Meteor Avı [1 ed.]
 9754033447, 9789754033441

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

M eteor Avı

Jules

Verne

TÜBİTAK

POPÜLER

BİLİM

KİTAPLARI

TÜBİTAK Popüler Bilim, K itaptan 201

M eteo r A vı - La C hasse a u M étéore Jules Verne Çeviri: Özel Aydın

© Société Jules Verne, 1986 © Les éditions internationales Alain Stanké, 1988 © L’Archipel, 2002 © Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, 2002

Bu yapıtın bütün hakları saklıdır. Yazılar ve görsel malzemeler, izin alınm adan tümüyle veya kısm en yayımlanamaz. Türkçe yayın haklan Kesim Ajans aracılığı ile alınmıştır.

TÜBİTAK P opüler B ilim K ita p la rı’n ın seçim i ve değerlendirilm esi TÜBİTAK Y ayın K om isyo n u ta r a fın d a n y a p ılm a k ta d ır.

ISBN 975 - 403 - 344 - 7 1. Basım O cak 2005 (2500 adet)

Yayıma Hazırlayan: tpek Arman Erdoğan Grafik Tasarım: Cemal Töngür Sayfa Düzeni: înci Yaldız

. TÜBİTAK P o p ü le r Bilim Kitapları İşletm e M üdürlüğü Atatürk Bulvarı No: 221 Kavaklıdere 06100 Ankara Tel: (312) 467 72 11 Faks: (312) 427 09 84 e-posta: [email protected] İnternet: kitap.tubitak.gov.tr

Semih Ofset - Ankara

M eteor Avı

(Asıl

metin)

Ju le s Verne

Çeviri Özel

T Ü B İT A K

Aydın

POPÜLER

BİLİM

KİTAPLARI

Ç evirm enin Ö n sö zü

J u le s V ern e’in ö lüm ünden so n ra evinde bulun an basılm am ış y ap ıtların d an biri olan M eteo r Avı’nın h içbir değişikliğe uğram am ış b u asıl m etnini çevir­ m ek benim için erişilm esi güç b ir o nurdu. K uşkusuz y en id en gözden geçirm e fırsatını b u ­ lam adan b u d ü n y ad an göçtüğü için ro m an d a kalan “yılın yirm i d ö rt g ü n ü ” (XV. B ölüm ), “il zam irini a rtik l” (X II. B ölüm ) olarak adlandırm ası gibi kimi ifadeleri olduğu gibi ak tarm ak tan b aşk a y ap ab ile­ ceğim b ir şey y o k tu . “O n beş y ü z m ilyon” (X I. Bölüm ) gibi ifadeleri ise m etnin anlaşılabilir olm ası için günüm üze u y a r­ lam anın yerin d e olup olm adığını d a bilm iyorum . J u le s V erne’in kahram anlarını d ü şü rd ü ğ ü g ü ­ lünç d u ru m larla zam an zam an k ah k a h alar a ttırd ı­ ğı, acı alaylarıyla d a derinden d ü şü n d ü rd ü ğ ü bu olağanüstü rom anını zevkle okum anız dileğiyle.

Ö zel A ydın

Ö n sö z

Ava Giden Avlanır J u le s Verne, 24 M a rt 1905’te, ölüm ünden sonra y ay ım a h azır altı rom anla (Altın Y anardağ, W il­ helm S to ritz ’in Sırrı, M acellanya, G üzel S arı Tu­ n a 1, M eteo r Avı ve D ü n y an ın U cu n d ak i F ener) b ir öykü derlem esi (D ü n ve Y arın) bırakır. Y azarın oğlu M ichel Verne, yayıncının oğlu J u ­ les H e tz el’in isteği üzerine babasının bıraktığı y a ­ pıtları y en id en y a z a r ve özlerini bozar. Bu nedenle, J u le s V erne’in ölüm ünden sonra y ayım lanan ro ­ m anlarının asıllarm ın “asıl m etinlerinin” basılm ası b ir zoru n lu lu k olur. 1985’ten 1989 a k a d a r çok sınırlı sayıdaki ilk b ask ın ın ard ın d an J u le s V erne D erneği, Piero G ondolo della R iva’nın yayıncının çocuklarında b u ld u ğ u b u yayım lanm am ış m etinlerin y en id en y a ­ yım ını S tanke Y ayınlarına verir. Ö lü m ü n d en so n ra basılan y ap ıtların ın yayım ını tam am larken, D ü n ya n ın U cundaki F en er ve D ü n ve Yarın2 derlem esini, y az arın onları oluşturm uş 1. Sözü edilen ilk d ört rom an A rchipel Y ayınlarından çıktı. 2. J u le s V ern e’in Ö ykü leri ve M asalları o rtak derlem esi olarak çıktı, O uest-F rance, Rennes, 2000.

olduğu gibi, elyazm ası m etinleriyle tan ıtm ak d a u y ­ gun olur.

M eteor Avı, yergi romanı İç k arartıcı M acellanya’dan so n ra işte iç açıcı, hafi! b ir rom an. İnsanın hiçbir zam an şaka y a p a r­ ken olduğu k a d a r ciddi olm adığını bilen V erne cid­ di y a p ıtla rla fantezileri böyle a rt a rd a getirm eyi se­ viyordu. Rom ancı, 1901’de yetm iş üç y a şın d a olm asına karşın şaşırtıcı b ir çalışm a sergiliyor. Sadece bu y ıl­ d a S to ritz'in S ırrın ın gözden geçirilm esini saym az­ sak b irb iri a rd ın a üç rom an, G ü zel Sarı Tuna, D ü nya n ın U cu n d aki F ener ve önce G öktaşı adıyla y ay ım lan an M e te o r A v ı m yazıyor. M e te o r A vı, iki am atö r gökbilim cinin u zayda g ö rü n en altın b ir küreye sahip olm a acınası re k ab e­ tini, fantezi ve gülm ece tarz ın d a anlatıyor. R akip­ ler, bu kozm ik ve kom ik avdan, göktaşı kâşifleri u n vanlarını d a y itirere k elleri boş dönecekler. G ö k ­ y ü zü n ü gözlem lem e, V erne bu k o n u d a B rillat-Savarin in y en i b ir yem eğin keşfi insanlığın m utlulu­ ğu n a bir yıldızın keşfinden d a h a çok k atk ıd a b u lu ­ n u r” basit gerçeğini an ım satarak ironi yapıyor. "M eteo rsal” diye nitelenen “gökbilim se!” gülm e­ ce bollu ğ u n d a evlenm e, boşanm a, A m erika'da tö ­ relerdeki özgürlük, altın spekülasyonu ve zengin­ liklerin geçiciliğine -ve h a tta iç sıkıntısı ve fizikötesinin- ilişkin, hafif” olarak kabul edilen b ir y a p ıta II

f

göre çok sayıda ciddi konu h ak k ın d a düşünceler ve gerçekler su y ü zü n e çıkıyor. A v m yazılm ası ve S to ritz’in gözden geçirilm esi­ nin, aynı zam anda yapılan çalışm alar oldukları doğrulanıyor: M eteo ru n öyküsü S to ritz in fantezisi k o n trp u an ı o larak o rtay a çıkıyor. İki y a p ıtta d a gö­ zü yaşlı b ir b ak ire ve m ütsuz b ir nişanlı, y az arın h içbir zam an unutm ayacağı engellenm iş aşkı H erm inie kom pleksine gönderm e3. G enç J u le s ’ü n ev­ lenm esinin H erm inie'nin ailesince, şairin p ek de kesin olm ayan yazınsal şöhretine b ir köy ağasının altını yeğ len erek yasaklanm ası gibi, V erne gibi av u k a t olan F ran cis G ordon d a evlenm esinin m üs­ takbel kayınpederi tarafından yasak lan d ığ ın a tanık olur. Am a b u ra d a nişanlının rakibi y o k tu r, o n a y a l­ nızca b ir gökbilim cinin kıskançlığı ve açgözlülüğü k arşı koyar. Av ve S toritz’de k o rk u içindeki b ir k entte, R agz için W ilhelm S to ritz’in davranışları, W h atso n için göktaşının düşm esinin aynı iç sıkıntı­ sı d a görülür: “O n u (R agz) istila edilm iş b ir ülkenin sürekli b o m b ard ım an k o rk u su içindeki, h erk esin k endi kendine ilk bom banın nereye düşeceği­ ni, evinin ilk yıkılan olup olm ayacağını so rd u ­ ğu bir kentle ancak d ah a çok kıyaslayabilirdim ” (Storitz, s. 143). 3. C hristian C h elebourg'un betimlediği "K om pleks”, "Ak ve K a ra ’, J V D K no 77, 1. Baskı, 1986.

III

A v d a b en z er b ir tüm ce var: “S onuç o larak genel izlenim şöyle ta rif edile­ bilirdi: B om balanm ası h er an başlayabilecek kuŞatm a altın d ak i b ir kentin, b ir bom banın gelip evlerini y erle b ir edeceği beklentisi için­ deki sak in lerin in k i! ” (Böl. V I).

M eteor Avı’mn elyazması metni Y azar tara fın d an düzeltilm iş olsa d a A v ’m elyazm aları b iraz gözden geçirilip düzeltilm eyi hak edi­ yor. 1901'in 27 M a r t’ından E y lü l’üne k ad a r olan olayın akış zam anı, rom an 1901’in 27 M ayıs'ından 15 A ralık ’ın a k a d a r yazılm ış olduğuna göre dizgi tarih lerin e çok y akındır. A m a V erne öyküyü önce ilk b ah ar y erin e k ışa o tu rttu k ta n sonra, “m ayısın" y erin e "kasım ın" hâlâ y erin d e d u rd u ğ u ikinci b ö ­ lüm de m evsim i değiştirm eyi unutuyor. M ichel V er­ ne, asıl m etni k o ru m ak am acıyla aynen alıkoydu­ ğum uz bu yanılgıyı düzeltiyor. Ö lü m d en so n ra yayım lanan tüm ro m anlarda ol­ duğu gibi kendim izi birkaç virgül y a d a b ü y ü k h a r­ fi k aldırm ak y a d a eklem ekle sınırlayarak, asıl y a ­ zarın ü slu b u n a tüm üyle saygı gösteriyoruz. Bu y e ­ ni bask ıd a m etin gözden geçirilm iş ve düzeltilm iştir am a y az arın düzeltm iş olabileceği tarih y a d a hesap y an lışların ı -düzeltm e notlarıyla- bırakıyoruz. Kimi adların ve “m eteorsal” gibi y e n i sözcüklerin, bazen u y d u rm a olan yazım biçim lerini koruyoruz. IV

M eteor A vının temaları ve kaynakları J u le s Verne, 1874’te ilk olarak G üneş D ü n y a ­ sından adı verilen H e cto r Servadac’m yazılm asın­ dan so n ra neredeyse otuz y ıld ır b u k o nuyu içinde taşıyordu. B u son y a p ıtta y a z a r “b ir altın tellür b i­ leşen in d en ” oluşan G allia kuyrukluyıldızının y e r ­ y ü zü n e d ü şü şü n ü ve kapitalistlerin batışını ta sa rla ­ m a yürekliliğini gösterm işti. Yazık! O n u n ö ngör­ dü ğ ü sonuç b a b a H etzel tarafın d an S erv ad ac’m o ra d a "sadece b ir düş görm üş olabileceği”4 y ö n ü n ­ deki gerçeğe uym ayan b ir çözüm lehine y asa k la n ­ mıştır. V erne, gelecek k u şakların o k uyup öğrenm eleri am acıyla b ir kıyıya koym uş olduğu rom anı Av da, b ir çeyrek yüzyıl so n ra öcünü alır ve “olağanüstü yolculuklarının" ilkinden so n u n cu su n a değin altına gösterm iş olduğu h o rg ö rü sü n ü b u kez özgürce dile getirebilir. Yazar, Balonla B eş H a fta d a d ah a şim diden d e­ ğerli m adeni aşağılıyor: B alonun sepetine ağırlık olması için yığılm ış olan taşların altın olduğu o rta ­ y a çıkar; J o e , b ü y ü k ü zü ntüsüne rağm en onları aşağı atm alıdır. “G ö r -d er F ergusson- dünyanın en iyi çocuğu­ n u n ü stü n d e b u m adenin g ü cü n ü n ne olabile­ 4. B akınız "Gallia sarsıntısı H etzel’i m üthiş sa rsar’’ ve "H ec to r Servadac'ın ilk sonu" J V D K no 75, 3. baskı, 1985, ss. 220-227; ve "G üneş D ünyasının D oğuşu ve S ansürü", JV D K no 139, 2000, ss.34-41.

V

ceğini. Böyle b ir m aden filizini tanım ak ne çok tu tk u y a, ne çok açgözlülüğe, ne çok cina­ y ete yol a ç a c a k tır!” (Böl. X X III). S an sü r5 olm adığı için özgürleşen J u le s Verne, ö lü m ü n d en so n ra y ay ım lan an altı ro m an ın d an ü çünde (A ltın Y anardağ, M acellanya ve M eteor Avı) altın a olan saldırgan duygularını geliştirir. Y a­ z a r A v d a (B öl. X V II), iş a re t ettiğim iz gibi, 1867 y e d o ğ ru yazm ış olduğu eski b ir öykü, L e H u m b u g d a 6 d a h a şim diden betim lem iş olduğu A m erikan tö relerin in kim i özelliklerini ele alıyor: 15 y aşın d ak i genç Loo, W h asto n y o lların d a yalnız geziniyor ve iki gökbilim ci arasın d a -kendi başınab ir b arıştırm a girişim inde bulunacak. D önem in genç b ir F ran sız kızı için düşünülem eyecek bu gi­ rişim, y a z a r tarafın d an ta k d ir ediliyora benziyor am a M ichel V erne y ap ıtı “d ü ze ltirk e n ” b u n u kaldı­ rıyor. Bay ve B ayan S ta n fo rt’un A m erikanvari evlilik ve boşanm aları y az arı d ah a d a şaşırtıyor. “A m eri­ k a ’da evlenm enin bu denli kolay olm asına... n e re ­ deyse boşan m ak kadar, g erçekten bayılıyorum " (B irinci b ö lüm ün sonu) diye dikkati çekiyor, -sahip

5. A ltına nefret k o n u su n d a M acellanya ¿a ve A k ın Y anardağının ön­ sözlerine bakınız, aynı zam anda "Ju les V erne’nin y ap ıtın d a altına olan lanet susuzluk", Revue J u le s Verne no 2, Amiens, 1997. 6. A m erika n Töreleri, Le H um bug, elyazm ası m etin, J V D K no. 76, 4. baskı, 1985.

VI

olduğu filozof kim liğiyle- görünüşe göre asıl y a z a ­ rın sözcüsü7 olan Yargıç J o h n P ro th . Ç ılgınca b ir d av ranışla birleşm eye k a ra r verm ek so n ra ned en ­ siz ayrılm ak, b en zer biçim de an laşarak boşanm a­ nın y asa k olduğu 1900’daki bir F ransız için ne düş, ne im renilecek şey! M ichel Verne, b u ra d a d a ayrı­ lığın nedenlerini aram ayı gerekli sanıyor ve elbette alay ettikleri gökbilim ciler k o n u su n d a eşleri karşı k arşıy a getiriyor.

Rastlantı, yazgının efendisi R om anın tü m eylemi tek rastlantı üzerine o tu r­ tulm uş, “Bu k ö tü kalpli Tanrı n ın ...” diyor Verne, "M eseleleri çözm ek değil, k arm a k arışık etm e alış­ kanlığı v a r” (Böl. X I). Bir altın k ü re karşısın d a et­ kisiz, dev b ir m ıknatıs gibi, göktaşını d u rd u rm a k için önerilenler -asıl y az arın işaret ettiği gibi (Böl. X V II)8- “B u salt d ü ş gücü olan hik ây ed e” bizim m antıklı kafalarım ıza aykırı olarak son derece fan­ tezisi kalıyorlar; y a z a r kendi öz yazınsal y a ra tıla rı­ nı bile y ard ım a çağırıyor: “N için b irk aç yıl önce A y’a b ir gülle gönderen y a d a d ah a so n ra m üthiş b ir geri tepm eyle y ery ü zü ekseninin eğim ini değiştirm eyi d en e­ 7. M ichel V erne'in kaldırdığı görüş, yerine şunu koyuyor: "E vlenenle­ rin tüm ü biraz çılgın değil m id ir?”, sadece A m erika'daki evlenm e ve boşanm aların kolaylığından, kararlarının değil, h ayrete düşen asıl y a ­ zarın düşüncesinin tam tersi b ir anlam da. 8. “M an tık lı” kalm akta d iren en M ichel V erne'in kaldırdığı itiraf.

VII

y en to p k a d a r güçlü b ir to p imal edilm eyecek­ ti?... E v et am a bu iki denem e sadece, belki de biraz, çok fazla düş gücü olan b ir F ransız y a ­ zarın kalem inden çıkm ış saf b ir fantazyaydı, bu b ilin m iy o rd u !” (Böl. X I). G üzel V ern e’vari hom eopati, k urm acayla tedavi edilen k u rm ac a!9 R om an b o y u n ca bilim insanları -b ir tek gökbi­ limciler -gözlem ve h esap lar y ap ıy o rla r am a en k ü ­ çük b ir eylem den aciz kalıyorlar. Tek itici güç, h er şeyin bağım lı olduğu rastlantı oluyor. K üçük Loo, T an rı’d an boşu b o şu n a “işleri y o lu n a koym asını” diliyor, h içb ir şey değişm iyor! M ichel V erne ve J u le s H e tz el’inki gibi m antıklı kafaların olayların bu ra stlan tıy a bağlı özelliğine aykırı d ü ştü ğ ü ve bu boşluğu doldurm ayı k ararlaş­ tırdıkları anlaşılıyor. M antığın fanteziyi ö ld ü rd ü ­ ğünü anlam ıyorlar. O n c a m atra k bir y ap ıtın içine ciddiyi koym ak niye? Yargıç P ro th iki şak a arasın a bilgece d ü şüncelerini k o y d u ğ u n a g ö re !

Michel V erne’in değişiklikleri M ichel V erne M e te o r A v ı'nı y en id en kalem e alırken alışık olduğu üzere babasının elyazm ası m etinlerine b akm adan, yalnız 1905'te daktilo edil­ miş k o p y ad an yararlanır. Böylece istem eden çok 9. M ichel V erne, bu esprili am a biraz ciddi “kendine gönderm eyi” o r­ tadan kaldırıyor.

VIII

sayıda ok u m a hatasının kalm asına izin verir. Ö rn e ­ ğin "M ichel’in m etn in d e” F rancis G ordon, H uldelso n ’lard a "evin tanrısıym ış gibi” karşılanıyor -bu h içbir anlam a gelm iyor- oysa J u le s V erne d ah a b a ­ sit o larak “evin oğluym uş gibi” diye yazm ıştı. Bu kez M ichel V erne’in farklı eklentilerini ve d e­ ğişikliklerini atm ak tan sakınabiliriz, çünkü yayıncı­ nın çocuklarında bu lu n an ve P. G ondolo della Riv a'n ın fotokopiyle çoğalttığı inanılm az büyüklükte b ir belge v ar elimizde: M ichel V erne’in M e te o r A v ıy la 10 ilgili tüm değişikliklerinin listesi. B u deği­ şiklikler kataloğu -yazarın oğlu tarafından tam am ­ lanan "düzeltm e” çalışm asının açık kanıtı- evlilikle ilgili düşüncelerin ve A m erikan törelerinin eleştiril­ m esinin kaldırılm ası gibi tüm ü n ü de içermiyor. M ichel Verne, önceden kestirilem eyen ra stlan tı­ nın y erin e m akineyle inm iş b ir T a n rıy ı oynayan kaçık bilgin Z ep h y rin X irdal kişiliğini özellikle y a ­ ratıyor. Böylece y a p ıt artık fantezi olmuyor, bilim, eylem in ak ışın d a irad esin i k ab u l ettiriyor. Bu Z ep h y rin X ird al’ın d ah a çok başarılı olması, öykü­ y e girişinin y ap ıtı ağırlaştırm asını engellem iyor ve ö y k ü n ü n b ir tek rastlantının yaşam larım ızı y ö n le n ­ dirdiğini gösterm ek olan tüm kıssadan hissesini y o k ediyor. K işisinden g u ru r duyan M ichel Verne, "baba(sınm ) y ap ıtların ı inceleyen b ir uzm anın, tas10. P. G ondolo della Riva, “J u le s V erne'in ölüm ünden sonra yayım la­ nan yapıtları h ak k ın d a”, A vrupa kas./aral. 1978, ss.73-82, “M ichel V erne tarafından getirilen başlıca yeniliklerin” listesinin ardından, fotokopiyle çoğaltılmış ve kopyası, ss.83-88.

IX

lak d u ru m u n d a olsa d a özyazılı elyazm alarından (Z ep h y rin X ird al’ın kişiliği ve çözüm ) hiçbir izin v ar olm adığı rom anın b ir bölüm ünü açıkça ö v d ü ­ ğ ü n ü ” g ö rm ek ten sevinç du y u y o r". M ichel V erne bu d u ru m d a -kim ilerinin hâlâ k u şk u y la karşıladığı“y en ilik lerin i” k ab u l ediyor ve b u n u n la övünüyor. M ichel V ern e’in b ir diğer “zenginleştirici öğesi”: H izm etçi M itz ’e “m eteo r” y erin e “me d ö h o r (dışarı a t) ” tü rü n d e n -P hilippe L an th o n y ’e '2 göre- “Verm ot y ıllığ ın d an ” u y d u rm a b ir dil bahşediyor, bu belki eğlendiriyor am a aşırılığı b aştaki gülm ecenin hafifliğine ağır geliyor. J u le s V erne’nin dili -bu y e r ­ siz eklem elerden k u rtu ld u ğ u n d a- m eteorsal sa p ­ lantı, evliliğin sadece b ir “yıld ızlar birleşm esi” ol­ duğu, uzay d a av, göktaşına sahip olm a öğeleri çev­ resinde d ö n ü p duruyor. Y azarın, hem sözcük d a ­ ğarcığı hem de olay akışı açısından, Sans D essus D esso u s’y u anım satan “ışıldayan b ir ironi ve b ir kalem keskinliğiyle fantezisini so nuna değin d ö k ­ tü rd ü ğ ü ” eğlendirici belagatı.

Sulh yargıcının bilgeliği iki ay önce yazm ış olduğu rom an G ü zel S a n Tun a ’nın kah ram an ı Ilia K ru sc h ’u n y ü re k tem izliği­ nin hâlâ etkisinde olan Verne, y en i y apıtını bitirm e özenini V oltaire’vari bir filozof olan y argıç P ro th ’a 11. BN, N .a.f 17010, no 63. 12. Ph. L anthony, “Benim M eteorum benim ”, J V D K no. 80, 4.bs. 1986, ss.4-7.

X

bırakır. H e r zam an sakin olan B ay J o h n P roth, ço­ ğ u n lu k la bilgece görüşlerini açıklar ve h er zam an dah a d a arta n b ir zevkle bahçesine döner, V erne’in de y ap tığ ı gibi -ben zer b ir çalışm a odasında çalıştı­ ğı bilinse de. M ich el V erne, -n e d e n d ir bilinm ez- yarg ıcı “su lh ” ile nitelem eyi re t eder ve onun çiçeklerini sulh içinde yetiştirm ey e y a d a S tan fo rt çiftinin b o ­ şan m a k ararın ı aldıktan so n ra yaptığı gibi (Böl. X) “b ah çesinin p atikalarını tırm ıklam aya” dönm esini birço k kez önler. M ichel V erne’in -yalnız ağırlaştırm ayan am a ay­ nı zam an d a d a özlerini bozan- değişikliklerinden k u rtarıla n tek asıl m etin, başlangıç m etni, ren k leri­ ne, fantezisine, cazibesine, ironik felsefesine, hafif­ liğine ve akıcılığına kavuşuyor. Y ıldızlar tarla sın ­ daki bu hoş avı y en id en yazm aya gereksinim v ar mı? H ayır! Ç ok bileni bu avda avlayalım!'* O y e ri­ ni y itirince “bu imgesel ö y k ü ”, V erne’in yazdığı gi­ bi ve XX. yüzyıl o k u y ucularına sunm ak istediği gi­ bi zevkle okunuyor.

O livier D um as J u le s Verne D erneği B aşkanı

° “Çok bilmişi bu avdan kovalım ” anlam ında kullanılıyor (ç.n.)*

XI

I. Bölüm

S u lh Y a r g ıc ı* J o h n P ro th bah çesin e d önm eden ön ce m esleğinin en hoş görevlerind en birin i y e rin e getiriyor.

B

u öykünün düğüm lerinin peş peşe sıralan­ dığı kentin, A m erika B irleşik D evletle­ ri'nde, V irginia’d a b ulunduğunu okuyucu­

lardan saklam ak için hiçbir neden yok. İsterlerse ona W haston diyeceğiz, Potom ac’ın sağ kıyısında, doğu beldesinde b u lu n duğunu ekleyeceğiz am a bu kentle ilgili olarak d ah a fazlasını belirtm ek bize y a ­ rarsız gibi geliyor ve B irlik’in en iyi h aritalarında bi­ le onu aram anın d a y a ra rı yok. O yıl, 27 M a rt’ta, sabahleyin W h asto n sakinleri E x te r S okağı’nı geçerken, şık b ir atlının atıyla ağır ağır sokağı inip çıktığını sonra, aşağı y u k a rı kentin * T ü rk iy e’de Sulh H u k u k Yargıcı (ç.n.).

1

m erkezindeki A nayasa M e y d a n ın d a , en sonunda d u rd u ğ u n u g ö rü p şaşırabilirlerdi. Atlı, 30 y aşın d an fazla olm am alıydı. G ö rü n ü şü n ­ den, soydan gelm e b ir k ibarlıktan hiç de uzak olm a­ y a n arı b ir Yankee* tipi o rtaya çıkıyordu. O rta la ­ m anın ü stü n d e b ir boyda, güzel ve sağlam b ir y a p ı­ daydı, kestane saçlar, kahverengi sakal, düzgün, bı­ yıksız y üz. G eniş b ir harm ani b acaklarına değin onu sarıyor ve atın sağrısında genişleyerek açılıyor­ du. C anlı canlı y ü rü y e n binek hayvanını beceriyle olduğu k ad a r kararlılıkla d a idare ediyordu. Tavrın­ d aki h er şey eylem adam ını, kararlı adam ı ve de ilk girişim adam ını işaret ediyordu. İstekle korku a ra ­ sında hiçbir zam an gidip gelmiş olmamalıydı, bu, kararsız b ir kişiliğin belirtisidir. A yrıca b ir gözlem ­ ci, doğal sabırsızlığının b ir soğukluk görü n tü sü al­ tın d a ancak y arım yam alak gizlendiğini görürdü. D oğrusu o gün, hiç kim senin onu tanım adığı, hiç kim senin on u g ö rd ü ğ ü n ü hiç anım sam adığı bu kente ne y ap m ay a gelm işti?... O ra d a b ir süre k al­ mayı d ü şü n ü y o r m uydu?... H e r durum da, b ir otel­ le ilgili bilgi alm ayı istiyora benzem iyordu. D o ğ ru ­ su an cak seçme sıkıntısı çekerdi. Bu bakım dan W haston örn ek sayılabilir ve B irleşik A m erika’nın b aşk a hiçb ir kentinde yolcu, genel olarak ölçülü fi­ y a tla rla d ah a iyi ağırlam a, d a h a iyi hizm et, d a h a iyi y em ek ve o denli tam konforla karşılaşm ayacaktır. * Birleşik A m erikalı A m erikalılar y a da Kuzeyliler için kullanılıyor (ç.n.).

2

Bu y ab an cı hiç W h asto n ’d a kalacakm ış gibi gö­ rünm üyordu. O telcilerin en vaat edici gülüm sem e­ lerinin, o n u n ü stü n d e kuşkusuz hiçbir etkisi olma­ yacaktı. Ve atlı A nayasa M ey d am ’n d a g ö ründüğünden bu y an a k ap ılard a d u ra n hizm etlilerle p atro n lar arasın­ d a şu k o nuşm alar geçiyordu: —N e y an d a n geldi?... —E x ter S okağı’ndan... —Peki, n ereden geliyordu?... —Söylendiğine göre W ilcox mahallesi tarafından girdi... —İşte tam y arım saattir atı m eydanda tu r atıyor.... —Birini mi bekliyor?... —O labilir ve de g ö rü nen bir sabırsızlıkla... —S ürekli E x ter S okağı’ndan y a n a bakıyor... —M uhtem elen orad an gelecek... —Peki bu "o” kim olacak?... B ay y a d a Bayan?... —G erçekten de iyi b ir görünüşü var... —O halde b ir randevu?... — Evet... Bir ran d ev u am a anladığınız anlam da değil... —Peki neden?... —Ç ünkü üç y a d a dö rdüncü defadır ki b u y a b a n ­ cı, Bay J o h n P ro th ’un kapısının önünde duruyor... —Ve Bay J o h n P ro th d a W h a sto n ’un sulh y arg ı­ cı olduğundan... —Bu da, bu kişinin herhangi b ir d av a için çağrıl­ dığını...

—Ve de rak ib in in geciktiği... — İyi! Y argıç P ro th onları b ir çırpıda uzlaştıra­ cak ve barıştıracaktır... —Becerikli b ir adam ... —Ve de d ü rü s t b ir adam . A tlının W h a s to n ’d a olm asının g erçek nedeninin bu

o lm ası

m üm kündü.

A slın d a

B ay

Jo h n

P ro th 'u n evinin ö nünde, ayağını y e re basm adan b irk aç kez m ola verm işti. K apıya bak ıy o rd u , p e n ­ cerelere b ak ıy o rd u , ü stü n d e şu üç sözcüğün Su lh M a h k e m e si nin* o k u n d u ğ u ön cepheye b a k ıy o r­ du... S o n ra sanki eşikte birinin görünm esini bekliy o rm u ş gibi h arek etsiz kalıyordu. O tel çalışanları sab ırsızlık la eşinen atını son kez o ra d a d u rd u rd u ­ ğ u n u gördüler. O y sa işte kapı a rd ın a k a d a r açıldı ve kaldırım a inen k ısa m erdivenin basam ağında b ir adam k en d i­ ni gösterdi. Y abancı bu adam ı fark ed e r etm ez şapkasını çı­ k ard ı ve şöyle dedi: —S anırım Bay J o h n P roth?... "Ta k en d isi”, diye yan ıtlad ı selam ına karşılık v e ­ ren sulh yargıcı. —Sizin b ir evet y a d a b ir hayırınızı gerektirecek basit b ir soru... —S o ru n bayım ... —Bu sab ah biri gelip size S eth S ta n fo rt’u sorm uş olabilir m i?... * Fransızca'da sulh yargıcı "justice de paix” üç sözcükten oluşuyor (ç.n).

4

—Bildiğim k ad arıy la yok... —T eşekkürler Bu sözcüğü telaffuz eder etm ez ikinci kez şap k a­ sını çık aran atlı dizginleri koyuverdi ve tırısta E x ­ te r S ok ağ ı'n a d o ğ ru yöneldi. Şimdi artık -bu genel kanı oldu- bu yabancının Bay J o h n P ro th ’la işi olduğundan kuşkuya düşülmemeliydi. S oruyu sorm a biçim ine göre, bu Seth S tanfort kendisiydi ve kararlaştırılm ış b ir ran d ev u ­ y a ilk gelendi. Ve belki de sözü edilen randevu saati­ nin geçmiş olduğuna inanm ak y erin d e olacağından, geri dönm em ek üzere kentten ayrılm ıyor m uydu? A m erika’da, b u alçak d ü n y ad a olabilecek en b a ­ hisçi halkın arasın d a olduğum uza göre y abancının d u ru m a göre kesin o larak gittiği y a d a ileride döne­ ceğine ilişkin bahislere girilirse h ay ret etm eyece­ ğiz. O tellerin personeliyle m eydanda d u ra n m erak­ lılar arasın d a b ir y arım d o lar y a d a h atta beş-altı sentlik b irkaç bahis, d ah a fazla değil am a son u n d a tüm ü de en saygıdeğer insanlardan, y itiren lerin bal gibi ödeyecekleri ve kazananların d a tahsil edeceği bahis paraları. Yargıç J o h n P ro th ’e gelince, o, W ilcox m ahalle­ sine d oğru çıkan atlıyı gözleriyle izlem ekle y e tin ­ mişti. B ir filozof, b ir bilgeydi bu yargıç, ancak y a ­ rım yüzyıl y aşın d a olm asına karşın elli yıllık b ir bil­ gelik ve filozofluktan d ah a azını gösterm iyordu -d ah a d ü n y ay a gelirken bilge ve filozof olm uş ol­ malı dem enin b ir b aşk a biçimi-. B una b e k â r olm a 5

özelliğiyle v arlığ ın a hiçbir zam an, hiçbir kaygıyla k et vurulm am ış olm asını d a ekleyiniz. W h a sto n ’d a doğm uştu, an cak ilk gençliğinde bile W h a sto n ’dan az ayrılm ıştı y a d a ayrılm am ıştı. W h asto n onu h er tü r tu tk u d a n y o k su n biliyordu ve y arg ıla n an lar ta ­ rafın d an sevildiği k ad a r sayılıyordu da. Bir sağdu­ y u o n a reh b erlik ediyordu. B aşkalarının zayıflıkla­ rın a ve a ra d a b ir h ataların a hep hoşgörü gösteri­ y o rd u . Ö n ü n e gelen davaları y o lu n a koym ak, iddi­ asız m ahkem esine b aşvuran düşm anları dost g ö n ­ derm ek, köşeleri y u varlam ak, dişlileri yağlam ak, ne denli m ükem m el olursa olsun sosyal b ir düzenin özünde olan ilişkileri kolaylaştırm ak, sulh y arg ıc ı­ nın görevini b u n la r olarak g ö rü y o rd u ve içtenlikle söylem ek g erekirse hiçbir yargıç, hepsinin en g ü ze­ li, b u ad a o n d an d ah a layık değildi. J o h n P ro th , belli b ir re fah a sahipti. Bu görevle­ ri y erin e getiriyorsa, zevktendi, iç güdüseldi ve d a ­ h a ü st m ahkem elere yükselm eyi hiç d ü şü n m ü y o r­ du. B aşkaları için olduğu k a d a r kendisi için de h u ­ zuru seviyordu, insanları, hiçbir zam an hiçbir şe­ y in rah atsız etm em esi gereken yaşam kom şuları olarak k ab u l ediyordu. E rk e n kalkıyordu, erken y atıy o rd u . Eski ve Yeni D ü n y a nın gözde b irk aç y azarın ı o k u y o rd u . K entin, k ü çü k ilanların p oliti­ k adan d a h a çok y e r aldığı iyi ve d ü rü st gazetesi W haston N o u v e llist’le y etin iy o rd u . H e r gün, o ci­ varda, on u selam lam aktan şapkaların eskidiği, b u y ü zd en kendi h esab ına kendisininkini h er üç ay d a 6

bir yenilem ek zo ru n d a kaldığı, b ir y a d a iki saatlik bir y ü rü y ü ş. B u gezintilerin dışında m esleğini u y ­ gulam aya ayırdığı zam an hariç konforlu ve sakin evinde yaşıy o rd u , bahçesinde kendisini iç açıcı renkleriyle büyüleyerek, en hoş kokularını ona bol­ ca saçarak, o n u n özenli bakım ının değerini bildik­ lerini gösteren çiçeklerini yetiştiriyordu. B irkaç satırla çizilen bu portreyle B ay J o h n P ro th ’un kişiliği gerçek çerçevesine o tu rtu ld u ğ u n a göre sözü edilen y arg ıcın kafasını, yab an cın ın sor­ du ğ u so ru n u n m eşgul etm em esi anlaşılacaktır. Bel­ ki de bu b eriki evin efendisine başvuracağı y erd e yaşlı hizm etçi K ate'e soru sorsaydı, K ate d a h a ço­ ğunu bilm ek isteyecekti. Bu Seth S tan fo rt ü zerin ­ de ısrar edecek, b ir b ay -ya d a bayan- atlının k en ­ disiyle ilgili bilgi alm aya gelmesi d u ru m u n d a ne söylem esi gerekeceğini soracaktı. Ve h a tta y a b a n ­ cının sabahleyin olsun, öğleden so n ra olsun sulh m ahkem esine dönm esinin gerekip gerekm ediğini öğrenm ek saygıdeğer K ate'in gücüne gitm eyecekti. Bay J o h n Proth, bir hizmetçide, önce yaşlı olduğu için ve özellikle de dişi cinse ait olduğu için, en azın­ dan bağışlanabilir olan bu saygısızlıkları, m erakları, kendisinde hiçbir zam an bağışlamadı. Hayır, Bay J o h n Proth, yabancının gelişi, oradaki varlığı ve gi­ dişinin m eydandaki sakinler üzerinde belli bir heye­ can yarattığını ayırt etm edi bile ve avlunun kapısını kapattıktan sonra çiçekliğindeki güllere, süsenlere, sardunyalara, rezedalara içecek verm eye gitti. 7

M eraklılar, hiç de onun gibi değildiler ve gözet­ leme d u ru m u n d a kaldılar. Bu a ra d a atlı, k entin batı y ak a sın a egem en olan E x ter S okağı’nın u cu n a k a d a r ilerlem işti. Bu soka­ ğın W h asto n u n m erkezine bağladığı W ilcox m a­ hallesine gelince atını d u rd u rd u am a A nayasa M eyd an ı’n d a y ap tığ ın d an d ah a çoğunu y ap m ay arak in­ medi. Bu n o k tadan, bayağı, b ir mil k ad a r b ir alan, görüş alanına giriyordu. P otom ac’m ötesinde k u ru ­ lu b u lunan, u fu k ta çan kulelerinin gölgesi görünen Steel k asab asın a değin üç mil b oyunca inen y ılan ­ kavi y o lu izleyebiliyordu. G özleri boşu b o şuna bu y olu taradı. K uşkusuz o ra d a aradıklarını bulam adı­ lar. O ra d a sert sabırsızlık hareketleri ata d a geçti ki eşinm elerini efendisi zaptetm ek zorunda kaldı. O n d ak ik a akıp gitti ve atlı E x te r S okağı’n a k ü ­ çük ad ım larla y en id en g irerek beşinci kez m eydana d o ğ ru yöneldi. “N e de olsa,” diye ken d i kendine yineliyordu sa­ atine bakm aksızın, “d ah a gecikm e yok... S aat onu y ed i geçe içindi ve saat d a h a ancak dokuz buçuk... W h a sto n ’u S teel’den -ki o rad an gelm esi gerekiyorayıran m esafe, W h a sto n ’u, benim geldiğim Brial’d en ay ıranm kine eşit ve y irm i beş d ak ikadan az b ir sü red e aşılabilir... Yol güzel, h av a k u ru ve k ö p ­ rü n ü n n eh rin taşm asıyla sürüklendiğinden h a b e ­ rim olm adığına göre... B u d u ru m d a ne engel olacak ne de engellem e... B u k o şu llard a eğer ran d ev u y u k açırırsa benim gösterdiğim tüm özeni hiç g ö ster­

m eyecek dem ektir. Z ate n özenlilik tam zam anında yerin d e olm aktan ibarettir, çok erk en o rad a olm ak değil... G erçek te özensiz olan benim , derli toplu b ir adam ın olm ası gerek enden çok d ah a erkenden gel­ miş olduğum a göre... D oğru, b aşk a hiçbir duygu olm asa bile nezak et ra n d ev u y a ilk benim gelm em i em red iy o rd u ”. Y abancı E x te r Sokağı'nı y en id en geçtiği süre boyunca b u m onolog sü rd ü ve ancak atm adım ları­ nın m eydanın k ırm a taşları üzerinde izler bıraktığı an sona erdi. H iç k u şk u y o k y ab an cın ın geri döneceğine b a h ­ se tu tu şm u ş olanlar bahsi kazanm ışlardı. Ve b u b e ­ riki oteller b o y u n ca geçerken ona güleryüz göster­ diler, oysa y itiren ler onu sadece om uz silkmeyle se­ lamladılar. Belediye saati, o a n d a onu çaldı ve atını d u rd u ­ ran, saatini y elek cebinden çıkaran yabancı, on ad et v u ru şu saydı ve cep saatiyle d u v ar saatinin m ükem m el b ir uyum içinde çalıştıklarını görebildi. R andevu saatinin gelmesi için yedi dakikadan faz­ lası, geçilmesi için de sekizden fazlası gerekiyordu. Seth Stanfort, E x ter Sokağı nm girişine yeniden geldi ve elbette ne atı ne kendi rahat duram ıyorlardı. O sırad a b ir kısım gelen geçen sokağı h a re k e t­ lendiriyordu. S eth S tanfort, sokağı çıkanlarla hiç­ b ir d u ru m d a ilgilenm iyordu. Tüm dikkatini inenle­ re veriy o rd u ve u c u n d a g ö rü n ü r görünm ez onları göz hapsine alıyordu. B ir y ay an ın sokağı k a t etm ek

için on d ak ik a k a d a r harcam ası gerekiyordu am a hızlı çalışan b ir otom obil y a d a tırıstaki b ir atın A nayasa M ey d a n ı’n a ulaşm ası için üç d ak ik a yeterliydi. O y sa atlım ızın işi hiç de y ay a la rla değildi. O n la ­ rı g ö rm ü y o rd u bile. E n içten dostu bile y an ın d an geçse, eğer y ay ay sa onu ayrım sam ayacaktı. B ekle­ nen kişi an cak a t y a d a otom obille gelebilirdi. A m a ra n d ev u y a yetişecek m iydi?... A rtık ancak -tam E x te r Sokağı nı inm ek için gerekli zam an- üç dak ik ad an fazlası gerekiyordu... Ve hiçbir araç so­ kağın en son köşesinden dönm üyordu, ne m otosik­ let ne bisiklet, ne de saatte seksen y a p a ra k ra n d e ­ v u y a h âlâ erk en gelecek olan b ir otom obil. Seth S tan fo rt E x ter S okağı’n a son b ir kez göz attı. G özbebeğinde şiddetli b ir şim şek çak ar gibi oldu ve y a n ın d a n geçen, sarsılm az bir kararlılıkla şöyle söylendiğini duyabilirdi: “S aat onu y ed i geçe b u ra d a olm azsa onunla ev­ lenm eyeceğim .” O y sa b ir atın d ö rt nah, b u açıklam aya b ir y a n ıt gibi sokağın tepesine doğru kendini duyurdu. H a y ­ vanın, m uhteşem y aratığ ın sırtında, onu zarif b ir b i­ çim de olduğu k a d a r güvenle idare eden genç bir ki­ şi vardı. Gelip geçenler ö n ü n d en savuşuyorlardı ve m eydana k a d a r h içbir engelle karşılaşm ayacaktı. E lb ette Seith S tan fo rt beklediğini tanıdı. Y üzü y en id en tasasızlaştı. B ir tek söz etm edi, tek b ir h a ­ rek et yapm adı.

