Marksistler Cilt II
 9786051725260, 9786051725246

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

S u ngur Savran Lisans eğitim i n i siyasal bilim, doktorasını i kt isat dallarında yaptı . 1 9 7 3 83 arasında İ stanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde önce asistan, daha sonra yardımcı doçent olarak görevde bulundu. 1 983'te YÖK ' ü ve 1402 sayılı yasaya dayanılarak çeşitli öğreti m üyelerine işten el çektirilmesi­ n i protesto ederek ü niversitedeki görevi nden ayrıldı. Değişik zamanlarda yurtdışında çeşitli ü niversitelerde araştırma ve misafir öğreti m üyeliği yaptı. Birçok sendikanın işçi eğit i m programlarına ve kitle örgütleri n i n eğitim faal iyetlerine eğitmen olarak katkıda bulundu. Yapıt, 1 1 . Tez, Sınıf Bilinci dergilerinde yayın kurulu üyeliğinde bulundu. Özgür Gündem ge­ leneğinde yayınlanmış çeşitli gazetelerde uzun süre düzenli köşe yazıla­ rı yazdı ( 1 993 -2004). Son yıllarda İstanbul Okan Üniversitesi'nde çeviri dersleri vermektedir. Gerçek gazetesinde köşe yazarı, Devrimci Marksizm dergisinin yayın kurulu üyesi, Devrimci İşçi Partisi Genel Başkanıdır. Yay ı n l a n m ı ş kitapları ş u n l a rd ı r :

Türkiye 'd e Sınıf Mücadeleleri-] ( K a rdelen, 1 992; Yordam K itap, 2010, 201 1 , 2016 ve 2022).

Avrasya Savaşları (Belge Yayınları, 2 0 0 1 ) . Kod Adı Küreselleşme ( Yordam K itap, 2 0 0 8 , 201 1 , 2022). Üçüncü Büyük Depresyon ( Yordam K itap, 2013, 2022). Marksistler Cilt I: Teori-Pratik Birliğine Doğru ( Yordam Kitap, 2022). Marksistler Cilt II: Sosyalizm in Enternasyonalizmle Sınavı ( Yordam K itap, 2022).

Dünya Kap italizminin Krizi (Nail Satlıgan ile birl i kte, der., Alan Yayıncılık, 1 987; Belge Yayınları, 2009).

Kapita / 'in !zinde (Nail Satlıgan ve E. Ahmet Tonak'la birlikte, Yordam Kitap, 20 1 2).

Marksizm ve Sınıfla r (Kurtar Tanyılmaz ve E . Ah met Tonak'la birlikte, der. , Yordam K itap, 2014 ve 2 0 1 5) .

The Politics of Permane n t Crisis: Class, ldeology and State i n Turkey v e T h e Ravages of Neo-Liberalism: Economy, Society and Gender i n Turkey (Neşecan Balkan ile b i rli kte, der. , Nova Science Publishers, 2002). Bu iki kitabın Türkçeleri 2004 yılında Metis Yayınları tarafından 21. Yüzyılda

Türkiye (2 cilt) başlığıyla yayın l a n m ıştır.

SUNGUR SAVRAN

MARKSİSTLER ====

cilt

2

========-==

S O SYA L İZM İ N ENTERNASYO N A L İ Z M L E SINAV I



Yordam Kitap

Yordam Kitap: 414 • Marksistler-2 •Sungur Savran

Düzeltme: Didem Gerçek Kapak ve iç Tasarım: Savaş Çekiç • Sayfa Düzeni: Gönül Göner Birinci Basım: Ocak 2022

ISBN 978-605-172-526-0 • 978-605-172-524-6 (Tk)

© Sungur Savran,

2022;



© Yordam Kitap,

2022

Yordam Kitap Basın ve Yayın Tic. Ltd. Şti. (Sertifika No: 44790) Çatalçeşme Sokağı Gendaş Han No: 19 Kat: 3 34110 Cağaloğlu - İstanbul Tel: 0212 528 19 10 • W: www.yordamkitap.com • E: [email protected] www.facebook .com/YordamKitap • www.twitter.com/YordamKitap www.instagram.com/yordamkitap

Baskı:

Pasifik Ofset (Sertifika No: 44451)

Cihangir Mah. Güvercin Cad. No: 3/1 Baha İş Merkezi A Blok Kat: 2

3431O Haramidere I İstanbul Tel: 0212 412 17 77

SUNGUR SAVRAN

MARKSİSTLER =====

Cilt

2

=====

S O SYA LİZM İ N ENTERN A S YONA L İ Z M L E SINAVI

İÇ İ N D E K İ L E R

Önsöz MAO ZEDONG-CHE GUEVARA ÇATIŞMASI

11

KISIM III ALMANYA'NIN KASIM DEVRİMİ: DÜNYA DEVRİMİNİN AÇILAN VE KA PANAN KA PISI. Bölüm

15

CİHAN HARBi'NDE DEVRİMCİ MARKSİSTLER.

1. Birinci "Uluslararası Sol Muhalefet": Zimmerwald 2. Lenin'in politikası (1): devrimci bozgunculuk 3 . Lenin'in politikası (2): taktik esneklik 4. Sonuç Bölüm

16

3L: LENİN, ROSA LUXEMBURG, KARL LIEBKNECHT Alman Kasım Devrimi: Ekim'in ikizi Karl Liebknecht: Lenin'le kesişen yol Rosa Luxemburg ve Ekim Devrimi.

Rus Devrimi'nin macerası Rus Devrimi risalesinden Alman Devrimi'nin dağdağasına Demokrasi ve diktatörlüğe dair meseleler "Gelecek her yerde Bolşevizmindir!" Lenin ve Trotskiy EK 5: "O BİR KARTALDI!"

EK 6: AUGEAS'IN AHIRLARINDA BİR DEVRİMCİ!

17 19 5 39 64 72 2

77 78 80 85 87 90 93 95 97 99 10 2

KISIM iV 20. Y ÜZY IL SOSYALİZMİ NEDEN ÇÖKTÜ?

105

Bölüm 17 SOVYETLER BiRLİGi'Ni KİM YIKTI?

107

1. Yöntem sorunları

112

2. Panorama.

115

3. Çöküşün dünya tarihsel nedenleri

123

4. İlk devrimci devletin yozlaşması

128

5. Devrimin araçlarının tahribi (1): Bolşevik Parti

135

6. Devrimin araçlarının tahribi (2): Komünist Enternasyonal.

141

7. Dünya devrimine karşı savaş

148

8. Stalinist bürokrasiye rağmen devrim

157

9. "Dışarıdan devrim"

163

10. "Tek ülkede sosyalizm"ler

166

11. Çelişkilerin olgunlaşması, restorasyonun somut koşulları

170

12.Sonuç

177

Bölüm 18 "TEK ÜLKEDE SOSYALİZM" Mİ, DÜNYA DEVRİMİ Mİ?

186

1. Marksizmin kurucularında dünya devriminin zorunluluğu .

189

2. Lenin, Bolşevizm ve dünya devrimi

206

3 . Tek ülkede sosyalizm teorisi ve programı.

218

Sonuç: Marksizmin doğrulanması

239

Bölüm 19 SOVYETLER BİRLİGi'NİN KAYIP KAHRAMANI

244

Otoportre

247

Trotskiy'in tarihi önemi.

250

Ekim Devrimi'nin mimarı

256

Uluslararası proletaryanın önderi.

261

Uluslararası proletaryanın stratejisti ve taktisyeni

265

Teorisyen olarak Trotskiy

270

Yazar olarak Trotskiy

274

Hatip olarak Trotskiy

278

Kişilik gücü

282

Bölüm

20

20. YÜZYILIN

KAPİTAL'İ: lHANBTE UGRAYAN DEVRİM.

Sosyalist inşanın sorunları. Anahtar kavram: bürokratik yozlaşma. Dakik biçimde doğrulanmış öngörüler Sonuç Bölüm

21

TROTSKİY'İN VASİYETNAMESİ: MARKSİZMİ SAVUNURKEN.

İşçi devleti tartışması Parti, hizipler, eğilimler Politikanın savunusu. Bölüm

284 286 289 291 294 296 302 305 309

22

STALİN'İN "DEVLETLU KOMÜNİZMİ"

Tarihsel bağlam . Marksizmde sosyalizm ve devlet Stalin'in revizyonu Stalin'in öteki tezleri üzerine birkaç söz. "Kendiliğinden uykuya dalma"

313 316 320 324 333 338

KISIMV HENÜZ ÇÖKMEMİŞ OLAN: KÜ BA MARKSİZMİ. Bölüm

23

FIDEL CASTRO: DEVRİMCİ ASLANIN EVCİLLEŞTİRİLMESİ

Castro ve dünya devrimi Sovyetler Birliği ittifakı ile enternasyonalizm arasında Fide!. Fidel'in tarihi ricatı. Latin Amerika ve Afrika Yayılmayan devrim yenilir Bölüm

34 1 343 344 349 352 354 356

24

2. Yalıtılmış bir ülkede devrim ve enternasyonalizm .

358 358 363 372

3.

378

CHE GUEVARANIN MARKSİZMİ

Giriş: Che Guevara tüketimi

1.

"Ya sosyalist devrim, ya devrimin karikatürü!"

"Domuz ahırı"na isyan: Sovyetler Birliği karşısında Che.

4. Yeni İnsan'ın tohumları: Che Guevara'nın kişiliği

390

5. Büyük yanılgı: gerilla stratejisi ve parti sorunu

398

Sonuç: Che, Stalinizm, devrimci Marksizm

412

EK 7: C H E VİTAMİNİ.

417

EK 8: LENİN'İN YARAMAZ LATİN TORUNU.

420

SONUÇ: PAROLA ENTERNASYONALİZM!.

424

"Dünya vatandaşı": Cin olmadan insan çarpmak! DİZİN

430 433

Ôn s ö z

M AO Z ED O N G-C H E GU E VA R A ÇAT I Ş M A S I

Marksistler kitabının ilk cildinde kurucu atalar Marx ile Engels'in yanı sıra Lenin'i ele almış, bunların dışında Ekim Devrimi'nin zafere ulaşmasındaki iki numara Lev Trotskiy'e özellikle Lenin ile ilişkisi açısından bir ilk yaklaşım sunmuş­ tuk. Elinizdeki ikinci cilt, Alman Devrimi'nin iki önderi Rosa Luxemburg ile Karl Liebknecht'i yine Lenin'le karşılaştırmalı ola­ rak ele aldıktan sonra, Ekim Devrimi'nin tarihi gelişimi çerçeve­ sinde Stalin ile Trotskiy'in karşılıklı konumları üzerinde duracak, daha sonra da Küba Devrimi'nin iki önderi Fidel Castro ile Che Guevara'yı ayrı ayrı ele alacaktır. Ne var ki kitabın ilk cildinin de elinizdeki ikincisinin de esas odak noktası bu liderler değildir. Liderler, bütün siyasi hareketler için önemlidir. Bazen büyük tarihi olayların önüne düşmüş olan liderler o olayı izleyen tarihsel gelişmeyi de belirli bir ölçüde et­ kiler. Ama bu kitabın ciltlerini esas birbirinden ayıran, ilkinin Marx, Engels, Lenin ve kısmen Trotskiy'i, ikincisinin ise Rosa' dan Che'ye kadar bir dizi başka lideri ele alması değildir. Bu kitabın iki cildi, elbette kronolojik sıraya bir ölçüde uymuştur. Ama sa­ dece bir ölçüde. Mesela Lenin ile Luxemburg aynı kuşağın insan­ larıdır, aralarında yalnızca bir yaş vardır, ama bu kitapta iki ayrı ciltte ele alınmışlardır. Mesela Trotskiy esas olarak ikinci ciltte incelendiği halde, birinci cilde de girmiştir. Tersinden bakıldı­ ğında, esas olarak birinci cildin konusu olan Lenin'in teorisi ve

12

1

Mark s i s t ler- 2

pratiği ikinci ciltte de sık sık gündeme gelmektedir. Çünkü birinci cilt ile ikincisini ayıran sadece kronoloji değil, hatta esas olarak kronoloji değil, birinci ciltte yer alan "Giriş" bölümünde yapılan bir ayrımdır. Bu ayrıma göre, Marksizm 19. yüzyılda kurulmuş, 20. yüz­ yılda ise sınanmıştır. Birinci cilt Marksizmin teori-pratik birliği içinde kuruluşunu anlatmaktadır, bunun için başlığı Teori-Pratik Birliğine Doğru' dur. Bu diyalektik birliği vurgulamamızın en önemli nedeni, 20. yüzyılın sosyalist inşa deneyimleri başarı­ sızlıkla sona ereli beri, yani esas olarak 1989 - 1 991 dönüm nok­ tasından itibaren, eski sosyalistlerde yaygın olarak ortaya çıkan bir eğilimdir: Sosyalizmin geleceğinden umut kesen bu çevreler, özellikle Marx'a rafine, derinlikli bir teorisyen sıfatı takmakta ıs­ rarlıdır; buna karşılık sosyalizmin kuruluşuna artık en ufak bir ihtimal vermemekte, o uğurda en büyük pratik katkıyı yapmış olan Lenin' den de açık veya örtülü biçimde kaçmaktadırlar. Marx yüksek düzeyli bir aydındır; Lenin ise Marksizmin despotik bir sistem haline gelmesine yol açan bir pratisyen. Birinci ciltte teori­ pratik birliği üzerinde ısrarla durarak Marx'ın ve Engels'in de ay­ nen Lenin gibi esas ofarak birer devrimci olduğunu, teorik çalış­ malarının da burjuva toplumunun tarihsel eğilimini kavrayarak sosyalizm mücadelesini gerçekçi temellere yerleştirme çabasının bir ürünü olduğunu ortaya koymaya çalıştık. Birinci ciltte Marksizmin kuruluşunu esas olarak üç tarihle simgeleştirdik. 1848 Marksizmin hala esas programatik temeli olan Komünist Manifesto'nun, 1867 Marksizmin teorik başyapıtı olan ve modern çağın anahtarını sağlayan Kapital'in gün yüzüne çıkışını, 1 889 ise Marksizmin ilk kez kitlesel bir örgütün progra­ mı ve ideolojik çerçevesi haline gelişini temsil ediyordu. 1889 ile 20. yüzyılın sosyalist inşa deneyimlerinin çökmeye başlamasının simge olayı olan Berlin Duvarı'nın yıkıldığı 1 989 arasında kalan tam yüz yıllık süreyi ise Marksizmin her bakımdan sınandığı uzun dönem olarak alıyoruz. İkinci cildin konusu bu sınanma süreci. Bu ciltte ileri sürülecek olan ana tez ise şu: 20. yüzyılın

M a o Z e d o ng-C h e G u e v a r a Ça t ı ş m a s ı

l

sosyalizmi Marksizmin enternasyonalizminin gereklerini yerine getiremediği için bugün itibarı 1848' den beri olmadığı kadar dü­ şük bir seviyede seyretmektedir. 20. yüzyılın büyük karmaşası ve olaylar zenginliği içinden seçtiğimiz ana hat, her şeyi birbirine bağlayan "kırmızı çizgi" işte budur. Bu cildin başlığı bu yüzden Sosyalizmin Enternasyonalizmle Sınavı olarak konulmuştur. Bu sınav bizce üç değişik aşamada yaşanmıştır. Bunlardan ilki, 1914'te Birinci Dünya Savaşı'nın (Cihan Harbi'nin) patlak vermesiyle başlayan ve Lenin'in 1924 başında ölümüne kadar sü­ ren dönemdir. Bu dönem, savaşın dışında Rus (1917) ve Alman (19 18) proleter devrimlerini de içine alan muazzam inişli çıkışlı bir dönemdir. 20. yüzyılda uluslararası sosyalist hareketin safla­ rında enternasyonalizm ile milliyetçiliğin ilk büyük boy ölçüş­ mesi bu dönemde yaşanmıştır. Boy ölçüşme Bolşevizm ile sosyal demokrasi arasındadır. Son tahlilde bir Lenin-Kautsky çatışması olarak da özetlenebilir. Uluslararası proletarya açısından bakıldı­ ğında bu mücadelenin sonucu Rus Devrimi'nin kazanılması ama Alman Devrimi'nin yitirilmesi olmuştur. İkinci evre, Lenin'in ölümünden sonra adım adım tırmanan, 1920'li yılların sonunda ve 1930'lu yıllarda bir kıyamet günü or­ tamı doğuran bir gelişmenin ürünüdür. Sovyetler Birliği'nde yıl­ dızı yükselen bürokratik katmanın temsilciliğine soyunan Stalin ve arkadaşlarının giderek enternasyonalizmden koparak terimleri arasında uzlaşmaz bir çelişki olan "milli komünizm" olarak anı­ labilecek bir ideolojik yaklaşıma doğru evrilmesi karşısında önce ülke içinde, ardından uluslararası alanda Trotskiy'in önderliğinde gelişen Sol Muhalefet'in proleter enternasyonalizmi arasında bir mücadele olmuştur bu. Son tahlilde bu da bir Stalin-Trotskiy ça­ tışması olarak anılabilir ve genellikle bu şekilde ele alınmaktadır. Üçüncü evre 1 949'dan 1971'e uzanır. Bu evrenin başında Çin Devrimi'nin o devasa ülkeyi Mao Zedong önderliğinde fethetme­ si vardır. Sonunda ise Mao'nun 1960'lı yılların "Büyük Proleter Kültür Devrimi" olarak anılan deneyiminden yüz çevirdikten sonra "ping pong diplomasisi" denen bir süreç içinde ABD ile ya-

ı3

14 1

Marksistler-2

kınlaşmaya girmesi ve bir aşamadan sonra emperyalizmle ittifak içinde Sovyet işçi devletine karşı mücadeleye girişmesi yer alır. Bu iki tarihin arasında 1958-59 yılbaşı dönümünde Küba' da dev­ rim zafere ulaşmış, 1961 yılında ise devrimci yönetim sosyalizm uygulamasına geçtiğini ilan etmiştir. 10 yıl arayla yaşanan bu devrimlerin kaderini karşılaştırmak çok ilginç bir tablo yaratır. Dünyanın en büyük nüfusa sahip ülkesi Çin, milliyetçi bir politi­ kayla kendi içine kapanır, başka ülkelerde sürdürdüğü faaliyetler­ de tek amaç olarak Sovyetler Birliği'ni ve ona yakın işçi partileri­ ni zayıflatmayı amaç olarak bellerken, bir ada ülkesi olan küçük Küba, Che Guevara'nın bilinçli politikasıyla devrimci iktidar ku­ rulur kurulmaz, yalnızca Latin Amerika' da değil, dünyanın her yerinde devrimci faaliyetlere girişmiş, yani Lenin ve Trotskiy gibi bir dünya devrimi politikası izlemiştir. İşte bu ciltte 111., iV. ve V. Kısımlar tam da uluslararası sosya­ list hareket içinde enternasyonalizm ile milliyetçiliğin karşı kar­ şıya geldiği bu kavşakları teker teker ele almaktadır. Bütün cilt, savaş politikasında, uluslar politikasında, sosyalizmin inşasında, ekonomik planda, devrim stratejisi alanında, kısacası kapitalizm­ den sosyalizme geçişte önem taşıyan her alanda proletarya enter­ nasyonalizmi ile milli komünizmin tarihi çelişkisini çeşitli evre­ lerde incelemektedir. Bu "Önsöz" ü bitirmeden önce iki noktayı berraklığa kavuştur­ mak isteriz. Birincisi, proletarya enternasyonalizmi ile milli ko­ münizm arasındaki mücadele salt fikirler, ideolojiler, programlar arasında bir mücadele değildir. Asıl önemlisi, toplumsal güçler, sınıflar, sınıf katmanları ve henüz sınıflaşmamış toplumsal kate­ goriler arasında bir mücadeledir. Yani metodumuz köklü biçimde materyalisttir. Fikirler, ideolojiler, programlar bu toplumsal güç­ ler arasındaki mücadelelerin kendini ortaya koyduğu biçimlerden öteye geçmez. Bu maddi etkenler ilgili bölümlerde ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. İkincisi, "Önsöz" ün başlığı ile ilgili. Bizim Trotskiy ile iliş­ kimizi, yanlış ve indirgemeci biçimde de olsa bilenler, hem 20.

M a o Z e d o ng-C h e G u e v a r a Ç a t ı ş m a s ı

l

yüzyılın Marksistlerinin tartışıldığı, hem de ana ekseni enter­ nasyonalizm ve milli komünizm olan bir ciltte derhal bir Stalin­ Trotskiy hesaplaşması bekleyeceklerdir. Evet, bu iki tarihi liderin temsil ettiği iki siyasi blok ve iki toplumsal güç arasındaki çatışma bu cildin konularından biridir. Ama bizim için mesele bir Stalin­ Trotskiy meselesine indirgenemez. Bizim için mesele, modern ka­ pitalist sistemin uluslararası yapısından nesnel olarak doğan ve her toplumda farklı sınıflar ve sınıf katmanlarınca üstlenilen iki karşıt eğilimin, enternasyonalizm ile milliyetçiliğin çatışmasıdır. Stalin-Trotskiy çatışması, daha önceki Lenin-Kautsky çatışması­ nın bu sefer proleter devrim i sonrasında farklı koşullar altında yeniden ortaya çıkmasıdır. Bu çatışmalar kişilerle değil toplumsal güçlerle ilgilidir. Derin köklerini modern toplumun yapısında ve sınıflarında bulurlar. Başlığa gelince: Tarihe Mao Zedong- Che Guevara çatışması diye geçmiş bir mücadele yok. Evet, Che Guevara Mao Çini'ni, aynen Sovyetler Birliği'ni olduğu gibi, özellikle Vietnam dolayı­ sıyla ama daha genel olarak da ulusal bencillikle çok sert biçimde eleştirmişse de Mao- Che tartışması diye bir tartışma olmamıştır. Bunu biz böyle ifade ettik. Neden? Meselenin ne Lenin-Kautsky ne de Trotskiy-Stalin tartışması olarak ifade edilemeyeceğini, çok daha nesnel ve yapısal güçlerin mücadelesiyle karşı karşıya oldu­ ğumuzu okura gerçeğe aykırı bir örnekle ifade edebilmek için. Trotskiy-Stalin çatışması, diyalektik bir anlamda hem Trotskiy­ Stalin çatışmasıdır, hem de başka bir şeydir. Proletaryanın uzun vadeli ve genel çıkarları ile proletaryanın içinden gelip onun üze­ rinde diktatörlük kuran bir bürokrasinin çatışmasıdır aynı za­ manda. Bunu anlamayan 20. yüzyıl sosyalizminin enternasyona­ lizm sınavından neden sınıfta kaldığını anlayamaz.

ıs

KISIM III

ALMANYA'NIN KASIM DEVRİMİ: DÜNYA DEVRİMİNİN AÇILAN VE KAPANAN KAPISI

Bölüm 1 5

C İ H A N HA RBf NDE DEVRİMCİ MARKSİSTLER

1

Yeryüzü bir hurda demir yığını Lime lime olmuş bir ins a n l ıkla s a rmaş dolaş. Çılgınlığın orta yerinde Ayık ve yapayalnız belirdi Zimmerwald. Vla d i m i r Maya kovski, "V/a d i m i r llyiç Len in" ş iirinden

Cihan Harbi, yani bugünkü adıyla Birinci Dünya Savaşı, sos­ yalist hareketin ateşle imtihanı oldu. Sosyalizmin "masumiyet çağı"nı geri dönülmezcesine kapatan, bu tarihi dönüm noktasıdır. Komünist Manifesto'nun yazıldığı 1848' den, hatta ondan öncesin­ de Britanya'da yükselen işçi hareketi Çartizmden 1 914'e kadar, bir bütün olarak alındığında sosyalist hareket henüz kendini ve dün"Kongre sosyalist partilerin ve sendikaların savaşa karşı savaş ilan etme konusun­ daki mutabakatını memnuniyetle kaydeder. ( . . . ) Hakim sınıfların dünya savaşı­ nın sonucu olarak doğacak olan proleter devriminden duydukları korku, barışın esaslı bir güvencesi olmuştur." İkinci Enternasyonal'in 1 9 1 2 Basel Kongresi'nde savaş üzerine aldığı karar böyle demektedir. Aktaran: John Riddell (der.) Lenin's Strugglefor a Revolutionary International. Documents: 1 907-1 916, The Preparatory Years, ikinci basım, New York: Monad Press, 1986, s. 89. Bu bölümün başlığının ilhamı buradan geliyor. Bölümün daha başında şimdi atıf yaptığımız kaynağın karakteri üzerine okuyucuya bilgi vermek yararlı olacaktır. Riddell'in bu kitabı, İkinci Enternasyonal' in Stuttgart Kongresi'nden Rusya' da Şubat Devrimi'ne ka­ dar uluslararası sosyalist hareket içinde savaş konusunda benimsenecek tutum üzerine yapılan tart ışmalara ilişkin belgeleri bir araya getiren çok yararlı bir kay­ naktır. Bu yüzden bu bölümde bu kaynağa sık sık atıf yapılacak. Yapılacak atıfla­ rın büyük çoğunluğu bir yazar olarak Riddell'e değil, o dönemin belgelerinedir.

20

1

Marksistler-2

yayı yeni yeni tanımakta olan bir çocuk gibi her şeyi denemiş, bol bol hata yapmış, Marksizmin okuluna giderek dünyayı tanımaya başlamış, ama her şeyi bir saflıkla yapmıştır. Cihan Harbi, kapi­ talizm çirkefinin sosyalist harekete de bulaşabileceğini, onu için­ den bozabileceğini, hatta çürütebileceğini yadsınamaz biçimde göstermiştir. Harp geldiğinde İkinci Enternasyonal'e üye 27 par­ tinin yaklaşık üç milyon üyesi vardı. Salt Almanya' da SPD üç mil­ yon oy alıyordu. Fransa ve Avusturya' da birer buçuk milyon oya, Britanya' da ise yarım milyon oya ulaşm ıştı sosyalist işçi partile­ ri. 2 Başta Almanya olmak üzere birçok ülkede muazzam bir işçi örgütleri halesi (sendikalar, yardımlaşma kasaları, işçi koroları, spor kulüpleri vb.) partilerin etrafında karmaşık bir yapı oluştur­ muştu. Enternasyonal, Komünist Manifesto'nun savaş narasının cisimleşmesiydi: "Bütün ülkelerin işçileri, birleşin ! " A m a b u dev işçi sınıfı yığınağı Cihan Harbi'nin başla­ ması ile birlikte un ufak olacaktı. İstisnai durumlar dışında, Enternasyonal 'in bütün büyük partilerinde liderler kendi burju­ vazilerinin yanında yer alarak savaşa destek veriyor, böylece farklı ülkelerden işçilerin kendi burjuvazilerinin emperyalist yağmadan alacağı payı arttırma çabası uğruna birbirlerini katletmelerine onay vermiş oluyordu. O zamana kadar İkinci Enternasyonal'in önde gelen teorisyeni olan Kari Kautsky'nin güya çaresizlik içinde Enternasyonal'in bir barış dönemi örgütü olduğu görüşünü ileri sürmesi karşısında, Rosa Luxemburg şöyle yazacaktı: "Komünist Manifesto'nun dünya tarihsel çağrısı, Kautsky tarafından düzel­ tilerek hatırı sayılır ölçüde zenginleştirilmiştir ve şimdi şöyledir: 'Bütün ülkelerin proleterleri, barış zamanında birleşin, savaş za­ manında birbirinizin boğazını kesin! "'3 Sosyalizm kendi içinden kirlenmişti. Lenin ve Bolşevikler, Engels'i izleyerek bunun "işçi aristokrasisi" olarak anılan ve em­ peryalist aşırı karlardan beslenen bir katmanın ve onun bir uzan2

R. Craig Nation, War on War. Lenin, the Zimmerwald Left and the Origins of Com­ munist lnternationalism, Durham: Duke University Press, 1 989, s. 2 1 .

3

Rosa Luxemburg, " The Reconstruction of the I nternational», Riddell, a.g.y.

s.

187.

C i h a n H a rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

l ıı

tısı olarak işçi bürokrasisinin (sendikalar, parlamento, belediyeler vb.) yarattığı oportünizm ve revizyonizmin politika alanında bir ifadesi olduğunu ısrarla vurgulayacaklardır.4 Yani burjuvazi işçi sınıfı hareketinin bir bölümünü kendi saflarına çekecek biçimde satın almıştır. "Masumiyet çağı" sona ermiştir. Artık devrimci Marksistlerin görevleri sadece proletaryanın karşısındaki ve ya­ nındaki güçlere bakılarak saptanamaz. Politikaların, taktikle­ rin, hatta stratejinin belirlenmesinde öncelikli görevlerden biri de proletaryanın içine sızmış burjuva ve küçük burjuva güçlerin de hesaba katılmasıdır. İşte Cihan Harbi bu anlamda devrimci sosyalist hareket için aynı zamanda bir olgunlaşma çağıdır. Yani çocukluğun masumiyetinin geride bırakılması, kirli bir dünyada nasıl hareket edilmesi gerektiğinin öğrenilmesi dönemi. Sosyalistler, Lenin'in ve Bolşeviklerin Cihan Harbi'nde iz­ ledikleri politikayı her şeyden önce bu yüzden dikkatle incele­ melidir. Onların yanı sıra işçi aristokrasisi ve bürokrasisinin en güçlü olduğu, aynı zamanda Enternasyonal'in yönetici partisi olan SPD'nin vatanı olan Almanya' da savaşa karşı devrimci en­ ternasyonalist bir tavır alarak sosyalizmin yüz akı haline gelen Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht'in ve onların oluşturduğu Spartakus akımının politikalarını da anlamak için elden gelen çabayı göstermelidir. Şu noktayı vurgulamadan geçmek olmaz: Sol içinde barış kavramını her türlü sınıf temelinden bağımsız bi­ çimde yücelten, ezilen sınıf ve grupların kurtuluşu uğruna savaş­ lara bile karşı çıkan pasifizm, burjuva demokrasisine bağlılıkla, şiddet hatta devrim karşıtlığı ile el ele yürür. Ama Cihan Harbi türü savaşlar patlak verdiğinde "demokratlar", "barışçı geçiş ta­ raftarları", devrimci şiddeti reddedenler savaşın bir tarafı haline 4

Bunu Lenin savaş hakkında yazdığı hemen hemen her yazıda dile getirecektir. Sorunun en kapsamlı biçimde ele alınışı, Lenin ile Zinovyev'in ortak imzasını taşıyan "Sosyalizm ve Savaş" başlıklı broşürde olmuştur. "Socialism and War. The Attitude of the RSDLP Towards the War", V.I . Lenin, Collected Works, cilt 2 1 , Moskova: Progress Publishers, 1 977, s. 295-338. Lenin'e bütün referanslar bundan sonra Toplu Eserleri'nin bu basımına dayanarak yapılacak ve "CW, cilt 2 1 , s. 295" formatında verilecektir.

22

1

Marksistler-2

gelirken, insanlığı felakete sürükleyecek olan bu çılgınlığa karşı en tutarlı biçimde mücadele edenler, devrimi ve gerekirse şiddeti savunan Marksistler olmuştur. Dolayısıyla, Lenin, Luxemburg ve Liebknecht'in savaş politikasını solda herkesin öğrenmesi gerekir. Savaş karşıtlığında gerçekten samimi ise. Birçok okuyucunun bu aşamada, "canım, ne var dikkatle in­ celenecek? Lenin devrimci bozgunculuğu, 5 yan i kendi devletinin yenilgiye uğramasını temel hat olarak benimsemişti, Liebknecht de 'esas düşman kendi ülkemizdedir' demişti, bütün bunlar bili­ niyor" dediğini duyar gibiyiz. Bir kere, bir ulus devletler dünya­ sında, hele hele savaş döneminde bu tür bir hattın benimsenme­ sinin ne kadar sıra dışı olduğunu herkesin teslim etmesi gerekir. Aşağıda özellikle Lenin'in ısrarla savunduğu "kendi devletinin yenilgisi" yaklaşımının en yakın çalışma arkadaşlarınca bile ne kadar zor kabul edildiğine gireceğiz. Burada siyasi aklın sınır­ larını zorlayan, aynı zamanda kahramanca bir şey vardır. Ama mesele bununla sınırlı değil. Esas mesele, devrimci bozgunculuk politikasının öyle söylenip geçilmeyecek kadar incelikli yanları­ nın olması. Bir kere, devrimci bozgunculuk şiarına sadece sosyal yurt­ severler, yani kendi emperyalist burjuvazilerinin yanında yer alanlar ve ortayolcular (merkezciler)6 karşı çıkmamıştır. Lenin Cihan Harbi'nde enternasyonalizmin yüz akı olan Zimmerwald hareketi içinde, bu hareketin en ileri unsurlarında, örneğin Rosa Luxemburg ve Trotskiy'de, hatta kendi partisi içinde bile bu poli­ tikaya karşı muazzam bir dirençle karşılaşmıştır. Bu tartışmalar bilinmeden kavramın ezbere tekrarlanması bir anlam ifade et5

Veya "devrimci yenilgiciliği"

6

"Merkezci" terimi, uluslararası Marksist literatürde kullanılan bir terimdir (İn­ gilizcesi "centrist") ve genellikle iki ana pozisyon (mesela reformizm ve devrim­ cilik) arasında kalan, çoğu zaman yalpalayan kişi ve akımları niteler. Ne var ki Türkiye' de bu kavram, yetkileri merkezde toplamaya yatkın anlam ında "merke­ ziyetçi" kavram ıyla karışıyor. Buna karşılık, Türkçede Batı dillerinde esnek bir kullanıma sahip olan bir karşılığı var olmayan bir terim var bu anlatılmak istene­ ni i fade eden: "ortayolcu". Biz bu terimi tercih ediyoruz.

