, bir kere

371

elde edilince, bu tür hareketler bilinçli ve istem içi olarak ileti­ şim araçları şeklinde kullanılıyorlar. Eğer dikkat edilirse, bebek­ ler bile ağlamalarının onlara rahatlık sağladığını çok erken yaş­ larda fark ediyorlar ve en kısa zamanda da bunu isteyerek yapı­ yorlar. Şaşırma ifadesi olarak, insanların sıklıkla isteyerek kaş­ larını kaldıklarını veya tatmin ve uysallık ifadesi için güldükle­ rini görürüz. İnsanlar bazı hareketleri belirgin ve iyi görülebilir bir biçimde sergilemek isterler ve iyice açılmış kollannı ayrık parmaklarıyla başlannın üzerine doğru uzatarak, şaşkınlıklarını gösterirler veya omuzlannı kulakları hizasına kadar kaldırarak, bir şey yapamayacaklarını veya yapmak istemediklerini belirtir­ ler. İstem içi ve sürekli olarak kullanılınca, bu hareketlerin güç­ lenme veya artma eğilimi çoğalır. Başlangıçta bir veya birkaç kişi tarafından kullanılan, baş­ kalarına yayılmayan ve bilinçsiz veya bilinçli taklidin gücü yo­ luyla evrensel olamayan, çeşitli zihin durumlarının ifadelerini de gözden geçirmek yararlı olacaktır. Bilinçli istekten bağımsız olarak, insanda güçlü bir taklit eğilimi olduğu kesindir. Bu, bazı beyin hastalıklannda ve özellikle beynin yüksek ateşle yumuşa­ masının başlangıcında en olağan üstü şekilde ortaya konuluyor ve ‘yankı işa’reti’ diye adlandırılıyor. Bu hastalar, ne olduğunu anlamadan, yanlarında ortaya konan en garip hareketi, çıkartılan sesleri, hatta yabancı dili bile taklit ediyorlar.1 Çakal ve kurt ka­ palı tutuldukları zaman, köpek havlamasını taklit edebiliyorlar. Çeşitli duygu ve istekleri ifade eden, evcilleştirilmesinden bu yana elde edilişi çok ilgi çekici olan ve değişik türlerde değişik derecelerde kalıtımsallaşan köpek havlamasının ilk olarak nasıl öğrenildiğini bilmiyoruz: fakat, hayvanların üzün bir süreçte çok geveze bir hayvan olan insanla beraber yaşamasına bağlı olarak, bunun elde edilişinde taklidin rol oynadığından şüphe edilemez mi? Anlatılanların paralelinde ve bu kitapta, istek, bilinç ve ni­ yet terimlerinin tam uygulanmaları konusunda güçlük çektim. Önceleri istem içi olan hareketler, sonra alışkanlık ve sonunda

372

kalıtım haline dönüşüyorlar ve böylece isteğe zıt olarak da hare­ ket edebiliyorlar. Genellikle zihin durumunu ifade etmelerine rağmen, bu sonuç başta amaçlanmıyor veya beklenmiyor. Bu­ nun, onlann temel amacı olduğunu ima ettiği için, ‘bazı hare­ ketler ifade amaçlıdır’ gibi cümleler bile yanıltıcı oluyor. Hare­ ketlerin önceden ya doğrudan, ya da etkilenmiş olan sinir siste­ minin dolaylı etkisi nedeniyle kullanımı sonucunda, durum ba­ zen böyle görünürken, bazen de bu hiç geçerli değil gibi görü­ nüyor. Bir bebek isteyerek veya içgüdüyle acıktığını göstermek için ağlayabilir; ama yüz ifadesini açıkça belli olan sefil bir bi­ çimde değiştirmek için arzusu veya niyeti yoktur; ama yine de açıkladığımız gibi, insanlar tarafından özellik gösteren bazı ifa­ de biçimleri, ağlama hareketinden gelişmişlerdir. Bir çok ifade hareketlerimiz, herkesin kabul ettiği gibi içsel veya içgüdüsel olmalarına rağmen, onların algılanması için içgü­ düsel bir güce sahip olmamız konusu farklı bir soruyu ortaya ko­ yuyor. Bunun böyle olduğu varsayılıyor; fakat M. Lemoine,2 bu­ na şiddetle karşı çıkıyor. Dikkatli bir gözlemcinin belirttiğine gö­ re3, maymunlar sadece sahiplerinin ses tonlarını ayırmayı öğren­ miyor, aynı zamanda yüz ifadelerini de algılıyorlarmış. Köpekler, sevecen ve tehdit edici hareket ve tonları ayırabilirler ve heye­ canlı bir tonu da anlıyor gibi görünmektedirler. Bir çok deneme­ den sonra ortaya çıkartabildiğim kadarıyla, bazen anlar gibi gö­ ründükleri gülme veya gülümseme dışındaki yüz hareketleri anla­ mıyorlar. Maymunlar ve köpekler elde ettikleri bu kısıtlı bilgiyi, herhalde bizim kaba veya nazik hareketler aracılığıyla onlarla olan ilişkilerimizden öğrenmiş olmalılar; ve hareketleri kesinlikle içgüdüsel değil. Çocuklar da, ifade hareketlerini, hayvanların in­ sanlardan öğrendikleri gibi büyüklerinden öğreniyorlar. Dahası, bir çocuk ağlar veya gülerse, genel anlamda ne yaptığını ve ne duyduğunu bilmektedir; böylece ağlama veya gülmesinin başka­ ları için ne anlama geldiğini anlaması için fazla çaba göstermesi gerekmez. Fakat soru şudur: çocuklarımız, ifade bilgisini sadece birleşme ve mantığın gücüyle mi elde ediyorlar?