A tını geri çevirdikten sonra sakin b ir adım la sulh yarg ıcın ın evinin önüne vardı. Bu m eraklıların kafasının y en id en karışm ası için iyi oldu ve b u kez b irb irlerine yaklaştılar, yabancı onlara en ufak b ir ilgi gösterm edi. B irkaç d ak ik a so n ra bayan atlı m eydana giriyor­ du ve k ö p ü k beyazı atı kapıya b irk aç adım ötede d u ru y o rd u . Y abancı şapkasını çıkardı ve "B ayan A rcadia W alk er'ı selam lıyorum ’’ dedi... "Ben de S eth S ta n fo rt’u ” diye yanıtladı A rcadia W alker, z a rif b ir h areketle eğilerek. Ve bize inanabilirsiniz, W haston sakinleri gözle­ rini kesinlikle tanım adıkları b u çiftten ayırm ıyor­ lardı. Ve kendi araların d a şöyle diyorlardı: "Yargıç P ro th ’a bir dava için geldilerse, davanın her ikisinin de lehine sonuçlanm ası arzu edilendir!...” - A yarlayacaktır y a d a Bay P ro th artık d ah a ö n ­ ce olduğu gibi işinin ehli adam olm ayacaktır!... —Ve eğer ne biri ne de öteki evli değilse b u n u n evlilikle sonuçlanm ası en iyisi olacaktır! Böylece k o n u şm alar sü rü p gidiyor, böylece soh­ b etler yapılıyordu. A m a ne S eth S tan fo rt ne de B a­ y a n A rcadia W alker, k o n u su oldukları ve d ah a çok can sıkıcı b u ilgiyle m eşgul görünüyorlardı. O ara Seth Stanfort, sulh yargıcının kapısını çal­ m ak için attan inm eye hazırlanıyordu ki kapı açıldı. Bay J o h n P o th y en id en g ö rü n d ü ve b u kez y a ş ­ lı hizm etçi K ate ark asın d a belirdi. 11

E vin ö n ü n d e b iraz g ü rü ltü ve atların ayak sesle­ rini duym uşlardı ve beriki m utfağından ayrılarak, öteki bah çesin d en ay rılarak ne olup bittiğini ö ğ ren ­ m ek istediler... Bu d u ru m d a S eth S tan fo rt eyerde kaldı ve y a r ­ gıca hitap ederek: “B ay S ulh y arg ıc ı?...” diye sordu. —Benim bayım ... — B en M assachusetts, B oston’d an S eth S tanfo rt’um... — Sizi tan ıdığım a çok m utlu oldum Bay S eth S tanfort... — Ve N ew -Jersey , T ren to n 'dan B ayan A rcadia W alker... —B ayan A rcad ia W a lk e r’in h u z u ru n d a olm aktan b ü y ü k o n u r duydum . Ve B ay P ro th , yabancıyı inceledikten sonra tüm d ikkatini bay an y ab an cıy a verdi. B ayan A rcad ia W alker sevimli b ir kişiydi. Yaşı yirm i d ö rt. G özleri açık mavi. Saçları koyu k e sta ­ ne. Teni, açık havanın zor k arartac ağ ı körpelikte. D işleri m ükem m el b ir beyazlık ve düzende. Boyu ortalam an ın biraz ü stünde. H a y ran olunacak b ir v ü cu t yapısı. Y ü rü y ü şü en d e r b ir zariflik, çeviklik ve esneklikte. Ü zerinde b u lu n an uzu n eteğiyle B ay S eth S ta n fo rt'u n k i gibi eşinen atının hareketlerine zarif b ir biçim de kendini bırakıyordu. İnce zevkli eldivenli ellerinden dizginler kayıyordu, bu işi b i­ len o nu n u sta b ir binici o lduğunu keşfederdi. B ir­ 12

lik’in ü st sınıfına, b u sözcük Yeni D ü n y a doğum lu­ ların dem o k ratik içgüdülerine yakışm ıyor olsa d a A m erikan aristokrasisi diye adlandırılabileceğim iz şu şeye özel, şu ne olduğu bilinm eyenle aşırı b ir seçkinlik tüm kişiliğine dam gasını vurm uştu. H arek etlerin d e özgür, servetiyle bağım sız, A m e­ rikalı gençlerin serüvenci ru h u n a doğuştan sahip, artık anne b ab ası k en d in d en u za k ta olan, N ew J e rs e y kökenli B ayan A rcadia W alker, d ah a şim di­ den b irk aç y ıld an b u y a n a yo lcu lu k lar yapm ış, Av­ ru p a ’nın başlıca ülkelerini ziyaret etm iş, L o n d ra ’da olduğu gibi P aris’te, B erlin’de, V iyana’d a y a d a Rom a’d a ne yapıldığından, ne söylendiğinden h a b e r­ dar, zevklerine u y gun b ir yaşam sürüyordu. Ve bu ardı arkası gelm eyen uzak ülke gezilerinde g ö rd ü k ­ lerini, d u yduklarını, F ransızlarla, İngilizlerle, Al­ m anlarla, İtaly an larla ken d i öz dillerinde k o n u şa ­ biliyordu. Bu d ü n y ad an göçüp giden b ir vasi ta ra ­ fından y ö n verilen eğitim ine, özellikle özen göste­ rilmiş olan bilgili b ir kişiydi. İşlerini y ap m ak ta n b i­ le geri d u rm u y o rd u ve servetini, çıkarlarını çok iyi bilen b ir anlayışla idare ediyordu. Bayan A rcadia W alker hak k ın d a söylenenler, Bay Seth S tan fo rt’a d a sim etrik -bu doğru sözcük­ tür- olarak uygulandı. O d a özgür, o d a zengin, y o l­ culukları d a seven, tüm dünyayı dolaşm ış, b undan böyle doğduğu k en t B oston’d a oturuyordu. Kışın, Eski K ıta n ın konuğuydu, serüvenci hem şehrisiyle karşılaştığı büyük başkentlerin konuğu. Yazın, çık­ 13

tığı ülkeye, b ir eli y ağ d a b ir eli b ald a Yankees aile­ lerin toplandığı plajlara dönüyordu. B ayan Arcad ia y la o ralard a d a buluşm uşlardı. M eydandaki m e­ raklı bayların ve özellikle m eraklı bayanların b irb ir­ leri için yaratıld ık larını söyledikleri, h er ikisi de yol­ cu lu k lara aç, h er ikisi de askeri y a d a siyasal y aşam ­ daki h erh an g i b ir olayın k am unun dikkatini çektiği y ere k o şu ştu rm ak ta acele eden bu iki genç ve zinde varlığı aynı içgüdüler birbirlerine yakınlaştırm ıştı... Bu d u ru m d a B ay Seth S tan fo rt ve B ayan A rcadia W alker'in alışkanlıklarında hiçbir şeyi değiştirm e­ y ecek olan, yaşam larını birleştirm e fikrine yavaş yavaş gelm eleri kim seyi hayrete düşürm eyecektir. Bu, b u n d an böyle birlikte yol alan iki gemi olm aya­ cak am a şu n a inanabilirsiniz, Y erk ü re’nin tüm d e­ nizlerinde seyretm esi am acıyla son derece iyi inşa edilmiş, donatılm ış, düzenlenm iş tek biri olacaktır. H ayır! Bu b ir anlaşm azlık m eselesi hiç değildi, Seth S ta n fo rt’la B ayan A rcadia W a lk e r’ı bu kentin sulh yarg ıcın ın önüne getiren b ir davanın çözü­ m üydü. H ayır! M assachusetts ve N ew J e rs e y ‘nin yetkili m akam ları önünde tüm yasal işlem leri y e ri­ ne g etird ik ten so n ra o aynı gün (27 M a rt )', o aynı saatte, onu y ed i geçe, bilenlerin söylediğine göre insan y aşam ının en önem lisi olan b u işi so n u çlan ­ dırm ak am acıyla W h a sto n ’d a birbirlerine ra n d ev u verm işlerdi. 1. J.V . önce 2.9 Ekim tarihini verm işti, b u rad a unutulm uş ve biz düzel­ tiyoruz.

14

Bay S eth S tan fo rt ve B ayan A rcad ia W a lk e r’m sulh y arg ıcın a takdim leri, aktarıldığı biçim de y ap ıl­ dıktan so n ra B ay P ro th ’a artık bay yolcu ve bayan yolcuya h angi nedenle m ahkem esine çıktıklarını sorm ak kaldı. “S eth S tanfort, B ayan A rcadia W a lk e r’in kocası olm ak istiy o r” diye y a n ıt verdi erk ek olanı. “Ve B ayan A rcad ia W alker, S eth S tan fo rt u n k a ­ rısı olm ak istiy o r” diye ekledi öteki. Yargıç, "Tam am en em rinizdeyim B ay S tan fo rt ve sizin de B ayan A rcadia W a lk e r” diyerek iki nişanlının önünde eğildi. Ve h er ikisi de sırayla eğildiler. Bay J o h n P ro th "N e zam an b u nikah işlem lerini başlatm ak sizin için u ygun olacak?” diye sözü aldı. "H em en... eğer b o şsanız” diye belirtti S eth S ta n ­ fort. "Ç ü n k ü B ay an S ta n fo rt o lu r olm az W h asto n 'd an ayrılacağız” dedi B ayan A rcadia W alker. B ay P ro th ’un tavrı, varlığıyla şu a n d a onları on u rlan d ıran bu sevimli çifti, kent duvarları arasın ­ da d a h a uzu n sü re alıkoyam am aktan, kendisiyle birlikte tüm k en tin ne denli üzüleceğini anlattı. S o n ra ekledi: “Tam am en em irlerinize am adeyim .” Ve kapının ö n ü n ü açm ak am acıyla b irk aç adım geriledi. A m a Bay S eth S ta n fo rt o zam an şöyle dedi: 15

“Benim ve B ayan A rcadia W alker m, inm em iz çok gerekli m i?” “H iç de değil” diye belirtti Bay P ro th ve “A yak­ ta olduğu gibi at ü stünde de evlenilebilir.” D a h a uyum lu b ir y arg ıçla karşılaşm ak güç o lu r­ du, bu ilginç A m erika ülkesinde b ile ! “Tek b ir so ru ” diye y en id en söz aldı B ay P roth, “Y asanın g erektirdiği tüm işlem ler y erin e getirildi m i?...” “G etirild i” diye yanıtladı W haston. Ve B oston ve T renton m ahkem e kalem leri ta ra ­ fından izin h akları tahsil edildikten sonra kalem e alınm ış olan b ir çift d oğru ve eksiksiz doldurulm uş izin belgesini y arg ıc a uzattı. B ay P ro th kâğıtları aldı, altın çerçeveli gözlüğü­ nü b u rn u n a geçirdi, düzenli b ir biçim de resm en onaylanm ış ve resm i b ir pul yapıştırılm ış bu ev rak ­ ları d ikkatle o k u d u ve şöyle dedi: “B u ev rak lar k u ra lın a uygun ve ben de size evli­ lik belgesini teslim e hazırım .” B aşka herhangi b ir ülkede biraz olağanüstü g ö rü ­ nebilecek koşullarda kıyılan b ir nikahın onca tanığı olarak, sayıları artm ış olan m eraklıların çiftin çevre­ sinde yığılm alarından hayrete düşm eyin. Bu iki ni­ şanlının ne canını sıkm ak içindi ne de gücendirm ek. B ay P ro th o zam an eşiğin üstüne geldi ve h e rk e ­ sin d u y d u ğ u b ir sesle şöyle dedi: — B ay S eth S tanfort, B ayan A rcadia W a lk e r'ı karı o larak alm aya razı m ısınız?... 16

- Evet. - B ayan A rcad ia W alker, Bay S ta n fo rt’u koca olarak alm aya razı m ısınız?... - E vet Yargıç b irk aç saniye daldı ve "artık kıpırdam a­ yalım ” değişm ez sözcüklerini telaffuz edecek bir fotoğrafçı gibi ciddi... şu sözlerle söze başladı: "B oston’d an B ay S eth S tan fo rt ve T renton'dan Bayan A rcadia W alker, sizleri y asay la evli ilan edi­ y o ru m !” İki eş o zam an y ak laştılar ve az önce tam am la­ nan evlilik sözleşm esini m ü h ü rler gibi el ele tu tu ş­ tular. S o n ra S eth S tan fo rt cüzdanından beş y ü z d o lar­ lık b an k n o t çekerek "ücret o lara k ” diyerek takdim ederken S tan fo rt hanım efendi de "yoksullar için” diyerek b ir İkincisini takdim ediyordu. S o n ra h er ikisi kendilerini saygıyla selam layan yargıcın önünde eğilm elerinin ardından, dizginleri koyuverdiler ve iki at W ilcox m ahallesi y ö n ü n e d oğru çabucak fırladı. Ve Bay J o h n P ro th bilge kişi olarak şöyle dedi: "A m erika’d a evlenm enin bu denli kolay olm ası­ na -neredeyse boşan m ak kadar- gerçekten bayılı­ y o ru m !”

17

II. B ölüm

O k u y u cu y u , B a y D ean F o rsy th 'n in evine sokan, onu y eğ en i F ra n cis G o rd o n ve hizm etçisi M itz ile bağ lan tıy a geçirir.

M

itz... Mitz!... —B ay F rancis? —D ayım D e a n ’in nesi var?

—Benim de keşfedem ediğim b u B ay F rancis!... —H a sta mı? —Bildiğim k ad arıyla hiç değil am a bu sürerse k e­ sin olacaktır!... Bu so ru lar ve y a n ıtla r y irm i üç y aşın d a b ir genç adam la altm ış beş y a şın d a yaşlı b ir kadın arasında, tam d a biraz önce A m erikan m odası evliliklerin en ilgincinin gerçekleştiği o W h a sto n kentinde, Elizab eth S o k ağ ı’n d ak i evde, y em ek salonunda sorulup, cevap lan d ırılıy o rd u . 18

E lizab eth

S o k a ğ ı’n d ak i b u

ev,

B ay

D e an

Forsyth y e aitti. Elli beş y aşın d a ve b u n u adam akıl­ lı gösteren b ir adam , karm akarışık k o ca b ir kafa, yok y ü k sek num aralı gözlüklü k ü çü k gözler, hafif­ çe çökm üş om uzlar, çeneye k ad a r çıkan iki kez d o ­ lanmış b ir k ra v atla h er zam an sarılı güçlü boyun, geniş ve kırışık redingot, alt düğm eleri hiçbir za­ man iliklenm eyen gevşek yelek, çok geniş ay ak k a­ bılarını za r zor ö rten çok kısa pantolon, grileşm iş bir saç üzerine, ark a y a konm uş püsküllü b ir takke, Kuzey A m erikalıların alışılmış keçi sakallı, bin b ir kırışıklı b ir yüz. Y eğeni F ra n c is G o rd o n ve y aşlı hizm etçisi M itz’in, 3 K asım 1 sab ah ın d a sözünü ettikleri Bay D ean F o rsy th böyleydi. K üçük y aşında anne babasından yoksun kalan Francis G o rd o n , an n esin in k ard eşi B ay D ean Forsyth tarafından yetiştirilm işti. D ayısından ona belli b ir servetin kalacak olm asına rağm en b u y ü z ­ den çalışmak zo runda olmadığı düşüncesine kapıl­ madı ve Bay F orsyth de aynı biçim de kapılm adı. Böylece yeğen ünlü (...)2 Üniversitesi’nde insanlık eğitimi yaptı. Bunu hu k ukla tam am ladı ve şimdi o r­ tak duvarların, dulun, yetim in d ah a kararlı başka bir savunucularının olmadığı W h asto n ’d a avukattı. Y ar­ gıları ve kararları derinlem esine biliyordu, sıcak ve 1. “3 N isa n ” yerine. Kış dönem inin ilk seçimi bu bölüm de olduğu gibi duruyor. 2. Elyazm ası m etinde boş. K uşkusuz H arvard.

19

içe işleyen b ir sesle kolaylıkla konuşuyordu. Genç, yaşlı tüm m eslektaşları onu tak d ir ediyorlardı ve hiç­ b ir zam an b ir düşm an edinmemişti. Kişi olarak da çok iyiydi, güzel kestane saçlar, güzel siyah gözler, şık tavırlar, kırıcı olm adan esprili, gösterişsiz y a r ­ dımsever, A m erikalı unvansız soyluların kendilerini tu tk u y la adadıkları çeşitli spor türlerinde hiç de b e ­ ceriksiz değildi, kentin en seçkin genç insanları a ra ­ sında nasıl y e r alm ayacaktı, niçin D o k to r H udelson’un ve onun F lora Clarish olarak doğan karısının, şu çekici kızı J e n n y H udelson’u sevm eyecekti?... A m a d ikkati bu genç kişiye yöneltm ek için vakit çok erken. O n u n sahneye girm esinin gerektiği an gelm edi ve onu ancak, ailesinin ortam ında takdim etm ek d ah a uygun olur. Bu uzun sürem eyecektir. D oğrusu, son derece kesinlik gerektiren bu öykü­ n ü n gelişm esine belli b ir yö n tem getirilem eyecektir. F ran c is G o rd o n k o n u su n a, E lizab eth S o k a ­ ğ ı’ndaki evde o tu rd u ğ u n u ve o ra d an k uşkusuz a n ­ cak B ayan J e n n y 'le evlendiği gün ayrılacağını ek ­ leyeceğiz... A m a b ir kez d a h a B ayan J e n n y H u d e l­ so n ’u olduğu y erd e bırakalım ve sadece hizm etçi M itz’in, efendisinin yeğeninin sırdaşı olduğunu ve onu b ir oğul gibi y a d a dahası b ü y ü k an n eler anne şefkati re k o ru n u genellikle ellerinde tu ttu k la rın ­ dan, b ir to ru n gibi candan sevdiğini söyleyelim. Şim di b u lunm az olan ö rn e k hizm etçi M itz, hem kedi hem de köpeğe çeken şu kayıp tü rü n so yun­ dan dı,-efendilerine bağlı old u ğ u n a göre köpek, eve 20

bağlı o ld u ğ u n a göre kedi-. K olaylıkla tahm in ede­ ceğiniz gibi B ayan M itz, B ay D ean F o rsy th y e k a r­ şı açık sözlüydü ve haksız old u ğ u n d a b u n u ona söylüyordu. O n u n la hem fikir olm ayı istem iyorsa y ap acağ ı b ir şey vardı: oradan ayrılm ak, çalışm a odasına dönm ek ve o ray a çift sürgüyle kapanm ak. Kaldı ki, B ay D ean F o rsy th ’nin o ra d a yalnız kalm aktan hiç k o rkm ası gerekm iyordu. H izm etçi M itz’in uyarı ve azarların d an aynı şekilde kaçan d ah a az önem li b ir b aşk a kişiye güvenebilirdi. Bu, hiç k u şk u su z çok kısa boyda olm asaydı, O m ega tak m a adıyla adlandırılacak O m icro n ’du. O n beş y aşın d an bu y a n a büyüm em işti ve b u y aşta d ö rt ayak, altı p arm a k tan d ah a uzun değildi boyu. G erçek adı Tom W if o larak Bay D ean F o rsy th ’nin evine girm işti, tam d a büyüm esinin d u rd u ğ u d ö ­ nem de, genç u şak o larak ve ellisini aştığından otuz beş y ıld ır F rancis G o rd o n ’un dayısının hizm etinde olduğu son u cu n a varılacaktır. A m a bu hizm etin o n ca y ıld a n b u y a n a çoktan ge­ lip neye dayandığını d a bilm ek gerekiyor: E n azın­ dan efendisininkine eşit b ir tu tk u hissettiği çalış­ m alarda Bay D ean F o rsy th y e y ardım cı olm aya. Peki, B ay D ean F o rsy th çalışıyor m uydu?... E vet!... A m atörce ve ne coşkuyla, iki k atm a çı­ kan ne tutk u y la!... K a rar vereceksiniz. Peki, neyle uğraşıy ordu?... Ö z g ü r A m erik a’nın b ir yığın y u rtta şı gibi tıp, hukuk, bilim, edebiyat, sanat, ticaret? 21

Kesinlikle değil y a d a daha çok bilimle, belli bir bi­ limle, astronom iyle, gökcisim lerine ilişkin y ü ksek h e­ sapları ele alanlarla da değil. Hayır, o sadece gezegen y a da yıldız keşfetmeye çalışıyordu. Y erküre'm izin üstünde olup biten hiçbir şey y a d a aşağı y u k arı hiç­ b ir şey onu ilgilendiriyor gibi görünm üyordu ve o uç­ suz bucaksız alanlarda yaşıyordu. A m a oralarda ne öğle ne de akşam yem eği bulam ayacağından günde en azından iki kez kesin inm esi gerekiyordu. Ve tam da o sabah bekletiyordu, bu yü zd en hizmetçi M itz m asanın çevresinde dönerken hom urdanıyordu. "G elm eyecek m i?” deyip d u ru y o rd u . “O m ic ro n y o k m u ? ” diye so rd u F rancis G ordon. “O her zam an sadece efendisinin olduğu y erd ed ir” diye yanıtladı hizmetçi. "Benim de artık tüneğine tır­ m anacak gücüm y o k .” D üşüncesini böyle dile getirdi. Söz ko n u su tü n ek, ü stü kapalı balkonu, evin ça­ tısının ü stü n d en yirm i ayak k a d a r yükselen b ir k u ­ leden ne çok ne de azdı, gerçek adını verirsek, b ir gözlem evi. B u kapalı b alk o n u n altın d a d ö rt an a n o k tay a yönelm iş d ö rt p encerenin açıldığı y u v a r­ lak b ir o d a b u lu n u y o rd u , içinde b irk aç aygıt, y e te ­ rince h atırı sayılır u zu n lu k ta m enzilli dürbünler, te ­ leskoplar ay akları üzerinde dönüyorlardı, objektif­ leri hiç y ıp ran m ıy o r idiyse, bu kullanılm am alarından değildi. D a h a çok korkulm ası gereken şey, Bay D e an F o rsy th ve O m icro n ’un, aygıtlarının gözlem e m erceğine d ayaya d ayaya so n u n d a gözle­ rini bozm aları olmalıydı. 22

D oğrudur, h e r ikisi de güneşin batışıyla doğuşu arasında, nöb etleşerek gecenin ve g ü n d ü zü n b ü ­ yük b ir b ö lü m ü n ü b u odada geçiriyorlardı. B akı­ yorlardı, gözlem liyorlardı, yıldızlar arası bölgelere dalıyorlardı. D e an F o rsy th ’nin ad ın a bağlanacak herhangi b ir k eşif y ap m ak um u d u onları bırakm ı­ y o rd u . G ökyüzü tem iz olduğunda işler yine y ü rü ­ yo rd u ; am a V irginia eyaletini geçen otuz yedinci paralelin ü stü n d e hep böyle olm ası gerekm iyordu. Bulutlar, saçak b u lu tla r (aynen), karabulutlar, k ü ­ me bulutlar, istediğiniz k a d a r ve kuşkusuz efendiy­ le uşağın istediğinden d ah a fazla. A m a araların d a geçen ne çok bitm ez tükenm ez yakınm alar, m elte­ min kasıtlı olarak pus paçavralarını sürüklediği bu gökkubbeye k arşı ne tehditler! Ve h içbir gözlem in yapılam adığı b u bitm ez tü ­ kenm ez can sıkıcı saatlerde am atör gökbilim ci d a ­ ğınık saçlarını k arıştıra rak yineliyordu: “Şu a n d a h erh an g i b ir y en i gökcism inin objekti­ fimin görüş alan ın d an geçip geçm ediği ne m alum ? D ünyanın b ir ikinci u y d u su n u geçerken yak alam a fırsatını kaçırıp kaçırm adığım ne m alum ? Ya da Ay' m çevresinde d ö n ü p d u ra n bir alt uyduyu? Bu |an et b u lu t tab akasının ü stü n d e h erhangi b ir m ete­ orun, b ir göktaşının, b ir k ü çü k gezegenin dolaşıp dolaşm adığı ne m alum ?...” “B u çok m uhtem el” diye y anıtlıyordu O m icron. —Ve tam d a b u sabah efendim , b ir aydınlanm a a n ın d a sandım ki görüyorum ... 23

—Ben de O m icron... —ikim iz de efendim , ikimiz de... “B en... ilk o larak k u şk u su z...” diye açıkladı Bay D ean Forsytlı... “H iç şüphe y o k ” diye kabullendi O m icron, a n ­ lamlı b ir b aş sallam asıyla “ve b an a öyle geldi ki oy­ du... o olm alıydı...” “B u n a y em in ed e rim ” diye id d ia etti D e an F orsyth, “K uzeydoğudan güneybatıya d oğru ilerle­ m ekte olan b ir m eteor...” —E v et efendim , hem en hem en G üneş yönünde... —G ö rü n en y ö n O m icron... —G ö rü n en , söylem eye g erek yok. — Ve saat y ediyi otuz y ed i d ak ik a yirm i saniye geçiyordu. "Yirmi saniye” diye tek ra rlad ı O m icron, “D u v a r saatim izde an ın d a belirlediğim gibi...” “Ve o an d an itibaren b ir d a h a görü n m ed i” diye bağırdı B ay D e an F orsyth, gökyüzüne d oğru tehd itk â r b ir el harek eti y ap a rak . — H a y ır efendim . B ulutlar... bulutlar... batı-gün ey -batıdan çıkan b u lu tla r ve gün boyunca b ir d a ­ h a m avi b ir köşe g örüp görm eyeceğim izi bilm iyo­ rum . “K asıtlı b ir olay b u ” diye karşılık verdi D ean F o rsy th “Ve gerçekten de b u n u n sadece benim b a ­ şım a geldiğini san ıyorum .” “Ve de b en im ” diye m ırıldandı, kendisini efendi­ sinin çalışm alarının y arısı gibi gören O m icron. 24

G erçekte W h a sto n ’un tüm sakinleri, kalın b u lu t­ lar k entlerini k ararttığ ın d a aynı y ak ın m a hakkına sahipti. G üneş parıldasın... y a d a parıldam asın, herkes içindir. Sis ken ti sard ığ ın d a -kırk sekiz saat süren şu sis­ lerden biri- D ean F o rsy th ’in kötü ru h d u ru m u n u n ne hale geldiğini dü şünm ek sadece çok çok kolay­ dır. E n azından b u lu tlu bir gökyüzünde bile Yerküre ’nin yüzeyine çok y ak ın geçm esi d u ru m u n d a b ir­ kaç göktaşını ayrım sam ak olanaksız değildi; am a sis kalınlaştığında, beşeri y a ra tık la r bile on adım ötesini hiç görem ezken en güçlü teleskoplar, en m ükem m elleştirilm iş d ü rb ü n le r ne yapabilirler?... W h a sto n ’da, kent, Tam ise’in çam urlu sularıyla d e­ ğil de P o to m ac’ın d u ru sularıyla y ık an ıy o r olm ası­ n a rağm en bu d u ru m en d er değildir... Ve şimdi, o gün, sabahın başlangıcında, gökyüzü tertem izken peki ne fark etm işlerdi... y a d a fark et­ tiklerini sanm ışlardı efendi ve uşak?... B ir göktaşıydı, y o ğ u n lu ğ u n u ölçem edikleri aşırı b ir hıza sa­ hip, u p u zu n uzan an b ir biçimi olan. Söylediğim iz gibi bu göktaşı kuzeydoğudan güneybatıya doğru y e r değiştiriyordu am a y erle arasındaki uzaklık belli b ir m ik tar fersah olm ası gerektiğinden, eğer şu m ünasebetsiz sis gelip tüm gözlem i engeli emeseydi, onu d ü rb ü n m erceğinden b irkaç saat b o y u n ­ ca izlem ek m üm kün olurdu! Ve işte o zam an b u kötü şansın doğal olarak kış­ kırttığı yerinm e m ak araları boşalıyordu!... B u gök­ 25

taşı, W h asto n u fk u n a geri dönecek m iydi?... E le­ m entleri hesaplanabilecek, kütlesi, ağırlığı, yapısı belirlenebilecek m iydi?... G ökyüzünün bir başka n o k tasın d a onu b ulacak d ah a elverişli koşullarda h erhan g i b ir b aşk a gökbilim ci v ar m ıydı?... O n u telesk o p u n u n u c u n d a b u k a d a r az tu ta n D ean F orsyth, b u b u lu şu adıyla im zalayacak kişi olarak nitelenecek m iydi?... T üm onur, yaşam larını gözle­ m evlerinin u fkuyla tepe noktaları arasın d a m eteor kollam akla geçiren E ski y a d a Yeni K ıta’nm o bil­ ginlerinden b irinin olm ayacak mıydı d ah a sonra?... Ve h er ikisi de doğuya açılan pencerelerinkinin önüne yeniden gelip nöbete durdular. A rtık k o nuş­ m uyorlardı. D ean Forsyth, b u y a n d a n üstünde hafif rüzgârın şiddetlenerek orad a b u ra d a az aydınlık alanlarla delinm iş g rim trak bulutları kovduğu Serb o r tepelerinin değişken profilinin sınırladığı geniş ufku bakışlarıyla tarıyordu. O m icron, kısa b oyunun azalttığı görüş alanını artırm ak için ayaklarının ucu n d a dikiliyordu. Biri kollarını kavuşturm uş, elle­ rini kapam ış göğsüne bastırıyordu. Ö teki, kasılmış p arm ak larıy la p encerenin perv azın a v u ru y o rd u . B irkaç kuş, kan at çırpıp kısa tiz çığlıklar atarak sü­ zülüyordu ve insan olm a özelliklerinin yeryüzünde tu ttu ğ u efendi ve uşakla tam d a alay ediyor havasındaydılar!... Ah!... O nları uçarken izleyebilselerdi, birkaç sıçrayışta sis tabakalarını geçecekler ve belki de güneş ışınlarının parıltıları ortasında dönüşünü sü rd ü re n küçük gezegeni y eniden göreceklerdi?... 26

O an d a k ap ı vu ru ld u . D ü şüncelerine göm ülm üş olan D ean F orsyth ve O m icron duym adılar. O zam an k ap ı açıldı ve eşikte F rancis G ordon göründü. D ean F o rsy th ve O m icron dönm ediler bile. Yeğen dayıya d o ğ ru gitti ve hafifçe ko lu n a do­ kundu. D ean Forsyth dünyanın ucundan döner gibi oldu... Yeryüzü dünyasının değil, düş gücünün onu m ete­ orun ardından sürüklediği gökyüzü dünyasının... “N e ? ” diye sordu. —D ayı, y em ek bekliyor.... "A h !” dedi D ean F orsyth, “B ekliyor m u?... P e­ ki... Biz de b ek liy o ru z....” —B ekliyorsunuz?... N eyi? “G üneşin y en id en g örünm esini” diye açıkladı, yan ıtı efendisi tarafın d an onaylanan O m icron. —A m a dayı, sanırım G ü n e ş’i yem eğe davet etm e­ diniz ve onsuz m asaya oturulabilir... B u n a ne y a n ıt verm eliydi?... Işık saçan gökcis­ mi, tüm gün ken d in i gösterm iyor idiyse, B ay D ean F o rsy th o rtalam a in sanların genellikle akşam y e ­ m eğini yediği saatte an cak öğle yem eğini yem ekte inat edecek m iydi?... “D ay ı,” diye başladı F rancis G ordon, “M itz sa­ bırsızlanıyor, sizi u y arıy orum ...” Bu, B ay D ean F o rsy th y i dü şten gerçeğe d ö n d ü ­ ren belirleyici b ir ned en oldu gibi görü n d ü . H iz­ 27

m etçi M itz ’in sabırsızlıklarını biliyordu, h a tta on­ lard an ödü patlıy o rdu ve m adem ki ona bir özel ulak k o şu ştu rm u ştu d ah a gecikm eden gitm ek g ere­ kiyordu. “P eki saat k a ç ? ” diye sordu D ean F orsyth. “O n b ir k ırk b e ş” diye yanıtladı F rancis G ordon. A slında d u v a r saati on b ir k ırk altıyı gösteriy or­ du ve genelinde dayı ve y eğen birbirlerinin karşısı­ n a saat tam on b ird e oturuyorlardı. Yine genel olarak O m icron o nlara servisi y a p ı­ y o rd u . A m a o g ün efendisinin b ir işareti üzerine ki zahm etsizce anladı, gözlem evinde kaldı, y a hava güneşi geri getirirse... Bay D ean F o rsy th ve F rancis G ordon m erdive­ ne y ö n eld iler ve evin zem in k atın a indiler. M itz oradaydı, efendisine dik dik baktı ve b u b e ­ riki başını eğdi. “O m icro n ? ...” diye sordu. “O y u k a rıd a m eşgul” diye y an ıtlad ı F rancis G o r­ don, “Bu sab ah o n dan vazgeçeceğiz...” "P e k i!” diye y anıtladı M itz. Ö ğ le y em eğ i b aşladı ve ağ ızlar sadece y em ek için açıldı, k o n u şm ak için değil. Y em ekleri g e ti­ rirk e n ve ta b a k la rı d eğ iştirirk e n seve seve çene çalan M itz ’in çenesi açılm ıy o rd u . Bu sessizlik ağ ır g eliy o rd u , b u zo rlam a sık ıy o rd u . B u y ü z d e n b u n a b ir son v erm eyi isteyen F ran c is G o rd o n şöyle dedi: —D ayı, sabahınızdan h o şn u t m usunuz?... 28

“E v et... h a y ır...” diye y a n ıtla d ı

B ay D e an

Forsyth. “G ö k y ü zü n ü n d u ru m u elverişli değil...” — Peki h erh an g i b ir gökcism i keşfi izinde m isi­ niz?.. —S anıyorum ... Francis... A m a y en i b ir gözlem le em in olm adığım sürece... “Ve efendim ” dedi M itz, biraz sert b ir tonla, “Si­ zi sekiz g ü n d en b u y a n a tedirgin eden bu... K ule­ nizden artık ayrılm ayacak ve gece kalkacak k a ­ dar... evet!... dü n ak şam dan bu y a n a üç kez... sizi d u y d u m ...” —Aslında, M itz'çiğim ... "Ve aşırı y o ru ld u ğ u n u zd a ...” diye başladı v a k u r hizmetçi, “Sağlığınızı bozduğunuzda, nezleye b ir iyice yakalandığınızda, haftalarca y a ta ğ a çivilendi­ ğinizde size b akm aya yıldızlarınız mı gelecek, d o k ­ to r hap diye onları alm anızı mı b u y u ra cak ? ...” D iyalogun aldığı biçim i göz önüne alan D ean F orsyth y an ıt verm em enin d a h a iyi olacağını an la­ dı. Z aten M itz’in çıkışlarını hiç hesaba katm am aya kararlı olarak tersini söyleyip onu kışkırtm ayı iste­ medi ve bard ağ ın a ve tab ağ ın a bile d ik k at etm eden sessizce y em ek yem eyi sü rd ü rd ü . F ran c is G o rd o n sohbeti desteklem eye çalışıyor­ d u am a gerçekte kendi kendine k o n u şu y o r g ibiy­ di. H â lâ üzgün olan dayısı onu d u y m u y o ra b en zi­ y o rd u . N e söyleneceğinin hiç bilinm ediği za m a n ­ lar, tü m ağızların erişebileceği bitm ez tükenm ez m alzem e, havanın ö nceden nasıl olduğu, o an d a k i 29

d u ru m u ya d a nasıl olacağıdır. Ve özetle b u h av ay ­ la ilgili soru, B ay D ean F o rsy th ’i özellikle ilgilen­ dirm esi gereken so ruydu. Bu y ü z d e n b ir an geldi, d ah a d a kap an an g üneş y em ek odasını d a h a d a loşlaştırdığında başını kaldırdı, pencereye b ak tı ve b itkin elinden çatalının düşm esine izin v erere k b a ­ ğırdı: “Bu lanet b u lu tla r gökyüzünü boşaltm ayacak m ı?... Y ağm ur sel gibi akacak m ı?...” “D o ğ ru su ” diye belirtti M itz, “U ç haftalık k u ­ rak lıktan sonra top rağın zenginleşm esi için bu se­ vindirici olacak..." “Toprak... to p ra k !” diye öyle m ükem m el b ir k ü ­ çüm sem eyle m ırıldandı ki B ay D ean F o rsy th yaşlı hizm etçiden şu y an ıtı kopardı. “Evet... toprak, efendim ve y em ek saatinde bile... hiç inm eyi istem ediğiniz gökyüzü k ad a r değerli.” “fia d i am a M itz ’çiğim ” dedi F rancis G ordon onu y atıştırm ak için. “A m a” diye devam etti aynı tonda, “ekim in so­ n u n d a yağ m ay a başlam azsa, soruyorum size ne za­ m an y a ğ a c a k ? ” “D ayıcığım ,” diye sözü aldı o zam an yeğen, “çok doğru, ekim in3 sonundayız... Kışın başında, b u n u kabullenm ek gerekiyor!... Z ate n kış ille de kötü h av a dem ek d eğ il!... Ç ok so ğ u k lard a d a yazın sıcak saatlerinden d ah a tem iz b ir gökyüzüyle çok k u ru 3. Bölüm, yen i tarihlere göre y eniden gözden geçirilm iş olmalı, M ichel V erne'in yap tığ ı bu. Biz olduğu gibi bırakıyoruz.

30

günler oluyor. E h ! Ç alışm alarınıza d a h a iyi koşul­ larda y en id en başlarsınız. Biraz sab ır d ayı...” “S ab ır F ra n c is” diye karşılık verdi, y ü zü en az hava k a d a r kararm ış olan D ean F orsyth. “Sabır! Ya ayrım sayam ayacağım ız k ad a r u za k la ra giderse? Ya u fu k ta artık g ö rü n m ezse?...” " O ? ...” diye b ağ ırd ı M itz. “O ... K im ?...” O a n d a O m icro n ’u n sesi duyuldu: “Efendim ... efendim ...” “Yeni b ir şey v a r” diye haykırdı B ay D ean Forsyth çabucak sandalyesini itip kapıya yönelirken. Ve tam o an d a keskin b ir ışık, b ard ak lara, şişele­ re, k u p alara p arla k p ay etler saçarak pencereden içeri girdi. “G üneş bu... g ü n eş” deyip d u ru y o rd u D ean F orsyth acele acele m erdivenleri çıkarken. “İşte u çtu g itti!...” dedi M itz iskem lelerden b iri­ ne o tu ru rk e n . "O lu r m u!... G ünleri, geceleri açık havada geçirm esine kış engel değil, soğuk engel değil... K anam a... bro n şit... nezle olm ayı göze ala­ rak!... Ve b u n la rın hepsi akıp giden y ıld ız la r için!... Ve h âlâ o nları alabilseydik, koleksiyon y ap abilsey d ik !...” Böyle dile g etiriyordu düşüncesini M itz, efendi­ si kendisini d u ym asa da, duysaydı d a hepsi böyle olurdu. T ırm a n ışta n so lu k so lu ğ a k alan B ay D e an Forsyth, gözlem evine giriyordu. G üneybatı rü z g â ­ rı şiddetlenm iş ve b u lu tları doğuya doğru kovm uş­ 31

tu. G eniş b ir aydınlık alan tepelere değin m avinin görünm esini sağlıyordu. G ökyüzünün m eteorun gözlem lenm iş olduğu tüm o bölüm ü genişçe açıl­ mış, cihazlara siste kaybolm aksızın dolaşm alarına olanak verecekti. O d a güneş ışınlarıyla doluyordu. “Pekâlâ, ne v a r ? ” diye sordu B ay D ean F orsyth. “G ü n eş v a r” diye yanıtladı O m icron am a uzun süreliğine değil, çünkü d ah a şim diden b atıd an b u ­ lu tlar görünüyor. “Y itirilecek b ir d ak ik a y o k ” diye bağırdı Bay D ean F o rsy th d ü rb ü n ü çevirirken, aynı a n d a uşağı d a teleskopla aynı işi y apıyordu. Ve aşağı y u k a rı kırk d ak ik a b oyunca aletleri ne tu tk u y la kullandılar! N e sabırla en uygun d u ru m ­ d a tu tm a k için vidaları çevirip d u rd u lar! G ökkürenin bu b ö lüm ündeki h er köşeyi, bucağı ne ince bir d ikkatle tarad ılar! G öktaşı son kez o n lara şu k a d a r sağ y ü k sek lik te şu k ad a r eğim de adam akıllı g ö rü n ­ m üştü... K o o rd in atlarından em indiler. H içb ir şey... O y erd e hiçbir şey! M eteo rla ra onca h a rik a gezinti alanı sunan tüm o bölge ıssız!... O y ö n d e tek b ir görülebilir n o k ta y o k !... K üçük geze­ gene ne de geçtiğine ilişkin te k b ir iz!... G ö zk ap ak ların a dolan k an la kızarm ış gözlerini silerek “H içb ir şey !” dedi B ay D ean F orsyth. “H içb ir şey !...” dedi O m icro n sızlanan b ir y a n k ı gibi. işte o zam an sis geri d ö n d ü ve gökyüzü y en id en k arard ı. 32

G ök y ü zü n d ek i b u iyileşme sona erdi ve b u kez tüm g ü n lü ğ ü n e ! Pus parçaları b iraz d an pis b ir gri­ likte, y ek p a re b ir kütle o luşturdu ve ince y ağ m u r halinde dam lam aya başladı. Efendi ve uşak son d e­ rece um utsuzdular, h er tü r gözlem den vazgeçm ek gerekiyordu. O zam an O m icro n şöyle dedi: “A m a efendim ... onu görm üş olduğum uzdan iyi­ ce em in m iyiz?...” “B u n d an em insek...” diye h ay k ırd ı B ay D ean F orsyth kollarını g ö kyüzüne d o ğ ru kaldırarak, kıskançlık ve tedirginliğin karıştığı b ir ses to n u y la ekledi: “G eriye artık, onun da... S ydney H u d elso n ’un da onu g ö rü p görm em iş olması k alac ak !”

33

III. Bölüm

B u ra d a D o k to r Sy d n ey H udelson, k arısı B a y a n F lo ra H udelson iki k ızları B ay an J e n n y ve B a y a n L o o söz konusu.

m

T T eter ki o da, D ean F o rsy th de fark etm eY

_JL

miş o lsu n !” D o k to r S ydney H u d elso n ’un d a k endi kendine söylediği b uydu işte.