C i h a n Ha rb i ' n d e D e v r i m c i M a rk s i s t l e r

j 23

mez, çünkü bu tartışmalar Lenin'in devrimci bozgunculuğu ne­ den savunduğunu anlamanın anahtarıdır. İkincisi, bugün solun birçok unsuru Marksist kültürün zayıf­ lamasının da etkisiyle, devrimci bozgunculuk politikasını olduk olmadık durumlarda, sanki bu politika Lenin'in bütün savaşlar­ da savunduğu tek politika imişçesine ortaya atıyor. Örneğin 1991 Körfez Savaşı'nda hem ABD hem de Irak için devrimci bozguncu­ luğu savunan çoktu. Oysa emperyalist bir ülke ile emperyalizm tarafından ezilen bir ülke arasındaki savaşta Leninizmin tavrı açıkça ve tartışmasız biçimde emperyalist ülkede bozguncu, ezilen ülkede ise tersine savunmacıdır.7 Ama mesele bundan çok daha derindir. Lenin devrimci bozgunculuk politikasın ı bırakın her savaşa uygulamayı, Cihan Harbi'nin tamamında bile savunma­ mıştır. Devrimci bozgunculuk sadece 1914- 16 yılları için geçerli bir politikadır. Bunun önemi aşağıda göreceğimiz gibi büyüktür. Hem Lenin'in taktik esnekliğini ortaya koyması açısından, hem de belirli bir dönemde ne kadar parlak bir taktik olursa olsun, devrimci bozgunculuğu bırakın başka durumlarda, emperyalist savaşlarda bile somut koşulları göz önüne almadan tekrarlamanın doğru bir tutum olmadığını ortaya koyması bakımından. Üçüncüsü, Lenin'in Cihan Harbi esnasındaki politikası, Birinci ve İkinci Enternasyonallerin deneyimleriyle göz kamaş­ tırıcı bir düzeye gelmiş olan uluslararası proletarya öncüsünün inşasına aniden vurulan darbeye karşı mücadelesinden, öncüyü yeniden inşa çabasından, yani yeni bir Enternasyonal için müca­ delesinden ayrı tutulamaz. Yani bu politika sadece bir savaş poli­ tikası değildir, bir dünya partisinin inşası (daha doğrusu yeniden inşası) için verilen mücadelenin bir parçasıdır. Devrimci bozgun­ culuk, gerçek anlamını ancak Üçüncü Enternasyonal'in kurul7

Marksistlerin savaş politikasının toplam yelpazesi konusunda iki ayrı kaynak tavsiye edeceğiz, Nispeten daha kısa bir inceleme için Levent Dölek'in şu yazısı­ na bakılabilir: "Devrimci Marksist Savaş Politikası", Devrimci Marksizm, sayı 25, Kış 20 1 5 -2016. Biz kendimiz bu sorunları şu kitabımızda ele aldık: Avrasya Sa­ vaşları, Körfez'den Afganistan'a Yeni Dünya Düzeninin Kuruluşu, İstanbul: Belge Uluslararası Yayıncılık, 200 1 ,

24 1

Marksistler-2

ması için Lenin'in savaşın ilk gününden itibaren önüne koyduğu görev çerçevesinde kazanır. Bütün bunlardan dolayı, Cihan Harbi'nde Lenin'in izlediği po­ litika bütün Marksistlerin yakından kavraması gereken bir önem taşır. Burada Lenin'in yeri özel olmakla birlikte, sosyal yurtse­ verlerin ve ortayolcuların yerle bir ettiği İkinci Enternasyonal 'in öncü partisi Alman SPD'si içinde verdikleri mücadeleyle devrim­ ci enternasyonalizmi bütün Avrupa çapında kitleler nezdinde yaşayan bir akım haline getiren Luxemburg ve Liebknecht'in de katkısı büyüktür. Aşağıda göreceğiz: Lenin ile Almanya'nın bu devrimci Marksistleri arasındaki fark önemlidir. Ama iki nokta onları ayrılmaz biçimde birbirlerine bağlar: tavizsiz enternasyo­ nalizmleri ve Üçüncü Enternasyonal için verdikleri ortak müca­ dele. Öyküyü biraz hızlıca ileri doğru sarmak pahasına şunu be­ lirtelim: 1 Ocak 1919'da, Luxemburg ve Liebknecht önderliğinde Spartakus grubu uzun bir gecikmeyle de olsa Almanya Komünist Partisi'ni kurduğunda Lenin derin bir nefes almış ve şöyle söy­ lemiştir: "İşte şimdi, gerçekten proleter, gerçekten uluslarara­ sı, gerçekten devrimci bir Üçüncü Enternasyonal, Komünist Enternasyonal bir olgu haline gelmiştir."8 Biz Lenin'in savaş politikası konusunda hem Spartakus'a, hem de Trotskiy'e karşı haklı olduğu kanısındayız. Üstelik bu tartışmada Lenin'in üstün konumda olmasının daha önce baş­ ka yerlerde ele almış olduğumuz parti-kitle ilişkisi tartışmasıyla da yakından ilgili olduğu kanısındayız.9 Bu gerçek, bu tartışma­ ların devrimci Marksizm alanında yapılan tartışmalar olduğu hakikatinin üzerini örtmemelidir. Lenin'in çizdiği yolun doğ­ ruluğunu Trotskiy daha sonra teslim etmiştir. Ama kendi ifade­ siyle bu doğruluğu kendi bağımsız yaklaşımıyla kavradığı için daha sonra Lenin'in taktiğine ne ihanet etmiş, ne de papağan gibi tekrarlamıştır. Değişen koşullara göre yaratıcı biçimde ge8

Aktaran: Craig Nation, War on War, a.g.y., s. 2 1 5.

9

Bu konu, bu kitabın Birinci Cildinde Bölüm S'de ayrıntısıyla ele alınmıştır.

C i h a n Ha rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

! ıs

liştirmiştir. Luxemburg ve Liebknecht'e gelince: Karşı-devrim onları erken bir aşamada (partinin kuruluşundan hemen sonra) ortadan kaldırdı. Bu yüzden kendi hatalarıyla yüzleşme fırsatına kavuşamadılar. Öyleyse, Cihan Harbi'nin derslerini öğrenme çabamıza girebili­ riz. Derhal söyleyelim: Bu dönem, yukarıda altını çizdiğimiz gibi, 10

Lenin'in Rus proletaryasının önderliğinden dünya proletaryasının önderliği rolüne geçtiği döne m dir Bu dönemde kendi bakışını çok .

önemli yönleriyle ileriye doğru taşımış, önemli bir sıçrama gerçek­ leşmiştir. Bunun içinde savaş politikası, devrimci bozgunculuk şi­ arı ve Zimmerwald hareketi unsurlardan sadece biridir. Savaşın ilk döneminde yüzünü diyalektiğe dönmesinden emperyalizmi teori­ leştirmesine, ulusal sorunu (özellikle 1916 yazılarında) yepyeni bir ışıkta, sosyalizmin bir sorunu olarak ele almasından 20. yüzyıl için çizdiği, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin kurtuluşunu uluslara­ rası proletaryanın baş müttefiki haline getiren stratejik yaklaşıma, Devlet ve Dev r im 'le gerçekleştirmeye çalıştığı teorik sağlamlaştır­ madan Bolşevik Parti'nin programını değiştirme çabasına kadar teori ve politika alanında birçok yenilik bu yeni geniş bakış açısının ürünüdür. Biz burada bu bütünsel dönüşümün sadece savaş ve yeni Enternasyonal ile ilgili yönüne bakacağız.1 1 1. Birinci "Uluslararası Sol Muhalefet": Zimmerwald

1914, uzun süren bir sükunet ve istikrar döneminin ardın­ dan gelmişti. 19. yüzyılı 20. yüzyıla bağlayan dönüm noktası­ na bu yüzden bütün Batı dillerinde Fransızca bir terimle " belle epoque" (güzel çağ) adı takılmıştı. Oysa bu dönem sömürgeler 10 " 1 9 14'ten sonra hem düşüncesiyle hem pratiğiyle dünya devriminin önderidir." Bkz. Cilt l, Bölüm 7: "Lenin'in Tarihteki Yeri". 11

Lenin' deki atılımın daha geniş çerçevesi ile ilgili olarak başlangıç amacıyla şu iki kaynağa başvurulabilir: Michel Löwy, "Hegel 'in Büyük Mantığı'ndan Petrograd Finlandiya İstasyonu'na", Devrimci Marksizm, sayı 2 1 -22, Kış 2015, s. 144-157 ve Savas Mihail-Matsas, "Plehanov'un Marksizmi, Lenin'in Diyalektiği: Güncel Bir Tartışma", Devrimci Marksizm, sayı 1 3 - 14, İlkbahar-Yaz 201 1 , s. 207-220.

26

j

Marksistler-2

konusunda gerilimlere, silahlanma yarışına ve yerel savaşlara sahne oluyor, Cihan Harbi'ne giden yolun taşları döşeniyordu. İspanya-Amerika Savaşı, Boer Savaşı, Japon-Rus Savaşı, İtalya'nın Trablusgarp seferi ve nihayet Balkan Savaşları, tabii özellikle so­ nuncusu, yaklaşan felaketin habercisiydi. Bu yüzdendir ki, İkinci Enternasyonal de savaş ve militarizm sorunlarına kongrelerin­ de gittikçe daha çok yer ayırmaya başlam ıştı. Enternasyonal'in Stuttgart ( 1 907), Kopenhag (1910) ve olağanüstü Basel ( 1 9 1 2) kongrelerinde aldığı kararlar açıktı. Aslında her şey Stuttgart'ta belirlenmişti. Lenin savaş üzerine karar taslağını kaleme alacak komisyona Rosa'yı önermiş, Rosa ise uzun bir metnin sonuna bü­ tün karar tasarısına rengini veren iki paragraf eklenmesini teklif etmişti. Bu iki paragrafın da dahil olduğu taslak oybirliğiyle ka­ rar haline geliyordu: Eğer savaş çıkması tehlikesi belirirse, söz konusu ülkelerde işçi sınıflarının ve onların parlamentodaki temsilcilerinin görevi, Uluslararası Sosyalist Büro'nun koordinasyon desteğiyle, savaşın çıkmasını engellemek için her türlü çabayı göstermektir. En etkili olacağını düşündükleri, elbette sınıf mücadelesinin keskinlik dü­ zeyi ve genel siyasi duruma göre değişiklik gösterecek olan araç­ ları kullanmalıdırlar. Her durumda savaş yine de patlak verirse, savaşın hızla sona erdi­ rilmesi için ve savaşın yaratacağı ekonomik ve politik krizi bütün güçleriyle kullanma yoluyla kitleleri ayağa kaldırarak kapitalist sınıf hakimiyetinin yıkılışını hızlandırmak görevleridir. ı2

Kopenhag ve Basel kongrelerinde kabul edilen karar, bu iki paragrafı, tırnak içinde bir alıntı olarak tıpı tıpına tekrarlamak­ tadır. Kopenhag' da buna eklenen, sosyal demokratların savaş bütçesine olumlu oy kullanmayacağına dair hükümdür. 13 1 914'te 12

Aktaran Riddell, a.g.y_, s. 35. Bu metin, Lenin'in tanıklığına göre (aynı yerde, s. 47), Rosa'nın orijinal metni değildir. Alman partisinin önde gelen yöneticisi Au­ gust Bebel'in partinin kapatılması riski kaygısıyla parti avukatlarına danışması sonucunda tekrar tekrar hukuken e vcilleştirilmiş bir versiyonudur.

13

A.g.y., s. 70.

C i h a n H a rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

1 27

yaşanacaklar göz önüne alınınca bu konunun önemi ortadadır. Basel Kongresi ise Balkan Savaşı'nın ateşi içinde kararına şunları yazar: Kongre Sosyalist partilerin ve sendikaların savaşa karşı savaş ilan etme konusundaki mutabakatını memnuniyetle kaydeder, ( . . . ) Hakim sınıfların bir dünya savaşının sonucu olabilecek bir prole­ ter devriminden korkusu barışın asli bir güvencesi olmuştur. ( . . . ) Proleterler, kapitalistlerin karı, hanedanların hırsı ya da gizli dip­ lomatik antlaşmaların peşine düştüğü şan yüzünden birbirlerine silah çekmeyi bir suç sayarlar. 14

Daha açık ne olsun? Savaşın devrim uğruna kullanılacağı üç kez tekrarlanıyor. Burjuvazi devrimle tehdit ediliyor. Bütün bun­ lar uluslararası sosyalist işçi hareketinin şovenizm dalgası henüz aklını başından almamış olduğu bir aşamada doğruyu gördüğü­ nü, açıkça dile getirdiğini gösteriyor. Stuttgart'ta 800 delege, öteki kongrelerde de benzeri rakamlar bu kararları oybirliğiyle alıyor. Basel Kongresi'nde işçilerin " kapitalistlerin karı . . . yüzünden bir­ birlerine silah çekmesini bir suç" sayan partiler, sadece iki yıl son­ ra tam tamına beklenen tipte bir dünya savaşı, tam da Balkanlarda bir çatışma sonucunda patlak verdiğinde tersini yapınca, tek bir şey söylenebilir: ihanet! "4 Ağustos" uluslararası işçi hareketi için bir ihanet, bir cina­ yet simgesidir. Bu cinayeti işleyen de daha sonra bütün 20. yüzyıl boyunca barışçılıktan, şiddete karşı olmaktan dem vuran sosyal demokrasi! Sadece Avrupa' dan değil, Hindistan' dan Senegal'e sömürgelerden de 65 milyon insanın askere alındığı, 10 ila 20 milyon arasında insanın canını verdiği bir dünya savaşına onay veren, savaş bütçelerine olumlu oy kullanan, yetmedi burjuva hü­ kümetlerine giren bir sosyal demokrasi. Kimlerdi bu hainler? Hemen hemen bütün partilerin önder­ likleri. Her şeyden önce Almanya'nın ve onun küçük kardeşi gibi olan Avusturya'nın partileri. Bunlar sadece 4 Ağustos günü par14 A.g.y., s. 89.

28 1

Marksistler-2

lamentoda savaş tahsisatına oybirliğiyle olumlu oy kullanmaya­ cak, ayrıca Almanca Burgfrieden (iç barış ya da toplumsal barış) olarak adlandırılacak olan sınıflar arası barış ilan edeceklerdir. Sonra İtilaf ülkeleri Fransa, Britanya, Belçika'nın partileri. Bunlar da Almanca konuşulan ülkelerdeki partilerle aynı yola girecek, Burgfrieden'in karşılığı olarak da daha yaygara içeren bir kavramı benimseyeceklerdir: "union sacree", yani kutsal birlik. Sınıflar ara­ sında elbette! Bunlar derhal savaş hükümetlerine bakan verecek­ lerdir: Fransız Jules Guesde ve Marcel Sembat, Enternasyonal'in yürütme organı olan Uluslararası Sosyalist Büro'nun sekreteri Belçikalı Vandervelde vb. Rusya' da Marksizmin tarihi önderi Plehanov ve Menşeviklerin bir bölümü de hükümete giremez­ lerdi ama aynı sosyal şoven politikayı benimsediler. Kısacası Enternasyonal'in en büyük partileri işçi sınıfı enternasyonalizmi­ ne ihanet etti.

D e v r imci enternasyo n a list muha lefet Bunların karşısında yer alan ve enternasyonalizme şu ya da bu ölçüde sadık kalan, hiç olmazsa savaş taraftarı olmayan bir dizi güç vardır, ama bunlar hareketin küçük bir azınlığıdır. Bunların başında Rusya' da Bolşevikler gelir. Bolşeviklerin en inançlı müttefikleri Balkan sosyalist partileridir: Sırp sosyalist­ leri, Bulgaristan'ın " dar" Sosyalist Partisi, Hristo Rakovski'nin önderliğinde Romanya sosyalistleri, Osmanlı' dan yen i ayrılmış topraklarda Selanik İşçi Federasyonu vb .. İkinci sırada tarafsız ülkelerin sosyalist partileri içinden beliren güçlü azınlıklar ge­ lir. Kuzey' de İ sveç, Danimarka ve en önemlisi Hollanda' da güçlü enternasyonalist akımlar doğacaktır. Güney' de İsviçre ve İtalya partileri daha ikircikli biçimde olmakla birlikte sosyal yurtse­ verlikten uzak durur. Bir de davaya ihanet eden büyük partilerin içinden çıkan enternasyonalist azınlıklardan söz etmek gerekir. Bunlar arasında en önemlisi, Almanya' da Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht önderliğinde, yaşlı Clara Zetkin ve Franz

C i h a n H a rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

i 29

Mehring'in de içinde yer aldığı Spartakus hareketidir. M illetvekili olan Liebknecht, 4 Ağustos'tan önce parti grubunda yapılan ön oylamada savaş tahsisatına karşı yönde oy kullanmakla birlik­ te, Reichstag' da (mecliste) yapılan oylamada parti disiplinine uyarak çoğunluk ile birlikte "evet" oyu kullanmıştır. Liebknecht daha sonra kendisini böylesine hayati bir konuda, karşı oldu­ ğu halde çoğunluğa boyun eğmekle suçlayan sosyal demokrat işçilere özeleştiri vermiş, dört ay sonra Aralık başında yapılan ikinci savaş bütçesi oylamasında bütün mecliste tek başına " ha­ yır" diyerek müthiş etkileyici bir çıkış yapmıştır. Liebknecht bu tutumunu ısrarla devam ettirecek, Reichstag' da hem oylamalar­ da hem sorular sorarak hükümeti sıkıştıracaktır. "Esas düşman kendi ülkemizdedir" slogan ı bütün Avrupa' da müthiş bir etki yaratır. 15 Milletvekili dokunulmazlığı dolayısıyla, bu bozguncu propagandasına rağmen devlet onu hapse atmaktansa askere al­ mayı tercih eder. Buna rağmen 1 Mayıs 1916'da Berlin'de yapılan bir gösteride asker üniformasıyla öne çıkar, gösteriyi gür sesiyle "Kahrolsun savaş! Kahrolsun hükümet! " sloganı ile açar. Derhal gözaltına alınır, tutuklanır ve Haziran sonunda mahkeme tara­ fından iki buçuk yıl hapse mahkum edilir. Savaş döneminin geri

kalanını o da Rosa Luxemburg gibi hapiste geçirecektir. 16 Bu tutum Liebknecht'i sadece Almanya' da değil, neredeyse bütün Avrupa' da işçiler ve askerler arasında bir kahraman, bir idol haline getirmiştir. Liebknecht'i çok tehlikeli gören Kautsky bir yandan da ona ve Spartakus'a istemeden müthiş bir paye ver­ miştir: Onların radikalizmi geniş, eğitimsiz kitlelerin halihazırdaki ih­ tiyaçlarına denk düşüyor. Liebknecht bugün siperlerde en çok se­ vilen adamdır. Her kim siperlerde bulunduysa istisnasız aynı şeyi söylüyor. Memnuniyetsiz kitleler onun somut politik hattından 15

Kari Liebknecht, "The Main Enemy Is at Home", Riddell, a.g.y., s. 1 76.

16 Rosa önce Şubat 1 9 1 5'te cezaevine konulur. 1 9 16 Ocak ayında salıverilir. Ama bir süre sonra tekrar hapse atılır ve savaşın sonuna kadar tutsak kalır.

30

1

Marksistler-2

hiçbir şey anlamıyor, ama onu savaşı sona erdirmek için mücadele eden adam olarak görüyorlar ve onlar için esas mesele bu. 1 7

Fransız tarihçi Pierre Brout� ise şöyle yazar: "Benim düşün­ sel gelişimimde çok önemli bir rolü olan Elie Reynier anlatmış­ tı: Berlin' deki gösterinin haberini sınırdan çok uzak olmayan bir bölgede bir Fransız fırıncı kadından duymuş; o ise bir Alman sa­ vaş esirinden öğrenmiş."18 Liebknecht Avrupa'nın emekçi ve yok­ sul halkına savaşın kanı ve ateşi içinde bir umut ışığı olmuştur! 28 Haziran' da mahkeme tarafından hapis cezasına çarptırılır. Hemen ertesi gün, 29 Haziran' da Berlin' de 55 bin metal işçisi iş bırakır, 25 bin kişi kentin büyük meydanlarından Potsdamerplatz' da bir göste­ ri düzenler. 19 Bu prestij savaşın sonuna kadar devam edecek, Kasım 1918' de Liebknecht cezaevinden işçilerin omuzlarında çıkacaktır! Enternasyonalist muhalefetin ikinci önemli ayağı Bolşeviklerdir. Aşağıda göreceğiz ki, Spartakus'un milletvekili statüsünü devrimci faaliyetin amaçları uğruna sonuna kadar istis­ mar eden önderi Liebknecht'ten farklı olarak, Bolşevik Parti'nin, Çarlık Rusyası'nın baskı koşullarında yıllardır yurtdışında sür­ günde olan önderi Lenin bu dönemde tarafsız İsviçre' de yerleşiktir ve adı onunki gibi öne çıkmamıştır. Ama Lenin ve Bolşeviklerin oynadığı rol, göreceğiz ki Spartakus ve Liebknecht'in oynadığı parlak rolden de daha önemli olmuştur. Bu konuyu bir sonraki ana bölümde ayrıntısıyla ele alacağız. 17 Aktaran: Riddell, a.g.y., s. 452, vurgu sonradan. Bu alıntıda Kautsky'nin yoksul emekçi kitleler hakkında nasıl da "patrisyen" denebilecek bir kibir, hatta aşağı­ lamayla konuştuğuna dikkat etmek gerekir. "Geniş" kitleler demekle yetinmez, Liebknecht'i sevenlerin mutlaka bir sorunu olmalıdır: "eğitimsiz" dirler. Bizim iş­ çiyi köylüyü "cahil" olmakla suçlayan Kemalist aydınlarımız gibi! Liebknecht'in p olitik h attını anlamazlar tabii! Kautsky, kitlelerin Almanya'nın y üksek çıkarla­ rını(!) d üşünmek yerine, "esas mesele" olan hayatlarını ya da çocuklarının, eşleri­ nin, yavuklularının, kardeşlerinin hayatını kurtarmayı düşünmelerini neredeyse ayıplıyor. Zavallı adam ! "Marksizmin Papası" diye bilinen Kari Kautsky, bir Al­ man jun keri gibi konuşuyor! 18 Pierre Broue, Histoire de l'Internationale Communiste 1 91 9-1 943, Paris: Fayard, 1997, s. 20n. 1 9 A.g.y.. s. 2 1 .

C i h a n H a rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

1 31

Bolşevikler daha ilk günden savaşa karşı çıkmıştır. Eylül ba­ şında partinin bir ölçüde gayriresmi bir onaydan geçen, Lenin ta­ rafından kaleme alınmış ilk bildirisi yayınlanmış, devrimci boz­ gunculuk daha bu aşamadan temel hat olarak öne sürülmüştür.20 Ekim başında ise Bolşevik Parti'nin resmi adıyla Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin (RSDİP) Merkez Komitesi'nin aynı doğ­ rultudaki Manifestosu yayınlanmıştır.21 Çarlığın parlamentosu olan Duma' da Sosyal Demokrat gruba mensup hem Bolşevik hem de Menşevik milletvekilleri, açıkça savaşa karşı çıkmış, oylama­ dan önce genel kurulu gürültülü biçimde terk etmiş, bu yüzden de yargılanmıştır. Bolşevikler, 1 91 7 Şubat Devrimi'ne dek savaş karşıtı propagandayı Çarlık polisinin çok ağır baskısına rağmen sürdürmüştür. Liebknecht'in kitleler üzerinde bıraktığı muazzam etkiye karşılık uluslararası sosyalist hareketin yeniden ayağa kal­ dırılması faaliyetinde oldukça ikincil bir rol oynadığı, buna kar­ şılık Lenin'in Zimmerwald' da tarihi bir rol oynadığı söylenebilir. Zimmerwald Solu olarak adlandırılacak akımı sabırla ve inatla inşa ederek Lenin geleceğin Komünist Enternasyonal'ine giden yolu açmıştır. Lenin ve Bolşevik Parti için bütün savaş dönemi bo­ yunca iki sorun ayrılmaz biçimde birbirine bağlı idi: emperyalist savaşa karşı mücadele ve uluslararası proleter öncüsünü yeniden ayağa kaldırmak, yani yeni bir Enternasyonal inşa etmek. Aşağıda göreceğiz ki Bolşevizme en yakın politikayı izleyen Spartakus dahi, yeni bir Enternasyonal'in kurulmasını bir görev olarak sap­ tamakla birlikte ona bugünün bir görevi olarak yaklaşmamıştır.

Zimmerwa ld İsviçre'nin manzarası ile ünlü Alp dağlarındaki Zimmerwald kasabası, hiç beklenmedik biçimde komünist hareketin tarihin­ de büyük bir kilometre taşı olan bir harekete adını vermiştir. 20 "The Tasks of Revolutionary Social-Democracy in the European War'', CW, cilt 2 1 , s . 18 vd. 21

"The War and Russian Social-Democracy", CW, cilt 2 1 , s. 27 vd.

32 1

Marksistler-2

Denebilir ki 1 9 1 5 Eylül ayının birkaç günü boyunca orada top­ lanan birkaç düzine sosyalist, meseleye dünya tarihsel bir açıdan yaklaşıldığında, Avrupa'nın birbiriyle savaşan ülkelerinin bütün genelkurmay heyetlerinden daha önemli bir toplantı gerçekleştir­ miştir. Zimmerwald kelimenin bugün kazandığı anlamla sosyal demokrasinin, onun ardındaki oportünist ve revizyonist lider­ liğin uluslararası proletaryanın öncüsünün yarım yüzyıllık ör­ gütlenme çabasına vurduğu korkunç darbe karşısında bu öncüyü yeniden ayağa kaldırmak amacıyla uluslararası komünist hareke­ tin temellerinin atıldığı toplantının adıdır. Başlangıç çok alçakgö­ nüllüdür. Trotskiy daha sonra İstanbul' da Büyükada' da sürgünde iken kaleme aldığı Hayatım adlı eserinde, biraz alaycı, biraz acı dolu şöyle yazar: "Birinci Enternasyonal'in oluşumundan yarım yüzyıl sonra, bütün Avrupa'nın enternasyonalistlerini dört atlı arabaya sığdırmak hala mümkün olabiliyordu."22 Bu zavallı gö­ rünümüne rağmen Zimmerwald çığır açıcı bir toplantı olmuştur. Uluslararası işçi hareketinin eski örgütünün harabesi karşısında yeni bir ortak evin ilk taşının konulduğu andır Zimmerwald. 4 Ağustos tutumunun ortaya çıkmasından sonra İkinci Enternasyonal'in organları felç olmuştur. İtilaf ve İttifak ülke­ lerinin sosyalistleri birbirlerini görmeyi, aynı masa etrafında oturmayı reddediyordu. Enternasyonal'in yürütme organı olan Uluslararası Sosyalist Büro (USB) ise hiçbir konuda hiçbir adım atmaya istekli değildi. Herkes savaşın sonunu bekliyordu. Sadece aynı kampta olanlar birlikte toplantılar yapabiliyordu. Önce ta­ rafsızlar toplanmaya başladı. İtalyan partisi PSI ve İsviçre partisi SPS 1914 Eylül ayında, kuzey ülkeleri (İskandinavya ve Hollanda) 1 9 14 Ekim ve 1 9 1 5 Ocak aylarında ortak toplantılar düzenlediler. İtilaf devletlerinin (en başta Britanya, Fransa ve Rusya) sosyalist­ leri Şubat 191 5'te Londra' da bir araya geldiler. Bolşevikler her şeye rağmen bu toplantıya katıldı, ama beklenebileceği gibi toplantı22 Leon Trotsky, My Life, New York: Pathfinder Press, 1 970, s. 249. Bilindiği kadarıy­ la bu arabalar sürücüyle birlikte azami 15 kişi taşıyabildiğine göre dört arabadaki Zimmerwald yolcularının toplam sayısı 60'a varm ıyordu.

C i h a n H a rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

1 33

dan en ufak bir sonuç elde edilemedi. Almanya ve Avusturya'nın başını çektiği İttifak'ın sosyalistleri ise Viyana' da Nisan 191 5'te bir araya geldiler. Ama sonuç yine sıfır oldu. Kısacası, ortada bir boşluk vardı. Bu boşluk adım adım enternasyonalist sol muhalefet tarafından dolduruldu. Zimmerwald'a giden yolun önce iki özel kesimin düzenle­ diği konferanslar tarafından döşenmiş olduğunu bilmenin ya­ rarı vardır: kadınlar ve gençler. Mart 191 5'te Bern' de toplanan Sosyalist Kadın Konferansı, Bolşevikler adına Inessa Armand 'ın Clara Zetkin'e başvurması ve onun da fikri uygun bulması üze­ rine gerçekleşmiştir. Yani burada sol muhalefetin önde gelen iki ana odağının, Bolşevizm ile Spartakus'un ortaklığının ürünü ile karşı karşıyayız. Bundan bir ay sonra ise Uluslararası Gençlik Enternasyonali'nin öncülüğünde, İskandinav gençlik örgütleri­ nin ağırlık taşıdığı bir girişimle Uluslararası Sosyalist Gençlik Konferansı düzenlenmiştir. Bu konferanslarda ortaya, daha sonra Zimmerwald' da devam edecek bir kalıp çıkmıştır. Bolşevikler bu konferansların her birinde çoğunluğun kabul ettiği bildirgeye iti­ raz etmekle birlikte beraber yürüyebilmek amacıyla bunları şerhli biçimde onaylıyordu. Burada kadın ve gençlik konferanslarının ana konferansın yolunu açmakta oynadığı rolü iki nedenle vurgu­ ladık. Birincisi, bu iki kesimin, savaşta yaşadıkları ağır sonuçlar dolayısıyla savaşa karşı mücadelede genel nüfustan daha duyarlı olacağını bir kez daha göstermiştir bu. Gelecekte de emperyalist karakterde savaşlara karşı mücadele edilirken bu kesimlerin, yani kadınlar ve gençliğin hassasiyeti göz önüne alınmalıdır. İkincisi, bazen hareket büyük bir travmanın etkisi altında iken küçük adımlar daha büyük girişimlerin önünü açabilir. Kadın ve genç­ lik konferansları bir bakıma ana Zimmerwald Konferansı'na birer alıştırma olmuştur. Esas Zimmerwald Konferansı, yukarıda da belirtildiği gibi, Eylül 191 5 başında toplanmıştır. Konferansın toplanmasın­ da İtalyan ve İsviçre partileri önemli bir inisiyatif almışlar­ dır. Bunların ağırlıklı rolü bileşim üzerinde etkili olmuştur.

34 1

Marksistler-2

Zimmerwald, Rus hareketinden, Polonya' dan ve Balkanlardan, İskandinav ülkeleri ve Hollanda' dan, Almanya' dan ve bazı başka ülkelerden gerçek enternasyonalistlerin yanı sıra, sosyal şoveniz­ me görünürde karşı olan ama onunla ilişkisini kesmek istemeyen, kendisi de bataklıkta çırpınan çaresiz bazı ortayolcuları da ku­ caklamıştı. En önemlisi, Almanya' dan Spartakus'tan temsilcile­ rin yanı sıra, Kautsky ile benzer şekilde ortayolcu bir hat izleyen bir ekibin önderi olan Georg Ledebour da toplantıya katılıyor­ du. Sorunun ne kadar ciddi olduğu şuradan belliydi: Liebknecht tek başına savaş tahsisatına karşı oy kullanırken Ledebour hala olumlu oy kullanmaktaydı! Alman hükümetinin savaş politika­ sının uygulanmasına böylesine onay veren birinin, enternasyo­ nalistlerin, savaşa karşı mücadele etmek için çok zor koşullarda bir araya gelmiş insanların arasında ne yeri olduğu sorusu, elbette Zimmerwald 'ın çelişkilerine işaret ediyordu. Fransa delegasyonu da Ledebour' dan farklı değildi. Rus Menşevizmi ise bazı kanatla­ rıyla aynı rolü oynuyordu. Konferansta delege olarak bulunan enternasyonalistler ara­ sında, Bolşevik Parti' den Lenin ve Zinovyev, bağımsız olarak Trotskiy, Polonya sosyalist hareketinin devrimci kanadından Kari Radek, Balkanlardan Rakovski Ekim Devrimi'ni ve dev­ rimci Marksizmin tarihini tanıyanlar açısından önemli isimler olarak zikredilmeye değer. Liebknecht ile Rosa Alman devletinin elinde tutsak oldukları için Zimmerwald 'a gelememişlerdi, ama Liebknecht büyük heyecan uyandıran bir mektup yollamıştı. Mektubun en önemli sloganı Burgfrieden'i reddetmesiydi: "İç barış değil, iç savaş!" diyordu Liebknecht. Ayrıca "yeni Enternasyonal, eskisinin harabesinin üzerinde yükselecek" ve "geleceğin binası­ nın temel taşını şimdi yerleştirmelisiniz" diyerek Bolşeviklerin yeni Enternasyonal çağrısıyla eşanlamlı bir yöne işaret ediyordu. 23 Zimmerwald epeyce sert tartışmalardan sonra Trotskiy tara­ fından kaleme alınan bir bildirgeyi ("Zimmerwald Manifestosu") 23 Liebknecht'in mektubunun tam metni için bkz. Riddell, a.g.y., s. 288-89.