373

Bir çok ifade hareketi aşamalarla elde edildiğine ve sonra içgüdüsel olduğuna göre, onların algılanmasının da içgüdüsel olması yönünde bir derece a priori olasılık ortaya çıkmaktadır. Dişi dört ayaklı ilk kez yavru sahibi olunca, yavrusunun ıstırap çığlığını bileceğini veya bir çok hayvanın düşmanlarının içgü­ düsel olarak tanıyarak, onlardan korkacaklarını kabul ettiğimize göre, en azından buna inanmakta da büyük bir güçlük yok; ve bu iki cümle de şüphe kaldırmaz. Fakat çocuklarımızın bir ifa­ deyi içgüdüsel olarak algıladıklarını kanıtlamak çok zor. Başka çocuklarla ilişkisi olmaması nedeniyle hiçbir şey öğrenme ola­ nağı olmayan ilk çocuğumda buna dikkat ettim; hiçbir şeyi tec­ rübeyle öğrenemeyecek kadar genç yaşta olmasına rağmen gül­ meyi anladığına ve gülümseme gördüğü zaman, başka bir gü­ lümsemeyle cevaplarken, bundan zevk aldığına inandım. Bu be­ bek dört aylıkken, önünde garip sesler çıkartarak, değişik yüz hareketleri sergiledim ve vahşi görünmeye çalıştım; fakat, eğer yüksek değilse, sesler ve yüz hareketlerimin hepsi şaka olarak algılandı; ve o zaman bunu, gülümsemelerimin hareketlerden önce gelmesine veya onlarla beraber yapılmasına bağladım. Beş aylıkken, heyecanlı ifadeleri ve ses tonlarını anlıyor gibi görü­ nüyordu. Altı aydan, birkaç gün büyükken, bakıcısı ağlama tak­ lidi yaptı ve güçlü bir biçimde büzülmüş ağız köşeleriyle birlik­ te, yüzünün anında melankolik bir ifade aldığını gördüm; bu ço­ cuk ağlayan başka bir çocuğu çok az görmüştü, ağlayan yetişkin bir insan da hiç görmemişti ve bu kadar erken yaşta konuyu de­ ğerlendirebileceğinden şüpheliyim. Böylece, bakıcının yapma­ cık ifadesinin üzüntü anlamına geldiğini ona içsel bir duygu an­ latıyor gibi görünüyor; ve içgüdü veya sempati yoluyla içinde hüzün duygusu uyanıyor. * * (Bay Wallace (Quarterly Journal of Science, Ocak, 1873), bakıcının yüzündeki garip ifadenin sadece çocuğu korkutarak, ağlamasına neden olabi­ leceği şeklinde zekice bir itirazda bulunuyor. Bunu Chad Crange olayıyla karşılaştırın, torunu Adam Bede'teki demir­ ciyi temiz bir Pazar günü yüzüyle gördüğü zaman sanki bir yabancıymış gibi ağlıyordu.)