Ç ü n k ü o d o k to rd u ve eğer W h a sto n 'd a tıp ta ça­ lışm a y ap m ıy o r idiyse tüm zam anını, tüm zekâsını gökbilim in b u yü k sek, b u y ü ce çalışm alarına h a s­ retm eyi yeğlem esindendi. Kaldı ki D o k to r H udelson, hem kendinden hem de F lo ra C larish o larak doğan H udelson hanım e­ fendiden dolayı güzel b ir servetin sahibiydi. Akıllı­ ca yönetildiğinde kendisinin de, iki kızı J e n n y ve Loo H u d e lso n ’u n d a geleceğini güvence altın a alı­ y o rd u . 34

Bu gökbilim ci d o k to r kırk y ed i yaşındaydı, k arı­ sı kırk, b ü y ü k kızı on sekiz, k ü çü k kızı on dört. K uşkusuz F o rsy th ve H udelson aileleri b irb irle­ rine çok y ak ın olsalar d a en azından S ydney H u ­ delson ve D ean F o rsy th arasın d a belli bir rekabet y o k değildi. G ö k y üzündeki cisim ler herkese, onla­ rı keşfetm em iş o lanlara bile ait olduğuna göre bu y a d a şu gezegen, şu y a d a b u yıldız için çekişiyor­ lardı denem ez am a b u y a d a şu m eteorolojik göz­ lem k o n u su n d a çekiştikleri sık sık oluyordu. O layları çığrm dan çıkaracak ve a ra d a b ir üzücü sah n e le re y o l

a ç aca k

şey,

b ir

B ay an

D e an

F o rsy th ’nin varlığı o lurdu. O y sa bilindiği gibi onunla evlenecek olan b e k â r kalm ış o lduğuna ve hiçbir zam an d ü şü n d e bile evlenm e düşüncesini aklına getirm ediğine göre sözü edilen bayan yok tu . Bu d u ru m d a k ocanın tarafını tu taca k herhangi bir eş y o k tu ve sonuç olarak d a iki am atö r gökbilim ci arasındaki b ir dargınlığın kısa sürede giderilm e şansı vardı. K uşkusuz ikinci ailede B ayan F lora H udelson vardı. A m a o, m ükem m el bir anne, m ükem m el b ir ev hanım ı, çok uzlaştırıcı yapıda, kim se hak k ın d a yakışıksız b ir söz söyleyem eyen, eski ve yeni d ü n ­ y an ın çeşitli toplum larm da, h a tta en itibarlılarından bir sü rü bayan gibi d edikoduyla beslenm eyen, ifti­ rayla doğm ayan m ükem m el b ir kadındı. B ayan eş­ lerin b u modeli, y ak ın dostu F orsyth’le herhangi b ir tartışm anın ard ın d an kafası kızgın döndüğünde b e­ 35

cerilerini özellikle kocasını y atıştırm ak için kullanı­ y o rd u . Bayan H u d elso n ’un, kocasının gökbilimle u ğ raş­ masını, g ö k k u b b en in derinliklerinde yaşam asını, ondan inm esini rica ettiğinde, inmesi koşuluyla, çok doğal b u lduğunu söylem ek gerekiyor. Z aten efendi­ sini hırpalayan hizmetçi M itz’in tersine, o kocasını hiç hırpalam ıyordu; ziyaret y a d a yem ek saatlerinde bekletm esini hoş karşılıyordu; hiç hom urdanm ıyor­ du ve yem ekleri en iyi pişme derecesinde tutm ak için yine de çaba gösteriyordu; içine kapandığında, b u n a saygı gösteriyordu; çalışm alarını d a m erak edi­ y o rd u ve herhangi bir buluştan endişeye kapılm ış gi­ bi görü n d ü ğ ü n d e ve artık yolunu bulam ayacak d e­ recede uçsuz bucaksız uzayda yolunu yitirdiğinde ona cesaret verici sözlerle hizm et etmeyi biliyordu. İşte tüm k o calar için dilediğim iz gibi bir kadın, özellikle de gökbilim ci olduklarında. B üyük kız, şu sevimli Je n n y , annesinin izinden gitmeyi, y aşam y o lların d a aynı adım la yü rü m ey i v aat ediyordu. E lbette F rancis G o rd o n ’u J e n n y H u d elso n ’la evlenirse erkeklerin en m utlusu olm ak bekliyordu. A m erikalı bayanları küçüm sem ek iste­ meyiz, tüm A m erik a’d a d ah a sevimli, d ah a çekici, insan erdem lerinin bütü n ü y le d ah a donanım lı b ir genç kıza rastlanm ayacağını söylem enin sakıncası yo k . M avi gözlü sevimli bir sarışın, körpe tenli, g ü ­ zel eller, güzel ayaklar, güzel b ir boy, zarif olduğu k ad a r alçakgönüllü, iyi olduğu k a d a r zeki. Bu n e­ 36

denlerle F ran cis G o rd o n onu, onun F rancis G ord o n ’u tak d ir ettiğinden d ah a az ta k d ir etm iyordu. Bay D ean F o rsy th ’nin yeğeni, zaten H udelson ai­ lesinin tüm dostluğu ve sem patisine sahipti. Bu d u ­ rum , çok geçm eden iki tarafın d a kabul edeceği b ir evlilik isteği biçim ine dönüşm üştü. Bu iki genç ni­ şanlı b irb irlerin e çok y ak ışıy o rlard ı! J e n n y ’nin ai­ leden gelen özellikleriyle evliliklerine getireceği gö­ nenç olacaktı. F rancis G o rd o n ’a gelince serveti bir gün kendisine k alacak olan dayısı tarafından d o n a­ tılacaktı. A m a b u m iras olasılıklarını bir y a n a b ıra ­ kalım . G üvence altına alınm ış olan gelecek söz k o ­ n usu değildi, m utluluğun tüm koşullarının b ir a ra ­ y a geleceği şim diki zam andı. D em ek ki F ran cis G ordon J e n n y H u d e lso n ’la nişanlanm ıştı, J e n n y H udelson F rancis G o rd o n ’la nişanlanm ıştı ve y ak ın d a saptanacak b ir tarih te ni­ kah, bu m utlu W h aston kentinin başlıca kilisesi Sain t-A n d rew ’de saygıdeğer O ’G a rth ’ın özenleriyle kıyılacaktı. Ve b u d üğün tö renine b ü y ü k akın olacağından em in olabilirsiniz, çü n k ü iki aile de ancak o n u rları­ n a eşdeğerde b ir itib a ra sahiptiler. A yrıca şundan d a d a h a az em in olm ayın: O g ünün en neşeli, en canlı, en uçarısı, sevgili kız kardeşine nedim elik y a ­ p acak olan şu çıtı pıtı L oo1 olacaktır. H en ü z on beş y a şın d a değil bu k ü çü k kız ve olabildiğince genç olm a hakkı elbette var. H erk es üstüne titriyor, her1. L ouise'in kısaltılmışı (yazarın notu).

37

kes onu seviyor. Sonsuz b ir enerji ve bilginler b u ­ n u an cak b u y aratılışta olanlarda bulacaklardır. B eklenm edik h azırcevaplarıyla biraz yaram azdı, “b ab an ın gezegenleriyle” alay etm ekten hiç sıkılm ı­ y o rd u ! A m a h er şeyi bağışlanıyordu, h er şeyi g ö r­ m em ezlikten geliniyordu ve ilk gülen ve tek ceza o larak k ö rp e k ü çü k kız y a n a k la rın a b ir öpücük k o n d u ra n D o k to r H udelson oluyordu. A slında D o k to r H udelson iyi bir adam dı am a alın g an lığ ın a eşit b ir in atçılık ta. T akılm alarını önem siz addettiği Loo dışında herkes kaçıklık ve alışkanlıklarına saygı gösteriyordu. H av a d u ru m u ­ n a ilişkin incelem elerinde çok zorlu, sunum larında çok kararlı, yaptığı y a d a yaptığını iddia ettiği keşif­ lerde çok kıskanç; D ostu D ean F o rsy th ’i de a rad a b ir şu y a d a b u m eteor k o n u su n d a bitm ez tükenm ez tartışm alara girdiği b ir rakibi hissediyordu. Aynı av alanında iki avcı ve ateş etm ek için çekişiyorlar! O fırtınaları y o k edecek şu iyi B ayan H udelson orad a olm asaydı, çok k ereler küskünlüğe dönüşebilecek soğukluklarla sonuçlanırdı. İki kızı ve F rancis G ordon o n a b u k o n u d a adam akıllı yardım cı oluyorlar­ dı. Kaldı ki F rancis ve J e n n y ’nin evlilikleri iki aile­ y i d a h a sıkı sıkıya bağladığında b u geçici fırtınalar d ah a az k o rk u n ç olacaktı ve kim bilir belki de ciddi b ir işbirliğiyle birleşecek iki am atör, gökteki a ra ştır­ m alarını ortak laşa y ü rü te c e k le rd i! Bu geniş uzay alan ların d a keşfedilen değilse de vurulan av etini hakkaniyetle paylaşacaklardı. 38

B ay S tan ley H u d e lso n ’u n 2 b ir y an d a n m eteoro­ lojiyle ilgilenirken aynı an d a istatistikle de -çok yetkili bilim in san ların a göre, grafik eğrileri basın­ çölçer y a d a sıcaklıkölçerle ilgili değişkenlerle çakı­ şan suçluluk o ran ların a çok özel b ir istatistik- u ğ ­ raştığını kay d etm ek y erin d e olur. D o k to r H udelson b u çakışm aları o rtay a çıkarm ak için tüm titizli­ ğini gösteriyordu. Bu suç grafiği, onu oluşturm aya olanak v erecek h içbir şeyi göz ardı etm iyordu. Ki­ şisel gözlem lerini ak tard ığ ı Illinois M eteoroloji H izm etleri M ü d ü rü B ay L innoy’la sürekli h ab erle­ şiyordu. B u Şikagolu bilim adam ıyla aynı görüşü pay laşarak “gü n lü k olm asa d a en azından aylık, m evsim lik ve yıllık sıcaklık artışlarıyla suçluluk oran ın d ak i y ü kselm enin k o şu t gittiğini” sav u n d u ­ ğ u n d a ona tersini söylem ek gerekm ezdi. O n la ra inanırsak, suçlar açık h av alard a h afif b ir artış, sisli h av alard a h afif b ir düşüş gösteriyorlar. Ö zellikle kış ayları b o y u n ca sıcaklıktaki azalm a ve y azın aşı­ rı yağışlar, kişilere ve m ülklere saldırılarda b ir d ü ­ şüşe d en k geliyor gibi görünüyor. S onuç olarak rü z g âr kuzeydoğuya d ö nd ü ğ ü n d e sayıları düşüyor. A yrıca diyorlarm ış ki delilik, in tih a r ve suça ilişkin üç h av a eğrisi, aynı sıcaklık ve m evsim koşulların­ d a y eterin ce eksiksiz b ir biçim de çakışıyor. E vet! D o k to r H u d elso n b u ilginç k u ra m la ra t ü ­ m üyle bağlıydı. S u çlar ve k u rb a n ı olm a olasılıkla2. D o k to r Sydney H u d elso n 'u n ön adı b u rad a Stanley. Ö nceki ön adı­ na an cak IV, V III ve IX. bölüm lerde zam an zam an kavuşacak.

39

n k o n u su n d a “suç a y la rın d a ” d ah a çok önlem alın­ m asını ö ğ ü tlü y o rdu. O nedenle o güleç Loo, çok sıcaklarda, çok k u ra k h av a la rd a ve rü z g âr iyi y ö n ­ den esm ediğinde odacığının kilitini özenle çeki­ y o rd u . D o k to r H u d elso n ’un evi en rahatlarındandı, en bakım lılarından biri, tüm W h a sto n ’d a gerçekten aranm ış olm alıydı. M oriss Sokağı 27 num arada, yem yeşil çim ve güzel ağaçlarıyla bahçe ve avlu arasın d ak i bu güzel köşk, sokağın ortasını g ö rü ­ y o rd u . Bir zemin k a t ve ön cephede yedi pencereli b ir k attan oluşuyordu. Y üksek çatısına, solda p a r­ m aklıklı b ir terasla son bulan, otuz ayak k ad a r y ü k sek lik te b ir tü r kare kale b u rc u egem endi. K ö­ şelerden b irin d e p azarları ve tatil günlerinde A m e­ rik a B irleşik D ev letleri’nin elli b ir yıldızlı b ayrağı­ nın çekildiği direk yükseliyordu. Bu b u rc u n ü st odası gözlem evi çalışm alarına el­ verişli d u ru m a getirilm işti. D o k to ru n araç gereci, d ü rb ü n le r ve teleskoplar, güzel gecelerde b ak ışları­ nın g ö k k ubbeyi özgürce dolaşabildiği tera sa onları taşım am ası d u ru m u n d a, o ra d a iş görüyorlardı. B a­ y a n H u d elso n ’un öğütlerine rağm en en şiddetli nezlelerine o rad a yak alan ıy o rd u zaten. “B abam , son u nda gezegenlerini bile nezle ed e­ cek ” deyip d u ru y o rd u keyifle B ayan Loo. “B urun akıntıları yayılıyor.” A m a d o k to r h içbir şeyi dinlem iyordu, a ra d a b ir kışın d o n d u ru c u so ğ u k ların d a gökkubbe tüm saflı­

ğıyla o rtay a çıktığında sıfırın altın d a y ed i y a d a se­ kiz dereceye m eydan okuyordu. M orris S okağı’ndaki evin gözlem evinden Elizabeth S okağı’n d aki3 evin kulesinin zahm etsizce gö­ rü n d ü ğ ü n ü kaydetm ek gerekiyor, ikisi arasında hiçbir an ıt yükselm iyordu, hiçbir ağaç kalın dalları­ nı araların a sokm uyordu. O tu rd u k ları iki mahalleyi b ir y arım mil ayırıyordu. U zun erimli bir teleskopa g erek kalm adan iyi bir el dürbünüyle kule y a da b u rç ta d u ran kişiler çok rahatlıkla tanınıyorlardı. K uşkusuz D ean F o rsy th ’nin S tanley H ud elso n ’a b akm aktan başk a y ap acak şeyi vardı ve S tanley H udelson D ean F o rsy th y e b ak arak zam an y itir­ m ek istem ezdi. Gözlem leri d ah a yükseği h edef alı­ y o rd u ve y e r nesnelerine hiç yönelm iyordu. A m a F rancis G o rd o n ’un J e n n y Fludelson’un terasta b u ­ lunup bulunm adığını görm eye çalışm ası oldukça doğaldı ve gözleri cep d ü rb ü n ü aracılığıyla konuşu­ y o rd u . B unda b ir k ötülük y o k diye düşünüyorum . K uşkusuz iki ev arasın a b ir telefon y a d a telg raf bağlantısı k u rm ak kolay olurdu. B urçtan kuleye gerilen b ir tel, en hoş söyleşiler için y ararlı olurdu, en

a z ın d a n

F ra n c is

G o rd o n ’d a n

Je n n y ye

J e n n y 'd e n F rancis G o rd o n ’a. Ve k u şk u n u z olm a­ sın, şu k ü çü k Loo, bu ikili söyleşiye katılır, üçlüye çevirirdi. A m a D ean F o rsy th y le D o k to r H udelson iletişim k u rm ay a hiç can atm ıyorlardı, ne de gök3. B u rad an itibaren gökbilim cilerin evleri E lizabeth Sokağı ve M orris S o k ağ ı’ı olarak anılacak. G ro en lan d ’de bir M orris B urnu var.

41

y ü z ü n ü gözlem leri sırasında rahatsız edilm eye. Bu nedenle b ir tel çekilm esi tasarı olarak kalm ıştı. Bel­ ki de iki nişanlı kesin k a n k o ca o ld uklarında b u a r­ zu gerçekleşecekti?... İki aileyi evlilik bağının a r­ d ın d an d ah a d a sıkıca bağlayacak elektrik bağı. O g ü n öğleden sonra F rancis G ordon B ayan H udelson ve iki kızm a h er zam anki ziyaretini y apm aya geldi. Z em in katın salonunda kabul edildi ve söyle­ m ekte sakınca yok, sanki evin oğluym uş gibi. H e­ nüz J e n n y ’nin kocası değilse de Loo, kendisinin, onun kard eşi olm asını şim diden istiyordu ve b u k ü ­ çük kızın beynine y erleşen adam akıllı yerleşm işti. D o k to r H u d e lso n ’un b u rc u n duvarları arasın d a olm asına kim se şaşırm ayacak. S abahın d ö rd ü n d en b u y a n a o ra y a (k a p a n m ıştı)4. T üm üyle D e a n F o rsy th gibi öğle yem eği için gecikm eyle g ö rü n ­ d ü k ten so n ra güneş öğlen bulutlarını dağıtırken aceleyle tera sa geri d ö n d ü ğ ü n ü gördüler- hep B ay D ean F o rsy th gibi. K afası ondan d ah a az m eşgul olm adığından y en id en inm e d u ru m u n d a olacağa benzem iyordu. Ve y in e de genel o lura sunulacak olan b ü y ü k m esele k o n u su n d a onsuz k a ra r verm ek olanaksız. “E h !" diye bağırdı Loo, genç adam salonun eşi­ ğini aşa r aşm az, "İşte B ay F rancis... Ezeli ve ebedi B ay Francis... N e y a p m ay a geliyor Bay F rancis di­ y e kendim e soruyorum ... B u ra d a bir tek onu g ö rü ­ y o ru z." 4.

"Taşınm ıştı”, çizilmiş, yerine yeni sözcük konm am ış.

42

|

F rancis G o rd o n önce J e n n y ’nin gülüm seyerek kendisine uzattığı eli sıkm ıştı ve B ayan H u d elso n ’a saygılarını sunm uştu. S o n ra L o o y a tek y a n ıt ola­ ra k iyi b ir öpücükle y an ak ların ın kırm ızısını o rtaya çıkarm ıştı. S o n ra o tu rd u la r ve gerçekte b ir önceki g ü n k ü ­ n ü n devam ından b aşk a b ir şey olm ayan sohbet başladı. D ü n d en bu y a n a hiç ayrılm am ış gibiydiler ve aslında iki nişanlı en azından düşüncede hiç b ir­ birlerin d en ayrılm ıyorlardı. B ayan Loo, “ezeli ve ebedi F ran c is’in ” hep evde olduğunu, sokak k ap ı­ sından çıkıyorm uş gibi yaptığını ve bahçe kapısın­ dan d ö n d ü ğ ü n ü ve hiç görülm em ek için köşelerde saklandığını bile iddia ediyordu... N ik ah tö ren i için seçilen tarih beklenirken h er gün ko n u ştu k ları şeylerden o gün de konuştular. Je n n y , F ran c is’in söylediklerini çekiciliğinden hiç­ b ir şey alıp götürm eyen doğal b ir ciddiyetle dinli­ y o rd u . B irbirlerine bakıyorlardı ve gerçekleşm ele­ ri artık d ah a so nraya kalam ayacağı düşüncesiyle gelecek planları yapıyorlardı. B ir gecikm eyi bile kim düşünebilirdi? Bu birleşm ede iki ailenin de onayı y o k m uydu? F rancis G ordon d ah a şim diden Lam beth S okağı’n d a hâlâ yem yeşil, canlı b ir b a h ­ çeyle tüm istenenlere sahip güzel b ir ev bulm uştu. Potom ac A karsuyu m anzarasıyla batı m ahallesindeydi ve M o rris S okağı’n a d a çok uzak değildi. B a­ y a n Fludelson hem en ertesi günü b u evi gidip g ö r­ m eye söz verdi, y e te r ki m üstakbel kiracısının ho­ 43

şu n a gitsin, sekiz gün içinde kiralanacaktı. Loo, a n ­ nesi ve kız k ardeşine b u ziyarette eşlik edecekti. O n u n fik rinden vazgeçilm esini kabul etm iyordu ve b u n d an anladığı için de genç evlilerin yerleşm esiy­ le m eşgul olm ayı istiyordu... Ve bırakıyorlardı gidi­ y o rd u , b ırak ıy o rlardı söylüyordu. Loo, b ird en sandalyesinden kalk arak ve p en ce­ reye k o şarak şöyle bağırdı: “Peki... Ya B ay F o rsy th ? B ugün gelm esi g erek ­ m iyor m u ?...” “D ayım dö rd e d o ğ ru gelecek” diye yanıtladı F rancis G ordon. “S o ru n u çözüm lem ek için b u ra d a olm ası g erek ­ li" diye g ö rü şü n ü belirtti B ayan H udelson. —B iliyor ve ran d ev u su n u kesin kaçırm ayacak... “Ya k a ç ırırsa ? ” diye belirtti biraz teh d it edici bir biçim de elini u zatan Loo, “B ana hesap verm esi ge­ rekecek ve öyle ucuz d a k u rtu lam ay acak ...” “Y a B ay H u d e lso n ?” diye sordu F rancis, “O n a d a dayım dan d ah a az ihtiyacım ız y o k .” “B abam b u rc u n d a ” dedi Je n n y , “ve h ab er verilir verilm ez inecek...” “B u n u ben ü stleniyorum ” diye yan ıtlad ı Loo, “U ç k atı çabucak tırm anacağım .” A slın d a B ay F o rsy th ve B ay H u d e lso n ’u n o ra ­ d a o lm aları önem liydi. T ö re n tarih in i belirlem ek söz k o n u su değil m iydi? Y ine de nedim enin güzel elbisesini -o gü n b ü rü n m ey i planladığı u zu n genç kız elbisesi, a rtık k ü ç ü k kız değil- d ik tirece k za ­ 44

m an olm ası k o şu lu y la n ikah en k ısa sü red e kıyıla­ caktı. Ve F ran c is’in şak a y a p a ra k belirttiği şu gözleme: “A m a y a h azır olm azsa, şu ünlü elbise?...” “D ü ğ ü n erte len ec ek tir!” diye açıkladı b u yurgan kişi. Ve b u y an ıtı öyle b ir k ah k a h a izledi ki B ay H udelson hiç k u şk u y o k b u rc u n u n tepelerinden d u y ­ m uş olmalı. S o h b et böyle sü rü y o rd u ve d u v ar saatinin y elk o ­ vanı b ir d ak ik ad an ötekine geçiyordu ve Bay D ean F o rsy th görü n m ü y o rd u . Loo, giriş kapısını g ö rd ü ­ ğü p e n c e re d e n b o ş u n a d ışarı eğiliyordu, B ay F o rsy th y o k !... B ayan H udelson, Je n n y , kız k a rd e ­ şi ve F ran cis avluyu sokağa k ad a r geçtiklerinde b i­ le am canın gölgesinin M o rris S okağı’nın köşesine dü ştü ğ ü n ü hiç görm ediler. Bu d u ru m d a salona dönm ek ve sabırla -henüz L o o ’n u n kullanm asını hiç bilm ediği -silahlanm ak gerekti. “Yine de dayım b a n a söz v e rd i” deyip d u ru y o r­ d u F rancis G ordon, "am a b irkaç g ü n d ü r neyi old u ­ ğ u n u bilm iyorum ...” “Bay F o rsy th rah atsız değildir, u m arım ?...” diye so rd u Jen n y . —Hayır... Kafası m eşgul... Ç ok iyi bilm iyorum ... S ab ah tan akşam a değin ağzından on sözcük çekip alınam ıyor!... K afasında ne olabilir?... “B irk açy ıld ız p arıltısı!...” diye bağırdı k ü çü k kız. 45

“A m a benim kocam d a aynı d u ru m d a ” dedi B a­ y an H u delson. “B u h afta b a n a hiç olm adığı k ad a r kaygılı gö rü n d ü ... O n u gözlem evinden çekip ç ık ar­ m ak olanaksız! Y u k arılard a gök m ekaniğinde ola­ ğ an ü stü b ir şeyler olup bitiy o r olm alı!...” “D o ğ ru s u ,” diye y a n ıtla d ı F rancis, “dayım ın dav ran ış biçim ine göre benim de b u n a inanasım ge­ liyor!... A rtık dışarı çıkm ıyor, artık uyum uyor, zar zor y em ek yiyor... Y em ek saatini u n u tu y o r...” “H izm etçi M itz b u n d an h o şn u t olm am alı” diye gözlem ini b elirtti Loo. “K ö p ü rü y o r” diye belirtti Francis, “am a hiç y a ra ­ rı olm uyor!... Ve yaşlı hizm etçinin azarlarından şim ­ diye değin ödü kopan dayını artık aldırış etm iyor...” “B abam ızın yaptığı d a tam am en b u ” dedi J e n n y gülüm seyerek “ve kız kardeşim de ü zerindeki tüm etkisini yitirm iş gibi görünüyor... Biliyoruz, b ü y ü k olsay d ı!...” “B u olası mı B ayan L o o ?” diye sordu F rancis ay ­ nı to nda. “İnanılm ayacak k a d a r d o ğ ru !” diye karşılık v e r­ di k ü ç ü k kız. “Am a... sabır... sabır!... M itz ve b e ­ nim so n u n d a b ab an ın ve dayının hak k ın d an gelm e­ miz g erek ecek ...” “S o n u n d a...” diye sözü aldı Je n n y , “H e r ikisine de ne o ld u ?...” “B irk aç değerli gezegeni yitirm iş olm alılar!...” diye b ağ ırd ı Loo, “Ve eğer onu d ü ğ ünden önce b u l­ m azlarsa...” 46

“Ş ak a y a p ıy o ru z ” dedi B ayan H udelson, "Ve bu a ra d a B ay F o rsy th gelm iyor...” “E h işte saat d ö rt buçuğu çalacak!...” diye ekle­ di Jen n y . “E ğ er dayım beş d ak ik a içinde b u ra d a olm azsa” diye b elirtti F ran cis G ordon, “K oşuyorum ...” O a n d a giriş kapısının zili duyuldu. “Bu B ay F o rsy th ” diye iddia etti Loo, “D inleyin, çalm aya devam ediyor... K apının çaldığını fark e t­ m iyor bile, tüm üyle b a şk a b ir şey d ü şü n ü y o r!” Şu k ü çü k Loo ne k a d a r d a iyi b ir gözlem ci! Evet, Bay D ean F o rsy th idi ve salona girdiğinde Loo yineliyordu: — G eç kaldı... G eç kaldı! Sizi azarlam am ı ister m isiniz! “G ü naydın B ayan H u d e lso n ” dedi B ay F orsyth elini sıkarken, “G ü n ay d ın sevgili J e n n y ” dedi genç kızı ku cak lark en , “G ü n a y d ın ” diye b itirdi kü çü k kızın y an a k la rın ı fiskelerken. T üm b u nezak et k u ralları dalgın b ir havayla y e ­ rine getirilm işti ve k u şk u su z B ay F o rsy th ’nin söy­ lendiği gibi “kafası b aşk a y erd ey d i.” - “D ay ı,” diye başladı F rancis G ordon, “k a ra rla ş­ tırılan saatte gelm ediğinizi görünce ran d ev u m u zu u n u ttu ğ u n u zu sandım ...” — Evet... biraz... itira f ediyorum ve ö zü r diliyo­ ru m B ayan H udelson! iyi ki M itz b a n a anım sattı ve de iyi b ir biçim de... “Ç ok iyi y a p tı” diye b elirtti Loo. 47

- B eni b u n altm ayın küçükhanım !... C iddi m eş­ galeler... E n ilginçlerinden b ir k eşif y ap m ak ü ze­ reydim .... “işte! B abam gibi, öyle san ıy o ru z!...” diye gözle­ m ini b elirtti Je n n y . " N e !” diye bağırdı B ay D ean F orsyth, k o ltu ğ u ­ n u n altın d an b ir y a y fırlam ışcasına bir sıçrayışta y erin d e n k alk arak , “D iy o rsu n u z ki doktor...” “Sevgili B ay F orsyth, biz b ir şey dem iyoruz” di­ y e y a n ıt v erm ek te acele etti B ayan H udelson, b ir re k ab et fırsatının kocasıyla F rancis G o rd o n ’un d a­ yısı arasın d a gelip su y ü z ü n e çıkm asından hâlâ d a­ h a k o rk a ra k ve haksız d a değil. S o n ra ekledi: —Loo, g it b abanı bul! B ir ku ş k a d a r h afif k ü çü k kız b u rc a d oğru fırla­ dı ve p en cered en uçm ayıp m erdivenleri kullandıysa, k an atların ı kullanm ak istem em esindendi. B ir d ak ik a so n ra B ay S tanley H udelson, ciddi y ü z, y o rg u n gözler ve beyin kanam ası tehditi altın ­ daym ış gibi k o k u tacak derecede kıpkırm ızı k afa­ sıyla salona girdi. Bay D ean F o rsyth ve o h e r zam anki tokalarını y aptılar. A m a hiç şüphe y o k ki b irbirlerine dik dik baktılar, b irb irlerin e belli b ir güvensizlik hissediy o rlarm ış gibi b irb irlerini gizlice gözlem lediler. K ısacası iki aile evlilik y a d a gökbilim i diliyle k o ­ n u şu rsak F ran cis ve J e n n y yıldızlarının birleşm e­ sinin tarih in i saptam ak am acıyla toplanm ışlardı. 48

T artışm a değil, sohbet, çü n k ü herkes törenin en kısa sürede yapılm ası gerektiği k o n u su n d a aynı gö­ rüşteydi. Ü stelik B ay D ean F o rsy th ve B ay H udelson, söylenene d ik k at ediyorlar m ıydı? K afaları uzayda y itm iş h erh an g i b ir uzay cism inin peşinde değil m iydi?... Ve biri, ötekinin onu bulm ak üzere olup olm adığım k en d i kendine sorup d u rm u y o r m uydu? K ısacası n ikah için b irk aç h afta sonrasının belir­ lenm esine hiç itirazd a bulunm adılar. 3 N isa n ’dı5 ve tarih o larak 31 M ayıs alındı. D a h a uygun b ir gün seçm ek olanaksız gibi g örünüyordu. “S adece b ir ko şu lla” diye belirtti Loo. “H angisi? diye sordu Francis. —O g ün rü zg ârın kuzeydoğudan esmesi.... —P eki b u niçin önem li k ü çü k bayan? —Ç ü n k ü babam ın söylediği gibi b u rü z g ârlard a suçluluk o ran ın d a düşüş v ar!... N ik ah duasının y a ­ pılm ası gerektiğinde öyle olm ası d ah a iy i!

5. T arihler b u rad a y a z a r tarafından düzeltilmiş.

49

IV. Bölüm

B iri P ittsb u rg G özlem evi’ne öteki C in cin n ati G özlem ev i’ne gönderilen iki m ektu p nasıl g ök taşları dosyasına g ird iler?

P

ittsb u rg G özlem evi S ayın M ü d ü rü n e

P ennsylvania W haston, 9 N isan

Sayın M ü d ü r, A stronom i bilimini ilgilendirecek nitelikte olan aşağıdaki olayı bilgilerinize su n m ak tan o n u r d u y u ­ yorum : İçinde bu lu n duğum uz 2 N isan'ı 3 une b ağ ­ layan gece k ay d a d eğer b ir hızla kuzeydoğudan g ü ­ neybatıya ilerleyerek göky ü zü n ü n kuzey bölgesin­ den geçen b ir göktaşı keşfettim . D ü rb ü n ü m ü n o b ­ 50

jektifinde g ö rü n d ü ğ ü n d e saat on b iri otuz y ed i d a ­ kika yirm i iki saniye geçiyordu, k ay b o lduğunda d a on biri otuz y ed i d ak ik a kırk dokuz saniye geçiyor­ du. O an d an b u y a n a en titiz gözlem lere rağm en onu y en id en görem edim . O nedenle b u bilgiyi k a ­ y ıtla ra geçirm enizi ve b u m ektubu, sözü edilen m e­ teo ru n y en id en g ö rü n ü r olm ası d u ru m u n d a b u d e ­ ğerli b u lu ştak i öncelik hakkım ı güvence altına ala­ cak b ir belge o larak k abul etm enizi rica ediyorum . Sayın M üdür, saygılarım ı su n u y o r ve m ütevazı hizm etkârınız o larak kabulüm ü diliyorum . D ean F orsyth E lizabeth Sokağı

C incinnati G özlem evi Sayın M ü d ü rü ne O hio W haston, 9 N isan 1901 Sayın M üdür, 2 N isan gecesi, saat on biri otuz yedi d ak ik a y ir ­ mi iki saniye geçe ile on biri otuz y edi dak ik a kırk dokuz saniye geçe arasın d a gökyüzünün kuzey bölgesinde kuzey d o ğ u dan güneybatıya d oğru y e r değiştiren yeni b ir göktaşını keşfetm e m utlu şansı­ na nail oldum . O an d an bu y a n a b u m eteorun y ö ­ rüngesini yeniden yakalayam adım . A m a görüş ala­ 51

nım ızda y en id en o rtay a çıkarsa ki b u n d an kuşkum yo k , zam anım ızın astronom i y ıllıklarında y e r alm a­ y ı h ak eden b u keşfin kâşifi olarak kabul edilm ek b an a adil o lu r gibi geliyor. Sayın M ü d ü r, lütfen değersiz selam larım la say­ gılarım ı k ab u l ediniz. D o k to r S ydney H udelson 17 M o rris Sokağı

52

V. Bölüm

B ir y an d a D ean Forsyth ve O m icron öte yand a D o k to r H u d elson ’un zorlu gözlem ciliklerine rağm en g ök taşlarım y en id en görm eyi b aşaram ad ık ları ü ç h aftalık sab ırsızlık dönem i.

P

ittsb u rg G özlem evi ve C incinnati G özle­ mevi m ü d ü rlerin e hitab en üç dam galı, çift pullu, ta a h h ü tlü gönderilen y u k a rıd a k i iki

m ek tu b a beklen ecek sadece b ir çift y a n ıt vardı. M uh tem elen b u y a n ıt sözü edilen m ek tu p ların dosyaya y erleştirild ik leri bilgisiyle alındı belgesini içerecekti. İlgililer d a h a çoğunu istem iyorlardı. R esm i gökbilim ciler y a d a am atö r gökbilim ciler, m eteo ru n b aşk aları tara fın d an d a bildirilm esi d u ­ ru m u n a karşı, sıray a alınm ayı istiyorlardı. Bay D e an F orsyth, k en d i h esa b ın a onu k ısa sürede bulm ayı iyice ü m it ed iy o rd u ve D o k to r H u d elso n d a b u k o n u d a en ciddi u m u d u besliyordu. G ö k ta ­ 53

şı g ö k y ü zü n ü n derin liklerinde k aybolup g id eb ilir­ di ve y e r çekim inden o k a d a r u za k la ra k açabilirdi ki ve sonuç o larak ay altın d ak i d ü n y ad a gözlere b ir d a h a asla g ö rü n m em ek z o ru n d a kalırdı, değil mi! Bu o n ların k ab u l etm eyi re d d ettik leri b ir v a r­ sayım dı. K esin y asa la rın b u y ru ğ u altındaki g ö k ta ­ şı W h asto n u fk u n a geri dönecekti; onu geçerken yak alay acak lar, onu y en id en h a b e r vereceklerdi; k o o rd in atların ı b elirleyecekler ve o kâşiflerinin şe­ refli ad larıy la adlandırılm ış o larak gökyüzü h a rita ­ ların d a y e rin i alacaktı. A m a y en id en o rtay a çıktığı gün b u keşfi sahiple­ nenlerin iki kişi oldukları belirlenecekti, peki o za­ m an ne olacaktı? F rancis G ordon ve J e n n y H udelson b u d u ru m u n tehlikelerini bilebilselerdi şöyle h ay k ırm ay acak lar mıydı: “Tanrım , öyle y a p ki b u u ğ u rsu z göktaşı dönm e­ den nikahım ız tam am lan sın ! ” Ve B ayan H udelson, Loo, M itz ve de dostları bu d u ay a tü m kalpleriyle k a tıla c a k la rd ı! A m a h içbir şey bilm iyorlardı ve iki rakipteki a r­ tan düşünceli d u ru m u ayrım sasalar d a nedeni k o n u ­ su n d a em in olam ıyorlardı. H iç şüphe yok, herhangi b ir gökbilim so ru n u n un kaygısı am a hangisi?...” D o ğ ru su M o rris S okağı’nd ak i evde bu arada, D o k to r H u d elso n dışında g ö k k u b b ed e olan bitenle p ek ilgilenilm iyordu. K afa m eşguliyeti, kim sede y o k tu ... m eşguliyet, evet... iki ailenin tanıdıklarına h ab e r verm ek, ziyaretler ve teb rik leri kab u l etm ek, 54

ziyaretler ve teşek k ü rlerin i sunm ak... so n ra evlilik hazırlıkları, y ü z k a d a r davetliyi b ir a ray a getirecek olan ziyafet ve dini tö ren için davetiyeler g ö n d er­ m ek... herkesi m em nun edecek biçim de sıralanm a­ ları... ve d ü ğ ü n arm ağanlarının seçimi. Kısacası H u delson ail’e si işsiz değildi ve kü çü k L o o y a inan ırsak y itirecek b ir saat y o k tu . Şöyle akıl y ü rü tü y o rd u : “İlk kızını evlendiriyorsan, bu b ü y ü k b ir iştir!... D eneyim y o k tu r ve hiçbir şeyi u n utm am ak için ne çok özen gerekir!... İkinci kızındaysa o yo ld an d a ­ h a önce geçilm iştir!... D eneyim edinilm iştir ve bir şeyi u n u tm ak tan korkulm ayacaktır!... Böylece b e­ nim için işler kendiliğinden y ü rü y e c e k tir!” “E v et” diye y an ıtlad ı F rancis G ordon, “Evet... kendiliğinden ve y ak ın d a on beş y aşın d a olacağı­ nızdan B ayan Loo, belki de gecikm eyecek!...” "Siz kız kardeşim le evlenm ekle m eşgul olu n ” di­ y e karşılık v eriy o rd u k ü çü k kız u zu n kahkahalarla. —B u tü m zam anınızı alan b ir m eşguliyet ve b e ­ ni ilgilendirene de hiç karışm ayın! Bayan H udelson söz vermiş olduğu gibi Lam beth Sokağı’ndaki evi ziyaret işini ayarladı. Doktor, gözle­ m evinde ona eşlik edem eyecek kad ar alıkonulm uştu! “B ayan H udelson, y apacağınız şey iyi yapılm ış olacak tır ve size güv en iyorum ” diye y an ıt verm işti ö neri kendisine y ap ıldığında. “Z aten bu özellikle F ran cis ve J e n n y y i ilgilendiriyor... Benim, zam a­ nım y o k ...” 55

“B ak san a b a b a ,” dedi Loo, “D ü ğ ü n g ü n ü b u rc u ­ n u zd an inm eyi d ü şü n ü y o r m u su n u z ? ” —E v et am a Loo... evet... —Ve kızınız k o lu n u zd a S ain t-A n d rew ’de k en d i­ nizi göstereceksiniz? —E v et am a Loo... evet... — Ve siyah elbiseniz beyaz yeleğinizle... siyah p an to lo n u n u z ve beyaz kravatınızla? —E v et Loo... evet. —Ve saygıdeğer O ’G a rth ’ın yap acağ ı ko n u şm a­ y a y a n ıt verm ek için gezegenlerinizi unutm ayacak m ısınız? —E v et Loo, evet... A m a h en ü z oraya gelm edik! Ve m adem ki gökyüzü b u g ü n tem iz ki b u nisan d a o ldukça enderdir, bensiz gidin! Ve işte B ayan H udelson, Je n n y , Loo ve F rancis G ordon, d ü rb ü n ü ve telesk o p u n u kullanm ası için d o k to ru bıraktılar. Ve herkes şu n d an d a em in olsun ki b u güzel güneşte B ay D e a n F o rsy th de E liza­ b eth S o k ağ ı'n d ak i evin kulesinde tam am en aynı işe kap tırm ıştı kendini. Ve kim bilir belki de meteor, uzayın u zak lık ların d a b ir kez g ö rü n ü p kaybolm a­ sından b u y a n a b ir ikinci kez aygıtlarının objektifi­ nin ö n ü n d en geçecekti!... Z iy aretçiler öğleden so n ra çıktılar. M o rris S o k a­ ğ ı’nı indiler, A nayasa M ey d a m ’m geçtiler ve g eçer­ ken sulh y arg ıc ı J o h n P ro th ’u n sevim li selam ını al­ dılar; E x te r S okağı’nı çıktılar, h e r şey b ir on beş g ü n k a d a r önce S eth S ta n fo rt’u n A rcadia W a lk e r’ı 56

bek lerk en y ap tığ ı gibi; W ilcox m ahallesine ulaştı­ lar ve L am beth S o k ağ ı'na yöneldiler. L oo’n u n kesin tavsiyesi üzerine, onun verdiği em ir üzerine dem iyoruz, F rancis G o rd o n ’u n iyi bir tiyatro d ü rb ü n ü y le donanm ış olduğunu d a b elirt­ meli. M adem k i F ran c is’in söylediğine göre m üs­ tak b el evin pencerelerin den o k a d a r güzel b ir m an­ za ra g ö rü n ü y o rd u , k ü çü k kız, ufku görülebildiği kad arıy la keşfedilm em iş bırakm ayı istem iyordu. L am b eth S o k ağ ı’nın- 17 num arasının önüne ge­ lindi. K apı açıldı so n ra k ap an d ı ve ziyaret zem in k attan başladı. G erçek ten ev m o d ern k o n forun k u ra lla rın a göre iyi düzenlenm iş, en hoşlarındandı. Ö zenle b ak ıl­ m ıştı. Y apılacak h içbir onarım y o k tu . D öşem ek y e ­ tecek ti ve m obilyalar d a h a şim diden W h a sto n ’un en iyi döşem ecisine sipariş edilm işti. A rk a ta ra fta b ir çalışm a odası ve b ir y em ek salonu bahçeye açı­ lıyordu. O h! B üyük değil, sadece b irk aç akr* am a iki güzel kayın ağacıyla gölgelenm iş, yem yeşil çimli ve ilkbaharın ilk çiçeklerinin açılm aya başladığı tarh larla, b o d ru m k a tta A nglosakson m odasına gö­ re aydınlatılm ış çalışm a odaları ve m utfak. B irinci k at zem in k atıyla aynıydı. G eniş odaları m erkezi b ir k o rid o r b irb irin e bağlıyordu. Je n n y , nişanlısını böyle güzel b ir konutu, çok sevim li b ir g ö rü n ü m ü olan b ir tü r villayı b u ld u ğ u için ancak * Akr, A nglo-Sakson ülkelerde y ak laşık 4046 m2 tu tarın d a eski bir y ü zey ölçüsü birim i (ç.n.).

57

kutlayabilirdi. B ayan H udelson, kızının gö rü şü n ü paylaşıyordu ve k uşkusuz W h a sto n ’un herhangi b ir b aşk a m ahallesinde d a h a iyisi bulunam azdı. B ayan Loo y a gelince o, annesi, kardeşi ve F ran cis G o rd o n ’u, m obilyalar ve d u v a r kaplam aları k o ­ n u su n d a k o nuşm aları için seve seve bırakıyordu. Kafesinde b ir kuş gibi evin tüm köşelerinde u ç u ­ y o rd u . D o ğ ru su büyülenm işti ve bu villa ona m ü ­ kem m el uy u y o rd u . B ayan H udelson, J e n n y ve F ran c is’le b ir k a tta y a d a ötekinde h er karşılaştı­ ğ ında b u n u tekrarlıyordu. Ve hepsinin salonda toplanm ış bulun d u ğ u bir anda: “B en odam ı seçtim ” diye haykırdı. “O d an ız mı L o o ?” diye so rd u Francis. “O h ! ” diye ekledi kü çü k kız, “Size en güzelini bıraktım , ırm ağın g ö rü n d ü ğ ü oda, ben, bahçenin havasını soluyacağım ...” “B ir odayla ne y ap m ak istiy o rsu n ?” diye sözü al­ dı B ayan H udelson. — O tu rm a k için anne, sen ve babam yolculuğa çıktığınızda... —A m a sevgilim, iyi biliyorsun ki bab an y o lcu lu ­ ğa çıkm az... "E ğer u zay d a olm azsa,” diye başladı küçük kız, eliyle gö k y ü zü n d e hayali b ir yol çizerek. —Ve o h içb ir zam an b u ra d a n uzaklaşm az, Loo... “B ırakalım , kız kardeşim alsın ” dedi o zam an Jen n y . “E vet, evim izde odası olacak ve canı istedi­ 58

ği h er zam an o ra y a gelecek!... Ve k az ara babam ve sen sevgili anneciğim , herhangi b ir iş sizi W haston dışına çağırırsa o ra d a k alacak...” Bu öylesine ihtim al dışı b ir olasılıktı ki Bayan H udelson k ab u l edem ezdi. "Peki, y a m anzara... y u k a rıd a olm ası gereken güzel m an za ra!” “Y u k arıy la” k ü çü k kız, evin, çatının başlangıcına egem en olan p arm ak lık la çevrili ü st bölüm ünü k a s­ tediyordu. Kom şu tepelere değin u fkun h er n o k ta­ sı orad an gözlerle taranabilirdi. A slında B ayan H udelson, J e n n y ve Francis, Loo y u izlemekle d oğru yaptılar. W ilcox m ahallesi yeterin ce yü k sek te olduğundan tepe noktasında y e r alan villadan sonuçta geniş b ir m anzara gözler önü­ ne seriliyordu. P otom ac’ın akıntısıyla çıkılıp inilebi­ liyor ve ötelerde B ayan A rcadia W a lk e r’in Seth S ta n fo rt’la buluşm ak için geldiği şu Steel kasabası ayrım sanabiliyordu. Tüm kent, kiliselerinin çan k u ­ leleriyle, kam u binalarının y ü k sek çatılarıyla, yeşil­ lik kubbeleri biçim inde yu sy u v arlak olan (ağaçla­ rın )1 tepeleriyle g ö rünüyordu. Şu m eraklı L o o y u bir m ahalleden ötekine tüm yönlerde d ü rb ü n ü n ü çevirirken görm ek gerekiyordu. Şöyle deyip d u ru ­ yord u : “İşte A nayasa M eydanı... İşte M o rris S okağı’nı ve evim izi görüyorum ... b u rç la ve rü z g ârd a dalga­ lanan bayrakla!... Ve te ra sta biri var...” 1. S özcük unutulm uş.