C i h a n Ha rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

1 35

kabul etti. 24 Manifesto, esas olarak geniş işçi kitlelerine bir çağ­ rı olarak yazılmıştı: Her ülkede işçi sınıfı ve emekçileri, kendi hakim sınıflarıyla dayanışmayı bırakarak barış için mücadeleye çağırıyor, Komünist Manifesto'nun şiarıyla sona eriyordu: "Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin ! " Tartışmaların muhalif tarafı olan Bolşevikler, yanlarına Polonyalı Radek'i ve İskandinav genç sos­ yalistlerinin temsilcilerini de alarak, bildirgeden tatmin olmadık­ larını belirten, ama onu bir "mücadeleye çağrı" olarak gördükleri için ve Enternasyonal'in diğer seksiyonlarıyla kol kola yürümek istedikleri için olumlu oy verdiklerini açıklayan bir muhalefet şerhi yazmışlardı. 25 Böylece sol muhalefetin içinde bir sol kanat, tarihe geçen adıyla "Zimmerwald Solu" doğmuş oluyordu. Zimmerwald Solu, daha önce kendisi konferansa bir bildirge taslağı sunmuştu. Solun konferanstan önce yapılmış olan iç top­ lantısına, biri Lenin, öteki Polonya sosyalizminin enternasyonalist kanadını temsil eden Radek tarafından kaleme alınmış iki taslak sunulmuş, Radek'in metni tercih edilmişti (bunun büyük önem taşıyan nedenine aşağıda Lenin'in ve Bolşeviklerin savaş karşı­ sındaki özgül politikası ele alındığında dönülecek). Zimmerwald Solu'nun bu metni azınlıkta kalacaktı. Bu taslağı çoğunluğun metninden ayıran bir dizi önemli husus vardı. Sol, işçi sınıfının hedefi olarak genel bir anlamda " barış"ı değil, savaşan her ülkede kapitalist hükümetlerin devrilmesini öneriyordu. Çoğunluk met­ ni İkinci Enternasyonal 'le devam edileceğini varsayarken Sol 'un taslağı güçlü bir Enternasyonal'in kurulmasından söz ediyordu. Çoğunluk tarafından kabul edilen bildirge savaş bütçelerine oy verilmesine karşı çıkmıyordu. Ledebour aksi takdirde konferansı terk edeceği tehdidini savurmuştu. Sol buna razı değildi. Bunun da ötesinde sonuç bildirgesinde oportünizme, yani Kautsky ve Ledebour türü ortayolculuğa karşı tavır alınmamıştı. Sol ise bu eğilimle amansız bir mücadeleyi gerekli görüyordu. 24 Manifesto'nun metni için bkz. a.g.y.,

s.

3 1 8 -32 1 .

25 Muhalefet şerhinin metni için bkz. "Zimmerwald Left Statement", a.g.y., s . 3 1 5.

36 1

Marksistler-2

Zimmerwa l d 'dan Komintern 'e Zimmerwald Solu, Lenin açısından uluslararası hareket üze­ rinde devrimci enternasyonalist bir etki yaratabilmek amacıyla oluşturulmuş bir manivela idi. Bolşevizmi uluslararası hareke­ tin önüne alternatif bir önderlik olarak koyuyordu. Güçlü değil­ di, fazla örgütlü de değildi. Buna rağmen, Bolşevizme yakın bir çizginin sesini Zimmerwald hareketi içinde yükselterek bu etkiyi yaratabiliyordu. Bu haliyle de savaşa karşı izlenecek politik hat sorununu yeni bir Enternasyonal'in inşası amacı ile bütünleştir­ mekte işlevsel bir rol oynuyordu. Zimmerwald hareketinin Eylül 191 5'ten sonra gelişmesinde hareketin çoğunluğu ile Zimmerwald Solu arasındaki açı devam edecek, hatta tartışmalar zaman zaman sertleşecek, uçurum derinleşecektir. Bütün bunlar göz önüne alınınca, bir şey yalın olarak or­ taya çıkıyor: Zimmerwald bir bakıma tek bir hareket değildi. Çoğunluğu aslında eski Enternasyonal 'in devamından yanay­ dı. Hareketin bu çoğunluğa yaslanarak lideri konumuna tır­ manan İsviçreli Robert Grimm, bu konuda ısrarlıydı. Grimm, Zimmerwald'ın kurduğu ve hareketin daimi yürütme komitesi niteliğini taşıyan Uluslararası Sosyalist Komite'nin (USK) başın­ daydı. Ama eski Enternasyonal'in yürütme organı Uluslararası Sosyalist Büro (USB) ile ilişkiyi hiç kesmemeye çaba gösteriyor, USB ve Enternasyonal ayağa kalkar kalkmaz bayrağı yeniden on­ lara devretme vaatleriyle yürüyordu. Oysa Lenin ve Bolşevikler açısından savaşa karşı mücadele mutlaka yeni bir Enternasyonal inşası ile el ele gitmeliydi. Örgütsel biçimler kendi başlarına bir ağırlık taşır. Zimmerwald çoğunluğu yeni bir Enternasyonal fikrine uzak duruyordu ama USK'nın sırf kurulmuş olması bile USB'nin varlığına ve tarihsel işlevine bir tehditti. USK yeni bir örgütlenmenin çekirdeği gibi görünüyor, var olan Enternasyonal'e karşı bir alternatifin potan­ siyel ön biçimlenmesi olarak görülüyordu. Zimmerwald hareketi­ nin gelişmesi bunun tamamen temelsiz olmadığını gösterecektir.

C i h a n H a rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

1 37

Zimmerwald hareketinde daha sonra yaşanan gelişme ve tartışmalara bu yazının sınırları içinde girmemize gerek yok. Gelişmeleri ana hatlarıyla özetlemekle yetinebiliriz. 1916 Şubat'ında USK ilk toplantısını yaptı. 1916 Nisan ayında ise ikin­ ci Zimmerwald Konferansı olarak görülebilecek olan Kienthal Konferansı yine İsviçre'nin bir dağ kasabasında toplandı. (Trotskiy bu sefer gerekli seyahat belgelerini temin edemediği için gelememiştir.) Kienthal' de Zimmerwald Solu eskisinden bi­ raz daha güçlü · idi ve konferansın siyasi yönelişi üzerinde etkisi daha fazla olmuştur. 1 Mayıs 1 916'da sabahın erken saatlerinde kapanan Kienthal Konferansı'nın bildirgesi de Zimmerwald' dan daha radikaldir. Bildirge Sol 'a açık bir tavizle, "gelecekte savaşları engellemenin tek etkili yolu"nun "işçi sınıfının iktidarı ele geçire­ rek kapitalist mülkiyeti ilga etmesi" olduğunu söylüyordu. Ne var ki bu uzun vade için verilmiş bir tavizdi: Kısa vade için stratejisi yine " barış" ile sınırlıydı. Bildirge derhal ateşkes ilanı ve barış gö­ rüşmelerinin başlaması çağrısıyla sona eriyordu. 26 Zimmerwald'ın kaderi, Rusya'da Şubat Devrimi'nin patlak vermesi ve Çar'ın tahttan çekilmesi ile bütünüyle değişti. Bu ge­ lişmeyle birlikte Rus hareketinin ve tabii onun içinde önemli bir yer tutan Bolşevizmin ağırlığı hızla artıyordu. Ancak başlangıç­ ta Menşevizm işçi ve asker Sovyetlerinde hakim durumdaydı. Grimm ve öteki USK üyeleri (burada İtalyan partisinin solunda yer alan Angelica Balabanov'un özellikle sözünü etmek gerekir) Rusya'nın yakınında olmak ve tarafsız İskandinav ülkelerinin de katkısını alarak eski Enternasyonal'in ortayolcu kanadı ile birlikte bir uluslararası konferans düzenlemek amacıyla Stockholm'e yer­ leştiler. Ne var ki savaş ilerledikçe ve sefalet ve ölümler arttıkça kitlelerin tavrı değiştiği halde, birbirleriyle savaşan ülkelerin sos­ yalistleri hala aynı masanın etrafında oturmayı "ulusal birlik" dolayısıyla reddediyordu. Sonunda arzulanan konferans topla­ namadı. Bunun yerine Eylül ayında Stockholm' de eski bileşimle 26 Nation, a.g.y., s. 141 -42.

38 1

Marksis t ler-2

tarihe "Üçüncü Zimmerwald Konferansı" olarak geçen konferans toplandı. Arada ortayolcuların güçlü temsilcisi Grimm, kendi dev­ letinin askeri mercileriyle bir bilgi paylaşma hatası yaptığından patlak veren skandal sonucunda hareketten tasfiye olmuştu. Onun yokluğunda, Angelica Balabanov da hızla Bolşeviklere yaklaşmaya başladığından dolayı, bir bakıma Üçüncü Zimmerwald Konferansı hareketin Sol 'un eline geçtiği merhale oldu. "Bir bakıma" diyoruz, çünkü bu hiçbir zaman resmiyet kazanmadı. Üstelik Lenin bu aşamada ısrarla artık Sol'un Zimmerwald'ı terk etmesi gerektiğini söylüyordu. Ama gelişmeler, yani Ekim Devrimi'nin zaferine doğ­ ru yürüyüş, Zimmerwald'ı zaten önemsiz hale getirmişti. Ekim Devrimi İkinci Enternasyonal'in oportünistlerini bir­ birleriyle buluşarak yeni bir Enternasyonal 'in kurulmasını engel­ leme çabasına sevk ediyordu. Şubat ve Ekim 1918'de İtilaf dev­ letleri sosyalistleri iki konferans düzenliyor ve İttifak devletleri sosyalistleri ile de temasa geçiyorlardı. Savaşı durdurmak için parmaklarını kıpırdatmayan "sosyalistler'', yani bugünün sosyal demokrasisinin ataları, kendi koltukları tehlikeye düşünce birden dost kesiliyorlardı! Kasım ayında Almanya'nın teslim bayrağını çekmesinden sonra sosyal yurtseverlerle ılımlı ortayolcuları bir araya getirecek bir konferans projesi belirdi; bu konferans Şubat 1919'da Bern'de gerçekleşti. Alman Komünist Partisi'nin kurul­ masıyla artık somut olarak gündeme girmiş olan Komünist ya da Üçüncü Enternasyonal 'in hızla ilan edilmesi için Lenin Bolşevik güçleri harekete geçirdi. 191 9'un Mart ayında Moskova'da top­ lanan ilk kongresinde Komünist Enternasyonal'in (kısa adıyla Komintern, ayrıca Üçüncü Enternasyonal) kuruluşu tamamlan­ dı. 1. Kongre' de İsviçre partisinin sol kanadından Fritz Platten'in hazırladığı, eskiden beri Zimmerwald hareketinde faal olanlar ta­ rafından imzalanan bir karar tasarısının kabulüyle Zimmerwald hareketinin Komintern'le formel olarak birleştiği ilan edildi. Karar, "ortayolcuların, pasifistlerin ve yalpalayan unsurların" etkisi altında Zimmerwald girişiminin sulandırılmış ve görevi­ ni tam yerine getirememiş olduğunu ifade etse de, "emperyalist

C i h a n Ha rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

1 39

cinayetlere karşı proletaryanın bütün unsurlarını birleştirerek" anlamlı bir işlev gördüğünü belirtiyordu. İkinci Enternasyonal 'in burjuvazinin saflarına geçmesine kar­ şı bir tepki olarak doğan Zimmerwald, tam da olması gerektiği gibi bayrağı Üçüncü Enternasyonal'e devrediyordu. 2.

Lenin'in politikası ( 1 ) : devrimci bozgunculuk

Bu ana kadar Zimmerwald hareketini, içindeki ayrışmaya da değinerek bir bütün olarak ele aldık. Şimdi Lenin'in savaş politikasının Zfmmerwald' dan farklılaşan yönlerine değine­ ceğiz. Göreceğiz ki Lenin'in politikası sadece bir bütün olarak Zimmerwald hareketinden değil, aynı zamanda Zimmerwald Solu'ndan da farklıdır. Daha da ötesini söyleyelim: Lenin'in po­ litikası Bolşevik Parti içinde bile oybirliği ile kabul görmemiştir. Peki, böylesine yalnız kalan bir politikanın unsurları nelerdir ve Lenin bu politikayı neden savunmuştur? Bu bölümün konusu bu olacak. Önce çok üzerinde durulmayan bir gerçekten başlayalım:

Lenin'in politikasının temeli devrimci bozgunculuk değildir. Emperyalist savaşı iç savaşa çevirmektir. Yani savaşın yarattığı krizi, burjuvazinin iktidarını devirerek işçi sınıfını ve müttefik­ lerini iktidara taşımak amacıyla kullanmaktır. Bu amaçta Lenin Liebknecht ile birleşir: Liebknecht "esas düşman kendi ülkemiz­ dedir" derken de, "iç barış değil, iç savaş" derken de kelimesi keli­ mesine aynı şeyi söylemektedir. Her ikisinin de politikası, sosyal yurtseverlerin sınıflar arasında ilan ettiği "toplumsal barış" ya da "iç barış"ı bozmak, sınıf mücadelesini yeniden başlatmaktır. Ancak bazen ima edildiği gibi, sanki "savaş yapalım ama grev de yapalım" dememektedir Lenin ve Liebknecht. iç savaş demek­ tedirler. Marksistler için sınıf mücadelesi bağlamında iç savaş, devrim ve onun uzantısı olarak sınıflar arası gerçek bir savaş de­ mektir. Yani "grevi" değil devrimi savunmaktadırlar. Her ikisinin de politikası, Alman sosyal demokrat hareketinin ana doğrultusu

40

1

Marksistler-2

olan Burgfrieden'in (iç barış) ve Fransız sosyalistlerinin ilan ettiği union sacree'nin (kutsal birlik) yüzüne çarpılmış bir eldivendir. Önce Lenin ve Liebknecht'in bu politikasının temelinde, tarihi deneyimin uluslararası sosyalist harekete öğrettiği dersin ve bu ders ışığında sosyalist hareketin zaten benimsemiş olduğu poli­ tik doğrultunun yattığını hatırlatalım. Cihan Harbi patlak ver­ diğinde, son yarım yüzyılın tarihine dönüp bakan sosyalist için en önemli iki deneyim, büyük savaşların devrimle sonuçlanma yönünde bir eğilim olduğunu gösterir. Hem o ana kadar başarılı olmuş tek proletarya devrimi olan Paris Komünü, hem de 1905 Rus Devrimi savaşların ardından ortaya çıkmıştır. İlki Alman­ Fransız Savaşı'nın, ikincisi Japon-Rus Savaşı'nın ardından yaşan­ mıştır. Bu sonucun sadece Lenin ve Liebknecht değil bütün sos­ yalistler farkındadır. Bunlar ışığında İkinci Enternasyonal de üst üste üç kongresinde aldığı kararlarda aynı görevi tekrarlamıştır: "Her durumda savaş yine de patlak verirse, ( . . . ) savaşın yaratacağı ekonomik ve politik krizi bütün güçleriyle kullanma yoluyla kitle­ leri ayağa kaldırarak kapitalist sınıf hakimiyetinin yıkılışını hız­ landırmak [sosyalistlerin] görevleridir." Yani bir bakıma, Lenin ve Liebknecht'in politikasında orijinal bir şey yoktur. Sosyalist hareketin yıllardır, en azından 1 907' den beri söylemekte olduğu bir şeyi, savaş gerçekten patlak verdikten sonra kendileriyle tutarlı biçimde tekrarlamaktadırlar. Onları diğerlerinden ayıran cesaret­ leri ve ihanete karşı kahramanca savaşmaya girişmeleridir.27 Bu düzeyde bakıldığında, basit, soyut ve gözü yaşlı bir " barış çağrısı" yaklaşımına, daha da somut olarak pasifizme karşı Liebknecht de en az Lenin kadar bir bayraktır. Özellikle Lenin savaşın başlaması ile birlikte dünya durumu­ nu değerlendirmiş ve devrimin güncel bir olasılık olduğu sonucu27 Zimmerwald 'a "Birinci Uluslararası Sol Muhalefet" adını taktık yukarıda. Zim­ merwald hareketinin şimdi değindiğimiz özelliği de bir bakıma İkinci Uluslara­ rası Sol Muhalefet' i n kendini içinde bulduğu duruma benziyor. Orada da Trotskiy ve arkadaşlarının teorik-politik bakımdan orijinal bir katkısı yoktu: sadece, Bol­ şevizmin her zaman temeli olmuş olan enternasyonalizmi bir aşamadan sonra bir azınlık olarak tek başlarına savunmak zorunda kalmışlardı.

C i h a n Ha rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

f 41

na ulaşmıştır. Lenin'in sık sık kullanılan devrim tanımı (yöneten­ lerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin eskisi gibi yaşamak istemediği, kitlesel eylemlerin yaşandığı bir durum) tam da bu bağlamda Kautsky'nin ortada devrimci eğilimler olmadığı iddi­ asına karşı ileri sürülmüştür. 28 Ekleyelim ki, bu tanım bu haliyle bir devrim tanımı değildir, Lenin'in dikkatli biçimde vurguladı­ ğı gibi bir devrimci durum tanımıdır ve bu devrimci durumun devrime dönüşüp dönüşmeyeceği sınıfın öznel kapasitesi ve ha­ reketiyle belirlenecektir. Demek ki, Lenin'in savaş politikasının

ardında, Cihan Harbi'nin doğurduğu büyük krizin kendi içinde güçlü devrimci olanaklar barındırdığı iddiası vardır. Lenin'in Liebknecht'ten ve kişisel olarak ondan da daha fazla Spartakus'tan ayrıldığı ve neredeyse büyük önderler arasında tek başına savunduğu politika, yani devrimci bozgunculuk, işte bu ana görevden, "emperyalist savaşı iç savaşa çevirme" görevinden türer. Lenin bir kez bu politika benimsendiğinde, buna en uygun tutumun her ülkenin devrimcileri açısından farklılaşacağını dü­ şünür: Her ülke sosyalisti için "ehveni şer" kendi burjuvazisinin savaşı yitirmesidir. Burada Lenin'e yol gösteren ilk noktanın yu­ karıda sözünü etmiş olduğumuz geçmiş deneyimin bir ilave bo­ yutu olduğu söylenebilir: 187l'de ve 1 905'te yaşanan devrim de­ neyimleri sadece savaşların ardından gelmemiştir, yenilen tarafta patlak vermiştir. Demek ki, bir devletin bir savaşta bozguna uğra­ ması devrimci dinamikleri tetiklemektedir. Aşağıda göreceğiz ki bu, doğru olsa bile Lenin'in tek hare­ ket noktası değildir, hatta daha kesin söyleyelim esas belirleyici olan bu değildir. Ama Lenin'in politikası üzerinde derinleşme­ den önce, Liebknecht'in uluslararası alanda Lenin'e bütün her­ kesten daha fazla yaklaşan kişi olduğunu vurgulamadan geç­ meyelim. Liebknecht'in yaklaşımı mantıksal sonucuna götürül­ düğünde Lenin'inki ile aynı kapıya çıkar. Bunu şöyle anlatalım: Liebknecht'in Zimmerwald Konferansı'na yolladığı mektubun 28 "The Collapse of the Second I nternational", CW, c. 2 1 , s. 2 1 3 - 14.

42

j

Marksis rler-2

merkezi sloganı olan "iç barış değil, iç savaş!" sloganı, aynı za­ manda esas ünlü sloganının yanlış anlaşılmasını da engeller. Liebknecht, "esas düşman kendi ülkemizdedir" derken bunun yanı sıra "bir de başka bir düşman vardır, o da savaştığımız ülke­ nin halkının bütünüdür" dememektedir. Yani mesela Alman işçisi ve halkı için "esas" düşman kendi ülkemizdedir, "ikinci sıradaki" düşman ise Fransa' dır dememektedir Liebknecht. Peki ne demek­ tir "esas" düşman? Başka biçimde soralım: Neden Liebknecht sa­ dece " düşman kendi ülkemizdedir" dememiştir de "esas düşman kendi ülkemizdedir" demiştir? Çünkü Alman proletaryası için esas düşman Alman burjuvazisi ve junkerlerdir. Ama başka düş­ manlar da vardır: Fransız burjuvazisi, Britanya burjuvazisi, Rus burjuvazisi ve büyük toprak sahipleri vb. vb .. O ülkelerin proleter­ leri ve emekçi halkı ne esas, ne de ikinci sırada düşmandır Alman proleterleri için. Öyleyse, kaçınılmaz mantıksal sonuca varıyoruz. Liebknecht Lenin ile aynı şeyi söylemektedir! Her ülkenin prole­ taryası önce kendi burjuvazisi ile hesaplaşmalıdır. Buradaki "esas" kelimesi, Lenin' deki "ehveni şer" kavramına denk düşmektedir. Yani, Liebknecht'in yaklaşımının mantığı da devrimci bozguncu­ luğa işaret etmektedir. Şayet Liebknecht bunu Lenin gibi ısrarla ve sonuna kadar sa­ vunmadıysa, bunu iki şeye atfetmek gerekir. Birincisi, bu büyük devrimciyi yakından incelemiş bütün herkesin hemfikir olduğu gibi Liebknecht iyi bir teorisyen değildir. Politikalarının sonuçla­ rını ve diğer politikalarla farkını en ince ayrıntılarına kadar ana­ liz ederek sonuçlar çıkaracak bir düşünce tarzına sahip değildir. Bu bakımdan, hayatı boyunca her politikasını Marksist teorinin terazisinde tartma yaklaşımını titizce sürdürmüş olan Lenin'in karşı ucunda yer alır. Ama bundan da önemlisi, Liebknecht'in Spartakus'un önderliğini Rosa Luxemburg gibi bir başka büyük devrimci (ve kendisinden farklı olarak bir büyük teorisyen) ile paylaşmasıdır. Luxemburg ise bu konuda düpedüz yanılmıştır. Buna aşağıda döneceğiz. Yani Liebknecht kendi şiarını mantıksal sonucuna taşıyamamıştır.

C i h a n Ha rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

1 43

Devrimci bozgu n culuğu n m imarisi Artık Liebknecht ile yolumuzu ayırıp devrimci bozgunculuk üzerinde daha ayrıntılı ve eleştirel biçimde durmanın zamanı gel­ di. Bunu yaparken yine de Lenin ile Liebknecht'i birleştiren "em­ peryalist savaşı iç savaşa çevirme" politikasının devrimci bozgun­ culuğun altyapısını oluşturduğunu, esas olanın o olduğunu, dev­ rimci bozgunculuğun onun sonucu ve türevi olduğunu yeniden vurgulamış olalım. Lenin ile Liebknecht'i her türlü ikirciklilikten bağımsız biçimde birleştiren de zaten o politikadır. Bunu vurgulamanın bir önemi, devrimci bozgunculuğu papa­ ğan gibi tekrarlama tehlikesine karşı savaşmaktan kaynaklanıyor. Amaç "emperyalist savaşı iç savaşa çevirme" çabasında proletarya açısından en iyi koşulları elde etmektir. Ahlaki bir dürtü falan değil. Pasifizm hiç değil. İlerlemeden şunu belirtelim: Lenin'in Cihan Harbi'nde sa­ vunduğu devrimci bozgunculuk sadece kendi ülkesi Rusya'nın Çarlığının Avrupa'nın en gerici rejimi olması gibi bir fikirle fa­ lan ilgili değildir. Söylediği Rus işçi sınıfı ve emekçileri açısından bakıldığında Çarlığın yenilgisinin en yararlı sonuç olacağıdır. Başlangıçta Lenin'in kaleme aldığı yazılarda mesele Rus proletar­ yası açısından ifade edilmiştir. Uluslararası hareket içindeki dev­ rimci bozgunculuk karşıtları, Lenin'i köşeye sıkıştırmak için tek taraflı bozgunculuğu savunduğu görüşüne sarılınca, 1 9 1 5 Şubat­ Mart aylarında düzenlenen Bolşevik Parti Bern Kongresi'nin ka­ rarına şu ilave cümle yazılmıştır: "Her bir ülkede, emperyalist bir savaş vermekte olan bir hükümete karşı mücadele, o ülkenin dev­ rimci propaganda sonucunda yenilgiye uğraması ihtimali karşı­ sında tereddüde düşmemelidir."29 Böylece, devrimci bozgunculu­ ğun sadece Rus Çarlığı için değil, demokratik emperyalist ülkeler için de savunulduğu kayda geçmiş olmaktadır. Lenin'in bütün politikal arı gibi devrimci bozgunculuk da olumsaldır. Bu felsefi ifade ile kastettiğimiz bu politikanın da 29 "Conference of R.S.D.L.P. Groups Abroad'', CW, cilt 2 1 , s. 163.

44

1

Marksistler-2

koşullara bağlı, ancak somut durum uygun olduğunda uygula­ nacak bir politika olduğudur. İlke "emperyalist savaşı iç savaşa çevirmek"tir, devrimci bozgunculuk onun aracıdır. Bu görev tek tek ülkelerin sosyalist hareketi için pratik eyleme tercüme edildi­ ğinde, "Sosyal Demokratların birinci görevi o ülkenin şoveniz­ mi ile mücadele etmektir" 30 Ama bundan hangi ülkenin ya da ülkeler grubunun yenilgisinin uluslararası çapta sosyalizm için en avantajlı sonucu vereceği türetilemez. Lenin devrimci bozgun­ culuğu, en önemli resmi metinlerden birinde, RSDİP'in Merkez Komitesi adına yayınlanan kararda açıkça bir koşula bağlar: "Günümüzün koşullarında uluslararası proletaryanın bakış açı­ sından birbiriyle savaşmakta olan iki ülke grubunun hangisinin yenilgisinin sosyalizm için ehveni şer olduğunun belirlenmesi mümkün değildir."31 Demek ki, emperyalist bir savaşta tek tek ülkelerde o ülkenin şovenizmiyle mücadele birinci görevdir, ama savaşan emperyalist devletlerden hangisinin yenilgisinin tek tek ülkeler için değil, uluslararası proletarya ya da sosyalizm için ha­ yırlı olacağı bundan ayrı bir önem taşımaktadır. Demek ki bazı

durumlarda belirli bir ülkeler grubunun ya da ülkenin yenilgisi, ehveni şer olarak sosyalistler açısından tercih edilebilir. Lenin'in Cihan Harbi'ndeki tutumu bu değildir. Çünkü yukarıdaki alıntı­ da da belirtildiği gibi, ortada bir grubun yenilgisinin uluslararası proletarya için hayırlı olacağına dair herhangi bir belirti yoktur. Tekrarlıyoruz. Tek tek ülkelerde bütün sosyalistlerin görevi, o ülkenin şovenizmi ile mücadeledir. Bunun sonucunda o devletin devrimci propaganda sonucunda yenilgiye uğrayacağından da kaygılanıp devrimci propaganda geri çekilmemelidir. Ama bazı ülkelerin yenilgiye uğraması uluslararası proletaryanın çıkarı için daha yararlı olabilir. Bu tartışmanın önemini aşağıda devrimci bozgunculuğun Cihan Harbi dışındaki savaşlar için sonuçlarını çıkarırken göreceğiz. 30 "The War and Russian Social-Democracy", CW, cilt 21, s. 32. 31

Aynı yerde. Vurgu bizim.

C i h a n H a rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

1 45

"Emperyalist savaşı iç savaşa çevirme" altyapısı üzerinde ge­ liştirilen devrimci bozgunculuk politikasının somuta nasıl uy­ gulanacağına da bakmamız gerekiyor. Önemli tarihsel olaylarda benimsenen siyasi pozisyonlar bir devrimci hareket için elbette esas sınavdır. Ama bir siyasi pozisyon açıklamasını kendi başına devrimcilik saymak sekt olgusunun tipik bir belirtisidir. Gerçek bir siyasi hareketi sektten ayıran şeylerden birisi, açıklanan siyasi pozisyonu pratik içinde kitlelere taşımak ve o pozisyon doğrultu­ sunda sonuçlar elde etmek için izlenecek günbegün politikalardır. Lenin, sekt mantığına tamamen yabancıdır. Bu yüzden günümüz­ de "devrimci bozgunculuğu" gururla açıklayıp "namus kurtaran" gruplardan farklı olarak bu politikanın hayata geçirilebilmesi için bir dizi politik araç önermiştir. Devrimci bozgunculuk politikasının somut olarak ne içer­ diğine bakmadan önce ne içermediğine değinmekte yarar var. Bozgunculuk genellikle bir ülkenin askeri faaliyetinin sabote edilmesine verilen addır. Lenin'in yaklaşımında sabotaj özellikle dışlanmıştır. Bunun nedeni sabotajın bir emperyalist devletin ye­ nilmesini sağlamak için başka bir emperyalist devletin kazanma­ sına yardım anlamı taşıyacağıdır. Lenin'e kulak verelim: "'Duyarlı okur': Bunun 'köprü uçurmakla', savaş sanayilerinde başarısız grevler örgütlemekle, genel olarak hükümetin devrimcileri yenil­ giye uğratmasına yardımcı olmakla ilgisi olmadığını bir kenara kaydedin."32 Her şeyden önce, ordu içinde propaganda bu politikanın mer­ kezinde yer alır. Savaşan askerler ikna edilemezse bozgunculuk yapılamaz. Lenin'in politikası büyük ölçüde savaş ilerledikçe askerler arasında zaten ortaya çıkacak olan eğilimleri erkenden yaymaya çalışmak ve güçlendirmektir. Askerlere yapılacak en önemli ve basit propaganda, " düşman" olarak anılan ülkelerin askerleriyle, yani aslında öteki ulusun işçi ve köylüleriyle siper­ lerde kardeşleşme propagandasıdır. Yelpazenin öteki ucunda ise 32 "The Defeat of One's Own Government in the Imperialist War'', CW, cilt 2 1 , s. 275.

46 1

Marksistler-2

günü geldiğinde namlunun, " düşman" denen öteki ulusun işçi­ leri ve köylüleri yerine askerin kendi subayına çevrilmesi vardır. Askerde isyanlar büyük sefalet yaratan uzun savaşlarda son de­ recede yaygın olarak görülen olaylardır. Bolşevik politika da bu somut eğilimin elbette uygun anda güçlendirilmesine dönüktür. Uygun anda diyoruz, çünkü ordu içinde isyan şiarının henüz ko­ şullar uygun değilken erken öne sürülmesi, devrimci askerlerin telef olmasından başka sonuç vermeyecektir. Halk içinde, yani cephe gerisinde yapılacak faaliyet temel ola­ rak şovenizme ve "iç barış"a, yani sınıflar arasında barışa karşı mücadele biçimini alacaktır. Bolşevikler her ne kadar soyut bir barış propagandasının ve çağrısının devrimci proleter politika açısından yetersiz olduğunu ısrarla vurgulasalar da halkı savaşa karşı harekete geçirecek her eylemliliğe katılma taraftarı olmuş­ lardır. Bolşevizmi doktrinerlikten ayıran tipik yaklaşımla parti, en ilkesel politik tutumu en esnek pratik uygulamayla savaş sıra­ sında da birleştirmeyi önüne koymuştur. Bu politik esneklik ve yaratıcılığın en çarpıcı örneği, Bolşevik Parti'nin Çarlık hükümetinin işçi sınıfını savaş politikalarına ortak etmek için aldığı bir tedbiri boşa çıkarma amacıyla uy­ guladığı politikadır. Hükümet 1 9 1 5 M ayıs'ında savaş faaliyeti­ ni desteklemek için üretimi arttırmak amacıyla "Savaş Sanayii Komiteleri" adı verilen organlar kurdurmuş ve Temmuz ayında bu komitelere işçi temsilcileri katmaya karar vermiştir. Çarlık re­ jimi altında bu demokratik açılımın(!) işçileri savaşa ortak etme kaygısının hükümeti nerelere taşıdığını anlamak zor olmasa ge­ rek. Sosyalistler arasında Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler (yani köylü sosyalistleri) bu komitelere katılma kararı almışken, Bolşevikler savaşı reddettikleri için kom iteleri de boykot etmiş­ lerdir. Ama ilginç bir taktikle, sırf savaşa karşı propaganda ya­ pabilmek için komitelere işçi temsilcileri için yapılan seçimlere katılmışlardır! 33 33 Riddell, a.g.y. , s. 261.