374

Oster, bebeklerin, doğumdan itibaren başkalarının yüz ifadelerine dikkat ettiklerinin çok iyi bilindiğini söylüyor. Asıl sorun, bunun yüzde özel bir şey olmasın­ dan mı, yoksa yüksek zıtlık gibi genel özelliklerden mi kaynaklandığı konusunda ortaya çıkıyor. Bebekler gül­ meyen yüzlere karşı gülmeyi tercih ederler, ama bunun içsel bir gülümseme tanımlayıcısına sahip oldukları için mi, yoksa ‘dişsizlik’ gibi daha genel bir özellik nedeniy­ le oluştuğu açık değildir.'76

M. Lemoine, eğer bir kişi ifadenin içsel bilgisine sahipse, şimdi de olduğu şekilde, yazar ve sanatçıların her bir zihin du­ rumuyla ilgili özel işaretleri ortaya koyarak tanımlamalarının zor olmayacağını söylüyor. Fakat bu bana geçerli bir düşünce gibi gelmiyor. Bir insan veya hayvandaki değişen ifadeyi yanıl­ madan izleyebiliriz, ama yine de, deneyimlerimden bildiğim ka­ darıyla değişimin yapısını inceleyemeyiz. Aynı yaşlı adamla il­ gili olarak Duchenne tarafından verilen fotoğraflardan (Baskı III, şekil 5 ve 6) bir tanesinin gerçek, diğerinin de yapay bir gü­ lümseme olduğunu herkes anlayacaktır; fakat tam olarak değişi­ min neyi içerdiğine karar vermekte zorlanıyorum. Bilinçli bir analiz sürecinden geçmeden, ifadenin bir çok tonlannın anında tarafımızdan algılanabiliyor olması, bana ilgi çekici geliyor. Şa­ mam hiç kimse, asık veya kurnaz bir ifadeyi tanımlayamaz; yi­ ne de bir çok gözlemci çeşitli insan ırklannda bu ifadelerin gö­ rülebileceği konusunda birleşiyorlar. Duchenne’nin eğik kaşlı genç adamının fotoğrafım gösterdiğim hemen herkes (Baskı II, Şekil 2), onun üzüntü veya benzeri bir ifade olduğunu anında söyledi; yine de bunlardan birisi veya bin kişiden birisi, önce­ den kaşlann eğimiyle ilgili olarak, iç uçları büzülmüş veya alın­ da karesel çizgiler oluşmuş gibi, tam bir tanımlama yapamazlar. Bunlar, benim bildiğim diğer ifadeler için başkalanndan neleri izlemeleri gerektiğini anlatırken karşılaştığım zorluklardı. Eğer, aynntılar üzerindeki büyük bilgisizliğimiz, çeşitli ifadeleri ke­ sinlikle ve tam olarak algılamamıza engel olmuyorsa, bilgimi­ 375

zin içsel olmadığının tartışması konusunda, kapalı ve genel ola­ rak da olsa, bu bilgisizliğin ortaya atılabilmesi için bir neden göremiyorum. İnsanların temel ifadelerinin, dünya üzerinde aynı oldukları­ nı ayrıntılı olarak göstermeye çalıştım. Irklar birbirlerinden ayrıl­ madan önce, çeşitli ırklann, yapı olarak tamamen ve zihin olarak da kısmen insan gibi olabilecek, aynı tek kaynaktan geldikleri konusunda destek sağlayacak yeni bir tartışma sağladığı için ko­ nu ilgi çekici. Aynı amaç için uyum sağlayan yapıların, uzak tür­ ler tarafından değişim ve doğal seçilim yoluyla bağımsız olarak elde edilmiş oldukları şüphe götürmez, fakat bu bakış açısı uzak türlerde birçok önemsiz ayrıntıdaki benzerlikleri açıklamıyor. Bütün ırklardaki insanların yaklaşık olarak kabul ettikleri yapıda­ ki bir çok noktanın ifadeyle hiçbir ilgisi olmadığını aklımızda tu­ tarsak ve bunlara ifade hareketlerinin doğrudan veya dolaylı ola­ rak dayandığı bazıları önemli ve bir çoğu önemsiz değerde olan bir çok nokta eklersek, bu kadar yüksek derecede bir benzerlik veya yapı tanımlamasının bağımsız yollarla elde edilebilmesi ba­ na olanaksız görünüyor. Ama insanlar bazı aborijinal faiklı türler­ den türemişlerse durum böyle olacak. Çeşitli ırklardaki, insan ya­ pısını ortaya koyan bir çok yakın benzerlik noktalarının aynı ata­ dan gelen kalıtıma bağlı olması daha çok olası. Belki de boş bir düşünce olmasına rağmen, şimdi insanlar tarafından ortaya konan çeşitli ifade hareketlerinin, atalarımızın yaşam sürecinde ilk ne zaman arka arkaya elde edilmeye baş­ landıktan sorusu ilgi çekici. Gelecek olan cümleler, kitapta tar­ tışılan temel konuları en azından hatırlamanıza yardımcı olacak­ tır. Zevk ve sevinç işareti olarak gülmenin, atalarımız tarafından insan diye adlandınlmayacak durumda yaşarlarken kullanıldığı­ na rahatça inanabiliriz; çünkü bir çok maymun zevk aldıklannda, gülmemize benzeyen sürekli bir ses çıkartır ve bu genellikle çene ve dillerinin titremesiyle, ağzın köşelerinin yukarıya ve aşağıya doğru çekilmesiyle, yanakların kırışmasıyla, hatta göz­ lerin parlamasıyla beraber oluşur.