59

“B ab an ız” dedi Francis. "A ncak o olabilir” diye b elirtti B ayan H udelson. “O ... O ... g erçekten” diye onayladı küçük kız. “O n u tanıyorum ... Elinde bir d ü rb ü n tutuyor.... Ve göreceksiniz onu b u y a n a yöneltm ek aklına gelm e­ yecek. H a y ır!... G ökyüzüne doğru kaldırdı. O k ad a r y ü k sek te değiliz baba!... Bu tarafa!... Bu tarafa!...” Ve Loo, sanki d o k to r onu duyabilirm iş gibi çağı­ rıyor, çağırıyordu. D o ğ ru su o k a d a r u za k ta olm a­ dığım k ab u l etsek de y a n ıt verem eyecek k a d a r m eşgul değil m iydi?... işte o zam an F rancis G o rd o n şöyle dedi: — B ayan Loo, sizin evinizi görebildiğinize göre dayım m kini de görm eniz olanaksız değil... “Evet. E v e t” diye yan ıtlad ı k ü çü k kız... “B ırakın arayayım ... O n u kulesiyle iyi tanırım ... Şu y a n d a olmalı... B ekleyin!... Tam am ! D ü rb ü n ü ayarlaya­ cağım... Tam am ... iyi... işte!... E vet... İşte!...” Loo y anılm ıyordu. Bu, B ay D ean F o rsy th ’nin eviydi. K üçük kişiliğini y an sıtacak nitelikte herhangi bir önem li k eşif yapm ış gibi m uzaffer b ir edayla “O n u g ö rüyorum ... onu g ö rü y o ru m !” diye y in eli­ y o rd u . B ir d ak ik alık b ir d ik k atten sonra: “K ulede biri v a r” dedi. “H iç k u şk u y o k dayım ” diye yan ıtlad ı Francis. —Yalnız değil. —O m icro n onunla. 60

“N e y ap tık ların ın sorm aya g erek y o k ” diye gö­ rü şü n ü belirtti B ayan H udelson. “B abam ın y ap tığ ın ı y ap ıy o rla r” diye y a n ıt verdi Jen n y . Ve genç kızın aln ın a b ir h ü z n ü n gölgesi d ü şer gibi oldu. D e an F o rsy th yle D o k to r H u d elso n a ra ­ sındaki rek ab etin , iki aile arasın a b ir tü r soğukluk so k m asın d an h e r zam an ü rk ü y o rd u . Evlilik olup bittiğinde, etkisi d a h a ciddi b ir biçim de kendini hissettirecek ve b u iki ra k ip arasın d ak i h e r tü r kopm ayı engelleyebilecekti. F ran cis b u k o n u d a kendisine y a rd ım edecekti. B iri dayısının, öteki b ab asın ın b ir gökbilim so ru n u k o n u su n d a kü sm e­ lerin i ki b u d a h a önce az kalsın o lu y o rd u engelle­ y ecek lerd i. Z iy aret sona erip Loo tam m em nuniyetini bir kez d a h a dile g etird ik ten so n ra B ayan H udelson, iki kızı ve F ran cis G ordon, M o rris S okağı’ndaki eve döndüler. H em en ertesi g ü n ü villanın sahibiyle k ira sözleşm esi yapılacak, döşem eyle m eşgul olu­ n acak ve artık sadece iki genç evlinin gelip o tu ra ­ cağı gü n beklenecekti. Ve k u şk u su z tuvaletlerin dikilm esi, d o stlar ve ta ­ nıd ık larla nezak et alışverişi gibi o önem li m eşguli­ y e tle r sayesinde n ik ah için sap tan an tarih, 25 M a ­ y ı s l a 2 10 N isan arasındaki k ırk beş g ü n çabucak akıp gidecekti. 2. J .V nikah tarih i olarak d ah a önce 31 M ayıs’ı verm iş olduğunu u n u ­ tuyor.

61

S abırsız Loo “G öreceksiniz hazır olm ayacağız” deyip d u ru y o rd u ve b u n u n onun hatası olm ayaca­ ğ ın d an d a em in olabilirsiniz, çünkü o h er şeye göz ku lak olacaktı. Ö te y an d a n , b u sürede B ay D ean F o rsy th ve D o k to r H u d elso n d a b ir saat bile y itirm eyecekler­ di am a b aşk a nedenlerle. O n ların m addi ve m anevi y o rg u n lu k ların a m al olan şeyler, açık g ü n ler ve d u ­ ru gecelerde uzayıp giden gözlem leri, u fu k ta y ö ­ rü n g esin e y en id en girm em ekte d irenen onların göktaşının aranm ası! A m a şu W h a sto n ’u n görüş alanı, aşırı d a r sın ırlar arasın a kapatılm ış değil m iy­ di? G ö k y ü zü n ü n d ah a geniş b ir p arçasını inceden inceye k arıştırm ak uygun olm az m ıydı? H e rh an g i bir y ü k se k d ağ a taşın arak m eteorun geçişini izle­ m ek için d ah a geniş b ir alana sahip olm ayacaklar m ıydı? Ve çok u zak lara gitm ek, K uzey A m erika’yı terk etm ek , M ek sik a’nın ortasında, G üney A m eri­ k a ’nın C h im boranzo k u ru m lu d o ru ğ u n a yerleşm ek gerekm eyecekti!... Böyle y ü k sek lik ler zorunlu d e­ ğildi ve deniz seviyesinden bin beş y ü z y a d a bin sekiz y ü z m etrede aletler g ö k k ubbenin ne h arik a alan ların d a dolaşabileceklerdi! Pekâlâ, V irginia’y a kom şu eyaletlerde, G eorgia y a d a A labam a’d a Alleg h an y s’ler, iki gökbilim cim izin araştırm aların ı k o laylaştıracak y eterin ce y ü k se k tepeler arz etm i­ y o rla r m ıydı?... K uşk u n u z olm asın, Bay D ean F o rsy th ve D o k ­ to r H u d elso n d ik k atlerini b u k o n u üzerinde to p la­ 62

m a gereksinim i du y m adan kendi kendilerine sade­ ce d ah a geniş b ir g ö rüş alanı değil, sisten d ah a arınm ış b ir h av a aram akla d a h a iyi edip etm eye­ ceklerini soruyorlardı! Ve aslın d a sadece y o ru lm ak la kalıyorlardı. H iç­ b ir b u lu tu n k arartm ad ığ ı sakin h avalardan y a r a r­ lanm ış olsalar d a m eteor ne güneşin doğup batışı arasın d a ne de batışıyla doğuşu arasın d a W hasto n ’un görüş alanından geçerken yakalanam am ıştı. “P eki am a y a geçiyorsa” diyordu teleskopunun gözetlem e m erceğinde uzun uzu n kaldıktan sonra D ean F orsyth. “G eçiyor” diye y an ıtlıy o rd u O m icron sarsılm az b ir güvenle. —O halde biz niye görm üyoruz? —Ç ü n k ü g ö rü n ü r değil. — Peki bizim için g ö rü n ü r değilse başkaları için de olm adığı ne m alu m ?” Efendiyle u şak y o ru c u sabahlam aların ard ın d an kızarm ış b ir gözle b irb irlerine b ak a rak böyle akıl y ü rü tü y o rlard ı. O y sa araların d a geçen b u sözleri D o k to r H udelson m onolog biçim inde söylüyordu ve o d a b aşa rı­ sızlığından dolayı d ah a az ü zü n tü lü değildi. H e r ikisi de C in cinnatti ve P ittsb u rg G özlem ev­ lerinden m ek tu p ların a b ire r y a n ıt alm ışlardı. Bu yan ıt, W h aston g ö rüş alanında, kuzey kesim inde 2 N isan tarih in d e bu göktaşının görünm esine ilişkin bilginin kay ıtlara geçirildiğine işaret ediyordu. Ye­ 63

ni gözlem lerin ki göktaşını bulm ayı başaram am ış­ lardı, sü rd ü rüleceğini ve y en id en görülürse B ay D ean F o rsy th ve D o k to r S tanley H u d e lso n ’un d erh al bilgilendirileceğini de ekliyordu. Ç ok iyi anlaşılıyor ki iki gözlem evi, bu iki am a­ tö r gökbilim cinin h er ikisinin de bu keşfin o n u ru n u kendisine ait g ö rd ü ğ ü n d en ve öncelik hakkını iste­ d iğinden habersiz ayrı ayrı y a n ıt verm işlerdi. H iç k u şk u y o k ki M o rris S okağı’ndaki evin b u r­ cundaki gibi E lizabeth S okağı’ndaki evin kulesin­ de de bu y o ru c u araştırm aları sü rd ü rm ek ten k e n ­ dilerini alıkoyabilirlerdi. H a b e r verilm iş olan d ah a iyi araç-gerece sahip gözlem evleri, hem d ah a güçlü hem de d a h a şaşm az cihazlara sahiptiler. Ş üphe y o k ki, eğer m eteor yolunu yitirm iş b ir kütle değil­ se, eğer belli şeylerin etkisi altın d a kalıyorsa, eğer d ah a önceden g ö rüldüğü k o şu llara son u n d a yine sahip olursa, P ittsb u rg ve C incinnati teleskop ve d ü rb ü n leri onu geçerken yakalayacaklardı. Bay D ean F o rsy th ve B ay S tanley H udelson, bu iki ü n ­ lü k u ru m u n yöneticilerine işi bırak m ak la d ah a iyi etm ezler m iydi? Pekâlâ hayır!... İşlerini sürdürm eye h er zam an­ kinden d a h a etkin b ir biçim de d ö rt elle sarıldılar. Bu, h er ikisinin de aynı sonuca gitm ekte oldukları önsezisine sahip olm alarından kaynaklanıyordu. Ç alışm alarına ilişkin olarak birb irlerin e hiçbir şey iletm em işlerdi, yalnız varsayım lara dayanıyorlardı ve y in e de b irin in ötekinin ö nünde olduğu kaygısı, 64

o nlara b ir anlık soluk alm a zam anı bırakm ıyordu. K ıskançlık y ü rek lerin i kem iriyordu ve aslında iki ailenin ilişkileri için istenen şey, b u u ğ u rsu z g ö k ta­ şının b ir d ah a asla gözlerine g örünm em esiydi! A slında ted irgin olm anın y eriydi ve b u ted irg in ­ lik giderek an cak artabilirdi. Bay D e an F o rsy th ve D o k to r H u d elso n artık birbirlerinin evine adım a t­ m ıyorlardı. K ısa süre öncesine değin ziyaret değiş tokuşu, çoğunlukla akşam yem eği davetleri olm ak­ sızın, k ırk sekiz saati geçm iyordu. Şim diyse hiçbir ziyaret, h içbir davet... B ir reddilm eden kaçınm ak için hiç y ap m am ak tercih bile ediliyordu. K ısacası iki nişanlı için ne zor b ir durum ! Yine de birb irlerin i g ö rü y o rlardı ve h er gün... Ç ü n k ü ne de olsa M o rris S ok ağ ı'n daki evinin kapısı F rancis G o rd o n ’a y asa k değildi. D o ğ ru su d a onun gelm e­ siydi, J e n n y ’nin değil. B ayan H udelson, ona hep aynı güven ve aynı d o stluğu gösteriyordu; am a d o k to ru n varlığına, g ö rü n ü r b ir can sıkıntısı olm a­ d an dayanam adığını iyi hissediyordu. Ve B ay D e ­ an F o rsy th 'd en B ay S tanley H u d e lso n ’un önünde söz edildiğinde b u b erik i duyd u ğ u antipatiyi öyle­ ce açığa v u ra ra k sapsarı so n ra kıpkırm ızı oluyordu ve ay n ı k o ş u lla rd a b u

ü zü c ü

b e lirtile r

B ay

F o rsy th 'in d av ran ışların da d a açığa çıkıyorlardı. B ayan H udelson, iki eski d o stu n hissettikleri b u soğukluğun, dahası bu nefretin nedenini öğrenm e­ ye elbette çalışm ıştı. A m a girişim başarısız kalm ıştı ve kocası şöyle y a n ıt verm ekle yetinm işti: 65

“H ay ır!... F o rsy th ’den böyle b ir davranış bekle­ m ezdim ! ” H an g i davranış?... Bu k o n u d a b ir açıklam a elde etm ek olanaksız! Loo, o bile, herşeyi hoş görülen şım artılm ış çocuk, Loo d a hiçbir şey bilm iyordu. G idip kulesinde B ay F o rsy th ’in y ak a sın a y ap ışm a­ y ı bile önerm işti. A m a F rancis onu caydırdı ve k u ş­ kusuz F ra n c is’in dayısından ancak babasının verdiğininkine b en z er b ir y an ıt alacaktı. “H ay ır!... H u d e lso n ’un b a n a karşı böyle bir tu ­ tum takınabileceğine asla inan m azd ım !” H izm etçi M itz ’in serüvene girm eyi istediğinde kendisine k u ru b ir sesle şöyle y a n ıt verildiğini de kaydedelim : “Siz, sizi ilgilendiren işlere k a rışın !” Yine de so n u n d a O m icro n ’u n b ir boşboğazlığıy­ la neyin söz kon u su olduğu öğrenildi, yaşlı hizm et­ çi de F rancis e aktard ı. Efendisi olağanüstü bir göktaşı keşfetm işti ve aynı keşfin aynı gün ve aynı saatte D o k to r H u d elson tarafın d an d a yapıldığını d ü şü n d ü recek nedenleri vardı. Şiddetli olduğu k adar gülünç de olan b u rekabetin nedeni dem ek ki buydu. Bir göktaşı, iki eski dostun arasındaki dargınlığın konusu ve de yeni b ir bağın dostluklarını sıkılaştıracağı b ir anda!... Bir göktaşı, b ir hava taşı, kayan bir yıldız, eninde sonunda bir taş, isterseniz, Francis ve J e n n y ’nin düğün arabalarının çarpıp param parça olma tehlikesinin bulunduğu bir engel taşı haline dönüşm ekte olan kocam an bir taş! 66

Bu y ü zd en Loo kendini tutam ıyor ve b ir oğlan çocu ğ u n u n y ap tığ ı gibi haykırıyordu: “M eteo rla r cehennem e gitsin ve onlarla birlikte tü m gök m ekaniği d e ! ” Z am an akıp gidiyordu. N isan ayı y erin i mayıs ayına b ırak ıy o rd u . Yirm i beş gün so n ra o rtak a n ­ laşm ayla sap tan an tarih gelm iş olacaktı. A m a bu g ü n d en o güne neler olacaktı? H e rh an g i b ir ciddi olasılık o rtay a çıkm ayacak m ıydı? İki ailenin ta sa ­ rıların a aşılm az b ir engel olarak dikilecek b ir sk an ­ dal b u n ları izlem eyecek m iydi?... B ugüne değin bu ü zücü re k ab et özel yaşam d uvarlarını aşm am ıştı... A m a y a herh an g i b ir beklenm edik olay b u n u o rta ­ y a dökerse?... E ğ er hiç beklenm edik b ir olay iki ra ­ kibi b irb irin in ü stü n e y ü rü tü rse ?... Yine de evlilik hazırlıkları devam etm işti. Bu ayın 25’i için h er şey h azır olacaktı, B ayan L oo’nun güzel elbisesi bile!... B u rad a not edilmesi gereken şey, mayısın b u ilk haftasının korkunç hava koşullarıyla, yağm ur, rü z­ gâr, hiç a ra verm eden birbirini izleyen koca bulut­ larla dopdolu b ir gökyüzüyle akıp geçtiğidir. O g ü n ­ lerde ne u fu k ta yeterince y ü ksek b ir eğri çizm ekte olan G üneş ne de uzayı ışığa boğm ası gereken nere­ deyse dolunay halindeki Ay yüzlerini gösterdi. B u rad an d a gökyüzünde herhangi b ir gözlem y ap m an ın olanaksız olduğu o rtay a çıkıyor. Bu d a Bayan H udelson, J e n n y ve Francis G ordon u n yakınm ayı hiç düşünm edikleri şeydi. V eyağ67

m u r ve rü zg ârd an nefret eden Loo, kötü havanın sürm esinden asla b u k ad a r çok keyiflenmem işti. “E n azın d an d ü ğüne değin sü rsü n ” diye y in eli­ y o rd u , “d a h a üç h afta b o y u n ca ne G üneş ne Ay ne de en u fak b ir yıldız g ö rü lsü n ! ” ik i gökbilim cinin o d aların d a koyu can sıkıntısıy­ la ve ailelerinin son derece hoşnutluğuyla h er şey böylece geçip gitti. A m a b u d u ru m son b u ld u ve k o şu llar 8-9 M a ­ yıs gecesi değişti. B ir k u zey y eli havayı b o zan tüm o sisleri k o v d u ve g ö k y ü zü tam d u ru lu ğ u n a b ü ­ rü n d ü . Bay D ean F o rsy th kulesinde, D o k to r H udelson b u rc u n d a W h asto n ü stündeki gökkubbeyi en son n o k tasın d an en tepelerine değin taram ay a koyuldu­ lar. M eteo r d ü rb ü n lerin in ö n ü n d en yen id en geçti m i?... O n u y en id en y ak alam a şansını ele geçirdiler mi ve onu ilk ayrım sayan ikisinden hangisi oldu? Kesin olan şey, tu tu m ların ın hiç değişm ediğidir ve h er ikisi de aynı ölçüde keyifsiz olduklarına gö­ re y ararsız gözlem leri için de d u ru m aynıydı ve ku şk u suz m eteor gözlerine hiç görünm eyecekti. 9 M ayıs gazetelerinde çıkan b ir no t onları b u açıdan eksiksiz bilgilendirdi. Bu not şöyle düşülm üştü: “C um a akşam ı, akşam ın saat on k ırk yedisinde h arik a irilikte b ir göktaşı göky ü zü n ü n kuzey kesi­ m inde havayı ku zey doğudan gün ey b atıy a doğru ilerleyerek b aş d ö n d ü rü rc ü b ir hızla geçti. ” 68

N e Bay H u d elso n ne de Bay F o rsy th onu b u kez fark etm işlerdi. Ö n em i y o k tu ! O n u iki gözlem evi­ ne bildirm iş olanın öteki olduğundan şüphelenm i­ yo rlard ı. “S o n u n d a !” diye b ağırdı biri. “S o n u n d a !” diye b ağırdı öteki. B u y ü zd e n nasıl sevindiler... am a aynı zam anda canları nasıl sıkıldı, ertesi gün gazeteler h ab eri aşa­ ğıdaki gibi tam am lad ıklarında anlaşılacaktır: “P ittsb u rg G özlem evi’ne göre b u göktaşı, 9 N i­ sa n ’d a W h a sto n 'd an B ay D ean F o rsy th ’nin bildir­ diği, C in cinnatti G özlem evi’ne göreyse aynı tarih te W h a sto n ’d an D o k to r S tanley H u d e lso n ’u n b ild ir­ diği olm alı.”

V I. Bölüm

G enelind e m eteo rlar ve özelinde, B a y F o rsy th ve H udelson'un keşfi k on usund a çek işm e içinde oldukları g ö k taşıy la ilgili az ço k fantezi b irk a ç çeşitlem eyi içeriyor.

E

ğ er b ir bab anın çocuklarından biriyle g u ­ ru r d u y d u ğ u gibi bir k ıta d a devletlerinden biriyle g u ru r duyabilirse bu kesin Kuzey

A m erika olur. E ğ er K uzey A m erika, cum huriyetle­

rin d en biriyle g u ru r duyabilirse, bu kesin B irleşik D ev letler’le olur. E ğ er Birlik, h er yıldızı federal bayrağın köşesinde parlayan elli bir eyaletten bi­ riyle g u ru r duyabilirse bu d a düp ed ü z başkenti R ichm ond olan şu V irg in iay la olur. E ğ er Virginia, P otom ac’m sularının içinden geçtiği kentlerinden biriyle g u ru r duyabilirse, o d a elbette şu W haston kentiyledir. E ğ er sözü edilen W h asto n oğulların­ d an biriyle g u ru r duyabilirse, o d a elbette XX. y ü z ­ 70

yıl astronom i y ıllık ların d a önem li b ir y e r alm ası ge­ rek en bu y a n k ı u y an d ıra n keşif fırsatıyladır. A B D ’de bol bol b u lu n an günlük, y a rı haftalık, haftalık, y a rı aylık, aylık sayısız sayfadan söz etm e­ sek de W h a sto n ’daki gazetelerin en azından önce­ leri B ay D ean F o rsy th ve D o k to r H udelson h ak ­ k ında en heyecanlı m akalelerini yayım ladıkları ra ­ hatlıkla tahm in edilecektir. B u iki ünlü y u rtta şın şanı tüm k en te de bulaşm ayacak mı? S akinlerin­ den b u n d a n p ay ın ı alm ay a cak olanı hangisi? W h a sto n ’un adı bu keşfe kopm am acasına bağlan­ m ayacak mı?... Bilimin m in n ettar kalacağı iki gök­ bilim cinin adıyla belediye arşivlerine kaydedilm e­ yecek mi? E ğ er hem en o g ü nden itibaren halkın g ü rü ltü cü ve coşkulu k alabalıklar halinde E lizabeth Sokağı’n d ak i ve M o rris S okağı’ndaki iki eve doğru y ö ­ neldiklerini söylüyorsak okuyucu şaşırm ış g ö rü n ­ m esin ve bizim sözüm üze inansın. Ç ok doğaldır ki Bay F o rsy th y le B ay H udelson arasın d a v ar olan bu re k ab etten kim se h a b e rd a r değildi. H alkın coş­ k usu onları aynı ham lede birleştiriyordu. B u m ese­ lede o rtak h arek et etm iş olm aları, bu b ir kuşku k o ­ nusu olam ıyordu. İki a d la n çağlar boyunca ayrıl­ maz olacak ve belki de binlerce y ıl so n ra geleceğin tarihçileri b u adların tek bir adam a ait olduğunu iddia etm eyecekler m iydi? Kesin olan, kalabalığın alkışlarına karşılık v e r­ m ek için B ay D ean F o rsy th ’nin kulesinin terasın d a 71

B ay S tan ley H u d e lso n ’u n d a b u rc u n u n tera sın d a gö rü n m ek z o ru n d a kaldıklarıydı. K endilerine doğ­ ru y ü k selen h u rra la r k arşısın d a m innettarlık se­ lam lam ası o larak eğildiler. Ve y in e de b ir gözlemci, tu tu m ların ın katıksız b ir neşeyi dile getirm ediğini teşhis ederdi. B ir b u ­ lu tu n güneşin ü stü n d en geçm esi gibi bu zaferin ü s­ tü n d en de b ir gölge geçiyordu. B irinin dik bakışı kuleye y ö n eliyordu, ötekinin dik bakışı burca. H e r ikisi de b irb irlerin i W h asto n halkının alkışlarına karşılık v erirk en gö rüyordu. Tek d ü rb ü n leri onları b u k o n u d a d a h a şim diden bilgi sahibi yapm ıştı, eğer dold u ru lm u ş olsaydı birbirlerine ateş edip et­ m eyeceklerini kim bilebilir! T üm kıskançlık d u y ­ g ularının y o ğ unlaşacağı bakışları, k u rşu n olmuş o lab ilird i! Kaldı ki D ean F orsyth, iki evin önüne a rt a rd a gelen aynı y u rtta ş la r tarafından D o k to r H udelso n ’d an d ah a az alkışlanm adı ve de tersi. Ve h er m ahalleyi uğu ltu y a boğan b u candan al­ k ışlar sırasın d a F rancis G ordon, hizm etçi M itz, B ayan H udelson, Je n n y , Loo kendi kendilerine n eler diyorlardı? P ittsb u rg G özlem evi ve C incinnatti Gözlemev i’nin gazetelere gönderdikleri no tu n yol açacağı can sıkıcı sonuçlarım kestirebiliyorlar m ıydı?... O zam ana değin gizli olan şim di biliniyordu. B ay F o rsy th ve B ay H u d elson h er biri ayrı ayrı b ir gök­ taşı keşfetm işlerdi ve tarih lerin çakışm ası göz ö n ü ­ 72

ne alındığında aynı m eteorun söz kon u su olduğunu kabul etm ek gerekiyordu... Bu d u ru m d a h e r b iri­ nin ayrı ayrı b u keşfin m addi y a ra rla rı değilse de en azından o n u ru ü zerinde bak iddia edip etm eye­ ceğini, b u n u n d a iki aile için çok ü zücü b ir skandalla sonuçlanıp sonuçlanm ayacağını kendi kendine sorm anın y e ri değil m iydi?... B ayan H u d e ls o n la J e n n y ’nin, kalabalık evleri­ nin önü n d e gösteri y a p a rk e n hissettikleri duygula­ rı tahayyül etm ek ve onları anlam ak çok çok kolay­ dır. H e r ikisi de p en cerelerinin perdeleri ark asın d a d u ra ra k b u gösteriyi görm üşlerdi. E ğ er doktor b u rc u n tera sın d a g ö rü n ü rse odalarının b alk o n u n ­ d a g ö rü n m ek ten sakınm ışlardı. G azetelerde y ay ım ­ lanan hab erin sonuçlarını y ü rek leri sıkışm ış b ir bi­ çim de seziyorlardı. Ve B ay F o rsy th ve B ay H udelson ap talca b ir kıskançlık duygusuyla d ü rtü lere k m eteor k o n u su n d a çekişm e içine girerlerse, halk b irin d en y a d a ö tekinden y a n a tav ır alm ayacak m ıydı? H e r b irinin k endi ta ra ftarı olacaktı ve o za­ m an k en tte h ü k ü m sü recek kaynam anın o rtasın d a ve belki de m eydana gelecek karışıklıkların o rta ­ sın d a A m erik an k en tin in C ap u lets ve M o n taig u s’lerini b irb irin e d ü şü re n bilim sel kavgada iki ailenin d u ru m u , m üstakbel eşler, b u Rom eo ve bu J u lie tte ’inki ne olacaktı? L o o y a gelince o k o rk u n ç kızgındı; penceresini açm ak istiyordu; tü m b u halkı paylam ak istiyordu; b u kalabalığı ıslatm ak ve h u rralarım soğuk sellerde 73

boğm ak için elinin altın d a b ir h o rtu m u olm am asına esef ediyordu. A nnesi ve k ard eşi k ü çü k kızın çok haklı öfkesini y atıştırm a k ta bayağı zorluk çektiler. E lizabeth S okağı’n d a d a aynısı oldu. Francis G o rdon şim diden gerginleşm iş b ir durum u d a h a d a ağırlaştırm a tehlikesi b u lu n an tüm b u h ayranları se­ ve seve cehennem e gönderirdi. Ö nce dayısının y a ­ nm a çıkm aya niyetlendi. A m a hissettiği can sıkıntı­ sını saklayam am a korkusuyla b u n u yapm adı. Bı­ raktı, B ay F o rsy th ve O m icron kulede caka sattılar. A m a B ayan H udelson, L o o ’n u n sabırsızlıklarını denetim altın a alm ak z o ru n d a kaldığı gibi F rancis G o rd o n d a hizm etçi M itz ’in öfkesini frenlem ek zo­ ru n d a kaldı. Bu b eriki bu kalabalığı sü p ü rm ek isti­ y o rd u ve h erg ü n o nca beceriyle kullandığı araç el­ leri arasın d a k o rk u n ç iş g ö rü rd ü . Y ine de sizi alkış­ lam aya gelen insanların sü p ü rg e dayağı yem eleri belki b iraz sert o lurdu ve y eğen dayısının çıkarm a m üdahale etm ek zo ru n d a kaldı. “Ah! B ay F ran c is” diye b ağırıyordu yaşlı hiz­ m etçi “şu o ra d a bağrışıp d u ra n la r deli değil m i?” "Ben de neredeyse b u n a inanacağım ” diye y a n ıt­ lıyordu F ran cis G ordon. —Ve b u n ların tüm ü gökyüzünde dolaşıp d u ra n b ir tü r k oca taşla ilgili! —Söylediğiniz gibi M itz çiğim! —iyi! K afalarına düşseydi ve b ir y arım düzinesi­ ni ezseydi! P eki size soruyorum b u göktaşları ne işe y a ra r? 74

“Ailelerin arasını açm ay a!” diye açıkladı F rancis G ordon, h u rra la r y en id en ve d ah a güçlü p atlak ve­ rirken. Ve g erçekten de iki eski dosta borçlu oldukları b u keşifin o n lara o nca şan getirm esi gerekiyordu da, niçin onu paylaşm ayı kabul etm eyeceklerdi ki?... İki adları o raya yüzyılların so n u n a değin b ağ ­ lı olacaktı!... B u n d a um ulacak hiçbir m addi sonuç, hiçbir p arasal çık ar y o k tu !... Bu, sa f platonik bir o n u r olacaktı!... A m a özsaygı işin içine girdiğinde, o n a k ib ir de karıştığında, atalarından A liboron’a u sta olarak sahip olm ayı h ak eden böyle dik kafalı­ ların m antıklı olm alarını sağlayın b ak a lım ! Kısacası bu m eteoru görm üş olm ak o denli övü­ nülecek b ir şey m iydi?... Keşfedilmesi, B ay D ean F o rsy th ve B ay S tanley F ludelson’un, aygıtlarının gözetlem e m erceğinden tam d a bak tık ları sırada W h asto n g ö rüş alanından geçiyor olm ası nedeniyle borçlu oldukları rastlantı sonucu değil miydi? Ve doğrusu bu göktaşlarının, b u küçük gezegen­ lerin, bu akanyıldızların yüzlere esi, binlercesi gece gündüz oradan geçm iyorlar mı? Ve b u am atörlerden daha başkaları onun uzayda çizdiği ışıklı çizgiyi ay­ rım sam am ışlar mıydı?... G ökkubbenin karanlık dip­ lerinde kendilerine g ru p lar halinde değişken y ö rü n ­ geler çizen bu ateş kürelerini saym ak bile olası mı?... Bilim insanları, yery ü zü atm osferinin tek b ir gecede aldığı m eteor sayısının altı y ü z milyon olduğunu söylüyorlar, y an i günde b ir m ilyar 200 milyon... Ve 75

N e w to n ’a göre bu cisim lerden çıplak gözle görülebi­ lecek olanlar onla on beş milyon arasında!... “K arşı­ sında gökbilim cilerin hiç de görüşlerini açıklam ak zo ru n d a olm adıkları b ir keşifle ilgili olarak bu iki k âşif hem en d ah a o an d a neyle böbürleniyorlardı.” Bu son cüm le, W h a sto n ’u n olayı eğlenceli y a n ıy ­ la ele alan ve kom ik imgelem g ü cü n ü kullanm a fır­ satını hiç ihm al etm eyen tek gazetesi P unch ’un b ir m akalesinin son cüm lesiydi. D a h a ciddi m eslektaşları için d u ru m böyle olm a­ dı, onlar, sözü edilen fırsattan, b ir bilimi, A m erikan L aro u sse’u kay n ak alınarak en ünlü gözlem evleri­ nin en tak d ir edilen profesyonellerini kıskandıracak biçim de gözler önüne serm ek için yararlandılar. “B u g ö k taşları,” diyordu S ta n d a rd W haston, “Kepler, onların y eıy ü zü n d e k i sızıntılardan k ay ­ naklandığını sanıyordu; am a b u olguların, içlerinde hep şiddetli b ir y an m a izlerinin belirlendiği havataşların d an başk a b ir şey olm adıkları gerçeğe d ah a y akın gibi görünüyor. P lu tarq u e zam anında d ah a şim diden genel dönüş hareketinin gücünden çıktık­ larında y eıy ü zü n e atılan m aden kütleleri olarak k a­ bul ediliyorlardı. O n ları iyice incelediğinizde, öteki m adenlerle kıyasladığınızda on lard a d a basit cisim­ lerin aşağı y u k a rı üçte birini oluşturan aynı bileşimi b u lu rsu n u z; am a b u elem entlerin topaklanm ası farklıdır. O n la rd a tanecikler k ah eğe talaşı gibi ince incedir k ah kırıldığında kristalleşm e izleri gösteren kay d a d eğer b ir sertlikte bezelye y a d a fındık gibi 76

iridir. Ç oğunlukla nikel karışm ış ve paslanm anın hiçbir zam an bozm am ış olduğu ham du ru m d ak i de­ m irden, b ir tek dem irden olanları bile var.” S ta n d a rd V /haston m okurlarının bilgisine sun­ d u k ları çok doğru. A m a D a ily V/haston, o, eski y a d a m odern bilginlerin bu m eteorsal taşları incele­ m ekte h er zam an gösterdikleri özen üzerinde d u ru ­ y o r ve şöyle diyordu: “A pollonialı” D iyojen, A egos-Potam os y ak ın ları­ n a d ü şü şü T rakya sakinlerinde b ü y ü k k o rk u y a yol açan ve b ir değirm en taşı büyük lü ğ ü n d e olan bir a k k o r taştan yıld ızd an söz etm iyor m uydu? B enzer b ir göktaşı gelip S aint A ndrew çan kulesinin ü stü ­ ne d ü ştü ve onu tepesinden tem eline değin yıkacak belki de. Bu a ra d a uzayın derinliklerinden gelip Y erk ü re’nin çekim çem berine girip, toprağından toplanm ış olan b u taşların listesini verm ek g erek­ m iyor m uydu? H ıristiyan çağından önce Galatia ’d a ” K ibele’n in ””” simgesi olarak tapınılan ve Rom a’y a taşm an yıldırım taşı ve aynı zam anda S u ri­ y e ’deki E m ese’de b u lu n an ve G ü n e ş’e tapınm aya ad an an b ir başkası; N um a'"” saltanatı sırasında y e rd e n to p lan an kutsal kalkan; M ek k e’nin K a­ b e’sinde özenle saklanan k a ra taş; A n ta r’in“”'”'1ünlü * Apollonia: B ugünkü A rn av u tluk'ta b ir y erin eski adı (ç.n.). G alatia: A n ad o lu ’y a M .Ö . 278’de G alatlar tarafından verilen ad (ç.n.). *** Kibele: T oprak bereketi tanrıçası (ç.n.). ooo«o ]SJUma: R om a Kralı (ç.n.). ****** A ntar: VI. yüzyıl A rap savaşçısı ve efsane kahram anı (ç.n.).

77

kılıcını y a p m a k ta kullanılan yıldırım taşı. H ıristi­ y a n çağından sonra, dü şerk en içinde b u lu n d u k ları ko şu llarla betim lenen ne çok h av a taşı var: Alsace’tak i E n sisheim ’e düşen iki y ü z altm ış librelik* b ir taş; P ro v en c e’ta Vaison tepesine düşen insan başı biçim i ve iriliğinde m adeni b ir siyahlıkta bir taş; M ak e d o n y a’d a L arin i’de düşen sanki dem ir d ö k ü n tü lerin d en yapılm ış, b ir k ü k ü rt kokusu y a ­ y a n y etm iş iki librelik b ir taş; 1768’de C h artres y a ­ k ın ların d a L u c e y e düşen ve dokunulm ası olanak­ sız y ak ıcılık ta b ir taş. Aynı şekilde 1803’te N o rm andiya, Laigle kentine ulaşan, H u m b o ld t’u n 1aşa­ ğıdaki sözlerle sözünü ettiği o göktaşını d a anm a­ nın y eri değil mi? ‘Ö ğleden so n ra saat birde te rte ­ miz b ir g ö k y üzünde güneydoğudan kuzeybatıya doğru h arek et eden b üyük b ir göktaşı görüldü. B irkaç d ak ik a so n ra hem en hem en hareketsiz d u ­ ran k ü çü k k a ra b ir b u lu ttan gelen b ir patlam a sesi, beş y a d a altı d ak ik a boyunca duyuldu, onu sanki b ir yaylım ateşinden çıktığı sanılan çok sayıda d a ­ vulun g ü rü ltü sü n ü n de karıştığı b ir gürültüyle üç y a d a d ö rt b aşk a p atlam a izledi. H e r patlam a k a ra b u lu ttan kendisini o luşturan su b u h arın ın b ir p a r­ çasını k o p arıyordu. O y erd e hiçbir ışıklı olay fark edilm edi. E n b ü y ü ğ ü n ü n ağırlığı on y ed i libre olan iki binden fazla m eteorsal taş, g üneydoğudan k u ­ zeybatıya yönelm iş ve on b ir kilom etre uzunluğunw Libre: 453,592 gram karşılığı bir ağırlık ölçüsü (ç.n). 1. H um boldt: A lm an iklimbilimci.

78

d a olan elips biçim inde b ir yüzeye düştüler. Bu ta ş­ lard an d u m an lar çıkıyordu ve alevler içinde olm a­ sa d a y an ıy o rlard ı ve onları dü ştü k lerin d en birkaç g ün so n ra k ırm an ın d ah a sonra k ırm ak tan d ah a kolay olduğu sap tan d ı.’ Ve işte şim di B elçika K ra­ liyet A kadem isi D aim i S ekreterliği’ne aktarılan olay: 1854'te H u rw o rth , D arlin g to n , D u rh am , D u n d e e ’de yıldızlı am a karanlık b ir gökyüzünde, A y’ın kendini gözlerim ize dolunay olarak g ö sterd i­ ğindeki halinin iki k atı b ir hacim de b ir ateş to p u gö rü n d ü . P arıldayan ışıklar k an kırm ızısı k ütlesin­ den saçılıyordu. A rd ından g ökyüzünün koyu m avi­ si üzerinde y o ğ u n ve canlı b ir biçim de keskin, ge­ niş, altın renginde, ışıklı uzu n b ir k u y ru k sürüklüy o rd u . B aşlangıçta d üm düz olan b u k u y ru k y ü k se ­ lirken b ir y a y biçim ini alıyordu. Bu göktaşı yo lu n u kuzey d o ğ u d an gün ey batıya d oğru çiziyordu ve o denli y ay ılıyordu ki b ir ufu k tan ötekine uzan ıy o r­ du. Ş iddetle titreşiy ordu y a d a d a h a çok ekseni ü zerin d e koyu b ir kırm ızıdan canlı b ir kırm ızıya geçerek d ö n ü y o rd u ve gözden kayboluşu, b ir p a t­ lam a y a d a b ir düşm e olm adan gözden kay b o ld u .” D a ily W haston tarafın d an verilen ayrıntılara M o rn in g V/haston m eslektaşının m akalesini ta ­ m am layan şunları ekliyordu: “H u rw o rth göktaşı patlam asa d a 14 M ayıs 1864’te, b ir F ransa, G ironde, C astillon gözlem cisine kendini gösteren için d u ru m böyle değildi. G örünm esi ancak beş saniye sürm üş olsa d a hızı öyleydi ki b u k ısa zam an sü re­ 79

si içinde altm ış d erecelik b ir y a y çizdi. M avi y eşi­ limsi boyası b ey azlaşıyordu ve olağanüstü b ir p a r­ laklıktaydı. G ö rü n e n patlam ayla g ü rü ltü n ü n algı­ lanm ası arasın d a üç d ö rt d akika geçti ve k ırk kilo­ m etrelik d üşey b ir u zaklıktan ses, b u n u katetm ek için en az iki d a k ik a harcıyor. Bu d u ru m d a b u p a t­ lam anın şiddeti Y e rk ü re ’nin yüzeyinde m eydana gelebilecek en şiddetli p atlam alardan d a h a y ü k sek olması gerekiyor. Bu göktaşının b o y u tu n a gelince y ü ksekliğine g ö re hesaplandığında çapı bin beş y ü z ay ak tan d a h a az o larak değerlendirilm iyor ve sani­ y ed e beş fersah dolaşıyor olmalı, y an i y erin G ü ­ n eş’in çevresindeki dönm e hareketinde yaşadığı hı­ zın üçte ikisi.” M o rn in g W h a sto n ’u n söylediklerinden sonra en çok olan ve n ered eyse tüm üyle dem irden oluşan göktaşlarım d a h a özel olarak ele alan E ve n in g W haston’\ın söyledikleri geldi. Ç ok sayıdaki o k u ­ y u cu su n a S ib iıy a o valarında karşılaşılan m eteorsal b ir taşın ağırlığının y ed i y ü z kilogram dan d ah a az olm adığını an ım sattı. B rezily a’d a keşfedilen ve ağırlığı altı bin k ilogram dan d a h a az ölçülm eyenin y an ın d a neydi ki? Ve biri T ucum an’d a O lim pia’d a b u lu n an on d ö rt b in kilogram , öteki M ek sik a’daki D u ran zo 2 çevresinde tan ın an on dokuz bin kilog­ ram lık aynı y a p ıd a iki öteki kütleyi de hiç u n u tm a­ malı. E n so n u n d a d a A sya K ıta sın ın d oğusunda S arı N e h ir k ay n ak ları y ak ın ın d a M oğolların "Ku2. K uşkusuz D urango.