C i h a n H a rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

1 47

Pratik bozguncu politikanın bir başka alanı parlamentodur. Bolşevikler Çarlık Duması'ndaki temsilcileri aracılığıyla savaşın emperyalist ve işçi-emekçi düşmanı karakterini parlamento kür­ süsünden de teşhir etmişlerdir. Bunun bir yönü de, yukarıda be­ lirttiğimiz gibi savaş bütçesine olumsuz oy kullanmanın ötesinde, sosyalist milletvekillerinin meclisi oylamadan önce gürültüyle terk etmesi olmuştur. Lenin bununla haklı olarak övünür: " . . . dünya sosyalizminde emsali olmayan bir tablo: devrimci Sosyal Demokrasinin parlamentarizmi kullanması" der bu tutum için.34 Bu konuda, yani parlamento olanaklarının devrimcilerce kulla­ nılması alanında Liebknecht'in savaş dönemi performansının dünya sosyalist hareketine çok güçlü bir miras devretmiş olduğu­ nu da burada eklemek gerekir. 35 Nihayet, belki de ne önemlisi, mümkün olan her alanda savaş karşıtı ve iç savaş lehinde propagandayı yürütebilmek amacıyla illegalitenin kullanılabilmesi için mutlaka illegal örgütlenmelere gitmek gerekir. Bu mesele Lenin'in öteki Zimmerwald bileşenle­ rine ısrarla eleştiri yöneltmesine neden olmuştur. Bu noktanın önemini iki çarpıcı örnekle anlatabiliriz. Liebknecht de Rosa Luxemburg da Zimmerwald konferanslarına katılmamışlardır. Neden? Çünkü her ikisi de Şubat 191 5'ten itibaren kısa aralık­ lar dışında Alman devletinin tutsağıdır. Liebknecht Şubat 1 9 1 5'te istihkam işlerinde çalıştırılma koşuluyla, yani eline silah veril­ meksizin askere alınmıştır. Yani "sakıncalı piyade" dir. Ya da başka türlü bakacak olursak, Almanya'nın "amele taburları"na katılmak zorunda bırakılmıştır! Ne var ki milletvekili olan Liebknecht'in açık propaganda ve parlamenter faaliyetiyle devrimci enternas­ yonalizme büyük katkılar yapan çıkışları için legal çalışmasını zorunlu olarak kabul edebiliriz. Devrimci Marksizmin politika­ ları hiçbir zaman ahlaki gerekçelere dayanmadığı için Liebknecht 34 "What Has Been Revealed by the Trial of the Russian Social-Democratic Labour Duma Group", CW, cilt 2 1 , s. 1 73. 35 Liebknecht'in parlamentoyu cüretkar kullanım ına bir örnek için bkz. aşağıda "Ek 6"

48 1

Marksistler-2

legal alanda riskler alarak çalışırken Spartakus'un diğer önderle­ ri yeraltına girebilirlerdi. Luxemburg'un neredeyse bütün savaş dönemi boyunca hapishanelerde çürümesi, bizce sadece Alman devrimci Marksizmine değil, uluslararası harekete çok şey kay­ bettirmiştir. Luxemburg da Lenin gibi partisi tarafından koru­ naklı bir konuma yerleştirilseydi, Zimmerwald Solu ve geleceğin komünist hareketi, en başta Alman işçi sınıfı olmak üzere çok şey kazanırdı. İkinci örnek savaş sırasındaki mevzilenme bakımından Lenin ile Trotskiy'in seçişlerindeki karşıtlıktır. Ağustos 1 914'te savaş pat­ lak verdiğinde her ikisi de Rus vatandaşları açısından formel ola­ rak bakıldığında " düşman" topraklarında ikamet etmekteydiler. 1907'den beri ailesiyle birlikte Avusturya-Macaristan Habsburg İmparatorluğu'nun başkenti Viyana' da oturmakta olan Trotskiy'e Avusturya sosyal demokratları derhal ülkeden taşınmasını tavsi­ ye etmişlerdir. Yani bir devrimcinin savaş koşullarında hangi ül­ kede yaşamakta olduğu konusunda aslında ayrılık yoktur. Ayrılık ayrıntıdadır. Lenin eşi Krupskaya ile yine Avusturya'ya bağlı olan Galiçya' da ikamet etmektedir. Her ikisi de derhal ülke değiştirir. Ama farklı seçişler yaparak. Lenin tarafsız ülke İsviçre'nin baş­ kenti Bern'e taşınır, daha sonra da işçi sınıfının ve kültür haya­ tının daha gelişkin olduğu Zürih 'e geçer. Trotskiy ise, Rus yurt­ taşları açısından " düşman" toprağı olan Avusturya'nın başkenti Viyana'dan "dost" ülke Fransa'nın başkenti Paris'e. Ama sıradan Ruslara " dost" olan Fransız devleti enternasyonalist Trotskiy'e elbette kolay kolay tahammül edemeyecektir. Tacizler giderek artar. Lenin İsviçre'deki sağlam konumuyla Zimmerwald ha­ reketinin asli bir unsuru olurken, Trotskiy 191 5'te Zimmerwald Konferansı'na katıldığı halde 1916' da Kienthal 'e geçiş izni alamaz. Daha kötüsü, başında olduğu Naşe Slovo gazetesi Fransa'nın müt­ tefiki Rusya'nın savaş çabasına darbe vurduğu için 1916'nın son­ larına doğru Trotskiy sınır dışı edilir, İspanya'ya yollanır. Orada yaşadığı yarı komik, yarı kabus olaylar Hayatım başlıklı otobiyog­ rafisinin en eğlenceli sayfalarını oluşturur. Küba'ya yollanmak-

C i h a n H a rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

j 49

tan ucu ucuna sıyrılır, ama sonunda kendini Amerika Birleşik Devletleri'nde bulur! Bir seçiş ne farklara yol açmıştır! Bolşeviklerin Bern Konferansı (Şubat-Mart 1 9 1 5) yukarıda an­ lattığımız somut araçları gayet güzel özetler: Günümüzün emperyalist savaşını bir iç savaşa çevirme yolun­ da ilk adımlar olarak aşağıdaki önlemlere işaret edilmelidir: (1) Savaş tahsisatı lehine oy kullanmanın mutlak biçimde reddi ve burjuva hükümetlerinden istifa; (2) sınıf ateşkesi politikasından (bloc national, Burgfrieden) tam bir kopuş; (3) burjuvazinin sı­ kıyönetim ilan ederek anayasal özgürlükleri ilga ettiği ülkelerde bir illegal örgütün oluşturulması; (4) savaşan ülkelerin askerleri arasında siperlerde ve genel olarak savaş meydanlarında kardeş­ leşmenin desteklenmesi; (5) proletarya tarafından yürütülecek her türden devrimci kitle eyleminin desteklenmesi. 3 6

Şimdi Lenin'in devrimci bozgunculuğu savunurken bütün uluslararası hareket içinde nasıl yalnız kaldığını, hatta Bolşevik Parti içindeki yaygın tepkilere nasıl göğüs gerdiğini görelim. Muhataplarıyla farklılıklarını izah ediş tarzı, bize aynı zamanda Lenin' in bu politika konusundaki ısrarının esas belirleyici neden­ lerini anlatacaktır.

B ü t ü n d ü nyaya k a rş ı Lenin Lenin'in bütün öteki devrimci Marksistlerle birlikte sosyal yurtseverlerden, hatta ortayolculardan farklılığı üzerinde durmu­ yoruz. Zimmerwald hareketini ele aldığımızda bu konuyu bu yazı­ nın amaçları açısından yeterli düzeyde ele aldık. Burada Lenin'in devrimci Marksist alanı paylaştığı akım ve kişilerle farkını ele alacak, böylece devrimci bozgunculuğun inceliklerine daha ya­ kından bakmış olacağız. Şunu vurgulu biçimde tekrar söylemek gerekiyor: Lenin'in politikası, sadece Trotskiy ve Rosa Luxemburg gibi devrimci Marksistlerden değil, Zimmerwald Solu'nda kendi­ siyle birlikte çalışan akım ve kişilerden de, daha da ötede ken36 cw, cilt 2 ı , s. 1 6 1 .

50

1

Marksistler-2

di partisindeki yoldaşlarından da farklılaşıyordu. Lenin'in diğer devrimci Marksistlerle neden farklı bir politika savunduğuna sı­ rasıyla bakalım. Bu ufuk taraması sırasında, zaman zaman tartış­ ma devrimci bozgunculuğun ötesine taşacak, Lenin'in söz konusu akım ve kişilerle başka farklılıklarına da değinecek.

Tro tsk iy Trotskiy Lenin'le birlikte Zimmerwald Konferansı'nda bulun­ muş, hatta konferanstan bir gün önce, Georg Ledebour gibi orta­ yolcuların karşısında ortak hareket olanaklarını araştırmak için düzenlenen Zimmerwald Solu ön toplantısına da davet edilmiştir. Ama bu toplantıdan sonra aralarındaki farklar açığa çıkmıştır. Trotskiy, merkezinde Bolşeviklerin yer aldığı Zimmerwald Solu akımının dışında kalmayı seçmiştir. Meseleyi tartışmaya Lenin ile Trotskiy arasında ana ortaklık noktalarına kısaca değinerek başlamakta yarar var. Trotskiy de aynen Lenin gibi sosyal yurtseverliğe karşı keskin bir eleştiri yap­ makta, devrimci Marksizmin görevinin her ülkede burjuvaziyi desteklemek yerine savaşa karşı mücadele etmek olduğunu vur­ gulamakta ve yeni bir Enternasyonal'in gerekli olduğunu sapta­ maktadır. 37 Ama daha sonra Ekim Devrimi'ni birlikte yönetecek olan iki tarihi önder, henüz savaşın ilk evresinden itibaren bazı konularda ciddi anlaşmazlık içindedir. Bunların başında devrim­ ci bozgunculuk politikası gelmektedir. Trotskiy Lenin'in bu poli­ tikasına açık ve belirtik biçimde karşı çıkmıştır. Savaşın yarattığı devrimci potansiyeli vurgulamakla birlikte, Trotskiy savaşın uza­ tılmış karakterinin yaratacağı umutsuzluk, bitkinlik ve moral çö ­ küntünün aktifbir isyanı sınırlayabileceğini ileri sürer; Japon-Rus Savaşı'nın devrime yol açmasından hareketle yine aynı şeyi bekle­ menin "çocuksu bir yanılsama" olacağı düşüncesinden hareketle esas yapılması gerekenin "savaşa son verme mücadelesi" olduğu 37 Bunları Trotskiy'in daha savaşın ilk aylarında yayınladığı Savaş ve Enternasyonal (yayınlanışı Ekim 1 9 1 4) başlıklı broşüründe görmek mümkündür. Bu broşürden bazı parçalar için bkz. " War and the lnternational", Riddel!, a.g.y., s. 1 50- 1 56.

C i h a n Ha rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

j sı

sonucuna varır. 38 Bu söylenende akla aykırı bir şey yoktur. Ama bugün geriye baktığımızda biliyoruz ki, Lenin'in devrim beklen­ tisi öncelikle Rusya' da, daha sonra başka ülkelerde de doğrulan­ mıştır. Lenin'in devrimci bozgunculuk politikası, savaşın ikinci ve özellikle üçüncü yılından itibaren bütün cephelerde askerlerin savaşa sırt dönmesi, siperlerde " düşman" denen diğer uluslardan proleterler ve köylülerle kardeşleşmesi, sonunda da silahını kendi devletine çevirmesi ile muhteşem şekilde, bütünüyle doğrulana­ caktır. Öyleyse, Trotskiy yanılmıştır, Lenin haklı çıkmıştır. Ama Lenin'in Trotskiy'e cevaben yazdığı bir yazıda vurgulu biçimde ifade ettiği gibi, mesele sadece pratikte doğrulanmakla da sınırlı değildir. "Gerici bir savaş esnasında devrimci bir sınıf kendi hükümetinin yenilgisini arzu etmekten başka bir şey yapamaz. Bu aksiyomatiktir. . . "39 Aksiyomatiktir, yani herhangi bir şekilde ka­ nıtlanması gerekmeyen bir başlangıç önermesidir. Neden? Çünkü bir tek bu politika "savaş döneminde herkesin kendi hükümetine karşı devrimci eyleme girişmesi çağrısı" ile, yani bütün devrimci Marksistleri birleştiren Burgfrieden'a, "iç barış"a, sınıflar arası ba­ rışa karşı çıkma çağrısı ile tutarlıdır. Lenin'e kulak verelim: Savaş döneminde devrim iç savaş demektir; devletlerin yaşaya­ cağı yenilgiler (" bozgunlar") bir yandan devletler arasında bir savaşın iç savaşa çevrilmesini kolaylaştırır, bir yandan da insan bu tür bir dönüştürme [emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme] uğrunda çalışırken kaçınılmaz olarak yenilgiyi kolaylaştırır.4 0

Burada Trotskiy (ve Riyazanov) ile tartışma içinde Lenin'in devrimci bozgunculuğun neden bütün devrimci Marksistlerin üzerinde hemfikir olduğu "emperyalist savaşı iç savaşa çevirme" politikasının zorunlu sonucu olduğuna ilişkin önemli bir gerek­ çesini görmüş oluyoruz. 38 Leon Trotsky, "Defeat and Revolution", Riddell, a.g.y., s. 1 70 - 1 72 . Bu metin Ağus­ tos -Eylül 1 9 1 5 dönemindendir. 39 "The Defeat of One's Own Government in the Imperialist War", CW, cilt 2 1 , s. 275. 40 A.g.m., s. 276.

52 1

Marksistler-2

Lenin ile Trotskiy arasındaki ikinci büyük anlaşmazlık ko­ nusu, Trotskiy'in birtakım ara halkalar aracılığıyla sosyal yurt­ severlere karşı kesin tavır alamayışı karşısında Lenin'in duyduğu öfkedir. Trotskiy'in kendisinin savaşa karşı tutumunda en ufak bir ikirciklilik yoktur. Ama Menşeviklerin Örgütlenme Komitesi (Zimmerwald Konferansı'nda Akselrod tarafından temsil edi­ liyordu) bütünüyle Rus şovenisti olan Plehanov ve Çkeydze' den kopmayı, Trotskiy'in birlikte gazete çıkarttığı Martov (kendisi ciddi bir enternasyonalist tutum sergiliyordu) ise Örgütlenme Komitesi'nden kopmayı kabul etmiyordu. Lenin ise bu konuda Trotskiy'e kızıyordu, çünkü Trotskiy, Martov'un şovenistlerden kopmaya razı olmadığını bile bile kendisi de ondan kopmamakta ısrar ediyordu! Lenin bu yüzden Trotskiy'in bu dönemdeki politi­ kasına "platonik enternasyonalizm" adını takmıştır!41 Bu konuda da Lenin'in Trotskiy karşısında haklı olduğunu, Menşeviklerin, Kautsky'lerin, Hilferding'lerin 1917' den itibaren takındığı tutum berrak biçimde ortaya koyacaktı. Aslında Lenin, Trotskiy'in bu hatasının ardında bir başka ha­ tanın yattığı kanısındadır. Lenin, Trotskiy'i uluslararası işçi ha­ reketi içindeki oportünist-revizyonist eğilimin olgunlaşmış ve billurlaşmış olduğunu, bunun ardında da emperyalizm çağında burjuvazinin sömürge ülkelerin yağmalanması ve aşırı sömürül­ mesi yoluyla elde ettiği aşırı karlar sayesinde işçi sınıfı içinde bir katmanı maddi çıkarlar sağlayarak yatıştırmasının ve kendi ya­ nına çekmesinin yattığını anlamamakla suçlamaktadır. Trotskiy bu tespiti yapamadığı ve tehlikeyi bütün çıplaklığı ile göremediği içindir ki oportünizm ve sosyal yurtseverliğe karşı uzlaşmaz bir tavır takınamamaktadır.42 Burada en önemli noktalardan birine geliyoruz. Şimdi deği­ neceğimiz nokta, aslında devrimci bozgunculuk politikasının bi­ zim kişisel kanaatimize göre en önemli gerekçesini oluşturuyor. 41

"The Collapse of Platonic Internationalism", CW, cilt 2 1 , s. 194-198.

42 "Under a False Flag", C W, cilt 2 1 , s. 1 53. Burada Lenin'in Emperyalizm kitabının ne kadar politik bir kitap olduğunu bir kez daha görmek mümkün oluyor.

C i h a n Ha rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

l s3

Dolayısıyla da bu önermenin önemi Trotskiy ile polemiğin çok daha ötesindedir. Lenin'in devrimci bozgunculuk politikası, her şeyden ötede, uluslararası işçi hareketi içindeki enternasyona­ list eğilimleri disiplin altına almanın bir yöntemidir. Başka şe­ kilde söyleyelim: Devrimci bozgunculuk, herhangi bir devrimci Marksist akımın savaşın yarattığı sayısız zorluğun (devlet baskısı, işçi sınıfı içinde milliyetçi rüzgar, ulus devlet ideolojisinin bü­ yük ağırlığı vb.) basıncı altında pratikte sosyal yurtseverliğe ya da onunla uzlaşmaya yatkın bir ortayolculuğa kaymasına karşı bir engel olarak düşünülmüştür. işçi hareketi içindeki oportünist

akım ile devrimci Marksist akımı birbirinden keskin bir çizgiyle ayırmak için uygulanan bir cenderedir. Bugüne kadar hiç işaret edilmemiş olan bu noktanın Lenin'in yöntemine nüfuz etmek için büyük önemi olduğu kanaatindeyiz. Ve eğer bu doğru ise, Lenin'in böyle yerleşmiş, olgunlaşmış, billurlaşmış, maddi te­ melleri olan bir oportünist akımın varlığının sosyalist hareketin bütün gündemini belirliyor olmadığı bir bağlamda, "emperyalist savaşı iç savaşa çevirme" politikasını yine benimseyeceği kesin olsa bile devrimci bozgunculuk gibi neredeyse sağduyuya aykırı, kitlelere anlatılması çok güç olan bir politika konusunda ısrarlı olmayabileceği olasılığını da düşünmeliyiz. İşte bütün bu büyük farklardır ki Trotskiy'in pratik politi­ ka düzeyinde Zimmerwald Solu'ndan uzak durmasını mümkün kılmıştır. Trotskiy devrimci bozgunculuğu anlayamadığı, opor­ tünizmin ne büyük bir tehdit olduğunu saptayamadığı, sosyal yurtseverlerle keskin bir kopuşun önemini kavrayamadığı için Lenin'in Zimmerwald içinde bir Sol oluşturmasını, birçok başka akıma benzer biçimde, sekterlik olarak algılamıştır. Bu yüzden de Zimmerwald içindeki odaklaşmada Alman ve Fransız ortayolcu­ larıyla (Georg Ledebour ve Jean Longuet) aynı safta, ama Lenin'in karşısında kalabilmiştir. Oysa Lenin, yukarıda da belirtildiği gibi, Zimmerwald Solu'nun çizgisini savunurken bir bütün ola­ rak Zimmerwald 'e karşı sabotajdan da kaçınmış, oradaki diğer akımlarla birlikte yürüyebilmek için azınlık olarak zaman zaman

54 1

Marksis rler-2

ezilmeyi sineye çekmiş, konferansın, yanlış bulduğu Manifestosu lehinde (bir muhalefet şerhi ile birlikte) oy bile kullanmıştır. Dolayısıyla, burada sekterlikten eser bile yoktur. Lenin sadece doğru siyasi tutuma bağımsız bir ifade kazandırmıştır, hepsi o. Trotskiy ise kendi kaleme aldığı Manifesto' da savaş bütçesine leh­ te oy kullanılmasına karşı bir tek söz olmamasına razı olmuştur. Bu bahsi kapatırken bütün bunlarda Trotskiy'in 1 9 1 7 önce­ sinde örgüt meselelerine yaklaşımdaki hatalarının elbette etkili olduğunu hatırlatmalıyız. Trotskiy daha sonra kendisinin "küçük burjuva" olarak niteleyerek özeleştirisini yapacağı, merkeziyet­ çi ve disiplinli bir örgütün önemini küçümseyen ve parti mese­ lesinde hep "birlikçi", hep uzlaşmacı olan tutumunu burada Rus hareketinden uluslararası hareket alanına taşımaktadır bir bakı­ ma. Evet, yeni Enternasyonal konusunda ısrarcıdır. Ama pratikte bunun gerektirdiği politikayı sağlam biçimde izleyememektedir. Trotskiy'in bu metodolojik hatasını yukarıda Lenin ile Trotskiy arasındaki ilişkinin anatomisini incelerken ele aldığımızdan bu­ rada bu konuyu ayrıntılandırmıyoruz.

Rosa L u xem b u rg Rosa Luxemburg ile Lenin'in anlaşmazlığı Trotskiy ile olan tartışmadan farklı konularda billurlaşır. 20. yüzyıl başı devrimci Marksist hareketin bu iki büyük önderi arasındaki geniş tartış­ mayı burada ele alamayız. Savaş dönemine ilişkin tartışma dışın­ daki konulara ancak bu konu ile ilgisi olduğu ölçüde gireceğiz. Hatırlatma babında söyleyelim ki Luxemburg hem Polonya, hem Alman, hem de Rus sosyalist hareketiyle doğrudan ilişkisi olan, ama esas mücadelesini Almanya' da veren ve Alman partisinin devrimci kanadının en önde gelen önderi ve teorisyeni olan çok önemli bir kişiliktir. Lenin ile Luxemburg'un savaş politikası konusundaki farklarını tartışırken, Luxemburg ile birlikte Alman devrim­ ci Marksizminin Cihan Harbi dönemindeki öteki önderi olan

C i h a n Ha rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

i ss

Liebknecht ile Lenin'in pozisyonlarının ne kadar yakın olduğu­ nu hatırlatalım. Yukarıda Liebknecht'in pozisyonunun mantıksal içerimleri açısından Lenin'in devrimci bozgunculuk politikası ile eşdeğer olduğunu göstermiştik. Öte yandan, Luxemburg ile Liebknecht'in önderliğini yaptığı Spartakus hareketi, hiçbir ikir­ cikliliğe yer bırakmayacak şekilde İkinci Enternasyonal'in çök­ tüğünü ve yeni bir Enternasyonal'in kurulmasının gerektiğini saptamış ve önüne bir görev olarak koymuştur. O zaman nasıl oluyor da Luxemburg ile Lenin arasında önemli farklılıklardan söz edebiliyoruz? İlk ayrılık, Luxemburg'un kendiliğindenciliğe daha yatkın politik metodolojisi ile Lenin'in parti inşasını bilinçli bir plana yaslayan yaklaşımı arasındaki farkın sonucu olarak ortaya çıkar. Spartakus 1 Ocak 1 9 16'da yapılan, bir bakıma "kuruluş konferan­ sı" olarak anılabilecek konferansta, yayınladığı derginin ismine atfen Internationale Gruppe adını alarak örgütlendikten sonra, Mart 1916'da bir ulusal konferans düzenlemiştir. Burada alınan kararlar arasında "Yeni Bir Enternasyonal'in Niteliği Üzerine Karar" da açıkça şöyle denmektedir: Enternasyonal'in varlığı ve yaşayabilirliği örgütsel bir mesele de­ ğildir; emekçi halkın muhalefete eğilimli katmanlarının temsilci­ leri olarak öne çıkan küçük birey grupları arasındaki anlaşmalar meselesi değildir. Bütün ülkelerin proletaryasının kitle hareketi meselesidir. ( . . . ) Bu mücadelenin ilk sözü, barışa ulaşmayı daya­ tacak türden sistematik kitle eylemi olmalıdır.43

Bu, öyle görünüyor ki, Zimmerwald Solu'na karşı yazılmış bir pasajdır. Luxemburg ve onun önderliğindeki Spartakus, kitle ey­ lemini örgütlenmenin ilk adımı, karardaki ifade ile "ilk sözü" ola­ rak ilan etmekle Lenin'in, Zimmerwald hareketi içinde, " küçük birey grupları arasındaki anlaşmalar"ın ürünü olarak görülen bir Sol yaratma yolundaki çabasının karşısında yer almaktadır. Yine aynı Mart 1916 konferansında kabul edilen bildirge ise, ister ulus43 Craig Nation, a.g.y.,

s.

94-95.

56 1

Marksistler-2

lararası ister Almanya çapında bakılsın, işçi hareketinin Lenin'in yaklaşımıyla bölünmesinin gerekliliğini yadsıyan bir tavrı ilan etmektedir: "Mesele birlik ya da bölünme değildir, eski parti ya da yeni parti değildir; partinin tabandan, kitlelerin isyanı yoluyla yeniden geri kazanılmasıdır. Kitleler örgütü ve kaynakları keli­ melerle değil isyan gerçeğiyle kendi ellerine almalıdır."44 Burada Luxemburg'un genel olarak planlı parti inşası yerine her şeyi kitlelerin kendiliğinden inisiyatifine bırakan, örgütü kitle ey­ leminin basit ve mekanik bir türevi haline getiren hatalı metodolo­ jisinin savaş döneminin örgütsel felaketi koşullarındaki sonucunu görüyoruz. Lenin bu yaklaşıma keskin biçimde karşıdır. RSDİP'in, Spartakus'un sözü edilen konferansından bir yıl önce toplanan Bern Konferansı açıkça tersini karar altına almıştır: "Gerçekten sosyalist bir Enternasyonal'in, oportünistlerden tam bir örgütsel kopuş olmaksızın yeniden tesis edilebileceğini umut etmek zararlı bir yanılsama olur."45 Durum açıkça görülüyor: Biri "mesele birlik ya da bölünme, eski parti ya da yeni parti değildir" diyor; öteki "örgütsel kopuş olmadan olmaz" diyor. Karşıtlık daha belirgin ola­ maz. Şayet Lenin haklı ise, Spartakus ve Rosa Luxemburg'un ilke olarak yeni Enternasyonal gereklidir demesi hiçbir şey ifade etmez. Pratikte inşa metoduyla bunu olanaksız kılmaktadır. Bu yöntem farkı Enternasyonal ile de sınırlı kalmaz. Belki daha somut etkileri dolayısıyla daha da kötü sonuçlar doğuran bir seçiş Spartakus'un Almanya' daki gelişmesine damgasını vurur. 1 Ocak 1916'da kendini ayrı bir grup olarak örgütleyen Spartakusçular, ortayolcuların SPD dışında kaldıkları için kurdukları yeni parti USPD'nin liderleri hakkında hiçbir yanılsamaya sahip olmadık­ ları halde, Zimmerwald Solu'nun aksine çağrılarına rağmen46 o partiye katılırlar. Böylece Spartakus 1 91 8 Kasım ayında patlak veren Alman Devrimi'ni partisiz karşılar! Almanya Komünist Partisi ancak devrimin ateşi içinde 1 Ocak 1 919'da kurulacaktır. 44 A.g.y. , s. 1 16. 45 CW, cilt 21,

s.

162.

46 Kari Radek, "The SPD: Unity or Split?", Riddell, a.g.y.,

s.

461-470.

C i h a n Ha rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

J 57

İkinci önemli fark, devrimci bozgunculuk üzerine­ dir. Liebknecht ile Lenin bu kadar birbirine yakınken, Rosa Luxemburg'un bu konudaki performansı bugüne kadar hala anla­ şılmaz kalmış olan bir hata içerir. Junius Broşürü olarak anılan ve savaşı ve sosyal demokrasinin savaş içindeki rolünü derinlemesine bir Marksist analize tabi tuttuğu çalışmasında, Rosa Luxemburg, "sosyalistlerin büyük tarihsel krizlerde ülkelerini savunma yü­ kümlülüğü altında olduklarını" yazmıştır. 47 Elbette bunu Alman burjuvazisi ile işbirliği için bir gerekçe olarak kullanmamıştır. Tam tersine. Emperyalist savaşla bunun yapılamayacağını ilan et­ menin esas izlenmesi gereken politika olduğunu söylemiştir. Ama ne olursa olsun, bu anlaşılmaz tutumu ile devrimci bozgunculu­ ğun karşısına geçmiş olmaktadır!

Zimm e rwa ld S o l u Lenin, bırakalım savaş politikasında ayrıştığı devrimci kişi ve örgütleri, savaş dönemi boyunca birlikte mesai yaptığı, ortak pozis­ yonlar savunduğu Zimmerwald Solu içinde bile devrimci bozgun­ culuk politikası açısından yalnız kalmıştır. Yukarıda Zimmerwald Solu'nun 1915 Konferansı'na sunacağı bildirge taslağı için iki aday metin olduğunu, Lenin'in kaleme almış olduğu taslağın değil Radek'inkinin kabul gördüğünü belirtmiştik. Lenin'in metninden birçok nokta Radek'in metnine aktarılmış, onunla bütünleştirilmiş­ tir. İki önemli istisna ile. Birincisi, ezilen ulusların kurtuluş savaşla­ rı hakkındaki fikri bir kenara bırakılmıştır. Bunun ardında Cihan Harbi esnasında ulusal sorunun artık gündemden çıktığına dair bir kanının Bolşevikler arasında dahi (örneğin Buharin, Pyatakov vb.) yaygınlaşmış olmasıdır.48 Yani bu nokta düpedüz kabul görmemiştir. 47 "The Junius Pamphlet: The Crisis in the German Social Democracy", Rosa Luxem­ burg Speaks içinde, New York: Pathfinder Press, 1 970, s. 3 14. 48 "The Draft Resolution Proposed by the Left Wing at Zimmerwald", CW, cilt 21, s. 345. Burada Toplu Eserler' de, derleyenlerin Lenin' in taslağını okurda yanlış bir iz­ lenim yaratacak biçimde sunduklarına dikkat çekmek isteriz. Metin İngilizcede şu başlıkla yayınlanmıştır: "The Draft Resolution Proposed by the Left Wing at Zim­ merwald" (CW, cilt 21, s. 345). Yani "Sol Kanadın Zimmerwald 'da Önerdiği Karar

58 1

Marksistler-2

Bu, ikinci istisnaya da ışık tutar: Bu ikinci noktanın da kabul edilmediği için dışarıda bırakılmış olması ihtimali çok yüksek­ tir. Bu nokta Lenin'in metninde sosyalistlerin "ajitasyonlarında 'kendi' ülkelerinin yenilgisi mülahazalarından kaçınmayacağı"49 biçiminde ifade edilmiştir. Görüldüğü gibi Lenin formülasyonu tepki görmemesi için son derecede yumuşatmıştır, ama yine de kabul ettirememiştir. Bu nedenle Zimmerwald Solu savaş boyunca bozgunculuğu savunmamıştır. Yani Lenin savaş politikasında Zimmerwald Solu ile de farklı bir pozisyonu savunmak zorunda kalmıştır!

Bolşevik Pa r t i Bırakın Trotskiy'i, Rosa Luxemburg'u ya d a Zimmerwald Solu'nu, Lenin kendi parti arkadaşlarını bile devrimci bozguncu­ luğa zor ikna etmiştir, hatta tam ikna edememiştir. Bu konunun kısaca da olsa ele alınması, Bolşevik Parti'nin içinde demokratik merkeziyetçiliğin nasıl işlediğine de bir örnek bağlamında göz at­ mak anlamına geleceği için yararlı olacaktır. 50 Lenin savaş patlak verdiğinde bulunduğu Galiçya' dan ayrılıp İsviçre'nin başkenti Bern'e yerleşir yerleşmez (1914 Eylül başı) par­ tisinin savaş konusunda benimsemesini önerdiği tutumu tezler halinde formüle etmiş ve Bern Bolşevik grubu içinde tartıştıktan sonra partinin sürgündeki bütün unsurları arasında dolaşıma sok­ muştur. Metnin altında "RSDİP Üyesi Bir Grup Sosyal Demokrat" imzası vardır. Yan i metnin partinin resmi pozisyonu haline geldi­ ği ilan edilmemekte, buna karşılık daha fazla gecikme sakıncası karşısında metnin dolaşıma sokulmasından kaçınılmamaktadır. 5 ı Taslağı". Oysa bu doğru değildir! Sol, bu taslağı değil Radek'in kaleme aldığı taslağı önermiştir ve o metin (belirttiğimiz gibi Lenin'in taslağından bir dizi noktayı dev­ ralmakla birlikte) bambaşka bir metindir. O metin Riddell' de yayınlanmıştır: Bkz. "Draft Manifesto Submitted by the Zimmerwald Left", a.g.y., s. 299-30 1 . 4 9 Aynı yerde, s. 347. 50 Öykünün kısa özeti için bkz. Craig Nation, a.g.y. , s. 39. 51

"The Tasks of Revolutionary Social-Democracy in the European War", CW, cilt 2 1 , s. 1 5 - 1 9.