376

Aynı şekilde, korkunun da, şimdi insanda olduğu biçimiyle çok eski bir zamandan geldiğini çıkartabiliriz; yani, titreyerek, saçın dikilmesiyle, soğuk terlemeyle, yorgunlukla, geniş açılan gözlerle, bir çok kasın gevşemesiyle ve bütün bedenin yere çö­ melmesi veya hareketsiz kalmasıyla. Eğer çok acı çekiliyorsa çığlıklar atılır veya homurdanmalar çıkartılır, beden bükülür, dişler kenetlenir. Ama gözlerinin etrafın­ daki kaslar, solunum ve dolaşım organları bu günkü durumlarını alıncaya kadar, atalarımız ağlama ve haykırma ile beraber oluşan bu açık yüz ifadelerini ortaya koyamazlardı. Belki de, ağlarken göz bebeklerinin kanla dolmasıyla birlikte, göz kapaklarının refleks ka­ sılma hareketleri nedeniyle yaşların boşalması oluşmuş gibi görü­ nüyor. Böylece, ağlamak türemenin ileri bir aşamasında oluşmuş olmalı; bu yakın dostlarımız olan insan benzeri maymunların ağla­ maması ile uyuşuyor. Ama burada biraz dikkat göstermemiz gereki­ yor, çünkü insana yakın olmayan bazı maymunlar ağlarlar ve bu alışkanlık insanın türediği alt sınıf oluşmadan önce gelişmiş olmalı. Üzüntü veya endişe duyan uzak atalarımız, ağlamalarını engelleme alışkanlığını elde etmeden önce, kaşlarım eğimli hale getirmez ve ağız kenarlarını aşağıya çekmezlerdi. Üzüntü ve endişe ifadelerinin

insana ait oldukları böylece açık bir hal alıyor. Öfke, İlk çağlarda da, kaş çatılması olmadan, tehdit edici

ve hiddetli hareketlerle, derinin kızarmasıyla ve parlayan göz­ lerle ifade edilmiş olmalı. Çünkü, ne zaman bebeklikte acı, kız­ gınlık veya ıstırap duyulsa ve ağlama durumuna yaklaşılsa, kaş çatılması alışkanlığı temelde, corrugatorların gözler etrafında gerilen ilk kas olması ve kısmen de çatılmanın zor ve dikkatli bir görüş için siper görevi görmesi nedeniyle elde edilmiş gibi görünüyor. Bu siper alma hareketi, insan tamamen iki ayağı üzerine kalkıncaya kadar alışkanlık olmamış olabilir, çünkü maymunlar çok parlak ışık altında da kaşlarım çatmıyorlar. Uzak atalarımız öfkelendiklerinde, akıl hastalan gibi, bunu ifa­ de edebilmek için dişlerini insanlardan daha çok gösteriyor ol­ malılar. Somurtkan veya rahatsız olduklarında, çocuklarımızdan