80

tu p K ayası” dedikleri ve ülkede gökten düşm üş olarak kabul edilen k ırk ayak k a d a r y ü k sek lik te bir h am dem ir blok vardır. Ve gerçek ten b u m akaleyi ok u y u n ca W haston halkının b ir b ö lü m ü n ü n belli b ir k o rk u duyulam az­ lık edem eyeceklerini iddia etm ek çok ileri gitm ek değildir. B ay F o rsy th ve H u d elso n ’u n m eteorları­ nın, bildiğim iz k o şu llard a ve önem li olm ası gereken b ir uzak lık ta fark edilm iş olm ası için, m uhtem elen Tucum an, D u ra n zo ve K uzey Kayası G öktaşlarınınkinden çok d a h a y ü k se k b o y u tlara sahip olması gerekiyordu, iriliğinin eşit olup olm adığını, çapı bin beş y ü z ayak o larak değerlendirilm iş olan Castillon h ava taşm ınkini geçip geçm ediğini kim bile­ bilir?... Böyle b ir dem ir kütlenin ağırlığı tasarla n a­ bilir m i?... Pekâlâ, eğer sözü edilen m eteor W haston u fk u n d a b ir kez göründüyse oraya geri dönece­ ğine inanm ak uygun olm az m ı?... Ve eğer herhangi b ir nedenle y ö rü n g esinin tam d a W h asto n üstünde y e r alan b ir n o k tasın d a d u ru rsa, aklınızın alam aya­ cağı b ir şiddetle b u n d an y a ra alacak olan W haston olacaktır. Ve bu, ağırlık ve yüksekliğin hızın k a re ­ siyle çarpılm asıyla b u lu n an cisim lerin şu m üthiş düşm e yasasın ı h alk tan bilm eyenlere öğretm ek, bi­ lenlere anım satm ak için fırsat değil m idir?... B u rad an belli b ir kaygının k en tte hüküm sü rd ü ­ ğü sonucu çıkıyor. Tehlikeli ve teh d itk âr göktaşı kam u alanlarında, d ern ek lerd e olduğu gibi aile o cak ların d a d a tüm sohbetlerin kon u su oldu. Ö zel­ 81

likle n ü fu su n k ad ın kesim i a rtık yalnızca yıkılm ış kiliseleri, y erle b ir olm uş evleri görüyordu düşle­ rin d e ve b irk aç erkek, hayali olarak kabul ettiği bir tehlike k o n u su n d a om uzlarını silkse de çoğunluğu o lu ştu rm u y o rd u . K entin en y ü k se k mahallelerinde olduğu gibi A nayasa M ey d a n ı’n d a d a gece gündüz sürekli g ru p la r oluşuyordu, b u söylenebilir. H av a kapalı olsun y a d a olm asın, bu, gözlemleri hiç d u r­ d u rm u y o rd u . O p tisy en ler hiçbir zam an bunca cep d ü rb ü n ü , d ü rb ü n ü ve optik aleti satmamışlardı. G ökyüzü h içbir zam an W h asto n nüfusunun endi­ şeli b ak ışlarının b u denli hedefi olmamıştı. Cincin atti ve O h io gökbilim cileri tarafından göktaşı g ö ­ rüld ü ğ ü n d e, resm i b ir bildirinin açıkladığına göre, izlediği y ö n onu k en tin ü stü n d en geçiriyordu ve g ö rü n ü r olsun y a d a olm asın tehlike, her dakika ve h a tta h er saniye dem iyoruz am a h er saat vardı. A m a d en ecek tir ki ciddi bir neden olmasa d a bu tehlike, aynı zam anda çeşitli bölgeleri de, onlarla birlikte y ö rü n g esi altında bu lu n an kentler, kasaba­ lar, köyler, k ü çü k yerleşim birim leri için de b ir teh ­ d it oluşturm alıydı. Evet, elbette. Göktaşı, Y erküre'm izin çevresinde d ö nüşünü yapm alıydı, henüz belli olm ayan b ir zam an da ve y örüngesi altındaki to p ra­ ğın tü m n o k ta la n düşm esi tehditi altındaydı. Yine de dehşetin rek o ru nu, eğer b u çok m odern terim i kabul ederseniz, W haston elinde tutuyordu ve bu rekoru, özellikle E ski K ıta’dan herhangi bir başk a kente seve seve te rk edebilirdi... E ğ er önce belirsiz, 82

son ra d ah a belirli ve sürekli artm a k ta olan b ir k o r­ ku W h a sto n ’u sardıysa, b u tam olarak göktaşının ilk olarak o n u n ü stü n d e olduğunun bildirilm iş ol­ m asındandır. B u d u ru m d a k u şku götürm eyen şey b u y ö rü n g en in çeşitli noktalarının W h a sto n ’a ege­ m en olmasıydı. S onuç olarak genel izlenim şöyle ta ­ rif edilebilirdi: Bom balanm ası h er an başlayabilecek ku şatm a altındaki b ir kentin, b ir bom banın gelip evlerini y erle b ir edeceği beklentisi içindeki sakinlerininki!... Ve ne bom ba! O layların b u d u ru m u n d an , salt ironi dolu m aka­ lelere m alzem e b u lacak y erel b ir gazetenin çıkaca­ ğına kim inanırdı? K endileriyle alay ettiği gün gibi açık olm asına rağm en çok sayıda okuyucusu d a ol­ du. Evet, Punch, B ay D ean F o rsy th ve D o k to r H u d elso n ’u sorum luları olarak gösterm ek istediği tehlikeyi alayla a b a rta ra k halkın kork u ların ı d ah a d a artırm ay a çalıştı. “B u am atörler, neye karıştılar,” diyordu. “D ü r­ bünleriyle, teleskoplarıyla uzayı karıştırm aya g e­ reksinim leri mi vardı? Y ıldızlarına takıldıkları b u gökkubbeyi kendi haline bırakam azlar m ıydı? Y ıl­ dızlar arası bölgelere sızarak kendilerini ilgilendir­ m eyen işlere karışan y eterin ce çok başka bilgin y o k mu, gereğinden de fazla b aşk a bilginler y o k m u? G ökcisim leri, kendilerine b u denli y ak ın d an b ak ıl­ m asını sevm iyorlar ve sırlarını, d ah a so n ra ortalığa serm ek için keşfetm ek de insanların işi değil!... Evet, kentim iz teh d it altın d a ve artık kim se şimdi 83

b u ra d a güven içinde d eğ il! H erkes y an g ın a karşı, doluya karşı, fırtınaya k arşı sigorta yaptırıyor. Bu d u ru m d a gidin b ir göktaşının düşm esine karşı d a sigorta y ap tırın ... W haston K alesin in belki on katı olan b ir göktaşı!... Ve b ir de d üşerken patlarsa, bu tü r nesnelerde sıklıkla oluyor, parçacıkları tüm ken ti k arm a karışık edecek ve kim bilir belki de çok sıcak iseler y an g ın lar çıkaracaklar!... Bu sevgili kentim izin kesin y o k olm ası dem ek!... Bu y ü zd en Bay F o rsy th ve H udelson niçin m eteorları geçer­ ken gözetleyecek y erd e evlerinin zem in katın d a sa­ kin sakin kalm adılar? O nları ısrarlarıyla kışkırtan, en trik alarıy la çekenler onlardır!... W h a sto n y ık ılır­ sa, b u taş tarafın d an ezilir y a d a yakılırsa, bu onla­ rın h atası olacaktır ve hesap sorulm ası gerekenler onlardır... Ve tarafsız h er okuyucudan b u n u istiyo­ ruz ve eğer tarafsızlar varsa, b u n lar elbette Whas~ ton P u n ch ’a. abo n e olanlardır, gökbilimciler, m ü­ neccimler, m eteoroloji uzm anları ne işe y arıy o rlar ve bu alçak d ü n y ad a o tu ran ların iyiliği için çalış­ m alarından şim diye k ad a r hangi sonuçları aldı­ lar?... Ve b ir F ransızm , ünlü B rillat-S avarin’in d e ­ hasına borçlu olduğum uz şu y ü ce gerçeği an ım sata­ lım: “Yeni b ir yem eğin keşfi insanlığın m utluluğuna b ir yıldızın keşfinden d a h a çok k atk ıd a b u lu n u r!”

84

V II. Bölüm

B u rad a B ay an H u delson'u, d oktoru n B a y D e a n F o r s y th y e d avranışın dan ötürü ço k üzüntülü g öreceğ iz ve hizm etçi M itz ’in efendisini b ir güzel haşladığını duyacağız.

W

haston P u n ch ’u n bu dalga geçm elerine Bay D ean F o rsy th ve D o k to r H udelson ne y an ıt verdiler? H iç ve belki de so­

ru m su z g azeten in m akalesini o k u m ad ılar bile. D o ğ ru su onu hiç ciddiye alm am ak d ah a iyi değil m iydi? A m a so n u n d a az y a d a çok esprili b u alay­ lar, h ed e f aldıkları kişiler için çok hoş değillerdi. Bu k o n u d an bu kişiler hiç bilgi sahibi olm am ış ol­ salar da, anne babaları, dostları bunları bilm em ezlikten gelem ediler ve bu, b aşların a kimi sıkıntılar açm ak tan d a geri kalm adı. H izm etçi M itz k ö p ü rü ­

y o rd u . E fendisini kam u güvenini teh d it eden b u göktaşını çekm iş olm akla suçlam ak!... O n u d u y sa­ 85

nız, B ay D ean F o rsy th m akalenin y az arı h ak k ın d a d av a açm alı ve sulh yargıcı B ay J o h n P ro th onu b ü y ü k tazm in at cezalarına m ahkûm edebilm eliydi; suçlayan açıklam alarından dolayı h ak ettiği hapis cezasından söz etm iyoruz. Yaşlı hizm etçiyi sak in ­ leştirm ek için b ir tek F rancis G o rd o n ’un m ü d ah a­ lesi gerekiyordu. Şu k ü çü k L o o y a gelince, o, olayı iyi y an ıy la ele aldı ve k ah k ah alarla gülerken şunla­ rı söyleyip d u rd u ğ u n u duym ak gerekiyordu: “E v et... G a zeten in h ak k ı v a r!... N için B ay F orsyth ve babam , bu lanet çakıltaşını uzayda keşletm eyi ak ıllarına k oydular?... O n la r olm asaydı, bize hiçbir k ö tülüğü dokunm ayan bir yığın b aşk a­ sı gibi fark edilm eden geçmiş gitm iş o lacak tı!” K üçük kızın d ü şü n d ü ğ ü bu kötü lü k y a d a d ah a çok bu felaket, F ra n c is’in dayısıyla J e n n y ’nin b a­ bası arasın d a o rtay a çıkacak olan rekabetti. İki ai­ le arasındaki bağları d ah a d a sıkı bir biçim de sık­ ması gereken b ir birleşm enin arifesinde b u re k ab e­ tin sonuçlarıydı. A slında göktaşının W haston üzerine düşm e -çok az- olasılığı, onları hiç kaygılandırm ıyor, endişeye sevketm iyordu, b u n u iddia edebiliriz. Bu k en t m e­ teorun, Y erküre nin çevresinde dönm e devinim i sı­ rasın d a çizdiği y ö rü n gesi altın d a y e r alm ış bulun an larınkine o ran la d ah a çok teh d it altın d a değildi. Bir g ün düşm eliydi, elbette olabilir am a kesin d e­ ğildi ve y e r çekim ine b ir başk a ay gibi boyun eğe­ rek bu u y d u d u ru m u n u niçin sonsuza değin k o ru ­

m ayacaktı? H ayır! W hastonlular, P u n c tiu n eğlen­ celi fallarına ancak gülm eliydiler ve F orsyth ve H u delson aileleri gibi b u k o n u d a üzülecek ciddi nedenleri olm adığından gülüyorlardı. O lm ası gereken oldu. B ay D ean F orsyth ve D o k to r H u d elso n 'u n birbirlerine karşı sadece şüp­ heleri olduğu sürece, aynı pisti izlemiş olduklarını ayrım sam adıkları sürece, hiçbir skandal m eydana gelmemişti. İlişkileri biraz soğum uştu, olsun! A m a şimdi iki gözlem evinin m ektupları yayım landığın­ dan b u y a n a aynı m eteorun keşfinin W h a sto n ’daki iki gözlemciye ait olduğu kam uoyu önünde açığa çıkm ıştı. N e y apacaklardı? H e r ikisi de gazeteler yoluyla ve kim bilir belki yetkili m ahkem ede bu keş­ fin öncelik hakkını isteyecek m iydi? B u k o n u d a y an k ı u y a n d ıra n ta rtış m a la r olacak m ıydı ve P unch’u n fantezi dolu m akalelerinde ve ciddiyetten uzak b ir gazetesinin patavatsızlığıyla iki rakibin iz­ zetinefislerini aşırı tah rik etm esinden, b u ateşin üs­ tüne sıvıyağ ve sıvıyağdan d ah a d a iyisi A m erika’d a geçtiğine ve b u m adensel sıvının kaynakları b u ra d a tükenm ez olduğuna göre petrol atm asından k o rk u l­ m am ak m ıydı?... Ve kuşkusuz m uhabirlerin geveze­ liklerine k arik atü rlerin eklenm esi gecikm eyecek ve du ru m M o rris Sokağı b u rcu y la E lizabeth Sokağı kulesi arasın d a giderek d ah a d a gerginleşecekti. Bu y ü zd en B ay D ean F orsyth ve D o k to r H u d el­ son un, tarih i F rancis ve J e n n y ’nin isteğine uygun olarak, b u n d an emin olun, y av aş yavaş y aklaşm ak­ 87

ta olan d ü ğüne asla en k ü çü k b ir im ada bulunm a­ m alarına kim se şaşırm ayacaktır. Sanki hiç söz k o ­ nusu olmamış gibiydi. B irinin y a d a ötekinin ö n ü n ­ de b u n d an söz edildiğinde, onları hep hem en o an ­ d a gözlem evlerine çağıran herhangi bir d urum u unutm uş oluyorlardı. Z aten günlerini, kafaları d ah a meşgul, d ah a d a içlerine kapalı olarak orad a geçiri­ yorlardı. H a tta hiciv gazetesinin saygısız ve üzücü gevezeliklerinden h ab e rd ar m ıydılar? B undan d a kuşku duym ak y erin d e olurdu. D ışarının gürültüsü b urcun ve kulenin tepelerine nasıl ulaşm ış olabilir­ di?... F rancis G o rd o n ve B ayan H udelson durum u d ah a d a kötü leştirir korkusuyla bunların oralara değin ulaşm asına izin verm em ek için tüm ustalıkla­ rım kullanıyorlardı ve iki rakibin yö ren in gazetele­ rini o k u m aktan b aşk a dertleri de vardı. M eteor, P ennsylvania ve O hio Gözlem evleri gök­ bilimcileri tarafından yeniden görülm üş olsa da, Bay D ean F orsyth ve Stanley H udelson yine de onu boşu bo şu n a yörüngesi üzerinde yeniden bulm aya çalışıyorlardı. Yoksa, onların aygıtlarının m enziline göre çok çok uzak b ir m esafeye uzaklaşm ış mıydı? N e de olsa m akul b ir varsayım . A m a onlar gece gündüz g ö kyüzünün h er aydınlık alanından y a ra r­ lanarak aralıksız gözetim den vazgeçm iyorlardı. Bu böyle devam ederse, sonunda h asta düşeceklerdi!... A m a y a biri ötekinden önce onu yeniden görürse, jöne de tüm üyle beklenm edik olan bu d u rum dan kim bilir kendine ne paylar çıkaracaktı?...

Bu y en i k ü çü k gezegenin öğelerini hesaplam aya gelince y ö rü n g esin in tam konum u, yapısı, biçimi, h arek et ettiği uzaklık, dönüş süresi, b u n la r elbette B ay D ean F o rsy th ve D o k to r H u d e lso n ’u n bilgile­ rini aşıyordu. B u u n su rları belirlem ek işi uzm an bilginlere aitti ve zaten oynak m eteor W h asto n u f­ k u n d a b ir d a h a g ö rü n m ü y o rd u y a d a en azından onların iki gözlem cisi onu y etersiz dürbünlerinin u cu y la y ak alam ayı b aşaram ıy o rlard ı! B undan d o ­ layı d a hoş olm ayan ve sürekli b ir keyifsizlik. O n ­ lara yaklaşılam ıyordu. B ay D e an F orsyth kendisi­ ne aynı to n d a karşılık veren O m icro n ’a günde y ir ­ mi kez öfkeleniyordu. D o k to ra gelince o öfkesini kendisine y ö n eltm ek zo ru n d a kalıyordu ve b u n d a d a h ata y ap m ıyordu. Bu k o şu llard a kim o nlara d ü ğ ü n tö ren in d en ve n ikah sözleşm esinden söz etm eyi aklından geçire­ bilirdi! Yine de P ittsb u rg ve C incinnatti G özlem evlerince gazetelere gönderilen notun yayım lanm asından b u y a n a b ir h afta geçm işti. 18 M ay ıs’taydılar. D a ­ h a on üç gü n ve L oo’nun hiç gelm eyeceğini, ta k ­ vim lerde m evcut olm adığını iddia etm esine rağm en b ü y ü k tarih gelecekti. H ayır! O n u d u y an a göre o yıl 31 M ayıs olm ayacaktı. B unu söylüyordu k ü çü k kız gülm ek için ve iki evde h ü k ü m süren ted irg in ­ liği y o k etm ek am acıyla gülüyordu. B u nunla birlikte F rancis G o rd o n ’u n dayısına ve J e n n y H u d elso n ’un babasına, hiç yapılm am ası ge­ 89

rekiyorm uş gibi artık sözünü etm edikleri bu evliliği anım satm ak önem liydi. K endilerine yapılan en ufak b ir im ada derhal sohbetin y ö n ü n ü değiştiriyorlar ve orad an ayrılıyorlardı. Sorun, bu du ru m d a F ra n ­ cis’in M o rris S okağı’ndaki eve h er gün yaptığı ziya­ retlerd en birinde onları k ap a n a kıstıracak biçim de kafalarını karıştırm aktı. A m a B ayan H udelson k o ­ casına karşı b ir şey yapılm am asının d ah a iyi olaca­ ğını d ü şü n d ü . O n u n d üğün hazırlıklarıyla m eşgul olması hiç gerekm iyordu... A rtık kendi öz eviyle m eşgul olm am ası gibi. H ayır!... G ünü geldiğinde B ayan H u delson o na şöyle diyecekti: “işte elbisen, işte şapkan, işte eldivenlerin... T ö­ re n için S ain t-A n d rew 'e gitm e saati... B ana kolunu v er ve gel...” H iç k u şk u su z gidecekti, fark ın a bile varm adan ve y e te r ki o a n d a m eteor gelip teleskopunun o b ­ jektifinin ö n ü n d en geçm esin! A m a B ayan H u d e lso n ’u n fikri M o rris Sokağ ı’ndaki evde önem le dikkate alındıysa d a F rancis G o rd o n ’u n k i E lizabeth S okağı’n d a alınm adı. D o k ­ tor, Bay D e an F o rsy th y e karşı tu tu m u n u açıklam a ültim atom u alm am ış olsa da, bu beriki b u ko n u d a yaşlı hizm etçisi tarafın d an sert b ir biçim de sıkıştırıldığına tan ık oldu. M itz hiçbir şey dinlem ek iste­ m iyordu. E fendisine karşı k o rk u n ç öfkeliydi. D u ­ ru m u n g id erek ciddileştiğini ve en k ü çü k b ir olayın iki aile arasın d a b ir k o pm aya yol açm a tehlikesinin b u lu n d u ğ u n u hissediyordu. Peki, b u n u n sonuçları 90

ne olacaktı? E vlilik gecikecek, belki olm ayacak, Bay F o rsy th ’nin J e n n y y le evlenm ekten vazgeç­ m eye zorlayacağı sevgili F ran c is’inin, iki nişanlının b ü y ü k acısı... Ve zavallı genç adam , h er tü r uzlaşıy ı olanaksız kılacak herkesin ö nündeki b ir skandaldan so n ra ne y ap ab ilird i ki?... O nedenle 19 M ayıs öğleden so n ra y em ek salo­ n u n d a Bay D ean F o rsy th ile yalnız kaldığında k u ­ lenin m erdivenini çıkm ak üzere olduğu an onu d u rd u rd u . B iliyorsunuz, B ay F o rsy th ’nin M itz’e açıklam a y ap m ak tan ödü k o p u yordu. Bu açıklam aların ge­ nelinde lehine dönm ediğini hiç bilm iyor değildi. K endini geri çekilirken vu ru şm ak zo ru n d a g ö rü ­ y o rd u ve o n a göre b ir karşılaşm ada insan yenildi­ ğinden em in olduğu a n d a kendini hiç ele verm em e­ si d ah a akıllıca olur. Bu d u ru m d a kendisinde fitili ateşlenm iş ve p a t­ lam ak ta gecikm eyecek b ir b o m b a etkisi y ap a n M itz’in y ü zü n e alttan b ak tık tan so n ra bo m b a p a r­ çalarından ken d in i korum ayı isteyen B ay D ean F orsyth, salonun u cu n a d o ğ ru yöneldi. A m a d ah a kap ın ın tokm ağını çevirm eden başı y u k arıd a , göz­ lerini, kendininkileri onunkilere dikm em ek için çe­ v iren efendisine dikm iş yaşlı hizm etçi a ray a girdi ve titrem esini düzeltm eye çalışm ayan b ir sesle. “B ay F o rsy th sizinle konuşm alıyım ’’ dedi. —Benim le k o nuşm ak mı M itz? Şu an d a o k ad ar zam anım yok... 91

—O lm alı efendim ... —S anıyorum O m icron beni çağırıyor... — Sizi çağırm ıyor ve çağırsa d a beklem esi iyi olacak... —A m a eğer göktaşım ... —G öktaşınız d a O m icron gibi y ap a cak efendim , b ekleyecektir... “O lu r şey değil” diye hassas n oktasından v u ru ­ lan B ay F o rsy th haykırdı. “Z a te n ,” diye başladı M itz, “h ava kapalı... İri d am lalar düşm eye başlıyor ve şim dilik y u k a rıd a görülecek h içb ir şey y o k ! ” D o ğ ru y d u . Ç ok fazla doğru y d u ve D o k to r H u delson gibi Bay F o rsy th y i de k u d u rta n h er şey vardı. H em en hem en k ırk sekiz saatten bu y a n a g ö k y üzünü geniş b u lu tla r istila etm işti. G ündüz tek b ir güneş ışığı yo k , gece tek b ir yıldız parlam ası. A lçak sis b ir u fu k tan ötekine uzanıyordu, SaintA n d re w ’in çan kulesinin o k u n u n a rad a b ir ucuyla deldiği b ir tül ö rtü gibi! Bu koşullarda uzayı göz­ lem lem ek, k ü çü k gezegenlerin geçişlerini dikkatle izlem ek, bu denli şiddetle tartışılan göktaşını y e n i­ den görm ek olanaksız. H a v a koşullarının, O hio eyaletinde y a d a P ennsylvania eyaletindeki gökbi­ limciler için E ski ve Yeni K ıta’nın öteki gözlem evlerindekilerden d a h a elverişli olm am ası bile olasılık dahilinde görülm eliydi. Ve aslında bu 2 N isan m e­ teo ru n u n görünm esine ilişkin hiçbir yeni, kısa yazı gazetelerde çıkm am ıştı. D oğrudur, d ah a şim diden 92

altı haftalık geçm işi olan b u o rtay a çıkış, bilim d ü n ­ y asın ın b u n d an heyecanlanm asını gerektirecek k a ­ d a r b ir ilgi u y andırm ıyordu. B u rad a hiç de ender olm ayan kozm ik b ir olay söz ko n u su y d u am a tam tersi b ir durum , b u taşın dö n ü şü n ü pusuda, k u d u r­ m aya d önüşen b ir sabırsızlıkla beklem ek için bir D ean F o rsy th y a d a S tanley H udelson olm ak gere­ kiyordu. E fendisinin k endisinden kaçm anın kesin olanak­ sızlığını iyice anlam asının ard ın d an hizm etçi M itz, kollarını çap raz k a v u ştu rd u k tan so n ra şu sözlerle başladı: —B ay F orsly h , adı F rancis G o rd o n olan b ir y e ­ ğeninizin o ld u ğ u n u k az a ra u n u tm u ş olabilir m isi­ niz? “Ah! Şu sevgili F ran c is” diye y an ıtlad ı babacan b ir tav ırla başını sallayarak B ay F orsyth. “A m a h a ­ y ır!... O n u u n u tm uyorum ... P eki nasıl şu sevgili F ran c is?” —Temin ederim ki çok iyi... —S anıyorum onu b ir sü red ir görm edim . —A slında iki saattir, onunla öğle yem eği y ediği­ nize göre... —Benim le m i?... G erçekten!... “A m a artık h içbir şeyi görm üyor m usunuz efen­ d im ?” diye so rd u M itz onu kendisine doğru dön­ m ek z o ru n d a b ırak arak. —Evet, evet, sevgili M itz... N e istiyorsun? B iraz kafam m eşgul... 93

—Ö yle m eşgul ki old u k ça önem li b ir şeyi u n u t­ m uş gibi gö rü n ü y o rsunuz. —U n u tm u ş? N eyi? —Y eğeninizin evleneceğini... —Evlenm ek... E vlenm ek?... —B ana hangi evliliğin söz kon u su olduğunu so r­ m ayacaksınız ? —H ayır! H ayır M itz! Peki b u soruların am acı ne? — H u delson ailesine k arşı tu tu m u n u z h ak k ın d a b ir y a n ıt elde etm ek efendim ... Ç ünkü b ir H u d e l­ son ailesinin, M o rris Sokağı n d a o tu ran b ir D o k to r H u d e lso n ’un, B ayan J e n n y ve B ayan Loo H udelso n ’un an neleri b ir H udelson hanım efendinin v ar o ld u ğ u n u ve y eğ e n in iz le evlenm esi g e re k e n in J e n n y H u d elso n old uğunu bilm iyor değilsiniz... Bu H u d elso n adı hizm etçi M itz’in ağzından h er d efasın d a d a h a gü çlenerek çıktıkça B ay D ean F orsyth, bu ad k u rşu n a d ö n üşerek onu h er y an d a n v u ru y o rm u ş gibi elini göğsüne, yan ın a, b aşın a g ö ­ tü rü y o rd u . D erin soluk alıyordu, soluk alm akta güçlük çekiyordu, kan gözlerine doluyordu ve y a ­ nıt verm ediğini görünce: “Peki, duy d u n u z m u ?” diye yeniden başladı M itz. “Evet, d u y d u m !” diye bağırdı efendisi. Ve sıkı sıkıya kasılm ış çene kem iklerinin arasın ­ dan, ağzından zo rlu kla b irk aç zor anlaşılır tüm ce çıkabiliyordu. “O h a ld e ? ” diye sordu yaşlı hizm etçi sesini zo r­ layarak. 94

“Bu d u ru m d a F rancis hâlâ b u evliliği d ü şü n ü ­ y o r ” dedi sonunda. "D ü şü n ü y o rsa !” diye haykırdı M itz, “A m a soluk alm ayı d ü şü n d ü ğ ü gibi, bizim hepim izin d ü şü n d ü ­ ğüm üz gibi... sizin de d ü şü n d ü ğ ü n ü z gibi, bu n a inanm ayı y eğ lerim ! ” —N e! Yeğenim hâlâ bu D o k to r H u d e lso n ’u n kı­ zıyla evlenm ekte kararlı mı? — B ayan Je n n y , lütfen efendim ve d ah a sevimli b ir kişi bu lm ak güç olacaktır... “Soluğum u tık am ad an adını telaffuz edem edi­ ğim... adam ın kızının sevimli olabileceğini kabul et­ sek d e...” diye başladı B ay F orsyth. “A h ! B u k ad arı d a çok fazla! ” diye sanki ona tes­ lim edecekm iş gibi önlüğünü şiddetle çıkaran M itz belirtti. “T anrı aşkına! M itz Tanrı a şk ın a !” diye söz aldı efendisi, böylesine teh d itk âr b ir dav ran ıştan biraz tedirgin. Yaşlı hizm etçi bağları y ere k a d a r sark an önlüğü­ nü elinde tu ttu . —Böylece... D em ek aklınıza gelen fikirler b u n lar B ay F o rsy th !... —A m a M itz, b u F ludelson’un b a n a ne yaptığını bilm iyorsun... —Peki size ne yap tı? —B enden çaldı.. —S izden çaldı mı? —Evet, çaldı, iğrenç bir b içim d e! 95

— P eki sizden ne çaldı? Saatinizi... p a ra keseni­ zi... m endilinizi? —H ayır... göktaşım ı. "Ah! göktaşınızı” diye bağırdı yaşlı hizm etçi, B ay F o rsy th için en nahoş ve en alaycı b ir biçim de sırıtarak . Ü nlü göktaşınız!... B ir d ah a asla görm e­ yeceğiniz sanırım . " M itz ! M itz ! Söylediğine d ik k at e t” diye y a n ıtla ­ dı B ay F orsyth. Ve bu kez kalbi y aralan an gökbilim ciydi. D oğru, çok öfkelenen ve öikesi taşan M itz ’i hiç­ b ir şey durd u ram ay acaktı. "G ö k taşın ız” deyip d u ru y o rd u , "Y ukarılarda d o ­ laşan m akineniz... Pekâlâ, B ay H u d e lso n ’d an d ah a çok sizin m iydi? H erkese ait değil mi? B ana old u ­ ğu k a d a r h erh an g i b ir b aşkasına da?... O n u satın alıp, cebinizden mi ödem e y ap tın ız? Size m iras y o ­ luyla mı kaldı?... K a z a ra y ü c e Tanrı onu size a rm a ­ ğ an mı e tti? ” "Sus, M itz, s u s !” diye bağırdı B ay F orsyth de, çü n k ü artık kendini tutam ıyordu. — H a y ır efendim hayır! Susm ayacağım ve şu O m icron kaz kafalısını d a y ard ım ın ıza çağırabilir­ siniz. —O m icro n kaz kafalısı!... —Evet, kaz kafalı ve o d a beni susturam ayacak... Y üce Y aratıcı ad ın a dü n y an ın so n u n u bildirm ek üzere gelecek baş m eleği zorla susturam ayacak olan b izzat başkanım ız da!... 96

B ay D ean Forsyth, bu korkunç tüm ceyi d u y d u ­ ğ u n d a kesinlikle afalladı mı, gırtlağı sözlere geçit verm eyecek ölçüde daralm ıştı, karm ak arışık olan hançeresi artık te k ses çıkaram ıyor m uydu?... K e­ sin olan şey, y a n ıt verm eyi başaram am asıydı. Ö f­ kenin son k ertesin d e yaşlı hizm etçisini kapı dışarı atm ayı bile istedi mi, o n un için geleneksel “Çıkınız, derhal çıkınız ve sizi artık bir d a h a görm eyeyim !"i telaffuz etm ek olanaksız mıydı? D oğrusu, M itz ona hiç de itaat etmezdi, bundan herkes emin olsun ve eğer sözünü hem en kabul eder­ se ilk kendisi cezalandırılmış olacaktı. A ncak kırk beş yıllık b ir hizm etten sonra efendiyle hizmetçi uğursuz bir göktaşı kon u su n d a ayrılıyorlar! D oğru, Bay Forsyth sonunda göktaşı meselesinden geri adım at­ sa d a M itz, Francis G ordon la J e n n y H udelson’un evlenmeleri meselesinde geri adım atm ayacaktı. Y ine de b u

sah n e n in özellikle

B ay D e an

F o rsy th 'n in çıkarı için sona erm esinin zam anıydı ve ü ste çıkam ayacağını iyice anlayınca b u hareketi çok fazla kaçışa benzetm eden geri çekilirken v u r­ m aya çalışıyordu. B u kez y ard ım ın a gelen G üneş oldu. K apalı h a ­ va b ird en açıldı. G üçlü b ir ışık bahçeye açılan p en ­ cerenin cam larından içeri girdi. Sisin a rd ın a sakla­ nan p arla k yıldız, W h aston halkına ve sonuç olarak o rtay a çıkm asını en şiddetli biçim de arzu eden iki önem li kişinin b ak ışlarına kendini gösterm eyeli en azından üç gü n olm uştu. 97

O an d a hiç kuşkusuz D o k to r H udelson bu rcu n a çıkmıştı, y e te r ki d ah a önceden o rada olmasın, B ay Dean F o rsy th ’nin an ında aklına bu düşünce geldi. Rakibini, terasın d a y a rı eğilmiş, gözü teleskopunun gözetleme m erceğinde bu m utlu aydınlıktan y a ra r­ lanırken ve uzayın y ü k sek bölgelerinde dolaşırken görüyordu. Ve kim bilir belki de meteor, havada tüm m uhteşem görünüm üyle dolaşıp duruyordu?... Bu y ü zd e n B ay F o rsyth o ra d a d uram adı. Bu kez O m icron’u n sesinin kulenin tepesinde çınlam asını beklemedi. Bu güneş ışığı, onun üzerinde gaz dolu b ir balon ü zerin d e y arattığ ı etkiyi y apıyordu. O n u şişiriyordu, yükselm e gücünü artırıyordu. Y üksel­ mesi gerekiyordu, k apıya d oğru yöneldi ve hesap vermeyi sona erd irm ek am acıyla ağırlığı attı d en e­ bilir, yaşlı hizm etçisine karşı biriken tüm öfkesini boşalttı! Ama M itz kapının önünde b u lu n u y o rd u ve ona geçit verecek d u ru m d a d a g ö rünm üyordu. Bu d u ­ rum da onu k o lu n d an yakalam ak, on u n la bir m üca­ deleye girişm ek, O m icro n ’un y ard ım ın a b aşv u r­ m ak gerekli olacak m ıydı?... H ayır! B ir b aşk a yol önünde d u ru y o rd u : S alondan çıkarak, kuleyle b ir ikinci kapı vasıtasıyla bağlantısı olan, ne erkek ne dişi hiçbir gard iy an ın savunm adığı bahçede b u la­ caktı kendini. Bu m anevra gerekli olm adı. K uşku duyulm am alı, yaşlı hizm etçi harcam ış olduğu çabadan -fiziksel olarak en azından- çok sarsılm ıştı. E fendisini h aş­ 98

lam ak alışkanlığı y eterin ce olsa d a o zam ana değin asla böyle b ir taşk ın lıkta bulunm am ıştı. Ç oğunluk­ la Bay F o rsy th ’nin u nutkanlıkları, tuvaletindeki k i­ mi özensizlikler, y em ek saatine sık sık gecikm eler, ona rom atizm a ve nezleye mal olan soğuk h av a la r­ d a önlem eksikliği konularındaydı. A m a b u kez, iş d ah a çok ciddiyet arz ediyordu. Sevgili F ran c is’i ve de sevgili J e n n y ’si için m ücadele eden hizm etçi M itz ’i y ü reğ in d en vu ruyordu. Ve B ay F o rsy th ’nin öyle sıradan hırsız olarak gö rd ü ğ ü D o k to r H udelson için kullandığı ağır söz­ leri d ü şü n ü n ce d u ru m un, g ünden güne d ah a end i­ şe verici olm asından ko rk m ak gerekm iyor m uy­ du?... İki rak ip artık hiç dışarı çıkm ıyorlardı, ol­ sun ! B irbirlerinin evlerine artık gitm iyorlardı, y ine olsun! A m a rastlantı, eninde so n u n d a sokakta, o r­ tak b ir d o stu n evinde bir karşılaşm aya m eydan v e­ rebilirdi ve b u karşılaşm anın sonu ne olacaktı?... H iç k u şk u n u z olm asın bir skandal, ard ın d a n iki ai­ le ilişkilerinde kesin b ir kopm a. O y sa h er şeyden önce önlenm esi gereken buydu. Ve yaşlı hizm etçi b u n u n için çabalayıp duru y o rd u ! A m a d ah a az önem li olm ayan şey, efendisinin b u n o k tad a “b u n u ” onun y a n m a bırakm ayacağı k o n u su n d a adam akıllı uyarılm ış olduğuydu. M itz, k ap ın ın ö n ünde d o ld u rd u ğ u y e rd e n ayrıl­ m ıştı ve b ir sandalyenin üzerine kendini d ü şer gibi bırakm ıştı. G eçit boşalm ış b u lu n u y o rd u . O n ed en ­ le Bay D ean F orsy th , b ir b u lu t p erd esi gelip g ü n e­ 99

şi y en id en ve belki de tüm g ü nlüğüne k a p a tır d ü ­ şüncesiyle titreyerek, salondan çıkm ak için bir adım attı. M itz kıpırdam adı. A m a kapı açılır açılmaz, efendi­ sinin kulenin dibine götüren koridora kaj^dığı anda: “B ay F o rsy th ,” dedi F rancis G ordon ve “J e n n y H u d elso n ’u n d ü ğ ü n ü n ü n olacağını ve tam olarak üzerinde anlaşm aya varılan tarih te yapılacağını iyi anım sayın. B u ayın 31’inde. H içb ir şeyiniz eksik ol­ m ayacak, beyaz gömleğiniz, beyaz kravatınız, b e­ y az yeleğiniz, siyah pantolonunuz, siyah elbiseniz, sam an rengi eldivenleriniz, cilalanm ış potinleriniz ve uzu n şapkanız... A yrıca ben orad a olacağım !” B ay D e an F o rsy th tek sözcükle bile karşılık v er­ m edi ve kulenin m erdivenine aceleci sıçrayışlarla atıldı. Bu son uyarıyı y ap m ak için y erinden kalkm ış olan hizm etçi M itz, o, sandalyesine yeniden yığıldı, başını salladı ve birkaç iri dam la gözlerinden taştı...

100

V III. Bölüm

B u rad a durum k ötüleşm eye devam ediyor; kim i B a y H u d elson ’a kim i B a y F o rsy th ’y e ta raftar W h asto n g azeteleri yüzünd en.

B

u n u n la b irlikte hava ciddi b ir iyileşme eği­ limi gösteriyordu. İlk b ah a r m evsim inin bu ikinci ay ında basınçölçer, kışın hareketlili­

ğinin ard ın d a n iyice h ak edilm iş b ir dinlenm enin keyfini sü rü y o r gibiydi. U ğradığı artışlar ve dü şü ş­ lerle sık sık sarsılm asıyla y o rg u n düşen iğnesi de­ ğişkenin ü stü n d e m em nuniyetle hareketsiz d u ru ­

yor. Bu d u ru m d a gökbilim ciler çok titiz ve çok isa­ betli gözlem lerine elverişli b ir dizi güzel gün ve gü­ zel geceye güvenebilirler. E lbette, o n lar için elverişli ortam ı hazırlayacak h av a koşulları, kule ve b u rç ta k i çalışm alar için de elverişli olacaktır. Aslında, 20-21 M ayıs gecesinde 101

göktaşı W h asto n u fk u n d a kuzeydoğudan g ü n ey b a­ tıy a d o ğ ru geçti ve aynı a n d a iki rak ip tarafından görüldü. “Bu o O m icron, bu o ” diye haykırdı Bay D ean F o rsty h akşam saat onu otuz y ed i dak ik a g eçer­ ken... “Tam am o ” diye b elirtti efendisinin y erin e teles­ k o p u n gözetlem e m erceğine geçen O m icron ve ek ­ ledi: —U m arım şu D o k to r H udelson şu an d a b u rc u n ­ d a değildir!... “Ya d a o rad ay sa,” diye son sözü söyledi Bay F orsyth, “B u göktaşını bulm ayı becerem em iştir!.” “Sizin göktaşm ız" dedi O m icron. “B enim

g ö k ta ş ın ı!...”

diye

y in eled i

D e an

F orsyth. A m a h er ikisi de yanılıyorlardı. “Ş u ” D o k to r H udelson b u rc u n d a sabahlıyordu, d ü rb ü n ü kuzey­ doğuya yönelm iş ve göktaşını kuzeydoğunun sisin­ den çıktığı an d an itib aren izlemişti ve tüm üyle o n ­ lar gibi gü n ey b atın ın p u su n d a kaybolduğu an a k a ­ d a r y olu üzerinde g ö zünü ondan ayırm am ıştı. Ü stelik onu g ö k y ü zü n ü n b u bölüm ünde bildi­ ren ler yalnız o n lar olm adılar. P ittsburg, C incinnatti, Eski ve Yeni K ıta’nın d ah a nice nice başk a göz­ lem evlerinde de sözü edilen göktaşının o rtay a çık­ tığı g ö rüldü. Z ate n sis haftalard ır onu inatla göz­ lerden saklam am ış olsaydı, ilerleyişinin düzenli bir biçim de izlenm esi m üm kündü. H angi düzenlilikte. 102

hangi uzaklıkta, hangi sürede d ü n y a tu ru n u ta ­ m am lıyordu, b u m atem atiksel olarak saptanabilirdi ve bu tu ru , o dönem de rek o ru elinde tu ta n Z iegler1 (aynen) ve öteki Y erküre gezginlerinden d ah a az zam anda y ap tığ ın ı v arsaym ak gerekiyor. G azetelerin okuyucularını bu göktaşını ilgilendi­ ren h er şeyden h ab e rd ar etm ekle uğraşm aları do­ ğaldır. G ökbilim cilerin dikkati d ah a sonra d a halkınki onun üzerine çekilmişti. W haston gazeteleri­ nin, ilk iki kâşif kendi kentlerinde o tu rd u ğ u n a göre eksiksiz haberleri sağlam akta ötekilerden d ah a ace­ leci d av ranm alarından d ah a anlaşılır b ir şey olamaz. Am a özetle öyle koşullarda o rtaya çıkıyordu ki in­ celenm esi için gözlem evlerinde hesaplar yapılm ası gerekiyordu. Bu, gelip geçen ve atm osferin son ta­ bakalarını şöyle b ir geçtikten so n ra kaybolan kayan o yıldızlardan biri, kendini b ir kez gösteren ve uzay d a kaybolacak olan şu küçük gezegenlerden biri, d üşüşü o rtay a çıkışını izlem ekte gecikm eyen şu hava taşların d an biri değildi.... H ayır! G eliyordu bu göktaşı, b ir ikinci uydu gibi dünyanın çevresinde dolaşıyordu, kendisiyle ilgilenilmesini hak ediyordu ve kendisiyle ilgileniliyordu ve b u gerçeklerden sapm ayan öy k ü n ü n sonucundan o rtay a çıkacağı gi­ bi bu olgu, gökbilimi yıllıklarına hiçbir zam an kay­ dedilm em iş olan en ilginçler arasın d a y e r almalıydı. Bu du ru m d a, Bay D ean F o rsy th ve D o k to r H udelson, b u k o n u d a çekişirken o nurlarını o rtaya 1. Stiegler, A itm iş üç g ü n d e dünya turu, P aris, Lecene, 1901

103

koym alarından, şikayetlerindeki sertlikten, b u n ­ dan çıkan çok ü zü cü sonuçlardan dolayı varsın b a ­ ğışlanm asınlar! A m a bu anlaşılacaktır ve h a tta çok geçm eden anlaşılacaktır. G ö ktaşı şimdi belli b ir kesinlikle incelenebilirdi ve b u d a oldu, san at adam ları tarafın d an y a d a d a ­ h a d o ğ ru su bilim adam ları tarafından. E n iyi aygıt­ lar değişik gözlem evlerinde o n a doğru y öneldiler ve en uzm an gözler, sözü edilen aygıtların gözetle­ me m erceklerine yerleştiler. İlk sırad a kendilerine iletilen n o tlara göre gaze­ teler, h alk a göktaşının hangi yörü n g ey i izlediğini bildirdiler. Bu y ö rü n g e tam olarak W h a sto n ’u n tepesinden geçerek kuzey d o ğ u d an güneybatıya d oğru gelişi­ y o rd u ve dü şü şü b u n o k tad a gerçekleşecekse k e n ­ tin üzerine düşecekti. "Ama düşm esi, ne k ad a r gerçeğe y ak ın olu r” diye belirtti W haston M orning, çok haklı olarak abonele­ rini sakinleştirm ek düşüncesiyle. "D üzenli bir hızla, sürekli, tekdüze h arek et ediyor, yo lu n d a b ir engelle karşılaşm asını ve dönm e devinim i sırasında d u rd u ­ rulabileceğini kabul etm ek için b ir neden y o k .” Bu apaçık o rtad ay d ı ve W h asto n gibi y ö rü n g esi altın d a b u lu n an h erh an g i b ir ken tte b u n d a n dolayı h içbir k aygıya düşülm em eliydi. “E lb ette düşm üş olan ve h âlâ d üşen şu h av a ta ş­ ları v a r” diye b elirtti W haston E vening. "Am a b u n ­ lar genellikle k ü çü k boyuttadırlar, u zayda başıboş 104

d olaşırlar ve an cak geçerken y e r çekim ine y ak a la­ n ırlarsa dü şerler.” Bu açıklam a d o ğ ru y d u ve çok düzenli b ir h are­ keti olan ve düşm esinden A y’ınkinden d a h a çok korkulm am ası gerek en söz kon u su göktaşına u y ­ gulanabileceğe benzem iyordu. Ş urası kesindir ki, kim i dönem lerde gökyüzü b ir m eteor akm ıyla dol­ d u ve b u n a ö rn ek o larak 12-13 K asım 1833 gecesi­ ni anabiliriz, dokuz saatten d ah a az b ir sürede y a l­ nız tek b ir m erkezde iki y ü z bin olarak tahm in edi­ len göktaşlarıyla karışık çok sayıda kayan yıldız "yağdı". "B u

o lay ların

sıklığını

göz

önüne

alınca,

Y erküre'm izin, olu ştu ğ u ndan b u y a n a b u binlerce, b u m ilyonlarca, b u m ilyarlarca h av a taşının ağırlı­ ğıyla önem li ölçüde ağırlaşıp ağırlaşm adığını ve bu ağırlığın yüzyılların ard ın d an k o rk u n ç b ir biçim de artıp artm ayacağını kendi kendim ize sorm am ız ge­ rekm iyor m u?... Ve o zam an hacm inin, dolayısıyla kütlesinin, dolayısıyla çekim g ü cü n ü n artm ası y ü ­ zünd en G üneş çevresindeki dönm e hareketi, kendi ekseni çevresindeki dönm e h arek eti değişikliğe u ğ ­ ram ay acak lar m ı?... A y’ın y ö rü n g esin in de kim i d e­ ğişikliklere u ğrayıp uğram ayacağını ve b u y ü zd en D ü n y a y a uzaklığının azalıp azalm ayacağını kim bilebilir?...” Bu gözlem i y a p a n S ta n d a rd V/haston d u ve h e­ m en P unch kendisine özgü üslu b u y la kendininkini ekledi: 105

“H adi, hadi!... Bizi ezm ekle teh d it eden y e n i b ir g öktaşı y eterli değil!... îşte A y'ın d a başım ıza d ü ş­ me tehlikesi v ar!... B u n ların tüm ü B ay D e an F o rsy th ’nin hatası... D o k to r H u d e lso n ’u n hatası. O n ları kam u d ü şm anları olarak k ın ıy o ru z!” B u acayip gazetenin bu iki kişiye saldırırken özel düşm anlıklarının acısını çıkardığına d a in an ­ m ak gerekiyor. O n la r k uşkusuz W haston P u n ch ’a. abone olm ayı reddetm iş olanlardı!... M eteo ru n ne k ad a r uzaklıkta hareket ettiği so ru ­ nu d a aynı şekilde belli b ir kesinlikle işlendi. Yerin ü stü n d e yirm i altıyla otuz kilom etre içerisindeki bu uzaklık, F ransa, Ingiltere, Alm anya, Belçika, H o l­ lan d a’d a 14 M a rt 1864’te gözlem lenm iş olan ve hızı saniyede altm ış beş kilom etreyle, y an i d ak ik ad a üç bin dokuz y ü z kilom etreyle, y an i saatte beş bin se­ kiz y ü z fersahla,. D ü n y a ’nm yörüngesi üzerindekinden çok çok d ah a y ü k sek b ir hıza ulaşan h arik a göktaşına atfedileninkiyle aşağı y u k a rı eşitti. Yeni m eteorunki tam tersine saatte sadece d ö rt yüz, d ö rt y ü z on kilom etreyle o na hiç yetişm iyordu. D o ğrusu en yüksekleri, T ibet silsilesindekiler, D aw alagiri2 ve C ham alari3 deniz düzeyinden on bin m etreyi aşm a­ d ık ların a göre E ski ve Yeni K ıta n ın tepelerine çarp am ay a yetm eyecek yükseklikteydi. Böylece g ö k taşının d ö rt y ü z y irm i fersah4, y a k la ­ şık kürem izin k endi ekseni üzerinde d ö n erk en y er2. B ugün D haulagiri (N epal) 8172 m. 3. Chom o Lhari, 7314 m. E veresi T epesinin yüksekliği 8848 m. 4. 1680 km /saat, bildirilen hızdan d ö rt kat d aha fazla.