C i h a n Ha rb i ' n d e D e v r i m c i M a rk s i s t l e r

1 59

Metin Rusya'ya sızdırıldıktan sonra ciddi tartışmalar başla­ mıştır. Kasım ortasında düzenlenen Petrograd Konferansı'nda, Merkez Komitesi üyesi, aynı zamanda Duma' daki Bolşevik mil­ letvekili grubunun önde gelen ismi olan Kamenev, bozgunculuğa cepheden hücum etmiştir. Ancak toplantı bir polis baskını dola­ yısıyla yarıda kalmıştır. 52 Ne var ki bu arada sürgünde yapılan tartışmalar sonucun­ da RSDİP Merkez Komitesi yeni bir metni resmen kabul etmiş­ tir. 53 Bu metin devrimci bozgunculuğu açıkça kabul etmektedir. Dolayısıyla, bu politika Bolşevik Parti'nin resmi tavrı haline gel­ miş olmaktadır. Ama sorun burada kapanmayacaktır. 1 9 1 5 Şubat ayında Bolşevik Parti'nin savaş karşısındaki hattı dolayısıyla Duma grubuna karşı açılan davada Kamenev ve birkaç başka mil­ letvekili devrimci bozgunculuğa sahip çıkmamıştır. 54 Lenin Mart sonunda bunu Bolşevik basınında açık biçimde eleştirecektir. 55 Bu arada 1 9 1 5 Şubat sonu-Mart başında Bern'de partinin sa­ vaş içindeki ilk çok önemli yurtdışı konferansı toplanır. Bu kon­ feransta bu kez Buharin devrimci bozgunculuğa karşı kuşkular ifade edecektir. Buharin iki başka delege ile birlikte İsviçre'nin Baugy bölgesi Bolşevik grubunun adını taşıyan bir karar taslağı hazırlar. Burada kelimesi kelimesine şöyle yazmaktadır: Grubumuz, özellikle [Sotsial-Demokrat dergisinde] 38. sayıda açıklandığı biçimiyle, Rusya'nın yenilgisi olarak anılan sloganın Rusya için ileri sürülmesini mutlak biçimde reddeder. ( . . . ) Burada yenilginin devrimci bir isyana yol açacağı için arzu edilir oldu­ ğu ileri sürülmektedir. Bu akıl yürütme çizgisinin gerçek hayatta uygulanması kesinlikle olanaksızdır; dolayısıyla, yenilgi uğruna ajitasyonu a limite [Fransızca "bütünüyle"] reddetmemiz gerekir.56 52 Nation, a.g.y., s. 39. 53 "The War and Russian S ocial Democracy", CW, cilt 2 1 , s. 27-34. 54 Riddell, a.g.y., s. 243. 55 "What Has Been Revealed by the Trial of the Russian Social-Democratic Lab our Duma Group", C W, cilt 2 1 , s. 1 7 1 -77. 56 "Baugy Resoluti on on Party Tasks", Riddell, a.g.y., s. 249-25 1 , alıntılar 250-51' den.

60

1

Marksis t ler-2

Bütün bu muhalefet, devrimci bozgunculuğun bir ajitasyon sloganı olarak sınırlı biçimde kullanılmasıyla sonuçlanmıştır. Öyle görünüyor ki birçok konuda çok inatçı davranan ve sonuna kadar mücadele edip ya fikrini kabul ettiren ya da azınlıkta kal­ maya razı olan Lenin, bu konuda nispeten sessiz kalmış, devrimci bozgunculuk politikasını partinin resmi politikası haline getir­ mekle yetinmiş, ajitasyonda yaygın olarak kullanılması konusun­ da ısrar etmemiştir. Bu, bizim yorumumuzla tutarlıdır: Devrimci bozgunculuk politikasının savunulmasının Lenin için önemi, her şeyden önce, hareketi oportünizme karşı aşılama çabasından gel­ mektedir. Bu yüzden günbegün kitlelere aktarılmasından ziyade, ötesine geçilmeyecek bir sınır olarak varlığı daha önemlidir.

L e n i n 'i n p o l i ti ka s ı n ı n m uh teşem doğr u la n m a s ı Bütün tartışmaları aktardıktan sonra sıra devrimci bozgun­ culuk politikasının pratik ve hayat karşısında sınamadan geçip geçmediğini görmeye geldi. Lenin'in yaklaşımının ne denli doğru olduğunu savaşın içinde ortaya çıkan nesnel olgular çarpıcı bi­ çimde göstermiş bulunuyor. Devrimci bozgunculuk politikası ile onun ardında yatan "emperyalist savaşı iç savaşa çevirme" şiarının temelinde Lenin açısından Cihan Harbi'nin genel bir devrimci durum doğurmuş olduğuna dair bir belirleme olduğunu hatırlatalım. Bu belirleme, devrimci durumun devrim ile aynı şey olmadığı, ilkinin ancak sınıfın öznel gücünün somut olarak harekete geçmesiyle ikincisi­ ne dönüşeceği, yani devrimci durum var demenin devrim var de­ mekten farklı olduğu ama yine de devrimi yakın bir olanak haline getirdiği önermelerine yaslanıyordu. İşte bu belirleme bütünüyle doğru çıkmıştır. Böylece, belirli bir somut anda salt görünüşe ba­

karak bütün ülkelerde şoven denecek ölçülere ulaşan milliyetçi ruh durumunun geleceğe dair hiçbir umuda olanak bırakmadı­ ğını düşünenlere karşıt olarak, Lenin'in dünya durumunun diya­ lektik bir analizi temelinde neredeyse sağduyuya aykırı biçimde savunduğu devrim olasılığı fikri doğrulanmış olmaktadır.

C i h a n Ha rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

1 61

Devrimci potansiyelin ilk işareti daha 1 91 5 başlarında, yani savaşın başlamasından sadece altı ay sonra İskoçya' da görülür. Şubat-Mart 191 5'te 450 bin işçi greve çıkar. Britanya hükümeti bu­ nun üzerine savaş döneminde işçilerin yüzde 80'ine grevi yasak­ layan bir dizi yasal düzenlemeye gider. Buna rağmen 1916 yılında da İskoçya' da 275 bin işçi greve çıkacaktır. Ocak 1 916'da, "Kanlı Pazar" olarak anılan ve 1905 Devrimi'ni tetikleyen olayları anmak için 100 bin işçi Petrograd' da greve gider. 1916 bahar aylarında ise İrlanda'da savaş döneminin ilk kitlesel ayaklanması yaşanacaktır: Paskalya Ayaklanması olarak anılan bu olaylar İrlanda ulusal kurtuluş mücadelesinin bağımsız bir İrlanda ile taçlanmasına yol açacak kadar önemlidir. Paskalya Ayaklanması'nın ulusal bir hareket olarak küçümsenmesine Lenin'in karşı çıktığını geçmişten beri vurguladık.57 Bir noktayı ekleyelim: İrlandalı devrimciler, "Biz ne Kral 'a ne de Kaiser'e hiz­ met ederiz!" diyerek kendi ulusal çerçevelerini aşan, her iki em­ peryalist kampı da karşılarına alan ve Avrupa devrimcilerine ge­ nel bir perspektif sunan bir şiar yükseltiyordu. Ardından, 1 Mayıs 19 16' da Almanya' da sanayi proletaryasının güçlü olduğu kentler­ de yaygın eylemler yaşanmıştır. Bedin eylemine önderlik ettiği için 2 , 5 yıl hapis cezasına çarptırılan Liebknecht ile dayanışma amacıyla 29 Haziran 1 916'da 55 bin metal işçisi greve gitmiştir. Ekim 1916' da Rusya' da yeniden büyük bir grev dalgası doğacaktır. İlk işaretleri böylece ortaya çıkan huzursuzluk, 1 9 1 7'nin yeni takvimle 8 Mart günü Petrograd ' da kadın işçilerin isyanıy­ la birlikte bir devrime, eski Rus takvimine bağlı olarak Şubat Devrimi olarak anılan devrime yol açmıştır. Bu devrim, Çar'ın devrilmesiyle en azından Rusya' da yepyeni bir politik durumun doğmasına yol açmıştır. Burada duralım ve altını çizerek belir­ telim: Şubat Devrimi, aynen 1905 Devrimi gibi kitlelerin bağ57 Bkz. Kod Adı Küreselleşme, a.g.y,, s. 337. Lenin konuyu "Ulusların Kendi Kaderini Tay in Hakkı Üzerine Bir Tartışmanın Bilançosu" başlıklı makalesinin bir bölü­ münde ele alır, Bkz. "The Discussion on Self-Determination Summed Up", C W, 22, s. 353-358,

62 1

Marksist/er-2

rından kendiliğinden gelişen bir büyük depremi n ürünüdür. Yani Lenin'in saptadığı devrim eğilimi, herhangi bir devrimci öznenin özel bir katkısı olmaksızın daha bu aşamada Rusya'nın ve onun dolayımıyla bütün Avrupa'nın ve dünyanın genel siya­ si durumunu altüst etmiştir. Lenin'i devrimci durum saptaması dolayısıyla alaya alan, baktıkları yerde sadece sefalet ve umut­ suzluk gören oportünistleri hayatın nasıl mahcup ettiğini görü­ yor musunuz? Bu noktada okurun bir şeye dikkatini çekmek bize çok önemli geliyor: Rusya' da Şubat Devrimi, savaşın başlamasından sadece iki buçuk yıl sonra olmuştur. Yani Lenin'in devrimci durum tes­ pitinin doğrulanması dört yıllık bir savaştan sonra olmamıştır. Ayrıca Cihan Harbi'nin tarihini blok olarak dört yıllık bir tarih olarak ele almanın yanlışlığı da ortaya çıkmaktadır. Rus Devrimi bu tarihi keskin biçimde ikiye yarar. Devrim öncesindeki iki bu­ çuk yıl (Ağustos 1 9 14-Mart 1917) ile devrim sonrasındaki bir bu­ çuk yıl (Mart 1 9 1 7-Kasım 1918) Cihan Harbi'nin iki ana evresini oluşturur. Lenin'in de bu iki evreye uygun olarak iki farklı taktik yöneliş geliştirmiş olduğunu bir sonraki bölümde göreceğiz. Cihan Harbi'nin Avrupa ve dünyanın genel durumu çerçe­ vesinde bir devrim potansiyeli yarattığına dair önermenin doğ­ rulanması Rusya' daki Şubat Devrimi ile sınırlı değildir. Onun devamı olarak, bir sürekli devrim akışı içinde gerçekleşen Ekim Devrimi'yle de sınırlı değildir. Rus Devrimi'nin başlamasının ardından başka ülkelerde de isyanlar, ayaklanmalar, devrimler görülmüştür. İtalyan sanayisinin kalbi Torino kentinde Ağustos 1917' de neredeyse bir ayaklanma yaşanmıştır. Devrimci Rusya' dan gelen bir delegasyonu 40 bin kişi "Viva Lenin!" ("Yaşasın Lenin!") nidasıyla karşılamıştır. Tarihin ironisi bazen insanı gülümsetiyor. Devrimci Rusya' dan gelen delegasyon, o aşamada Lenin'e nere­ deyse düşman gözüyle bakan Menşeviklerden oluşuyordu!58 Ama Torino işçileri bu ayrımlara tabii ki vakıf değildi. Lenin'i selam58 Brom!, a.g.y. , s . 36.

C i h a n H a rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

1 63

layarak aslında işçi iktidarına özlemlerini ortaya koyuyorlardı. Tabii işin bir başka komik yanı, Lenin' in o anda Finlandiya' da kaçak hayat sürdürmek zorunda olmasıydı! Ocak 1918 Bedin ve Viyana' da genel grevlere, İsveç ve İsviçre gibi tarafsız ülkelerde ise grev dalgalarına sahne oluyordu. Aynı yılın sonunda ise Avrupa'yı kızıl bir dalga saracaktı. Almanya Kasım Devrimi'ni yaşıyor, aynen Rusya' daki Sovyetler gibi Almanya' da da işçi ve asker "rat"ları (konseyleri) bütün ülkenin yüzünü kaplıyordu. Bundan sonra devrim ve isyan oradan oraya sıçrayacak, Macaristan ve Bavyera' da devrim geçici olarak kaza­ nacak, İtalya, İskoçya, Finlandiya gibi ülkeler devrim ateşine ka­ pılacaktı. Bu işin devrim yanı. Lenin için "emperyalist savaşı iç savaşa çevirme" şiarının gerçek hayattaki temeli doğrulanmış oluyor. Devrimci bozgunculuğu ise daha dolaysız biçimde doğrulayan, savaş ilerledikçe kitlelerin, en başta cephedeki askerlerin, ama açlık ve cephedeki yakınları konusundaki kaygı dolayısıyla cep­ he gerisindeki halkın da başlangıçta şovence destekledikleri sa­ vaş çabasının karşısına geçmesidir. Lenin ezbere konuşmuyordu. Öyle bir savaştan söz ediyoruz ki, bizim Sarıkamış faciası tipi kor­ kunç deneyimler bile toplu halde yaşanan felaketler karşısında ço­ cuk oyunu gibi kalır. 65 milyon askerin silah altına alındığı, 10 ila 20 milyon insanın öldüğü bir savaştan söz ediyoruz. 1916 yılında kötü şöhretli Verdun muharebesinde birkaç kilometre karelik bir toprağı birbirinden bir alan bir yitiren ordular arasındaki müca­ delede, birkaç ay içinde kimine göre 600 bin, kimine göre 1 milyon asker ölmüştür! Açlık, soğuk, salgın hastalıklar, sefalet, toplumsal çözülme, bütün bunlar emekçi halkın adım adım savaşın karşısı­ na geçmesine yol açmıştır. Bütün bunların sonucunda, somut hedefi savaşın doğurduğu sonuçları protesto olan, ama nihai olarak devrimin kabarışına da katkıda bulunan bir dizi eylem çeşitli ülkelerde artan ölçüde or­ taya çıkmaya başlamıştır. Almanya' da 1 91 5 sonlarında savaşa son verilmesi talebiyle yaygın grev ve gösteriler yaşanmış, Bedin' de

64 1

Marksis t ler-2

Kasım sonunda 10 bin kişilik savaş karşıtı bir gösteri yapılmış­ tır. Rusya' da 1916 boyunca gıda isyanları çıkmış, kentlerde eylem yapan kalabalıklara karşı hükümetin görevlendirdiği askeri bir­ likler göstericilerle dayanışmaya girmeye başlamışlardır. Köylü hareketleri de artmış, toprak sahiplerine rant ödemeye karşı hare­ ketler oluşmuştur. Haziran 1916' da (üstelik savaşta tarafsız kalan bir ülke olan) Hollanda'nın başkenti Amsterdam' da açlık ve sava­ şa karşı bir kitle gösterisi düzenlenmiştir. Rus Devrimi'nin patlak vermesini takiben Nisan 1917' de Fransız ordusunda bir dizi isyan yaşanmış,59 hem Fransa, hem de Britanya grevlerle çalkalanmış­ tır.60 Zimmerwald'ci Hristo Rakovski savaş karşıtlığı dolayısıyla yattığı Romen hapishanesinden 1 Mayıs 1917'de kızıl bayraklar taşıyan kalabalıkların büyük bir gösterisiyle kurtarılmıştır.61 1917 Ağustos'unda bu kez Almanya' da Kuzey Denizi Donanması'nda çok ciddi bir isyan yaşanmıştır. Kısacası, savaş ilerledikçe, özel olarak askerlerde, genel olarak yoksul ve emekçi halkta savaşa karşı bir tutum çığ gibi büyümüş ve yer yer ordu içinde isyanlar gibi uç biçimlere de bürünmüştür. Yani Lenin'in devrimci bozgunculuk politikası bütünüyle gerçek­ lere karşılık vermekte, halk kitlelerinin cephede ölümlere ve ge­ nelleşmiş sefalete karşı tepkisine yaslanmaktadır. 3.

Lenin'in politikası (2) : taktik esneklik

Günümüzde sosyalist hareketin Türkiye' de veya başka ülkeler­ de Marksizmin tarihi deneyiminden ders çıkarma isteği de kapa­ sitesi de yok denecek düzeye gerilemiş durumdadır. Bu yüzdendir ki çoğu sosyalist parti ya da grup, bir an şu ya da bu makyavelik nedenle bir konuda diyelim Lenin'in bir pratik politikasını izle­ yeceğini ilan ettiğinde onu neredeyse dogma statüsüne yükseltir, bütün zamanlarda ve bütün yerlerde geçerli ilan eder, tek bir ilke59 A.g.y., s . 35. 60 Nation, a.g.y. , 61

Broue, a.g.y.,

s.

s.

1 7 1 -72 .

34.

C i h a n H a rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

1 65

yi papağan gibi tekrarlar durur. Devrimci bozgunculuk açısından da geçerlidir bu. Oysa Lenin' den öğrenilecekse sadece ilke ve po­ litika değil, taktik esneklik de öğrenilmelidir. Lenin'in "aksiyomatik" dediği bir politikayı kabul etmeyen­ lerle yaptığı işbirliği gerçekten şaşırtıcı bir esneklik örneğidir. Spartakus bozgunculuğu reddettiği halde onlarla Komün ist Enternasyonal'in kurulması dahil olmak üzere işbirliğine so­ nuna kadar açık olmuştur. Trotskiy ile bozgunculuk konusunda polemik yaparken bile onu Bolşevik Parti'nin o dönemde ( 1 9 1 5) yeni yayınlanmaya başlayacak olan teorik dergisine (Kommunist) davet edebilmiştir. Zimmerwald'ın ortayolcu kanadıyla sadece bozgunculuk konusunda değil, savaş bütçesine oy verilmemesi gereği üzerinde bile tam anlaşamadığı halde, hatta savaş tah­ sisatına olumlu oy kullananlarla (mesela Ledebour ile) birlikte Zimmerwald hareketini oluşturmayı bilmiştir. Şunun altını ka­ lın çizgilerle çizmek gerekir: Bolşevikler, Zimmerwald 'ın yolunu açan uluslararası kadın ve gençlik toplantıları da dahil olmak üzere, Zimmerwald'ın bütün konferanslarında azınlıkta kal­ dıkları halde, çoğunluk bu azınlığın doğru bulduğu ilkelerden birçok sapma gösterdiği halde, yine de Zimmerwald hareketinin içinde kalmışlardır. Bunu, o dönemde Lenin'e çok yakın bir tu­ tum benimseyen, Lenin'in de çalışmalarından sitayişle söz et­ tiği Hollandalı Gorter ve arkadaşlarının Zimmerwald'a ilişkin tavrıyla karşılaştırmak çok öğreticidir. Onlar Grimm ve benzeri ortayolculara bulaşmanın doğru olmadığını düşündükleri için Zimmerwald' dan uzak durmuşlardır! 62 İşte Lenin ve Bolşevikler ilkesel duruşlarını taktik esneklikle uzlaştırırken gerçekte başka devrimcilerin yapamadığı bir şeyi başarmış olmaktadırlar. Lenin'in taktik esnekliğini senkronik olarak görmüş oluyoruz. Aynı anda iki ayrı çizgiyi birbiriyle bağlantılı olarak uygulamayı kendisine yedirebiliyor. Ama bu esnekliğin bir de diyakronik bo­ yutu var ki bunun da üzerinde özenle durulmalıdır. 62 Nation, a.y.

66

1

Marksistler-2

Şubat Devrimi patlak veri nce Lenin Rusya'ya dönüş hazır­ lıkları içindeyken bir metin yazar: İsviçre' deki sürgün yılların­ da İsviçre Sosyalist Partisi (SPS) içinde ciddi ciddi çalışmıştır. "İsviçre İşçilerine Veda Mektubu" bu bağlamda kaleme alınmış­ tır. Metin RSDİP'in Merkez Komitesi'nin toplanabilen üyeleri adına yazılmıştır. Bu metinde Lenin haklı bir gururla şöyle der: 1914 Kasım'ında Partimiz "Emperyalist savaşı iç savaşa çevir" sloganını ileri sürdüğünde, ezilenleri ezenlere karşı sosyalizme ulaşmak üzere savaşa çağırdığında, sosyal yurtseverler bu slo­ ganı nefret ve aşağılayıcı bir alayla, Sosyal Demokrat "Merkez" ise inançsız, kuşkucu, ezik ve hep bekleme ruh durumunda bir sessizlikle karşılamışlardı. Alman sosyal şoveni ve sosyal em­ peryalisti David "delilik" demişti; Rus (ve Anglo- Fransız) sosyal şovenizminin, dilinde sosyalizmin, eyleminde emperyalizmin temsilcisi Bay Plehanov ise "gülünç bir düş" (Mittelding zwischen Tra urn und Kornödie) [Almanca "düş ile komedi arasında bir şey"] olarak nitelemişti. Merkezin temsilcileri ya suskunluğa gömüldü­ ler ya da "boş uzayda çizilmiş bir düz çizgi" türü ucuz şakalara başvurdular. Şimdi Mart 1 9 1 7'den sonra bu sloganın doğru oldu­ ğunu görememek için kör olmak gerekir. Emperyalist savaşın iç savaşa dönüşmesi bir olgu haline geliyor. Yaşasın Avrupa' da baş­ lamakta olan proleter devrimi!63

Lenin bir şeyin değişim geçirmekte olduğunu söylüyorsa, ku­ lağınızı dikip taktik olarak ne değişiklik önereceğini dinleyebi­ lirsiniz. Gerçekten de Lenin devrim başlar başlamaz taktiğini değiştirmiştir. Artık devrimci bozgunculuk gününü doldurmuş­ tur. Ama daha sonra vurgulu olarak söyleyeceği gibi, devrimci savunmacılık da gündeme girmiş değildir. Yani henüz ülkenin savunmasını üstlenmeyi bir politika olarak benimsememiştir. Eylül 1917 başında, Finlandiya'da yeraltından RSDİP Merkez Komitesi'ne yazdığı bir mektupta şöyle der Lenin: 6 3 "Farewell Letter to t h e Swiss Workers", CW, cilt 23, s. 3 7 3 . Vurgular aslında. Oku­ ra Lenin'in "Mart 1 9 1 7" ile Şubat Devrimi'ni kast ettiğini hatırlatırız. Şubat dev­ rimi, yukarıda da belirtildiği gibi, Batı takvimine göre Mart ayının S'inde başla­ mıştır.

C i h a n Ha rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

1 67

Ancak iktidarın proletaryaya devrinden sonra, bir barış önerisin­ den sonra, gizli antlaşmalar ve bankalarla bağlar kopartıldıktan sonra savunmacı olacağız -ancak ondan sonra. Ne Riga'nın düş­ mesi, ne de Petrograd'ın düşmesi bizi savunmacı kılabilir. ( . . . ) O zamana dek amacımız proleter devrimidir, savaşa karşıyız, hiçbir şekilde savunmacı değiliz.64

Demek ki, 1917 Şubat Devrimi ile Ekim Devrimi, yani Lenin'in ifadesiyle "iktidarın proletaryaya devri" arasında, Lenin'in ve Bolşevik Parti'nin izlediği politika "ne bozgunculuk, ne savun­ macılık" olarak nitelenebilir. Bu politikayı anlayabilmek için şunu göz önüne almak gerekir: Lenin daha İsviçre' de iken Mart sonunda kaleme aldığı ve daha sonra "Uzaktan Mektuplar" ola­ rak ünlenen metinlerde de, Petrograd 'a dönüşünden sonra yaz­ dığı Nisan Tezleri'nde de Şubat Devrimi ve Çar'ın tahttan çekil­ mesi ile birlikte demokratik devrimin tamamlandığını, şimdi Rusya' da bir proleter devriminin gündemde olduğunu ısrarla be­ lirtmiştir. Yönetici kadrolardan gördüğü dirence rağmen, Nisan ayında yapılan Bolşevik Parti Konferansı'nda partinin çoğunlu­ ğunu bu fikre kazanmıştır. Böylece, Bolşevik Parti "Bütün iktidar Sovyetlere!" şiarı temelinde proletaryanın iktidarı için mücadele etmeye başlamıştır. Öyleyse, şimdi mesele somut bir olanak hali­ ne gelmiş olan proletarya iktidarı ile savaş arasında nasıl bir bağ kurulabileceğidir. Devrimci bozgunculuğun amacı emperyalist

savaşı iç savaşa çevirmekti. Bu gerçekleşmiş, iç savaş başlamıştır! Şimdi amaç iç savaşı kazanmaktır. İşçiler ve üniforma altındaki köylüler olarak askerler, barış istemektedir. Oysa Rus burjuvazisi­ nin emperyalist emellerine hizmet etmekte olan Geçici Hükümet Çar hükümetinin savaşını aynen devam ettirmektedir. Demek ki şimdi mesele işçi ve askerleri barışı ancak Sovyet iktidarının ge­ tirebileceğine ikna etmektir. Barışı bir geçiş talebi olarak proleter iktidarına bağlamaktır. Bir barış programı oluşturmak ve bunu toplumun karşısına bir hedef olarak koymaktır. 64 "To the Central Committee of the R.S.D.L.P.", CW. cilt 25, s. 289. Bütün vurgular aslında.

68 1

Marksi ı rler-2

İşte Lenin daha Rusya'ya yola çıkmadan İsviçre' de "Uzaktan Mektuplar"ın dördüncüsünde, ünlü romancı Maksim Gorkiy'i burjuva karakterli Geçici Hükümet'ten barış dilendiği için eleşti­ ren (" hükümeti demokratik bir barış gerçekleştirmeye çağırmak, genelev sahiplerine erdem vaazları vermeye benzer" der Lenin) bir metinde hem demokratik ve adil bir barış programı tanımlar, hem bu barış programının uygulamaya konulabilmesi için "siyasi iktidarın büyük toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin değil, işçi­ lerin ve en yoksul köylülerin elinde olmasının gerekli olduğunu" belirtir. 65 Sonunda da Bolşevizm in ne zaman savunmacı olacağını ilan eder: İşte bu barış koşulları için İşçi Temsilcileri Sovyeti, benim kanaa­ timce, dünyanın herhangi bir burjuva hükümetine ve bütün bur­ juva hükümetlerine karşı savaş ilan etmeyi kabul ederdi çünkü bu gerçekten adil bir savaş olurdu, çünkü bütün ülkelerde bütün işçi ve emekçiler bu savaşın başarısı için çaba gösterirdi. 66

Burada Lenin'in bozgunculuk diye herhangi bir ilkesi olmadı­ ğını, tam tersine proletarya iktidarı söz konusu olunca savunmacı bile olabileceğini görüyoruz. Ama 1917 yılı politikası ne bozgun­ culuk, ne savunmacılıktır. Bir geçiş talebi olarak adil bir barış programının öne sürülmesidir. Lenin Şubat ile Ekim arasındaki bütün dönem boyunca bu perspektifi savunacak ve açıklayacaktır. Örneğin Nisan Tezleri döneminde yazdığı "Proletaryanın Devrimimizde Görevleri" başlığını ve "Proletarya Partisi İçin Program Taslağı" altbaşlığını taşıyan önemli bir programatik metinde, Şubat Devrimi'yle açılan yeni dönem şöyle tanımlanmaktadır: Sermayenin iktidarı devrilmeksizin ve iktidar bir başka sınıfa, proletaryaya geçmeksizin emperyalist savaştan sıyrılmak ve de­ mokratik, zora dayanmayan bir barışa ulaşmak olanaksızdır. Şubat-Mart 1 9 1 7 Rus Devrimi, emperyalist savaşın iç savaşa dö65 "Letters From Afar. Fourth Letter. How to Achieve Peace", CW, cilt 23, s. 333-339. 66 A.g.m., s. 338. Bütün vurgular aslında.

C i h a n H a rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

1 69

nüşümünün başlangıcı idi. Bu devrim savaşa son verilmesine doğru ilk adımı atmış oldu; ama savaşın bitmesini kesin hale ge­ tirmek bir ikinci adımı gerekli kılmaktadır: Bu da devlet iktidarı­ nın proletaryaya devredilmesidir. 67

Aynı fikir askerlere hitap ettiği kitle toplantısından RSDİP'in Nisan sonu-Mayıs başı toplanan Petrograd Şehir Konferansı'na, oradan Mayıs başında (eski takvimle Nisan sonunda) toplanan Bütün Rusya Parti Konferansı'na kadar her yerde aynı vurguyu yapar Lenin.68 Ancak konferanslara sunulan metinlerdeki bir vur­ gu önemlidir ve öğreticidir. Lenin önce bu aşamada hükümeti destekleyen bütün çevrelerde kabul gören "devrimci savunmacı­ lık" politikasının sınıf temeline değinir: Günümüzde Rusya'da bütün Narodnik partileri (Halkçı Sosya­ listler, Trudovik'ler, Sosyalist Devrimciler), oportünist Menşevik Sosyal Demokratlar partisini (Organizasyon Komitesi, Çkeydze, Tseretelli vb.) ve partisiz devrimcilerin çoğunluğunu kavramış olan "devrimci savunmacılık" sınıf anlamı bakımından, aynen kapitalistler gibi, zayıf halkların ezilmesinden yarar gören küçük burjuvazinin, küçük mülk sahiplerinin ve hali vakti yerinde köy­ lülerin çıkarlarını ve bakış açısını temsil eder. 69

Bunlar hepsi Bolşeviklerin yenilgiye uğratmaya çabaladığı burjuva işbirlikçisi partilerdir. Böyle durumlarda Lenin rakip­ lerini polemiğin gücüyle asar asar indirir. Ama burada çok ince bir noktaya değinir. Kitleler devrimin atılımı ile iktidara gelmiş hükümete ve onu destekleyen bu partilere güven duymaktadırlar. Önemli olan kitleleri iknadır. Öyleyse: 67 "The Tasks of the Proletariat in Our Revolution. Draft Platform for the Proletarian Party", CW, cilt 24, s. 67. 68 "Speech Delivered at a Meeting of Soldiers of the lzmailovsky Regi ment. April 10 (23), 1917", CW, cilt 24, s. 108- 109; "The Petrograd City Conference of the R.S.D.L.P. (Bolsheviks) April 14-22 (April 27- May 5), 1917", CW, cilt 24, s. 163165; "The Seventh (April) All-Russia Conference ofthe R.S.D.L.P. (B.), April 24-29 (May 7- 1 2) 1917", CW, cilt 24, s. 270-273. 69.

cw, cilt

24, s. 162.

70

1

Marksistler-2

Partimiz, derin ve ölümcül bir hata olan "devrimci savunmacılı­ ğa" karşı yaln ızca yoldaşça ikna yöntemleriyle mücadele edecek, geniş kitlelerin barışın ve sosyalizmin en kötü düşmanları olan kapitalistlerin hükümetine hiç sorgulamadan beslediği güven tutumunun günümüz Rusyası'nda savaşa süratle son verilmesi önünde ana engel olduğu hakikatini ortaya koyacaktır. 70

Bu dönemden kalma şaşırtıcı bir metin Lenin ve Bolşeviklerin bozgunculuk politikasından nasıl dikkatle uzak durduğunu or­ taya koyuyor. "Bolşevizm ve Orduda 'Askerlikten Soğutma"' baş­ lığını taşıyan bir metindir bu. Ezberci sosyalistlerimiz, Lenin'in Bolşeviklere burj uva ordusunda "askerlikten soğutma" edimi ile bir suçlama yöneltildiğinde bunu şerefle üstleneceğini düşüne­ ceklerdir. Değil mi ki, Lenin Cihan Harbi'nde bozguncu bir po­ litika izlemiştir, o zaman tabii ordu içinde "askerlikten soğutma" faaliyetleri yürütecektir. Ama hayret! Lenin bu metninde Bolşevizm in bu dönemde ordu içinde hiçbir şekilde böyle faaliyetler sürdürmediğini kanıtlama­ nın peşindedir! Lenin " 1 1 . Ordu, Ordu Komitesi Üyesi, RSDİP (Bolşevikler) Merkez Komitesi'nin Güney-Batı Cephesi Kongresi Delegesi, Kyrilenko" imzasıyla askerlere hitaben yayınlanmış olan bir bildiriyi belge olarak sunar ve şöyle der: "Bolşevikler, proletar­ yayı, yoksul köylüleri ve bütün emekçi ve sömürülen halkı bilinç­ li bir devrimci mücadeleye çağırmaktadırlar, nümayiş yapmaya, kargaşa çıkarmaya değil."71 Ama aynen devrimci bozgunculuğun sabotajla işi olmadığı gibi, bu politikanın da milliyetçilikle işi olmaz. Nitekim Lenin bu dönemdeki bütün konuşmalarında ve parti belgelerinde ıs­ rarla cephede örgütlü bir kardeşleşme faaliyetini savunmuştur. Ama tek başına kardeşleşme devrimci bozgunculuk değildir, çünkü her iki ordunun savaş çabasının altını eşzamanlı olarak oymaktadır. 70 CW, cilt 24, s. 163. Vurgu bizim. 71 "Bolshevism and 'Demoralisation' of the Army", CW, cilt 24, s. 572.