377

ve hatta bugün yaşayan vahşi ırkların çocuklarından daha ileri derecede dudaklarını ileriye çıkarttıklarına emin olabiliriz. Uzak atalarımız kızgın veya az öfkeli olduklarında, bugün­ kü gibi iki ayak üzerine kalkmadan ve yumruk ve sopalarla dö­ vüşmeye başlamadan önce, başlanın dik tutmamış, göğüslerini genişletmemiş, omuzlarını köseleştirmemiş ve yumruklarını sıkmamışlardır. Bu zaman gelinceye kadar, sabır veya yetersiz­ lik işareti olarak omuzlan zıt bir biçimde silkmek gelişmemiş olmalı. Aynı nedenle, şaşırma ifadesi, uzanan kollardaki, açılan eller ve ayrık parmaklarla gösterilmemiştir. Maymunlardan çı­ karttığımız kadanyla, şaşkınlık, açık ağızla da ifade edilmemiş­ tir; ama gözler açık ve kaşlar kemerleşmiş olmalıdır. İğrenme ilk çağlarda ağız etrafındaki, kusma benzeri hareketlerle göste­ rilmiş olmalı-yani, eğer ifadenin kökeni ile ilgili olan bakış açım doğruysa, yani, atalarımızın sevmedikleri yemeği midele­ rinden çıkarabilmek için çabuk ve istem içi olarak kullanabil­ dikleri güçleri vardı. Ama hor görme veya küçümsemenin daha gelişmiş ifadesi olan göz kapaklannın alçaltı İması ve küçümse­ nen kişi bakılmaya değmezmiş gibi göz ve yüzün çevrilmesi, çok ileri bir zamanda elde edilmiş olmalı. Bütün ifadelerimiz içersinde, yüz kızarması en fazla insana ait olan gibi görünmektedir; deride bir renk fark edilse de, edilmese de, bu bütün veya bir çok insan ırkları için geçerlidir. Yüz kızarmasına neden olan yüzeydeki küçük damarların gevşemesi, alışkanlık, kalı­ tım ve alışılmış kanallardan akan hazır sinir gücünün yardımıyla, te­ melde kendimize, özellikle de yüzümüze yönelttiğimiz dikkatten kaynaklanıyor gibi görünmektedir; ve sonra birleşmenin gücüyle, ahlaki ilişkilerdeki kendine dikkat etmeye kadar gelişmiştir. Bir cinsin, karşı cinse güzelliğini sergilerken çektiği sıkıntılar nedeniy­ le, bir çok hayvanın güzel renk ve formlardan hoşlandığından şüphe edilmez. Fakat zihin gücü insanınki kadar veya ona yakın bir dere­ cede gelişmeden önce bir hayvanın kendi görünümü ile ilgili olarak duyarlı olacağı düşünülemez. Böylece yüz kızarmasının, türemenin çok ileri bir aşamasında oluştuğuna karar verebiliriz. 378

Şu ana kadar anlatılan çeşitli olaylardan ve bu kitabın akı­ şından, eğer solunum ve dolaşım sistemlerimiz şimdiki durum­ larından biraz farklı olsalardı, bir çok ifademizin tamamen fark­ lı oluşacağı sonucu çıkıyor. Kılcal damarlarda ve damarların yö­ nündeki en ufak bir değişiklik, hızlı nefes verme sırasında kanın göz bebeklerimize dolmasını engelleyebilirdi; çünkü bu çok az sayıdaki dört ayaklıda oluşuyor. Bu durumda en belirgin ifadelerimizi sergileyemeyiz. Eğer insan, ağız ve burun delikleriyle hava solumak yerine, dış uzan­ tılarıyla su soluyabilseydi (çok anlaşılabilir gibi görünmemesine rağmen), yüzü, şimdi elleri ve uzantıla’inın yaptığından daha fazla duygularını ifade edemezdi. Öfke /e iğrenme, hala dudak