106

y ü z ü E k v a to r’u n o k talarının yaptığı k a d a r y ani yirm i d ö rt saatte on bin fersah tan fazla yaptığını göz önüne alırsak, öte y a n d a n onu y e rd e n ayıran iki y ü z kilom etre5 dolayındaki b u m esafeyi göz önüne alırsak b u n d a n çıkacak sonuç şudur: D üny a ’nm çevresini tam o larak yirm i d ö rt saatte d ö n ­ m ektedir, oysa Ay b u n u n için yirm i sekiz gün h a r­ cam aktadır. B u n d an d a hava sürekli tem iz olsaydı kuzey b atıd an g ü n eydoğuya doğru çizdiği y ö rü n g e ­ sinin altın d a b u lu n an ülkelerde hep g ö rü n ü r olaca­ ğı sonucu çıkıyor. A m a m eteorun, b u elli fersahlık uzaklıktan en azından belli b ir m enzildeki aygıtlar için nasıl gö­ rü n ü r old u ğ u n u sorm ak y erin d e olm az mı? H acm i­ nin oldukça b ü y ü k olm ası gerekm iyor m u? İşte S ta n d a rd W haston doğal olarak o rtay a çı­ kan b u so ru y u şu sözlerle yanıtlıyordu: “G öktaşının g ö rünen boyutu ve yüksekliğine gö­ re çapı beş-altı y ü z m etre k a d a r olmalıdır. Gözlem ­ lerin b u ra y a k a d a r sap tanm asına olanak verdikleri bu kadar. A m a yapısını y eterli ölçüde belirlem ek henüz m üm kün olm am ıştır. M uhtem elen sadece on sekiz kilom etre uzak lık ta b u yoğunluk, y e r yüzey in d ek in d en on k a t d ah a az old u ğ u n a göre b u y ü k ­ seklikte y o ğ u n lu k ları çok zayıf olsa d a atm osfer ta ­ bak aların d ak i sürtünm esi sayesinde canlı b ir bi­ çim de aydınlanıyor olması, y eterin ce güçlü d ü r­ bü n ler kullanıldığında onu g ö rü n ü r kılm aktadır. 5. Y ukarıda otuz.

107

A m a yalnız b ir gazlı m adde yığını değil mi b u gök­ taşı? Tersine, ışıklı b ir k u y ru k la çevrelenm iş katı b ir çek ird ek ten oluşm uyor m u?... Kalınlığı nedir, b u çekirdeğin y ap ısı nedir? Bilinm eyen, belki de hiç bilinm eyecek olan b u d u r...” “Şim di sözü edilen göktaşının düşeceği tahm inle­ rinde bulunm aya gerek v ar mı? H ayır elbette. K uş­ kusuz belirlenm esi olanaksız olan bir süreden beri D ü n y a çevresindeki yörüngesini çiziyor ve m eslek­ ten gökbilim ciler onu henüz fark etm edilerse b u nun için onları suçlam am ak gerekiyor. Bu m uhteşem keşfin şanının adandığı iki hem şehrim izi, Bay D ean F orsyth ve D o k to r Sydney H ud elso n ’u suçlam ak.” “Sözü edilen göktaşının, b en zer göktaşlarının b aşın a sık sık geldiği gibi patlayıp patlam ayacağını bilme m eselesine gelince, işte H e rsch el’le verilebi­ lecek yan ıt, aynı zam anda ciddi b ir açıklam a olan yan ıt: G ö k taşlarının y e re d ü ştü ğ ü n d e sahip o ld u k ­ ları sıcaklık, içindeki ateşin etkisiyle oluşm uş olgu­ lar, atm osferin d ah a y o ğ u n tab ak a ların a girdikle­ rinde patlam aları, tüm b u n lar fizik yasalarının y a r ­ dım ıyla havanın sonuç olarak çok y ü k sek hareket hızıyla ulaştığı yoğunlaşm ayla ve yoğunluğu çok azalm ış havayla sıcaklık arasın d a v ar olan ilişkilerle yeterin ce açıklanm ıştır. P atlam a konusuna gelince b u n u k atı kütlenin dayanabildiği basınca bağlam ak gerekiyor. 1863 göktaşı için olan budur. H avanın yo ğ u n luğ u b u lunduğu uzaklıktan on k a t d ah a az ol­ sa d a o göktaşı, b ir tek b ir dem ir kütlesinin patlam a­ 108

dan direnç gösterebileceği, altı y ü z yetmiş beş atm osferlik b ir basın ca direnç gösteriyordu.” H alka yapılan açıklam alar bunlar oldu. Kısaca bu göktaşı olağan koşullarda ortaya çıkıyordu ve o za­ m ana değin benzerlerinden hiçbir biçimde farklılık gösterm iyordu. Ya y e r çekim inden çıkacaktı y a Y er­ k üre çevresinde dönm eyi sürdürecek y a patlayacak ve parçalarını y ere saçacak y a d a daha önce düşen ve düşecek olan b ir sürü başkaları gibi düşecekti. B un­ ların tüm ünde olağanüstü hiçbir şey yoktu. O neden­ le bilgin dünyası, alışılmış ölçüde b ununla ilgilendi ve cahil dünyası b u n a hiçbir özel ilgi göstermedi. Yalnız -üzerinde du rm anın y erin d e olacağı bir durum -. W h asto n sakinleri b u m eteorla ilgili h er şeye d ah a d erin d en bağlandılar. Bu, keşfi kentin iki on u rlu şahsiyetine borçlu olm alarından kaynakla­ nıyordu ve o n ların m alına, kendilerine özgü bir şe­ y e dönüşm üşe benziyordu. Z ate n eğer gazeteler Bay D ean F o rsy th ve D o k to r H udelson arasın d a h er geçen g ü n d ah a ciddi olarak v u rg u lan an re k a ­ beti duyurm am ış olsalardı, P ıın c tiu n “kom ik” d e­ diği bu kozm ik olay k arşısında belki de Ay altın d a­ ki öteki y a ra tık la r gibi neredeyse ilgisiz kalırlardı. A m a u zu n sözün kısası, b u göktaşına b ü y ü k ilgi gösterm eye g erek olm asa d a koşullar, çok kısa bir sürede k am u o y u n u n eğilim lerini ne k a d a r değişti­ recekti? İn san tu tk u su n u n , doyum suzluklarm m k arg aşasın a kendini b ırak tığ ın d a nereye k a d a r gi­ debileceğini göreceğiz. 109

Bu a ra d a d ü ğ ü n tarihi y aklaşıyordu ve yalnız b ir h afta d ah a gerekiyordu. B ayan H udelson, Je n n y , Loo b ir y a n d a n F rancis G ordon ve hizm etçi M itz öte y a n d a n arta n b ir tedirginlik içinde yaşıyorlardı. B eklenm edik h erhangi b ir d u ru m d an kay n ak lan a­ cak b ir p atlam adan ve zıt akım larla yü k lü iki b u lu ­ tu n yıldırım ı g ü rleten o çarpışm asından hep k o rk a r du ru m d ay d ılar! B ay F o rsy th ’nin rengini değ iştir­ m eyeceği ve Bay H u d e lso n ’u n kızgınlığının h e r fır­ satta o rtay a çıkm aya çalıştığı biliniyordu. G ökyüzü genelinde güzeldi, hava pürüzsüz, W haston u fu k ­ ları çok açık, iki rakip, h er y irm i d ö rt saatte b ir ve belli b ir süre b o y u nca başlarının ü stü n d en geçen p arlak b ir haleyle göz kam aştırıcı bir biçim de sü s­ lü m eteoru görebiliyorlardı. O n u bakışlarıyla y u tu ­ yorlar, gözleriyle okşuyorlar, öz adlarıyla, F orsyth G öktaşı, H u delson G öktaşı diye çağırıyorlardı! Ç ocuklarıydı, canlarının canı. O, o n lara oğulun a n ­ ne bab ay a olduğu gibi aitti. G ö rü n ü şü onları sü­ rekli co ştu ru y o rd u . Y aptıkları gözlem leri, ilerleyi­ şinden, biçim inden çıkardıkları varsayım ları, biri C incinnati G özlem evi’ne öteki P ittsb u rg Gözlem ev i’ne, keşiflerinin öncelik hakkını istem eyi kesinlik­ le u n u tm ad an gönderiyorlardı! W haston S ta n d a rd ¿.a. D o k to r H u d e lso n ’a karşı oldukça saldırgan b ir yazı, B ay D ean F o rsy th y e atfedilen b ir kısa y azı bile yayım landı. Kimi in san ­ ların gerçek ten aşırı iyi gözleri olduğunu, b ir b aş­ kasının d ü rb ü n ü n d e n b ak tık ların d a d ah a önceden 110

görülm üş olanı b iraz fazla kolaylıkla gördüklerini söylüyordu... H em en ertesi g ü n ü b u kısa y azıy a y a n ıt olarak W haston E v e n in g d e d ü rb ü n konusunda, hiç k u ş­ k u su z iyi silinm em iş, objektifine göktaşı sandığı k ü çü k lekelerin serpiştirilm iş olduğu, eşi benzeri olm ayan d ü rb ü n lerin b u lu n d u ğ u söylendi!... Ve aynı zam an d a P unch, devasa k an a tla rla do­ nanm ış ve göktaşını y ak alam ak am acıyla hız y arışı­ n a girm iş iki ra k ib in o n lara dilini çıkaran b ir zebra başının d a y e r aldığı çok benzeşen b ir k a rik a tü rü ­ n ü yayım lıyordu. B u nunla b irlikte b u m akalelerin, b u kırıcı im ala­ rın ard ın d an iki rak ib in durum u g ünden güne k ö tü ­ leşm e eğilimi gösterse de henüz evlenm e m eselesine m üdahale etm e fırsatları olm am ıştı. B undan söz et­ m eseler de en azından bırakıyorlardı işler y ü rü y o r­ du. K arşı k arşıy a gelm ekten kaçınm ak için hiç k a ­ tılm ayacak bile olsalar -bu gerçekten acınacak bir d u ru m olur- tö ren yine de yapılacaktı. F rancis G or­ don ve J e n n y H udelson, eski b ir B retagne şarkısı­ nın söylediği gibi "A ncak ölüm le bitecek altın bir bağ ile’’ d ah a az bağlı olm ayacaklardı. S onra, bu iki dik kafalının tüm üyle küsm ek işlerine gelse de, en azından saygıdeğer O ’G a rth S ain t-A n d rew Kilisesi’nde evlilikle ilgili işi tam am lam ış olacaktı. 22-23 M ayıs günlerinde d u ru m u değiştirecek hiçbir olay olm adı. A m a kötüleşm ese de hiçbir iyi­ leşm e de olm adı. B ay H u d e lso n ’la rd a yem ek sıra­



sın d a m eteo ra en k ü çü k b ir im ada bu lu n u lm u y o r­ du ve B ayan Loo, onu h ak ettiği gibi ele alam am ak­ tan dolayı k ö p ü rü y o rd u . A nnesi onun, d u ru m u d a ­ h a d a kızıştırm am ak için susm anın d ah a iyi olaca­ ğını anlam asını sağlam ıştı. Y ine de onu sadece p ir­ zolasını k eserken g ö rd ü ğ ü n ü zd e bile kü çü k kızın göktaşını d ü şü n d ü ğ ü ve onu izinin b u lunam ayaca­ ğı k a d a r k ü çü cü k lokm alar haline getirm eyi istedi­ ği gözle gö rü lü y o rd u. J e n n y y e gelince o, d o k to ru n g örm ek istem ediği ü zü n tü sü n ü saklayam ıyordu. Ve belki de gerçek ten de gökyüzüyle ilgili m eşgale­ lerine öylesine dalm ıştı ki onu fark etm iyordu. E lbette F ran cis G ordon, b u yem eklerde hiç gö­ rü n m ü y o rd u ve k endi kendine izin verdiği tek şey, D o k to r H u d elso n b u rc u n a y en id en vasıl o ld u ğ u n ­ d a gü n lü k ziyaretiydi. Kaldı ki dayısıyla m asada b u lu n d u ğ u n d a d a y e ­ m ek E lizabeth S o k ağı’n d a bulunan evdekinden d a ­ h a neşeli olm uyordu. B ay D ean F orsyth hiç k o n u ş­ m u y o rd u ve y aşlı hizm etçiye söz yönelttiğinde bu beriki, havanın o g ünlerde olduğu k a d a r k u ru bir evet y a d a b ir h ayırla ancak y an ıt veriyordu. B ir tek kez 24 M ay ıs’ta B ay D ean F o rsy th y e ­ m ekten so n ra m asadan kalk ark en yeğenine: “H u d elso n ’lara h âlâ gidiyor m u su n ? ” dedi. “K u şk u su z ” diye y a n ıt v e rd i se rt b ir sesle F ran cis. “H u d e lso n ’lara niye gitm eyecekm iş?” diye sordu y aşlı hizm etçi. 112

“Size söylem iyorum M itz” diye hom urdandı Bay Forsyth, “F ran c is’e...” —Ben de yanıt verdim dayı, evet, her gün gidiyorum. —O ra y a siz de gitm ek zorundasınız efendim ! K ollarını çapraz k av u ştu rm u ş olan ve efendisine dik dik b ak an M itz kendini tutamadı"Bu d o k to ru n b an a yaptıklarından so n ra da m ı?’’ diye bağırdı Bay D ean Forsyth—D ayı size ne y ap tı? —K eşfetm ekte sakınca görm edi... — B izzat sizin keşfetm ekte olduğunuzu.... Flerkesin keşfetm eye h akkının olduğu şeyi-.- B aşkala­ rının d a y a k ın d a keşfedeceklerini... Ç ünkü söz ko­ nusu olan nedir? W h a sto n ’un görüş alanından binlercesi geçen b ir göktaşı... —Ve evim izin köşesinde b u lu n an sınır taşından d ah a önem li olm am ası gereken... Bir taş... S ıradan b ir çakıltaşı. Boşu b o şu n a kendine hâkim olam aya çalışan M itz düşüncelerini böyle dile getirdi- Ve işte o za­ m an bu y an ıt Bay D ean F o rsy th ’i çileden çıkarm a becerisini gösterdi, artık kendine hâkim olm ayan b ir adam o larak yanıtlıyordu: — Pekâlâ... ben... Francis, san a doktorun evine ayak basm ayı yasaklıyorum . “Size itaat etm eyeceğim için üzgünüm dayı” diye belirtti F ran cis G ordon, çok ça b a gösterm eden kendini tu tara k , dayısının b u koşulu onu korkunç isyan ettiriyordu. "G ideceğim ...” 113

"Evet, gidecek...” diye bağırdı yaşlı hizmetçi de ardından. "H udelson hanım efendiyi görm eye gide­ cek... B ayan J e n n y y i, nişanlısını görm eye gidecek.” —N işanlım ... Evlenm em g erek en kız... dayı... —E vlenm ek? —E v et ve d ü n y ad a h içbir şey beni engelleyem ez! —B unu g ö receğ iz! Bu sözler, b u evliliğe k arşı çıktığı konusundaki kararlılığını gö steren ilk sözler üzerine salonu te rk eden B ay D e an F orsyth, kulenin m erdivenlerini çıktı, kapısını g ü rültüyle kapattı. Ve aslında Francis G ordon dayısına rağm en h er zam anki gibi Fludelson ailesinin y an m a dönm ek k a­ rarındaydı. A m a B ay F orsyth örneği y a doktor d a kapısını ona yasaklarsa... Ya B ay Fludelson d a bu evliliğe karşı çıkarsa?... H e r şeyin en kötüsü, karşı­ lıklı b ir kıskançlık, b ir kâşif kiniyle artık kör olmuş b u iki düşm anın h er şeyinden korkulm uyor m uydu? O gü n F ran cis G o rd o n kendini B ayan H udelson ve iki kızının k arşısın d a b u ld u ğ u n d a ü zü n tü sü n ü sak lam ak ta ne çok acı çekti. D ayısıyla yaşadığı olay h ak k ın d a h içb ir şey söylem ek istem edi. Aile­ nin endişelerini artırm an ın ne y a ra rı olurdu! D ayısının b u y ru k ların ı hiç hesaba katm am a k a ­ ra rın d a değil m iydi? izn in d en vazgeçm esi gereki­ y o r idiyse vazgeçecekti... Yine de özgürdü y e te r ki d o k to r h erh an g i b ir re t n o k tasın a gelm esin... F ra n ­ cis’in dayısına rağm en yapabileceğini J e n n y b a b a ­ sına rağm en yap am ıy o rdu. 114

İşte o zam an L o o ’n u n aklına B ay D ean F o rsy th nezdinde kişisel b ir girişim de bu lu n m a fikri geldi. K endi kendine b aşk alarının başarısız olduğu y erd e kendisinin başarılı olacağını söyleyerek b u uzlaştırıcılık m esleğine soyunan şu on beş y aşın d ak i k ü ­ çük kızı g ö rü y o r m usunuz? A m a onun genç bir A m erikalı b ayan old u ğunu ve b ü y ü k C u m h u ri­ y e t i n genç b ay an ların ın kendilerine çok güvendik­ lerini hiç unutm ayın. G erçek b ir özgürlüğe erişm iş bulunuyorlar, h o şların a gittiği gibi gidiyorlar, geli­ yorlar, isteklerine göre akıl y ü rü tü y o r ve h a tta saç­ m alıyorlar. O nedenle ertesi gün k ü çü k kız, ne a n ­ nesine ne k ardeşine h ab e r verm eden çevik adım ­ larla y o la çıktı, zaten yalnız çıkm aya alışıktı ve B a­ y a n H u delson kiliseye gittiğini sanabilirdi. B ayan Loo, belki de aslında gitm ekle d a h a iyi y ap a c a ğ ı

kiliseye

g itm iy o rd u

ve

B ay

D ean

F o rsy th 'n in evine vardı. Francis G o rd o n o ra d a değildi ve onu karşılayan hizm etçi M itz oldu. Bu yaşlı hizm etçi ziyaretinin nedenini öğrenir öğrenm ez çok haklı o larak şöyle dedi: “Sevgili B ayan Loo, iyi yüreklilikle h arek et edi­ y o rsu n u z am a inanın b a n a girişim iniz sonuçsuz k a ­ lacak... Benim efendim deli... kesin deli... ve tüm ko rkum b ab an ızın d a öyle olması, çü n k ü o zam an tam felaket olacaktır...” “B ay F o rsy th y i görm em i öğütlem iyorsunuz” di­ y e sözü aldı Loo ısrar ederek.

—H ayır... b u n u n y a ra rı olm ayacak. Sizi görm eyi red d ed ec ek tir y a d a sizi kab u l ederse de size kesin b ir ko p m ay a yol açacak şeyler söylem ekte sakınca g ö rü p görm eyeceği ne m alum ? —Yine de b a n a M itz, onu duygulandırm ayı b a ­ şaracağım gibi geliyor... G ülerek, şakıyarak ona, “B akın B ay F orsyth, b u n ların tüm ü bitm eyecek mi? D eğersiz b ir göktaşı için kızm anın bir anlam ı v ar mı? Yeğeninizi, kardeşim i m utsuz... bizim h ep i­ mizi m utsuz edecek k a d a r ileri gidecek m isiniz?” dediğim de... “H ayır, sevgili B ayan L o o ” diye y a n ıt verdi y a ş ­ lı hizm etçi. “O n u tanırım , hiçbir şey elde etm eye­ ceksiniz... Aklı b aşın d a değil... D eli o, size te k ra r­ lıyorum ve beni dinleyiniz, ben bile ü stesinden ge­ lem ediğim e göre, zam anınızı ve em eğinizi boşa harcayacaksınız... B ay F o rsy th yi görm eye çalış­ m ayın. K orkarım h erh an g i bir skandal d u ru m u d a ­ ha d a güçleştirecek ve belki de evliliği olanaksız k ı­ lacak tır.” “Peki ne yapm alı... N e y ap m alı?” diye bağ ırıy o r­ du k ü çü k kız ellerini kenetlerken. —Beklem eli sevgili B ayan Loo. B irkaç g ü n d ah a sabır. H ayır, ö ğüdüm ü dinleyin... İyi olur... Evinize d ö n ü n am a geçerken S ain t-A n d rew ’de azıcık d u ­ ayla ulu T an rı’dan işleri düzeltm esini isteyin... Sizi dinleyeceğinden em inim !... B u ndan so n ra yaşlı hizm etçi k ü çü k kızı iki k ö r­ pe y an a ğ ın d a n ö p tü ve onu kapıya k a d a r götürdü. 116

Loo, M itz’in ö ğ ü d ü n ü dinledi am a önce terzih a­ nenin ö n ü n d en geçtiğinden elbisesinin belirtilen günde h azır olacağından em in oldu... Ç ok güzeldi, bu elbise. S o n ra Loo, kiliseye girdi ve "işleri d ü ­ zeltm esi” için T a n rıy a d u a etti. B unun için iki ra k i­ bin h er birine onca sefaletin nedeni olan eskisini aratm ayacak, keşfini kesin onların yapm ış olacağı d ah a değerli, d a h a olağanüstü y eni b ir göktaşı gön­ derm eli mi!

117

IX. Bölüm

B u rad a evliliğin ön cesin d e y e r alan ve beklen m ed ik olduğu kad ar da kesin olan b ir saptam anın y ap ıld ığ ı g ün lerden birk açı geçiyor.

A

ltı gün sonra, tam olarak b ir hafta bile d e­ ğil, F rancis G ordon ve J e n n y H udel-

s o n ’un nikahı için sap tan an tarih 31 M a­ yıs gelecekti. “Y eter ki o gü n e değin b ir şey olm asın" diye sü ­ rekli tek rarlıy o rd u yaşlı M itz. Ve aslında d u ru m değişm ese de en azından bunu d ah a kötüleştirecek hiçbir olayın olm am ası önem ­ liydi. Z ate n bu göktaşı m eselesinin iki genç n işan ­ lının birleşm esini engelleyebileceği y a d a geciktirebileceği m antıklı b ir kişinin aklına gelebilir m iydi? B ay D ean F o rsy th ve D o k to r H u d elso n ’un tö re n ­ de b irb irlerin in k arşısın d a bulunm ayı hiç istem e­ 118

diklerini varsayalım . Pekâlâ! O n lard an vazgeçile­ cekti. Kaldı ki onaylarını verm eleri d u ru m u n d a varlıkları zorunlu değildi. Asıl olan b u onayın k e­ sinlikle reddedilm em esiydi... E n azından doktorunki, çü n k ü F ran cis G ordon dayısının sadece y e ­ ğeniydi, Jen n y , o babasının kızıydı ve onun isteği­ ne rağm en evlenem ezdi. Bu yü zd en , M itz kendi kendine “y e te r ki o güne değin b ir şey olm asın...” diyorsa da, d ah a güven içindeki Loo, günde yirm i kez yineliyordu: “N e olabileceğini gerçekten an lam ıy o ru m ! ” F rancis G ordon, güveni m üstakbel kü çü k baldızınınkine hiç de eşit düzeyde olm asa d a aynı m an­ tığı y ü rü tü y o rd u : “B ay H udelson ve dayım birbirlerine karşı acınası bir tutum içindeler... A m a artık kavgalarını daha da vahim leştirecek bir şeyin olabileceğini sanm ıyorum . Lanet göktaşı keşfedildi. İster bu beriki ister şu öteki taralından keşfedilmiş olsun b undan hiç etkilenmi­ yor. U zayda yürü y ü şü nü düzenli bir biçimde sürdü­ rüyor ve b u koşullarda kuşkusuz sonsuza değin sür­ dürecek. Dayım ın ve Bay H udelson’un talepleri bili­ niyor, kayıt altına alındılar ve d ah a fazlasını yapam a­ yacaklar ve h er şey zam anla yatıştığından sevgili J e n n y yle evliliğim iki aileyi içtenlikle bağladığı za­ m an rekabetleri de sonunda durulacak!... Ö nem i yok, öm rüm den bu altı günü silmek isterdim !.” İşte! 26 M ay ıs’ta n 3 1 'ine seve seve atlanılacak böyle d u ru m lar v ard ır ve özetle o rtalam a üç bin sü ­ 119

ren b ir insan ö m rü n d e b ir h afta n ed ir k i! A m a b u silme, b u n u y ap m ak onun gücü sınırları içinde d e ­ ğil ve F ran cis G o rd o n kendisini d ü ğ ü n g ü n ü n d en hâlâ ay ırm ak ta olan y ü z k ırk d ö rt saati yaşam aya b oyun eğm ek z o ru n d a kaldı. D o ğ ru su m eteor h ak k ın d a söyledikleri d o ğ ru y ­ du. H a v a güzel olm aya devam ediyordu ve W haston gökyüzü hiç b u denli d u ru olm am ıştı. G üneşin doğuşu v a b atışın d an sonra y o k olup giden biraz sabah ve ak şam ü stü pusu. H avanın berraklığını tek b ir p arça su b u h arı bozm uyordu. G öktaşı aynı y e rd e d oğup b a ta ra k düzenli b ir biçim de o rtay a çı­ kıyordu, y ıldızların yaptığı gibi, doğru, yıldız y ılı­ nın üç y ü z altm ış altı g ü n ü n ü n o lu şturduğu d ö rt dakikalık b u ilerlem e olm adan. H ayır, m ükem m el b ir k ro n o m etren in dakikliğiyle ilerliyordu. G ö rü ­ n ü r olduğu ve cep d ü rb ü n lerin in y o lu n u gözlediği ve hızlı gezisinde izlendiği h er y erd e olduğu gibi W haston da da. Işık saçan halesi aysız gecelerin o r­ tasın d a ışıldıyordu ve bin b ir objektif, geçerken onu y ak alıy o rd u . B ay F o rsy th ve H u d e lso n ’un onu gözleriyle y u t­ tuklarını, onu k apıyorm uş gibi kollarını u za ttık ları­ nı, ciğerleriyle dolu dolu onu soluduklarını eklem e­ y e gerek v ar mı! K u şkusuz kalın bir b u lu t ta b a k a ­ sının a rd ın d a onların b ak ışlarından saklanm ası d a ­ h a iyi o lu rd u ! O rta y a çıkm ası sadece onları b irb ir­ lerine k arşı d a h a çok kışkırtıyordu. B u yü zd en M itz, y a tağ ın a gitm eden önce penceresinin önüne 120

geldiğinde y u m ru ğ u y la onu teh d it ediyordu. B oşu­ n a tehdit, m eteor yıldızlarla n o k ta n o k ta olmuş g ö k k u b b ed e ışıklı y o lu n u çizmeyi sü rd ü rü y o rd u . Ş u n u d a söylem ek uygun olur, doğrusu göktaşı g erçek b ir b aşarı elde etm işti ve üzerinde dolaştığı tü m kentlerde, gece o lduğunda halkın alkışlarıyla selam lanıyordu, özellikle W h a sto n ’da. B inlerce b a ­ kış, u fu k ta onun o rtay a çıkacağı y e ri gözetliyordu ve onu ancak k arşı ufkun ard ın d a kaybolduğu a n ­ d a b ırakıyordu. G erçekten de o, b u sevim li Virginia k entine d a h a özel olarak aitm iş gibiydi, çünkü göktaşlarının gökküm esi içindeki varlığının ilk kez duyurulm asını, çok saygıdeğer y u rtta şla rın d a n iki­ sine borçluydular. Ve aynı şekilde şunu d a söylem ek gerekiyor; k e n t iki k am p a bölünm üştü: D e an F o rsy th ’y i tu ­ tanlar, D o k to r H u d e lso n ’u tutanlar. İlkini şiddetle destekleyen gazeteler, hiddetle İkincisinden y a n a olan gazeteler v ard ı. O y sa C incinnatti ve P ittsb u rg gözlem evleriyle yapılan b ağ lan tılard a n an la­ şıldığı k ad a rıy la eğer m eteor, iki W h asto n lu göz­ lem ci ta ra fın d a n aynı gün y a d a d a h a çok aynı g e­ ce, aynı saatte, aynı dakikada, aynı saniyede keşfedildiyse b u öncelik hakkı so ru n u n u n , o rtay a çık­ m am ası gerek tiğ in e de dikkati çekm ek gerekiyor. Yine de ne M o r n in g W haston ne E v e n in g W haston, ne S ta n d a rd W haston b u n d a n vazgeçm ek is­ tem iyorlardı. K avga, kulenin tepesinden, b u rc u n tep esin d en red ak siy o n b ü ro la rın a k a d a r iniyordu 121

ve ciddi k arışık lık lar beklem ek gerekiyordu. D a h a şim diden m eselenin tartışılacağı m itinglerin d ü ­ zenleneceği b ild iriliyordu ve ö zg ü r A m erik a’nın y u rtta şla rın ın taşkın kişilikleri göz önüne alın d ı­ ğında, b u n d a n k u şk u duyulur, kim bilir ne ölçüsüz b ir dille! Ve sözlerle y etinilecek m idir?... Eylem e geçilm eyecek m idir? İki ta ra f en so n u n d a y a k a p a ­ ça olm ayacak m ıdır?... B ıçaklar ceplerden çıkm a­ y a c a k ve tab an c alar kendi kendilerine p atlam ay a­ cak m ıdır?... O nedenle B ayan H udelson ve J e n n y endişe içinde bu kaynam anın h er gün artığını g ö rü y o rla r­ dı! Loo b o şu n a annesini y atıştırm a k istiyordu, F ran cis b o şu n a nişanlısını y atıştırm a k istiyordu. İki rakibin kafalarının giderek d ah a çok attığını, şu bağışlanam az aşırı kışkırtm alara m aruz kaldıkları­ nı çok iyi biliyorlardı. Bay D ean F o rsy th ’nin ağzın­ dan kaçan d o ğ ru y a d a yanlış sözler, B ay H udelso n ’un söylediği gerçek y a d a u y d u rm a laflar a k ta ­ rılıyordu. E ğ er bu beriki H udelson m itinginde ta ­ ra ftarların a söylev çekm ek için b u rc u n d an inerse, öteki F orsyth m itinginde tara ftarla rın a b ir söylev çekm ek için kulesinden inerse iki halk ayaklanm a­ y a c a k m ıydı? B unu o güne değin çok olaysız olan bu kentin sokaklarını k a n a bulayacak k o rk u n ç b ir m ücadele izlem eyecek m iydi?... İşte bu ko şu llarda sesi, b u n u söyleyebiliriz, tüm d ü n y ad a y an k ılan a n b ir gök gürlem esi m eydana geldi. 122

Peki, patlam ayı, gökkubbeye çok sayıda y an k ıy ­ la y an sıy acak olan b ir patlam ayı gerçekleştiren göktaşı m ıydı? H ayır! Bu k o n u d a içiniz ra h a t etsin. S adece E s­ ki ve Yeni K ıta’m n tüm cum huriyetlerine, tüm krallık ların a telefon ve telgrafın elektrik hızıyla y ay d ık ları b ir h ab e r söz konusu. E ğ er a n cak b u d e­ rece şaşkınlıkla karşılanabilecek b ir m eteorsal bilgi varsa, o d a en zor inandırılabilenlerin bile tüm üyle d o ğ ru lu ğ u n u k ab u l etm ek zo ru n d a kaldıkları bu bilgi oldu. Sözü edilen bilgi, ne Bay H u d e lso n ’un b u rc u n ­ dan ne B ay D ean F o rsy th ’nin kulesindan ne de h a tta P ittsb u rg G ö zlem ev in d en y a d a C incinnatti G özlem evi’n d en geliyordu. H ayır! B u denli b ek ­ lenm edik b ir k eşif 2 6 y ı 27 M ayıs’a bağlayan gece B oston G özlem evi’nden yapılm ıştı ve y a n k ı uy an ­ dırm ası kim seyi şaşırtam ayacaktı. H e r şeyden önce çok sayıda insan onu hiç kab u l­ lenm ek istem edi. B irileri için bu çok geçm eden yanlışlığı k abul edilecek b ir hataydı, ötekileri için­ se ancak m ünasebetsizlerin akıl edebilecekleri bir y u ttu rm aca! B u nunla b irlikte B oston G özlem evi bilginleri, bu tü r b ir şak ay a kendilerini k ap tırm ay acak k ad a r ciddi ad am lar o larak kabul ediliyorlardı. Bu sözde keşfin, bu b ü y ü k ulusal k urum un, “evrenle dalga geçm eyi” isteyen astronom i öğrencilerinin çılgın beyinlerinde do ğ d u ğu varsayılsa bile, W ashing123

to n ’u n b ir y erg i sayfasında söylendiği gibi y ü ce m evkiinin görevlerine iyice inanm ış olan m üdür, geçm esine izin verm ezdi y a d a en azından yirm i d ö rt saat içinde b u n u yalanlardı... O y sa hiçbir şey olm adı ve bilginin doğruluğunu k abul etm ek y erin d e oldu. Kaldı ki işte Birleşik D evletler’in başlıca kentleri­ nin aldığı kısa h aber ve bu k onuda herkes hem fikir olacaktır, hiçbir zam an telgraf telleri bu k adar doğru ve bu k ad ar inanılmaz b ir haberi ulaştırm am ışlardı. Aynı gün B irlik’in b ir sürü gazetesinin yayım la­ dığı kısa h ab e r şöyle diyordu: “V irginia eyaleti W h asto n kentinin iki saygıde­ ğ er y u rtta şın c a P ittsb u rg ve C incinnatti G özlem ev­ lerinin d ik k atin e sunulan ve Y erküre çevresinde d ö n ü şü n ü b u ray a k a d a r m ükem m el b ir düzende tam am layan göktaşı, incelendi ve özel bileşimi b a ­ kım ından araştırıldı. Bu araştırm ad an , bu gözlem den, bu in celem e-, den aşağıdaki bilgiler elde ediliyor. Bu gök taşın d an y ayılan ışınlar ta y f analizine ta ­ bi tu tu ld u ve yönlerinin konum u bileşim inin en açık biçim de öğrenilm esine olanak verdi. Işıklı halesinin çevrelediği ve gözlem lenen ışınla­ rın h arek et noktası olan çekirdeği hiç de gazlı y a p ı­ d a değil, k atı y ap ıd a. H av a taşlarının çoğunluğu­ n u n olduğu gibi ham dem irden değil, ne de küçük taşlı kürecikleri içeren b u m agnezyum silikat, perid o ttan oluşm uş. 124

Bu göktaşı altından, saf altından ve gerçek değe­ ri belirlenem iyorsa bu, o rtaya çıktığı koşullarda ve uzaklaşm ası d a h esab a katılarak çekirdeğinin b o ­ y u tların ı ölçm enin m üm kün olm am asındandır.” Tüm d ü n y an ın bilgisine sunulan kısa h ab e r böyleydi. E tkisi ne oluyordu, b u n u hayal etm ek ta rif etm ekten d ah a kolay. Altın b ir k ü re d ü n y a çevre­ sinde ve y ü zey in d en elli kilom etreden d ah a az bir uzak lık ta d ö n üyordu... D eğeri sadece çok sayıda m ilyar edebilen değerli b ir m etal yığını... İster biz­ zat kendisinden ister atm osfer tabakalarının o rta ­ sındaki hızından k ay n aklanan ısınm adan olsun ışıklı b ir küre!... Ve b ir süre so n ra kesinlik k azanan şey, Boston kim yacılarının kesinlikle h ata yapm am ış oldukla­ rıydı ve öteki ülkelerdeki m eslektaşları göktaşının ışınlarını analize tabi tu ta r tutm az, bu ışınların za­ ten akışkanlığa yol açacak yeterlilikte olm ayan bir sıcaklıkta b u lu n an altın b ir çekirdekten ancak ge­ lebileceğini k ab u l ettiler. W h a sto n ’a gelince böyle b ir keşfin onuru, bu kente ve d ah a özel olarak D ean F o rsy th ve S ydney H udelson ad ın a sahip, b u n d an böyle ünlü iki v a­ tan d aşa aitti. N e y azık ! Böyle b ir h ab er rekabetlerini azaltm ı­ yor, eskinin dostlarını yakınlaştırm ıyor, iki ailenin duru m ların ı d a h a az gergin kılm ıyordu. Tersine olağanüstü keşiflerinin öncelik h ak k ım talep etm e k o n u su n d a sadece d ah a hırslı olacaklardı. 125

Belli ki Y aratıcı d a h a k ü çü k kızın dileklerini k a ­ bul etm em işti. F ran cis G o rd o n 'u n dayısına ve J e n n y H u d e lso n ’un b ab asın a gönderdiği hiç de y e ­ ni b ir göktaşı değildi ve y ö rü n g esi W h a sto n 'u n te ­ p esinden geçen bu altın k ü re için edecekleri kavga d ah a şiddetli olacaktı!

126

X. Bölüm

B u ra d a bu kez B a y a n A rcad ia W a lk e r’ı, son d erece sab ırsızlık la S e th S ta n fo rt’u bek lerk en ve ard ından olan ları görüyoruz.