C i h a n Ha rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

1 71

Lenin, devrimden sonra, Almanya ile Brest-Litovsk Barış Antlaşması'nın imzalandığı dönemde (Mart 1918) bu yazısını ha­ tırlayacak ve Dördüncü Bütün Rusya Sovyetler Kongresi delegele­ rine şöyle diyecektir: "Burada belirtiyorum ki (Kyrilenko'nun bu çağrısından söz ediyorum, oysa bu ilk değildi, bunu hatırlıyorum çünkü belleğimde yer etmiş) biz orduyu 'askerlikten soğutma' işi­ ne girişmiyorduk, şöyle diyorduk: cephede dayanın; iktidarı ne kadar çabuk alırsanız muhafaza etmek o kadar kolay olacaktır."72 Burada devrimci bozgunculuğun neden Şubat Devrimi ile birlikte gününü doldurduğu bir kez daha açıkça görülüyor. Proletarya ik­ tidarın adayıdır; iktidarı aldığı zaman muhafaza edebilmesi için şimdiden hazırlık gerekir; bozgunculuk artık işe yaramaz. Barışı işçi devleti kuracaktır ya da adil bir savaşa girişecektir. Lenin'in Şubat-Ekim arası barış politikası gerçekten işe yara­ mıştır. Bolşeviklerin büyük işçi ve asker kitlelerini iktidarın alın­ masına üç kelimelik bir slogan temelinde kazanmış olduğu bili­ niyor: "Barış, Ekmek, Toprak!" Burada "ekmek" işçi sınıfına ve kentli yoksul kitlelere hitap ediyor. "Toprak" elbette toprak açlığı içinde kıvranan köylülere. Barış ise önce askerlere. Ama aynı za­ manda askerlerin yakınlarına. Savaş açlık ve yoksulluğun da temel nedeni olduğu için bütün topluma. Artık barış birinci sıradadır! Buradan bir sonuç çıkarmak mümkündür: Şayet Lenin, bugün onu izlediğini sanan bir dizi siyasi akım gibi, ultra sol bir poli­ tik tutumu, keskinliği, kendisinin başka bir bağlamda kullandı­ ğı deyimle "devrimbazlığı" ilke edinmiş olsaydı, Ekim Devrimi gerçekleşmezdi! Bu tarihi gerçek çıplak biçimde ortada duruyor. Trotskiy'in siyasi hayatının çeşitli aşamalarında Lenin olmasay­ dı Ekim Devrimi başarıya ulaşmazdı yargısına varmasını abartı olarak görenler, bir örnek olarak (bu, çeşitli olanaklı örneklerden sadece biridir) bu konu üzerinde biraz düşünebilirler. Ekim sonrasında Bolşeviklerin savaşa ilişkin politikası, bu yazıda ele alınamayacak kadar karmaşık bir konudur. Bunun ne72 "Extraordinary Fourth All-Russia Congress of Soviets, March 14- 16, 1 9 18", CW, cilt 27, s. 1 94.

72 1

Marksistler-2

deni, Bolşeviklerin Alman emperyalizminin çok ağır bir şantajı altında Brest-Litovsk barışını imzalayıp imzalamama sorunuyla karşı karşıya kalmış olmalarıdır. Ama şu açıktır: Durum yine

değişmiştir. Politika da değişmekte ve devrimci savunmacılık gündemin merkezine oturmaktadır. Bundan sonrası sadece sa­ vaş vermenin gerçekçi olup olmadığı ile ilgilidir. Nitekim parti içinde bir kanat, başta Buharin olmak üzere Sol Komünistler, bir devrimci savaş üzerinde ısrarla durmuşlardır. Ancak Lenin'in gerçekçiliği devrimin Brest-Litovsk barışı yoluyla kurtarılmasını sağlamıştır. Bunu saptadıktan sonra ekleyelim: Lenin'in Buharin ve arkadaşlarına itirazı ilkesel değildi. Savunmacılık ve devrimci savaş yanlış olduğu için değildi. Sadece somut koşulların değer­ lendirilmesi temelinde devrimci savaşın kendisinin bozgunla so­ nuçlanacağını gördüğü için barış yanlısı olmuştur.

4 . Sonuç Cihan Harbi, kapitalist emperyalizmin önüne geçilemeyen dünyayı paylaşma dinamiklerinin insanlığı, bir cinnete kapılmış gibi, kitlesel ölüme sürüklediği bir dönem oldu. Bu dönemde kos­ koca Avrupa uygarlığı hep birlikte bir katliam şenliğinin parçası olmuşken, bir avuç enternasyonalist devrimci ve onları izleyen ve sayıları savaş uzadıkça artan işçi emekçi, "çılgınlığın orta yerinde ayık ve yapayalnız" (Mayakovski) savaşa karşı mücadeleye girişi­ yor ve Zimmerwald hareketiyle bunu uluslararası bir mücadele ha­ line getiriyordu. Burada iki örgütlü grup, Almanya' da Spartakus grubunda buluşan azınlık devrimciler, Rusya' da ise Bolşevikler herkesten daha önemli bir rol oynayacaktı. Eğer Cihan Harbi'nin "kahramanları" varsa, en önde Spartakus'un önderleri Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg ile Bolşeviklerin önderi Vladimir İlyiç Lenin gelir! O karanlık, yüz kızartıcı günlerde, bütün dünya akıntıya kapılmış giderken onlar insanlığın bir bütün olarak ge­ leceğini savunuyorlardı. Lenin'in Zinovyev ile birlikte imzaladığı Sosyalizm ve Savaş başlıklı çalışması Almancada Gegen der Strom,

C i h a n H a rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

1 73

Fransızcada ise Contre le courant başlıklarıyla yayınlanıyordu. Yani akıntıya karşı! Biz bu yazıda ısrarla Zimmerwald Hareketi'nin ilk Uluslararası Sol Muhalefet olduğu fikrini işledik. Bununla anlatmaya çalıştı­ ğımız şuydu: Trotskiy'in 1 920'li yılların sonunda ve 1 930'lu yılla­ rın başlarında geçtiği yoldan Lenin de (Luxemburg ve Liebknecht ile birlikte) geçmiştir (tabii Trotskiy de Lenin'in yanındadır, ama onun gibi belirleyici değildir bu ilk deneyimde). Trotskiy Sovyetler Birliği'nde iktidarı ele geçiren Stalinist bürokrasinin Lenin ve kendisinin önderliğinde kurulan Komünist Enternasyonal'i önce içten içe çürütüp sonra imha etmesi karşısında bir Uluslararası Sol Muhalefet kurmak zorunda kaldı. Ama aynı türden bir süreç­ ten Lenin de 1914'ten itibaren geçmek zorunda kalacaktı. Ne biri ne öteki ebediyen muhalefet kalmak için kurmadılar bu muhalefet hareketlerini. Her ikisi de birer Enternasyonal kurarak uluslara­ rası proletarya hareketini ayakta tutmak bakımından Üzerlerine düşeni yaptılar. Her ikisinin de amacı proletaryayı iktidara taşı­ maktı. Bu iki sürecin farklılıklarıyla birlikte ortak yanlarını kav­ ramak, her ikisinin de daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Lenin, Cihan Harbi sırasında Liebknecht ve Luxemburg ile aynı yolu yürüyecekti ama yönelişleri farklı idi. Bu yazıda ara­ larındaki farkları dikkatli biçimde özetlemeye çalıştık. Lenin'in gerek onlarla, gerek Trotskiy ile, gerekse kendi partisindeki çeşitli önde gelen Bolşeviklerle farklarının tartışılmasından hareketle bu sonuç bölümünde sadece bir noktayı vurgulamak istiyoruz. Lenin için savaşa ilişkin izlenecek politik hat ile uluslara­ rası proletarya hareketinin yeniden örgütlenmesi, yani yeni bir Enternasyonal'in kurulması ancak birlikte ele alınabilirdi. Lenin'in herkese karşı ısrarla savunduğu devrimci bozgunculuk politikası bir bakıma iki bilinmezi birden çözebilecek tek denk­ lemdi. Devrimci bozgunculuk, hem işçi sınıfının burjuvazinin sa­ vaşından uzak durmasını sağlayan politika idi, hem de işçi hare­ keti içindeki oportünizme karşı bir aşı. Şayet savaş içinde yeni bir Enternasyonal'in kurulması yolunda mücadele edilecekse, sosyal

74 1

Marksiıtler-2

yurtseverliğe karşı da, onunla köprüleri atmayan ve onun zihniye­ tini üstü örtülü biçimde sürdüren ortayolculuğa karşı da amansız bir mücadele verilmeliydi. Devrimci bozgunculuk enternasyona­ listleri bu iki akımdan keskin bir hatla ayırıyordu. Lenin, bütün taktikleri için olduğu gibi, devrimci bozguncu­ luğu da soyut olarak geçerli bir politika niteliğiyle değil, zaman

ve mekan içinde geçerli somut koşulların zemininde bir gereklilik olarak savunuyordu. Nitekim, emperyalist savaşı iç savaşa çevir­ me işlevini görüp yeni bir dönemi başlatınca, bu politikanın günü dolacaktı. Bu yazıda en çok önemsenmesi gereken noktalardan biri budur: Devrimci bozgunculuk Lenin için bir ezber, bir dog­ ma vesaire olmak bir yana, savaş içinde bile (Rusya söz konusu ol­ duğunda) ancak Şubat Devrimi'ne kadar geçerlidir. Yani 1914- 16 döneminin politikasıdır. 1917'nin (daha dakik bir ifade ile Şubat ile Ekim devrimleri arasındaki dönemin) politikası "ne bozgun­ culuk, ne savunmacılık, adil bir barışı sağlamak için proletarya devrimi" olarak özetlenebilir. 1917 Ekim Devrimi'nden sonra ise proletarya iktidarında devrimci savunmacılık gündeme gelir. Buradan çıkacak sonuç çok önemlidir. Demek ki emperyalist­ ler arası savaşlarda her koşulda ve her ülkede devrimci bozgun­ culuk politikasını papağan gibi tekrarlamak doğru değildir. Şayet emperyalist ülkeler arasında koşullar farklı ise izlenecek politika­ lar da farklı olabilir. Örneğin 1917 yılında Rusya'da ve öteki em­ peryalist ülkelerde bir ve aynı politikayı savunmak doğru değildi. Çünkü savaş içinde Rusya'nın koşulları değişmişti. Dünya devrimci süreci yeni gelişmelerle karşı karşıya geldiğin­ de yapılması gereken Lenin'in metodundan öğrenerek Lenin'in politikasını zenginleştirmek olmalıdır. Trotskiy'in İkinci Dünya Savaşı karşısındaki tutumu bu bakımdan çok önemlidir. Trotskiy emperyalist devletler arası çatışmalar için belirlenmiş devrimci bozgunculuk politikasının İkinci Dünya Savaşı bağlamında da iz­ lenmesi gerektiğini savunur, ama bu politikaya yeni boyutlar geti­ rir. Lenin devrimci bozgunculuk politikasını kurarken, yukarıda belirttiğimiz gibi, şu noktadan hareket ediyordu: Cihan Harbi ko-

C i h a n H a rb i ' n d e D e v r i m c i M a r k s i s t l e r

1 75

şullarında hangi emperyalist blokun yenilgisinin proletaryanın bütünsel çıkarları açısından ehveni şer olduğunun saptanması olanaklı değildi. Buradan, emperyalist ülkeler açısından simetrik bir sonuç çıkarıyor ve her ülkenin devrimci hareketi için kendi devletinin yenilgisinin ehveni şer olacağını söylüyordu. Lenin'in Cihan Harbi koşullarında uyguladığı bu akıl yürütmenin yanlış olduğuna dair herhangi bir belirti bugün, 100 yıl sonra da ortada görünmüyor. Ama İkinci Dünya Savaşı için durum farklıdır. Nazizmin na­ sıl insanlığı barbarlığa sürükleyecek bir rejim olduğu ortada iken onu (ve faşist müttefiklerini) öteki emperyalist ülkelerle tam an­ lamıyla simetrik biçimde ele almak doğru olmaz. İşte Trotskiy bu farklılığı tescil eder ve iki emperyalist blok karşısında farklı tavır takınılabileceğini dile getirir. Lenin devrimci bozgunculuk politikasında sabotajı dışlamış­ tır. Çünkü sabotaj bir emperyalist gücün karşısında başka bir em­ peryalist gücün kazanmasıyla sonuçlanabilir. Oysa Lenin'in po­ litikası bütün emperyalist ülkelerin yenilgisidir. Ne var ki şimdi Nazizmin yenilgisi proletaryanın çıkarları açısından ehveni şer olarak görülebilir. Bundan daha önemlisi, Trotskiy'in Proleter Askeri Politika adını verdiği politikadır. Trotskiy İkinci Dünya Savaşı başladı­ ğında devrimin bütün sorunlarının kendilerini askeri biçimler altında ortaya koyacağını, üstelik Nazizme karşı bir savunma ih­ tiyacının birçok ülkenin proleterleri için vazgeçilmez olduğunu görmüştür. Buradan çıkarttığı sonuç, proletaryanın burjuvazi ile kozunu savaş içinde, gerekirse askeri yöntemlerle paylaşmasını kabul etmek, bu gerçeği yadsımak yerine ona uygun taktikler ge­ liştirmektir. Lenin'in Cihan Harbi için geliştirdiği devrimci boz­ gunculuk, o savaşın birbiriyle yenişemeyen emperyalist güçlerine karşı mücadelenin ihtiyaçları açısından doğruydu. Oysa Nazizmin neredeyse bütün Avrupa'yı Daniel Guerin'in deyişiyle bir "kah­ verengi veba" gibi istila ettiği İkinci Dünya Savaşı koşullarında devrimci bozgunculuk politikası zenginleştirilmelidir. Devletler

76 1

Marksistler-2

arası mücadelede bu ilke hala geçerli olmalıdır. Ama devleti çöken ve faşizmin hakimiyetine giren bir emperyalist güç söz konusu ise, proletarya ulusun kurtarıcılığını üstlenmelidir. Burjuva an­ lamda değil. Burjuvaziyle işbirliği içinde değil. Proletarya halkın önüne düşerek bir sürekli devrim süreci içinde hem ulusal bas­ kıyı ortadan kaldırmalı, hem de proletarya iktidarını kurmalı­ dır. Fransa devleti çöken ülkeye, İtalya ise faşizmin hakimiyetine giren ülkeye örnektir. Yunanistan, Yugoslavya, Arnavutluk ise Nazizm ve faşizmin işgaline uğramış emperyalizme tabi ülkeler olarak ulusal kurtuluş mücadelesinin özellikle anlamlı olduğu ül­ kelerdir. Trotskiy'in dehası bu durumlar daha tam ortaya çıkma­ dan bunların yaratacağı ihtiyaca uygun Proleter Askeri Politika'yı önermiş olmasıdır. Maalesef İkinci Dünya Savaşı'nda Trotskiy'in bu politik açılımını olgun biçimde kavrayarak uygulayabilecek kadrolar çok nadirdi. ABD'nin ve NATO'nun Çin ve Rusya'ya karşı savaş tamtam­ ları çalmaya başladığı bu günlerde, Marksistlerin Lenin'in ve Trotskiy'in savaş politikalarından öğreneceği çok şey var. Dünya hızla yeniden askerileşiyor.

Bölüm 1 6

3L: L E N İ N , Ro s A Lu x E MBU RG , K A R L L I EBK N E C H T

Dün Gramsci, Avrupa Marksizminin o büyük ve talihsiz bey­ ni, çarpıtılarak, hatta tanınmaz hale getirilerek Bolşevizme alter­ natif olarak çıkarılmıştı. Bugün Alman Kasım Devrimi'nin önde­ ri Rosa Luxemburg, Rus Ekim Devrimi'nin büyük önderleri Lenin ve Trotskiy'e karşı bir alternatif olarak ileri sürülüyor. Rosa'nın Lenin' den birçok alanda farklı düşündüğünü ve buna uygun ola­ rak da farklı somut politikalar uyguladığını biliyoruz. Bunların birçoğu 20. yüzyılın ikinci yarısında zaman zaman Lenin'in aleyhine kullanılmıştır. İster parti konusundaki farklılıkları ol­ sun, ister ulusal sorun, ister savaş. 1 Ama bugün bütün bunları aşan bir odaklanma var: Soldaki Lenin eleştiricileri, Rosa'nın Rus Devrimi'nin uygulamaları konusunda Bolşeviklere yönelttiği eleş­ tirileri sosyalizm için başka bir yolun zemini olarak kullanmak, Leninizmi terk etmenin gerekçelerini Rosa' da bulmak, bir başka Marksizm, bir "demokratik Marksizm" yaratmak istiyorlar. Bu bölümün başlığını bu yüzden 3L olarak koyduk. Çünkü biz­ ce dünya işçi sınıfının beş yıl arayla (Luxemburg ve Liebknecht 1919'da, Lenin ise 1 924'te öldü) yitirmiş olduğu bu üç önder aslın­ da tarihin mahkemesinde ayn ı davanın savunucuları olarak yer Bu konularda mükemmel bir giriş kaynağı olarak bkz. Armağan Tulunay, "Tari­ hin En Büyük Kadın Devrimcisi: Rosa Luxemburg", Devrimci Marksizm, sayı 37, Kış 2019.

78 j

Marksis t ler-2

almaktadır. Luxemburg-Liebknecht ikilisi, Lenin'in karşısına bir başka alternatif çıkarmak için kullanılamaz. Tam tersine, kapita­ lizmin yıkılması ve sınıfsız topluma doğru ilerleme açısından aynı tarihsel konumun, devrimci Marksizmin temsilcileridir.

Alman Kasım Devrimi: Ekim'in ikizi Rosa Luxemburg ile Karl Liebknecht'in Almanya ve dünya ta­ rihindeki yerini anlayabilmek için Almanya'nın 191 8'de yaşadığı Kasım Devrimi'ni azıcık da olsa tanımak gerekir. 2 Kasım Devrimi, Ekim Devrimi'nin hemen ardından, neredeyse günü gününe bir yıl sonra patlak vermiştir ve bir bakıma Ekim Devrimi'nin ikizi­ dir. İki ülken in tarihi, sınıf yapısı, siyasi sistemi, işçi hareketi ve başka yönleri arasındaki onca farka rağmen, tarihte birbirine bu kadar benzeyen iki devrim zor bulunur. Rusya' da savaşın üçüncü yılı sürerken işçi sınıfı ve askerler Mart (Rusya'nın eski takvimiyle Şubat) ayında büyük bir ayak­ lanmaya girişmişlerdi. Şubat Devrimi olarak bilinen bu ayaklan­ ma, beş gün içinde ülkenin müstebiti Çar il. Nikola'nın tahttan çekilmesi ile sonuçlandı. Ama devrim Rusya'ya barışı, ancak ikinci (bu sefer silahlı) bir ayaklanma ile Ekim Devrimi'nde geti­ recekti. A ncak köylülüğün desteğinde bir işçi sınıfı iktidarı, yani Sovyet iktidarıdır ki Rusya'nın savaştan resmen ve bütünüyle çe­ kilmesin i sağlayacaktı. Ekim Devrimi böylece Birinci Dünya Savaşı'na, üçüncü yılı yeni dolmuşken büyük bir darbe vuruyordu. Ama dünyayı pay­ laşma hırsı, emperyalist ülkelerin burjuvazisinin gözünü öylesine bürümüştü ki Ekim Devrimi'nin kulakları sağı r eden uyarısını duymayacaktı bu gerici güç. Savaş bir yıl daha sürecekti. 2

Alman Devrim i'n i gerçekten derinlemesine tanımak isteyenler için şimdi bir başeser Türkçeye ilk kez çevrilmiş durumda: Pierre Broue, Almanya'da Devrim 1917-1 923, Fransızcadan çeviren: Şule Çiltaş, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 202 1 . Bu çok önemli devrimi Türkiye okuruna ilk kez Broue'n in kaleminden tanıtma yo­ lundaki bu çabaya katkıda bulunan herkesi kutlarız. Devrimci Marksist tarihçi Broue 'nin iki başka anıtsal yapıtı Trotskiy biyografisi ve Komintern tarihi hala Türkçeye çevrilmeyi bekliyor.

3 L : L e n i n , R o s a L u x e m b u rg, K a r i L i eb k n e c h t

1 79

Ta ki Kasım 1918' de bu sefer Almanya' da işçiler ve askerler {ora­ da da üniforma altında köylüler), aynen Rusya'daki kardeşleri gibi ayağa kalkana kadar. 3 Kasım' da Kiel liman kentinde denizciler bir askeri isyan başlatıyor, bu, hızla Almanya'nın başka kentlerinde iş­ çilerin ve başka askeri birliklerin ayaklanmalara girişmesine yol açı­ yordu. Altı gün sonra, 9 Kasım' da, başkent Berlin' de İmparatorluk Sarayı devrimci işçilerin eline geçecek, cumhuriyet ilan edilecekti. Aynı gün İttifak devletlerinin (Almanya'nın yanı sıra Avusturya­ Macaristan ve Osmanlı imparatorlukları ve Bulgaristan) heybet­ li önderi, Enver Paşa'nın hamisi il. Vilhelm tahttan çekiliyor, 10 Kasım' da ise Başbakan Prens von Baden istifa ediyor, yerine sağ sosyal demokratların liderlerinden Friedrich Ebert geliyordu.3 Almanya, kendi Şubat Devrimi'ni zafere ulaştırmıştı. Rusya' da Ekim Devrimi'yle sonuçlanan Şubat Devrimi ile Almanya'nın Kasım Devrimi arasındaki benzerlikler çarpıcıdır. Her iki ülkede de devrimci ayaklanmadan sadece beş-altı gün sonra ülkenin hükümdarı devrilmiştir. Her iki ülkede de devri­ min içinde işçi ve asker Sovyetleri (konseyleri, şuraları) kurul­ muştur. (Almanya buna kendi dilinde bir ad takmıştır: "Rat"lar.) Her iki ülkede de barış devrimin ana motoru olacaktır. Her iki ülkede de askerler, özellikle daha vasıflı işçilerin görev aldığı do ­ nanmada denizciler çok büyük rol oynayacaktır (Rusya' da Baltık donanması ve Kronştadt denizcileri, Almanya' da Kiel bahriye­ lileri). Nihayet her iki ülkede de burjuvazi, devrim karşısında

iktidarını korumak için sosyalist işçi hareketinin sağ kanadına sığınmak zorunda kalmış, devrimin önündeki esas siyasi engel bu kadrolar olmuştur (Rusya' da Menşevikler, Almanya' da sağ sosyal demokratlar). Bütün bunların ötesinde çok sembolik bir benzerlik de vardır. Ekim, devrimin eski Rus takvimiyle tarihidir. Bugün kullanılan takvimle iktidarın ele geçirildiği gün 7 Kasım' dır. Yani bir bakıma Ekim Devrimi de, aynen Alman Devrimi gibi "Kasım 3

Ebert'in başbakanlığı devralırken söyled iği söz meşum bir şöhrete sahiptir: "Devrimden affolunmaz bir günah gibi nefret ediyorum." (Bkz. Paul Frölich, Rosa Luxemburg: Her Life and Work , New York: Monthly Review Press, 1972, s. 259.) Rosa Luxemburg ve Kari Liebknecht'i işte bu adamın hükümeti öldürtecektir!

80

1

Marksistler-2

Devrimi" dir. Dünya bir yıl arayla neredeyse tıpatıp birbirine ben­ zer iki devrimle sarsılmıştır. Alman Devrimi kendi Ekim ayaklanmasını Kasım Devrimi'nin patlak vermesinden sadece iki ay sonra, 5 Ocak 1919'da yaşamış­ tır. O gün başkent Berlin' de bir silahlı ayaklanma gerçekleşmiş, silahlanmış olan Berlin işçileri bir dizi hükümet binasını ele ge­ çirmiştir. Spartakus ya da yeni adıyla KPD bu ayaklanmanın için­ de, hatta başında yer almıştır. Ama durumu, bir ölçüde, Temmuz günlerinde Lenin ve Bolşeviklerin durumuna benziyordu. Çünkü Berlin büyük ölçüde yalnızdı, Almanya'nın geri kalanı henüz işçi sınıfının iktidarı kendi ellerine alması için yeterince hazırlanmış değildi. Bir bakıma Temmuz günleri ile Ekim günleri iç içe geçmiş gibiydi. Ayaklanma başlangıçta başarı kazanır gibi görünüyordu. Ama her ikisi de sosyal demokrat olan Ebert ve Savunma Bakanı Gustav Noske, savaş gazilerinin örgütlediği milliyetçi ve gerici Freikorps adlı silahlı gücü seferber ederek Berlin'in üzerine gön­ dermiş, 30 bin kişilik bu güç Berlin ayaklanmasını bastırmıştır. 1 5 Ocak 1919 günü Freikorps denen çeteler Rosa'yı ve Liebknecht'i ele geçirmiş ve katletmiştir. Rosa başına aldığı dipçik darbeleriyle hayatını yitirmiş, ölü bedeni Berlin'in en büyük kanalına fırlatılıp atılmıştır. Liebknecht başından vurularak öldürüldükten sonra cesedi bir morga bırakılmıştır. Leibknecht'in cesedi günler sonra, Rosa'nınki ise aylar sonra bulunacaktır. Haziran ayında büyük bir cenaze töreni ile gömüleceklerdir. Alman Devrimi 1921 ve 1923'te iki kez daha Ekim'ini deneme şansı elde edecek, ama hiçbirinde başarılı olamayacaktır. Böylece tarihin en büyük devrimlerinden biri, ardında ancak kısmi ve ge­ çici sonuçlar bırakmakla birlikte sosyal demokratların ihanetine kurban düşecektir.

Kari Liebknecht: Lenin'le kesişen yol Liebknecht, Rosa Luxemburg' dan farklı olarak teorisyen de­ ğildi. Rosa daha yüzyılın dönümünde, Bernstein 1899' da reviz­ yonizmin abecesini ortaya koyan kitabını yazdıktan sonra ona

3 L : L e n i n , R o s a L u x e mb u rg, K a r i L i eb k n e c h t

i sı

verdiği cevapla sadece Almanya' da değil, bütün Avrupa' da önemli bir teorisyen olarak önce çıkıyordu. 1905 Devrimi'nin teorik ana­ lizinde önemli bir merhale olan "kitle grevi" tartışması veya em­ peryalizm teorisinin geliştirilmesi konusunda 191 3'te yayınladığı Sermaye Birikimi başlıklı kitabında yaptığı atılım, başka teorik katkılarının yanı sıra, hemen akla gelen örneklerdir. Liebknecht ise bütün sosyalist önderler gibi elbette yazıyordu, ama teorik ça­ lışmalar değil, eyleminin uzantısı olan makaleler. O, kelimenin gerçek anlamıyla bir eylemciydi. Auguste Bebel ile birlikte Almanya' da Marksizmin iki kurucu­ sundan biri olan, Marx'ı yakından tanıyan, SPD'nin önderlerinden biri olagelen Wilhelm Liebknecht'in oğluydu. Oğul Liebknecht, Cihan Harbi öncesinde parti içinde çok güçlü bir isim değildi. Hep Rosa ile birlikte partinin devrimci kanadında yer almıştı, milletvekili seçilmişti, ama henüz Rosa kadar önemli biri değildi. (Hep vurguluyoruz, Karl milletvekiliydi ama Rosa değil. Neden? Kadın olduğu için. Dönem süfrajet hareketinin oy hakkı için ca­ nını verdiği dönemdi, oy ve elbette seçilme hakkı henüz yoktu. İlk kez Sovyet Rusya' da derhal tanınacaktı.4) Karl Liebknecht, savaşla birlikte ve savaşa karşı aldığı tavırla devleşecekti. Bilindiği gibi, Avrupa'nın en güçlü proletarya partisi olan SPD'nin meclis grubu, 4 Ağustos 1914 günü Alman parlamento­ sunda savaş kredileri oylanırken grup kararıyla olumlu oy kul­ lanmıştır. Bu, 40 yıla yakın tarihinde birçok şerefli sayfa bulunan bir partiyi kendi emperyalizminin savaş destekçisi haline getiri­ yordu. Liebknecht burada bir hata yapmış, grup disiplini gerekçe­ siyle diğer milletvekilleriyle birlikte olumlu oy kullanmıştır. Oysa bir disiplin söz konusu olacaksa, bunun İkinci Enternasyonal'in kongre kararlarında yer alan tutumlara uyma yönünde olması gerekirdi. Ama aradan sadece dört ay geçtikten sonra, muazzam bir cesaret gösterecek, Cihan Harbi'nin yarattığı şoven atmosfere 4

Bkz. Armağan Tulunay, "Özgürlüğe Yürüyen Kadınların Ülkesi: Ekim Devrimi'nden Sonra Sovyet Toplumu", Devrimci Marksizm, sayı 32-33, Sonbahar­ Kış 2017.

82 1

Marksisr /er-2

rağmen, 2 Aralık günü yeni savaş tahsisatı oylamasında tek başına hayır oyu kullanacaktır. Bunun Liebknecht'in başına bela getirmesi kaçınılmazdı. 1 9 1 5 Şubat'ından itibaren Liebknecht silah verilmeden askere alınmış, yani daha önce de yaptığımız bir benzetme ile Alman "amele taburları"na yazılmıştır. Buna rağmen, 1 Mayıs 1916 günü, baş­ kent Berlin' de on binlerce işçinin katıldığı bir mitingi, kürsüden asker üniformasıyla "Kahrolsun savaş! Kahrolsun hükümet! " diye haykırarak açar! Tabii derhal tutuklanıp hapse atılacak ve savaş sonuna kadar hapiste kalacaktır. Ama bütün Avrupa' da işçi emek­ çi halkın gönlünde bir efsane haline gelecektir bu çıkışlarıyla. 5 Liebknecht savaş döneminde bütün Marksistler arasın­ da Lenin'e en yakın olanıydı. Bunu söylemek az şey değildir. Lenin savaş döneminde neredeyse yalnız bir adamdır. Trotskiy, Luxemburg, Bolşevik Parti'nin liderleri, hatta Zimmerwald Solu bile Lenin' den farklıdır. Oysa Liebknecht, bu yalnız adamla (onun etkisi altında değil, kendi bağımsız seçişiyle) hemen he­ men aynı pozisyona sahiptir. Bir kere, temel politikaları apaynı­ dır: "emperyalist savaşı iç savaşa çevirmek." Liebknecht'in Cihan Harbi'ne ilişkin tarihe geçmiş sloganı "esas düşman kendi ülke­ mizde" şiarının anlamı başka hiçbir şey değildir. Daha da açık olan Liebknecht'in sosyal şovenlerin mahvettiği enternasyonaliz­ mi savaş içinde ayağa kaldırma çabasıyla toplanan Zimmerwald Konferansı'na katkısıdır: Alman devletinin tutsağı olduğu için konferansa katılamamış, ama bir mektupla bu çabayı destekle­ miştir. Mektubun ana sloganı, "İç barış değil, iç savaş"tır. Yani her ikisi de emperyalist savaşa karşı "iç savaş" demektedir. Marksistler için "iç savaş" devrimin kapısıdır. Öyleyse, her iki önderin "savaşa karşı savaşı" devrimdir. Buraya kadar ortaya çıkan tam bir ahenktir, ama bu politika, yani "emperyalist savaşı iç savaşa çevirmek" Lenin'e özgü bir po­ litika değildir. Lenin, buna tutarlı olarak " devrimci bozguncu5

Okuyucu, bu gelişmelerin bütün ayrıntılarını bir sonraki bölümde okuyacaktır.

3 L : L e n i n , R o s a L u x e m b u rg, K a r i L i e b k n e c h t

1 83

luğu", yan i her ülkenin devrimcisi için kendi devletinin yenilgi­ sinin ehveni şer olduğu bir yaklaşımı eklemiştir. İşte bu konuda Lenin yapayalnızdır. Ve bütünüyle haklı çıkacaktır. 6 Bu konuda da ona en çok yaklaşan Liebknecht'tir. Liebknecht'in "esas düş­ man kendi ülkemizdedir" şiarında bir nokta çok belirgindir: "Esas" düşman. Eğer en büyük, en karşı olunacak düşman ken­ di burjuvazimiz ise, buradan mantıksal olarak çıkacak sonuç, onun yenilgiye uğramasıdır, uğratılmasıdır. Yani Liebknecht ör­ tülü bir " devrimci bozgunculuk" savunucusudur. Neden örtülü? Çünkü düşüncelerini sistematize etmeye alışmış bir teorisyen değildir. Ama daha önemlisi, Alman hareketinin sol kanadını oluşturan Spartakus Birliği'ni, gelecekteki Almanya Komün ist Partisi'nin bu çekirdeğini, kendisi " devrimci bozgunculuğa" karşı olan Rosa Luxemburg'la birlikte yönetmektedir. Bu da dü­ şüncesini mantıksal sonucuna götürmesine uygun olmayan bir siyasi ortam yaratmıştır. Bu cesur ve cüretkar devrimci, 9 Kasım' da Alman Devrimi patlak verdiğinde İmparatorluk Sarayı'na yürüyen ve onu ele geçi­ ren on binlerce işçi, emekçi ve gencin en ön saflarında idi. Orada yaptığı konuşmada şöyle demiştir: Kapitalizmin, Avrupa'yı mezarlığa dönüştüren hakimiyeti artık yıkılmış bulunuyor. Rus kardeşlerimize çağrı yapıyoruz. Gider­ lerken bize demişlerdi ki, "Bizim yaptığımızı siz de bir ay içinde yapmazsanız, sizden koparız." Dört gün bile yetti. Geçmiş tari­ he karıştı ama bizim görevimiz sona ermedi. Bütün gücümüzü toplayıp bir işçi köylü hükümeti kurmalı, yeni bir proleter devleti inşa etmeliyiz, Almanya' da ve bütün dünyada kardeşlerimiz için barış, neşe ve özgürlük getirecek bir devlet. Dünyadaki kardeşle­ rimize elimizi uzatıyor ve onları dünya devrimini tamamlama­ ya davet ediyoruz. Aranızda özgür Almanya sosyalist cumhuri­ yetinin ve Alman Devrimi'nin gerçekleşmesini isteyenler elini kaldırsın. Dünyadaki kardeşlerimize elimizi uzatıyor ve onları dünya devrimini tamamlamaya davet ediyoruz. Aranızda özgür 6

Bu aşamada okura bir sonraki bölüme kadar sabretmesini tavsiye edeceğiz.