ve ağız hareketleriyle gösteriliyor olacaktı ve dolaşımın duru­ muna göre, gözler parlak veya donuk olacaklardı. Eğer kulakla­ rımız hareket edebilselerdi, dişleriyle dövüşen hayvanlarda ol­ duğu gibi, hareketleri, ifadelerimiz için ileri derecede belirleyici olurlardı; ve birisini küçümsediğimiz veya meydan okuduğu­ muzda hala bir taraftaki köpek dişini açığa çıkarttığımız ve çok kızınca da bütün dişlerimizi gösterdiğimiz için, atalarımızın böyle dövüştüklerine karar verirdik. Kökeni ne olursa olsun, yüz ve bedendeki ifade hareketleri, bizim refahımız için çok önemlidirler. Anne ve bebek arasındaki ilk iletişim işaretleridirler; gülerek onaylar ve çocuğa doğru yo­ lu gösterir veya kaşlarını çatarak reddeder. Diğerlerinin sempa­ tisini ifadelerinden algılarız; böylece acılarımız azalır ve zevk­ lerimiz artar; ve karşılıklı iyi duygularımız güçlenir. İfade hare­ ketleri sözlere canlılık ve enerji katar. Başkalannın düşünce ve amaçlarını, yanıltıcı olabilen sözlerinden daha gerçekçi bir bi­ çimde ortaya koyar. Psigonomi biliminin elde ettiği gerçeğin miktarı, Heller’in çok önceleri belirttiği gibi,4 içinde bulunduk­ ları duruma uygun olarak, değişik insanlar çeşitli yüz kaslarını sık olarak hareket ettirirler; belki de, böylece kasların gelişmesi artar ve alışkanlıkla gerilmeleri sonucunda yüzde çizgi ve kınşıklıklar derin ve göze çarpar duruma gelir. Duygunun dışa dö­

379

nük işaretlerle özgür ifadesi bunu arttıracaktır. * Öte yandan, dı­

şa dönük işaretlerin olabildiğince bastırılması, duygularımızı ** yumuşatacaktır. Şiddetli hareketler yapan bir kişi kızgınlığını artıracaktır; korkunun işaretlerini kontrol etmeyen kişinin korkusu artacak­ tır; üzüntüye düşerek, edilgen hale gelen bir kişi zihninin esnek­ liğini kazanma şansını kaybedecektir. Bu sonuçlar, kısmen duy­ gular ve onların dış görünümleri arasındaki yakın ilişkiler nede­ niyle ve kısmen de güç kullanımının önce kalp üzerinde doğru­ dan oluşan ve sonra da beyine geçen etkisinden ortaya çıkmak­ tadır. Bir duygunun taklidi bile, zihnimizde bu oluşumu sağlar. İnsan zihnine ait bilgisi nedeniyle mükemmel bir değerlendirici

olan Shakespeare, söyle söylüyor: ‘Buradaki oyuncu bir canavar değil, Fakat hayalde, heyecanlı bir rüyada, Ruhunu zorlayabilir, kendi gururuyla, Çalışması nedeniyle yüzü solgun, Gözleri yaşlı ve dalgın bir durumda, Kırık bir sesle ve bütün durumu uygun mu, Onun gururlu biçimine? Ve yapılanlar bir hiç için!’ Hamlet, ii, 2

İfade kuramının gözden geçirilmesiyle çıkan sonucun, in­ sanların alt seviyedeki hayvanlardan geldiği sonucunu bir de­ receye kadar onayladığını ve çeşitli ırkların tür veya alt tür bü­ tünlüğü inancını desteklediğini görebiliriz; ama bana göre, bu onaya fazla gerek yok. İfadenin kendisinin veya bazen adlandırıldığı biçimde duyguların dilinin, insanlığın refahı açısından * (Maudsley, hareketin etkisinden bahsederken (The Physiology of Mind, 1876, s. 387-88), beden hareketiyle duygunun yoğunlaştığı ve belirginleştiğini söylüyor. Diğer yazarlar da benzer fikirler ileri sürüyorlar. Örneğin, Wundt, Essays, 1885, s. 235. Braid, hipnotize edilmiş insanlarda, uygun yaklaşımlara duyguların yaratılabildiğini buldu.) ** Gratiolet, (De la Physionomie, 1:SÖ

•§ H

■S

00

A> oc X •“

X

Ct

Jaeob

Oscar

70

C :©

,ü JD

77

$

2 E-

E-

o

I?

co

2 $>.

*~ı C

2 3 •C oo

00

T—

u. İC

.5 4>

2

X :O

Ö * O :□

^2 M X

1 X

H

r—-

üz kasları şek

SirCl

x

üz kasları şek

o (7 ’E oc

Jaeob (1809