O

sabah hizm etçisi K ate o d ad a gidip gelir­ ken Yargıç P ro th penceresindeydi. B akı­ y o rd u ve şu ndan em in olun, göktaşının

W h a sto n ’un ü stü n d en geçip geçm ediğini görm eye hiç m eraklı değildi. Bu olay, ne o lu rsa olsun, onu hiç de ilgilendirecek b ir olay değildi. H ayır, sakin evinin kapısının açıldığı A nayasa M ey d a m ’n a göz gezdiriyordu. Am a Bay P ro th 'u n ilgisini uyandırm ayan şey bel­ ki de K ate y e biraz önem li gibi geliyordu ve daha şim diden iki y a d a üç kez efendisinin önünde d u ra­ ra k tekrarladığını b ir dördüncü kez söylemişti: - Ö yle mi efendim , altından m ıym ış?... 127

“Ö yle gib i” diye y a n ıt verdi yargıç. —B unun sizin üzerinizde hiç de b ü y ü k b ir etkisi olm uş gibi g ö rü n m ü y o r efendim ?... —G ö rd ü ğ ü n ü z gibi K a te ! —Yine de altın d an ise m ilyonlar etmeli... —M ilyonlar, m ilyarlar Kate, evet... b u n lar b aşı­ m ızın ü stü n d e gezinen m ilyarlar am a biraz uçarken yakalayam ayacağım ız k a d a r uzaktalar... —N e y azık !... —K im bilir K ate? — D ü şü n ü n efendim , y e ry ü zü n d e artık m utsuz kim se olm ayacak... —Yine b ir o k a d a r olacak Kate... —Yine de efendim ... —Bunun iyice açıklanması gerekecek... Bir kere Ka­ te, bir milyarın ne olduğunu düşünebiliyor musun?... —Belli belirsiz efendim ... —B ir m ilyonun bin katı... —O k a d a r çok mu? —E vet K ate ve y ü z yıl yaşayacaksınız ve doğdu- ■ ğu n u z g ü n d en ö ldüğünüz saate k ad a r b ir m ilyarı saym a zam anınız olm ayacak... —O lab ilir mi efendim ?... —Kesin bile! Hizm etçi b ir m ily a rı' saym ak için b ir yüzyılın yetm eyeceği düşüncesi k arşısında tükenm iş gibi kalakaldı!... S o n ra y e r süpürgesini, toz süpürgesini aldı ve işe koyuldu. A m a h e r d ak ik a d u ru y o r ve g e­ lip gökyüzünü seyrediyordu. 128

Hava hep harika ve gökyüzü gözlemleri için elverişli. E lbette -içgüdüsel o larak da- K ate, tüm W haston halkının bakışlarını yönelttiği şu gökkubbesine bakıyordu. M eteo r onu, m ıknatısın dem iri çekm esi gibi çekiyordu. B u n u n la birlikte b ir an geldi ki K a­ te kendininkileri, E x te r Sokağı girişinde d u ra n iki kişilik b ir g ru b u efendisine göstererek bizim basit toprağım ıza d oğru indirdi: “B akın efendim ” dedi... “Ş u rad a bekleyen şu iki b ay an ..” —P ekâlâ Kate, onları görüyorum ... — Birini tanım ıyor m usunuz? d a h a uzununu... sabırsızlıkla tep in ir gibi görünenini... — G erçek ten tep in iy or Kate... am a... kim dir bu bayan, bilm iyorum ... — Elendim , sizin huzurunuza evlenmeye gelen... iki ay önce... attan inmeden... m üstakbel kocası da... — B ayan A rcad ia W alker?... diye so rd u Bay J o h n P roth. —Evet... B ay S eth S ta n fo rt’un saygıdeğer karısı. “G erçek ten b u o ” diye belirtti yargıç. “P eki bu b ayan b u ra y a ne y ap m ay a g eliy o r?” di­ y e sözü aldı Kate. “B unu b ilm iyorum ” diye yan ıtlad ı B ay P roth. — Yeniden sizin hizm etlerinize gereksinm eleri olabilir mi efendim ?... “Bu olası değil” diye belirtti y arg ıç ve pencereyi k ap attık tan so n ra çiçek bahçesine indi, çiçekleri ondan özenli bakım ını istiyorlardı. 129

Yaşlı hizm etçi h ata yapm am ıştı. Bu kesinlikle, b u gün, b u sab ah saatinde oda hizm etçisi B erth a ile W h asto n ’d a b u lu n an B ayan A rcadia S tanfort'tu. Ve h er ikisi de E x ter Sokağı bo y u n ca uzun uzun bak ışlar fırlatarak sabırsız adım larla gidip geliyor­ lardı. O an d a belediye saati on kez çalıyordu. B ayan A rcad ia onları saym ış gibi g ö rünüyordu. "H âlâ b u ra d a değil” diye haykırdı. “B ay S tan fo rt ran d evu g ü n ü n ü unutm uş olam az m ı?...” dedi B ertha. "U n u tm u ş!” diye tek rarlad ı genç kadın. "Yargı­ cın önünde evlendiğim iz gün, B ay S tanfort onu unutm am ıştı... ve o gün gibi b u n u d a u n u tm ay acak ” —H aydi, sabırlı olun efendim ... —Sabır... sabır! K afana estiği gibi k o nuşuyorsun B ertha! "Belki de... yine d e ” diye başladı oda hizm etçisi, "Bay S tan fo rt d ü şü n d ü m ü ...?” —D üşü n d ü ...? — Evet... tasarılarınızı artık uygulam ayacak bi­ çim de... "K arar verildi, y erin e g etirilecektir” diye açıkla­ dı B ayan S tan fo rt kararlı b ir sesle "Ve zam an d ü ­ şünm e zam anı değildir.... durum d ah a uzun süre uzatılam azdı... d a h a d a kötüleşm eden... E v ra k la­ rım düzenlendi, d o ğ ru değil m i?... —E lbette efendim . —Aynı biçimde, Bay Stanfort’unkiler de değil mi?... 130

“A rtık sadece y arg ıcın im zası eksik” diye y a n ıt verdi B ertha. “Ve ikinci kez, b u d a birinci k a d a r geçerli ola­ cak ” diye ekledi B ayan A rcadia S tanfort. S o n ra E x ter Sokağı n a doğru çıkarak b irkaç adım attı, o da hizm etçisi de onu izledi. “B ay S ta n fo rt’u ayrım sam ıyor m u su n ?...” diye so rdu d ah a sabırsız b ir ses tonuyla. —H ay ır bayan am a belki de B ay S tan fo rt W ilcox G arı tarafın d an gelm eyecek... —A m a y a R icm o n d ’dan geliyorsa? —B irbirinizi te rk ettiğiniz on beş g ü n d en b u y a ­ n a bayan, B ay S ta n fo rt’u hiç görm edim ... ve W hasto n ’a öteki g ard an gelip gelm eyeceği ne m alum ?... Ve B e rth a ’nın b u gözlemi üzerine B ayan S ta n ­ fort m eydanın öte y a n m a döndü. “H ayır... hen ü z kim se yok... k im se!...” diye y in e ­ ledi. “B eni bekletm ek.... aram ızdaki anlaşm aya gö­ re... B ugün 27 M ayıs değil m i?” —E v et bayan. —Ve saat on b u ç u k oluyor?... —Beş d ak ik a sonra... —Pekâlâ... B ay S tan fo rt sabrım ı taşıracağını d ü ­ şünm esin!... G erek irse b ü tü n gün bekleyeceğim ve W h a sto n ’d an B ayan Seth S tanfort, B ayan A rcadia W alker olm adan çıkm ayacağım ! Ve elb ette A n a y asa M ey d an ı o telleri insanları, iki ay önce y a p m ış o ld u k ları gibi, b u genç kad ın ın gidiş gelişlerini, o n u y arg ıc ın ö n ü n e g ö tü rm ek 131

için b ek ley en atlın ın sabırsızlığını fark etm iş ol­ d u k ları gibi fa rk ed ebileceklerdi. B elki de B aj'an S ta n fo rt'u n b u o lağan olm ayan d av ran ışla rın ı g ö rd ü k ç e k afaları ilk defad ak in e o ra n la d a h a d a k arışa cak tı. Ve ne v arsay ım la r ü re te cek le rd i?... A m a o g ü n hepsi, kadın, erkek, çocuk tüm üyle b a ş k a b ir şey d ü şü n ü y o rla rd ı... şu a n d a tüm W h a s to n ’d a B ayan S ta n fo rt’un k u şk u su z d ü şü n ­ m em ekte tek b aşın a kaldığı şeyi... B üyük h ab e rin iki d ü n y an ın bilgisine su n u lm asın d an b u y a n a n e ­ red ey se y irm i d ö rt sa a t geçm işti. Ve te k ra rlıy o ru z b u sevim li W h a sto n ken tin i d a h a özel o lara k ilgilen d iriy o ra b en ziy o rd u . S ak in leri sadece h a rik a m eteorla, o n u n k en tlerin in ü stü n d e n düzenli geçi­ şiyle m eşguldüler. A nayasa M e y d a n ı’n d a to p la ­ nan g ru p lar, hizm etliler o tellerin k a p ısın d a a rtık B ayan A rc ad ia S ta n fo rt’u n varlığını m era k etm i­ y o rla rd ı. A m a g ö k taşın ın gelm esini sab ırsızlık la b ek liy o rlard ı, o n u n kocasın ın gelm esini b ek led i­ ğ in d en d a h a az sab ırsızlıkla değil, id d ia edildiği gibi A y’ın in san b ey in leri üzerin e b ir etki y a p ıp y ap m ad ığ ın ı bilm iy oruz am a aslın d a ay sa rla r y o k m u ?... N e o lu rsa olsun Y e rk ü re ’m izde o g ü nlerde, m ily arlar d eğ erin d e b ir k ü tlen in b aşların ın ü s tü n ­ de gezindiği d ü şü n cesiy le yem eyi, içm eyi u n u ta n in anılm az m ik ta rd a “m e te o rsa rla r” b u lu n d u ğ u n u id d ia etm ek te de sak ın ca y o k . Ah! ile rle rk e n onu d u rd u r a b ils e le rd i,

k a s a la rın a k o y a b ilse le rd i...

am a y o lu ? 132

H e r biri ayrı y ö n d en gelm iş olan Bay ve B ayan S tan fo rt W h asto n sulh yargıcı önünde sözleşm e al­ tın a alınan evliliklerinden sonra R icm ond’a birlikte y o la çıkm ışlardı. B irkaç h aftadan bu y a n a hazırla­ n an ve servetleri sayesinde tüm m odern konforunu sağladıkları y erleşecekleri ev o ra d a bulunuyordu. V irginia b aşk entinin en güzel ve en zengin m ahal­ lesinde, k entin sol kıyısında y e r alan J a m e s Irm ağı m anzaralı b ir köşk. O rad a, B ayan A rcadia S ta n ­ ford un, en önde gelenler arasın d a sayılan ailesinin b irk aç üyesine b irkaç ziyaret y a p m a zam anı kadar, sadece b ir h afta kaldılar. Belki de soğuk m evsim in başlangıcında olsalar­ dı, saygın çift, tüm kış b oyunca köşklerine y erle şir­ di. O y sa nisanın ilk tom urcukları d allard a daha şim diden oluşuyordu ve ilkbaharın ilk kokuları kendini d u y u rd u ğ u n d a b ir balayı seyahatinden d a ­ h a hoş hiçbir şey olam azdı. Z aten B ay S eth S ta n ­ fort ve A rcadia W alk er evlenm eden önce y olculu­ ğa d ü şk ü n d ü ler ve elbette bu ateş so n ra d a sönm eyecekti. B irleşm elerinin bir yolculukta, şu W h as­ to n y o lcu lu ğ u n d a tam am landığı bile söylenebilir. B oston ve T renton m ahkem e kalem lerince doğru ve eksiksiz d o ld u ru lara k verilen izin belgeleriyle d o n an d ık tan so n ra bilinen y eterin ce acayip koşul­ lard a gidip evlenm ek onlara ilginç görünm üştü. Böylece R icm o n d ’a d ö n üşlerinden sekiz gün sonra B irleşik D ev letler y u rttaşların ı ötekilerinden ayıran tüm üyle A m erikanvari o hızla, C arolina y a 133

Immşıı to p rak la rd a ziyaret dışında, en azın d an ge­ niş ovaları dolaşm ışlar, dağları aşm ışlardı. 1)e ın iryollarında, istim botlarda, at arab aların d a son sü ra t bu gezilerde ne olup bitm işti? İki eş yoll.ırda hep iyi anlaşm ışlar m ıydı?... H e r fırsatta, h er şeyde uyum ları m ükem m el olm uş m uydu?... Evlili­ ğin ilk g ü n lerinde y ü re k te çalan o m üziğe hiçbir uyum suz n o ta karışm am ış m ıydı?... Bu balayım herhangi b ir b u lu t k arartm ış m ıydı?... Kesin olan, R icm ond’dan h arek etten üç hafta sonra Bay ve B ayan S ta n fo rt’u n dö n d ü k leri k ö şk ­ lerinde o rtak y aşa m a y en id en başlam adıklarıdır. Sonra, b u n d an sekiz gü n so n ra b ay b ir ta ra fa gidi­ yordu, b ayan b ir tarafa... A raların d a iletişim k u ra r­ larsa bu sadece m ek tu p ve telgrafla oldu... E lektrik leli üzerinde seslerin değiş tokuş olduğu, b u lu ştu ­ ğu, anlaştığı telefonla değil am a d a h a az içten b ir iş­ leyişi olan telgrafla 27 M ayıs tarihinde, sabah saat onda, W h asto n k en tin d e ra n d ev u verildi. O y sa saat on b u çu k tu ve yalnız B ayan A rcadia S tan fo rt b u ra n d ev u d a b u lu n u y o rd u . Ve b u d u ­ n u n d a tek rarlıy o rd u : —O n u gö rm ü y o r m usun B ertha?... —H ayır bayan. —F ikir değiştirm iş olabilir m i?... —B üyük olsılıkla!... “A m a b en değiştirm edim . B en!...” diye y a n ıt verdi B ayan S tan fo rt k ararlı b ir to n la “Ve değiştir­ m eyeceğim !...” 134

O a n d a m eydanın u c u n d a çığlıklar yükseldi. G e­ çenler o y a n a d o ğ ru atıldılar. Y üzlerce kişinin kom ­ şu so k ak lard an k o şup gelm esiyle kalabalık kısa sü ­ rede h atırı sayılır b ir sayıya ulaştı. Ve h a tta b u g ü ­ rü ltü p atırtı seslerini du y u n ca B ay J o h n P ro th bahçesini b ırak tı ve sadık K ate’inin eşliğinde gelip evinin eşiğinde y erin i aldı. "İşte o... İşte o...” M ey d a n d a ve onu çevreleyen otellerin p en c ere­ lerindeki m eraklıların ağızlarından çıkan sözcükler b unlardı. Ve b u sözcükler, “İşte o! İşte o !” B ayan A rcad ia W a lk e r’in isteğine öylesine güzel karşılık v e riy o r­ du ki, “S onunda... S o n u n d a !” diye h ay kırm adan ed e­ medi. “A m a h ay ır b ay a n ” diye oda hizm etçisi o n a söy­ lem ek zo ru n d a kaldı. “B u henüz beyefendi d eğ il!” Peki, öyleyse m illet niçin b u şekilde alkışlam ış ve hangi nedenle gelişini beklem iş olabilirdi? Z ate n tüm başlar gökyüzüne d oğru kalkıyordu, tü m kollar u fkun kuzeydoğu tarafın a doğru u za tı­ lıyordu, tüm b ak ışlar b u y ö n e yöneliyordu. Y oksa bu, k entin üstü n d e günlük o rtaya çıkışını y a p a n ünlü göktaşı m ıydı?...Ve halk geçişini selam ­ lam ak için mi m eydanda toplanm ış b ulunuyordu?... Hayır... Kule ve b u rc u n dürbünlerinin m eteoru u fu k ta yakalayabilecekleri saat gelmemişti. G ece ol­ m ad an kendini o ra d a gösterm eyecekti... Y erküre 135

çevresinde dönüş süresi kendi ekseni çevresinde dönüş süresine eşitti, b u n u biliyoruz. O y sa Bay D e ­ an F orsyth ve D o k to r H udelson tarafından bildiril­ diği gibi ilk kez G üneş battık tan sonra ortaya çıktı­ ğından sadece o an d a g ö rü n ü r oluyordu ve eğer sis çoğunlukla, b ü y ü k çoğunlukla onu ölüm lülerin gö­ zünden saklam azsa h er akşam böyle olm uştu. H em en o a n d a kalabalığın alkışları kim e y ö n el­ tilm işti peki?... “H anım efendi... Bu b ir b alo n ” dedi B ertha. “B a­ kın... işte S ain t-A n d rew Kulesi ni aşıyor....” “B ir b alo n ” dedi aynı zam anda B ay J o h n P roth, b u n u n kesinlikle onca tapınılan m eteor olm asını is­ teyen Kate e y a n ıt olarak. Balon ağır ağ ır y ü k sek bölgelere d oğru y ü k seli­ y o rd u . İçinde b ir y ardım cısının eşliğinde ünlü W al­ te r V ragg vardı. Bu y ükselm e göktaşını d ah a elve­ rişli ko şu llard a tanım ak am acını g ü d ü y o rd u ve a k ­ şam a k a d a r uzam alıydı. R ü zg âr g ü n eybatıdan esti­ ğinden balon ö n ünde sürüklenm iş olm alıydı ve sa­ dece beş y a d a altı bin m etreye ulaşınca W alter V ragg belki de parlay an halesinin ortasındaki altın çekirdeğini görm eyi b aşaracaktı... Ve ola ki so n u n ­ d a boyutlarını öğrenecekti?... H iç kuşku y o k ki, b u uçuş kararlaştırıld ığ ın d a B ay D ean F orsyth, yaşlı hizm etçi M itz ’in d eh şeti­ ne rağm en F ran sızların dediği gibi “tam d a o rad a olacak kişi olm ayı” istem işti, B ayan H u d e lso n ’un d a h a az olm ayan dehşetine karşın d o k to r d a aynı 136

şekilde. A m a balon p ilotunun sepetinde sadece bir kişiye su n ulacak y e r vardı. B undan dolayı aynı id­ dialarla itiraz eden iki rak ip arasın d a m ektuplar aracılığıyla b ü y ü k kavga oldu. S onuç o larak W al­ te r V ragg’a y ard ım için h er ikisi de b aştan savılm ak zo ru n d a kalındı, b u d a sonsuz derecede onun y a r a ­ rın a olacaktı. Aşağı y u k arı iki bin ayak yükseklikte, bu irtifada d ah a şiddetli b ir akım a kapılan balon, hızla kuzeye doğru göktaşının önüne sürüklendi ve kalabalığın son h u rralarıy la selam lanarak gözden kayboldu. Sabırsızlıkları, gaileleri ne olursa olsun B ayan S tan fo rt gözleriyle onu izlemişti ve ölçülü ve sakin b ir adım la y ak laşm a k ta olan B ay S ta n fo rt’u hiç fark etm em işti. Y anında olduğunda, “İşte b u radayım b ay a n ” dedi eğilerek. “İyi bayım " dem ekle yetindi önce B ayan A rcadia S tanfort, B erth a saygı gereği ark a d a d u ru rk en . Ve b u soru ve yanıtlar, k u ru lu ğ u söylendikçe artm ak tan öteye gitm eyen b ir to n d a soruldu, cevap alındı. —S onunda... İşte buradasınz... S eth Bey? - Bu ra n d ev u y u kaçırm a niyetim olam azdı A rca­ dia hanım efendi. —B ir saattir buradayım ... - Sizi beklettiğim için üzgünüm am a dem iryolla­ rın a çatm aksınız. B ir m akinedeki aksaklık y ü z ü n ­ den trenim iz geç kaldı.... 137

—B ir an sandım ki şu gözden kaybolan balonla gittiniz. — N e! D u ru m u m u zu karşılıklı düzene sokm a­ dan!... B ayan S tan fo rt, d u d ak ların a yayılan gülüm se­ m eyi d u rd u rd u ve B ay S etb S tan fo rt y en id en onun k ad a r ciddi oldu. “Ş ak a y ap m ak söz konusu değil" diye başladı ve “Son buluşm am ızda birbirim ize söyleyeceklerim i­ zin tü m ü n ü söylediğim ize gö re....” “Yine de onları tek rarlam ak y ararsız olm ayacak” diye belirtti B ay Seth S tanfort, “H içb ir yanlış an la­ m a olm am ası için...” — P ekâlâ ve zaten sanıyorum bu son söyleşi tek b ir tüm ceye sığdırılabilir... —H angisine? — O rta k y aşa m d a n vazgeçerek akıllıca b ir şey y apıyoruz... —Sizin gibi d ü şünüyorum ... —Ve de kesinlikle birbirim iz için y aratılm ad ığ ı­ mız... —Bu konuda görüşünüzü tam am en paylaşıyorum . — E lb ette B ay S tanfort, niteliklerinizi y ad sıy o r değilim... —Sizinkileri de ben tam değerleriyle takdir ediyo­ rum, bundan hiç kuşku duymamanızı rica ediyorum... —Aynı zevklere sahip olduğum uzu sandık ve o n ­ lara sahip o lduğum uzu d a in k âr etm iyorum , en azın d an sey ah at kon usunda... 138

— Ve y in e A rcadia hanım efendi, gidilecek y ö n k o n u su n d a hiç aynı görüşe sahip olam adık... —G erçekten de b en güneye doğru gitm eyi istedi­ ğim de sizin isteğiniz kuzeye doğru gitm ekti... — Ve benim niyetim batıya doğru gitm ek oldu­ ğ u n d a sizinki d o ğuya d oğru gitm ekti!... — B u d u ru m d a b a ş la rk e n sö y led iğ im i t e k r a r ­ lıy o ru m efen d im : Biz b irb irim iz için y a r a tılm a ­ m ışız.. —Bu k o nuşm anın başlangıcındaki gibi ancak gö­ rü şü n ü zü tüm üyle paylaştığım ı tekrarlayabilirim efendim. — G ö rü y o rsu n u z bayım , h ay a tta h er zam an b a ­ ğım sız oldum , kendi öz iradem in dışında b aşk a y a ­ sa h içbir zam an olm adı... —B unu fark ettim bayan ve üstelik b u eğitim çok sayıda genç A m erikalının aldığı b ir eğitim ... B unu ne ayıplıyorum ne de onaylıyorum am a sonuç ola­ rak... evliliğin y ü k ü m lülüklerine uygun b ir biçim de hazırlam ıyor... “B una k atılıy o ru m ” diye y an ıt verdi B ayan A r­ cadia, “Ve y in e de kişiliğim, belki biraz fazla k a ra r­ lı, aynı fikirdeyim ... örneğin tarafın ızd an yapılan b ü y ü k b ir hizm eti görm e fırsatı b an a verilm iş ol­ saydı... k u şk u su z d ü şü n ü rd ü m ...” “Ve bu fırsat hiç o rtay a çıkm adı, b u n u itiraf et­ m eliyim ” diye belirtti B ay S eth S tanfort. “Ç ok se­ rüvenci olsanız da, tehlikeye m eydan okum ayı şev­ seniz de hayatım ı sizinkini k u rta rm a k için o rtaya 139

koym am gerekm edi... B unu gerekirse y ap m ak ta te ­ re d d ü t etm ezdim !... Sanırım , b u n d an k u şku d u y ­ m u y o rsu n u z...” —D u y m u y o ru m bayım. Bu diyalogun biraz ironiyle başladıktan sonra hafifçe m ayhoşa dönm ekte olduğunu söylem ek g e­ rekiyor. E şlerin çoğu belleklerini yitiriyor, iki aylık evli­ likten so n ra bile d ah a içten S eth ve A rcadia h ita p ­ ların d an so n ra S tan fo rt ve S ta n fo rt hanım efendi ard ın d a n k u ru bay, bayan gelm işti. Bu d u ru m d a bu sohbetin sona erm esi h er bakım dan uygun olurdu ve sonu çab u k laştırm aya k a ra r v eren genç kadın oldu, bu d a kim seyi şaşırtm ayacaktır. “B iliyor m usunuz beyefendi,” dedi, “niçin W hasto n ’d a buluşm ayı uygun g ö rd ü k ? ...” —B unu siz ne k a d a r u n u tm adınızsa ben de o k a ­ d a r unutm adım , bayan. —G erekli belgeler y an ın ızd a m ı?... bayım ... — Ve o n lar sizin sahip o lduklarınızdan d ah a az y asal değil bayan... — B oşanm a k ararı b ir kez alındı mı bayım , h er birim iz kişiliğine u ygun olan özgür y aşam ına dö n e­ cek. A m a olasıdır ki, b u alçak dünyanın y o lların d a birbirim izle y in e k arşılaşm a ihtim ali var... — Ve o ra d a sizi selam lam aktan m utlu olacağım bayan, size b o rçlu olduğum tüm saygıyla... — Sizin n ezaketinizden d ah a azını beklem ezdim bayım ... 140

— Ç o k d o ğ al b ir n e z a k e t b ay an , ç ü n k ü iki ay b o y u n c a B ay an A rc a d ia W a lk e r’ın k ocası olm a şerefin e sah ip o ld u ğ u m u u n u tm a m

o lan ak sız

o lacak ... — Ve benim de bayım , b u aynı iki ay boyunca Setli S ta n fo rt’u n karısı olm a ayrıcalığına sahip ol­ duğum u ! itira f etm ek gerekiyor, h e r ikisi de birbirlerine d u ru m ların d a h içb ir şeyi değiştirm eyecek b u nahoş sözleri söylem ekten kaçınabilirlerdi pekâlâ: U yum sağlayacaklarını sanm ışlardı, artık uyuşam ıyorlardı... E skiden tiy atro oyunlarında başrol oyuncusu genç erkekle başro l oyuncusu genç kızın evlenm e­ sinden d ah a sırad an hale gelm ekte olan çözüm y o ­ lu, b o şan m a k o n u su n d a anlaşm ışlardı... B irliktelik­ lerin çok geçici d u ru m a geldiği B irlik’in b u büyük cu m huriyetinde çok hızlı b aşv u ru la rın d an sonuç alınm ıştı. D o ğ ru su A m erika’nın b u akıl alm az ül­ kesinde h içbir şey b u denli kolay olm azm ış gibi ge­ liyor. İn san lar bağ lanm aktan çok d a h a kolaylıkla çözülüyorlar. Kim i eyaletlerde D a k o ta ’da, O klahom a’d a düşsel b ir ev ku rm ak y eterli oluyor ve b o ­ şanm ak için de bizzat hazır b u lu n m ak gerekli ol­ muyor. Ö zel ajan slar h er görevi yükleniyorlar, ta ­ nıkları b ir a ray a getirm ek, ödünç a d la r tem in et­ m ek. Bu am açla çığırtkanları v ar ve b u bakım dan ünlü k en tler var. Am a Bay S eth S tan fo rt ve B ayan A rcadia W alk e r’m böyle u zak y erlere k o şu ştu rm ay a ihtiyaçları 141

o lm am ıştı ve elbette gerekseyeli y ap a rlard ı. Hayır, g erçek k o n u tla rın ın bulunduğu, b aşv u ru ların g e r­ çek leştirild iğ i, işlem lerin y erin e getirildiği y e r Virgin ia’ın o rta s ın d a k i R ichm ond’dadır. Ve kısacası iki ay ö n c e W h a sto n ’d a gerçekleştirilen b ir evliliğin b a ğ la rın ı, gidip o ra d a ko p arm ay a k a ra r verdilerse, b irle ştik le ri aynı y e rd e ve kim se tarafın d an tan ın ­ m a d ık la rı b ir k en tte ayrılm ayı istediklerindendir. G e n e lin d e y aşam ın en önem lisi olarak kab u l edilen b u işi y a p m ış oldukları atlı biçim göz önüne alındı­ ğında, y e n id e n önüne çıkacakları y arg ıç tarafından tan ın ıp tem in ıray acak ların ı bile kendi kendilerine so ra b ilirlerd i. Ve Bay/ ve B ayan S ta n fo rt arasındaki konuşm a şu sö zlerle sona erdi: —Ş im d i bayım , bize y a p a c a k tek şey kalıyor... —Sanıy/orum bayan. —O d a B ay P ro u th ’un evine gitm ek bayım . —Sizi izliy o ru m bayan. Ve h e r ikisi de, b irbirinin ark asın d a değil am a aym h izad a , üç adım lık uzaklıkta, sulh yargıcının evine d o ğ ru yöneldiler. Yaşlı K a te k ap ıd a d u ru y o rd u ve çiftin ilerlediği­ ni g ö rü n c e: “B ay P ro th ... B ay P ro th !...” dem eye gitti efendi­ sine, “G eliy o rlar...” —K im ler?... —B ay v e B ayan S tanfort... —O n la r? ... Peki, ben d en ne istiyorlar?... 142

“Ö ğ ren m ek te gecikm eyeceğiz!” diye y anıtladı Kate. A slında ziyaretçilerin yargıcın evine ulaşm ak için atacak ları sadece y ü z k a d a r adım v ardı ve hiz­ m etçi onları, “B ay Y argıç P ro th ’la görüşm ek mi istiyorsu­ n u z? ...” diyerek av luya soktu. “B izzat kendisiyle” diye y a n ıt verdi B ayan Stanfort. —İş için mi? "İş için...” diye y an ıtlad ı B ay S tanfort. Ve bu y a n ıt üzerine, basit b ir ziyaret söz konusu olm adığına göre Kate, B ay ve B ayan S ta n fo rt’u sa­ lona sokacak y erd e, o nlara B ay P ro th ’u n çalışm a odasının kapısını açtı. H e r ikisi de b ir sü re sonra gö rü n en y arg ıcın gel­ mesini bek lerk en tek söz etm eden oturdu. H e r zam an sevimli ve k ib ar olan B ay P ro th , B ay ve B ayan S ta n fo rt’u görm ekle ne k a d a r m utlu ol­ duğ u n u söyledi ve bu kez hangi k o n u d a hizm etle­ riyle o n lara y ararlı olabileceğini sordu. “Sayın y a rg ıç ,” diye y a n ıt verdi B ayan S tanfort, “iki ay önce sizin ö n ünüze gelm em iz evlilik sözleş­ m esi y ap m ak içindi. “Ve ben de b u fırsatla sizinle tanışm ış olm aktan dolayı k endim i k u tlu y o ru m ” diye b e lirtti B ay P roth. “Bugün, Sayın y argıç,” diye ekledi B ay Stanfort, “sizin önünüze boşanm ak için gelmiş bulunuyoruz...” 143

Bu öneriyi hiç beklem em esine karşın deneyim li insan Yargıç Proth, b ir b arıştırm a girişim inde b u ­ lunm a zam anının olm adığını anladı ve kendini ele verm eyerek şöyle dedi: “Bu fırsatla tanışıklığım ızı yenilem ekten dolayı kendim i d ah a az kutlam ayacağım .” İki davalı eğildiler. “Evrakları düzenlediniz m i?...” diye sordu yargıç. “İşte b en im k iler” dedi B ayan S tanfort. “İşte b en im k iler” dedi B ay S tanfort. Bay P ro th kâğıtları aldı, inceledi, tam ve eksik­ siz do ldurulm uş o lduklarından em in oldu ve şöyle y a n ıt verm ekle yetindi: “B oşanm a belgesini y azacağ ım .” Ve tüm işlem lery erin e getirildiğinden, tanıkların getirtilm esine g erek kalm aksızın, B ay P roth bu iki eş arasın d ak i evlilik bağını ko p aracak belgeyi en güzel y azısıy lay azd ı. B ittiğinde kalktı ve B ayan S ta n fo rt’a b ir kalem u zatarak: "B ir tek im zaya k ald ı” dedi. Ve B ayan S tan fo rt bir gözlem yapm aksızın, eli b ir k ararsızlık la titrem ek sizin A rcad ia W a lk e r adıyla im zaladı. Bay Seth S tan fo rt d a onun ard ın d a n aynı so ğuk­ kanlılıkla im zaladı. Sonra, birb irlerinin önünde eğildikten ve yarg ıcı selam ladıktan so n ra B ay S tan fo rt ve B ayan A rca­ dia W alker çalışm a odasından çıktılar, sokağa ulaş­ 144

tılar ve biri W ilcox m ahallesine d oğru çıkarak, öte­ ki k arşı yö n e g irerek ayrıldılar. Ve gözden k ay b o lduklarında, o n lara eşiğe k ad a r eşlik etm iş olan B ay P ro th yaşlı hizm etçiye şöyle dedi: — Kate, bilgi dağarcığım a ne koyacağım ı biliyor m usun?... —Hayır, efendim ... —B u rad a at ü stü n d e evleniliyor, y ay a n boşanılı­ yor! Ve B ay P ro th bilgece bahçesinin patikalarını tır­ m ıklam aya döndü.

145

X I. Bölüm

H esap uzm anları, k en d ilerin i hesap lara verm ek fırsatım ele g eçiriy o rlar ve insan ırk ın ın açgözlülüğünü d aha da azd ırm ak için iyi de yapıyorlar.

esin o lan,” diye haykırdı sabırsız Loo o sab ah sa a t y e d id e k a lk a r kalkm az, ”31 JL .

M ayıs olm ası için geçirecek artık sadece

d ö rt günüm üz o ld u ğ u d u r ve 31 M ay ıs’ta F rancis G o rd o n ve J e n n y H ud elso n S aint-A ndrew ’den sa­ at on b ir o tu zd a karı k o ca olarak çıkacaklar.” H aklıydı k ü çü k kız am a o tarih ten önce hiçbir ciddi olasılığın o rtay a çıkm am ası önem liydi. O y sa,

D o k to r

H u d e ls o n

ve

B ay

D e an

F o rsy th ’nin d u ru m u hiç de değişm eye meyilli d e ­ ğildi. B aloncu W alter V ragg’m gökyüzüne y ü k se l­ m esi k o n u su n d ak i m ektup alışverişi d u ru m u ancak ağırlaştırabilm işti. ik i ra k ib in so k ak ta karşılaşm a­ 146

ları d u ru m u n d a en şiddetlilerinden b ir hesaplaş­ m ayla sonuçlanacağından kim senin kuşkusu y o k tu ve b u n u n ard ın d a n ne olacaktı?... Ç ok çok iyi ki, biri kulesinden hiç ayrılm ıyordu, öteki b u rc u n d a n hiç ayrılm ıyordu. E lbette karşı k arşıya b u lu n m ak tan d a h a çok b irbirlerinden k a ç ­ m aya çalışıyorlardı. A m a eninde so n u n d a so ru n la­ rı çözm ek değil de k arm a karışık etm ek alışkanlığı olan rastlantıyı hep h esab a katm ak gerekiyor. Yine de b ir d ö rt gü n daha! B ayan L oo’nun d a söylemiş olduğu gibi ve bu, annesinin, kız kardeşinin ve m üstakbel eniştesinin onunla birlikte ürettikleri düşünceydi de aynı zam anda. D oğrusu herhangi bir karışıklık bu göktaşından kaynaklanabilecek gibi görünm üyordu. İlgisiz ve muhteşem, kuzeydoğudan güneybatıya d ü z e n l i

yü rü ­

yüşünü en azından o zam ana değin b u yönde bir sap­ m a eğilimi gösterm eksizin sürdürüyordu. Kendisine doğru kalkmış m ilyonlarca insan başının üstünde son hızla gidiyordu. E n büyük im paratorlukların hiçbir im parator y a d a imparatoriçesi, en büyük tiyatroların hiçbir bayan ses sanatçısı, en büyük sahnelerin hiçbir balerini ne bu denli çok ne de bu denli tutkuyla göz­ lenmişti! Basit b ir güneş tutulm ası olduğunda bile (füm e)1 cam ların korkunç m iktarlarda piyasaya sü­ rüldüğünü bilmiyor değiliz. Bu durum da m eteorun görünür olduğu tüm ülkelerde cep dürbünlerinin, 1. Yeri boş bırakılm ış sözcük. M ichel Verne -yanlış biçim de - “optik” koymuş.

147

dürbünlerin ne k ad a r satıldığını bir ta h m in edin! Ve bu usanm az gözlem cilerin arasında, g e re k b u yeni gökcisminin elem entlerini d a h a kesin bir b iç im d e he­ saplayarak olsun, g erek altın d an çekirdeğinin b o y u t­ larını belirleyerek olsun keşfi tam am lam ayı u m an la­ rın bulunup bulunm adığını kim bilebilir?... Ve Bay D ean F o rs y th ve D o k to r H u d els-o n ’un kendilerini in atla v e rd ik le ri bu a ra ştırm a deği 1 m iy­ di?... Keşfi y a p m a ö n c e lik hakkının b irin e y a d a ötekine verilm esini b e k le rk e n , g erçek leşm esi d u ru ­ m unda, iki rak ip ten m e te o rd a n s ırla rın d a n b irk a ç ı­ nı söküp alabilecek n e ü stü n lü k sa ğ la rd ı! G ö k taşı sorunu, g ü n ü n so ru n u , tü m dü n y an ın s o r u n u değil m i?... G auloislılar g ö k y ü z ü n ü n b a ş la r ın a düşm esi dışında h içbir şey d e n k o rk m u y o r o ls a la r da, bu n a karşılık d ü nyalıların y a ln ız bir arzu ları v a rd ı: O d a göktaşının y e r ç e k im in d e n k u rtu la ra k g id iş in i d u r­ durm ası, özündeki d e ğ e ri, m ilyarlarıyla 'Y erk ü re y i zen g in leştirm esiy d i! O m icro n kulenin te ra sın d a k i uzun g e c e n ö b e tle ­ rinde, “E fen d im ” d iy e tek ra rlıy o rd u d u rm a k s ız ın . “Bu d u ru m d a g ö k taşım ız ın ağırlığını h e s a p la m a y ı başaram ayacağız ? ...” Bu iyelik sıfatın ın sesi, Bay D ean F o rs y th 'n in kulak ların a k ö tü g else d e “Bizim ” dem e n o k tasın a gelm işti. “H esap lay acağ ız” d iy e y a n ıt verdi bu b e rik i. —Ve değerini ö ğ ren eceğ iz?... —Ö ğreneceğiz. 148

—Ah! eğer biz y ap arsak ?... —Biz O m icron y a d a herhangi b ir başkası, önemi yok, y e te r ki şu üçkâğıtçı H u d elso n ’dan olmasın! “O !... asla!...” diye belirtti efendisinin tu tk u la rı­ nın tam ı tam ın a y arısın ı almış olan O m icron. O ysa, b u n d an k u şk u yok, d o k to r d a aynı m u h a­ kem eyi y ü rü tü y o rd u ve rakibinin kendisine karşı böyle b ir ü stü n lü k elde etm esini istem iyordu. D oğ ru d u r, halk sadece göktaşının dolar, gine* y a d a fran k o larak değerinin ne olduğunu bilm ek istiyordu ve y e te r ki so n u n d a m erakı tam olarak gi­ derilsin, b u n u biri y a d a ötekinin sağlanm asının onun için önem i azdı. G ö rü n ü şe göre hiç kim se y ak alan am az olan h â ­ zineye hiç el koym ayacağına göre henüz açgözlü­ lük değil sadece m erak söz konusuydu Ve g erçek ten de b u m ilyonlarca h av ad a y aşa y a­ nı, otuz kilom etre k a d a r y ü k sek lerd e gezdirm ek in­ sanlık için çok b ü y ü k bir g ü n ah a girm e değil m iy­ di, onu çok zorlu b ir sınava sokm ak değil m iydi?... N e olursa olsun, k a ra d a y aşay an ların beyinlerini inceleyenler için, göktaşının altından olduğu h ab e­ rinin yayıldığı g ü n d en b u y a n a o beyinlerin tersine dönm üş olm aları şaşırtıcı görünem ez. Ve ederini saptam ak için o n ca hesaplar yapılm ası! A m a çekir­ değin boyutları d a h a belirlenecek old u ğ u n a göre an a koşul hâlâ eksikti. E n gelişm iş aygıtlar, m uhte­ şem ışıltılarının o rtasın d a ne yapısını ne de büyük** 21 şilin değerinde eski b ir Ingiliz p a ra birimi (ç.n.).

149

lü ğ ü n ü h âlâ belirleyem em işlerdi. Sadece m adenle­ rin en değerlisiyle oluşm uş olması, b u m eseleden a rtık k u şk u duy u lm uyordu ve b u ışıklarının ta y f analiziyle h er g ü n teşhis edilebiliyordu. H e r ne o lu rsa olsun d a h a az ku şk u verici olm ayan, en h ırs­ lı düş güçlerinin bile düşleyem eyeceği gibi b ir d e ­ ğere sahip olm ası gerektiğiydi. A slında hem en o gün W h a sto n ’daki S ta n d a rd şu aşağıdaki yazıyı yayım ladı: “F o rsy th -H u d elso n G ö k taşı’nın -bu gazete onu bu çifte ad la tanım lıyordu- çekirdeğinin, dem irden olsaydı, yalnız on m etrelik b ir çapa sahip b ir k ü re biçim inde old u ğ u n u kabul edersek, ağırlığı üç bin yedi y ü z y etm iş üç ton olacaktır. A m a saf altından olm ası dolayısıyla ağırlığı on bin seksen üç olu r ve otuz b ir m ilyar frank değerinde olacaktır." G örü y o rsu n u z m odern akım lara çok açık olan Standard, hesap larında tem el olarak ondalık sistemi alıyordu. Z aten o dönem de d ah a şim diden Birleşik Devletler, b u n u benim sem eye başlıyordu ve dolar ve y a rd a y erin e frank ve m etreyi kullanıyordu. D em ek göktaşı, yalnız bu k ad a r d ü şü k b ir h a ­ cimle böyle b ir değere sahip olacaktı!... “O labilir mi efendim ?" diye sordu O m icron söz konusu kısa yazıyı o k u d u k tan so n ra şapşallaşm ış b ir biçim de. “Sadece olası değil, kesin" diye y a n ıt verdi Bay D ean F o rsy th “ve b u hacm i bulm ak için v = form ülünü k u llanm ak y eterlid ir.” 150

O m icron, onun için kesinlikte anlaşılm az olan bu form ül k arşısında ancak şapka çıkarabildi ve heye­ candan titreyen b ir sesle tekrarlam akla yetindi: —O tu z b ir milyar... otuz b ir m ilyar!... “E vet" diye y a n ıt verdi B ay D e an F orsyth, "Am a iğrenç olan şey, bu gazetenin benim adım ı o kişininkiyle y a n y a n a k o ym akta direnm esidir.” Ç ok b ü y ü k olasılıkla d o k to r d a öte y a n d a aynı şeyi dü şü n ü y o rd u . B ayan Loo ise, S ta n d a rd m kısa yazısını o k u d u ­ ğunda, pem be d u d ak ların d a öyle b ir küçüm seyici bükülm e oluştu ki otuz bir m ilyar b u n d an derin bir biçim de rencide olurdu! G azetecilerin h u y u nun, Yeni D ü n y a ’d a bile o n ­ ları a rtırm a y a rışın a içgüdüsel o larak sürüklediği bilinir. Birisi iki dediğinde öteki üç der, basın ala­ n ında re k ab etin sıradan uygulam ası. O nedenle aynı akşam M o r n in g W haston kuleden y a n a tavır koyarken, Standard, H udelson ve F o rsy th iki ad ı­ nı aynı sü tu n d a b ir aray a getirirken, E ve n in g IVhaston'un b u rç ta n y a n a tu tu m ta k ın a ra k şu söz­ lerle y an ıt v eriy o r olm asından h ay rete düşülm eyecektir: “S ta n d a r d m g ö k taşın ın b ü y ü k lü ğ ü n ü d eğ e r­ len d irirk en niçin böylesine alçak g ö n ü llü d a v ra n ­ dığını bilm iyoruz... Bu k a d a r çok sınırlı b o y u tta o lanlar v a r m ıd ır ki çekirdeğinin çapı on m etre­ den fazla tu tm u y o r?... K ocam an b ir k a y a olabilen bir gezegeni sad ece b ir çak ıltaşm a d ö n ü ştü rm ek 151

u y g u n d ü şe r m i?... E n y e tk i sahibi bilim insanları, 14 M a rt 1863 g ö k taşın a d ö rt y ü z y irm i m etre, 14 M ayıs 1864 g ö k taşın a beş y ü z m etre verm ed iler m i?... P ek âlâ biz S ta n d a rd 'tan d a h a ileriye g id e­ ceğiz ve sadece k ab u l ed ilebilir varsay ım lar içeri­ sinde k alm ak am acıyla H u d e lso n G ö k ta şı’nın çe­ k ird eğ in e sadece y ü z m etrelik b ir çap değeri biçe­ ceğiz. B öylece b u ra k am tem el alın arak , d em ird en olsaydı, ağırlığının üç m ilyon y ed i y ü z y etm iş üç bin beş y ü z seksen beş to n olacağı bulunuyor... A m a altın d an o ld u ğ u n a göre ağırlığı on m ilyon seksen üç bin d ö rt y ü z seksen sekiz to n o lacak tır ve otuz b ir trily o n iki y ü z altm ış m ilyar fran k ed e­ ce k tir...” Punch, düş g ü cü n ü n k av ram ak ta biraz zorluk çekeceği bu inanılm az rakam ları ak tarırk en , "Ve d ah a santim leri ihm al ed iy o rlar” diye h ın zır­ ca belirtti. Böylece ister S ta n d a rd m ölçüleri, ister E ve n in g W haston u n ölçüleri kabul edilsin, h er y irm i d ö rt saatte bir, V irginia kentinin ve y ö rü n g esi altın da b u lu n an ötekilerin ü stü n d en geçm ekte olan m ilyar­ larca m ilyardı. Ve yaşlı K ate söz konusu yazıyı o k u d u ğ u n d a gözlüklerini çıkardı ve B ay P ro th ’a şöyle dedi: — Efendim , bu b a n a b ir şey anlatm ıyor, tüm bu k ocam an rakam lar. B u hazine y e re düşerse tüm in­ san lar arasın d a p ay laştırıldığm da h er b ir kişiye ne k ad a r düşeceğini bilm ek isterdim ... 152

—Ö yle mi Kate... A m a bu sadece en basitinden b ir bölm e işlemi ve y ery ü zü n d e b ir b u çu k m ilyar nüfus olduğunu kabul edersek... —O k a d a r çok m u efendim ? —Evet, siz ve ben b ir b u çu k m ilyarın sadece mil­ y arın cı b ire r en k ü çü k parçasıyız... —Ve h e r biri sahip olabilecek?... “B ekleyiniz K ate,” diye y an ıt verdi B ay P roth, “çü n k ü bölen ve bö lü nende öyle çok sıfır v ar ki k a ­ rıştırm ak tan ve size y anlış y ap m ak ta n k o rk arım ...” Ve gazetenin köşesinde işlemi y a p tık ta n sonra: — Kişi b aşın a yirm i b ir bin fran k dolaylarında düşüyor... "Yirmi b ir bin fra n k ” diye haykırdı yaşlı hizm et­ çi ellerini b irleştirirken... "Bu d u ru m d a herkes zen­ gin olacak...” “Sanırım, d ah a çok herkes yoksul olacak!” diye y an ıt verdi yargıç Proth, "Ç ünkü değer yitiren altı­ nın hiçbir kıymeti olmayacak... D eğeri kum salları­ mızdaki kum tanelerinin değeri k ad ar olacak!... Ve değerini koruduğunu kabul etsek bile kim bilir kaçı yirm i bir bin frangım yiyecek, içecek, çabucak saçıp savuracak ve öncesi k ad ar sefil d u rum una dönecek!” Ve b u n u n üzerine Yeni D ü n y a ’nınki gibi E sk i’sinin de bu akıl alm az paylaşım cılarına gerçeği d o b ­ ra d o b ra söyleyen filozof P roth, çiçeklerini sulam a­ y a döndü. Belki de B ay J o h n P ro th ’u n S ulh M ahkem esi b ü ro su n u n ö n ü n d en d ah a çok bahçesinde olduğu­ 153

nu ay ırt etm işsinizdir... E vet bu, W haston y u rtta ş ­ ları göz önüne alındığında doğaları gereği az dava d ü şk ü n ü olduklarını kanıtlıyordu. Yine de zam an zam an Bay P ro th ’un hak k an iy et k ad a r sağ d u y u ­ sunu d a kullandığı b irkaç ciddi d avada k a ra r v er­ m ek zo ru n d a kaldığı oluyordu. Ve hatta, k ırk sekiz saatten önce b u tü r b ir d av a halkın akın akın m ah­ kem e salo n u n a gitm esine yol açacaktı. Yine de h av alar sürekli iyi olm aya devam edi­ y o rd u . K adranlı basınçölçerin oku, kad ran ın yedi y ü z y etm iş y edinci m ilim etresinde kesin olarak h a ­ reketsiz kalm ışa benziyordu. G ü n d ü z ve gece g ö k ­ y ü z ü açık oluyordu. S abah y a d a akşam zar zor b irk aç sis tabakası ki onlar d a güneşin doğuşu y a d a b atışından neredeyse hem en so n ra y o k oluyor­ lardı. B undan ö tü rü astronom i gözlem leri çok k o ­ laylaşıyor ve gözlem ciler çok m em nun kalıyorlardı. Yine de arzu larını bütü n ü y le k arşılayacak şey, gökcism i çek irdeğinin bo y u tların ı şaşm az b ir b i­ çim de elde etm ek o lu rd u . A m a ışınlı halesinin o r­ tasın d a çevre çizgilerini elde etm ek çok güçtü. E n iyi aygıtlar bile b u n u ay ırt etm eyi hiç başaram ıyorlardı. D oğrudur, 27-28 M ayıs gecesi saat iki k ırk beşe doğru, B ay D ean F o rsy th b u çekirdeğin k ü re biçi­ m ini o lu ştu rd u ğ u n u görebildiğini sandı. B ir an ışın yayılm ası zayıflamış, y o ğ u n b ir p arla k lık ta b ir altın k ü re n in gözler önüne serilm esine izin verm işti. —O m icron?... 154