84 1

Markıistler-2

Almanya sosyalist cumhuriyetinin ve Alman Devrimi'nin ger­ çekleşmesini isteyenler elini kaldırsın. 7

Tarihin en güzel oylamalarından biriydi bu. On binler ellerini Alman Devrimi ve Almanya sosyalist cumhuriyeti için kaldırı­ yordu. Bu o kadar önemli bir olaydı ki, düzenin savunucusu SPD'nin o anda toplantı halinde olan meclis grubuna haber ulaştığın­ da, partinin liderlerinden Scheidemann derhal bir karar ve­ rerek, Ebert'e bile danışmadan Meclis'in önünde, oracıkta bir Demokratik Cumhuriyet ilan edecekti! Sosyalist Cumhuriyet'e karşı Demokratik Cumhuriyet!8 Yukarıdaki alıntıda, Liebknecht'in devrimci Marksizminin bütün ana hatlarını görmek mümkün. Devrim, proleter devleti, dünya devrimi, " dünyadaki kardeşlerimiz", yani bütün ülkele­ rin işçilerinin birliği. Biz son bir şeye dikkat çekelim, çünkü bu, yazımızın bir sonraki bölümü için anlamlı bir ipucu içeriyor. Liebknecht, Alman işçisini devrime çağırırken, en ufak bir kaygı duymadan "Rus kardeşlerimize" de çağrı yapıyor. İç savaş koşul­ larında yaşayan Rusya'nın Bolşevik rejiminin uygulamaları, sa­ dece burjuva çevrelerinde değil sağcı sosyal demokratlar arasında bile sürekli istismar edilmektedir. Ama Liebknecht Bolşeviklerin politikasının bütünüyle arkasındadır. "Rus kardeşlerimiz"e ses­ lenmekten çekinmez. O kadar çekinmez ki, devrimden sadece 15 gün önce, 23 Ekim' de hapishaneden salıverilince, Lenin'in Finlandiya istas­ yonuna gelişinde karşılanışı misali, Berlin Hauptbahnhof'unda işçilerce karşılanmış ve onların eşliğinde dosdoğru Sovyet

Büyükelçiliği'ne gitmiştir!9

7

h t t p s : //gercekga z e t e s i . net/teor i - t a r i h / a l m a nyada - k a s i m - devri m i n i n - 1 0 0 yildonumu-ekim- devriminin-ikizi.

8

Peter Nettle, Rosa Luxemburg, Abridged Edition, Londra: Oxford University Press, 1969, s. 44 1 .

9

A.g.y., s . 439.

3 L : L e n i n , R o s a L u x e mb u rg, K a r i L i eb k n e c h t

i ss

Rosa Luxemburg ve Ekim Devrimi Geliyoruz "kızıl Rosa"ya, tarihin en büyük kadın devrimcisi­ ne. Bölümün girişinde de belirttiğimiz gibi, bizim Luxemburg ile ilgili olarak üzerinde durmak istediğimiz Rosa ile Lenin'i karşı karşıya getirerek ilkinden özgürlükçü bir Marksizm çıkarma, do­ layısıyla ikincisini şiddet, terör ve despotizme bulanmış geçersiz bir yaklaşımın temsilcisi ilan etme çabasının ne kadar boş oldu­ ğunu ortaya koymak. Lenin ile Rosa Luxemburg'u karşı karşıya getirmek isteyenler için malzeme boldur. Bu iki devrimci arasında çok sayıda mese­ le üzerinde fikir farklılıkları ve pratik ayrılıklar ortaya çıkmış­ tır. Biz Rosa'yı o kadar önemsiyor ve devrimci Marksizmin tarihi liderlerinden biri olarak ona öylesine sahip çıkıyoruz ki, bu ki­ tabın birçok yerinde Lenin-Luxemburg ilişkisini ele alıyoruz. Ancak bugün Rosa'yı Lenin'e karşı oynamaya çalışanlar açısından en önemli noktalar iki devrimcinin parti anlayışı konusundaki farklılıkları ile Rosa Luxemburg'un Rus Devrimi'ne yönelttiği eleştirilerdir. İlk konuyu yukarıda ele almıştık. O yüzden bura­ da ona girmeyeceğiz.10 Zaten parti tartışması için kendini Rosa Luxemburg'a başvurmak zorunda hisseden azdır. Parti mesele­ si öylesine basitleştirilmiş, daha doğrusu vülgerleştirilmiştir ki, Lenin'in parti anlayışının Stalinizmin ve bürokratikleşmenin kaynağı olduğunu söylemek için kimse artık kanıt bile arama­ maktadır. Şimdi moda olan, Rosa Luxemburg'un Ekim Devrimi'ne ve Bolşeviklerin iktidardaki uygulamalarına yönelttiği eleştiriler­ dir. Rosa Luxemburg'un Rus Devrimi başlığını taşıyan risalesinde yaptığı eleştirilerin muhatabı sadece Lenin değil, genel kural ola­ rak Lenin ve Trotskiy, bazen de Lenin, Trotskiy ve arkadaşlarıdır. Ama biz burada yalınlaştırma amacıyla sadece Lenin' den söz ede­ ceğiz. Bunun bir nedeni, Ekim Devrimi'nin ve onu izleyen döne­ min iktidarının bir numaralı önderinin tartışmasız Lenin olması 1 0 Birinci ciltte Lenin kısmında "Lenin'i Yakmalı mı?" bölümüne bakılabilir.

86 1

Mark s i s r ler-2

ise, bir başka nedeni de bu bölümü 3L kavramı etrafında düzen­ lemiş ve 3L'yi birbirinden koparmak isteyenlerin yaklaşımına bir reddiye yöneltmek için tasarlamış olmamızdır. Sorunu Luxemburg'un Rus Devrimi eleştirisine kadar da­ ralttık. Ama Rosa'nın Rus Devrimi'ne yönelttiği birçok eleştiri vardır. Bu geniş ufuklu Marksist, toprak politikasından milliyet­ ler politikasına kadar uzanan birçok alanda Bolşevik iktidarını eleştirmektedir. 11 Luxemburg'u demokratik ve özgürlükçü bir Marksizmin sözcüsü olarak Lenin'in karşısına çıkarmaya çalı­ şan ekol bunlarla pek ilgilenir gibi görünmemektedir. Onların esas meselesi, Luxemburg'un Bolşeviklere demokrasi alanında yönelttiği eleştiridir. Burada da en somut ve elle tutulur şekilde, Bolşeviklerin Kurucu Meclis'e ilişkin politikasına yönelttiği eleş­ tiridir. En önemli sorun bu olmakla birlikte, devrimde şiddetin rolü ve özgürlükler, en başta da basın özgürlüğü meseleleri de tar­ tışmanın parçasıdır. Lenin'i ve Bolşevizmi yıpratmaya çalışanlar bunların üzerinde odaklanmayı tercih ediyor, biz de öyle yapaca­ ğız. Yan i konumuzu ikinci bir kez sınırlayacağız. Onların da bizim de meseleyi en başta Kurucu Meclis teme­ linde tartışıyor olmamız gayet anlamlı. Çünkü proletarya demok­ rasisinin somut uygulaması, özellikle devrimci iktidarın henüz sağlam biçimde yerleşmemiş olduğu dönemlerde, somut koşullara büyük ölçüde bağlıdır. Dolayısıyla, çeşitli uygulamaların tartı­ şılması koşullara bağlı olarak yapılmalıdır. Ama Kurucu Meclis tartışması, aşağıda göreceğimiz gibi, işçi sınıfının iktidarı alıp al­ mamasıyla ilgilidir. Yani somut koşullara bağlı, konjonktüre! bir tartışma değildir, ilkesel bir tartışmadır. Luxemburg'u Leni n'e karşı oynayanlar, Luxemburg'un Rus Devrimi risalesinin ne kadar sorunlu bir tarihçesi olduğunu, Rosa'nın daha sonra bu konularda fikrini değiştirdiği konusun­ da çok güçlü deliller olduğunu, her şeyin Rus Devrimi broşürünü 11

Ulusal sorun konusunda Rosa'nın Lenin' den farkını başka bi r kitabımızda ele al­ dık. Bkz. Kod Adı Küreselleşme: 21. Yüzyılda Emperyalizm, a.g.y. , Bölüm 17: "Mil­ liyetçilik mi, E nternasyonalizm mi?"

3 L : L e n i n , R o s a L u x e mb u r g , K a r i L i eb k n e c h t

1 87

Rosa Luxemburg'un Bolşevikler hakkındaki nihai yargısı olarak kabul etmenin yanlış olduğunu gösterdiğini hiçbir şekilde tartış­ maya sokmazlar. Muhtemelen bunların farkında bile değildirler. Şayet bu fikirde olanlar arasında, bizim görmemiş olduğumuz bazı çalışmalarda ya da (sözel dahi olsa) tartışmalarda bu konula­ ra el atanlar varsa onların haklarını teslim etmeye hazırız. Rus Devrim i'nin

macerası

Genellikle okurlar Rosa Luxemburg'un Rus Devrimi risalesini yazıp yayınladığını sanırlar. Doğal olan bu olduğundan mesele­ yi araştırmamış olanların öyle düşünmesi de gayet anlaşılır bir şeydir. Tabii bu, Luxemburg'un arkasına saklanıp Lenin'e yum­ ruk atmaya çalışanlar için geçerli değildir. Onlardan daha büyük ciddiyet beklenir. Çünkü Rus Devrimi Rosa'nın hayat süresin­ de yayınlanmamıştır. Rosa'nın da önderleri arasında yer aldığı Spartakus Birliği'nin diğer yöneticileri, Rosa'yı karşı-devrimin eline oynayacağı gerekçesiyle böyle bir çalışmayı yayınlamaktan vazgeçmek üzere ikna etmişlerdir. Rosa bu yüzden yazdığı değer­ lendirmeyi yayınlamamıştır. Farklı ülkelerin komünistleri ara­ sındaki ilişkide gösterilen bu hassasiyeti (ister doğru bulun, ister bulmayın) okurlardan gizlemek, kendisi yayınlamama kararı ve­ ren Rosa Luxemburg'un Marksistlerin görevlerini kavrayışına bir haksızlık, hatta aşağılama olarak görülmelidir. Açıkça söyleyelim: Biz Rus Devrimi risalesinin içeriğinin doğru olup olmadığından bağımsız olarak, yayınlanmama kararını en azından anlaşılır bu­ luyoruz, burada bir sorun görmüyoruz. Rosa Luxemburg risaleyi yazdığında Almanya Polonyası'nın Wroclau/Breslau kentinde bir hapishanede yatmaktadır. Rus Devrimi'nin başından beri hapistedir. Birçok kaynağa ulaşması olanaksızdır. Yani fikirlerini sınırlı bilgi temelinde oluşturmuş­ tur. Bunun pratik önemini birazdan göreceğiz. Rosa Luxemburg, risalenin yazılışından üç, Alman Devrim i'nin patlak vermesinden iki ay sonra katledilmiştir.

88

1

Marksistler-2

Luxemburg'un düşünce ve mücadele arkadaşları risalenin hiç­ bir zaman yayınlanmayacağı konusunda hemfikirdirler. 12 Rus Devrimi 1 922 yılı başında intikam amacıyla yayınlanmıştır! Yayınlayan, Rosa Luxemburg'un hayatının son döneminde sev­ gilisi olan, kendisi de Spartakusçu ve daha sonra KPD önder­ lerinden olan Paul Levi' dir. Levi, 1918' de Rosa'yı hapishanede ziyaret ederek onu Rus Devrimi'ni açıktan eleştirmenin düş­ manın eline oynayacağına ikna eden kişidir! Sevgilisi olduğu için de Rosa yayınlanmamış elyazmasın ı ona vermiştir. Levi, daha sonra, 192l ' de Alman partisi içindeki bir tartışmada par­ ti disiplinini ayaklar altına aldığı için partiden ihraç edilmiş, Komintern de bu ihraç kararını onaylamıştır. Lenin çok değer verdiği Levi'nin bir süre sonra partiye yeniden kabul edilmesi gerektiğini düşünmektedir. 13 Ama Levi parti içi tartışmayı par­ tiye ve Komintern'e saldırıya dönüştürür. Rus Devrimi risalesi Levi'nin Komintern'in ana yönetici gücü olan Bolşeviklerden in­ tikamı olarak yayınlanmıştır! Rosa Luxemburg'a hayat boyu siyasi ve özel yaşamında en yakın konumda olan iki tarihi şahsiyet, Clara Zetkin ile Leo Jögisches, risalenin basılmasına karşıdır. Bunun nedeni, Rus Devrimi'ni düşmanlarından koruma dürtüsü değil, her ikisinin de Rosa Luxemburg'un hapisten çıktıktan sonra Alman Devrimi'ni yönetirken, devrimde sınıfların karşılıklı mevzilenmelerini so­ mut olarak yaşayınca fikirlerini değiştirmiş olduğu konusundaki 12 Elbette Rus Devrimi'nin sarsıntılı dönemi geçtikten ve bir tarihsel dönem kapan­ dıktan sonra Rosa Luxemburg gibi, klasik Marksizmin devleri arasına girmeyi hak eden bir düşünür ve devrimcinin her türlü çalışmasının yayınlanması dev­ rimci düşünce tarihine hizmet etmesi bakımından doğaldır. (Aşağıda Lenin'in bu konuda neler söylemiş olduğunu göreceğiz.) Burada sözü edilen, Rus Devrimi risalesinin güncel duruma müdahale amacıyla yayınlanmasının doğru olmadığı konusundaki mutabakattır. 1 3 Bütün bir Paul Levi epizotu için bkz. Pierre Broue, Histoire de l 'In ternationale Communiste 1 919-1 943, Paris: Fayard, 1997, s. 202-206, 2 2 1 -232, 246-47. Lenin, Paul Levi konusunda o aşamada olumlu bir yaklaşıma sahip olduğu için daha sonra özeleştiri yapmıştır. Bkz. "Notes of a Publicist", Collected Works, Moskova: Progress Publishers, 1997, cilt 33, s. 207-2 1 l .

3 L : L e n i n , R o s a L u x e mb u rg, K a r i L i eb k n e c h t

1 89

bilgisidir. Zetkin, Alman komünist hareketinin en önde gelen li­ derlerinden biridir. Luxemburg ve Liebknecht'in yanı sıra, Franz Mehring ile birlikte Spartakus ve KDP'nin başta gelen isimlerin­ dendir. Rosa'nın belki de en yakın kadın arkadaşı ve yoldaşıdır. Jögisches ise Polonya'nın Marksist hareketinin Sverdlov'udur, hareketin bütün örgütsel başarılarının ardında onun zekası, bi­ rikimi, becerisi yatar. Aynı zamanda gençlik çağlarında uzun yıllar boyunca Rosa'nın sevgilisi olmuştur. Ayrıldıktan sonra da ölene kadar arkadaş kalmışlardır. Zetkin, Rosa'nın en yakın ka­ dın arkadaşı ise Leo Jögisches de en yakın erkek arkadaşıdır ve yoldaşıdır. Jögisches, Rosa ile Karl Liebknecht'ten sadece iki ay sonra, Mart 19 19'da karşı-devrimciler tarafından katledilmiştir. Clara Zetkin'in kendisi Paul Levi'nin risaleyi yayınlamasını öfke ve nefretle karşılamıştır. Jögisches'in tanıklığını tarihe ileten de odur. Zetkin, Paul Levi risaleyi yayınlar yayınlamaz kitap boyu bir çalışmayla bunun nasıl yanıltıcı olduğunu anlatmış, bu çalış­ mayı 1 922 sonunda yayınlamıştır. 14 Bir de o döneme ilişkin ikinci bir tanıklık var. Bu sefer Alman hareketinden değil, Rosa Luxemburg'un kendi memleketi Polonya'nın komünist hareketinden: Adolf Warski kod adını kul­ lanan Jerzy Warscawski de, 1922 yılı içinde, aynen Zetkin gibi, Levi'nin Rus Devrimi risalesini yayınlamasına cevaben bir kitap (ya da risale) yazıyor: başlığı Rosa Luxemburg'un Devrimin Taktik Sorunları Konusundaki Tutumu.15 Polonya hareketinden oluşu, Rosa'nın Alman Devrimi deneyimi içinde fikirlerini nasıl değiş­ tirmiş olduğuna dair ilave belgesel veriler sağlıyor, zira Rosa yaşa­ dığı bu değişimi (sorumlu bir devrimci olarak kendisinden bek­ lenebileceği gibi) Polonyalı yoldaşlarına iletmeyi ihmal etmiyor. 14

Clara Zetkin, Rosa Luxemburg's Views on the Russian Revolution, RedStar Pub­ lishers, 2017 (şehir belirtilmemiş ama yayın yeri ABD). Kitabın orijinal baskısı l 922'de Komintern tarafından yapılmıştır.

15

Adolf Warski, Rosa Luxemburg's Position on the Tactica/ Problems of the Revoluti­ on. İlk kez Komintern tarafından yayınlanmıştır. Hem Zetkin'in hem Warski'nin eserlerine İngilizcede yayınlanır yayınlanmaz dikkatimizi çeken ve bize dijital olarak yollayan Yunan yoldaşımız Aris Maravas'a müteşekkiriz.

90

1

Marksistler-2

Buraya kadar yazılanlar, Luxemburg'u Lenin'e karşı kullanma merakındaki aydınlarımıza "risale yayınlandıysa ne olmuş, ne­ den gizlenmesini istiyorsunuz?" dedirtecektir. Oysa bizim üze­ rinde durduğumuz, Rosa Luxemburg'a hayatta en yakın olmuş iki devrimciye ilaveten bir de Polonyalı yoldaşının Luxemburg'un Rus Devrimi'ne ilişkin fikirlerinin değiştiği kanısında olduğudur. Şimdi bunu Rosa'nın kendi gelişmesi temelinde görelim. Sonuç olarak, Lenin' in de yakın dostu olan Zetkin, olayları ister istemez Bolşevikler lehinde resmetme eğilimi gösterebilir. Öyleyse şimdi Rosa'nın Alman Devrimi'ni yönetirken meselelere nasıl baktığını somut veriler temelinde gözden geçirelim.

risalesinden Alman Devrimi'nin dağdağasına Rus Devrim i

Önce şu soruyu soralım: Tartışmanın merkezinde bulunan Kurucu Meclis nedir? Kurucu Meclis, Şubat Devrimi'nin başla­ masından beş gün sonra Çarlık rejimi çökünce, doğan boşlukta bir burjuva cumhuriyetinin kurulması için bir anayasa yapacak genel oya dayalı bir meclis olarak önerilmiştir. Burjuvazi sekiz ay boyunca, sınıf işbirlikçisi sosyalistlerin (Menşevikler ve Sosyalist Devrimcilerin) desteğiyle ülkeyi yönettiği süre boyunca, ülkenin bütün sorunlarına çözüm getirmekten kaçtığı gibi, bu meclisi toplamaktan da kaçınmıştır. Ekim Devrimi'nden sonra mecl is toplanmış, ama ilk toplandığı gün dağıtılmıştır. Bolşeviklerin Kurucu Meclis' in dağıtılmasına ilişkin biri gayriresmi, öteki resmi iki gerekçesi vardır. İlki, Kurucu Meclis'te Sosyalist Devrimcilerin çoğunluğu elde etmiş olmasının eski Rusya'yı, yani devrim öncesi dengeleri temsil ettiğidir. Luxemburg bu gerekçeyi doğru bulur ve Lenin ve Trotskiy'e hak verir. İtirazı, devrim sonrası Rusyası'nın dengelerini temsil eden yeni bir Kurucu Meclis seçiminin yapıl­ mamasınadır. 1 6 16 Rosa Luxemburg, "Rus Devrimi", Rosa Luxemburg Kitabı. Seçme Yazılar, Haz. Peter Hudis ve Kevin B . Anderson, çev. Tunç Tayanç, Ankara: Dipnot Yayınları, 2010, s. 445-46.

3 L : L e n i n , R o s a L u x e mb u rg, K a r i L i eb k n e c h t

1 91

Burada, yukarıda işaret etmiş olduğumuz bir noktanın önemi ilk kez ortaya çıkıyor. Rosa Luxemburg, Kurucu Meclis seçimle­ rinin "Ekim Devrimi'nden çok önceleri" yapıldığını sanmaktadır. Oysa bu yanlıştır. Seçimler Bolşevikler iktidara geldikten sonra yapılmıştır. Buna karşılık seçmen listeleri Ekim Devrimi öncesin­ de hazırlanmıştı. Lenin ve Trotskiy'in Meclis'in bileşiminin eski Rusya'yı temsil ettiği iddiası buna dayanıyordu. Rosa'nın bu ka­ dar temel bir olgudan, seçimlerin tarihinden haberdar olmama­ sı, Wroclau/Breslau' daki hapishanesinde dünyadan haber alma olanaklarının ne kadar kısıtlı olduğunun çarpıcı bir örneğidir. Böylesine eksik bilgiye dayanılarak yazılmış bir risalenin sorunlu olması kaçınılmazdır. Luxemburg'un çalışmasında, Bolşeviklerin Kurucu Meclis'in kapatılmasında başvurduğu asıl gerekçeden hiç söz edilmi­ yor. Oysa bu hem resmi gerekçedir hem de esas argümandır. Bolşevikler, eminiz ki, Meclis yen iden seçilse ve kendilerine daha büyük güç kazandıran bir bileşime sahip olsa bile bu ikinci ge­ rekçe ile Kurucu Meclis'i tekrar kapatırlardı. Bu gerekçe, Kurucu

Meclis'in Sovyet sisteminin egemenliğin kaynağı olduğunu, ken­ disinin ise bu egemenliğe tabi olduğunu teslim etmekten kaçın­ masıdır. Luxemburg, öyle a nlaşılıyor ki, hapishanede bu bilgiye de ulaşma olanağını bulamamıştır. Bu gerekçeyle, Bolşevikler, Sovyetlerin zaferiyle sonuçlanmış devrimden sonra bir kez daha ikili iktidarın kurulmasını engelleme kararlılığını göstermekte­ dir. Rosa Luxemburg bunu ya bilmemektedir ya anlamamıştır. Bu argümanı Bütün Rusya Sovyetleri Merkez Yürütme Komitesi'nin kararından okumak en doğrusudur. Taslağı Lenin kaleme almıştır: Ekim Devrimi, iktidarı Sovyetlere ve Sovyetler aracılığıyla emek­ çi ve sömürülen sınıflara devretmekle sömürenlerin çaresizce di­ renişini tetiklemiş, bu direnişi ezerek kendisini bütünüyle sosya­ list devrimin başlangıcı olarak ortaya koymuştur. Emekçi sınıflar, deneyimleri aracılığıyla, eski burjuva parlamenter sistemin gü-

92 1

Marksistler-2

nünün artık dolduğunu, sosyalizme ulaşma amacıyla asla bağda­ şamayacağını, ulusal kurumların değil, yalnızca (Sovyetler gibi) sınıf kurumlarının mülk sahibi sınıfların direnişini aşma gücüne ve sosyalizmin temellerini atma olanağına sahip olduğunu öğren­ mişlerdir. Sovyetlerin egemen iktidarından, halk tarafından ka­ zanılmış Sovyet Cumhuriyeti'nden burjuva parlamenter sistem ve Kurucu Meclis uğruna vazgeçmek, geriye doğru atılacak bir adım olur ve Ekim işçi köylü devriminin çöküşüne yol açar.

( . .. ) Bu doğrultuda Merkez Yürütme Komitesi, Kurucu Meclis'in bun­ dan böyle feshedilmiş olduğuna karar verir. 17

Anlaşılamayan şudur: Kurucu Meclis iktidara ortak olduğun­ da, Kerenski ile Sovyetler arasındaki ikili iktidara geri dönülecek, yani devrim tasfiye edilmiş olacaktır. Bu haliyle Kurucu Meclis,

Sovyet Devrimi'nin 31 Mart vakasıdır. Alman Devrimi aynı sorunu kendi karşısına getirdiğinde Luxemburg, bütün Spartkistler gibi, meseleyi gayet iyi kavramış­ tır. Almanya' da da aynen Rusya' da olduğu gibi, bir yanda sovyet­ lere karşılık veren "rat"lar (yani şuralar) vardır, bir yanda da bir kurucu meclis karakteri taşıması hedeflenen Ulusal Meclis. İşte bu ikili iktidar durumu karşısında Rosa Luxemburg'un baş edi­ törü olduğu Spartakus merkezi yayın organı Rote Fahne (Kızıl Bayrak) gazetesi 29 Kasım' da, yani Rus Devrimi risalesinden sa­ dece bir buçuk ay sonra, şöyle yazmaktadır: Başka meselelerde olduğu gibi, bu meselede de yalnızca iki ko­ num mümkündür. İnsan ya proletaryayı sınıf enerjisini felce uğ­ ratarak ve nihai sosyalist hedeflerini bulutumsu bir ışıkta eriterek hileyle iktidarından yoksun bırakmak için Ulusal Meclis'i ister. Ya da bütün iktidarı proletaryanın eline vermek, zaten sosyalizm hedefiyle güçlü bir sınıf mücadelesi halinde gelişmekte olan dev­ rimi geliştirmek ve bu amaçla emekçi halkın büyük kitlelerinin siyasi hakimiyetini, yani işçi ve asker şuralarının diktatörlüğünü 17 V.I. Lenin, "Draft Decree on the Dissolution of the Constituent Assembly", Collec­ ted Works, Moskova : Progress Publishers, 1 977, cilt 26, s. 434-436.

3 L : L e n i n , R o s a L u x e mb u rg, K a r i L i eb k n e c h t

1 93

tesis etmek ister. Sosyalizme ya taraftarsınızdır ya karşı, Ulusal Meclis'e ya karşısınızdır ya taraftar, üçüncü bir seçenek yoktur. 18

Bu keskin alternatifi ileri süren bir siyasi hareketin önderinin Rusya' da Kurucu Meclis'i hala savunuyor olması mümkün mü­ dür? Tek bir örnekle yetiniyoruz. Zetkin'in kitabı bu tür örnekler­ le kaynamaktadır. Luxemburg'la demokrasicilik oynamayı amaçlayanlara yuka­ rıdaki bir ifadeyi özellikle hatırlatırız: Spartakus, "emekçi halkın büyük kitlelerinin siyasi hakimiyetini" nasıl kurmayı savunmak­ tadır? "İşçi ve asker şuralarının diktatörlüğünü tesis etme" (vurgu bizim) yoluyla! Yani, Rosa' da işçi ve emekçi kitlelerin diktatör­ lüğüne karşı en ufak bir rezerv yoktur. Zaten Rus Devrimi risa­ lesinin kendisi de "proletarya diktatörlüğü" kavramını defalarca olumlayarak kullanmıştır.

Demokrasi ve diktatörlüğe dair meseleler Şimdi de Kurucu Meclis konusu dışında, Rosa Luxemburg'un Rus Devrimi risalesinde demokrasi konusunda yaptığı eleştirile­ rin Lenin'e karşı kullanılmasına ilişkin bir-iki örneğe bakalım. Bunlardan ilki Luxemburg'un Menşeviklerin siyasi haklarının bastırılmasını korkunç bir uygulama olarak gördüğü iddiasıdır. Oysa Alman Devrimi'nin ateşi içinde kendisi de sosyalistlerin karşı-devrimci kanadının özgürlüklerine yönelik olarak tam da Lenin ile aynı şekilde davranmıştır. Almanya Sosyal Demokrat Partisi'nin (SPD) resmi yayını olan ve savaş döneminde sağ kanadının borazanı haline gelmiş olan Vorwiirts gazetesinin bürosu işgal edildiğinde, Luxemburg Rote Fahne' de şöyle yazmıştır: Kitleler Vorwiirts ' i işgal ediyorsa, o zaman Devrimci Sendika Temsilcileri hareketi ve Berlin bölgesi USPD19 merkez komitesi 18 Aktaran Zetkin, a.g.y. , s. 66-67. 19 USPD, savaş içinde partinin tam anlamıyla sosyal şoven bir politika izleyen sağ çoğunluğundan kopan ortayolcuların ( Kautsky, Bernstein, Ledebour gibi refor-

94 1

Marksistler-2

için, bunlar Berlin işçilerinin temsilcisi olduklarını resmen ilan ettiklerine göre, Berlin'in devrimci işçilerinin lehine derhal on­ lara yayın politikası açısından yol göstermek bir görevdir. Üne ve mesleki bilgiye sahip gazeteciler olarak, USPD solunun bir yayın organı da olmadığı hatırlanırsa, Daumig, Ledebour gibileri ne yapıyor, kitleleri neden yalnız bırakıyor? Harekete geçmektense "tavsiyede bulunmak" daha mı acil bir meseledir?20

Rosa Luxemburg'un, sağ sosyalistlerin sesi karşı-devrimin sesi olduğu için o sesi bastırmaya tamamen hazır olduğu görüle­ miyor mu burada? ("Karşı-devrimci" sıfatının kullanılması kar­ şısında irkilen kimse varsa, onlara Luxemburg ve Liebknecht'in Sosyal Demokrat hükümetin başındaki beyefendiler ile gerici Freikorps'un işbirliği temelinde katledilmiş olduğunu hatırlatırız.) Bir başka nokta proleter devriminin başarıya kavuşması ama­ cıyla zora başvurmayla, şiddet uygulamakla ilgilidir. Rosa Alman Devrimi içinde bu konuda şöyle konuşmuştur: [Karşı-devrimin gösterdiği] bütün bu direnme, demir bir yum­ rukla, acımasız bir kararlılıkla adım adım kırılmalıdır. Burjuva karşı-devriminin şiddetinin karşısına proletaryanın devrimci şiddeti çıkarılmalıdır. ( . . . ) Karşı-devrimin şiddet tehditlerine karşılık, halkın silahlandırılması, hakim sınıfların silahsızlandı­ rılması. ( . . . ) işçi sınıfının yoğunlaştırılmış, sıkı, bütünüyle geliş­ tirilmiş iktidarı. 21

Rosa Luxemburg hayatının sonunda Alman Devrimi'nin fırtı­ nası içinde mücadele ederken şiddet ve zor konusunda programa­ tik olarak şu talepleri geliştirecekti: "Bütün yetişkin erkek proleter nüfusun bir işçi milisi olarak ör­ gütlenmesi" ve "Bu milisin faal bir bileşeni olarak proleterlerden mistlerin yanı sıra devrimci bir işçi tabanının) kurduğu Almanya Birleşik Sosyal Demokrat Partisi adını taşıyan, Spartakistlerin de kurulur kurulmaz katıldığı yeni partidir. 20 Warski, a.g.y., s. 25. 21

A.g.y., s. 16 ..

3 L : L e n i n , R o s a L u x e mb u rg, K a r i L i eb k n e c h t

1 95

oluşan bir Kızıl Muhafız gücünün Devrimi karşı-devrimci saldırı ve alaşağı etme çabalarından koruması."22

Adolf Warski'nin kişisel tanıklığı da bize başka herhangi bir yerde bulunamayacak bilgileri ilettiği için çok yararlıdır. Bir tek alıntıyla yetinelim. Kasım 1918 sonunda ya da Aralık 1918 başın­ da Rosa Luxemburg Polonyalı yoldaşlarına bir Alman askeri ara­ cılığıyla kendi anadili Lehçe olarak yazılmış bir mesaj yolluyor. Onların da kendisi gibi Bolşevikleri desteklemekle birlikte ver­ dikleri desteğin eleştirel bir destek olduğunu öğrenmiştir. Şimdi mesajına şunları yazıyor: Ben de sizin bütün kayıtlarınızı ve kuşkularınızı paylaşıyordum. Ama en büyük önem taşıyan sorunlar bakımından bunları tama­ men attım. Birçok konuda da sizin kadar ileri gitmemiştim zaten. ( . . . ) Bolşeviklerin terörü, her şeyden daha fazla, Avrupa prole­ taryasının zayıflığının bir ifadesidir. ( . . . ) Ama bu konuda da şu gerçek geçerlidir: En büyük devrim bile gelişmelerin olgunlaştığı kadar başarıya ulaşabilir. Bu acı veren sorunun kendisi de ancak Avrupa Devrimi sayesinde şifaya kavuşabilir. Avrupa Devrimi ise yaklaşıyor. ( . . . )"23

"Gelecek her yerde Bolşevizmindir! ,, Rosa Luxemburg, Rus Devrim i'nde Bolşeviklerin yanlış ola­ rak gördüğü politikalarını eleştirirken onların kendilerini içinde buldukları koşullardan Alman reformist sosyalistlerini sorumlu tutuyordu. Bunlar devrimi Almanya'ya yaymaktan kaçanlardı. Yani Rosa Luxemburg için asıl suçlu SPD ve USPD yöneticisi olan ve devrimden "affolunmaz bir günah " gibi kaçan güruhtu.24 Daha sonra, Alman Devrimi esnasında bunların Ulusal Meclis tarafta22 Aynı yerde. 23 A.g.y., s. 1 1 . 24 Rosa'nın Alman sosyal demokrasisinin liderlerine Rus Devrimi'ne Almanya'da bir devrimle yanıt vermek için parmaklarını bile kıpırdatmamaları konusunda yaptığı sert eleştiriler için bkz. Rus Devrimi, a.g.y., s. 418 -422 ve 456- 460. Yani çalışmanın girişi ve sonucu buna ayrılmış!