—Efendim ... —B ak... bak!... O m icro n gelip sağ gözünü d ü rb ü n ü n gözetlem e m erceğine dayadı... “G ö rm ü y o r m u sun....” diye başladı B ay F orsyth. —Ç ekirdek?... —Evet... B ana öyle geliyor... —B an a da!... —A h!... Bu kez onu görüyoruz!... "V ah!..." diye bağırdı O m icron, “D a h a şim diden artık onu ay ırt ed em iyoruz!...” — Ö n em i y o k ! O n u gördüm !... Bu şansa sahip oldum !... H em en y arın , erken saatte P ittsb u rg G özlem evi’ne keşfim i bildirm ek için b ir telgraf... ve şu sefil d o k to r bu kez onu elim den alm aya çalışa­ m ayacak ! H iç k u şk u y o k , m eteo ru n k atı k ü tlesi B ay F o rsy th ’nin gözlerine ve yine birkaç saniye boyun­ ca d a O m icro n ’un gözlerine bir k ü re biçim inde gö­ rünm üştü. A m a D o k tor H udelson o gece göktaşının k u zey d o ğ u

u fk u n d a

g ö rü n m esin d en

itib aren

güneybatı ufku arkasında gözden kaybolm asına de­ ğin ilerleyişini izlediğine göre onu niçin fark etm eye­ cekti... E ğ er böyleyse C incinnatti G özlem evi’ne b ir telg raf gönderm e düşüncesi ona d a gelecekti... İşte iki rakibi bu vesileyle yeniden kapıştırm a fırsatı! Ç ok çok iyi ki bu tehlike savuşturuldu, sözü edi­ len gözlem in hem de kesin güvenlik arzeden koşul­ lar altında yapılm ış olduğu gerekçesiyle. Ve zaten 155

göreceğim iz gibi Birleşik D evletler’in en ünlü gözle­ m evlerinden birinin, W ashington'unkinin kısa açık­ lam asına göre göktaşının çekirdeği o unutulm az ge­ cede sadece görülm em iş aynı zam anda biçimi de bo­ y utları d a son derece kesin b ir biçim de saptanm ıştı. Ve aslın d a hem en ertesi gün işte Bay D ean F o rsy th ve Bay S tanley H u d e lso n ’un sabah sayfa­ ların d a okuyabildikleri şeyler ve iki D ü n y a ’nın hal­ kının d a okudukları: “Bu gece saat iki k ırk beşte W ashington G özle­ m evi’nde olağanüstü elverişli koşullarda yapılan b ir astronom i gözlemi, y en i göktaşının çekirdeğini ölçm eye olanak verdi. K üre biçim inde ve ekseninin uzunluğu tam olarak elli m etredir.’’ Bu d u ru m d a E ve n in g W haston un varsaym ış ol­ duğu gibi y ü z m etre değilse de, S ta n d a r d m v a r­ saym ış olduğu gibi on m etre de değildi. G erçek tam olarak iki varsayım ın arasın d a b u lu n u y o rd u ve eğer m eteor, Y e rk ü re’nin ü stü n d e sonu gelm eyen bir y ö rü n g e çizm eye hasredilm em işse, en hırslı aç ­ gözlülükleri bile d oyurm aya yetecekti. G erçek ten de hesap uzm an lan işe ko y u ld u lar ve u zu n sürm edi. V =GT~ form ülünde V k ü ren in h ac­ mi, Jt 3,1416, D çap old u ğ u n a göre sabırsız ellerde o rtay a çıkan binlerin katı oldu ve hesap aşağıdaki sonuçları verdi: G öktaşı k ü resinin çapı: Elli m etre; Sözü edilen altından kü ren in ağırlığı: y ü z yirm i m ilyon altm ış bin d ö rt y ü z otuz altı ton; 156

S özü edilen k ü ren in değeri: Ü ç bin dokuz y ü z y ed i m ilyar frank. G örü y o rsu n u z, y ü z m etrelik b ir çekirdeğe biçi­ len d eğer E v e n in g W haston tarafın d an belirtilen otuz b ir bin m ilyar olm asa d a göktaşı hâlâ k o rk u n ç b ü y ü k b ir tu ta r değerindeydi. Ve eğer y ery ü zü n ü n b ir b u çu k m ilyar sakini arasın d a paylaştırılacaksa herk es k en d i p ay ın a iki bin altı y ü z elli fran k sahi­ bi olacaktı. Ve B ay D ean F o rsy th kendi göktaşının değerini öğrendiğinde: “O n u ben k eşfettim !” diye haykırdı, “Şu b u rç ta ­ ki alçak değil... O b an a ait ve eğer gelip y e re d ü ­ şerse, üç bin d o k u z y ü z yedi m ilyarlık zengin ola­ cağım ! ” Ö te y a n d a n d a do ğ rusu D o k to r H udelson k ule­ y e d o ğ ru b ir k olunu teh d it eder gibi u zatarak şöy­ le deyip d u ru y o rd u : “O benim malım... Benim şeyim, çocuklarım ın uzayda çekim y asaların a göre h arek et eden m irası­ dır ve eğer Y e rk ü re’mize düşerse tüm m ülkiyeti b a ­ na ait olacak tır ve ben üç bin dokuz y ü z y edi kere m ilyarder o lacağ ım ! ” Ş urası kesin ki V an d erbilt’ler, A sto r’lar, Rockfelle r’ler, P ierp o n t M o rg a n ’lar, M a c k a y ’ler, G o u ld ’lar ve R o th sch ild ’ların sözünü etm iyoruz, öteki A m e­ rikalı p a ra b a b a la n , D o k to r H ud elso n ve B ay D e ­ an F orsyh y a n ın d a artık sadece k ü çü k rantiyeler olacaklar!... 157

İşte b u iki rak ib in vardıkları n o k ta ve b u y ü zd en deliye dönm üyorlarsa, bu sağlam kafaya sahip ol­ m aların d an d ır ! Francis G ordon ve B ayan H udelson, biri dayısı­ nın öteki kocasının nereye gittiğini açıkça görüyor­ lardı. A m a ne yapabilirlerdi ve bu denli kaygan bir y o k u şta onları nasıl tutabilirlerdi?... E ğer şu uğursuz göktaşı kon u su n d a değilse onlarla acele etm eden sohbet etm ek olanaksız! Hayır!... U ç gün sonra y a ­ pılması gerekm esine rağm en planlanan nikahtan bi­ le. O n u unutm uşa benziyorlardı y a d a d aha çok k en ­ tin gazeteleri tarafından çok kötü bir biçimde işlenen rekabetlerini düşünüyorlardı bir tek. Yeni bir Capulet’ler ve M o n taig u ’ler sorunu, eskinin Italyan Veron a’sı gibi Virginialı W h asto n ’u bölüyordu. O sayfa­ lardaki genelinde barışçı olan m akaleler öfke saçar hale geliyor ve can sıkıcı zatlar h er gün b u n a karışı­ yorlardı. Genelinde daha geçimli insanları sahaya sürm e tehlikesi de oluyordu ve artık insan tutkuları­ nı çok kötü ve çok şiddetli bir biçim de azdıran bu m eteor için geriye b ir tek kanın akıtılması k alıyordu! H e r d u ru m d a iki ailenin özellikle korkm ası g ere­ k en şey, B ay H u d elson ve B ay F o rsy th ’nin göktaşı için silahlar elde, çekişm eye kalkm aları ve b u so ru ­ n u A m erikan tarzı b ir düelloyla çözüm lem eleriydi. E n k ö tü sü de şu lanet P u n ch ’u n iğneleyici y az ıla­ rıyla, k arik atü rleriyle durm aksızın onları kışkırtm asıydı. Ve gerçekten şu söylenebilir ki, A m eri­ k a ’d a g eçtiğ in e g öre b u g az ete ateşin ü stü n e 158

sıvıyağ y a d a d ah a çok petrol değilse de en azından tuz, gü n lü k alaylarının tu zu n u atıy o rd u ve ateş b u n d an dolayı d ah a çok çıtırdıyordu! O gün B ayan Loo “Ah güç b en d e olsay d ı!” diye haykırdı. “Peki, ne y ap ard ın ız, k ü çü k kardeş?..." diye so r­ du F rancis G ordon. — Yapacağım şey.... O h! çok basit, şu k orkunç altın topağını çok u zak lara gezinm eye, en iyi d ü r­ b ü n lerin bile a rtık onu algılayam ayacağı k ad ar u zak lara gönderirdim ! A slında göktaşının ortadan kaybolm ası belki de onca d erin d en k arm ak arışık olan zihinlere sü k u n e­ ti geri g etirirdi ve kim bilir B ay F o rsy th ve D o k to r H u d e lso n ’un kıskançlığı m eteor görüş alanı dışın­ d a olunca ve h a tta artık geri gelm em ek üzere gidin­ ce son bulacaktı!... A m a bu olasılık o rtay a çıkacak gibi g ö rü n m ü ­ y o rd u . G öktaşı üç g ü n sonra da, nikah tarih in d e de o ra d a olacaktı ve d ah a sonra d a o ra d a olacaktı ve sarsılm az y ö rü n g esin d e değişm ez b ir düzenlilikle d ö n ü p d u rd u ğ u n a göre hep o ra d a o la c a k tı! O zam an en b asitlerinden -doğrusu hiç k u şk u ­ suz basit olduğu k a d a r d a gerçekleşem ez- b ir fikir halk arasın d a dolaştı. Yalnız W h a sto n ’d a değil, Y erk ü re’nin üzerin d e yörüngesini çizdiği tü m y e r ­ lerinde ve kentler, kasabalar, köyler, k ü çü k y e rle ­ şim birim leri, vs. b u b ü y ü k y e r y u v arla ğ ın d a çok kalabalıktılar. Bu fikir, işte tüm basitliğiyle: 159

"N için binlerce m ilyar değerindeki bu topağın h erhangi b ir yo lla düşürülm esi sağlanm ıyordu?... B u düşm e tüm üyle doğal y o llarla gerçekleşm eye­ cek m iydi? Ve eğ er sadece b ir anlığına d a olsa Y erküre çevresindeki dönm e hareketini d u rd u rm a ­ y ı b ir b aşarab ilselerdi...” Evet... B undan k u şku yok. A m a şu herhangi bir yol, kim b u n u d ü şü n ü p bulabilecekti?... İnsan g ü ­ cü n ü n sınırlarını aşm ayacak m ıydı?... Bu göktaşı­ nın gelip çarpacağı bir engel, d ak ik ad a yirm i sekiz kilom etrelik b ir hıza direnç gösterebilecek güçte b ir engel y aratıla b ilir m iydi?... Bu d u ru m d a m ucitler b ü tü n güçleriyle icat dala­ şına atılm alı! Ve gazeteler en akıl alm az önerilerini yazm aya!... N için b irkaç yıl önce A y'a b ir gülle gönderen y a d a d a h a sonra m üthiş b ir geri tepm ey­ le y e r ekseninin eğim ini değiştirm eyi deneyen top k ad a r güçlü b ir to p imal edilm eyecekti?... E vet am a bu iki denem e sadece, belki biraz çok fazla düş gücü olan b ir F ransız y a z a rın 2 kalem inden çıkm ış sa f bir fantazyaydı, bu bilinm iyordu! “A h !” d iye belirtti b ir gün W haston Standard, “Bu m eteor uzay d a geçenlerin çoğu gibi dem irden olsaydı, son derece güçlü b ir elektro -m ıknatıs y a ­ p arak k u şk u su z onu çek eb ilird ik !” E vet am a hiç de dem irden değildi, altındandı ve m ıknatıs bu değerli m aden üzerinde etkisizdi!... Z a­ 2. Ju le s V erne’in iki rom anına (D e la Terre â la Lune) (D ü n y a’dan Ay’a) ve (Sans dessus dessous) (Altalta Ü stüste O lm adan) im ada bulunuluyor.

160

ten dem irden olsaydı, o zam an d ö rt y ü z yetm iş bir bin ton ağırlığında olacağına göre ona sahip olm ak için onca çabaya ne gerek vardı. D ü n y a özetle sade­ ce, kocam an b ir dem ir k arb ü rd en ib aret olduğuna göre b u m etalden b u ra d a yeterince y o k m u?... Yine de zihinler giderek bulanıyor, dişi beyinler kay n ay arak b u h arlaşm a noktasına değin, erkek b e­ y in ler h er y ö n d e çatlam a noktasına değin çalışıyor­ lardı!... Beşeri y aratık la rın açgözlülüğü böyle olu­ y o r! Bu onca m ilyarın ellerinden kaçacağı d ü şü n ­ cesine alışam ıyorlardı... M adem ki nereden geldiği bilinm eyen m eteor -belki de yerçekim ininkine g ir­ m ek için çıkm ış olduğu öteki gezegenlerden birinin çekim m erkezinden- D ü n y a y a aitti!... Şim di gidip G üneş dünyasının altın d a y a d a üstündeki öteki yıldızların çevresinde dönm esi için o n u n bırakılm a­ sına izin verilm eyecekti!... Bu d u ru m d a P unch bu denli ciddi b ir konu h ak ­ k ın d a gerçekten y ersiz şakalara k ap tırıy o r kendini: “E vet! istediği zaten bizim göktaşım ızı gaspetm ek olan b u gezegenlere güvenm em ek gerek, ç ü n ­ k ü o bizim dir... tüm üyle bizim ve onun bizden ça­ lınm asına izin verm eyeceğiz!... G eçerken onu y a ­ kalam a gücüne sahip olan şu koca J ü p ite r ’e ve bel­ ki de dahası ebedi cilveli, ondan kendine m ücevher y a p tırta c a k olan şu üçkâğıtçı V enüs’e özellikle g ü ­ venm em ek gerekiyor!... D oğru, M e rk ü r u zak değil ve h ırsızların T anrısı niteliğiyle de!... K ısacası inanm ayalım ...inanm ayalım ! ” 161

T üm d ü n y an ın göktaşının değerini öğrendiği g ü n d en b u y a n a insan zihniyetinin genel d u ru m u buydu! Ve b u sürede o y ö rü n g esi altında y e r alan tü m ü lk eler için düzenli b ir biçim de kuzeydoğu uf­ k u n d a o rtay a çıkm aya güneybatı ufku ard ın d a kaybolm aya devam ediyordu! Ve sadece V irginia k en tin d en söz edersek, o altından ışıklarını uzayda saçtığı sırad a onu birbirlerini yem eyi beklerken gözleriyle yem eye devam eden iki eski dost, iki adam o ra d a karşılaşıyorlardı. W h a sto n ’d a belki de o zam anlar, b u güzel te rte ­ miz gecelerde, yalnız durm aksızın b irbirlerine b a ­ k acak gözlere sahip oldukları için, onu gözleriyle hiç izlem eyen iki v arlık vardı sadece. Bu F rancis G o rd o n ’du, b u J e n n y H u d e lso n ’du. Loo bile ona öfkeli b ak ışlar gön derm eden edem iyordu. H e r akşam B ayan H udelson b ir y a n d a hizm etçi M itz öte yan d a, k endi kendilerine m eteorun belki de g ökkubbe içindeki avare tu ru n a yen id en başla­ yacağını söylüyor olsalar da, artık sonsuza değin yalnız h erhangi b ir kayan yıldızın söz konusu olaca­ ğını u m u t etseler de, um u tların d a düş kırıklığına uğradıklarım görüyorlardı. G eri dönüyordu, koca m ilyarder topak, arzularla ateşlenm iş bir insanlığın açlıklarını bilem ek için geri dönüyordu, hep ken d i­ ni b ir felaketin ö n g ününde hisseden b u iki nam uslu ailenin b ü y ü k m utsuzluğu için geri dönüyordu!... N e o lu rsa olsun plan lan an nikahın arifesine v a ­ rıyorlardı. O yılın takvim inde 28 M ayıs y erin i 29 162

M ay ıs’a b ırak ıyordu... S ain t-A n d rew ’in çanlarının v ar güçleriyle çalarak nişanlıları d ü ğün törenine çağırm ası için artık k ırk sekiz saatten fazlası g erek ­ m iyordu. O y sa aynı gü n öğleden so n ra Yeni ve Eski Kıta ’nın çok sayıdaki ötekileri gibi W h asto n telg raf b ü ro su da, B oston G özlem evi’nden gönderilm iş aşağıdaki telgrafı aldı: “D a h a eksiksiz b ir gözlem belirlem em ize olanak verdi ki y ö rü n g esi üzerindeki göktaşının hızı aşa­ malı olarak azalm aktadır. B u rad an son u n d a y ere düşeceği sonucu çıkm aktadır.”

163

X II. Bölüm

B u ra d a Y a rg ıç P ro th ’un, m ahkem esine çık an lard an ikisi arasın d a olum lu sonu ç alınam ayan b ir barıştırm a girişim inde bulunduğunu ve alışkanlığı üzere b ah çesin e döndüğünü görüyoruz.

i i

k düşecek!... O düşecek!..."

O

Birinci çekim g ru b u n d a n bu fiil, özellikle o g ü n d en itibaren ve hem Yeni D ü n y a ’da hem de E skisi’nde hiçbir zam an b u denli

heyecanla kullanılm adı! “O ” artiklisi* artık yalnız m eteoru belirtm ede kullanılıyor gibiydi! Fiile g e­ lince, tü m sorun, o k a d a r çok gelecek zam an d a k u l­ lanıldıktan so n ra geçm iş için kullanılm asını b ek ler­ ken ne zam an şim diki zam an kullanılacağını ö ğ re n ­ mekti.

* A rtikl: Kimi dillerde önünde geldikleri ismi belirtm ekte kullanılan sözcük (ç.n.).

164

K uşkusuz, B oston Gözlemevi, göktaşının y a da daha iyi belirtm ek gerekirse çekirdeğinin saf altın­ dan olduğunu açıkladığında halkın taşkınlığının sı­ nırları en uç n o k taların a ulaşıyor gibi görünm üştü. Ve y in e de bu taşkınlık, y ery ü zü n ü n h er noktasın­ da b u çok b ü y ü k göktaşının düşeceği öğrenildiğin­ de o rtay a çıkanınkiyle kıyaslanam ayacaktı. A vru­ p a ’y a, A sya’y a, A m erika’y a telgrafla, Afrika, Avusturalya, Yeni Z elanda, O k y a n u sy a’y a kabloluyla geçilen b u h ab e rd en şüphelenm eye gelince, kim se bu n u aklından geçirm edi. Z ate n evren çapında ve haklı b ir ad yap m ış bostonlu gökbilim ciler gözle­ m evlerinin ü n ü n ü tehlikeye atacak böyle b ir hatayı yapam azlardı. O nedenle N e w Y o rk Herald, ek bir sayıda şu ­ nu söylem ekte tüm üyle haklıydı, h a b e r geniş çapta yayıldı: “B oston G özlem evi b u açıdan g ö rü şü n ü b elirtti­ ğine göre mesele k a ra ra bağlanm ıştır ve göktaşının bu g ü n y a rın düşeceği kesindir.” E lbette y e r çekim i yasaları, bu durum karşısında tam olarak geçerliliklerini korum am azlık edem ezler­ di. Gökbilimi dün y asın da çok geçm eden göktaşının hızındaki azalm anın çok belirgin olduğu öğrenildi ve ilgililer d ikkat etm iş olsalardı belki de b u n u daha erken teşhis etmiş olacaklardı. A m a söylendiği gibi, “onların kafaları b aşk a yerdeydi ”! B aşlangıçta bağ­ landıkları şeyler çekirdeğin iriliğini ölçmek, değerini saptam aktı, m eteorun m ilyarları ancak tam am en 165

p latonik b ir isteğin am acı olabilirdi. Göktaşı, m ü­ kem m el belirlenm iş, m ükem m el düzenli b ir yörünge üzerinde h arek et ettiğine göre dünyaya düşm ek için atm osfer bölgelerinden ayrılm ak zo ru n d a olduğunu düşünm üyorlardı bile! Hayır, y ü z kere hayır!... Ve aslın d a B ay D ean F o rsly h ve D o k to r H udelson böyle b ir olasılığı asla sezinlem em işlerdi. E ğ er keşfin öncelik hakkını istem ekte b u denli ateşli d av ranıyorlarsa, bu göktaşının değeri, kim senin ne b ir k u ru ş, ne b ir peni, ne b ir sent sahibi olm ayaca­ ğı m ilyarları y ü z ü n d e n değildi; bu, b u n u yinelem ek çok fazla olm ayacak, biri b u b ü y ü k astronom i ola­ y ın a F o rsy th adını verm ek, öteki H udelson adını verm ek, tek kelim eyle şö h ret içindi, şeref içindi. Kaldı ki, iki rakibin göktaşının hızının çok g ö rü ­ n ü r b ir biçim de azalacağını bizzat gözlem lem eleri g erekiyordu. K uzeydoğu u fkundan o rtay a çıkışı gecikm işti, gü n ey batı u fk u n d a o rtad a n kayboluşu gibi. W h a sto n ’un üstü n d ek i b u iki n o k ta arasın d a geçişine d ah a çok zam an ayırıyordu. Belki de Bay F orsyth ve B ay H udelson, b u kez öncelik hakkı kesinlikle B oston G özlem evi’ne ait olan bu sap ta­ m ayı ilk y a p a n la r olm adıkları için üzülm üşlerdir. Bu d u ru m d a düşünm eye en az alışık olan in san ­ ların aklına gelen iki soru sorulm aya başlandı, e r­ k ek lerd e olduğu gibi çocuklarda, çocuklarda old u ­ ğu gibi k ad ın larında... H e rk esin karşısına dikilen dev asa b ir soru işaretiydi bu: G öktaşı ne zam an düşecek? 166

G ö k taşı n erey e düşecek? ik in ci so ru n u n yanıtı, göktaşının kuzeydoğudan g ü n ey b a tıy a olan y ö rüngesini şaşm az b ir biçim de izlem eyi sü rd ü rm esi koşuluyla kendiliğinden verili­ y o rd u . D ü şm e bu d u ru m d a sözü edilen y ö rü n g e al­ tın d a b u lu n a n n oktaların biri üzerinde olabilirdi an cak . Bu zaten apaçık ortadaydı. B irinci so ru ko n u sundaysa y a n ıt o k ad a r kolay değildi. A m a bilim insanları bu k a d a r az şeyden y ıl­ m azlar ve hızın düşm esine ilişkin yeni, sık gözlem ­ ler elbette o n u çözm eye izin verecekti. P ekâlâ, bu ko şu llarda ve b u n ca çık ar hedefte ol­ d u ğ u n a g ö re zavallı insanlığım ızın tu tk u la rın ın k arşı k arşıy a geleceği, çarpışacağı b ir alan d a belki de en az kolayı b ir üçüncü soru, gelip öteki ikisini b ulm ay acak m ıydı?... G ö ktaşı d ü ştü k ten sonra kim e ait olacaktı?... Işıklı halesinin çerçevelediği çekirdeğin trilyonları kim e?... Bu hale y o k olup gidecekti hiç kuşkusuz ve p aray a çevrilem eyen elle tutulam az ışınlarına hiç ihtiyaçları y o k tu !... A m a çekirdek o ra d a ola­ caktı... Ve onu, y asal ağırlıkta m adeni p a ra la ra çe­ virm ekte sıkıntı çekm eyeceklerdi!... E vet, kim e ait olacaktı? “B an a!” diye h aykırdı D ean F orsyth, “B u soru k afasın d a şekillendiğinde, varlığını k a ra ufkunda, W h asto n u fk u n d a ilk bildiren b a n a !...” “B an a!” diye h aykırdı aynı şekilde D o k to r H udelson, “m adem ki keşfini y a p a n b e n im ! ” 167

Ve hem en o 29-30 M ayıs gecesi, h er ikisi de d a ­ h a d a öfkeli b ir dikkatle, ona el koym ak için h er şe­ y i göze alm aya h azır adam lar olarak onu izledi­ ler!... Ve o hep onların b ir otuz kilom etre k a d a r ötesindeydi, so n u n d a kendisini y en ecek olan y e r çekim iyle sıkı sıkıya bağlı biçim de... Ve bu güzel gecede öylesine canlı b ir ışıkla parlıy o rd u ki y ıldız­ lar ve gezegenler y o ğ u n ışığı karşısında soluyorlar­ dı, J ü p ite r ve Venüs bile, L y r’in V ega’sı y a da Aigle’in A ltair’i bile, gökkubbenin tüm yıldızlarının ü s­ tü n d e tartışm asız egem enliğe sahip B üyük K öpek takım yıldızının S iriu s’u bile! Tam am da, az y a d a çok y a k ın d a m eteorun d ü ş­ m esinden sonra, bu eşsiz m anzarayı gözler artık sey redem eyeceklerdi! N e önem i var! D üşm esi yeğleniyordu... O n a sahip olm ak istiyorlardı ve belki de, alçak dünyanın boş şeylerinden vazgeç­ miş b irk aç filozof y a d a W h a sto n ’un saygıdeğer y arg ıcı Bay J o h n P ro th ’un araların d a y e r aldığı b irk aç bilgeyi dışında tu ta rsa k b u düp ed ü z genel b ir y o ğ u n istekti. 3 0 ’u sab ah ın d a S ulh M ah k em esi’nin oturum sa­ lo n u n a b ü y ü k akın oldu. M eraklıların d ö rtte üçü o ray a girem em işti. Evin ö nünde y e r alan avluda geri p ü sk ü rtü lm ü ş olanlar, m ahkem e salonuna tı­ kışm ış olan d a h a iltim aslıları y a d a kısaca d a h a ace­ lecileri im renm eksizin düşünem iyorlardı. E lbette Bay P roth, b ir am atörün çiçeklerini halkın çiğne­ m esine k arşı k o ru m ak için harcayabileceği tüm 168

enerjisiyle k arşı koym am ış olsaydı bahçesini istila etm iş olacaklardı. A m a ark asın d a yaşlı K ate’in k o ­ ru m ad a o lduğu kapıyı çökertm eleri im kânsız oldu. B u n u n nedeni, bu o tu ru m d a B ay D ean Forsyth ve B ay S tanley H u d e lso n ’un o ra d a olm alarıydı. G öktaşının keşfinin öncelik hakkının ve ikinci d e­ recede bu önceliğin sağlayacağı m ülkiyet hakları­ nın saptanm ası am acıyla karşılıklı olarak sulh y a r ­ gıcına b aşv u rd u k ta n so n ra iki rakip birbirlerinin karşısın d a b u lu n u yorlardı. Böylece b u B ayan H u d e lso n ’un iki kızının, F rancis G o rd o n ve hizm etçi M itz ’in sonsuz ü z ü n ­ tü sü n e karşın, sadece b ir özsaygı sorunu değildi, bu ay rıca sulh yargıcının, k o n u d a yetkili olduğu kabul edilerek, çözüm lem ek z o ru n d a kalacağı bir çık ar so ru n u y d u . A nlıyoruz, ancak b ir yargıç, iki yarg ılan an arasın d a k ararını verm ek z o ru n d a kal­ dığında çok sıkıntı yaşayacaktır. O nedenle görevi­ ne bağlı biri o larak tarafları uzlaştırm ayı deneye­ cek tir ve b aşa rırsa A m erika Sulh M ahkem elerinde uzlaştırm a re k o ru n u kıracağını söylem ek hiç de ab a rtı olm az! O tu ru m u n b aşlangıcında birçok iş çabucak biti­ rilm işti ve b irb irlerin i y u m ru k larıy la teh d it ederek gelm iş olan taraflar, B ay P ro th ’u n tüm m em nuni­ yetiyle kolkola salonu te rk etm işlerdi. Ö n ü n e gele­ cek olan iki rak ip için de böyle olacak m ıydı?... B u­ n u um m a yürekliliğini zar zor gösteriyordu. “S onraki d av a ?...” dedi. 169

“F o rs y th

H u d e ls o n ’a

k a rşı

ve

H u d e lso n

F o rs y th y e k a rşı” diye çağırdı m übaşir. D av a liste­ sine bu başlık altın d a kaydedilm işti. “Bu b ay lar y ak laşsın lar” diye ekledi y argıç kol­ tu ğ u n a dik o tu ru rk en . Ve h er biri kendisine eşlik eden ta ra fta r g ru b u ­ n u n arasın d an çıktı. O radaydılar, b irbirinin y a n ın ­ da, süzen bakışlarla, çakm ak çakm ak gözler, kasıl­ mış ellerle, b ir kıvılcım ın çifte patlam aya yol açm a­ y a yeteceği ağzına değin doldurulm uş iki top. “Söz ko n u su olan n edir b ey ler?” diye sordu Y ar­ gıç P ro th neyin söz konusu olduğunu çok iyi bilen b ir adam edasıyla. Ş unları söyleyerek ilk sözü alan B ay D ean F o rsy th oldu: —H aklarım ın d ikkate alınm asını istiyorum ... “B en de b en im kilerin” diye y anıtladı derhal Bay H udelson d ü p ed ü z sözünü keserek. Ve o zam an b ir sağırlar diyalogu başladı. Ş ark ı­ cıların o rad a ne üç p erd ed en ne de altıdan değil am a geçerli tü m arm oni k u ra lla rın a karşı şarkı söy­ lediklerinden em in olabilirsiniz. Bay P roth, dayanılm az bir kakafoniyi sona e r­ dirm ek isteyen b ir o rk e stra şefinin arşesini yaptığı gibi, b ir fildişi bıçağını hızlı darbelerle m asasına v u ra ra k m üdahale etti: “Baylar sırayla izah ediniz” dedi ve “Alfabetik sıra­ y a uyarak, adı H ile başlayan Bay H udelson’dan önce gelen F ile başlayan Bay F orsythye sözü veriyorum .” 170

Ve belki de doktor, bu d u ru m d a adının onu alfa­ bede altıncı y erin e sekizinci sıraya koym asına acı acı üzülüp d u rd u . O zam an B ay D ean F orsyth, d o k to r kendini a n ­ cak çok b ü y ü k çabalar pahasına tu ta rk e n davasını açıkladı. 2-3 N isan gecesinde akşam saat on biri otuz y e ­ di d a k ik a yirm i iki saniye g eçerken E lizabeth S o­ k ağ ı'n d a k i k u lesinde gözlem y a p a n B ay D ean F orsy th , b ir gök taşın ı k u zeydoğu u fk u n d a g ö rü n ­ d ü ğ ü a n d a fark etm işti. O n u g ö rü n ü r olduğu h er an izledi ve hem en ertesi g ü n ü ilk saatlerd e P ittsb u rg G özlem evi’ne keşfini bild irm ek ve öncelik h ak k ı için ta rih alm ak am acıyla b ir te lg ra f g ö n ­ derdi. A çıktır ki D o k to r H udelson d a konuşm a sırası kendisine geldiğinde M o rris Sokağı b u rc u n d an da gözlem lenen m eteorun görünm esi ve ertesi günü C incinnatti G özlem evi’ne gönderilen telg ra f konu-j

larında aynı açıklam ayı yaptı. Ve tüm b u n lar öylesine b ir inançla, öylesine b ir kesinlikle söylendi ki dilsiz gibi ve y ü re k ça rp ın tı­ sıyla dinleyenler, böylesine açık b ir biçim de o rtaya konan iddialar k arşısında yargıcın vereceği yanıtı beklerken artık soluk alm ıyor gibiydiler. A dalet terazilerini kullanm aya alışm ış ve te k bir göz atışıyla kefelerin tam olarak aynı yük sek lik te olup olm adıklarım gören b ir yargıç olarak, “Ç ok b asit” dedi B ay P roth. 171

A m a bu “çok b asit” sözcükleri o ra d a b u lu n an lar arasın d a belli b ir şaşkınlığa yol açtı. H iç d u ru m u çözüm leyecek gibi görünm üyordu... Bu "o k ad a r b asit” olam azdı! Yine de B ay P ro th ’u n ağzında bu birkaç sözcü­ ğün kay d a d eğ er b ir önem i vardı. D eğerlendirm e­ lerinin doğruluğu, kararının sağlamlığı bilinm iyor değildi. O nedenle dinleyiciler, gö rü şü n ü açıklam a­ sını sabırsızlanm adan bekliyorlardı. Bekleyiş uzun olm adı ve sanki hu k u k i bir yargı söz konusuym uş gibi “göz önüne alın an ların ” g ü ­ cü n ü n kullanıldığı m etin işte: “Bir y a n d a n Bay D ean Fors 3/th ’nin 2-3 N isan gecesinde akşam saat on biri otuz yedi d ak ik a y ir­ mi iki saniye geçe W haston üstünde atm osferde g e­ çen bir göktaşını keşfetm iş olduğu açıklam ası göz önüne alınarak.... Ö te y a n d a n Bay S tanley H u d elso n ’un aynı gök­ taşının aynı saatte, aynı dakikada, aynı saniyede... varlığını bildirm iş olduğu açıklam asını göz önüne alarak ....” “Evet! ev e t!...” diye h aykırdılar d o k to ru n ta ra f­ tarları ellerini çılgınca sallayarak “H ayır!

h a y ır!” diye

karşılık

v erd ile r

Bay

F o rsy th ’nin taraftarları ayaklarıyla parkeye vurarak. Ve Bay P ro th ’d a hiçbir sabırsızlık belirtisi y a r a t­ m ayan bu patırtı sona erdiğinde, şu sözlerle başladı: “Ama tüm davanın, salt bir gökbilim sorunu olarak bakılabilecek ve salt adli olan bizim uzmanlığımızın 172

dışında kalan soruna, b ir saniye, dakika ve saat soru­ nu n a dayandığı göz önüne alındığında; Bu gerekçe­ lerle bu k o nuda kendimizi yetkisiz ilan ediyoruz.” Y argıcın b aşk a biçim de y a n ıt verem ediği kesin. Ve rak ip lerd en ne biri ne de ötekisi, m eteoru g ö r­ d ü ğ ü n d en em in olduğu tam anla ilgili olarak ileri sü rd ü ğ ü kesin b ir kan ıt getirem eyecek gibi g ö rü n ­ dü ğ ünden, taleplerinin b u ra d a kalm ası gerekiyor­ d u ve artık an cak sırt sırta çekip gitm ek zo ru n d a oldukları ve bu d u ru ş biçim inde birbirlerine karşı şid d et eylem lerinde bulunm alarından hiç k o rk u l­ m am ası g erekiyor gibi de duru y o rd u . A m a ne taraftarları ne kendileri davanın bu bi­ çim de bitm esini anlıyorlardı ve Bay P roth bir uzlaş­ mayı elde edem eden bir yetkisizlik beyanıyla işin içinden çıkacağını um ut edebilm iş olsa da, bu um ut gerçekleşm ek zorundaym ış gibi hiç görünm edi. A slında y arg ı k ararın ı toplu b ir m ırıldanm anın karşılam asının ard ın d a n bir ses yükseldi ve bu Bay ■'

F o rsy th ’ninkiydi. “Söz istiy o ru m ” dedi. “B en de istiy o ru m ” diye ekledi doktor. “K ararım d an hiç caym ak d u ru m u n d a olm am a­ m a rağ m en ,” diye y an ıtladı y argıç en ağır k o şu llar­ d a bile hiç bırakm adığı o sevimli tavırla, “b u sorun, yineliyorum , b ir sulh yargıcının y etk i alanının dı­ şın d a olsa bile, seve seve sözü Bay D ean F orsyth ve D o k to r H u d e lso n ’a sırayla alm aya razı olm aları koşuluyla v eriy o ru m .” 173

Belki de bu n o k tad a bile bu iki rak ip ten boyun eğm elerini istem ek çok fazlaydı. D olayısıyla b irlik ­ te, aynı la f kalabalıklığıyla, aynı şiddetli dille, b eri­ ki ötek in d en b ir sözcük, b ir hece bile geride kalm a­ yı istem eden y a n ıt verdiler. Bay P roth, “b ırakın k o n u şsu n lar”ın en akıllıcası olacağını hissetti, en azından otu ru m u kapatm ak, bu ona W h asto n to p lu m u n u n önde gelen ve kısaca saygıdeğer bu iki şahsına k arşı yakışıksız olur gibi g ö rü n d ü . Yine de y en i iddialarının anlam ını an la­ m ayı başardı: A rtık gökbilim iyle ilgili b ir sorun d e­ ğil am a b ir çık ar sorunu, b ir m ülkiyet h ak iddiası söz konusuydu. Tek sözcükle, göktaşı so n u n d a düşm ek zo ru n ­ daydı, düşecekti ve bu d u ru m d a kim e ait olacak­ tı?... B ay D ean F o rs y th y e mi... D o k to r H udelso n ’a mı?... “B ay F o rs y th y e !” diye h ay k ırd ılar kulenin ta ­ raftarları. “D o k to r Ifu d elso n ’a! ” diye h ay k ırd ılar b u rç ta ­ raftarları. G üzel y ü z ü sevimli b ir filozof gülüm sem esiyle ay dınlanan B ay P roth, şirin bir hareketle sessizlik istedi ve d u ru şu y a n ıt verm ekte hiçbir zorluk çek­ m eyeceğini çok iyi anlatıyordu. Sessizlik oluştu ve elbette İsa ’d an önce d o k u ­ zu n cu y ü zy ıld a K ral S üleym an’ın, iki anne arasın ­ d a ü nlü h ü k m ü n ü verdiği o g ü n ü n k ü n d en d ah a m utlak değildi. 174

“Beyler," dedi, “B ana su n d u ğ u n u z ilk m esele bir gökbilim keşfi k o n u su n d a öncelik hakkı so ru n u y ­ du... O ra d a o rtay a k o nan ve size göre olası b ir p ay ­ laşım ı söz k o n u su olm ayan b ir o n u r vardı... Ta­ m am !... A m a şimdi, tartışm a göktaşının m ülkiyeti k o n u su n d a başlıy o r ve b u k o n u d a gerekçeli b ir k a ­ ra r verm ek için gerekli öğelere sahip olm asam da, y in e de sanıyorum sizlere b ir öğüt verebileceğim . “N e ? ...” diye h ay k ırdı B ay F orsyth. “N e ? ...” diye h ay k ırdı Bay H udelson. “İşte,” dedi B ay P roth. “G öktaşının düşm esi d u ­ ru m u n d a...” “D ü şecek ...” diye tek ra rlad ılar y arışırcasın a B ay D ean F o rsy th ’nin taraftarları. “D ü şecek ” diye tek ra rlad ılar aynı şekilde Bay S tan ley H u d elso n ’u n taraftarları. “O lsu n yine d e...” diye yan ıtlad ı yargıç, A m eri­ k a ’d a bile yarg ıçlık cam iasının h er zam an örneğini verm ediği alçakgönüllü b ir nezaketle. -■> Ve iyilik dileyen b ir bakışla iki davalıya hitap etti: “Bu d u ru m d a ,” diye başladı, “üç trilyon dokuz y ü z y ed i m ilyarlık değere sahip b ir göktaşı söz k o ­ n u su olacağından size paylaşm ayı salık verece­ ğim ...” . —Asla... asla! H e r y a n d a çınlayan çok derinlem esine olum suz b u sözcük oldu... Asla B ay F o rsy th ve B ay H u d e l­ son b ir paylaşım a razı olm ayacaklardı!... K uşkusuz b u o n ların h er birine aşağı y u k a rı iki trilyon getire175

çekti am a b ir özsaygı so ru n u k arşısın d a d u racak trily o n lar y o k tu r, V anderbilt’lerin, A sto r’larm , Gou ld ’ların ve M o rg a n ’larm ülkesinde bile... V azgeç­ mek, bu B ay F o rsy th açısından keşfin o n u ru n u n doktora, d o k to r açısından d a bu o n u ru n B ay D ean F o rsy th y e ait olm asına razı olm ak dem ekti. Bay P ro th , in san a ilişkin şeyleri bildiği için, ne k ad a r bilgece olsa da, öğüdünün o ra d a b u lu n an la­ rın tü m ü n ü n karşıtlığını kazanm am asına şaşırırdı. Keyfini hiç k açırm adı ve b u kez g ü rü ltü önem li b o ­ y u tla ra ulaştığından, etkisinin sıfır olacağını an la­ dığından k o ltu ğ u n d an kalktı: O tu ru m bitm işti. A m a işte b ird en sessizlik oldu, sanki tüm izleyi­ ciler, biri b ir şey söyleyecekm iş duy g u su n a kapıl­ mış gibiydi. O lan d a b u y d u ve şu sözler o zam an m ahkem e salonuna yığılm ış izleyicilerden herhangi birinin ağzından döküldü: “Sayın y argıç, davanın kesin hükm e bağlanm ası için b ir b aşk a tarih e ertelenm esini istiyor m u ?...” Bu, b u ra d a halkın m erakının açıkça üzerinde to p lan m ak istediği b ir noktaydı. Yargıç o tu rd u ve şu çok basit yanıtı verdi: — M ü lkiyet so ru n u n u n ilgilendirdiği tarafları, onları paylaşım alanına g ö tü rerek b arıştırm a u m u ­ dum vardı... B unu reddettiler... “Ve re d le rin d e ıs ra r e d e c e k le r!” diye bağırdılar, b ir fo to ğ ra f m ak in esin in k ö rü ğ ü n d e n çıkm ışa ben zey en b u y a n ıtta tam o lara k aynı sözcükleri 176

k u llan an B ay D e an F o rsy th ve B ay S tan ley H udelson. Bay P ro th anlık b ir sessizlikten so n ra şöyle dedi: “ Bu tartışm a ko n u su göktaşının m ülkiyeti so ru ­ n u n u n k a ra ra bağlanm ası için dava... y ery ü zü n e düşeceği güne k a d a r ertelenm iştir...” “N için düşm esini beklem eli?” diye so rd u bu sü­ reye razı olm ayan B ay F orsyth. "Evet... N iç in ? ” diye destekledi anlaşm azlığın gecikm eden giderilm esini isteyen doktor. Bay P ro th y en id en kalkm ıştı ve içine belli b ir iro­ ninin sızdığı b ir sesle aşağıdaki açıklam ayı yaptı: “Ç ü n k ü o gü n b ü y ü k olasılıkla m eteorsal tril­ y o n lard a n payını isteyecek b ir üçüncü ilgili o rtay a çıkacaktır...” “H angi?... h an g i?...” diye soruldu salonun h er b ir köşesinden, çü n k ü o radakiler g iderek d ah a d a heyecanlanıyorlardı. "Ü zerine d ü şü şü n gerçekleşeceği ve to p ra k sahi­ bi o larak haklarını değere d ö n ü ştü rm ek ten geri kalm ayacak ü lk e!” Bu saygıdeğer y arg ıcın ekleyebileceği şey, g ö k ­ taşının denize d ü şerek kim seye ait olm am ası ve N e p tü n ’ün'*, u çu ru m larının derinliğinde onu son­ suza değin saklam ası şansının b ü y ü k olacağıydı... İzleyiciler, kesin o larak y erin d e n ayrılm ış olan B ay P ro th ’un söylediği son sözlerin etkisi altında kalm ışlardı. Bu, b ir üçü n cü ilgilinin y e r hâzinesi ol