96 1

Marksistler-2

rı olduklarını da saptıyordu! Yani Almanya bağlamında Kurucu Meclis! İroninin sınırı yok! Luxemburg'un Lenin'e karşı oynanamayacağına dair şimdi or­ taya koyacağımız delil, en önemlisidir. Luxemburg, Rus Devrimi risalesindeki eleştirilerinin önemli bölümünden, özel olarak da Kurucu Meclis'e ilişkin olandan vazgeçmiştir. Ama vazgeçmemiş olsa idi bile aşağıdaki satırlar onun Lenin'in karşısına konulama­ yacağını gösterir. İşin garibi bu satırlar Rus Devrimi'nin kapanış paragraflarıdır. Rosa'nın Bolşevikler konusundaki nihai yargısıdır: Varsın Alman Hükümet Sosyalistleri, Bolşeviklerin Rusya'daki egemenliklerinin, proletarya diktatörlüğünün çarpıtılmış bir an­ latımı olduğunu haykırsınlar. ( ... ) Bolşevikler, gerçekten devrimci bir partinin tarihsel olanakların sınırları içinde yapılabilecek her şeyi yapabileceklerini göstermişlerdir. Mucize yaratmaları bekle­ nilmemelidir. Tek başına bırakılan, Dünya Savaşı'nda bitkin dü­ şen, emperyalizmin ümüğünü sıktığı, uluslararası proletaryanın ihanetine uğrayan bir ülkede, örnek ve hatasız bir proleter devri­ mi ancak mucize olurdu. Önemli olan, Bolşeviklerin siyasetlerinde temel olan ile olma­ yanı, öz ile rastlantısal olanı ayırabilmektir. Dünyanın dört bir yanında belirleyici son mücadeleler ile karşı karşıya geldiğimiz şu dönemde, sosyalizmin en önemli sorunu, ikincil önemdeki şu ya da bu taktik değil, proletaryanın eylem yeteneği, eylem gücü ve sosyalizmin iktidarına duyduğu istekti; bu hala da en yakıcı sorundur. Bu bağlamda, Lenin ve Troçki ve arkadaşları dünya­ daki proletaryaya örnek olan ilklerdir; şimdiye kadar Hutten gibi bağırabilecek olan sadece onlardır: "Ben göze aldım!" Bolşevik siyasetinin temeli ve kalıcı olanı budur. Bu anlamda, si­ yasal iktidarı fethetmek üzere ve sorunların başına sosyalizmin gerçekleşmesini koyarak uluslararası proletaryanın önüne geçmiş olmaları, sermaye ile emek arasında bütün dünyada süren müca­ deleye çok büyük hız kazandırmaları yaptıkları ölümsüz tarihsel hizmettir. Sorun Rusya' da ancak ortaya konabilirdi; ama Rusya' da çözülemezdi. Ve bu anlamda gelecek her yerde "Bolşevizm"indir.25 25 A.g.y.,

s.

459-60.

3 L : L e n i n , R o s a L u x e mb u rg, K a r i L i eb k n e c h t

1 97

Gelecek her yerde "Bolşevizm"indir! Luxemburg'u Lenin'e karşı oynamak isteyenlere karşı tarih mahkemesinde söyleyecek başka bir sözümüz yok!

Lenin ve Trotskiy Kendinizi 1922 yılında Lenin ve Trotskiy'in yerine koyun. Paul Levi 1922 başında Rosa Luxemburg'un Rus Devrimi risale­ sini yayınlamış. Kautsky'ler, Hilferding' ler, Bernstein'lar hepsi birden risalenin üzerine atlamış, kendilerinin ne kadar haklı ol­ duğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Kautsky, Lenin' den Proletarya

Devrim i ve Dönek Kautsky' de (191 8) ve Trotskiy' den Terörizm ve Komünizm'de (1 920) yediği dayağın acısını, Rosa Luxemburg'u Lenin ve Trotskiy'e karşı oynayarak hafifletmeye çalışıyor. Lenin'siniz, Trotskiy'siniz, ne hissederdiniz? Büyük kadın dev­ rimcinin acısı ve anısı taze, ama kızmaz mıydınız? Lenin kızmadı. Gayet soğukkanlı bir şekilde Rosa'nın han­ gi tartışmalarda yanıldığını (uzun bir liste!) yazdı. Bu hataların arasına şunu da ekledi: " 1 918'de hapishanede yazdıkları konu­ sunda yanılmıştı (hapishaneden çıktıktan sonra, 1918 sonunda ve 1919 başında bu hataların çoğunu düzeltti)." Lenin 1922'de doğru teşhisi koymuştu. Luxemburg'un hatalarını düzelttiğini nereden biliyordu? Rosa'nın en iyi kadın arkadaşı, onun da yakın arkadaşıydı: Clara Zetkin. Muhtemelen ondan biliyordu. Lenin, aynı yazıda Rosa'yı bir " kartal " olarak niteledi. Ve onun " bü­ tün eserleri"nin yayınlanmasını, bütün dünyanın komünistleri için eğitim malzemesi olarak kullanılmasını tavsiye etti: " bütün eserleri". Vurgu Lenin'indir. Buradaki irfanı, buradaki inceliği görüyor musunuz? Ne demektir o vurgu? "Bana karşı yazdık­ ları da" demektir! Muhtemelen özellikle " 1918' de hapishanede yazdıkları"nı kast ediyordu!26 26 V.I. Lenin, "Notes of a Publicist", Collected Works, Moskova: Progress Publishers, 1977, cilt 33, s. 210.

98 1

Marksistler-2

Burada çok önemli bir parantez açmak istiyoruz. Yıl 1922 . Lenin kendisi 1921 başından itibaren Sovyet devletinin bürok­ ratik olarak deforme bir devlet olduğunu söylüyor. Önce devlet aygıtında teşhis ettiği bürokratik deformasyonu, daha sonra par­ tide de görüyor. Hayatının son demlerinde bürokrasiyle mücade­ le için hasta haliyle elinden geleni ardına koymuyor. Dolayısıyla, Lenin'in (ya da Trotskiy'in) Sovyetler Birliği'ndeki durumu mü­ kemmel gördüğünü söylemiyoruz. Başka şeyleri başka bağlamlar­ da tartışırız. Ama Kurucu Meclis tartışması bambaşka bir anlam taşıyor. Kurucu Meclis tartışması, Rote Fahne'nin Almanya' da Ulusal Meclis için söylediği gibi, proletarya diktatörlüğü ile bur­ juva iktidarı arasında bir seçiş sorunudur. Trotskiy'e gelince, o, Rus Devrimi risalesinde ele alınan konu­ lara ancak 1932'de bir yazısında değinecektir. Şöyle diyor: "Rosa Luxemburg, 1918'de hapishanedeki hücresinden Bolşeviklerin politikalarını ağır bir biçimde ve esası bakımından yanlış tarz­ da eleştiriyordu. Ama burada, en çok yanılgıyla dolu eserinde bile, insan onun kartal kanatlarını görebiliyordu.'' Ne olgun­ luk! Yazının başlığı "Elinizi Rosa Luxemburg' dan Çekin!" idi.27 Stalin'in Luxemburg'a bir saldırısına cevaptı bu. "Kartal kanatla­ rı" elbette Lenin'e referanstı: Rosa Luxemburg için "o bir kartaldı" diyen Lenin' di. İnsan bu yazıyı ancak Trotskiy'in 1935'te kaleme aldığı bir yazıdan son bir alıntıyla bitirebilir: "Dördüncü Enternasyonal uğruna yürütmekte olduğumuz çalışmayı "3L''nin önderliğin­ de görebiliriz: yani sadece Lenin'in değil, Luxemburg'un ve Liebknecht'in de.''28 Rosa Luxemburg ve elbette Karl Liebknecht bizimdir.

27 L.D. Trotsky, " Hands Otf Rosa Luxemburg", Rosa Luxemburg Speaks, der: Mary­ Alice Waters, New York: Pathfinder Press, 1970, s. 441-45 1 . 2 8 L.D. Trotsky, "Luxemburg and the Fourth International", Rosa Luxemburg Spe­ aks, a.g.y., s. 454.

3 L : L e n i n , R o s a L u x e mb u rg , K a r i L i eb k n e c h t

1 99

EK 5 :

"O

B İ R K A RTA L D I ! "

Rosa Luxemburg filmini genç kuşaklar da hala izliyor. Rosa'nın memleketlisi, son yarım yüzyılın önde gelen kadın yöneticiler­ den Margarethe von Trotta'nın 1 986'da yaptığı filmi zamanında seyrettiğimizde henüz solun dünya çapındaki düşüşü yeni başlı­ yordu. Yönetmen von Trotta sinema sanatında solun önemli tem­ silcilerinden biriydi. Onun yanı sıra Jean-Luc Godard (Fransa), Bernardo Bertolucci (İtalya), von Trotta'nın o dönemde eşi olan Volker Schlöndorf (Almanya), Ken Loach ve Mike Leigh (Büyük Britanya) gibi yönetmenler, Avrupa'nın bütün büyük ülkelerinde sosyalizme sempati duyan, kimi militanca sosyalist yönetmenle­ rin parlak eserler veren önde gelen isimleriydi. Rosa Luxemburg'u yapmadan önce yönettiği bir filmde (Marianne ve Juliane) von Trotta, Batı Almanya' da o dönemde terörizm histerisi ile lanetle­ nen Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun (RAF) önderlerinden biri olan ve 1977'de Andreas Baader ve başka RAF yöneticileriyle birlikte in­ tihar ettiği ileri sürülen, ama muhtemelen Alman devletinin kat­ lettiği Gudrun Ensslin'i iki baş karakterinden biri olarak sempa­ tiyle anlatmıştı. Bu put kırıcı tavrı ortaya koyan bir yönetmenden insan elbette sosyalist bir bilinç bekliyordu. Bizim kuşak filmi ilk izlediğinde bu iyimserlik içindeydi. 1968 sonrasının yönetmenle­ riydi bunlar. Büyük çoğunluk gibi biz de 1968'in nerelere doğru çözüldüğünü henüz anlayamamıştık. O dönemde bile filmden "Rosa Yeşillerin bir kahramanı haline getirilmiş" duygusuyla çıktığımızı ve bunu yanımızdakilere ifa­ de ettiğimizi hatırlıyoruz. Sonra filmi yeniden seyredince birçok başka duyguya da kapıldık ama bu önemli konuyu, son on yıllarda devrimcilerin sinemada nasıl temsil edildiği konusunu başka bir yazıya bırakmak doğru olur. Bizim o filmden hatırladığımız, hiç aklımızdan çıkmayan bir sahne var. 1914 yılında Almanya bütün Avrupa ile birlikte modern tarihin ilk evrensel cinnetini yaşarken, Almanya parla-

1 00

1

Marksistler-2

mentosunun kapısında Rosa, yoldaşı Karl ile mecliste olan biten­ leri konuşmaktadır. Yanlış hatırlamıyorsak sahne, bütün Sosyal Demokrat grup savaş tahsisatına olumlu oy kullanırken Karl Liebknecht'in tek başına "hayır" dediği günde geçmektedir. İki büyük devrimci arasındaki konuşma da elbette bu büyük ihanet ile ilgilidir. Liebknecht, Rosa'ya oylama sırasında olup bitenleri anlatmaktadır. Filmi ilk seyrederken sahne konusunda aklımı­ za gelmeyen bir soru çıktıktan sonra kafamıza dank etti. Neden Rosa da Liebknecht ile birlikte oylamaya katılmamıştı? Neden iki "hayır" oyu yoktu? Bunun nedeni elbette Rosa'nın milletvekili olmamasıydı. Karl Liebknecht gibi, savaştaki kahramanca müca­ delesine kadar adı partide pek öyle öne çıkmamış bir devrimci milletvekili iken partinin en parlak isimlerinden biri olan Rosa neden milletvekili seçilmemişti? Neden olacak? Kadın olduğu için! Rosa partinin sol kanadının en önde gelen lideriydi. Kısacık boyuyla ve topallayarak sahneye çıkarken bu kadın hatip belki çoğu erkek olan işçi topluluğunun dudak bükmesine yol açıyordu, ama bir konuşmaya başlamasın, topluluğun içi ateşle, sınıf kiniyle, devrimin soluğuyla doluyor­ du. Ama kadın olduğu için aynı ateşli konuşmaları meclis kür­ süsünden yapmasına izin yoktu! 20. yüzyılın başında kadınların ne Almanya' da, ne Avrupa'nın başka ülkelerinde, ne Amerika'da, ne dünyanın başka herhangi bir ülkesinde seçilme hakkı değil oy hakkı bile yoktu. Dönem özellikle Amerika' da ve Britanya' da kahraman "süfrajet" hareketine mensup kadınların oy hakkı için mücadele dönemiydi. Onca "medeni" Avrupa ülkesinin bir türlü razı olamadığı kadının politik hakları, ancak Ekim Devrimi'nden sonra Sovyet Rusya' da hiç tartışmasız kabul edilince, kapitalist dünya da kendine çeki düzen vermeye başlayacaktı. Filmdeki bu sahne, bir kadının devrimci hareket içinde bile, ister hareketin kusuru olsun (ki mutlaka çok olmuştur), ister bu örnekte olduğu gibi hareketin kendi dışından, toplumsal ve si­ yasi düzenin genel karakterinden kaynaklansın, yapısal olarak ezilen konumda olduğunu ne kadar güzel düşündürüyor insana.

3 L : L e n i n , R o s a L u x e mb u rg, K a r i L i eb k n e c h t

1 ıoı

Rosa, Meclisin kapısından içeri giremiyor! İçeride yüzlerce Sosyal Demokrat milletvekili var! İnsanın bu parlak zihne, bu paylaşmacı gönle, ezilen herke­ si kucaklayan yüreğe, sonsuz bir cesarete sahip kadının, üste­ lik Almanya gibi üstünlük taslayan Yahudi düşmanı bir ülkede Polonyalı bir Yahudi olarak ne koşullarda 20. yüzyıl başının bü­ yük devrimci önderleri arasında yerini aldığını, daha da öte tari­ hin en büyük kadın devrimcisi haline geldiğini çok iyi düşünmesi gerekir. Bu Kısım' daki bir yazımızda zaten yazdık. Lenin ile Rosa'nın anlaşamadığı çok siyasi konu vardı. Üstelik Rosa İkinci Enternasyonal'in Rusya sorumlusu idi ve Rus hareketinin bölün­ müşlüğünün esas sorumlusu olarak Lenin'i görüyordu. Ama Rosa öldükten sonra Lenin, her devrimciye nasip olmayan komplekssiz tavrıyla Rosa hakkında tarihe geçen yargısını şöyle dile getirdi: "O bir kartaldı!" Başka bir sahneyi hatırlayarak bitirelim. Bu sefer gerçek ha­ yattan bir kare. Enternasyonal'in toplantısına katılmak üzere toplantı salonuna gelirken Rosa, kendisinden çok daha iri ve 14 yaş büyük hemcinsi Clara Zetkin'in koluna girmiş, topallayarak yürümektedir. Sanki Zetkin'e sığınmıştır, ancak onun gölgesinde girebilecektir salona. İzlenimlere aldanmayın. O Polonyalı Yahudi küçük topal ka­ dın, konuşmaya başladığında, Lenin'le birlikte söyleyelim, bir kartaldır ve Kautsky'leri, Bernstein'ları, Ebert' leri ve bütün şove­ nist alçakları paramparça edecektir.

102 1

Marksi stler-2

EK 6 : AUG E A S ' I N A H I R L A R I N DA B İ R D E V R İ M C İ !

Lenin burjuva parlamentosunu klasik mitolojiden ödünç al­ dığı bir kavramla betimlemişti: Burjuva meclisi, Augeas'ın 30 yıl boyunca hiç temizlenmemiş ahırları gibiydi, pislik içindeydi, ko­ kusundan geçilmiyordu. Yanlış anlaşılmasın. Lenin hiçbir siyasi ortama, hiçbir siyasi araca kolay kolay sırt çevirmez. Bu benzetmeyi yapan ve Çarlık Rusyası'nda çoğu zaman yeraltında çalışmak zorunda kalan bir partinin önderi olan Lenin, bu koşullara rağmen, bazı özel ko­ şullar dışında, meclisin boykot edilmesine de bütünüyle karşıydı. Meclis kürsüsü ve oraya giden yolda seçimler, sosyalistler tarafın­ dan düzenin teşhirinde kullanılması gereken çok önemli araçlardı. Lenin'in burjuva parlamentosuna bu yaklaşımının en iyi ör­ neklerini veren bir devrimci Karl Liebknecht'tir. Birinci Dünya Savaşı günlerinde, bütün Avrupa ülkelerinin devlet adamları ve kapitalistleri, kolektif bir histeri içinde işçilerin ve emekçi hal­ kın çocuklarını ölüm tarlalarına sürerken, Liebknecht bu çılgın­ lığa ve barbarlığa " dur! " diyordu. Liebknecht, sokakta kitlelerin önüne düşerek savaşa karşı mücadele ediyordu. 1 Mayıs 1916' da Berlin' de 10 bin kişilik savaş karşıtı bir gösteriyi "Kahrolsun sa­ vaş! Kahrolsun hükümet! " sloganlarıyla açan oydu. Polis derhal üzerine çullanarak onu meydandan uzaklaştırıyor, iki ay için­ de bir mahkeme onu iki buçuk yıl hapis cezasına çarptırıyor­ du. Örgütlenerek mücadele ediyordu Liebknecht aynı zamanda. Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) o dönemde bütün safla­ rıyla savaşı desteklerken o, Rosa Luxemburg ile birlikte parti için­ de Spartakus adlı devrimci enternasyonalist akımı kuruyor, işçi sınıfına bir mücadele aracı kazandırıyordu. Ama aynı zamanda Reichstag' da (parlamentoda) mücadele veriyordu Liebknecht! 2 Aralık 1914'te savaş bütçesine sosyal de­ mokratların tamamı da dahil koskoca bir meclis olumlu oy kulla­ nırken o tek başına "hayır!" diyordu! Bu tutumunu daha sonraki

3 L : L e n i n , R o s a L u x e mb u rg, K a r i L i eb k n e c h t

1 103

oylamalarda da devam ettirecekti. Öte yandan, meclis kürsüsün­ de konuşarak da işçi sınıfının savaş ve kapitalizm karşıtı sesini yükseltiyordu. Örneğin 16 Mart 1 916'da eğitim konusu konuşulurken söz alıp şunları söylüyordu. Meclis zabıtlarından izliyoruz: Liebknecht: Sayın von Campe ahlaki esasların zayıfladığını, buna okullarda savaş yanlısı bir eğitimle karşı çıkılması gerek­ tiğini ( . . . ) söyledi. Oysa eğitimin ilk görevi hakikati anlatmak­ sa, okullarda hakikat öğretilecekse, o zaman bugün Sayın von Campe'nin ( . . . ) ve hükümetin görüşlerinden bütünüyle farklı bir şeyler öğretilmesi gerekir. ( . . . ) Bu savaşın kimin çıkarlarına hizmet ettiğini ve nasıl başla­ dığını öğretin! Herr von Campe Saraybosna cinayetinin bir hun­ harlık örneği olarak öğretilmesini istiyor. Ama orada durmayın. Almanya ve Avusturya' da belirli çevrelerin bu cinayeti Tanrı'nın bir lütfu gibi kucakladığını ekleyin. (Sosyal Demokrat saflardan "Çok doğru! " sesleri.) Çünkü onlara savaş için aradıkları bahane­ yi sağlıyordu. (Yüksek sesle bağırış çağırış: "Utan!"; meclis başka­ nı zili çalarak konuşmacıyı usule uymaya davet ediyor.) Hakikat budur! (Gürültü devam ediyor, "Utan! " sesleri, başkan bir kez daha zili çalıyor.) Hakikat budur! Bir bahane oldu! Bu maskeyi in­ dirmeliyiz! (Gürültü berdevam, "Utan!" haykırışları; başkan zili bir kez daha çalıyor.) Meclis başkanı: Sayın Liebknecht, konuşmanıza ara vermenizi istemek zorundayım. Liebknecht: Hakikat budur! (Gürültü patırtı devam edi­ yor. Haykırışlar: "Defol!") Dinlemeyi reddediyorsunuz. Ama sonunda adalet kazanacak. (Gürültülü şekilde söz kesme çaba­ ları. Muhafazakarlar, Hür Muhafazakarlar, Merkez ve Ulusal Liberaller genel kurulu terk ediyor.) Kaçın bakalım hakikatten! Çıkın! Hakikatle yüzleşemiyorsunuz. (Başkan zili çalıyor.) Meclis başkanı: Sayın Dr. Liebknecht, sizi usule uymaya çağı­ rıyorum. Bu meclisin ve bütün ülkenin ulusal duygularına çirkin bir saldırıda bulundunuz.

104 1

Marksistler-2

Liebknecht: Beyefendiler, sözünü ettiğim hakikatler bende de en güçlü öfkeyi yaratıyor. Ama bunları kulaklarımla duymuş bu­ lunuyorum. Bunlar gerçek. ( . . . ) Bu koşullar altında bütün ülkele­ rin işçi sınıflarına şöyle seslenmek görevimiz: "Haydi işin başına!" İster siperlerde, ister ülke içinde, silahlarını indirmeliler, kendile­ rini ekmeksiz ve soluksuz bırakan ortak düşmanlarına çevirmeli­ ler. (Sağdan büyük tepki; başkan zili çalıyor.) Başkan: Dr. Liebknecht, söz hakkınızı kaybettiniz. ( . . . ) Şimdi meclise sizi dinlemeye devam etmeyi arzu edip etmediği­ ni soracağım. (Sağdan ve ortadan kulak sağır edici alkış. Sosyal Demokratlar' dan canlı protesto. Sayın Dr. Liebknecht konuşma­ ya devam etmeye çalışıyor, ama çabaları sonuçsuz kalıyor. Salonu terk etmiş olan milletvekilleri geri dönüyor.) Meclis daha sonra yaptığı oylamayla Liebknecht'in konuşma hakkını elinden alacaktır. İşte proletaryanın sesi burjuva mecli­ sinde böyle yankılanır.

KISIM i V

20.

Y ÜZYIL SOSYAL İ ZMİ NEDEN Ç Ö KTÜ?

Bölüm 1 7

S OV Y E T L E R B i R L İGf N i K i M YI K T I ?

30 yıllık suskunluk ... Modern çağın tarihinde 1 91 7 Ekim Devrimi'ni bir milat olarak görmüş sayısız politik hareketin tem­ silcileri, aydınları, mensupları, bu devrimin dolaysız ürünü olan Sovyetler Birliği (SB) 1991'in Aralık ayında, yani 30 yıl önce da­ ğıldığından bu yana susuyorlar. Güneşin altında ne varsa onun hakkında mutlaka söyleyecek bir şeyi olan Marksizmin temsilcisi, sözcüsü, izleyicisi olduğunu düşünen binlerce, on binlerce, yüz binlerce insan, Türkiye' de olsun, dünyanın başka ülkelerinde ol­ sun, 30 yıldır susuyor. Marksistler 199l'den beri her konuda tar­ tışıyorlar. Küreselleşme mi, post-Fordizm mi, Yeni Dünya Düzeni mi, emperyalizm mi, 1 1 Eylül mü, İslamcılık mı, "Arap baharı" mı, " küresel finansal kriz" mi, "müşterekler" mi, "mülksüzleştir­ me yoluyla birikim" mi, daha ne isterseniz var tartışma konula­ rı arasında. Deleuze'ler, Foucault'lar, Lacan'lar, Bourdieu'ler de var. Bir tek şey yok: Bir çığır açmış olan Ekim Devrimi'nin ürünü Sovyetler Birliği neden çöktü? Durum daha önceki bir yazımızda söylediğimiz gibi en yalın biçimde şöyle tasvir edilebilir: "Sanki bizi çürümüş bir cesetle bir odaya kapatmışlar ve çoğumuz başı­ mızı korku içinde başka tarafa çeviriyoruz. Oysa çürümenin ko­ kusu arşı alayı sarmıştır!"1 Yüz kızartıcı bir sessizliktir bu. Sosyalizme karşı işlenmiş en büyük suçlardan biridir. Birkaç yazarın birkaç çalışmasında bu koSungur, Savran, "Yirminci Yüzyıl Marksizminin Mirası'', David Glaser/David M. Walker (der.), 20. Yüzyılda Marksizm. Genel Bir Giriş, çev. Burak Gürel/Onur Ko ­ yunlu/Sungur Savran, İstanbul: Versus Kitap, 201 1 , s. 6.

ıos I

M ark s i s tler-2

nuya yer ayırmış olması, birkaç çeviri kitap yayınlanmış olması ge­ nel durumu değiştirmez. Biz ciddi şekilde araştırılmadan verilmiş kestirme yargılardan söz etmiyoruz. Sovyetler Birliği çökene kadar onu dünya devriminin öncüsü görüp de çöker çökmez bir durup düşün meden, hiçbir ciddi özeleştiri yapmadan kolaycı yargılara varmaktan söz etmiyoruz. Varlığı yaklaşık 75 yıl boyunca süren, sadece egemen olduğu topraklarda değil, yeryüzünün tamamında bütün 20. yüzyıl tarihine damgasını vuran bir devletin ve onunla birlikte biçimlenen toplumun neden çöktüğü, sosyalizmin pratikte en ileri ifadesini bulduğu deneyin neden tarihe karıştığı araştırıl­ mamaktadır. Bu yazının ulaşacağı en önemli sonuçlardan birini en başta söyleyelim: Araştırılmamaktadır çünkü herkes kendi so­ rumluluğunun ortaya çıkacağını bilmektedir. Kendi yanlışlarının üstünün örtülmesi, bütün bu akımlara ve onların mensuplarına sosyalizmin yeniden ayağa kaldırılmasından ve geleceğinin gü­ vence altına alınmasından daha önemli gelmektedir! Evet, tam tamına böyle! Çünkü aslında mesele tam da budur. Sovyetler Birliği'nin ve daha genel olarak sosyalist olarak anılan ülkelerde var olan rejimlerin2 çöküşü, 2 1 . yüzyıl başı dünyasının gelişiminde çok önemli birtakım sonuçlar yaratmıştır, yaratıyor. Ekonomide ve politikada, yani pratik mücadele alanında kapita­ lizmin özel mülkiyete ve piyasa rekabetine dayanan çözümleri­ nin karşısında ortak mülkiyete ve planlamaya dayalı kolektif çö­ zümlere olan inancı derinden sarsmıştır; bu yüzden hem sendikal hareketin, hem de sosyalist işçi sınıfı partilerinin zayıflamasına, ayakta kalanların da genellikle sağa kaymasına yol açmıştır. Hala da açıyor. İdeolojik alanda sosyalizmin pratikte olanaklı olmadı­ ğı türünden sonuçlar ima ettiği için Marksizmin zayıflamasıyla, gönlü solda, toplumsal değişimde yatan insanlar arasında post­ modernizm, sol liberalizm, kimlik politikası gibi akımların ya da kısmi, tekil alanlar üzerinde yoğunlaşan toplumsal hareket­ lerin hakimiyet kurmasıyla sonuçlanmıştır, hala da sonuçlanıyor. 2

Şimdilik gevşek bir terminoloji kullanıyoruz. Bu konuya birazdan döneceğiz.

S o v ye t l e r B i r l i ğ i ' n i K i m Yı k t ı ?

l ıo9

Etkisi derhal, dolaysız biçimde hissedilen ve kapitalizmin, emper­ yalizmin, uluslararası burj uvazinin kendi potansiyellerinin çok ötesinde güçlenmesine yol açan bu gelişmelerin yanı sıra, prog­ ramatik alanda, yani daha uzun vadeli, dolaylı ama belki de ka­ lıcı niteliği dolayısıyla daha ciddi sonuçlar da söz konusu. Bunlar arasında en önemlisi şu soruya cevap aranmıyor oluşu: Geçmişte, başta Sovyetler Birliği'nde olmak üzere sosyalist olarak anılan ül­ kelerde çöküşe yol açan faktörlerle gelecekte nasıl mücadele edile­ cektir ki. . . aynı tarihsel çöküş bir kez daha (elbette farklı biçimler altında) yaşanmasın? Çöküşe yol açan faktörleri araştırmayan bu faktörlerle nasıl mücadele edileceğini bilemeyeceğine göre, yüz kızartıcı suskunluk, aynı zamanda sosyalizmi gelecekte de geçmi­ şin zaaflarına mahkum etmenin en emin yoludur! Biz bu bölümde, 20. yüzyılda sosyalizmin pratik kuruluşunun en önemli deneyimi olarak yaşanmış olan Sovyetler Birliği'nin bir sosyoekonomik düzen olarak çöküşünün ve bir devlet olarak da­ ğılışı konusundaki bu soruyu yeniden soracağız: 20. yüzyıl sosya­

lizm deneyimi neden çökmüştür? Bu yazı hiçbir anlamda bir tarih yazısı olmayacak. Çöküşe yol açan faktörleri belirli bir sentez çerçevesinde analiz edeceğiz. Bunu yaparken odak noktamız Sovyetler Birliği olmakla birlikte, onunla kaçınılmaz bağları olan öteki ülkeler de zaman zaman uf­ kumuza girecek. Derinine girmeden şu kadarını söyleyelim: Hem ilk kurulan sosyalist devlet olduğu, doğal kaynakları bakımından çok zengin devasa ölçekte bir ülkede kurulduğu, hem modern tarihin bugüne kadar görmüş olduğu en güçlü işçi devriminin (1917 Ekim Devrimi'nin) ürünü olduğu, hem de doğuşunda mo­ dern tarihin en gelişkin ideolojik ve politik devrimci geleneğinin (Bolşevizmin) damgasını yemiş olduğu için Sovyetler Birliği, sos­ yalizm inşa deneyimleri arasında diğerleriyle karşılaştırılamaz ölçüde büyük bir önem taşıyan örnektir. Nasıl Marx kapitalist üretim tarzını incelerken 1 9. yüzyıl İngilteresi'ni bir laboratuvar olarak almıştır, 20. yüzyıl sosyalizmini incelemek isteyen de, el­ bette öteki ülkelerin çeşitliliğinin sağladığı zenginlikten vazgeç-

1 10

1

Marksistler-2

meksizin, esas dikkatini Sovyet deneyimi üzerinde odaklaştırma­ lıdır. Biz de bu yazıda ağırlığı bundan dolayı Sovyetler Birliği'ne vereceğiz. Yazının ana gövdesine geçmeden önce terminoloji konusunda kısa bir not düşelim: 20. yüzyılda kapitalizmin ilgası temelinde bir gelişme yaşayan ülkelerin "sosyalist" ya da " komünist" adıyla anılması yaygın bir uygulamadır. Oysa klasik Marksizm açısın­ dan her iki terim de sınıfsız topluma işaret eder. 3 Modern tarihte sınıfsız toplum şimdilik ulaşılamamış bir tarihsel hedef olarak kalmıştır. 20. yüzyılın "sosyalist" ya da "komünist" olarak anılan toplumları, klasik Marksizm için "kapitalizmden sosyalizme geçiş toplumları" dır. Aşağıda göreceğimiz gibi, bu toplumların somut gelişme biçimi bu nitelemeyi daha da somutlaştırmayı gerektir­ mektedir. Dolayısıyla, arabayı atın önüne koymamak amacıyla biz bu aşamada terminolojiyi genel tutacağız. Bu toplumların daha dakik bir bilimsel tanımına ulaşmadan önce, hataya düşmeden rahatlıkla kullanılabilecek bir terim olarak "sosyalist inşa dene­ yimleri" gibi genel bir kavrama sık sık başvuracağız. Çünkü ister sosyalizme geçişlerinin önü açık olsun, ister tıkalı, bu toplumların her birinde sosyalizmin şu ya da bu derecede, şu ya da bu amaçlar­ la inşası tartışılmaz bir gerçekliktir. Terminoloji sorununa girmişken birçok sosyalistin geçmiş­ te yaşanan bu deneyimlere ilişkin hala kullanmakta olduğu bir terimin sorunlarına değinmeden geçmeyelim. Bu terim "reel sosyalizm"